NİSA SURESİ 3

Sûreyi Takdim.. 3

Sûrenin İsimlendirilmesi 3

Kelimelerin İzahı 4

Nuzûl Sebebi 4

Âyetlerin Tefsiri 4

Edebî Sanatlar 6

Faydalı Bilgiler 6

Birden Fazla Kadınla Evlenme  Hakkında Birkaç Söz. 7

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 7

Kelimelerin İzahı 7

Nuzûl Sebebi 8

Âyetlerin Tefsiri 8

Edebî Sanatlar 9

Faydalı Bilgiler 9

Bir Uyarı 9

Bu Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 10

Kelimelerin İzahı 10

Nuzûl Sebebi 10

Âyetlerin Tefsiri 10

Edebî Sanatlar 11

Faydalı Bilgiler 11

Bir Uyarı 11

Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 12

Kelimelerin İzahı 12

Nüzul Sebebi 13

Âyetlerin Tefsiri 13

Edebî Sanatlar 15

Faydalı Bilgiler 15

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 16

Kelimelerin İzahı 16

Nuzûl Sebebi 16

Âyetlerin Tefsiri 16

Edebî Sanatlar 19

Faydalı Bilgiler 19

Bir Uyarı 20

Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz. 20

Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 21

Kelimelerin İzahı 21

Nüzul Sebebi 21

Âyetlerin Tefsiri 21

Edebî Sanatlar 23

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 24

Kelimelerin İzahı 25

Nuzûl Sebebi 25

Âyetlerin Tefsiri 25

Edebî Sanatlar 27

Faydalı Bilgiler 27

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 28

Kelimelerin İzahı 28

Nuzûl Sebebi 29

Âyetlerin Tefsiri 29

Edebî Sanatlar 32

Bir Uyarı 32

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 33

Kelimelerin İzahı 33

Nuzûl Sebebi 33

Âyetlerin Tefsiri 33

Edebî Sanatlar 35

Faydalı Bilgiler 35

Bir Uyarı 35

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 36

Kelimelerin İzahı 36

Nüzul Sebebi 37

Âyetlerin Tefsiri 37

Edebî Sanatlar 39

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 40

Kelimelerin İzahı 41

Nüzul Sebebi 41

Âyetlerin Tefsiri 41

Edebî Sanatlar 44

Bir Uyarı 44

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 45

Kelimelerin İzahı 45

Ayetlerin Tefsiri 45

Edebî Sanatlar 47

Faydalı Bilgiler 48

Bir Uyarı 48

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 49

Kelimelenin İzahı 49

Nüzul Sebebi 49

Âyetlerin Tefsiri 49

Faydalı Bilgiler 51

Bir Uyarı 51

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 52

Kelimelerin İzahı 52

Nüzul Sebebi 52

Ayetlerin Tefsiri 52

Edebî Sanatlar 54

Faydalı Bilgiler 55

 


NİSA SURESİ

 

Medine'de nazil olmuştur. 176 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Nisa sûresi Medine'de inen uzun sûrelerden biridir. Bu sûre müslü-manların dâhili ve haricî işlerini düzenleyen dinî hükümleriyle doludur. Bütün Medenî sûrelerde olduğu gibi, bu sûrede de teşrî yönüne ağırlık veril­miştir. Bu mübarek sûre kadın, ev, aile, devlet ve toplumu ilgilendiren ö-nemli kanunlardan bahseder. Bu sûrede yer alan hükümlerin büyük bir kısmı kadınlarla ilgilidir. Bundan dolayı bu sûreye "Nisa sûresi" ismi verilmiştir.

Bu mübarek sûre kadınların, başta yetim kız çocukları olmak üzere veli ve vâsilerin himayelerinde büyüyen diğer yetimlerin hukukundan bah­seder. Mîrâs, kazanç ve evlilik hususlarında yetim kız çocuklarının hak­larını açıklar, onları Câhiliyye zulmünden ve hor görücü zâlim gelenekle­rinden kurtarır.

Kadın konusunu ele alır, onun değerini ve şerefini korur. Yüce Alla­h'ın takdir ettiği mehir, mîrâs ve güzel muamele gibi haklarını kendisine vermek suretiyle ona karşı insaflı davranmaya davet eder.

Bu sûre aynı zamanda miras hükümlerini, adalet ve eşitliği tahakkuk ettirecek şekilde, inceden inceye geniş bir şekilde anlatır. Neseb, emzirme ve evlilik akrabalığı dolayısıyla kendileriyle evlenmek haram olan, kadın­lardan bahseder.

Yine bu mübarek sûre evlilik alakalarını tanzim eder ve bu ilişkilerin sadece maddi ilişkiden ibaret olmadığını, insani bir ilişki olduğunu, mehrin de bir ücret veya bir bedel olmayıp eşler arasındaki sevgiyi kuvvetlendire­cek, sohbeti devam ettirecek ve kalpleri birbirine bağlıyacak bir ihsan olduğunu vurgular.

Sonra bu sûre kocanın karısı, karnımda kocası üzerindeki haklarından bahseder. Karı-koca arasında anlaşmazlık ve ihtilaf bas gösterdiğinde, evli­lik hayatının İslahı için, erkeğin izlemesi gereken yollan gösterir. "Erkeğin kâim oluşu" nun ne demek olduğunu açıklar. Bunun köle edinmek ve emir kulu yapmak mânâsına gelmediğini, ancak yönetici ile halkı arasındaki münasebet gibi nasihat ve terbiye etmek şeklinde bir kıyam olduğunu açıklar.

Daha sonra sûre aile çerçevesinden toplum çerçevesine intikal eder ve her hususla iyilikle muameleyi emreder. İyiliğin karşılıklı olarak mer­hamet, yardımlaşma, öğüt, müsamaha, emanet ve adalete riâyet esasına dayandığını açıklar ki toplum sağlam ve kuvvelli temeller üzerine otursun.

Ayet-i kerimeler, dahilî ıslahattan sonra ümmetin istikrar ve sükûnu­nu koruyacak haricî emniyete hazırlanmaktan söz eder ve düşmana karşı mücadele edebilmek için gerekli hazırlıkların yapılmasını emreder.

Sonra bu sûre müslümanlarla diğer tarafsız veya düşman devletler arasındaki ilişkilerin esaslarını vaz eder.

Bundan sonra münafıklara karşı büyük bir hamle olarak cihat emri gelir. Münafıklar, sakınılması gereken kötülük tohumu ve şer mikroplandır. Bu mübarek sûre münafıkların tuzak ve tehlikelerinden de bahseder.

Aynı zamanda bu sûre Ehli kitabın, özellikle Yahudilerin tehlikele­rine ve Allah'ın yüce Peygamberlerine karşı takındıkları tavırlarına dikkat çeker.

Sonra bu mübarek sûre Hıristiyanların Hz.Tsa (a.s.) hakkındaki sapıklıklarını açıklayarak son bulur. Hıristiyanlar Hz. İsa hakkında aşırı gitmişler, halta ona kulluk etmişlerdir. Sonra da ulûhiyetine inanmalarına rağmen onu çarmıha gerdiler.[1] Teslis inancını icat ederek putperest müşrik­ler gibi oldular. Ayetler onları, bu sapıklıkları bırakıp saf ve yüce" tevhid akidesine dönmeye çağırdı. Yüce Allah İlâh üçtür demeyin. Hayrınıza olması için bundan vazgeçin. Allah, ancak bir tek Allah'tır.[2] buyurmakla doğru söylemiştir,[3]

 

Sûrenin İsimlendirilmesi

 

İçinde kadınlarla ilgili hükümler bu sûrede çokça bulunduğu için, bu sûreye "Nisa sûresi" adı verilmiştir. Diğer sûrelerde kadınlarla ilgili bu ka­dar çok hüküm bulunmaz. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'de mevcut olan ve boşanma ile ilgili hükümler taşıyan Talak sûresine "Küçük Nisa sûresi" denilmesine karşılık, bu sûreye "Büyük Nisa sûresi" denir. [4]

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla.

 

1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve on­dan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve ka­dınlar üretip yayan Rabbinizden korkun. Adını kulla­narak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

2. Yetimlere mallarını  verin,  temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza kata­rak yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.

 

3. Eğer yetimlerin haklarına riâyet edememekten korkarsanız beğendiğiniz kadnlardan ikişer, üçer, dör­der alın.  Adaletli davranamamaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz ile yetinin. Bu, ada­letten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

4.  Kadınlara mehillerini gönül rızası  ile  verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmım size bağış­larlarsa onu da afiyetle yeyin.

5. Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı akıl ermezlere  vermeyin;  o  mallarla onları  besleyin, giydirin ve onlara güzel söz   söyleyin.

6. Evlilik çağma gelineeye kadar yetimleri dene­yin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma (rüşd) görürse­niz hemen  mallarını  kendilerine verin. Büyüyecekler diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanların­da şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah ye­ter.

7. Ana ve babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana, babanın ve yakınların bı­raktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azın­dan, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.

8. Yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksimin­de hazır bulunurlarsa onları da bundan rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.

9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bırak­tıkları  takdirde korkacak olanlar haksızlıktan sakın­sınlar. Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler.

10. Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.

 

Kelimelerin İzahı

 

Besse, yaydı ve ayırdı   demektir. yayılmış halılar[5] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Erham, rahim kelimesinin çoğuludur. Rahîm, asıl itibariyle ana karnında ceninin oluştuğu yerdir. Daha sonra akrabalık mânâsında kul­lanılmıştır.

Rakîb, koruyan, işlerden haberdar olan demektir.....

Hûb, günah manasınadır.

Teûlû, adaletten ayrılır ve zulmedersiniz demektir. Terazinin bir tarafı ağır bastığında hakim zulmettiğinde ise denir.

Sadukât, mehr mânâsına gelen   kelimesinin çoğulu­dur.

Nıhle, hibe ve bağış demektir.

Süfchâ, aklı az olanlar, beyinsizler manasınadır. Burada mak­sat mallarını, har vurup harman savuranlardır.

Aııestüm, "gördünüz"   manasınadır.   Bir   kimse   bir   şeyi gördüğünde denilirki, kelime bundan türemiştir.

Bidâr, sur'at etmek demektir. Yani, yelim büyüyüp de malını sizden teslim almadan önce acele olarak onun malını yemeyin demektir.

Sedîd, istikamet mânâsına gelen sedâd kökünden olup, "doğru" demektir. [6]

 

Nuzûl Sebebi

 

a) Urve b. Zübeyr'den rivayet olunduğuna göre o, Hz.Aişe (r.a)'ye Yüce Allah'ın "Yetimlerin haklarına riâyet ede­memekten korkarsanız..." âyetinin mânâsını sorar. Hz.Aişe (r.a) şöyle ce­vap verir: Ey kızkardeşimin oğlu! Bu o yetim kızdır ki, malına ortak olduğu velisinin himayesinde bulunur, malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider de, velisi onunla evlenmek ister. Fakat mehri hususunda onun hakkına riâyei etmez, başkalarının ona vereceği mehir kadar vermez. İşte bu âyetle ken­dilerine nikah düşen velilerin, mehr-i mislin en yükseğini vererek hakla­rını gözetmedıkçe yetim kızları nikahlamaları yasaklandı ve hoşlarına gi­den diğer kadınları nikahlamaları emredildi.

Bu âyet nazil olduktan sonra, insanlar Rasulullah (s.a.v.)'dan fetva istediler. Bunun üzerine Yüce Allah,  "Senden, kadınlar hakkında fetva istiyorlar..[7] âyetini indirdi.[8]

b) Mukâlil b. Hayyan'dan rivayet olunduğuna göre, Gatafan kabilesin­den Mersed b. Zeyd isimli bir adam, erkek kardeşinin oğlunun malım koru­mak üzere mütevelli oldu. Kardeşinin oğlu küçük bir yetimdi. Onun malını yedi. Bunun üzerine Yüce Allah ... "Yetimlerin mallarını zulüm ile yiyenler... âyetini indirdi.[9]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

Yüce Allah Nisa sûresine, bütün insanlara hitap ederek ve onları ortağı olmayan, tek olan Allah'a ibadete çağırarak başladı. Kendisinin bir­liğine ve kudretine dikkat çekerek şöyle buyurdu:

1. Ey insanlar! Sizi bir tek asıldan yaratan Allah'tan korkunuz. Bu asıl, babanız Adem (a.s.)'dir. Bu tek şahıstan da, eşi Havva'yı yarattı. Adem ile Havva'dan da erkek ve kadın birçok insan üreiip yaydı. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan korkun. Yani "Allah aşkına şunu senden istiyorum", "Allah aşkına yemin elmeni istiyorum" diyerek dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akra­balık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah bütün hallerinizden ve amellerinizden haberdar ve üzerinizde gözetleyicidir. Yüce Allah, kendisinin kullan üzerindeki hakkının büyük olduğuna işa­ret etmek için, âyetin başında ve sonunda olmak üzere iki yerde "Allah'tan Korkun" buyurarak emrini pekiştirdi. Aynı şekilde, insanî bağların Önemini vurgulamak için takva ile sılâ-i rahmi bir arada zikretti. İnsanların hepsi bir asıldan olup, insanlık ve soy itibariyle kardeştirler. İnsanlar bunu anla­salardı elbette emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar ve dünyada yok edici korkunç ve yaşı ve kuruyu yakan, küçük büyük herkesi yok eden savaşlar ol­mazdı.

Sonra Yüce Allah yetimleri anlattı, onlara iyi muamele edilmesini ve mallarının korunmasını emrederek söyle buyurdu: [10]

 

2. Yetimlere mallarını veriniz. Yani, küçükken baba­ları ölmüş yetim çocuklar, buluğ çağına erdiklerinde mallarını onlara tes­lim edin. Helâl malınızı, yetimlerin malı olan haram malla değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katıp da kendi malınızla birlikte yemeyin. Şüp­hesiz bu, büyük bir günahtır. Zira yetim zayıf olduğu için korunmaya ve himayeye muhtaçtır. Zayıfa zulmetmek ise Allah katında büyük bir günahtır. Sonra Yüce Allah, yetim kızın mehri mislini vermeden onunla ejvlenil-memesini isteyerek şöye buyurur: [11]

 

3. Yetimler hakkında adaletli davranmamak­tan korkarsınız, yani sizden birinizin himayesinde bir yetim bulunur ve onunla evlenmek istediği takdirde ona mehr-i mislini vermemekten korkar-sa onu bırakıp başka kadınlarla evlensin. Zira kadın çoktur. Allah ona sa­dece bu yetimle evlenmeyi mubah kılmış değildir.[12]

Onarın dışında kadınlardan istediğinizle evlenin. Dilerse­niz iki, dilerseniz Üç, dilerseniz dört kadınla evlenin, Eğer hanımlar arasında adaletli davranmamaktan korkarsanız sadece bir tanesiyle veya sahip olduğunuz cariyelerle yelinin. Çünkü onlar hür zevcelerin sahip oldukları haklara sahip değillerdir. Bir tane eş veya cariyelerle yetinmek, haksızlığa meyletmeme ve zul-metmemeye daha elverişlidir. [13]

 

4. Bir bağış oarak, gönül rızasıyla kadınlara mehirlerini verinEğer gönül hoşluğu ile mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa. o bağışlanan şeyi helâl ve temiz olarak alıp afiyetle yeyin.[14]

 

5. Allah'ın bedenleriniz ve maişetiniz için dayanak kıldığı mallarınızı sefih (aklı ermez, israfcı) ye­timlere vermeyiniz, zira onu telef ederler. İbn Abbas şöyle der: "Sefihler­den maksat, kadınlar ve çocuklardır". Taberî ise şöye der: "Sefihler malını verme. Sefih; çocuk olsun büyük osun, erkek olsun kadın osun, kötü yöneti­mi ile malını telef edendir.[15] O mallardan onları bes­leyin ve giydirin, Onlara, "Reşit olduğunuz zaman mal­larınızı size vereceğiz." gibi güzel söz söyleyin. [16]

 

6. Evlilik çağma gelinceye kadar yetimle­ri deneyin. Evlilik çağı insanların evlenmeye elverişli hale geldikleri, ihtilam olma çağıdır. Eğer onlarda dini görevleri ve mallarını harcama hususunda bir olgunlaşma görürseniz mal­larını geciktirmeksizin kendilerine verin, "Yetimler büyüyüp de mallarını elimizden almadan önce istediğimiz gibi harcayalım" diyerek onları çabucak harcayıp bitirmeyin. Ey veliler! Sizden zengin olan yetim malını yemekten sakınsın, o inaldan vasilik ücreti almasın. Fakir olan ise, zarurî ihtiyacı ve çalıştığının karşılığı kadar ücret alıp yesin. yetimler rüşl çağma erdiklerinde mallarını kendilerine teslim ederken yanlarında şahit bulundurun ki, teslim aldıklarını inkâr et­mesinler. Hesap sorucu ve gözetleyici olarak Allah yeter.

Bundan sonra Yüce Allah akrabaların terikesinde erkek ve kadınların payı olduğunu açıkayarak şöyle buyurdu: [17]

 

7. Ana babanın ve akrabaların bıraktıkları malda erkeklerin payı vardır; ana babanın ve akrabaların bıraktığı malda kadınların da payı vardır. Yani ölü­nün bıraktığı malda erkek çocuk ve akrabalarının payı oduğu gibi, kızların ve kadınların da payı vardır. Her ne kadar payın miktarında farklı olsalar da, vâris olma hususunda hepsi eşittir. Bunun sebebi şudur: Bazı Araplar kadın ve çocukları mîrâsçı saymıyor ve "mîrâs" ancak savaşa katılanlar ve ülkeyi savunanlar vâris olur, diyorlardı.

Allah bu Câhiliyye hükmünü kaldırdı. Terike, ister az olsun ister çok olsun belli bir hisse ayrılmıştır. Bu hisseyi Yüce Allah, âdiî şeriatı ve apaçık kitabı ile farz kılmıştır. [18]

 

8. Mîrâs taksim edi­lirken, ölünün mîrâsçı olmayan fakir akrabaları, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa, gönülerini hoş etmek için, mîrâs malından onlara da bir mik­tar veriniz, ve onlara "Kusura bakmayın, bu çoluk-çocuğun hakkıdır, malın sahibi biz değiliz" diye güzel söz söyleyerek özür dile­yin. [19]

 

9. Geriye gücü yet­mez çocuklar bıraktıkları takdirde onlar için endişe edenler, haksızlık et­mekten korksunSar. Yani ey vâsî, geriye bırakacağın zayıf çocuklarını ve onların halinin nasıl olacağını hatırla da, ölümünden sonra çocuklarına na­sıl muamele edilmesini  istiyorsan, himayelideki yetimlere de öyle mua­mele et. Yetimlerin işleri hususunda Allah'tan korksunlar ve onlara, kendi çocuklarına söyledikleri gibi şefkatli ve merha­metli sözler söylesinler. Bu âyet vâsîler hakkında nazil olmuştur. [20]

 

10. Yetimlerin mal­larını  haksızlıkla yiyenler,  şüphesiz  karınlarına  sadece  ateş  doldurmuş olurlar. Hakikatte onlar, ateşten başka bir şey yemezler. Bu ateş kıyamet gününde onların karınlarında alevlenecektir. Zaten onlar, kor­kunç alevli ateşe gireceklerdir. O da cehennem ateşidir. [21]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler aşağıda sıralanan edebî sanatları ihtiva etmektedir.

1. "Zengin" ile fakir az oldu ile çok oldu 

"erkekler" ile "kadınlar" ve "pis" ile “temiz" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.

2. " verdiniz" veriniz" ve söyeyiniz ile döz ke­limeleri arasında cinas-ı mugayir vardır.

3. Onlara mallarını veriniz... Onlara mallarını verdiğiniz zaman.." cümleleri ile,   Ana babanın ve yakınların teri-kclerinde erkeklerin payı vardır; ana babanın ve yakınların terikelerinde kadınların   da payı vardır" cümlelerinde itnâb vardır.

4. "Yetimlere mallarım veriniz" âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Yani "daha Önce yetim olup da rüşt çağma eren kimselere mallarını veriniz" demektir. Aynı şekilde, "karınlarına ateş doldururlar" cümlesi de mecâz-ı mürseldir. Yani ilerde böyle olacağı nazar-ı  itibara alınarak ifade edilmiştir. Buna göre mânâsı:  "Yedikleri, âhircîte karınlarında ateş oacaktır" demektir. Bu teşbih Ben rüyamda şarap sıktığımı gördüm"[22] cümlesine benzer. Yani ilerde şarap olacak üzümü sıktığımı gördüm" demektir.

5. Zengin olan vasi, yetimin malını   yemekten sakınsın. Fakir olan ise iyilikle yesin, cümleleri arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

6. Birçok erkek ve kadın, terkiplerinde olduğu gibi, çeşitli yerlerde hazif yoluyla i'caz vardır. Bu âyetin takdiri şöyledir: Birçok erkek ve bir çok kadın. [23]

 

Faydalı Bilgiler

 

1. Sûreye,  insanların bir tek  şahıstan  yaratıldıklarını  hatırlatarak başlamak güzel bir mukaddime ve parlak bir giriş olmuştur. Aynı şekilde sûrede bulunan evlenme ve miras hükümleri, kan-koca hukuku, evlilik yo­luyla doğan akrabalık, süt emzirme ve diğer şer-i hükümler için de parlak bir giriş olmuştur.

2. "Ey insanlar" şeklinde hitap edildiğinde, bu hitap ister kâfirlere, isterse onlarla birlikte diğerlerine olsun, çoğunlukla, bu hitabu ardından Allah'ın birliği ve rubûbiyetini gösteren deliller getirilir. Mesela "Ey insanlar Rabbinize ibadet edin[24] ve "Ey insanlar, Allah'ın va'di haktır[25] âyetlerinde durum böyledir Ey insanlar" ifadesiyle sadece mü'minlere hitap edildiği zaman burada olduğu gibi, bunun arkasından nimetler anlatılır. Ebu Hayyan böyle ifade etmiştir.[26]

3. Yenilen yemekler zaten kama gittiği halde, onuncu âyette "yemek" ile birlikte "karın" kelimesinin zikredilmesi pekiştirme ve mübalağa ifade eder. Bu "gözümle gördüm" "kulağımla işittim" seklindeki sözlere benzer. Yüce Allah'ın Bunlar, sizin, ağızlarınızla söylediğiniz sözlerdir[27] âyet-i kerimesi bunun bir benzeridir.

4. Yüce Allah beşinci âyette "yetimlerin malları"nı "vâsilerin malla­rı" diye gösterdi. Bunun sebebi, toplumun birbiriyle yardımlaşmasının gere­ğine dikkat çekmek, mallarını korumaya ve onları zayi etmemeye teşvik etmektir. Çünkü aklı ermeyenin, malı har vurup harman savurmasından bü­tün toplum zarar görür. [28]

 

Birden Fazla Kadınla Evlenme  Hakkında Birkaç Söz

 

Birden fazla kadınla evlenme, hayat şartlarının gerektirdiği bir zaru­rettir. Bu, sadece İslam'ın getirdiği yeni bir mesele değildir. İslam gel­diğin- de çok evliliği kayıtsız, sınırsız ve insanlık dışı bir şekilde buldu, onu tanzim etti, sınırladı ve toplumların karşılaşabileceği bazı zorunlu haller için bir deva ve ilaç kıldı. Gerçekte, çok evliliği meşru kılmak İslam'ın iftihar edeceği konulardan bindir. Çünkü İslam bugün toplumların karşılaşıp da çözüm bulamadıkları en girift problemlerden olan sosyal bir meseleyi halletmiştir,.. Toplum, iki kefesi denk olması gereken bir terazi gibidir. Kadınların sayısı erkeklerin sayısının birkaç katına çıkar da denge bozulursa ne yapacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden mahrum edip, onu fuhuş ve rezalet yoluna girecek bir durumda mı bırakacağız, yok­sa bu problemi kadının şerefi, ailenin kudsîyelini ve toplumun selâmetini koruyabileceğimiz şerefli yollarla mı çözeceğiz?

Bunun en yakın örneği, İkinci Dünya harbinden sonra Almanya'da meydana gelen durumdur. Zira burada kadınlar erkeklere nisbetle aşırı de­recede artmış ve erkeklerin üç misli olmuştur. Bu, bir sosyal denge bozukluğudur. Kanun koyucu bunu nasıl halledecektir? Hıristiyanlık bu mesele karşısında eli kolu bağlı, hiçbir görüş beyan edemeden şaşkın şaşkın durur­ken, İslam koyduğu parlak bir kanunla meseleyi çözmüştür. Avrupalının çok kadınla evlenmesine dini müsaade etmez, fakat o, gayr-i meşru yollar­la yüzlerce kadınla ilişki kurmayı kendisine mubah sayar. Avrupalı bir baba, kızını âşığı ile birlikle gördüğünde sevinir, gıpta eder. Hatta onlara, rahatlarını temin edecek bütün yollan hazırlar. Bu durum yaygın bir örf ha­line gelmiş, devletler, cinsler arasındaki bu gayr-i meşru ilişkilerin meşruiyetini itiraf etmek zorunda kalmışlar ve ahlâkî çöküş kapısını sonu

na kadar açmışlardır. Böylece, birden fazla kadınla evlenme ilkesini meşru bir nikahla değil de arkadaşlık perdesi altında kabul etmişlerdir. Bu durum gerçek bir evliliktir. Ancak nikahsız, gayr-i resmîdir. Erkek, dilediğinde kadına karşı hiçbir hukukî sorumluluk taşımaksızın onu koyabilmektedir. Bunların arasındaki alaka aile ve eşlik alâkası değil, sadece bedenî bir alâkadır. Helâl yoldan birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayıp da, ha­ram yoldan mubah kılmak suretiyle kadını insanlık mertebesinden, hay­vanlık mertebesine İndirenlere şaşarım.

Ey Rabbim! Doğru yol senin gösterdiğin yoldur. Senin âyetlerin hak­tır. Sen onlarla, dilediğini doğru   yola iletirsin. [29]

 

11.  Allah   size,   çocuklarınız   hakkında,   erkeğe, Kadının payının iki misli emreder. Kız çocuklar ikiden fazla ise ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir tane ise yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. E-ğer çocuğu yok da ana, babası ona varis olmuş ise, ana­sına   üçte   bir   düşer.   Eğer   ölenin   kardeşleri   varsa, anasına altıda bir düşer. Bütün paylar ölenin yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğulları­nızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah (tarafın) dan kon­muş paylardır. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

12. Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşle­rinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı si­zindir. Çocukari varsa bıraktıklarının dörtte biri sizin­dir. Çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra bıraktığınızın dörtte biri de onlarındır. Çocuğu­nuz varsa bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, ana, babası ve çocukarı bulun­madığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek, yahut bir kızkardeşi varsa,  her  birine altıda bir düşer.   Bundan fazla iseler üçte bire ortaktır­lar. Bu taksim, yapılacak vasiyet ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın yapılacaktır. Bunlar, Allah'ın size vasiyetidir. Allah herşeyi hakkıyle bilendir, halimdir.

13. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Al­lah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zeminin­den ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devam­lı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.

14. Kim de Allah'a ve Peygamber'ine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azab vardır.

 

 Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde yetimlerin korunmasını emrederken, bu arada özet olarak akrabaların haklarını da açıkladı. Bunun ardından, daha Önce özetle verilmiş olan miras hükümlerini geniş bir şekilde ortaya koydu. Erkek   ve  anne ve babaların, karı ve kocaların, erkek ve kızkardeşlerin paylarını anlattı. [30]

 

Kelimelerin İzahı

 

"Size emreder" demektir. Vasiyyet, bir şeyin yapılmasını istemek ve emretmek mânâsı.ıadır. lafzından daha kuvvetlidir, birşeyin önemini daha iyi ifade eder. Çünkü "îsâ", bir şeye düşkün olması ve ona sarılmayı istemektir.

Ferîda, Allah'ın takdir ettiği ve farz kıldığı bir haktır.

Kelâle, bir erkek kişinin, aslı ve fer'i olmadan, yani çocuksuz ve babasız olarak ölmesidir. Çünkü bu kelime, zayıflık mânâsına gelen j£ kelimesinden türemiştir. Kişi zayıflayıp da kuvveti gittiğinde de­nilir.

Allah'ın hükümleri ve ihlâl edilmesi caiz olmayan belirli farzlarıdır. [31]

 

Nuzûl Sebebi

 

Rivayet olunduğuna göre Sa'd b. Rabi'nin karısı, iki kızını alarak Ra­sulullah (s.a.v.)'a geldi ve dedi ki: Ya Rasulullah! Bunlar Sa'd b. Rabi'nin kızlarıdır. Babaları Sa'd, seninle birlikle Uhud'da savaşırken şehit oldu. Kızlarımın amcası mallarını aldı, onlara mal bırakmadı. Bunlar ancak mallan sayesinde evlenebilirler. Rasulullah (s.a.v.): Bu hususta Allah hükmünü indirir" dedi. Bunun üzerine miras âyeti yani "Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder.." âyeti indi. Rasulullab (s.a.v.) kızların amcasına haber göndererek, "Sa'd'ın iki kızına üçte iki, annelerine sekizde bir ver, kalan senindir" buyurdu.[32]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

11. Allah çocuklarınızın mirası hakkında sizden adaletli davranmanızı isteyerek, erkek çocuğa iki kız çocuğun payı kadar mîrâs vermenizi emreder, Vârisler sadece iki veya daha çok kız iseler, terikenin üçte ikisi bun­larındır. Vâris bir tek kız ise, mîrâs malının yansı onundur. Yüce Allah bu âyette çocukların mirasını anlatarak başladı. Anne-babanm mirasım daha sonra anlattı. Zira varislikte fer' asıldan yani çocuk anne ve babadan önce gelir. Ölenin erkek veya kız çocuğu varsa, ana babadan herbirinin, onun bıraktığı maldan altıda bir payı vardır. Âyette geçen kelimesi, hem erkek nem de kız evlada şâmildir. Eğer ölenin çocuk­ları olmaz da, vârisler sadece anne ve babası veya anne ve baba ile beraber eşlerden biri olursa, bu takdirde malın tamamının üçle biri veya hayattaki eş payını aldıktan sonra kalanın üçte biri annesinindir, geriye kalan da ba-basınındır. Ölenin anne ve babası ile birlikte iki veya daha çok kardeşi varsa, bu takdirde annenin payı sadece altıda birdir. Geri kalanı babanındır. Bundaki hikmet şudur: Çocukların nafakasını temin etmek, annenin değil babanın görevidir. Dolayısıyla babanın mala daha1 çok ihtiyacı vardır, Vârislerin hakkı, ölünün vasiyeti yerine getirildikten ve borçları ödendikten sonra gelir. Terike ancak bunlar­dan sonra taksim edilir. babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size fayda bakı- mından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından takdir edilmiş pay­lardır. Yani mirasların taksimini Yüce Allah bizzat üzerine aldı ve hikme­tine göre payları takdir etti. En faydalı ve yararlı bir şekilde taksim etti. Eğer     insanlara  bırakılmaydı,  kendileri   için  hangisinin  daha faydalı olduğunu bilemezler, hikmetsiz ve yersiz bir şekilde mal taksim ederlerdi. İşte bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu:  Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. İnsanlar için faydalı olanı.bilir, takdir ettiği ve muşru kıldığı şeylerde hikmeti vardır. Sonra Yüce Allah karı ile kocanın mirasını anlatarak şöyle buyurdu:[33]

 

12. Ey erkekler! Eşlerinizin sizden veya başka birinden çocukları yoksa, onların bıraktığı malın yansı sizindir  Eğer   çocukları varsa, bu takdirde, sizindir,  bıraktıkları mîrâsın dörtte biri sizindir. Bu hususta oğulun çocuğu, icmâen,Ancak bunlar. kendi çocuğu gibi kabul edilmiştir. eşlerinizin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden ve borçlarının Ödenme­sinden sonra olur.   Mevcut eşlerinizden veya diğerlerinden çocuğunuz yoksa, eşleriniz bir veya daha fazla da olsa. bıraktığınız mîrâsın dörtte biri onlarındır, Mevcut eşlerinizden veya diğerlerinden çocuğu varsa, bıraktığınız malın sekizde biri eşlerinizindir. Ancak bunlar, yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesi ve borçlarınızın ödenmesinden son­ra olur. Burada vasiyetin ve borcun tekrar zikredilmesi, bunlara gösterilen itinayı açıkça ifade eder. Eğer ölen erkek veya kadın, babası ve çocukları bulunmadığı halde mîrâs bırakır da, asıl veya fer'î bulunmadığı için uzak akrabaları ona mîrâsçı olursa ve ken­disinin de ona bir bir erkek veya kız kardeşi varsa bun­lardan her birine, yani ana bir erkek ve kardeşe ve ana bir kız kardeşe altıda bir pay vardır. Ana bir erkek veya kızkardeşler birden  çok olurlarsa, onlar mîrâsm üçte birini  eşit olarak bölüşürler. Bu mîrâsta erkeklerle kadınlar eşittir. Ebu Hayyan: "Bu âyette belirtilen kardeşlerden maksadın, anabir erkek kardeşler olduğu hususunda icma vardır" der. Bu taksim, vârislere zarar vermek kastıyla değil, bir hayır içinde yapılan, bir diğer İfadeyle üçte bir vasiyet sınırları içersinde yapılan vasiyetin yerine getirilmesi ve borcun ödenmesinden sonra olur. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Vasiyet için malın üçte biri yeter. Üçte bir bile çoktur." Bunlar, Allah'tan size bir vasiyettir, o emretmiştir.  Allah alimdir, koy­duğu kanunları pek iyi bilir. Halimdir, emrine muhalefet edene ceza ver­mekte acele etmez. Açıklanan bu hükümler, Allah'ın kullan için sınırlarını çizdiği kanunlarıdır. Bunları, kullarını amel etmeleri ve sınırı geçmemeleri için koymuştur. [34]

 

13. Kim. hükmettiği hu­suslarda Allah'ın ve  açıkladığı  hususlarda da Rasulünün  enirine  itaat ederse, Allah onu binalarının ve ağaçlarının altından ırmaklar akan naîm cennetlerine kor. Orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur. [35]

 

14. Kim Allah ve Rasulünün emrine isyan eder de O'nun çizdiği sınırı aşarak itaat etmezse, Allah, onu devamlı kalacağı cehennem ateşine sokar, oradan asla çıkar­maz. Onun için alçaltıcı zelil kılıcı ve ibret verici şiddetli bir azap vardır. [36]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler, aşağıda anlatılan edebî sanatları ihtiva etmektedir:

1. "Erkek" ile "kadın", kim itaat ederse" ile ,"kim isyan ederse" ve "babalarınız' ile "oğullarınız" kelimeleri arasında tıbâk sanalı vardır.

2. "Yaptıkları vasiyetin yerine getirilme­sinden veya borçlarının ödenmesinden sonra" cümlesi ile "yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunuzun ödenmesinden sonra" cümlesinde itnab vardır. Bu anlatılanların mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini ifade eder.

3. kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.

4. kelimeleri mübalağa ifade eder. [37]

 

Faydalı Bilgiler

 

Bazı alimler, "Allah size çocuklarınızın hakkında şunu emreder" âyetinden, Yüce Allah'ın çocuğa karşı annesinden daha mer­hametli olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Zira Allah, anne ve babaya, çocuk­larının haklarını ödemelerini emretti. Şu hadis bu mânâyı pekiştirir: "Allah kullarına, çocuğuna merhamet eden şu anadan daha merhametlidir.[38]

 

Bir Uyarı

 

Mirasta erkeğe,  kadının payının iki misli  verilmesindeki h sudur: Erkek, ailenin nafakasını temin etmeye, ticaret yapma ve kazanç sağlama hususunda meşakkatlere katlanmaya mecbur ve bu hususta jıtiyaç sahibidir. Onun temin etmesi gereken nafakalar daha çok, yerine getirmesi gereken vazifeleri daha büyüktür. Bu sebeple onun, mala daha çok ihtiyacı vardır.[39]

 

15. Kadınlarınızdan fuhu yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açmcaya kadar evlerde hapsedin.

16. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza ve­rin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza ve­rip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir.

17. Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesi-dir;  işte  Allah  bunların  tevbesini  kabul  eder;  Allah herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.

18. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca "Ben şimdi tevbe ettim"  di­yenler ile kafir olarak ölenler için tevbe yoktur. Onlar için elem   verici bir azap hazırlamışizdir.

19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olma­nız size helal değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadık­ça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer on­lardan hoşlanmazsanız biliniz ki Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilir­siniz.

20. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş al­mak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?

21. Vaktiyle siz birbirinizle haşır neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız?

 

Bu Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde nikah ve mîrâs hususunda erkek ve kadınlarla ilgili hükümleri açıkladıkları sonra, bu âyetlerde de haram olan bir şeyi işledikleri takdirde kadınlar hakkında verilecek hükmü açıkladı. Ardından da, onlara zulmetmek, mehirlerini yemek ve insan şerefine yakışır bir şekilde muamele etmemekten sakındırdı. [40]

 

Kelimelerin İzahı

 

"O hanımlar ki" demektir.  kelimesinin   kaide   dışı cem'îdir

rahişe, çirkin fiil demektir. Burada, çirkin fiilden maksat  zinadır.

"îkiisi" mânâsına olup  kelimesinin tesniyesidir.

Tevbe, aslında "dönmek" manasınadır. Bunun gerçek mahiyeti, yapılan çirkin fiilden pişmanlık duymaktır.

Kâfin fethası ile "kerh" birisini bir şey yapmaya zorlamak manasınadır. Kâfin zammesi ile "kürh" ise, meşakkat demektir. "Annesi onu zahmetle taşıdı[41] âyetinde meşakkat mânâsında kul­lanılmıştır.

"Onları engellerseniz" demektir. Bir kimse bir kadının ev­lenmesine engel olursa denilir.

Bühtan, zulüm demektir. Bühtanın aslı, kendisine bühtan edilen şahsın duyduğu zaman şaşıracağı bir yalandır.

Ona ulaştı, onunla halvet oldu demektir. Genişlik mânâsına ge­len  Lü kökünden türemiştir.

Mîsâkan galîzan, kuvvetli söz manasınadır. Burada, nikah akdi mânâsına gelir. [42]

 

Nuzûl Sebebi

 

Rivayet edildiğine göre, Câhiliyye devrinde bir adam Öldüğünde, ge­ride bıraktığı eşinden değil de başka eşinden olan oğlu veya velisi gelerek, kadının üzerine bir elbise atar adamın malına vâris olduğu gibi karısına da vâris olurdu. Dilerse, önceki mehri ile o kadınla kendisi evlenir, isterse mehrini alarak kadını başkasıyle evlendirirdi. Yüce Allah "Ey mü'minler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir." âyetini indirerek bu   Câhiliyye âdetini kaldırdı.[43]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

16. Zina eden kadınlarınızın, zina ettiklerine dair, hür müslümanlardan dön erkeğin şahit­lik etmesini isteyin, Suçları şâhidlerle sabit olursa, onları ölünceye kadar evlerde hapsedin. Veya, Allah indireceği hükümle onlar için bir kurtuluş yolu göste-rinceye kadar onları evlerde tutun. İbn Kesir şöyle der: "İslamm ilk dönem­lerinde bu konuda hüküm şöyleydi: Kadının zina ettiği, adil delil ile sabit

olunca eve hapsedilir, Ölünceye kadar oradan çıkamazdı. Nihayet Yüce Allah Nur sûresini indirerek celde ve recim hükmünü getirip bu hük- mü kaldırdı.[44] İçinizden bu fuhşu yapan her iki tarafa da kınama, azarlama ve dövmek sureliyle ceza verin. Burada "iki kişi" den maksat zina eden erkek ve kadındır. Ancak tağlib[45] yoluyla müzekker lafız kullanılmıştır Eğer bu kötü fiilden tevbe eder ve hallerini İslah ederlerse, onlara eziyet etmekten vazgeçin. Allah tevbeleri cok kabul eder, rahmeti boldur. Fahr-ı Râzî söyle jier: "Kadına evde hapsedilme, erkeğe ise çeşitli şekilde eziyet etme ce­zası verilmesinin sebebi şudur: Kadın, ancak evden çıktığı ve örtüsüz ola­rak halk arasında dolaştığında zina hatasına düşer. Evde hapsedildiğinde bu suç vesilesi ortadan kalkar. Erkeğe gelince, onu evde hapsetmek mümkün değildir. Çünkü o, kendisinin ve aile efradının geçimini temin etmek için dışarı çıkma ihtiyacmdadır. Şüphesiz bunların cezaları da farklı olmuştu.[46]

 

17. Allah'ın "ka­bul edeceğim" diye söz verdiği tevbe, bilmeyerek bir masiyet işleyip de bu­nun çirkinliğini ve sonucunun kötülüğünü anladıktan sonra pişman olan ve ölmeden çabucak tevbe eden kimselerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbesini kabul eder. Allah, yarattıklarını pek iyi bilir, koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [47]

 

18. Sürekli olarak suç işleyip de nihâyel ölüm geldiğinde "Ben şimdi tevbe ettim" diyen kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Bu, zor durumda kalmış kim­senin tevbesi olup makbul değildir.[48] Zira, hadiste: "Can çekişme durumuna gelmedikçe, Allah, kulun tevbesini kabul eder.[49] buyrulmuştur.  Kâfir olarak ölenlerin de, ölüm anındaki imanları kabul edil­mez.   İşte   onlar  için   elem  verici   bir  azap hazırlamışındır. [50]

 

19. Ey mü'minler! Kadınla­rı, veraset yoluyla bir insandan diğerine kalan eşya haline getirmeniz ve kocalarının Ölümünden sonra onları bir miras malı gibi zorla almanız size helâl değildir. İbn Abbas  şöyle der:  "Câhiliyye zamanında bir kimse ölünce, velileri karısını almaya hak kazanırlardı. İsterlerse onlardan biri onunla evlenir, isterlerse kadım başkasıyla evlendirir, dilerlerse kadının evlenmesine mani olurlardı.[51] Onların ev­lenmesini engellemeniz veya mehir olarak verdiklerinizin bir kısmını ele geçirmek için onlara baskı yapmanız helal değildir, Ancak apaçık fuhuş işlemeleri yani zina etmeleri halinde baskı yapıp on­ları evde hapsedebilirsiniz. İbn Abbas şöyle der: Apaçık fuhuştan maksat, kadının kocasına karşı isyan etmesi ve huzursuzluk çıkarmasıdır, Onlarla, Allah'ın emrettiği şekilde yani güzel söz söyleyerek ve güzel muamele ederek geçinin, Onlarla geçinmekten hoşlanmasanız da onlara karşı yine de sabırlı olun ve iyiliğe devam edin. umulur ki Allah size, onlardan sevineceğiniz salih bir çocuk verir. Belki de hoşunuza gitmeyen şeyde birçok hayır vardır. Sahih hadiste şöyle buyrulur: "Hiçbir mü'min erkek mü'min kadına buğz et­mesin. Çünkü onda hoşlanmadığı bir huyu varsa, hoşlandığı bir huyu da vardır.[52]

Yüce Allah, kadını boşadıktan sonra mehrinden herhangi bir şey al­maktan sakındırarak şöyle buyurur: [53]

 

20. Ey mü'minler! Boşadığmız bir kadının yerine başka bir kadınla evlenmek iste­diğiniz de, onlardan birine yığınlara ulaşan büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi, o mehirden az da olsa herhangi bir şey almayın, Siz onu haksız yere ve zulm ile geri mi alıyorsunuz? Bu istifham, istifhâmı inkârîdir. "Geri almayın" demektir. [54]

 

21. Karı-koca hayatı yaşayıp kendilerinden faydalandığınız halde, bu mehri geri almanız nasıl mubah olur? Üstelik onlar sizden sağlam ve kuvvetli bir ahid aldılar, yani nikahlandınız. Mücahid: "Sağlam ve kuvvetli ahitten maksat, nikah akdidir." der. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kadınlar hakkında Allah'tan kor­kunuz. Çünkü siz onları, Allah'ın emaneti olarak aldınız. Allah'ın emriyle onların namuslarını helâl edindiniz.[55]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunlar aşağıda özetlenmiştir:

1. "Ölüm onları öldürünce.." cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. "Allah veya melekleri onları öldürdüğünde" demektir.

2. "Sizden kuvveti bir söz aldılar" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah burada "mîsâk" lafzını, "şer'î akid" yerinde müs-tear olarak kullanmıştır.

3. "İkisi tevbe ederse" ile "tevbeyi kabul eden" ve "onlardan hoşlanmazsanız" ile "hoşlanmamanız" kelimeleri ara­sında cinâs-r mugayir vardır.

4. "Onlardan birine yığın yığın mal vermiş de ol­sanız" cümlesinde mübalağa sanatı vardır. İşin önemini vurgular ve pekiştirir. [56]

 

Faydalı Bilgiler

 

"Birbirinizle karı-koca hayatı yaşadınız." âye­tinde Yüce Allah, mü'minlere yüksek ahlâkı öğretmek için, cima yerine kinaye olarak lafzını kullandı. İbn Abbas şöyle der: "Bu âyetteki lafzı cima manasınadır. Fakat Allah kerîmdir, kinaye yapar.[57]

 

Bir Uyarı

 

Hz. Ömer (r.a.) hutbede şöyle hitap etti: Ey insanlar! Kadınlara mehir vermekte aşırı gitmeyiniz. Zira çok mehir vermek, dünyada bir şeref veya Allah katında bir takva vesilesi olsaydı, buna Rasulullah (s.a.v.) sizden daha layık olurdu. O ne eşlerinden ne de kızlarından birine oniki okkadan fazla mehir takdir etmedi. Bir kadın kalkarak ona şöyle dedi: Ey Ömer! Allah bize verdiği halde sen bizi mahrum mu ediyorsun? Çünkü Allah: "Onlardan birine yığınlara ulaşan büyük miktarda mehir vermiş olsanız dahi, o mehirden birşey almayın" buyuruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): "Kadın doğru söyledi, Ömer hata etti" dedi.[58]                     

       

22. Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın ev­lendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasız­lıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.

23. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, hala­larınız,  teyzeleriniz,  erkek  ve  kızkardeş  kızları,  sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden  olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer bu eş­lerle henüz birleşmemişseniz kızlarını  almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğulları­nızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size ha­ram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağış­layıcı ve merhametlidir.

24. Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli ka­dınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla istemeniz size helâl kılındı. Onlar­dan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı an­laşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

25. İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gü­cü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız cariyelerinizden alsın. Allah sizin ima­nınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz. Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları nikah­layıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlen­dikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınla­rın cezasının yarısı uygulanır. Bu içinizden günaha düş­mekten korkanlar  içindir.  Sabretmeniz  ise sizin  için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

26. Allah size açıklamak ve sizi, sizden öncekile­rin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyle bilicidir, yegane hikmet sahibi­dir.

27. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvet­lerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.

28. Allah sizden yükünüzü hafifletmek ister; insan zayıf yaratılmıştır.

29. Ey iman edenler! Karşıkhklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna, mallarınızı, batıl ile aranızda ye­meyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size merhamet edecektir.

30. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu yaparsa onu ateşe sokacağız; bu ise Allah'a çok kolaydır.

31. Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçı­nırsanız küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.

 

Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde eşlere karşı güzel davranmayı emretti ve onlara eziyet etmek veya mehirlerini yemekten sakındırdı. Bundan son­raki âyetlerde de neseb, evlilik veya emzirmeden meydana gelen ak­rabalıklar sebebiyle evlenilmesi haram olan kadınları anlattı. [59]

 

Kelimelerin İzahı

 

Geçti demektir.

Makt, çirkin iş yapan kimseye karşı duyulan şiddetli buğz de­mektir. Araplar kişinin, babasının karısıyla yaptığı evliliğe nikahu'1-makt  (buğz nikahı) derlerdi.

Rabâib, üvey kız yani karının başkasından olan kızı mânâsına gelen "Rabîbe" kelimesinin çoğuludur. Kocanın himayesinde terbiye edilip yetiştiği için ona bu isim verilmiştir.

Hucûr, hacr kelimesinin çoğuludur. Sizin terbiyenizde, ma­nasınadır. Bir kimse başka bir kimsenin terbiyesi altında olduğunda   denilir. Ebu Ubeyde: "evlerinizde manasınadır" der.

Halâil, zevce mânâsına gelen halîle kelimesinin çoğuludur. Kocasının helâli olduğu için bu isim verilmiştir.

Mnhsinîn, iffetli davranarak zinadan uzak olanlar demektir.  : Sifah, "zina" demektir. Bu kelime, lügatte dökmek mânâsına gelen kökünden türemiştir. Zİnâ edenin, şehevî arzusunu yerine getir­mek ve meniyi boşaltmaktan başka bir maksadı olmadığı için bu fiile sifah ismi verilmiştir.

Tavl, bolluk ve zenginlik demektir, Ahdân, kelimesinin çoğuludur, kadının dostu olıip, onunla gizlice zina eden kimse demektir.

Anet, günah işlemek demektir. Asıl mânâsı zarar ve fesattır. Sünen, yol mânâsına gelen sünnet kelimesinin çoğuludur.  Onu sokarız demektir. [60]

 

Nüzul Sebebi

 

a. Ensârın sâlihlerinden olan Ebu Kays b. Eslet ölünce oğiu Kays, ba­basının karısıyla evlenmek istedi. Kadın: "Ben seni   çocuğum sayıyorum!! Gidip Rasulullah (s.a.v.) soracağım" dedi. Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve durumu haber verdi. Bunun üzerine Yüce Allah "Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin" âyetini indirdi.[61]

b. Ebu Said el-Hudrî'den şöyle rivayet olunmuştur: Evias gazasında, kocaları olan bazı kadın esirler aldık. Onlarla cima etmek hoşumuza git­medi. Durumu Rasulullah (s.a.v.).'a sorduk. Bunun üzerine "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı" âyeti nazil oldu. Ebu Said diyor ki: Bunun üzerine harp esiri olan bu cariyeleri helâl saydık.[62]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

22. Babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin. Ancak daha önce yaptıklarımızı Allah affet-mistir. Bu kadınlarla evlenmek son derece çirkin ve en âdi bir şeydir. Kişinin, babasının ölümünden sonra, annesi yerinde olan bir kadınla evlenmesi ve onun yatağına girmesi insana nasıl yakışır? Bu çirkin ve âdi nikah, ne kötü bir evlenme usûlüdür. Sonra Yüce Allah, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları anlatarak şöyle buyurdu: [63]

 

23. Annelerinizle evlenmek size haram kılındı. Baba veya ana tarafından olan nineler de bu hükme dâhildir. Kızlarınızla evlenmek de haram kılındı. Ne kadar aşağı inerse insin çocukların kızları da bu hükme dâhildir. Kızkardeşlerinizle evlenmek haram kılındı. Baba bir veya ana bir kızkardeş bu hükme dahildir. Halalarınız, yani babalarınızın ve dedelerinizin kızkardeşleri ile teyzeleri­niz size haram kılındı. Erkek ve kızkardeşin kızları da haram kılındı. Bunların çocukları da bu hükme dâhildir.

Bu yukarda sayılan anneler, kızlar, kızkardeşlcr, halalar, teyzeler, er­kek ve kızkardeş çocukları, nesep yoluyla haram olanlardır. Bundan sonra Yüce Allah emzirme yoluyla haram olanları açıklayarak şöyle buyurdu: Seni doğuran annen sana haram oldu­ğu gibi seni emziren annen de sana haramdır. Süt kız kardeşin de böyledir. Allah, emzirmeyi nesep makamına indirdi de emziren kadına, emen çocu­ğun annesi diye isim verdi. Ayet anneler ve kizkardeşlerin dışında, emzir­me yoluyla haram kılınanları zikretmedi. Halbuki Sünnet-i nebcviyye em­zirme yoluyla haram olanların yedi olduğunu açıkladı. Nitekim nesepte de durum aynıdır. Zira Rasulullah (s.a.v): "Nesep yoluyla haram olan emzirme yoluyla da haramdır[64] buyurmuştur. Bundan sonra Yüce Allah, evlilik yoluyla haram olan kadınları açıklayarak şöyle buyurdu: Eşin annesiyle evlenmek de haramdır. Bu hususta, eş ile cima etmiş veya etme­miş olması farketmez. Çünkü kız ile yapılan mücerred akid anne ile ev­lenmeyi haram kılar. Zevcelerinizin, terbiye edip yetişdirdiğin.iz kızları da size haramdır. Burada  kelimesi, mutlak hükmü mukayyed yapmak için gelmemiştir. Ancak genci durumu ifade eder. Çünkü genel olarak kızlar anneleriyle birlikte olur ve annelerin eşleri onların terbiyesini üstlenirler. Bu icına ile böyledir. Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizin kızları size haram kılındı. Burada duhul, birleşmeden kinayedir. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Ey mü'minler! Eğer kendileriyle cima etmeden o ka­dınlardan ayrıldıysanız, onların kızlarıyla evlenmenizde sizin üzerinize bir vebal yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğulla­rınızın eşleriyle evlenmeniz size haram kılındı. Ancak evlat edindikleriniz müstesna. Bunların eşlerini nikahlamak sizin için helaldir,

Aynı anda iki kız kardeşle birden evlenmek de size haram kılındı. Ancak Câhiliyye zamanında yapılanlar müstesna. Şüphesiz Allah onları affetmîştir. Şüphesiz Allah Gafûr'dur, 'geçmiş günahları pek bağışlar; Rahîm'dir kullarına merhametli davranır. [65]       

 

24. Evli olan kadınları nikahlamanız size haram kılındı. Ancak esir almak suretiyle sahip olduklarınız müstesna.

Daru'l-harpte bunların kocaları olsa bile, temizlendikten sonra bunlarla birleşmek size helaldir. Zira esir almakla, kâfirin dokunulmazlığı ortadan kalkar. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın.[66]

Bu, Allah'ın üzerinize bir farzıdır. Bunların dışındaki kadınlarla evlenmeniz size helâl kılındı.

Ancak kadınları şer'î bir usûlle istemeniz, zina etmemeniz ve me-hirlerini vererek onlarla evlenmeniz şarttır.

Nikah ederek kadınlardan faydalanmanıza karşılık, Allah'ın kadınlara bağış olarak mehirlerini veriniz.[67] âyetiyle size farz kıldığı mehirlerini veriniz. Mehirde anlaştıktan sonra, kendi azalarıyla bundan indirim yapmalarında size bir günah yoktur. Nitekim bu sûrenin dördüncü âyetinde iyi Şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.[68] buyrulmuştur. İbn Kesir şöyle der: Yani, sen kadına bir mehir takdir ettiğinde, o, bunun tümünü veya bir mik­tarını sana bağışlarsa bundan dolayı ne sana ne de ona bir günah vardır, Allah, kullarının yararına olanı bilir, onlar için koymuş olduğu hükümlerde hikmeti vardır. [69]

 

25. Sizden kimin, hüı inü'min kadınlarla evlenme gücü ve imkanı yoksa mü'minlerin sahip olduğu mü'min cariyelerle evlenebilir. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Bu bir ara cümlesidir İman hususunda zahiri bilginin yeterli olduğunu açıklamak için gelmiştir Sırları Allah bilir.

Hepiniz aynı köktensiniz. Yani hepiniz Adem'in çocuk lan ve bir tek nefistensiniz. Öyleyse bu cariyelerle evlenmekten kaçınma yın. Nice cariye vardır ki, hür kadından daha iyidir. Bu âyette, mü'minlerii cariyelerle evlenmeleri teşvik edilmiştir. Zira hasep ve nesep üstünlüğüm değil, iman üstünlüğüne itibar edilir. Onlarla efendileri nin emri ve sahiplerinin izni ile evlenin. Mehirlerin gönül rızasıyla veriniz. "Onlar cariyelerdir" diye hor görerek mehirlerini eksik vermeyiniz, Onlar iffetli oldukları, açıkça ve dostluk kurarak gizlice zina etmedikleri takdirde onlarla evle­nin. İbn Abbas şöyle der: kadının dostu demektir ki, kadın onunla giz­li zina eder. Yüce Allah açık ve gizli bütün fuhuşları yasaklamıştır.[70] Evlenerek namus­larını koruduktan sonra zina ederse, onlara hür kadınların cezasının yarısı kadar ceza verilir. Cariyelerle evlenmek zina suçunu işlemekten korkan kimseler için mubah kılınmıştır. Ca­riyelerle evlenmeye karşı sabırlı olur ve iffetinizi korursanız, bu, doğacak çocuğun köle olmaması için daha iyidir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kim tertemiz olarak Allah'a kavuşmak isterse hür kadınlarla evlensin.[71]   Allah'ın mağfireti bol, rahmeti çoktur. [72]

 

26. Allah dinini­zin hükümlerini ve işlerinizin yararlarını size açıklamak, uymanız için sizi peygamberlerin ve salih kişilerin yoluna iletmek ve işlemiş olduğunuz günah ve haramlardan dolayı yapacağınız tevbeleri kabul etmek ister. « Allah, kullarının hallerini bilir, onlar için koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [73]

 

27. Allah, koyduğu hükümlerle sizi günah ve vebal kirinden temizlemeyi sever ve tevbesini kabul etmek için kulun tevbe etmesini ister.

Allah'ın kullarına olan rahmetinin genişliğini vurgulamak için bu cümle iki defa tekrarlanmıştır. 'Şeytan'a tabi olan günahkarlar, sizin haktan ayrılıp bâtıla gitmeniz ve ken­dileri gibi fasıklar ve günahkârlar olmanızı isterler. Allah, verdiği emirlerle, şer'î hükümleri size kolaylaştırmak ister. [74]

 

28. insan zayıf, yani nefsanî arzularına karşı çıkmak­tan aciz olarak yaratıldı. Şehevî arzularına tabi olmaktan kendini tutamaz.Bundan sonra Yüce Allah, insanların mallarım bâtıl yollarla yemek­ten sakındırarak şöyle buyurur: Ey Allah ve Rasulünü tasdik edenler! Birbirinizin mallarını batıl yollarla ye­meyiniz. Bâtıl yoldan maksat, hırsızlık, hıyanet, gasb, faiz, kumar ve ben­zeri, şeriatın müsaade etmediği her türlü yoldur. Ancak karşılıklı rızaya dayanan, Allah'ın helal kıldığı ticaret gibi dine uy­gun bir yolla yemeniz müstesna. Bu mubahtır. İbn Kesir şöyle der: Buradaki istisna, ıstısna-ı munkati'dır. Buna göre mânâ şöyledir: Mal kazanma husu­sunda, haram kılınan sebeplere sarılmayın. Ancak satıcı ve alıcının karşı­lıklı rızasına dayanan meşru ticareti yapınız.[75]

 

29. Birbirinizin kanını dökmeyini Biliniz ki, Allah size karşı merhametlidir. Yüce Allah'ın "kan dökme" ye­rine "nefsi öldürme" tabirini kullanması, bu işi şiddetle men ettiğini ifade eder. Veya âyetin zahirine göre mânâ "intihar etmeyiniz" demektir. Bu.ya­saklama Allah'ın size bir rahmetidir.   Kim, Allah'ın yasakladığı şeyi, sehiv ve hata ile değil de, haksızlık ve zulüm ile yaparsa onu içinde yanacağı büyük bir ateşe atacağız. [76]

 

30. Bu, Allah'a kolaydır, bunda bir zorluk yoktur. Çünkü Allah'ı hiçbir şey aciz bırakamaz. Ey mü'minler, Allah'ın size yasakladığı büyük günahları bırakırsa­nız, lütfumuz ve merhametimizle sizin küçük günahlarınızı sileriz[77]

 

31. Ve  sizi  şerefli  ve nimeti bol  cennete yerleştiririz. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği nimetler vardır. [78]                        

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.

1. "Anneleriniz size haram kalındı" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Haram kılman, annelerin nikahıdır. Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani takdirindedir.

2. "Haram kılındı" ile "helal kılındı",  "iffetliler" ile "zina edenler" ve "büyük günahlar" ile "küçük günahlar" arasında tıbâk sanatı vardır. Zira "seyyiâtten" maksat küçük günahlardır.

3. "Kendileriyle birleştiğiniz" terkibi, cinsî münasebet­ten kinayedir, ve cümleleri de, bunun gibi cinsî münasebetten kinayedir.

4. "Onlara ücretlerini verin" cümlesinde istiare vardır, yerinde müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü mehr şeklen ücrete benzer,

5. "Nikahlamayınız" ile "nikahladığı", "sizi emzirdiler" ile   "emişmeden" ve "iffetli kadınlar" ile  "iffetlendiklerinde (evlendiklerinde)" kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır. -Ayrıca bu âyet-i kerimelerde birçok yerde ıtnab ve hazif vardır. [79]

 

Faydalı Bilgiler

 

1. Alimler, "muharremât   âyeti"nden   şu   kaideyi   çıkarmışlardır. Kızları nikahlamak, annelerini nikahlamayı haram kılar. Annelerle cinsî münasebette bulunmak, kızlarla evlenmeyi haram kılar.

2. Bazı Rafizî ve Şîa alimleri ... "Onlardan faydalan­manıza karşılık mehirlerini verin" âyetini mut'a nikahı olarak yorumlamışlardır. Bu fahiş bir hatadır. Çünkü burada "fay dal anmak "tan maksat, koca­ların, cinsî münasebet yoluyla eşlerinden faydalanmalarıdır. Yoksa mut'a nikahı değildir. Mut'a nikahının-haram oluşu sünnet ve icmâ ile sabittir. Buna aykırı olan görüşe itibar edilmez.[80]

3. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: Allah bir günahı zikrettikten sonra ce­zasının ateş veya gazab, veya lanet ya da azab olduğunu bildirirse, bu günah büyük günahtır.

4. Said b. Cübeyr'in rivayet ettiğine göre, bir adam İbn Aboas (r.a.)'a: "Büyük günahlar yedi midir? diye sorar. İbn Abbas (r.a.) şöyle cevap verdi: Onlar,  yediyüze yediden daha yakındır.  Fakat istiğfar edilince büyük günahlar silinir, devam edilirse küçük günahlar büyük günah olur.[81]

 

32. Allah'ın sizi kendisiyle birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de ka­zandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandık­larından nasipleri var. Allah'tan O'nun lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.

33. Erkek ve kadından her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından varisler kıldık. Yeminlerini­zin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir.

34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptık­ları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusu-dur.  Onun  için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi koruyucudur­lar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

35. Eğer  karı-kocanın  aralarının  açılmasından korkarsamz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak is­terlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.

36. Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara akraba olan komşuya, yabancı komşuya, yolcuya, elini­zin altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini be­ğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.

37. Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimrili­ği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine verdiği lütfunu giz­leyen kimselerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.

38. Allah'a ve âhiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara göbteriş için sarfedenler de âhirette azaba duçar olurlar. Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır ol.

39. Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir.

40. Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık et­mez. İyilik olursa onu kat kat artırır, kendinden de bü­yük mükafat verir.

41. Her bir ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve se­ni de onlara şahid olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak?

42. Küfür yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Al­lah'tan hiçbir haberi gizleyemezler.

43. Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söyle­diğinizi  bilinceye  kadar,  cünüb  iken  de  -yolcu  olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunur­sanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut da kadınlara dokunup da su bulamamişsamz, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve elle­rinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışla­yıcıdır.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde kendileriyle evlenilmesi haram olan ka­dınları bildirdi. Daha önce de mîrâs hususunda erkekleri kadınlardan üstün tuttuğunu bildirmişti. Bu âyetler de, Allah'ın, karşı cinslerden herbirine ver­diği nimetleri temenni etmeyi yasaklar. Çünkü bu temenni kıskançlık ve kin sebebidir. Yüce Allah daha sonra eşlerden herbirinin diğeri üzerindeki hukukunu açıkladı ve kadınların geçimsizliği ve isyanı halinde tedricen ta­kip edilecek yolları gösterdi. [82]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mevlâ, başkasına yardım eden demektir. Herbiri diğerine yardım ettiği için hem köleye hem de efendiye "mevlâ" denir. Burada mak­sat vârisler ve baba tarafından akraba olanlardır.

Kavvâm, bir işi koruyup gözetmek mânâsına gelen "kıyam" kelimesinden mübalağa sıygasıdır. "Erkekler, devlet adamlarının halkı yönettikleri gibi kadınları yönetirler" demektir.

Kânitât, "itaatkârdırlar" demektir. Aslında kunût, "devamlı itaat etmek" manasınadır.

Nüşûzehünne,  "kadınların itaatsizliği ve baş kaldırması" manasınadır. Aslında bu kelime "yüksek yer" demektir. Yüksek tepeye denilmesi bundandır. Kadın kocasına baş kaldırıp isyan ettiği zaman  denir.

Medâcı', yatak mânâsına gelen   kelimesinin çoğuludur. Şikak, ihtilafa düşmek ve düşman olmak demektir. "Yan ve taraf" mânâsına gelen "şıkk" kelimesinden alınmıştır. Çünkü ihtilafa düşen­lerden herbiri ayrı bir tarafta olur.

Cünüb, komşusuyla irtibatını sağlayacak bir yakınlığı bulun­mayan uzak kişi demektir. Aslında cenabet uzaklık manasınadır.

Muhtâl, kibirli ve kendini beğenmiş kişi demektir.

Miskal, ölçü demektir.

Gâit, büyük abdest bozma demektir, öâit kelimesi aslında "alçak yer" manasınadır, insanlar ihtiyaçlarını gidermek istedikleri zaman alçak yerlere giderlerdi. Bu sebeple, abdest bozma yerine kinaye olarak "ğâit" kelimesi kullanıldı. [83]

 

Nuzûl Sebebi

 

a. Mücâhid'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ümmü Seleme (r.an-hâ): "Ya Rasulallah! Erkekler savaşa çıkıyor, biz savaşa çıkmıyoruz; (ga­nimet alamadığımız gibi) mîrâsta da erkeklerin yarısı kadar alıyoruz" dedi. Bunun üzerine: Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin" âyeti nazil oldu.[84]

b. Rivayet olunduğuna göre, Ensârın ileri gelenlerinden biri olan Sa'd b. Rabi'ye karşı hanımı Habibe bint-i Zeyd huzursuzluk çıkararak itaatsiz­likte bulunur. Bunun üzerine Sa'd ona bir tokat atar. O da, babası ile beraber Rasulullah (s.a.v.)'a gelir. Babası: "Ya Rasulullah! Kızımı ona verdim, o ise kızımı dövdü" der. Rasulullah (s.a.v.): "Kisas yoluyla ondan hakkını alırsın" buyurdu. Bunun üzerine: "Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur" âyeti indi. Rasulullah (s.a.v.): "Biz bir iş mu­rat ettik, Allah da bir iş murat etti. Allah'ın murat ettiği şey daha hayırlı­dır" buyurdular.[85] 

 

Âyetlerin Tefsiri

 

32. Ey mü'minler! Allah'ın başka­larına vermiş olduğu din ve dünya ile ilgili şeyleri hasretle temenni etme­yin. Zira bu, karşılıklı kin ve hasede sebeb olur. Zemahşerî şöyle der: Mü'­minler hasetten ve Allah'ın bazı insanlara diğerlerinden fazla olarak ver­diği makam ve malı arzu etmekten nehyedildiler. Çünkü bu Allah'ın tak­simidir, bir hikmetten dolayı oöyle olmuştur ve Allah'ın, kullarının halini bilmesinin bir sonucudur Erkek­lerin kendi kazandıklarından, kadınların da kendi kazandıklarından bir nasi­bi vardır. Yani her iki tarafın, mîrâsta belli bir miktar nasibi vardır. Taberî şöyle der: Herkes kendi amelinin karşılığını görecektir. Hayır işlemişse hayır, şer işlemişse şer görecektir.[86] Allah'tan, O'nun lütfu-nu isteyin, o size verir. Çünkü o çok cömert ve karşılıksız verendir. Şüphesiz Allah her şeyi bilir. Bu bilgisinin sonucu olarak insan­ları tabakalara ayırmış ve onların bazılarını bazılarına üstün kılmıştır. [87]

 

33. Biz herbir insan için, ana baba ve akrabaların bıraktığı mirastan hisselerini alacak   vârisler kıldık.   Yeminlerinizin bağladığı kimselere, yani Câhiliyye zamanında yardım etmek ve mîrâscı olmak üzere kendileriyle anlaşma yaptığınız kimselere, mirastan paylarını verin. Bu hüküm, İslam'ın başlan­gıcında böyle idi, daha sonra kaldırıldı. Hasan-ı Basrî şöyle der: Aralarında neseb bağı olmayan iki kişi birbirleriyle anlaşma yapıyor ve biri diğerine mîrâscı oluyordu. Allah  "Akrabalar birbirlerine vâris olmaya daha uygundur.[88] âyetiyle bu hükmü kaldırdı. İbn Abbas şöyle der: Muhacirler Medine'ye geldiklerinde bir Muhacir bir Ensâra vâris olu­yordu. Halbuki aralarında Rasulullah (s.a.v.)'ın tesis ettiği kardeşlik   dışın­da bir akrabalık bağı yoktu. Âyeti nazil olunca, bu mîrâscı olma hükmü kaldırıldı.[89] Şüphesiz Allah herşeyi görmektedir. Ona göre sizi cezalandıracaktır. Sonra Yüce Allah erkeklerin kadınlara karşı bazı sorumluluklar yüklendiğini ve kadınları bir idareci gibi yönettiklerini beyan ederek şöyle buyurur: [90]

 

34. Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Yani onlara emir verir, bazı işleri yapmaktan meneder, onlar için har­cama yapar ve bir devlet adamının halkı yönettiği gibi onları yönetirler. Çünkü Allah erkeklere, daha fazla akıl ve yönetme kabiliyeti verdi ve kazanç temin etme ve harcama yapma görevini onlara yükledi. Onlar kadınları koruma, gözetme, oniar için harca­ma ve onları terbiye etme görevini yürütürler. Ebussuûd şöyle der: Erkekler akıllarının olgunluğu, güzel yönetimleri, temkinli, ağırbaşlı ve daha kuv­vetli olmaları sebebiyle üstün tutulmuştur. Bundan dolayıdır ki nübüvvet, imamet, velayet, şahitlik, cihat ve benzeri görevler onlara verilmiştir,[91] Sâliha kadınlar itaatkardır, Allah onla­rı nasıl koruduysa, onlar da öylece göze görünmeyen (aile sırlarını) korur­lar. Bu âyette, erkeklerin yönetimi altında bulunan kadınların hali geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Yüce Allah onların iki kısım olduğunu açıkladı: Sâliha ve itaatkar kadınlar, başkaldıran ve isyan eden kadınlar. Sâliha kadınlar Allah'a ve kocalarına itaat eder, yapmaları gereken görevleri yeri­ne getirir ve kendilerini fuhşiyattan korurlar, kocalarının mallarını dağıt­mazlar. Ayrıca onlar, kocaları ile aralarında geçen ve gizlenmesi gerekli ve güzel olan konuları gizli tutarlar. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyu-rulmuştur: "Kıyamet günü Allah katında derecesi en kötü olan insanlardan biri de, hanımı ile cinsî münasebette bulunduktan sonra birbirlerinin sır­larını yayanlardır.[92]

Ey erkekler! Baş kaldırmalarından korktuğunuz, yani kocalarına itaat et­mek istemeyen kibirli kadınları ıslah etme çarelerini arayın. Onlara nasi­hat ve irşad yoluyla öğüt vererek korkutun. Eğer nasihat ve öğüt fayda vermezse onları yataklarda yalnız bırakın. Onlarla konuşmayın ve onlara yak­laşmayın. İbn Abbas şöyle der: "Hecr, kadınla aynı yatakta yattığı halde, ona sırtını çevirerek onunla cima etmemektir.[93] Eğer yine vazgeçmezlerse, onları şiddetli olmayacak şekilde dövün. Eğer si­zin emirlerinize uyarlarsa, artık onlara eziyet vermek için aleyhlerinde başka bir yol aramayın, Bilin ki Allah yücedir, büyüktür. Yani Allah sizden daha yüce ve daha büyüktür. O, kadınların velisidir. Onlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır.

Bakın, Yüce Allah bize kadınlarımızı terbiye ederken ne yapmamız gerektiğini nasıl öğretiyor. Cezalandırmadaki tertib ve inceliğe bir bakın. Yüce Allah bize, önce onlara öğüt vermeyi, sonra onları yataklarda yalnız bırakmayı, daha sonra da şiddetli olmayacak şekilde dövmeyi emrediyor. Sonra da âyeti, kendisinin yüce ve büyük olduğunu gösteren sıfatları zikre­derek bitiriyor ki, kul, Allah'ın kudretinin, kocanın karısına olan kudretin­den üstün olduğunu ve O'nun, zayıfların yardımcısı ve mazlumların sığınağı olduğunu anlasın. [94]

 

35. Ey hâkimler! Eğer eşler arasında bir ihtilâf ve düşmanlıktan korkarsanız, erkeğin lailesin-den âdil bir hakem ve kadının ailesinden de adil bir hakem seçiniz.1 Bunlar bir araya gelerek eşlerin durumunu görüşüp faydalı olanı yapsınlar. Bunlar, iyi niyetle, Allah rızası için nasihat ederek eşlerin arasını bulup barıştırmak isterlerse Allah bunların aracılığını uğurlu kılar, eşler arasında barış ve ünsiyet meydana getirir ve kalplerine sevgi ve merhamet duygularını yerleştirir, Şüphesiz Allah, kul­ların hallerini bilir, onlar için koyduğu kanunlarda hikmeti vardır. [95]

 

36. Allah'ı birleyin, ona ta­zim ve kulluk edin, putlar veya diğerlerinden hiçbir şeyi ona ortak koşma­yın, anaya, babaya iyilik, ihsan, lütuf ve ikramda bulunmayı tavsiye edin.

akrabaya, özellikle yetim ve yoksullara iyilik edin. Akraba komşuya iyilik edin, çünkü onun üzerinizde hem komşuluk hem de akrabalık hakkı vardır. Aranızda akrabalık bulunmayan yabancı komşuya ve yakın arkadaşa iyilik edin. İbn Abbas: Bu, yolculuktaki arkadaştır, der. Zemahşerî de şöyle der: Bu, ister yolculuk arkadaşı, ister bitişik komşu, ister okulda tahsil arkadaşı, isterse herhangibir meclis veya başka bir yerde yanında oturan biri olsun sana arkadaşlık eden kimsedir. Yani aranızda meydana gelen en kısa bir sohbet arkadaşı demektir ki, senin bu hakkı gözetmen ve unutmaman gere­kir. Bir görüşe göre yakın arkadaştan maksat kadındır.[96]

Ailesinden ve ülkesinden uzakta kalmış yolculara ve elinizin altında bulunan köle ve cariyelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kendini beğenen, akraba ve komşularına büyüklük taslayan.

insanlara karşı böbürlenip duran, kendini onlardan daha yüksek ve daha üstün sayan kimseyi sevmez.

Bu âyet umumî ahlâk prensiplerini kapsayıp iyilik etmeye ve güze. ahlâk prepsiplerine uymaya teşvik etmektedir. Bu âyeti gerçek manâsıyla düşünen kimse ediplerin öğütlerine ve mütefekkirlerin nasihatlarma ihtiyaç duymaz. Yüce Allah bundan sonraki âyette Allah'ın kendilerine buğz ettiği bu kimselerin vasıflarım anlatarak şöyle buyurdu: [97]

 

37. Bunlar, Allah kendilerine farz kıldığı halde onun yolunda harcama yapmayan ve başkalarına da yapmamalarını emreden kimselerdir. Bu âyet Ensar'a "Mallarınızı cihad ve zekat yolunda harcamayın" diyen bir grup Yahudi hakkında nazil olmuştur. Bununla bir­likte mânâsı umûmîdir. Bunlar, Allah'ın kendile­rine lütfundan verdiği mal ve zenginliği  gizledikleri  gibi,  Rasulullah (s.a.v.)'in vasıflan ile ilgili Tevrat'taki âyetleri de gizlerler.[98]

Allah'ın nimetini inkâr edenler için horlatıcı ve   zelil kılıcı elim bir azap hazırladık. [99]

 

38. Allah'a ve âhiret gününe  sağlam bir imanla inanmadıkları halde mallarını,  Allah rızası için değil de gösteriş, övünmek ve şöhret için harcayanlar da âhirette azap çekeceklerdir, Şeytan bir kimsenin ar­kadaşı ve tavsiyelerine göre iş yapacağı dostu olursa bu ne kötü dost ve ar­kadaş olur. [100]

 

39. Allah'a ve âhiret gününe iman edip te Allah'ın kendilerine verdiğinden onun yolunda harca salardı ne zararları olur ve ne gibi bir vebal altına girerlerdi.? Bu soru kına­ma ve inkâr ifade eder. "Hiçbir vebal ve zararları olmazdı" demektir. Zemehşerî şöyle der: Bu intikam alan birine "af etseydi ne zararı olurdu?" ve isyankâr birine "itaatli olsaydın neyin eksilirdi?" denilmesine benzer. Bu bir kınama ve yerme ve faydalı olanı bilmediklerini anlatmaktır.[101] Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir. Bu onlar için bir ceza tehdididir. Yani yaptıklarından dolayı Allah onları cezalandıracaktır. [102]

 

40. Şüphesiz Allah zerre kadar da olsa kimsenin amelini eksiltmez. Bu bir temsildir. Az şey misal verilerek çoğa dikkat çe­kilmektedir. Zerre kadar haksızlık etmeyen daha fazlasını hiç yapmaz de­mektir. Kulun zerre kadar yaptığı iş iyilik ise Allah onu artırır ve onu kat kat çoğaltır.  Amelin sevabından fazla olarak kendinden de büyük bir mükafat verir. Bu, cennettir. [103]

 

41. Her ümmetin peygamberini aleylerinde şahitlik etmek üzere getirdiğimizde ey Muhammed seni de ümmetinden isyankâr ve yabancıların isyan ve yalanları hak­kında şahitlik etmek üzere getirdiğimizde kâfir ve günahkârların hali nice olur? Onların durumları ne olur? Buradaki soru kınama ve azarlama ifade eder. [104]

 

42. Allah'ın birliğini inkâr ve peygamberine isyan eden günahkârlar o zor günlerde yere gömül­meyi   ve ölülerin üzeri gibi üzerlerinin dümdüz edilmesini veya yerin ayrı­lıp onları yutmasını "böylece toprak olmayı isterler. Nitekim bir âyet-i keri­mede şöyle buyurulmuştur. gün kişi önceden ne yapmışsa ona bir göz atacak ve kâfir "Keşke top­rak olsaydım." diyecektir.[105] Bu durum kıyametin şiddetini gördüklerinde meydana gelecektir, Allah'tan hiçbir haberi gizleyemez-ler. Çünkü onların âzâlan yaptıkları hakkında aleyhlerinde şahitlik edecektir.[106]

Bundan sonra Yüce Allah sarhoşluk ve cünüplük halinde namaza yak­laşılmamasını emrederek şöyle buyurdu. [107]

 

43. Ey iman edenler! Siz sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaz kılmayın. Çünkü bu halde gönül alçaklığı ve sükûnetle Allah'a yakarmak olmaz. Bu durum içkinin haram kılınmasından Önce idi.

Tirmizî Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder "Abdurrahman b. Avf bir yemek hazırlayarak bizi davet etti yemekte bize şarap içirdi. Şarap bizi sarhoş etti. Namaz vakti gelince imamlık için beni ileri sürdüler. Ben na­mazda Kâfirûn sûresini, De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptığınıza taparım. Biz sizin taptığınıza ta­parız" şeklinde okudum. Bunun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi.[108] Yolcu olan hariç cünüp iken de güsül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Yani meni gelmesi veya meni gelmeksizin cinsî münasebette bulunma sebebiyle te­miz olmadığınızda namaz kılmayın. Ancak yolcu olur da su bulamazsanız, bu durumda teyemmüm ile namaz kılınız. Eğer hasta olursanız su da size zarar verirse veya yolcu olursanız, abdestiniz de olmazsa; yahut küçük veya büyük abdestinizi yapar veya başka bir şekilde abdestinizi bozar da su bulamazsanız veya kadınlara dokunup ta temizlenecek su bulamazsanız. İbni Abbas: "dokunmak, cima etmektir " dedi. İşte su bulamadığınız bütün bu durumlarda temiz toprakla teyemmüm edip temizlenin. Yüzlerinizi ve elleriniz bu toprakla mesh edin, Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. Zorluğa düşmemeleri için kullarına ruhsat vererek kolaylık gösterir. [109]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler aşağıda Özetlenmiş olan edebî sanatları ihtiva etmektedir.

1. "Erkeklerin kazandıklarından nasiplen var..." ile i "kadınların kazandıklarından nasipleri var..."   "erkeğin ailesinden bir hakem, ile" "kadının ailesinden bir ha­kem" ve "akraba komşu" ile "yabancı komşu," ter­kipleri arasında itnâb vardır.

2. Cümlesinde istiare vardır. Erkeklerin verasete hak kazan­maları ve ona sahip olmaları çalışarak kazanmaya benzetilmiştir. İstiare-i tebaiyye yoluyla mastarından türetilmiştir.

3. Yataklarından aynim cümlesinde kinaye vardır. Bu ifade cinsi münasetten kinayedir. "kadınlara dokunduğunuz­da..." cümlesinde de kinaye vardır. İbn Abbas'a göre, "kadınlarla cima, ettiğinizde..." demektir. Aynı şekilde   "sizden biriniz ayak yolundan gelirse.." cümlesinde de kinaye vardır. "Gâit" kelimesi ile abdestsizlik kastedilmiştir.

4. "Erkekler kadınların yöneticisidirler." Burada mübala­ğa sıygası kullanılmıştır. Zira kalıbı, mübalağa sıygalarındandır. Sürek­lilik ifade etmek için isim cümlesi kullanılmıştır.

5. Getirdiğimizde halleri nice olur?" cümlesinde muhata­bı kınamak için bilinen bir şey sorulmaktadır. Bununla muhatap azarlanmış ve kınanmıştır.

6. arasında iştikak cinası vardır.

7. "Kendini beğenen ve böbürlenen" ifadesinde tariz var­dır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yer­miştir.

8. Birçok yerde hazif vardır. Mesela cümlesi,  anne ve babaya iyilik edin" takdirindedir. [110]

 

Faydalı Bilgiler

 

1. Yüce Allah, "eğer hakemler barıştırmak isterlerse" âyetinde sadece barıştırmayı zikretti. Bunun karşılığı olan ayırmayı zikret­medi. Bunda, barıştırmak için hakemlerin ellerinden gelen herşeyi yapma­ları gerektiğine güzel bir işaret vardır. Çünkü eşleri ayırmak yuvaları harap eder, ve çocukları dağıtır. Bu ise sakınılması gereken şeylerdendir.

2. Yüce Allah, eşler arasındaki geçimsizlikle ilgili âyeti, "Allah yücedir, büyüktür" cümlesindeki iki yüce ismiyle sona er­dirdi. Bu, kocalar haklarını kullanırken zulmetmeleri durumunda onlar için bir tehdittir. Âyet,sanki şöyle der: Sakm kadınlardan daha kuvvetli ve on­lardan daha üstün olmanıza aldanmayın. Çünkü Allah yücedir, kahredicidir, kadınlara zulüm ve haksızlık edenlerden intikam alır. Allah sizden daha kuvvetli ve O'nun size üstünlüğü, sizin kadınlara üstünlüğünüzden daha faz­ladır. Öyleyse O'nun azabından sakının.

3. Buhârî, Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder. Rasulul-lah (s.a.v.) bana, "Bana Kur'an oku" diye emretti. Ben: "Ya Rasulullah! Kur'an sana indirildiği halde ben sana Kur'an mı okuyayım?" dedim. Rasu­lullah (s.a.v.): "Evet, çünkü ben Kur'an'ı başkasından dinlemeyi severim" buyurdu. Ben Nisa sûresini okudum. "Herbir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak?" âyetine gelince, Rasulul­lah (s.a.v.): "Şimdilik yeter" buyurdu. Rasulullah (s.a.v.)'a baktım, bir de ne göreyim gözlerinden yaş akıyor.[111]

 

Bir Uyarı

 

Yüce Allah, erkeklerin kadınlara üstünlüğünü "Allah'ın onları birbirlerine üstün kılması sebebiyle..." sözleri ile ifade etmiştir. Eğer "onların kadınlara Üstün kılınması sebebiyle..." şeklinde olsaydı daha kısa ve daha veciz olurdu. Fakat büyük bir hikmete binaen, yukardaki şekilde ifade edilmiştir. Bu hikmet, erkeğe göre kadının durumunun insan vücuduna göre bir azanın durumuna benzediğini ifade et­mektir. Kadına göre erkeğin durumu da aynıdır. Erkek vücudun başı, kadın ise vücut mevkiindedir. Bir âzânııı diğerine karşı kibirlenmesi uygun olmaz Zira kulak göze, el ayağa muhtaçtır. Kişinin kalbinin midesinden daha üs­tün ve başının elinden daha değerli olması onun için bir ayıp değildir. Zira azaların herbiri, sistemli bir şekilde görevlerini yapmaktadır. Bunların hep­si birbirine muhtaçtır. İşte   ifadesinin sırrı budur. Görülüyor ki âyet-i kerime son derece veciz ve mu'cizdir. [112]

 

Kadınların Eğitimi İle İlgili Birkaç Söz

 

Belki de İslam düşmanlarının İslam dinini yermek için tuttukları en kötü yol, İslamın erkeğe kadını dövme izni vermesi sebebiyle onu küçük düşürdüğü iddialarıdır. İslam düşmanları: Kur'an onların yataklarım terkedin ve onları dövün" demekle, kadını dövmeye na­sıl izin verir? Bu, kadını küçük düşürmek ve onun şerefine bir tecavüz değil midir?! diyorlar.

Cevap:

Evet, hikmet sahibi ve herşeyi bilen Yüce Allah, kadını dövmeye izin verdi. Fakat, kim dövülür ve ne zaman dövülür? Şüphesiz dövmek, -ki bu şiddetli olmayan bir dövmektir,- Hadis-i şerifte geldiği gibi, kadının geçimsizliği ve kocasının emrine isyanını ortadan kaldırmak için takip edi­len yollardan biridir. Kadın kocasıyle iyi geçinmez, kendi başına buyruk olur, Şeytanın yönetiminde hareket eder ve evlilik hayatını çekilmez hale getirir ve cehenneme çevirirse, bu gibi durumlarda erkek ne yapacaktır? Kur'an-ı Kerim bunun ilacını bize göstermiş; Önce sabır ve teennî ile hare­ket etmeyi, sonra öğüt ve nasihati, daha sonra yatakta yalnız bırakmayı em­retmiştir. Bütün bu tedbirler başarılı olmadığı takdirde, başka bir tedbire baş vurmak gerekir ki, o da kibir ve gururu kırmak için şiddetli olmayan bir dövmedir. Dövmek, kadını boşamaktan daha az zararlıdır. Küçük zarar bü­yük zararla mukayese edildiğinden, küçük zarar güzel ve iyi görünür. "Kör­lük hatırlandığında, tek gözlülük güzel görülür." Sözü, ne kadar güzeldir. Dövmek, tedavi yollarından bir yoldur. Bu yol, iyilik ve güzellikle İslahı mümkün olmayan bazı durumlarda fayda verir. Bu kavme ne oluyor ki., bir türlü laf anlamıyorlar![113]

 

44. Kendilerine Kitab'dan nasib verilenlere bak­sana!  Sapıklığı tercih ediyorlar.  Ve  sizin  de  yoldan çıkmanızı istiyorlar!

45.  Allah  düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.

46. Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerin­den değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine sal­dırarak "işittik ve karşı geldik", "dinle, dinlemez ola­sı", "râinâ" derler. Eğer onlar "işittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri İçin daha ha­yırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.

47. Ey Ehl-i kitab! Biz,  birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce, size gelen­leri doğrulamak üzere indirdiğimize îman edin; Alla­h'ın emri mutlaka yerine gelecektir.

48. Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağış­lamaz; bundan başkasını, dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse iftira ederek bir büyük gü­nah işlemiş olur.

49. Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Ha­yır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.

50. Bak, nasıl da Allah'a yalan uyduruyorlar; apa­çık bir günah olarak bu yeter!

51. Kendilerine Kitab'dan nasip verilenleri gör­medin mi; putlara ve bâtıla îman ediyorlar, sonra da kâ­firler için: "Bunlar, Allah'a îman edenlerden daha doğ­ru yoldadır" diyorlar!?

52. Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir;  Al­lah'ın  lanetlediği kimseye  gerçek bir  yardımcı  bula­mazsın.

53. Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi bile vermezlerdi.

 

54. Yoksa onlar, Allah'ın lûtfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitâb'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hüküm­ranlık bahşettik.

55. Onlardan bir kısmı Muhammed'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi; onlara kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.

56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gele­cek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duy­maz hale  geldikçe,  onların  derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve ha­kimdir.

57. İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde ebediyyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları sürekli bir gölgeye koyarız.

 

Bu Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde kâfirlerin âhiretteki durumlarım ve yere gömülmeyi istemelerini ve Allah'tan hiçbir sözü gizleyemeyeceklerini an­lattı. Bu âyetlerde de Yahudilerin küfür, inkâr ve Allah'ın âyetlerini yalan­lamaları ile ilgili bilgi verdi. Sonra da Ehl-i kitabın bâtıl inançlarından ba­zılarını ve cehennemde onlar için hazırlamış

olduğu sürekli azabı anlattı. Allah bizi o cehennemden korusun. [114]

 

Kelimelerin İzahı

 

Bize bak, bizi gözet demektir. İbranicede bu kelime küfür ifade eder. Yahudiler, ahmaklık mânâsım kastederek bunu söylüyorlardı. f jsl  : Akvem, daha âdil, daha doğru demektir.

Sileriz demektir. Tams, silmek ve bir şeyin izini yok etmek demektir.

Fetîl, hurma çekirdeğinin yangındaki ipliktir. Cibt, put ismi olup daha sonra, bâtıl olan her şey için kul­lanılmıştır.

Tâgût, Allah'tan başka, mabut edinilen taş, insan veya şeytan gibi herşeydir. Bir görüşe göre bu kelime, şeytanın ismidir.

Nakîr, hurma çekirdeğinin üzerindeki oyuk demektir. : Onları koyarız, manasınadır. [115]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre Ebu Süfyan, Yahudi âlimlerinden biri olan Ka'b b. Eşrefe şöyle der: "Sen, kitabı bilen ve okuyan bir kişisin. Biz Ümmiyiz, o-kuma bilmeyiz. Hangimiz daha doğru yoldayız, söyle, biz mi Muhammed mi?" Ka'b: "Dininizi bana anlatın" der. Ebu Süfyan: "Biz hacılara develer kesiyor, onlara su içiriyor, misafir ağırlıyor ve Beytullah'i tamir ediyoruz. Muhammed ise atalarının dininden ayrıldı ve akrabalık bağlarını kopardı" der. Ka'b: "Sizin dininiz onunkinden daha iyi, vallahi siz ondan daha doğru yoldasınız" der. Bunun üzerine Yüce Allah,  "Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi?." âyetini in­dirir.[116]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

44. Kendilerine kitaptan nasip verilenlere baksana! Sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar. Âyetteki soru, Yahudilerin kötü halle­rinin şaşılacak bir şey olduğunu ve onlarla dost olmaktan sakınılması ge­rektiğini ifade eder. Yani, ey Muhammed! Kendilerine Tevrat bilgisinden nasip verilen Yahudi bilginlerine baksana! Onlar dalaleti hidâyete, küfrü imâna tercih ediyor ve ey mü'minler, sizin kendileri gibi olmanız için hak yoldan sapmanızı istiyorlar. [117]

 

45. Yüce Allah, bu sapık Yahudilerin size olan düş­manlığını sizden daha iyi bilir. Onlardan sakının, Allah'ın dost ve yardımcı olması size yeter. Sadece ona güvenin ve ona dayanın. Düşmanların tuzağına karşı Allah size yeter. Bundan sonra Yüce Allah la'netli Yahudilerin çirkin davranışlarından bir bölümünü anlatarak şöyle buyurdu: [118]

 

46. Bu Yahudilerden bir grup kasten Allah'ın Tevrat'taki kelamını değiştiriyor ve Onu, Allah'ın muradının dışında tefsir ediyorlar. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.)'in vasıflarını recim hükümlerini ve daha başka şeyleri değiştirmişlerdir, On­ları imâna çağırdığında sana "Sözünü işitttik ve emrine isyan ettik" derler. Mücâhid şöyle der: "Bu ey Muhammed! Söylediğini işittik, bu hususta sana itaat etmeyiz" demektir. Bu hal, onların küfür ve inatlarını ifade etmekte daha beliğdir. Söylediklerimizi dinle, dinlemez olası. Burada söz iki yönlü olup hayra da şerre de ihtimali vardır. Aslında hayır için kul­lanılır. "hoşa gitmeyecek bir şeyi dinleme" manasınadır. Fa­kat Pis Yahudiler bunu, Rasulullah (s.a.v.)'a beddua maksadıyle söylüyor­lardı. Yani: "Allah kulaklarını sağır etsin" veya "Allah canını alsın" demek istiyorlar. Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederken "ey ahmak" diyorlar­dı. Bu kelime, ahmaklık mânâsına gelen kelimesinden türemiş sövme kelimesidir. Rasulullah (s.a.v.) ile alay ve istihza etmek için iki manâlı kelimeler kullanıyorlar; bununla söme ve haraketi kastediyor, fakat zahiren tazim ve hürmette bulunuyorlardı. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurdu: Dillerini eğip bükerek, haktan bâtıla çevirerek ve İslam'a saldırarak böyle söylerler. İbn Atiyye şöyle der: Bu durum Yahudi-lerde halâ mevcuttur. Yahudilerin, küçük çocuklarını bu şekilde yetiştirdik­lerini ve onlara, müslümanlara hitap ederken kullandıkları zahiren tazim ifade eden fakat hakaret maksadıyle söyledikleri kelimeleri ezberlettikle­rine şahit olduk.[119]  Eğer Yahudiler, Rasulullah (s.a.v.)'a: isyan ettik" diyeceklerine, "işittik ve itaat ettik"; "söylediğimizi dinle, işitmez olası ahmak" şeklindeki âdi sözler yerine şu güzel sözü söyleseler- di yani "dinle ve bizi gözet" deseler­di, bu söz, Allah katında onlar için daha hayırlı, daha âdil ve daha doğru olurdu. Fakat önceki küfürleri sebebiyle Allah onları hidâyet ve rahmetinden uzaklaştırdı. Artık onlar pek az inanırlar. Zemahşerî şöyle der: "Onlar, sayılmayacak kadar zayıf bir şekil­de iman ederler..[120] Bu da, kitab ve peygamberlerin bazılarına iman etmele­ridir. Sonra Yüce Allah onları, yüzlerini dümdüz edip duyu organlarım yok etmekle tehdit ederek şöyle buyurdu: [121] 

 

47. Ey Yahudiler! Biz, burun, göz veya kaş gibi duyu organlarını yok ederek,bir takım yüzleri silip dümdüz etmek suretiyle enseler ; haline getirmeden, veya cumartesi günün kudsiyetini ihlâl edenlere la'net ettiğimiz gibi o yüzleri la'netlemeden önce, yâni on­ları maymun ve domuza çevirdiğimiz gibi, o yüzleri de çevirmeden önce, elinizde bulunan Tevrat'ı tasdik edici olarak Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'a iman ediniz. Yüzleri ense haline getirmekten maksat, insanın gü­zelliklerini çok çirkin bir hale getirmektir. Bu, İbn Abbas'ın görüşüdür.[122]

Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir. Yani, O  bir şey emrettiğinde, o şey mutlaka olur. [123]

 

48. Allah şirki bağışla­maz. Bunun dışındaki günahları, kullarından dilediği için bağışlar, Kim Allah'a şirk koşarsa, o, iftira ederek büyük bir gü­nah işlemiş olur. Taberî şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki, büyük günah sahi­bi herkes Allah'ın iradesi altındadır. Onun büyük günahı Allah'a şirk olma­dığı müddetçe dilerse onu affeder, dilerse onu cezalandırır...[124]

Bundan sonra Yüce Allah, Yahudilerin, küfürlerine ve kitabı tahrif et­melerine rağmen, kendilerini temize çıkardıklarını anlatarak şöyle buyur­du: [125]

 

49. Kendilerini temize çıkaranlara ne der­sin? Yani: Kendilerini öven ve itaat ve takva sahibi olduklarını söyleyen bu Yahudilerin haberi sana gelmedi mi? O soru, onların durumlarının şaşıla­cak şey olduğunu ifade eder. Katâde şöyle der: Bunlar, kendilerini temize çıkaran Allah düşmanı Yahudilerdir. Biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız, bizim için günah yoktur" dediler.[126] Hayır, Allah dile­diğini temize çıkarır. İş onların temize çıkarmasıyla değil   Allah'ın temize çıkarmasıyla olur. İşlerin hakikatini ve gizliliklerini o daha iyi bilir. O, kullarından razı olduklarım temize çıkarır, ki bunlar da. şerli Yahudiler de­ğil, temiz ve iyi kimselerdir. Onların amellerinden kıl payı kadar eksiltilmez. Fetîl, çekirdeğin yangındaki ipliktir. Azlık ifade etmek için misal olarak kullanılır. Nitekim "Allah zerre kadar zulmetmez" mea­lindeki âyette "zerre" kelimesi azlık ifade etmek için kullanılmıştır.[127]

 

50. Bak, nasıl da Allah üzerine yalan uydu­ruyorlar. Bu da onların iftira ve yalanlarının şaşılacak şey olduğunu göste­rir. Yani: Ey Muhammed! Bak, kendilerini temize çıkarmaları ve Allah'ın oğulları ve dostları olduklarına dair   iddiaları hususunda Allah'a nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık ve büyük bir günah olarak bu iftira on­lara yeter. [128]

 

51. Kendilerine ki­taptan nasip verilenleri görmedin mi; putlara ve bâtıl ilâhlara  iman ediyorlar, jîu soru da hayret ifade eder. Bunlardan maksat yine Yahudilerdir. Onlara Tevrat'tan bir nasip verilmişti. Yine de putlara ve Allah'tan başka mabudla inanıyorlar Ve kâfirler hak­kında, "bunlar" Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" derler. Yani, Yahudiler Kureyş kâfirlerine "Siz, Muhammed ve arkadaşlarından daha doğru yoldasınız" derler. İbn Kesir şöyle der: Cehaletleri, dinî duygularının zayıflığı ve ellerindeki Allah kitabı Tevrat'ı inkârları sebebiyle kâfirleri müslümanlara tercih ederler.[129]   Yüce Allah onların sapıklıklarını bildirerek şöyle buyurur: [130]

 

52. Onlar, Allah'ın lanetleyip rahmetinden uzak­laştırdığı ve kovduğu kimselerdir. Allah'ın, rahme­tinden uzaklaştırdığı kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın. Bir kimseyi, Allah rahmetinden kovarsa, onu Allah'ın azabından kim kurtarır? Onlara la'net damgası vurulmasına kim engel olur. O la'net, büyük azaptır. [131]

 

53. Yoksa onların mülkten bir nasipleri mi var? Bu soru inkâr ifade eder. Yani onların mülkten herhangi bir payları yoktur de­mektir. Onların mülkten nasipleri olsaydı, o takdirde aşırı cimriliklerinden dolayı, kimseye çekirdek üzerindeki nokta kadar bir-şey vermezlerdi. Âyette geçen "nakîr" kelimesi, fetîl ve kıtmîr kelimeleri gibi, azlık ifade etmek için bir misaldir. Çekirdek üzerindeki noktaya denir. Bundan sonra Yüce Allah, cimrilikten daha kötü ve yerilen bir hasletten bahsederek şöyle buyurur: [132]

 

54. Yoksa onlar, Allah'ın lüt-fundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı? İbn Abbas şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'in peygamberliğini Ashabın da iman etmesini kıskandı­lar. Yani, yoksa kendisiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'i üstün kıldığı ve Arap­ları şereflendirdiği peygamberlikten dolayı Peygamber (s.a.v.)'i ve izzet ve güçleri arttığından dolayı mü'minleri    mi kıskanıyorlar? İbrahim'in soyundan olan atalarınıza peygam­berlik verdik, onlara kitaplar indirdik, Davud ve Süleyman gibilerine pey­gamberlikle birlikte büyük hükümdarlık verdik. O halde niçin, Allah'ın nimetini ihsan ettiği diğer   kişileri değil de, özellikle Muhammed (s.a.v.)'i kıskanıyorsunuz?   Bundan   maksat,   Yahudilerin   Peygamber   (s.a.v.)'i kıskanmalarını reddetmek ve Allah'ın İbrahim (a.s.)'in soyuna lütfettiği ni­metleri bildiklerini hatırlatarak onları susturmaktır. [133]

 

55. Yahudilerden bazıları Hz. Muham­med (s.a.v.)'e iman etmiştir. Bunlar çok azdır. Bazıları da iman etmemiş, yüz çevirmiştir. Bunlar ise çoğunluktadır. Nitekim âyet-i kerimede  Onlardan hidâyete eren vardır. Çokları da "fasıktirlar"[134]  buyrulmuştur. Küfür ve inatlarına karşılık onlara ceza ola­rak   alevli cehennem kâfidir.

Bundan sonra Yüce Allah, kâfir ve günahkarlar için hazırladığı şid­detli azabı ve tehditlerini haber vererek şöyle buyurur: [135]

 

56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr e-denleri, gün gelecek, yüzleri ve ciltleri dağlayan korkunç bir ateşe sokacağız. Onların derileri kazınıp tam mânâsiyle yandığında, o derileri başka derilerle değiştiririz ki, azabın acısını devamlı olarak duysunlar. Hasan-ı Basrî şöyle der: Ateş onları günde yetmişbin defa pişirir. Ateş onları yakıp kül ettikçe, onlara "eski ha-linize dönün" denilir. Onlar da eski hallerine dönerler. Rabî' şöyle der: Ce­hennemliklerden birinin derisi kırk zira' olur. Karnına bir dağ konsa onu içine alır. Ateş onların derilerini yakıp kül ettikçe, onların derileri yenile­nir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Cehennemlikler cehennemde o kadar bü­yütülürler ki, onlardan birinin kulak yumuşağı ile omuzu arasında genişliği yediyüzyıllık yol kadar olur. Derisinin kalınlığı yetmiş zira, dişi Uhud dağı kadar büyük olur.[136] Allah Azîz'dir, hiçbir şey onu en­gelleyemez. Hikmet sahibidir, sadece adaletle ceza verir. [137]

 

57. Bu âyet, bahtiyar kimselerin sonlarının ne olacağını haber vermektedir. İnanıp iyi işler yapanları da, zemininden, bütün vadilerinden ve istedikleri her yerinden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar Ölmeyecek, orada ebedi kalacaklardır, Onlar için cennette, pisliklerden ve eziyetlerden arınmış eşler vardır. Mûcâhid şöyle der: Bunlar idrar, hayız, sümkürük, tükrük meni ve çocuktan arınmış tertemiz eşlerdir. Ve onları güneşin gideremiyeceğî, ne sıcak ne de soğuk, devamlı bîr gölgeye sokacağız. Hasan-ı Basrî şöyle der: Dünyadaki gölgeye giren hare-ret ve sıcak rüzgar bu gölgeye giremiyeceği için bu gölge "zalil" sıfatı ile nitelendi. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Cennette öyle bir ağaç vardır ki, bi-nekli olan bir kimse onun gölgesinde yüz sene gider, yine de bitiremez.[138]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler, aşağıda özeLlcnen edebî sanatları ihtiva etmektedir:

1. Yoksa insanları kıskanıyorlar mı? Cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. İnsanlardan maksat Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Burada Önceki ve sonraki bütün insanla­rın taşıdığı üstün vasıfların Rasulullah (s.a.v.)'de toplandığına işaret vardır.

2.  Aşağıdaki cümleler de istiare vardır:

a) "Dalâleti satm alıyorlar" yani hidâyeti dalaletle de­ğiştiriyorlar.

b) "Azabı tatsınlar." Aslında tatmak dil ile olur. Burada, insanın başına gelen acı yerine müstear olarak kullanılmıştır.

c) "Dillerini eğip bükerek". Leyy kelimesinin asıl mânâsı "ip bükmek"tir. Burada müstear olarak, zahiri mânâsından başka bir mânâ kastedilen söz için kullanılmıştır.

d) "Yüzleri sileriz" Bu, yüzlerin başka bir şekle çevril­mesinden ibarettir. Yüzler, harfleri ve satırları karmakarışık olmuş silik sayfaya benzetilmiştir.

3. İki yerde geçen şeklinde soru, hayret ifade eder.

4. "Bak, nasıl iftira ediyorlar?" cümlesindeki " em­ri hayret ifade eder.   Sıygasının değiştirilmesi ve mazi yerinde muza-ri sıygasının kullanılması devam ve süretlilik ifade eder.

5. "Yoksa onların bir payı mı var?" ve "Yoksa kıskanıyorlar mı?" cümlelerindeki soru edatları kınama ve azarlama ifade eder.

6. "O takdirde insanlara çekirdek noktası kadar bir şey vermezler" cümlesinde, onların aşırı derecede cimriliklerine ta'rîz vardır.                                                                                             '

7. "Yüzler" ile bal "enseler" ve "iman ettiler" ile "kâfir oldular" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.

8. "Onlara la'net ederiz" ile "la'net ettik" "verirler" ile -aüi "onlara verdi" ve"gölge" ile "devamlı olarak gölgeli" kelime­leri arasında iştikak cinası vardır.

9. Birçok yerde itnâb, bir çok yerde de hazif vardır. [139]

 

58. Gerçekten Allah size, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman a-daletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar gü­zel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.

59.  Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygam-ber'e ve sizden olan ulû'l-emr'e de itaat edin. Eğer her­hangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -âhirete ger­çekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasûl'e götürün bu hem hayırlı, hemde netice bakımından daha güzeldir.

60.  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere i-nandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tağût'a inan­mamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tağût'un ö-nünde mahkemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

61.  Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Rasûl'e ge­lin" denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzak­laştıklarını görürsün.

62. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir fe­laket gelince, hemen "Biz yalnızca  iyilik etmek ve arayı bulmak istedik" diye yemin ederek sana nasıl gelirler!

63. Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah onların kalp­lerinde olanı bilir.  Onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, ruhlarına tesir edecek bir söz söyle!

64. Biz her peygamberi, Allah'ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar ken­dilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar et­seydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.

65. Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdi­ğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manâsıyla kabullennıedikçe iman etmiş olmazlar.

66. Eğer onlara "kendinizi öldürün yahut yurtları­nızdan çıkın" diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek a-zı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine veri­len öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha ha­yırlı, hem de imanlarını daha pekiştirici olurdu.

67. O zaman elbette kendilerine nezdimizden bü­yük bir mükafaat verirdik.

68. Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.

69. Kim Allah'a ve Rasul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamber­ler,  sıddikler,  şehidler  ve  salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

70. Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin durumlarını, inat, kıskanç­lık ve inkârlarını anlatıp âhirette onlar için hazırlamış olduğu azap ve ce­zayı açıkladıktan sonra bu âyetlerde de, mü'minleri, Allah'a ve rasulürı= itaat, emaneti yerine getirme, insanlar arasında adaletle hükmetme su­retiyle saadete yönlendirdi. Daha sonra da, münafıkların sakınılması ve uzak durulması gereken vasıflarını anlattı. [140]

 

Kelimelerin İzahı

 

Ni'imma, bunun aslı dır. "Allah size ne güzel öğüt veriyor" demektir.

Te'vil, sonuç olarak demektir.

Zannediyorlar. Zu'm, zannî inanç demektir. Leys der ki: Arap dilcileri şöyle der: Araplar bir kimse hakkında şüpheye düşüp yalan mı, doğru mu söylediğini bilemediklerinde "filan iddia etti" derler. İbn Düreyd ise, bu kelimenin, bâtılda en çok kullanılan kelime olduğunu söyler.

Arapların "Zeamû sözü, yalan bineğidir", sözü bundaridır.

Tevfîk, birleştirmek, ara bulmak demektir, Vifak ve Vefk ke­limeleri "muhalefet" in zıddıdır.                                                      

Beliğ, etkili demektir.

Şecere, ihtilaf etti ve karıştı demektir. Ağacın dallan birbirine girip karıştığı için ona da şecer denmiştir.                                         

Harec, darlık ve şüphe m âtıâl armadır. Vahidî   şöyle der: \ Kendi­sine ulaşılamıyacak derecede dalları birbirine girmiş ağaca "harec" denir. [141]

 

Nuzûl Sebebi                                                 

 

a. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) Feth günü Mekke'ye girince Os­man b. Talha Ka'be'nin kapısını kilitleyerek tavana çıktı, ve anahtarı Rasu­lullah (s.a.v.)'a vermek istemedi. Ve: "Onun, Allah'ın rasûlü olduğunu bil­sem veririm" dedi. Hz. AH onun elini bükerek anahtarı aldı ve Ka'be'nin ka­pısını açtı. Rasulullah (s.a.v.) içeri girip iki rekat namaz kıldı. Çıktığında, anahtarı Osman b. Talha'ya iade etmesini ve ondan özür dilemesini emret­ti. Osman Hz. Ali'ye: "Eziyet ettin, zorladm, sonra geldin Özür diliyorsun!" dedi. Hz. Ali, "Allah senin hakkında "Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi emrediyor" âyetini indirdi" dedi. Hz. Ali âyeti okuyunca Osman müslüman oldu. Bunun üzerine Rasu­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Talha oğulları! Anahtarı eskiden olduğu gibi ebediyyen sizde kalmak üzere alın. Onu sizden, zâlimden başkası ala­maz.[142]

b. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, münafıklardan Bişr adında bir adam ile bir Yahudi arasında bir anlaşmazlık vardı. Yahudi: Gel, Mu-hammed'i hakem yapalım, dedi. Münafık da: Hayır, Ka'b b. Eşrefi hakem yapalım, dedi. Bu adam, Allah'ın Tağût diye isim verdiği şahıstır. Yahudi bunu kabul etmeyip Rasulullah (s.a.v.)'m hakemliğinde İsrar etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'a gittiler. Rasulullah (s.a.v.), Yahudinin lehine, münafığın aleyhine hükmetti. Rasulullah (s.a.v.)'m yanından çıktıktan sonn münafık razı olmadı. "Gel, Hattap oğlu Ömer'i hakem yapalım, dedi. Öme r'e geldiler. Yahudi dedi ki: Benimle bu adam arasında anlaşmazlık vardı Muhammed (s.a.v.)'in hakemliğine baş vurduk. O da benim lehime, bunur aleyhine hükmetti. Bu adam Onun hükmüne razı olmadı ve senin huzurund; muhakeme edilmemizi istedi. Ömer (r.a.) münafığa: "Öyle mi?" diye sor du. O da: "Evet" dedi. Ömer (r.a.): "Ben çıkıncaya kadar yerinizde bekle yin" diyerek içeri girdi. Kılıcını kuşanıp çıktı. Kılıçla münafığa vurup öl dürdü. Ve: "Allah ve Rasulünün hükmünü razı olmayan hakkında ben böyl hükmederim" dedi. Bunun üzerine ...

iana indirilene inandıklarım ileri sürenleri görmedin mi?.."  âyeti nazil oldu.[143]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

58. Şüphesiz Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi emreder. Âyetteki hitap umumî olup bütün mükellef­leri kapsamaktadır. Nitekim emanetler de umumîdir ve ister Allah hakları, ister kul hakları   olsun zimmetlere taalluk eden bütün haklara şâmildir. Ze-mahşerî şöyle der: Bu hitap, her fert ve her emaneti içine almaktadır.[144] Ya­ni: Ey mü'minler! Allah emanetleri sahiplerine vermenizi emreder, demek­tir. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah emanetlerin sahiplerine verilmesini emreder. Bu emir, insanın yerine getirmesi gereken bütün emanetleri kap-jsar. Bu emanetler namaz, oruç, zekat, keffaret ve benzeri, Allah'ın, kulları üzerindeki hakları ile; saklanmak üzere verilen emanet ve benzeri, şeyler­den doğan kulların, birbirleri üzerindeki haklarıdır.[145]

Allah, insanlar arasında hüküm ve­rirken adaletli olmanızı emreder, Allah size ne güzel öğüt veriyor, Allah sözlerinizi işiten, fiillerinizi gören­dir. Burada vaad ve tehdit vardır. [146]

 

59. Ey mü'minler! Kitap ve sünnete sarılmak suretiyle Allah'a ve Rasülüne itaat edin. Müslü­man oldukları ve Allah'ın dinine bağlı kaldıkları müddetçe idarecilere de itaat edin. Zira yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur. Âyette geçen sizden olan, ifadesi, kendilerine itaat edilmesi gereken yöneticilerin, şekil ve görünüş itibariyle değil, maddeten ve manen, kanı ve etiyle müs-lüman olmaları gerektiğini gösterir. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, o konuda Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetinin hükmüne başvurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe hakikaten inanıyorsanız, o davayı Allah ve Ra-sulüne götürün. Burada şart edatı olan  in cevabı, önceki âyetten anla­şıldığı için hazfedilmiştir. Bundan maksat, kitap ve sünnete bağlı kalmayı teşviktir. Nitekim kişi: "Eğer oğlumsan bana muhalefet etme" der. Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetine müracaat sizin için daha hayırlı, daha yararlı ve sonuç bakımandan daha güzeldir.

Bundan sonra Yüce Allah, kalplerinde iman bulunmadığı halde iman ettiklerini iddia eden münafıkların sıfatlarını anlatarak şöyle buyurur. [147]

 

60. âyet inandığını iddia edip de sonra Allah'ın hükmüne razı olmayan kimsenin du­rumunun hayret verici olduğunu ifade eder. Buna göre mânâsı şöyledir: Sa­na indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilmiş olan Tevrat ve İncil'e inan­dığını iddia eden bu münüfıkların yaptıklarına şaşmıyor musun? Anlaşmazlıklarında Tağût'un önünde yargılanmak istiyor­lar. İbn Abbas şöyle der: Tağût, azgın Yahudilerden biri olan Ka'b b. Eşref­tir. Aşırı derecede azgın ve Rasulullah'a düşman olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Halbuki onlara, Allah'a iman etmeleri ve onun dışmdakileri inkâr etmeleri emrolunmuştu. Başka bir âyet-i keri­mede şöyle buyrulmuştur. Kim Tağut'a küfredip Allah'a iman ederse, o, muhakkak en sağlam kulpa yapışmıştır.[148] Şeytan ise, hak ve hidâyetten sapmalarını güzel göstererek onları büsbütün saptırmak istiyor. [149]

 

61. O münafıklara gelin anlaşmazlığa düştüğünüz hususta gelin aranızda hükmetmesi için Allah'ın Kitabına ve Rasulünün hükmüne baş vurun" denildiğinde dit Nifaklarından dolayı, münafıkların senden yüz çevirip gittiğini görürsün. [150]

 

62. Günahları ve elleriyle işlemiş oldukları küfür ve isyanları yüzünden Allah onları cezalandırdığında halleri nice olur? Bu azabı kendilerinden savabilirler mi? Sonra bu münafıklar, işledikleri günahlardan dolayı Özür dilemek için, Allah adına yemin ederek: "Biz senden başkasının hükmüne başvurmakla hasımları barıştırmak ve aralarını bulmaktan başka bir şey dü­şünmedik ve senin hükmünü reddetmek istemedik" derler. Yüce Allah, on­ların yalancı olduklarını göstermek için şöyle buyurdu: [151]

 

63. O münafıklar yalan söylüyorlar. Allah onların kalplerindeki nifak, tuzak ve hileyi bilir. Onlar bu tatlı sözleriyle seni aldatmak istiyorlar, Faydaya binaen onları cezalandırmak­tan vazgeç. Kalplerin dek i ler i bildiğini onlara açıklama ve gizli şeylerini ortaya çıkarma ki, korkulu ve endişeli kalsınlar, Şiddet ifade eden âyetlerle nasihat ederek, onların nifak çıkarmalarını ve tuzak kurmalarını engelle. Ve onlara kendileri hakkında etkili sö2 söyle. Yani seninle onlar arasındaki hususlarda, kalplerinin içine ulaşacak şekilde etkili sözlerle onlara nasihat et. Bu söz, onların iddialarını reddede: ve nifaklarına mani olur. Bundan sonra Yüce Allah, peygamberlerin vazi­felerini açıklayarak şöyle buyurdu: [152]

 

64. Biz peygamberlerden herbirini, sa dece Allah'ın emriyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Peygambere

itaat Allah'a itaat, ona isyan Allah'a isyandır. O münafıklar senin hükmünü kabul etmemek suretiyle kendile­rine zulmettikleri zaman, nifaktan tevbe, günahlarından Allah'a istiğfar ve hatalarını itiraf ederek sana gelselerdi, Ya Muhammedi Sen deonlar için istiğfar edip, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan isteseydin. Elbette, Allah'ın kullarının tevbesini çokça kabul ettiğini ve kendileri için rahmetinin genişliğini anlarlardı. Bundan sonra Yüce Al­lah sadık imanın yolunu açıklayarak şöyle buyurdu: [153]

 

65. Ey Muhammedi Rabbine yemin ederim ki, onlar aralarında seni hakem kılıp anlaşmazlığa ve ihtila­fa düştükleri hususlarda hükmüne razı olmadıkça iman etmiş olmazlar.

Âyetin başındaki   "U yemini pekiştirmek için gelmiştir.

Sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ve karşı çıkmak kendilerini müdafaa etmek ve çekişmeksizin tam mânâsıyle boyun eğmedikçe iman   etmiş olmazlar. İmanın hakikati boyun eğmek ve teslim olmaktır. [154]

 

66. Eğer o münafıkla­ra, Öncekilere farz kılmış olduğumuz meşakkatli amelleri farz kılsaydık ve onlara bir takım zor şeyler yükleyip, Isrâîl oğullarına emrettiğimiz gibi on­lara da kendilerini öldürmelerini ve vatanlarından çıkmalarını, emretseydik, imanları zayıf olduğu için, pek azı müstesna, kimse bu emre uymaz ve boyun eğmezdi, Eğer onlar Allah ve Rasulüne itaat edip de kendilerine emredileni yap­salardı, bu onlar için, dünyalarında da âhiretlerinde de daha hayırlı olur, imanlarını  daha kuvvetlendirir ve sapıklık ve nifaktan onları daha çok uzaklaştırırdı. [155]

 

67. O takdirde, elbette onlara katımızdan büyük mükafat verirdik. Onları naim cennetlerine götürecek doğru yola ile­tirdik. [156]

 

68. Bundan sonra Yüce Allah, kendisine ve Ra­sulüne itaatin faydasını anlatarak şöyle buyurur: [157]

 

69. Kim, Allah ve Rasülünün emrettiğini yapar ve yasakladıklarından sakınırsa, Allah Onu, huld   cennetlerinde   kendine   yakın   olanlarla   birlikte   ikram   yurduna yerleştirir. Yani onu âhirette yüksek mevki sahipleriyle birlikte oturtur. Bunlar yüce Peygamberler, onların faziletli ve yakın arkadaşları sıddıklar, Allah yolunda şehid olan seçkin kişiler ve Al­lah'ın diğer aâlih kullarıdır. Bunların arkadaşlığı ve sohbeti ne güzeldir. Bu sâlih kulların arkadaşı da güzeldir. Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunur: "Ölüm hastalığında iken Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:  "Ben, Allah'ın kendilerine nimetini, ihsan ettiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte olmak istiyorum" Anladım ki Rasulullah muhayyer kılındı, o da , bunlarla beraber olmayı tercih etti.[158]

 

70. İtaat edenlere verilen bu büyük mükafat, sırf Al­lah'ın lütfudur. Allah itaat edenleri mükâfatlandırır, lütf ve ih­sana müstehak olanları bilir. Bu konuda o yeter. [159]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunlar aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:

1. İddia edenleri görmedin mi? cümlesindeki soru hayret ifade eder.

2. "Rasul onlar için istiğfar etseydi" cümlesinde iltifaı sanatı vardır. Peygamberin şanının yüceliğini ve istiğfarın büyüklüğünü göstermek için böyle denmiştir. İltifat olmasaydı Sen onlar içir istiğfar etseydin, seklinde söylenirdi.

3. Allah size emrediyor cümlesinde emrin yüceliğini ve emre sarılma ve mutlaka yerine getirilmesini vurgulamak için emir haber sıygasıyla gelmiş ve tahkik ifade etmesi için cümle ile başlamıştır.

4. ile kelimeleri arasında mugayir cinas vardır.

5. Aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda cümlesind< istiare vardır. Dalları biribirine girip birbirini sıkıştıran ağaç münakaş; anında sözleri birbirine giren ihtilaf yerinde kullanıldı. Bu istiare de akl olan bir şey duyu organlarıyla idrak edilen maddi bir şeye benzetilmiştir.

6. Allah size emreder ,   Allah size n güzel öğüt verir ve Alah her şeyi işitir cümlelerinde Allal lafzının tekrar edilmesi kalplerde Allah korkusunu artırmak içindir.

7. Bir çok âyetle itnâb bir çok âyette hazf vardır. [160]

 

Faydalı Bilgiler

 

Aişe (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet olunur: Bir adam Resullalı (s.a.v.)' giderek: Ya Resulullah! dedi: Sen bana nefsimden de aile efradımdan d daha sevgilisin. Ben evde olduğumda seni hatırlıyorum, sana gelmeden di ramıyorum ve gelip sana bakıyorum. Her ikimizin de öldüğümüzü düşür düğümde görüyorumki sen cennete girince Peygamberler ile birlikte yükse mevkiilere gidersin. Ben cennete girersem korkarım ki seni göremem" dec Resullah (s.a.v.) ona cevap vermedi. Nihayet Yüce    Allah. âyetini indirdi.[161]

 

71. Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut da topyekün savaşın.

72. içinizden bazıları vardır ki pek ağırdan alır­lar. Eğer size bir felaket erişirse: "Allah bana lütfetti. Çünkü onlarla beraber bulunmadım" der.

73. Eğer Allah'tan size bir lütuf erişirse Sanki si­zinle onun arasında bir dostluk yokmuş gibi- "Keşke onlarla beraber olsaydım da, ben de büyük bir kazanç elde etseydim" der.

74. O halde, dünya hayatını âhiret karşılığında sa­tanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galib gelirse, biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz.

75. Size ne oldu da Allah   yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla" di­yen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda sa­vaşmıyorsunuz?

76. İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise Tağût ve yolunda savaşırlar. O halde şey­tanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.

77. Kendilerine, "Ellerinizi savaştan çekin, nama­zı kılın  ve zekatı verin"   denilen kimseleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da: "Rabbimiz! Sa­vaşı bize niçin yazdın! Bizi, yakın bir süreye kadar er-teleseydin olmazmrydı?" dediler. De ki: "Dünya menfa­ati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için âhiret daha ha­yırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."

78. Nerede olursanız olun, isterseniz sarp ve sağ­lam kalelerde bulunun ölüm size ulaşır.  Kendilerine bir iyilik dokunsa, "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de, "Bu senden" derler. "Hepsi Allah'­tandır" de! Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anla­mıyorlar!

79. Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahid olarak da Allah yeter.

80. Kim Rasul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

81. "Başüstüne"  derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah'a tevekkül et; sana vekil olarak Allah yeter.

82. Hâlâ Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeye­cekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı!

83. Onlara güven veya korkuya dair bir haber   ge­lince hemen onu yayarlar; halbuki onu Rasul'e veya aralannda yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna şeytana uyup giderdiniz.

84. Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden baş­kası sebebiyle sorumlu tutulmazsın. Mü'minleri de teş­vik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar. Alla­h'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.

85. Kim iyi bir işe aracılık ederse, onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onunda ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vermeye kadirdir.

86. Bir selam ile selamlandığıniz zaman siz de on­dan daha güzeli ile selamlayın; yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını sorar.

87. Allah ki, ondan başka hiçbir ilâh yoktur, el­bette sizi kıyamet günü toplayacaktır, bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim var­dır!?

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde nifaktan ve münafıklardan sakındırıp Allah'a ve Rasülüne itaati emrettikten sonra burada da itaatlerin ve Allah'a yakınlığı sağlıyan ibadetlerin en büyüğünü emretti. Bu da, Allah'ın dinini yüceltmek ve onu ihya etmek için Allah yolunda cihat etmektir. Aynı za­manda kâfirlerin ani baskınlarından korunmak için hazırlıklı olmayı da em­retti. Bundan sonra cihada gitmeyip geri kalan ve mü'minlerin moralini bo­zan münafıkların hallerini açıkladı ve mü'minleri onların şerrinden sakın­dırdı. [162]

 

Kelimelerin İzahı

 

Sübat, topluluk mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. "Bölük bölük," demektir.

Burûc, yüksek bina ve büyük köşk mânâsına gelen burç kelime­sinin çoğuludur. Burada maksat kalelerdir.                                             Müşeyyede, "yüksek yapılmış" demektir.

İşi gece idare etti. Düşmanı gece gelmesine denilir. Arapların gece yapılmış bir iş mânâsında kullandıklarıdarb-ı meselleri de bu kökten türemiştir.                                                        

Onu yaydılar ve neşrettiler demektir.

Onu çıkarırlar manasınadır. Bir kimse suyu çıkardığı za­man  der. Bu fiil bu sözden alınmıştır. Kitap ve sünnetten ahkam istinbat etmek de bu mânâda kullanılır.

Teşvik etti. Tahrid, bir şeye teşvik etmek demektir.

Tenkil, azap etmek manasınadır. Nekal, azap  ve ceza demek­tir.

Kifl, nasip, pay mânâlarına gelir. Kifl, daha çok serde kullanılır. Mukit, muktedir demektir. Bir kimse bir şeye güç getirdeğinde denilir. Şâir şöyle der:

Kötülük yapmaya gücüm yettiği halde, öfkeli kimseye karşı kendimi tuttum. [163]

 

Nuzûl Sebebi

 

İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Mekke'de Abdurrahman b. Avf ve bazı arkadaşları Nebi (s.a.v.)'ye gelerek "Ya Rasûlallah, biz müşrik iken izzet içinde idik. İman ettikten sonra zelil olduk. Bu ne hikmettir?" dedi­ler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana, affetmek emredildi. Millete karşı savaşmayın." Medine'ye hicretten sonra Allah ona savaşı emretti. Bu sefer geri çekildiler. Bunun üzerine Yüce Allah âyetini indirdi.[164]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

71. Ey mü'minler, düşmandan sakının ve ona karşı hazırlıklı olun.  Cihada bölük bölük gruplar ve arka arkaya seriyyeler halinde çıkın, veya kalabalık bir ordu halinde topyekün çıkın. Yüce Allah mü'minleri grup grup veya topyekün cihada çıkma hususunda serbest bıraktı. [165]

 

72. İçinizden bazıları vardır ki, ağır alır ve cihattan geri kalırlar. Bunlardan maksat münafıklardır. Zahire göre ve iddiaları na­zarı itibare alınarak mü'minlerden say ildi lar. Eğer başınıza bir musibet gelirse, yani öldürülür veya yenilirseniz 

O münafık, Allah bana lütfetti, çünkü harpte onlarla bir­likte bulunmadım ve öldürülenlerle birlikte öldürülmedim der. [166]

 

73. Ey mü'minler, size Allah'tan bir yardım, zafer ve ganimet ulaşırsa,  elbette o münafık, aranızda herhangi bir tanışma ve dostluk yokmuş gibi, pişman ve üzgün bir kimse edasıyle "keşke savaşta onlarla beraber ol­saydım da, ganimetten büyük bir pay alsaydım" der.  " Cümlesi, ara cümlesidir. Onların imanlarının zayıf olduğuna dikkat çeker. Münafığın bu dostluğu, inancında değil görünüştedir. O, mü'minlerle beraber olmayı İsla­m'ın izzeti için değil, bilakis mal ve dünyalık elde etmek için   istemekte­dir. Yüce Allah, Allah yolunda savaştan geri kalanları kınadıktan sonra, mü'minleri savaşa teşvik ederek şöyle buyurdu: [167]

 

74. Allah yolunda, fâni hayatı verip baki hayatı alanlar ve mallarını ve canlarını Allah uğrunda harcayan samimi mü'minler savaşsın Kim Allah'ın dinini yüceltmek İçin onun uğrunda savaşır da şehit olur veya düşmana karşı zafer kazanırsa, ona bolca sevap vereceğiz. O, şehadet veya ganimet gibi, iki güzel şeyden birini elde edecektir. İster galip ister mağlup olsun, Allah yolunda savaşan kimse için bu Allah'tan büyük bir mükâfat va'didir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur. Allah, ken­di uğrunda savaşa çıkanlar İçin garanti verdi. Buyurdu ki: Onu, benim uğ­rumda   cihâd   etmek, bana iman etmek ve peygamberlerimi tasdik etmek­ten başka bir şey savaşa çıkarmadı. Öyleyse onu cennete sokacağıma veya sevap veya ganimet almış olarak çıktığı evine geri döndüreceğime garanti veriyorum.[168]

 

75. Bu â-yetteki soru edatı cihada teşvik içindir. Yani ey mü'minler, size ne oldu da Allah yolunda ve hicret etmelerine müşriklerin engel olduğu erkek, kadın ve çocuklardan zayıf kardeşlerinizin kutulusu için savaşmıyorsunuz?! On­lar Mekke'de zelil ve zayıf bir halde birçok şiddetli eziyetlere maruz kaldı­lar?! bölümü zayıfları açıklamaktadır. İbn Abbas şöyle der: Ben ve annem zayıflardan idik. Rasulullah (s.a.v.) bu zayıflar hakkında şöyle dua ederdi: Ey Allahım ! Velid b. Velid, Seleme b. Hişam ve ... i kurtar. Sahih hadiste böyle varit olmuştur,

Bu zayıflar, üzerlerinden musibetin kaldırılması için Rab-lerine şöyle dua edenlerdir: "Ey Rabbimiz bizi, halkı küfür sebebiyle zâ­lim olan bu şehirden çıkar." Bu şehir Mekke'dir. Çünkü Mekke küfrün vatanı idi. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) buradan hicret etti. Zâlimlerden mak­sat Kureyş'in ileri gelenleri olup mü'minlerin hicret etmesini ve Mekke'de İslamın yayılmasını engelleyenlerdir, Ey Rabbimiz! Bizi bu sıkıntıdan kurtar, bize bir çıkış yolu göster. Ka­tından bize bir yardımcı ve dost gönder.

Yüce Allah onların duasını kabul etti ve onlara en hayırlı yardımcı ve dostu gönderdi. Bu da, Mekke'yi fethetmek suretiyle onlara yardım eden Muhammed (s.a.v.)dir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye döner­ken, Attab b. Üseyd'i onlara vali tayin etti. Attab, mazlumların hakkini zâ­limlerden aldı.                                                                                   

Bundan sonra Yüce Allah mücahidleri cihada teşvik ederek şöyle buyurur: [169]

                                                                                            

76. İman edenleı, Allah yolunda;sava­şırlar. Yani mü'minler, yüce bir hedef ve şerefli bir gaye uğrunda savaşırlar ki, bu gaye de Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyle O'nun dinine yardım etmek ve onu yüceltmektir. Allah onların dostu ve yardımcı sidir Kâfirlere gelince, onlar, küfre ve azgınlığa çağıran Ta-ğût'un, yani şeytanın yolunda savaşırlar. Ey Allah dostla­rı, şeytanın yardımcılarına vt dostlarına karşı savaşınız. Şüphesiz siz on­ları mağlûp edeceksiniz. Allah'ın dinini yüceltmek için savaşan ile, şeyta­nın yolunda savaşan arasında çok büyük fark vardır. Zira Allah yolunda sa­vaşan galiptir. Çünkü Allah onun dostu ve yardımcısıdır. Tağût'un uğruna savaşan mağluptur ve yardımcısız kalmıştır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyururHaddi zatında şeytan'ın tuzağı yani gayreti zayıftır. Hal böyle iken, Allah'ın kudretiyle kıyas edildiğinde du­rum nasıl olur?! Zemahşerî şöyle der: Allah'ın kâfirler için hazırladığı tu­zağın yanında, şeytanın mü'minler için kurduğu tuzak çok zayıf ve basit kalır.[170]

 

77. Ey Mu­hammed! Mekke'de iken savaş isteyen fakat kendilerine "Kâfirlerle savaş­mayın, henüz vakti gelmedi. Namaz kılarak ve zakat vererek kendinizi ha­zırlayın." denilen kimselerin haline şaşmıyor musunMüşriklere karşı savaşmak farz kılınınca, bir de bakarsın ki onlardan bir grup, Allah'ın azabından korktuk­ları gibi, hatta daha da fazla, insanların kendilerini öldürmesinden korkar­lar. İbn Kesir şöyle der: İslam'ın başlangıcında mü'minler Mekke'de namaz, zekat ve müşriklerin eziyetlerine karşı sabretmekle mükellef idiler. Bize savaş emri verilse de düşmandan intikam alsak diye can atıyorlardı, iste­dikleri emir verilince bazıları korktular ve düşmanla karşılaşmaktan şid­detle kaçındılar.[171]  Ve ölüm korkusuyla dediler ki:

Ey Rabbimiz; bize niçin savaşı farz kıldın? Bize ya­kın bir zamana kadar müddet versen de ecelimizle ölsek. Savaşta ölmesek de düşman bize sevinmese olmaz mı? Âyette geçen  kelimesi,  mânâsına olup teşvik ifade eder. Ey Muhammedi onlara deki: Şüphesiz, dünya nimetleri fâni, âhiret ni­metleri bakidir. Allah'tan korkup onun emrine sarılanlar için baki nimet, bu fâni metadan daha hayırlıdır. Çekirdek yangındaki iplik kadar da olsa amellerinizin sevabından azıcık bile eksiltilmez. İbnu'l-Cezzî şöyle der: Âyet, Sahabeden bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Bunlara daha önce, sa­vaştan el çekmeleri emredildiği halde savaş emrinin gelmesini istemişler­di. Kendilerine savaş emri gelince, bu hoşlarına gitmedi. Hoşlanmamaları, dinleri hususunda kuşkuya düşmelerinden değil, ölüm korkusundan ileri ge­liyordu. Bir görüşe göre bu âyet münafıklar hakkında nazil olmuştur. Bu görüş kelamın akışına daha uygundur.[172]

 

78. Nerede bulunursanız bulunun, sağlam kalelere sığmsanız bile, eceliniz geldiğinde ölüm size mutlaka ulaşır ve ansızın yakalar. O halde, ölüm korkusuyla savaştan çe­kinmeyin. münafıklara zafer, ganimet ve benzeri bir iyilik dokunursa; bu, Allah tarafmdandır ve O'nun takdiriyle-dir. Çünkü O bizim iyiliğimizi bilmektedir" derler, Onların başına hezimet, açlık ve benzeri bir kötülük gelirse, Mu-hammed (s.a.v.)'in ve dininin uğursuzluğunu kastederek; "Bu, Muhammed (s.a.v.)'e tabi olduğumuz ve onun dinine girdiğimiz için başımıza geldi" derler. Süddî şöyle der: Dinimizi bıraktığımız ve Muhammed'e uyduğumuz için başımıza bu belâ geldi" derler. Nitekim Firavun'un kavmi de böyle söylemişti: "Onların başına bir kötülük geldiğinde Musa'yı ve beraberin­dekileri uğursuz sayarlardı,[173] Ya Muhammed! O beyinsiz­lere de ki: "İyilik, kötülük, mükafat ve ceza, bunların hepsi Allah katından-dır. Bunları yaratan ve icat eden odur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. Fayda veren de, zarar veren de sadece O'dur. Herşey Onun iradesiyle olur. " Hayır ve şerrin Allah'ın takdiriyle olduğunu açıklamak suretiyle onların bâtıl id­dialarını reddetmesi ve onları susturması, Rasulullah (s.a.v.)'a emredildi. Onlara ne oluyor da, herşeyin Allah'ın takdiri ile olduğunu anlamıyorlar? Bu âyet, anlayışlarının azlığı sebebiyle onları kınamaktadır.. Bundan sonra Yüce Allah imanın hakikatini açıklayarak şöyle buyurdu, [174]  

                                                                            

79. Bu âyet bütün insanlara hitap etmektedir. Yani Ey insan! Sana gelen iyilik ve nimet, bir lütuf, ihsan, ikram ve bir imtihan olarak Allah'tandır. Sana gelen bir belâ ve musibet ise, kendindendir. Kötülüğü bizzat kendin yaptığın için, onun sebe­bi sensin. Nitekim birbaşka âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi yaptıklarınız yüzündendir[175] Bundan son­ra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v.)'a hitap ederek şöyle, buyurdu, Ey Muhammed! Seni bütün insanlara peygamber olarak gönderdik. Allah'ın hükümlerini onlara tebliğ edeceksin. Senin peygamber­liğine şahit olarak Allah yeter. Bundan sonra Yüce Allah   peygambere ita­ate teşvik ederek şöyle buyurdu: [176]

 

80. Kim peygamberin emrine itaat ederse Al­lah'a itaat etmiş olur. Çünkü peygamber, Allah'tan aldığı emri tebliğ etmektedir. Ey Muhammed! Kim sana itaatten yüz çevirirse, bilsin ki, seni onların amellerinin koruyucusu ve amellerin­den dolayı onları hesaba çekici olarak göndermedik. Senin görevin, sadece tebliğ etmektir. [177]

 

81. Münafıklar: "Emrin baş üstüne ya Muhammed! derler. Âyetteki kelimesi, işittim ve itaat ettim"  diyen kimsenin sözüne benzer.  Senin yanından çıkınca, onlardan bir grup, senin onlara söylediğinden başka bir şey yaparlar ki, o da sana muhalefet ve senin emrine isyandır. Ceza­larını çekmeleri için, Allah yaptıklarını amel defterlerine yazmalarını Hafaza meleklerine emreder. Onlara aldırma işini Al­lah'a bırak ve O'na güven. Kendisine tevekkül edene yardımcı olarak Allah yeter. O, senin intikamını onlardan alacaktır.

Bundan sonra Yüce Allah Kur'an'm açık mânâlarını ve beliğ lafızla­rını anlamak için Kur'an üzerinde düşünmekten kaçman münafıkları kınadı. Çünkü Kur'an'm delili üzerinde düşünmekle anlaşılır. Ve bu şekilde nuru parlar. [178]

 

82. Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer bu Kur'an, müşrik ve münafık­ların iddia ettiği gibi uydurulmuş olsaydı, onun haberleri, nazımları ve mâ­nâlarında büyük bir çelişki bulurlardı. Fakat Kur'an bundan münezzehtir. Haberleri doğru, nazmı beliğ, mânâları açıktır. Bütün bunlar gösteriyor ki Kur'an, hikmet sahibi, Övgüye lâyık Yüce Allah tarafından indirilmiştir. [179]

 

83. Münafıklara zafer, ganimet veya hezimet ve musibet gibi, mü'minlere ait bir haber geldiğinde, onu, hakikatini anlamadan konuşur ve yayarlar. Onların bu haberi yaymaları, müslümanlar aleyhine bir fesai çıkarmaktır, Eğer onlar kendilerine ulaşan bu haber hususunda dedikodu etmeyi bırakarak, onu Rasulullah (s.a.v.)'a Sahabenin büyüklerine ve kendilerinden ilim sahiplerine götürselerdi, haberin asılını araştıracak olan kimseler yani Rasulullah (s.a.v.), Sahabenin ileri gelenleri ve ilim sa­hibi kişiler onun ne olduğunu bilirdi. [180]

 

84. Ey mü'minler! Al­lah size peygamberi göndermek lütfunda bulunmasaydi ve Kur'an'ı indir­mekle rahmet etmeseydi, azınız müstesna, şeytanın size emrettiği kötü şeyler hususunda mutlaka ona uyardınız. Sonra Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.v.)'e cihad emrederek şöyle buyurdu:  Ey Muhammedi Tek başına bile kalsan, Allah'ın dinini yüceltmek için savaş. Çünkü sana zafer vadedilmiştir. Münafıkların senden ayrılarak geri kalma­larına üzülme. Mü'minleri cesaretlendirerek onları savaşa teş­vik et. Umulur ki, Allah kâfirlerin güçlerini kırar. Bu, Allah'ın, kâfirlerin gücünü kıracağına dair bir vadidir, Fiili Allah hakkında kullanıldığında kesinlik ifade eder. Yani, senin mü'minleri teşvikin sebebiyle Allah kâfirlerin, günaha batmışların kötülüğünü Önler. Nitekim Allah Bedir'de onları hezimete uğratmak ve Mekke'nin fethini mü'minlere nasip etmek suretiyle güçlerini kırmıştır. Allah'ın kudreti daha çetin, cezası daha büyüktür. [181]

 

85. Kim, insanlar arasında şeriata uygun bir şekilde aracılık ederse, o bu işten bir sevap payı alır. Kim de şeriata aykırı bir şekilde aracılık ederse, o da bu işten bir günah payı alır. Allah'ın herşeye kud­reti yeter ve herkesi ameli ile cezalandırır. [182]

 

86. Size bir müslüman selam verdiğinde, onun selamını daha güzeliyle alın yahut aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah kullarını, büyük küçük her türlü amellerinden dolayı hesaba çeker. [183]

 

87. Bu âyet, âhirette bütün mahlukatı toplayacağına dair Allah'ın bir yeminidir. Yani, Allah birdir, O'ndan başka ma'but yoktur. O sizi vukuunda şüphe olmayan kıyamet gü­nünde kabirlerinizden çıkarıp mutlaka hesaba çekecektir. Ceza ve hesap i-çin öncekileri de sonrakileri de bir yere toplayacaktır. Kim, Allah'tan daha doğru sözlüdür. Bu cümle lafzan soru cümlesidir, fakat mânâ itibariyle olumsuzluk ifade eder. Yani, sözünde ve vadinde, âlemle­rin Rabbi olan Allah'tan daha doğru kimse yoktur. [184]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu   âyetler   birçok   edebî   sanatı   ihtiva   eder.   Bunları   aşağıda özetliyoruz:

1. "Fâni hayatı, baki hayatla değiştiriler" cüm­lesinde istiare vardır. Burada "şira" (satmak) lafzı değiştirme yerinde kul­lanılmıştır.  

2. "Sanki, sizinle onun arasında bir dostluk yokmuş" cümlesinde itiraz sanatı vardır. Yani bu bir ara cümlesidir.

3. Allah'tan korkar gibi, insanlardan korkarlar" cümlesinde mücmel ve mürsel bir teşbih vardır.

4.  "Emniyet" ve korku" kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.

5. kelimeleri  arasında  iştikak  cinası  vardır.

6. Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?" cümlesinde, istifham-ı inkârî vardır.

7. İman edenler Allah yolunda savaşırlar" cümlesi ile Kâfirler, Tâğut yolunda savaşırlar" cümlesi arasında mukabele   sanatı vardır. Bunun gibi, kim iyi bir aracılık ederse, o ondan bir pay alır" cümlesi ile Kim, kötü bir aracılık ederse, o da ondan bir pay alır" cümlesi arasında da mukabele sanatı vardır. Muka­bele, edebî sanatlardandır, iki veya daha fazla mânâyı ifade edip, sonra da aynı tertiple bunların karşılığını söylemeye mukabele denir. [185]

 

Bir Uyarı

 

De ki, iyilik de kötülük de Allah'tandır" âyeti ile, başına gelen kötülük kendindendir" âyeti arasında her­hangi bir çelişki yoktur. Çünkü birincisi hakikat mânâsında kullanılmıştır Yani, iyiliği de, kötülüğü de Allah yaratır ve icat eder. İkincisinde ise se­bep olma ve sebeplenme söz konusudur. Yani kişi, günahı sebebiyle musi­bete uğrar. Nitekim bir başka âyet-i kerime de " Başınıza gelen musibet kendi kazandığınız günahlardan dolayıdır.[186]   buyrulmuştur. Veya şöyle di­yebiliriz: Gerçekte her ne kadar herşey Allah'tan olsa da, iyiliğin Allah'a kötülüğün kula nisbet edilmesi, sözde, Allaha karşı gösterilen güzel edep­tendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)'ı "Bütün hayır senin elindedir. Şer sana nisbet edilmez" buyurmuştur. Allah daha iyi bilir. [187]

 

88. Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları yaptıkları yüzünden başaşa- ğı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru   yola ge­tirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla yol bulamazsın!

89. Sizin de kendileri gibi inkâr edip de onlarla eşit olmanızı istediler. O halde Allah   yolunda göç edin­ceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde onları öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.

90. Ancak kendileriyle aranızda andlaşma bulu­nan bir topluma sığınanlar, yahut sizinle ve kendi top­lumlarıyla savaşmaktan yürekleri kırılarak size gelen­ler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ eder­di de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir ta­rafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif e-derlerse, bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.

91. Hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona başaşağı dalarlar. E-ğer sizden uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rasladığmız yerde öldü­rün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık yetki verdik.

92. Yanlışlıkla olması dışında bir mü'minin bir mü'mini öldürmeğe hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mülmini öldüren kimsenin mü'min bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerek­lidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola! E-ğer öldürülen mü'min olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mü'min bir köle azat etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir top­lumdan ise, ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü'-mın köleyi azad etmek gerekir. Bunları bulamayan kim­senin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

93. Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, i-çinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona ga-zab etmiş, onu la'netlemiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.

94. Ey iman edenler! Allah   yolunda savaşa çıktı­ğınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, "Sen mü'min değilsin." demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Al­lah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

95. Mü'minlerden özür sahibi   olanlar dışında otu­ranlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad e-denler bîr olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kıldı, i Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir; ama müca-: hidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.

96. Kendinden dereceler,  bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

 

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde münafıkların rezil durumlarını anlattık­tan sonra bu âyetlerde de diğer âdi hallerini anlattı. Bundan sonra, hatâen ve kasden adam öldürmenin hükmünü açıkladı ve mü s lüm ani ardan birinin öldürülmesine sebep olmamak için, bir insanı öldürmeye teşebbüs etmeden önce temkinli davranmayı emretti. Daha sonra da, mücahidlerin mertebele­rini ve âhiretteki yüksek mevkilerini anlattı. [188]

 

Kelimelerin İzahı

 

Onları küfre döndürdü, veya onları gerisin geri döndürdü, de­mektir. Reks aslında,   bir şeyi ters çevirmek manasınadır. Şâir şöyle der:

Onlar cehennemin kızgın ateşinde başları aşağı ayaklan yukarı gele­cek şekilde çevrilirler. Çünkü onlar âsî idiler. İftira etmiş ve yalan söyle­mişlerdi.[189]

Daraldı. Daralmak mânâsına gelen hasr kökündendir.  : Selem; teslim olmak, boyun eğmek demektir.

"Onlara rastladığınız, onları bulduğunuz yerde" demektir.  : İyice araştırın manasınadır.  : O fitneye daldırılırlar.[190]

 

Nuzûl Sebebi

 

a. Zeyd b. Sabit'ten şöyle rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) Uhuc savaşma çıkınca beıaberindekilerden bir grup geri döndü. Bu dönenler hak kında Ashab iki gruba ayrıldı. Bir kısmı, "onları Öldürelim" dediler. Bir kısmı ise, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Size ne oldu da, münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız" âyetini indirdi Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bu, ateşin, demirin kirini ve pasını gi derdiği   gibi pislikleri gideren temiz bir şeydir.[191]

b. Rivayet olunduğuna göre Haris b. Yezid, Peygamber (s.a.v.)'e   aşır düşmandı. Daha sonra müslüman olmak isteyerek Medine'ye hicret etti. Yolda Ayyaş b. Ebî Rabîa ile karşılaştı. Ayyaş, Haris'in müslüman olmak istediğini anlayamadı ve onu öldürdü. Bunun üzerine Yüce Alıah "Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin bir mü'mi-ni öldürmeye hakkı yoktur" âyetini indirdi.[192]

c. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Bir grup müsltimail) elinde ganimet malı bulunan bir adama yetiştiler. Adam onlara, "Selâmün aley-küm" dedi. Fakat onlar buna inanmayarak adamı öldürüp elindeki ganimeti aldılar. Bunun üzerine, sıze selam verene, "sen mü'min değilsin, demeyin..." âyeti nazil oldu.[193]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

88. Ey mü'mirıier, münafık­ların durumu hakkında niçin iki gruba ayrıldınız? Bir kısmını"onıarı öl­dürelim", bir kısmınız da "öldürmeyelim" diyor. Halbuki onlar münafıktır. Nifak ve isyanları sebebiyle Allah   onları küfre döndürmüştük

Allah'ın saptırdığı kimseleri doğru yola iletmek mi istiyor­sunuz? Bu iki cümlede geçen soru edatları inkâr ve kınama ifade eder. Yani, "bunların durumu hakkında ihtilafa düşmeyiniz Onlardan hayır bek­lemeyin. Çünkü Allah onların dalâletine hükmetti. Allah'ın saptırdığı kimse için, hidâyete ermesi ve imarı etmesi için asla yol bulamazsın. [194]

 

89. münafıklar, sizm de kendileri gibi küfre dönmenizi, ve onlarla eşit olup toptan kâfir olmarıı2ı isterler, "Onlar iman edip de, Allah yolunda hicret ve cihad ederek imanlarını sağlamlaştırmadıkça, onlardan hiçbiriyle dostluk ve arkadaşlık kurmayın.." Ey mü'minler, eğer onlar Allah yolunda hicret etmekten yüz çevirirlerse, ister Harern mıntıkasında isterse bunun dışında kalan Hill mıntıkamda olsunlar, nerede bulursanız onları yakalayıp öldürün. Onların hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. Yani, her ne kadar onlar size aşırı de­recede dostluk gösterse ve yardım etseler de, siz işlerinizde onlardan öğüt ve yardım beklemeyin. [195]

 

90. Ancak kendileriyle ant­laşma yaptığınız bir topluma, aralarındaki anlaşma gereği gidip sığınanlar hariç. Kanlarının dökülmemesi hususunda bunların hükmü, antlaşma yaptı ğınız toplum hakkındaki hükmün aynıdır,

 Bu cümle de Öldürme emrinden istisnadır. Yani yahut sizinle veya kendi kavimleri ile savaşmak istemeyerek size gelenleri de öldürme­yin. Onlar sizinle beraber olmadıkları gibi aleyhinizde de değillerdir. Allah dileseydi onları kuvvetlendirir ve cesaret verirdi de size karşı savaşırlardı. Fakat Allah lütfuyla, onların size karşı savaşmalarını engelledi. Onlar size saldırıp savaşmaz, boyun eğer ve teslim olurlarsa; böyle   devam ettikleri sürece onlarla savaşmayınız. [196]

 

91. Hem sizden, hem de ken­di toplumlarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Yani münafıklardan size karşı imanlarını izhâr edip sizden emin olmak, kavim­lerine döndüklerinde de küfürlerini izhâr edip onlardan emin oimak isteyen başka bir grubu da bulacaksınız. EbussuÛd, bunların Escd ve Gatafan kabi­lelerinden bir grup olduğunu söylemiştir. Bunlar Medine'ye geldiklerinde müs I umanlardan emin olmak için müslüman görünür ve onlarla muahede yaparlardı. Kavimlerine döndüklerinde de, onlardan emin olmak için kâfir olur ve ahidlerini bozarlardı, Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona baş aşağı daldırılırlar. Yani onlar küfre veya müs-lümanlarla savaşa çağrıldıklarında hemen ona yönelir ve bu hususta en kötü duruma sokulurlar. Bunlar her türlü düşmandan daha kötüdürler. Eğer sizden uzak durmaz, barışa yanaş­maz ve sizinle savaşmaktan el çekmezlerse rast­ladığınız ve bulduğunuz yerde onları yakalayıp esir atın ve Öldürün. İşte zulüm ve hainliklerinden dolayı onları yaka­layıp öldürmek için size açık bir delil ve hüccet verdik. [197]

 

92. Yanlışlıkla olması dışında, bir mü'minin bir mü'mini Öldürmesi doğru ve uygun değildir. Çünkü iman zul­mü engeller. Kİm yanlışlıkla bir mü'mini öldürürse mü'inin bir köle âzât etmesi gerekir. Çünkü mü'min köleyi kölelik bağından kurtarmak onu    diriltmek gibidir. Aynı zamanda katilin, öldürülenin mirasçılarına ödenmek üzere bir diyet vermesi gerekir. Ancak mirasçılar katili bağışlar da diyeti düşürürlerse bu­nu ödemek gerekmez. Kânun koyucu olan Yüce Allah yanlışlıkla adam öl­dürme halinede iki şeyi farz kıldı. Bunlar keffâret ve diyettir. Keffâret, ka­tilin malından bedeli ödenmek üzere bir mü'min köleyi âzât etmektir. Diy­et ise, katilin âkile denilen yakınları tarafından ödenecek olan yüz devedir. Eğer yanlışlıkla öldürülen mü'minin kavmi kâfir ise ve müslümanlarla savaş halinde iseler, bu durum­da katile sadece keffâret gerekir. Öldürülenin kav-minin müslümanların a-leyhine yararlanmamaları için diyet ödemez, Eğer yanlışlıkla öldürülen zimmîler gibi, aranızda anlaşma bulunan kâfir bir kavimden ise, aranızda bir anlaşma olduğu için katilin, maktulün ailesine diyet ödemesi gerekir. Aynı zaman­da katilin, mü'min bir köleyi azat etmesi de lâzımdırEğer katil köle bulamazsa, onun yerine kesintisiz olmak üzere iki ay oruç tutması gerekir. Yüce Allah tevbenizi kabul etmek için bu hükmü koydu. Allah yarattıklarını pek iyi bilir, koyduğu kânunlarda hikmet sahibidir. Bundan sonra Yüce Allah kasten adam öldür­menin hükmünü, bunun çirkin bir suç olduğunu ve cezasının çok şiddetli ol­duğunu açıklıyarak şöyle buyurdu: [198]

 

93. Kirn, mü'min olduğunu biler­ek kasdcn bir mü'mini Öldürürse onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı ce­hennemdir. Cumhura göre bu hüküm, mü'mini öldürmeyi helâl sayanlar i-çindir. Nitekim İbn Abbas da böyle söylemiştir. Çünkü öldürmeyi helal sa­yan katil kâfir olur. O katil, Allah'ın hısı­mına uğrar, rahmetinden kovulur, âhirette de şiddetli azaba çarpılır.[199]

 

94. Ey mü'minler, düşmana kar -şı savaşmak üzere cihada çıktığınızda temkinli davranın, kimin mü'min ki­min kâfir olduğunu anlamadan insan öldürmede acele etmeyiniz. Geçici dünya malına göz dikerek. Islamm selamı ile size selam veren kimseyi, "sen mü'min değil­sin, sen bunu ölüm korkusuyla söyledin" deyip de   Öldürmeyin,  Allah katında bundan daha iyi ganimetler vardır. Onlar, Allah'ın sizin için hazırladığı bol sevap ve nimetlerdir. Siz de daha önce böyle kâfirler idiniz. Allah size İslamı nasip etti. Size imanı lütfetti. Öyleyse herhangi bir mü'mini Öldürmemek için temkinli olu­nuz ve onun durumunu kendi durumunuzla kıyaslayınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan heberdardır. Onlara göre size ceza verecektir.

Bundan sonra Yüce Allah mücahidlerin faziletini anlatarak şöyle buyurur: [200]

 

95. A'mâ topal ve hasta gibi özürlüler hariç, mü'minlerden cihada git­meyip oturanlar malı ile canı ile Allah yolunda cihad edenlerle bir değil­dir. İbn Abbas: "Bunlar, Bedir savaşma gitmeyip oturanlar ile, savaşa gi­denlerdir" der. Bu âyet inince a'mâ olan İbn Ümm-i Mektûm kalkıp; "Yâ Rasulallah! Bana ruhsat   var mı? Allah'a andolsun ki, gücüm yetse mutlaka cihada çıkardım." dedi. Bunun üzerine, "özürlüler hariç" bölü-

mü indi. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, oturan özürlülere üstün kıldı. Zira aynı niyeti taşımalarına rağmen birisi savaşa katılmış diğeri katılamamıştır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: Medine'de Öyle kimseler vardır ki, yürüdü­ğünüz her yolda ve geçtiğiniz her vadide sizinle beraberdirler. Ashab: "Yâ Rasulallah! Onlar Medine'de oldukları halde mi, bizimle beraberdirler?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Evet özürleri onları engelledi." buyurdu.[201] Savaşa katılan ve özürleri sebebiyle katılamıyanlardan herbi-rine Allah âhirette güzel mükâfat vadetmiştir. Allah kendi yolunda savaşanlara bol bol sevap vermek suretiyle onları, özürsüz olarak savaşa katılmayanlardan üstün kılmıştır. [202]

 

96. Allah mağfiret ve rahmetiyle birlikte, mücahitlere birbirinden üstün makamlar verecektir. Ha­diste şöyle buyrulur: "Cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi uğrun­da cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derece arasındaki mesafe, gök­lerle yer arasındaki mesafe kadardır.[203]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetler, aşağıda özetlediğimiz edebî sanatları ihtiva etmektedir:

1. Münafıklar hakkında, niçin iki gruba bölündünüz? , ve "hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz" cürnlelerindeki soru edatları inkâr ve kınama ifade eder.

2. "Hidâyete erdirmeniz" ile "Allah'ın saptırdığı" ve "oturanlar" ile  "savaşanlar" arasında tıbâk vardır.

3. "Kâfir olursunuz" ile "kâfir oldular" ve syi* "bir bağış" ile "bağışlayan kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.

4. "Allah malları ve canlarıyla cihad edenleri üstün kıldı..."  cümlesi     "Allah mücahidleri oturanlara üstün kıldı" şeklinde tekrarlandığı için itnâb vardır Aynı şekilde, "yanlışlık hali müstesna bir mü'mini öldür-mesi"cümlesi de "kim bir mü'mini hatâen öldürürse" diye tekrarlandığı için itnâb vardır.

5. "Allah yolunda yürüdüğünüz zaman" cümlesindı istiare sanatı vardır. Yüce Allah kelimesini, düşmanla savaşmak üzen "yürümek" yerinde, kelimesini de "din" yerinde müstear olarak kul landı.

6. Bir köle azat etmek, terkibinde macâz-ı mürsel vardı 1 Cüz zikredilmiş, küll kastedilmiştir. Yani kölenin boynu zikredilmiş, ker dişi kastedilmiştir. [204]

 

Faydalı Bilgiler

 

Kasten adam öldürmek İslam nazarında en büyük suçlardandır. Bun­dan dolayıdır ki, adam öldürmenin cezası son derece sert ve şiddetlidir. Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Yarım kelime ile de olsa, kim mü'min ve müslümaıı birinin öldürülmesine yardımcı olursa, kıyamet günü iki gözü arısına "Allah'ın rahmetinden ümidini kesen"diye yazılı olarak gelir.[205] Bir başka hadiste de şöyle buyurdu: "Allah katında dünyanın yok olması, mü'­min bir adamın öldürülmesinden daha hafiftir.[206] Bunun içindir ki, tbn Ab-bas, katilin tevbesinin kabul edilmeyeceğine dair fetva vermiştir. Allah bizi bundan korusun. [207]  

 

Bir Uyarı

 

Yüce Allah, yanlışlıkla adam öldürene ceza olarak, mü'min bir köleyi azat etmesini emretti. Allah daha iyisini bilir ama, bundaki hikmet şudur: Katil, dinler içinden mü'min bir nefsi öldürüp yok edince, öldürdüğünün benzeri bir nefsi hürler içerisine katması gerekir. Çünkü köleyi, kölelik zincirinden kurtarmak diriltmek demektir. İslam hukukunda köle, başka milletlerde hürlerin sahip olamadığı haklara sahiptir. Bunun en güzel delili

Yüce Allah'ın şu âyetidir:

Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarmı ellerinin altındakilere ver­miyorlar ki, rızıkta hepsi eşit olsunlar.[208] Rasulullah (s.a.v.)'m ölüm has­talığında buyurduğu şu hadis de bunun delilidir: "Namaza sarılın, namaza. Bir de, sahip olduğunuz kölelere, güçlerinin yetmediği yükü yüklemeyin.[209] Amerika'da zencilere yapılan muameleyi gören bir kimse söyledi­ğimizin doğruluğunu açık bir şekilde anlar. Batı toplumları bir taraftan köle edinmeyi yasaklarken, öte yandan hürleri köleleştiriyorlar. Fertleri köle edinmeyi yasaklarken, kalkındırma ve yardım adı altında toplumları, halk­ları ve milletleri köle yapıyorlar. Bu şahta ve aldatıcı medeniyet nerde, to­plumları halkları ve fertleri hürriyete kavuşturan, İslam'ın hakiki mede­niyeti nerede?!! [210]

97. Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırkan: "Ne îşde idiniz"   dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Me­lekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret et-seydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennem­dir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.

98. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayan­lar müstesnadır.

99. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.

100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk bulur. Kim  Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafaatı Allah'a düşer. Allah da  çok bağışlayıcı ve merhametlidir..

101. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirle­rin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanımzdır.

102. Sen  de  içlerinde  bulunup  onlara  namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar" silahlarını yanlarına alsınlar,  secde ettiklerinde onlar geriye gitsinler. Sonra henüz namazı­nı kılmamış olan diğer gurup gelip seninle beraber na­mazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve si­lahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki   siz   silah­larınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze bir­den baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur, yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakma­nızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüp­hesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azab hazırlamış­tır.

103. Namazı bitirince de ayakta, otururken ve ya­nınız üzerinde yatarken Allah'ı anın. Emniyete kavu­şunca da namazı dosdoğru kılın, çünkü namaz mü'min-ler üzerine vakitleri belli bir farzdır.

104. O topluluğu takip etmekte gevşeklik göster­meyin Eğer siz acı çekiyorsanız biliniz ki onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah

ilitn ve hikmet sahibidir.

105. Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar ara­sında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!

106. Ve Allah'tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok bağışlayıcı, ziyadesiyle merhametlidir.

107. Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hain günahkârları sevmez.

108. İnsanlardan gizlenir de Allah'tan utanmazlar. Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp ku­rarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını ku­şatıcıdır.

109. Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü onları kim müdafaa ede­cek yahut onlara kim vekil olacak?

110. Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulme­der de, sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhametli bulacaktır.

111. Kim bir günah kazanırsa onu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah her şeyi bilicidir, büyük hikmet sahibidir.

112. Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.

113. Allah'ın sana lütfü ve merhameti olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Halbu­ki onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indir­miş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfü sana gerçekten büyük olmuştur.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde samimi mücahitlere verilecek sevabı mlattıktan sonra, bu âyetlerde de, küfür diyarında oturup da cihada katılmayanların cezalarını açıkladı. Sonra müslümanları küfür diyarından İslam diyarına hicrete teşvik etti. Hicret için yeryüzünün genişliğini, hic­ret edene verilecek sevap ve mükafatı anlattı. Bundan sonra da, cihat ve hi­cret korkuya sebep olduğu için, Yüce Allah yolcu ve korku namazının usûlünü anlattı. Daha sonra, adaletin üstünlüğü prensibine dair, tarihin kaydettjği en parlak misali verdi! Olay şudur: Zulmen, hırsızlıkla itham edilen

bir Yahudiye adaletle muamele edilmiş ve ona komplo hazırlayanlar Me-dine'li Ensar'dan bir aile olduğu halde onların suçlu olduğuna   hükmedilmistir. [211]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mürâğam, toprak mânâsına gelen kelimesinden türemiştir. "Gidilen ve dolaşılan yar" demektir. îbni Kuteybe şöyle der: Mürâğim ile muhacir aynı mânâyadır. Aslı şudur: Bir kimse müslüman olduğunda kav­mine kızgın olarak onlardan ayrılırdı. Bu şahsa murâğim, yürüyüp gittiği yola murâğam, Peygamber (s.a.v.)'e ulaşmasına da hicret denilirdi. Sea, rızıkta genişlik demektir.[212]

Sea rızıkta genişlik demektir.

Noksanlaştırinanız. Kasr, eksiltmek demektir. Bir kimse, dört rekatlı namazı iki rekat kıldığında denir. Ebû Ubeyd şöyle der: Bu, üçtürlü ifade edilir.  Bun­ların üçü de "namazı kısalttım" demektir.[213]

Gafil olursunuz. Gaflet, dikkatsizlik ve hafıza zayıflığı sebe­biyle insana arız olan dalgınlık" demektir.

Mevkut, vakitleri belli, vaktinin dışında yapılması caiz ol­mayan şey demektir.

Gevşersiniz.

Hasîm, mühâsım yani çekişen, müdafaa eden demektir.

Havvân, "çok hain, hıyanette aşırı giden, manasınadır. [214]

 

Nüzul Sebebi

 

a. İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Müslümanlardan, İslamı hafife alan bir grup Mekke'de oturuyordu. Müşrikler, Bedir savaşma onları da beraberlerinde getirdiler. Onlardan bazıları savaşta Öldü. Müslümanlar: "Bu arkadaşlarımız müslümandı. Savaşa zorla getirildiler, dediler. Bunun Üzerine Melekler kendilerine zulmeden kim­selerin canlarını alırken... âyeti indi.[215]

b. Damure b. Kays  Mekke'deki  zayıflardan  olup hasta biri   idi. Allah'ın hicret hakkında indirdiği âyeti işitince" çocuklarına: Ben zayıflar­dan değilim, ben yolu mutlaka bulurum. Beni götürünüz. Vallahi, bu gece bile Mekke'de kalmıyacağı dedi. Onu bir sedyeye koyup yola çıktılar. Damura, yolda Ten'im demlen yerde öldü. Bunun üzerine Yüce Allah ım Allah ve Rasulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da, sonra kendisine ölüm gelirse artık onun mükafatı Allah'a düşer" âyetini indirdi.[216]

c. Rivayet olunduğuna göre Ensar'dan Zufroğullarından Tu'me b. Übeyrik isimli bir adam, komşusu Katâde b. Nu'man'm zırhını çalarak un torbası içine koyup götürdü. Torbadaki bir yırtıktan un akmaya başladı. Zır­hı götürüp Zeyb b. Semîn adındaki Yahudinin yanında sakladı. Zırh, Tu'me-nin yanında araştırıldı, fakat bulunamadı. Tu'me, zırhı almadığına ve zırh hakkında her hangi bir bilgisi olmadığına yemin etti. Bunun üzerine onu bı­rakıp dökülen unun izini takip ederek Yahudinin evine geldiler. Zırhı bura­da bulup aldılar. Yahudi: "Bunu bana Tu'me emanet olarak verdi" dedi. Ya­hudilerden bir grup da onun lehine şahitlik ettiler. Zufroğulları: Haydin, Rasulullah (s.a.v.)'a gidelim dediler. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek, ondan ar­kadaşlarını müdafa etmesini istediler. Arkadaşlarının suçsuzluğu ve Yahu­dinin hırsızlığı hakkında şahitlik ettiler. Rasulullah (s.a.v.) da onların dedi­ği gibi yapmak istedi. Bunun üzerine: Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik, âyeti nazil oldu. Tu'me, Mekke'ye kaçarak mür-ted oldu. frUekke'de hırsızlık yapmak için bir evin duvarını deldiği sırada duvar üzeime yıkılarak onu öldürdü.[217]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

97. Küfür diyarında kâfirlerle birlikte ikâmet etmek ve İslam diyarına hicret etmemek suretiyle nefislerine zul­mettikleri halde meleklerin kendilerini öldürdüğü kimseler var ya,  İşte Melekler onlara: Dininizin emirlerini uy­gulama hususunda durumunuz nedir?" diye sorarlar. Bu soru kınama ve a-zarlama ifade eder. Onlar özür beyan ederek: "Biz Mekke'de zayıftık ve o-rada dinin emirlerini uygulamaktan acizdik" derler. Melekler onları kınayarak derler ki: Allah'ın arzı geniş değil miydi ki Habeşistan ve Medine'ye hicret edip da dinin emirlerini yerine gibi siz de küfür diyarından Allah'ın dinini uygulayabileceğiniz  hicret etseydiniz. Yüce Allah onların cezasını açıklayarak şöyle  İşte onların barınacağı yer cehennem getirenler bir diyarabuyurdu:

dir.. Orası barınacak ne kötü bir yerdir! Yüce Allah bundan sonra zayıfları ve hicret etmekten âciz olanları istisna ederek şöyle buyurdu: [218]

 

98. Ancak onlardan, müşriklerin ezdiği, fakirlik ve zayıflıklarından dolayı da hicretten aciz olan, kurtuluş çaresi ve hicret yurduna götürecek yolu bula­mayan zayıf erkek, kadın ve çocuklar müstesna. [219]

 

99. İşte bunları umulur ki Allah affeder. Çün­kü bunlar hicreti kendi istekleriyle bırakmadılar. Allah çok af edicidir, bağışlayıcıdır. Dolayısıyla mazereti olanları affeder ve bağış­lar. fiili Allah kelamında kullanıldığında tahkik ifade eder. [220]

 

100.  Bu âyet hicreti teşvik etmektedir. Yani kim. dini için vatanını terk eder ve düşmanların tu­zağından kaçarsa yer yüzünde hicret edecek ve dolaşacak geniş bir yer bu­lur. Bu sayede düşmanının zulmünden korunur. Geniş rızık elde eder. Çünkü Allah'ın arzı geniş ve kulları için rızkları boldur. O, şöyle buyuruyor. "Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin[221]

Kim Allah ve Rasulu uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Allah'a düşer. Yüce Allah bu âyette haber veriyor ki: Kim dini uğrunda ülkesinden çıkarak, yani küfür diyarından hicret ederek Allah ve Rasulüne giderde hicret yurduna ulaş­madan önce Ölürse onun hicretinin sevabı Allah'a düşer. Allah kullarını bağışlayıcı ve merhamet edicidir. [222]

 

101. Savaş ticaret veya diğer sebeplerle yolculuk ettiğiniz zaman namazları kısaltarak dört rekatlı namazları iki rekat kılmanızda size herhangi bir günah yoktur, Kâfir düşmanlarınızdan size herhangi bir kötülük gelmesinden korkarsanız bu şekilde namazı kısaltabilirsiniz. Âyette geçen "bir kötülük gelmesinden korkarsanız" ifadesi seferde namazın kısaltılma­sının şartı değildir. Bu ancak o günkü durumu açıklar. Zira müşriklerin çok­luğundan dolayı İslam'ın ilk dönemlerinde müslümanlar, yolculuklarında düşmandan korkuyorlardı.. Ya'la b. Ümeyye hadisi de bu görüşü pekiştirir. O şöyle der: Ömer b. Hattab'a: Allah, "Eğer korkarsanız" buyuruyor. Halbu­ki bugün artık insanlar emniyet içindeler" dedim. Ömer şöyle cevap verdi: Senin dikkatini çeken benim de dikkatimi çekti. Bunu Rasulullah (s.a.v.)'a sordum. "Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Onun sadakasını kabul edin"  buyurdu.   Şüphesiz  kâfirler,   sizin düşmanlarınızda. Size karşı açıkça düşmanlık yürütmektedirler. Allah'a i-badetle meşgul olmanız, onların sizi öldürmesine engel olmaz. [223]

 

102. Ey Muhammed, savaşta korku namazı kılmak istediklerinde ve sen de onlarla beraber bulunduğunda   onlardan bir grup ihtiyaten silahlarını kuşanmış ola­rak senin arkanda namaz kılsınlar. Diğer bir grup ise düşman karşısında beklesin. Birinci grup namazı bitirdiğinde, arkanızda düşman karşısında beklesinler. Sonra

olan diğer grup gelsin, Onlar da ihtiyat tedb silahlarını   alsınlar.  Yani   silahlarını   kuşanmak   suretiyle   tedbirli  ve düşmanla savaşa hazır olsunlar., silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil ol­manızı isterler ki,   ani bir baskın yapıp sizi yakalasınlar ve namazda iken öldürsünler. Yani, hep birlikte namazla meşgul olmayın ki, düşman size bir şey yapamasın. Ancak, size emredildiği şekilde namazınızı kılınız. Yağmur veya hastalık hallerinde, gücünüz yetmediği takdirde, silah kuşanmamanızda sizin için bir günah yoktur, Fakat mümkün mertebe, düşmana karşı ih­tiyatlı ve uyanık olun. Şüphesiz Allah kâfirler için rezil edici ve horlatıcı bir azap hazırlamıştır. İbn Kesir bu âyetin tefsi­rinde, Ebu Ayyaş Züraki'nin şöyle dediğini rivayet eder: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Usfan'da idik. Başlarında Halid b. Velid'in bulunduğu müşrikler karşımıza çıktı. Onlar bizimle kıble arasında bulunuyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler kendi aralarında : müsliimanlaT,  ani  bir baskınla yok edebileceğimiz bir durumda idiler. Fırsatı kaçırdık, dediler. Sonra da: Az sonra Öyle bir namaz vakti girecek kı,"o namaz onlar için canlarından da, çocuklarından da daha Önemlidir, de­diler. Râvi der ki: Bunun üzerine Cebrail (a.s.), öğle ile ikindi arasında âyetini indirdi.[224]

Bundan sonra Yüce Allah korku namazının arkasından kendisinin çokça zikredilmesini emrederek şöyle buyurdu: [225]

 

103. Namazı bitir­diğinizde ayakta, oturarak Allah'ı çokça zikredin. Bütün hallerinizde Alla­h'ı zikrediniz ki, düşmana karşı size yardım etsin. Korku gidip de düşmandan emin olduğunuz zaman namazı tam küm. Size emredildiği gibi rükuu ile, secdeleri ile ve bütün şartlanyle huşu içinde kılınız. şüphesiz namaz mü'minler üze­rine belli vakitlerle sınırlanmış bir farzdır. Onu vaktinden sonraya bırak­mak caiz değildir. Bundan sonra Yüce Allah, cihada ve musibet zamanında sabırlı olmaya teşvik ederek şöyle buyurdu: [226]

 

104. Düşmanı takip hususunda gevşeklik göster­meyin. Bilakis onları takibe gayret gösterin. Bütün gözetleme yerlerinde onları tjpkleyin ve öldürün. Eğer siz yara ve savaştan acı duyuyorsanız, onlar da sizin gibi bun­lardan! acı duyuyorlar. Fakat siz Allah'tan onların ummadığı şehadet, sevap  bekliyorsunuz. Allah, yaratıklarının menfaatleri ve zafıni pek iyi bilir. Koyduğu kanun ve getirdiği tedbirlerde hikmet sahibidir. Kurtubî şöyle der: Uhud savaşı sona erince, Rasulullah (s.a.v.) müşriklerin takip edilmesini emretti. Müslümanlar ise, yaralı idiler. Rasulullah (s.a.v.), sadece bu savaşa katılmış olanların, düşmanı takip etmesini emretmiştir. Bir başka görüşe göre, gevşeklik göstermeyin, emri, her cihada şâmildir.[227]

 

105. Ey Muhammed, sana Kur'an'ı hak ile indirdik ki, insanlar arasında, Allah'ın sana öğrettiği ve vah-yettiği ile hükmedesin. Hainleri müdafaa edip savun­ma. Hainlerden maksat Tu'me b. Ubeyrik ve onun lehinde yalancı şahitlik eden topluluktur. [228]

 

106.  Kavminin, onun salih bir kişi olduğuna dair şahitlik et­mesine inanarak, Tu'me'yi savunmak istediğin için, Allah'tan affını dile. Allah,  kendisinden  mağfiret  isteyen  kimseyi   çok bağışlayıcı, ziyadesiyle merhamet edendir. [229]

 

107. Masiyet işleyerek kendilerine hain­lik edenleri savunma. Allah hainlik edenleri, masiyet ve günaha dalanları sevmez. [230]

 

108. Korktukları ve utandıkları için hırsızlıklarını    insanlardan gizliyorlar da Allah'tan utanmıyorlar.  Oysa, kendisinden utanılmaya ve azabından korkulmaya o daha layıktır. Halbuki geceleyin O'nun razı olmadığı sözü uydu­rurlarken, o, onlarla beraberdi. Yani Yüce Allah onlarla beraberdir, Onları ve bütün hallerini bilir. Suçsuz birine iftira atmak, yalan şehadette bulun­mak ve yalan yere yemin etmek gizlice düşündükleri ve sır olarak sak­ladıkları   şeylerden haberdardır.   Allah,   onların yaptıklarını kuşatıcıdır. Yaptıkları hiçbir şey Allah'tan uzak kalmaz ve bilgisi dışında olmaz. Bundan sonra Yüce Allah Tu'me'nin kavmini kınaya­rak şöyle buyurdu. [231]

 

109. Ey Tu'me'nin kavmi! Haydi siz dünyada hırsızı ve hainleri savundunuz. Ya, âhirette Allah onlara azap ettiğinde Allah'a karşı onları kim savunacak? Yahut, Allah'ın intikamı ve azabına karşı, kim onlara yardım etme ve onları savunma görevini üzerine alacak? Bundan sonra Yüce Allah onları günahlarından dönüp tevbe etmeye çağırarak şöyle bu­yurdu: [232]

 

110. Kim suçsuz bir kimseyi itham etme gi­bi, başkalarını üzecek çirkin bir iş yapar veya hırsızlık gibi, nefsine zulme­deceği bir suç işler de, sonra günahından do­layı Allah'ın affını dilerse, Allah'ın affının büyük, rahmetinin geniş olduğumu görür. İbn Âbbas şöyle der: Allah bu âyette Übeyrik oğullarına tevbe yolunu gösterdi. [233]

 

111. Kim kasıtlı olarak bir günah işlerse, onun vebali ancak kendine aittir. Allah onun günahını bilir. Ve verdiği cezada hikmet sahibidir. [234]

 

112. Kim. küçük veya büyük bir günah işler de, sonra onu suçsuz birinin üzerine atar ve onu suçlarsa, büyük bir iftira suçu ye açık bir günah yüklenmiş olur. Bun­dan sonra, Yüce Allah, Rasulüne olan lütfunu bildirerek şöyle buyurdu: [235]

 

113. Allah sana pey­gamberlik lütfetmemiş ve rahrnetiyle seni korumamış olsaydı onlardan bir grup mutlaka seni haktan saptıracaklardı. Yani Arkadaşları Tu'me'yi beraat ettirmesini ve suçu Yahudiye yüklemesini istediklerinde Allah, rasulüne lütfederek ona hakikati bildirdi. Onlar, kendilerinden başkasını  saptırmazlar.  Yani yaptıklarının vebali kendilerine  aittir. Ya Muhammed, onlar sana hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah seni ondan koruyacaktır. Allah sana Kitab'ı ve sünneti indirdi. O sana kitab'ı İndirir ve hükümleri vahyederken onlar seni nasıl saptırırlar? Yani o sana şeriatın hükümlerinden ve gayb işlerinden bilmediklerini öğrettiği halde seni nasıl saptırırlar? Allah vahiy, risalet ve diğer bol nimetleri vererek sa­na büyük bir lütufta bulunmuştur. [236]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı ihtiva eder. Bunları aşağıda­ki şekilde özetleyebiliriz:

1. " Dininizi uygulama hususunda ne durumda idiniz?" ve " Allah'ın arzı geniş değil miydi?" âyetlerindeki soru e-datları kınama ve azarlama ifade eder.

2. "Namazı kıldığınızda..." Burada kelimesinden korku namazı kasdedilmektedir. Umum zikredilmiş, husus kasdedilmiştir.

3. ke­limeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.

4. " Melekler onları öldürdü." Burada, meleklerden maksad ölüm meleğidir. Çoğul sıygası, müfred mânâda kullanılmıştır. Meleğin sâ­nının yüceliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için çoğul sıygası getirilmiş­tir.

5. " İnsanlardan haya ediyorlar, Al­lah'tan haya etmiyorlar" cümlesinde tıbâk-ı selb vardır.

6. " Namazı dosdoğru kı­lın, çünkü namaz mü'minler üzerine, vakitleri belli bir farzdır." âyetinde, namazın   faziletine dikkat çekmek için "salât" lafzı tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. [237]

 

114. Onların fısıl d aşmalar inin bir çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka, yahut bir iyilik, yahut da in­sanlarını arasını düzeltmeyi istemek müstesna. Kim Al­lah'ın rızâsını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.

115. Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola girerse, onu o yönde bırakırız ve cehen­neme sokarız; o, ne kötü bir yerdir.

116. Allah,   kendisine   ortak   koşulmasını   asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar: Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

117.  Onlar  O'nu  bırakıp  yalnızca  bir  takım dişilere ibadet ediyorlar, ancak inatçı şeytana ibadet ediyorlar.

118. Allah onu la'netlemiş; o da: "Yemin ederim ki kullarından belli bir pay edineceğim"1 demiştir.

119. "Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak on­ları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emre­deceğim   de   hayvanların   kulaklarını   yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yaratıklarını değiştirecekler."  dedi. Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.

120 . Şeytan onlara söz verir ve onları ümitlendi­rir; halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.

121.  İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bîr yer de bulamaycaklardır.

122. İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak  üzere, zemininden  ırmaklar akan  cennetlere koyacağız, Allah, hak bir söz olarak vadetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru ola­bilir?

123. Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın ku­runtuları gerçektir; kim bir kötülük yaparsa onun ce­zasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz.

124. Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mü'min olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.

125. İşlerinde doğru olarak kendini Allah'a veren ve İbrahim'in, Allah'ı bir tanıyan dinine tabi olan kim­seden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmişti.

126. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi  kuşatmıştır.

127. Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki:  Allah onlar hakkında ve Kur'an'da size okunan âyetler hakkında açıklamada bulunacak: Kitab'da, ken­dileri  için  yazılmış  olanı  vermeyip  nikahlamak  iste­diğiniz yetim kadınlar hakkında, çaresiz çocuklar ve ye­timlerin işleriyle adaletle meşgul olmanız hakkında a-çıklamada bulunacak. Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.

128. Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, ar­alarında bir sulh yapmalarında, onlara günah yoktur. Sulh hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır,

129. Üzerine   düşüp   uğraşsanız   da   kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari biri­sine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

130. Eğer (eşler) birbirinden ayrıhrsa Allah, bol nimetinden   her  birini   zenginleştirir;   Allah'ın  lütfü geniş, hikmeti büyüktür.

131. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Sizden önce kendilerine Kitab verilenlere ve size "Allah'tan korkun" diye emrettik. Eğer inkar ederseniz biliniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah hudutsuz zengindir, ziyadesiyle övgüye layıktır.

132. Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.

133. Ey   insanlar!   Allah   dilerse   sizi   yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah ona kadirdir.

134. Kim   dünya   mükafatını   isterse   bilsin   ki dünyanın da âhiretin de mükafatı Allah katındadır. Allah her şeyi  işiten  ve her şeyi görendir.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde Tu'me kıssasını suçsuz Yahudinin itham edildiği hırsızlık olayını, Kavminin, Tu'me'yi savunmalarını ve suçsuz Ya-hudiye suç isnat etmek için gizlice komplo hazırlamalarını anlattı. Burada da, gizilice yapılan işlerin Allah'a kapalı kalmayacağını, alınan her tedbiri bildiğini, hayır ve İslah maksadının dışında, gizli yapılan hiçbir şeyden hayır gelmeyeceğini açıkladı. Daha sonra Yüce Allah, peygamberin emrine muhalefet etmenin büyük bir suç olduğunu bildirdi ve Şeytan'dan ve onun aldatma yollarından sakındırdı. Bundan sonra das söz, mirasları ve mehirle-ri hususunda kadınlara zulmetmekten sakmdırmaya geldi. Yüce Allah onla­ra iyi muamele etmenin gerektiğini vurguladı. Bunun ardından da geçim­sizliği veya barıştırmak suretiyle eşler arasını İslah etme veya ayırma yo­lunu anlattı. [238]

 

Kelimelerin İzahı

 

Necvâ, iki kişi arasındaki sır demektir. Vahidî: "Necvâ, sa­dece iki kişi arasında olur" der.

"Muhalefet ediyor" demektir. Şikâk, düşmanlıkla birlikte mu­halefet demektir. Muhaliflerden her biri, diğerinin bulunduğu şık (taraf) tan başka bir şıkta bulunduğu için, muhalefete şikâk denilmiştir.

Merîd, inatçı zorba demektir. Bir kimse, inat ve zorbacılık ettiğinde ^ denilir. Ezherî şöyle der: Bir kimse haddi aşıp Allah'a itaattan çıktığında denir. Bunun sıfatları şeklinde gelir ki, inat­çı demektir.

Mutlaka kesecekler demektir. Betk, kesmek manasınadır. Bu kökten, keskin kılıca denir.

Mahîs, "kaçtı" mânâsına gelen. den türemiş olup "kaçıla­cak yer" manasınadır. Kurtulmak mümkün olmayan şeylerde? Darb-ı mesel olarak "Bir çıkmaza girdiler" denilir.

Halîl, samimi sevgi mânâsına gelen hulle'den türemiş olup dost manasınadır. Sa'leb şöyle der: Dost sevgisi, kalbe girip boş yer birakmıyacak şekilde onu doldurduğu için dosta "halil" denilmiştir. Şâir Beşşar şöyle der:

Sen benim kalbimin her tarafını doldurdun. Böyle yaptığı için dosta halil denildi.[239]

Şuhh, aşırı cimrilik demektir.

Mualleka, askıda kalmış yani, boşanmafnış ama kocası da yok , demektir. [240]

 

Nüzul Sebebi

 

a) Tu'me b. Übeyrik hırsızlık edip de Rasulullah (s.a.v.), elinin kesil­mesine hükmedince Mekke'ye kaçarak İslamdan döndü. Bunun üzerine Yü­ce Allah: Kendisi için doğru yol belli ol­duktan sonra, kim peygambere karşı çıkarsa., âyetini indirdi.[241]

b) Katade şöyle der: Mü'minlerle Ehl-i kitap, karşılıklı olarak kendi­lerini Övdüler. Ehl-i kitap: "Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden önce geldi, kitabımız da sizin kitabınızdan önce indi. Dolayısıyle biz Alla­h'a sizden daha yakınız" dediler. Mü'minler de: "Bizim peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur, kitabımız da diğer kitapların hükümlerini kaldırmıştır" dediler. Bunun üzerine: "Ne sizin kuruntularınız, ne de Ehl-i kitabın kuruntuları..." âyeti indi.[242]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

114. Kavmin gizlediklerinin ve gizlice konuştuk­larının bir çoğunda hayır yoktur. An­cak birisine sadakayı gizli vermesi veya Allah'a itaat etmesi veya insanlar arasını İslah etmesi için emreden kişinin fısıldaması müstesna. Bu hayırlıdır. Taberî şöyle der: Ma'ruf, Allah'ın emrettiği veya teşvik ettiği hayırlı ve iyi amellerin hepsidir. İslah, iki hasmın arasını bulmak demek­tir.[243]  Dünya menfaatlerinden hiçbir şey için değil de, sırf Allah rızası için, kim kendisine emredilen sadakayı verir, iyilik e-der ve insanlar arasını düzeltirse Ona bolca sevap yani cenneti vereceğiz. Sâvî şöyle der: Bu âyetle, gelecek zamanı İfade etmek İçin kullanılan kelimesi, salih amellerin mükafatının dünyada değil, âhirette verileceğine bir işarettir. Çünkü dünya, amellerin karşılığının veri­leceği yer değildir. [244]

 

115. Kim, kendisine mucizeler vasıtasıyle doğru yol belli olduktan sonra, Allah'tan getirdikleri hususunda peygamberin emrine karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola girerse Onu kötü tercihi ile başbaşa bırakır ve ceza olarak onu cehenneme sokarız. Cehennem onlar için, varılacak ne kötü bir yerdir. [245]

 

116. Şüphesiz Allah şirk günahını bağışlamaz. Bunun dışında, istediği kimsenin günahlarını ba­ğışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, hak   ve mutluluk yolundan son derece uzaklaşmış olur. [246]

 

117. Onlar Allah'ı bırakıp yalnızca bir takım di­şilere dua ediyorlar. Yani o müşrikler Allah'ı bıkakıp; Lal, Uzza ve Menat gibi dişilere ait isimleri verdikleri   bir takım putlara tapıyor ve onlara dua ediyorlar. Teshil adlı kitabında   İbn Cezzî şöyle der: Araplar, putlara dişi isimler koyarlardı.[247] Onlar, ancak, kibir ve günahta aşın gitmiş olan inatçı şeytana tapıyorlardı. Bu şeytan,   Rabbinin emrinden çıkmış olan Iblis'tir. [248]

 

118. Allah onu la'netlemişti. yani rahmetinden uzaklaştirmıştı. Bunun üzerine şeytan: "Kendilerinin yü­zünden beni uzaklaştırdığın kullarından mutlaka belli bir pay alacağım. Yani kâfir ve âsî olan kullarını bana itaate çağıracağım." diye yemin etti. Müslim'in  Sahihinde şöyle bir    hadis vardır:  "Allah kıyamet gününde Âdem'e der ki: Cehennem'in payını gönder. Âdem (a.s.): "Cehennemin payı nedir? diye sorar. Allah: Her binden 999 udur" buyurur.[249]

 

119. Onları hidâyet yolundan mutlaka çevireceğim. Onlara yalancı kuruntular vadedeceğim,   onların kalplerine tûl-i emeli ata­cağım, onlara haşir-neşir ve nisabın olmadığı kuruntusunu vereceğim.Onlara, hayvanların kulaklarını kesmeyi emredece­ğim ve kesecekler. Katâde burayı şöyle izah eder: Hayvanların kulaklarını yarmayı   ve bunu, Câhiliyye döneminde yaptıkları gibi Bahire ve Sâibe için ajâmet kılmalını" emrederim.[250] Mutlaka, onlara Köleleri Ve hayvanları iğdiş etmek, dövme yaptırmak ve benzeri şeylerle,  İah'ın verdiği şekli değiştirmelerini emredeceğim ve onlar bunu kesinli- yapacaklar. Bir görüşe göre bundan maksat, Allah'ın dinini küfür ve is- çevirmek,[251] haram kıldığım helal ve helal kıldığını da haram

k nakt'r- Kim Allah'ın em- bırakır da şeytan'ı    dost edinir ve ona itaat ederse, o dünyada da [reıtede apaçık ziyana uğramıştır. Çünkü o, ebedî cehenneme girecektir. gurnian daha büyük ziyan olur mu? Bundan sonra Yüce Allah, İblis hacında şöyle buyurdu: [252]

 

120. Şeytan onlara kurtuluş ve mutluluğu vadeder; onlara yalan ve bâtıl kuruntular verir. İbn Kesir şöyle der: Bu bir gerçeği haber vermektir. Çünkü şeytan dostlarına birçok şey vadeder ve dünya âhirette kurtuluşa erenlerin, onlar olacağı kuruntusunu verir. Kuşkusuz o, bu hususta yalan söylemiş ve iftira etmiştir.[253] Şeytan onlara bâtıl ve sapıklıktan başka bir şey vadetmez. İbn Arefe şöyle der: Âyette ge­çen gurur kelimesi, dışı sevimli içi sevimsiz, görünüşü süslü içi bozuk olan şey demektir. [254]

 

121. Kıyamet gününde onların gidecekleri ve varacak­ları yer cehennemdir. Onların oradan, kaçıp kurtulacak­ları yerleri yoktur. Yüce Allah bundan sonra bahtiyar kişilerin durumlarını ve cennette kendilerine yapılacak ikramları anlatarak şöyle buyurur: [255]

 

122. İman eden ve iyi işler yapanları içinde ebedî kalmak üzere zeminin­den ırmaklar akan naîm cennetine koyacağız. Onlar buradan hiç ayrılmaya­cak ve zaval bulmayacaklardır. Bu, Allah'ın öyle bir va'didir ki, onda şek ve şüphe yoktur. Kim, Allah'tan daha doğru söyler? Bu soru, olumsuzluk ifade eder. Yani: "Allah'tan daha doğru söz söyleyecek hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: Bundan maksat şeytanın dostlarına yaptığı yalancı vaatlere, Allah'ın dostlarına yaptığı doğru vaatle karşılık vermektir.[256]

 

123. Ey müslümanlar, Allah'ın vadettiği sevap, ne sizin kuruntularınızla ne de Ehl-i kitabın kuruntuları ile gerçekle­şir. Ancak o, iman ve salih amelle elde edilir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İ-man kuruntu ile olmaz. Fakat iman kalbe yerleşen ve amel ile tastık edilen şeydir. Şüphesiz bir kavmi, kuruntuları oyaladı da, nihayet iyi amel yapmadan dünyadan çıktılar. Allah hakkında iyi zanda bulunup "Allah kerim­dir" diyorlardı. Halbuki bunlar yalan söylüyorlardı. Eğer iyi zanda bulunsa­lardı, iyi amel işlerlerdi, Kim bir kötülük ve şer işlerse, onun cezasını dünyada veya âhirette çeker. Allah'ın azabına karşı kendisini koruyacak veya yardım edecek bir kimse bulamaz.[257]

 

124. İman etmiş olmak şartıyle, erkek olsun kadın olsun, kim iyi işler yaparsa, İşte onları Allah cennete sokar ve amellerinin sevabından en küçük bir şey eksik verilmez. Mükafatı veren, merhametlilerin en merha­metlisi Allah olduktan sonra nasıl cennete girmezler! Nasıl hakları tam ö-denmez! İman etmiş olma kaydı, imansız amelin fayda vermeyeceğini açıklar. [258]

 

125. Güzel amel etmiş olarak, yüzünü Allah'a teslim etmiş olandan, dince daha güzel kim vardır? Yani Allah'ın emrine ve şeriatına uyup yasaklarından sakınarak Ona boyun eğen ve Onun için ihlasla amel edenden, dince daha güzel kimse yoktur. Bu kimse Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'nin dinine uyar ki bu da is­lam dinidir. Dosdoğru olarak onun izinde ve yolunda gider.

Çünkü Allah, sevgisi ve halis dostluğu için İbrahim (a.s.)'i seçmiştir. İbn Kesir şöyle der: Şüphesiz İbrahim (a.s.) sevgi makamlarının en yükseği olan dostluk makamına ermiştir. Bunun sebebi Rabbine karşı çokça itaat etmesinden başka bir şey değildir.[259]

 

126. Bütün kâinattakiler O'nun mülkü, kul­ları ve yaratığıdır. Bunların tümü üzerinde tasarruf sahibi O dur. O'nun hükmünü bozacak ve geri çevirecek kimse yoktur. O-nun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Yani onun ilmi bütün bunlarda etkilidir. Hiç -bir şey ona gizli kalmaz. [260]

 

127. Ya.Muhammed, Senden kadınlar hakkında ü-zerlerine farz olan şeyleri yani yapmaları gerekeni soruyorlar. Onlara de ki: Kadınlar hakkında sorduklarınızı Al­lah size açıklayacak. Kur'an'da okunan âyetlerde onların mirasları hakkında açıklamada bulunacak, Allah, mehirlerini tam olarak vermeden güzellikleri veya   malla­rının çokluğundan dolayı kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kızlar hakkında size bilgi verecek. Yüce Allah bu şekilde bir evlenmeyi yasak­lamıştır. İbn Abbas şöyle der: Câhiliyye döneminde kişinin yanında yetim kız bulunduğunda, kendi elbisesini yetimin üzerine atarak ona sahip   oldu­ğunu ilan ederdi. Bunu yapınca da, hiç kimse o kızla ebedîyyen evlenmezdı.

Kız güzel ise ve adam onu seviyorsa onunla evlenir ve malını yerdi. Çirkinse, ölünceye kadar başka erkeklerin onunla evlenmesini yasaklardı. Ölünce malına varis olurdu. Yüce Allah bunu haram kıldı ve böyle bir mu­ameleyi yasakladı. Yine Allah küçük zayıflara haklarını vermenizi, yetimlerin mirasları ve mehirleri hu­susunda adaletli olmanızı emreder. Câhiliyye halkı küçükleri ve kadınları mirasçı kabul etmiyor ve şöyle diyorlardı: Ata binemiyen, silah kuşanamıyan ve düşmana karşı savaşamıyan kimseye nasıl mal verelim! Yüce Allah bunuda yasakladı ve onlar, küçüklerin ve kadınların mirastan paylarını vermelerini emretti. Kadınlar ve yetimler hakkında yapacağınız iyilik ve uygulayacağınız adaleti Allah bi­lir ve onun karşılığını size verir. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet hayır yap­maya ve Allah'ın emirlerine sarılmaya teşvik eder ve bunlara karşılık Allah'ın bolca mükafat vereceğini ifade eder.[261]

Bundan sonra Yüce Allah, erkeğin kadına karşı geçimsizce davran­masının hükmünü açıkhyarak şöyle buyurur:[262]

 

128. Bir kadın kocasının kendisini küçük gördüğünü veya çirkinliğinden yahut yaşlılığından ya da kendisinden daha genç ve güzel birisine göz koyması sebebiyle kendisinden hoşlanmadığı için yüz çevirdiğini görür veya sezerse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara bir günah yoktur. Yani kadı­nın, kocasının şefkatini celbetmek, sevgi ve mahabbetini devam ettirmek maksadıyle nafaka, kıyafet ve gece yanında kalmak gibi haklarının bir mik­tarından vazgeçmesi suretiyle aralarında bir anlaşma ve uyum sağla­malarında eşler üzerine bir günah yoktur. İbn Cerîr Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir erkeğin iki karısı olur, bunlardan birisi çeşitli sebeblerden dolayı aciz veya çirkin olur da adam onu sevmezse kadın şöyle diyebilir: Beni boşama, bunun dışında benim hakkımda yapacağın işlerde serbestsin[263] Anlaşma ayrılmaktan daha hayırlıdır, Nefisler, aşırı derecede cimri olarak yaratılmıştır. Dolayısıyle kadın, nafaka ve kocasından faydalanmak gibi haklarından vazgeçmeyebilir. Er­keğin nefsi de, kadını istemeyip başkasını sevdiğinde, erkek onun yatağına gitmeyebilir ve onu evinde tutmayabilir. Yapması gereken iyi muameleyi ondan esirger, Kadınlara zulmetme-yip Allah'tan korkar ve onlara güzel muamele ederseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir ve ona göre size bolca mükafat verir. Bundan sonra Yü­ce Allah, kadınlar arasında mutlak adaleti uygulamının, dayanılamıyacak kadar güç olduğunu ve tahammül edilemiyecek bir şeye benzediğini açıklayarak şöyle buyurdu: [264]

 

129. Ey erkekler, elinizden ge­len her şeyi yapsanız da kadınlar arasında tam olarak adaleti gerçekleş­tiremez ve onların arasında sevgi, yakınlık ve onlardan faydalanma husu­sunda eşit muamele edemezsiniz. Çünkü eşit olarak sevmeye ve kalben bağlanmaya insanın gücü yetmez. Bari, ondan tamamen uzaklaşıp da onu askıya alınmış gibi bırakmayın. Yani sevme­diğiniz kadından bütün bütün uzak durup, onu ne boşanmış ne de kocasız bir şekilde askıda bırakmayın. Burada kadın, gökle yer arasında asılı olan bir şeye benzetilmiştir ki o şey ne göktedir, nede yere yerleşmiştir. Bu, son de­rece edebî bir teşbihtir. Daha önce yapılan zulmün yarasını İslah eder ve adalete sarılmak suretiyle Allah'tan korkarsanız, bilesiniz ki Allah, kusurlarınızı bağışlar ve size merhamet eder. [265]

 

130. Eğer eşler birbirinden ayrılırlarsa, Allah herbirini lütfü   ve insaniyle zengin kılar. Ona, önceki eşinden daha hayırlı bir eş nasip eder ve önceki hayatından daha rahat bir hayat verir. Allah'ın kullarına olan fazlı boldur ve onlar için aldığı tedbirlerde hikmet sahibidir. [266]

 

131. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ın mülkü, yarattıkları ve kullarıdır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'tan korkun diye emrettik. Yani öncekilere de. sonrakilere de tavsiye de bulun­duk onlara emrettiğimiz emirlere bağlılık ve itaati size de emrettik. Hepi­nize, Allah'tan korkmayı ve ona itaat etmeyi tavsiye ettik. Eğer küfrederseniz, biliniz ki, sizin küfrünüz Allah'a zarar vermez. Çünkü O'nun kullara ihtiyacı yoktur. O göklerde ve   yerlerde bulunanların sahibidir. Allah zengindir, mahlukatına ih­tiyacı yoktur; zatı itibariyle övülmeye layıktır. İtaat edenlerin itaati Ona bir fayda sağlamadığı gibi, isyan edenlerin isyanı de Ona zarar vermez. [267]

 

132.  Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Kullarının amellerini koruyucu olarak Allah yeter. [268]

 

133. o1Ey insanlar Allah dilerse sizi helak ve yok eder de başkalarını getirir. Allah buna ka­dirdir. [269]

 

134. Kim, ameline karşılık dünya mükafatı isterse, bilsin ki, Allah katında on­dan daha yükseği ve yücesi vardır. O da hem dünya hem de âhiret mükafatı­dır. O halde insan, niçin daha yücesini istemiyor da, adisini istiyor?! Öy­leyse kul, Rabbinden, dünya ve âhiret hayrını istemelidir. Yüce Allah kul­larının sözlerini işitici, amellerini görücüdür. [270]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu âyetlerde birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

1. Yüzünü Allah'a teslim etti." cümlesinde istiare var­dır. Burada "vech" kelimesi, niyet ve yön mânâsında müstear olarak kul­lanılmıştır. Aynı zamanda "  nefisler cimri olarak ya­ratılmıştır." cümlesinde de istiare vardır. Cimrilik, nefislerden ayrılmayan ve onlardan uzaklaşmayan bir özellik olduğu için, sanki Allah onu nefis­lerde hazırlamış ve nefislerden ayrılmamak üzere onlara yerleştirmiştir. Burada "ihdar" (hazır kılmak) kelimesi   (ayrılmamak) yerinde müstear olarak kullanılmıştır.[271]

2. ve ile kelimeleri arasında cinâs-ı mugayir vardır.

3. Onu askıda bırakırsınız." cümlesinde, mürsel ve müc­mel teşbih vardır.

4. Birçok yerde de itnab ve îcâz vardır. [272]

 

Bir Uyarı

 

129. Âyetteki adaletten maksat, sadece kalbî sevgideki adalettir. Ak­si takdirde âyet, daha önce geçen, "Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.[273] âyetiyle çelişirdi. Rasulullah (s.a.v.) hanımları arasında nöbet usulünü uygularak adaletli muamele eder ve şöyle derdi: Ey Al­lah'ım! Bu, benim yapabildiğim taksimatımdır. Senin elinde olan fakat be­nim gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma. Rasulullah (s.a.v.) bu­nunla, kalbi sevgiyi kastetmiştir. "Onu, askıya alınmış gibi bırakmayın, âyeti de bu mânâya delalet eder. Kendilerine "müceddid" denilen bazı kim­seler, bu âyeti delil göstererek sadece bir kadınla evlenmenin şart olduğunu iddia etmişlerdir. Bunların iddialarının, bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir iddia nassları anlamamak demektir ki bu da sırf bâtıldır. Şerîat-ı ğarrâ ve sünnet-i seniyye bunu reddeder. Allah bizi, bu kötü âlimlerin şerrinden kor­usun. [274]

 

135. Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tu­tan, kendiniz, veya ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahidlik eden kimseler olun. Zengin de olsalar, fakir de olsalar Allah onlara daha yakındır! Hevesinize uyup adaletten sapmayın, eğer büker, yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız bilin ki Allah yaptık­larınızdan haberdardır.

136. Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, pey­gamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği ki­taba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manâsıyla sapıtmıştır.

137. İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir.

138. Münafıklara, kendileri için elem verici bir azap olduğunu müjdele!

139.  Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah'a aitftr.

140.  O   Kitap'ta   size   indirmiştir   ki:   Allah'ın âyetlerinin    inkâr edildiğini, yahut onlarla alay edil­diğini   işittiğiniz   zaman,   bundan   başka   bir   söze dalıncaya   kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.

141. Sizin başınıza musibetlerin gelmesini bekle­yenler;   eğer  size  Allah'tan  bir  zafer  nasib  olursa, "Sizinle beraber değil miydik?"  derler. Kâfirlere bir zafer  nasib olursa, onlara hitaben:  "Biz size üstün gelmedik  mi?   Sizi  mü'minlerden  korumakdık  mı?" derler.    Artık   Allah   kıyamet   gününde   aranızda hükmedecektir ve kâfirler için mü'minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.

142. Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar;   halbuki   Allah   oyunlarını   başlarına çevirmektedir.   Onlar   namaza   kalktıkları   zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler.

143. Bunların arasında bocalayıp durmaktalar; ne onlara bağlanıyorlar ne bunlara. Allah'ın şaşırttığı kim­seye asla bir yol bulamazsın.

144.  Ey  iman  edenler!  Mü'minleri  bırakıp  da kâfirleri dost edinmeyin; Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?

145. Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.  Artık onlara sala bir  yardımcı bula­mazsın.

146.  Ancak   tevbe   edip   hallerini   düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için ya­panlar başkadır. İşte bunlar mü'minlerle beraberdirler ve Allah mü'minlere yakında büyük mükafat verecek­tir.

147. Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, kadınlara iyilik ve adaletle muamele etmeyi emrettikten sonra, burada da bütün hükümlerde umûmî adaleti em­retti, hakkında şahitlik edilen şahıs.zengin olsun fakir olsun, şahitliği en mükemmel bir şekilde yerine getirmeye çağırdı ve hevâ ve hevese uymak­tan sakındırdı. Bundan sonra bütün meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman etmeye çağırdı. Daha sonra da münafıkların rezil vasıflarını ve cehennemin en alt tabakalarında kendilerini bekleyen azap ve cezayı anlattı. [275]

 

Kelimelerin İzahı

 

Büker eğersiniz. Leyy, defetmek demektir. Bir kimse birisinin hakkını erteleyip "Sonra ödeyeceğim" diyerek oyaladığında  der. Hadiste de: İmkanı olanın, vereceğini erteleyip oyalaması zulümdür[276]      buyrulmuştur.

Dalıyorlar. Havd, bir şeyin içine dalmak demektir. "Suya dalmak" mânâsına gelen   kabildendir.

Galip geliriz. İstihvaz; istila etmek, galip gelmek demektir. Bir kimse bir şeye üstün geldiğinde denilir. şeytan onları istila etti,[277]  âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Müzebzebin,   bocalayanlar   demektir.   Zebzebe,   hareket geçirmek ve hareket etmek demektir, Onu harekete geçirdim, o hareket etti, şeklinde kullanılır. Müzebzeb, iki şey arasında bocalayan de­mektir.

Derk ve derek, her ikisi de tabaka mânâsına olup aşağı doğru giden tabakalar için kullanılır. İbn Abbas şöyle der: Cehennem ehli için derk, cjennet ehlinin derecesi gibidir. Ancak   dereceler yukarı doğru yükselir, deriekeler ise aşağıya doğru  iner.[278]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

135. Ey Allah'a inanıp O'nun kitabını tasdik jedenler! Adaleti ve doğruluğu ayakta tutmaya çalışın. Bu cümlede kelimesinin mübalağa sıygası olarak gelmesi, mü'minlerden asla zulüm Isadır olmaması   gerektiğini vurgular. Kendiniz veya babalarınız veya akrabalarınızın aleyhinde de olsa taraf tütmaksızın, Allah rızası için şahitlik ediniz. Ne akrabalık, ne de menfaat,  şahitliği  mükemmel bir şekilde yerine  getirmenize engel ol» masın. Çünkü hak, her insana hakimdir, Aleyhinde şahitlik edilen kimse zengin ise, zenginliği nazar-ı itibara alınmaz. Yahut fakir ise, acınarak ve merhamet edilerek, aleyhinde şahitlik etmekten sakınılmaz.

Allah zengine de fakire de daha yakındır. Onların menfaatinin nerede olduğunu daha İyi bilir. Öyleyse, size emrettiği hususlarda Allah'ın emrine uyun. O, kulların menfaatlerini sizden daha iyi bilir, İnsanlar arasında adalet yapamama korkusuyla nefsin arzusuna uy­mayın. İbn Kesir şöyle der: Nefsin arzusu, kavmiyetçilik ve insanların size buğzetmesi, işlerinizde adaleti terketmeye sizi asla sevketmesin. Aksine her hâlu karda adaletten ayrılmayın.[279] Eğer doğru şahitlik yapmaktan dillerinizi büker veya bizzat şahitlik etmekten yüz çevirirseniz, Bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızdan haber­dardır ve size ona göre karşılık verecektir. [280]

 

136. Ey mü'minler! Allah'a ve Rasûlüne iman hususunda sebat ve devam ediniz. Peygamberi Muhammed'e indirdiği Kur'an'a da iman ediniz.

Kur'an'dan önce indirdiği semavî kitaplara da inanınız. Ebussuûd şöyle der: âyet'te geçen kitaptan maksat cins ismi olup bütün semavî kitap­ları kapsamaktadır.[281]  Kim, Allah'ı melekleri, kitapları, peygamberleri ve âhiret gününü inkâr ederse, hidâyet yolundan çıkmış ve   orta yoldan tamamen uzaklaşmış olur. [282]

 

137. İman edip de sonra mürted olan, sonra tekrar iman edip tekrar mürted olan, sonra da küfür üzerine ölen kimseler varya, işte, Allah onları bağışlayacak değildir. Bu âyet münafıklar hakkındadır.[283] İbn Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) zamanında karada ve denizde bulunan her münafık bu âyetin hükmüne girer. îbn Kesir şöyle der: Yüce Allah burada iman edip sonra ondan dönen, sonra tekrar imâna dönen,   sonra da sapıklığa dönüp onda devam eden ve ölünce­ye kadar da sapıklığı artan kimsenin, öldükten sonra tevbe edemeyeceğini, Allah'ın kendisini bağışlamıyacağını, ona, bulunduğu durumdan hidâyete giden bir yol, ve bir çıkış nasip etmeyeceğini haber verdi.[284] Dolayısıyle şöyle buyurdu: Allah bu hususta onlara müsamaha edecek ve onları  cennete giden yola iletecek değildir.  Zemahşerî şöyle der: Bundan maksat, "Onlar tekrar mürted olduktan sonra samimiyetle iman ettikleri takdirde, tevbeleri kabul edilmez ve onlara mağfiret edilmez" demek değildir. Fakat olmaycak bir şeymiş gibi onu uzak görmektir. İşte fasık da böyledir. Görürsün ki o tevbe eder, sonra döner, sonra yine tevbe eder, sonra yine döner. Sanki hiç sebat etmiyecek gibidir. Çoğunlukla fasık kötü hal üzerine Ölür.[285] Bundan sonra Yüce Allah, münafıkların gidip varacakları yeri bildirerek şöyle buyurdu: [286]

 

138. Ey Muhammed! O münafıklara, elem verici cehennem azabını haber ver. Yüce Allah, münafıklarla alay etmek için, maksadını "müjdele" lafzı ile ifade etti. [287]

 

139. O münafıklar öyle kimse­lerdir ki, kâfirleri kuvvetli sanarak onları kendilerine dost ve yardımcı edi­nirler de, mü'minlerle dost olmazlar. Kâfirleri dost edin­mekle kuvvet ve üstünlük mü istiyorlar? Bu soru inkâr ifade eder. Yani kâfirlerde kuvvet yoktur, onlardan nasıl kuvvet istenir! Çünkü bütün güç Allah'ın ve O'nun dostlarmındır. İbn Kesir şöyle der: Bun­dan maksat, gücü Allah'tan istemeye teşviktir. [288]

 

140. Allah Kur'an'da indirdi ki, siz kâfirlerin Kur'an'ı inkâr ettiğini ve alay edenlerin onunla alay ettiğini işittiğinizde, Kur'-an hakkında dedikoduya dalmayı bırakıp da başka bir söz konuşuncaya ka­dar, Allah'ın âyetleri ile alay eden bu kâfirlerle birlikte oturmayın. Bu hi­tap, mü'min olsun münafık olsun, imanını izhar eden kimseleredir.

 Eğer onlarla beraber oturursanız, siz de küfürde onlar gibi olursunuz, Şüphesiz Allah bu iki grubu yani kâfirleri ve münafıkları, ahirette cehennem ateşinde toplayacaktır. Çünkü kişi sev­diği ile beraberdir. Yüce Allah, kâfir ve münafıklarla oturup kalkmak ve onların içine girmekten sakındırmak için böyle bir tehditte bulundu. Sonra da, onların, mü'minlerin başına kötülük gelmesini beklediklerini bildirerek şöyle buyurdu: [289]

 

141. Sizin başınıza musibetlerin gelmesini bekleyen­ler, eğer, size Allah'tan düşmana karşı bir zafer ve ga-' nimet nasip olursa   Biz de sizinle beraber değil miydik? kâfirlerden aldığınız ganimetlerden bize de verin" derler.

 Eğer size karşı kâfirlere bir zafer nasip olursa, O zaman da müşriklere:" Biz size üstün gelmedik mi, sizi öldürecek ve esir alacak güce sahip değil miydik? Ama size acıyarak mü'­minlerin azimlerini kırdık da siz onlara galip geldiniz. O halde, aldıkları­nızdan bizim payımızı veriniz. Çünkü biz sizin dostlarınızız. Kimsenin si­ze eziyet etmesine izin vermeyiz."   derler. Yüce Allah bu iki grubun da akibetlerini şöyle açıklar: Kıyamet gününde Allah, mü'minlerle kâfirler arasında hükmedecek ve aralarını hak ile ayıracaktır. Ve kâfirlere, mü'minleri esir alıp onları yok etme ve köklerini kesme fırsatını asla vermiyecektir.[290] İbn Kesir şöyle der: Her ne kadar zaman zaman zafer kazansalar da, mü'minleri istila edip tamamen köklerini kesecek bir şekilde, onları, mü'minlere musallat olma imkanı vermiyecek. Zira sonuç, dünyada da ahirette de takva sahiplerinindir.[291]

 

142. Münafıklar iman etmiş görünüp küfürlerini gizleyerek hilekar kimsenin yaptığı gibi yaparlar. Allah, onların kanlarını dökmeyi mü'minlere emretmek suretiyle, hilelerine karşılık vere­cek ve onları derece derece küfre batıracaktır. Ahirette onlar için cehenne­min en alt tabakalarını hazırlamıştır. Yüce Allah, müşâkelet yoluyla, onla­ra vereceği cezaya "hile" ismini verdi. Çünkü, hilelerinin vebali kendileri­ne dönecektir'. Onlar namazı ağırdan alıp tembel tembel kılarlar. Ne sevap umarlar, ne de azaptan korkarlar. Onlar Allah rızası için değil, görsünler ve duysunlar, diye namaz kılarlar. Allah'ı çok az zikrederler. [292]

 

143. Küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Yüce Allah, onların dinleri konusunda şaşkın olduğunu bildirmektedir. Ne mü'minlere katılıyorlar, ne de kâfirlere. Kimi Allah saptırırsa, sen onun için katiyyen bir mutluluk ve hidâyet yolu bulamazsın.

Bundan sonra Yüce Allah, mü'minleri din düşmanları ile dost olmatan sakındırarak şöyle buyurur: [293]

 

144. Ey mü'minler! mü'minlerin dostluğunu bırakıp da günahkar kâfirleri arkadaş ve dost edin­meyin. Münafık olduğunuza dair, Allah'a aleyhinize apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? İbn Abbas: "Kur'an da geçen bütün   kelimeleri, delil mânâsınadır."der. Bundan sonra Yüce Allah münafıkların sonunu haber vererek şöyle buyurdu.[294]

 

145. Şüphesiz münafıklar yedi'kat cehen­nemin en alt tabakasmdadırlar. İbn Abbas: Onlar cehennemin dibindedirler, der. Çünkü onlar hem kâfir oldular, hem de İslam ve müslümanlarla alay ettiler. Cennet derece derece olduğu gibi, cehennem de dereke derekedir. Sen o münafıklar için, onları Allah'ın azabından koruyacak bir yardımcı katiyyen bulamazsın. [295]

 

146. Ancak nifaktan tevbe edenler, amellerini ve niyetlerini düzeltenler, Allah'ın dinine ve kita­bına sarılanlar ve amellerinde Allah'ın rızasından başka bir şey gözetme­yenler müstesna İşte bunlar kıyamet gününde mü'minlerle be­raberdirler. Allah âhirette mü'minlere büyük bir mükafat yani cenneti verecektir. [296]

 

147. Eğer siz şükür ve iman ederseniz, Allah size neden azap etsin. Yani size azap etmede O'nun ne menfati var? Size azap etmekle öfkesini mi söndürecek, yoksa intikam mı alacak? Veya zararı defedip fayda mı sağlayacak? Halbuki O'nun size ihtiyacı yoktur. Allah şükre karşılık veren ve herşeyi bilendir. Yani,   ih­tiyacı olmadığı halde kulların gösterdiği itaate şükrederek, az amele çok sevap verir. [297]

 

Edebî Sanatlar

 

Buj âyetler birçok edebî sanatı ihtiva etmektedir. Bunları aşağıdaki şekilde o'zetliyebiliriz:

1.  âdil olanlar," terkibinde mübalağa sıygası kul­lanılmıştır.

2. arasında tıbâk sanatı vardır.

3. arasında, şekil değişikliğinden dolayı cinâs-ı nakıs vardır.

4. kelimeleri arasın­da iştikak cinası vardır.

5. Münafıkları müjdele," cümlesinde alay üslubu vardır. Çünkü alay maksadıyle, "korkutma" yerinde "müjde" lafzı kullanılmıştır.

6. " Allah onlara hile eder," cümlesinde istiare vardır. "Hile" "amellere karşılık verme" yerinde kullanılmıştır. Allah, hileden münez­zehtir.

7. "Kâfirlerin yanında güç mü arıyorlar?" cümlesinde istifham-ı inkârı vardır. Kınama ve azarlama ifade eder. [298]

 

Faydalı Bilgiler

 

1. Yüce Allah'ın " Ey iman edenler! İman ediniz," sözünde tekrar yoktur. Bunun mânâsı, "İman da sebat ve devam edin" de­mektir. Nitekim mü'min bizi doğru yola ilet" der ki, "bu, bizi doğru yolda sabit kıl," demektir.

2. Yüce Allah mü'minlerin zaferine "büyük bir fetih" ismini verdi ve Allah'tan bir fetih" diyerek onu kendisine nisbet etti. Kafirlerin zaferine de "pay" ismini verdi, kâfirlerin bir payı olursa", diyerek onu kendisine nisbet etmedi. Bu, müslümanlarm şanının yüceliğini ve kâfirlerin payının değersizliğini ifade eder.

3. Müfessirler şöyle der: Ateş yukardan aşağıya yedi tabakadır. Bun­lar sırasıyle Cehennem, Laza, Hutame, Saîr, Sakar, Cahîm ve Hâviye'dir. Nâr lafzı bunların hepsinin mânâsını ihtiva ettiği için, bazan birbirinin isimlerini alırlar. Bahr-ı Muhît'te böyle ifade edilmiştir. [299]

 

Bir Uyarı

 

Münafık, kâfirden daha tehlikelidir. Dolayısıyla onun azabı daha şiddetlidir. Nitekim Yüce Allah, "Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlar için kesinlikle bir yardımcı bulamazsın," buyur­muştur. Yüce Allah, kâfirin tevbesinin kabulü için sadece inkâra son ver­mesini şart koştu: "İnkar edenlere, inkârdan vazgeçerlerse, geçmiş günahla­rının bağışlanacağını söyle[300] buyurdu. Münafığa gelince onun için "Tev­be etmek, niyet ve amellerini düzeltmek, Allah'ın dinine sımsıkı sarılmak ve sadece Allah için ibadet etmek" gibi dört şart koşarak şöyle buyurdu: "Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılıp ibadetlerini yalnız onun için yapanlar başka." Bunlar cehenneme girmezler. Bu da gösteriyor ki, münafıklar, Allah'ı inkâr edenlerin en kötüleri, dolayısıyle Onun azabına en layık olanlar ve tevbe ederek Allah'a dönmekten en uzak olanlardır. Sonra Yüce Allah, "Onlar mü'minlerdir" demedi de, "Onlar mü'­minlerle beraberdir" buyurdu. Bundan sonra da: "Allah mü'minlere büyük bir mükafat verecektir[301] buyurdu. Burada kızgınlığını, onlardan yüz çevirdiğini ve içinde bulundukları münafıklık halinin çirkinliğini vurgula­mak için "onlara mükafat verecek" demedi de, "Mü'minlere mükafat vere­cek" dedi. Allah, kitabının sırlarını daha iyi anlamamıza yardımcı olsun. [302]

 

148. Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.

149. Bir iyiliği açıklar, yahut gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz şüphesiz Allah da ziyadesiyle af­fedici ve kadirdir.

150. Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah   ile   peygamberlerini   birbirinden   ayırıp:   "Bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız" di­yenler ve iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteye­nler yok mu;

151.  İşte  gerçekten  kâfirler  bunlardır.  Ve  biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

152. Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve on­lardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince işte Allah onlara mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

153. Ehl-i kitab senden, kendilerine gökten bir ki -tab indirmeni istiyor. Onlar Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de: "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten son­ra buzağıyı tanrı edindiler. Daha sonra onları affettik. Ve Musa'ya apaçık delil verdik.

154. Söz vermeleri için Tur'u başlarına diktik de onlara: "Baş eğerek kapıdan girin." dedik. "Cumartesi günü yasağını çiğnemeyin" dedik. Kendilerinden sağ­lam söz aldık.

155. Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "kalplerimiz kapalıdır" demeleri sebebiyle onları lanetledik. Doğrusu inkârları sebebiyle Allah, o kalbi er üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler.

156. Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem'in üzerine büyük bir iftira atmalarından;

157. Ve: "Allah elçisi, Meryem oğlu îsâ'yı öldürdük" demeleri yüzünden onları lanetledik. Halbu­ki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat öldürdükleri onlara îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam bir karasızhk içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.

158. Bilakis Allah onu kendisine kaldırmıştır. Al­lah izzet ve hikmet sahibidir.

159. Ehl-i Kitab'tan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onla­ra şahid olacaktır.

160,161. Yahudilerin zulmü sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, menedildikleri halde faizi almaları ve haksız yollar ile insanların mal­larını yemeleri yüzünden kendilerine daha önce helal kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık; ve içlerinden inkâra sapanlara elem verici bir azap hazırladık.

162. Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük mükafaat vereceğiz.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah geçen âyetlerde münafıkları ve onların rezilliklerini an­lattıktan sonra, burada da rezilliklerin ve çirkinliklerin açığa çıkarılma­sından hoşlanmadığını; ancak zararı fazla ve tehlikesi büyük olan kimsenin kötülüklerinin açıklanmasında bir sakınca olmadığını açıkladı. Dolayısıy-le Allah'ın, münafıkların sırları açığa çıkarmasında şaşılacak bir şey yok­tur. Bundan sonra da Yüce Allah Yahudilerden bahsederek onların Allah'ı görmek istemeleri, buzağıya tapmaları, Hz. îsâ (a.s.)'nın çarmıha geril­diğini iddia etmeleri, Meryem el-Betül'ü iffetli olan Hz. Meryem'i fahişe­likle suçlamaları ve daha bir çok kötülüklerini ve çirkin suçlarını sayıp döktü. [303]

 

Kelimelenin İzahı

 

Cehre, açıkça demektir.

Bühtan, büyüklüğü ve korkunçluğu dolayısıyle hayret edilen ya­lan.

Benzetildi. Yani îsâ (a.s.) ile çarmıha gererek öldürdükleri kişi arasında benzerlik meydana geldi.  : Hazırladık, demektir. Rasihûn, ilimde derinleşenler, manasınadır. [304]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayet edildiğine göre Ka'b b. Eşref ile birlikte bir grup Yahudi: "Ey Muhammedi " dediler... Eğer peygamber isen, Hz. Musa'nın Tevrat'ı toptan getirdiği gibi, sen de bize gökten öyle toptan bir kitap getir. Bunun üzerine Yüce Allah:" Ehl-i kitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor." âyetini indirdi.[305]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

148. Haksızlığa uğrayan hariç, Allah, hiç kimsenin kötü söz söylemesinden ve diliyle eziyette bulun­masından hoşlanmaz. Ancak haksızlığa uğrayanın, kendisine haksızlık ede­ne açıktan beddua etmesi ve onun yaptığı kötülükleri anlatması mubahtır. İbn Abbas şöyle der: "Yani Allah, haksızlığa uğrayan hariç, hiç kimsenin bir başkasına beddua etmesinden hoşlanmaz[306]   Allah mazlumun duasını işitir, zâlimi de bilir. [307]

 

149. Ey insanlar! Eğer yaptığınız hayrı açıklar veya gizlerseniz yahut size yapılan kötülüğü affederseniz,

Bilin ki, Allah cezalandırmaya tam mânâsıyle gücü yet­tiği halde, ziyadesiyle affedicidir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İntikam almaya gücü yettiği halde suçluları bağışlar. Öyleyse sizin de Allah'ın sünnetine uymanız gerekir.[308] Yüce Allah burada affa teşvik ederek intikama gücü yettiği halde kendisinin, ziyadesiyle affedici olduğuna işaret etti. O halde, zayıflığınıza ve acizliğinize rağmen siz nasıl affetmezsiniz?!.. [309]

 

150. Allah ve Rasulünü inkâr edenler, kâfirlerin kendileridir. Bu âyet Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. Çünkü onlar kendi peygamberlerine iman ettiler, fakat Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberleri inkâr ettiler. Dolayısıyle, onların bazı peygamberleri inkâr etmeleri, bütün peygamberleri inkâr sayıldı. Peygamberleri inkâr et­meleri ise Allah'ı inkâr sayıldı. Onlar, Allah ile peygamberleri arasında ayrım yapmak isterler. Allah ile peygamberleri­nin arasını ayırmak, Allah'a iman edip peygamberleri inkâr etmek demek­tir. Aynı şekilde peygamberler arasında ayrım yapmak, onların bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek demektir. Yüce Allah bu cümleyi bir sonraki cümle ile açıklayarak şöyle buyurdu: Peygam­berlerin bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz, diyorlar. Katâde der ki: Bunlar, Allah'ın düşmanı Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yahudiler Tevrat ve Musa'ya inanıp İncili ve îsâ'yı inkâr ettiler. Hıristiyanlar ise İncil'e ve îsâ'ya iman edip Kur'an'ı ve Muhammed' (s.a.v.)'i inkâr ettiler ve Allah'ın peygamberleri ile gönderdiği islam dinini kabul etmediler.[310] Ve bunlar küfür ile iman arasında bir yol tutmak isterler. Halbuki bu ikisi arasında bir yol yoktur. [311]

 

151. İşte bu çirkin sıfatları taşıyanlar iman ettikle­rini iddia etseler de gerçekten kâfirlerdir. "Biz, kâ­firler için, ebediyen cehennem ateşinde kalmak üzere, şiddetli ve aşağıla­yıcı bir azap hazırladık. [312]

 

152. Allah'a inanan ve ara­larında ayrım gözetmeden bütün peygamberleri tasdik edip hepsine inanan­lara gelince, ki bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e tabi olan mü'minlerdir, Allah'a ve peygamberlere iman ettikleri için, onlara se­vaplarını tam olarak vereceğiz. Allah onların geçmişteki isyan ve günahlarını bağışlayıcı ve onlara çeşitli nimetleri lütfedicidir. [313]

 

153. "Ehl-i kitap senden, ken­dilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor." Bu âyet Yahudi bilginleri hak­kında indi. Onlar Peygamber'e (s.a.v.) şöyle demişler: "Eğer peygamber i-sen, Musa'nın Tevrat'ı toptan getirdiği gibi, bize gökten toptan bir kitap getir." İşi zora sokmak ve inat etmek maksadıyle böyle bir istekte bulundular.

Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek ve dolayısıyle diğer pey­gamberlere uymasını sağlamak için, onların daha çirkin ve daha âdi istek­lerini anlatarak şöyle buyurdu: On­lar Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemişler ve "Bize, Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle onları hemen bir yıldırım çarptı. Yani gökten bir ateş gelerek onları helak etti. Sonra kendilerine âsâ, beyaz el, denizin yarılma­sı ve benzeri mucizeler ve engin deliller geldikten sonra buzağıyı ilâh edi­nip ona taptılar. Ebussuûd şöyle der: Mesele, yani Allah'ı görme isteği her ne kadar geçmiş atalarından gelmişse de, bunlar, atalarının yaptıkları ve yapmadıkları her hususta onlara uydukları için, istek bunlara isnat edilmistir.[314]  Suçlarının ve hainliklerinin büyüklüklerine rağmen yaptıklarını affettik. Ve Musa'ya kendisinin ve pey­gamberliğinin doğruluğunu gösteren apaçık delil verdik. Taberî şöyle der: "Bu delil, Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği açık mucizelerdir".[315]

 

154. Onlar Tevrat'ın hükümlerini kabul etmek istemedikleri için, onu kabul edeceklerine dair kendilerinden söz almak maksadıyla Tur Dağını üzerlerine kaldırdık, Ve Al­lah'a boyun eğmek için, başınızı eğip secde ederek Bey ti Makdis'in ka­pısından girin" dedik. Fakat onlar, kendilerine emredileni yapmadılar ve kıçları üzerine sürünerek girdiler. Girerken de alay etmek için "Arpa içinde buğday" diyorlardı. Onlara "cumartesi günü balık avlamak suretiyle bu günün hürmetine tecavüz etmeyin" dedik. Fakat buna aykırı davrandılar ve avladılar. Ve onlardan sağlam bir söz aldık. [316]

 

155. Sözlerinde durmadıkları, Kur'an'ı Kerim'i inkâr ettikleri, Zekeriya (a.s.) ve Yahya (a.s.) gibi peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve "Ey Mu­hammed!   Bizim  kalplerimiz  örtülerle  kapanmıştır.   Binaenaleyh  senin söylediklerin kalplerimize girmez." dedikleri için lanet ettik ve onları zelil kıldık. Yüce Allah onların bu sözlerini  reddederek şöyle buyurdu: Tam aksine, inkârları ve sapıklıkları -sebebiyle Yüce Allah o kalpleri mühürledi. Onlardan, Abdullah b. Selâm ve arka­daşları gibi, az bir grup hariç kimse iman etmez. [317]

 

156. Ve yine îsâ (a.s.)'yı inkâr etme­leri, Allah âlemlerdeki bütün kadınlara üstün kıldığı halde Hz. Meryem'i fahişelikle suçlamaları sebebiyle kalpleri mühürlendi. [318]

 

kiştirmek için fazladan gelmiştir.  takdirindedir.

4. terkibinde istiare vardır. "İlimde sebat etme ve yer­leşme" yerine müstear kelimesi kullanılmıştır. Aynı şekildei'cümlesinde de istiare vardır. Örtü mânâsına gelen ğılaf kelimesi, müstear olarak "anlayışsızlık ve idraksizlik" yerinde kullanılmıştır. Yani o kalplere, Öğüt ve nasihatten hiçbir şey ulaşmaz demektir.

5. " Bilakis, inkârları yüzünden Allah onların kalplerini mühürledi," cümlesinde itiraz vardır. Bu, onların bozuk iddia­larını reddeder.

6. " İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz," cümlesinde üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı Allah onlara verecek" şeklindedir. Ecir kelimesinin'nekre olarak getirilmesi, ve­rilecek mükafatın büyüklüğünü ifade eder.

7. Peygamberleri öldürmeleri sebebiyle" cümlesinde mecâz-i mürsel vardır. Bu zikr-i küll, irade-i cüz kabilindendir. Aynı şekil­de cümlesinde de mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü onlar Kur'a-n'ı ve İncil'i inkâr ettiler ama diğerlerini inkâr etmediler. Bu da zikr-i küll irâde-i cüz kabilindedir. [319]

 

Faydalı Bilgiler

 

Teshil müellifi şöyle der: "Yahudiler Hz. isa'yı inkâr ettikleri ve Ona sövdükleri halde, ona nasıl "Allah'ın elçisi" dediler diye sorulursa, buna üç türlü cevap verilir:

1. Bunu, alay ve istihza yoluyla söylediler.

2. Müslümanların onun hakkındaki inançlarına göre söylediler. Sanki onlar: "Size göre" veya "iddianıza göre Allah'ın Rasulü" dediler.

3. Bu cümle, Yahudilerin değil, Allah'ın sözüdür. Buna göre, kelimesinden önce durulur. Bu, onların günahlarının büyüklüğünü ve "onu öldürdük" şeklindeki sözlerinin çirkinliğini ifade eder. onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler bölümü, Yahudileri reddeder ve onları yalanlar. Hıristiyanların da, Hz. îsâ çarmıha gerildiği için haça taptıkları şeklindeki görüşlerini reddeder. Onların, Hz. îsâ'nın ilah veya ilâhın oğlu olduğunu iddia edip sonra da çarmıha gerildiğini söyleyerek çelişkiye düş­meleri, gerçekten şaşılacak bir şeydir.[320]

 

Bir Uyarı

 

"Onlar onu ne öldürdüler ne de astılar. Fakat onlara îsâ gibi gösterildi." âyeti gösteriyor ki Yüce Allah, elçisi îsâ'yı pis Yahudilerin şerrinden korumuş, dolayısıyle o, ne Öldürülmüş, nede çarmıha gerilmiştir. Yahudiler, ancak îsâ zannettikleri başka bir şahsı çarmıha germişlerdir. Bu şahıs, Allah'ın îsâ'ya benzettiği, dolayısıyle Ya­hudilerin îsâ zannederek öldürdükleri kişidir. İşte bu inanç akla ve nakle uygun olan doğru inançtır. Hıristiyanlara gelince onlar, Hz. îsâ'nın çarmıha gerildiğine, Yahudilerin onu horladıklarına, başına dikenler koyduklana ve onun yalvarıp ağladığına inanırlar. Öte yandan Hz. îsâ'nın Allah veya Al­lah'ın oğlu olduğunu ve insanlığı günahlarından temizlemeye geldiğini id­dia ederler. Bunun gibi, daha nice acaip ve garip çelişkileri vardır. Şâir ne güzel söylemiş:

Hz. îsâ'nın Hıristiyanlar arasındaki durumu şaşılacak bir şeydir. Onu, herhangi bir babaya nisbet etmeleri de gariptir. Onu Yahudilere havale et­tiler ve dediler ki: Yahudiler ona eziyet edip çarmıha gerdiler. Eğer söyle­dikleri hak ve doğru ise, oğlu rehin olarak düşmanlara teslim edildiğinde baba neredeydi. Ne dersin, onlar böyle yapmakla onu razı mı ettiler, yoksa kızdırdılar mı? Eğer onların eziyetlerine razı olduysa, Yahudileri övün. Çünkü onlar oğula işkence ettiler. Eğer kızdıysa, onu bırakıp Yahudilere tapın. Çünkü onlar ona üstün geldiler. [321]

 

163. Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi  sana  da vahyettik.  Ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, Esbât'â, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yunus'a Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.

164. Bir kısım peygamberleri sana daha önce an­lat tık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile de gerçekten konuştu.

165.  Müjdeleyici ve sakındıncı olarak peygamberler gönderdik ki, insanların peygamberlerden sonra (Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın!  Allah izzet ve İhikmet sahibidir.

166. Fakat Allah sana indirdiğine şahidlik eder; nu kendi ilmi ile indirdi. Melekler de şahidlik eder­ler. Ve şahid olarak Allah kafidir.

167. İnkâr eden ve Allah yolundan alıkoyanlar işüphesiz doğru yoldan çok uzaklaşmışlardır.

168. İnkâr edip zulmedenleri  Allah asla bağışlayacak değildir. Onları bir yola iletecek de değildir.

169. Ancak içinde ebedî kalmak üzere cehennem (yoluna onları iletecektir. Bu da Allah'a çok kolaydır.

170. Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak iman edin. Eğer inkâr ederseniz, biliniz ki göklerde ve yerde ne [varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir.

171. Ey Ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Mer­yem oğlu Mesih, ancak Allah'ın rasûlüdür, Meryem'e ulaştırdığı "Kün: Ol" kelimesi (nin eseri) dir, Kendi­sinden bir ruhtur. Şu halde Allah'a ve peygamberle­rine iman edin. "(İlah) üçtür" demeyin, bundan vaz­geçin bu sizin için daha hayırlıdır. Allah ancak bir tek Allah'dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde jve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.

 

172. Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah'ın kulu olmaktan çekinirler. O'na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini Allah yakında huzuruna toplayacaktır.

173.  İman edip iyi işler yapanlara Allah ecirlerini anı olarak verecek ve onlara lutfunu artıracaktır. Kul­luğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı   bir  şekilde   azap  edecektir.   Onla'r,   kendilerini Allah'ın azabından koruyacak ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar.

174.  Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.

175. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine doğru giden bir yola götürecektir.

176. Senden fetva isterler. De ki: "Allaja, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kızkardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bu­nundur. Kızkardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kizkardeşler iki tane olursa erkek kardeşlerinin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcut ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektekdir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde Yahudilerin birçok kötülüğünü, bu arada Îsâ (a.s.) ile Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini İnkâr ettiklerini ve îsâ (a.s.)'yı çarmıha gerdiklerini zannettiklerini anlattıktan sonra burada da, i-manm doğruluğu için bütün peygamberlere iman etmenin şart olduğunu ve diğer paygambeıierin da müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderildiğini a-çıkladı. Sonra Hıristiyanları, "îsâ (a.s.) Allah'ın oğludur" veya "O. üçün üçüncüsüdür" gibi bâtıl itikatlara kapılmak suretiyle îsâ (a.s.) hakkında taş­kınlık yapmamaya çağırarak, onun, Hıristiyanların iddia ettiği gibi,-Alla­h'ın oğlu; Yahudilerin iddia ettiği gibi gayr-i meşruû bir çocuk olmadığını ve bu iki grubtan birinin ifrata" diğerinin tefrite düştüğünü açıkladı. Daha sonra bu mübarek sûre, başlangıçtaki gibi, akraba vârislerin hukukuna riâyeti emrederek sona erdi. [322]

 

Kelimelerin İzahı

 

Aşırı   gidersiniz,   demektir. haddi aşmak,  aşırı  gitmek manasınadır. Bir malın fiatı normalden fazla arttığı zaman  denil­mesi bu kabildendir.

Çekinir, demektir. İstinkaf; böbürlenmek, kendini üstün görmek manasınadır. Zeccâc der ki: "Bu kelime, bir kimsenin    yanakları üzerine doğru akan göz yaşını, parmağjyle silip attığı zaman söylediği sözünden alınmıştır.

Burhan, delil demektir. Burada maksat mucizelerdir.

Sığındılar   demektir, çekinmek,  uzak  durmak manasınadır.

Kelâle, daha önce de geçtiği gibi, çocuğu ve babası olmayan kimsedir. [323]

 

Nüzul Sebebi

 

Bir Hıristiyan heyeti, Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek : "Ya Muhammedi Bizim ilâhımızı niçin ayıplıyorsun? dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Sizin ila­hınız kim? diye sordu. Onlar: "îsâ" diye cevap verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben onun hakkında ne diyorum? dedi. Onlar: "O, Allah'ın kulu ve rasulüdür" diyorsun dediler, Rasulullah (s.a.v.): Onun, Allah'ın kulu olması utamlacak bir şey değildir" buyurdular. Onlar ise "Evet, bu, onun için utanı­lacak bir şeydir" dediler. Bunun üzerine, "Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinmez..." âyeti indi.[324]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

163. Ya Muhammedi Biz, Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyet-tik. Hz. Peygamber (s.a.v.), her ne kadar diğerlerineden sonra peygamber olmuşsa da, onlardan daha üstün olduğu için önce zikredildi.Nitekim biz ibrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kûb'a, Ya'kûb'un evladına, îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Yüce Allah'ın bunları özellikle zikretmesi onların şerefini yüceltmek ve yükseltmek içindir. Peygamberle­rin pîri ve insanlığın ikinci babası olduğu için, Muhammed (s.a.v.)'den son­ra Nûh (a.s.) zikredildi. Daha sonra İbrâhîm (a.s.) zikredildi. Çünkü o, in­sanlığın üçüncü babasıdır, nübüvvet ağacı ondan dal budak salarak gelişmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik[325]  buyrulmuştur. îsâ (a.s.) ise, ona aşın dere­cede önem verildiği için kendinden önce gelen peygamberlerden önce zik­redildi. Zira Yahudiler onu aşırı derecede yeriyor, Hıristiyanlar ise ilâhlaştıryorlardı. Davud'a da Zebur'u verdik. Kurtubî der ki: Zebur'da 150 sûre vardır. Bu sûrelerde, hiç ahkâm âyeti yoktu. Bunlar, hik­met ve öğütlerden ibaretti.[326]

 

164. Ya Muhammed! Biz, haberlerini sana diğer sûrelerde anlattığımız, bazı peygamberler de gönderdi.    Ayrıca, durumları hakkında sana hiçbir bilgi vermediğimiz başka peygamberler de gönderdik. Allah, vasıtasız olarak, özellikle Musa (a.s.) ile konuştu. Bundan dolayı Musa (a.s.)'ya "kelîm" ismi verilmiştir. Mecaz ihtimalini gidermek için, âyette gecen "konuştu" fiili, kelimesi ile vurgulanarak söylenmiştir. Sa'leb şöyle der: Eğer bu vur­gulama yapılmasaydı başka bir mânâ anlaşılabilirdi. Mesela, senin için filan ile konuştum" sözü, "Senin için ona bir pusula yazdım" veya "Senin için ona bir adam gönderdim" mânâlarına gelebilir. Burada söz, " kaydı ile vurgulandığı için, "Allah'tan işitilen söz" den başka bir mânâ anlaşılmamaktadır.[327]

 

165. Biz, itaat edenlere cenneti müjdeleyen, isyan edenleri cehennem ateşi ile korkutan peygamberler gönderdik ki, insanların, peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Yani Yüce Allah peygamberleri, "Bana bir peygamber gönderilmiş olsaydı, ben iman ve itaat ederdim" diyen kimselerin iddia­larını kesmek için gönderdi. Allah, peygamber göndermek ve kitap indir­mekle, insan oğlunun yapabileceği bu gibi itirazların önünü almıştır Allah, mülkünde güçlü, yaptıklarında ise hikmet sahibidir. Sonra Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr eden Yahu­dilere cevap vererek şöyle buyurdu: [328]

 

166. Onlar senin peygamber olduğuna şahitlik etmeseler de, Allah bu mucize Kur'an'ı sana indirmekle, senin peygamber olduğuna şahitlik ediyor. Allah bu Kur'an'ı kimsenin bilemeyeceği, sadece kendine ait olan ilmiyle ve bütün belâğatçılann ben­zerini getirmekten aciz olduğu bir üslupla indirdi. Allah'ın sana indirdiğine ve senin bir peygamber olduğuna melekler de şahitlik ediyorlar. Şahit olarak Allah yeter. Başkası şahitlik etmese de, O'nun şahitliği senin için yeterlidir, başka şahide ihtiyacın olmaz. [329]

 

167. İnkâr edenler ve insanların, Allah'ın dinine girmesine engel olanlar, hiç şüphesiz doğru yol­dan tam mânâsıyle uzaklaşmışlardır. Çünkü kendileri dalâlete düştükleri gibi, başkalarını da dalâlete düşürmüşlerdir. Bu sebeple onlar derin bir sapıklık içindedirler. [330]

 

168. nkâr edip zulmedenler var ya, işte Allah bunları asla bağışlamıyacak ve kâfir olarak öldükleri için onları asla cennet yoluna sokmayacak. [331]

 

169. Ancak, inkâr ve zulümlerine karşılık olarak onları, cehenneme götüren yola sokacaktır. Onlar orada ebediyen kalacaklardır.  Zemahşerî'ye göre,  "İnkâr edip zulmedenlerden maksat, inkâr ile isyanı birleştirenlerdir.[332] Onları ebedîyyen cehennemde tutmak, Allah için zor ve büyük bir iş değildir. [333]

 

170. Ey insanlar! Muhammed '.a.v.) size Rabbinizden hak dini ve yüce şeriatı getirdi. Sîz abbinizden size gelene iman edin, onu tasdik edin. Bu iman sizin için daha hayırlı olur. Eğer inkâr üzere kalmak-devam ederseniz, bilin ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur, sizin inkârınız na hiç zarar veremez. Çünkü mülk yaratık ve kul olarak kainatta ne varsa epsi O'nundur. Allah alîmdir, kullarının halini bilir; akimdir, kulları için yaptığı işlerde hekmeti vardır.

Yüce Allah geçen âyetlerde Yahudilerin şüphelerini reddettikten son-, Hıristiyanların, Allah'ı bırakıp da îsâ (a.s.)'ya tapacak kadar onun hak-mda aşın tazimde bulunmak suretiyle düştükleri sapıklıkları anlatarak löyle buyurur: [334]

 

171. Ey Hıristiyanlar! îsâ'nın durumu akkında İfrata düşmek ve onun îlâh olduğunu iddia etmek suretiyle din inde haddi aşmayın. Allah'ı Hulul, üç unsurun birleşmesinden meydana gelme, eş ve çocuk edinme gibi, O'na lâyık olmayan eylerle nitelemeyin.Meryem   oğlu îsâ, sa-ece Allah'ın peygamberlerinden bir   peygamberdir. O, sizin iddia ettiğiniz ibi, Allah'ın oğlu değildir, O, Allah'ın Meryem'e ulaştır-ığı kelimesidir. Yani Yüce Allah'ın "ol" kelimesi ile yaratılmıştır. Ne ir baba vasıtasıyle, ne de bir meniden yaratılmıştır, Allah'tan elen bir ruh sahibidir. Cebrail (a.s.)'in, Meryem'in göğsüne üfürmesinin seridir. İşte Meryem, bu üfürme ile îsâ (a.s.)'ya hamile kaldı. îsâ (a.s.)'nm anını yüceltmek için, "Allah'tan bir ruhtur" denilerek, ruh Allah'a izafe 'edilmiştir. Öyleyse Allah'ın birliğine iman edin ve O'nun ütün peygamberlerini tasdik edin."Allah, îsâ ve Meryem ol­mak üzere, ilahlar üçtür" demeyin. Veya "Baba oğul ve Rûhu'l Kudüs olmak üzere Allah üçtür" demeyin. Böylece Allah onları teslisten nehyedip, tevhi­di emretti. Çünkü ilah terkipten ve mürekkep olan bir şeyin kendisine isnat edilmesinden münezzehtir. Teslisten vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlı olur. Allah, ancak bir tek ilahtır. Sizin iddia ettinizi gibi, üçün üçüncüsü değildir, O, çocuk sahibi ol­maktan münezzehtir.Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi onun yarattıkları, mülkü ve kullarıdır. Ona denk ve benzer hiçbir şey olmaz ki, onu çocuk edinsin. Vekil olarak Allah yeter. Bu âyet, Allah'ın bir çocuğa ihtiyacı olmadığına dikkat çekmektedir. Yani, ya­rattıklarının işlerini düzenleyip onları korumak için Allah yeter. O'nun bir çocuğa ve yardımcıya ihtiyacı yoktur. Çünkü, her şeyin mâliki odur. Sonra Yüce Allah, Hıristiyanların bâtıl inançlarını reddederek şöyle buyurdu: [335]

 

172. Sizin ilâh olduğunu iddia ettiğiniz Hz. îsâ (a.s.), kibirlenip de Allah'a kul olmaktan asla çekinmez.

Allah'a yakın olan melekler de O'na kul olmaktan çekin­mezler. Kim Allah a ibadet etmekten çekinir ve böbürlenirse, bilsin ki Allah Onların hepsini hesap ve ceza için kıyamet gününde toplayacaktır. [336]

 

173. iman edip iyi işler yapanlara Allah amellerinin sevabını tam olarak verecek ve onlara lütfundan, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir in­sanın aklına gelmeyen nimetler ihsan edecektir.   Böbürlenip de Allah'a ibadet etmekten çekmenlere gelince, Allah onları da elem verici şiddetli bir azapla cezalandıracaktır, Allah'ın azabına karşı onlara yardımcı olacak her­hangi bir dost bulamayacaklardır. Yani onlara dost olacak herhangi bir kim­se yoktur. [337]

 

174.  Ey insanlar! Şüphesiz size Rab­binizden kesin bir delil geldi. O da, engin mucizelerle desteklenmiş Al­lah'ın elçisi Muhammed (s.a.v.)'dir. Size, parlak nur olan bu Kur'an'ı indirdik. [338]

 

175. Allah'ın birliğine inanıp O'nun nurlu kitabına sarılanlara gelince, Allah onları, ebedîlik yurdu olan cennetine koyacak ve onları dün­yada İslam dinine, âhirette de cennet yoluna iletecektir. [339]

 

176. Ya Muhammed! Senden, kendisine vâris olacak babası ve çocuğu olmayan Ölü hakkında fetva soruyorlar. De ki, Allah onun hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: Bir kişi ölür de, kendisine vâris olacak ne babası, ne de çocuğu bulunmazsa, ki buna kelâle  denir. orıun öz veya baba bir, tek kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yansı kızkardeşin hakkıdır. Öz veya baba bir erkek kardeş  de,  çocuksuz olarak ölen kızkardeşin malının tümüne vâris olur.  dji  Kelâle'nin iki veye daha çok kız kardeşi varsa, bıraktığı malın üçte ikisi onların hakkıdır. Eğer vârisler er­kek ve kız kardeşler iseler, erkeğin hakkı, iki kızkardeşin payı kadardır Allah şaşırmanızı istemediği için, hükümlerini ve koyduğu konunları size açıklıyor. Allah herşeyi bilir. Yani sizin için yararlı olanı bilir. Diri iken de, ölü iken de kullarına yararlı olan şeyi bilen Allah'tır. [340]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Âyetinde özellikle bazı peygamberlerin ad­larının anılması, onları şereflendirmek ve üstünlüklerini göstermek içindir. Burada "mürsel mufassal" adı verilen teşbih vardır.

Ey Ehl-i kitap!" Burada umum zikredilmiş, husus kas-[edilmiştir.  Yani burada Ehl-i kitaptan maksat sadece Hıristiyanlardır. litekim daha sonra gelen, ilâh üçtür, demeyin," sözü de bunu rösterir. Zira bu söz, Huristiyanların sözüdür.

3. " Meryem oğlu îsâ Mesih, sadece dlab'ın bir peygamberidir." Bu cümlede kasır sanatı vardır. Mevsufun sıfat üzerine kasrı türündendir.

Şahidlik ederler" ile  şehid" kelimeleri arasında stikak cinası vardır. [341]

 

Faydalı Bilgiler

 

Edatı, "bazı" mânâsına gelir. Bazen de "başlangıç" için kullanılır. âyet-i kerimesinde bu mânâda kullanılmıştır. Anlatıldığı­ma göre Harun Reşid'in bir Hıristiyan doktoru bir gün İmam Vâkidî ile tar­tıştı ve ona: "Sizin kitabınızda, İsa'nın Allah'ın bir parçası olduğunu göste-Iren bir âyet var" dedi ve O'ndan bir ruh" âyetini okudu. Vâkidî şöy­le cevap verdi:" Yüce Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyurur O, göklerde ve yerde ne varsa size boyun eğdirmiştir. Hepsi Allah'tandır" Eğer îsâ Allah'ın bir parçası ise, buna göre, göklerde ve yerde olanların da, Allah'ın bir parçası olması gerekir." Bunun üzerine Hıristiyan sustu ve müslüman oldu. Harun Reşid buna çok sevindi ve Vâkidî'ye büyük bir hediye verdi.

Yüce Allah'ın yardımı ile 'Nisa Suresi" nin tefsiri bitti. [342]

 

 



[1] Yani onun çarmıha gerildiğini iddia eltiler. Şâir ne güzel söylemiş; İlâh, Yahudi bir kulun fiiliyle çarmıha gerildiyse, o ne biçim bir ilâhtır.

[2] Nisa sûresi, 4/171

[3] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/483-484.

[4] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/484.

[5] Gaşiye sûresi, 88/16

[6] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/487.

[7] Nisa sûresi. 4/127

[8] Buhârî. K. Tefsir, 4/1: Müslim. K. Tefsir, 6/3018

[9] Kurtubî, 5/53 Vahidî, Esbâbu'n-nuzûL s.83

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/487-488.

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/488.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/488-489.

[12] Taberî şu mânâyı tercih eder: "Yetimler hususunda adil davranmamaktan korkuyorsanız, kadınlarla evlendiğinizde onların arasında adil davranmamaktan da korkunuz". Bizim ver­diğimiz mânâ, nuzûl sebebine uygundur. Bu mânâ, İbn Kesir1 in tercihidir.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489.

[14] Nisa sûresi, 4/4

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489.

[15] Taberî, 7/565

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/489-490.

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490.

[22] Yûsuf sûresi, 12/36

[23] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/490-491.

[24] Bakara sûresi, 2/21

[25] Fatır sûresi, 35/5

[26] el-Bahru'1-muhît, 3/153

[27] Ahzab sûresi, 33/4

[28] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/491-492.

[29] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/492-493.

[30] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/495-496.

[31] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496.

[32] Ebû Davûd, K. el-Feraid, 2891; Tirmizî, K. cI-Feraid, 111/2092

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496.

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/496-497.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/497-498.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.

[37] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.

[38] Buharı, K. el-Edeb, 18; Müslim. Tcvbc, 33

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/498.

[39] Mirasın taksimindeki hikmet için, "el-Mevaris fi'ş-şeriati'l Tslamiyye isimli 1 bakınız, s.18

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/499.

[40] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/501.

[41] Ahkaf sûresi. 46/15

[42] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502.

[43] Zâdu'l-Mcsîr, 2/39

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502.

[44] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/366

[45] Tağlib: Bilinen iki şeyden birinin diğerine tercih edilip her ikisi için kullanılması.

[46] Râzî, Tersir-i Kebir 9/235 ( NOT: Fabr-i Râzî, önceki âyelin kadınlara, bu âyetin ise er­keklere mahsus olduğu düşüncesinden hareketle bu yorumu yapmıştır. -Mütercimler.)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/502-503.

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503.

[48] Şehit Seyyid Kutub,*Fi Zilali'l-Kur'an adındaki tefsirinde şöyle der: "Bu, azgınlıklara dalmış ve günahları kendisini kuşatmış olup zor durumda kalan kimsenin tevbesidir. Bu icv-bc. tekrar günah işlemeye mecali kalmamış, bir daha hata işleme imkanı olmayan bir kimse­nin tevbesidir. Allah, böyle bir tevbeyi kabul etmez. Zira bu tevbenin ne kalbe, ne de hayaia bir faydası vardır. Kişinin huyunda ve davranışında bir değişiklik ifade etmez"

[49] Tirmizî, Deavât,*98; İbn Mâce. Zuhd, 30

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503.

[51] Kurtubî, s/94

[52] Müslim, Reda 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, U/329

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/503-504.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504.

[55] Ebu Davud, Menâsik, 56; İbn Mace, Menâsik, 84

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504.

[56] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/504-505.

[57] Kurtubî, 5/102

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/505.

[58] el-Keşşâf, 1/379

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/505.

[59] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/508.

[60] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/508-509.

[61] Kurtubî, 5/104

[62] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.85

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/509.

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/509-510.

[64] Buhârî, Şehâdct 7, Nikâh 20; Müslim, Ridâ 1.2,9,13

[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/510-511.

[66] Münıtehine sûresi, 60/10

[67] Nisa sûresi, 4/4

[68] Nisa sûresi, 4/4

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/511.

[70] Ebu Hayyan, el-Bahrul-muhît, 3/222

[71] ibn Mace, Nikâh 8

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/511-512.

[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.

[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.

[75] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/378

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/512.

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.

[79] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513.

[80] Geniş bilgi ve Mut'a nikahını haram kılan deliller için bakınız, Revaiu'l-beyan adlı ki­tabımız, 1/457

[81] Kurtubî, 5/159

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/513-514.

[82] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518.

[83] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518.

[84] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.85

[85] el-Keşşâf, 1/290

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/518-519.

[86] Taberî, 8/267

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/519.

[88] Enfal Sûresi, 8/75

[89] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/384

[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/519-520.

[91] Ebussuûd Tefsiri, 1/339

[92] Bazı farklarla Ahmed b. Hanbel, Müsned,   3/69

[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/386

[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/520-521.

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/521.

[96] Keşşaf, 1/393. Taberî de bu görüşü tercih etmiştir.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/521-522.

[98] Âyetin bu şekilde tefsiri, Taberî ve Ebussuûd'un tercih ettiği tefsirdir.

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.

[101] Keşşaf 1/395

[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/522.

[105] Nebe sûresi, 78/40

[106] Bu tefsir, cümlenin müstenese (müşteki!) oluşuna göredir. Zahir olan da budur. Bir başka görüşe göre bu cümle önceki cümle Üzerine mavuftur. Buna göre mânâ şöyle olur: Onlar yer altına gömülmelerini, Allah'tan hiçbir haberi gizlememiş ve " Ey Rabbimiz! Vallahi biz müşriklerden değildik" (En'am, 6/23) şeklindeki sözlerinde yalan söylememiş ol­malarını isterler. Çünkü onlar gizledikleri İçin rezil olmuşlardır. Durumun şiddetinden dolayı üzerlerinin dümdüz edilmesini isterler. (Bak. Keşşaf, 1/396)

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/523.

[108] Tirmizî, "Bu hadis, hasen ve sahih bir hadistir" dedi. Tirmizî, Tefsir-i Kur'an, V/3026.

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/523-524.

[110] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/524.

[111] Buhârî, Tefsiru'l-Kur'an, 10.

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/524-525.

[112] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/525.

[113] Nisa sûresi, 4Z-78

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/525-526.

[114] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/528.

[115] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/529-530.

[116] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 89; Taberî, 8/468

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 30.

[117] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/530.

[118] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/530.

[119] Ebu Hayyan. cl-Bahrul-muhît, 3/264

[120] Keşşaf, 1/401

[121] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/530-531.

[122] Taberî'nin tercihi de budur. Çünkü şöyle der: Âyeiin mânâsı şöyledir: Biz, o yüzlerden gözlen silip izlerini yok ederek ense gibi dümdüz bir hale getirmeden ve gözleri arkaya çevirip de onlar gerisin geri yürür duruma gelmeden önce iman edin.

[123] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/531-532.

[124] Taberî, 8/450

[125] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.

[126] Taberî, 8/452

[127] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.

[128] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532.

[129] Muhtarsar-ı İbn Kesir. 1/403

[130] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/532-533.

[131] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.

[132] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.

[133] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.

[134] Hadîd sûresi, 57/26

[135] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533.

[136] Bu hadisi Ahmcd b. Hanbcl Müsned'inde rivayet etmiştir. Bkz. IT/26

[137] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/533-534.

[138] Buhârî, Bed'ü'1-halk, 8, Tefsir, 56; Müslim, Cennet, 6-8

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/534.

[139] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/534-535.

[140] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/538.

[141] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/538-539.

[142] Fahr-i Râzî, 10/138; Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 90

[143] Keşşaf, 1/406, Kurtubî, 5/264

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/539-540.

[144] Keşşaf, 1/405

[145] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/405

[146] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/540.

[147] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/540.

[148] Bakara sûresi, 2/256

[149] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/540-541.

[150] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.

[151] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.

[152] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541.

[153] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/541-542.

[154] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.

[155] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.

[156] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.

[157] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542.

[158] Muhtasar-ı ibn Kesir 1/411

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/542-543.

[159] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543.

[160] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543.

[161] Bu hadisi ibn Merdeveyh rivayet etmiştir. Bkz. İbn Kesir Tefsiri, U/310-311; varyantları için bkz. Taberî,  V/103/104

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/543-544.                                                                                       

[162] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/548.

[163] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/548-549.

[164] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, 96; Kurtubî, 5/281

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/549.

[165] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/549.

[166] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/549-550.

[167] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/550.

[168] Müslim, İmâre.103

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/550.

[169] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/550-551.

[170] Keşşaf, 1/414

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/551.

[171] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/413

[172] Teshil, 1/148, Kurtubî bu görüştedir. Ebu Hayyan'm görüşü ise daha tercihe şayandır. O, el-Bahr adlı tefsirin de şöyle der; Ayetin zahirine bakılırsa, bu sözü söyleyenler münafıklar­dır. Çünkü Allah bir şeyi emrettiğinde, samimi mü'min onun sebebini sormaz. Bundan dolayı âyetin akışı şöyle gelmiştir: Onlara bir kötülük isabet ettiğinde, bu senin yüzündendir" derler. Münafıktan başkası bu sözü söylemez. El-Bahr, 3/928

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/551-552.

[173] A'raf sûresi, 7/131

[174] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/552-553.

[175] Şûra sûresi, 42/30

 

[176] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.

[177] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.

[178] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.

[179] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553.

[180] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/553-554.

[181] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.

[182] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.

[183] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/554.

[184] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 554.

[185] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/555.

[186] Şûra sûresi, 42/30

[187] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/555.

[188] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559.

[189] Bu beyit Ümeyye b. Ebi Salt'a aittir.

[190] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559.

[191] Buhârî, Tefsir, İV/15; Tirmizî, Tefsir İV/14

[192] Vahidi Esbâbu'n-nuzûl, s. 97

[193] Buhârî, Tefsir, İV/17.

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/559-560.

[194] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/560.

[195] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/560.

[196] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/560-561.

[197] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/561.

[198] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/561-562.

[199] Kasten adam öldüren kimsenin hükmü hakkında geniş bilgi için bakınız Ebu Hayyan el- Muhtasar-ı İbn Kesir 1/422.

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/562.

[200] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/562.

[201] Buhârî, Cihâd, 35; Meğâzi, 81

[202] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/562-563.

[203] Nesâî, Cihâd, 18

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/563.

[204] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/563.

[205] İbn Mace, Diyet, 1

[206] Beyhâkî, Sünen Vill/23

[207] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/564.

[208] Nahl sûresi, 16/71

[209] İbn Mace, Vesayâ, 1, Cenâiz,64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/78

[210] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/564.

[211] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/14-15.

[212] Tefsîru GarTbil-Kur'ân, s.134 .

[213] Kurtubî, 5/360

[214] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/15.

[215] Muhtasarı tbn Kesir, 1/427

[216] Kurtııtö, 5/349

[217] Ehııssuûd. 1/380

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/15-16.

[218] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/16.

[219] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/16.

[220] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.

[221] Ankebut suresi 29/56

[222] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.

[223] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17.

[224] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/431

[225] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/17-18.

[226] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/18.

[227] Kurtubî, 5/374

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/18-19.

[228] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.

[229] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.

[230] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.

[231] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.

[232] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19.

[233] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/19-20.

[234] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.

[235] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.

[236] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.

[237] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/20.

[238] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/25.

[239] Kurtubî, 5/400

[240] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/25-26.

[241] Kurtubî, 5/385

[242] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.104

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/26.

[243] Taberî, 9/201

[244] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/26-27.

[245] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.

[246] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.

[247] Taberî'nin tercihi de budur. Bir başka görüşe göre, âyette geçen "libj" kelimesinden maksat meleklerdir. Nitekim, bir âyet-i kerimede "Meleklere dişilerin ismini veriyorlar"(Necm Suresi. 53/27) buyrulmuştur. Müşrikler, meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu iddia ediyorlardı.

[248] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.

[249] Müslim, iman, 379

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27.

[250] Bahire ve^saibe için bakınız, maide 7/103 âyetinin tefsiri.

[251] Bu mânâ îbn Abbas, Mücahid ve Dahhak'tan rivayet edilmiştir. Taberî'nin tercihi de bu­dur.

[252] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/27-28.

[253] Muhtasar-i İbn Kesir, 1/439

[254] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.

[255] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.

[256] Ebussuûd Tefsiri, 1/384

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28.

[257] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/28-29.

[258] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.

[259] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/442

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.

[260] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29.

[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/443

[262] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/29-30.

[263] Taberî, 9/271

[264] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/30-31.

[265] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[266] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[267] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[268] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[269] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[270] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/31.

[271] Telhisu'l-beyan, s.26

[272] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/32.

[273] Nisa Suresi, 4/3

[274] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/32.

[275] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36.

[276] Bu mânâda Buharide hadis, şeklindedir. Bkz-Buhari, İstikrad,13. Hadisin var­yasyonları için bkz. Ebu Davud, Akdiye, 29; Nesai, Büyü, 100; İbn Mace, Sadakat, 18.

[277] Mücadele Suresi, 58/19

[278] El-Bahr, 3/380

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36.

[279] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/447

[280] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/36-37.

[281] Ebussuûd, 1/389

[282] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/37.

[283] Bir görüşe göre âyet, Yahudiler hakkındadır. Onlar Hz. Musa'ya iman ettiler. Sonra buzağıya tapmak suretiyle kâfir oldular. Sonra Hz. Musa   dönünce tekrar iman ettiler. Daha sonra Hz. îsâ'yi inkâr ettiler. Sonra da Hz. Muhammed (s.a.v.)'İ inkârları sebebiyle küfürleri arttı. Bu görüş, Katâde'nin görüşüdür. Taberî de bunu tercih etmiştir.

[284] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/448

[285] Keşşaf, 1/447

[286] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/37-38.

[287] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.

[288] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.

[289] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38.

[290] Kurtubî, bu âyetin tefsirinde   müfessirlerin beş görüşünü açıklar. Bunlardan biri, bizim de tercih ettiğimiz yukardaki görüştür. Bir görüşe göre de, âyetle geçen kelimesinden maksat "delil" dir. Bunun kıyamet gününde olacağını söylemişlerdir. Taberî bu görüşü tercih eder. O: "Sebilden maksat kıyamet günündeki hüccettir" der ve şu rivayeti de buna delil geti­rir: Rivayete göre, bir adam Hz. Ali'ye bu âyeti sordu. Hz. Ali:   "Bana yaklaş" dedi. Sonra ona; "Kıyamet gününde Allah, aralarında hükmedecek, Allah, kıyamet günü mü'minlerin aleyhine asla kâfirlere hüccet vermiyecek" mealindeki âyeti okudu, tbn Arabî bu görüşün zayıf olduğunu kabul eder (Bak. Kurtubî, 5/419)

[291] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/449

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/38-39.

[292] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.

[293] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.

[294] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39.

[295] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/39-40.

[296] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.

[297] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/ 36-40.

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.

[298] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40.

[299] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/40-41.

[300] Enfâl sûresi, 8/38

[301] Nisa süresi, 4/146

[302] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/41.

[303] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.

[304] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.

[305] Mecmau'l-beyan, 3/133

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.

[306] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/452

[307] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45.

[308] Ebussuûd, 1/396

[309] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/45-46.

[310] Taberî, 9/354

[311] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.

[312] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.

[313] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46.

[314] Ebussuûd Tefsiri, 1/394

[315] Taberî, 9/360

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/46-47.

[316] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/47.

[317] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/47.

[318] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/47-48.

[319] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/49-50.

[320] Teshil, 1/163

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/50.

[321] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/51.

[322] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/55.

[323] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/55-56.

[324] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 107

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56.

[325] Ankebût Sûresi, 29/27

[326] Kurtubî, 6/17

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56.

[327] el-Bahr, 3/398

Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/56-57.

[328] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.

[329] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.

[330] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.

[331] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.

[332] Taberî şöyle der: "Bunlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ve Allah'ı İnkâr edenler ve bu hal üzere devam etmek suretiyle zulmedenlerdir.

[333] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/57.

[334] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/58.

[335] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/58.

[336] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/58-59.

[337] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.

[338] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.

[339] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.

[340] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59.

[341] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/59-60.

[342] Muhammed Ali Es-Sudari, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/60.