Fatiha Suresinin Fazileti Hakkında Varld Olan Hadis-i
Şerifler
Bazı Surelerin Faziletleri İle İlgili Bir Uyarı
Fatiha Suresinin Lafzi Tahlili
Fatiha Suresinin İcmali Manası
Fatiha'nın Tefsırindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Besmele, Kur'an'dan Bir Âyet Midir?
İkinci Hüküm: Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?
Üçüncü Hüküm: Fatiha'nın Namazda Okunması Farz Mıdır?
Fatiha Süresindeki Teşrii Hikmetler
Fatiha suresi Mekke'de
nazil olmuştur, icma ile de 7 ayettir.
Bu mübarek surenin
birçok ismi vardır. Bunların en meşhur olanları ise şunlardır:
1. El-Fatlha: Kur'an-ı Kerime Fatiha
suresi ile başlanır. Elimizde bulunan Kur'an-ı Kerimlerde -yani nüzul sırasına
göre değil, tertip sırasına göre- surelerin birincisidir. İbn-i Cerir-I Taberî,
«Kur'an-ı Kerimlerin yazılışına onunla başlandığı ve namazlarda önce o
okunduğu İçin Fatihatü'l-Kitab olarak adlandırılmıştır.»[1]
demektedir.
2. Ümmü'l-Kttab: Kur'an-ı Kerimdeki asıl
gayeleri ihtiva ettiği İçin
«Ümmü'l-Kitab» denilmiştir. Fatiha suresi, Allah (cc)'ın methini, Rab olduğunun
isbatını, ibadetin ancak O'nun emri ve nehyi İle oluşunu, hidayet İstediğini,
imanda sebat etmeyi, geçmiş ümmetlerin kıssalarının' bildirilmesini, iyi
insanların yücelme yerleri ile kötü insanların alçalma yerlerine vakıf
olunmasını ihtiva ettiği için, diğer surelere nlsbetle ümm: ana diye adlandırılmıştır.
Ümm kelimesi birçok yerde kullanılmaktadır. Mesela, Mek-ke-i Mükerremeye
Ümmü'l-Kurâ (köylerin anası) denilmektedir. Çünkü diğer yerler ona tabidir.
Harp sancağına da ümm denmesi, askerin öncüsü olmasından, askerin ona tabi
olmasındandır. Büyün yaratıkları üstünde ve İçinde barındırdığından toprağa da
ümm denilir. Şairin ifadesiyle, «Toprak, üzerinde yaşadığımız yer ve
anamızdır. Toprakta doğar ve ona gömülürüz.»
[2]
3. Es-Seb'ül-Mesâni: Fatiha suresi namazda tekrarlanan 7 ayettir. Namaz kılan, namazın her
rek'atında onu okur. Bir gurup sahabiye göre. «Andolsun ki biz sana (namazın
her rek'atında) tekrarlanan yedi ayet-l kerimeyi verdik.» ayet-i kerimesinden
murad Fatiha süresidir. Kurra ve ulemanın icması İle de yedi ayettir.
Allâme
Kurtubî, Ahkâmü'l-Kur'an İsimli tefsirinde. «Fatiha suresinin onikl ismi
vardır. Bunlardan eş-Şifa, el-Kafiye, el-Vafiye. el-Esas. el-Hamd... ilh.
isimleri ya Resulallah'ın (sav) muvafokati ile veya sahabe-i kiramın içtihadı
iledir.» derken. Seyyld Mahmud el-Alusî de «Bazı alimler, Fatlha'-nın yirminin
üzerinde ismini saymışlardır.»
[3]
demektedir.
[4]
Birincisi:
Buharînin Sahlh'lnde Mualla oğlu Ebl Sak) şöyle demektedir: «Mescidde namaz
kılarken Resulallah beni cağıroı. Namazımı bitirinceye kadar Resulallah'ın
davetine icabet edemedim. Namazın arkasından huzuruna gidince Resulallah,
«Niçin gelmediniz?» diye sordu. «Namazdaydım.» cevabını verince, «Allah'ın şu
emrini bilmiyor musun» diyerek «Ey İman edenler, sizi, size hayat verecek şevlere
davet ettiği tamah Allah (cc) ve Resulüne (sav) İcabet edin.» ayetini okudu ve
devamla. «Sana mescldden çıkmadan önce Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim»
buyurdu. Sonra elimi tutarak mescldden çıkmak istediler. Bunun üzerine, «Siz
bana. Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim, demediniz mi?» deyince
Resulallah, «Hamd olsun Alemlerin Rabbl olan Allah'a» buyurarak, «Tekrarlanan
yedi ayeti) bu sure ile bana azim olan Kur'an geldi.» dedi.
[5]
İkincisi:
İmam Ahmed Müsned'lnde şöyle rivayet etmektedir: Ka'b oğlu Übeyy. Resulullah'a
(sav) ümmü'l-Kur'anı, yani Fotiha'yı okuyunca Peygamber efendimiz (sav):
«Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu surenin benzeri ne
Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'anda yoktur. Tekrarlanan yedi
ayetli bu sure ve azim olan Kur'an bana geldi.» buyurdu.
[6]
Üçüncüsü:
Müslim. Sahih'inde Ibni Abbas'tan naklen şöyle diyor: «Cebrail cleyhisselam,
Resulallah (sav)'ın yanında otururken yukarıdan bir ses duydu. Cebrail
aleyhisselam başını kaldırarak şöyle dedi: «Gökten bugüne kadar hiç açılmayan
bir kapıdan yeryüzüne ilk defa gelen bir melek indi.» Bu melek Resulallah
(sav)'a selam vererek, «Senden evvel hiçbir peygambere verilmeyen iki nurla
seni müjdeliyorum. Birisi Fatihatü'l-Kitap, diğeri Bakara suresinin son
ayetleridir. Sen onlardan bir harf de okumuş olsan, onlar sana verilmiştir.»
dedi.
Yukarıda aktarılanlar,
Fatiha'nın fazileti üzerine en sahih rivayetlerdir. Bunlardan başka sahih ve
zayıf olan rivayetler varid olmuşsa da naklettiklerimiz sözü uzatmaya İhtiyaç
bırakmamıştır. Başarı Allah (cc) "tandır.
[7]
Allâme Kurtubî,
El-Camiü Il-Ahkamü'l-Kur'an İsimli tefsirinin surelerin faziletleri İle ilgili
kısmında bazı uyarılarda bulunmuştur. Bu uyanlardan bazı pasajları aynen
aktarıyoruz: «Kur'an-ı Kerimin ve ibadetlerin faziletleri hakkında mevzu
hadisler İle batıl haberler veren ve icat edenlerin sözlerine bakmayınız. Çünkü
bunlar değişik amaçlarla yalan ve İftirada bulunmuşlardır.»
«Mesela zındıklar
(ölümden sonra dirilmeye inanmayan, inkar edenler), müslümonların kalblerlne
birtakım şüpheler düşürmek için; bir kısım insanlar da halkı ya kendi
istikametlerine yöneltmek, ya da kendi görüşlerini takviye etmek için hadis
uydurmuşlardır. Hatta Harici alimlerden birisi, tevbe ettikten sonra,
«Herhangi birşeyln yapılmasını arzu ettiğimiz zaman hemen o iş hakkında bir hadis uydururduk.»
demiştir.
«Başka bir gurub insan
da, kendi anlayışlarına göre, güya Allah (cc) rızası için hadis uydurarak,
halkı faziletli amellere teşvik etmişlerdir. Kur'an-ı Kerimin sureleri hakkında
ayrı ayrı hadisler uydurarak güya faziletlerini bildiren Nuh Merzevî isimli
bir alime «Niçin mevzu hadisler vazettiniz?» diye sorulduğunda, «Halkın
Kur'an-ı Kerimi okumaya gereken önemi vermeyip sırt çevirdiğini, özellikle
İmamı azam'ın fıkhı ve ibnl is-hak'ın tarihiyle meşgul olduklarını görünce Hak
rızası İçin hadis uydurdum.» demiştir. Zındıklarla din düşmanlarının bazı
konularda uydurdukları hadislerden mutlaka sakınılmalıdır. İslama ve
müslümontara en büyük zararı, zahid geçinip, güya Allah rızası için. hadis
uyduranlar vermişlerdir. Halk, mevzu hadis vazedenleri samimi zannederek onlara
yönelmiş ve hadislerini kabul etmiştir. Bu kimseler davranışlarıyla hem
kendileerini, hem de halkı saptırmışlardır.»
[8]
İstiaze, -yaramaz ve
kötü kişilerden- Allah'a sığınmadır. Cenabı Allah (cc):«Haydi Kur'an okuduğun
(okumak istediğin) zaman kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.» (Nahl: 98) ve
«Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabblm, sizin de Rabbiniz (olan
Allah)a sığındım.» (Duhan: 20) buyurmaktadır.
Lisanü'l-Arap'ın
yazarı, Avz maddesini incelerken, Istiazenin de avz kökünden geldiğini ve
sığınma anlamını taşıdığını şu hadis-i şerifi naklederek teyid eder:
«Araplardan bir kadınla evlenen Resulallah (sav), yatak odasına girdiği zaman
evlendiği kadın, «Ben senden Allah'a sığınırım» der. Resulallah (sav): «Büyük
bir sığınağa sığındığından dolayı seni bıraktım. Akrabalarının yanına git.»
[9]
buyurur.
Şeytan kelimesi, dikkofalı
ve asi olarak Allah'tan uzaklaşan anlamındadır. Kurtubî, «Şeytana, Allah
(cc)tan uzak olduğu için şeytan denilmiştir. Cinlerden ve insanlardan da
isyankar olanlara şeytan denildiği malumdur.» demektedir. Şeytanların sadece
cinlerden olmayıp insanlardan da olabileceğin) Cenabı Allah, «Biz, (sana
yaptığımız gibi) her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman
yaptık...» (En'am: 112) aye-tlyle bize bildirmektedir.
Hz. Ömer (ra) birgün
merkebe bindirilmiş. Bir müddet gittikten sonra, «Beni indiriniz. Beni şeytana
bindirdiniz.» demiştir.
[10]
Recim kelimesi,
lügatta «taşlanılacak şey» anlamındadır. Kurtubî, «Aslında taş ile atmak
anlamında olan recim kelimesi öldürmek, lanet etmek, kovmak ve sövmek
manalarına da gelir. Bu manaların tümünün Kur'anda. «Dediler ki: Ey Nuh, sen
(bu dediğinden) vazgeçmezsen muhakkak ki taşlanmışlardan olacaksın.» (Suara:
116) biçiminde ifade edildiği söylenmiştir.»
[11] der.
Öyleyse şeytânirrâciym
ifadesinin anlamı, Allah (cc)ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmış
demektir. Eûzu'nun manası, şeytanın şerrinden Allah (cc)a sığınır ve O'nunla
korunurum demektir. Beni yoldan çıkarmaya, saptırmaya ve zarar vermeye çalışan
şeytanın şerrinden Semi, Alim ve Hâlık olan Allah) cc) ile korunurum. Çünkü
onun şer ve zararından insanı ancak alemlerin Rabbi olan Cenabı Hak korur.[12]
isim kelimesi, lügatta
bir görüşe göre yükseklik, diğer bir görüşe göre de alamet ve belirti
manalarına gelir. Kurtubî, isim kelimesiyle ilgili olarak, «Yükseklik ifade eden
anlam daha sağlamdır.»
[13]
demektedir. İsmin çoğulu esma'dır. Nitekim Cenabı Allah (cc) Kur'an-ı Keriminde
«Esmaül-Hüsno» (en güzel isimler) diye tabir etmiştir. Bismillah'taki bâ yerine
göre uygun ve hazfolunan bir fiile yöneliktir.
Herhangi bir yazar, kalemi
eline alırken «Bismillah» dedimi,
onun kastı, «Allah'ın adının yardımı ile yazıyorum»; sofraya oturan
kişi, yemeğe1 başlamadan önce «Bismillah» dedimi, onun kastı, «Allah'ın isminin
yardımı ile yiyorum» demektir. Bunun gibi herhangi bir işin başlangıcında «Besmele»
okunduğu zaman o işe uygun bir fiili de ifade etmiş olur.
Resulallah (sav) da
«Her hayırlı İşe besmele ile başlanmazsa o işten hayır gelmez.» buyurmaktadır.
Kurtubî, besmele ile
ilgili olarak şöyle demektedir: «Bismillah kelimesi çok kullanıldığı için «bi
ismi» biçiminde okuma yerine «Bismillahi» şeklinde okunur Ancak «ikra bl ismi
Rabbike» (Rabbinin ismi ile oku) ayeti az okunduğu için elif ile yazılmıştır.»
[14]
Allah, varlığı vacip
olan mukaddes Zat'ın has ismidir. Bu sebeple O'-ndan başkasına verilemez.
İbni Kesir, «İsm-i
azam olduğu söylenen Allah kelimesi, Rabbin alemi, yani nişanıdır. Bütün
sıfatlar ile vasıflanan Allah İsmi ile ilgili olarak Kur'anda «O, öyle. bir
Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O), mülk ve melekutun
yegane sahibidir. Noksanı mucip herseyden pak ve münezzehtir. Selam ve
selametin ta kendisidir. Emn ü eman verendir...» (Haşr: 23) buyrulmaktadır.
Burada geçen bütün isimler lafza-j celalin sıfatları gibidir. Allah ismi,
kendisinden gayrısına konulmamıştır.» der.
Kurtubi de. «Allah
ismi bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Zat-I kibriyanın en büyük ismidir.
Hem Uluhiyete, hem de Rububiyete ait sıfatlan toplayan, varlığında tek olduğunu
ifade eden en büyük isim Allah (cc) tır. Mabud yoktur, sadece noksan
sıfatlardan münezzeh olan Mlah )cc) vardır.»
[15]
demektedir.
Allah kelimesi
herhangi bir kökten türemeyip Cenabı Hakkın has ismidir. Ebu Hayyan'ın dediği
gibi alimlerin çoğu bu görüştedir. Bazı alimler de Allah kelimesinin bir
kökten türemiş isim olduğu görüşündedirler.
[16]
Ibnl Cevzî'ye göre,
«Alimler, Allah ismj olan lafızda ihtilaf etmiştir. Bazısı müştak, bazısı da
müştak olmayan bir isimdir derler. Nahiv alimlerinden olan Halil'den bu konuda
iki görüş nakledilmektedir. Bunlardan birinde müştak, diğerinde müştak
olmadığı söylenir. Allah lafzının ibadet manasına olan «ilahen kökünden
türetlldiği ifade edilir. Bazı cimlere göre de hayret anlamını taşıyan «velehe»
kökünden türetilmiştir. Çünkü kulların kalbi Allah (cc)a meyleder ve O'nunla
hayrete düşer.»
[17]
Sahih olan şudur:
Allah lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. Allah (cc)ın mukaddes Zat'ına has bir
isimdir. Hiçbir varlık bu isimle adlandırılmamıştır. Bundan dolayı Allah
lafzının çoğulu yoktur.
[18]
Rahim ve Rahman
isimleri yüce Allah (cc)ın adlarından olup «Rahmet» kökünden türemişlerdir.
Bazı alimlere göre de bu iki İsim, Cenabı Hakk'ın has adlarındandır ve herhangi
bir kökten türememişlerdir.[19]
Besmele,
Bismillâhirrahmanırrâhîm'dir. «Ben Allah'ın ismini zikr ile herşeyden büyük ve
yüce olan Cenabı Hakk'ın bütün işlerimde yardımını bekleyerek başlarım. Zira
Cenabı Allah (cc) herşeye kadirdir.» anlamındadır.
İbn-i Cerir-i Taberî
şöyle der. «Zikri yüce. isimleri mukaddes olan Allah (cc). muhakkak elçisi
Muhammed (sav)e en güzel isimlerinin her İşin ve sözün başlangıcında okunmasını
öğretmiştir. Bu öğretiş Cenabı Allah'ın bütün kulları için itibar edecekleri
bir yol olmuştur. Besmele, bütün konuşmaların, mektupların, kitapların kısaca
bütün işlerin başlangıcında söylenir. Hatta insan başlangıçta Bismillah dedimi,
neye başladığını da ifade etmiş olur. Besmele çektiği zaman, eğer bu çekiş bir
sureye başlamadan olmuşsa kıraati, ayağa kalkmak için ise kıyamı, özetle ne iş
yapacak, ne söyleyecek ise Besmelenin başlangıcında muradı meydana çıkar.
[20]
Bismillâhirrcmmanirrâhim
1-3-Hamd olsun
-Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din Gününün (tek) sabibi ve mutasarrıfı-
Allah'a.
4-Yalnız sana ibadet
(kulluk) eder, yalnız senden yardım isteriz.
5-7-Bizi doğru yola, kendilerine
nimet verdiklerinin yoluna ilet gazaba
uğrayanlarmkine, sapıklannkine değil.
(Elhamdülillah): Hamd. tazim yönüyle güzel bir şekilde Allah (cc)ı methetmektir.
Kurtubi, «Arap dilinde
hamdin anlamı, mükemmel bir surette methetmektir. Hamd kelimesinin başına «el»
eki takılması hamd çeşitlerinin hepsini ihtiva etmesi İçindir. Bütün çeşitleri
ile mutlak methin tümüne layık olan yalnız Cenabı Hakk'ttr. Yermenin aksi olan
hamd, şükür kelimesinden daha şümullüdür.
Şükür, bir nimet
karşılığında yapıldığı halde Hamd, ister nimet olsun ister olmasın yapılır.
Mesela, yiğitliğini ve ilmini methettim denilir. Şükür ise ancak bir ihsanın
(iyiliklerin) karşılığında yapılır.
Hamd, dille yapılır.
Şükür ise kalb. dil ve azalarla yapılır. Şairin dediği gibi, «Tarafınızdan
bana verilen nimetlerin karşılığını üç şeyle ifade ederim, elim, dilim ve perde
arkasındaki kalbimle.»
Taberî, hamd ile
şükrün aynı anlamı İfade ettiklerini söyler. Zira hamd, bir kimseden bir iyilik
görülmeden de, onun vasıfları sebebiyle yapılır. Şükürde iyilik yapan, yaptığı
iyilikten dolayı sena edilir»
[21] der.
Kur-tubi'nin bu sözleri de hamd'in şükür'den daha kapsamlı olduğunu göstermektedir.
(Rabbi'l-alemîn): Rab, lügatta terbiye manasında
dır. Terbiye ise
herhangi birşeyi eğitmedir. Herevî'ye göre birşeyi ıslah (düzeltme) edene veya
tamamlayana onu terbiye etmiş derler. Bunun için devamlı kitaplarla uğraşanlara
«Rabbâniyyun» denir.
[22]
Rab kelimesi, terbiye
kökünden türetilmiştir. Allah (cc) İnsanları eğitir ve yönetir. Rab. malik,
muslih (düzeltici), efendi ve itaat olunan gibi birçok manalara gelir. Mesela,
«şu develerin rabbi» denildiğinde «develerin sahibi» anlaşılır.
Rab kelimesi Allah
(cc)ın dışında izafesiz kullanılmaz. Bir hadis-i şerifte kölelere hitaben
Resulallah (sav), «Sizden biriniz bir diğerine «Rab-blne sofra hazırla, abdest
aldır» veya biriniz efendisine «Benim rabblm» demeyip, «efendim» desin.»
[23]
buyurmuştur.
Rab, mabud (tapılan)
manasına da kullanılmaktadır. Şair şöyle der: «Tilkilerin üstüne pislediği rab
mıdır? Andolsun tilkilerin üstüne pislediği zelil olmuştur.»
[24]
Rab. aynı zamanda
efendi, itaat olunan manalarına da kullanılır. Nitekim Allah (cc), «Ey zindan
arkadaşlarım (rüyalarınıza gelince:) Birini» efendisine (rabblne) şarap içlrecek...»
(Yusuf: 41) buyurmaktadır.
Rab. yine düzeltici.
ıslah edici mandarına da gelir. Şair şöyle der: «Terbiye eden (muslih) o kişi
ki, hayırlı iş öğretir. Ona bilinen ve İstenilen birşey sorulduğunda cevap verir
ve noksanları tamamlar.»
[25]
(El-Alemîn):
Alemin, bir cins isim olan alem kelimesinin çoğuludur. Aslında alem kelimesi
de çokluk ifade eder ve aynı kökten gelme bir tekil biçimi yoktur. Rehd ve
enam kelimeleri gibi.
Ebussuud Efendi bu
kelimeyle ilgili olarak «Âlem, hatem ve galip kelimeleri gibi, onunla bilinen
şeyin ismidir. Yüce Yaratıcımızı tanıtan, gösteren varlıklardan her birisine
alem denir.» der.
İbni Cevzi ise. «Alem
kelimesi, Arap diline vakıf olanlara göre Allah (cc)ın yarattığı ilk varlıktan
son varlığa kadar bütün mevcudata verilen İsimdir. Mütefekkirlere göre yerde,
gökte ve kainatta bulunan varlıkların hepsine alem denir.
Alem kelimesinin kökü
hakkında iki görüş vardır. Birincisi lügatcıların (dil bilginlerinin)
görüşüdür. Buna göre alem kelimesi «ilim» kelimesinden türemiştir, ikincisi de
mütefekkirlerin görüşüdür. Bu görüşe göre 'K alem kelimesinin kökü, «alamet»
kelimesidir.» diyor.
[26]
Kainattaki her varlık
ayrı ayrı yönetici, yaratıcı ve Hakim olan Allah (cc)'ı gösterir. Ona işaret
eder. Bu hakikati şair şöyle dile getirir: «Ben! hayrete düşüren şudur,
günahkar kişi Allah'a nasıl isyan eder?/lnkareı, Allah'ın varlığını nasıl inkar
eder?/Çünkü her hareket, her duruş ebedly-yen O'nun varlığına şahidlik
eder/Herşeyde Allah'ın birliğine işaret eden bir ayet vardır.»
ibni Abbas'a göre
«alemîn»den kasıt insanlar, cinler ve meleklerdir.
[27]
Ferra ve Ebu Ubeyde'ye
göre ise insanlar, cinler, melekler ve şeytanlardan meydana gelen akıl sahibi
dört sınıfa «alem» denir. Zira bu kelimenin «alemin» biçimindeki çoğul şekli
Arap dilinde özellikle akıl sahipleri İçin kullanılır. Nitekim şair A'şa'mn
«Ben onların benzerini aleminde duymadım.»
[28]
mısrası da bunu gösterir.
Alimlerin bir kısmı
ise insanlar, cinler, melekler, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar gibi
mahlukatın her sınıfının birer alem olduğu görüşündedir. Fatiha suresinde
«Rabbi'l-alemîn» ifadesinin kullanılması bütün bu sınıfları ihtiva ettiği
içindir.
(Er-Rahman er-Rahim): Rahmet kökünden türeyen Rahman ve Rahim kelimeleri
Allah (cc)ın isimlerindendir. Rahman, nimetlerin en büyüğünü. Rahim ise en
dakik (ince, hassas) olanını veren demektir.
[29]
Mübalağa ifade eden
«Fa'lan» kalıbından olan Rahman ismi. rahmette eşi. benzeri olmayan
manasındadır. El-Hitabî'ye göre Rahman, tüm mümin ve kafirleri İhata eden,
onlara hayat ve rızık veren Zat'a, Allah'a denir.
Rahim sıfatı İse
yalnız müminlere hastır. Nitekim bunu «O, müminleri çok esirgeyicidir (rahim).»
ayetinden anlamak mümkündür.
Rahman ismi yalnız
cenabı Hakk'a mahsustur ve O'ndan başkasına verilemez.
Rahim İsminin başka
varlıklara da verilebileceğini Cenabı Hakk'ın Resulallah'ın vasıflarından
bahseden «...Müminleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tevbe: 128)
emri göstermektedir.
Kurtubî, Rahman
ismiyle alakalı olarak şöyle demektedir: «Alimlerin çoğuna göre Allah (cc)ın
dışında herhangi bir kimseye Rahman ismi verilmesi doğru değildir. Çünkü
Rahman sıfatı yalnız O'na has bir İsimdir.»
«De ki: «Gerek Allah
diye (ad verip) çağırın, gerek Rahman diye (ha-blblm) (ad verip) çağırın...»
(isra: 110) buyuran cenabı Hakk, kendine has olan ve hiçbir ortak kabul etmeyen
Allah ismine eş olarak Rahman adıyla da çağrılmasını İsterken, «Senden evvel
gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Biz Rahman'dan başka tapılacak tanrılar
yapmış mıyız?» (isra: 110) emriyle de Rahman'ın ibadete layık olduğunu haber
vermektedir. Bu da göstermektedir ki. Rahman adı yalnız Allah'a has bir isim
olabilir.
insanlardan yalnız
Müseylemetü'l-Kezzab (yalancı peygamber) -Allah'ın laneti ona olsun- kendisine
«Rahmanü'l-Yemame» (Yemame şehrinin Rahmanı) ismini vermiştir. Bu zata Rahman
adını kullanıncaya kadar Kezzab denilmiyordu. «Rahmanü'l-Yemame» adını
kullanmaya başladıktan sonra cenabı Hakk, Kezzab ismini öyle yaygınlaştırdı ki,
bu isim Müseyll-me'yi tanıtan bir sembol oldu.
[30]
(Yevmi'd-Din):
Yevmi'd-Din, din günü, ceza günü ve hesap günü anlamlarına gelir. Cenabı Hakk,
din gününde bir mülk sahibinin kendi malında yapmış olduğu tasarruf gibi
tasarrufta bulunur.
Lügatta ceza manasında
kullanılan din kelimesini Resulallah (sav) bir hadls-i,Şeriflerinde şöyle
kullanmaktadır: «istediğini yap. Yaptığın gibi cezalandırılırsın.»
Llsanü'l-Arap'ta,
«Din, ceza ve mükafat manasınadır. Din günü. ceza günü demektir. Nitekim
Kur'anda, «...Hakikaten biz mi cezalanmış ola ooğız?» (Saffet: 53)
denilmektedir..Deyyan kelimesi din kökünden gelir ve Allah (cc)ın bir
sıfatıdır.»
[31] denmektedir.
Şair Lebid de şöyle
der: «Sen ektiğini birgün biçersin. Elbette ki genç kişi ceza verdiği gibi
birgün de cezalanacaktır.»
[32]
(iyyâke nağbüdü):
Yalnız sana ibadet (kulluk)
ederiz.
Kulluğun manası kişinin
kendisini Allah (cc)ın huzurunda küçültmesi, al-çaltmasıdır. Zemahşerî şöyle
der: «ibadet, tevazu ve zilletin en sonudur. Mesela Araplar, sağlam bir kumaşa
«Sevbün zü abedetin» (Çok sağlam kumaş) derler. Bundan dolayı Allah (cc) için
yapılan tüm hareketlere ibadet denir»
[33]
lyyake nağbüdü'nün
manası özetle, «Ancak sana eğiliriz. Zira sen her türlü tazime layıksın. Senden
başka hiçbir şeye ibadet etmeyiz.» demektir.
(ve lyyâke nesteıyn): (Yalnız senden yardım isteriz.) istiâne, yardım
istemek demektir. İbni Abbas'tan (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerifte
Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: «Dilediğin herşeyi Allah
(cc)tan dile. Eğer yardım istersen yine sadece Allah (cc) tan iste.»
Bu cümlenin toplu
anlamı şudur. Ya Rabbi, itaatta, kullukta ve bütün işlerimizde yalnız senden
yardım isteriz. Bize yardım etmeye senden gayrı kimsenin gücü yetmez. Kafirler
senden başkasından yardım isterlerken biz. yalnız senden yardım isteriz.
(İhdinâ):
(Bizi ilet) İhdina. bir dua fiilidir ve buradaki anldmı. «Sana yaklaştıracak
hidayet yolunu bize gösterndir. Hidayet, lügatta delâlet (kılavuzluk) manasına
gelir. Nitekim Allah (cc): «Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik.
Ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler...» (Fussllet: 17) buyurmaktadır.
Hidâyet, irşad ve
imanın kalbte yerleşmesi anlamlarına da gelir. Bunu. «Hakikat sen (Hablblm,
her) sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah'dır ki, kimt dilerse
ona hidayet verir ve O, hidayete erecekleri daha iyi bilendim. (Kasas- 56)
ayetinde görmek mümkündür. Resulullah (sav)ın «Hadi denildiği zaman Allah (cc)
yoluna kılavuzluk yapan demektir.» şerefli sözünü Cenabı Hokk'ın. «...Şüphesiz
ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun.» (Şura: 52) buyruğu
doğrulamaktadır. Demek ki. Resulullah (sav) imanı insan kalbine bizzat koymaz,
sadece konmasına kılavuzluk eder.
(Sırat el-mustakîm): (Doğru yola) Sırat kelimesi, yol manasındadır. Cevheri de bu
görüştedir. Şair de kelimeyi şöyle kullanmıştır: «Ben onları acık bir yola
(sırat) şevkettim.»
Kurtubî'ye göre. Arap
dilinde sırat, yol manasındadır. Tufeyl oğlu A-mir de şiirinde sıratı yol
karşılığında kullanmıştır: «Biz. onların topraklarını atlılarla doldurduk,
öyle ki, topraklarını, yoldan (daha beter çiğneyip) zelil ederek terkettik.»
Araplar, sırat
kelimesini doğrulukla vasıflanan her söz ve işte kullanmışlardır. Kelime
Fatiha suresinde ise. «İslâm dini» karşılığında kullanılmıştır.
Müstakim, eğriliği
büğrülüğü olmayan şeye denir. Bu anlamı Cenabı Hak. «Şüphesiz ki, (emrettiğim)
bu (yol) benim dosdoğru yoiumdur. O hcri-d* ona uyun...» (En'am: *153) emri ile
doğrulamaktadır. Buna göre «Doğru yola» ifadesinin manası. «Ya Rabbî. bizi iman
üzere sabit kıl. güzel İşlere muvaffak eyle ve İslâm yoluna -cennete kavuşturan
yola- gidenlerden kıl» demektir.
(Enamte aleyhim): (Kendilerine nimet verdiklerinin) Nimet, geçimin iyi olması, yani
insanın dilediğini istediği zaman ve yarde temin edebilmesi demektir.
Müfessirlerin çoğu,
İbni Abbos (ra)ın «Nimet verilenler» ifadesinden anlaşılan peygamberler,
sıddıklar, şehidler ve salih kişilerdir.» görüşüne Allah (cc)ın, «Kim Allah
(cc)a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah (cc)ın kendilerine nimetler
verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, sehld-torla, sallhlerle beraberdirler.
Onlar ne iyi arkadaştır.» (Nisa: 69) emrine dayanarak uymuşlardır.
(El mağdûbl aleyhim): (Gazaba uğrayanlarınklne)
Gazaba uğrayanlardan
murod Yahudllerdir. Cenabı Hak, bunu Kur'anda bize haber vermektedir: «Hani
siz, «Ey Musa, bir çeşit yemeğe (kudret Imlvasıyla bıldırcın etine) mümkün
değil dayanamayız. O halde bizim İçin flabblne dua et de yerin bitirdiği
şeylerden sebze, acur, sarımsak, merci m«k ve soğan çıkarsın.» demiştiniz.
(Musa da) «O hayırlı olanı «u daha atağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?
(Öyle ise) bir şehre inin. Çünkü (orada) size istediğiniz (sebzeler) var.»
demişti. Onların üzerine horluk v« yoksulluk vuruldu. Allah (cc)don bir gazaba
da uğradılar...» (Bakara 61)
«...Allah (cc)ın lanet
ve aleyhinde gozab ettiği, içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle
şeytana tapanlardır ki, işte bunların mevkii daha kötü ve dosdoğru yoldan daha
sapıktır.» (Maide: 60)
(Ed-dâllîn):
(Sapıklarınkine) Dalâl kelimesi Arap dilinde hak yoldan ve doğru bir
istikametten ayrılma, yolunu kaybetme anlamını ifade eder.
Nitekim bu. Kur'anda
şöyle ifade edilmiştir: «Dediler ki: «BU yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz vakit
mi, hakikaten biz mi yeni bir yaratılışta (bulunacağız?)» Evet, onlar Rablerlne
kavuşmayı inkar edenlerdir.» (Secde: 10)
Şair de, «Kayıp olan
kavmin nereye gittiğini sormuyor musun? Beldeler sana haber versin.»
mısralarında dalâl kelimesini kayıp anlamında kullanmıştır.
Dâllin'den kasıt
Hıristiyanlardır. Nitekim Cenabı Hak: «De ki: «Ey kitab ehli, dininizde bokuz
yere haddi aşmayın. Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hem birçoğunu
saptırmış ve (halada) doğru yoldan ayrılıp sapageimiş bir kavmin neva (v«
heve)slne uymayın.» (Maide: 77) emri İle bunu bize bildirmektedir.
İmam Fahreddin
er-Razi, konuyla ilgili görüşünü şöyle ifade eder: «Müfesslrlerin bazısı,
«gazaba uğrayanlardan maksadın görünür amellerinde hata yapan her şahıs,
«sapıklardan muradın da, itikadında hata yapan herkes olduğu görüşünü tercih
etmektedirler. Çünkü «gazaba uğrayanlar» ile «sapıklar» kelimeleri genel bir
mana taşımaktadır. «Gazaba uğrayanlar»ı Yahudilere, «sapıklar»! da
Hıristiyanlara tahsis etmek esasa aykırıdır. Çünkü, Sanl olan Allah (cc)ı inkar
etmek, O'na bazı şahıs ve güçleri ortak etmek din olarak Hıristiyanlıktan ve
Yahudilikten daha çirkin, dolayısıyla onlardan korunmak daha evladır.»
Alûsî. Fahreddin
er-Razi'nin bu görüşünü reddederek şöyle diyor: «Gazaba uğrayanlar ile
sapıklar sözlerinden açık olarak Yahudi ve Hıristiyanların kastedildiği sahih
hadisle rivayet edilmiştir. Bu rivayet varken, buna aykırı bir görüşe dönülemez.»
[34]
Kurtubî ise şöyle
demektedir: «Müfesslrlerin bir çoğuna göre «gazaba uğrayanlar» ile Yahudilere,
«sapıklar» ile de Hıristiyanlara işaret edildiği. Hatem oğlu Adiyy'ln müslüman
oluşu olayındaki hadiste tefsir edilmiştir.»
[35]
Ebu Hayvanın bu hadisle
ilgili görüşü şöyledir: «Eğer hadisi şerifin Hz. Peygamber (sav)den nakli sahih
ise, ona dönmek, (onunla amel etmek) farz olur.»
Bana göre. Fahreddin
er-Razi'nin görüşü, hadisi red onlamı taşımaz. Tersine, onun hükmünü
genelleştirerek. Yahudilik. Hıristiyanlık ve diğer tüm islam dışı inançları
içine alan bir ifade ite bütün kafir ve münafıkları ayetin şümulüne almıştır.
Fahreddin er-Razi'nin
görüşünü ifade eden metni aynen aktarıyorum: «Ota ki, «gazaba uğrayanlardan
rnurad kafirler, «sapıklardan maksat münafıklardır. Zira Cenabı Allah, Bakara
suresinin başlarında müminleri methettikten sonra sırasıyla kafirleri ve
münafıkları zikretmiştir. Burada, müminler için «nimet verilenler», kafirler
İçin «gazaba uğrayanlar, münafıklar için ise «sapıklar ifadeleri
kullanılmıştır...»
[36]
(Amîn): Dua ifade eden
bir kelimedir. Kur'andan olmadığı konusunda icmaa varılmıştır. Kur'anda
yazılmayışı da bunu göstermektedir. Manası. «Ya Rabbt. duamızı kabul et»
demektir.
Alûsî. âmin kelimesi
ile ilgili olarak şöyle demektedir: «Fatihayı bitirdikten sonra «amin» demek
sünnettir. Zira Ebu Meysiret şu hadisi nakletmektedir: «Cebrail. Resulü Ekrem
(sav)e Fatiha suresini okuttu. «Velad-dâün» dedikten sonra Cebrail ona «amin»
de buyurdu. Resulullah (sav) da ona uyarak «amin» dedi.»
[37]
İbnü'l-Enbari'nin
görüşü de şöyledir. «Amin, dua olup Kur'andan değildir. Zahirde isim, ifadede
fiil olan kelimelerdendir. «Ya Rabbî. sen kabul et» anlamındadır. Amin kelimesi
iki kalıpta ifade edilebilir. Birisi Fail vezninde, diğeri de Fail vezninde.
Şair şöyle diyor: «Ya Rabbî! Sevgilimin sevgisini ebediyyen içimden çıkarma.
Bu duama amin diyen kuluna Allah rahmet etsin.»
[38]
isimleri mübarek olan
Cenabı Allah, bize, nasıl hamd edeceğimizi şöyle öğretiyor: «Ey kullarım, bana
şükredeceğiniz zaman «Alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun» deyiniz ve size
vermiş olduğum nimet ve ihsanlarım karşılığında bana şükrediniz. Azamet, şeref
ve ululuk sahibi benim. Yaratıcılık ve icad edicilik yalnız bana aittir,
insanların, cinlerin, meleklerin, göklerde ve yerde olanların yaratıcısı
benim. Rahmeti herşeyi, fazlı bütün halkı kuşatan, esirgeyen ve bağışlayan
benim.
Sena ve şükür, kulları
için yaratma, rızık verme, sağlam bir bünyeye kavuşturma, İnsanları dünya ve
ahiret mutluluğuna iletme gibi nimetleri olan alemlerin Rabbi Allah (cc)tan
başkasına mahsus değildir. O'nun büyüklüğüne hiçbir büyüğün ululuğu yetişemez.
Kainata koymuş olduğu düzenle tüm bitkilerin, hayvanların ve insanların
herşeylerinl tanzim eden O'dur.
Mesela, güneş
olmasaydı hayat ve ölüm olmazdı. İnsanın hayatını devam ettirmeye vasıta olan
gıdanın, bitkilere canlılık veren suyun ve hayvanların yaşamalarını sağlayan
bitkilerin yaratıcısı O'dur.
Mükafat ve cezayı
ancak ben veririm. Din günü olan kıyamette tasarruf sahibi sadece benim,
ibadetlerinizi bana tahsis ederek cAllah'ım yalnız senin İçin eğilir ve kalkar,
yalnız sana saygı gösteririz» deyin, f Sen in gayrın olan kimseye kulluk
etmeyiz. Rızanı kazanmak ve itaat etmekte yalnız senden yardım bekleriz. Çünkü
her türlü tazime ancak sen layıksın. Senin dışında kimse bize yardım gücüne
sahip değildir. Allah'ım, sen hak din olan İslâm'da bize sebat ver.
Resullerini, resullerinin sonuncusu olan Hz. Muhammed (sav)i o din üzere
gönderdin. Ya Rabbi, bizi imanda sabit kıl ve sana yaklaşanların,
peygamberlerin, sıd-dıkların, şehidler ve salihlerin yolunda gidenlerden eyle.
Allah'ım doğru yoldan gitmeyenlerden, şeriattan sapanlardan eyleme bizi. O
sapıklar ki, senin ayetlerini, resullerini inkar ederek gazaba layık olmuşlardır.»[39]
Birinci incelik: Allah (cc). Kur'an-ı kerimi okurken kendisine sığınmamızı
emretmektedir: «Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman o koğulmuş
şeytandan Allah'a sığın» (Nahl: 98).
Cafer-i Sadık (ra).
«sığınma» ile alakalı olarak şunları söyler: «Kur'an okumadan önce Allah (cc)'a
sığınmak lazımdır. Çünkü kul yalan, gıybet ve koğuculukla manen kirlenen dilini
sığınmayla temizler. Böylece yüce Allah (cc) tarafından indirilen Kur'anı
temizlenmiş bir dille okur. Diğer ibadetlerde «Euzübillahi» demek gerekmez.»
İkinci incelik:
Lügatçılara göre «besmele» denildiği zaman akla «Bis-milâhirrahmânırrâhîm»
gelir. Bu tabir şiirde ve nesirde de meşhurdur. Şiirden bir misal verelim:
«Kendisine rastladığım sabah Leylâ besmele çekti./O, besmele çeken ne güzel
sevgilidir.»
[40]
Kur'anın besmeleyle
başlaması, her iş ve söze onunla başlamamız gerektiğini gösterir. Nitekim Ebu
Davud'un naklettiği bir hadis-i şerifte Re-sulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
«Besmeleyle başlanmayan her jş noksandır).
Üçüncü incelik:
Bazı alimlere göre isim müsemma'nın aynısıdır. Bismillah demekle Billahi demek
arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla isim lafzı besmeleden çıkarılabilir.
Müfessirlerin şeyhi
İbn-i Taberi, yukarıdaki görüşü reddederek şöyle demektedir: «Bu görüş doğru
ise. «Zeydin ismini gördüm, ekmeğin ismini yedim ve ilacın ismini içtim»
ifadelerinin de doğru olması lazımdır. Halbuki Arap dili ve edebiyatı, bu
ifadelerin doğru olmadığını gösterir.»
[41]
Dördüncü incelik: Allah ile ilah kelimeleri arasındaki farkı açıklar. Allah lafzı,
mukaddes olan Zat-ı kibriyaya mahsus bir isimdir. Şimdiye kadar O'ndan
başkasına verilmemiştir ve verilemez. Allah lafzı, Hak üzere ibadet olunan
manasındadır.
Tapılan manasına gelen
İlah kelimesi hem Allah (cc). hem de gayrı için kullanılabilir. Tapınma işi hak
üzere olduğu gibi batıl üzere de olabilir. Nitekim cahiliye döneminde Arapların
taptıkları putlara ilah kelimesinin çoğulu olan «Alihe» denirdi. Putperest
Araplar bunlara batıl üzere ibadet ederlerdi.
Fakat hiçbir şahıs
taptığı bir puta «Allah» adını vermezdi. Hatta, ca-hiliyet döneminde putperest
bir Araba, «Seni kim yarattı?» veya «Yerleri ve gökleri kim yarattı?» diye
sorulduğunda, «Allah» cevabını verirdi. Cahiliye döneminde Araplar herne kadar
putlara tapıyorlarsa da yaratma olayını Allah (cc)'a bağlarlardı. Kur'an da
buna işaret eder: «Andolsun ki onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan
muhakkak, Allah derler...» (Lokman: 25).
Beşinci incelik: Besmelede birçok büyük faydalar bulunmaktadır.
[42]
Bunları şöyle sayabiliriz. Bereket, saygı, şeytanı kovma ve müşriklere açık
muhalefet ve llh...
Müşrikler bir işe
başladıkları zaman tapındıkları putları ve diğer mah-lukatın ismini anarlardı.
Besmele çeken mü'min ise Allah (cc)'ın birliğini tasdik ile O'nun nimetlerini
hatırlayarak ve O'ndan yardım isteyerek kendini emniyette hisseder. Bundan
başka besmelede cenabı Hakk'a mahsus Allah ve Rahman gibi iki özel isim vardır.[43]
Altıncı incelik: Hamd kelimesinin başına gitirilen «el» eki, hamdın bütün çeşitlerini
ihtiva etmesi içindir. Alemlerin Rabbi olan Allah (cc), her türlü methe, hamde,
tazime ve takdise layıktır. Hamd kelimesinin el ekiyle kullanılması, ayrıca,
sürekliliği yani sonsuza kadar bütün tıamdlerin O'na mahsus olduğunu da ifade
eder.
Yedinci incelik: Rahman ve Rahim sıfatlarının Rab kelimesinden sonra gelmesi. Allah
(cc)'ın her zaman ve yerde yarattığı bütün insanları esirgeyici ve bağışlayıcı
olduğunu, zalimlikten münezzeh olduğunu gösterir. Bu konuda Ebu Hoyyan (ra)
şöyle der: «Bu surenin başındaki kelimelerin sıralanışında görüldüğü gibi Rab
kelimesi efendi, sahip ve mabud manalarından hangisini taşırsa taşısın, Cenabı
Hakk'ın bir sıfatını dile getirir. Rab sıfatından sonra Rahman ve Rahim
sıfatlarının gelişi, belagat ilmine göre en uygun ifadedir. İnsan bir hata veya
günah işlediğinde Allah (cc)'a karşı af isteyebilme gücünü yine O'ndan alır.»
[44]
İbni Kayyım (ra) da
şöyle demektedir: «Rahman ve Rahim sıfatlarının bir arada gelişinde çok güzel
bir hikmet vardır. Rahman sıfatı cenabı Allah (cc)'tan ayrılmayan bir sıfat.
Rahim ise esirgenenle ilgili bir sıfattır. Rahman, ce.nabı Allah (cc)'ın
sıfatı. Rahim sıfatı da rahmet (esirgeme) fiilidir. Cenabı Hak. rahmetiyle
bütün alemi esirger. Bunu anlamak
için Kur'artdaki şu ayetlere baKmak yeterlidir: «O sizi karanlıklardan
nura çıkarmak ipin üzerinize melekleriyle beraber rahmet(ini ray egon)
edendir. O, müminleri çok esirgeyicidir.» (Ahbaz: 43) «... Çünkü O, çok
esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.» (Tevbe: 117)
Buradan da anlaşılıyor
ki, Rahman denilince. Rahmet sıfatıyla vasıflanan zat anlaşılır. Rahim dendiği
zaman da Rahmeti ile herşeyi kuşatan akla gelir.»
Bazı alimlere göre
Rahman ve Rahim sıfatlarının her İkisi de aynı manaya gelir. Sadece Rahîm,
Rahmanı kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Müfessirlc-rden Sebban ve Celal
(ra) da aynı fikirde olmakla beraber bu görüş zayıftır. Çünkü İbni Cerir
et-Taberî (ra)'ye göre Kur'an-ı kerimde kendi başına bir manası olmayan hiçbir
fazlalık kelime yoktur. Bu sebeb-le yukarıda görüşlerini naklettiğimiz
alimlerden görüşü en kuvvetli olanı İbni Kayyım (ra)'dır.
Sekizinci incelik: «iyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'in». Cenabı Allah bu ayette kullarına
hitap ederken üçüncü şahıs yerine ikinci şahsı muhatap almaktadır. Bu da bir
iltifattır. Ayetteki hitap üslubunda insanların nefsin) ve kalbini celbetmek
için çok uygun bir ifade kullanılmıştır. İltifat Belagat ilminin bir nevidir.
[45]
Eğer ayet üslubundaki
iltifat olmaksızın okunsaydı «İyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'în» yerine «İyyâhü
nağbüdü ve iyyâhü neste'in» denilirdi. Cenabı Hak burada belagat ilminde nükte
adı verilen iltifatı yapmıştır. Bunun misalini Allah (cc)'ın, «Üzerinde ince ve
kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir.
Rableride onlara gayet temiz bir şarap içirmiştir. (Bütün) bu (nimetler) şüphe
yok ki, sizin için bir mükafattır. Sa'yınız meşkur olmuştur.» (insan: 21)
buyruğunda görmek mümkündür. Ayetteki «Rableri de onlara gayet temiz bir şarap
içirmiştir» ifadesinde üçüncü şahıslara hitapoedillyorken daha sonra «sizin
İçin» denilerek iltifat yapılmaktadır. Cenabı Hak, bazen de hitabı ikinci
şahıstan üçüncü şahıslara yöneltmektedir. Nitekim «O sizi karada ve denizde gezdiren
(sebeblerini izhar eden)dir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunnları
güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri (yolcular da) bununla sevindikleri
zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar.» (Yunus: 22) ayet-i kerimesinde
«siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları...» ifadeleri ikinci şahıstan
üçüncü şahsa geçildiğini açıkça göstermektedir. Bu yönelme, iltifatı olanca açıklığı ile gözler önüne
sermektedir.
Ebu Hayvan, Bahir
kitabında iltifatla ilgili olarak şöyle der: «İltifat, bir şahsın yüksek vasıflara sahip yanındaki bir
şahsa, sanki yanında yokmuş gibi hitap etmesi, sözlerinin sonunda hitabının
muhatabının yanındaki şahıs olduğunu izhar etmesidir. Bundan dolayı t iyyâke»
nin istenilen şeye İşareti «iyyahü»den daha tesirlidir.»
[46]
Dokuzuncu incelik: «Nağbüdü ve nesteinü» ifadeleri. «Ancak sana İbadet ederim ve ancak
senden yardım beklerim» cümleleri gibi tekil değil çoğuldur. Burada tekil ile
çoğul arasındaki incelik, kulun yüce Allah (cc)'ın huzuruna durarak kusurlarını
itiraf ile yardım ve hidayet isteğidir. Kul sanki, «Ben zayıf, günahkâr ve aciz
bir kulum. Huzurunda dileklerimi arzetmeye layık değilim. Ancak diğer abldlerin
arasına girerek onlarla beraber senden dileklerimi isterim. Sen de dileklerimi
onların dilekleriyle beraber kabul et. Hepimiz «ancak sana ibadet eder ve
yalnız senden yardım dileriz.» der.
«lyyake»nin «nağbüdü»
ve «nesteînü» kelimelerinden önce gelmesi tahsis (İbadetin yalnız Allah'a
mahsus kılınması) içindir. Abdullah ibni Ab-Ikjs (ra) da, «Bu ayetin manası,
biz ibadeti sana yaparız, başkasına değil» demektedir.
[47]
Kurtubî ise, «Arap
diline göre önemli olan önce söylendiği için ehemmiyetine binaen önce «iyyâke»
zikredilmiştir. Araplardan biri diğerine hakaret edince hakarete uğrayan
yüzünü başka tarafa çevirirdi. Hakaret eden, «Sana hakaret ettiğim halde neden
yüzünü başka tarafa çevirdin?» deyince. «Senden zaten yüzçevirdim» der. Dikkat
edilirse, her iki şahıs da önemli olan «sen» kelimesini daha önce
kullanmışlardır. Nitekim kul ve kulluğu ifade eden «nağbüdü» kelimesinin, mabud
olan Allah'a yönelik bir zamir olan «iyyake»deki «kef» harfinden önce gelmemesi
için önce «lyyake» zikredilmiştir. «Sana
İbadet eder ve senden yardım beklerim»
cümleleri doğru değildir. Kur'andakl ifadeye uymak lazımdır» diyor.
İbadet yalnız Allah
(cc)'a yapılır. Yardım da ancak O'ndan istenir, «lyyake» tabiri ayette ikinci
defa tekrarlanmasaydı ayetin anlamı «ibadet yalnız Allah'a yapılır, fakat
yardım O'ndan başkasından da istenebilir» gibi anlaşılabilirdi. Böyle bir
imajın doğmaması için «iyyake» tabiri ayette iki kere tekrar edilmiştir.
Onuncu İncelik: Fatiha
suresinin «Bizi doğru yolo, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet,
gazaba uğrayanlannkine, sopıklannkine de-ğH» ayetlerindeki «nimet* Allah (cc)'a
izafe edilirken, «gazab» ve «sapıklık» O'na isnad edilmemektedir. Kur'an-ı
kerimdeki bu ifade şekliyle de Allah (cc) kullarına terbiye öğretmektedir. Buna
göre. kötülük takdir yoluyla Allah (cc)'tan ise de, O'na isnad edilemez.
Cenabı Hakk'ın İbrahim
(sav)'in diliyle, «(O Rafa) M beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana
yediren, bana İçiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur» (Şuam:
78-80) bize öğrettiğine göre, hastalık aslen Onun tarafından yaratıldığı
halde, «Beni hastalandıran O'dur» yerine, «Hastalandığım zaman bana şifa veren
O'dur» denilmesi, insanların Allah (cc)'a karşı nasıl bir edep ve terbiye
içinde olmaları gerektiğini gösterir.
Yine Cenabı Hakk'ın,
mümin cinlerin diliyle. «Doğrusu biz yerdeki kişilere şer mi murad ediliyor,
yoksa Rablerl için bir hayır mı İrade ♦diliyor bilmiyormuşuz.» (Cin: 10)
buyruğunda, şerrin yapıcısı olarak gösterilmezken, hayrın O'nun tarafından
irade edildiği açjk bir şekilde ifade ediliyor. Bu da göstermektedir ki, edeb
ve terbiye bakımından kötülükler Allah (cc)'a atfedilemez. Müminlerin Allah
(cc)'a karşı kulluk vazifelerini yapabilmeleri, iyilik ve güzelliklerin her
zaman ve her yerde Allah (cc)'tqn olduğunu bilmelerine bağlıdır.[48]
Alimler, «O, gerçek
Süleymandır ve O, hakikaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla» (Nemi: 30)
ayetindeki besmelenin ayetin bir parçası olduğunda ittifak etmişlerdir. Yalnız,
besmelenin Fatiha'dan mı, yoksa her surenin başından bir ayet mi olduğu
konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
Birincisi:
İmam Şafii (ra)'nin görüşüne göre besmele, hem Fatiha'dan, hem de diğer
surelerin başından bir ayettir.
İkincisi:
İmam Malik (ra)'in görüşüne göreyse ne Fatiha'dan bu ayettir,, ne de herhangi bir
surenin başından bir ayettir.
Üçüncüsü:
İmamı azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüne göre de Kur'-an-ı kerimden tam bir
ayettir. Sureleri birbirinden ayırmak İçin gönderilmiştir. Fatiha suresinden
bir ayet değildir.
Şafiilerln delilleri:
imam Şafii (ra)'nin
kendi mezhep görüşünü isbatlamak İçin birçok - delilleri vardır. Biz, bu
delillerden birkaç tanesini özetle aşağıya aktarıyoruz :
Birinci delil:
Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav)'tan naklettiği şu hadis-i şerife dayanır:
«Siz 'ElhamdülHlahi Rabb’l alemin'i besmele İle okuyun. Zira Fatiha suresi,
Kur'anın ve kitabın anası olup yedi defa tekrâr-c lanandır. Besmefe, Fatiha suresinin
ayetlerinden biridir.»
[49]
İkinci delil:
ibnl Abbas (ra)'ın nakline göre Resulullah (sav), namaza ' besmele ile başlardı.
[50]
Üçüncü delil:
Enes (ra)'den, Resulullah (sav)'ın namazda nasıl okuduğu soruldu. O da,
Resullah (sav), namazda çok uzun okurdu, diyerek besmele ile başladı ve: «Hamd
olsun, alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün sahibi ve mutasarrıfı
Allah'a. Yolnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnft senden yardım İsteriz. Bizi
doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna İlet, gazaba
uğrayanlarınkine, sapıklarınklne değil.» suresini okuduktan sonra da
«Resulullah (sav)'ın okuduğunu ben de si-ı ze aynen okudum» dedi.
[51]
Dördüncü delil:
Enes (ra)'den nakledilen şu hadis-! şeriftir: Enes (ra): «Birgün Resulullah
(sav)'ın huzurundaydık. Resulullah bir ara hafifce uyudu. Uyanınca tebessüm
etti. Biz, seni tebessüm ettiren nedir diye sorunca Resullah (sav): «Şu anda bana
bir sure nazil oldu» diyerek, «Esirgeyen ve bağışjayan Allah'ın adıyla. (Habiblm)
hakikat, biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin İçin namaz kil, kurban kes.
Sana buğzeden (yok mu, işte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz odur.» (Kevser)
suresini okudu.» der.
[52]
Şafiilere göre bu
hadis, besmelenin bütün surelerden bir ayet olduğuna işaret eder. Çünkü
Resullah (sav), onu Kevser suresi ile beraber okumuştur.
Beşinci delil:
Şafillerin nakli delilleri kadar aklî delilleri de vardır, imam Şafii'nin
yazmış olduğu Kur'an-ı kerimde besmele, Fatiha'nın başında yazıldığı gibi,
Berat suresinin dışında bütün surelerin başında da yazılmıştır. Bu nüshanın
çoğaltılarak diğer şehirlere gönderilen suretlerinin hepsinde de surelerin
başında besmele yazılıdır.
imam Şafii (ra) ve
benzeri büyüklerin Kur'an-ı kerimden olmayan şeyleri sure aralarına
yazmayacakları ilmî tevatürle bilinmektedir. Hatta onlar, ftesulullah (sov)'ın
zamanında olmayan bir şeyin Kur'anda bulunmasını istemedikleri için Kur'anı
aşir halinde, sureleri ve isimlerini harekeli otarak yazmazlardı.
Böyle bir titizlikle
yazılan Kur'an-ı kerimlerde besmelenin Fatiha'nın ve diğer surelerin boşlarında
yazılması, onun her sureden bir ayet olduğunu gösterir.
Mcritkilerfn
deffflari:
Malikiler besmelenin
Fatiho'dan ve Kur'andan bir ayet olmadığı konusunda birçok deil
getirmektedirler. Bunlardan birkaç tanesini naklediyoruz :
Birinci delil:
Hz. Aişe (rah)'nin: ıResulullah (sav), namaza tekbirle, kıraata da
«Elhamdülillah! Rabbil alemin» ile başlardı.»
[53]
sözleridir.
İkinci delil:
Buharı ve Müslim'in Enes bin Malik (ra)'ten naklen rivayet ettikleri şu
hadis-i şeriftir: «Ben, Resulullah (sav), Ebu Bekr (ra). Ömer (ra) ve Osman
(ra)'ın arkalarında namaz kıldım. Onlar kıraata yalnız «Elhamdülillâhi Rabbil
alemin» ile başlarlardı.» Müslim'in diğer bir rivayetine göre: «Onlar,
besmeleyi ne kıraatin başında, ne de sonunda okurlardı.»
[54]
Üçüncü delil:
Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav) tan naklettiği şu hadls-i kudsidir:
«Namazı benimle kulumun arasında ikiye ayırdım. Kulum. kendisi ile ilgili fcısmtndo
dilediğini benden isteyebilir.
Namaz kılan kul: «Hamd
olsun alemlerin Rabbı olan Allah'a.» Allah (cc): «Kulum bana hamd etti.» Kul: «Esirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın adıyla.» Allah (cc): «Kulum beni methetti, övdü.» Kul: «Din
gününün sahibidir.» Allah (cc): «Kulum benim ululuğumu kabul etti.» Kul:
«Yalnız sana ibadet ederiz. Yalnız senden yardım isteriz.» Allah (cc): «Bu
dilek benimle kulum arasındadır. Kulum benden dilediğini isteyebilir.»
Kul: «Bizi doğru yola,
kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, ga-laba uğrayanlarınkine,
sapıklarınkine değil.»
Allah (cc): «Bu istek
de yalnız kulumundur. Kulum benden dilediğini l»ter.»
[55]
Malîkilere göre
hadisteki «Namazı ikiye ayırdım» cümlesinde geçen •namaz»dan maksat, Fatiha süresidir.
Fatiha suresi okunmadan kılınan namazın sahih olmaması sebebiyle hadiste ona
namaz ismi verilmiştir. Eğer besmele, Fatiha suresinden bir ayet olsaydı,
hadis-i kudside zikre-dlllrdi.
Dördüncü.delil:
Besmele Fatiha suresinden bir ayet olsaydı. Fatiha süresindeki «Rahman ve
Rahîm» kelimelerinin tekrarlanmaması lazım gelirdi. Bu surenin «Eirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın ismiyle. Hamdolsun alemlerin Rabbı olan Allah'a. Esirgeyen
ve bağışlayan...» şeklinde dizilişi demek olurdu ki, bu da Kur'anın edebî
üslûbuna aykırı olurdu.
Beşinci delil:
Besmelenin surelerin başında yazılması ve herhangi hlrşeyln başlangıcında
okunması, Resulullah (sav)'ın sünnetine uymak ve bereket içindir. Onun
surelerin başında tevatürle yazılması Kur'andan olduğuna tevatüri bir delil
sayılmaz.
Kurtubi, bununla
ilgili olarak: «Şafiî ve Maliki'nin görüşlerinden en sahihi, İmam Malik
(ra)'lndir. Zira Kur'an ayetleri ahadî haberlerle tes-blt olunamaz. Kur'an
ayetlerinin tesbit yolu, ihtilaf kabul etmeyen kafi tevatürle olur.» der.
Ibnu'l-Arobî ise:
«Alimlerin besmelenin Kur'andan sayılıp sayılmayacağı hakkındaki münakaşaları,
onun Kur'andan sayılmayacağına kafi bir delildir. Zira Kur'an ayetleri münakaşa
kabul etmez. Nitekim sahih haberler besmelenin Nemi suresinin dışında ne
Fatiha'dan, ne de herhangi bir sureden bir ayet olmadığına İşaret ederler.
Bizim mezhebimiz (Maliki) diğer mezheplere aklın kabul edeceği bir tarzda
tercih edilir. Medlne-i Münevvere'de, Resulullah (sav) zamanından imam Malik
(ra) dönemine kadar besmeleyi Peygamber (sav) efendimizin sünnetine ittibûen
hiçbir şahıs okumamıştır. Bu da diğer mezheplerin görüşünü redde kâfidir. Bizim
mezhebin görüş sahipleri, besmelenin nafile namazlarda okunmasına müs-tehab
demişlerdir. Besmelenin okunması hakkında varit olan hâdls ve rivayetler,
nafile namazlarda kıraatinin müstahab olduğuna işaret eder.»[56]
demektedir.
Hanefilerin deJlHeri:
Hanefilere göre
besmelenin Kur'anda yazılışı ve ondan bir ayet Oluşu, her sureden bir ayet
oluşuna İşaret etmez. Nitekim besmelenin gece namazlarında sesli okunmamasını
emreden hadisler, onun Fatiha'dan olmadığını gösterir. Hanefiler, Nemi
suresinin dışında Kur'an-ı kerimden tam bir ayet olduğuna ve sureleri
birbirinden ayırmak için nazil olduğuna hükmetmişlerdir.
Hanefîlerin görüşünü
teyid eden delillerden bir kısmı şunlardır:
Ashab-ı kiramdan
nakledilen: «Biz, besmele nazil olana kadar Surelerin başlangıcını ve sonunu
bilmiyorduk.*
[57] sözleri ile Ibni Abbas
(ra)'dan rivayet edilen: «Resulullah (sav), besmele nazil olana kadar surelerin
birbirinden ayırılmosınt bilmiyordu. Ancak, besmele nazil olunca bildi.»
[58]
sözleri Hanefîlerin görüşünü takviye ediyor.
imam Ebu Bekr er-Razi
[59] ise
bu konuda şöyle demektedir: «Alimler, besmelenin Fatiha'dan bir ayet olup
olmadığı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Küfe kıraat alimleri onu
Fatiha'dan bir ayet sayarken, Basra kıraat alimleri saymamışlardır, imam Şafii
(ra), besmelenin Fatiha'dan bir ayet olduğuna, onu terkedenin namazını iade
etmesi gerektiğine hükmetmiştir. Şeyhimiz Ebu'l Hasan el-Kerhî ise, besmelenin
namazlarda açıktan okunamayacağını söyler. Şeyhin bu sözü, besmelenin
Fatiha'dan bir ayet olmadığına işaret eder. Bizim mezhep alimlerinin görüşüne
göre besmele, surelerin başında bir ayet değildir. Çünkü onu namazlarda açıktan
okumuyorlar. Besmelenin Fatiha suresinden olmaması, başka surelerden de
olmadığına da işaret eder kanaatındadırlar.
«Yalnız İmam Şafii
(ra), besmelenin her sureden bir ayet olduğunu söylemiştir. Bu görüşü İmam
Şafii (ra)'dan başka hiçbir alim söylememiştir. Zira selef arasındaki görüş
ayrılığı da besmelenin Fatiha süreninden bir ayet olup olmadığı şeklindedir.
Nitekim hiçbir alim, besmelenin surelerin başından bir ayet olduğunu kabul
etmemiştir.» diyerek sözlerine şöyle devam eder:
«Resulullah (sav)'dan
rivayet edilen «Kur'anda 30 ayetli bir sure vardır ki, okuyucu affolununcaya
kadar şefaat eder. Bu sure. Tebarekellezî bl yedihil mülk'tür» hadis-i şerifi,
besmelenin surelerin başından bir ayet olmadığına işaret eder. Kıraat alimleri
ile diğer alimler. Tebareke süreninin besmele dışında 30 ayet olduğu konusunda
görüş birliği içindedirler. Eğer besmele sureden bir ayet olsaydı,
Tebareke'nin 31 ayet olması lazım gelirdi. Bu da, Resulullah (sav)'tan rivayet
edilen hadise aykırı düşerdi. Yine bütün beldelerin kıraat ve Fıkıh alimleri
Kevser suresinin 3, ihlas suresinin 4 ayet olduğunda ittifak etmişlerdir. Eğer
besmele bu surelerden bir ayet olsaydı, Kevser suresinin 4, İhlas suresinin 5
ayet olması lazım gelirdi.»
[60]
Yukarıda naklettiğimiz
mezhep görüşlerinden tercih edilecek olan Hanefî'nin görüşüdür. Zira baştan
sona birbirine muarız olan iki görüşün (Şafiî.-Malikî) ortasıdır. Şafiîier,
besmelenin Fatiha'dan, hatta her sureden bir ayet olduğunu savunurlarken
Malikîler de, ne Fatiha'dan, ne de Kur'andan bir ayet olmadığını iddia ederler.
«Herkesin (her kavim
ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir delili vardır.» (Bakara: 148)
ilahi emri, bu şekilde hayırda yarışın mümkün olduğunu göstermektedir.
Dikkatli bir gözle,
salim bir zeka İle besmelenin Kur'an-ı kerimde tovatüren yazılışına baktığımız
zaman, hiçbir alimin bugüne kadar ona karşı çıktığı ve inkar ettiği görülemez.
Nitekim ashab-ı kiramın Kuranı kerim üzerinde nasıl titizlikle durdukları,
hatta her harfi üzerinde dahi inceden inceye araştırma yaptıkları
bilinmektedir. Bu da göstermektedir ki, besmele. Kur'an-ı kerimden bir ayettir.
Her sureden ve Fatiha'dan bir ayet değildir. Surelerin orasını ayırmak için
gönderilmiştir. Bu görüşü Abdullah bin Abbas (ra)'dan «Resulullah (sov),
besmele gönderilene kadar surelerin başlangıç ve sonlarını bilmiyordu. Ancak
besmele gönderl-lince bildi.» hadisi de teyid etmektedir.
Besmelenin her surenin
başından bir ayet olmadığını. Belagat kaidelerinden de çıkarmak mümkündür.
Çünkü Araplar sözlerinin çok beliğ olması için ifade ve imlalarının başında
değişik üslublar kullanırlardı. Eğer besmele her surenin başından bir ayet
olsaydı, bütün sureler tek bir üslubla başlardı. Bu ise Kur'anın edebi
üslubunun muclzellğine ters düşerdi.
Malikilere göre,
besmelenin Kur'andan bir ayet olduğu tevatüren sabit değildir. Öyleyse
Kur'andan değildir. Bu görüş imam Cessas'ın dediği gibi açık ve tercih
olunabilecek bir görüş değildir. Zira bir ayetin Kur'andan oluşunun tevatüren
rivayet edilmesi gerekir» şeklindeki delil geçersizdir. Bizim için Resulullah
(sav)'ın yazılmasını emretmesi ve emrinin tevatüren bize ulaşması kâfidir.
Ümmet, Kur'anda yazılı olan herşey Kur'-andır» diye ittifak etmiştir. Besmele,
Kur'anda müstakil bir ayettir. Surelerin ve kitapların başında yazılması ve
okunması hayır ummak İçindir. Bütün bu açıklamalar, besmele hakkında gelen
bütün nassların manalarını toplar.[61]
Fakihler besmelenin
namazda okunması konusunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.
A) İmam Mallk'e
göre besmele yalnız farz namazlordaki Fatiha ve diğer surelerin başında gizli
ve açık olarak okunmaz. Farz dışındaki sünnet ve nafile namazlarda isteyen
okuyabilir.
B) İmamı
Azam'o göre besmele namazlardakl her rekatta Fatiha suresinden önce okunur.
Diğer surelerin başında okumak ise güzeldir.
[62]
C) İmam
Şofi'ye göre besmelenin gizli okunacak yerde gizli, açık okunacak yerde açık
okunması farzdır.
D) İmam
Hanbel'e göre besmele namazda gizil okunur. Açık okunması sünnet değildir.
Adı geçen imamların besmele
hakkındaki görüş ayrılıklarının sebepleri birinci hükümde delilleriyle beraber
açıklanmıştır. Bu hususta selefin görüşleri arasında da ayrılık vardır.
Ibni Cevzi, Zâdü'l
Mesir'inde: «Alimler arasında besmelenin Fatiha'dan olup olmadığı konusunda görüş
ayrılıkları vardır. Bununla ilgili olarak Ahmed bin Honbel (ra)den rivayet
edilen iki görüş bulunmaktadır. Birisi, besmelenin Fatiha'dan olduğunu,
dolayısıyla namazda okunmasının farz olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Diğeri
ise Fatiha'dan olmadığını, bundan dolayı namazda okunmasının sünnet olduğunu
söyleyenlerin görüşüdür. Bu görüşe yalnız İmam Malik (ra) karşıdır. Hatta ona
göre besmelenin farz namazlarda okunması müstehab bile değildir.
«Besmelenin namazda
açıktan okunması da alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Alimlerin bir
kısmı imam Ahmed bin Hanbel (ra)in «Besmelenin namazda açıktan okunması sünnet
değildin görüşünü nakletmiş-lerdir. Bu görüş Ebu Bekr (ra), Ömer (ra), Osman
(ra), Ali (ra) ve İbni Me-sud (ra)un sözlerine dayanır, imam Sevri ve İmam-ı
Azom'ın görüşleri de bu yoldadır, imam Şafî'ye göre de besmelenin namazda
açıktan okunması sünnettir. Bu da Muaviye (ro), Âtâ (ra) ve Tâvûs (ra)un
rivayetine dayanır.»
[63]
demektedir.[64]
Fakihler, Fatiha'nın
namazda okunması konusunda iki görüşe ayrılmışlardır :
A) Cumhura
(Maliki, Şafii, Hanbeli)
[65]
göre. Fatiha'nın namazda okunması sıhhatinin şartıdır. Fatiha suresini bllipte
okumayan bir kimsenin namazı sahih olmaz.
B) İmam
Sevri ve İmam-ı Azam Ebu Hanlfe (ra)ye göre namaz Fatiha okunmaksızın da sahih
olur. Namazda Kur'andan 3 kısa ayet veya 1 uzun ayetin okunması ise farzdır.
Cumhurun delilleri:
Cumhur, Fatiha'nın
namazdp okunmasının farz olduğunu birçok delille isbat etmişlerdir.
Birinci delil: Ubbade
bin Sâmid (ra)in Resulullah (sav)tan naklettiği şu hadls-i şeriftir: «Fatiha'yı
okumayanın namazı geçerli değildir.»
[66]
ikinci delil: Ebu
Hüreyre (ra)nin Resulullah (sav)tan naklettiği: «Her kim namaz kılarda
ümmü'l-kitabı (Fatiha) okumazsa o namaz noksandır, noksandır, noksandır. Tamam
değildir.»
[67] hadis-i şerifidir.
Üçüncü delil: Ebu Said
el-Hudrî (ra)nin naklettiği şu hadis-i şeriftir: «Resulullah (sav), bize
namazda Fatiha suresi ile bildiğimiz diğer bir sure veya bir sureden birkaç
ayetin okunmasını emrettiler?»
Cumhura göre bu
hadis-i şerifler, Fatiha suresinin namazda okunmasının farz olduğuna
delalettir. Zira Resulullah (sav)un birinci delildeki hadis-i şerifi namazın
sıhhatli olmayacağına delâlet ettiği gibi. Ebu Hüreyre (ra)den nakledilen ve
Resulullah tarafından üç defa tekrar edilen «o namaz noksandır» ifadesi de
Fatiha okunmadan kılınan namazın noksan ve fasit olacağını gösterir. Öyleyse
Fatiha'nın namazda okunması farzdır ve sıhhatinin şartlarındandır.
Hanefi'nin delilleri:
imam Sevri (ra) ile
Hanefi mezhebinin fakihleri, namazın Fatiha o-kunmadan da sahih olacağını Kitap
ve Sünnetten çıkardıkları delillerle savunurlar. Kitaptan aldıklan delile göre
cenabı Hakkın: «Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üç}e İkisinden biraz eksik,
yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde
bulunanlardan bir zümrenin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi, gündüzü Allah
saymaktadır. O, bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size karşı (ruhsat
canibine) döndü. Artık Kur'andan kolay geleni (ne ise onu) okuyun...»
(Müzemmll: 20) ayeti, namazda bir miktar okunmasının farz olduğunu gösterir.
Ayetteki «okuyun» emri, namazdaki okumaya işarettir. Hiçbir alim «Bu ayet, gece
namazlarındaki okumaya mahsustur» dememiştir. Öyleyse ayetteki «Okuyun» emri
yalnız gece namazında okuma değil, bütün namazlarda okunmasının farz olduğunu
ifade eder.
[68] Hadis-i şeriflerden
aldıkları delil ise, Ebu Hüreyre (ra)den nakledilen şu hadise dayanır: «Birgün
Mescld-I Nebeviye bir kişi gelerek namaz kıldı. O kimse namazdan sonra
Resulullah (•av)a eglecek selam verdi. O kimsenin selamını aldıktan sonra
Resulullah (sav), «Geri dön, namazını yeniden kıl. Zira sen namaz kılmadın»
buyurdu. O kimse tekrar namaz kılıp Resulullah (sav)a gelince, onu yine namaz
kılması için geri çevirdi. Bu şekilde üç defa geri çevrilen kimse He8ulullah
(sav)a gelerek «Seni hak yolu üzere gönderenin ismi İle yemin ederim ki,
bundan daha güzel bir şekilde namaz kılmasını bilmiyorum.» deyince, Peygamber
(sav) efendimiz, «Sen namaz kılmak istediğlh zaman güzelce bir abdest al.
Sonra kıbleye dönerek tekbir getir. Blldhere Kur'andan ne biliyorsan onu oku.
Daha sonra belini tam eğerek rüku yap. Rükudan kalkarak dik dur ve daha sonra
secde yap. Secdeden kalkarak normal bir oturuşla otur. Daha sonra tekrar
secdeye git. Secdeden sonra doğruca ayağa kalk. Benim bu tarif ettiklerimi
bütün namazlarında Uygula.» buyurdu.
[69]
Hanefi fakihleri, Ebu
Hüreyre (ra) den nakledilen, «Resulullah (sâV) mescide gelen kişiye namazı
tarif eden» hadislndftkj namaz klldh için •Kur'andan ne biliyorsan onu oku»
emri Peygamberisinl delil getirerek, namazda Kur'anın neresinden olursa olsun
okunmasını, kılânldr için serbest bırakmışlardır. Bu hadis mezhebimizin
görüşünü kuvvetlendirdiği gibi, «Artık Kur'andan kolay geleni okuyun» ayeti de
Kur'anddh belli bir sure veya ayetin okunmasına değil, sadece namazda herhangi
bir ayetin okunmasına işaret eder.
Ubbade bin Samld
(ra)in rivayet ettiği hadis, Hanefi alimlerine döfe, namazın batıl olduğuna
değil, sünnet üzere kılınmadığına İşaret eder. Onlar, Fatiha'sız kılınan bir
namazın kerahetle sahih olduğuna hükmederler. Bu hadis-i şerifi, Resulullah
(sav)ın şu hadis-i şerifine benzetirler: «Evi mescide yakın (komşu) olanın
namazı ancak mescldde olur.» Burdddh anlaşılan, mescldde kılınmayan namazın
kabul olunmayacağı değil, sadece o namazın mükemmelinin mescldde kılınacağıdır.
Ebu Hüreyre (ra)den
rivayet edilen hadiste geçen ve üç defa tekrarlanan «O namaz noksandır»
cümlesi bizim aleyhimize değil, lehimize bir delildir. Çünkü «noksandır»
kelimesi namazın batıl olduğunu göstermez. Aksine, namazın noksan olarak kabul
olunduğuna işaret eder. Eğer caiz (kabul) olunmasaydı ona «namazın noksandır»
denilmezdi. Zira blrşeyin eksik oluşu, onun yokluğuna delalet etmez.
Buraya kadar kısa ve
öz olarak cumhurun ve Hanelilerin delillerini aktardık. Konuya derin bir
nazarla bakıldığı zaman, cumhurun görüşünün delil bakımından daha- kuvvetli
olduğu görülür. Çünkü Resulullah (sav)ın ve sahabe-l kiramın gerek farz.
gerekse nafile namazlarda Fatiha'yı okumaya devam etmeleri Fatiha'sız bir
namazın caiz (doğru) olmac'ğına işaret eder. Sahih ve sarih hadis-l şerifler bu
yoldadır. Resulullah (sav)ın Fatiha İle ilgili söz ve fiili, onun farz oluşuna
kafi delildir.
Cumhurun görüşünü kuvvetlendiren
delillerden biri de Müslim'in Ebu Katade (ra)den naklettiği şu hadis-i
şeriftir: «Resulullah (sav) bize öğle ve ikindi namazlarını kıldırırdı. Birinci
ve ikinci rekatlarda Fatiha ile diğer surelerden birer sure okurdu, öğle ve
ikindi namazlarının birinci rekatlarında. İkinci rekatlarından daha uzun
okurdu ve çoğu defa sesini bize duyuracak kadar yükseltirdi. Sabah namazını da
aynen böyle kılardı.»
Konuyla ilgili olarak
Taberî: «Resulullah (sav), namazın her rekatında Fatiha'yı okurdu. Eğer namazda
Fatiha okunmazsa namaz caiz olmaz. Ancak namazda Fatiha'ntn ayet ve harf
sayısından noksan olmamak kaydıyla diğer bir surenin okunması da caizdir.»
[70] der.
Kurtubî ise, «Bu
delillerden en sahihi, imam Safî (ra), İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve imam Malik
(ra)in son görüşleridir. Herkes Fatiha'yı namazın her rekatında okumalıdır.
Zira Resulullah (sav)ın «Fatiha'yı okumayanın namazı geçersizdir» hadis-i
şerifi umumu ifade etmektedir. Ömer bin Hattab (ra). Abdullah bin Abbas (ra),
Ebu Hüreyre (ra). Ubbade bin Samid (ra). Übey bin Kab (ra), Ebu Eyyüb el-Ensari
(ra) ve Ebu Said el-Hudrî (ra) gibi büyük sahabiler de «Fatihayı okumayanın
namazı geçersizdir» hadisine dayanarok Fatiha'nın namazın her rekatında
okunmasının farz olduğuna hükmetmişlerdir. Müminlere düşen, her zaman ve her
yerde önderlerimiz olan sohabilere uymaktır.»
[71]
demektedir.
İmam Fahreddin
er-RazI'nin görüşü de şöyledir: «Resulullah (sav)ın hayatı boyunca Fatiha'yı
namazda okuması, onun tarafımızdan namazda okunmasını farz kılıyor. Zira cenabı
Hakk'ın Resulüne uyma hususunda, «...Ona tabi olun. Ta ki doğru yolu bulmuş
olasınız.» (Araf: 158) emri vardır. Imam-ı Azam (ro). Muğire bin Şube (ra)den
rivayet edilen, Fıkıh ve Hadis ilmi terminolojisinde «haber-i vahid» diye
vasıflandırılan «Resulullah (sav), bir gün bir kavmin taharet yerine giderek
abdest aldı. başının ön kısmına ve mestlerinin üstüne mesh etti» hadis-i
şerifine dayanarak, «başın bir miktar» (dörtte bir) mesh edilmesi, namazın
sıhhat şartındadır.» diye iddia ediyor. Halbuki Fatiha'nın namazda okunması
konusunda İlim adamlarının «Resulullah (sav)ın hayatı boyunca Fatiha'yı namazda
okuduğuna dair tevatüren naklettikleri hadis-i şeriflere rağmen Imam-ı Azam
Ebu Hanife (ra)nln «Fatiha'nın namazda okunması, onun sıhhat şartlarından değildir»
demesine hayret ediyorum.»
[72]
Dördüncü hüküm: imama
tabi olan müslüman, Fatiha'yı okuyacak rm?
Alimler, «Bir müslüman
imama rükuda yetiştiği takdirde Fatiha'yı okumasına lüzum yoktur» görüşünde
ittifak etmişlerdir. Zira İmamın okuması yeterlidir.
Yine alimler, imam
kıyamda iken ona yetişen bir kimsenin Fatiha'yı okuyup okumaması konusunda
birkaç görüşe ayrılmışlardır.
A) İmam
Şafiî (ra) ile imam Ahmed bin Hanbel (ra). imamın arkasında namaz kılan
kimsenin, imam gizli veya açık okusa da Fatiha'yı gizilce okumasının farz
olduğuna hükmetmişlerdir.
B) İmam
Malik (ra) İse. «Kıraatin gizli olması lazım gelen namazlarda, imama tabi olan
kimsenin gizlice okuması, gece namazları (sabah, akşam, yatsı) gibi açık
okunacak namazlarda ise okumaması lazımdır» diye hükmetmiştir.
C) İmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra) de «Kıraatin gizli veya açık olduğu namazlarda, İmama tabi
olan kimse, onun arkasında okumaz» demiştir.
Şafii ve Hanbeliler;
Resulullah (sav)'ın üçüncü hükümdeki «Fatihayı okumayanın namazı geçerli
değildir» Hadis-l şerifine dayanarak görüşlerini savunurlar. Bu Hadis-i şerif
İmamı ve tabi olanı kapsayan umumi bir İfadedir. Dolayısıyla açık veya gizli
okunacak namazlarda Fatlha'vı oku-myanın namazı sahih olmaz.
İmam Malik ise:
«Namazdaki kıraat gizil olacak türden ise Şafiî (ra) İle Hanbell (ra)'ın
dayandıkları Hadls-i şerife istinaden imama tabi olan kimsenin namazda Fatiha
suresini okuması farzdır. Namazdaki kıraat açık olacak türden ise «Kur'an
okunduğu zaman derhal O'nu dinleyin, tutun.
Ta ki (Allah'ın
rahmaniyi») esirgenmiş oknınız» (Araf: 204) ayetin» İstinaden de imama tabi
olanın Fatiha'yı okuması yasaktır» diyor.
Kurtubî, İmam Malik
(ra)den şu görüşü nakleder: «Kıraatin açık olması lazım gelen namazlarda,
İmama tabi olan kimse Kur'andan hiçbir şey okumaz. Kıraatin gizil olması lazım
gelen namazlarda ise Fatiha suresini okur. Eğer okumayı terkederse hiçbir şey
lazım gelmez.»
imam-ı Azam Ebu Hanife
(ra)'de konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: «Namazda İmama tabi olan kimse
«Kur'an okunduğu zamah ö'rtU aln-toyln...» (A.raf: 204) ayeti ile «namazda
imamın okuması, kendisine sayıldığı gibi tobi olanlara da sayılır» Hadls-I
şerifine İstinaden kesinlikle Kur'andan hiçbir şey okunmaz»
[73]
Sözlerine devamla
Resulullah (sav)'tan şu Hadis-i Şerifi nakleder: «İmam kendisine tabi olunması
icln imam olur. İmam tekbir dldlğı zdman siz de tekbir alın okuduğu zaman sükut
edin ve dinleyin»
[74]
İnsan Fatiha suresinin
karşısında korkan bir kulun aczini nokööfllık-larını itiraf ederek durduğu gibi
durur. Bu sure Allah (cc) tarafından indirilen bir vahiy ve alemlerin Rabbl
olan Cenab-ı Hakkın bir kelamıdır. Allah (cc) kelamındokl derin sırları İdrak
edebilme ve kavrayabljme. İnsanın kısa aklının cok üstündedir. Hatta insana ne
kador belagat, zeka ve derin bilgi verilirse verilsin yine de O'ndakl
incelikleri tam anlamıyla kavraması mümkün değildir.
insan Kur'onın
güzelliğini, yüksek manalarını ve latalar arasındaki uyumun inceliklerini
düşündüğü zaman, O'nun benzerini deflil, ayetlerinden her hangi birinin
mislinin dahi meydana getirilemeyeceğini anlör.
Bu mübarek sure, kısa
ve veciz olduğu gibi Kur'anın bütün, «tianaiarı-m ve temel maksatlarını ihtiva
eder. Dinin aslının ve füru'lanntfı töbldyı-cısıdır. öyle ki, akideyi, ibadeti,
teşrli'yi, hesap ve ceza gününe inanmayı, Allah (cc)'ın güzel sıfatlarına
İmanı, yalnız doğru yola kavuşmanın ondan bekleneceği, İmanda sabit kalmanın
ondan niyaz edileceği. saHhlerin yolundan gitmeyi, sapıkların ve gazaba
uğrayanların yolundan kaçınmayı ve diğer hedef ve maksatları ihtiva eder.
Allâme Kurtubi de
konuyla ilgili olarak: «Fatiha suresinin «büyük Kur'an» olarak
isimlendirilmesi, Kur'anın ihtiva ettiği tüm ilimleri kapsadığından dolayıdır.
Çünkü Cenab-ı Hakkı cemal ve kemal sıfatlarıyla tavsifi, ibadetle emretmeyi ve
onda ihlaslı olmayı, ibadet yapabilmeyi ve aczini İtirafı ancak Cenab-ı Hakkın
yardımıyla yapabilmeyi, bozucu ve sapıkların hallerinin bildirllmesindeki
kifayeti ve inkar edenlerin sonlarının beyanını ihtiva eder. Bu muhteva da
Kur'anın kapsadığı tüm mevzuların özü ve hülasasıdır.»
[75]
demektedir.
Şeyh Hasan el-Benna
«Tefsir İlmine Giriş» isimli kıymetli risalesinde: «Şüphesiz herkim Fatiha
suresini derin bir şekilde tefekkür ettiği özellikle namazda düşündüğü zaman
onda hemen alınıp kabul edilmesi lazım gelen kalbi aydınlatıcı mevzuları görür.
Arkasından Rahmeti herşeyde bütün tazelik ve açıklığıyla tezahür eden Allah
(cc)'ın ismiyle okumaya başlar. Kendisiyle yaratıcısı arasındaki belirleyici
bağın, her şeyi kapsayan Rahmetinden doğduğunu bilir. Bu bilgi onda yerleştiği
zaman onun lisanı, hemen Rahim ve Rahman olan Allah (cc)'a hamdeder. Bu
hamdediş ona, Allah (cc)'ın nimetlerinin çokluğunu, yaratılığının büyüklüğünü,
yarattığı varlıklardan ne bir şey beklediği, ne de korktuğu sadece verdiği
nimetler ile halk etmesinin onun fazi ve rahmetinden olduğunu hatırlatır. Bu
hatırlama, Allah (cc)'ın Rahman ve Rahim sıfatlarını kulun ikinci kez anmasına
vesile olur. Cenab-ı Hak'kın fazlından sonra hesap gününü hatırlatması. O'nun
Rahman (esirgeyici) olduğu kadar adalet sahibi olduğunu da göstermektedir. Bu
da Cenab-ı Allah (cc)'ın büyüklüğündendir.
Sonsuz ve yenilenen
nimetlerin sahibi olan Allah (cc). kullarını din günü olan kıyamet günü -O,
öyle bir gündür ki hiçbir kimse kimseye, hiçbir şeyle faide vermeye muktedir
olamayacaktır. O gün emir (yqinız) Allah'ındır (İnfitâr: 19)- hesaba çekerek
yargılayacaktır. Allah (cc) tarafından yaratılan kulların rahmeti
isteyebilmeleri, Onun adalet ve hesabından korkmaları ile olur. Bu idrak
içerisinde bulunan kul, hayrı arama ve kurtuluş yollarına bakma ile mükellef
olduğunu bilir. O'nun en düzgün yola ve istikamete kavuşturacak birisine
şiddetle ihtiyacı vardır. Bu kişi de onu yaratan efendisinden başkası ola/naz,
öyleyse kul, Cenab-ı Allah'a emniyetle sığınmalıdır. Zaten Allah (cc)'ın
«Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz» ayetiyle kul, O'na
hitab edecek ve Onun fazlından doğru yola «nimet verdiklerinin yoluna» Hakk'ı
bilip Hakk'a uyma ile gidebilmeyi, nimet verildikten sonra alınan ile
ihtidadan sonra dalâlete dönerek «gazaba uğrayanların» ve Hakk'tan sapıp
dönmeyi arzu etmeyen «sapıkların» haline düşmemeyi Allah (cc)'dan isteyecektir.
Amin (Allahım duamızı kabul et).
Şüphe yok ki Âmin
kelimesi, son derece güzel bir sonu ifade eder. Fatiha'nın muhtevasındaki ince
ve derin duygularla Allah (cc)'a yönelen Kişinin «öyle olsun, kabul et»
anlamını taşıyan «âmin» kelimesini kullanmasından daha güzel bir söz olamaz.
Bu mübarek surenin
yüksek manalarını ifade eden kelimeler ve cümleler arasındaki uyum ile bir tek
üslupta gelişin] daha güzel ifade eden bir ikinci sureyi göremezsin. Öyle ki.
sen Fatiha'nın manalarını ihtiva eden o güzel atmosfer içersinde «Namazı
benimle kulum arasında ikiye ayırdım. Kulum dilediğini benden isteyebilir»
Hadis-I Kutsisini hatırla. Namazda huşu ile O'na karşı zaif. aciz olduğunu,
tecvld kurallarını uygulayarak, normal bir sesle okuyup düşün. Zira bu Kur'anın
anlaşılmasına yardımcı olur. Kalb için, huşu ile tefekkür edilerek okunan
Kur'andan daha faydalı bir şey olamaz.»
[76]
demektedir.[77]
[1] Taberi. Camiül-Beyan. C. 1.
[2] Şiir Ebi Selt'in oğlu Ümeyyeye aittir. Bkz: Kurtubi,
Ahkamü'l-Kur'an, C. 1. S 112
[3] Kurtubt, el-Camiü ll-Ahkamü'1-Kur'an. C. 1. S. 111.
Alust, Ruhü'l-Maani. C. 1. S. 37.
[4] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/9-10.
[5] Buhari. Ebu Davut, Nesel, Cem ül-Fevald. C. 2, S. 287.
[6] İmam Ahmed ve Tirmizl bunu rivayet etmişlerdir.
Tirmtzl ayrıca «Sahih ve hasen bir hadistir.- demiştir.
[7] Ibni Cevzi, Zadü'l-Mesiri, C. 1. S. 10. Alusl. Ruhui-Maan!
Tefsiri. C. 1, S. 40. Fahreddin Razi. Tefslrü'l-Kebir, C. 1. S. 137. Kurtubi.
El-Camlu 11 Ahkamüi-Kuran. C. 1. S. 106.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/10-11.
[8] El Camiü li Ahkamul-Kuran, C. 1. S. 78.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/11-12.
[9] İbni Menzur. Lisanü'1-Arap, Tacü'1-Arûs,
Kamusu’1-Muhit’in Avz maddesi.
[10] Fahreddin Razi, Mefatihü'l-Gayb, C. 1, S. 50.
[11] Kurtubi. El-Camiü 1-Alıkamü'l-Kur'an. C. 1, S. 90.
ı Fahreddin Razi. Tefsir. C. ı. S. 50.
[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/12-13.
[13] Kurtubi. El Camiü li Ahkamü'IKuran. C. 1. S. 100.
[14] Kurtubi age. C
1 S 99 Fahreddin Razi. Mefâtihü'l
Gayb, C. 1, S. 83.
[15] Kurtubi, Tefsir. C. 1. S. 102.
[16] Ebu Hayyan, Bahri Muhit. C. 1. S. 14.
[17] lbni Cevzi. Zadül-Mesir, C. 1, S. 8.
[18] İbn-i Hayyan. Age. C. 1, S. 14. Kurtubi. Age. C. 1, S.
104.
[19] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/13-14.
[20] lbni Cerir i Taberl, Camlül-Beyan fi Tefslrül-Kuran
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/14.
[21] Lisanü l-Arap. Hamd maddesi.
[22] Kurtubi. Camiül-Ahkam, C. 1, S. 133.
[23] Buhari ve Müslim. Ebu Hüreyre (raiden.
[24] Kurtubi. Tefsir. C. 1. S. 137.
[25] İbni Cevzi. Zadül-Mesir. C. 1, S. 18.
[26] İbni Cevzi. age. C. 1. S. 12.
[27] Ebu Hayyan. El-Bahrül Muhit. C. 1. S. 18.
[28] Kurtubî. age. C. ı. S. 138.
[29] Kurtubi, age. C. 1. S. 138. İbni Cevzi, age. C. 1. S.
9. Alusi, ege, C. 1. S. 59. Kurtubi. age, C. 1, S. 105.
[30] El-Camiü li-Ahkamül Kuran, C. 1. S. 106.
[31] Lisanü'1-Arap, Tacü'1-Arus, Kamusü'l-Muhit.
[32] Kurtubi, age C. 1, S. 143.
[33] Zemahşeri. Keşşaf Tefsiri. C. 1.
[34] Fahreddin er-Razi. age, C. 1. S. 204. Alûsi. C. 1. S.
96. Zadül-Mesir, C. 1. S. 16. Bahrü'l-Muhit, C. 1. S. 30.
[35] Kurtubi, Tefsir, C. 1, S. 149. Bahrü'l-Muhit. C. 1. S.
30. İbni Cevzl, C. ı, S. 161.
[36] Fahreddin er-Razi, age, C. 1, S. 204.
[37] Alûsi, age, C. 1. S. 97.
[38] Lisanül-Arap, Amin maddesi. Vel Beyan fi Garibi İrebil
Kuran li İbnü'l Enbari. C. 1, S 41.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/16-23.
[39] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/23-24.
[40] Kurtubi, Tefsir. Şiir. Rubia oğlu Amr'a ailtir.
[41] Taberi. Tefsir.
[42] Alusi. Ruhu'lMaani. C. 1. S. 77
[43] Cessas. Ahkamü'l-Kur'an. C 1. S. 10
[44] Ebu Hayynn. Bnhıü'l Muhit. C 1. S. 10.
[45] Belagat, kelamın en fasih, en düzgün, en sanatlı ve
halin muktezasına en uygun biçimde kullanılmasıdır. Bu konuda ayrı bir ilim
dalı (ilmi belagatı tedvin edilmiştir. (Mütercim)
[46] Ebu Hayyan. age. C. 1. S. 24. Kurtubl, Tefsir. C. 1.
S. 145 Ebussuut Efendi, Tefsir, C. 1. S. 147.
[47] Ebussut Efendi. Tefsir, C. 1, S. 158
[48] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/28-32.
[49] Darül-Gutni. Cafer oğlu Abdülhamid'den, o da Ebu Bilal
oğlundan, o da Sald Makberi'nin oğlu Said'den, o da Ebu Hureyre'den
nakletmiştir.
[50] Timizi
[51] Buhari. Enesden rivayet etmiştir.
[52] Müslim. Nesai, Tirmizi ve lbni Mace. Tirmizl. «Sahih
ve ahsen hadistir» demiştir. Hadisin devamı şöyledir: «Sonra Resulullah (sav)
-Kevserin ne olduğunu biliyor musunuz?» deyince biz cevaben «Allah ve Resulü
bilir» dedik. Bunun üzerine Resulullah. «Hakikat o, Allah'ın cennette bana
vadettiği bir nehirdir ki onun üzerinde ümmetim kıyamet günü toplanacaktır.»
dedi. Cemu'1-Fevaid, C. 2, S. 285.
[53] Müslim. Hz. Aişe'den.
[54] Buharı ve Müslim. Hz. Enes bin Malik'ten.
[55] Müslim. Süfyan bin Üyeyne'den. o da Ula bin
Abdurrahman'dan. o da Ebu Hüreyre den nakletmiştir. Geniş bilgi için: Kurtubi,
Tefsir. C. 1, S. 94. Cessas. Ahkamü'l-Kuraniyye, C. 1, S. 9.
[56] Kurtubl, Tefsir. C. 1, S. 03.
[57] Ebu Davud. El-Camlü li Ahkamüi Kuran. C. 1, S. 95.
[58] Hakimin Müstedreklnde Ebu Davud'un tbni lyaştan sahih
bir senetle rivayet ettiği yazılıdır.
[59] Ebu Bekr er-Razi. ahkam ayetlerinin müfesslri
Cessastır.
[60] Cessas, Ahkâmü'l-Kur'an. O. 1, S. 9-11.
[61] Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Ibnü'l Arabi'nin
Ahkamü'l Kuranına, Kurtubinin tefsirine. Fahreddin er-Razi'nln Mefatihü'l
Gaybına ve Cessas'ın Ahkamü'l Karanına bakabilirler. Ed-Daru Kutnl de
besmelenin Kur'anda bir ayet olduğunu gösteren bütün delilleri bir araya
toplamıştır.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/32-38.
[62] Cessas. Age. C. 1. S. 15. Kurtubl. Age. C. 1. S. 98
[63] İbni Cevzl. Age. C. 1. S. 7-8.
[64] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/38-39.
[65] Cumhur kelimesi. Fıkıh Usul-u Fıkıh. Tefsir. Kelam ve
ilh.. gibi ilim dallarındaki alimler topluluğunun çoğunluğuna verilen isimdir.
[66] Cemu'l Fevaid, C.
1. S. 197. Bu hadisi şerif imam Malik
(ra)in Muvattaı dışında Kütüb-i
sittenin hepsinde nakledilmiştir.
[67] İmam Malik, Tirmizi. Nesai, Cemu'l Fevaid, C. ı, S
197.
[68] Cessas - age, C. 1. S. 18
[69] Sâyis, Ahkam ayetlerinin tefsiri, C. 1, S. 13. Cessas.
Age. C. 1. S 20.
[70] Taberi. Camiü'l Beyan. C. 1.
[71] Kurtubi. Age. C. 1. S. 119.
[72] Fahreddin er-Razi, Tefsirin Kebir. C. 1. S. 147.
İmam Hazinin İmamı Azam
(ra)ın görüşüyle ilgili olarak «hayret ediyorum» sözünü sarfetmesi. onun
mezhep taassubundan doğan bir ifadedir.' Yoksa İmam ı Azam (ra) gibi bir büyüğe
karşı sarfedilen bir söz değildir. (Çev.)
[73] İbn-i Ebi Şeybe (ra). Ebu Hüreyre (ra)'dan rivayet
etmiştir.
[74] Abd tbn-i Hamld Cabir'den
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/39-44.
[75] Kurtubi. Tefsir. C. 1.
[76] Şeyh Hasan el Benna - Tefsir İlmine Giriş. S. 59. 46.
[77] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/44-46.