Birden Fazla Kadınla Evlenme Hakkında Birkaç Söz
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz
Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Medine'de nazil olmuştur. 176 âyettir.
Nisa sûresi Medine'de inen uzun sûrelerden biridir. Bu sûre müslü-manların dâhili ve haricî işlerini düzenleyen dinî hükümleriyle doludur. Bütün Medenî sûrelerde olduğu gibi, bu sûrede de teşrî yönüne ağırlık verilmiştir. Bu mübarek sûre kadın, ev, aile, devlet ve toplumu ilgilendiren ö-nemli kanunlardan bahseder. Bu sûrede yer alan hükümlerin büyük bir kısmı kadınlarla ilgilidir. Bundan dolayı bu sûreye "Nisa sûresi" ismi verilmiştir.
Bu mübarek sûre kadınların, başta yetim kız çocukları olmak üzere veli ve vâsilerin himayelerinde büyüyen diğer yetimlerin hukukundan bahseder. Mîrâs, kazanç ve evlilik hususlarında yetim kız çocuklarının haklarını açıklar, onları Câhiliyye zulmünden ve hor görücü zâlim geleneklerinden kurtarır.
Kadın konusunu ele alır, onun değerini ve şerefini korur. Yüce Allah'ın takdir ettiği mehir, mîrâs ve güzel muamele gibi haklarını kendisine vermek suretiyle ona karşı insaflı davranmaya davet eder.
Bu sûre aynı zamanda miras hükümlerini, adalet ve eşitliği tahakkuk ettirecek şekilde, inceden inceye geniş bir şekilde anlatır. Neseb, emzirme ve evlilik akrabalığı dolayısıyla kendileriyle evlenmek haram olan, kadınlardan bahseder.
Yine bu mübarek sûre evlilik alakalarını tanzim eder ve bu ilişkilerin sadece maddi ilişkiden ibaret olmadığını, insani bir ilişki olduğunu, mehrin de bir ücret veya bir bedel olmayıp eşler arasındaki sevgiyi kuvvetlendirecek, sohbeti devam ettirecek ve kalpleri birbirine bağlıyacak bir ihsan olduğunu vurgular.
Sonra bu sûre kocanın karısı, karnımda kocası üzerindeki haklarından bahseder. Karı-koca arasında anlaşmazlık ve ihtilaf bas gösterdiğinde, evlilik hayatının İslahı için, erkeğin izlemesi gereken yollan gösterir. "Erkeğin kâim oluşu" nun ne demek olduğunu açıklar. Bunun köle edinmek ve emir kulu yapmak mânâsına gelmediğini, ancak yönetici ile halkı arasındaki münasebet gibi nasihat ve terbiye etmek şeklinde bir kıyam olduğunu açıklar.
Daha sonra sûre aile çerçevesinden toplum çerçevesine intikal eder ve her hususla iyilikle muameleyi emreder. İyiliğin karşılıklı olarak merhamet, yardımlaşma, öğüt, müsamaha, emanet ve adalete riâyet esasına dayandığını açıklar ki toplum sağlam ve kuvvelli temeller üzerine otursun.
Ayet-i kerimeler, dahilî ıslahattan sonra ümmetin istikrar ve sükûnunu koruyacak haricî emniyete hazırlanmaktan söz eder ve düşmana karşı mücadele edebilmek için gerekli hazırlıkların yapılmasını emreder.
Sonra bu sûre müslümanlarla diğer tarafsız veya düşman devletler arasındaki ilişkilerin esaslarını vaz eder.
Bundan sonra münafıklara karşı büyük bir hamle olarak cihat emri gelir. Münafıklar, sakınılması gereken kötülük tohumu ve şer mikroplandır. Bu mübarek sûre münafıkların tuzak ve tehlikelerinden de bahseder.
Aynı zamanda bu sûre Ehli kitabın, özellikle Yahudilerin tehlikelerine ve Allah'ın yüce Peygamberlerine karşı takındıkları tavırlarına dikkat çeker.
Sonra bu mübarek sûre Hıristiyanların Hz.Tsa (a.s.) hakkındaki sapıklıklarını açıklayarak son bulur. Hıristiyanlar Hz. İsa hakkında aşırı gitmişler, halta ona kulluk etmişlerdir. Sonra da ulûhiyetine inanmalarına rağmen onu çarmıha gerdiler.[1] Teslis inancını icat ederek putperest müşrikler gibi oldular. Ayetler onları, bu sapıklıkları bırakıp saf ve yüce" tevhid akidesine dönmeye çağırdı. Yüce Allah İlâh üçtür demeyin. Hayrınıza olması için bundan vazgeçin. Allah, ancak bir tek Allah'tır.[2] buyurmakla doğru söylemiştir,[3]
İçinde kadınlarla ilgili hükümler bu sûrede çokça bulunduğu için, bu sûreye "Nisa sûresi" adı verilmiştir. Diğer sûrelerde kadınlarla ilgili bu kadar çok hüküm bulunmaz. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'de mevcut olan ve boşanma ile ilgili hükümler taşıyan Talak sûresine "Küçük Nisa sûresi" denilmesine karşılık, bu sûreye "Büyük Nisa sûresi" denir. [4]
Rahman ve Rahim Olan
Allah'ın Adıyla.
1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
2. Yetimlere
mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların
mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.
3. Eğer
yetimlerin haklarına riâyet edememekten korkarsanız beğendiğiniz kadnlardan
ikişer, üçer, dörder alın. Adaletli
davranamamaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz ile yetinin.
Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.
4. Kadınlara mehillerini gönül rızası ile
verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmım size bağışlarlarsa
onu da afiyetle yeyin.
5. Allah'ın
geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı akıl ermezlere vermeyin;
o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6. Evlilik
çağma gelineeye kadar yetimleri deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma
(rüşd) görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler diye o
malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya
çalışsın, yoksul olan da uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz
zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7. Ana ve
babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana, babanın
ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından,
gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.
8. Yakınlar,
yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunurlarsa onları da bundan
rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.
9. Geriye
eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları
takdirde korkacak olanlar haksızlıktan sakınsınlar. Allah'tan
korksunlar ve doğru söz söylesinler.
10. Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.
Besse, yaydı ve ayırdı demektir. yayılmış halılar[5] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Erham, rahim kelimesinin çoğuludur. Rahîm, asıl itibariyle ana karnında ceninin oluştuğu yerdir. Daha sonra akrabalık mânâsında kullanılmıştır.
Rakîb, koruyan, işlerden haberdar olan demektir.....
Hûb, günah manasınadır.
Teûlû, adaletten ayrılır ve zulmedersiniz demektir. Terazinin bir tarafı ağır bastığında hakim zulmettiğinde ise denir.
Sadukât, mehr mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Nıhle, hibe ve bağış demektir.
Süfchâ, aklı az olanlar, beyinsizler manasınadır. Burada maksat mallarını, har vurup harman savuranlardır.
Aııestüm, "gördünüz" manasınadır. Bir kimse bir şeyi gördüğünde denilirki, kelime bundan türemiştir.
Bidâr, sur'at etmek demektir. Yani, yelim büyüyüp de malını sizden teslim almadan önce acele olarak onun malını yemeyin demektir.
Sedîd, istikamet mânâsına gelen sedâd kökünden olup, "doğru" demektir. [6]
a) Urve b. Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre o, Hz.Aişe (r.a)'ye Yüce Allah'ın "Yetimlerin haklarına riâyet edememekten korkarsanız..." âyetinin mânâsını sorar. Hz.Aişe (r.a) şöyle cevap verir: Ey kızkardeşimin oğlu! Bu o yetim kızdır ki, malına ortak olduğu velisinin himayesinde bulunur, malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider de, velisi onunla evlenmek ister. Fakat mehri hususunda onun hakkına riâyei etmez, başkalarının ona vereceği mehir kadar vermez. İşte bu âyetle kendilerine nikah düşen velilerin, mehr-i mislin en yükseğini vererek haklarını gözetmedıkçe yetim kızları nikahlamaları yasaklandı ve hoşlarına giden diğer kadınları nikahlamaları emredildi.
Bu âyet nazil olduktan sonra, insanlar Rasulullah (s.a.v.)'dan fetva istediler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Senden, kadınlar hakkında fetva istiyorlar..[7] âyetini indirdi.[8]
b) Mukâlil b. Hayyan'dan rivayet olunduğuna göre, Gatafan kabilesinden Mersed b. Zeyd isimli bir adam, erkek kardeşinin oğlunun malım korumak üzere mütevelli oldu. Kardeşinin oğlu küçük bir yetimdi. Onun malını yedi. Bunun üzerine Yüce Allah ... "Yetimlerin mallarını zulüm ile yiyenler... âyetini indirdi.[9]
Yüce Allah Nisa
sûresine, bütün insanlara hitap ederek ve onları ortağı olmayan, tek olan
Allah'a ibadete çağırarak başladı. Kendisinin birliğine ve kudretine dikkat
çekerek şöyle buyurdu:
1. Ey insanlar! Sizi bir tek asıldan yaratan Allah'tan korkunuz. Bu asıl, babanız Adem (a.s.)'dir. Bu tek şahıstan da, eşi Havva'yı yarattı. Adem ile Havva'dan da erkek ve kadın birçok insan üreiip yaydı. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan korkun. Yani "Allah aşkına şunu senden istiyorum", "Allah aşkına yemin elmeni istiyorum" diyerek dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah bütün hallerinizden ve amellerinizden haberdar ve üzerinizde gözetleyicidir. Yüce Allah, kendisinin kullan üzerindeki hakkının büyük olduğuna işaret etmek için, âyetin başında ve sonunda olmak üzere iki yerde "Allah'tan Korkun" buyurarak emrini pekiştirdi. Aynı şekilde, insanî bağların Önemini vurgulamak için takva ile sılâ-i rahmi bir arada zikretti. İnsanların hepsi bir asıldan olup, insanlık ve soy itibariyle kardeştirler. İnsanlar bunu anlasalardı elbette emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar ve dünyada yok edici korkunç ve yaşı ve kuruyu yakan, küçük büyük herkesi yok eden savaşlar olmazdı.
Sonra
Yüce Allah yetimleri anlattı, onlara iyi muamele edilmesini ve mallarının
korunmasını emrederek söyle buyurdu:
[10]
2. Yetimlere
mallarını veriniz. Yani, küçükken babaları ölmüş yetim çocuklar, buluğ çağına
erdiklerinde mallarını onlara teslim edin. Helâl malınızı, yetimlerin malı
olan haram malla değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katıp da
kendi malınızla birlikte yemeyin. Şüphesiz bu, büyük bir günahtır. Zira yetim
zayıf olduğu için korunmaya ve himayeye muhtaçtır. Zayıfa zulmetmek ise Allah
katında büyük bir günahtır. Sonra Yüce Allah, yetim kızın mehri mislini
vermeden onunla ejvlenil-memesini isteyerek şöye buyurur:
[11]
3. Yetimler hakkında adaletli davranmamaktan korkarsınız, yani sizden birinizin himayesinde bir yetim bulunur ve onunla evlenmek istediği takdirde ona mehr-i mislini vermemekten korkar-sa onu bırakıp başka kadınlarla evlensin. Zira kadın çoktur. Allah ona sadece bu yetimle evlenmeyi mubah kılmış değildir.[12]
Onarın dışında
kadınlardan istediğinizle evlenin. Dilerseniz iki, dilerseniz Üç, dilerseniz
dört kadınla evlenin, Eğer hanımlar arasında adaletli davranmamaktan
korkarsanız sadece bir tanesiyle veya sahip olduğunuz cariyelerle yelinin.
Çünkü onlar hür zevcelerin sahip oldukları haklara sahip değillerdir. Bir tane
eş veya cariyelerle yetinmek, haksızlığa meyletmeme ve zul-metmemeye daha
elverişlidir.
[13]
4. Bir bağış
oarak, gönül rızasıyla kadınlara mehirlerini verinEğer gönül hoşluğu ile mehrin
bir kısmını size bağışlarlarsa. o bağışlanan şeyi helâl ve temiz olarak alıp
afiyetle yeyin.[14]
5. Allah'ın
bedenleriniz ve maişetiniz için dayanak kıldığı mallarınızı sefih (aklı ermez,
israfcı) yetimlere vermeyiniz, zira onu telef ederler. İbn Abbas şöyle der:
"Sefihlerden maksat, kadınlar ve çocuklardır". Taberî ise şöye der:
"Sefihler malını verme. Sefih; çocuk olsun büyük osun, erkek olsun kadın
osun, kötü yönetimi ile malını telef edendir.[15] O
mallardan onları besleyin ve giydirin, Onlara, "Reşit olduğunuz zaman mallarınızı
size vereceğiz." gibi güzel söz söyleyin.
[16]
6. Evlilik çağma gelinceye kadar yetimleri deneyin. Evlilik çağı insanların evlenmeye elverişli hale geldikleri, ihtilam olma çağıdır. Eğer onlarda dini görevleri ve mallarını harcama hususunda bir olgunlaşma görürseniz mallarını geciktirmeksizin kendilerine verin, "Yetimler büyüyüp de mallarını elimizden almadan önce istediğimiz gibi harcayalım" diyerek onları çabucak harcayıp bitirmeyin. Ey veliler! Sizden zengin olan yetim malını yemekten sakınsın, o inaldan vasilik ücreti almasın. Fakir olan ise, zarurî ihtiyacı ve çalıştığının karşılığı kadar ücret alıp yesin. yetimler rüşl çağma erdiklerinde mallarını kendilerine teslim ederken yanlarında şahit bulundurun ki, teslim aldıklarını inkâr etmesinler. Hesap sorucu ve gözetleyici olarak Allah yeter.
Bundan sonra Yüce
Allah akrabaların terikesinde erkek ve kadınların payı olduğunu açıkayarak şöyle
buyurdu:
[17]
7. Ana babanın ve akrabaların bıraktıkları malda erkeklerin payı vardır; ana babanın ve akrabaların bıraktığı malda kadınların da payı vardır. Yani ölünün bıraktığı malda erkek çocuk ve akrabalarının payı oduğu gibi, kızların ve kadınların da payı vardır. Her ne kadar payın miktarında farklı olsalar da, vâris olma hususunda hepsi eşittir. Bunun sebebi şudur: Bazı Araplar kadın ve çocukları mîrâsçı saymıyor ve "mîrâs" ancak savaşa katılanlar ve ülkeyi savunanlar vâris olur, diyorlardı.
Allah bu Câhiliyye
hükmünü kaldırdı. Terike, ister az olsun ister çok olsun belli bir hisse
ayrılmıştır. Bu hisseyi Yüce Allah, âdiî şeriatı ve apaçık kitabı ile farz
kılmıştır.
[18]
8. Mîrâs
taksim edilirken, ölünün mîrâsçı olmayan fakir akrabaları, yetimler ve
fakirler hazır bulunurlarsa, gönülerini hoş etmek için, mîrâs malından onlara
da bir miktar veriniz, ve onlara "Kusura bakmayın, bu çoluk-çocuğun
hakkıdır, malın sahibi biz değiliz" diye güzel söz söyleyerek özür dileyin.
[19]
9. Geriye
gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde onlar için endişe edenler,
haksızlık etmekten korksunSar. Yani ey vâsî, geriye bırakacağın zayıf
çocuklarını ve onların halinin nasıl olacağını hatırla da, ölümünden sonra
çocuklarına nasıl muamele edilmesini
istiyorsan, himayelideki yetimlere de öyle muamele et. Yetimlerin
işleri hususunda Allah'tan korksunlar ve onlara, kendi çocuklarına söyledikleri
gibi şefkatli ve merhametli sözler söylesinler. Bu âyet vâsîler hakkında nazil
olmuştur.
[20]
10. Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler, şüphesiz karınlarına sadece ateş doldurmuş olurlar. Hakikatte onlar, ateşten başka bir şey yemezler. Bu ateş kıyamet gününde onların karınlarında alevlenecektir. Zaten onlar, korkunç alevli ateşe gireceklerdir. O da cehennem ateşidir. [21]
Bu âyetler aşağıda sıralanan edebî sanatları ihtiva etmektedir.
1. "Zengin" ile fakir az oldu ile çok oldu
"erkekler" ile "kadınlar" ve "pis" ile “temiz" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
2. " verdiniz" veriniz" ve söyeyiniz ile döz kelimeleri arasında cinas-ı mugayir vardır.
3. Onlara mallarını veriniz... Onlara mallarını verdiğiniz zaman.." cümleleri ile, Ana babanın ve yakınların teri-kclerinde erkeklerin payı vardır; ana babanın ve yakınların terikelerinde kadınların da payı vardır" cümlelerinde itnâb vardır.
4. "Yetimlere mallarım veriniz" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yani "daha Önce yetim olup da rüşt çağma eren kimselere mallarını veriniz" demektir. Aynı şekilde, "karınlarına ateş doldururlar" cümlesi de mecâz-ı mürseldir. Yani ilerde böyle olacağı nazar-ı itibara alınarak ifade edilmiştir. Buna göre mânâsı: "Yedikleri, âhircîte karınlarında ateş oacaktır" demektir. Bu teşbih Ben rüyamda şarap sıktığımı gördüm"[22] cümlesine benzer. Yani ilerde şarap olacak üzümü sıktığımı gördüm" demektir.
5. Zengin olan vasi, yetimin malını yemekten sakınsın. Fakir olan ise iyilikle yesin, cümleleri arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
6. Birçok erkek ve kadın, terkiplerinde olduğu gibi, çeşitli yerlerde hazif yoluyla i'caz vardır. Bu âyetin takdiri şöyledir: Birçok erkek ve bir çok kadın. [23]
1. Sûreye, insanların bir tek şahıstan yaratıldıklarını hatırlatarak başlamak güzel bir mukaddime ve parlak bir giriş olmuştur. Aynı şekilde sûrede bulunan evlenme ve miras hükümleri, kan-koca hukuku, evlilik yoluyla doğan akrabalık, süt emzirme ve diğer şer-i hükümler için de parlak bir giriş olmuştur.
2. "Ey insanlar" şeklinde hitap edildiğinde, bu hitap ister kâfirlere, isterse onlarla birlikte diğerlerine olsun, çoğunlukla, bu hitabu ardından Allah'ın birliği ve rubûbiyetini gösteren deliller getirilir. Mesela "Ey insanlar Rabbinize ibadet edin[24] ve "Ey insanlar, Allah'ın va'di haktır[25] âyetlerinde durum böyledir Ey insanlar" ifadesiyle sadece mü'minlere hitap edildiği zaman burada olduğu gibi, bunun arkasından nimetler anlatılır. Ebu Hayyan böyle ifade etmiştir.[26]
3. Yenilen yemekler zaten kama gittiği halde, onuncu âyette "yemek" ile birlikte "karın" kelimesinin zikredilmesi pekiştirme ve mübalağa ifade eder. Bu "gözümle gördüm" "kulağımla işittim" seklindeki sözlere benzer. Yüce Allah'ın Bunlar, sizin, ağızlarınızla söylediğiniz sözlerdir[27] âyet-i kerimesi bunun bir benzeridir.
4. Yüce Allah beşinci âyette "yetimlerin malları"nı "vâsilerin malları" diye gösterdi. Bunun sebebi, toplumun birbiriyle yardımlaşmasının gereğine dikkat çekmek, mallarını korumaya ve onları zayi etmemeye teşvik etmektir. Çünkü aklı ermeyenin, malı har vurup harman savurmasından bütün toplum zarar görür. [28]
Birden fazla kadınla evlenme, hayat şartlarının gerektirdiği bir zarurettir. Bu, sadece İslam'ın getirdiği yeni bir mesele değildir. İslam geldiğin- de çok evliliği kayıtsız, sınırsız ve insanlık dışı bir şekilde buldu, onu tanzim etti, sınırladı ve toplumların karşılaşabileceği bazı zorunlu haller için bir deva ve ilaç kıldı. Gerçekte, çok evliliği meşru kılmak İslam'ın iftihar edeceği konulardan bindir. Çünkü İslam bugün toplumların karşılaşıp da çözüm bulamadıkları en girift problemlerden olan sosyal bir meseleyi halletmiştir,.. Toplum, iki kefesi denk olması gereken bir terazi gibidir. Kadınların sayısı erkeklerin sayısının birkaç katına çıkar da denge bozulursa ne yapacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden mahrum edip, onu fuhuş ve rezalet yoluna girecek bir durumda mı bırakacağız, yoksa bu problemi kadının şerefi, ailenin kudsîyelini ve toplumun selâmetini koruyabileceğimiz şerefli yollarla mı çözeceğiz?
Bunun en yakın örneği, İkinci Dünya harbinden sonra Almanya'da meydana gelen durumdur. Zira burada kadınlar erkeklere nisbetle aşırı derecede artmış ve erkeklerin üç misli olmuştur. Bu, bir sosyal denge bozukluğudur. Kanun koyucu bunu nasıl halledecektir? Hıristiyanlık bu mesele karşısında eli kolu bağlı, hiçbir görüş beyan edemeden şaşkın şaşkın dururken, İslam koyduğu parlak bir kanunla meseleyi çözmüştür. Avrupalının çok kadınla evlenmesine dini müsaade etmez, fakat o, gayr-i meşru yollarla yüzlerce kadınla ilişki kurmayı kendisine mubah sayar. Avrupalı bir baba, kızını âşığı ile birlikle gördüğünde sevinir, gıpta eder. Hatta onlara, rahatlarını temin edecek bütün yollan hazırlar. Bu durum yaygın bir örf haline gelmiş, devletler, cinsler arasındaki bu gayr-i meşru ilişkilerin meşruiyetini itiraf etmek zorunda kalmışlar ve ahlâkî çöküş kapısını sonu
na kadar açmışlardır. Böylece, birden fazla kadınla evlenme ilkesini meşru bir nikahla değil de arkadaşlık perdesi altında kabul etmişlerdir. Bu durum gerçek bir evliliktir. Ancak nikahsız, gayr-i resmîdir. Erkek, dilediğinde kadına karşı hiçbir hukukî sorumluluk taşımaksızın onu koyabilmektedir. Bunların arasındaki alaka aile ve eşlik alâkası değil, sadece bedenî bir alâkadır. Helâl yoldan birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayıp da, haram yoldan mubah kılmak suretiyle kadını insanlık mertebesinden, hayvanlık mertebesine İndirenlere şaşarım.
Ey Rabbim! Doğru yol
senin gösterdiğin yoldur. Senin âyetlerin haktır. Sen onlarla, dilediğini
doğru yola iletirsin.
[29]
11. Allah
size, çocuklarınız hakkında,
erkeğe, Kadının payının iki misli emreder. Kız çocuklar ikiden fazla ise
ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir tane ise yarısı
onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir hissesi
vardır. E-ğer çocuğu yok da ana, babası ona varis olmuş ise, anasına üçte
bir düşer. Eğer
ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer. Bütün
paylar ölenin yapacağı vasiyetten ve
borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda
bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah (tarafın) dan konmuş
paylardır. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
12.
Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa,
bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukari varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir.
Çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra bıraktığınızın dörtte
biri de onlarındır. Çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır.
Eğer bir erkek veya kadının, ana, babası ve çocukarı bulunmadığı halde (kelâle
şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek, yahut bir kızkardeşi
varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar.
Bu taksim, yapılacak vasiyet ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın
yapılacaktır. Bunlar, Allah'ın size vasiyetidir. Allah herşeyi hakkıyle
bilendir, halimdir.
13. Bunlar,
Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah
onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı
kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.
14. Kim de Allah'a ve Peygamber'ine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azab vardır.
Yüce Allah önceki âyetlerde yetimlerin korunmasını emrederken, bu arada özet olarak akrabaların haklarını da açıkladı. Bunun ardından, daha Önce özetle verilmiş olan miras hükümlerini geniş bir şekilde ortaya koydu. Erkek ve anne ve babaların, karı ve kocaların, erkek ve kızkardeşlerin paylarını anlattı. [30]
"Size emreder" demektir. Vasiyyet, bir şeyin yapılmasını istemek ve emretmek mânâsı.ıadır. lafzından daha kuvvetlidir, birşeyin önemini daha iyi ifade eder. Çünkü "îsâ", bir şeye düşkün olması ve ona sarılmayı istemektir.
Ferîda, Allah'ın takdir ettiği ve farz kıldığı bir haktır.
Kelâle, bir erkek kişinin, aslı ve fer'i olmadan, yani çocuksuz ve babasız olarak ölmesidir. Çünkü bu kelime, zayıflık mânâsına gelen j£ kelimesinden türemiştir. Kişi zayıflayıp da kuvveti gittiğinde denilir.
Allah'ın hükümleri ve ihlâl edilmesi caiz olmayan belirli farzlarıdır. [31]
Rivayet olunduğuna göre Sa'd b. Rabi'nin karısı, iki kızını alarak Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve dedi ki: Ya Rasulullah! Bunlar Sa'd b. Rabi'nin kızlarıdır. Babaları Sa'd, seninle birlikle Uhud'da savaşırken şehit oldu. Kızlarımın amcası mallarını aldı, onlara mal bırakmadı. Bunlar ancak mallan sayesinde evlenebilirler. Rasulullah (s.a.v.): Bu hususta Allah hükmünü indirir" dedi. Bunun üzerine miras âyeti yani "Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder.." âyeti indi. Rasulullab (s.a.v.) kızların amcasına haber göndererek, "Sa'd'ın iki kızına üçte iki, annelerine sekizde bir ver, kalan senindir" buyurdu.[32]
11. Allah
çocuklarınızın mirası hakkında sizden adaletli davranmanızı isteyerek, erkek
çocuğa iki kız çocuğun payı kadar mîrâs vermenizi emreder, Vârisler sadece iki
veya daha çok kız iseler, terikenin üçte ikisi bunlarındır. Vâris bir tek kız
ise, mîrâs malının yansı onundur. Yüce Allah bu âyette çocukların mirasını
anlatarak başladı. Anne-babanm mirasım daha sonra anlattı. Zira varislikte fer'
asıldan yani çocuk anne ve babadan önce gelir. Ölenin erkek veya kız çocuğu
varsa, ana babadan herbirinin, onun bıraktığı maldan altıda bir payı vardır.
Âyette geçen kelimesi, hem erkek nem de kız evlada şâmildir. Eğer ölenin çocukları
olmaz da, vârisler sadece anne ve babası veya anne ve baba ile beraber eşlerden biri olursa, bu takdirde malın tamamının üçle
biri veya hayattaki eş payını aldıktan sonra kalanın üçte biri annesinindir,
geriye kalan da ba-basınındır. Ölenin anne ve babası ile birlikte iki veya daha
çok kardeşi varsa, bu takdirde annenin payı sadece altıda birdir. Geri kalanı
babanındır. Bundaki hikmet şudur: Çocukların nafakasını temin etmek, annenin değil
babanın görevidir. Dolayısıyla babanın mala daha1 çok ihtiyacı vardır, Vârislerin
hakkı, ölünün vasiyeti yerine getirildikten ve borçları ödendikten sonra gelir.
Terike ancak bunlardan sonra taksim edilir. babalarınız ve oğullarınızdan
hangisinin size fayda bakı- mından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar
Allah tarafından takdir edilmiş paylardır. Yani mirasların taksimini Yüce
Allah bizzat üzerine aldı ve hikmetine göre payları takdir etti. En faydalı ve
yararlı bir şekilde taksim etti. Eğer iş insanlara
bırakılmaydı, kendileri için
hangisinin daha faydalı olduğunu
bilemezler, hikmetsiz ve yersiz bir şekilde mal taksim ederlerdi. İşte bunun
içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu:
Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. İnsanlar için faydalı
olanı.bilir, takdir ettiği ve muşru kıldığı şeylerde hikmeti vardır. Sonra Yüce
Allah karı ile kocanın mirasını anlatarak şöyle buyurdu:[33]
12. Ey
erkekler! Eşlerinizin sizden veya başka birinden çocukları yoksa, onların
bıraktığı malın yansı sizindir Eğer çocukları varsa, bu takdirde, sizindir,
bıraktıkları
mîrâsın dörtte biri sizindir. Bu hususta oğulun çocuğu, icmâen,Ancak bunlar. kendi çocuğu gibi kabul edilmiştir. eşlerinizin
yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden ve borçlarının Ödenmesinden sonra
olur. Mevcut eşlerinizden veya
diğerlerinden çocuğunuz yoksa, eşleriniz bir veya daha fazla da olsa.
bıraktığınız mîrâsın dörtte biri onlarındır, Mevcut eşlerinizden veya
diğerlerinden çocuğu varsa, bıraktığınız malın sekizde biri eşlerinizindir. Ancak
bunlar, yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesi ve borçlarınızın ödenmesinden
sonra olur. Burada vasiyetin ve borcun tekrar zikredilmesi, bunlara gösterilen
itinayı açıkça ifade eder. Eğer ölen erkek veya kadın, babası ve çocukları
bulunmadığı halde mîrâs bırakır da, asıl veya fer'î bulunmadığı için uzak
akrabaları ona mîrâsçı olursa ve kendisinin de ona bir bir erkek veya kız
kardeşi varsa bunlardan her birine, yani ana bir erkek ve kardeşe ve ana bir
kız kardeşe altıda bir pay vardır. Ana bir erkek veya kızkardeşler birden çok olurlarsa, onlar mîrâsm üçte birini eşit olarak bölüşürler. Bu mîrâsta erkeklerle
kadınlar eşittir. Ebu Hayyan: "Bu âyette belirtilen kardeşlerden maksadın,
anabir erkek kardeşler olduğu hususunda icma
vardır" der. Bu taksim, vârislere zarar vermek kastıyla değil, bir hayır
içinde yapılan, bir diğer İfadeyle üçte bir vasiyet sınırları içersinde yapılan
vasiyetin yerine getirilmesi ve borcun ödenmesinden sonra olur. Zira Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Vasiyet için malın üçte biri yeter. Üçte bir
bile çoktur." Bunlar, Allah'tan size bir vasiyettir, o emretmiştir. Allah alimdir, koyduğu kanunları pek iyi
bilir. Halimdir, emrine muhalefet edene ceza vermekte acele etmez. Açıklanan
bu hükümler, Allah'ın kullan için sınırlarını çizdiği kanunlarıdır. Bunları,
kullarını amel etmeleri ve sınırı geçmemeleri için koymuştur.
[34]
13. Kim.
hükmettiği hususlarda Allah'ın ve
açıkladığı hususlarda da
Rasulünün enirine itaat ederse, Allah onu binalarının ve
ağaçlarının altından ırmaklar akan naîm cennetlerine kor. Orada ebedî olarak
kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.
[35]
14. Kim Allah ve Rasulünün emrine isyan eder de O'nun çizdiği sınırı aşarak itaat etmezse, Allah, onu devamlı kalacağı cehennem ateşine sokar, oradan asla çıkarmaz. Onun için alçaltıcı zelil kılıcı ve ibret verici şiddetli bir azap vardır. [36]
Bu âyetler, aşağıda anlatılan edebî sanatları ihtiva etmektedir:
1. "Erkek" ile "kadın", kim itaat ederse" ile ,"kim isyan ederse" ve "babalarınız' ile "oğullarınız" kelimeleri arasında tıbâk sanalı vardır.
2. "Yaptıkları vasiyetin yerine getirilmesinden veya borçlarının ödenmesinden sonra" cümlesi ile "yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunuzun ödenmesinden sonra" cümlesinde itnab vardır. Bu anlatılanların mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini ifade eder.
3. kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
4.
kelimeleri mübalağa ifade eder.
[37]
Bazı alimler, "Allah size çocuklarınızın hakkında şunu emreder" âyetinden, Yüce Allah'ın çocuğa karşı annesinden daha merhametli olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Zira Allah, anne ve babaya, çocuklarının haklarını ödemelerini emretti. Şu hadis bu mânâyı pekiştirir: "Allah kullarına, çocuğuna merhamet eden şu anadan daha merhametlidir.[38]
Mirasta erkeğe, kadının payının iki misli verilmesindeki h sudur: Erkek, ailenin
nafakasını temin etmeye, ticaret yapma ve kazanç sağlama hususunda meşakkatlere katlanmaya mecbur ve bu hususta jıtiyaç
sahibidir. Onun temin etmesi gereken nafakalar daha çok, yerine getirmesi
gereken vazifeleri daha büyüktür. Bu sebeple onun, mala daha çok ihtiyacı vardır.[39]
15.
Kadınlarınızdan fuhu yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer
şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir
yol açmcaya kadar evlerde hapsedin.
16.
İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa
artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir.
17. Allah'ın
kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe
edenlerin tevbesi-dir; işte Allah
bunların tevbesini kabul
eder; Allah herşeyi bilendir,
hikmet sahibidir.
18. Yoksa
kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi
tevbe ettim" diyenler ile kafir
olarak ölenler için tevbe yoktur. Onlar için elem verici bir azap hazırlamışizdir.
19. Ey iman
edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helal değildir. Apaçık bir
edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de
kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız
biliniz ki Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış
olabilirsiniz.
20. Eğer bir
eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle
mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve
apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?
21. Vaktiyle siz birbirinizle haşır neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız?
Yüce Allah önceki âyetlerde nikah ve mîrâs hususunda erkek ve kadınlarla ilgili hükümleri açıkladıkları sonra, bu âyetlerde de haram olan bir şeyi işledikleri takdirde kadınlar hakkında verilecek hükmü açıkladı. Ardından da, onlara zulmetmek, mehirlerini yemek ve insan şerefine yakışır bir şekilde muamele etmemekten sakındırdı. [40]
"O hanımlar
ki" demektir. kelimesinin kaide
dışı cem'îdir
rahişe, çirkin fiil demektir. Burada, çirkin fiilden maksat zinadır.
"îkiisi" mânâsına olup kelimesinin tesniyesidir.
Tevbe, aslında "dönmek" manasınadır. Bunun gerçek mahiyeti, yapılan çirkin fiilden pişmanlık duymaktır.
Kâfin fethası ile "kerh" birisini bir şey yapmaya zorlamak manasınadır. Kâfin zammesi ile "kürh" ise, meşakkat demektir. "Annesi onu zahmetle taşıdı[41] âyetinde meşakkat mânâsında kullanılmıştır.
"Onları engellerseniz" demektir. Bir kimse bir kadının evlenmesine engel olursa denilir.
Bühtan, zulüm demektir. Bühtanın aslı, kendisine bühtan edilen şahsın duyduğu zaman şaşıracağı bir yalandır.
Ona ulaştı, onunla halvet oldu demektir. Genişlik mânâsına gelen Lü kökünden türemiştir.
Mîsâkan galîzan, kuvvetli söz manasınadır. Burada, nikah akdi mânâsına gelir. [42]
Rivayet edildiğine göre, Câhiliyye devrinde bir adam Öldüğünde, geride bıraktığı eşinden değil de başka eşinden olan oğlu veya velisi gelerek, kadının üzerine bir elbise atar adamın malına vâris olduğu gibi karısına da vâris olurdu. Dilerse, önceki mehri ile o kadınla kendisi evlenir, isterse mehrini alarak kadını başkasıyle evlendirirdi. Yüce Allah "Ey mü'minler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir." âyetini indirerek bu Câhiliyye âdetini kaldırdı.[43]
16. Zina eden kadınlarınızın, zina ettiklerine dair, hür müslümanlardan dön erkeğin şahitlik etmesini isteyin, Suçları şâhidlerle sabit olursa, onları ölünceye kadar evlerde hapsedin. Veya, Allah indireceği hükümle onlar için bir kurtuluş yolu göste-rinceye kadar onları evlerde tutun. İbn Kesir şöyle der: "İslamm ilk dönemlerinde bu konuda hüküm şöyleydi: Kadının zina ettiği, adil delil ile sabit
olunca eve hapsedilir,
Ölünceye kadar oradan çıkamazdı. Nihayet Yüce Allah Nur sûresini indirerek
celde ve recim hükmünü getirip bu hük- mü kaldırdı.[44]
İçinizden bu fuhşu yapan her iki tarafa da kınama, azarlama ve dövmek sureliyle
ceza verin. Burada "iki kişi" den maksat zina eden erkek ve kadındır.
Ancak tağlib[45] yoluyla müzekker lafız
kullanılmıştır Eğer bu kötü fiilden tevbe eder ve hallerini İslah ederlerse,
onlara eziyet etmekten vazgeçin. Allah tevbeleri cok kabul eder, rahmeti
boldur. Fahr-ı Râzî söyle jier: "Kadına evde hapsedilme, erkeğe ise
çeşitli şekilde eziyet etme cezası verilmesinin sebebi şudur: Kadın, ancak
evden çıktığı ve örtüsüz olarak halk arasında dolaştığında zina hatasına
düşer. Evde hapsedildiğinde bu suç vesilesi ortadan kalkar. Erkeğe gelince, onu
evde hapsetmek mümkün değildir. Çünkü o, kendisinin ve aile efradının geçimini
temin etmek için dışarı çıkma ihtiyacmdadır. Şüphesiz bunların cezaları da
farklı olmuştu.[46]
17. Allah'ın
"kabul edeceğim" diye söz verdiği tevbe, bilmeyerek bir masiyet
işleyip de bunun çirkinliğini ve sonucunun kötülüğünü anladıktan sonra pişman
olan ve ölmeden çabucak tevbe eden kimselerin tevbesidir. İşte Allah bunların
tevbesini kabul eder. Allah, yarattıklarını pek iyi bilir, koyduğu kanunlarda
hikmeti vardır.
[47]
18. Sürekli
olarak suç işleyip de nihâyel ölüm geldiğinde "Ben şimdi tevbe ettim"
diyen kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Bu, zor durumda kalmış kimsenin tevbesi
olup makbul değildir.[48]
Zira, hadiste: "Can çekişme durumuna gelmedikçe, Allah, kulun tevbesini
kabul eder.[49] buyrulmuştur. Kâfir olarak ölenlerin de, ölüm anındaki
imanları kabul edilmez. İşte onlar
için elem verici
bir azap hazırlamışındır.
[50]
19. Ey
mü'minler! Kadınları, veraset yoluyla bir insandan diğerine kalan eşya haline
getirmeniz ve kocalarının Ölümünden sonra onları bir miras malı gibi zorla
almanız size helâl değildir. İbn Abbas
şöyle der: "Câhiliyye
zamanında bir kimse ölünce, velileri
karısını almaya hak kazanırlardı. İsterlerse onlardan biri onunla evlenir,
isterlerse kadım başkasıyla evlendirir, dilerlerse kadının evlenmesine mani
olurlardı.[51] Onların evlenmesini
engellemeniz veya mehir olarak verdiklerinizin bir kısmını ele geçirmek için
onlara baskı yapmanız helal değildir, Ancak apaçık fuhuş işlemeleri yani zina
etmeleri halinde baskı yapıp onları evde hapsedebilirsiniz. İbn Abbas şöyle
der: Apaçık fuhuştan maksat, kadının kocasına karşı isyan etmesi ve huzursuzluk
çıkarmasıdır, Onlarla, Allah'ın emrettiği şekilde yani güzel söz söyleyerek ve
güzel muamele ederek geçinin, Onlarla geçinmekten hoşlanmasanız da onlara karşı
yine de sabırlı olun ve iyiliğe devam edin. umulur ki Allah size, onlardan
sevineceğiniz salih bir çocuk verir. Belki de hoşunuza gitmeyen şeyde birçok
hayır vardır. Sahih hadiste şöyle buyrulur: "Hiçbir mü'min erkek mü'min
kadına buğz etmesin. Çünkü onda hoşlanmadığı bir huyu varsa, hoşlandığı bir
huyu da vardır.[52]
Yüce Allah, kadını
boşadıktan sonra mehrinden herhangi bir şey almaktan sakındırarak şöyle
buyurur:
[53]
20. Ey
mü'minler! Boşadığmız bir kadının yerine başka bir kadınla evlenmek istediğiniz
de, onlardan birine yığınlara ulaşan büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi,
o mehirden az da olsa herhangi bir şey almayın, Siz onu haksız yere ve zulm ile
geri mi alıyorsunuz? Bu istifham, istifhâmı inkârîdir. "Geri almayın"
demektir.
[54]
21. Karı-koca hayatı yaşayıp kendilerinden faydalandığınız halde, bu mehri geri almanız nasıl mubah olur? Üstelik onlar sizden sağlam ve kuvvetli bir ahid aldılar, yani nikahlandınız. Mücahid: "Sağlam ve kuvvetli ahitten maksat, nikah akdidir." der. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları, Allah'ın emaneti olarak aldınız. Allah'ın emriyle onların namuslarını helâl edindiniz.[55]
Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunlar aşağıda özetlenmiştir:
1. "Ölüm onları öldürünce.." cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. "Allah veya melekleri onları öldürdüğünde" demektir.
2. "Sizden kuvveti bir söz aldılar" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah burada "mîsâk" lafzını, "şer'î akid" yerinde müs-tear olarak kullanmıştır.
3. "İkisi tevbe ederse" ile "tevbeyi kabul eden" ve "onlardan hoşlanmazsanız" ile "hoşlanmamanız" kelimeleri arasında cinâs-r mugayir vardır.
4. "Onlardan birine yığın yığın mal vermiş de olsanız" cümlesinde mübalağa sanatı vardır. İşin önemini vurgular ve pekiştirir. [56]
"Birbirinizle karı-koca hayatı yaşadınız." âyetinde Yüce Allah, mü'minlere yüksek ahlâkı öğretmek için, cima yerine kinaye olarak lafzını kullandı. İbn Abbas şöyle der: "Bu âyetteki lafzı cima manasınadır. Fakat Allah kerîmdir, kinaye yapar.[57]
Hz. Ömer (r.a.)
hutbede şöyle hitap etti: Ey insanlar! Kadınlara mehir vermekte aşırı
gitmeyiniz. Zira çok mehir vermek, dünyada bir şeref veya Allah katında bir
takva vesilesi olsaydı, buna Rasulullah (s.a.v.) sizden daha layık olurdu. O ne
eşlerinden ne de kızlarından birine oniki okkadan fazla mehir takdir etmedi.
Bir kadın kalkarak ona şöyle dedi: Ey Ömer! Allah bize verdiği halde sen bizi
mahrum mu ediyorsun? Çünkü Allah: "Onlardan birine yığınlara ulaşan büyük
miktarda mehir vermiş olsanız dahi, o mehirden birşey almayın" buyuruyor.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): "Kadın doğru söyledi, Ömer hata etti"
dedi.[58]
22. Geçmişte
olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir
hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.
23.
Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz,
erkek ve kızkardeş
kızları, sizi emziren analarınız,
süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz
eşlerinizden olup evlerinizde bulunan
üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer bu eşlerle henüz birleşmemişseniz
kızlarını almanızda size bir mahzur
yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden
almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve
merhametlidir.
24. Sahip
olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın
size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere
mallarınızla istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık
kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda
size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
25.
İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin
altında bulunan imanlı genç kızlarınız cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı
daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina
etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları
nikahlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir
fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır. Bu
içinizden günaha düşmekten korkanlar
içindir. Sabretmeniz ise sizin
için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
26. Allah
size açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin
günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyle bilicidir, yegane hikmet
sahibidir.
27. Allah
sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan
çıkmanızı isterler.
28. Allah
sizden yükünüzü hafifletmek ister; insan zayıf yaratılmıştır.
29. Ey iman
edenler! Karşıkhklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna, mallarınızı, batıl
ile aranızda yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet
edecektir.
30. Kim
düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa onu ateşe sokacağız; bu ise Allah'a çok
kolaydır.
31. Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
Yüce Allah önceki âyetlerde eşlere karşı güzel davranmayı emretti ve onlara eziyet etmek veya mehirlerini yemekten sakındırdı. Bundan sonraki âyetlerde de neseb, evlilik veya emzirmeden meydana gelen akrabalıklar sebebiyle evlenilmesi haram olan kadınları anlattı. [59]
Geçti demektir.
Makt, çirkin iş yapan kimseye karşı duyulan şiddetli buğz demektir. Araplar kişinin, babasının karısıyla yaptığı evliliğe nikahu'1-makt (buğz nikahı) derlerdi.
Rabâib, üvey kız yani karının başkasından olan kızı mânâsına gelen "Rabîbe" kelimesinin çoğuludur. Kocanın himayesinde terbiye edilip yetiştiği için ona bu isim verilmiştir.
Hucûr, hacr kelimesinin çoğuludur. Sizin terbiyenizde, manasınadır. Bir kimse başka bir kimsenin terbiyesi altında olduğunda denilir. Ebu Ubeyde: "evlerinizde manasınadır" der.
Halâil, zevce mânâsına gelen halîle kelimesinin çoğuludur. Kocasının helâli olduğu için bu isim verilmiştir.
Mnhsinîn, iffetli davranarak zinadan uzak olanlar demektir. : Sifah, "zina" demektir. Bu kelime, lügatte dökmek mânâsına gelen kökünden türemiştir. Zİnâ edenin, şehevî arzusunu yerine getirmek ve meniyi boşaltmaktan başka bir maksadı olmadığı için bu fiile sifah ismi verilmiştir.
Tavl, bolluk ve zenginlik demektir, Ahdân, kelimesinin çoğuludur, kadının dostu olıip, onunla gizlice zina eden kimse demektir.
Anet, günah işlemek demektir. Asıl mânâsı zarar ve fesattır. Sünen, yol mânâsına gelen sünnet kelimesinin çoğuludur. Onu sokarız demektir. [60]
a. Ensârın sâlihlerinden olan Ebu Kays b. Eslet ölünce oğiu Kays, babasının karısıyla evlenmek istedi. Kadın: "Ben seni çocuğum sayıyorum!! Gidip Rasulullah (s.a.v.) soracağım" dedi. Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve durumu haber verdi. Bunun üzerine Yüce Allah "Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin" âyetini indirdi.[61]
b. Ebu Said el-Hudrî'den şöyle rivayet olunmuştur: Evias gazasında, kocaları olan bazı kadın esirler aldık. Onlarla cima etmek hoşumuza gitmedi. Durumu Rasulullah (s.a.v.).'a sorduk. Bunun üzerine "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı" âyeti nazil oldu. Ebu Said diyor ki: Bunun üzerine harp esiri olan bu cariyeleri helâl saydık.[62]
22.
Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce
yaptıklarımızı Allah affet-mistir. Bu kadınlarla evlenmek son derece çirkin ve
en âdi bir şeydir. Kişinin, babasının
ölümünden sonra, annesi yerinde olan bir kadınla evlenmesi ve onun yatağına
girmesi insana nasıl yakışır? Bu çirkin ve âdi nikah, ne kötü bir evlenme
usûlüdür. Sonra Yüce Allah, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları
anlatarak şöyle buyurdu:
[63]
23. Annelerinizle evlenmek size haram kılındı. Baba veya ana tarafından olan nineler de bu hükme dâhildir. Kızlarınızla evlenmek de haram kılındı. Ne kadar aşağı inerse insin çocukların kızları da bu hükme dâhildir. Kızkardeşlerinizle evlenmek haram kılındı. Baba bir veya ana bir kızkardeş bu hükme dahildir. Halalarınız, yani babalarınızın ve dedelerinizin kızkardeşleri ile teyzeleriniz size haram kılındı. Erkek ve kızkardeşin kızları da haram kılındı. Bunların çocukları da bu hükme dâhildir.
Bu yukarda sayılan anneler, kızlar, kızkardeşlcr, halalar, teyzeler, erkek ve kızkardeş çocukları, nesep yoluyla haram olanlardır. Bundan sonra Yüce Allah emzirme yoluyla haram olanları açıklayarak şöyle buyurdu: Seni doğuran annen sana haram olduğu gibi seni emziren annen de sana haramdır. Süt kız kardeşin de böyledir. Allah, emzirmeyi nesep makamına indirdi de emziren kadına, emen çocuğun annesi diye isim verdi. Ayet anneler ve kizkardeşlerin dışında, emzirme yoluyla haram kılınanları zikretmedi. Halbuki Sünnet-i nebcviyye emzirme yoluyla haram olanların yedi olduğunu açıkladı. Nitekim nesepte de durum aynıdır. Zira Rasulullah (s.a.v): "Nesep yoluyla haram olan emzirme yoluyla da haramdır[64] buyurmuştur. Bundan sonra Yüce Allah, evlilik yoluyla haram olan kadınları açıklayarak şöyle buyurdu: Eşin annesiyle evlenmek de haramdır. Bu hususta, eş ile cima etmiş veya etmemiş olması farketmez. Çünkü kız ile yapılan mücerred akid anne ile evlenmeyi haram kılar. Zevcelerinizin, terbiye edip yetişdirdiğin.iz kızları da size haramdır. Burada kelimesi, mutlak hükmü mukayyed yapmak için gelmemiştir. Ancak genci durumu ifade eder. Çünkü genel olarak kızlar anneleriyle birlikte olur ve annelerin eşleri onların terbiyesini üstlenirler. Bu icına ile böyledir. Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizin kızları size haram kılındı. Burada duhul, birleşmeden kinayedir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Ey mü'minler! Eğer kendileriyle cima etmeden o kadınlardan ayrıldıysanız, onların kızlarıyla evlenmenizde sizin üzerinize bir vebal yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleriyle evlenmeniz size haram kılındı. Ancak evlat edindikleriniz müstesna. Bunların eşlerini nikahlamak sizin için helaldir,
Aynı anda iki kız
kardeşle birden evlenmek de size haram kılındı. Ancak Câhiliyye zamanında
yapılanlar müstesna. Şüphesiz Allah onları affetmîştir. Şüphesiz Allah
Gafûr'dur, 'geçmiş günahları pek bağışlar; Rahîm'dir kullarına merhametli
davranır.
[65]
24. Evli olan kadınları nikahlamanız size haram kılındı. Ancak esir almak suretiyle sahip olduklarınız müstesna.
Daru'l-harpte bunların kocaları olsa bile, temizlendikten sonra bunlarla birleşmek size helaldir. Zira esir almakla, kâfirin dokunulmazlığı ortadan kalkar. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın.[66]
Bu, Allah'ın üzerinize bir farzıdır. Bunların dışındaki kadınlarla evlenmeniz size helâl kılındı.
Ancak kadınları şer'î bir usûlle istemeniz, zina etmemeniz ve me-hirlerini vererek onlarla evlenmeniz şarttır.
Nikah ederek
kadınlardan faydalanmanıza karşılık, Allah'ın kadınlara bağış olarak
mehirlerini veriniz.[67]
âyetiyle size farz kıldığı mehirlerini veriniz. Mehirde anlaştıktan sonra,
kendi azalarıyla bundan indirim yapmalarında size bir günah yoktur. Nitekim bu
sûrenin dördüncü âyetinde iyi Şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile
bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.[68]
buyrulmuştur. İbn Kesir şöyle der: Yani, sen kadına bir mehir takdir ettiğinde,
o, bunun tümünü veya bir miktarını sana bağışlarsa bundan dolayı ne sana ne de
ona bir günah vardır, Allah, kullarının yararına olanı bilir, onlar için koymuş
olduğu hükümlerde hikmeti vardır.
[69]
25. Sizden kimin, hüı inü'min kadınlarla evlenme gücü ve imkanı yoksa mü'minlerin sahip olduğu mü'min cariyelerle evlenebilir. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Bu bir ara cümlesidir İman hususunda zahiri bilginin yeterli olduğunu açıklamak için gelmiştir Sırları Allah bilir.
Hepiniz aynı
köktensiniz. Yani hepiniz Adem'in çocuk lan ve bir tek nefistensiniz. Öyleyse
bu cariyelerle evlenmekten kaçınma yın. Nice cariye vardır ki, hür kadından
daha iyidir. Bu âyette, mü'minlerii cariyelerle evlenmeleri teşvik edilmiştir.
Zira hasep ve nesep üstünlüğüm değil, iman üstünlüğüne itibar edilir. Onlarla
efendileri nin emri ve sahiplerinin izni ile evlenin. Mehirlerin gönül
rızasıyla veriniz. "Onlar cariyelerdir" diye hor görerek mehirlerini eksik vermeyiniz, Onlar iffetli oldukları,
açıkça ve dostluk kurarak gizlice zina etmedikleri takdirde onlarla evlenin.
İbn Abbas şöyle der: kadının dostu demektir ki, kadın onunla gizli zina eder.
Yüce Allah açık ve gizli bütün fuhuşları yasaklamıştır.[70]
Evlenerek namuslarını koruduktan sonra zina ederse, onlara hür kadınların cezasının
yarısı kadar ceza verilir. Cariyelerle evlenmek zina suçunu işlemekten korkan
kimseler için mubah kılınmıştır. Cariyelerle evlenmeye karşı sabırlı olur ve
iffetinizi korursanız, bu, doğacak çocuğun köle olmaması için daha iyidir.
Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim tertemiz olarak Allah'a kavuşmak isterse
hür kadınlarla evlensin.[71] Allah'ın mağfireti bol, rahmeti çoktur.
[72]
26. Allah
dininizin hükümlerini ve işlerinizin yararlarını size açıklamak, uymanız için
sizi peygamberlerin ve salih kişilerin yoluna iletmek ve işlemiş olduğunuz
günah ve haramlardan dolayı yapacağınız tevbeleri kabul etmek ister. « Allah,
kullarının hallerini bilir, onlar için koyduğu kanunlarda hikmeti vardır.
[73]
27. Allah,
koyduğu hükümlerle sizi günah ve vebal kirinden temizlemeyi sever ve tevbesini
kabul etmek için kulun tevbe etmesini
ister.
Allah'ın kullarına
olan rahmetinin genişliğini vurgulamak için bu cümle iki defa tekrarlanmıştır.
'Şeytan'a tabi olan günahkarlar, sizin haktan ayrılıp bâtıla gitmeniz ve kendileri
gibi fasıklar ve günahkârlar olmanızı isterler. Allah, verdiği emirlerle, şer'î
hükümleri size kolaylaştırmak ister.
[74]
28. insan
zayıf, yani nefsanî arzularına karşı çıkmaktan aciz olarak yaratıldı. Şehevî
arzularına tabi olmaktan kendini tutamaz.Bundan sonra Yüce Allah, insanların
mallarım bâtıl yollarla yemekten sakındırarak şöyle buyurur: Ey Allah ve
Rasulünü tasdik edenler! Birbirinizin mallarını batıl yollarla yemeyiniz.
Bâtıl yoldan maksat, hırsızlık, hıyanet, gasb, faiz, kumar ve benzeri,
şeriatın müsaade etmediği her türlü yoldur. Ancak karşılıklı rızaya dayanan,
Allah'ın helal kıldığı ticaret gibi dine uygun bir yolla yemeniz müstesna. Bu
mubahtır. İbn Kesir şöyle der: Buradaki istisna, ıstısna-ı munkati'dır. Buna
göre mânâ şöyledir: Mal kazanma hususunda, haram kılınan sebeplere sarılmayın.
Ancak satıcı ve alıcının karşılıklı rızasına dayanan meşru ticareti yapınız.[75]
29.
Birbirinizin kanını dökmeyini Biliniz ki, Allah size karşı merhametlidir. Yüce
Allah'ın "kan dökme" yerine "nefsi öldürme" tabirini
kullanması, bu işi şiddetle men ettiğini ifade eder. Veya âyetin zahirine göre
mânâ "intihar etmeyiniz" demektir. Bu.yasaklama Allah'ın size bir
rahmetidir. Kim, Allah'ın yasakladığı
şeyi, sehiv ve hata ile değil de, haksızlık ve zulüm ile yaparsa onu içinde yanacağı büyük bir ateşe atacağız.
[76]
30. Bu,
Allah'a kolaydır, bunda bir zorluk yoktur. Çünkü Allah'ı hiçbir şey aciz
bırakamaz. Ey mü'minler, Allah'ın size yasakladığı büyük günahları bırakırsanız,
lütfumuz ve merhametimizle sizin küçük günahlarınızı sileriz[77]
31. Ve sizi şerefli ve nimeti bol cennete yerleştiririz. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği nimetler vardır. [78]
Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
1. "Anneleriniz size haram kalındı" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Haram kılman, annelerin nikahıdır. Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani takdirindedir.
2. "Haram kılındı" ile "helal kılındı", "iffetliler" ile "zina edenler" ve "büyük günahlar" ile "küçük günahlar" arasında tıbâk sanatı vardır. Zira "seyyiâtten" maksat küçük günahlardır.
3. "Kendileriyle birleştiğiniz" terkibi, cinsî münasebetten kinayedir, ve cümleleri de, bunun gibi cinsî münasebetten kinayedir.
4. "Onlara ücretlerini verin" cümlesinde istiare vardır, yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü mehr şeklen ücrete benzer,
5. "Nikahlamayınız" ile "nikahladığı", "sizi emzirdiler" ile "emişmeden" ve "iffetli kadınlar" ile "iffetlendiklerinde (evlendiklerinde)" kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır. -Ayrıca bu âyet-i kerimelerde birçok yerde ıtnab ve hazif vardır. [79]
1. Alimler, "muharremât âyeti"nden şu kaideyi çıkarmışlardır. Kızları nikahlamak, annelerini nikahlamayı haram kılar. Annelerle cinsî münasebette bulunmak, kızlarla evlenmeyi haram kılar.
2. Bazı Rafizî ve Şîa alimleri ... "Onlardan faydalanmanıza karşılık mehirlerini verin" âyetini mut'a nikahı olarak yorumlamışlardır. Bu fahiş bir hatadır. Çünkü burada "fay dal anmak "tan maksat, kocaların, cinsî münasebet yoluyla eşlerinden faydalanmalarıdır. Yoksa mut'a nikahı değildir. Mut'a nikahının-haram oluşu sünnet ve icmâ ile sabittir. Buna aykırı olan görüşe itibar edilmez.[80]
3. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Allah bir günahı zikrettikten sonra cezasının ateş veya gazab, veya lanet ya da azab olduğunu bildirirse, bu günah büyük günahtır.
4. Said b.
Cübeyr'in rivayet ettiğine göre, bir adam İbn Aboas (r.a.)'a: "Büyük
günahlar yedi midir? diye sorar. İbn Abbas (r.a.) şöyle cevap verdi:
Onlar, yediyüze yediden daha
yakındır. Fakat istiğfar edilince büyük
günahlar silinir, devam edilirse küçük günahlar büyük günah olur.[81]
32. Allah'ın
sizi kendisiyle birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin.
Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından
nasipleri var. Allah'tan O'nun lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi
bilmektedir.
33. Erkek ve
kadından her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından varisler kıldık.
Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi
görmektedir.
34. Allah'ın
insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından
harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusu-dur. Onun
için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına
karşılık gizliyi koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara
öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat
ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.
35.
Eğer karı-kocanın aralarının
açılmasından korkarsamz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının
ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını
bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.
36. Allah'a
ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara akraba olan komşuya, yabancı komşuya, yolcuya, elinizin
altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip
duran kimseyi sevmez.
37. Bunlar
cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine
verdiği lütfunu gizleyen kimselerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap
hazırladık.
38. Allah'a
ve âhiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara göbteriş için
sarfedenler de âhirette azaba duçar olurlar. Şeytan bir kimseye arkadaş olursa,
ne kötü bir arkadaştır ol.
39. Allah'a
ve âhiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne
olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir.
40. Şüphe
yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. İyilik olursa onu kat kat artırır,
kendinden de büyük mükafat verir.
41. Her bir
ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve seni de onlara şahid olarak gösterdiğimiz
zaman halleri nice olacak?
42. Küfür
yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni
ederler ve Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler.
43. Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut da kadınlara dokunup da su bulamamişsamz, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.
Yüce Allah Önceki âyetlerde kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları bildirdi. Daha önce de mîrâs hususunda erkekleri kadınlardan üstün tuttuğunu bildirmişti. Bu âyetler de, Allah'ın, karşı cinslerden herbirine verdiği nimetleri temenni etmeyi yasaklar. Çünkü bu temenni kıskançlık ve kin sebebidir. Yüce Allah daha sonra eşlerden herbirinin diğeri üzerindeki hukukunu açıkladı ve kadınların geçimsizliği ve isyanı halinde tedricen takip edilecek yolları gösterdi. [82]
Mevlâ, başkasına yardım eden demektir. Herbiri diğerine yardım ettiği için hem köleye hem de efendiye "mevlâ" denir. Burada maksat vârisler ve baba tarafından akraba olanlardır.
Kavvâm, bir işi koruyup gözetmek mânâsına gelen "kıyam" kelimesinden mübalağa sıygasıdır. "Erkekler, devlet adamlarının halkı yönettikleri gibi kadınları yönetirler" demektir.
Kânitât, "itaatkârdırlar" demektir. Aslında kunût, "devamlı itaat etmek" manasınadır.
Nüşûzehünne, "kadınların itaatsizliği ve baş kaldırması" manasınadır. Aslında bu kelime "yüksek yer" demektir. Yüksek tepeye denilmesi bundandır. Kadın kocasına baş kaldırıp isyan ettiği zaman denir.
Medâcı', yatak mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şikak, ihtilafa düşmek ve düşman olmak demektir. "Yan ve taraf" mânâsına gelen "şıkk" kelimesinden alınmıştır. Çünkü ihtilafa düşenlerden herbiri ayrı bir tarafta olur.
Cünüb, komşusuyla irtibatını sağlayacak bir yakınlığı bulunmayan uzak kişi demektir. Aslında cenabet uzaklık manasınadır.
Muhtâl, kibirli ve kendini beğenmiş kişi demektir.
Miskal, ölçü demektir.
Gâit, büyük abdest bozma demektir, öâit kelimesi aslında "alçak yer" manasınadır, insanlar ihtiyaçlarını gidermek istedikleri zaman alçak yerlere giderlerdi. Bu sebeple, abdest bozma yerine kinaye olarak "ğâit" kelimesi kullanıldı. [83]
a. Mücâhid'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ümmü Seleme (r.an-hâ): "Ya Rasulallah! Erkekler savaşa çıkıyor, biz savaşa çıkmıyoruz; (ganimet alamadığımız gibi) mîrâsta da erkeklerin yarısı kadar alıyoruz" dedi. Bunun üzerine: Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin" âyeti nazil oldu.[84]
b. Rivayet
olunduğuna göre, Ensârın ileri gelenlerinden biri olan Sa'd b. Rabi'ye karşı
hanımı Habibe bint-i Zeyd huzursuzluk çıkararak itaatsizlikte bulunur. Bunun
üzerine Sa'd ona bir tokat atar. O da, babası ile beraber Rasulullah (s.a.v.)'a
gelir. Babası: "Ya Rasulullah! Kızımı ona verdim, o ise kızımı dövdü"
der. Rasulullah (s.a.v.): "Kisas yoluyla ondan hakkını alırsın"
buyurdu. Bunun üzerine: "Erkekler kadınların yöneticisi ve
koruyucusudur" âyeti indi. Rasulullah (s.a.v.): "Biz bir iş murat
ettik, Allah da bir iş murat etti. Allah'ın murat ettiği şey daha hayırlıdır"
buyurdular.[85]
32. Ey
mü'minler! Allah'ın başkalarına vermiş olduğu din ve dünya ile ilgili şeyleri
hasretle temenni etmeyin. Zira bu, karşılıklı kin ve hasede sebeb olur.
Zemahşerî şöyle der: Mü'minler hasetten ve Allah'ın bazı insanlara
diğerlerinden fazla olarak verdiği makam ve malı arzu etmekten nehyedildiler.
Çünkü bu Allah'ın taksimidir, bir hikmetten dolayı oöyle olmuştur ve Allah'ın,
kullarının halini bilmesinin bir sonucudur Erkeklerin kendi kazandıklarından,
kadınların da kendi kazandıklarından bir nasibi vardır. Yani her iki tarafın,
mîrâsta belli bir miktar nasibi vardır. Taberî şöyle der: Herkes kendi amelinin
karşılığını görecektir. Hayır işlemişse hayır, şer işlemişse şer görecektir.[86]
Allah'tan, O'nun lütfu-nu isteyin, o size verir. Çünkü o çok cömert ve
karşılıksız verendir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. Bu bilgisinin sonucu
olarak insanları tabakalara ayırmış ve onların bazılarını bazılarına üstün
kılmıştır.
[87]
33. Biz
herbir insan için, ana baba ve akrabaların bıraktığı mirastan hisselerini
alacak vârisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere, yani
Câhiliyye zamanında yardım etmek ve mîrâscı olmak üzere kendileriyle anlaşma
yaptığınız kimselere, mirastan paylarını verin. Bu hüküm, İslam'ın başlangıcında
böyle idi, daha sonra kaldırıldı. Hasan-ı Basrî şöyle der: Aralarında neseb
bağı olmayan iki kişi birbirleriyle anlaşma yapıyor ve biri diğerine mîrâscı
oluyordu. Allah "Akrabalar
birbirlerine vâris olmaya daha uygundur.[88]
âyetiyle bu hükmü kaldırdı. İbn Abbas şöyle der: Muhacirler Medine'ye
geldiklerinde bir Muhacir bir Ensâra vâris oluyordu. Halbuki aralarında
Rasulullah (s.a.v.)'ın tesis ettiği kardeşlik
dışında bir akrabalık bağı yoktu. Âyeti nazil olunca, bu mîrâscı olma hükmü kaldırıldı.[89]
Şüphesiz Allah herşeyi görmektedir. Ona göre sizi cezalandıracaktır. Sonra Yüce
Allah erkeklerin kadınlara karşı bazı sorumluluklar yüklendiğini ve kadınları
bir idareci gibi yönettiklerini beyan ederek şöyle buyurur:
[90]
34.
Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Yani onlara emir verir, bazı
işleri yapmaktan meneder, onlar için harcama yapar ve bir devlet adamının
halkı yönettiği gibi onları yönetirler. Çünkü Allah erkeklere, daha fazla akıl
ve yönetme kabiliyeti verdi ve kazanç temin etme ve harcama yapma görevini
onlara yükledi. Onlar kadınları koruma, gözetme, oniar için harcama ve onları
terbiye etme görevini yürütürler. Ebussuûd şöyle der: Erkekler akıllarının
olgunluğu, güzel yönetimleri, temkinli, ağırbaşlı ve daha kuvvetli olmaları
sebebiyle üstün tutulmuştur. Bundan dolayıdır ki nübüvvet, imamet, velayet,
şahitlik, cihat ve benzeri görevler onlara verilmiştir,[91]
Sâliha kadınlar itaatkardır, Allah onları nasıl koruduysa, onlar da öylece
göze görünmeyen (aile sırlarını) korurlar. Bu âyette, erkeklerin yönetimi
altında bulunan kadınların hali geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Yüce Allah
onların iki kısım olduğunu açıkladı: Sâliha ve itaatkar kadınlar, başkaldıran
ve isyan eden kadınlar. Sâliha kadınlar Allah'a ve kocalarına itaat eder,
yapmaları gereken görevleri yerine getirir ve kendilerini fuhşiyattan
korurlar, kocalarının mallarını dağıtmazlar. Ayrıca onlar, kocaları ile
aralarında geçen ve gizlenmesi gerekli ve güzel olan konuları gizli tutarlar.
Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyu-rulmuştur: "Kıyamet günü Allah
katında derecesi en kötü olan insanlardan biri de, hanımı ile cinsî münasebette
bulunduktan sonra birbirlerinin sırlarını yayanlardır.[92]
Ey erkekler! Baş kaldırmalarından korktuğunuz, yani kocalarına itaat etmek istemeyen kibirli kadınları ıslah etme çarelerini arayın. Onlara nasihat ve irşad yoluyla öğüt vererek korkutun. Eğer nasihat ve öğüt fayda vermezse onları yataklarda yalnız bırakın. Onlarla konuşmayın ve onlara yaklaşmayın. İbn Abbas şöyle der: "Hecr, kadınla aynı yatakta yattığı halde, ona sırtını çevirerek onunla cima etmemektir.[93] Eğer yine vazgeçmezlerse, onları şiddetli olmayacak şekilde dövün. Eğer sizin emirlerinize uyarlarsa, artık onlara eziyet vermek için aleyhlerinde başka bir yol aramayın, Bilin ki Allah yücedir, büyüktür. Yani Allah sizden daha yüce ve daha büyüktür. O, kadınların velisidir. Onlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır.
Bakın, Yüce Allah bize
kadınlarımızı terbiye ederken ne yapmamız gerektiğini nasıl öğretiyor.
Cezalandırmadaki tertib ve inceliğe bir bakın. Yüce Allah bize, önce onlara
öğüt vermeyi, sonra onları yataklarda yalnız bırakmayı, daha sonra da şiddetli
olmayacak şekilde dövmeyi emrediyor. Sonra da âyeti, kendisinin yüce ve büyük
olduğunu gösteren sıfatları zikrederek bitiriyor ki, kul, Allah'ın kudretinin,
kocanın karısına olan kudretinden üstün olduğunu ve O'nun, zayıfların
yardımcısı ve mazlumların sığınağı olduğunu anlasın.
[94]
35. Ey
hâkimler! Eğer eşler arasında bir ihtilâf ve düşmanlıktan korkarsanız, erkeğin
lailesin-den âdil bir hakem ve kadının ailesinden de adil bir hakem seçiniz.1
Bunlar bir araya gelerek eşlerin durumunu görüşüp faydalı olanı yapsınlar.
Bunlar, iyi niyetle, Allah rızası için nasihat ederek eşlerin arasını bulup
barıştırmak isterlerse Allah bunların aracılığını uğurlu kılar, eşler arasında
barış ve ünsiyet meydana getirir ve kalplerine sevgi ve merhamet duygularını
yerleştirir, Şüphesiz Allah, kulların hallerini bilir, onlar için koyduğu
kanunlarda hikmeti vardır.
[95]
36. Allah'ı birleyin, ona tazim ve kulluk edin, putlar veya diğerlerinden hiçbir şeyi ona ortak koşmayın, anaya, babaya iyilik, ihsan, lütuf ve ikramda bulunmayı tavsiye edin.
akrabaya, özellikle yetim ve yoksullara iyilik edin. Akraba komşuya iyilik edin, çünkü onun üzerinizde hem komşuluk hem de akrabalık hakkı vardır. Aranızda akrabalık bulunmayan yabancı komşuya ve yakın arkadaşa iyilik edin. İbn Abbas: Bu, yolculuktaki arkadaştır, der. Zemahşerî de şöyle der: Bu, ister yolculuk arkadaşı, ister bitişik komşu, ister okulda tahsil arkadaşı, isterse herhangibir meclis veya başka bir yerde yanında oturan biri olsun sana arkadaşlık eden kimsedir. Yani aranızda meydana gelen en kısa bir sohbet arkadaşı demektir ki, senin bu hakkı gözetmen ve unutmaman gerekir. Bir görüşe göre yakın arkadaştan maksat kadındır.[96]
Ailesinden ve ülkesinden uzakta kalmış yolculara ve elinizin altında bulunan köle ve cariyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kendini beğenen, akraba ve komşularına büyüklük taslayan.
insanlara karşı böbürlenip duran, kendini onlardan daha yüksek ve daha üstün sayan kimseyi sevmez.
Bu âyet umumî ahlâk
prensiplerini kapsayıp iyilik etmeye ve güze. ahlâk prepsiplerine uymaya teşvik
etmektedir. Bu âyeti gerçek manâsıyla düşünen kimse ediplerin öğütlerine ve
mütefekkirlerin nasihatlarma ihtiyaç duymaz.
Yüce Allah bundan sonraki âyette Allah'ın kendilerine buğz ettiği bu kimselerin
vasıflarım anlatarak şöyle buyurdu:
[97]
37. Bunlar,
Allah kendilerine farz kıldığı halde onun yolunda harcama yapmayan ve
başkalarına da yapmamalarını emreden kimselerdir. Bu âyet Ensar'a
"Mallarınızı cihad ve zekat yolunda harcamayın" diyen bir grup Yahudi
hakkında nazil olmuştur. Bununla birlikte mânâsı umûmîdir. Bunlar, Allah'ın
kendilerine lütfundan verdiği mal ve zenginliği gizledikleri
gibi, Rasulullah (s.a.v.)'in
vasıflan ile ilgili Tevrat'taki âyetleri de gizlerler.[98]
Allah'ın nimetini
inkâr edenler için horlatıcı ve zelil
kılıcı elim bir azap hazırladık.
[99]
38. Allah'a
ve âhiret gününe sağlam bir imanla inanmadıkları
halde mallarını, Allah rızası için değil
de gösteriş, övünmek ve şöhret için harcayanlar da âhirette azap çekeceklerdir,
Şeytan bir kimsenin arkadaşı ve tavsiyelerine göre iş yapacağı dostu olursa bu
ne kötü dost ve arkadaş olur.
[100]
39. Allah'a
ve âhiret gününe iman edip te Allah'ın kendilerine verdiğinden onun yolunda
harca salardı ne zararları olur ve ne gibi bir vebal altına girerlerdi.? Bu
soru kınama ve inkâr ifade eder. "Hiçbir vebal ve zararları olmazdı"
demektir. Zemehşerî şöyle der: Bu intikam alan birine "af etseydi ne
zararı olurdu?" ve isyankâr birine "itaatli olsaydın neyin
eksilirdi?" denilmesine benzer. Bu bir kınama ve yerme ve faydalı olanı
bilmediklerini anlatmaktır.[101]
Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir. Bu onlar için bir ceza tehdididir.
Yani yaptıklarından dolayı Allah onları cezalandıracaktır.
[102]
40. Şüphesiz
Allah zerre kadar da olsa kimsenin amelini eksiltmez. Bu bir temsildir. Az şey
misal verilerek çoğa dikkat çekilmektedir. Zerre kadar haksızlık etmeyen daha
fazlasını hiç yapmaz demektir. Kulun zerre kadar yaptığı iş iyilik ise Allah
onu artırır ve onu kat kat çoğaltır.
Amelin sevabından fazla olarak kendinden de büyük bir mükafat verir. Bu,
cennettir.
[103]
41. Her
ümmetin peygamberini aleylerinde şahitlik etmek üzere getirdiğimizde ey Muhammed
seni de ümmetinden isyankâr ve yabancıların isyan ve yalanları hakkında
şahitlik etmek üzere getirdiğimizde kâfir ve günahkârların hali nice olur?
Onların durumları ne olur? Buradaki soru kınama ve azarlama ifade eder.
[104]
42. Allah'ın birliğini inkâr ve peygamberine isyan eden günahkârlar o zor günlerde yere gömülmeyi ve ölülerin üzeri gibi üzerlerinin dümdüz edilmesini veya yerin ayrılıp onları yutmasını "böylece toprak olmayı isterler. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur. gün kişi önceden ne yapmışsa ona bir göz atacak ve kâfir "Keşke toprak olsaydım." diyecektir.[105] Bu durum kıyametin şiddetini gördüklerinde meydana gelecektir, Allah'tan hiçbir haberi gizleyemez-ler. Çünkü onların âzâlan yaptıkları hakkında aleyhlerinde şahitlik edecektir.[106]
Bundan sonra Yüce
Allah sarhoşluk ve cünüplük halinde namaza yaklaşılmamasını emrederek şöyle
buyurdu.
[107]
43. Ey iman edenler! Siz sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaz kılmayın. Çünkü bu halde gönül alçaklığı ve sükûnetle Allah'a yakarmak olmaz. Bu durum içkinin haram kılınmasından Önce idi.
Tirmizî Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet eder "Abdurrahman b. Avf bir yemek hazırlayarak
bizi davet etti yemekte bize şarap içirdi. Şarap bizi sarhoş etti. Namaz vakti
gelince imamlık için beni ileri sürdüler. Ben namazda Kâfirûn sûresini, De ki:
Ey kâfirler! Ben sizin taptığınıza taparım. Biz sizin taptığınıza taparız"
şeklinde okudum. Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi.[108]
Yolcu olan hariç cünüp iken de güsül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Yani
meni gelmesi veya meni gelmeksizin cinsî münasebette bulunma sebebiyle temiz
olmadığınızda namaz kılmayın. Ancak yolcu olur da su bulamazsanız, bu durumda
teyemmüm ile namaz kılınız. Eğer hasta olursanız su da size zarar verirse veya
yolcu olursanız, abdestiniz de olmazsa; yahut küçük veya büyük abdestinizi
yapar veya başka bir şekilde abdestinizi bozar da su bulamazsanız veya
kadınlara dokunup ta temizlenecek su bulamazsanız. İbni Abbas: "dokunmak,
cima etmektir " dedi. İşte su bulamadığınız bütün bu durumlarda temiz
toprakla teyemmüm edip temizlenin. Yüzlerinizi ve elleriniz bu toprakla mesh
edin, Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. Zorluğa düşmemeleri için
kullarına ruhsat vererek kolaylık gösterir.
[109]
Bu âyetler aşağıda Özetlenmiş olan edebî sanatları ihtiva etmektedir.
1. "Erkeklerin kazandıklarından nasiplen var..." ile i "kadınların kazandıklarından nasipleri var..." "erkeğin ailesinden bir hakem, ile" "kadının ailesinden bir hakem" ve "akraba komşu" ile "yabancı komşu," terkipleri arasında itnâb vardır.
2. Cümlesinde istiare vardır. Erkeklerin verasete hak kazanmaları ve ona sahip olmaları çalışarak kazanmaya benzetilmiştir. İstiare-i tebaiyye yoluyla mastarından türetilmiştir.
3. Yataklarından aynim cümlesinde kinaye vardır. Bu ifade cinsi münasetten kinayedir. "kadınlara dokunduğunuzda..." cümlesinde de kinaye vardır. İbn Abbas'a göre, "kadınlarla cima, ettiğinizde..." demektir. Aynı şekilde "sizden biriniz ayak yolundan gelirse.." cümlesinde de kinaye vardır. "Gâit" kelimesi ile abdestsizlik kastedilmiştir.
4. "Erkekler kadınların yöneticisidirler." Burada mübalağa sıygası kullanılmıştır. Zira kalıbı, mübalağa sıygalarındandır. Süreklilik ifade etmek için isim cümlesi kullanılmıştır.
5. Getirdiğimizde halleri nice olur?" cümlesinde muhatabı kınamak için bilinen bir şey sorulmaktadır. Bununla muhatap azarlanmış ve kınanmıştır.
6. arasında iştikak cinası vardır.
7. "Kendini beğenen ve böbürlenen" ifadesinde tariz vardır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yermiştir.
8. Birçok yerde hazif vardır. Mesela cümlesi, anne ve babaya iyilik edin" takdirindedir. [110]
1. Yüce Allah, "eğer hakemler barıştırmak isterlerse" âyetinde sadece barıştırmayı zikretti. Bunun karşılığı olan ayırmayı zikretmedi. Bunda, barıştırmak için hakemlerin ellerinden gelen herşeyi yapmaları gerektiğine güzel bir işaret vardır. Çünkü eşleri ayırmak yuvaları harap eder, ve çocukları dağıtır. Bu ise sakınılması gereken şeylerdendir.
2. Yüce Allah, eşler arasındaki geçimsizlikle ilgili âyeti, "Allah yücedir, büyüktür" cümlesindeki iki yüce ismiyle sona erdirdi. Bu, kocalar haklarını kullanırken zulmetmeleri durumunda onlar için bir tehdittir. Âyet,sanki şöyle der: Sakm kadınlardan daha kuvvetli ve onlardan daha üstün olmanıza aldanmayın. Çünkü Allah yücedir, kahredicidir, kadınlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır. Allah sizden daha kuvvetli ve O'nun size üstünlüğü, sizin kadınlara üstünlüğünüzden daha fazladır. Öyleyse O'nun azabından sakının.
3. Buhârî, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder. Rasulul-lah (s.a.v.) bana, "Bana Kur'an oku" diye emretti. Ben: "Ya Rasulullah! Kur'an sana indirildiği halde ben sana Kur'an mı okuyayım?" dedim. Rasulullah (s.a.v.): "Evet, çünkü ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi severim" buyurdu. Ben Nisa sûresini okudum. "Herbir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak?" âyetine gelince, Rasulullah (s.a.v.): "Şimdilik yeter" buyurdu. Rasulullah (s.a.v.)'a baktım, bir de ne göreyim gözlerinden yaş akıyor.[111]
Yüce Allah, erkeklerin kadınlara üstünlüğünü "Allah'ın onları birbirlerine üstün kılması sebebiyle..." sözleri ile ifade etmiştir. Eğer "onların kadınlara Üstün kılınması sebebiyle..." şeklinde olsaydı daha kısa ve daha veciz olurdu. Fakat büyük bir hikmete binaen, yukardaki şekilde ifade edilmiştir. Bu hikmet, erkeğe göre kadının durumunun insan vücuduna göre bir azanın durumuna benzediğini ifade etmektir. Kadına göre erkeğin durumu da aynıdır. Erkek vücudun başı, kadın ise vücut mevkiindedir. Bir âzânııı diğerine karşı kibirlenmesi uygun olmaz Zira kulak göze, el ayağa muhtaçtır. Kişinin kalbinin midesinden daha üstün ve başının elinden daha değerli olması onun için bir ayıp değildir. Zira azaların herbiri, sistemli bir şekilde görevlerini yapmaktadır. Bunların hepsi birbirine muhtaçtır. İşte ifadesinin sırrı budur. Görülüyor ki âyet-i kerime son derece veciz ve mu'cizdir. [112]
Belki de İslam düşmanlarının İslam dinini yermek için tuttukları en kötü yol, İslamın erkeğe kadını dövme izni vermesi sebebiyle onu küçük düşürdüğü iddialarıdır. İslam düşmanları: Kur'an onların yataklarım terkedin ve onları dövün" demekle, kadını dövmeye nasıl izin verir? Bu, kadını küçük düşürmek ve onun şerefine bir tecavüz değil midir?! diyorlar.
Cevap:
Evet, hikmet sahibi ve
herşeyi bilen Yüce Allah, kadını dövmeye izin verdi. Fakat, kim dövülür ve ne
zaman dövülür? Şüphesiz dövmek, -ki bu şiddetli olmayan bir dövmektir,- Hadis-i
şerifte geldiği gibi, kadının geçimsizliği ve kocasının emrine isyanını ortadan
kaldırmak için takip edilen yollardan biridir. Kadın kocasıyle iyi geçinmez,
kendi başına buyruk olur, Şeytanın yönetiminde hareket eder ve evlilik hayatını
çekilmez hale getirir ve cehenneme çevirirse, bu gibi durumlarda erkek ne
yapacaktır? Kur'an-ı Kerim bunun ilacını bize göstermiş; Önce sabır ve teennî
ile hareket etmeyi, sonra öğüt ve nasihati, daha sonra yatakta yalnız
bırakmayı emretmiştir. Bütün bu tedbirler başarılı olmadığı takdirde, başka
bir tedbire baş vurmak gerekir ki, o da kibir ve gururu kırmak için şiddetli
olmayan bir dövmedir. Dövmek, kadını boşamaktan daha az zararlıdır. Küçük zarar
büyük zararla mukayese edildiğinden, küçük zarar güzel ve iyi görünür.
"Körlük hatırlandığında, tek gözlülük güzel görülür." Sözü, ne kadar
güzeldir. Dövmek, tedavi yollarından bir yoldur. Bu yol, iyilik ve güzellikle
İslahı mümkün olmayan bazı durumlarda fayda verir. Bu kavme ne oluyor ki., bir
türlü laf anlamıyorlar![113]
44. Kendilerine
Kitab'dan nasib verilenlere baksana!
Sapıklığı tercih ediyorlar.
Ve sizin de
yoldan çıkmanızı istiyorlar!
45. Allah
düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah
yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.
46.
Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek,
bükerek ve dine saldırarak "işittik ve karşı geldik", "dinle,
dinlemez olası", "râinâ" derler. Eğer onlar "işittik,
itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri İçin daha
hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları
lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.
47. Ey Ehl-i
kitab! Biz, birtakım yüzleri silip
dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi
lanetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize îman edin;
Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir.
48. Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, dilediği kimse
için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse iftira ederek bir büyük günah işlemiş
olur.
49.
Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize
çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.
50. Bak,
nasıl da Allah'a yalan uyduruyorlar; apaçık bir günah olarak bu yeter!
51.
Kendilerine Kitab'dan nasip verilenleri görmedin mi; putlara ve bâtıla îman
ediyorlar, sonra da kâfirler için: "Bunlar, Allah'a îman edenlerden daha
doğru yoldadır" diyorlar!?
52. Bunlar,
Allah'ın lanetlediği kimselerdir; Allah'ın lanetlediği kimseye gerçek bir
yardımcı bulamazsın.
53. Yoksa
onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi
bile vermezlerdi.
54. Yoksa
onlar, Allah'ın lûtfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar?
Oysa İbrahim soyuna Kitâb'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık
bahşettik.
55. Onlardan
bir kısmı Muhammed'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; onlara kavurucu bir
ateş olarak cehennem yeter.
56. Şüphesiz
âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri
pişip acı duymaz hale geldikçe, onların
derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima
üstün ve hakimdir.
57. İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde ebediyyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları sürekli bir gölgeye koyarız.
Yüce Allah önceki
âyetlerde kâfirlerin âhiretteki durumlarım ve yere gömülmeyi istemelerini ve
Allah'tan hiçbir sözü gizleyemeyeceklerini anlattı. Bu âyetlerde de
Yahudilerin küfür, inkâr ve Allah'ın âyetlerini yalanlamaları ile ilgili bilgi
verdi. Sonra da Ehl-i kitabın bâtıl inançlarından bazılarını ve cehennemde
onlar için hazırlamış
olduğu sürekli azabı anlattı. Allah bizi o cehennemden korusun. [114]
Bize bak, bizi gözet demektir. İbranicede bu kelime küfür ifade eder. Yahudiler, ahmaklık mânâsım kastederek bunu söylüyorlardı. f jsl : Akvem, daha âdil, daha doğru demektir.
Sileriz demektir. Tams, silmek ve bir şeyin izini yok etmek demektir.
Fetîl, hurma çekirdeğinin yangındaki ipliktir. Cibt, put ismi olup daha sonra, bâtıl olan her şey için kullanılmıştır.
Tâgût, Allah'tan başka, mabut edinilen taş, insan veya şeytan gibi herşeydir. Bir görüşe göre bu kelime, şeytanın ismidir.
Nakîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki oyuk demektir. : Onları koyarız, manasınadır. [115]
Rivayete göre Ebu Süfyan, Yahudi âlimlerinden biri olan Ka'b b. Eşrefe şöyle der: "Sen, kitabı bilen ve okuyan bir kişisin. Biz Ümmiyiz, o-kuma bilmeyiz. Hangimiz daha doğru yoldayız, söyle, biz mi Muhammed mi?" Ka'b: "Dininizi bana anlatın" der. Ebu Süfyan: "Biz hacılara develer kesiyor, onlara su içiriyor, misafir ağırlıyor ve Beytullah'i tamir ediyoruz. Muhammed ise atalarının dininden ayrıldı ve akrabalık bağlarını kopardı" der. Ka'b: "Sizin dininiz onunkinden daha iyi, vallahi siz ondan daha doğru yoldasınız" der. Bunun üzerine Yüce Allah, "Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi?." âyetini indirir.[116]
44. Kendilerine
kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de
yoldan çıkmanızı istiyorlar. Âyetteki soru, Yahudilerin kötü hallerinin
şaşılacak bir şey olduğunu ve onlarla dost olmaktan sakınılması gerektiğini
ifade eder. Yani, ey Muhammed! Kendilerine Tevrat bilgisinden nasip verilen
Yahudi bilginlerine baksana! Onlar dalaleti hidâyete, küfrü imâna tercih ediyor
ve ey mü'minler, sizin kendileri gibi olmanız için hak yoldan sapmanızı
istiyorlar.
[117]
45. Yüce
Allah, bu sapık Yahudilerin size olan düşmanlığını sizden daha iyi bilir.
Onlardan sakının, Allah'ın dost ve yardımcı olması size yeter. Sadece ona
güvenin ve ona dayanın. Düşmanların tuzağına karşı Allah size yeter. Bundan
sonra Yüce Allah la'netli Yahudilerin çirkin davranışlarından bir bölümünü
anlatarak şöyle buyurdu:
[118]
46. Bu
Yahudilerden bir grup kasten Allah'ın Tevrat'taki kelamını değiştiriyor ve Onu,
Allah'ın muradının dışında tefsir ediyorlar. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
vasıflarını recim hükümlerini ve daha başka şeyleri değiştirmişlerdir, Onları
imâna çağırdığında sana "Sözünü işitttik ve emrine isyan ettik"
derler. Mücâhid şöyle der: "Bu ey Muhammed! Söylediğini işittik, bu
hususta sana itaat etmeyiz" demektir. Bu hal, onların küfür ve inatlarını
ifade etmekte daha beliğdir.
Söylediklerimizi dinle, dinlemez olası. Burada söz iki yönlü olup hayra da
şerre de ihtimali vardır. Aslında hayır için kullanılır. "hoşa gitmeyecek
bir şeyi dinleme" manasınadır. Fakat Pis Yahudiler bunu, Rasulullah
(s.a.v.)'a beddua maksadıyle söylüyorlardı. Yani: "Allah kulaklarını
sağır etsin" veya "Allah canını alsın" demek istiyorlar.
Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederken "ey ahmak" diyorlardı. Bu
kelime, ahmaklık mânâsına gelen kelimesinden türemiş sövme kelimesidir.
Rasulullah (s.a.v.) ile alay ve istihza etmek için iki manâlı kelimeler
kullanıyorlar; bununla söme ve haraketi kastediyor, fakat zahiren tazim ve
hürmette bulunuyorlardı. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurdu: Dillerini eğip
bükerek, haktan bâtıla çevirerek ve İslam'a saldırarak böyle söylerler. İbn
Atiyye şöyle der: Bu durum Yahudi-lerde halâ mevcuttur. Yahudilerin, küçük
çocuklarını bu şekilde yetiştirdiklerini ve onlara, müslümanlara hitap ederken
kullandıkları zahiren tazim ifade eden fakat hakaret maksadıyle söyledikleri
kelimeleri ezberlettiklerine şahit olduk.[119] Eğer Yahudiler, Rasulullah (s.a.v.)'a: isyan
ettik" diyeceklerine, "işittik ve itaat ettik";
"söylediğimizi dinle, işitmez olası ahmak" şeklindeki âdi sözler
yerine şu güzel sözü söyleseler- di yani "dinle ve bizi gözet"
deselerdi, bu söz, Allah katında onlar için daha hayırlı, daha âdil ve daha
doğru olurdu. Fakat önceki küfürleri sebebiyle Allah onları hidâyet ve
rahmetinden uzaklaştırdı. Artık onlar pek az inanırlar. Zemahşerî şöyle der:
"Onlar, sayılmayacak kadar zayıf bir şekilde iman ederler..[120] Bu
da, kitab ve peygamberlerin bazılarına iman etmeleridir. Sonra Yüce Allah
onları, yüzlerini dümdüz edip duyu organlarım yok etmekle tehdit ederek şöyle
buyurdu:
[121]
47. Ey Yahudiler! Biz, burun, göz veya kaş gibi duyu organlarını yok ederek,bir takım yüzleri silip dümdüz etmek suretiyle enseler ; haline getirmeden, veya cumartesi günün kudsiyetini ihlâl edenlere la'net ettiğimiz gibi o yüzleri la'netlemeden önce, yâni onları maymun ve domuza çevirdiğimiz gibi, o yüzleri de çevirmeden önce, elinizde bulunan Tevrat'ı tasdik edici olarak Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'a iman ediniz. Yüzleri ense haline getirmekten maksat, insanın güzelliklerini çok çirkin bir hale getirmektir. Bu, İbn Abbas'ın görüşüdür.[122]
Allah'ın emri mutlaka
yerine gelecektir. Yani, O bir şey emrettiğinde, o şey mutlaka olur.
[123]
48. Allah şirki bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, kullarından dilediği için bağışlar, Kim Allah'a şirk koşarsa, o, iftira ederek büyük bir günah işlemiş olur. Taberî şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki, büyük günah sahibi herkes Allah'ın iradesi altındadır. Onun büyük günahı Allah'a şirk olmadığı müddetçe dilerse onu affeder, dilerse onu cezalandırır...[124]
Bundan sonra Yüce
Allah, Yahudilerin, küfürlerine ve kitabı tahrif etmelerine rağmen,
kendilerini temize çıkardıklarını anlatarak şöyle buyurdu:
[125]
49. Kendilerini
temize çıkaranlara ne dersin? Yani: Kendilerini öven ve itaat ve takva sahibi
olduklarını söyleyen bu Yahudilerin haberi sana gelmedi mi? O soru, onların
durumlarının şaşılacak şey olduğunu ifade eder. Katâde şöyle der: Bunlar,
kendilerini temize çıkaran Allah düşmanı Yahudilerdir. Biz, Allah'ın oğulları
ve dostlarıyız, bizim için günah yoktur" dediler.[126]
Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır. İş onların temize çıkarmasıyla
değil Allah'ın temize çıkarmasıyla
olur. İşlerin hakikatini ve gizliliklerini o daha iyi bilir. O, kullarından
razı olduklarım temize çıkarır, ki bunlar da. şerli Yahudiler değil, temiz ve
iyi kimselerdir. Onların amellerinden kıl payı kadar eksiltilmez. Fetîl,
çekirdeğin yangındaki ipliktir. Azlık ifade etmek için misal olarak kullanılır.
Nitekim "Allah zerre kadar zulmetmez" mealindeki âyette
"zerre" kelimesi azlık ifade etmek için kullanılmıştır.[127]
50. Bak,
nasıl da Allah üzerine yalan uyduruyorlar. Bu da onların iftira ve
yalanlarının şaşılacak şey olduğunu gösterir. Yani: Ey Muhammed! Bak,
kendilerini temize çıkarmaları ve Allah'ın oğulları ve dostları olduklarına
dair iddiaları hususunda Allah'a nasıl
yalan uyduruyorlar. Apaçık ve büyük bir günah olarak bu iftira onlara yeter.
[128]
51. Kendilerine
kitaptan nasip verilenleri görmedin mi; putlara ve bâtıl ilâhlara iman ediyorlar, jîu soru da hayret ifade
eder. Bunlardan maksat yine Yahudilerdir. Onlara Tevrat'tan bir nasip
verilmişti. Yine de putlara ve Allah'tan başka mabudla inanıyorlar Ve kâfirler
hakkında, "bunlar" Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır"
derler. Yani, Yahudiler Kureyş kâfirlerine "Siz, Muhammed ve
arkadaşlarından daha doğru yoldasınız" derler. İbn Kesir şöyle der:
Cehaletleri, dinî duygularının zayıflığı ve ellerindeki Allah kitabı Tevrat'ı
inkârları sebebiyle kâfirleri müslümanlara
tercih ederler.[129] Yüce Allah onların sapıklıklarını bildirerek
şöyle buyurur:
[130]
52. Onlar,
Allah'ın lanetleyip rahmetinden uzaklaştırdığı ve kovduğu kimselerdir.
Allah'ın, rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.
Bir kimseyi, Allah rahmetinden kovarsa, onu Allah'ın azabından kim kurtarır?
Onlara la'net damgası vurulmasına kim engel olur. O la'net, büyük azaptır.
[131]
53. Yoksa
onların mülkten bir nasipleri mi var? Bu soru inkâr ifade eder. Yani onların
mülkten herhangi bir payları yoktur demektir. Onların mülkten nasipleri
olsaydı, o takdirde aşırı cimriliklerinden dolayı, kimseye çekirdek üzerindeki
nokta kadar bir-şey vermezlerdi. Âyette geçen "nakîr" kelimesi, fetîl
ve kıtmîr kelimeleri gibi, azlık ifade etmek için bir misaldir. Çekirdek
üzerindeki noktaya denir. Bundan sonra Yüce Allah, cimrilikten daha kötü ve
yerilen bir hasletten bahsederek şöyle buyurur:
[132]
54. Yoksa
onlar, Allah'ın lüt-fundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı? İbn
Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'in peygamberliğini Ashabın da iman etmesini
kıskandılar. Yani, yoksa kendisiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'i üstün kıldığı ve
Arapları şereflendirdiği peygamberlikten dolayı Peygamber (s.a.v.)'i ve izzet
ve güçleri arttığından dolayı mü'minleri
mi kıskanıyorlar? İbrahim'in soyundan olan atalarınıza peygamberlik
verdik, onlara kitaplar indirdik, Davud ve Süleyman gibilerine peygamberlikle
birlikte büyük hükümdarlık verdik. O halde niçin, Allah'ın nimetini ihsan
ettiği diğer kişileri değil de,
özellikle Muhammed (s.a.v.)'i kıskanıyorsunuz?
Bundan maksat, Yahudilerin
Peygamber (s.a.v.)'i kıskanmalarını
reddetmek ve Allah'ın İbrahim (a.s.)'in soyuna lütfettiği nimetleri
bildiklerini hatırlatarak onları susturmaktır.
[133]
55. Yahudilerden bazıları Hz. Muhammed (s.a.v.)'e iman etmiştir. Bunlar çok azdır. Bazıları da iman etmemiş, yüz çevirmiştir. Bunlar ise çoğunluktadır. Nitekim âyet-i kerimede Onlardan hidâyete eren vardır. Çokları da "fasıktirlar"[134] buyrulmuştur. Küfür ve inatlarına karşılık onlara ceza olarak alevli cehennem kâfidir.
Bundan sonra Yüce
Allah, kâfir ve günahkarlar için hazırladığı şiddetli azabı ve tehditlerini
haber vererek şöyle buyurur:
[135]
56. Şüphesiz
âyetlerimizi inkâr e-denleri, gün gelecek, yüzleri ve ciltleri dağlayan korkunç
bir ateşe sokacağız. Onların derileri kazınıp tam mânâsiyle yandığında, o
derileri başka derilerle değiştiririz ki, azabın acısını devamlı olarak
duysunlar. Hasan-ı Basrî şöyle der: Ateş onları günde yetmişbin defa pişirir.
Ateş onları yakıp kül ettikçe, onlara "eski ha-linize dönün" denilir.
Onlar da eski hallerine dönerler. Rabî' şöyle der: Cehennemliklerden birinin
derisi kırk zira' olur. Karnına bir dağ konsa onu içine alır. Ateş onların
derilerini yakıp kül ettikçe, onların derileri yenilenir. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Cehennemlikler cehennemde o kadar büyütülürler ki, onlardan
birinin kulak yumuşağı ile omuzu arasında genişliği yediyüzyıllık yol kadar
olur. Derisinin kalınlığı yetmiş zira, dişi Uhud dağı kadar büyük olur.[136]
Allah Azîz'dir, hiçbir şey onu engelleyemez. Hikmet sahibidir, sadece adaletle
ceza verir.
[137]
57. Bu âyet, bahtiyar kimselerin sonlarının ne olacağını haber vermektedir. İnanıp iyi işler yapanları da, zemininden, bütün vadilerinden ve istedikleri her yerinden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar Ölmeyecek, orada ebedi kalacaklardır, Onlar için cennette, pisliklerden ve eziyetlerden arınmış eşler vardır. Mûcâhid şöyle der: Bunlar idrar, hayız, sümkürük, tükrük meni ve çocuktan arınmış tertemiz eşlerdir. Ve onları güneşin gideremiyeceğî, ne sıcak ne de soğuk, devamlı bîr gölgeye sokacağız. Hasan-ı Basrî şöyle der: Dünyadaki gölgeye giren hare-ret ve sıcak rüzgar bu gölgeye giremiyeceği için bu gölge "zalil" sıfatı ile nitelendi. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Cennette öyle bir ağaç vardır ki, bi-nekli olan bir kimse onun gölgesinde yüz sene gider, yine de bitiremez.[138]
Bu âyetler, aşağıda
özeLlcnen edebî sanatları ihtiva etmektedir:
1. Yoksa
insanları kıskanıyorlar mı? Cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. İnsanlardan
maksat Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir.
Burada Önceki ve sonraki bütün insanların taşıdığı üstün vasıfların Rasulullah
(s.a.v.)'de toplandığına işaret vardır.
2. Aşağıdaki cümleler de istiare vardır:
a) "Dalâleti satm alıyorlar" yani hidâyeti dalaletle değiştiriyorlar.
b) "Azabı tatsınlar." Aslında tatmak dil ile olur. Burada, insanın başına gelen acı yerine müstear olarak kullanılmıştır.
c) "Dillerini eğip bükerek". Leyy kelimesinin asıl mânâsı "ip bükmek"tir. Burada müstear olarak, zahiri mânâsından başka bir mânâ kastedilen söz için kullanılmıştır.
d) "Yüzleri sileriz" Bu, yüzlerin başka bir şekle çevrilmesinden ibarettir. Yüzler, harfleri ve satırları karmakarışık olmuş silik sayfaya benzetilmiştir.
3. İki yerde geçen şeklinde soru, hayret ifade eder.
4. "Bak, nasıl iftira ediyorlar?" cümlesindeki " emri hayret ifade eder. Sıygasının değiştirilmesi ve mazi yerinde muza-ri sıygasının kullanılması devam ve süretlilik ifade eder.
5. "Yoksa onların bir payı mı var?" ve "Yoksa kıskanıyorlar mı?" cümlelerindeki soru edatları kınama ve azarlama ifade eder.
6. "O takdirde insanlara çekirdek noktası kadar bir şey vermezler" cümlesinde, onların aşırı derecede cimriliklerine ta'rîz vardır. '
7. "Yüzler" ile bal "enseler" ve "iman ettiler" ile "kâfir oldular" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
8. "Onlara la'net ederiz" ile "la'net ettik" "verirler" ile -aüi "onlara verdi" ve"gölge" ile "devamlı olarak gölgeli" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
9. Birçok
yerde itnâb, bir çok yerde de hazif vardır.
[139]
58.
Gerçekten Allah size, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman a-daletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel
öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.
59. Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygam-ber'e ve sizden olan ulû'l-emr'e de itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûl'e götürün bu hem hayırlı, hemde netice bakımından daha güzeldir.
60. Sana indirilene ve senden önce indirilenlere
i-nandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağût'a inanmamaları kendilerine
emrolunduğu halde, Tağût'un ö-nünde mahkemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan
onları büsbütün saptırmak istiyor.
61. Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Rasûl'e
gelin" denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını
görürsün.
62.
Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince, hemen "Biz
yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak
istedik" diye yemin ederek sana nasıl gelirler!
63. Onlar,
öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerinde olanı bilir. Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve
onlara, ruhlarına tesir edecek bir söz söyle!
64. Biz her
peygamberi, Allah'ın izniyle ancak kendisine
itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana
gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi,
Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.
65. Hayır;
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp
sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manâsıyla
kabullennıedikçe iman etmiş olmazlar.
66. Eğer
onlara "kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın" diye emretmiş
olsaydık, içlerinden pek a-zı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen
öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı, hem de imanlarını daha
pekiştirici olurdu.
67. O zaman
elbette kendilerine nezdimizden büyük bir mükafaat verirdik.
68. Ve
onları dosdoğru bir yola iletirdik.
69. Kim Allah'a
ve Rasul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu
peygamberler, sıddikler, şehidler
ve salih kişilerle beraberdir.
Bunlar ne güzel arkadaştır!
70. Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.
Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin durumlarını, inat, kıskançlık ve inkârlarını anlatıp âhirette onlar için hazırlamış olduğu azap ve cezayı açıkladıktan sonra bu âyetlerde de, mü'minleri, Allah'a ve rasulürı= itaat, emaneti yerine getirme, insanlar arasında adaletle hükmetme suretiyle saadete yönlendirdi. Daha sonra da, münafıkların sakınılması ve uzak durulması gereken vasıflarını anlattı. [140]
Ni'imma, bunun aslı dır. "Allah size ne güzel öğüt veriyor" demektir.
Te'vil, sonuç olarak demektir.
Zannediyorlar. Zu'm, zannî inanç demektir. Leys der ki: Arap dilcileri şöyle der: Araplar bir kimse hakkında şüpheye düşüp yalan mı, doğru mu söylediğini bilemediklerinde "filan iddia etti" derler. İbn Düreyd ise, bu kelimenin, bâtılda en çok kullanılan kelime olduğunu söyler.
Arapların "Zeamû sözü, yalan bineğidir", sözü bundaridır.
Tevfîk, birleştirmek, ara bulmak demektir, Vifak ve Vefk kelimeleri "muhalefet" in zıddıdır.
Beliğ, etkili demektir.
Şecere, ihtilaf etti ve karıştı demektir. Ağacın dallan birbirine girip karıştığı için ona da şecer denmiştir.
Harec, darlık ve şüphe m âtıâl armadır. Vahidî şöyle der: \ Kendisine ulaşılamıyacak derecede dalları birbirine girmiş ağaca "harec" denir. [141]
a. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) Feth günü Mekke'ye girince Osman b. Talha Ka'be'nin kapısını kilitleyerek tavana çıktı, ve anahtarı Rasulullah (s.a.v.)'a vermek istemedi. Ve: "Onun, Allah'ın rasûlü olduğunu bilsem veririm" dedi. Hz. AH onun elini bükerek anahtarı aldı ve Ka'be'nin kapısını açtı. Rasulullah (s.a.v.) içeri girip iki rekat namaz kıldı. Çıktığında, anahtarı Osman b. Talha'ya iade etmesini ve ondan özür dilemesini emretti. Osman Hz. Ali'ye: "Eziyet ettin, zorladm, sonra geldin Özür diliyorsun!" dedi. Hz. Ali, "Allah senin hakkında "Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi emrediyor" âyetini indirdi" dedi. Hz. Ali âyeti okuyunca Osman müslüman oldu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Talha oğulları! Anahtarı eskiden olduğu gibi ebediyyen sizde kalmak üzere alın. Onu sizden, zâlimden başkası alamaz.[142]
b. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, münafıklardan Bişr adında bir adam ile bir Yahudi arasında bir anlaşmazlık vardı. Yahudi: Gel, Mu-hammed'i hakem yapalım, dedi. Münafık da: Hayır, Ka'b b. Eşrefi hakem yapalım, dedi. Bu adam, Allah'ın Tağût diye isim verdiği şahıstır. Yahudi bunu kabul etmeyip Rasulullah (s.a.v.)'m hakemliğinde İsrar etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'a gittiler. Rasulullah (s.a.v.), Yahudinin lehine, münafığın aleyhine hükmetti. Rasulullah (s.a.v.)'m yanından çıktıktan sonn münafık razı olmadı. "Gel, Hattap oğlu Ömer'i hakem yapalım, dedi. Öme r'e geldiler. Yahudi dedi ki: Benimle bu adam arasında anlaşmazlık vardı Muhammed (s.a.v.)'in hakemliğine baş vurduk. O da benim lehime, bunur aleyhine hükmetti. Bu adam Onun hükmüne razı olmadı ve senin huzurund; muhakeme edilmemizi istedi. Ömer (r.a.) münafığa: "Öyle mi?" diye sor du. O da: "Evet" dedi. Ömer (r.a.): "Ben çıkıncaya kadar yerinizde bekle yin" diyerek içeri girdi. Kılıcını kuşanıp çıktı. Kılıçla münafığa vurup öl dürdü. Ve: "Allah ve Rasulünün hükmünü razı olmayan hakkında ben böyl hükmederim" dedi. Bunun üzerine ...
iana indirilene inandıklarım ileri sürenleri görmedin mi?.." âyeti nazil oldu.[143]
58. Şüphesiz Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi emreder. Âyetteki hitap umumî olup bütün mükellefleri kapsamaktadır. Nitekim emanetler de umumîdir ve ister Allah hakları, ister kul hakları olsun zimmetlere taalluk eden bütün haklara şâmildir. Ze-mahşerî şöyle der: Bu hitap, her fert ve her emaneti içine almaktadır.[144] Yani: Ey mü'minler! Allah emanetleri sahiplerine vermenizi emreder, demektir. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah emanetlerin sahiplerine verilmesini emreder. Bu emir, insanın yerine getirmesi gereken bütün emanetleri kap-jsar. Bu emanetler namaz, oruç, zekat, keffaret ve benzeri, Allah'ın, kulları üzerindeki hakları ile; saklanmak üzere verilen emanet ve benzeri, şeylerden doğan kulların, birbirleri üzerindeki haklarıdır.[145]
Allah, insanlar
arasında hüküm verirken adaletli olmanızı emreder, Allah size ne güzel öğüt
veriyor, Allah sözlerinizi işiten, fiillerinizi görendir. Burada vaad ve
tehdit vardır.
[146]
59. Ey mü'minler! Kitap ve sünnete sarılmak suretiyle Allah'a ve Rasülüne itaat edin. Müslüman oldukları ve Allah'ın dinine bağlı kaldıkları müddetçe idarecilere de itaat edin. Zira yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur. Âyette geçen sizden olan, ifadesi, kendilerine itaat edilmesi gereken yöneticilerin, şekil ve görünüş itibariyle değil, maddeten ve manen, kanı ve etiyle müs-lüman olmaları gerektiğini gösterir. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, o konuda Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetinin hükmüne başvurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe hakikaten inanıyorsanız, o davayı Allah ve Ra-sulüne götürün. Burada şart edatı olan in cevabı, önceki âyetten anlaşıldığı için hazfedilmiştir. Bundan maksat, kitap ve sünnete bağlı kalmayı teşviktir. Nitekim kişi: "Eğer oğlumsan bana muhalefet etme" der. Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetine müracaat sizin için daha hayırlı, daha yararlı ve sonuç bakımandan daha güzeldir.
Bundan sonra Yüce
Allah, kalplerinde iman bulunmadığı halde iman ettiklerini iddia eden
münafıkların sıfatlarını anlatarak şöyle buyurur.
[147]
60. âyet
inandığını iddia edip de sonra Allah'ın hükmüne razı olmayan kimsenin durumunun
hayret verici olduğunu ifade eder. Buna göre mânâsı şöyledir: Sana indirilen
Kur'an'a ve senden önce indirilmiş olan Tevrat ve İncil'e inandığını iddia
eden bu münüfıkların yaptıklarına şaşmıyor musun? Anlaşmazlıklarında Tağût'un
önünde yargılanmak istiyorlar. İbn Abbas şöyle der: Tağût, azgın Yahudilerden
biri olan Ka'b b. Eşreftir. Aşırı derecede azgın ve Rasulullah'a düşman olduğu
için kendisine bu isim verilmiştir. Halbuki onlara, Allah'a iman etmeleri ve
onun dışmdakileri inkâr etmeleri emrolunmuştu. Başka bir âyet-i kerimede şöyle
buyrulmuştur. Kim Tağut'a küfredip Allah'a iman ederse, o, muhakkak en sağlam
kulpa yapışmıştır.[148]
Şeytan ise, hak ve hidâyetten sapmalarını güzel göstererek onları büsbütün
saptırmak istiyor.
[149]
61. O
münafıklara gelin anlaşmazlığa düştüğünüz hususta gelin aranızda hükmetmesi
için Allah'ın Kitabına ve Rasulünün hükmüne baş vurun" denildiğinde dit
Nifaklarından dolayı, münafıkların senden yüz çevirip gittiğini görürsün.
[150]
62.
Günahları ve elleriyle işlemiş oldukları küfür ve isyanları yüzünden Allah
onları cezalandırdığında halleri nice olur? Bu azabı kendilerinden savabilirler
mi? Sonra bu münafıklar, işledikleri günahlardan dolayı Özür dilemek için,
Allah adına yemin ederek: "Biz senden başkasının hükmüne başvurmakla
hasımları barıştırmak ve aralarını bulmaktan başka bir şey düşünmedik ve senin
hükmünü reddetmek istemedik" derler. Yüce Allah, onların yalancı
olduklarını göstermek için şöyle buyurdu:
[151]
63. O
münafıklar yalan söylüyorlar. Allah onların kalplerindeki nifak, tuzak ve
hileyi bilir. Onlar bu tatlı sözleriyle seni aldatmak istiyorlar, Faydaya
binaen onları cezalandırmaktan vazgeç. Kalplerin dek i ler i bildiğini onlara
açıklama ve gizli şeylerini ortaya çıkarma ki, korkulu ve endişeli kalsınlar,
Şiddet ifade eden âyetlerle nasihat ederek, onların nifak çıkarmalarını ve
tuzak kurmalarını engelle. Ve onlara kendileri hakkında etkili sö2 söyle. Yani
seninle onlar arasındaki hususlarda, kalplerinin içine ulaşacak şekilde etkili
sözlerle onlara nasihat et. Bu söz, onların iddialarını reddede: ve nifaklarına
mani olur. Bundan sonra Yüce Allah, peygamberlerin vazifelerini açıklayarak
şöyle buyurdu:
[152]
64. Biz peygamberlerden herbirini, sa dece Allah'ın emriyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Peygambere
itaat Allah'a itaat,
ona isyan Allah'a isyandır. O münafıklar senin hükmünü kabul etmemek suretiyle
kendilerine zulmettikleri zaman, nifaktan tevbe, günahlarından Allah'a
istiğfar ve hatalarını itiraf ederek sana gelselerdi, Ya Muhammedi Sen deonlar
için istiğfar edip, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan isteseydin. Elbette,
Allah'ın kullarının tevbesini çokça kabul ettiğini ve kendileri için rahmetinin
genişliğini anlarlardı. Bundan sonra Yüce Allah sadık imanın yolunu
açıklayarak şöyle buyurdu:
[153]
65. Ey Muhammedi Rabbine yemin ederim ki, onlar aralarında seni hakem kılıp anlaşmazlığa ve ihtilafa düştükleri hususlarda hükmüne razı olmadıkça iman etmiş olmazlar.
Âyetin başındaki "U yemini pekiştirmek için gelmiştir.
Sonra da verdiğin
hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ve karşı çıkmak kendilerini
müdafaa etmek ve çekişmeksizin tam mânâsıyle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar. İmanın hakikati boyun eğmek
ve teslim olmaktır.
[154]
66. Eğer o
münafıklara, Öncekilere farz kılmış olduğumuz meşakkatli amelleri farz
kılsaydık ve onlara bir takım zor şeyler yükleyip, Isrâîl oğullarına
emrettiğimiz gibi onlara da kendilerini öldürmelerini ve vatanlarından çıkmalarını,
emretseydik, imanları zayıf olduğu için, pek azı müstesna, kimse bu emre uymaz
ve boyun eğmezdi, Eğer onlar Allah ve Rasulüne itaat edip de kendilerine
emredileni yapsalardı, bu onlar için, dünyalarında da âhiretlerinde de daha
hayırlı olur, imanlarını daha
kuvvetlendirir ve sapıklık ve nifaktan onları daha çok uzaklaştırırdı.
[155]
67. O
takdirde, elbette onlara katımızdan büyük mükafat verirdik. Onları naim
cennetlerine götürecek doğru yola iletirdik.
[156]
68. Bundan
sonra Yüce Allah, kendisine ve Rasulüne itaatin faydasını anlatarak şöyle
buyurur:
[157]
69. Kim,
Allah ve Rasülünün emrettiğini yapar ve yasakladıklarından sakınırsa, Allah
Onu, huld cennetlerinde kendine
yakın olanlarla birlikte
ikram yurduna yerleştirir. Yani
onu âhirette yüksek mevki sahipleriyle birlikte oturtur. Bunlar yüce
Peygamberler, onların faziletli ve yakın arkadaşları sıddıklar, Allah yolunda
şehid olan seçkin kişiler ve Allah'ın diğer aâlih kullarıdır. Bunların
arkadaşlığı ve sohbeti ne güzeldir. Bu sâlih kulların arkadaşı da güzeldir.
Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunur: "Ölüm hastalığında iken
Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
"Ben, Allah'ın kendilerine nimetini, ihsan ettiği peygamberler, sıddıklar,
şehitler ve salihlerle birlikte olmak istiyorum" Anladım ki Rasulullah
muhayyer kılındı, o da , bunlarla beraber olmayı tercih etti.[158]
70. İtaat edenlere verilen bu büyük mükafat, sırf Allah'ın lütfudur. Allah itaat edenleri mükâfatlandırır, lütf ve ihsana müstehak olanları bilir. Bu konuda o yeter. [159]
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:
1. İddia edenleri görmedin mi? cümlesindeki soru hayret ifade eder.
2. "Rasul onlar için istiğfar etseydi" cümlesinde iltifaı sanatı vardır. Peygamberin şanının yüceliğini ve istiğfarın büyüklüğünü göstermek için böyle denmiştir. İltifat olmasaydı Sen onlar içir istiğfar etseydin, seklinde söylenirdi.
3. Allah size emrediyor cümlesinde emrin yüceliğini ve emre sarılma ve mutlaka yerine getirilmesini vurgulamak için emir haber sıygasıyla gelmiş ve tahkik ifade etmesi için cümle ile başlamıştır.
4. ile kelimeleri arasında mugayir cinas vardır.
5. Aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda cümlesind< istiare vardır. Dalları biribirine girip birbirini sıkıştıran ağaç münakaş; anında sözleri birbirine giren ihtilaf yerinde kullanıldı. Bu istiare de akl olan bir şey duyu organlarıyla idrak edilen maddi bir şeye benzetilmiştir.
6. Allah size emreder , Allah size n güzel öğüt verir ve Alah her şeyi işitir cümlelerinde Allal lafzının tekrar edilmesi kalplerde Allah korkusunu artırmak içindir.
7. Bir çok âyetle itnâb bir çok âyette hazf vardır. [160]
Aişe (r.a.)'nin şöyle
dediği rivayet olunur: Bir adam Resullalı (s.a.v.)' giderek: Ya Resulullah!
dedi: Sen bana nefsimden de aile efradımdan d daha sevgilisin. Ben evde
olduğumda seni hatırlıyorum, sana gelmeden di ramıyorum ve gelip sana
bakıyorum. Her ikimizin de öldüğümüzü düşür düğümde görüyorumki sen cennete
girince Peygamberler ile birlikte yükse mevkiilere gidersin. Ben cennete
girersem korkarım ki seni göremem" dec Resullah (s.a.v.) ona cevap
vermedi. Nihayet Yüce Allah. âyetini
indirdi.[161]
71. Ey iman
edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut da topyekün savaşın.
72.
içinizden bazıları vardır ki pek ağırdan alırlar. Eğer size bir felaket
erişirse: "Allah bana lütfetti. Çünkü onlarla beraber bulunmadım"
der.
73. Eğer Allah'tan
size bir lütuf erişirse Sanki sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş gibi-
"Keşke onlarla beraber olsaydım da, ben de büyük bir kazanç elde
etseydim" der.
74. O halde,
dünya hayatını âhiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim
Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galib gelirse, biz ona yakında büyük
bir mükafat vereceğiz.
75. Size ne
oldu da Allah yolunda ve
"Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir
sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla" diyen zavallı erkekler,
kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?
76. İman
edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise Tağût ve yolunda
savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın
kurduğu düzen zayıftır.
77.
Kendilerine, "Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekatı verin" denilen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş
farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha
fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da: "Rabbimiz! Savaşı
bize niçin yazdın! Bizi, yakın bir süreye kadar er-teleseydin olmazmrydı?"
dediler. De ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için
âhiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."
78. Nerede
olursanız olun, isterseniz sarp ve sağlam kalelerde bulunun ölüm size
ulaşır. Kendilerine bir iyilik dokunsa,
"Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de, "Bu
senden" derler. "Hepsi Allah'tandır" de! Bu adamlara ne oluyor
ki bir türlü laf anlamıyorlar!
79. Sana
gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni
insanlara elçi gönderdik; şahid olarak da Allah yeter.
80. Kim
Rasul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni
onların başına bekçi göndermedik!
81.
"Başüstüne" derler, ama
yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar.
Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a tevekkül et; sana vekil olarak Allah yeter.
82. Hâlâ
Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası
tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı!
83. Onlara
güven veya korkuya dair bir haber gelince
hemen onu yayarlar; halbuki onu Rasul'e veya aralannda yetki sahibi kimselere
götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu
bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna
şeytana uyup giderdiniz.
84. Artık
Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası sebebiyle sorumlu tutulmazsın.
Mü'minleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar. Allah'ın
gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.
85. Kim iyi
bir işe aracılık ederse, onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe
aracılık ederse onunda ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vermeye
kadirdir.
86. Bir
selam ile selamlandığıniz zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın; yahut
aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını sorar.
87. Allah ki, ondan başka hiçbir ilâh yoktur, elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!?
Yüce Allah Önceki âyetlerde nifaktan ve münafıklardan sakındırıp Allah'a ve Rasülüne itaati emrettikten sonra burada da itaatlerin ve Allah'a yakınlığı sağlıyan ibadetlerin en büyüğünü emretti. Bu da, Allah'ın dinini yüceltmek ve onu ihya etmek için Allah yolunda cihat etmektir. Aynı zamanda kâfirlerin ani baskınlarından korunmak için hazırlıklı olmayı da emretti. Bundan sonra cihada gitmeyip geri kalan ve mü'minlerin moralini bozan münafıkların hallerini açıkladı ve mü'minleri onların şerrinden sakındırdı. [162]
Sübat, topluluk mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. "Bölük bölük," demektir.
Burûc, yüksek bina ve büyük köşk mânâsına gelen burç kelimesinin çoğuludur. Burada maksat kalelerdir. Müşeyyede, "yüksek yapılmış" demektir.
İşi gece idare etti. Düşmanı gece gelmesine denilir. Arapların gece yapılmış bir iş mânâsında kullandıklarıdarb-ı meselleri de bu kökten türemiştir.
Onu yaydılar ve neşrettiler demektir.
Onu çıkarırlar manasınadır. Bir kimse suyu çıkardığı zaman der. Bu fiil bu sözden alınmıştır. Kitap ve sünnetten ahkam istinbat etmek de bu mânâda kullanılır.
Teşvik etti. Tahrid, bir şeye teşvik etmek demektir.
Tenkil, azap etmek manasınadır. Nekal, azap ve ceza demektir.
Kifl, nasip, pay mânâlarına gelir. Kifl, daha çok serde kullanılır. Mukit, muktedir demektir. Bir kimse bir şeye güç getirdeğinde denilir. Şâir şöyle der:
Kötülük yapmaya gücüm yettiği halde, öfkeli kimseye karşı kendimi tuttum. [163]
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Mekke'de Abdurrahman b. Avf ve bazı arkadaşları Nebi (s.a.v.)'ye gelerek "Ya Rasûlallah, biz müşrik iken izzet içinde idik. İman ettikten sonra zelil olduk. Bu ne hikmettir?" dediler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana, affetmek emredildi. Millete karşı savaşmayın." Medine'ye hicretten sonra Allah ona savaşı emretti. Bu sefer geri çekildiler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[164]
71. Ey
mü'minler, düşmandan sakının ve ona karşı hazırlıklı olun. Cihada bölük bölük gruplar ve arka arkaya
seriyyeler halinde çıkın, veya kalabalık bir ordu halinde topyekün çıkın. Yüce
Allah mü'minleri grup grup veya topyekün cihada çıkma hususunda serbest
bıraktı.
[165]
72. İçinizden bazıları vardır ki, ağır alır ve cihattan geri kalırlar. Bunlardan maksat münafıklardır. Zahire göre ve iddiaları nazarı itibare alınarak mü'minlerden say ildi lar. Eğer başınıza bir musibet gelirse, yani öldürülür veya yenilirseniz
O münafık, Allah bana
lütfetti, çünkü harpte onlarla birlikte bulunmadım ve öldürülenlerle birlikte
öldürülmedim der.
[166]
73. Ey
mü'minler, size Allah'tan bir yardım, zafer ve ganimet ulaşırsa, elbette o münafık, aranızda herhangi bir
tanışma ve dostluk yokmuş gibi, pişman ve üzgün bir kimse edasıyle "keşke
savaşta onlarla beraber olsaydım da, ganimetten büyük bir pay alsaydım"
der. " Cümlesi, ara cümlesidir.
Onların imanlarının zayıf olduğuna dikkat çeker. Münafığın bu dostluğu,
inancında değil görünüştedir. O, mü'minlerle beraber olmayı İslam'ın izzeti
için değil, bilakis mal ve dünyalık elde etmek için istemektedir. Yüce Allah, Allah yolunda
savaştan geri kalanları kınadıktan sonra, mü'minleri savaşa teşvik ederek şöyle
buyurdu:
[167]
74. Allah
yolunda, fâni hayatı verip baki hayatı alanlar ve mallarını ve canlarını Allah
uğrunda harcayan samimi mü'minler savaşsın Kim Allah'ın dinini yüceltmek İçin
onun uğrunda savaşır da şehit olur veya düşmana karşı zafer kazanırsa, ona bolca
sevap vereceğiz. O, şehadet veya ganimet gibi, iki güzel şeyden birini elde
edecektir. İster galip ister mağlup olsun, Allah yolunda savaşan kimse için bu
Allah'tan büyük bir mükâfat va'didir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur.
Allah, kendi uğrunda savaşa çıkanlar İçin garanti verdi. Buyurdu ki: Onu,
benim uğrumda cihâd etmek, bana iman etmek ve peygamberlerimi
tasdik etmekten başka bir şey savaşa çıkarmadı. Öyleyse onu cennete sokacağıma
veya sevap veya ganimet almış olarak çıktığı evine geri döndüreceğime garanti
veriyorum.[168]
75. Bu â-yetteki soru edatı cihada teşvik içindir. Yani ey mü'minler, size ne oldu da Allah yolunda ve hicret etmelerine müşriklerin engel olduğu erkek, kadın ve çocuklardan zayıf kardeşlerinizin kutulusu için savaşmıyorsunuz?! Onlar Mekke'de zelil ve zayıf bir halde birçok şiddetli eziyetlere maruz kaldılar?! bölümü zayıfları açıklamaktadır. İbn Abbas şöyle der: Ben ve annem zayıflardan idik. Rasulullah (s.a.v.) bu zayıflar hakkında şöyle dua ederdi: Ey Allahım ! Velid b. Velid, Seleme b. Hişam ve ... i kurtar. Sahih hadiste böyle varit olmuştur,
Bu zayıflar, üzerlerinden musibetin kaldırılması için Rab-lerine şöyle dua edenlerdir: "Ey Rabbimiz bizi, halkı küfür sebebiyle zâlim olan bu şehirden çıkar." Bu şehir Mekke'dir. Çünkü Mekke küfrün vatanı idi. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) buradan hicret etti. Zâlimlerden maksat Kureyş'in ileri gelenleri olup mü'minlerin hicret etmesini ve Mekke'de İslamın yayılmasını engelleyenlerdir, Ey Rabbimiz! Bizi bu sıkıntıdan kurtar, bize bir çıkış yolu göster. Katından bize bir yardımcı ve dost gönder.
Yüce Allah onların duasını kabul etti ve onlara en hayırlı yardımcı ve dostu gönderdi. Bu da, Mekke'yi fethetmek suretiyle onlara yardım eden Muhammed (s.a.v.)dir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye dönerken, Attab b. Üseyd'i onlara vali tayin etti. Attab, mazlumların hakkini zâlimlerden aldı.
Bundan sonra Yüce
Allah mücahidleri cihada teşvik ederek şöyle buyurur:
[169]
76. İman
edenleı, Allah yolunda;savaşırlar. Yani mü'minler, yüce bir hedef ve şerefli
bir gaye uğrunda savaşırlar ki, bu gaye de Allah'ın rızasını kazanmak
maksadıyle O'nun dinine yardım etmek ve onu yüceltmektir. Allah onların dostu
ve yardımcı sidir Kâfirlere gelince, onlar, küfre ve azgınlığa çağıran
Ta-ğût'un, yani şeytanın yolunda savaşırlar. Ey Allah dostları, şeytanın
yardımcılarına vt dostlarına karşı savaşınız. Şüphesiz siz onları mağlûp
edeceksiniz. Allah'ın dinini yüceltmek için savaşan ile, şeytanın yolunda
savaşan arasında çok büyük fark vardır. Zira Allah yolunda savaşan galiptir.
Çünkü Allah onun dostu ve yardımcısıdır. Tağût'un uğruna savaşan mağluptur ve
yardımcısız kalmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyururHaddi zatında
şeytan'ın tuzağı yani gayreti zayıftır. Hal böyle iken, Allah'ın kudretiyle
kıyas edildiğinde durum nasıl olur?! Zemahşerî şöyle der: Allah'ın kâfirler
için hazırladığı tuzağın yanında, şeytanın mü'minler için kurduğu tuzak çok
zayıf ve basit kalır.[170]
77. Ey Muhammed! Mekke'de iken savaş isteyen fakat kendilerine "Kâfirlerle savaşmayın, henüz vakti gelmedi. Namaz kılarak ve zakat vererek kendinizi hazırlayın." denilen kimselerin haline şaşmıyor musunMüşriklere karşı savaşmak farz kılınınca, bir de bakarsın ki onlardan bir grup, Allah'ın azabından korktukları gibi, hatta daha da fazla, insanların kendilerini öldürmesinden korkarlar. İbn Kesir şöyle der: İslam'ın başlangıcında mü'minler Mekke'de namaz, zekat ve müşriklerin eziyetlerine karşı sabretmekle mükellef idiler. Bize savaş emri verilse de düşmandan intikam alsak diye can atıyorlardı, istedikleri emir verilince bazıları korktular ve düşmanla karşılaşmaktan şiddetle kaçındılar.[171] Ve ölüm korkusuyla dediler ki:
Ey Rabbimiz; bize
niçin savaşı farz kıldın? Bize yakın bir zamana kadar müddet versen de
ecelimizle ölsek. Savaşta ölmesek de düşman bize sevinmese olmaz mı? Âyette
geçen kelimesi, mânâsına olup teşvik ifade eder. Ey Muhammedi
onlara deki: Şüphesiz, dünya nimetleri fâni, âhiret nimetleri bakidir.
Allah'tan korkup onun emrine sarılanlar için baki nimet, bu fâni metadan daha
hayırlıdır. Çekirdek yangındaki iplik kadar da olsa amellerinizin sevabından
azıcık bile eksiltilmez. İbnu'l-Cezzî şöyle der: Âyet, Sahabeden bir topluluk
hakkında nazil olmuştur. Bunlara daha önce, savaştan el çekmeleri emredildiği
halde savaş emrinin gelmesini istemişlerdi. Kendilerine savaş emri gelince, bu
hoşlarına gitmedi. Hoşlanmamaları, dinleri hususunda kuşkuya düşmelerinden
değil, ölüm korkusundan ileri geliyordu. Bir görüşe göre bu âyet münafıklar
hakkında nazil olmuştur. Bu görüş kelamın akışına daha uygundur.[172]
78. Nerede
bulunursanız bulunun, sağlam kalelere sığmsanız bile, eceliniz geldiğinde ölüm
size mutlaka ulaşır ve ansızın yakalar. O halde, ölüm korkusuyla savaştan çekinmeyin.
münafıklara zafer, ganimet ve benzeri bir iyilik dokunursa; bu, Allah
tarafmdandır ve O'nun takdiriyle-dir. Çünkü O bizim iyiliğimizi
bilmektedir" derler, Onların başına hezimet, açlık ve benzeri bir kötülük
gelirse, Mu-hammed (s.a.v.)'in ve dininin uğursuzluğunu kastederek; "Bu,
Muhammed (s.a.v.)'e tabi olduğumuz ve onun dinine girdiğimiz için başımıza geldi"
derler. Süddî şöyle der: Dinimizi bıraktığımız ve Muhammed'e uyduğumuz için
başımıza bu belâ geldi" derler. Nitekim Firavun'un kavmi de böyle
söylemişti: "Onların başına bir kötülük geldiğinde Musa'yı ve beraberindekileri
uğursuz sayarlardı,[173] Ya
Muhammed! O beyinsizlere de ki: "İyilik, kötülük, mükafat ve ceza,
bunların hepsi Allah katından-dır. Bunları yaratan ve icat eden odur. O'ndan
başka yaratıcı yoktur. Fayda veren de, zarar veren de sadece O'dur. Herşey Onun
iradesiyle olur. " Hayır ve şerrin Allah'ın takdiriyle olduğunu açıklamak
suretiyle onların bâtıl iddialarını reddetmesi ve onları susturması, Rasulullah
(s.a.v.)'a emredildi. Onlara ne oluyor da, herşeyin Allah'ın takdiri ile
olduğunu anlamıyorlar? Bu âyet, anlayışlarının azlığı sebebiyle onları kınamaktadır..
Bundan sonra Yüce Allah imanın hakikatini açıklayarak şöyle buyurdu,
[174]
79. Bu âyet
bütün insanlara hitap etmektedir. Yani Ey insan! Sana gelen iyilik ve nimet,
bir lütuf, ihsan, ikram ve bir imtihan olarak Allah'tandır. Sana gelen bir belâ
ve musibet ise, kendindendir. Kötülüğü bizzat kendin yaptığın için, onun sebebi
sensin. Nitekim birbaşka âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "Başınıza
gelen herhangi bir musibet, kendi yaptıklarınız yüzündendir[175]
Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederek şöyle, buyurdu, Ey
Muhammed! Seni bütün insanlara peygamber olarak gönderdik. Allah'ın hükümlerini
onlara tebliğ edeceksin. Senin peygamberliğine şahit olarak Allah yeter.
Bundan sonra Yüce Allah peygambere itaate
teşvik ederek şöyle buyurdu:
[176]
80. Kim
peygamberin emrine itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Çünkü peygamber,
Allah'tan aldığı emri tebliğ etmektedir. Ey Muhammed! Kim sana itaatten yüz
çevirirse, bilsin ki, seni onların amellerinin koruyucusu ve amellerinden
dolayı onları hesaba çekici olarak göndermedik. Senin görevin, sadece tebliğ
etmektir.
[177]
81. Münafıklar: "Emrin baş üstüne ya Muhammed! derler. Âyetteki kelimesi, işittim ve itaat ettim" diyen kimsenin sözüne benzer. Senin yanından çıkınca, onlardan bir grup, senin onlara söylediğinden başka bir şey yaparlar ki, o da sana muhalefet ve senin emrine isyandır. Cezalarını çekmeleri için, Allah yaptıklarını amel defterlerine yazmalarını Hafaza meleklerine emreder. Onlara aldırma işini Allah'a bırak ve O'na güven. Kendisine tevekkül edene yardımcı olarak Allah yeter. O, senin intikamını onlardan alacaktır.
Bundan sonra Yüce
Allah Kur'an'm açık mânâlarını ve beliğ lafızlarını anlamak için Kur'an
üzerinde düşünmekten kaçman münafıkları kınadı. Çünkü Kur'an'm delili üzerinde
düşünmekle anlaşılır. Ve bu şekilde nuru parlar.
[178]
82. Kur'an
üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer bu Kur'an, müşrik ve münafıkların
iddia ettiği gibi uydurulmuş olsaydı, onun haberleri, nazımları ve mânâlarında
büyük bir çelişki bulurlardı. Fakat Kur'an bundan münezzehtir. Haberleri doğru,
nazmı beliğ, mânâları açıktır. Bütün bunlar gösteriyor ki Kur'an, hikmet
sahibi, Övgüye lâyık Yüce Allah tarafından indirilmiştir.
[179]
83.
Münafıklara zafer, ganimet veya hezimet ve musibet gibi, mü'minlere ait bir
haber geldiğinde, onu, hakikatini
anlamadan konuşur ve yayarlar. Onların bu haberi yaymaları, müslümanlar
aleyhine bir fesai çıkarmaktır, Eğer onlar kendilerine ulaşan bu haber
hususunda dedikodu etmeyi bırakarak, onu Rasulullah (s.a.v.)'a Sahabenin
büyüklerine ve kendilerinden ilim sahiplerine götürselerdi, haberin asılını
araştıracak olan kimseler yani Rasulullah (s.a.v.), Sahabenin ileri gelenleri
ve ilim sahibi kişiler onun ne olduğunu bilirdi.
[180]
84. Ey
mü'minler! Allah size peygamberi göndermek lütfunda bulunmasaydi ve Kur'an'ı
indirmekle rahmet etmeseydi, azınız müstesna, şeytanın size emrettiği kötü
şeyler hususunda mutlaka ona uyardınız. Sonra Yüce Allah Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e cihad emrederek şöyle buyurdu:
Ey Muhammedi Tek başına bile kalsan, Allah'ın dinini yüceltmek için
savaş. Çünkü sana zafer vadedilmiştir. Münafıkların senden ayrılarak geri kalmalarına
üzülme. Mü'minleri cesaretlendirerek onları savaşa teşvik et. Umulur ki, Allah
kâfirlerin güçlerini kırar. Bu, Allah'ın, kâfirlerin gücünü kıracağına dair bir
vadidir, Fiili Allah hakkında kullanıldığında kesinlik ifade eder. Yani, senin
mü'minleri teşvikin sebebiyle Allah kâfirlerin, günaha batmışların kötülüğünü
Önler. Nitekim Allah Bedir'de onları hezimete uğratmak ve Mekke'nin fethini
mü'minlere nasip etmek suretiyle güçlerini kırmıştır. Allah'ın kudreti daha
çetin, cezası daha büyüktür.
[181]
85. Kim,
insanlar arasında şeriata uygun bir şekilde aracılık ederse, o bu işten bir
sevap payı alır. Kim de şeriata aykırı bir şekilde aracılık ederse, o da bu
işten bir günah payı alır. Allah'ın herşeye kudreti yeter ve herkesi ameli ile
cezalandırır.
[182]
86. Size bir
müslüman selam verdiğinde, onun selamını daha güzeliyle alın yahut aynı ile
karşılık verin. Şüphesiz Allah kullarını, büyük küçük her türlü amellerinden
dolayı hesaba çeker.
[183]
87. Bu âyet, âhirette bütün mahlukatı toplayacağına dair Allah'ın bir yeminidir. Yani, Allah birdir, O'ndan başka ma'but yoktur. O sizi vukuunda şüphe olmayan kıyamet gününde kabirlerinizden çıkarıp mutlaka hesaba çekecektir. Ceza ve hesap i-çin öncekileri de sonrakileri de bir yere toplayacaktır. Kim, Allah'tan daha doğru sözlüdür. Bu cümle lafzan soru cümlesidir, fakat mânâ itibariyle olumsuzluk ifade eder. Yani, sözünde ve vadinde, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan daha doğru kimse yoktur. [184]
Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Fâni hayatı, baki hayatla değiştiriler" cümlesinde istiare vardır. Burada "şira" (satmak) lafzı değiştirme yerinde kullanılmıştır.
2. "Sanki, sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş" cümlesinde itiraz sanatı vardır. Yani bu bir ara cümlesidir.
3. Allah'tan korkar gibi, insanlardan korkarlar" cümlesinde mücmel ve mürsel bir teşbih vardır.
4. "Emniyet" ve korku" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
5. kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
6. Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" cümlesinde, istifham-ı inkârî vardır.
7. İman edenler Allah yolunda savaşırlar" cümlesi ile Kâfirler, Tâğut yolunda savaşırlar" cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. Bunun gibi, kim iyi bir aracılık ederse, o ondan bir pay alır" cümlesi ile Kim, kötü bir aracılık ederse, o da ondan bir pay alır" cümlesi arasında da mukabele sanatı vardır. Mukabele, edebî sanatlardandır, iki veya daha fazla mânâyı ifade edip, sonra da aynı tertiple bunların karşılığını söylemeye mukabele denir. [185]
De ki, iyilik de
kötülük de Allah'tandır" âyeti ile, başına gelen kötülük
kendindendir" âyeti arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü birincisi
hakikat mânâsında kullanılmıştır Yani, iyiliği de, kötülüğü de Allah yaratır ve
icat eder. İkincisinde ise sebep olma ve sebeplenme söz konusudur. Yani kişi,
günahı sebebiyle musibete uğrar. Nitekim bir başka âyet-i kerime de "
Başınıza gelen musibet kendi kazandığınız günahlardan dolayıdır.[186] buyrulmuştur. Veya şöyle diyebiliriz:
Gerçekte her ne kadar herşey Allah'tan olsa da, iyiliğin Allah'a kötülüğün kula
nisbet edilmesi, sözde, Allaha karşı gösterilen güzel edeptendir. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v.)'ı "Bütün hayır senin elindedir. Şer sana nisbet
edilmez" buyurmuştur. Allah daha iyi bilir.
[187]
88. Size ne
oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları
yaptıkları yüzünden başaşa- ğı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın
saptırdığı kimse için asla yol bulamazsın!
89. Sizin de
kendileri gibi inkâr edip de onlarla eşit olmanızı istediler. O halde
Allah yolunda göç edinceye kadar
onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın,
bulduğunuz yerde onları öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.
90. Ancak
kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yahut sizinle
ve kendi toplumlarıyla savaşmaktan yürekleri kırılarak size gelenler
müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı.
Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size
barış teklif e-derlerse, bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola
girme hakkı vermemiştir.
91. Hem
sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da
bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona başaşağı dalarlar.
E-ğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları
yakalayın, rasladığmız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık
yetki verdik.
92.
Yanlışlıkla olması dışında bir mü'minin bir mü'mini öldürmeğe hakkı olamaz.
Yanlışlıkla bir mülmini öldüren kimsenin mü'min bir köle azad etmesi ve ölenin
ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi
o diyeti bağışlamış ola! E-ğer öldürülen mü'min olduğu halde, size düşman olan
bir toplumdan ise mü'min bir köle azat etmek lazımdır. Eğer kendileriyle
aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise, ailesine teslim edilecek bir
diyet ve bir mü'-mın köleyi azad etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin,
Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lazımdır.
Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
93. Kim bir
mü'mini kasden öldürürse cezası, i-çinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah
ona ga-zab etmiş, onu la'netlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.
94. Ey iman
edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız
zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici
menfaatine göz dikerek, "Sen mü'min değilsin." demeyin. Çünkü
Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah
size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.
95.
Mü'minlerden özür sahibi olanlar
dışında oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad e-denler bîr
olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece bakımından
oturanlardan üstün kıldı, i Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir; ama
müca-: hidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.
96. Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
Yüce Allah önceki âyetlerde münafıkların rezil durumlarını anlattıktan sonra bu âyetlerde de diğer âdi hallerini anlattı. Bundan sonra, hatâen ve kasden adam öldürmenin hükmünü açıkladı ve mü s lüm ani ardan birinin öldürülmesine sebep olmamak için, bir insanı öldürmeye teşebbüs etmeden önce temkinli davranmayı emretti. Daha sonra da, mücahidlerin mertebelerini ve âhiretteki yüksek mevkilerini anlattı. [188]
Onları küfre döndürdü, veya onları gerisin geri döndürdü, demektir. Reks aslında, bir şeyi ters çevirmek manasınadır. Şâir şöyle der:
Onlar cehennemin kızgın ateşinde başları aşağı ayaklan yukarı gelecek şekilde çevrilirler. Çünkü onlar âsî idiler. İftira etmiş ve yalan söylemişlerdi.[189]
Daraldı. Daralmak mânâsına gelen hasr kökündendir. : Selem; teslim olmak, boyun eğmek demektir.
"Onlara rastladığınız, onları bulduğunuz yerde" demektir. : İyice araştırın manasınadır. : O fitneye daldırılırlar.[190]
a. Zeyd b. Sabit'ten şöyle rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) Uhuc savaşma çıkınca beıaberindekilerden bir grup geri döndü. Bu dönenler hak kında Ashab iki gruba ayrıldı. Bir kısmı, "onları Öldürelim" dediler. Bir kısmı ise, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Size ne oldu da, münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız" âyetini indirdi Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu, ateşin, demirin kirini ve pasını gi derdiği gibi pislikleri gideren temiz bir şeydir.[191]
b. Rivayet olunduğuna göre Haris b. Yezid, Peygamber (s.a.v.)'e aşır düşmandı. Daha sonra müslüman olmak isteyerek Medine'ye hicret etti. Yolda Ayyaş b. Ebî Rabîa ile karşılaştı. Ayyaş, Haris'in müslüman olmak istediğini anlayamadı ve onu öldürdü. Bunun üzerine Yüce Alıah "Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin bir mü'mi-ni öldürmeye hakkı yoktur" âyetini indirdi.[192]
c. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Bir grup müsltimail) elinde ganimet malı bulunan bir adama yetiştiler. Adam onlara, "Selâmün aley-küm" dedi. Fakat onlar buna inanmayarak adamı öldürüp elindeki ganimeti aldılar. Bunun üzerine, sıze selam verene, "sen mü'min değilsin, demeyin..." âyeti nazil oldu.[193]
88. Ey
mü'mirıier, münafıkların durumu hakkında niçin iki gruba ayrıldınız? Bir
kısmını"onıarı öldürelim", bir kısmınız da "öldürmeyelim"
diyor. Halbuki onlar münafıktır. Nifak ve isyanları sebebiyle Allah onları küfre döndürmüştük
Allah'ın saptırdığı
kimseleri doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? Bu iki cümlede geçen soru
edatları inkâr ve kınama ifade eder. Yani, "bunların durumu hakkında
ihtilafa düşmeyiniz Onlardan hayır beklemeyin. Çünkü Allah onların dalâletine
hükmetti. Allah'ın saptırdığı kimse için, hidâyete ermesi ve imarı etmesi için
asla yol bulamazsın.
[194]
89.
münafıklar, sizm de kendileri gibi küfre dönmenizi, ve onlarla eşit olup toptan
kâfir olmarıı2ı isterler, "Onlar iman edip de, Allah yolunda hicret ve
cihad ederek imanlarını sağlamlaştırmadıkça, onlardan hiçbiriyle dostluk ve
arkadaşlık kurmayın.." Ey mü'minler, eğer onlar Allah yolunda hicret
etmekten yüz çevirirlerse, ister Harern mıntıkasında isterse bunun dışında
kalan Hill mıntıkamda olsunlar, nerede bulursanız onları yakalayıp öldürün.
Onların hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. Yani, her ne kadar onlar size
aşırı derecede dostluk gösterse ve yardım etseler de, siz işlerinizde onlardan
öğüt ve yardım beklemeyin.
[195]
90. Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız bir topluma, aralarındaki anlaşma gereği gidip sığınanlar hariç. Kanlarının dökülmemesi hususunda bunların hükmü, antlaşma yaptı ğınız toplum hakkındaki hükmün aynıdır,
Bu cümle de Öldürme emrinden istisnadır. Yani
yahut sizinle veya kendi kavimleri ile
savaşmak istemeyerek size gelenleri de öldürmeyin. Onlar sizinle beraber
olmadıkları gibi aleyhinizde de değillerdir. Allah dileseydi onları
kuvvetlendirir ve cesaret verirdi de size karşı savaşırlardı. Fakat Allah lütfuyla,
onların size karşı savaşmalarını engelledi. Onlar size saldırıp savaşmaz, boyun
eğer ve teslim olurlarsa; böyle devam
ettikleri sürece onlarla savaşmayınız.
[196]
91. Hem
sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız.
Yani münafıklardan size karşı imanlarını izhâr edip sizden emin olmak, kavimlerine
döndüklerinde de küfürlerini izhâr edip onlardan emin oimak isteyen başka bir
grubu da bulacaksınız. EbussuÛd, bunların Escd ve Gatafan kabilelerinden bir
grup olduğunu söylemiştir. Bunlar Medine'ye geldiklerinde müs I umanlardan emin
olmak için müslüman görünür ve onlarla muahede yaparlardı. Kavimlerine
döndüklerinde de, onlardan emin olmak için kâfir olur ve ahidlerini bozarlardı,
Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı daldırılırlar. Yani
onlar küfre veya müs-lümanlarla savaşa çağrıldıklarında hemen ona yönelir ve bu
hususta en kötü duruma sokulurlar. Bunlar her türlü düşmandan daha kötüdürler.
Eğer sizden uzak durmaz, barışa yanaşmaz ve sizinle savaşmaktan el çekmezlerse
rastladığınız ve bulduğunuz yerde onları yakalayıp esir atın ve Öldürün. İşte
zulüm ve hainliklerinden dolayı onları yakalayıp öldürmek için size açık bir
delil ve hüccet verdik.
[197]
92.
Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin bir mü'mini Öldürmesi doğru ve uygun
değildir. Çünkü iman zulmü engeller. Kİm yanlışlıkla bir mü'mini öldürürse
mü'inin bir köle âzât etmesi gerekir. Çünkü mü'min köleyi kölelik bağından
kurtarmak onu diriltmek gibidir. Aynı
zamanda katilin, öldürülenin mirasçılarına ödenmek üzere bir diyet vermesi
gerekir. Ancak mirasçılar katili bağışlar da diyeti düşürürlerse bunu ödemek
gerekmez. Kânun koyucu olan Yüce Allah yanlışlıkla adam öldürme halinede iki
şeyi farz kıldı. Bunlar keffâret ve diyettir. Keffâret, katilin malından
bedeli ödenmek üzere bir mü'min köleyi âzât etmektir. Diyet ise, katilin âkile
denilen yakınları tarafından ödenecek olan yüz devedir. Eğer yanlışlıkla
öldürülen mü'minin kavmi kâfir ise ve müslümanlarla savaş halinde iseler, bu
durumda katile sadece keffâret gerekir. Öldürülenin kav-minin müslümanların
a-leyhine yararlanmamaları için diyet ödemez, Eğer yanlışlıkla öldürülen
zimmîler gibi, aranızda anlaşma bulunan kâfir bir kavimden ise, aranızda bir
anlaşma olduğu için katilin, maktulün
ailesine diyet ödemesi gerekir. Aynı zamanda katilin, mü'min bir köleyi azat
etmesi de lâzımdırEğer katil köle bulamazsa, onun yerine kesintisiz olmak üzere
iki ay oruç tutması gerekir. Yüce Allah tevbenizi kabul etmek için bu hükmü
koydu. Allah yarattıklarını pek iyi bilir, koyduğu kânunlarda hikmet sahibidir.
Bundan sonra Yüce Allah kasten adam öldürmenin hükmünü, bunun çirkin bir suç
olduğunu ve cezasının çok şiddetli olduğunu açıklıyarak şöyle buyurdu:
[198]
93. Kirn,
mü'min olduğunu bilerek kasdcn bir mü'mini Öldürürse onun cezası, içinde
ebediyyen kalacağı cehennemdir. Cumhura göre bu hüküm, mü'mini öldürmeyi helâl
sayanlar i-çindir. Nitekim İbn Abbas da böyle söylemiştir. Çünkü öldürmeyi
helal sayan katil kâfir olur. O katil, Allah'ın hısımına uğrar, rahmetinden
kovulur, âhirette de şiddetli azaba çarpılır.[199]
94. Ey mü'minler, düşmana kar -şı savaşmak üzere cihada çıktığınızda temkinli davranın, kimin mü'min kimin kâfir olduğunu anlamadan insan öldürmede acele etmeyiniz. Geçici dünya malına göz dikerek. Islamm selamı ile size selam veren kimseyi, "sen mü'min değilsin, sen bunu ölüm korkusuyla söyledin" deyip de Öldürmeyin, Allah katında bundan daha iyi ganimetler vardır. Onlar, Allah'ın sizin için hazırladığı bol sevap ve nimetlerdir. Siz de daha önce böyle kâfirler idiniz. Allah size İslamı nasip etti. Size imanı lütfetti. Öyleyse herhangi bir mü'mini Öldürmemek için temkinli olunuz ve onun durumunu kendi durumunuzla kıyaslayınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan heberdardır. Onlara göre size ceza verecektir.
Bundan sonra Yüce
Allah mücahidlerin faziletini anlatarak şöyle buyurur:
[200]
95. A'mâ topal ve hasta gibi özürlüler hariç, mü'minlerden cihada gitmeyip oturanlar malı ile canı ile Allah yolunda cihad edenlerle bir değildir. İbn Abbas: "Bunlar, Bedir savaşma gitmeyip oturanlar ile, savaşa gidenlerdir" der. Bu âyet inince a'mâ olan İbn Ümm-i Mektûm kalkıp; "Yâ Rasulallah! Bana ruhsat var mı? Allah'a andolsun ki, gücüm yetse mutlaka cihada çıkardım." dedi. Bunun üzerine, "özürlüler hariç" bölü-
mü indi. Allah,
malları ve canlarıyla cihad edenleri, oturan özürlülere üstün kıldı. Zira aynı
niyeti taşımalarına rağmen birisi savaşa
katılmış diğeri katılamamıştır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
Medine'de Öyle kimseler vardır ki, yürüdüğünüz her yolda ve geçtiğiniz her
vadide sizinle beraberdirler. Ashab: "Yâ Rasulallah! Onlar Medine'de
oldukları halde mi, bizimle beraberdirler?" dediler. Rasulullah (s.a.v.):
"Evet özürleri onları engelledi." buyurdu.[201]
Savaşa katılan ve özürleri sebebiyle katılamıyanlardan herbi-rine Allah
âhirette güzel mükâfat vadetmiştir. Allah kendi yolunda savaşanlara bol bol
sevap vermek suretiyle onları, özürsüz olarak savaşa katılmayanlardan üstün
kılmıştır.
[202]
96. Allah mağfiret ve rahmetiyle birlikte, mücahitlere birbirinden üstün makamlar verecektir. Hadiste şöyle buyrulur: "Cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi uğrunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derece arasındaki mesafe, göklerle yer arasındaki mesafe kadardır.[203]
Bu âyetler, aşağıda özetlediğimiz edebî sanatları ihtiva etmektedir:
1. Münafıklar hakkında, niçin iki gruba bölündünüz? , ve "hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz" cürnlelerindeki soru edatları inkâr ve kınama ifade eder.
2. "Hidâyete erdirmeniz" ile "Allah'ın saptırdığı" ve "oturanlar" ile "savaşanlar" arasında tıbâk vardır.
3. "Kâfir olursunuz" ile "kâfir oldular" ve syi* "bir bağış" ile "bağışlayan kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.
4. "Allah malları ve canlarıyla cihad edenleri üstün kıldı..." cümlesi "Allah mücahidleri oturanlara üstün kıldı" şeklinde tekrarlandığı için itnâb vardır Aynı şekilde, "yanlışlık hali müstesna bir mü'mini öldür-mesi"cümlesi de "kim bir mü'mini hatâen öldürürse" diye tekrarlandığı için itnâb vardır.
5. "Allah yolunda yürüdüğünüz zaman" cümlesindı istiare sanatı vardır. Yüce Allah kelimesini, düşmanla savaşmak üzen "yürümek" yerinde, kelimesini de "din" yerinde müstear olarak kul landı.
6. Bir köle azat etmek, terkibinde macâz-ı mürsel vardı 1 Cüz zikredilmiş, küll kastedilmiştir. Yani kölenin boynu zikredilmiş, ker dişi kastedilmiştir. [204]
Kasten adam öldürmek İslam nazarında en büyük suçlardandır. Bundan dolayıdır ki, adam öldürmenin cezası son derece sert ve şiddetlidir. Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yarım kelime ile de olsa, kim mü'min ve müslümaıı birinin öldürülmesine yardımcı olursa, kıyamet günü iki gözü arısına "Allah'ın rahmetinden ümidini kesen"diye yazılı olarak gelir.[205] Bir başka hadiste de şöyle buyurdu: "Allah katında dünyanın yok olması, mü'min bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir.[206] Bunun içindir ki, tbn Ab-bas, katilin tevbesinin kabul edilmeyeceğine dair fetva vermiştir. Allah bizi bundan korusun. [207]
Yüce Allah, yanlışlıkla adam öldürene ceza olarak, mü'min bir köleyi azat etmesini emretti. Allah daha iyisini bilir ama, bundaki hikmet şudur: Katil, dinler içinden mü'min bir nefsi öldürüp yok edince, öldürdüğünün benzeri bir nefsi hürler içerisine katması gerekir. Çünkü köleyi, kölelik zincirinden kurtarmak diriltmek demektir. İslam hukukunda köle, başka milletlerde hürlerin sahip olamadığı haklara sahiptir. Bunun en güzel delili
Yüce Allah'ın şu âyetidir:
Kendilerine bol rızık
verilenler, rızıklarmı ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, rızıkta hepsi
eşit olsunlar.[208]
Rasulullah (s.a.v.)'m ölüm hastalığında buyurduğu şu hadis de bunun delilidir:
"Namaza sarılın, namaza. Bir de, sahip olduğunuz kölelere, güçlerinin
yetmediği yükü yüklemeyin.[209]
Amerika'da zencilere yapılan muameleyi gören bir kimse söylediğimizin
doğruluğunu açık bir şekilde anlar. Batı toplumları bir taraftan köle edinmeyi
yasaklarken, öte yandan hürleri köleleştiriyorlar. Fertleri köle edinmeyi
yasaklarken, kalkındırma ve yardım adı altında toplumları, halkları ve
milletleri köle yapıyorlar. Bu şahta ve aldatıcı medeniyet nerde, toplumları
halkları ve fertleri hürriyete kavuşturan, İslam'ın hakiki medeniyeti
nerede?!!
[210]
97.
Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırkan: "Ne îşde
idiniz" dediler. Bunlar: "Biz
yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın
yeri geniş değil miydi? Hicret et-seydiniz ya!" dediler. İşte onların
barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.
98.
Erkekler, kadınlar ve çocuklardan aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler,
hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır.
99. İşte
bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.
100. Allah
yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk bulur.
Kim Allah ve Rasulü uğrunda hicret
ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafaatı
Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı
ve merhametlidir..
101. Yeryüzünde
sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz,
namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık
düşmanımzdır.
102.
Sen de
içlerinde bulunup onlara
namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza
dursunlar" silahlarını yanlarına alsınlar, secde ettiklerinde onlar geriye gitsinler. Sonra
henüz namazını kılmamış olan diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını
kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler
arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız
da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur, yahut
hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de
tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.
103. Namazı
bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah'ı anın.
Emniyete kavuşunca da namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz mü'min-ler üzerine
vakitleri belli bir farzdır.
104. O topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin Eğer siz acı çekiyorsanız biliniz ki onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah
ilitn ve hikmet
sahibidir.
105.
Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana
Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!
106. Ve
Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok bağışlayıcı, ziyadesiyle
merhametlidir.
107.
Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hain günahkârları sevmez.
108.
İnsanlardan gizlenir de Allah'tan utanmazlar. Halbuki geceleyin, O'nun razı
olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır.
109. Haydi
siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü onları kim
müdafaa edecek yahut onlara kim vekil olacak?
110. Kim bir
kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah'tan mağfiret dilerse,
Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhametli bulacaktır.
111. Kim bir
günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi
bilicidir, büyük hikmet sahibidir.
112. Kim
kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine
atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113. Allah'ın sana lütfü ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Halbuki onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfü sana gerçekten büyük olmuştur.
Yüce Allah Önceki âyetlerde samimi mücahitlere verilecek sevabı mlattıktan sonra, bu âyetlerde de, küfür diyarında oturup da cihada katılmayanların cezalarını açıkladı. Sonra müslümanları küfür diyarından İslam diyarına hicrete teşvik etti. Hicret için yeryüzünün genişliğini, hicret edene verilecek sevap ve mükafatı anlattı. Bundan sonra da, cihat ve hicret korkuya sebep olduğu için, Yüce Allah yolcu ve korku namazının usûlünü anlattı. Daha sonra, adaletin üstünlüğü prensibine dair, tarihin kaydettjği en parlak misali verdi! Olay şudur: Zulmen, hırsızlıkla itham edilen
bir Yahudiye adaletle muamele edilmiş ve ona komplo hazırlayanlar Me-dine'li Ensar'dan bir aile olduğu halde onların suçlu olduğuna hükmedilmistir. [211]
Mürâğam, toprak
mânâsına gelen kelimesinden türemiştir. "Gidilen ve dolaşılan yar"
demektir. îbni Kuteybe şöyle der: Mürâğim ile muhacir aynı mânâyadır. Aslı
şudur: Bir kimse müslüman olduğunda kavmine kızgın olarak onlardan ayrılırdı.
Bu şahsa murâğim, yürüyüp gittiği yola murâğam, Peygamber (s.a.v.)'e ulaşmasına
da hicret denilirdi. Sea, rızıkta genişlik demektir.[212]
Sea rızıkta genişlik demektir.
Noksanlaştırinanız. Kasr, eksiltmek demektir. Bir kimse, dört rekatlı namazı iki rekat kıldığında denir. Ebû Ubeyd şöyle der: Bu, üçtürlü ifade edilir. Bunların üçü de "namazı kısalttım" demektir.[213]
Gafil olursunuz. Gaflet, dikkatsizlik ve hafıza zayıflığı sebebiyle insana arız olan dalgınlık" demektir.
Mevkut, vakitleri belli, vaktinin dışında yapılması caiz olmayan şey demektir.
Gevşersiniz.
Hasîm, mühâsım yani çekişen, müdafaa eden demektir.
Havvân, "çok hain, hıyanette aşırı giden, manasınadır. [214]
a. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Müslümanlardan, İslamı hafife alan bir grup Mekke'de oturuyordu. Müşrikler, Bedir savaşma onları da beraberlerinde getirdiler. Onlardan bazıları savaşta Öldü. Müslümanlar: "Bu arkadaşlarımız müslümandı. Savaşa zorla getirildiler, dediler. Bunun Üzerine Melekler kendilerine zulmeden kimselerin canlarını alırken... âyeti indi.[215]
b. Damure b. Kays Mekke'deki zayıflardan olup hasta biri idi. Allah'ın hicret hakkında indirdiği âyeti işitince" çocuklarına: Ben zayıflardan değilim, ben yolu mutlaka bulurum. Beni götürünüz. Vallahi, bu gece bile Mekke'de kalmıyacağı dedi. Onu bir sedyeye koyup yola çıktılar. Damura, yolda Ten'im demlen yerde öldü. Bunun üzerine Yüce Allah ım Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da, sonra kendisine ölüm gelirse artık onun mükafatı Allah'a düşer" âyetini indirdi.[216]
c. Rivayet olunduğuna göre Ensar'dan Zufroğullarından Tu'me b. Übeyrik isimli bir adam, komşusu Katâde b. Nu'man'm zırhını çalarak un torbası içine koyup götürdü. Torbadaki bir yırtıktan un akmaya başladı. Zırhı götürüp Zeyb b. Semîn adındaki Yahudinin yanında sakladı. Zırh, Tu'me-nin yanında araştırıldı, fakat bulunamadı. Tu'me, zırhı almadığına ve zırh hakkında her hangi bir bilgisi olmadığına yemin etti. Bunun üzerine onu bırakıp dökülen unun izini takip ederek Yahudinin evine geldiler. Zırhı burada bulup aldılar. Yahudi: "Bunu bana Tu'me emanet olarak verdi" dedi. Yahudilerden bir grup da onun lehine şahitlik ettiler. Zufroğulları: Haydin, Rasulullah (s.a.v.)'a gidelim dediler. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek, ondan arkadaşlarını müdafa etmesini istediler. Arkadaşlarının suçsuzluğu ve Yahudinin hırsızlığı hakkında şahitlik ettiler. Rasulullah (s.a.v.) da onların dediği gibi yapmak istedi. Bunun üzerine: Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik, âyeti nazil oldu. Tu'me, Mekke'ye kaçarak mür-ted oldu. frUekke'de hırsızlık yapmak için bir evin duvarını deldiği sırada duvar üzeime yıkılarak onu öldürdü.[217]
97. Küfür diyarında kâfirlerle birlikte ikâmet etmek ve İslam diyarına hicret etmemek suretiyle nefislerine zulmettikleri halde meleklerin kendilerini öldürdüğü kimseler var ya, İşte Melekler onlara: Dininizin emirlerini uygulama hususunda durumunuz nedir?" diye sorarlar. Bu soru kınama ve a-zarlama ifade eder. Onlar özür beyan ederek: "Biz Mekke'de zayıftık ve o-rada dinin emirlerini uygulamaktan acizdik" derler. Melekler onları kınayarak derler ki: Allah'ın arzı geniş değil miydi ki Habeşistan ve Medine'ye hicret edip da dinin emirlerini yerine gibi siz de küfür diyarından Allah'ın dinini uygulayabileceğiniz hicret etseydiniz. Yüce Allah onların cezasını açıklayarak şöyle İşte onların barınacağı yer cehennem getirenler bir diyarabuyurdu:
dir.. Orası barınacak
ne kötü bir yerdir! Yüce Allah bundan sonra zayıfları ve hicret etmekten âciz olanları istisna ederek şöyle
buyurdu:
[218]
98. Ancak
onlardan, müşriklerin ezdiği, fakirlik ve zayıflıklarından dolayı da hicretten
aciz olan, kurtuluş çaresi ve hicret yurduna götürecek yolu bulamayan zayıf
erkek, kadın ve çocuklar müstesna.
[219]
99. İşte
bunları umulur ki Allah affeder. Çünkü bunlar hicreti kendi istekleriyle
bırakmadılar. Allah çok af edicidir, bağışlayıcıdır. Dolayısıyla mazereti
olanları affeder ve bağışlar. fiili Allah kelamında kullanıldığında tahkik
ifade eder.
[220]
100. Bu âyet hicreti teşvik etmektedir. Yani kim. dini için vatanını terk eder ve düşmanların tuzağından kaçarsa yer yüzünde hicret edecek ve dolaşacak geniş bir yer bulur. Bu sayede düşmanının zulmünden korunur. Geniş rızık elde eder. Çünkü Allah'ın arzı geniş ve kulları için rızkları boldur. O, şöyle buyuruyor. "Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin[221]
Kim Allah ve Rasulu
uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık
onun mükafatı Allah'a düşer. Yüce Allah bu âyette haber veriyor ki: Kim dini
uğrunda ülkesinden çıkarak, yani küfür diyarından hicret ederek Allah ve
Rasulüne giderde hicret yurduna ulaşmadan önce Ölürse onun hicretinin sevabı
Allah'a düşer. Allah kullarını bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
[222]
101. Savaş
ticaret veya diğer sebeplerle yolculuk ettiğiniz zaman namazları kısaltarak
dört rekatlı namazları iki rekat kılmanızda size herhangi bir günah yoktur,
Kâfir düşmanlarınızdan size herhangi bir kötülük gelmesinden korkarsanız bu
şekilde namazı kısaltabilirsiniz. Âyette geçen "bir kötülük gelmesinden
korkarsanız" ifadesi seferde namazın kısaltılmasının şartı değildir. Bu
ancak o günkü durumu açıklar. Zira müşriklerin çokluğundan dolayı İslam'ın ilk
dönemlerinde müslümanlar, yolculuklarında düşmandan korkuyorlardı.. Ya'la b.
Ümeyye hadisi de bu görüşü pekiştirir. O şöyle der: Ömer b. Hattab'a: Allah,
"Eğer korkarsanız" buyuruyor. Halbuki bugün artık insanlar emniyet
içindeler" dedim. Ömer şöyle cevap verdi: Senin dikkatini çeken benim de
dikkatimi çekti. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'a sordum. "Bu, Allah'ın size
verdiği bir sadakadır. Onun sadakasını kabul edin" buyurdu.
Şüphesiz kâfirler, sizin düşmanlarınızda. Size karşı açıkça
düşmanlık yürütmektedirler. Allah'a i-badetle meşgul olmanız, onların sizi
öldürmesine engel olmaz.
[223]
102. Ey Muhammed, savaşta korku namazı kılmak istediklerinde ve sen de onlarla beraber bulunduğunda onlardan bir grup ihtiyaten silahlarını kuşanmış olarak senin arkanda namaz kılsınlar. Diğer bir grup ise düşman karşısında beklesin. Birinci grup namazı bitirdiğinde, arkanızda düşman karşısında beklesinler. Sonra
olan diğer grup gelsin, Onlar da ihtiyat tedb silahlarını alsınlar. Yani silahlarını kuşanmak suretiyle tedbirli ve düşmanla savaşa hazır olsunlar., silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olmanızı isterler ki, ani bir baskın yapıp sizi yakalasınlar ve namazda iken öldürsünler. Yani, hep birlikte namazla meşgul olmayın ki, düşman size bir şey yapamasın. Ancak, size emredildiği şekilde namazınızı kılınız. Yağmur veya hastalık hallerinde, gücünüz yetmediği takdirde, silah kuşanmamanızda sizin için bir günah yoktur, Fakat mümkün mertebe, düşmana karşı ihtiyatlı ve uyanık olun. Şüphesiz Allah kâfirler için rezil edici ve horlatıcı bir azap hazırlamıştır. İbn Kesir bu âyetin tefsirinde, Ebu Ayyaş Züraki'nin şöyle dediğini rivayet eder: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Usfan'da idik. Başlarında Halid b. Velid'in bulunduğu müşrikler karşımıza çıktı. Onlar bizimle kıble arasında bulunuyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler kendi aralarında : müsliimanlaT, ani bir baskınla yok edebileceğimiz bir durumda idiler. Fırsatı kaçırdık, dediler. Sonra da: Az sonra Öyle bir namaz vakti girecek kı,"o namaz onlar için canlarından da, çocuklarından da daha Önemlidir, dediler. Râvi der ki: Bunun üzerine Cebrail (a.s.), öğle ile ikindi arasında âyetini indirdi.[224]
Bundan sonra Yüce
Allah korku namazının arkasından kendisinin çokça
zikredilmesini emrederek şöyle buyurdu:
[225]
103. Namazı
bitirdiğinizde ayakta, oturarak Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde
Allah'ı zikrediniz ki, düşmana karşı size yardım etsin. Korku gidip de
düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam küm. Size emredildiği gibi rükuu ile,
secdeleri ile ve bütün şartlanyle huşu içinde kılınız. şüphesiz namaz mü'minler
üzerine belli vakitlerle sınırlanmış bir farzdır. Onu vaktinden sonraya bırakmak
caiz değildir. Bundan sonra Yüce Allah, cihada ve musibet zamanında sabırlı
olmaya teşvik ederek şöyle buyurdu:
[226]
104. Düşmanı
takip hususunda gevşeklik göstermeyin. Bilakis onları takibe gayret gösterin.
Bütün gözetleme yerlerinde onları tjpkleyin ve öldürün. Eğer siz yara ve
savaştan acı duyuyorsanız, onlar da sizin gibi bunlardan! acı duyuyorlar.
Fakat siz Allah'tan onların ummadığı şehadet, sevap bekliyorsunuz. Allah, yaratıklarının
menfaatleri ve zafıni pek iyi bilir.
Koyduğu kanun ve getirdiği tedbirlerde hikmet sahibidir. Kurtubî şöyle der:
Uhud savaşı sona erince, Rasulullah (s.a.v.) müşriklerin takip edilmesini
emretti. Müslümanlar ise, yaralı idiler. Rasulullah (s.a.v.), sadece bu savaşa
katılmış olanların, düşmanı takip etmesini emretmiştir. Bir başka görüşe göre,
gevşeklik göstermeyin, emri, her cihada şâmildir.[227]
105. Ey
Muhammed, sana Kur'an'ı hak ile indirdik ki, insanlar arasında, Allah'ın sana
öğrettiği ve vah-yettiği ile hükmedesin. Hainleri müdafaa edip savunma.
Hainlerden maksat Tu'me b. Ubeyrik ve onun lehinde yalancı şahitlik eden
topluluktur.
[228]
106. Kavminin, onun salih bir kişi olduğuna dair
şahitlik etmesine inanarak, Tu'me'yi savunmak istediğin için, Allah'tan affını
dile. Allah, kendisinden mağfiret
isteyen kimseyi çok bağışlayıcı, ziyadesiyle merhamet
edendir.
[229]
107. Masiyet
işleyerek kendilerine hainlik edenleri savunma. Allah hainlik edenleri,
masiyet ve günaha dalanları sevmez.
[230]
108.
Korktukları ve utandıkları için hırsızlıklarını insanlardan gizliyorlar da Allah'tan
utanmıyorlar. Oysa, kendisinden
utanılmaya ve azabından korkulmaya o daha layıktır. Halbuki geceleyin O'nun
razı olmadığı sözü uydururlarken, o, onlarla beraberdi. Yani Yüce Allah
onlarla beraberdir, Onları ve bütün hallerini bilir. Suçsuz birine iftira
atmak, yalan şehadette bulunmak ve yalan yere yemin etmek gizlice düşündükleri
ve sır olarak sakladıkları şeylerden
haberdardır. Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. Yaptıkları
hiçbir şey Allah'tan uzak kalmaz ve bilgisi dışında olmaz. Bundan sonra Yüce
Allah Tu'me'nin kavmini kınayarak şöyle buyurdu.
[231]
109. Ey
Tu'me'nin kavmi! Haydi siz dünyada hırsızı ve hainleri savundunuz. Ya, âhirette
Allah onlara azap ettiğinde Allah'a karşı onları kim savunacak? Yahut, Allah'ın
intikamı ve azabına karşı, kim onlara yardım etme ve onları savunma görevini
üzerine alacak? Bundan sonra Yüce Allah onları günahlarından dönüp tevbe etmeye
çağırarak şöyle buyurdu:
[232]
110. Kim
suçsuz bir kimseyi itham etme gibi, başkalarını üzecek çirkin bir iş yapar
veya hırsızlık gibi, nefsine zulmedeceği bir suç işler de, sonra günahından dolayı
Allah'ın affını dilerse, Allah'ın affının büyük, rahmetinin geniş olduğumu görür.
İbn Âbbas şöyle der: Allah bu âyette Übeyrik oğullarına tevbe yolunu gösterdi.
[233]
111. Kim
kasıtlı olarak bir günah işlerse, onun vebali ancak kendine aittir. Allah onun
günahını bilir. Ve verdiği cezada hikmet sahibidir.
[234]
112. Kim.
küçük veya büyük bir günah işler de, sonra onu suçsuz birinin üzerine atar ve
onu suçlarsa, büyük bir iftira suçu ye açık bir günah yüklenmiş olur. Bundan
sonra, Yüce Allah, Rasulüne olan lütfunu bildirerek şöyle buyurdu:
[235]
113. Allah sana peygamberlik lütfetmemiş ve rahrnetiyle seni korumamış olsaydı onlardan bir grup mutlaka seni haktan saptıracaklardı. Yani Arkadaşları Tu'me'yi beraat ettirmesini ve suçu Yahudiye yüklemesini istediklerinde Allah, rasulüne lütfederek ona hakikati bildirdi. Onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar. Yani yaptıklarının vebali kendilerine aittir. Ya Muhammed, onlar sana hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah seni ondan koruyacaktır. Allah sana Kitab'ı ve sünneti indirdi. O sana kitab'ı İndirir ve hükümleri vahyederken onlar seni nasıl saptırırlar? Yani o sana şeriatın hükümlerinden ve gayb işlerinden bilmediklerini öğrettiği halde seni nasıl saptırırlar? Allah vahiy, risalet ve diğer bol nimetleri vererek sana büyük bir lütufta bulunmuştur. [236]
Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
1. " Dininizi uygulama hususunda ne durumda idiniz?" ve " Allah'ın arzı geniş değil miydi?" âyetlerindeki soru e-datları kınama ve azarlama ifade eder.
2. "Namazı kıldığınızda..." Burada kelimesinden korku namazı kasdedilmektedir. Umum zikredilmiş, husus kasdedilmiştir.
3. kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.
4. " Melekler onları öldürdü." Burada, meleklerden maksad ölüm meleğidir. Çoğul sıygası, müfred mânâda kullanılmıştır. Meleğin sânının yüceliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için çoğul sıygası getirilmiştir.
5. " İnsanlardan haya ediyorlar, Allah'tan haya etmiyorlar" cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.
6.
"
Namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz mü'minler üzerine, vakitleri belli bir
farzdır." âyetinde, namazın
faziletine dikkat çekmek için "salât" lafzı tekrar edilerek
itnâb yapılmıştır.
[237]
114. Onların
fısıl d aşmalar inin bir çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka, yahut bir
iyilik, yahut da insanlarını arasını düzeltmeyi istemek müstesna. Kim Allah'ın
rızâsını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat
vereceğiz.
115. Kendisi
için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü'minlerin
yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız;
o, ne kötü bir yerdir.
116.
Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla bağışlamaz;
ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar: Kim Allah'a ortak koşarsa
büsbütün sapıtmıştır.
117. Onlar
O'nu bırakıp yalnızca
bir takım dişilere ibadet
ediyorlar, ancak inatçı şeytana ibadet ediyorlar.
118. Allah
onu la'netlemiş; o da: "Yemin ederim ki kullarından belli bir pay
edineceğim"1 demiştir.
119.
"Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım,
kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların
kulaklarını yaracaklar, şüphesiz
onlara emredeceğim de Allah'ın yaratıklarını değiştirecekler." dedi. Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost
edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
120 . Şeytan
onlara söz verir ve onları ümitlendirir; halbuki şeytanın onlara söz vermesi
aldatmacadan başka bir şey değildir.
121. İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp
kurtulacak bîr yer de bulamaycaklardır.
122. İman
eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan
cennetlere koyacağız, Allah, hak bir söz olarak vadetti. Söz verme ve
onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir?
123. Ne
sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları gerçektir; kim bir
kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da,
yardımcı da bulamaz.
124. Erkek
olsun, kadın olsun, her kim de mü'min olarak iyi işler yaparsa, işte onlar
cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.
125.
İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan
dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost
edinmişti.
126.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır.
127. Senden
kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki:
Allah onlar hakkında ve Kur'an'da size okunan âyetler hakkında
açıklamada bulunacak: Kitab'da, kendileri
için yazılmış olanı
vermeyip nikahlamak istediğiniz yetim kadınlar hakkında, çaresiz
çocuklar ve yetimlerin işleriyle adaletle meşgul olmanız hakkında a-çıklamada
bulunacak. Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.
128. Eğer
bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden
endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh
hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan
korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır,
129.
Üzerine düşüp uğraşsanız
da kadınlar arasında adil
davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birisine tamamen kapılıp da diğerini
askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız
Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
130. Eğer
(eşler) birbirinden ayrıhrsa Allah, bol nimetinden her
birini zenginleştirir; Allah'ın lütfü geniş,
hikmeti büyüktür.
131.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitab
verilenlere ve size "Allah'tan korkun" diye emrettik. Eğer inkar
ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hudutsuz
zengindir, ziyadesiyle övgüye layıktır.
132.
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
133. Ey insanlar!
Allah dilerse sizi
yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah ona kadirdir.
134. Kim dünya mükafatını isterse bilsin ki dünyanın da âhiretin de mükafatı Allah katındadır. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.
Yüce Allah önceki âyetlerde Tu'me kıssasını suçsuz Yahudinin itham edildiği hırsızlık olayını, Kavminin, Tu'me'yi savunmalarını ve suçsuz Ya-hudiye suç isnat etmek için gizlice komplo hazırlamalarını anlattı. Burada da, gizilice yapılan işlerin Allah'a kapalı kalmayacağını, alınan her tedbiri bildiğini, hayır ve İslah maksadının dışında, gizli yapılan hiçbir şeyden hayır gelmeyeceğini açıkladı. Daha sonra Yüce Allah, peygamberin emrine muhalefet etmenin büyük bir suç olduğunu bildirdi ve Şeytan'dan ve onun aldatma yollarından sakındırdı. Bundan sonra das söz, mirasları ve mehirle-ri hususunda kadınlara zulmetmekten sakmdırmaya geldi. Yüce Allah onlara iyi muamele etmenin gerektiğini vurguladı. Bunun ardından da geçimsizliği veya barıştırmak suretiyle eşler arasını İslah etme veya ayırma yolunu anlattı. [238]
Necvâ, iki kişi arasındaki sır demektir. Vahidî: "Necvâ, sadece iki kişi arasında olur" der.
"Muhalefet ediyor" demektir. Şikâk, düşmanlıkla birlikte muhalefet demektir. Muhaliflerden her biri, diğerinin bulunduğu şık (taraf) tan başka bir şıkta bulunduğu için, muhalefete şikâk denilmiştir.
Merîd, inatçı zorba demektir. Bir kimse, inat ve zorbacılık ettiğinde ^ denilir. Ezherî şöyle der: Bir kimse haddi aşıp Allah'a itaattan çıktığında denir. Bunun sıfatları şeklinde gelir ki, inatçı demektir.
Mutlaka kesecekler demektir. Betk, kesmek manasınadır. Bu kökten, keskin kılıca denir.
Mahîs, "kaçtı" mânâsına gelen. den türemiş olup "kaçılacak yer" manasınadır. Kurtulmak mümkün olmayan şeylerde? Darb-ı mesel olarak "Bir çıkmaza girdiler" denilir.
Halîl, samimi sevgi mânâsına gelen hulle'den türemiş olup dost manasınadır. Sa'leb şöyle der: Dost sevgisi, kalbe girip boş yer birakmıyacak şekilde onu doldurduğu için dosta "halil" denilmiştir. Şâir Beşşar şöyle der:
Sen benim kalbimin her tarafını doldurdun. Böyle yaptığı için dosta halil denildi.[239]
Şuhh, aşırı cimrilik demektir.
Mualleka, askıda kalmış yani, boşanmafnış ama kocası da yok , demektir. [240]
a) Tu'me b. Übeyrik hırsızlık edip de Rasulullah (s.a.v.), elinin kesilmesine hükmedince Mekke'ye kaçarak İslamdan döndü. Bunun üzerine Yüce Allah: Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkarsa., âyetini indirdi.[241]
b) Katade şöyle der: Mü'minlerle Ehl-i kitap, karşılıklı olarak kendilerini Övdüler. Ehl-i kitap: "Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden önce geldi, kitabımız da sizin kitabınızdan önce indi. Dolayısıyle biz Allah'a sizden daha yakınız" dediler. Mü'minler de: "Bizim peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur, kitabımız da diğer kitapların hükümlerini kaldırmıştır" dediler. Bunun üzerine: "Ne sizin kuruntularınız, ne de Ehl-i kitabın kuruntuları..." âyeti indi.[242]
114. Kavmin
gizlediklerinin ve gizlice konuştuklarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak
birisine sadakayı gizli vermesi veya Allah'a itaat etmesi veya insanlar arasını
İslah etmesi için emreden kişinin fısıldaması müstesna. Bu hayırlıdır. Taberî
şöyle der: Ma'ruf, Allah'ın emrettiği veya teşvik ettiği hayırlı ve iyi
amellerin hepsidir. İslah, iki hasmın arasını bulmak demektir.[243] Dünya menfaatlerinden hiçbir şey için değil de, sırf Allah rızası için, kim kendisine
emredilen sadakayı verir, iyilik e-der ve insanlar arasını düzeltirse Ona bolca
sevap yani cenneti vereceğiz. Sâvî şöyle der: Bu âyetle, gelecek zamanı İfade
etmek İçin kullanılan kelimesi, salih amellerin mükafatının dünyada değil,
âhirette verileceğine bir işarettir. Çünkü dünya, amellerin karşılığının verileceği
yer değildir.
[244]
115. Kim,
kendisine mucizeler vasıtasıyle doğru yol belli olduktan sonra, Allah'tan
getirdikleri hususunda peygamberin emrine karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan
başka bir yola girerse Onu kötü tercihi ile başbaşa bırakır ve ceza olarak onu
cehenneme sokarız. Cehennem onlar için, varılacak ne kötü bir yerdir.
[245]
116.
Şüphesiz Allah şirk günahını bağışlamaz. Bunun dışında, istediği kimsenin
günahlarını bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, hak ve mutluluk yolundan son derece uzaklaşmış
olur.
[246]
117. Onlar
Allah'ı bırakıp yalnızca bir takım dişilere dua ediyorlar. Yani o müşrikler
Allah'ı bıkakıp; Lal, Uzza ve Menat gibi dişilere ait isimleri verdikleri bir takım putlara tapıyor ve onlara dua
ediyorlar. Teshil adlı kitabında İbn
Cezzî şöyle der: Araplar, putlara dişi isimler koyarlardı.[247] Onlar,
ancak, kibir ve günahta aşın gitmiş olan inatçı şeytana tapıyorlardı. Bu
şeytan, Rabbinin emrinden çıkmış olan
Iblis'tir.
[248]
118. Allah
onu la'netlemişti. yani rahmetinden uzaklaştirmıştı. Bunun üzerine şeytan:
"Kendilerinin yüzünden beni uzaklaştırdığın kullarından mutlaka belli bir
pay alacağım. Yani kâfir ve âsî olan kullarını bana itaate çağıracağım."
diye yemin etti. Müslim'in Sahihinde
şöyle bir hadis vardır: "Allah kıyamet gününde Âdem'e der ki:
Cehennem'in payını gönder. Âdem (a.s.): "Cehennemin payı nedir? diye
sorar. Allah: Her binden 999 udur" buyurur.[249]
119. Onları hidâyet yolundan mutlaka çevireceğim. Onlara yalancı kuruntular vadedeceğim, onların kalplerine tûl-i emeli atacağım, onlara haşir-neşir ve nisabın olmadığı kuruntusunu vereceğim.Onlara, hayvanların kulaklarını kesmeyi emredeceğim ve kesecekler. Katâde burayı şöyle izah eder: Hayvanların kulaklarını yarmayı ve bunu, Câhiliyye döneminde yaptıkları gibi Bahire ve Sâibe için ajâmet kılmalını" emrederim.[250] Mutlaka, onlara Köleleri Ve hayvanları iğdiş etmek, dövme yaptırmak ve benzeri şeylerle, İah'ın verdiği şekli değiştirmelerini emredeceğim ve onlar bunu kesinli- yapacaklar. Bir görüşe göre bundan maksat, Allah'ın dinini küfür ve is- çevirmek,[251] haram kıldığım helal ve helal kıldığını da haram
k nakt'r- Kim Allah'ın
em- bırakır da şeytan'ı dost edinir ve
ona itaat ederse, o dünyada da [reıtede apaçık ziyana uğramıştır. Çünkü o,
ebedî cehenneme girecektir. gurnian daha büyük ziyan olur mu? Bundan sonra Yüce
Allah, İblis hacında şöyle buyurdu:
[252]
120. Şeytan
onlara kurtuluş ve mutluluğu vadeder; onlara yalan ve bâtıl kuruntular verir.
İbn Kesir şöyle der: Bu bir gerçeği haber vermektir. Çünkü şeytan dostlarına
birçok şey vadeder ve dünya âhirette kurtuluşa erenlerin, onlar olacağı
kuruntusunu verir. Kuşkusuz o, bu hususta yalan söylemiş ve iftira etmiştir.[253] Şeytan
onlara bâtıl ve sapıklıktan başka bir şey vadetmez. İbn Arefe şöyle der: Âyette
geçen gurur kelimesi, dışı sevimli içi sevimsiz, görünüşü süslü içi bozuk olan
şey demektir.
[254]
121. Kıyamet
gününde onların gidecekleri ve varacakları yer cehennemdir. Onların oradan,
kaçıp kurtulacakları yerleri yoktur. Yüce Allah bundan sonra bahtiyar
kişilerin durumlarını ve cennette kendilerine yapılacak ikramları anlatarak
şöyle buyurur:
[255]
122. İman
eden ve iyi işler yapanları içinde ebedî kalmak üzere zemininden ırmaklar akan
naîm cennetine koyacağız. Onlar buradan hiç ayrılmayacak ve zaval
bulmayacaklardır. Bu, Allah'ın öyle bir va'didir ki, onda şek ve şüphe yoktur.
Kim, Allah'tan daha doğru söyler? Bu soru, olumsuzluk ifade eder. Yani:
"Allah'tan daha doğru söz söyleyecek hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der:
Bundan maksat şeytanın dostlarına yaptığı yalancı vaatlere, Allah'ın dostlarına
yaptığı doğru vaatle karşılık vermektir.[256]
123. Ey
müslümanlar, Allah'ın vadettiği sevap, ne sizin kuruntularınızla ne de Ehl-i
kitabın kuruntuları ile gerçekleşir. Ancak o, iman ve salih amelle elde
edilir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İ-man kuruntu ile olmaz. Fakat iman kalbe
yerleşen ve amel ile tastık edilen şeydir. Şüphesiz bir kavmi, kuruntuları
oyaladı da, nihayet iyi amel yapmadan dünyadan çıktılar. Allah hakkında iyi
zanda bulunup "Allah kerimdir" diyorlardı. Halbuki bunlar yalan
söylüyorlardı. Eğer iyi zanda bulunsalardı, iyi amel işlerlerdi, Kim bir
kötülük ve şer işlerse, onun cezasını dünyada veya âhirette çeker. Allah'ın
azabına karşı kendisini koruyacak veya yardım edecek bir kimse bulamaz.[257]
124. İman
etmiş olmak şartıyle, erkek olsun kadın olsun, kim iyi işler yaparsa, İşte
onları Allah cennete sokar ve amellerinin sevabından en küçük bir şey eksik
verilmez. Mükafatı veren, merhametlilerin en merhametlisi Allah olduktan sonra
nasıl cennete girmezler! Nasıl hakları tam ö-denmez! İman etmiş olma kaydı,
imansız amelin fayda vermeyeceğini açıklar.
[258]
125. Güzel amel etmiş olarak, yüzünü Allah'a teslim etmiş olandan, dince daha güzel kim vardır? Yani Allah'ın emrine ve şeriatına uyup yasaklarından sakınarak Ona boyun eğen ve Onun için ihlasla amel edenden, dince daha güzel kimse yoktur. Bu kimse Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'nin dinine uyar ki bu da islam dinidir. Dosdoğru olarak onun izinde ve yolunda gider.
Çünkü Allah, sevgisi
ve halis dostluğu için İbrahim (a.s.)'i seçmiştir. İbn Kesir şöyle der:
Şüphesiz İbrahim (a.s.) sevgi makamlarının en yükseği olan dostluk makamına
ermiştir. Bunun sebebi Rabbine karşı çokça itaat etmesinden başka bir şey
değildir.[259]
126. Bütün
kâinattakiler O'nun mülkü, kulları ve yaratığıdır. Bunların tümü üzerinde
tasarruf sahibi O dur. O'nun hükmünü bozacak ve geri çevirecek kimse yoktur.
O-nun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Yani onun ilmi bütün bunlarda etkilidir. Hiç
-bir şey ona gizli kalmaz.
[260]
127. Ya.Muhammed, Senden kadınlar hakkında ü-zerlerine farz olan şeyleri yani yapmaları gerekeni soruyorlar. Onlara de ki: Kadınlar hakkında sorduklarınızı Allah size açıklayacak. Kur'an'da okunan âyetlerde onların mirasları hakkında açıklamada bulunacak, Allah, mehirlerini tam olarak vermeden güzellikleri veya mallarının çokluğundan dolayı kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kızlar hakkında size bilgi verecek. Yüce Allah bu şekilde bir evlenmeyi yasaklamıştır. İbn Abbas şöyle der: Câhiliyye döneminde kişinin yanında yetim kız bulunduğunda, kendi elbisesini yetimin üzerine atarak ona sahip olduğunu ilan ederdi. Bunu yapınca da, hiç kimse o kızla ebedîyyen evlenmezdı.
Kız güzel ise ve adam
onu seviyorsa onunla evlenir ve malını yerdi. Çirkinse, ölünceye kadar başka
erkeklerin onunla evlenmesini yasaklardı. Ölünce malına varis olurdu. Yüce
Allah bunu haram kıldı ve böyle bir muameleyi yasakladı. Yine Allah küçük
zayıflara haklarını vermenizi, yetimlerin mirasları ve mehirleri hususunda
adaletli olmanızı emreder. Câhiliyye halkı küçükleri ve kadınları mirasçı kabul
etmiyor ve şöyle diyorlardı: Ata binemiyen, silah kuşanamıyan ve düşmana karşı
savaşamıyan kimseye nasıl mal verelim! Yüce Allah bunuda yasakladı ve onlar,
küçüklerin ve kadınların mirastan paylarını vermelerini emretti. Kadınlar ve
yetimler hakkında yapacağınız iyilik ve uygulayacağınız adaleti Allah bilir ve
onun karşılığını size verir. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet hayır yapmaya ve
Allah'ın emirlerine sarılmaya teşvik eder ve bunlara karşılık Allah'ın bolca
mükafat vereceğini ifade eder.[261]
Bundan sonra Yüce
Allah, erkeğin kadına karşı geçimsizce davranmasının hükmünü açıkhyarak şöyle
buyurur:[262]
128. Bir
kadın kocasının kendisini küçük gördüğünü veya çirkinliğinden yahut
yaşlılığından ya da kendisinden daha genç ve güzel birisine göz koyması
sebebiyle kendisinden hoşlanmadığı için yüz çevirdiğini görür veya sezerse,
aralarında bir sulh yapmalarında onlara bir günah yoktur. Yani kadının,
kocasının şefkatini celbetmek, sevgi ve mahabbetini devam ettirmek maksadıyle
nafaka, kıyafet ve gece yanında kalmak gibi haklarının bir miktarından
vazgeçmesi suretiyle aralarında bir anlaşma ve uyum sağlamalarında eşler
üzerine bir günah yoktur. İbn Cerîr Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet
eder: Bir erkeğin iki karısı olur, bunlardan birisi çeşitli sebeblerden dolayı
aciz veya çirkin olur da adam onu sevmezse kadın şöyle diyebilir: Beni boşama,
bunun dışında benim hakkımda yapacağın işlerde serbestsin[263]
Anlaşma ayrılmaktan daha hayırlıdır, Nefisler, aşırı derecede cimri olarak
yaratılmıştır. Dolayısıyle kadın, nafaka ve kocasından faydalanmak gibi
haklarından vazgeçmeyebilir. Erkeğin nefsi de, kadını istemeyip başkasını
sevdiğinde, erkek onun yatağına gitmeyebilir ve onu evinde tutmayabilir.
Yapması gereken iyi muameleyi ondan esirger, Kadınlara zulmetme-yip Allah'tan
korkar ve onlara güzel muamele ederseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir
ve ona göre size bolca mükafat verir. Bundan sonra Yüce Allah, kadınlar
arasında mutlak adaleti uygulamının, dayanılamıyacak kadar güç olduğunu ve
tahammül edilemiyecek bir şeye benzediğini açıklayarak şöyle buyurdu:
[264]
129. Ey
erkekler, elinizden gelen her şeyi yapsanız da kadınlar arasında tam olarak
adaleti gerçekleştiremez ve onların arasında sevgi, yakınlık ve onlardan
faydalanma hususunda eşit muamele edemezsiniz. Çünkü eşit olarak sevmeye ve
kalben bağlanmaya insanın gücü yetmez. Bari, ondan tamamen uzaklaşıp da onu
askıya alınmış gibi bırakmayın. Yani sevmediğiniz kadından bütün bütün uzak
durup, onu ne boşanmış ne de kocasız bir şekilde askıda bırakmayın. Burada
kadın, gökle yer arasında asılı olan bir şeye benzetilmiştir ki o şey ne
göktedir, nede yere yerleşmiştir. Bu, son derece edebî bir teşbihtir. Daha
önce yapılan zulmün yarasını İslah eder ve adalete sarılmak suretiyle Allah'tan
korkarsanız, bilesiniz ki Allah, kusurlarınızı bağışlar ve size merhamet eder.
[265]
130. Eğer
eşler birbirinden ayrılırlarsa, Allah herbirini lütfü ve insaniyle zengin kılar. Ona, önceki
eşinden daha hayırlı bir eş nasip eder ve önceki hayatından daha rahat bir
hayat verir. Allah'ın kullarına olan fazlı boldur ve onlar için aldığı
tedbirlerde hikmet sahibidir.
[266]
131.
Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ın mülkü, yarattıkları ve kullarıdır. Sizden
önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'tan korkun diye emrettik. Yani
öncekilere de. sonrakilere de tavsiye de bulunduk onlara emrettiğimiz emirlere
bağlılık ve itaati size de emrettik. Hepinize, Allah'tan korkmayı ve ona itaat
etmeyi tavsiye ettik. Eğer küfrederseniz, biliniz ki, sizin küfrünüz Allah'a
zarar vermez. Çünkü O'nun kullara ihtiyacı yoktur. O göklerde ve yerlerde bulunanların sahibidir. Allah zengindir,
mahlukatına ihtiyacı yoktur; zatı itibariyle övülmeye layıktır. İtaat
edenlerin itaati Ona bir fayda sağlamadığı gibi, isyan edenlerin isyanı de Ona
zarar vermez.
[267]
132. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır.
Kullarının amellerini koruyucu olarak Allah yeter.
[268]
133. o1Ey
insanlar Allah dilerse sizi helak ve yok eder de başkalarını getirir. Allah
buna kadirdir.
[269]
134. Kim, ameline karşılık dünya mükafatı isterse, bilsin ki, Allah katında ondan daha yükseği ve yücesi vardır. O da hem dünya hem de âhiret mükafatıdır. O halde insan, niçin daha yücesini istemiyor da, adisini istiyor?! Öyleyse kul, Rabbinden, dünya ve âhiret hayrını istemelidir. Yüce Allah kullarının sözlerini işitici, amellerini görücüdür. [270]
Bu âyetlerde birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
1. Yüzünü Allah'a teslim etti." cümlesinde istiare vardır. Burada "vech" kelimesi, niyet ve yön mânâsında müstear olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda " nefisler cimri olarak yaratılmıştır." cümlesinde de istiare vardır. Cimrilik, nefislerden ayrılmayan ve onlardan uzaklaşmayan bir özellik olduğu için, sanki Allah onu nefislerde hazırlamış ve nefislerden ayrılmamak üzere onlara yerleştirmiştir. Burada "ihdar" (hazır kılmak) kelimesi (ayrılmamak) yerinde müstear olarak kullanılmıştır.[271]
2. ve ile kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.
3. Onu askıda bırakırsınız." cümlesinde, mürsel ve mücmel teşbih vardır.
4. Birçok yerde de itnab ve îcâz vardır. [272]
129. Âyetteki
adaletten maksat, sadece kalbî sevgideki adalettir. Aksi takdirde âyet, daha
önce geçen, "Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.[273]
âyetiyle çelişirdi. Rasulullah (s.a.v.) hanımları arasında nöbet usulünü
uygularak adaletli muamele eder ve şöyle derdi: Ey Allah'ım! Bu, benim yapabildiğim
taksimatımdır. Senin elinde olan fakat benim gücümün yetmediği şeyden beni
sorumlu tutma. Rasulullah (s.a.v.) bununla, kalbi sevgiyi kastetmiştir.
"Onu, askıya alınmış gibi bırakmayın, âyeti de bu mânâya delalet eder.
Kendilerine "müceddid" denilen bazı kimseler, bu âyeti delil
göstererek sadece bir kadınla evlenmenin şart olduğunu iddia etmişlerdir.
Bunların iddialarının, bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir iddia nassları
anlamamak demektir ki bu da sırf bâtıldır. Şerîat-ı ğarrâ ve sünnet-i seniyye
bunu reddeder. Allah bizi, bu kötü âlimlerin şerrinden korusun.
[274]
135. Ey iman
edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, veya ana babanız ve
akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahidlik eden kimseler olun. Zengin de
olsalar, fakir de olsalar Allah onlara daha yakındır! Hevesinize uyup adaletten
sapmayın, eğer büker, yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
136. Ey iman
edenler! Allah'a, Peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce
indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manâsıyla sapıtmıştır.
137. İman
edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da
inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola
iletecektir.
138.
Münafıklara, kendileri için elem verici bir azap olduğunu müjdele!
139. Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost
edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet
yalnızca Allah'a aitftr.
140. O
Kitap'ta size indirmiştir
ki: Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz
zaman, bundan başka
bir söze dalıncaya kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa
siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, münafıkları ve kâfirleri
cehennemde bir araya getirecektir.
141. Sizin
başınıza musibetlerin gelmesini bekleyenler;
eğer size Allah'tan
bir zafer nasib
olursa, "Sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirlere bir zafer nasib olursa, onlara hitaben: "Biz size üstün gelmedik mi?
Sizi mü'minlerden korumakdık
mı?" derler. Artık Allah
kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için
mü'minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.
142.
Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki
Allah oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar
namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş
yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler.
143.
Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara bağlanıyorlar ne bunlara.
Allah'ın şaşırttığı kimseye asla bir yol bulamazsın.
144. Ey
iman edenler! Mü'minleri
bırakıp da kâfirleri dost
edinmeyin; Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145. Şüphe
yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara sala bir yardımcı bulamazsın.
146. Ancak
tevbe edip hallerini
düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için yapanlar
başkadır. İşte bunlar mü'minlerle beraberdirler ve Allah mü'minlere yakında
büyük mükafat verecektir.
147. Eğer
siz iman eder ve şükrederseniz Allah size neden azap etsin! Allah şükre
karşılık veren ve her şeyi bilendir.
Yüce Allah önceki âyetlerde, kadınlara iyilik ve adaletle muamele etmeyi emrettikten sonra, burada da bütün hükümlerde umûmî adaleti emretti, hakkında şahitlik edilen şahıs.zengin olsun fakir olsun, şahitliği en mükemmel bir şekilde yerine getirmeye çağırdı ve hevâ ve hevese uymaktan sakındırdı. Bundan sonra bütün meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman etmeye çağırdı. Daha sonra da münafıkların rezil vasıflarını ve cehennemin en alt tabakalarında kendilerini bekleyen azap ve cezayı anlattı. [275]
Büker eğersiniz. Leyy, defetmek demektir. Bir kimse birisinin hakkını erteleyip "Sonra ödeyeceğim" diyerek oyaladığında der. Hadiste de: İmkanı olanın, vereceğini erteleyip oyalaması zulümdür[276] buyrulmuştur.
Dalıyorlar. Havd, bir şeyin içine dalmak demektir. "Suya dalmak" mânâsına gelen kabildendir.
Galip geliriz. İstihvaz; istila etmek, galip gelmek demektir. Bir kimse bir şeye üstün geldiğinde denilir. şeytan onları istila etti,[277] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Müzebzebin, bocalayanlar demektir. Zebzebe, hareket geçirmek ve hareket etmek demektir, Onu harekete geçirdim, o hareket etti, şeklinde kullanılır. Müzebzeb, iki şey arasında bocalayan demektir.
Derk ve derek, her ikisi de tabaka mânâsına olup aşağı doğru giden tabakalar için kullanılır. İbn Abbas şöyle der: Cehennem ehli için derk, cjennet ehlinin derecesi gibidir. Ancak dereceler yukarı doğru yükselir, deriekeler ise aşağıya doğru iner.[278]
135. Ey Allah'a inanıp O'nun kitabını tasdik jedenler! Adaleti ve doğruluğu ayakta tutmaya çalışın. Bu cümlede kelimesinin mübalağa sıygası olarak gelmesi, mü'minlerden asla zulüm Isadır olmaması gerektiğini vurgular. Kendiniz veya babalarınız veya akrabalarınızın aleyhinde de olsa taraf tütmaksızın, Allah rızası için şahitlik ediniz. Ne akrabalık, ne de menfaat, şahitliği mükemmel bir şekilde yerine getirmenize engel ol» masın. Çünkü hak, her insana hakimdir, Aleyhinde şahitlik edilen kimse zengin ise, zenginliği nazar-ı itibara alınmaz. Yahut fakir ise, acınarak ve merhamet edilerek, aleyhinde şahitlik etmekten sakınılmaz.
Allah zengine de
fakire de daha yakındır. Onların menfaatinin nerede olduğunu daha İyi bilir.
Öyleyse, size emrettiği hususlarda Allah'ın emrine uyun. O, kulların
menfaatlerini sizden daha iyi bilir, İnsanlar arasında adalet yapamama
korkusuyla nefsin arzusuna uymayın. İbn Kesir şöyle der: Nefsin arzusu,
kavmiyetçilik ve insanların size buğzetmesi, işlerinizde adaleti terketmeye
sizi asla sevketmesin. Aksine her hâlu karda adaletten ayrılmayın.[279]
Eğer doğru şahitlik yapmaktan dillerinizi büker veya bizzat şahitlik etmekten
yüz çevirirseniz, Bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır ve
size ona göre karşılık verecektir.
[280]
136. Ey mü'minler! Allah'a ve Rasûlüne iman hususunda sebat ve devam ediniz. Peygamberi Muhammed'e indirdiği Kur'an'a da iman ediniz.
Kur'an'dan önce
indirdiği semavî kitaplara da inanınız. Ebussuûd şöyle der: âyet'te geçen
kitaptan maksat cins ismi olup bütün semavî kitapları kapsamaktadır.[281] Kim, Allah'ı melekleri, kitapları,
peygamberleri ve âhiret gününü inkâr ederse, hidâyet yolundan çıkmış ve orta yoldan tamamen uzaklaşmış olur.
[282]
137. İman
edip de sonra mürted olan, sonra tekrar iman edip tekrar mürted olan, sonra da
küfür üzerine ölen kimseler varya, işte, Allah onları bağışlayacak değildir. Bu
âyet münafıklar hakkındadır.[283] İbn
Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) zamanında karada ve denizde bulunan her
münafık bu âyetin hükmüne girer. îbn Kesir şöyle der: Yüce Allah burada iman
edip sonra ondan dönen, sonra tekrar imâna dönen, sonra da sapıklığa dönüp onda devam eden ve
ölünceye kadar da sapıklığı artan kimsenin, öldükten sonra tevbe
edemeyeceğini, Allah'ın kendisini bağışlamıyacağını, ona, bulunduğu durumdan
hidâyete giden bir yol, ve bir çıkış nasip etmeyeceğini haber verdi.[284] Dolayısıyle
şöyle buyurdu: Allah bu hususta onlara müsamaha edecek ve onları cennete giden yola iletecek değildir. Zemahşerî şöyle der: Bundan maksat,
"Onlar tekrar mürted olduktan sonra samimiyetle
iman ettikleri takdirde, tevbeleri kabul edilmez ve onlara mağfiret
edilmez" demek değildir. Fakat olmaycak bir şeymiş gibi onu uzak
görmektir. İşte fasık da böyledir. Görürsün ki o tevbe eder, sonra döner, sonra
yine tevbe eder, sonra yine döner. Sanki hiç sebat etmiyecek gibidir.
Çoğunlukla fasık kötü hal üzerine Ölür.[285]
Bundan sonra Yüce Allah, münafıkların gidip varacakları yeri bildirerek şöyle
buyurdu:
[286]
138. Ey
Muhammed! O münafıklara, elem verici cehennem azabını haber ver. Yüce Allah,
münafıklarla alay etmek için, maksadını "müjdele" lafzı ile ifade
etti.
[287]
139. O
münafıklar öyle kimselerdir ki, kâfirleri kuvvetli sanarak onları kendilerine
dost ve yardımcı edinirler de, mü'minlerle dost olmazlar. Kâfirleri dost edinmekle
kuvvet ve üstünlük mü istiyorlar? Bu soru inkâr ifade eder. Yani kâfirlerde
kuvvet yoktur, onlardan nasıl kuvvet istenir! Çünkü bütün güç Allah'ın ve O'nun
dostlarmındır. İbn Kesir şöyle der: Bundan maksat, gücü Allah'tan istemeye
teşviktir.
[288]
140. Allah Kur'an'da indirdi ki, siz kâfirlerin Kur'an'ı inkâr ettiğini ve alay edenlerin onunla alay ettiğini işittiğinizde, Kur'-an hakkında dedikoduya dalmayı bırakıp da başka bir söz konuşuncaya kadar, Allah'ın âyetleri ile alay eden bu kâfirlerle birlikte oturmayın. Bu hitap, mü'min olsun münafık olsun, imanını izhar eden kimseleredir.
Eğer onlarla beraber oturursanız, siz de
küfürde onlar gibi olursunuz, Şüphesiz Allah bu iki grubu yani kâfirleri ve
münafıkları, ahirette cehennem ateşinde toplayacaktır. Çünkü kişi sevdiği ile
beraberdir. Yüce Allah, kâfir ve münafıklarla oturup kalkmak ve onların içine
girmekten sakındırmak için böyle bir tehditte bulundu. Sonra da, onların,
mü'minlerin başına kötülük gelmesini beklediklerini bildirerek şöyle buyurdu:
[289]
141. Sizin başınıza musibetlerin gelmesini bekleyenler, eğer, size Allah'tan düşmana karşı bir zafer ve ga-' nimet nasip olursa Biz de sizinle beraber değil miydik? kâfirlerden aldığınız ganimetlerden bize de verin" derler.
Eğer size karşı kâfirlere bir zafer nasip
olursa, O zaman da müşriklere:" Biz size üstün gelmedik mi, sizi öldürecek
ve esir alacak güce sahip değil miydik? Ama size acıyarak mü'minlerin
azimlerini kırdık da siz onlara galip geldiniz. O halde, aldıklarınızdan bizim
payımızı veriniz. Çünkü biz sizin dostlarınızız. Kimsenin size eziyet etmesine
izin vermeyiz." derler. Yüce Allah
bu iki grubun da akibetlerini şöyle açıklar: Kıyamet gününde Allah, mü'minlerle
kâfirler arasında hükmedecek ve aralarını hak ile ayıracaktır. Ve kâfirlere,
mü'minleri esir alıp onları yok etme ve köklerini kesme fırsatını asla
vermiyecektir.[290] İbn
Kesir şöyle der: Her ne kadar zaman zaman zafer kazansalar da, mü'minleri
istila edip tamamen köklerini kesecek bir şekilde, onları, mü'minlere musallat
olma imkanı vermiyecek. Zira sonuç, dünyada da ahirette de takva
sahiplerinindir.[291]
142. Münafıklar
iman etmiş görünüp küfürlerini gizleyerek hilekar kimsenin yaptığı gibi
yaparlar. Allah, onların kanlarını dökmeyi mü'minlere emretmek suretiyle,
hilelerine karşılık verecek ve onları derece derece küfre batıracaktır.
Ahirette onlar için cehennemin en alt tabakalarını hazırlamıştır. Yüce Allah,
müşâkelet yoluyla, onlara vereceği cezaya "hile" ismini verdi.
Çünkü, hilelerinin vebali kendilerine dönecektir'. Onlar namazı ağırdan alıp
tembel tembel kılarlar. Ne sevap umarlar, ne de azaptan korkarlar. Onlar Allah
rızası için değil, görsünler ve duysunlar, diye namaz kılarlar. Allah'ı çok az
zikrederler.
[292]
143. Küfür
ile iman arasında bocalayıp dururlar. Yüce Allah, onların dinleri konusunda
şaşkın olduğunu bildirmektedir. Ne mü'minlere katılıyorlar, ne de kâfirlere.
Kimi Allah saptırırsa, sen onun için katiyyen bir mutluluk ve hidâyet yolu bulamazsın.
Bundan sonra Yüce
Allah, mü'minleri din düşmanları ile dost olmatan sakındırarak şöyle buyurur:
[293]
144. Ey
mü'minler! mü'minlerin dostluğunu bırakıp da günahkar kâfirleri arkadaş ve dost
edinmeyin. Münafık olduğunuza dair, Allah'a aleyhinize apaçık bir delil mi
vermek istiyorsunuz? İbn Abbas: "Kur'an da geçen bütün kelimeleri, delil mânâsınadır."der.
Bundan sonra Yüce Allah münafıkların sonunu haber vererek şöyle buyurdu.[294]
145. Şüphesiz
münafıklar yedi'kat cehennemin en alt tabakasmdadırlar. İbn Abbas: Onlar
cehennemin dibindedirler, der. Çünkü
onlar hem kâfir oldular, hem de İslam ve müslümanlarla alay ettiler. Cennet
derece derece olduğu gibi, cehennem de dereke derekedir. Sen o münafıklar için,
onları Allah'ın azabından koruyacak bir yardımcı katiyyen bulamazsın.
[295]
146. Ancak
nifaktan tevbe edenler, amellerini ve niyetlerini düzeltenler, Allah'ın dinine
ve kitabına sarılanlar ve amellerinde Allah'ın rızasından başka bir şey
gözetmeyenler müstesna İşte bunlar kıyamet gününde mü'minlerle beraberdirler.
Allah âhirette mü'minlere büyük bir mükafat yani cenneti verecektir.
[296]
147. Eğer siz şükür ve iman ederseniz, Allah size neden azap etsin. Yani size azap etmede O'nun ne menfati var? Size azap etmekle öfkesini mi söndürecek, yoksa intikam mı alacak? Veya zararı defedip fayda mı sağlayacak? Halbuki O'nun size ihtiyacı yoktur. Allah şükre karşılık veren ve herşeyi bilendir. Yani, ihtiyacı olmadığı halde kulların gösterdiği itaate şükrederek, az amele çok sevap verir. [297]
Buj âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunları aşağıdaki şekilde o'zetliyebiliriz:
1. âdil olanlar," terkibinde mübalağa sıygası kullanılmıştır.
2. arasında tıbâk sanatı vardır.
3. arasında, şekil değişikliğinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır.
4. kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
5. Münafıkları müjdele," cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü alay maksadıyle, "korkutma" yerinde "müjde" lafzı kullanılmıştır.
6. " Allah onlara hile eder," cümlesinde istiare vardır. "Hile" "amellere karşılık verme" yerinde kullanılmıştır. Allah, hileden münezzehtir.
7. "Kâfirlerin yanında güç mü arıyorlar?" cümlesinde istifham-ı inkârı vardır. Kınama ve azarlama ifade eder. [298]
1. Yüce Allah'ın " Ey iman edenler! İman ediniz," sözünde tekrar yoktur. Bunun mânâsı, "İman da sebat ve devam edin" demektir. Nitekim mü'min bizi doğru yola ilet" der ki, "bu, bizi doğru yolda sabit kıl," demektir.
2. Yüce Allah mü'minlerin zaferine "büyük bir fetih" ismini verdi ve Allah'tan bir fetih" diyerek onu kendisine nisbet etti. Kafirlerin zaferine de "pay" ismini verdi, kâfirlerin bir payı olursa", diyerek onu kendisine nisbet etmedi. Bu, müslümanlarm şanının yüceliğini ve kâfirlerin payının değersizliğini ifade eder.
3. Müfessirler şöyle der: Ateş yukardan aşağıya yedi tabakadır. Bunlar sırasıyle Cehennem, Laza, Hutame, Saîr, Sakar, Cahîm ve Hâviye'dir. Nâr lafzı bunların hepsinin mânâsını ihtiva ettiği için, bazan birbirinin isimlerini alırlar. Bahr-ı Muhît'te böyle ifade edilmiştir. [299]
Münafık, kâfirden daha
tehlikelidir. Dolayısıyla onun azabı daha şiddetlidir. Nitekim Yüce Allah,
"Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlar için kesinlikle
bir yardımcı bulamazsın," buyurmuştur. Yüce Allah, kâfirin tevbesinin
kabulü için sadece inkâra son vermesini şart koştu: "İnkar edenlere,
inkârdan vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle[300] buyurdu.
Münafığa gelince onun için "Tevbe etmek, niyet ve amellerini düzeltmek,
Allah'ın dinine sımsıkı sarılmak ve sadece Allah için ibadet etmek" gibi
dört şart koşarak şöyle buyurdu: "Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler,
Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için yapanlar başka."
Bunlar cehenneme girmezler. Bu da gösteriyor ki, münafıklar, Allah'ı inkâr
edenlerin en kötüleri, dolayısıyle Onun azabına en layık olanlar ve tevbe
ederek Allah'a dönmekten en uzak olanlardır. Sonra Yüce Allah, "Onlar
mü'minlerdir" demedi de, "Onlar mü'minlerle beraberdir"
buyurdu. Bundan sonra da: "Allah mü'minlere büyük bir mükafat verecektir[301] buyurdu.
Burada kızgınlığını, onlardan yüz çevirdiğini ve içinde bulundukları münafıklık
halinin çirkinliğini vurgulamak için "onlara mükafat verecek" demedi
de, "Mü'minlere mükafat verecek" dedi. Allah, kitabının sırlarını
daha iyi anlamamıza yardımcı olsun.
[302]
148. Allah
kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah
her şeyi işitici ve bilicidir.
149. Bir
iyiliği açıklar, yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz şüphesiz
Allah da ziyadesiyle affedici ve kadirdir.
150. Allah'ı
ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah
ile peygamberlerini birbirinden
ayırıp: "Bir kısmına iman
ederiz, ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve iman ile küfür arasında
bir yol tutmak isteyenler yok mu;
151. İşte
gerçekten kâfirler bunlardır.
Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir
azap hazırlamışızdır.
152. Allah'a
ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara
gelince işte Allah onlara mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve
merhametlidir.
153. Ehl-i
kitab senden, kendilerine gökten bir ki -tab indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan,
bunun daha büyüğünü istemişler de:
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen
onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra
buzağıyı tanrı edindiler. Daha sonra onları affettik. Ve Musa'ya apaçık delil
verdik.
154. Söz
vermeleri için Tur'u başlarına diktik de onlara: "Baş eğerek kapıdan
girin." dedik. "Cumartesi günü yasağını çiğnemeyin" dedik.
Kendilerinden sağlam söz aldık.
155. Sözlerinden
dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri
öldürmeleri ve "kalplerimiz kapalıdır" demeleri sebebiyle onları
lanetledik. Doğrusu inkârları sebebiyle Allah, o kalbi er üzerine mühür
vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler.
156. Bir de
inkâr etmelerinden ve Meryem'in üzerine büyük bir iftira atmalarından;
157. Ve:
"Allah elçisi, Meryem oğlu îsâ'yı öldürdük" demeleri yüzünden onları
lanetledik. Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat öldürdükleri
onlara îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam
bir karasızhk içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri
yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.
158. Bilakis
Allah onu kendisine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
159. Ehl-i
Kitab'tan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde
de o, onlara şahid olacaktır.
160,161.
Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri,
menedildikleri halde faizi almaları ve haksız yollar ile insanların mallarını
yemeleri yüzünden kendilerine daha önce helal kılınmış bulunan temiz ve iyi
şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara elem verici bir
azap hazırladık.
162. Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük mükafaat vereceğiz.
Yüce Allah geçen âyetlerde münafıkları ve onların rezilliklerini anlattıktan sonra, burada da rezilliklerin ve çirkinliklerin açığa çıkarılmasından hoşlanmadığını; ancak zararı fazla ve tehlikesi büyük olan kimsenin kötülüklerinin açıklanmasında bir sakınca olmadığını açıkladı. Dolayısıy-le Allah'ın, münafıkların sırları açığa çıkarmasında şaşılacak bir şey yoktur. Bundan sonra da Yüce Allah Yahudilerden bahsederek onların Allah'ı görmek istemeleri, buzağıya tapmaları, Hz. îsâ (a.s.)'nın çarmıha gerildiğini iddia etmeleri, Meryem el-Betül'ü iffetli olan Hz. Meryem'i fahişelikle suçlamaları ve daha bir çok kötülüklerini ve çirkin suçlarını sayıp döktü. [303]
Cehre, açıkça demektir.
Bühtan, büyüklüğü ve korkunçluğu dolayısıyle hayret edilen yalan.
Benzetildi. Yani îsâ (a.s.) ile çarmıha gererek öldürdükleri kişi arasında benzerlik meydana geldi. : Hazırladık, demektir. Rasihûn, ilimde derinleşenler, manasınadır. [304]
Rivayet edildiğine göre Ka'b b. Eşref ile birlikte bir grup Yahudi: "Ey Muhammedi " dediler... Eğer peygamber isen, Hz. Musa'nın Tevrat'ı toptan getirdiği gibi, sen de bize gökten öyle toptan bir kitap getir. Bunun üzerine Yüce Allah:" Ehl-i kitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor." âyetini indirdi.[305]
148. Haksızlığa
uğrayan hariç, Allah, hiç kimsenin kötü söz söylemesinden ve diliyle eziyette
bulunmasından hoşlanmaz. Ancak haksızlığa uğrayanın, kendisine haksızlık edene
açıktan beddua etmesi ve onun yaptığı kötülükleri anlatması mubahtır. İbn Abbas
şöyle der: "Yani Allah, haksızlığa uğrayan hariç, hiç kimsenin bir
başkasına beddua etmesinden hoşlanmaz[306] Allah mazlumun duasını işitir, zâlimi de
bilir.
[307]
149. Ey insanlar! Eğer yaptığınız hayrı açıklar veya gizlerseniz yahut size yapılan kötülüğü affederseniz,
Bilin ki, Allah
cezalandırmaya tam mânâsıyle gücü yettiği halde, ziyadesiyle affedicidir.
Hasan-ı Basrî şöyle der: İntikam almaya gücü yettiği halde suçluları bağışlar.
Öyleyse sizin de Allah'ın sünnetine uymanız gerekir.[308]
Yüce Allah burada affa teşvik ederek intikama gücü yettiği halde kendisinin,
ziyadesiyle affedici olduğuna işaret etti. O halde, zayıflığınıza ve
acizliğinize rağmen siz nasıl affetmezsiniz?!..
[309]
150. Allah
ve Rasulünü inkâr edenler, kâfirlerin kendileridir. Bu âyet Yahudi ve
Hıristiyanlar hakkındadır. Çünkü onlar kendi peygamberlerine iman ettiler,
fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberleri inkâr ettiler. Dolayısıyle,
onların bazı peygamberleri inkâr etmeleri, bütün peygamberleri inkâr sayıldı.
Peygamberleri inkâr etmeleri ise Allah'ı inkâr sayıldı. Onlar, Allah ile
peygamberleri arasında ayrım yapmak isterler. Allah ile peygamberlerinin
arasını ayırmak, Allah'a iman edip peygamberleri inkâr etmek demektir. Aynı
şekilde peygamberler arasında ayrım yapmak, onların bir kısmına inanıp bir
kısmını inkâr etmek demektir. Yüce Allah bu cümleyi bir sonraki cümle ile
açıklayarak şöyle buyurdu: Peygamberlerin bir kısmına inanır, bir kısmını
inkâr ederiz, diyorlar. Katâde der ki: Bunlar, Allah'ın düşmanı Yahudi ve
Hıristiyanlardır. Yahudiler Tevrat ve Musa'ya inanıp İncili ve îsâ'yı inkâr
ettiler. Hıristiyanlar ise İncil'e ve îsâ'ya iman edip Kur'an'ı ve Muhammed'
(s.a.v.)'i inkâr ettiler ve Allah'ın peygamberleri
ile gönderdiği islam dinini kabul etmediler.[310] Ve
bunlar küfür ile iman arasında bir yol tutmak isterler. Halbuki bu ikisi
arasında bir yol yoktur.
[311]
151. İşte bu
çirkin sıfatları taşıyanlar iman ettiklerini iddia etseler de gerçekten
kâfirlerdir. "Biz, kâfirler için, ebediyen cehennem ateşinde kalmak
üzere, şiddetli ve aşağılayıcı bir azap hazırladık.
[312]
152. Allah'a
inanan ve aralarında ayrım gözetmeden bütün peygamberleri tasdik edip hepsine
inananlara gelince, ki bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e tabi olan mü'minlerdir,
Allah'a ve peygamberlere iman ettikleri için, onlara sevaplarını tam olarak
vereceğiz. Allah onların geçmişteki isyan ve günahlarını bağışlayıcı ve onlara
çeşitli nimetleri lütfedicidir.
[313]
153. "Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor." Bu âyet Yahudi bilginleri hakkında indi. Onlar Peygamber'e (s.a.v.) şöyle demişler: "Eğer peygamber i-sen, Musa'nın Tevrat'ı toptan getirdiği gibi, bize gökten toptan bir kitap getir." İşi zora sokmak ve inat etmek maksadıyle böyle bir istekte bulundular.
Yüce Allah, Peygamber
(s.a.v.)'i teselli etmek ve dolayısıyle diğer peygamberlere uymasını sağlamak
için, onların daha çirkin ve daha âdi isteklerini anlatarak şöyle buyurdu: Onlar
Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve "Bize, Allah'ı apaçık
göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle onları hemen bir yıldırım çarptı.
Yani gökten bir ateş gelerek onları helak etti. Sonra kendilerine âsâ, beyaz
el, denizin yarılması ve benzeri mucizeler ve engin deliller geldikten sonra
buzağıyı ilâh edinip ona taptılar. Ebussuûd şöyle der: Mesele, yani Allah'ı
görme isteği her ne kadar geçmiş atalarından gelmişse de, bunlar, atalarının
yaptıkları ve yapmadıkları her hususta onlara uydukları için, istek bunlara
isnat edilmistir.[314] Suçlarının ve hainliklerinin büyüklüklerine
rağmen yaptıklarını affettik. Ve Musa'ya kendisinin ve peygamberliğinin
doğruluğunu gösteren apaçık delil verdik. Taberî şöyle der: "Bu delil,
Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği açık mucizelerdir".[315]
154.
Onlar
Tevrat'ın hükümlerini kabul etmek istemedikleri için, onu kabul edeceklerine
dair kendilerinden söz almak maksadıyla Tur Dağını üzerlerine kaldırdık, Ve Allah'a
boyun eğmek için, başınızı eğip secde ederek Bey ti Makdis'in kapısından
girin" dedik. Fakat onlar, kendilerine emredileni yapmadılar ve kıçları
üzerine sürünerek girdiler. Girerken de alay etmek için "Arpa içinde
buğday" diyorlardı. Onlara "cumartesi günü balık avlamak suretiyle bu
günün hürmetine tecavüz etmeyin" dedik. Fakat buna aykırı davrandılar ve
avladılar. Ve onlardan sağlam bir söz aldık.
[316]
155.
Sözlerinde
durmadıkları, Kur'an'ı Kerim'i inkâr ettikleri, Zekeriya (a.s.) ve Yahya (a.s.)
gibi peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve "Ey Muhammed! Bizim
kalplerimiz örtülerle kapanmıştır.
Binaenaleyh senin söylediklerin
kalplerimize girmez." dedikleri için lanet ettik ve onları zelil kıldık.
Yüce Allah onların bu sözlerini
reddederek şöyle buyurdu: Tam aksine, inkârları ve sapıklıkları -sebebiyle
Yüce Allah o kalpleri mühürledi. Onlardan, Abdullah b. Selâm ve arkadaşları
gibi, az bir grup hariç kimse iman etmez.
[317]
156.
Ve yine
îsâ (a.s.)'yı inkâr etmeleri, Allah âlemlerdeki bütün kadınlara üstün kıldığı
halde Hz. Meryem'i fahişelikle suçlamaları sebebiyle kalpleri mühürlendi.
[318]
kiştirmek için fazladan gelmiştir. takdirindedir.
4. terkibinde istiare vardır. "İlimde sebat etme ve yerleşme" yerine müstear kelimesi kullanılmıştır. Aynı şekildei'cümlesinde de istiare vardır. Örtü mânâsına gelen ğılaf kelimesi, müstear olarak "anlayışsızlık ve idraksizlik" yerinde kullanılmıştır. Yani o kalplere, Öğüt ve nasihatten hiçbir şey ulaşmaz demektir.
5. " Bilakis, inkârları yüzünden Allah onların kalplerini mühürledi," cümlesinde itiraz vardır. Bu, onların bozuk iddialarını reddeder.
6. " İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz," cümlesinde üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı Allah onlara verecek" şeklindedir. Ecir kelimesinin'nekre olarak getirilmesi, verilecek mükafatın büyüklüğünü ifade eder.
7. Peygamberleri öldürmeleri sebebiyle" cümlesinde mecâz-i mürsel vardır. Bu zikr-i küll, irade-i cüz kabilindendir. Aynı şekilde cümlesinde de mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü onlar Kur'a-n'ı ve İncil'i inkâr ettiler ama diğerlerini inkâr etmediler. Bu da zikr-i küll irâde-i cüz kabilindedir. [319]
Teshil müellifi şöyle der: "Yahudiler Hz. isa'yı inkâr ettikleri ve Ona sövdükleri halde, ona nasıl "Allah'ın elçisi" dediler diye sorulursa, buna üç türlü cevap verilir:
1. Bunu, alay ve istihza yoluyla söylediler.
2. Müslümanların onun hakkındaki inançlarına göre söylediler. Sanki onlar: "Size göre" veya "iddianıza göre Allah'ın Rasulü" dediler.
3. Bu cümle, Yahudilerin değil, Allah'ın sözüdür. Buna göre, kelimesinden önce durulur. Bu, onların günahlarının büyüklüğünü ve "onu öldürdük" şeklindeki sözlerinin çirkinliğini ifade eder. onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler bölümü, Yahudileri reddeder ve onları yalanlar. Hıristiyanların da, Hz. îsâ çarmıha gerildiği için haça taptıkları şeklindeki görüşlerini reddeder. Onların, Hz. îsâ'nın ilah veya ilâhın oğlu olduğunu iddia edip sonra da çarmıha gerildiğini söyleyerek çelişkiye düşmeleri, gerçekten şaşılacak bir şeydir.[320]
"Onlar onu ne öldürdüler ne de astılar. Fakat onlara îsâ gibi gösterildi." âyeti gösteriyor ki Yüce Allah, elçisi îsâ'yı pis Yahudilerin şerrinden korumuş, dolayısıyle o, ne Öldürülmüş, nede çarmıha gerilmiştir. Yahudiler, ancak îsâ zannettikleri başka bir şahsı çarmıha germişlerdir. Bu şahıs, Allah'ın îsâ'ya benzettiği, dolayısıyle Yahudilerin îsâ zannederek öldürdükleri kişidir. İşte bu inanç akla ve nakle uygun olan doğru inançtır. Hıristiyanlara gelince onlar, Hz. îsâ'nın çarmıha gerildiğine, Yahudilerin onu horladıklarına, başına dikenler koyduklana ve onun yalvarıp ağladığına inanırlar. Öte yandan Hz. îsâ'nın Allah veya Allah'ın oğlu olduğunu ve insanlığı günahlarından temizlemeye geldiğini iddia ederler. Bunun gibi, daha nice acaip ve garip çelişkileri vardır. Şâir ne güzel söylemiş:
Hz. îsâ'nın Hıristiyanlar arasındaki durumu şaşılacak bir şeydir. Onu, herhangi bir babaya nisbet etmeleri de gariptir. Onu Yahudilere havale ettiler ve dediler ki: Yahudiler ona eziyet edip çarmıha gerdiler. Eğer söyledikleri hak ve doğru ise, oğlu rehin olarak düşmanlara teslim edildiğinde baba neredeydi. Ne dersin, onlar böyle yapmakla onu razı mı ettiler, yoksa kızdırdılar mı? Eğer onların eziyetlerine razı olduysa, Yahudileri övün. Çünkü onlar oğula işkence ettiler. Eğer kızdıysa, onu bırakıp Yahudilere tapın. Çünkü onlar ona üstün geldiler. [321]
163. Biz
Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana
da vahyettik. Ve İbrahim'e,
İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, Esbât'â, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yunus'a Harun'a ve
Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.
164. Bir
kısım peygamberleri sana daha önce anlat tık, bir kısmını ise sana anlatmadık.
Ve Allah Musa ile de gerçekten konuştu.
165. Müjdeleyici ve sakındıncı olarak peygamberler
gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra (Allah'a karşı bir bahaneleri
olmasın! Allah izzet ve İhikmet sahibidir.
166. Fakat
Allah sana indirdiğine şahidlik eder; nu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de
şahidlik ederler. Ve şahid olarak Allah kafidir.
167. İnkâr
eden ve Allah yolundan alıkoyanlar işüphesiz
doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.
168. İnkâr
edip zulmedenleri Allah asla
bağışlayacak değildir. Onları bir yola iletecek de değildir.
169. Ancak
içinde ebedî kalmak üzere cehennem (yoluna
onları iletecektir. Bu da Allah'a çok kolaydır.
170. Ey
insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi,
şu halde kendi iyiliğinize olarak iman edin. Eğer inkâr ederseniz, biliniz ki
göklerde ve yerde ne [varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş ilim ve
hikmet sahibidir.
171. Ey
Ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah
hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih, ancak Allah'ın
rasûlüdür, Meryem'e ulaştırdığı "Kün: Ol" kelimesi (nin eseri) dir,
Kendisinden bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve peygamberlerine iman edin.
"(İlah) üçtür" demeyin, bundan vazgeçin bu sizin için daha
hayırlıdır. Allah ancak bir tek Allah'dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Göklerde jve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172. Ne
Mesih ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah'ın kulu olmaktan çekinirler. O'na
kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini Allah yakında huzuruna
toplayacaktır.
173. İman edip iyi işler yapanlara Allah
ecirlerini anı olarak verecek ve onlara lutfunu artıracaktır. Kulluğundan yüz
çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı
bir şekilde azap
edecektir. Onla'r, kendilerini Allah'ın azabından koruyacak ne
bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar.
174. Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin
bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
175. Allah'a
iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet
ve lütuf içine daldıracak ve onları
kendine doğru giden bir yola götürecektir.
176. Senden fetva isterler. De ki: "Allaja, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kizkardeşler iki tane olursa erkek kardeşlerinin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektekdir.
Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin birçok kötülüğünü, bu arada Îsâ (a.s.) ile Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini İnkâr ettiklerini ve îsâ (a.s.)'yı çarmıha gerdiklerini zannettiklerini anlattıktan sonra burada da, i-manm doğruluğu için bütün peygamberlere iman etmenin şart olduğunu ve diğer paygambeıierin da müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderildiğini a-çıkladı. Sonra Hıristiyanları, "îsâ (a.s.) Allah'ın oğludur" veya "O. üçün üçüncüsüdür" gibi bâtıl itikatlara kapılmak suretiyle îsâ (a.s.) hakkında taşkınlık yapmamaya çağırarak, onun, Hıristiyanların iddia ettiği gibi,-Allah'ın oğlu; Yahudilerin iddia ettiği gibi gayr-i meşruû bir çocuk olmadığını ve bu iki grubtan birinin ifrata" diğerinin tefrite düştüğünü açıkladı. Daha sonra bu mübarek sûre, başlangıçtaki gibi, akraba vârislerin hukukuna riâyeti emrederek sona erdi. [322]
Aşırı gidersiniz, demektir. haddi aşmak, aşırı gitmek manasınadır. Bir malın fiatı normalden fazla arttığı zaman denilmesi bu kabildendir.
Çekinir, demektir. İstinkaf; böbürlenmek, kendini üstün görmek manasınadır. Zeccâc der ki: "Bu kelime, bir kimsenin yanakları üzerine doğru akan göz yaşını, parmağjyle silip attığı zaman söylediği sözünden alınmıştır.
Burhan, delil demektir. Burada maksat mucizelerdir.
Sığındılar demektir, çekinmek, uzak durmak manasınadır.
Kelâle, daha önce de geçtiği gibi, çocuğu ve babası olmayan kimsedir. [323]
Bir Hıristiyan heyeti, Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek : "Ya Muhammedi Bizim ilâhımızı niçin ayıplıyorsun? dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Sizin ilahınız kim? diye sordu. Onlar: "îsâ" diye cevap verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben onun hakkında ne diyorum? dedi. Onlar: "O, Allah'ın kulu ve rasulüdür" diyorsun dediler, Rasulullah (s.a.v.): Onun, Allah'ın kulu olması utamlacak bir şey değildir" buyurdular. Onlar ise "Evet, bu, onun için utanılacak bir şeydir" dediler. Bunun üzerine, "Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinmez..." âyeti indi.[324]
163. Ya
Muhammedi Biz, Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da
vahyet-tik. Hz. Peygamber (s.a.v.), her ne kadar diğerlerineden sonra peygamber
olmuşsa da, onlardan daha üstün olduğu için önce zikredildi.Nitekim biz
ibrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kûb'a, Ya'kûb'un evladına, îsâ'ya, Eyyûb'a,
Yûnus'a Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Yüce Allah'ın bunları özellikle
zikretmesi onların şerefini yüceltmek ve yükseltmek içindir. Peygamberlerin
pîri ve insanlığın ikinci babası olduğu için, Muhammed (s.a.v.)'den sonra Nûh
(a.s.) zikredildi. Daha sonra İbrâhîm (a.s.) zikredildi. Çünkü o, insanlığın
üçüncü babasıdır, nübüvvet ağacı ondan dal budak salarak gelişmiştir. Nitekim
bir âyet-i kerimede: "Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere
verdik[325] buyrulmuştur. îsâ (a.s.) ise, ona aşın derecede
önem verildiği için kendinden önce gelen peygamberlerden önce zikredildi. Zira
Yahudiler onu aşırı derecede yeriyor, Hıristiyanlar ise ilâhlaştıryorlardı.
Davud'a da Zebur'u verdik. Kurtubî der ki: Zebur'da 150 sûre vardır. Bu
sûrelerde, hiç ahkâm âyeti yoktu. Bunlar, hikmet ve öğütlerden ibaretti.[326]
164. Ya
Muhammed! Biz, haberlerini sana diğer sûrelerde anlattığımız, bazı peygamberler
de gönderdi. Ayrıca, durumları
hakkında sana hiçbir bilgi vermediğimiz başka peygamberler de gönderdik. Allah,
vasıtasız olarak, özellikle Musa (a.s.) ile konuştu. Bundan dolayı Musa
(a.s.)'ya "kelîm" ismi verilmiştir. Mecaz ihtimalini gidermek için,
âyette gecen "konuştu" fiili, kelimesi ile vurgulanarak söylenmiştir.
Sa'leb şöyle der: Eğer bu vurgulama yapılmasaydı başka bir mânâ
anlaşılabilirdi. Mesela, senin için filan ile konuştum" sözü, "Senin
için ona bir pusula yazdım" veya "Senin için ona bir adam
gönderdim" mânâlarına gelebilir. Burada söz, " kaydı ile vurgulandığı
için, "Allah'tan işitilen söz" den başka bir mânâ anlaşılmamaktadır.[327]
165. Biz,
itaat edenlere cenneti müjdeleyen, isyan edenleri cehennem ateşi ile korkutan
peygamberler gönderdik ki, insanların, peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir
bahaneleri olmasın. Yani Yüce Allah peygamberleri, "Bana bir peygamber
gönderilmiş olsaydı, ben iman ve itaat ederdim" diyen kimselerin iddialarını
kesmek için gönderdi. Allah, peygamber göndermek ve kitap indirmekle, insan
oğlunun yapabileceği bu gibi itirazların önünü almıştır Allah, mülkünde güçlü,
yaptıklarında ise hikmet sahibidir. Sonra Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğini inkâr eden Yahudilere cevap vererek şöyle buyurdu:
[328]
166. Onlar
senin peygamber olduğuna şahitlik etmeseler de, Allah bu mucize Kur'an'ı sana
indirmekle, senin peygamber olduğuna şahitlik ediyor. Allah bu Kur'an'ı
kimsenin bilemeyeceği, sadece kendine ait olan ilmiyle ve bütün belâğatçılann
benzerini getirmekten aciz olduğu bir üslupla indirdi. Allah'ın sana
indirdiğine ve senin bir peygamber olduğuna melekler de şahitlik ediyorlar.
Şahit olarak Allah yeter. Başkası şahitlik etmese de, O'nun şahitliği senin
için yeterlidir, başka şahide ihtiyacın olmaz.
[329]
167. İnkâr
edenler ve insanların, Allah'ın dinine girmesine engel olanlar, hiç şüphesiz
doğru yoldan tam mânâsıyle uzaklaşmışlardır. Çünkü kendileri dalâlete
düştükleri gibi, başkalarını da dalâlete düşürmüşlerdir. Bu sebeple onlar derin
bir sapıklık içindedirler.
[330]
168. nkâr
edip zulmedenler var ya, işte Allah bunları asla bağışlamıyacak ve kâfir olarak
öldükleri için onları asla cennet yoluna sokmayacak.
[331]
169. Ancak,
inkâr ve zulümlerine karşılık olarak onları, cehenneme götüren yola sokacaktır.
Onlar orada ebediyen kalacaklardır.
Zemahşerî'ye göre, "İnkâr
edip zulmedenlerden maksat, inkâr ile isyanı birleştirenlerdir.[332]
Onları ebedîyyen cehennemde tutmak, Allah için zor ve büyük bir iş değildir.
[333]
170. Ey insanlar! Muhammed '.a.v.) size Rabbinizden hak dini ve yüce şeriatı getirdi. Sîz abbinizden size gelene iman edin, onu tasdik edin. Bu iman sizin için daha hayırlı olur. Eğer inkâr üzere kalmak-devam ederseniz, bilin ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur, sizin inkârınız na hiç zarar veremez. Çünkü mülk yaratık ve kul olarak kainatta ne varsa epsi O'nundur. Allah alîmdir, kullarının halini bilir; akimdir, kulları için yaptığı işlerde hekmeti vardır.
Yüce Allah geçen
âyetlerde Yahudilerin şüphelerini reddettikten son-, Hıristiyanların, Allah'ı
bırakıp da îsâ (a.s.)'ya tapacak kadar onun hak-mda aşın tazimde bulunmak
suretiyle düştükleri sapıklıkları anlatarak löyle buyurur:
[334]
171. Ey
Hıristiyanlar! îsâ'nın durumu akkında İfrata düşmek ve onun îlâh olduğunu iddia
etmek suretiyle din inde haddi aşmayın. Allah'ı Hulul, üç unsurun birleşmesinden
meydana gelme, eş ve çocuk edinme gibi, O'na lâyık olmayan eylerle nitelemeyin.Meryem oğlu îsâ, sa-ece Allah'ın peygamberlerinden
bir peygamberdir. O, sizin iddia
ettiğiniz ibi, Allah'ın oğlu değildir, O, Allah'ın Meryem'e ulaştır-ığı kelimesidir.
Yani Yüce Allah'ın "ol" kelimesi ile yaratılmıştır. Ne ir baba
vasıtasıyle, ne de bir meniden yaratılmıştır, Allah'tan elen bir ruh sahibidir.
Cebrail (a.s.)'in, Meryem'in göğsüne üfürmesinin seridir. İşte Meryem, bu
üfürme ile îsâ (a.s.)'ya hamile kaldı. îsâ (a.s.)'nm anını yüceltmek için,
"Allah'tan bir ruhtur" denilerek, ruh Allah'a izafe 'edilmiştir.
Öyleyse Allah'ın birliğine iman edin ve O'nun ütün peygamberlerini tasdik edin."Allah,
îsâ ve Meryem olmak üzere, ilahlar üçtür" demeyin. Veya "Baba oğul
ve Rûhu'l Kudüs olmak üzere Allah üçtür" demeyin. Böylece Allah onları
teslisten nehyedip, tevhidi emretti. Çünkü ilah terkipten ve mürekkep olan bir
şeyin kendisine isnat edilmesinden münezzehtir. Teslisten vazgeçerseniz, bu
sizin için daha hayırlı olur. Allah, ancak bir tek ilahtır. Sizin iddia
ettinizi gibi, üçün üçüncüsü değildir, O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir.Göklerde
ve yerde ne varsa, hepsi onun yarattıkları, mülkü ve kullarıdır. Ona denk ve
benzer hiçbir şey olmaz ki, onu çocuk edinsin. Vekil olarak Allah yeter. Bu
âyet, Allah'ın bir çocuğa ihtiyacı olmadığına dikkat çekmektedir. Yani, yarattıklarının
işlerini düzenleyip onları korumak için Allah yeter. O'nun bir çocuğa ve
yardımcıya ihtiyacı yoktur. Çünkü, her şeyin mâliki odur. Sonra Yüce Allah,
Hıristiyanların bâtıl inançlarını reddederek şöyle buyurdu:
[335]
172. Sizin ilâh olduğunu iddia ettiğiniz Hz. îsâ (a.s.), kibirlenip de Allah'a kul olmaktan asla çekinmez.
Allah'a yakın olan
melekler de O'na kul olmaktan çekinmezler. Kim Allah a ibadet etmekten çekinir
ve böbürlenirse, bilsin ki Allah Onların hepsini hesap ve ceza için kıyamet
gününde toplayacaktır.
[336]
173. iman
edip iyi işler yapanlara Allah amellerinin sevabını tam olarak verecek ve
onlara lütfundan, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir
insanın aklına gelmeyen nimetler ihsan edecektir. Böbürlenip de Allah'a ibadet etmekten
çekmenlere gelince, Allah onları da elem verici şiddetli bir azapla
cezalandıracaktır, Allah'ın azabına karşı onlara yardımcı olacak herhangi bir
dost bulamayacaklardır. Yani onlara dost olacak herhangi bir kimse yoktur.
[337]
174. Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin
bir delil geldi. O da, engin mucizelerle desteklenmiş Allah'ın elçisi Muhammed
(s.a.v.)'dir. Size, parlak nur olan bu Kur'an'ı indirdik.
[338]
175.
Allah'ın birliğine inanıp O'nun nurlu kitabına sarılanlara gelince, Allah
onları, ebedîlik yurdu olan cennetine koyacak ve onları dünyada İslam dinine,
âhirette de cennet yoluna iletecektir.
[339]
176. Ya Muhammed! Senden, kendisine vâris olacak babası ve çocuğu olmayan Ölü hakkında fetva soruyorlar. De ki, Allah onun hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Bir kişi ölür de, kendisine vâris olacak ne babası, ne de çocuğu bulunmazsa, ki buna kelâle denir. orıun öz veya baba bir, tek kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yansı kızkardeşin hakkıdır. Öz veya baba bir erkek kardeş de, çocuksuz olarak ölen kızkardeşin malının tümüne vâris olur. dji Kelâle'nin iki veye daha çok kız kardeşi varsa, bıraktığı malın üçte ikisi onların hakkıdır. Eğer vârisler erkek ve kız kardeşler iseler, erkeğin hakkı, iki kızkardeşin payı kadardır Allah şaşırmanızı istemediği için, hükümlerini ve koyduğu konunları size açıklıyor. Allah herşeyi bilir. Yani sizin için yararlı olanı bilir. Diri iken de, ölü iken de kullarına yararlı olan şeyi bilen Allah'tır. [340]
1. Âyetinde özellikle bazı peygamberlerin adlarının anılması, onları şereflendirmek ve üstünlüklerini göstermek içindir. Burada "mürsel mufassal" adı verilen teşbih vardır.
Ey Ehl-i kitap!" Burada umum zikredilmiş, husus kas-[edilmiştir. Yani burada Ehl-i kitaptan maksat sadece Hıristiyanlardır. litekim daha sonra gelen, ilâh üçtür, demeyin," sözü de bunu rösterir. Zira bu söz, Huristiyanların sözüdür.
3. " Meryem oğlu îsâ Mesih, sadece dlab'ın bir peygamberidir." Bu cümlede kasır sanatı vardır. Mevsufun sıfat üzerine kasrı türündendir.
Şahidlik ederler" ile şehid" kelimeleri arasında stikak cinası vardır. [341]
Edatı, "bazı" mânâsına gelir. Bazen de "başlangıç" için kullanılır. âyet-i kerimesinde bu mânâda kullanılmıştır. Anlatıldığıma göre Harun Reşid'in bir Hıristiyan doktoru bir gün İmam Vâkidî ile tartıştı ve ona: "Sizin kitabınızda, İsa'nın Allah'ın bir parçası olduğunu göste-Iren bir âyet var" dedi ve O'ndan bir ruh" âyetini okudu. Vâkidî şöyle cevap verdi:" Yüce Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyurur O, göklerde ve yerde ne varsa size boyun eğdirmiştir. Hepsi Allah'tandır" Eğer îsâ Allah'ın bir parçası ise, buna göre, göklerde ve yerde olanların da, Allah'ın bir parçası olması gerekir." Bunun üzerine Hıristiyan sustu ve müslüman oldu. Harun Reşid buna çok sevindi ve Vâkidî'ye büyük bir hediye verdi.
Yüce Allah'ın yardımı ile 'Nisa Suresi" nin tefsiri bitti. [342]
[1] Yani onun çarmıha gerildiğini iddia eltiler. Şâir ne
güzel söylemiş; İlâh, Yahudi bir kulun fiiliyle çarmıha gerildiyse, o ne biçim
bir ilâhtır.
[2] Nisa sûresi, 4/171
[3] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/483-484.
[4] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/484.
[5] Gaşiye sûresi, 88/16
[6] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/487.
[7] Nisa sûresi. 4/127
[8] Buhârî. K. Tefsir, 4/1: Müslim. K. Tefsir, 6/3018
[9] Kurtubî, 5/53 Vahidî, Esbâbu'n-nuzûL s.83
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/487-488.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/488.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/488-489.
[12] Taberî şu mânâyı tercih eder: "Yetimler hususunda
adil davranmamaktan korkuyorsanız, kadınlarla evlendiğinizde onların arasında
adil davranmamaktan da korkunuz". Bizim verdiğimiz mânâ, nuzûl sebebine
uygundur. Bu mânâ, İbn Kesir1 in tercihidir.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/489.
[14] Nisa sûresi, 4/4
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489.
[15] Taberî, 7/565
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/489-490.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490.
[22] Yûsuf sûresi, 12/36
[23] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/490-491.
[24] Bakara sûresi, 2/21
[25] Fatır sûresi, 35/5
[26] el-Bahru'1-muhît, 3/153
[27] Ahzab sûresi, 33/4
[28] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/491-492.
[29] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/492-493.
[30] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/495-496.
[31] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/496.
[32] Ebû Davûd, K. el-Feraid, 2891; Tirmizî, K. cI-Feraid,
111/2092
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/496-497.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/497-498.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/498.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/498.
[37] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/498.
[38] Buharı, K. el-Edeb, 18; Müslim. Tcvbc, 33
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.
[39] Mirasın taksimindeki hikmet için, "el-Mevaris
fi'ş-şeriati'l Tslamiyye isimli 1 bakınız, s.18
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/499.
[40] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/501.
[41] Ahkaf sûresi. 46/15
[42] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/502.
[43] Zâdu'l-Mcsîr, 2/39
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502.
[44] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/366
[45] Tağlib: Bilinen iki şeyden birinin diğerine tercih
edilip her ikisi için kullanılması.
[46] Râzî, Tersir-i Kebir 9/235 ( NOT: Fabr-i Râzî, önceki
âyelin kadınlara, bu âyetin ise erkeklere mahsus olduğu düşüncesinden
hareketle bu yorumu yapmıştır. -Mütercimler.)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502-503.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/503.
[48] Şehit Seyyid Kutub,*Fi Zilali'l-Kur'an adındaki
tefsirinde şöyle der: "Bu, azgınlıklara dalmış ve günahları kendisini
kuşatmış olup zor durumda kalan kimsenin tevbesidir. Bu icv-bc. tekrar günah
işlemeye mecali kalmamış, bir daha hata işleme imkanı olmayan bir kimsenin
tevbesidir. Allah, böyle bir tevbeyi kabul etmez. Zira bu tevbenin ne kalbe, ne
de hayaia bir faydası vardır. Kişinin huyunda ve davranışında bir değişiklik
ifade etmez"
[49] Tirmizî, Deavât,*98; İbn Mâce. Zuhd, 30
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/503.
[51] Kurtubî, s/94
[52] Müslim, Reda 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, U/329
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/503-504.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/504.
[55] Ebu Davud, Menâsik, 56; İbn Mace, Menâsik, 84
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504.
[56] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/504-505.
[57] Kurtubî, 5/102
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/505.
[58] el-Keşşâf, 1/379
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/505.
[59] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/508.
[60] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/508-509.
[61] Kurtubî, 5/104
[62] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.85
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/509.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/509-510.
[64] Buhârî, Şehâdct 7, Nikâh 20; Müslim, Ridâ 1.2,9,13
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/510-511.
[66] Münıtehine sûresi, 60/10
[67] Nisa sûresi, 4/4
[68] Nisa sûresi, 4/4
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/511.
[70] Ebu Hayyan, el-Bahrul-muhît, 3/222
[71] ibn Mace, Nikâh 8
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/511-512.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/512.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/512.
[75] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/378
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/513.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/513.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/513.
[79] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/513.
[80] Geniş bilgi ve Mut'a nikahını haram kılan deliller
için bakınız, Revaiu'l-beyan adlı kitabımız, 1/457
[81] Kurtubî, 5/159
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513-514.
[82] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/518.
[83] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/518.
[84] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.85
[85] el-Keşşâf, 1/290
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518-519.
[86] Taberî, 8/267
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/519.
[88] Enfal Sûresi, 8/75
[89] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/384
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/519-520.
[91] Ebussuûd Tefsiri, 1/339
[92] Bazı farklarla Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/69
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/386
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/520-521.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/521.
[96] Keşşaf, 1/393. Taberî de bu görüşü tercih etmiştir.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/521-522.
[98] Âyetin bu şekilde tefsiri, Taberî ve Ebussuûd'un
tercih ettiği tefsirdir.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/522.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/522.
[101] Keşşaf 1/395
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/522.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/522.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/522.
[105] Nebe sûresi, 78/40
[106] Bu tefsir, cümlenin müstenese (müşteki!) oluşuna
göredir. Zahir olan da budur. Bir başka görüşe göre bu cümle önceki cümle
Üzerine mavuftur. Buna göre mânâ şöyle olur: Onlar yer altına gömülmelerini,
Allah'tan hiçbir haberi gizlememiş ve " Ey Rabbimiz! Vallahi biz
müşriklerden değildik" (En'am, 6/23) şeklindeki sözlerinde yalan söylememiş
olmalarını isterler. Çünkü onlar gizledikleri İçin rezil olmuşlardır. Durumun
şiddetinden dolayı üzerlerinin dümdüz edilmesini isterler. (Bak. Keşşaf, 1/396)
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/523.
[108] Tirmizî, "Bu hadis, hasen ve sahih bir
hadistir" dedi. Tirmizî, Tefsir-i Kur'an, V/3026.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/523-524.
[110] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/524.
[111] Buhârî, Tefsiru'l-Kur'an, 10.
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/524-525.
[112] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/525.
[113] Nisa sûresi, 4Z-78
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/525-526.
[114] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/528.
[115] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/529-530.
[116] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 89; Taberî, 8/468
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 30.
[117] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/530.
[118] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/530.
[119] Ebu Hayyan. cl-Bahrul-muhît, 3/264
[120] Keşşaf, 1/401
[121] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/530-531.
[122] Taberî'nin tercihi de budur. Çünkü şöyle der: Âyeiin mânâsı
şöyledir: Biz, o yüzlerden gözlen silip izlerini yok ederek ense gibi dümdüz
bir hale getirmeden ve gözleri arkaya çevirip de onlar gerisin geri yürür
duruma gelmeden önce iman edin.
[123] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/531-532.
[124] Taberî, 8/450
[125] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/532.
[126] Taberî, 8/452
[127] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/532.
[128] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/532.
[129] Muhtarsar-ı İbn Kesir. 1/403
[130] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/532-533.
[131] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/533.
[132] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/533.
[133] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/533.
[134] Hadîd sûresi, 57/26
[135] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/533.
[136] Bu hadisi Ahmcd b. Hanbcl Müsned'inde rivayet
etmiştir. Bkz. IT/26
[137] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/533-534.
[138] Buhârî, Bed'ü'1-halk, 8, Tefsir, 56; Müslim, Cennet,
6-8
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/534.
[139] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/534-535.
[140] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/538.
[141] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/538-539.
[142] Fahr-i Râzî, 10/138; Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 90
[143] Keşşaf, 1/406, Kurtubî, 5/264
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/539-540.
[144] Keşşaf, 1/405
[145] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/405
[146] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/540.
[147] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/540.
[148] Bakara sûresi, 2/256
[149] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/540-541.
[150] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/541.
[151] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/541.
[152] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/541.
[153] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/541-542.
[154] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/542.
[155] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/542.
[156] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/542.
[157] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/542.
[158] Muhtasar-ı ibn Kesir 1/411
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542-543.
[159] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/543.
[160] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/543.
[161] Bu hadisi ibn Merdeveyh rivayet etmiştir. Bkz. İbn
Kesir Tefsiri, U/310-311; varyantları için bkz. Taberî, V/103/104
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543-544.
[162] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/548.
[163] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/548-549.
[164] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, 96; Kurtubî, 5/281
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/549.
[165] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/549.
[166] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/549-550.
[167] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/550.
[168] Müslim, İmâre.103
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/550.
[169] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/550-551.
[170] Keşşaf, 1/414
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/551.
[171] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/413
[172] Teshil, 1/148, Kurtubî bu görüştedir. Ebu Hayyan'm
görüşü ise daha tercihe şayandır. O, el-Bahr adlı tefsirin de şöyle der; Ayetin
zahirine bakılırsa, bu sözü söyleyenler münafıklardır. Çünkü Allah bir şeyi
emrettiğinde, samimi mü'min onun sebebini sormaz. Bundan dolayı âyetin akışı
şöyle gelmiştir: Onlara bir kötülük isabet ettiğinde, bu senin
yüzündendir" derler. Münafıktan başkası bu sözü söylemez. El-Bahr, 3/928
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/551-552.
[173] A'raf sûresi, 7/131
[174] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/552-553.
[175] Şûra sûresi, 42/30
[176] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/553.
[177] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/553.
[178] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/553.
[179] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/553.
[180] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/553-554.
[181] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/554.
[182] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/554.
[183] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/554.
[184] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 554.
[185] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/555.
[186] Şûra sûresi, 42/30
[187] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/555.
[188] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/559.
[189] Bu beyit Ümeyye b. Ebi Salt'a aittir.
[190] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/559.
[191] Buhârî, Tefsir, İV/15; Tirmizî, Tefsir İV/14
[192] Vahidi Esbâbu'n-nuzûl, s. 97
[193] Buhârî, Tefsir, İV/17.
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559-560.
[194] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/560.
[195] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/560.
[196] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/560-561.
[197] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/561.
[198] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/561-562.
[199] Kasten adam öldüren kimsenin hükmü hakkında geniş
bilgi için bakınız Ebu Hayyan el- Muhtasar-ı İbn Kesir 1/422.
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/562.
[200] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/562.
[201] Buhârî, Cihâd, 35; Meğâzi, 81
[202] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/562-563.
[203] Nesâî, Cihâd, 18
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/563.
[204] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/563.
[205] İbn Mace, Diyet, 1
[206] Beyhâkî, Sünen Vill/23
[207] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/564.
[208] Nahl sûresi, 16/71
[209] İbn Mace, Vesayâ, 1, Cenâiz,64; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 1/78
[210] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/564.
[211] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/14-15.
[212] Tefsîru GarTbil-Kur'ân, s.134 .
[213] Kurtubî, 5/360
[214] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/15.
[215] Muhtasarı tbn Kesir, 1/427
[216] Kurtııtö, 5/349
[217] Ehııssuûd. 1/380
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/15-16.
[218] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/16.
[219] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/16.
[220] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/17.
[221] Ankebut suresi 29/56
[222] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/17.
[223] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/17.
[224] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/431
[225] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/17-18.
[226] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/18.
[227] Kurtubî, 5/374
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/18-19.
[228] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19.
[229] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19.
[230] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19.
[231] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19.
[232] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19.
[233] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/19-20.
[234] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/20.
[235] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/20.
[236] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/20.
[237] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/20.
[238] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/25.
[239] Kurtubî, 5/400
[240] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/25-26.
[241] Kurtubî, 5/385
[242] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.104
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/26.
[243] Taberî, 9/201
[244] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/26-27.
[245] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/27.
[246] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/27.
[247] Taberî'nin tercihi de budur. Bir başka görüşe göre,
âyette geçen "libj" kelimesinden maksat meleklerdir. Nitekim, bir
âyet-i kerimede "Meleklere dişilerin ismini veriyorlar"(Necm Suresi.
53/27) buyrulmuştur. Müşrikler, meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu iddia
ediyorlardı.
[248] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/27.
[249] Müslim, iman, 379
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.
[250] Bahire ve^saibe için bakınız, maide 7/103 âyetinin
tefsiri.
[251] Bu mânâ îbn Abbas, Mücahid ve Dahhak'tan rivayet
edilmiştir. Taberî'nin tercihi de budur.
[252] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/27-28.
[253] Muhtasar-i İbn Kesir, 1/439
[254] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/28.
[255] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/28.
[256] Ebussuûd Tefsiri, 1/384
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.
[257] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/28-29.
[258] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/29.
[259] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/442
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.
[260] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/29.
[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/443
[262] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/29-30.
[263] Taberî, 9/271
[264] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/30-31.
[265] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[266] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[267] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[268] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[269] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[270] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/31.
[271] Telhisu'l-beyan, s.26
[272] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/32.
[273] Nisa Suresi, 4/3
[274] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/32.
[275] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/36.
[276] Bu mânâda Buharide hadis, şeklindedir. Bkz-Buhari,
İstikrad,13. Hadisin varyasyonları için bkz. Ebu Davud, Akdiye, 29; Nesai,
Büyü, 100; İbn Mace, Sadakat, 18.
[277] Mücadele Suresi, 58/19
[278] El-Bahr, 3/380
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36.
[279] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/447
[280] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/36-37.
[281] Ebussuûd, 1/389
[282] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/37.
[283] Bir görüşe göre âyet, Yahudiler hakkındadır. Onlar Hz.
Musa'ya iman ettiler. Sonra buzağıya tapmak suretiyle kâfir oldular. Sonra Hz.
Musa dönünce tekrar iman ettiler. Daha
sonra Hz. îsâ'yi inkâr ettiler. Sonra da Hz. Muhammed (s.a.v.)'İ inkârları
sebebiyle küfürleri arttı. Bu görüş, Katâde'nin görüşüdür. Taberî de bunu
tercih etmiştir.
[284] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/448
[285] Keşşaf, 1/447
[286] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/37-38.
[287] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/38.
[288] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/38.
[289] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/38.
[290] Kurtubî, bu âyetin tefsirinde müfessirlerin beş görüşünü açıklar. Bunlardan
biri, bizim de tercih ettiğimiz yukardaki görüştür. Bir görüşe göre de, âyetle
geçen kelimesinden maksat "delil" dir. Bunun kıyamet gününde
olacağını söylemişlerdir. Taberî bu görüşü tercih eder. O: "Sebilden
maksat kıyamet günündeki hüccettir" der ve şu rivayeti de buna delil getirir:
Rivayete göre, bir adam Hz. Ali'ye bu âyeti sordu. Hz. Ali: "Bana yaklaş" dedi. Sonra ona;
"Kıyamet gününde Allah, aralarında hükmedecek, Allah, kıyamet günü
mü'minlerin aleyhine asla kâfirlere hüccet vermiyecek" mealindeki âyeti
okudu, tbn Arabî bu görüşün zayıf olduğunu kabul eder (Bak. Kurtubî, 5/419)
[291] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/449
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38-39.
[292] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/39.
[293] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/39.
[294] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/39.
[295] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/39-40.
[296] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/40.
[297] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/ 36-40.
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.
[298] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/40.
[299] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/40-41.
[300] Enfâl sûresi, 8/38
[301] Nisa süresi, 4/146
[302] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/41.
[303] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/45.
[304] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/45.
[305] Mecmau'l-beyan, 3/133
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.
[306] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/452
[307] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/45.
[308] Ebussuûd, 1/396
[309] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/45-46.
[310] Taberî, 9/354
[311] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/46.
[312] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/46.
[313] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/46.
[314] Ebussuûd Tefsiri, 1/394
[315] Taberî, 9/360
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46-47.
[316] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/47.
[317] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/47.
[318] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/47-48.
[319] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/49-50.
[320] Teshil, 1/163
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50.
[321] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
1/51.
[322] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/55.
[323] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/55-56.
[324] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 107
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56.
[325] Ankebût Sûresi, 29/27
[326] Kurtubî, 6/17
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56.
[327] el-Bahr, 3/398
Muhammed Ali Es-Sudari,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56-57.
[328] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/57.
[329] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/57.
[330] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/57.
[331] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/57.
[332] Taberî şöyle der: "Bunlar, Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğini ve Allah'ı İnkâr edenler ve bu hal üzere devam etmek
suretiyle zulmedenlerdir.
[333] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/57.
[334] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/58.
[335] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/58.
[336] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/58-59.
[337] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/59.
[338] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/59.
[339] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/59.
[340] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/59.
[341] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/59-60.
[342] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 1/60.