Dünyanın En Temiz İnsanı Müslümanlardır.
Medine'de nazil
olmuştur 176 ayettir.
Kadınlar sûresi diye
bilinen bu sûre, İbni Mesud ile İbni Abbasi sevindiren vebizede ümit veren
40,31,48,64,116 nolu ayetleri bize bildiren sûredir. Mirası helal yollardan
yemenin yollarını öğreten sûredir. Dostla düşmanı belirleyen ve bunlara karşı
tavrımızı öğreten sûredir.
Nisa
"kadınlar" manâsına geliyor. Kadın sûresi diye Türkçe'ye tercüme
edilebilir, ama isimler genelde tercüme edilmez. Hani adın ne? Ali, Türkçe
karşılığı olarak yüce diyor muyuz? demiyoruz. Adın Mustafa, nedir Türkçe
karşılığı? Seçilmiş, süzülmüş. Seçilmiş veya süzülmüş demiyoruz, Mustafa
diyoruz. Genelde bütün dünya dillerinde tercüme yapılırken isimler, şahıs
isimleri, köy isimleri tercüme edilmiyor. Şehir isimleri tercüme edilmiyor.
Onun için biz de yine Nisa sûresi diye isimlendireceğiz bunu. Fakat kadın
manâsına geldiğini bileceğiz.
Bazıları kitap yazmış
günümüzde, "kadının adı yok" diye. Bizim kitabımızda kadının adı
var! Nisa Sûresi diye bir sûre onlar adına isimlendirilmiş; onun dışında
erkeklere hitap eden bütün âyetler, kadınlara da hitab etmektedir. Ve
müştereklik vardır. Bütün âyetler hem erkekler, hem de kadınlara yöneliktir.
Kadınların haklarını özellikle bildiren bu Nisa Sûresi ve Nûr Sûresi'nde
ağırlık kadınlar hakkındadır. Yani bizim kitabımızda kadının adı vardır. Çünkü
ilk insan nesli Hz. Âdem (a.s..v) ve Hz. Havva validemizden türemiştir. İkisi
de bizce anne ve babadır. Ve biri peygamber, biri de peygamber eşidir. İkisi de
saygıya layık insanlardır.
İman ediyoruz, ve
ikisine de saygı gösteriyoruz. Allah (c.c) birinci âyet-i kerimesinde; "Ey
insanlar!" buyuruyor. Kur'an-i Kerim'de iki türlü hitab vardır insanlara;
"Yâ eyyühennâs" der veya "Yâ eyyühellezine amenu' der. Amenû
diye başlayan âyet-i kerimelerde; daha ziyade mümin topluluğa hitap eder. O
mümin topluluğa, emirler, yasaklar veJıaber-ler verir. "Yâ
eyyühennâs" dediğinde ise; hem mümin toplum girer, hem de inanmayanlar
girer.[1]
(1) Ey
insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve her
ikisinden pekçok erkek ve kadını (yeryüzüne) dağıtan Allah'dan sakının.
Kendisiyle birbirinizden istekte bulunduğunuz Allah'dan ve akrabadan da
sakınınız. Şüphesiz Allah, üzerinizde gözeticidir.
Şimdi bu âyeti-i kerimede
yani; Nisa Sûresi'nin birinci âyet-i kerimesine, bütün dünya insanı
muhatabdır; "Ey insanlar!" Yani Araplar, Türkler, Çerkezler, Lazlar,
Japonlar, Ruslar, Amerikalılar, İngilizler, Afrikalılar. Asyalılar,
Antartikalılar... Dünya üzerinde yaşayan ve ergenlik çağma gelmiş her insana,
kadın ve erkek ayırd etmeksizin diyor ki Rabbim:
«Sizi yaratan
rabbinizden sakınınız!» emrine karşı gelmekten sakınınız, yasaklarını
çiğnemekten sakınınız. Öyle bir Rab ki O; «Sizi bir tek nefisten yaratmıştır».
Bir tek candan yaratmıştır sizi. Yani burada iki türlü nimetini, bize
bildiriyor Rabbimiz. Bir, kudretini bildiriyor. Bir tek candan sizi çoğalttı.
Böyle bir güce, itaat edin, iman edin, onun emir ve yasaklarına riayet edin
der. Bir de Allah sizi bir tek nefisten yarattı. Yani, siz hepiniz birlikte bir
babanın çocuklarısınız, kardeşsiniz. Bu kardeşliğinizi hatırlayın ve hep
beraber sizi yaratana ibadet ediniz. Ondan sakınınız. Onun dışındakilerden
değil!
Takvayı daha önce
dersimize devam edenler bilirler. Hani dikenli arazide yürümek gibi. Yalın ayak
dikenli arazide dikenlere basmamak için insan yürür ya, işte takva bu
demişler... Yani insanoğlu, bu caddeler- , de, evlerde, dairelerde, kışlalarda
yürürken; dili, eli, beli harama değmeden yürümesine de takva denebilir.
Allanın haramlarına değmeden yürümektir.
«O Allah, o bir candan
onun eşini yarattı» Yani, Hz. Âdem'den Hz. Havva validemizi yarattığına dikkat
çekiyor. Doğrudan âyet-i kerimede açık ifadelerle bu yok. Yalnız, açık ifade
şu: sizi bir tek candan yaratan Rabbinizden ittikâ ediniz, sakınınız. O bir tek
candan onun eşini yarattı, diyor.
Tefsircilerimiz o bir tek
candan kasıt, Hz. Âdem'dir, onun eşinden kasıt da Hz. Havva vâlidemizdir. Peki
bunu tefsirciler kendileri mi uydurur? Hayır. Bunu da onlar Peygamber
Efendimiz (a.s.v)'ın hadis-i şeriflerinden alırlar. Peygamber Efendimiz
Aleyhisselâtü Vesselam, âyet-i kerime ışığında; Hz. Havva'nın, Hz. Âdem'in
kaburga kemiğinden yaratıldığını haber vermiştir.[2] Hemen
bütün hadis kitaplarının rivayet ettiği bu hadisi, Batılı ilim adamları
doğrulamadığından, bir kısım Batıya imanı İslam'a imandan önde gelenler inkâra yöneldiler.
"Efendim
İsrailiyattanmış. Tevrat'tan geçmiş" diyorlar. Tevrat'ta geçen birçok şey
var ki Kur'an'da da geçer. "Efendim akıl kabul etmezmiş" Topraktan
Hz. Âdem'in yaratıldığına inanan bu akıl, bir canlının parçasından Hz.
Havva'nın yaratıldığına haydi haydi inanır. Meniden insan yaratıldığım
görüyoruz.
"Efendim, Allah
başka şeyden yaratamaz mıydı?" Bu sorunun sonu gelmez. Hz. Âdem'i ağaçtan
yaratamaz mıydı diye de sorulabilir ve sorular devam eder.
Yarın. Batılılar
Rabbimizin bu âyetle («Ondan eşini yarattı») işaret ettiği Efendimizin de
açıkladığı bu olayı ilmi metodlarla ispata başladıkları zaman, bu hadise ve
âyete ilk sarılacak olanlar da onlar olacak.
Ayet-i kerimede,
«İsa'nın yaratılışı; Âdem'in yaratılışı gibidir.»[3] İsâ
(a. s) nasıl babasız dünyaya gelir diye, o günün Yahudileri iftira ederler, Hz.
Meryem validemize... Allah (c.c) diyor ki; "Peki, siz isa'ya böyle itiraz
ediyorsanız, ilk insan nasıl yaratıldı? Âdem nasıl yaratıldı? Bunun yine anası
var. Ben İsa'yı anası varken babasız dünyaya getirdim. Yani, onu ben yarattım.
Peki, Âdem'in yaratılışına inanıyorsunuz, topraktan değil mi? Evet. Öyleyse
topraktan yaratılan bir insana inanıyorsunuz, anasız babasız insana
inanıyorsunuz da, buna niye inanmıyorsunuz?" gibi bir ifadeyle, Allah (c.c.)
«Adem'i, Allah topraktan yarattı.» «Ona ol dedi. O da oluverdi.» diyor.
Günümüzde derslerimize devam eden sevdiğim bir ahbabım der ki; "Hocam,
bizim yakın bir dostumuz var. Herşeye inanıyor da, Hz. Adem'in topraktan
yaratıldığına inanmıyor, bunu bir görüştürelim seninle." dedi. Görüştük,
TRT'den kemancılıktan emekli olmuş. İyi bir insan, gönlü hoş bir insan ama,
aklı buna takılmış kalmış. Buna âyet okumanın anlamı yok. Yani anlamaz.
Anlaması mümkün değil. Hani, adam Allah'ı inkâr ediyormuş, karşısındaki de,
"Yahu nasıl inanmazsın, kul hüvallahu ehad" diyormuş. Öbürü de
diyormuş ki, "Yahu ben Özünü inkâr ediyorum, sen sözünü bana delil
getiriyorsun" diyormuş. "Şimdi buna âyet okumayayım" dedim.
Dedim ki; "Sen evine git, bir tane domates al, yaz gününde şöyle elinde
bir sık ve ondan sonra koyuver oraya. Üç gün değme. Üç gün sonra var onun
yanına. Ne göreceksin! Yüzlerce sinekçik göreceksin üzerinde. Bir sinekçiğin
yaratilma-sıyla, bir insanın yaratılması; zorluk bakımından bizce, insanlık
alemince, ilim alemince aynıdır. Yani, ilim âlemi bir tek sinekçiği
yaratabilse, insanı yaratabileceğine hükmedecek. Çünkü orada bir cân var.
bütün mesele o canın o tene verilmesindedir. Orada binlerce sinekçiğin
domatesin üzerinde belirivermesini görüyorsun değil mi? görüyorsun. Peki buna
niye itiraz etmiyorsun? Yani domatesten böyle pırt diye canlı çık'iverir mi
diye niye söylemiyorsun? Çünkü görüyorsun da ondan. Yumurtanın içinden civcivin
çıkıverdiğini hep görüp durduğumuzdan bize normal bir olay gibi geliyor. Ama
hiç görmemiş bir insan için çok fevkalâde bir olaydır bu. Allah (c.c) da ilk
zamanda Hz. Âdem'i topraktan yaratmış. Nasıl ki, topraktan bembeyaz gülü,
nasıl ki topraktan mor menekşeyi, nasıl ki topraktan kırmızı karanfili
yaratıyor, Allah (c.c). Nasıl ki biz hepimiz, babalarımızın, menisinin beş
milyonda biri kadar olan, küçücük bir suyun şekillenmiş haliyiz. Nasıl oluyor?
Allah (c.c)'ın tabiata koymuş olduğu kanunlar doğrultusunda oluyor. Tabi
televizyonun dili ile doğa yapıyor. Bizim dilimizle Allah yapıyor bunu.
Özellikle imansızlar Allah yapıyor demeyi sanki yasaklamış gibidir.
Geçenlerde bir tanesi
de yazı yazmış. Efendim, din dersi ile diğer dersler arasında çelişki var. Din
dersi, herşeyin yaradılışının Allah olduğunu söylüyor, diğer kitaplar da doğa
olduğunu söylüyor. Onun için din dersi okullardan kaldırılsın! Çocuklar
çelişkiye düşürülmesin diyor. Bunu profesör yazmış! Gazetenin birinde, kocaman
Devlet parasıyla profesör olmuş bu adam, bu memleketin ekmeğini yemiş, suyunu
içmiş; Avrupa'lara, Amerika'lara bu memleketin parasıyla gitmiş ve geriye
dönmüş. Avrupa adına ajanlık yaparak, insanları imansızlaştırma yolunda çalışıyor.
Tabiat diyelim; nedir
tabiat? Üzerine bastığımız topraktır tabiat. Nedir tabiat? Aldığımız havadır,
güneştir. Onlar eğer bir çiçeği yaratacak güce sahip olsalardı, bizi
üzerlerinde gezdirmezlerdi.
Allah (c.c) ondan,
yani o candan eşini yarattı. «Ve o ikisinden (yani o bir erkek ve bir kadından)
birçok erkek ve kadını (yeryüzüne) yaydı.» diyor Allah (c.c). Yani yeryüzünde
şu anda dünyanın neresinde bir insan varsa, beş milyarın üzerindeki bu
insanların hepsi bir anayla bir babadan dünyaya geldiler.
«Allah'tan sakının»,
iki defa okuduk yukarıda, «Bir tek nefisden sizi yaratan Rabbinizden sakının.»
Burada ise Allah (c.c)'dan sakının ki; O Allah, adıyla birbirinizden istekte
bulunursunuz.
"Yahu, Allah
aşkına" diyorsunuz ya, işte o anlamdadır bu. Veya hani, "Kardeşim
benim borcum var! On milyon lira, Allah aşkına ver" diyorsunuz. Hani
kendi aranızda isteklerde bulunurken Allah'ı aracı yapıyorsunuz ya; işte o
Allah'dan sakının. Daha kimi aracı yapıyorsunuz? Bir de yakınlığımızı ileri
sürerek istekte bulunuyorsunuz ya. İşte ondan da sakınınız.
Allah'dan ve bir de
aracı olarak kullandığınız akrabalık ilişkilerinden de sakının. Yani bu
akrabalık ilişkilerim koparmaymız diyor Allah (c.c) Erhâm. Rahim kelimesini
biliriz. Ana rahmi deriz, rahim kelimesini kullanırız.
Rahîm kelimesini de
biliriz. Çünkü bismillahirrahmânirrahîm. Errahîm; Allah (c.c)'ın Esma-i
Hüsnâ'smdan bir tanesidir. Allah (c.c) hadis-i kutsisinde buyuruyor ki; «Ben
rahîmim». Rahm ile Rahîm aynı kökten yani kelime olarak aynı kökten çıkmıştır.
Allah (c.c)'m rahmetine lâyık olmak isteyenler, sıla-i rahme riâyet etsinler,
gözetsinler. Yanı, yakın akrabalarını gözetsinler. Öncelikle aynı rahimden
geldiklerini gözetsinler.
Yani kardeşlerini,
dayılarını, halalarını, teyzelerini, amcalarını, akrabalarını, kardeşlerini.
Oğlan kardeşlerini ve kızkardeşlerinin haklarını gözetsinler. «Kim, akrabaları
ile ilişkilerini düzeltirse Allah'la olan ilişkilerini düzeltir.» «Kim
akrabaları ile alâkayı keserse, Allah da ondan alâkayı keser.» diyor Peygamber
Efendimiz (a.s.v)[4]
Kur'an-ı Kerîmi; bir
çoğunuz okumaya başladı, Bir kısmınız ise okumasını biliyor. Manâsı anlaşılmak
için indirilmiş. Anlaşılmak için değil yalnız. Anlaşılanı tatbik etmek için
indirilmiş kitaptır. Aile hayatımızı toplum hayatımızı, devlet hayatımızı
kendisine göre düzenlememiz için, Allah (c.c) Kur'an-ı Kerîm'i indirmiş.
Bu surede, insanın
yakınlarıyla olan ilişkisini, insanın eşiyle olan ilişkisini, insanın rabbiyle
olan münasebetlerini ve insanın insanlarla olan münasebetlerini ve insanlar
içerisinde, hani sefih insanlar yani, malını haram yollarda saçıp savuran
insanlar olursa; hukuken onlara neler yapılması gerektiğini ve yetimlerin
haklarını belirleyen bir sûredir bu Nisa Sûresi.
«Allah sizin
üzerinizde gözeticidir» buyuruyor. Yani, yaptığınız her şeyi, söylediğiniz her
kelimeyi, attığınız her adımı ve baktığınız her yeri bilmektedir. Öyleyse,
güzel düşünelim. Güzel söyleyelim. Güzel görelim ve güzelliklerin yayılması
için gayret sarf edelim. Herşeyin iyisine dikkat edelim.
Hani uzun yollara
giderken radar var! diyoruz ya. Radarın Arapça adı da Rakîb veya Rasîd'dir.
Burada da Allah (c.c)'ın isimlerinden biri de Rakîb'dir. Yani, murakabe altında
tutan, insanın bütün hareketlerini ve davranışlarını gözeten mânâsına geliyor.
Nasıl ki, radara,
yoldaki cihaza yakalanmayalım. Doksanı geçersek ceza vermeyelim diye sürat
sınırını aşmıyorsak, Allah (c.c)'ın koymuş olduğu haramlar yasaklar vardır. O
yasaklan aşmadan ömür yolculuğunu bitirecek olursak, yarın öbür dünyada, trafik
memuru gibi karşımıza çıkacak olan melekler tarafından hesaba çekilmeyiz.
Haddi aşacak olursak; onlardan dolayı, cezaya çarptırılacağımızı Allah (c.c)
bize haber veriyor.[5]
(2)
«Yetimlere mallarını veriniz, iyi ile kötüyü değiştirmeyiniz. Mallarını,
mallarınıza katarak yemeyiniz. Şüphesiz bu, büyük bir günahtır.»
«Yetimlere mallarını
veriniz.» O, hani bir baba ölüyor. Vasî olarak bazen en yakını ona vasî veya
velî oluyor. Eğer bulunmazsa; «Ben velîsi olmayanın, velîsiyim.» diyor.[6]
Peygamber Efendimiz (a.s.v). Devlet ya kendisi doğrudan, veya bir adamı o
yetimin malına velî kılar, vasî kılar. O da bülüğa, hani ergenlik çağına
erinceye kadar onun malını korur, gözetir, işletir. Allah (c.c) onların mallarını
veriniz. «İyi ile kötüyü değiştirmeyiniz.» Hani, yetimin malı çok değerli. Ama
caddenin üzerinde babasından kalmış bir dükkanı var.
Orada onun sermayesi
işletilmesi gerekiyor. Velînin de dükkanı var. Ama çok tenhâ bir yerde, Kendi
mallarım ana caddenin üzerine, yetimin mallarını geri caddeye hani burada
hîle-i şer'iyye kullanılıyor. Yani, Ya-rabbi işte yirmi metrekarelik dükkanı
vardı, benim de yirmi metrekarelik dükkanım vardı. Benim malım oraya onun malı
oraya değiştirdik. Değişen birşey yok. Peki, değişen bir şey yoksa; seninki
dükkanında kalsaydı ya. Niye değiştirdin? Allah (c.c) «İyi ile kötüyü
değiştirmeyin.» yani, kendi kötülerinizi verip, onun iyilerini almayınız. Veya
kendi malınız sizin için en helâl olanıdır. Bir de bu mânâ var. Kendi
mallarınızı yemeyip de, yetimin güzel görünen malını yerseniz, o sizin için
haram olduğundan o size kötüdür. Öbür dünyanızı perişan edecektir.
Öyleyse, az da olsa
kendi'malınızı yiyiniz. Yetimin malı güzel görünse de siz haksız yere alacak
olursanız, o sizin için haramdır.
«Mallarını (yani yetimin
mallarını) kendi mallarınıza katarak yemeyin.»«Bu büyük bir günahtır.» diyor
Allah (c.c). Burada şahıslara hitâb eder gibi ama, topyekün insanlara hitâb ediyor
Rabbim. Topyekün insanlara hitâb ederken; bir, şahısları fert olarak teker
teker ilgilendiriyor. Böyle bir durum başınızda ise; mesela; ağabeyiniz vefat
eder, çocukları sizin himayenizde kalır. Mesela; ağabeyinizle beraber bir
dükkanı işletiyordunuz. Kardeşiniz veya ağabeyiniz vefat etti. Aynı dükkanı
işletiyorsunuz, ağabeyiniz sağ iken şartlar nasılsa, Öyle işletmeye devam
edeceksiniz. Çocukların haklarını koruyacaksınız. Ferd olarak yapacağımız
şeyler bunlar. Bir de, bu âyet-i kerîmeden anlaşılan devleti yönetenlerde insan
olmaları nedeniyle devlete yönelik işlerdir. Onlar da yetimin haklarını ve
mallarını korumakla aynı şekilde görevlidirler.[7]
(3)
«Yetimler hakkında adaletsizlikten korkarsanız, hoşunuza giden kadınlardan
ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikahlayın. Eğer yine adaletsizlikten
korkarsanız, bir kadın veya elinizin sahip olduğu yeterlidir. Bu zulmetmemeye
en yakındır.»
«Eğer yetimlere adalet
yapamamaktan korkarsanız» adil davranamayacağınızdan korkarsanız;
«Sizin için
kadınlardan hoşunuza giden iki, üç, veya dörder tane alınız.» Burada âyet-i
kerîmenin tefsirinde şöyle diyorlar: Cahiliye döneminde bir insan himayesine
yetimleri aldığında; yetim, kız ise onun malına tamah ederek evlenmeye
kalkıyor, Zorla evlenmeye kalkıyor. Yani, yetimi besleyip büyütüyor. Yetim
onunla evlenebilecek durumda, yani nikâhı engelleyen bir hal de yok,
"Madem ben seni besledim, büyüttüm, malını da bugüne kadar yönettim. Malı
da bol bunun, ben bunu zorla kendime alırım ve malıyla da geçinir giderim",
diyen insanlar var. Şimdi burada adalet yapamayacaklar tabiiki. Çünkü malına
göz dikerek bu işi yapıyor. Eğer böyle bir durumda olursanız, onlarla değil,
hoşunuza giden diğer kadınlarla evlenin, yani malı hoşunuza gitti diye onlarla
değil. Hoşunuza giden diğer kadınlarla evlenin. İki tane alın, üç tane alın
veya dört tane alın. Eğer adalet yapamamaktan korkarsanız o zaman bir tek
kadınla evleniniz. Veya sahip olduğunuz cariyelerle evleniniz diyor Allah
(c.c). Türkiye'de İslâm, İslâmî iktidar, şeriat denilince, Batı'ya göre
yetişti-
rilmiş aydınımızın ilk
hatırına gelen şey dört evliliktir. Anadolu'da vaizdim. Bir köye konuşmak için
gittim, kahvede konuşmamız gerekiyor. Cami cemaati az. Muhtar ve köyün imamı
ile kahveye gittik. Kahvede lüksler (aydınlatıcı) var, elektrik yok. Tabii lüks
lambasının ışığında konuşuyoruz. Herkes oyunu bıraktı. Fakat masanın birinde
dört tane delikanlı bırakmadılar, devam ettiler. Ben de müdahale etmedim.
Etsem durdururum, ama müdahale etmedik, oynasınlar dedik. Konuşurken, bir tanesi
hem oyunu oynuyor, hem de diyor ki; "Ne diyorsun yani; İslam iktidar
olsun da, bir adam dört kadınla mı evlensin? Dört kadının dört tane,
kayınvalidesi olur. Biz birinin dırdırım çekemedik" diyor adam. O zaman
dedim ki; "Kes şu kumarı. Bırak onu." dedim. Bıraktı, "Dön bu
tarafa", döndü. Dedim ki, "Bir kere konuşmamız evlilik üzerine değil.
Yani konuyla ilgisi bile yok. Sen niye bunu söyledin? Peki! benim de sana
sorum var" dedim. "Muhtara soralım, köyün nüfusu kaç?",
"Yüzaltmış" dedi. "Küçük bir köy. 160 nüfuslu bir köy. Kaçı
erkek, kaçı kadın?" dedim. "75'i erkek, 85'i kadın". Şimdi ona
döndüm. "Bugünkü sisteme göre 75 erkeği 75 kadınla evlendirebilirsin.
Geriye kaldı 10 kadın, ne yapacaksın?" dedim. "Hiç düşünmedim"
dedi adam. Senin zaten görevin düşünmemek. Kumar oynamak düşünmeyi önler. İçki
içmek düşünmeyi önler. Onun için geri kalmış ülkelerde bunlar çok fazla
işleniyor. Üçüncü dünya ülkeleri birinci sırada geliyormuş bu tür içki
tüketmede. Özellikle adamları içiriyorlar, düşünmesinler diye. Ama sana bu
aklı verenler düşünmüşler. Onlar pek boş değiller. Yani sana bu fikri veren
adam düşünmüş. Onlar da iki kısma ayrılmış. Bir kısmı diyor ki; "Biz
fuhşa karşıyız. Sosyal bir devlet kuralım. Sosyal bir devlette 75 erkek 75
kadınla evlenir. Geriye kalan 10 kadına devlet eli ile evler yaparız. Ona
devlet eli ile geçinebileceği kadar bol miktarda maaş bağlarız. Yani onu
kimseye muhtaç etmeyiz" diyor. Onların yanıldığı nokta şurası: İnsanın
ihtiyacı yemek, içmek değildir. Allah (c.c) fıtratımıza vermiştir. Erkek kadına
karşı meyyal, kadın da erkeğe karşı meyyaldir. Yemek, giymek gibi, içmek gibi,
uyumak gibi insanın da derdini açacağı, bağrına başını yaslayacağı bir eşe
ihtiyacı vardır. Kadının da erkeğe ihtiyacı vardır. Bu 10 tane kadmm bu ihtiyacını
nasıl karşılayacaksınız. İşte bu noktada bugünkü Batı âlemi ve (Türkiye de,
medeni hukukunu oradan almıştır.) Türkiye de dahil olmak üzere, çıkar yolu her
kazaya bir genelev yapmakta bulmuşlar. Bir zaman parlamentoda; (Onbin nüfusu
bulan bütün kasabalara dahi genelev açalım" diyen parlamentoya bu
milletin oylarıyla seçilmiş bir insan teklifte bulunmuştur. Bu bir zarurettir
yalnız. Adama "cık cık" deyip ayıplamayın. Yani bu sistem böyle
devam ederse bu, bu sistemin zaruri neticesidir. Madem ki, bu insanlar tek
evlilikte zorunlu hale getiriliyor. Türkiye nüfusunda kadın erkekten fazladır.
Dünya nüfusunda da kadın erkekten fazladır. Harpler de erkekler üzerine dönüp
dolaşıyor. Yedi yıllık İran-Irak harbinde bütün erkekler telef olmuştur. Ve
kadınları kalmıştır. Ve kadınların erkeğe ihtiyacı var. Böyle bir ortamda Batı
çıkış yolu olarak genelevi açılsın bunlara demiş. Genelevi açılıyor, her
tarafa genelevi açmış. Genelevler yeterli olmayınca da sokak üzerlerinde
kendini satışa arz eden kadınları devlet eliyle teşvik ediyor
Hani Türkiye'de yüksek
tahsilini bitirmiş bir bayan anlatıyor. Müfettiş bir bayan, "Yolda
bekliyorum diyor. "Elimde çanta, teftişe gideceğim, bekliyorum. Taksi
gelip düt deyip duruyor yanımda. Bakıyor bana gidiyor. Ben bir taksi
bekliyorum onunla gideceğim. Yani beni oradan alacak bir taksi var. Bir taksi,
beş taksi, on taksi olmuş... Birini durdurmuş! "Yahu yavrum, siz niye
düdük çalarsınız" demiş. "Abla, burada o yollular bekler de onun için
çalarız" demiş. "Yani, o yollular bekler, sen o yollulardan
değilsen, git ileride bir yerde bekle, burası pek tekin bir yer değil"
demiş.
Bu yetkililer
tarafından teşvik edilmiyor belki, ama müsaade edilmesi teşvik edilmesi
anlammadır. Ve bunların teşhir edilmesi, teşvik edilmesi anlam in adır. Ve
bunları müslüman insanın önünde tutulması teşvik edilmesi anlammadır. Ve
bunların yıldız kabul edilmesi ve insanlara böylece lanse edilmesi o işi
devlet eliyle teşvik ediyorlar anlamını taşımaktadır. Tabiki sistemin
gereğidir yalnız bu. Yani buradaki insanlara, şahıslara düşman olmayacaksınız.
Efendim, hani hoca efendi şu başbakanı kast ediyor, bu başbakanı kast ediyor..
Hiçbirini kast etmiyorum. Sistemin gereği bu. Kim olursa olsun; sistem böyle
devam edecekse o sistemin zaruri neticesi bu olacaktır. Bu olmasın
istiyorsanız, geminin rotasını çevireceksiniz. Hani, rota eğer Rusya'ya doğru,
veya Washington'a doğru çevrilirse, bunlar olacak demektir. Allah'ın kitabına
doğru çevrilirse o zaman ol-
mayacak demektir.
Allah'ın kitabına doğru çevrildiğinde, rotanın başında günahkâr bir insan olsa
bile o gemiye binilir. Hani, bir hadis-i şerif vardır; "Günahkâr bir
insan veya iyi bir insan olsa da, müslümanın ardında namaz kılınır"
buyurulur.[8]
Efendimiz buyurur:
"Benden sonra bir çok kişi sizi yönetecek, iyiler iyilikle, günahkârlar
kötü yönetecek. Onlar hakka uygun yönettiği müddetçe siz itaat ediniz."
(Ibni ceriri taberi) Rota, kitaba göre ayarlanmış da; adam onu sürerken bazı
günahlar işliyor. Kendi şahsını ilgilendiriyor, toplumu değil. Ama öbür tarafta
rotayı Washington'a veya Rusya'ya göre ayarlamış, ehli-i tarîk bir arkadaşı da
kaptan yapmışlar. Bu ne olursa olsun gece kâim, gündüz sâim olsun, hiç değeri
yok bu adamın! Allah katında da insanlar katında da bunun değeri yoktur. Yani,
mesele insanlar meselesi değil, mesele sistemler meselesidir.
İslam dinine giren
İngiliz şarkıcı Yusuf İslam, Türkiye'ye geldiğinde basın tarafından epeyce
gündemde tutuldu. Üniversitede öğretim görevlisi bir doçentimiz ona
tercümanlık yaptı. Gazetecilerden dil bilenleri, kendileri röportaj yapıyor.
Bilmeyenlere de aracı oluyor. Dinime düşman gazetelerden bir tanesi geldi.
Fakat Yusuf İslam uyanık. Gazetenin ne niyette olduğunu biliyor. Mesela;
Muhabir geliyor diyor ki; "Ben filan gazetedenim" diyor. Yusuf İslam
biliyor, o gazetenin nasıl faaliyet yürüttüğünü. Demiş ki, "Seninle bir
şartla röportaj yaparım" gülerek dedi. "Söylediklerimi aynen y ayini
ayac aks an yaparım" dedi. O da dedi ki; "Söz veriyorum. Aynen
yayınlayacağım. Peki!" Sordu. Birinci sorusu; "Girdiğiniz bu İslam
dininde bir erkeğin dört kadınla evlenmesine ne diyeceksiniz? Yani bunun
mantığını nasıl kabul edeceksiniz? Siz, bir Batılı aydın şarkıcı, sanatkâr
insan olarak bunu nasıl kabul ettiniz?" O da diyor ki; "Ben müslüman
olmadan önce binlerce İngiliz kadınıyla yattım, kalktım. Siz o zaman gelip de
bunu niye yaptın? ayıp be adam! Bin tane kadınla yatılır mı? diye niye
sormadınız...? Şimdi Allah'a çok şükür müslüman oldum ve bir tek kadınla
evliyim. Yani böyle de devam ettirme niyetindeyim. Ve tek kadınla evliliğime ve
Kur'an-ı Kerîm'de de; eğer adil davranama-yacaksanız tek kadınla evlilik,o
teşvik ediliyor âyet-i kerîmede. Fakat dörde kadar evlilik zaruri haller
olduğunda. Mesela adamın karısı ellisine gelmiştir. Felç olmuştur. Kadınlık görevini
yapamamaktadır. Ne yapsın.
Bugünkü sisteme göre
boşasın diyor. Boşasın da ne yapsın! Anası ölmüş, babası ölmüş, gidecek yeri
yok. Bakacak kimsesi yok. Dinim diyor ki; "Ona yine aynı eski hanımın gibi
değer vereceksin. Sayacaksın, seveceksin. Eğer zarureten ihtiyaç
hissediyorsan; bir başka kadınla da evlenirsin. İkisine de âdil bir şekilde
davranacaksın" diye cevap verir. Bir kilo et birine aldın mı, bir kilo
eti öbürüne de alacaksın. Yediyüz elli gram olmayacak! İkisininki de dengeli
olacak.
Gönülden sevgiye
gelince; o ayrı. Ona siz sahip olamazsınız diyor Allah (c.c). Yani gönülden
sevgide adalet yapamazsınız. Elinizde değil bu. Bundan dolayı da günaha
girmezsiniz. Bu çocuklarınız için de böyledir. İki tane çocuğunuz, beş tane
çocuğunuz vardır. Yedi tane çocuğunuz vardır. Bunlardan birini veya ikisini,
gönülden fazla seversiniz. Bunda, gönlünüze hâkim olamazsınız. Sevgiye hâkim
olunmaz. Yani bir adam, kızını veya oğlunu sevmişse, niye sevdin denmez. Bu
ayrı bir iş. Orada hâkim olunamayan iştir. Allah bunu böyle yarattığı için,
Allah orayı mazur görüyor zaten. Fakat bu sevginin dışta görüntüsünde âdil
davranmalısınız. Onun için bir oda vermişsek, onun için de yine aynı derecede
bir oda, onun odasına birşey alınmışsa aynı değerde onun odasına da birşey
alınacak. Dış görüntüsünde adalet. Onun yatağında bir gece yatılmışsa, onun
yatağında da bir gece yatılacaktır. Eğer bunlara riâyet edilecek maddi veya
bedenî gücünüz yoksa, o zaman tek kadınla evlenin diyor Allah (c.c). Bugünkü
sistem, genelevlerle ve birçok sokakları, hani Batı'ya gidenler bilirler,
belirli bir şehrin KÖln'ün veya Amsterdam'ın veya Paris'in belirli sokakları
vardır. O sokaklarda ayaküstü kendini satan, hayvan pazarında hayvanların
satıldığı gibi kadınlar kendilerini satmak üzere belirli yerlerde dururlar. Ve
kendilerini satarlar. Sistemin gereği budur. Dinim ise; her can Allah'ın
yarattığı değerli bir varlıktır düsturuna sahiptir,
«Adem oğullarını yüce
ve şerefli kıldık» diyor. Şerefsiz bir duruma düşmesine mânı oluyor. Böylece,
razı değildir, Allah (c.c). Böyle zor durumda kalındığı durumlarda erkeklerin
o kadınları da himayelerine alması gerektiğine ruhsat vermiş bu âyet-i kerîmeyle
Allah (c.c). Günümüzde, hani geçenlerde kadın konusunda, bekâret konusunu
tartışmışlar, kendi aralarında. Efendim, müslüman kesimin bekârete önem vermesi
çağdaş
değilmiş. Onu böyle
diyeceklerine; Allah'ın bekâret zarım yaratması çağdaş değil, ilme aykırıdır,
deseler daha iyi olurdu. Yani kendi açılarından iyi olurdu. Madem ki, bu
vardır, kirpik vardır ve yerinde güzeldir. Kaş vardır ve yerinde güzeldir,
kazısınlar kaşlarını! Ne Önemi varki. Kazısın kaşlarını öyle gezsin. Birini
kazısın, biri kalsın da yürüsün. Veya kiprik-lerini kırpsın da yürüsün! Allah
(c.c) neyi yaratmışsa bizim için güzeldir ve değerlidir. Bekâret bizim için bir
edep hâyâ göstergesidir. Ama tamamen de değildir. Bir hastalıktan dolayı, bir
ameliyattan dolayı bekâret zarım kaybeden bir kızımızın; kaybetmeyen
kızımızdan zerre kadar farkı yoktur. Burada kaybedilen, fuhuşla yırtılan
bekâret zarı değil. Onun iffeti kaybedilmiştir. İnsanlığı kaybedilmiştir. Ve
onun için değer vermiyoruz. Yoksa bekâreti; herhangi bir vesileyle, hastalıktan
veya ameliyattan dolayı kaybedilirse, kızımız hiçbir şey kaybetmez. Peki, bunu
niye bu sene gündeme getiriyorlar?
Geçen sene gündeme
getirmediler, evvelki senelerde yoktu bu gündemde. Şöyle, kendi aralarında
mutlu olamıyorlarmış. Yani imansız bir kız; gönlünce yaşıyor, kendisi gibi
imansız bir oğlanla. Sonunda evlenmeye karar verince; parası bol, zengin, bir
de müslüman olan erkek arıyorlar. Yine Mercedes'i olsun, evi olsun. Fakat
biraz da dinine bağlı olsun. Açıklığına karışmasın. Ama dinine de bağlı olsun
diyor. Niye? Dinine bağlı olan avradı boşamıyormuş. Bunu, Adalet Bakanlığı'nın
danışmanı olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı televizyonda söyledi. Dünyada en gerilerdeyiz
boşanma konusunda. Televizyonda spiker soruyor; "Bunu neye
bağlıyorsunuz?" "Halkımızın müslüman olmasına bağlıyoruz" diyor.
Müslüman kesim en az boşananlardandır. En çok boşananlarsa, dinine inanmayan
veya dinine fazla ilgi göstermeyen kesim. Daha fazla boşanıyor. Bir artisti
bazıları takip ederler. Yedi kocasını sayarlar. Bir sene içerisinde bunlar
olmuş bitmiştir. Onun için her naneyi yedikten sonra mutaassıp değil ama,
dinini seven, milyarder bir koca anyorlardır. O da bekâret arıyormuş.
Babasından kalma bir namus anlayışı var, onu arıyormuş. Vay efendim, biz iyi
koca bulacaktık da bekâretimizi kaybettik, onun için almıyorlar bizi. Bu çağdaş
değildir gibi geçen gün kadınlar kendi aralarında bağırıp çağırmışlar. Biz, her
halükârda dinine inanan insanlar-
la, yeniden dinine
dönen insanların geçmişleriyle zerre kadar ilgilenmiyoruz. Peygamber Efendimiz
(a.s.v); «İslâm geçmişi siler» buyuruyor. Mekke'de iken Peygamber Efendimiz
(a.s.v) aleyhinde şarkılar söyleyen pavyon kadını Saarra isimli bir kadın, bir
kıtlık senesinde Medine'ye geliyor. Efendimiz'in devlet kurduğu Medine'ye. Durumunu
arz ediyor. Efendimiz, Saarra'yı Mekke'den tanıyor, şarkıcı. Şarkıları da
Efendimiz aleyhinde yazılmış. Müstehcen şiirleri şarkı halinde, erkekleri
eğlendirmek üzere okuyor. Yaşının biraz geçkin olması ve kıtlığın da
yüzgöstermesi, Bedir'de Mekkelilerin mağlûb olması nedeniyle şarkıcılara pek
önem verilmemiş. Kadın Efendimiz'e geliyor. Efendimiz, yine yardım elini ona
uzatmış. Deve vermiş ve ona bir sene yiyebileceği kadar buğday vermiş. Mekke'ye
göndermiş. Ve ö kadın, Peygamber Efendimiz Mekke'ye girdiği, feth ettiği
yıldan itibaren müslüman olmuş. Ve Hz, Ömer dönemine kadar müslümanca yaşamış
bir kadın. Ve bizim sahabî kadınlarımızdan-dır. Yani İslam geçmişi siler. Bu
tür kadınlara, geçmişlerini kendileri söylemesinler, biz de geçmişleri hakkında
tek kelime zaten bilmeyiz, ve onları dile getirmeyiz. Hani bekâret zarı ile
uğraşacaklarına, o zan yaratan Allah (c.c)'ın ahkâmına boyun eğseler daha
rahat ederler. Ayete devam edersek.
«Bu, zulmetmemek için
(kadınlara) en yakın yol budur.» Yani kadınlara zulmetmemek için en yakın yol,
bir tek kadınla evlenmektir. Rab-bim, bir kadın almayı teşvik ediyor. Dört
kadına da izin veriyor. Türkiye'de, bu Batı'ya göre yetiştirilmiş insanlarımız
bunu bilmiyorlar. Dinin emri gibi kabul ediyorlar. Tek kadın teşvik ediliyor.
Dört kadına da ruhsat, izin veriliyor, emredilmiyor.[9]
(4)
«Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla veriniz. Eğer onlar mehirierinden size
güzellikle birşey verirlerse onu afiyetle yiyiniz.»
Evlenirken, nikâh akdi
yapılırken veya nikâh akdinden önce rnihir tesbit edilir. Âzamisi yani en
yukarısı yoktur. Yani rakam olarak yoktur.
Asgarisi vardır.
Efendimiz (s.a.v) döneminde en az verilen mihir iki koyun alabilecek kadar
paradır. Bu asgarisi, en azıdır. Çoğu ise bir koyun da olur, beş koyun da olur,
beşyüz milyon da olur. Onun sınırı yoktur. O kendi aralarındaki gönül rızasıyla
yaptıkları anlaşmaya bağlıdır. Ama yine Efendimiz, «Kadınların en hayırlısı
mihri kolay olanıdır» buyuruyor. Ve kendi kızı Fatıma validemizin mihri öyle
ahım şahım birşey değildir.
Eğer kadınlar kendilerine
vermiş olduğunuz mihri, size yine tekrar hediye olarak iade ederlerse, onu da
afiyetle yiyebilirsiniz diyor Allah(c.c).
Yani iki gönül bir
olduktan sonra samanlık saray olur derler ya; iki gönül bir olduktan sonra kadının
mihri helâl olur. O zaman evde, paradan dolayı çekişme meydana gelmez.[10]
(5)
«Allah'ın size yönetmeniz için verdiği malları, sefihlere vermeyiniz. O
mallardan onları yediriniz, giydiriniz ve onlara güzel söz söyleyiniz.»
Sefih insanlara
mallarınızı vermeyiniz. Sefih; kârını zararından ayırt edemeyen ve malını meşru
olmayan yollarda saçıp savuran adama denir. Sefih; İslam hukuku yürürlükte
olmuş olsaydı, bu âyet-i kerîmeye göre; hani Hilton'da bir gecede şu kadar şişe
patlatmış, şu kadar içki parası vermiş denilen adamların malına devlet el
koyar. Devletin malına, zimmetine geçirtmez. Yine adamın malıdır, fakat o
adamın o mal üzerindeki tasarrufunu önler. Oraya devletin de o adamın da razı
olabileceği bir velî, bir kayyim tayin eder. O adam aklını başına alıncaya
kadar, onun adına devlet, o malı yönetiverir. Yani gayri meşru yollarda malın
saçıp savrulmasını böylelikle engeller. Buradan şu hüküm çıkar; Herkesin İslam
hukukuna göre mülk edinme hakkı vardır. Ama herkes kendi malına, bu mal
benimdir diye istediği gibi haram yolda tasarrufta bulunamaz. Meşru yollarda
tasarrufta bulunur.
Malının tamamını çok
hayırlı bir müesseseye, İslam yolunda verebilir. Ama, bunu gayri meşru bir
yolda kullanma hakkını dinim ona vermez. O malda, toplumun, hakkı vardır. Onun
için, yönetimini devlet kendisi üstleniyor. Ve o adam adına yönetiyor. Yalnız,
hani dinimde komünistlikte olduğu gibi mala el koymak yoktur. O şahıs adına
devlet, o malı yönetiyor. O adam derse ki; "Ben bu işleri yapmaktan
vazgeçtim. Aklımı başıma aldım, bu tür şeylere bir daha girmeyeceğim."
dediği ve bunu da ispat ettiği taktirde, yine o malı kendisine iade ediliyor.
Onun için Allah (c.c), «Onların mallarını vermeyin» dememiş. Mallarınızı sefih
insanlara vermeyiniz ki; Allah sizi onlar üzerine yönetici kılmıştır. Kayyım
kılmıştır. Onların malını siz yönetin. Bu arada onları da aç bırakmayın tabi.
«O mallarından onları rıziklandırınız» yani o adamın eski durumunu da na-zar-ı
itibara alarak. Yani malın sahibi olarak evini işçilerini, kendi yediğini içtiğini
de gözetleyerek, yani sosyal durumunu da nazar-ı itibara alarak, onun geçimini
temin ediniz. «Onları (sosyal durumuna uygun bir şekilde) giydiriniz» «Ve
onlara güzel sözler söyleyiniz.» Yani kırıcı da ol-mayınız, mallarım yönetirken
diyor Allah (c.c).[11]
(6)
«Yetimleri ergenlik çağına gelince deneyin; Eğer onlarda olgunlaşma
görürseniz, mallarını veriniz, zengin (veli veya vasi) yetimin malından
yemesin. Fakir olan (veli veya vasi) ise uygun şekilde yesin. Yetimlerin
mallarını kendilerine verdiğinizde, onlar üzerine şahit bulundurun. Hesap
sorucu olarak Allah yeter.»
Yetimlerin mallarını
yönetiyorduk ya; yetimlerin mallarını yönetirken, çocuklar büyümüşler,
ergenlik çağına gelmişler. Onları ergenlik çağına geldiğinde deneyin. Eğer
onların rüştüne erdiği konusunda siz bir kanaat sahibi olursanız mallarım
kendilerine teslim ediniz. Hani daha önce geçti; yetimin bir dükkanı vardı,
kendi dükkanınız da vardı. İkisini de çalıştırıyorsunuz. Yetim adına
çalıştırıveriyorsunuz. Çalıştırıvermenin karşılığı olarak siz mutlaka takdir
edileni alıyorsunuz (ki âyet-i kerîme şimdi gelecek) ve derken, çocuk buluğ
çağma ermiş, ergenlik çağına gelmiş. Bu arada deneyin. Nasıl deneyin? Dükkanın
başında onu bırakıyorsunuz. Almasına, satmasına, çeklere, senetlere imza
atmasına bakıyorsunuz. Herşeyi düzenli götürüp gidiyor. Yani, bana ihtiyaç
kalmamıştır dediğiniz bir anda, malını kendisine iade ediniz, yani veli ve
vasilikten çekiliniz.
Onun malını saçıp
savurarak yemeyiniz. Onun büyümesinden korkarak, onun, çocuğun büyümesinden
korkarak saçıp savurarak mallarını yemeyiniz.
Yetimin varisi veya
velisi olan kişi zenginse, iffetli davransın, onun malından yemesin. Yani Allah
rızası için onun malım yönetiversin.
Eğer yetimin mâlına
bakan kişi fakirse haddi aşmadan ma'rufa uygun şekilde yiyebilir.
Yetimler ergenlik
çağma gelip, kendi mallarını yönetebileceği kanaati hasıl olunca mallarını
teslim ediniz. Mallan teslim ederken şahidler huzurunda yapınız. Yaptığınız
hukuka uygun olsun. Gönlünüz de rahat olsun. Hile yapar, hukuka da
uydurursanız bilinki, Allah (c.c) hesaba çekmede yeterlidir.[12]
(7) «Anne,
baba ve akrabaların miraslarında erkeklere pay vardır. Kadınlar için de az
veya çok belirli pay vardır.»
Allah (c.c); «Namazı
kılınız» diye emretmiş, fakat kaç rekat kılınacağını öğretmeyi Rasul'üne
bırakmış.Mirasda varislerin paylarının ne kadar olacağını ise Kur'an açık açık
belirtmiş.Çünkü miras yoluyla kişiler haksızlık yaparak haram yerlerse, haramla
beslenen vücudun ibadeti de kabul edilmez.Cahiliye döneminde kadınların
mirastan payı yoktu. Bu âyet-i kerîme ile erkekler ve kadınların mirastan az
veya çok pay alacaklarını haber verir.Günümüzde hâlâ cahiliye âdetlerine uygun
hareket ederek kız çocuklarına mirastan pay vermeyenler var.
"Hocam, biz
kızları gönüllüyoruz. Tarladan dükkandan vermiyoruz ama parayla
gönüllüyoruz" diyenlere "siz paylarını ellerine tapusuyla teslim
edin. Sonra onlar satarlarsa alın." diyorum. "Başkasına satarsa"
diyenlere, "İşte o zaman Şuf a hakkınızı kullanarak onların sattığı
paradan mahkeme kararıyla siz satın alırsınız. İslam hukukunda 'zarar etmek de
yok, zarar görmek de yok." diyoruz.[13]
(8) «Mirasın
taksiminde (varis olmayan) yakın akrabalar, yetimler ve düşkünler hazır
bulunurlarsa onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin,»
Taksim esnasında
ölenin yakınlarına, çevredeki yoksullara ve yetimlere de birşeyler vererek
gönüllemeli.
Anadolu'nun bazı
yörelerinde bu âyet uygulanıyormuş ama birçok yerde uygulanmamaktadır.
Uygulanmamasının sebebi dört mezhebe göre de onbirinci âyetin bu âyeti
neshetmiş olmasıdır. Onun için bunlar feraiz kitaplarına girmemiştir.
Ama siz hukuki bir hak
olarak olmasa bile ölüyü hayırla yadetmeleri için birşeyler veriniz. Mesela,
babanızı çok seven bir yakınına saatini verseniz, öbürüne teşbihini verseniz,
paltosunu bir fakire giydiriverseniz iyi olur. Hz. Ebu Bekir vefat ettiğinde
oğlu Abdurrahman ile kızı Aişe anamız bu âyetin hükmüne uymuşlar.[14]
(9)
«Arkalarında zayıf çocuklar bıraktıklarında bunların durumlarından korkanlar
(başkalarının çocuklarına vasi veya veli olduklarında onlara haksızlık
etmekten) çekinsinler. Allah'dan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.»
Bütün âlemin
çocuklarını kendi çocukların gibi bileceğiz. Öldüğümüz zaman senin çocuklarına
nasıl davranılmasını istiyorsan Öyle davranacaksın.
Malı taksim ediyorsan
haksızlık yapmayacaksın. Veli veya vasiy ol-nıuşsan iyi ve dürüst
davranacaksın. Çocuklarına farklı muamele etmeyeceksin.[15]
(10)
«Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak kendi karınlarına ateş yemiş
olurlar ve yakında aleve atılacaklar.»
Harun-u Reşid kardeşi
BehlüTe; "Nereden geliyorsun?" demiş. O da; "Cehennem'deri
geliyorum" diye cevap vermiş. "Cehennem'in ateşi nasıl?" diye
sormuş, o da; "Orada ateş görmedim" demiş. "Nasıl olur?" deyince,
"Herkes ateşini bu dünyadan götürüyor" diye cevaplamış.
Al-i İmran'in 180'nci
âyetinde de açıklandığı gibi bu dünyada kazandığımız haram mallar ateş olup
boynumuza dolanacak, karnımız da ateş olacak.
Bir insan güle oynaya
kendini yakmak için odun toplarsa, ona deli deriz ve tedavi etmek için gönüllü
gitmezse zorla hastaneye yatırırız.
Tevbe Sûresi'nin 34 ve
35'nci âyetlerinde altın ve gümüşün toplayıp infakta bulunmayanlar için o altın
ve gümüş Cehennem'de kızdırılıp alınlarına, sırtlarına ve böğürlerine
basılacağını haber verir.
Haram, helal demeden
köşe dönmek için ticaret, siyaset, alavere, dalavere herşeyi yapanlar ve
televizyonda da gülerek boy gösterenler birbirleriyle yarışırken, ben şu kadar
odun topladım, ben senden fazla odun
topladım diye
birbirleriyle yarıştıklarını görüyor, onlara üzülüyor ve ıslahı için Rabbime
dua ediyorum.[16]
(11) «Allah,
evlatlarınız hakkında erkeğe, iki kadın hissesi kadarını tavsiye eder. Eğer
kadınlar ikiden fazla iseler terikenin üçte ikisi onlarındır. Eğer kadın tek
başına ise yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa anne ve babasından
herbirine terikenin altıda biri vardır. Şayet ölenin çocuğu yoksa, anne ve
babası ona varis olur. Annesi için üçtebir vardır. (Bu hisseler) yaptığı
vasiyyet ve borcu yerine getirildikten sonradır. Babalarınız ve
çocuklarınızdan hangisi faydalı olmakta size daha yakındır bilemezsiniz.
Bunlar Allah tarafından belirlenmiş hisselerdir. Muhakkak Allah doğruyu en iyi
bilen ve emirleri en sağlam ve hikmetli olandır.»
Dünyada dinime
sataşmak, İslam'ın Batı'da yayılmasını engellemek için yetiştirilen
müsteşrikler ordusunun en fazla istismar ettiği âyetlerden biride budur.
"Kadın erkek
eşitliği istiyoruz" diyorlar. Güreşte, boksta, koşuda," jimnastikde,
sporun bütün dallarında erkeklerle birlikte yarışacağız demiyorlar. Rekorlar
belli, Hiçbir dalda öne geçebilmiş değiller.
Biz ikisinin ayrı ayrı
yaratık olduğunu yarış tır ılm aması gerektiğine inanırız. Lale ile sünbül, gül
ile karanfil yarıştırılmaz.
Bunları ayrı ayrı
yaratan R.abbimiz, özellik ve güzelliklerini de ayrı yaratmış ve onların
fıtratına uygun emirler, hak ve görevler vermiştir.
Kadının mirastaki yeri
olarak birtek şey biliyorlar o da oğlan iki, kız bir alır hükmüdür.
Halbuki kadının anne
olarak aldığı ayrıdır, ölenin hanımı olarak aldığı ayrıdır. Kız kardeşi olarak
aldığı ayrıdır. Kızı olarak aldığı ayrıdır.
Kızı olarak da üç
durum sözkonu sudur;
1. Eğer
ölenin oğlu ve kızı varsa oğullar iki alır, kızlar oğulların yarısını alır.
2. Eğer
ölenin oğlu almazsa, kız da bir tane ise malın yarısını alır.
3. Eğer
ölenin oğlu olmazsa, kızlar da birden fazla iseler malın üçte ikisini
aralarında eşit şekilde bölüşürler.
İşte bu âyet-i
kerîmede Rabbimizin koyduğu kanun budur. Bunu yürürlükten kaldıranlar, inkâr
edenler olduğu gibi, hakim güçlere yaranmak için 1400 sene sonra İngiliz dilini
öğrenerek tefsir doçenti olanlar, İngiliz mantığıyla yürürlükten kaldıranlarla
inkâr edenlerin doğru yolda olduğunu ispata çalıştılar.
İslam'ın bu hükmünü
bugünkü yaşantıya bakarak değerlendiriyorlar.
İslami bir yönetimde çarşıda
dilenen insanı gören devlet yetkilisi onu araştırır, gerçekten dilenme durumuna
düşmüşse devlet başkanının aldığı maaş kadar hazineden aylık verir.
Her insanın sosyal
ihtiyaçlarını devlet karşılamak mecburiyetindedir. Fakirler, miskinler,
yolcular, borçlular, devlet tarafından korunmalıdır. Televizyonda gösterip
"Kocamızın eline bakmak istemiyoruz" dedirtiyorlar. Bu program iş
çevrelerinin çıkarınadır. Bu kapitalistler çalışan kadına az ücret verirler
kimse ses çıkartmaz. Bu kapitalistler çalışan kadına cinsel tacizde
bulunurlar. Bunu da yayınlarlar. Yapılan anketlerde yüzde altmışının cinsel
tacize uğradığını, bu yüzde otuzun da patrona "evet" dediğini
ahlaksız bir dergi yayınladı.
Kocasının elinden para
almak istemeyenler, başkasının elinden birçok tavizle para alma mecburiyetinde
kalıyorlar.
Hepsi için
söylemiyorum. Yüzde kırkı da namusuyla çalışıyor. Benim karşı çıktığım şey,
"Kocamızın elinden para almak istemiyoruz" sözüdür. O el senin
elindir. Senin elin de onun elidir. Siz tek viicud oldunuz. "Sen" ve
"Ben" yok artık."Afiyet olsun yârim, sen yedikçe ben
doydum", mısrası bizim İslam kültürünün mahsulüdür. Bu rejim içinde
yetişenler de "Ben yiyeyim sen bak, otur" mantığını geliştirdiler.
Dinimiz mirasta kadına
yarım vermişse, evlilik hayatında bu, yiyecek, içecek, giyecek ve sağlık
masraflarını erkeğe yüklemiş.
Farzedin ki, bir adam
öldü, dört kızı bir oğlu kaldı. Ölen adamın altı dükkanı var. Bunları İslam
hukukuna göre bölüşecekler. Oğlana iki dükkan, kızlara birer dükkan verilir.
Kızlar evlenirler. Bakımları kocaya ait ve dükkanı kendine ait. Oğlan evlenir.
İki dükkanı var ve aldığı hanımının bakımı da oğlana ait.
Şimdi sorarım,
hangisinin durumu daha iyidir?
Boşanan malı mülkü
olmayan kadınlar bugünkü sistemde olduğu gibi, herkesin malı olmaya
terkedilmezler ve devlet onların asgari geçim parasını verir ki, onun da sının
devlet başkanının maaşıdır.
Babanın mirastaki
durumu üç haldedir;
1. Baba,
ölenin oğlu veya oğlunun oğlu ile bulunursa altıda bir alır.
2. Baba, ölenin kızı veya oğlunun kızı ... ile
bulunursa altıda biri aldıktan sonra varislerin hissesi de verildikten sonra
asabe olarak artanı alır.
3. Baba, Ölenin çocuğu veya çocuğunun çocuğu
olmazsa diğer varisler hisselerini aldıktan sonra asabe olarak artanı alır.
Mesela bir adam
ölüyor, geriye hanımı ve babası kalıyor. Hanım malın dörtte birini alır.
Geriye kalan dörtte üçü ölenin babası alır. Annenin mirastaki durumu da üç
haldedir;
1. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya
kardeşi varsa anne altıda bir alır.
2. Eğer ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu veya
kardeşlerinden biri bulunmazsa üçte bir alır.
3. Eğer
ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu veya kardeşlerinden biri bu-, lunmaz da, ölenin
eşi ve babasıyla bulunursa Ölenin eşi hissesini aldıktan sonra kalanın üçte
birini alır.
Mesela adam ölmüş,
dört dönüm arazi bırakmış. Geriye hanımı, annesi ve babası kalmış, hanımı
dörtte bir hissesini alır. Geriye üç dönüm kaldı. Bu üç dönümün üçte birini
anne alır. Geriye iki dönüm kalır. İki dönümü de asabe olarak baba alır.
Baba, erkek olarak
yine anneden fazla aldı. Ama annenin bakımı babaya aittir.
Mal taksimine
geçilmeden önce;
1. Ölenin
evinde başkasına ait olan emanet veya ödünç alınan eşyalar sahiplerine verilir,
2. Kabrine milyarlık masraflar yapılmadan, cimri
de olmadan teçhiz ve tekfini yapılır.
3. Borçları
ödenir.
4. Vasiyyetleri malının üçte birini geçmiyorsa
yerine getirilir. Sonra taksimine geçilir.
İslam'ın miras
hukukuna sataşanlar bugün uygulamakta oldukları kanunlarla anne ve babalara
zulmediyorlar.
Binbir zorluklar
içinde oğlunu veya kızını okutuyor. Çocuğu İstanbul'da evleniyor. Zengin
oluyor. Anne ve babasını yanına alıyor. Bir müddet sonra çocuk oluveriyor.
Milyarlık zengin oğlanın hanımı ve bir çocuğu olduğu için bugünkü hukuka göre
anne ile baba hiçbir şey alamıyor. Tarlasını tapanını satan anneyle baba
tekrar köye dönüyor ve komşuların vereceği ekmeğe muhtaç ediliyor.
Rabbirniz ise
"Babalarınız ve çocuklarınızdan hangisi size fayda bakımından yakındır
bilemezsiniz" buyurur.
Biz bu miras hukukunun
hikmetine girmeden Allah'dan bir farz olarak kabul edip iman etmişiz.
İslam'ın miras
hukukunu insanlara duyuralım. Ben, bu rejimin harbiyesinde okumuş, çok itibarlı
makamlarda bulunmuş değerli bir insana İslam'ın miras hukukunu anlattım.
Ardından bugün köşe dönücülerin ağızlarının suyunu akıtacak kadar yüksek rakamlı
bir parayı hak sahiplerine dağıttığını gördüm.[17]
(12) «Eğer
ölen kadınlarınızın çocuğu yoksa, miraslarının yarısı sizindir. Şayet onların
çocukları varsa,vasiyyetveya borçların ödenmesinden sonra geriye kalan malın
dörtte biri sizindir.
Eğer sizin çocuğunuz
yoksa geriye bıraktığınız malın dörtte biri kadınlarınızındır. Şayet çocuğunuz
varsa yaptığınız vasiyyet veya borçlarınızdan arta kalanın sekizde biri
onlarındır.
Eğer bir erkek veya
kadına kelâle olarak (baba veya evladı olmadan) varis olunursa, (anadan) erkek
veya kız kardeşinden herbirine altıda bir vardır. Eğer kardeşler ikiden fazla
olursa vasiyeti ve borcu ödendikten sonra kimseye zarar vermeden üçte bir de
ortaktırlar. Bunlar Allah'dan bir vasiyyettir. Allah âlimdir, halimdir.»
Kocanın mirastaki
durumu iki haldedir:
1. Ölen
karısının çocuğu veya oğlunun çocuğu yoksa malın yarısını alır.
2. Ölen
karısının çocuğu veya oğlunun çocuğu olursa dörtte bir alır. Kadının mirastaki
durumu iki haldedir:
1. Ölen
kocasının çocuğu veya oğlunun çocuğu ... yoksa dörtte bir alır.
2. Ölen
kocasının çocuğu veya oğlunun çocuğu ... varsa sekizde bir alır.
Ölenin birden fazla
hamım olması birşey değiştirmez. Herkes dörtte bir veya sekizde bir hissesini
alır.
Kelâle: Baba veya
çocuğu tarafından varisi olmayıp anne bir kardeşleri varis olan kişiyedir.
Veya aynı kişiye varis olan anne bir, kardeşlerine kelâle denir. İkisi de
doğrudur.
Anne bir kardeşlerin
mirastaki durumu üç haldedir:
1. Eğer
ölenin babası, baba tarafından dedesi, oğlu, kızı veya oğlunun oğlu veya kızı
yoksa anne bir kardeş de bir tane ise mirastan altıda bir hisse alır. Bu
kardeşin kız eya oğlan olması birşey değiştirmez.
2. Birinci
durumda açıklanan anne bir, kardeşler birden fazla olursa, mirasın üçte birini
alırlar. Bu durumda erkekle kadın eşit olarak üçte bir paylaşırlar.
3. Ölenin
oğlu, oğlunun oğlu ..., kızı, oğlunun kızı, babası veya dedesi olursa mirastan
birşey alamazlar.[18]
(13) «İşte
bunlar Allah'ın koyduğu kanunlardır. Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse onu
altından ırmaklar akan Cennet'e koyacaktır. Orada ebedi olarak kalacaklardır.
İşte büyük başarı budur.»
Tabiatta herşeyin
kanunu ve sının vardır. Gözümüzün görme sınırı vardır. Çınar ağacım büyüme
sınırı vardır. İnsan boyunun uzama sınırı vardır. Dünya yörüngesinin,
yıldızların sınırı vardır. Sınırı aşan herşey zulmetmeye başlar.
Türkçe'de
"Haddini bil" diyoruz ya, işte bu âyette geçen hudut kelimesiyle
aynı köktendir. Allah'ın da insanlar için çizdiği helal ve haramı ayırt eden
bir sınırı vardır.
Ramehürmüzinin
"Emsal-ül-Hadis" isimli eserinin 84'ncü sahifesinde Ibni Ömer'in,
Efendimiz'den rivayet ettiği hadise uygun olarak "Mümin kazığa bağlı at
gibi" olmalıdır. Helaller sahasında gönlünce dolaşmalı,
haram sınırına
yaklaşmamalı.
Günümüzde yönetimler
Allah'ın sınırlarını, kanunlarım kaldırıp kendileri ithal kanunlar edinmişler:[19]
(14) «Kim
Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse ve sınırlarını aşarsa, onu ebedi olarak ateşe
sokar. Ve onun için alçaltıcı azap vardır.»
Maide Sûresinin 44, 45
ve 47'nci âyetlerini yanlış tefsirler yaparak İslam hukukuna harp açanları
kurtarmaya çalışanlar ve hocalaşanlar, bu âyetin elinden nasıl kurtaracaklar
acaba?
Allah'ın âyetlerini
çıkarlarımız karşılığında satmayalım. Belki bu siyasiler, size inamyordur ve
siz de onları saptırıyorsunuzdur. O zaman sa-pıttıranların cezası iki kat olur.[20]
(15)
«Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara sizden dört şahid isteyin. Eğer şahidlik
yaparlarsa, ölünceye kadar veya Allah onlara bir çıkış yolu verinceye kadar
evlerde tutun.»
Fuhuş: Söz ve
davranışların en çirkinine denir, Bu âyette kinaye yoluyla zina
kasdedilmiştir. Zinanın çok kötü bir davranış olduğunu ifade etmektedir.
Nur Sûresi'in ikinci
âyeti nazil olmadan bu âyet nazil olmuş ve zina eden bir kadının suçu dört
adil, müslüman, erkek şahidle ispat edildiği takdirde ölünceye kadar veya Allah
bir çıkış yolu verinceye kadar evlerde hapsedilmesini emreder.
Ölünceye kadar haps
edilmeyeceği ne işaret ediyor daha sonra gelen cümle.
Allah da çıkış yolunu
Nur Sûresinde göstermiş ve zina eden erkekle zina eden kadının suçları dört
şahidin şehadetiyle sabit olunca, yüzer değnek vurulur demiş.
Niçin dört şahid? Dört
kişinin aynı anda aynı suçun fiilen işlenmesini görmek mümkün değil ki?
denebilir.
Önce şu bilinsin ki,
İslam hukukunda gaye cezalandırmak değildir. Hatta, hakim "şüpheden
yararlanarak cezayı kaldırır"[21]
Peki hanımının zina
ettiğini gören koca bunu dört şahidle ispat etmesi mümkün değil. O zaman ne
olacak? Nur Sûresi'nin altıncı âyeti, kocanın hakim huzurunda mülaane yapması
ile hanımından ayrılır (Bak. Nur 6). Bu kocanın şehadetiyle eşler boşanırlar
ama kadın, had cezasıyla cezalandırılmaz.
Çünkü âyette istenen
dört şahid bulunmamıştır. O takdirde suçu sabit olmamıştır. Niçin boşanıyorlar?
Hanımının zina ettiğini iddia eden bu hususta Allahm lanetine bile razı olan
bir erkekle, o kadının birarada kalmasının ne anlamı olur?[22]
(16)
«İçinizden bu fuhuşu yapanların her ikisine de eziyet ediniz. Eğer tevbe
ederler ve durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Elbette Allah
tevbeyi kabul edendir, Rahmidir.»
Bu sûrenin onbeşinci
ve onaltmcı âyetleri Nur Sûresi'nden önce nazil olmuştur. Zina eden erkekle
kadına hakimin takdir edeceği ta'zir cezasıyla eziyet edilmesi emredilmiştir.
Nur Sûresi'nin ikinci âyeti nazil olunca ikisine de denk ceza indirilmiş ve
hapis cezasıyla eziyet cezası kaldırılmıştır.
Mücahid ise, bu
âyetten kasdedilen iki kişi, cinsel ilişkide bulunai iki erkektir demiş.
Hz. Lud Aleyhisselam'a iman
etmeyen milletin, kötü adeti batının siyasi, sanatçı ve tüccarı arasında
yayılmaya başlayınca, onlara benzemeye çalışanlardan birkaç kişi de İstanbul'da
duyulmaya başladı. Bunların sayısını çoğaltmak için özel gayret gösterenler
televizyonu araç olarak kullanmaktalar.
Bugün bize düşen, bu
yaptıklarının yeni birşey olmadığını, binlerce yıl önce bir milletin bundan
helak olduğunu hatırlatıp, tevbe etmelerini sağlayıp durumlarını düzeltmeye
yardımcı olmaktır.[23]
(17)
«Bilmeden kötülük yaptıktan sonra hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmek
ancak Allah'a aittir. Allah onların tevbesini kabul eder. Allah Alimdir,
Hakimdir.»
Benim mealde
"bilmeden" diye tercüme ettiğim "cehalet" kelimesidir.
Bilmeden günah işlenir mi? Bugün herkes inkârın, faizin, zinanın, kumarın,
hırsızlığın, gıybetin günah olduğunu bilir ve bilerek yapar.
Bilmek yapmak
demektir. Kitaptan yüzme dersi alan, yüzmenin bütün kurallarını bilen biri,
denize düşerse veya atlarsa bilmesi onu kurtaramaz.
Biz kötülükler içinde
yüzen insanların bunu cehaletinden yaptıklarını bileceğiz ve Rabbimiz katında
tevbe kapısının açık olduğunu söyleyeceğiz.[24]
(18) «Ölüm
kendilerine gelinceye kadar kötülük yapıp da, ölüm anında "ben şimdi tevbe
ettim" diyenle, kâfir olarak ölenlerin tevbesi kabul değildir. Biz onlara
elem verici azap hazırladık.»
Âyet-i kerîmede
"ölüm gelinceye kadar" ifadesinin zamanını belirlemek üzere
Peygamber Efendimiz "Can boğaza gelmedikçe Allah, kulun tevbesini kabul
eder" buyurmuş.[25]
Peygamber Efendimiz,
"Doksan dokuz insanı öldürdükten sonra papaza gidip tevbesinin kabul
edilip edilemeyeceğini sorduğunu, "Hayır" cevabını alınca papazı da
öldürüp sayıyı yüze çıkaran,sonra bir ilim ehline gidip yüz kişiyi öldürdüğünü
tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sorduğunu, onun da "Allah'la
kişinin tevbesi arasına kimsenin giremeyeceğini, filan şehîre gitmesini"
söyler. O salih insanların ülkesine doğru giderken ecelinin geldiğini, rahmet
melekleri ile azap meleklerinin çekiştiğini, insan şeklinde bir meleğin gelip
iki şehir arasını ölçmelerini, han-. gisine yakınsa ona göre muamele yapılması gerektiğini
söylediğini, arasının ölçüldüğünde tevbekâr katilin bir karış salih insanların
olduğu şehire yakın olduğunu ve affedildiğini haber verir,"[26]
Biz bu hadis-i
şeriften, kulun günahı ne kadar büyük olursa olsun Allah'ın affedebileceğini
anlıyoruz. Bir de ecelin gelişine kadar tevbe kapısının açık olduğunu
anlıyoruz. Ancak tevbe yeis halinde kabul edilmez, yani bu âyete göre can
boğaza gelmiş dayanmış, işte o anda kabul edilmez demişler.
Tırmîzi'nin Daavad
106'da rivayet ettiği bir hadis-i kudsiye göre kişinin günahı gökyüzüne
(Ayyuka) çıksa, yeryüzünü dolduracak kadar günah işlese, şirk olmadığı
müddetçe istiğfarla Rabbine dua edip, affını ümit etse Allah'ın onu
affedeceğini müjdeler.
Allah'dan ümit
kesmeyeceğiz, ancak Allah affedicidir, diyerek ona isyan etmeyeceğiz.[27]
(19) «Ey
iman edenler, kadınlara zorla varis olmak size helâl değildir. Apaçık fuhuşla
gelmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için onları
sıkıştırmayın. Onlarla hoşça yaşayın. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, umulur
ki Allah hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır kılmıştır.»
Cahiliye döneminde
kocası ölen bir kadın anne-baba evine gitmeden önce biri ona sahip çıkarsa onun
malı olurmuş. Kocasından kalan malıyla beraber istemediği bu adama geçermiş.
Veya yetimin malı vardır.
Onu zorla nikahına alarak malına sahip olunurmuş.
Bugün aynı cahiliye
dönemini yaşayan zengin aileler. Holding imparatorluklarını birleştirmek için
tarafların oğlu ile kızım çağdaş zorlamalarla birleştiriyorlar. "Siz
nikahı kıyın da sonra ikiniz de gönlünüzün çektiğıyle yaşayın, teninizi
başkalarına verin ama malınızı vermeyin" diyorlar.
Rabbimiz bu ayeti
kerimeyle malına varis olmak için zorla kadın alınmayacağını haber veriyor.
Yani yasaklıyor.
Severek aldığınız
eşlerinize gönül hoşluğuyla verdiğiniz mihir ve hediyeleri de geri almayınız
diyor.
Ancak açık bir fuhuş
meydana gelmişse mihri geri isteme hakkı doğuyor. Eşlerimizle hoş geçinmemiz
isteniyor. Tarafların ikisine de bu emir vardır. Hoşunuza gitmeyen bir huyu
varsa hemen ayrılmanız gerekmez. O hoşa gitmeyen huyun gerisinde çok güzel
şeyler gizli olabilir. Bademin kabuğu çok serttir ama içi gayet tatlıdır.
"Dikensiz gül olmazmış". Denizde inci mercan gibi değerli
hazinelerin yanında timsahlar vardır.
Yani bir huyunu
sevmediğiniz eşinizden sevecek bin huy bulabilirsiniz.[28]
(20) Eğer
bir eşi bırakıp yerine başka bir eş almak isterseniz, Ona (birinciye ) yüklerle
altın vermiş olsanız bile hiçbir şeyi geri almayınız. Apaçık günaha girerek ve
iftira ederek mi geri alacaksınız?
Dinimiz evlenmeyi kolaylaştırmış.
Bu günkü rejimde yirmidört saatin onaltı saatinde evlenemezsiniz. Nikah için
gün ve saat verilecek, o güne kadar evlenemezsiniz. Dinimize göre yirmidört
saatin her saatinde evlenebilirsiniz. Belirli devletin ta'yin ettiği şahıs
veya yerde değil, dilediğiniz yerde iki şahid huzurunda evlenilebilir.
Boşanmada
kolaylaştırılmıştır. Ancak bugün mahkemelerde boşanma davalarını açanlar islam
hukukuna iman edenler değildir. İslam hukukuna iman edenler eşlerini Allah'ın
bir emaneti olarak görür ve korurlar. Medeni hukuka iman edenler hayvan alır
satar gibi değiştiriyorlar.
Dinimiz, boşanmaya
karar vermiş kişinin bunu iyilikle yapmasını, hanımına iftira yaparak
boşamamasmı ister. Ve onlara verdiği mihir ve hediye tonlarca altın olsa bile
geri alınmasını yasaklar.[29]
(21) Nasıl
geri alacaksımzki? Birbirinize karıştınız. Onlar sizden sapasağlam söz
almışlar.
Birbirinizle
sarmaşdolaş olduğunuz eşinizle birgün ayrılmaya karar verdiğinizde, ayrılırken
bile güzel aynim. Verdiğiniz mihir ve hediyeleri almayın. Nasıl alırsınız? Çok
iyi günleriniz oldu. Birbirinize karıştınız. Yani sarmaş dolaş oldunuz ve nikah
akdi yapılırken Allah'ın huzurundc sizden söz almışlardı.
Allah'ın kelamı
sözlerin en güzeli. Severek aldığınız, bağrınıza bastığınız eşlerinize verdiğiniz
mihir ve hediyeler, tonlarca altın olsa bile boşanırken geriye almıyacaksınız
buyuruyor.
Yani tonlarca altın-
eşinizin bir gülümsemesine denk değildir.
Milyonlarca dolar, mark,
lira, riyal, yen gibi paralar ağaçdan yapıl' Bir ağaca veya bin ağaca eşinizi
değişemezsiniz.
Hatta İslam hukukuna
göre kadının zülfünün teli terazinin bir tarafına konsa öbür tarafına da
dünyanın bütün altını, gümüşü, yakutu, elması, incisi konsa zülfünün teli ağır
gelir.
İslam hukukunun yerine
batıdan ithal edilen medeni hukukun gölgesinde kadın ticareti, genelevlerde
kanunların gölgesi altında yapılmaktadır.Kadınlar ve erkekler onurunuzu
korumak için islam dinine sanlınız.[30]
(22)
Babalarınızın nihakladığı kadınlarla evlenmeyin. Geçmişte olanlar hariç. Çünkü
bu fuhuştur ve kötü bir yoldur.
En büyük anarşi hukuk.
İslam hukuku Cahiliye dönemini sona erdirirken o dönemde meydana gelen
hakların bir kısmını devam ettiriyor.
Mesela Cahiliye dönemi
hukukuna göre babasının hammıyla yani analığıyla bir kişi evlenebiliyordu. Bu
ayet bu kanunu yürürlükten kaldırıyor. "Ancak geçmişte olanlar
müstesna" diyerek geçmişte yapılan evliliklerin feshedilmesini, yani
ayrılmalarını emrediyor. Ancak o dönemde meydana gelen çocuklar miras
hukukundan doğan haklar kabul ediliyor.
Yani analığıyla evli
olanlar boşanacaklar. Ama o evlilikten doğan çocuklara sahip olacaklar. Bu
ayet ilan edildiği günden itibaren yürürlüğe girmiştir. Analıklarla
evlenilmeyecek.
Babanın nikah yaptığı,
nikâh yapıp gerdeğe girdiği, veya zina ettiği kadınla oğlu, torunu evlenemez.
Eskiden
"koministim" diyen şimdi koministliğinden utanan ve ateistim diyen
bir kaç imansız bu konulan da gündeme getirip "niçin evlenilmesin"
diyerek Ebu Cehil'in cehalet devrini geri getinnek istemişlerdi.
Ama Allah'a hamdolsun
fıtratı temiz insanlar islam tarafını seçtiler ve bu gün gündemde islam vardır.[31]
(23) Size,
anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, oğlan
kardeşinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt
anneleriniz ile süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri , gerdeğe
girdiğiniz kadınlardan olan ve evinizde bulunan üvey kızlarınız- Eğer gerdeğe
girmemişseniz o üvey kızlarla evlenmenizde bir günah yoktur. Kendi sulbünüzden
olan oğulların hanımları ve iki kız kardeşi bir nikahda birleştirmeniz size
haram kılındı. Geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah günahları örtendir,
esirgeyendir.
Ayeti kerimede
zikredilenlerle evlenmek haram. Ancak ayetin işareti yoluyla babaanne,
anneanneler ve yukarıya doğru ne kadar giderse haram olduğuna delalet eder.
Kızlar ve torunlar
aşağıya doğru ne kadar giderse gitsin haramdır. Yani bir kişi torununun
torunuyla evlenemez.
Halalarınız ister babadan,
ister dededen olsun evlenmek haramdır. Teyzeleriniz ister anneden, isterse
anneanneden olsun evlenmek haramdır. Oğlan veya kız kardeşinizin kızları,
torunları ve onların torunları haramdır. Süt anneler ve süt kız kardeşler
haramdır. Buharinin Nikah 20, 21 de rivayet ettiği "Doğumun haram
kıldığını sütte haram kılar" Hadisi ile Müslim Rada 1 de rivayet ettiği
"Neseb yoluyla haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar" hadisine
göre süt baba, süt anne, süt hala, süt teyze gibi yukarda sayılanlar, süt
yoluylada haram olurlar. İstisnaları için fıkıh kitaplarına bakınız.
Hanefi fakihlerinden
Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ilk iki sene içinde emerse süt kardeşi olur.İmam
Ebu Hanife'ye göre ilk otuz ay içinde emerse süt çocuğu olur ve haramlik sabit
olur. Hanefilere göre, bu emmenin az veya çok olması farketmez.
"Emenin, emzirene
nefsi haram. Emzirenin, emene nesli haram" kaidesi bir çok şeyi anlatır,
ama siz bu konularla karşı karşıya geldiğinizde, İslam fıkhını iyi bilen birine
sormayı ihmal etmeyiniz.
İki kızkardeşi aynı
anda nikah altında tutmak da haram. Bir adamın hanımı ölse, hanımının kız
kardeşiyle evlenebilir. Boşadığı hanımın kız kardeşiyle evlenebilir. Ancak
ikisiyle birlikte evlenemez. Geçmişte böyle bir evlilik olmuşsa birini
boşayacak.
Gelinleriniz de haram
kılınmıştır. Oğlunuz ölse veya boşansa gelininizle evlenmeniz size ebediyen
haramdır. O sizin kızınız gibidir.[32]
(24) Birde
evli kadınlarla nikah (anmanız size haram kılındı. Ancak harp esiri olarak
elinizin altında olanlar müstesna. İşte bunlar Allah'ın bir yazısı olarak haram
kılındı. Bunların dışındaki kadınlar-
da namuslu ve zinadan
kaçınanlardan mallarınızdan (mihrînizi vererek) aramanız size helal kılındı.
Onlardan hangisinden nikahla fay-dalanmişsanız, onların farzdan ücretini
'mehrini) veriniz. Mehri takdir ettikten sonra aranızda anlaşırsanız size bir
günah yoktur. Ma-hakkak Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir.
Savaş esiri olarak ele
geçen cariye kadınlar kendi ülkesinde iken evli olsa bile esir düştüğü yerden
esir mübadelesi ile veya fidye ile geri isten-memişse veya esir alan taraf
esirleri iade etmemiş ve bir gazinin eline verilmişse o gazi, o kadınla
evlenebilir. Esaret, nikahın da kopmasına sebeb olmuştur.
Bunun dışında evli
kadınla nikahlanılamaz.
İçinde bulunduğumuz
İstanbul gibi büyük bir şehirde bir kadınla erkek evlenseler, sonra kadının
evli olduğu ortaya çıksa sorumluluk kadına aittir,
Bu esir kadınlarla
evlenmek cinsel ta'ciz değildir. Ta'ciz Bosna'da Sırpların müslüman kadınları
ordusuna teslim etmesidir. İslam hukukunda ise iadesi hiçbir yoldan mümkin
olmayan esirler gazilere teslim edilir. Birtek gaziye teslim edilen kadın
yalnız onundur. O gazi de onunla evlenmek için bir hayız - aybaşı müddeti
bekleyecektir. Yani hukuka uygun hareket edecektir.[33]
(25) Sizden
kim namuslu mümine kadınlarla nikahlanmaya gücü yetmezse ellerinizin altınaki
mümin cariyelerinizden alsın. Allah imanınızı daha iyi bilir. Sîz
birbirinizdensiniz. O halde fuhuş yapmadan gizli dost edinmeyen namuslu
kadınlardan sahiplerinin izni ile mehirlerini güzellikle vererek onları
nikahlayınız. Namuslarıyla yaşarlarsa (ne güzel) Eğer evlendikten sonra fuhuş
yaparlarsa olara (cariyelere) hür kadınların cezasının yarısı vardır. Bu
(cariyelerle evlenme izni sizden günaha girmekten korkanlar içindir.
Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah günahları örtendir, esirgeyendir.
Cariyeyle evlenen hür
bir erkek, o kadının Hz. Adem'in çocuğu olduğunu, kendisi gibi aynı yerden
geldiğini bilecek, ev, elbise, yiyecek, içeceklerinde yani nafakasından ayırım
yapmadan verecek.
Zina etmeyen dost
edinmeyenlerden seçecek eşini.Çünkü temiz erkekler temiz kadınlara, temiz
kadınlar temiz erkeklere layıktır.Ancak zina edenlerden tevbe edip durumunu
düzeltenler de temiz sayılırlar. İbni Mace, Zühd 30 da Efendimizden rivayet
ettiği bir hadise göre "günahına tevbe eden, günah işlemeyen
gibidir" buyurur.
Cariye zina ederse cezası
hür kadının cezasının yarısıdır. Yani elli değnek vurulur.
Zinaya düşmekten
kendini alikoyabilen kişinin cariyeyle evlenmesinden evlenmemesi daha
hayırlıdır.
Bu ayet ve bundan
önceki ayette "o evlendiğiniz kadınlara ücretlerini-mihirlerini
veriniz" cümlesini yanlış yorumlayarak Mut'a nikahına fetva çıkaranlar
olmuş ama Ashab ve tabiinin çoğunluğu bu ücretten kasıd mi-hirdir demişler.[34]
(26) Allah
size bilmediklerinizi açıklamak, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve
tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir hükmünde hikmet sahibidir.
Kur'an-ı Kerim'in tamamını
okuduğumuzda yemek yemenin adabını, kapı çalmanın adabını komşuluk
ilişkilerini, uluslararası ilişkileri devlet yönetimine kadar herşeyi
açıkladığını görürüz.Havada kanat çırpan kuşa kadar herşey hakkında bize bilgi
verir.Geçmişten iyi ve kötü Örnekleri haber vererek kötülükten uzaklaşıp
iyiliğe yaklaşmayı öğretir.Bu arada yaptığımız hatalar için de tevbe etmemizi
ister. Eğer tevbe edersek, tevbeleri kabul edeceğini bildirir.[35]
(27) Allah
tevbelerinizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerinin peşinde gidenler ise sizin
büyük bir sapıklığa meyletmenizi isterler. Şehvetine uyanları yalnız zina
edenler anlamına almayın. Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkıp kendi
nefsinin ürettiği kanun, tüzük, yönetmelik, fikir, ideal gibi şeylere
uyanlardır.
Çağımız zinasız olmaz
deyip de genelevler açıp zina için vesika verenler, faizsiz ekonomi olmaz
diyerek, zenginlere fakirleri kul köle yapanlar, "yabancı dostlarımızla
içki içmezsek olmaz" diyerek sarhoş olup ülkelerinden geçenler, şehvetine
uyan sapıklardır. Bu sapıklar ellerindeki güçleri kullanarak insanları da zorla
saptırmak için çok çalışmışlar ama başarılı olamamışlar. Allaha hamdolsun.[36]
(28) Allah
sizin sorumluluklarınızı hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf olarak
yaratılmıştır.
Allah emir ve
yasaklarında bizim gücümüzü esas almış ve gücümüzün üstünde yük yüklememiştir.
Nefis verip güzeli
yaratıp da evlenmeyi yasaklayarak zina yapmayın dememiş. Zina etmeyin, evlenin
demiş. Zayıf yaratılışımızla evlilik müessesesi olmasaydı biz dayanamazdık.
Buna rağmen günaha girenlere tevbe kapısını açık bırakmış.[37]
(29) Ey iman
edenler, mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.
Ancak aranızda
rızanızla yaptığınız ticaret müstesna. Nefislerinizi öldürmeyin. Mahakkak Allah
sizi çok esirgeyendir.
Müminin nzkı helal
olmalıdır. Helal rızıkda ticaret, ziraat, sanayi, veraset, bağış gibi İslam
hukukuna uygun yollarla olur. Hırsızlık,.rüşvet, faiz, aldatma, yalan söyleme
yollarıyla birbirinizin mallarını yemeyiniz.
"Nefislerinizi
öldürmeyin" yani intihar etmeyin, veya başkalarının canı da canınız
gibidir. Haksız yere adam öldürmeyin anlamındadır. Maide suresinin 32 nci
ayetinde haksız yere adam öldürmenin bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu
haber verir.[38]
(30) Kim
haddi aşarak, haksızlık yaparak bunu yaparsa, yakında biz onu ateşe yaslarız.
Bu, Allah'a çok kolaydır.
Geçimini haram
yollardan temin eden, insana değer vermeyip haksız yere öldüren aslında her
hareketiyle kendini cehenneme biraz daha yaklaştıran insandır.
Bütün orduları ve
teknolojileri ile ülkeleri sömürenler, sömürüye karşı duran insanları
öldürenler iyi bilsinlerki Allah'ın huzuruna teker teker gelecekler. Dünyaya
teker teker geldikleri gibi hesaplarını da tek başlarına vereceklerdir.
Hepsinin hesabını görmek de Allah'a gayet kolaydır.[39]
(31) Eğer
siz yasaklandığınız günahların büyüklerinden kaçınırsanız, bizde sizin
kötülüklerinizi örter ye sizi değerli bir yere yerleştirırız.
Büyük günahlar, Kur'an
ve sahih sünnetin bize haber verdikleridir. Kur'an-ı Kerim'de bir kötülüğü
anlattıkdan sonra "kim onu yaparsa Cehenneme girer" "Allah'ın
la'neti ona olsun" "Biz onu Cehenneme atarız" gibi tehdid
ifadesiyle haber verilenler büyük günahdir.
Hadisi şeriflerde ise
"el Kebairu seb'un" büyük günah yedidir diye başlayıp onları sayan
hadisler vardır. Buhari'nin şehadet 10, istitabe 1 de Müslim, iman 143 de
rivayet ettiği hadislerde ve İbni Kesir'in bu ayetin tefsirinde rivayet ettiği
hadislerde, şunlar büyük günah olarak bize öğretilmiş ve sakınılması istenmiştir.
1- Allah'a
şirk koşmak. Tabiatta cereyan eden kanunları tabiat kendiliğinden yapar demek
tabiata tapınmak demektir. "Bu su, bu çağlayan bu çiçek tabiatın bize
bağışıdır" diyen kişi yer tanrısına tapmıyor demektir. Tabiatı ve tabiat
kanunlarını yaratan Allah (c.c.) a inanması şarttır. İnsanlara doğruyu ve
yanlışı iyiyi ve kötüyü, helal ile haramı öğreten Allah'ın teşrii kanunu olan
Kur'an-ı kabul etmeyip kendisi gibi bir insanın emir ve jyasaklarma öncelik
tanıyan kişi Allah'a ortak koşmuştur.
2- Anne
babaya zulmetmek, gönlünü kırmak.
3- Haksız
yere adam öldürmek.
4- Faiz
yemek.
5- Yetim
malı yemek.
6- Harpden
kaçmak.
7- İffetli
mümin erkek ve kadınlara zina iftirasında bulunmak.
8- Yalan
söylemek, Yalancı şahidlik yapmak.
9- Rızık
endişesiyle çocuğunu öldürmek.
10- Komşu
kadınıyla zina etmek.
11- İçki
içmek.
12- Namazı
terketmek.
13-
Allah'dan ümit kesmek.
14- İslam
toplumundan ayrılmak.
15-
Hırsızlık yapmak.
16- Gıybet
yapmak.
17-
Hicretten sonra İslamın medeniliğinden bedeviliğe dönmek.
Büyük günahları
anlatan özel kitaplar vardır. O kitaplarda yüzlercesi sayılmaktadır.
Efendimizin hadislerinde en önemlileri bildirilmektedir.
Bugün dünyanın her
tarafında can alan, orman yakan evler yıkan anarşinin temelinde Allah'a ortak
koşmak vardır.
Devletim diye ortaya çıkan
insanlar, kanunlar hazırlıyorlar, asker ve polis gücüyle bütün insanları sekiz
- on kişinin iyi, dediğine "iyi" kötü dediğine "kötü"
dedirtmeye zorluyorlar.
İnsanlar yaratilışdan
hür doğdukları için bir başkasının koyduğu kanunlara takılmak istemiyor. Her
kanun koyucu da kendi çıkarlarını ön plana alıyor, ve çıkar kavgaları başlıyor.
Allah'a ortak
koşmayanlar; bütün akılları Allah'ın yarattığını, onun koyduğu kanunlara
uymanın kimseyi rencide etmediğini, yaratana itaat edilmesi gerektiğini, yaratılmış
karşısında eğilinmediğini söyler ve inanırlar.
Bu büyük günahlardan
kaçınılsa, insanlar arasında zengin fakir çatışması da ortadan kalkar.
Büyük Millet Meclisi
yolsuzlukları araştırma komisyonu başkanı "yolsuzluk yapan, köşe dönen,
bankaları soyan yüz kişinin çalıp çırptığı parayla Türkiye'nin bütün köylerine
yol, su elektrik ve hastahane yapılabilir" diyor.
Bunlar küçük
hırsızlar. Bir de küçük devletlerin altın, gümüş, fosfat, petrol, orman yeraltı
ve yerüstü zenginliklerini çalan Amerika ve onun suç ortağı İngiliz, fransız ve
diğer kafir ülkelerin fakir bıraktığı ülkeler.
Bu suçların başı şirk.
Sonra diğerleri gelmektedir.
Biz büyük günahlardan
vazgeçer, pişmanlık duyar, af talebinde bulunursak, Allah küçük günahlarımızı
bağışlayacağını ve iyi yerlere yerleştireceğini bildirir.
Bu dünyada da iyi yere
yerleştirir, dünya da devleti, ahirette de Cenneti verir.[40]
(32)
Allah'ın, sizi kendisiyle birbirinize üstün kıldığı şeyleri istemeyiniz.
Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlarada kazandıklarından pay
vardır. Allah'dan fazlasını isteyin. Muhakkak Allah herşeyi bilendir.
Erkek kadın olmayı
istemesin. Kadın erkek olmayı istemesin. Güreşde, halterde, koşuda, güzellikde,
akılda, şiirde, mimari de dünya birincisi olayım demesin. Allah'ın kendisine
verdiği özellikleri işletsin. Allah'ın yarattığı insanlar arasındaki farklılık
insanlık için rahmettir.
Hepimizin aklını,
gücünü, anlayışını, sevgisini, nefretini aynı ölçüde yaratsaydı dünya çekilmez
olurdu.
Bir gül veya denize
bakan beş milyar insan, aynı kelimelerle aynı şiiri yazardı.
İki güreşçi ölünceye
kadar birbirini yıkamazdı. Beş milyar insan koşuya başlama isteğini aynı anda
duyar, koşar ve aynı dakika, saniye ve salisede varırlardı.
Hepsi aynı rengi
sever, aynı planda ev yapar, aynı şeyleri yer ve aynı anda cinnet geçirirdi.
Yani ayrı özelliklere sahip olmamız dengeyi sağlıyor. Anadolu insanı bu ayeti
"Her akıl bir olsa koyuna çoban bulunmazdı" diye atasözü halinde
türkçeleştirmişler. Kadının iyiliklerinin karşılığı kendine aittir, kötülüklerinin
cezası da kendine aittir. Erkek için de aynıdır. Allah katında değerleri
aynıdır. İmanları, ihlasları ve amelleri oranında Allah'a yaklaşırlar.
Kadının kazandığı
kendinedir. Erkeğin kazandığı da kendinedir. Kadın ve erkek birbirinden
bağımsız olarak mülk edinip işletebilir.[41]
(33) (Erkek
ve kadından) her biri için ana, baba, akraba ve yeminlerinizin bağladığı
kişilerin miraslarından hisse tayin ettik. Onlara hisselerini veriniz. Muhakkak Allah herşeye şahiddir.
Erkek ve kadının varis
olarak durumlarına göre mirasta payları vardır. Bu surenin 11, 12, ve 13 ncü
ayetlerinde bazı varislerin paylarını açıklamıştık. Burada bir de anlaşmalı
varis olan mevla-ı muvalattan bahsediyor.
Cahiliye döneminde
başka ülkeden gelen, varisi olmayan veya nesebi belli olmayan bir insan
diğerine "Sen benim mevlamsın. Ölürsem malım sana kalsın. Suç işlersem
malicezalarımaortak olursun" diyor. O da kabul ediyordu.
İslam dini bunu da
düzenledi. Bu müessesenin yalnız, garip kimsesiz insanların lehine düzenleyerek
kabul etti. Miras konusunda aralarındaki sözleşmeyi hak sahipleri haklarını
aldıktan sonra yürürlüğe koydu.
Mesela: vela sahibi
biri ölünce Eshabi feraiz asabeler, mevle-ı-ataka, zevil erham haklarını
aldıktan sonra kalan maldan hissesini alır.[42]
(34) Allah
bir kısmınızı diğerlerinize üstün kılması, erkeklerin mallarından infak
etmeleri sebebiyle erkekler kadınlar üzerinde kaimdirler. Saliha kadınlar,
itaat eden, Allanın koruduğu gibi (kocasının malını ve namusunu) yokluğunda
koruyan kadınlardır. Geçimsizliklerinden korktuğunuzda onlara nasihat edin,
yatakda yalnız bırakın, onları döğün. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerinde
başka yol aramayın. Muhakkak O çok yüce, çok büyüktür.
Yazıları ve
davranışlarıyla farkına varmadan dinime savaş açanlardan biri bana
Kur'anda" erkekler kadınlar üzerinde hakimdir" diye bir ayet var
mı?" dediğinde hayır böyle bir ayet yok. Ayette "erkekler kadınlar
üzerinde kaimdirler" diye geçer. Kaim, Kayyum, kayyim, Kavvam kelimeleri
aynı kökden türemiştir.
Ayakta tutan, kıvamına
getirip onu koruyan, yöneten manalarına gelir. Vakfın mütevellisine
"Kayyım" denir. Bu kayyim vakfı kendi istediği gibi yönetmez. Vakıfın
şartlarına uygun hareket eder. Aile ocağının kıvamında devam etmesi için Allah
(c.c.) kadının ve erkeğin hak ve görevlerini belirlemiş. Kimse diğerine gayri
meşru bir emir verme veya yasak koyma hakkına sahip değildir. Bu ailede erkeğin
görevi, Allah'ın belirlediği hak ve sorumlulukları yürürlükte kılma
sorumluluğunu ergenlik çağına gelmiş aklı başındaki erkeğe vermiştir.
Peygamber Efendimiz,
"Allah'a isyan olan işlerde kadın kocasına itaat etmez" buyurmuş.[43]
Allah'ın emir ve
yasaklarına ters düşen isteklerde bulunamaz. İstekde bulunursa kadın itaat
etmez.
Evin içinde erkeğin
sözü veya kadının sözü olmaz. "Allah'ın dediği olur. Allah'ın emir ve
yasaklarının olmadığı günlük işleri aralarında danışarak, konuşarak
hallederler.
Bu yönetme hakkının
doğuş sebebi olarak, çoğunlukla erkeklerin kadınlara oranla daha güçlü ve
dayanıklı olmalarından ve evin geçiminin kocaya ait olmasından kaynaklandığını
haber verir.
Saliha kadınlar,
Allah'a gönülden itaat eden, kocasının yokluğunda malını ve namusunu koruyan
kadınlardır.
"Ben saliha olmak
istemiyorum" deyip geçimsizlik başlatan kadınlara gül gibi yüz, bal gibi
sözlerle nasihat etmeli.
Nasihat fayda
vermediği zaman da yatakda üç günü geçmemek kaydı ile ayrı durmalı. O da fayda
vermiyorsa yüzüne vurmadan, kemiğini kırmadan, vücudunda iz yaptırmadan,
doktorun cinnet hjalindeki hastasını kendine getirmek için vurduğu gibi
dövülür.
Ayette dövmeyi üçüncü
sırada zikretmiş. İyi bir insan bu üçüncüye fırsat vermemelidir. Peygamber
Efendimiz aynı anda dokuz hanımla yaşadı, ama hiçbirine tokak vurduğu rivayet
edilmemiştir.
Tokat kişinin
çarelerinin bittiğini, güçsüzlüğünü gösterir. Sekiz yaşındaki kızım Şifa'ya
fena halde kızıp ilk defa tokat vurmaya karar verdiğimde bu ayet beni
engellemiştir.
Kabahat çocukda değil
bende. Çare tükenmemeli, nasihatin bin şekli varsa kullanılmalı dedim ve ondan
sonrada hiç vurmadım.
Ayette kadın
geçimsizlik yaparsa diyor. Ya erkek geçimsizlik yaparsa ne olacak? bu konuda
ayet var mı?
Evet bu surenin 128
nci ayetinde "kadın, erkeğin geçimsizlik yapmasından veya yüz
çevirmesinden korkarsa, aralarını bulmalarında günah yoktur. Sulhetmek
hayırlıdır" anlamında ayet nazil olmuştur. Yeri gelince açıklanacak.[44]
(35) Eğer
aralarının açılmasından korkarsamz, erkeğin ailesinden, bir hakem, '
kadının ailesinden bir
hakem gönderin. Eğer aralarını sulh etmeyi isterlerse Allah aralarında başarı
kılar. Şühesiz Allah herşeyi bilendir. Herşeyden haberdardır.[45]
Eşler arasında uyumlu
geçim esasdır. İki ten bir can olmalıdır, ancak ikisinin de insan olması
nedeniyle bazı tatsız olaylar olabilir.
İslam hukuku insan
oğlu için inmiştir. Romanlarda, pembe bulutlar üzerinde, hayal ülkesinde
yaşayanlara inmemiştir. Onun için mevcud inJ sanın meselelerine çareler sunar.
Bu ayette eşler
arasında ayrılığa götüren bir geçimsizlik baş gösterirse, hakim erkek ve kadın
tarafından iki hakem tayin ederek aralarının bulunmasını ister.
1400 sene önce nazil
olan bu ayet İsviçre'den ithal edilen medeni hukukla ortadan kaldırıldı.
İsviçre kantonlarında yetişen bu hukuk Anadolu bozkırlarında aileler arasında
huzursuzluk meyana getirdi. Yetmiş sene sonra tekrar İslamın hakem usulü gündeme
geldi. Geldi ama yine yanlış geldi. Ayeti kerimede hakemlerin biri erkek
tarafından biri de kadm tarafından olması isteniyor. Çünkü bunlar
ailedendirler. Tarafların çocukluğunu, yetişme tarzlarını, isteklerini,
beklentilerini bilirler. Kendilerinden bir parça olduklarından önemserler.
Hakemler eşlerden
aldıkları vekalete göre yetkilidirler. Islaha veya boşanmaya vekalet almışlarsa
ona göre hareket ederler. Hakim, hakemlere yetki vermişse Hanefi fıkhına göre
arabulmaya yetkilidir. Boşamaya yetkili değildirler. Malikilere göre ise hem
ıslaha hemde boşamaya yetkilidirler,[46]
(36) Allah'a
ibadet ediniz, Ona hiçbirşeyi ortak koşmayınız, ana babaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa,
yolda kalmışa, ellerinizin altında olanlara iyilik yapın. Muhakkak Allah
kibirleneni, böbürleneni sevmez.
İnsanî ilişkilerin
İslamileşmesi lazım, Yunus Emre: "Yaradılmışı severiz yaradandan
ötürü" diyor. İyi bir müslüman olabilmemiz için önce Allah'a kulluk
yapmamız gerekir. Kanun koyucu yalnız odur. Onun yetki
verdiği Rasülüdür.
Kitap ve sünnet ışığında yürüyen devlet başkanıdır. Allah'a başkaldırıp
"ben de kanun koyarım" diyenleri Allah'a ortak koşmayın.
Allah'ın yarattığı,
bizim yaratılışımıza sebeb olan anne vcbabamıza iyilik yapmamız emrediliyor.
Allah'a itaat eden,
ana babaya, müslüman komşuya, müslüman olmayan komşuya, yakın ve uzak komşuya,
yakın arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındakilere iyilik yapmakla
emrolunduğunuza göre, bütün insanlara iyilik yapmakla emrolunuyoruz.
Ev komşusu, asker
arkadaşı, okul arkadaşı, gurbet arkadaşı, velhasıl görüştüğümüz herkes komşu
veya arkadaş oluyor ve biz bunlara iyilik yapmakla emrolunmuşuz.
İyilik ise duruma göre
değişir. Tatlı bir dil, gülen bir yüz iyilik olduğu gibi, borcuna, derdine,
ölüsüne, doğumuna, düğününe yardımcı olmak da iyiliktir.
Günahkarı günahından
vazgeçirmek, müslüman olmayana İslamı tebliğ etmek en büyük iyiliktir.
İmam Ebu Hanife (r.a.)
nin Yahudi komşusu evinin çöpünü her gece Ebu Hanife'nin kapısı önüne dökermiş.
Ebu Hanife de her sabah süpürüp çöplüğe atar ses çikarmazmış. Talebelerine
söylese yahudinin işini bitirirler, ama söylemez. Yıllar böyle geçer, sonunda
yahudi havradaki hahamla Ebu Hanife'nin arasında mukayese yapar ve müslüman
olur. Şahsımıza yapılanlara sabredelim. Hakkımızı helal edelim. Fakat İslama
yapılan saldırıda sabır olmaz.[47]
(37) O
(kibirlenip böbürlenen) ler, cimrilik yapıp insanlara da cimriliği emreden ve
Allah'ın kendilerine fazlından verdiğini gizleyenlerdir. Biz kafirler için
alçaltıcı azab hazırladık.[48]
Otuzaltıncı ayette
herkese eli ve gönlü açık bir mümin anlatıldı.' Bu ayette ise "ben
Allah'dan daha iyi kanun koyarım. Onunki bu çağa uymaz, benimki çağdaş
kanundur" diyerek kibirlenen ve bunu konferans, panel, açık oturumlarda
böbürlenerek anlatanlar, kendileri cimri oldukları gibi başkalarına da
cimriliği emrederler.
Eskiden cimriler
peyniri şişenin dışından yalatırlarmış. Şimdi eline şişeyi de vermezler.
Televizyondan dünyanın dört bucağındaki nimetleri gösterirler. Sonra da bu
nimetlere şu zorba devletin askerlerinin koruması altında filan despot şirket
sahibidir diye armasını gösterirler.
Maun suresinde hergün
bu tür insanların siyasetini okur dururuz: "Dini yalanlar, dine inanmaz,
yetimi azarlar, fakirin doyurulması için teşvik etmez. İhtiyaç sahibinin
ihtiyacını karşılamaz."
Bosna Hersek'de
üçyüzbin insan Hristiyan dünyanın kurşunlarıyla sefalet içinde ölürken,
Hristiyan ülkelerde kişi basma harcanan dolar, su elektrik, kağıt, süt ve etin
istatistik rakamları kabarık ilan edilir.
Cimriye sormuşlar
"yiğit insan kimdir" demişler. "Açlıktan çocuklarının feryadı
Arşı titretirken yüreği titremeyen insandır" diye cevap vermiş. Buna göre
en yiğit insan Hristiyan Amerika ve Avrupadadır.
İslam alemindeki
halkın Bosna Hersek için yüreği yanıyor. Para topluyor. Yerine ulaştıramıyor.
Gitmek istiyor, yollar kapalı. Yavrusunun yanışını çeresizlik içinde seyreden
anne gibi yüreği yanıyor.
Eh o kafirlerin de
yanacağı günler gelecek.
Muhammed suresinin 38
nci ayeti kerimesinde "cimrilik yapan kendisine cimrilik yapmış
olur" buyurur.
İslamın i'lası için
malından cömertlik yapmayanlar, malın tamamını kafirlere kaptırınca anlıyorlar.
Üzerinde secde ettiği
vatanın kafirler tarafından çiğnenmemesi için canından cimrilik yapıp cepheye
gitmeyenlerin, evine kadar düşman gelip canlarını aldığında, cimriliğin
cezasını çeker.
İşçisine karşı
cimrilik yapan iş yeri yanınca uyanır.
Cimrilik bir tür
hastalıktır. Tedavisi gerekir. Buhari'nin Humus 15 de rivayet ettiği bir
hadisde Efendimiz "cimrilikden daha kötü hangi hastalık vardır?"
buyurur.[49]
(38) Onlar
mallarını insanlara gösteriş için harcarlar, Allah'a ve ahiret gününe
inanmazlar. Şeytan kime arkadaş olursa o ne kötü bir arkadaştır.
Cömertlik müslümana
aittir. Kafir insan mal varlığını insanlara dağıtabilir mi? Kur'an-ı Kerim
evet diyor. Kafir insan, insanları Allah yolundan alıkoymak için tonlarca
altınını harcar. Enfal suresinin 36 ncı ayetinde Rabbimiz bize bunu haber
verir. İnsanları dinden döndürmek için mallarını harcayacaklarını ama sonuçda
mağlup olacaklarını haber verir.
Bu gün Bosna Hersek'de
Avrupa, Amerika ve Rusya'nın Sırplara yaptığı silah, yiyecek yardımı tonlarca
altını buluyor. Niçin? sorusuna ise "Avrupamn ortasında müslüman devlet
istemiyoruz" diye cevap veriyorlar.
Bir de tıp
merkezlerine, eğitim ve öğretim kurumlarına büyük miktarda yardım yapan
kafirler var.
Bunlar da insanlık
için verirler. İnsanlardan "aferin" mükafatı plaket veya madalya
alırlar.
Müminler ise
insanlara, hayvanlara ve tabiata yaptıkları iyiliklerinin karşılığını Allah dan
almak üzere yardım ederler.[50]
(39) Allah'a
ve ahiret gününe inanıp, Allah'ın onlara rızık olarak verdiğinden infak
etselerdi, ne olurdu sanki? Allah onları bilmektedir.
Gösteriş için malını
hayır yollarında dağıtanlar ne olurdu Allah'a ve ahirete inanarak Allah için
verselerdi. Büyük miktarlarda malı, parayı dağıtıyor ama, ahirette karşılığını
göremiyor. Çünkü mükafatı verecek olan Allah'ı inkar etmiş. Mükafat olarak
verilecek olan cenneti inkar etmiş.
Gösteriş için cömertlik
yapanlar ahirette karşılığını istediklerinde, Allah (c.c.) onlara "siz
iyiliği "cömert adam" desinler diye yaptınız. O söz size söylendi
karşılığını aldınız" buyuracak[51]
(40)
Muhakkak Allah zerre kadar zulmetmez. Eğer iyilik olursa onu kat kat artırır ve
katından büyük mükafat verir.
Lokman suresinin
onaltıncı ayetinde yapılanların hardal tanesi kadar bile olsa ve o taş içinde
gökte veya yerde olsa Allah'ın huzuruna getirilip değerlendirileceğini haber
verir.
Bu ayette ise
"zerre ağırlığında" diye ifade edilmiş. Yani küçüklükte ne kadar
küçük olursa olsun iyilik ise kat kat sevabını alır. Kötülük yapmış ise
yaptığının karşılığım görür. Çünkü Allah kimseye zulmetmez. Yapmadığı suçdan
cezalandırmadığı gibi, yaptığı suçun tam karşılığını verir.
Lokman suresinin
onaltıncı ayetinde; yaptığın, kaya içinde, gökte ve yerde de olsa Allah'ın
huzuruna getirilir diyor, bu ayetten hareketle atalarımız iyilik yap denize
at. Balık bilmezse Halik bilir, demişler. Biz müs-lüman olarak denize balığa,
gökyüzüne, kuşlara ve insanlara Allah için iyilik yapmaya devam edeceğiz.[52]
(41) Her
ümmetten bir şahid getirdiğimizde, sen de onlar üzerine şahid getirdiğimizde
(halleri) nasıl olur?
Hiç kimse şahidsiz
değildir. Hiçbir toplum da peygambersiz değildir. Nahl suresi otuzaltınci
ayette her ümmete peygamber gönderildiğini haber verir. Peygamberlerin asrında
yaşamayan bizlere de o peygamberlerin varisleri olan alimler şahidlik
yapacaktır. Şeyhul Kurra Abdurrahman Gürses hoca efendi, peygamber efendimize
indirilen Kur'an-ı Kerimi eksiksiz fazlasız bu çağın insanlarına okutmaktadır.
Değerli müfessirlerimiz ingilizce, almanca, fransızca, rusça, Japonca arapça ve
Türkçe bütün dillerde tefsirini yaparak şahidlerden olmaya çalışmaktadırlar.
"Avustralyamn en
ücra bir köyünde İslamdan hiç haberi olmayan kişinin durumu ne olacak?"
diye soru sorarak müslümanları sıkıştırmaya çalışan batı kafalı bir insan
cahilliğini ortaya koyar. Çünkü Kur'an-ı Kerim İsra suresi onbeşinci ayetinde
cevabı verilmiştir.
Avustralya veya
Antartikadaki adamı bırak. Caminin minaresinin karşısındaki evde oturupta
İslamdan haberi olmayan senin durumun ne
olacak? O müezzin günde beş defa çağırdığına şahitlik yapacaktır.
Ayrıca namaz
kıldığınız yer, hayırlı işler yaptığınız mekanlar, yaptığınız zikrullahı
işiten eşya da size şahitlik yapacaktır.
Nur suresinin
yirmidördüncü ayetinin haber verdiğine göre dillerimiz, ellerimiz ve
ayaklarımızda yaptıklarımıza şahidlik yapacaktır.[53]
(42) Kâfir
olanlarla, peygambere isyan edenler o gün toprak olmayı arzu edecek. Allah'dan
bir sözü dahi gizleyemeyecekler.
Nebe suresinin son
sahifesinde de ifade edildiği gibi kâfirler suç ve cezalarıyla karşı karşıya
geldiklerinde toprak olup gitmeyi arzu edecekler ama olamayacaklar. Toplum
içinde suçu ortaya çıkan bir adam da durumunu anlatırken "öyle utandımki
yeryanlsa yere girecektim" der.
Dünyada ve ahirette
utancından yerlere girmek isteyen bir adam durumuna düşmemek için kâfirlik ve
isyan hastalığından kurtulmamız lâzım.
Ağzınızdan çıkan her
kelimeye dikkat ediniz. Hakkı ve halkı rencide etmesin. "Sözler havada yok
olup gidiyor. Elle tutulur birşey değildir" demeyin. Allah katında
ağzınızdan çıkan her kelimenin hesabını vereceğiz.
En'am suresinin yirmiüçüncü
ayeti, müşrikler, müşrik olmadıklarım söyleyecekler diyor. Yani küfrünü
gizlemeye çalışacak ama herşeyi konuşturan Allah kişinin dilini, elini ve
ayaklarını konuşturarak suçunu itiraf edecek.[54]
(43) Ey iman
edenler, sarhoşken söylediğinizi bilinceye kadar, yolculuk hali müstesna
yıkanincaya kadar cünüpken namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculuk
üzere olursanız veya sizden biri heladan gelirse, veya kadınlara dokunur da su
bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediniz; yüzlerinize ve ellerinize
meshediniz. Muhakkak Allah çok afveden, günahları örtendir.
Sigara tiryakisine
sigarayı bıraktırmak için hergün bir sigara azalttırıyorlar. 20,19,18,17,16;15
sonunda bir ve son. Uyuşturucu mübtelasmı tedavi ederlerken de bu metod
uygulanıyor.
Toplumda içki
içmemenin ayıp olduğu bir dönemde onlara peygamber olarak gönderilen Efendimiz
ilk anda içkilerine ses çıkarmamış. İlahi tebliğ metodunda öncelikli olanlardan
başlanmış. Önce kişinin sağlam bir imana sahip olması gerekir, sonra namazla
cemaatlaşma, sonra cemaata zarar verenlerin giderilmesi doğrultusunda ayetler
nazil oldu.
Medine'de İslam
devleti kurulduktan sonra Bakara suresinin 219 ncu ayetiyle içkinin günahının
ticari faydasından daha fazla olduğunu bildiren ayet nazil olunca bir kısım
sahabe hemen içkiyi bırakmış. Sonra bu ayetle "Sarhoşken namaza
yaklaşmayın" yasağı gelince birçoğu yine bırakmış. Çünkü öğleyin içseler
ikindi namazı var. İkindi vaktinde içseler akşam namazı var. Birçoğu bırakmış
bir kısmı içmeye devam etmiş.
Maide suresinin 90
nmcı ayeti nazil olunca içki tamamen yasaklanmıştır. Sahabenin geçilmez büyüklüğü
buradadır. Allah ve Resulünün yasakladığı bir şeyi anında son vermeleridir.
Günümüzde bir kısım
müslümanımız "inşallah, maşallah, Allah kerim" ifadeleriyle yasaklan
çiğnemeye devam ediyorlar.
Bugünden itibaren
alkollü içkilere son.[55]
Teyemmüm: Temiz
toprakla yüz ve elleri dirseklere kadar meshet-mektir.
"Temiz
toprak" ifadesinin içine taşın her çeşidi girer. Mermer, akik, firuze
girer. Halı elbise üzerindeki toz üzerinde teyemmüm yapılır.
Önce niyyet eder,
sonra iki elini toprağa vurur, sonra iki eliyle yüzünü mesheder. İkinci defa
ellerini toprağa vurur. Sol eliyle sağ elini dirseğe kadar mesheder. Sağ
eliylede sol elini dirseğe kadar mesheder.
Sudan bir mil, yani üç
kilometre uzakta bulunan bir insan cünüpse veya abdestsiz ise teyemmüm ile
cünüplükden çıkabilir. Teyemmüm ile ibadetini yapar.
Fıkıh kitaplarımız bir
mil demişler. Meşakkatsiz ibadet etmek gerekir. Ama hasta olan kişiye doktoru
su değdirmemesini emretmişse veya mahkum camdan dışardaki suyu görüyor fakat
ulaşamıyorsa veya hasta suya ulaşamıyorsa teyemmüm ederek namazını kılacaktır.[56]
Siz bulunduğunuz
şehirde İslam yaşamayan kesimin en gözde şık. bayanım seçseniz, sonra günde beş
vakit namaz kılan herhangi bir hanımı alsanız ve her ikisini ikindi vaktinde
bir labaratuarda yüzünü tahlil yaptırsanız, namazını kılan kadın temiz raporu
alır, öbürü pis raporu alır. Çünkü
namazını kılan hanım sabah, öğle ve ikindi namazlarında üçer defa-
dan dokuz kere yüzünü
yıkadı. Öbür bayan ise yalnız makyajını tazeledi.
Doktorlarımızın
açıklamasına göre insan vücudunda milyarlarca hücre ölüp dirilmede. Makyaj ise
o ölü hücrelerin vücudda yapışıp kalmasına sebep olmakta.
Güzel kokular
sürünmeye gelince, müslüman kadın ve erkek bunu sünnettir diyerek sürünür ve
ibadet kaydıyla yapar.
Peygamber efendimiz
"Eşimin benim için süslenmesinden hoşlandığım gibi, ben de onun için
süslenmekten hoşlanırım" buyurur.[57]
(44)
Kendilerine kitapdan bir pay verilenleri görmedin mi? Sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin de yolu sapıtmanızı istiyorlar.
Fahişe, yaptığı işin
kötü olduğunu bilirmiş. Ancak bütün kadınların fahişe olduğunu söyler ve öyle
olmasını arzu edermiş. Çünkü herkes fahişe olursa kendisine fahişe gözüyle
bakılmayacak ve "fahişe" denmeyecekmiş.
Bugünkü ehli kitap
yani Yahudi ve Hristiyan ilim adamları yollarının yanlış olduğunu biliyorlar.
Ancak hasedlerinden İslam yolunda olanlarında kendileri gibi cehenneme çıkan
sapık yollara girmesi için "Birleşmiş milletler"i kurmuşlar ve bu
yola girmeyenleri de Nato askerleriyle öldürmeye yönelmişlerdir.
"Ama hocam bunlar
bize ekonomik ve askeri yardım yapıyorlar. Başarılı öğrencilerimizi
ülkelerinde eğitiyorlar. Bunlar bizim düşmanımız değil, dostlarımizdır"
diyenlere:[58]
(45) Allah
düşmanlarınızı daha iyi bilir. Dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak yine
Allah yeter.
Atalarımız "domuz
derisinden post, kâfirden dost olmaz" demişler.
Ekonomik ve askeri
yardım yapan kâfirlerin emellerinin ne olduğunu anlamayan kalmadı. Belediye
zabıtası mahallerin başıboş köpeklerine belediye bütçesinden ekmek yardımı
yaparak zehirliyor. Oltaya takılan yemle balık tavada kızartılabiliyor.
Bunlar bizi, kasabın
koyunu sevdiği gibi severler ve ekonomik yardım yaparlar. Şeker hastasına
baklava yedirerek iyilik yaparlar.[59]
(46) Yahudilerden
bir kısmı kelimeleri yerlerinden tahrip ediyorlar. Dillerini eğerek dine
saldırarak "işittik, isyan ettik. Dinle, dinlenil meyesice. Bizi de
güt"dediler. Keşke onlar "işittik, itaat ettik, dinle ve bizi de
gözet" deselerdi onlar için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ancak
küfürleri sebebiyle Allah onlara rahmetinden uzaklaştırdı. Onun için onların
çok azı dışında iman etmezler.
"Bizi güt"
diye tercüme ettiğimiz Rama kelimesini Efendimize hakaret olarak
kullanıyorlardı.
Yahudilerin insanlığa düşmanlıkları,
peygamberleri öldürmelerinden, Tevratı tahrif etmelerinden, konuşurken lastikli
kelimeler kullanmaların-
dan, peygamberi
dinlememelerinden, dinlenmesini de engellemelerinden kaynaklanıyor.
"Bugünkü
Yahudilerin suçu ne? Bunlar peygamber öldürmediler. Hz. Muhammed (s.a.v.)
zamanında yaşamadılar. Ona lastikli kelime söyleyerek hakaret etmediler"
diyenler, Yahudilerin bugünlerde sinagoglarında okunan Tevratlarmda "Ele
geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecektir.
Çocukları gözleri önünde yere çarpılacak, evleri yağma edilecek, karılan
kirletilecek ırzlarına tecavüz edilecek" "Çocukları tutup kayaya
çarpan ne mübarektir."[60] diye
yazmakta ve bu emride Filistinde uygulamaya koymaktalar.
Yahudilerin bu huylarından
dolayı laneti hakettikleri haberiyle Rab-bimiz bizi uyarıyor.
Lastikli konuşmalara
son verelim. "İzindeyiz" sözüyle bazılarını memnun edenlerle, gizlice
evlerde bunu açıklayarak "ayının izindeyiz yakalayacağız" diyenler,
iki tarafın da işine yaramayan insanlardır.
Biz yahudilere inat
her yatsı namazından sonra Bakara suresinin son iki ayetini okur ve
"işittik ve itaat ettik Ey Rabbimiz afvını isteriz dönüş sanadır"
deriz.[61]
(47) Ey
kitap verilenler, bir kısım yüzleri silip arkalarına çevirmeden, veya sebt
(cumartesi) halkına lanet ettiğimiz gibi onlarada lanet etmeden yanınızdaki
(kitabı) doğrulamak üzere indirdiğimize
(Kur'ana) iman ediniz.
Allah'ın emri yerine gelmiştir.
Tevratın içindeki
batıl arasında ışıldayıp duran Hak kelamım doğrulayarak, batılın içinden çekip
çıkaran Kur'an-ı Kerime iman etmeleri istenmektedir.
Eğer iman etmezlerse
yine yüzsüz ataları gibi yüzlerinin silineceği ve maymun karakterine
bürünecekleri bildiriliyor.
Ve gerçekten
yüzsüzlükte dünya birincisidirler.
Maymunlaşmaya gelince,
huyları da aynen maymun. Afrikada avcılar maymun avlamak için ağzı dar çömlek
içine fındık koyup ormana bı-rakırîarmış. Maymun gelir çömleğin içine elini
uzatır fındığı avuçlarmış. Elinin içi dolu olunca çömleğin ağzından çıkmazmış.
Maymun da fındığı sevdiğinden bırakamazmış ve avcı onu yakalarmış.
İşte yahudi de aynı.
Altını, markı, doları görünce dayanamayıp atlıyor. Ama her asırda onu
yakalayan Buhtunnasırlar, Hitler çıkıveriyor.
Yahudiler cumartesi
gününün görevlerine riayet etmedikleri için taklidcilikten kurtulamadılar.
Müslüman Türkler de batının isteğine uyarak cumayı değiştirdiklerinden
taklidcilikten kurtulamadılar.
"Yalnız cumadan
ne olur?" demeyin. İnsanın şahsiyeti en küçük tavizle yıpranır. Vücuda
giren küçücük mikrop gibidir taviz.[62]
(48)
Muhakkak Allah kendisine ortak koşulmasını afvetmez. Bunun dışmdakileri
dilerse afveder. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir günahla iftira etmiş olur.
Kur'an-ı Kerimde
üzerinde en fazla durulan birinci konu Allah'a iman ve O'na şirk koşmama
konusudur.
Şirk, çiçeğin köküne
dökülen asit gibidir. Şirk kana giren öldürücü mikrop gibidir. Küçüklüğüne
bakmayın milyonlarca amelinizi götürebilir. Onun için birinci derecede
imanımıza sahip olacağız ve Allah'a şirk koşmayacağız.
Öyle ise şirk ne
demektir? Şirketi bilirsiniz, iki veya daha fazla kişi bir araya gelerek
orktaklaşa iş yaparlar. Ortaklar hisseleri oranında o şirkette söz sahibi
olurlar.
Allah'a şirk koşmak
ise, bu dünya, gökyüzü ve bütün yaratılmışlar üzerinde Allah'dan başka
yaratıcının varlığım kabul etmek, Allah'a ortak koşmaktır.
Bugün Türkiye'de
"Bu çocuklar ve çiçekler tabiatın bize hediyesidir" diyenler
bilinçsiz bir şekilde Allah'ın yarattığı tabiatı ilahlaştırarak Allah'a ortak
kabul ediyorlar. Eski Yunanda iyilikler ilahı, kötülükler ilahı, aşk tanrıçası
gibi Allah'a ortaklar edinirlerdi.
Günümüzde bir kısım
düşünürler insanın kendi kanına, kalbine, gözüne kulağına hakim olamadığım,
bir tek hücresini yaratamadığını, beyninin sırlarını çözemediğini görünce,
"bunları ben yaratamadığıma göre tabiat hiç yaratamaz" diyerek
Allah'a iman etmeye mecbur kaldı.
Ancak bunların içinden
bir kısmı "Allah yeri göğü yarattı, çiçeklerle donattı, ama insanların
idaresini insana bıraktı" diyerek Allah'ın kanunlarını kaldırarak,
kendisim, yaratmadığı insanı yönetmeye kalktı ve başına terör belasını satın
aldı.
Dünyanın her tarafında
devlet yönetimine baş kaldıranların ortaklaşa söyledikleri birşey var:
"Siz hangi üstünlüğünüzle bizi yönetme hakkıriı elinizde
tütüyorsunuz."
Sosyalist
ülkelerdekiler sosyalizme başkaldırırlar, kapitalist ülkelerdekiler kapitalizme
başkaldırırlar. "Bu kuralların doğruluğunu sizden başka kim söylüyor?
yanlış diyenleri cezalandırma hakkını ve cezasını yöntemini belirlemeyi size
kim veriyor? diyorlar ve silaha sarılıyorlar.
Bunlar da üçüncü bir
yanlış grup olarak ortaya çıkıyorlar. Bunlar da: "Bizim dediğimiz dedik
çaldığımız düdük" diyerek bir başka şirk ortamı oluşturmak istiyorlar.
Bir hukuk profesörü
"Hocam Kur'an bindörtyüz sene önce indi. O gün şartlarına uygundu. Günümüz
şartlarına uygun değil" dediğinde:
-"Tabiat
kanunlarım Allah milyonlarca yıl önce koydu, o günün şartlarına uygundu.
Günümüzde bu çiçeğin açması, bu kuşun uçması, bu güneşin doğması, ayın batması
yirmibirinci asra uygun değil diyor muyuz.
Fizik, kimya, biyoloji
bilginleri tabiat kanunlarında bir eksiklik veya fazlalık bulabiliyorlar mı?
-Hayır.
-"Öyle ise
milyonlarca yıl önce koyduğu kanunlar çağımıza uyuyorsa, bindörtyüz yıl önce
indirdiği kanunlar da bize uygundur" deyince, "bunun duyurulması
lâzım hocam" demişti.
Bugün televizyonda
bakan veya genel müdürler konuşurken "şunları bunları yapmamız lâzım ama
anayasa, kanunlar ve tüzükler müsait değil. Değiştirmemiz lâzım" diyorlar.
İki sene önceki hükümet bunları bağlamış. Bunlar değiştirilince kendilerinden sonra
gelecek olanı bağlamak üzere kanunlar yapacaklar.
Bunlar art niyetlimi
ki bunu yapıyorlar? Hayır. Bir çoğu iyi niyetlerle yapıyorlar ama yarını
yaratmadıkları için yarının hangi sorunları getireceğini bilemiyorlar,
Yanlışları Allah'ın kanununa boyun eğmeyerek başkalarının koyduklarına boyun
eğmelerinde.
Şirk: "Allah
kanun koyar ama, ben de koyarım" diyerek Allah'a kendisini ortak
koşmaktır.
Şirk: "Allah
kanun koyar ama, filanın koyduğu kanunlar Allah'ın koyduklarından daha
güzeldir" diyerek o filanı Allah'a ortak koşmaktır.
Böyle inanan insanlar,
bu inançlarından dönmedikçe yaptıkları bütün güzel işleri ona fayda
vermeyecektir. Allah şirki afvetmez. Onun dışında-
ki bütün büyük
günahları Allah dilerse afveder. Burada biraz durmalı.
Günümüz de yeni yeni
bazı şeyleri duymaya başladım. Kırk yıldır haram yemeyen biri "Bir defa
günaha girsem ne olur?" demiş beş kilo altın değerinde parayı birkaç
kişiden dolandırıp bir ev ve araba aldıktan sonra Kabeye tevbe etmeye gitmiş.
Kur'an-ı Kerimde[63]
"Ancak tevbe ettikten sonra durumu düzeltenler" deniliyor. Bu ayete
dayanarak alimlerimiz "tevbe günahın cinsinden olur" demişler.
Yani zimmetine haksız
yere mal geçiren, hırsızlık, dolandırıcılık, soygun, gasp, rüşvet gibi yollarla
haramdan mal kazananların tevbesi o mal varsa aynısını, yoksa en sonverdiği
andaki değerini ödedikten sonra Allah'dan af talebinde bulunmalıdır.
Kul hakkıyla Hakkın
huzuruna varmamaya dikkat edelim.[64]
(49)
Kendilerini temize çıkaranları görmedinmi? Hayır, Allah kimi dilerse onu temize
çıkarır. Onlar iplik kadar haksızlığa uğratılmazlar.
Yahudiler ve
hristiyanlar kendilerini Allah'ın çocukları ve sevgili kulları olduklarını
iddia ediyorlar.[65]
Peygamberleri ve
adaleti emreden doğru insanları öldürmelerinin sebebi kendilerinin cehennemde
sayılı günlerde yanacaklarına sonra çıkacaklarına inanmalarındandır.[66]
Allah (c.c )bu ayeti
kerimesiyle kimsenin kendini temize çıkaramayacağını, Ancak Allah'ın temize
çıkaracağını haber veriyor.
Her suçlu kendisinin
suçsuz olduğunu söyler ama, Allah herkesin ne yaptığını bilir ve herkese
yaptığının karşılığını verir. Kimseye fitil kadar, zerre kadar zulmetmez.
Peygamberler ve
peygamberlerin cennetle müjdelediği insanların dışında hiçbir kimse "ben
cennetliğim demesin. Veya filan cennetliktir demesin. Ama "Müminler
cennettedir. Kalbinde zerre kadar imanı olan cennete gidecektir"
Hadislerini söylesin.[67]
(50) Bak
Allah'a karşı nasıl yalan uyduruyorlar? Apaçık günah olarak bu yeter.
Ellerindeki dünyevi
imkanlara bakarak kendilerinin Allah'ın sevgili kulu ve çocukları olduklarım
söyleyenler, Allah'a iftira yapmaktalar. Günah olarak bu yeter onlara.
İslam ve iman nimetini
tadanlar da, Allah'a hamdetmelidirler ve Allah'a kul olmaya layık olmak için
çok çalışmalıdırlar. "Allah beni cennete koymayıp da şunları mı koyacak"
diyenler cehenneme giderler. Allah korusun.[68]
(51)
Kitapdan biraz pay verilenleri görmedin mi? Puta ve Allah'a kaldıran put
adamlara iman ediyorlar ve kâfirler için "bunlar iman edenlerden daha doğru yolda"
diyorlar.[69]
(52) İşte
onlar Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir. Kime Allah lanet ederse,
ona sen yardımcı bulamazsın.
Kendilerine kitap
verildikten sonra onu tahrif eden, peygamberlerini öldüren bu yahudiler
kendilerine yeni yeni ilahlar edindiler ve onlara tapındılar.
Bir tarafda Allah'dan
geldiğini iddia ettikleri Tevrat, diğer tarafda put adamların koyduğu
protokollar. Böyle hakkı batılla karıştırdılar.
Karışık bir
imansızlıkla etraflarına bakınca kâfirleri müslümanlara tercih ettiler de,
Allah'ın lanetini hakettiler. Yahudiler eskiden öyle imiş. Ya şimdi nasıl?
Şu andaki yahudiler
dünyanın her tarafında yaşayan kâfirlerin hepsini müslümanîardan üstün görürler
ve onlara yardım ederler.
Amerika'da şeytana
tapanlarla, Tibette fareye tapanları dahi müslümanlara tercih ederler. Niçin?
Hak dinin İslam dini
olduğunu bildiklerinden vede haset ettiklerinden. Yani bu din bize gelmeliydi.
Bizim dışımızdakilere geldi diyerek düşmanlık yapıyorlar.[70]
(53) Yoksa
onların bu mülkde bir payımı varmış. O takdirde onlar insanlara bir çekirdek
bile vermezler.
Allah'ın
hükümranlığında ortağı yoktur. Peygamberliği dilediğine verir. Bu konuda
hiçbir insanın isteğinin etkisi yoktur.
Yaradılmışlar
üzerindeki tam hakimiyet Allah'a aittir. Biz kanımıza
kalbimize hakim
değiliz. Allah'ı inkâr eden Ateist ve Atarit, Allah'ın verdiği dille inkâr
eder. Onun verdiği elle inkârını basın yoluyla Allah'ın kullarına duyurur.
Kendi kanının akmasına
etkisi olmayan bir insan, Allah'ın kanunlarına karşı kanun koyup insanlar
üzerinde hükmetme tarafına giderse, bir kısım insanlara, çekirdeğin üzerindeki
zarı bile fazla görür. Bugün batının uygulaması bu ayeti doğruluyor. Batı
toplumu fazla beslenme neticesinde ölüyor.
Eski korsanlar
organize olup devlet kurarak adına Amerika, İngiltere gibi isimler vererek,
Afrika ve diğer kıta insanlarını soyup soğana çevirip gitmişler. Ellerindekini,
toprak altındakileri aldıkları gibi şimdi içkiden, viskiden, şampanyadan
parçalanan ciğerlerini yenilemek için başka insanları canlı öldürüp
ciğerlerini söküp götürüyorlar.
Rabbimin emrine uyalım.
İnsanı insanın insafına bırakmayalım.[71]
(54) Yoksa
Allah'ın fazlından insanlara verdiğine haset mi ediyorlar? Biz ibrahim
ailesine kitap ve hikmeti verdik, ve onlara büyük bir mülk verdik.
Bu ehli kitap herşeyin
en iyisine kendilerinin layık olduğuna inandıklarından yeryüzündeki nimetlerin
kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri gibi gökyüzü nimetinden olan kitabın,
peygamberliğin ve hikmetin de kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar.
Kendilerinden
başkasına peygamberlik gelince de hemen hased ediyorlar.
Bugünkü yahudi ve
hristiyanlar da 1400 sene önceki atalarının yolunda devam edip hasetlerini
sürdürüyorlar. Filistinde kimsesiz bıraktıkları çocukların Allahu Ekber
demeleri karşısında küçüldüklerini, ezildiklerini hissediyor ve hristiyan imparatoru
Amerikadan müslüman çocukları öldürmek için yardım istiyor.[72]
(55) Onun
için onlardan bir kısmı ona iman etti, bir kısımda ondan yüz çevirtti.
Tutuşmuş cehennem ona yeter.
Yahudi insandır.
Hristiyan insandır. Allah'ın yarattığı yüreği taşımaktadır. Aklını başına
alanlar büyük ticaret yapıyor ve yalnız yetmiş seksen senelik hayata aldanmayıp
ölüm sonrasına da yatırım yapıyorlar.
Hz. Musa'yı, Hz.
İsa'yı gönderen Allah Hz. Muhammedi de gönderdi. Tevrata, İncile, iman
ettiğimiz gibi Kur'ana da iman ettik diyorlar. Kur'an nazil olurken iman eden
yahudi ve hristiyan olduğu gibi günümüzde Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa
gibi ülkelerde İslamın yayılışı kâfirleri korkutmaktadır.[73]
(56)
Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında ateşe yaslayacağız. Derileri pişdikçe
azabı tatsınlar diye başka deriyle değiştireceğiz. Muhakkak Allah Azizdir,
Hakimdir.
Cehennemdeki
kâfirlerin cezasında hafifleme yok. Af yok. Ceza müebbeddir. Bazı
müslümanlarımız dahi Kur'an okumadan hristiyan mantığıyla "cehennemde
ceza ruhidir bedensel değildir" deyiveriyorlar.
Bu ayeti kerimede bu
iddia çürütülüyor. Derileri her yanışında yeniden tazeleniyor. Yanıp bitmiyor.
Günümüzde Ateistin
biri "Cehennem insan haklarını ihlal ediyor" diyor. Dikkat edin bu
ülkenin insanı batının kusmuğunu beyninde taşısada, ben ateistim diyerek
şöhret.olmaya çalışsa da farkına varmadan ağzından cehennem inancı olduğu
ortaya çıkiveriyor.
Bunlar rejimin
çıldırttığı insanlardır, yardıma ihtiyaçları var. Lütfen bu insanların tedavisi
için Kur'an reçeteleri uygulayın.[74]
(57) İman
edip ameli salih işleyenleri ise, yakında orada sonsuza kadar kalmak üzere,
altından. ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Orada onlara tertemiz eşler
vardır. Ve onları koyu gölgeye koyacağız.
İman ve imanın çiçeği
olan ameli salih işleyenler, yanmanın ve donmanın olmadığı, çiçeklerinin
solmadığı, sevgililerin ihtiyarlamadığı, her an yepyeni bir güzellikle
göründükleri cennette ebedi kalacaklardır.
Ebedi yaşanan yerde
usanılmaz mı? Sorusuna "Tecellide tekrar yoktur" diye verilen cevap
ne kadar güzel.
Dünyada her nefesimiz
bizi ölüme yaklaştırır. Doğup batan her güneş bizim ağzımızın tadından
birşeyler götürüp ihtiyarlığa yaklaştırıyor.
Cennette ise her an
yeni bir güzellik, tazelik ve tadla karşılaşılacaktır.[75]
(58)
Muhakkak Allah size emanetleri ehline vermenizi, hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Muhakkak Allah
işitici ve görücüdür.
Vaaz veren hoca
"Kur'anda herşey var" demiş. Dinleyenlerden biri "saatim bozuldu
Kur'ana bir bak ne diyor" deyince hoca bu ayeti okur ve bir saatcıya
gitmesini söyler.
İnsanı baytara muayene
ettirmiyoruz. Bu konuda oylamayada gitmiyoruz. Okuma yazma bilmeyeni okula
öğretmen tayin etmiyoruz. Bunun öğretmenliğini halk istiyorsa öğretmen yapalım
diye oylamayada gitmiyoruz. Filan köydeki üfürükçüyü tıp fakültesine dekan
yapalım mı diye oylamaya sokmuyoruz.
Altmış kişilik otobüsü
yolculardan kim sürsün diye yolcular arasından oylamayla şoför seçmiyoruz ve
ehliyetli şoföre canımızı emanet ediyoruz.[76]
(59) Ey iman
edenler, Allah'a itaat ediniz. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat
ediniz. Herhangi bir şeyde çekişirseniz, eğer Allah'a ve ahiret gününe iman
ediyorsanız onu Allah'a ve Rasu-lüne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve sonuç
itibariyle daha güzeldir.
Elli sekizinci ayette
adaletle hükmetmemiz isteniyor. Peki kişi nasıl adil olabilir? İnsanların
akılları, parmak çizgileri kadar farklıdır.
Herkese göre adalet
anlayışı ayrılır. Beş milyar insan varsa beş milyar ayrı anlayış var demektir.
Bosna'da, Filistin'de, Keşmir'de, Afganistan'da milyonlarca müslümamn
hristiyan silahıyla ölmesine, batının adalet anlayışındaki farklılık sebep
olmuştur.
Onun içindirki Allah
(c.c.) doğruyu bulmak için Allah'a ve Rasulüne ve bu ikisi doğrultusunda yöneten
müslüman devlet başkanına itaat etmemiz emredilmektedir. İhtilaf olduğunda
insanların akılları kadar ileriyi görebilen sınırlı kanunlara sıkışıp kalmayıp
doğrudan Allah'ın kanunlarına müracaat edilirse sonucun daha güzel.olduğu
haber veriliyor.[77]
(60) Sana
indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenlerin Tağut
(put adamlar) önünde muhakeme olmalarını istediklerini görmedin mi? Halbuki
onları inkâr etmekle emrolun-muşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa
düşürmek ister.
Allah'a iman ettiğini,
fakat çağdaş putların koyduğu kanunların daha güzel olduğunu söyleyen münafık
kâfirleri haber veriyor. Tağutun kanunları güçlünün yanındadır. Çıkar
çevreleri de dünyevi çıkarları için inanmadıkları kanunları koruyarak, kula
kul olmayı ve Allah'a isyan etmeyi tercih ederek, ahireti satıp dünyayı satın
alıyorlar ve böylece tamamen sapıtıyorlar.[78]
(61) Onlara
"Allah'ın indirdiğine ve Rasule gelin" dendiği zaman, münafıkların
senden tamamen uzaklaştığını görürsün.
Allah (c.c.) günümüz
münafıklarının röntgenini bize sunuyor. Bugün müslümanlar bu münafıklara
"geliniz Allah ve Rasulünün emir ve yasaklarma uyunuz.Batının peşinden
yetmiş sene gittîniz bir arpa boyu ilerleyemediniz” denildiğinde sineğin gülden
kaçtığı gibi müslümanlardan uzak durmaya çalışıyorlar.[79]
(62) Nasıl?
Elleriyle yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, sonra
"Biz ancak iyilik yapmak ve arayı bulmak istemiştik" diye yemin
ederler.
Ancak başlarına bir
bela gelince de yaltaklanırlar, kâfirler gibi açık ve mert düşman değiller.
Cami ile kilise arasında kalan iki yüzlüler, bir oraya bir buraya koşarak iki
taraftan da faydalanacağız derken, iki tarafı da kaybediyorlar.[80]
(63) Onlar
öyle kişilerdir ki, Allah onların kalplerindekini bilir. Sen onlardan vazgeç ve
onlara va'zet. Onlar hakkında beliğ (az,öz, ve etkili) söz söyle.
Münafık, iki yüzlülüğünü
müslümanlardan gizlese bile Allah'dan gizleyemez. Bize düşen görev, onları
bilip bilmezlikden gelerek nasihat etmek az, Öz, ve etkili sözler söyleyerek
münafıklık hastalığından onları kurtarmak.[81]
(64) Biz
gönderdiğimiz her peygamberi Allah'ın izni ile itaat olunsun için gönderdik.
Keşke onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de, Allah'a istiğfarda
bulunsalardı da, Peygamber de onlar için istiğfar etseydi. Muhakkak Allah'ı
tevbeleri kabul edici ve merhamet edici olarak bulacaklardı.
Günümüz münafıklarına
düşen görev; hemen münafıklıktan vazgeçip Allah'ın kitabına, Rasulünün
sünnetine dönerek geçmişi için Allah'a tevbe etmekdir.
Müslümanlara düşen
görev ise: yıllarca müslümanlar aleyhine çalışan bir insanın İslama girmesine
sevinip geçmişi için istiğfarda bulunmaktır.[82]
(65) Hayır,
öyle değil. Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarındaki çekişmede seni hakem
tayin etmedikçe ve senin verdiğin hüküme yüreklerinde sıkıntı duymadan teslim
olmadıkça iman etmiş olmazlar.
Allah'a ben de yemin
ederimki bugün Allah'a kitaba iman ettiğini söyleyerek müslümanları kandırıp
makam ve mevki elde edenler, o makama gelince, biz ancak batı kanunlarına
uyarız, Kur'an bindörtyüz sene önce inmiştir, zamanı geçmiştir diyenler de
kâfir olurlar.
Allah'a çok şükür biz
bu tür insanlardan değiliz. Ancak ayetin devamında aleyhimize hüküm çıktığında
gönül rahatlığıyla kabul etmemiz istenmektedir.
O şanlı ecdadımız bunu
ifade etmek için "Şeriatın kestiği parmak acımaz" demişler.[83]
(66) Eğer
onlara "nefislerinizi öldürünüz veya ülkenizden çıkınız" diye yazmış
olsaydık, çok azı müstesna onu yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine va'z edilen
şeyi yapmış olsalardı onlar için daha hayırlı ve yerleşmesi daha sağlam olurdu.
Allah (c.c.) İbrahim
peygambere (s.a.v.) oğlunu kesmesini emreder. O da alır bıçağı kesmeye kalkar.
Oğlu İsmail'de babasına "Babacığım emrolunduğunu yap" diye boynunu
gösterir. Rabbimiz de İbrahim'ine kesmesi için koç gönderir, ama İbrahim'i de
dost edinir. Sevdiği için her-şeyini vermeye hazır olandır dost.
Biz canlarımızı ve
mallarımızı Allah için vermeye hazır olmadığımız müddetçe dünyada devlete ve
izzete, ahirette cennete varmamız mümkün değildir.[84]
(67) O zaman
onlara tarafımızdan büyük mükâfat verirdik.[85]
(68) Ve
onları muhakkak dosdoğru yola çıkarırdık."
Allah'ın dini
doğrultusunda can ve malını verenler, karşılığında cennet satın aldıklarından
ticarette kazançları çok fazla olur. Ücretleri çok büyük olur ve Allah onlara
dosdoğru yolu verir.[86]
(69) Kim
Allah'a ve Rasulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, sıddıklar, ve şehitler ve salih-lerle beraberdirler. Onlar ne
güzel arkadaşlardır.[87]
(70) İşte bu
Allah'dan bir Iütufdur. Bilen olarak Allah yeter.
Bu dünyada bile
hırsızlar, katiller, sapıklar, sarhoşlar, yankesiciler, soyguncularla beraber
olmak istemeyiz. Aynı apartmanda oturmak sıkıntı verir, iyi ve temiz insanları
ararız.
İnsanların en
değerlisi peygamberlerdir. Sonra onları diliyle, canıyla,
malıyla tasdik
edenler, sonra şehitler, sonra salihler gelir.
Ahirette bunlarla
beraber olmanın yolu Allah'a ve Rasulüne itaattan geçmektedir. Ahirette
bunlarla beraber olmak da Allah'ın mü'mınlere bir lütfudur. Allah (c.c.) az
amellerimizi çok kabul ederek lütfundan, kereminden, rahmetinden bize bunlara
komşu olmayı nasip edecektir.
Çakalların gölgesinde
zillet içinde yaşamaktansa, kâfirlere komşu olarak yaşayıp onların artığıyla
rahat gibi görünen alçak bir hayatı çekmektense, izzet içinde ölüp şehidler
kervanına katılmak daha değerlidir.[88]
(71) Ey iman
edenler, kendinizi koruyacak önlemler (silahlar v.s.) aliniz. Gurup gurup harbe
çıkınız veya topyekün seferber olunuz.
Düşmanımız. İnsanların
İslama giden yolunu engelleyenlerdir. Allah'ın yarattığı canları Allah'a isyan
ettirerek cehennemdeki ateşe atanlardır.
Bir toplumu sapık
eğitim yollarıyla topluca ateşe atan, dinsizlerdir. Bunların zararsız hale
getirilmeleri için ilmi dirayete, medeni cesarete sahip insanlar yetiştirmek
görevimizdir.
Suyun yumuşaklığından
çiçekler, çemenler, ağaçlar anlar. Demiri yumuşatmak için, denizleri dökseniz
yumuşamaz. Demiri ateşle eritir, çekiçle döğerseniz istediğiniz şekli
verirsiniz. İşte bir kısım kâfirler de katı demirler gibidir. Kur'an'ı ve
insanları kâfirleştirerek cehenneme atmaya kalkarsa, onu da engellemek için
silaha sarılmir.[89]
(72)
Muhakkak içinizden öyleleri vardır ki ağırdan alır da geri kalır. Eğer size bir
musibet gelirse "onlarla beraber olmadığım için Allah bana lütfetti"
der.
Müslümanlar arasında
kendini gizleyen münafıklar, müslümanlarla beraber İslamî hizmete koşmada ağır
davranırlar. Müslümanlar, kâfirler tarafından yakalanır, cezalandırılırlara
ağır davrandıklarına, müslüman-larm arasında bulunmadıklarına sevinirler.
Müslümanlar ise bulunamadıklarına üzülürler.[90]
(73) Eğer
size Allah'dan bir nimet isabet ederse, sanki sizinle onlar arasında hiç bir
sevgi yokmuş gibi "Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da, büyük
ganimetler elde etseydim" diyecektir.
Münafığın bu hastalığa
tutulmasının sebebi, ahirete inanmayıp herşeyin bu dünyada olduğuna
inanmasıdır. Para, şan ve şöhret kimin tarafında ise o tarafa koşar.
Bu dünyada top
gibidir. Kafirlerle Mü'minler arasında elden ele geçip durur. Kâfirlerin devlet
kurduğu çok görülür ve halen de vardır. Ancak münafıkların kurduğu bir devlet
yoktur.
Onlar ne onlardan, ne
bunlardandırlar. İki sürü arasında gezip dururlar. Camii ile kilise arasında
ömür bitirirler.[91]
(74) Dünya
hayatını verip ahireti satın alanlar artık Allah yolunda harbetsin. Kim Allah
yolunda harbeder, öldürülür veya galip gelirse yakında ona büyük mükâfat
vereceğiz.
Asıl yurt olarak
ahireti kabul eden mü'minler, bu dünyayı geçici ve ahiret için bir tarla kabul
ederler. Burada ekdiklerini biçeceklerinden, ahi-rette karşılaşmak istedikleri
şeyleri ekerler.
Allah'ın dininin
hakimiyeti yolunda en değerli canlarını vermekden kaçınmazlar. Allah (c.c.)
dini uğrunda canını verenlerin veya gazi olanların büyük mükâfatla
karşılaşacaklarını haber veriyor.[92]
(75) Size ne
oluyor ki: Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz, ahalisi zalim olan şu ülkeden
bizi çıkar. Bize tarafından bir dost gönder ve bize tarafından bir yardımcı
gönder" diyen zayıf bırakılmış erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
çarpışmıyorsunuz?
Müslümanlar yeryüzünde
insanlara iyiliği emretmek kötülükten alıkoymak için çıkarılmış en hayırlı
ümmettirler. Bundan rahatsız olan, "hayat yalnız dünya hayatıdır"
diyen kâfirler, tarih boyunca peygamberleri ve ümmetlerini öldürmeye teşebbüs
etmişler ve bir kısmını öldürmüşler, bir kısmını yerinden yurdundan göçe
zorlamışlar. Çocukları öldürmüşler, yaşlıları yakmışlar.
Geçmişde yapmışlar da,
günümüzde yapmıyorlar mı? Günümüzde ikibinli yıllara yaklaşırken medeni diye
tanıtılan batılı hristiyan devletler elbirliği yaparak, Avrupa'nın ortasında
Bosna'da bir milyona yakın insanı çocuk, kadın, genç, ihtiyar ayırımı yapmadan
Öldürüyorlar.
Akrebin görevi sokmak,
ateşin görevi yakmaktır. Allah (c.c.) bize yardım etmemizi emrediyor. Müslüman
olmakdan başka suçu olmayan bu insanların feryadını duymamızı ve onları yakmak
için benzin döken elleri kırmamızı emrediyor.
O müslümanlara yardım
elini uzatan onların velisi oluyor. Veli olmak isteyenlere bir fırsat, buyurun
mazlumlara, müstez'aflara yardım ediniz.[93]
(76) İman
edenler Allah yolunda çarpışırlar. Kâfirler ise Tağutlar (put adamlar) yolunda
çarpışırlar. Öyle ise siz şeytanın dostlarını öldürünüz. Muhakkak şeytanın
hilesi zayıftır.
Toprak parçası için
savaşılmaz. Irkçılık yolunda savaşılmaz. Ancak üzerinde secde ettiğimiz,
Allah'ın kanunlarını icra ettiğimiz bir karış toprağın da düşman geçmemesi
için canımızı veririz. "Biz Allah için harbe-deriz" derken niçin,
nasıl, kime karşı ne zaman harbedeceğimiz bizi yaratan Allah (c.c.) belirler.
Onun koyduğu kuralları aşmayız.
Kâfirlerde
tapındıkları insanların kanunlarının ayakta kalması için savaşırlar. Onun
uğrunda mallarını harcarlar. Çünkü çıkarları putlarının hakimiyetiyle kaimdir.
Onun yıkılmasını istemezler. Ancak onların hile, tuzak, plan ve programlarının
gayet zayıf olduğunu, örümcek ağına benzediğini ve o zulüm ağını parçalayıp
temizlememiz gerektiğini emreder.[94]
(77)
Görmedin mi? Onları ki onlara (harpden) "ellerinizi çekin, namazı dosdoğru
kılın, zekatı verin" denilmişti. Ne zamanki onlara harp farz kılındı, bir
de bakmışsın ki onlardan bir kısmı Allah1 dan korkar gibi veya daha fazla
insanlardan korkmaya başladılar. Ve onlar "Rabbimiz bize harbi niçin farz
kıldın? Yakın bir zamana kadar geciktirseydin" dediler. Deki: Dünya malı
azdır. Allah'dan sakınanlar için ahiret daha hayırlıdır. İplik kadar dahi
haksızlığa uğratılmayacaksınız.
Düşmanın yokluğunda
atıp tutanlar, mangalda kül bırakmayanlar, Allah bize de harp emri verse de
kesip biçsek diyenlerden korkulur.
Gül "ben güzelim,
ben güzelim" diye bağırıp durmaz. Açar, koku saçar, bülbülü kendine aşık
eder ve güzelliğini bülbüle söyletir.
Gerçek er kişiler de
yiğitliğin destanını yazdırırlar. Para karşılığında destan okuyan adam gibi
olmazlar. Laf yapmazlar, iş yaparlar. İnsanlardan korkmazlar. İnsanları
yaratan Allah'dan korkarlar. Allah'dan kurmayanlar da Allah'ın
yarattıklarından korkarlar.
Allah'ın yazdığından
başkasının olmayacağına inanan; ölüm gelince nerede olsa ona yetişeceğini bilen
bir müslüman, Allah'dan başkasından korkmaz.
Harbi istemez ama,
kaçınılmaz olunca da geri durmaz. "Zamanı değil" maskesi arkasına
sığınmaz.[95]
(78) Nerede
olursanız olun, velevki yükseltilmiş burçlarda olun ölüm size ulaşır. Onlara
bir iyilik isabet ederse "bu Allah tarafındandır" derler. "Eğer
onlara bir kötülük isabet ederse "Bu sendendir" derler. Deki:
Bunların hepsi Allah'dandır. O kavme ne oluyor ki neredeyse hiçbir sözü
anlamıyorlar.
Deniz ortasında
yapılan tarihi kız kulelerinin efsanesinde hep Ölümden kaçanların hikayesi
vardır. Uzayda hava geçirmez çelik zırhlar içinde her türlü ihtiyacı karşılayabilecek
uzay gemileri yapılsa bile ışığın, havanın giremediği yere ölümün gireceğini
haber veriyor Rabbimiz. Harpden korkmayın. Ölüm yalnız harp meydanlarında
değildir.
Yatağında ölenlerin
sayısı harp meydanında ölenlerden daima fazladır. Hayır da şer de
Allah'dandır. Bu bizim iman esaslarım ızdandir.
Dini için cephede düşmanla
savaşmakdan kaçan, ölümden kurtulmuş değildir. Düşman, kaçanın evine kadar
gelir, kaçanın eline kazmayı verir, kabrini kazdırır, sonra öldürür. Eceli
gelenin çaresi kaçmak değildir.[96]
(79) Sana
gelen her iyilik Allah'dandır. Sana gelen her kötülük de sendendir. Biz seni
insanlara peygamber olarak gönderdik. Şahid olarak Allah yeter.
Hayır ve şerrin
Allah'dan olduğuna iman ediyoruz. Bu ayette ise hayrın Allah'dan, kötülüğün
kendimizden olduğu bildiriliyor. Arada çelişki var gibi ama çelişki yoktur.
Çünkü ateşin yakması
için Allah'ın koyduğu tabiat kanunlarının olması şart. Ateş olsa benzin olsa
da hava olmasa yangın olmaz. Kötülüğün oluşması için kişinin hevası olması
şart. Bu, Allah'ın koyduğu kanun olması nedeniyle, hevayı da Allah yarattığı
için "hayrı da şerri de yaratan Allah'dır" diyoruz. Günaha girilecek
şeyle iradeyi bir araya getiren insan olması nedeniyle kötülük insana nispet
edilmiştir.[97]
(80) Kim
peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse... Biz
seni onlara muhafız göndermedik.
Elçiye gösterilen
hürmet, onu gönderene hürmet sayılır. Peygambere itaat, onu gönderen Allah'a
itaat kabul edilmektedir.
Biz peygamber
efendimizi Allah'ın kulu kabul ederiz. O bir insandır, ilâh değildir. Ancak
getirdikleri Allah'dan olması nedeniyle ona itaat bize farzdır. Günümüzde batı
etkisi altında kalan bir kısım müslümammız "Allah'a itaat ederiz ama,
Rasulüne itaat etmeyiz. O da bizim gibi insandır" gibi ilmi, mantıki
dayanağı olmayan sözler söylüyorlar.
Eğer Allah'a itaat
ediyorsanız buyurun Allah (c.c.) "Rasule itaat edin" Rasule itaat
Allah'a itaattir buyuruyor.
Mademki O da bizim gibi
insandır diyorsunuz. Buyurun siz de onun gibi konuşun. Bindörtyüz senede eskimeyen,
modası geçmeyen, zamanla sınırlı olmayan sözler edin.[98]
(81) İtaat
ettik" derler. Senin yanından çıktıklarında ise onlardan bir kısmı senin
söylediklerinden başkasını planlar. Allah onların planladıklarım yazar. Sen
onlardan vazgeç, Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
İsrail oğullarından
bir kısmını haber verirken "işittik ve isyan ettik" dediklerini
bildirir.
Münafıkların karakteri
her dönemde aynıdır.Peygamber Efendimize de "itaat ettik" diyorlar
ama yanından çıkınca, Efendimizi öldürmek, düşmana teslim etmek için zararlı
mescit yapmakdan Bizansla işbirliği yapmaya kadar her türlü tuzağı kuruyorlar,
ama kurdukları tuzağa kendileri düşüyorlar.
Müslüman her işinde
Allah'a tevekkül eder. Allah ise onların plân ve programlarını bilmektedir.[99]
(82) Onlar
Kur'anı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'dan başkası tarafından olsa idi onda
birçok çelişki bulurlardı.
Onlar Kur'anı
okusalar, okuduklarını düşünseler, geçmişde nice peygamberlerin en güçlü zalim
devletlere galip geldiğini görecekler. Böylect yabancı devletlerle işbirliğine
son verecekler.
Onlar Kuran üzerinde biraz
kafa yorsalar, Kur'anın emir ve yasaklar arasında uyum olduğunu, haberlerle
çelişmediğini görecekler.
Bugünkü kanunlar insan
tarafından konulduğu için, ahlaki kurallari; emirler, emirlerle yasaklar
arasında çelişki vardır.
İçki imali, satımı,
içilmesi, içilen yerlerin korunmasıyla ilgili kanunlara karşı içkiyle mücadele
eden kanunlar da vardır. Allah'ın kitabında çelişki yoktur.[100]
(83) Onlara
emniyet veya korkuya ait bir haber geldiğinde onu yayıyorlar. Eğer o haberi
peygambere ve onlardan olan emir sahiplerine götürselerdi, onların içinden o
haberden mana çıkaracak olanlar onu bilirdi. Eğer Allah'ın Iütfu ve rahmeti
olmasaydı çok azınız müstesna siz şeytana uyardınız.
İslami bir devlette
bütün müslümanlar devletinin devamı için gözcü, bekçi, koruyucudurlar. Mütteki
insanın ta'rifinde bu vardır. Devletinin ayakda durması için her an uyanık olan
insan demektir.
Devletinin çıkarına
veya zararına olan olay veya haberi duyduğunda hemen onu yetkili birimlere
bildirmelidir. Halka bildirerek paniğe sebep olmamalıdır. Devletin yetkili
birimleri, açıklamakta fayda görürlerse onlar açıklarlar.[101]
(84) Allah
yolunda harbet. Sen ancak kendinden sorumlusun. Mü'minleri de teşvik et. Olaki
Allah, kâfirlerin gücünü engeller. Kuvvet ve cezalandırmada Allah daha
şiddetlidir.
Fitne ateşine benzin
dökenlere, zulm edenlere, insanların imanını alıp cehennem ateşine atanlara,
yeryüzünde fesad çıkaran, yerde ve gökyüzünde dengeyi bozan, tabiattaki ormanları
ve mahsulleri değiştirenlere karşı harbet. Tek başına olsan da harbet. Sen
kendinden sorumlusun. Mü'minleri de harbetmeye teşvik et.
Bir kişinin
harbetmesinden ne çıkar demeyin. Bir örümcek, Mekkeli müşriklerin gözüne perde
çekerek Efendimizi korumuştur. Fil suresinde okuduğumuza göre Ebabil kuşları
filleri yenmiştir.
Bugün milyarı aşan
müslümanların peygamberi tek başına tebliğe başlamıştı. Hz. Musa kardeşi
Harun'la, Hz. İsa tek başına başlamış, kendi çağlarının kâfirlerine galip
gelmişlerdir.[102]
(85) Kim
güzel bir şefaatta bulunursa, aracı olan için de bir hisse vardır. Kim de kötü
bir şefaatta bulunursa, onun için de bir hisse vardır. Allah herşeye Kadir ve
Razik'dır.
İyiliğe öncülük yapan,
hayıra yol gösteren kişi onu yapan gibi sevabını alır. Seksendördüncü ayette
kendisi harbeden kişinin mü'minleri de teşvik etmesi istenmektedir. Başkalarını
teşvik edince de sevap alır.
Kötülüğe öncülük yapan
kişi o kötülüğün her yapılışın da onu yapmadığı halde günaha girer.
Günümüzde politika
sahasında dinime düşman olanlara, oy vererek destek verenler, o politikacının
yaptığı icraatlardan nasibini alır.[103]
(86) Bir
selamla selamlandığmızda, ondan daha güzel selam verin veya aynıyla karşılık
verin. Muhakkak Allah herşeyin hesabını yapandır.
Selam, çekirdeği çiçeğe
dönüştüren bahar yeli gibidir. Selam karanlığı aydınlığa çeviren ışık gibidir.
Elle tutulmaz, gözle görülmez ama insanlar sevgilerini selama sararak
karşıdaki mü'minin gönlüne gönderirler.
Rabbimiz selam
verilmesine işaret ederken selamın alınmasını emrediyor. Selamı rastgele almak
değil, selamı verenden daha güzel almamızı emrediyor.
Selamı güzel alma,
hareketlerimiz ve sözlerimizle olur. Selam verene yüzünüzü çevirerek,
gülümseyerek yürekden cevap veriniz ve o "selamün aleyküm" demişse
siz de "ve aleykümüsselam ve rahmetullah" deyiniz.
Kâfirlere selamın
nasıl alınacağını Taha suresinin kırkyedinci ayetinde "es-selamü ala
menittebealhûda" " Selam hidayete tabi olanlara" şeklinde
verilmesi öğretilmektedir.[104]
(87) Allah
Ondan başka ilah yoktur. Onda şüphe olmayan kıyamet gününde, sizi mutlaka
toplayacaktır. Allah'dan daha doğru sözlü kim var?
Bu dünyada bizi
yaratan Allah, yaşatan Allah, yönetenimiz de Al-lah'dır. Biz buna iman etmişiz.
Vücudumuzu, Adana'dan gelen domates, Erzurum'dan gelen peynir, Edirne'den gelen
ayçiçeği, Ayvalık'tan gelen zeytinyağı, Karaman'dan gelen bulgur, Rize'den
gelen çay, Yemen'den gelen kahve, Afrika'dan gelen muzdan toplayan Allah (c.c.)
kıyamet gününde yine toplayacaktır. Allah söylerse sözlerin en doğrusunu
söyler.[105]
(88) Size ne
oluyor ki, onların yaptıklarından dolayı, Allah'ın tepe taklak getirdiği
münafıklar hakkında siz iki guruba ayrılıyorsunuz? Siz, Allah'ın saptırdığını
mı yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi sapıtırsa sen ona yol bulamazsın.
Dinde münafık olanlar
kesinlikle kâfirdirler. Bakara suresinin 8-13ncü ayetlerinde fotoğrafları
bildirilen münafıklar, mü'minleri gördüklerinde "biz de iman ettik
derler" Kâfirlerin yanına varınca da "müslümanlarla dalga
geçiyoruz" derler.
Günümüzdeki münafıklar
da meydanlarda, televizyonlarda, Allah, Maşaallah, İnşaallah, Ktfr'an, İslam
gibi kelimeleri kullanırlar, halkın huzurunda mushafı öperler ama, Kur'amn
ahkamını icra etmek üzere iki kişi bir araya gelseler, örgüt kurmuşlar diye
cezalandırıyorlar.
Bunlara göre müslümanlarımız
da iki guruba ayrılıyorlar. "Bunlara kâfir demeyin bakın kitabı öptü.
İnşaallah dedi" diyorlar. Öbürleri de "Kur'ana karşı harp açan bu
insanlar hacca da gitse, seneyi oruçlu geçirse kâfirdirler" diyorlar.
Rabbimiz bizi uyarıyor
ve bu münafık kâfirler yüzünden ayrılığa düşmememizi emrediyor.[106]
(89) Onlar
kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr etmenizi ve onlarla denk olmanızı
isterler. Onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, onlardan dost ve yönetici
edinmeyiniz. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, nerede bulursanız onları
öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.
Fahişe, yaptığı işin
kötü olduğunu bildiği halde herkesin fahişe olmasını istermiş. Çünkü herkes
fahişe olursa kendisine fahişe denmez.
İşte kâfirler, hristiyanlar
ve yahudiler kendi sapık inançlarının farkındalar. Müslümanların sahip olduğu
İslâm dininin doğru ve hak olduğunu bilirler ama, hasetlerinden müslümanlarm da
kâfir olmasını isterler.
Masonik kulüplerden
biri Müslüman bir noteri kulübün üyesi olmaya davet eder. Noter de müslüman
olduğunu ve İslamı yaşadığını söyleyince, davet eden kişi, "kulübümüzde
din ayırımı yoktur. Dileyen dilediği yere tapınır" diye cevap verir.
Dikkat edin. Kendi
dinlerine güvenleri olmadığından, şeytana tapanlar, fareye tapanlarla kendi
dinlerini eşit tutanlar, Müslümam da oraya davet ederek İslam dinini de
onların alçak seviyesizliklerine düşürerek eşit olmak isterler.[107]
İyi bir koşucu önde
giderken, çelme takıp ayağını kıran tembel koşucuya madalya verilmez. Okuyarak
cehaletten kurtulup yükseleni, aşağıya doğru çeken şahıs alkışlanmaz.
İnsanları cehenneme
atan sapık yöneticilerin karşısına dikilip "bu insanların cennete giden
yolunu kapatıyorsunuz" dediklerinde, onları da kendileri gibi cehennem
zebanisi yaparak eşitlik sağlamaya çalışanları nerede bulursanız öldürünüz.
Onları yönetici dost edinmeyiniz.[108]
(90) Ancak
sizinle onlar arasında andlaşma olan millete sığınanlar veya sizinle ve kendi
milletiyle harp etmekden yürekleri sıkılanlar müstesna. Allah dileseydi onları
sizin üzerinize musallat eder ve onlar sizinle muhakkak harp ederlerdi. Eğer
onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmaz ve sizinle barış yapmak isterlerse,
onların aleyhine olarak Allah size bir yol vermemiştir.
Müslüman eline kilınç
alıp kâfir kesen insan değildir.
Peygamber efendimizin
yirmi üç senelik peygamberliği döneminde iki buçuk milyon kilometre kare toprak
fethedildi. Bu süre içinde harp meydanında öldürülen kâfir sayısı 150 kişidir.[109]
Biz öldürmek için
gelmedik. Haksız yere bir kişi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi
olacağını, Kur'an'dan[110] okuyor ve iman ediyoruz.
Bu ayet kâfir olduğu
halde müslümanlara karşı harp açmayan, harp açanların yanında yer almayan,
tarafsız kalan, müslümanlarla andlaşma yapanlara dokunulmaması gerektiğini
bildirir.[111]
(91)
Diğerlerini de hem sizden hem kendi kavminden emin olmak isterken bulacaksınız.
Ne zaman fitneye döndürülürseler, başaşağı atılırlar. Eğer sizden uzak
durmazlar, barış andlaşması yapmazlar ve ellerini sizden çekmezlerse, onları
hemen yakalayın. Nerede bulursanız öldürün.İşte bunlar üzerine sizin için
apaçık delil verdik.
Tarafsızlığını
koruyanlara dokunulmaz. Ancak insanları dinden döndürmeye katılırlarsa, bu tür
sapık faaliyetlere balıklama atlarlarsa, sizden uzak durmaz, andlaşmaya
yanaşmaz, ellerini sizden çekmezlerse o sizi öldüren, dinsizleştirmek isteyen,
yerinizden yurdunuzdan etmek isteyenleri yakalayın öldürün.
Bir tane kurd'a acıyıp
bırakıveren insan, binlerce kuzu'ya acımıyor demektir.[112]
(92) Bir
mü'minin bir mü'minî öldürmesi yakışmaz. Hata ile olan müstesna. Kim hata ile
bir mü'mini öldürürse mü'min bir köleyi hürriyetine kavuşturması ve diyetini
ölünün ehline vermesi gerekir. Ancak ölünün ehli bağışlarsa (diyet vermez).
Eğer ölen sizin düşmanınız olan milletten ise vede mü'minse bir mümin köle
azad etmek gerekir. Eğer aranızda anlaşma olan bir millettense, ehline diyet verilmesi
ve mü'min bir köle azad edilmesi gerekir. Eğer (köleyi) bulamazsa Allah
katında tevbenin kabulü için ardarda iki ay oruç tutması lazımdır. Allah,
Alimdir, Hakimdir.
Mü'min bir insanın bir
başka mü'mini öldürmesi yakışmaz, vede öldüremez. Çünkü o mü'min onun din
kardeşidir. Kişi kardeşini öldürmediği gibi, din kardeşini de öldüremez.
Ancak hata ile olan
müstesna. O elde olmayan bir şeydir. Allah, hata ile yapılanları afveder. Ancak
öldürme olayı kul hakkına da girdiğinden ölenin varislerine kan bedeli
dediğimiz diyetini ödeyecek ve bir tane de mü'min köle azad edecektir. Eğer
mü'min bir köleyi bulamazsa ardarda iki ay oruç tutar.
Eğer öldürüien mü'min,
müslümanlara düşman bir toplumun arasında yaşıyorsa, vatanı ayrı olduğundan
diyet gerekmez, ama mü'min bir, köle azad eder.
Eğer öldürülen
andlaşma yaptığınız bir toplumdan ise, hem diyeti verilir, hem de mü'min bir
köle azad edilir.
Mücadele suresinin
üçüncü ayetinde, zıhar yapan birinin bir köle azad etmesi gerektiğini söyler.
Burada ise kölenin mü'min olması gerektiği özellikle vurgulanır.
İmamı Şafii mutlak,
mukayyede hamledilir der ve zıhar yapanın da mü'min köle azad etmesini
bildirir.[113] İmam Ebu Hanife ise, sebebler
ayrı olunca, mukayyed, mutlakı takyid etmez der ve hata ile mü'mini öldüren,
mü'min bir köle azad eder. Zıhar yapan ise köle azad eder. Yani köle isterse
kâfir veya mü'min olsun farketmez. Çünkü ayette yalnız "bir köle"
ifadesi kullanılmıştır.[114]
(93) Kim bir
mü'mini haksız yere (öldürülmesini helal kabul ederek) kasden öldürürse,
cezası ebedi cehennemdir. Allah ona gazap ve la'net etmiştir ve ona büyük bir
azab hazırlamıştır.
Bilerek, planlayarak,
haksız yere bir mü'mini Öldürmek büyük günahlardandır. Allah (c.c.) bu
öldürmenin dehşetini bize bildirmek için ebedi cehennemlik olduğunu, Allah'ın
gazabını ve lanetini üzerine çektiğini bildirir.
İnsanlar, insanların
yaptığı tarihi, alçıdan heykelleri bile kırmaktan kaçınırlarken, bizler
Allah'ın yarattığı canlı, seven, okşayan, gülen, ağlayan insanı nasıl kırarız.
Allah (c.c,) Furkan
suresi 68-70 nci ayetlerinde haksız yere adam Öldürmenin cezasının ebedi
cehennem olduğunu haber verdikten sonra tevbe edip ameli salih işleyenler
müstesnadır diyor.[115]
(94) Ey iman
edenler, Allah yolunda cihad için yürüdüğünüzde iyice araştırın. Siz dünya
hayatının malını isteyerek, size selam verene "sen müslüman
değilsin" demeyin. Ganimetlerin çoğu Allah ka-tmdadir. Daha önce siz de
öyle idiniz de Allah size ihsanda bulundu. İyi araştırın. Muhakkak Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Dünyevi çıkarlar için
insan öldürülmez. Dünyanın bütün altın ve gümüşü, incisi, mercanını verseler,
karşılığında haksız yere adamın öldürülmesini isteseler, dinen caiz değildir.
Hristiyan batı
ülkeleri bin dolara adam öldüren kiralık katillerle dolup taştığı gibi,
devletleri de para karşılığında silah satmak için ülkeler arasında harpler
çıkarırlar.
Bir kişinin söz ve
davranışlarından kâfir olduğu ortaya çıkmadıkça onun selam vermesi, kelimei
tevhidi söylemesi müslümanlığına işaret eder.
Kişilerin kalbini
bilmemiz mümkün değildir. Ancak diliyle Lailehe illallah dediği halde, yaptığı
işlerle İslama karşı harp açmışsa, her vakit namazda camide görsek yine de
kâfirdir. Araştırmadan karar vermek yok.[116]
(95)
Mü'minlerden özürsüz olarak oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda
cihad edenler eşit değildirler. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri,
oturanlar üzerine bir derece üstün kıldı. Allah, her birine güzellik (cennet)
va'detti. Allah, mücahidleri oturanlar üzerine büyük mükâfatta üstün kıldı.[117]
(96)
Kendinden dereceler verdi, bağışladı ve esirgedi. Allah bağışlayıcı ve
esirgeyicidir.
Dağ doruklarından
çağlayarak akan, ağaçların, çiçeklerin canına can katan su ile, bataklıkta
durduğu yerde kokan su eşit değildir.
Dünya üzerinde
insanları dinsiz eğitim yoluyla cehennem ateşine atan, insanların elindeki
tabii kaynaklan almak için yakıp yıkan, zulm e-den insanlara karşı cihad eden
ile, özürsüz cihada katılmayıp oturan mü'min aynı değildir.
Allah, imanları
sebebiyle her ikisine de cenneti va'detmiştir ama, mükafatları aynı değildir.[118]
(97)
(Mücahidlere katılmayarak) kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler
alırken "Nerede idiniz" (niçin mücahidlerle beraber değildiniz?)
dediklerinde "Biz yeryüzünde güçsüzdük" dediler. Melekler de
"Allah'ın arzı geniş değilmiydi? Oralara hicret etseydiniz ya"
dediler. İşte onların sığınağı cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir.[119]
(98) Ancak
(mücahidlere katılmaya) yol bulamayan, çareye gücü yetmeyen erkeklerden,
kadınlardan ve çocuklardan güçsüz olanlar müstesna.[120]
(99)
Allah'ın onları afvetmesi umulur. Allah afvedici ve bağışlayıcıdır.
Özürsüz olarak cihada
katılmayan mü'minler, imanları sebebiyle cennete gireceklerdir. Ancak cihad
vaktinde geri kalmalarının cezasını da çekecekler. "Güçsüzdüm" demek
mazeret değil. Hiçbir kimse malı, mülkü, anası babası, parası, hürriyeti
olmayan Hz. Bilal-i Habeşi'den daha güçsüz olamaz.
O Bilal, Allah'ın
mülkünün genişliğini gördü, Medine'ye hicret etti, Efendimizle birlikte
harplere katıldı ve bütün müslümanların efendisi oldu.
Ancak hicrete gücü
yetmeyen, cihada çıkacak bir yol bulamayan müslümanlar, erkek, kadın ve
çocuklar bu azabı tatmayacaklar.
Allah'ın onları
afvetmesi umulur. Çünkü Allah kişilerin kaldıramayacağı yükü yüklemez.[121]
(100) Kim
Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim
evinden Allah'a ve Rasulüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ona ölüm erişirse,
muhakkak onun sevabı Allah'a düşer. Allah, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
Allah için yerinden
yurdundan, baba ocağından, yar kucağından ayrılıp başka yerlerde İslamı
yaşayıp tebliğ etmek isteyenlerin en fazla düşündükleri şey, başını sokacağı
ev ve karnını doyurmaktır.
İşte Allah (c.c.) o
konuda teminat veriyor. İaşe ve ibate için endişe duymamalarım söylüyor,
geçmişden örnekler de veriyor.
İbrahim (s.a.v.),
kâfir devletin en üst düzeyde bir yetkilisinin oğlu iken, Allah'ın emrini
yerine getirmek için bir elindeki balı, öbür elindeki yağı bırakarak hicret
ediyor ziraata hiç de elverişli olmayan Mekke'ye yerleşiyor. Allah (c.c.) da
onu susuz bırakmıyor ve zemzemi fışkırtıyor.
Hz. Musa firavunun
sarayındaki zuîme dayalı bolluğu bırakıyor ama, Allah çölde onları bıldırcın
eti ve kudret helvasıyla ve bir taşdan fışkırttığı su ile besliyor,
Mekke'den hicret eden
mü'minlere hiç tanımadıkları Habeş Kralı, önce ülkesinin kapılarını açıyor,
sonra gönül kapısını açarak müslüman oluyor.[122]
(101)
Yeryüzünde sefere çıktığınızda eğer kâfirlerin sizi belaya sokmasından
korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Muhakkak kâfirler sizin
için apaçık düşmandırlar.[123]
(102)
Onların arasında olup onlara namaz kıldırdığında, onlardan bir kısmı seninle
namaz kılsınlar, silahlarını alsınlar. Secdeyi yaptıklarında (yani birinci
rekatı kıldıklarında) arka tarafınıza geçsinler. Namaz kılmayan diğer kısmı
gelsin ve seninle namaz kılsınlar ve hazırlıklarını ve silahlarını alsınlar.
Kâfirler, sizin silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olmanızı ve üzerinize
birden saldırmayı isterler. Eğer yağmurda bir eziyet olsa veya hasta olsanız
silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Harp hazırlığınızı yapınız.
Muhakkak Allah, kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır.
Kâfir karşısında namazın
nasıl kılınacağını Allah (c.c.) genişçe anlatıyor. Beş vakit namaz için yalnız
emir vardır. Ancak düşman karşısında kılınan namazı bize tarif ediyor.
Bu da bize namazın ve
cemaatin önemim anlatıyor. Düşman karşısında bile olsanız namaz kılınacak,
cemaata katıhmlacak, silahlardan uzak durulmayacak.
Bu milleti önce
dinden, namazdan uzaklaştırmaya, sonra harp sanayi-inden soğutmaya çalıştılar.
Ayetten fakihlerimizin
anladığı namaz kılma şekli şudur. Komutan orduyu iki gruba ayırır. Bir grup
imamın ardına durur, öbür grup düşmana karşı durur. İmam birinci grupla
namazın yarısını kılar. Birinci grup düşmana karşı gider ikinci grup gelir,
imamla beraber namazın geri kalan yarısını kılar ve imam namazını tamamladığı
için selamı verir.
Düşman karşısındaki o
birinci grup, dilerlerse yerlerinde, dilerlerse namaz kılınan yere gelerek
namazlarından kalan kısmı okumadan tamamlar. Çünkü bunlar "Lahık"
dirlar.
İkinci grup da
dilerlerse yerlerinde, dilerlerse namaz kılman yere gelerek namazlarında kıraeti
yerine getirerek namazlarını tamamlarlar. Bunlar "Mesbuk" oldukları
için okurlar. "Siz silahı bırakın, zikire ve namaza bakın" diyenler
bu ayetleri yeniden okusunlar. Zikir yaparken, namaz kılarken silahı bırakmama
emrini unutmasınlar.
Bu ayette ta'rifi
yapılan bu namazı peygamber efendimiz yirmidört defa kıldırmış.[124]
Bu namazı, bizim
çağımızda, Rus ordularını sekiz sene süren savaşda mağlup eden bir avuç
Afganistan mücahidleri dağ doruklarında kıldılar ve zafere ulaştılar.[125]
(103) Namazı
kıldığınızda, ayakta, oturarak ve yan üstü yatarak Allah'ı zikrediniz. Korkudan
emin olduğunuzda namazı dosdoğru kılın. Muhakkak namaz belirli vakitlerde farz
kılınmıştır.
Namazdan sonra zikir
yapmanın şekli yoktur. Yolda yürürken, ayakta dururken, otururken, yatarken
Allah'ı zikrederiz.[126]
(104)
Kâfirleri araştırmada gevşek davranmayın. Eğer siz acı çekiyorsunuz, sizlerin
acı çektiği gibi onlar da acı çekiyorlar. Onların Allah'dan ümid etmediğini siz
ümid ediyorsunuz. Allah herşeyi bilendir. Hakimdir.
Düşmanı takipde
gevşeklik göstermeyin. Her an denetiminiz altında olsun. Gözlerinizi
üzerlerinden ayırmayın. Harp esnasında acı duymanız, takip esnasında yorulmanız
sizi gevşekliğe sevketmesin. Acı karşılıklıdır. Yorgunluk da öyle. İki
güreşçinin güçleri, kuvvetleri, teknikleri denk olsa uzun müddet güreşseler
ikisi de yorulur ve gevşeklik gösteren kaybeder.[127]
(105)
Allah'ın gösterdiği doğrultuda insanlar arasında hükmede-sin diye sana kitabı
hak ile indirdik. Sakın hainler tarafında olma.
Ayeti Kerime, Kur'anı
Kerimin niçin indirildiğini bize haber veriyor. İnsanlar arasında hükmedilmesi
için gönderilmiş Adalet, Adil olan Allah'ın gösterdiği doğrultuda olursa
adalet olur. Yoksa adaletin ne olduğunu belirlemek insanlara bırakılırsa,
insan sayısınca adalet olurdu.
Allah (c.c.) peygamber
efendimize bile Allah'ın gösterdiği doğrultuda hükmetmesini emretmektedir.
İnsan aklıyla yazılan
kanunlar, insan aklı gibi noksandır. Akıl akıldan üstündür. Eksik akıllı
birilerinin koyduğu kanunla daha akıllı birini yönetmeye çalışmak doğru
değildir.
Terazinin kilosunda
eksiklik olursa o teraziyle en dürüst insan satış yapsa haksızlık yapar. Onun
için önce adalet terasizi eksiksiz olmalıdır. O eksiksiz adalette herşeyi
yaratan, yaşatan, yöneten, bilen, duyan, gören, Allah'ın gösterdiği Kur'ani
adalettir.
Haklı olan kişi yahudi
olsa, haksız olan da babanız olsa ve o babanızda Kur'an öğreten biri olsa,
yine de haklının yanında olmamızı, hainlere arka çıkmamayı emreder.[128]
(106)
Allah'dan af talebinde bulun (istiğfar et) Allah yarlığayıcı esirgeyicidir.[129]
(107)
Kendilerine hainlik yapanları savunma. Muhakkak Allah hainlik yapanı, günah
işleyeni sevmez.
İbni Hacer-il Askalani
"el-İsabe fi temyiz is-Sahabe" isimli eserinde sahabeler arasında
zikrettiği fakat müslümanlığı konusunda söz edildiğini söylediği Tu'me bin
Ubeyrik çaldığı bir zırhı yahudinin evine emaneten bırakır.
Çalıntı mal yahudinin
evinde bulununca yahudi, malın Tu'meye ait olduğunu emaneten bıraktığını
söyler. Ancak Tu'me bunu inkar eder. Tu'me'nin yandaşları da Tu'me'yi tasdik ederler
ve yahudiyi hırsız durumuna düşürürler.
Peygamber efendimiz
hükümünü vermede acele etmez. Derken bu ayetler nazil olur ve yahudinin
suçsuzluğu Tu'me münafığının iftiracı ve hırsız olduğu ortaya çıkar,
Allah'ın adaletine
bakınız. Müslüman kıyafetindeki hırsızı teşhir ediyor, haklı olan yahudiyi
temize çıkarıyor.
Peygamber efendimize
de "Allah'a istiğfar et" diyor. Yani senin gönlünden yahudi bunu
yapar diye geçen düşüncene de istiğfar et diyor.
Günümüzde çok büyük
miktarda rüşvet, soygun yapan yolsuzlukla yolunu bulanlar yetkili yandaşları,
bakan arkadaşları veya yoldaşları tarafından temize çıkarılıyor ve günah
keçisi birini bulup cezayı ona yükleyi-veriyor.[130]
(108) Gece
vaktinde Allah'ın beğenmediği sözü konuşurlarken Allah onlarla beraberdir. İnsanlardan
gizlerler, Allah'dan gizlemezler. Allah onların yaptıklarını kuşatıcıdır.
Evlerinde,
parlamentolarında, localarında, klüplerinde, müslümanla-nn aleyhine kurdukları
tuzakları, planlan, ördükleri çorapları insanlardan gizleyebilirler ama
Allah'dan gizleyemezler.
Babalarına, ve
dayılarına dayanarak milletin hakkım yiyip soru bile sorulamaz ama Allah onlara
her nefesin, her adınım, her lokmanın hesabını soracaktır.[131]
(109) Haydi
dünya hayatında onları (hainleri) savundunuz. Kıyamet gününde Allah'a karşı
onları kim savunacak veya kim o hainlere vekil olacak?
Bu dünyada hainleri,
haksızları savunan olabilir. Ama ahirette Allah'ın huzurunda, yönetici put
insanlar yönettiklerinden kaçıp kurtulmaya çalıştığında, babanın oğula fayda
veremediği bir zamanda o hainleri kim savunacak.
Kimse savunmayacağına
göre, canını seven canım cehennemden korusun. Allah'a, kitabına iman etsin ve
Rasulünün yolunda yürüsün.[132]
(110) Kim
kötü iş yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'dan af talebinde
bulunur, istiğfar ederse, Allah'ı afvedici ve merhamet edici olarak bulur.
Hainlere, suçlulara,
soygunculara ilan ediliyor. Geliniz yaptıklarınızdan vazgeçiniz. Tevbe ediniz.
Allah günahları gizleyen ve merhamet edendi edendir.
Peygamber efendimizin
arkadaşlarının birçoğu müslüman olmadan önce birçok suçu işleyen insanlardı.
Katiller, yer altı dünyasının babalarıydılar. Çünkü küfür sisteminde yaşamak,
öyle olmasını gerektiriyordu.
Ancak İslama girdiler.
Tevbe ettiler. Eski yanlışlarını düzelttikleri gibi başkalarının da yanlışına
izin vermediler.[133]
(111) Kim
günah işlerse, işlediği kendine zarar verir. Allah herşe-yi bilendir. Hakimdir.
Çalan, çırpan, iftira
eden, inkâr eden, yalan söyleyen, başkasına zarar verip kendine fayda
sağladığım zanneder. Halbuki, yaptığı günah kendini dünyada rezil eder,
ahirette yakar.
İnsan ahiretteki
ateşini dünyadan götürür. Boğazınızdan geçen her lokmanın ahirette sizin için
ateş olup olmaması sizin elinizde. Onu helalden kazanırsanız, o lokmanın
enerjisini Allah yolunda kullanırsanız, ahirette cennette güle dönüşür. Haram
lokma ise ateşe dönüşür.[134]
(112) Kim
hata veya günah işlerse, sonra o günahı günahsız birine atarsa, iftirayı ve
apaçık günahı kendine yüklemiş olur.
"İstiğfar"
yaptığın suçu Allah'a itiraf ederek özür dileyip af edilmesini istemektir.
Suçu işleyip itirafdan
kaçınan, daha sonra onu bir başkasının üzerine atan kişi kendi sırtına iki kat
yük yüklemiş demektir. İşlediği suçun yanında bir de suçu başkasına yükleme
günahını yüklenmiş olur.[135]
(113) Eğer
sana Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı onlar seni sapıtmayı kasdetmişlerdi.
Onlar ancak kendilerini sapıtırlar. Sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah
sana kitabı ve hikmeti indirdi. Bilmediklerini sana öğretti. Allah'ın sana
olan fazlı büyük oldu.
Bu surenin 106-107 nolu
ayetlerinde açıklandığı gibi, işlediği hırsızlık suçunu Yahudiye atan insan
nerede ise Allah Rasulünü yanıltıyordu.
Ama Allah'ın lutfu
keremi ile ayetler indi. Yahudinin suçsuzluğu ortaya çıktı.
Yahudi kâfirdir.
Cezasını Allah ahirette verir. Ancak adalet ise işlenmeyen suçdan hiçbir
insanı cezalandırmaz. Allah o kâfiri temize çıkarıyor. Günümüz müslümanları
buna çok dikkat etmelidirler.
Kadı Şureyh'in
huzurunda Hz. Ali ile bir yahudinin davası görülür. Tararların sözlerine göre
yahudi haklı çıkar. Kadı Şureyh, Hz. Ali'nin aleyhine hükmünü verince, yahudi
hayretler içinde kalır ve Kadı Şureyh'e "Hakim bey, ben yalan söyledim.
Gerçek Alinin dediği gibidir. Sen Ali'nin hakimisin. Nasıl olsa Ali'yi haklı
çıkarırsın diye düşündüm ama, yanılmışım. Böyle bir adalete iman edilir"
der ve müslüman olur.
Atalarımız
"yiğidi öldür ama hakkını yeme" derler. Yahudiyi Kudüs'ten çıkar ama
yahudiye borcun varsa ödememezlik yapma.[136]
(114)
Onların fısıldamalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi, iyilik
yapmayı insanlar arasını düzeltmeyi emreden fısıldaşma hariç. Bunları Allah'ın
rızasını kazanmak için yapanlara yakında büyük mükafaat vereceğiz.[137]
(115) Kim
kendisine yol apaçık belli olduktan sonra Rasule karşı gelir ve mü'minlerin
yolundan başkasına giderse, biz onu yöneldiğine kavuştururuz ve cehenneme
yaslarız. O ne kötü bir dönüş yeridir.
Loca veya klüplerde
biraraya gelip başbaşa verip fısıldayarak müslü-manlar aleyhine tezgah
kuranlar; babanız öldü, anneniz öldü. Loca kurucunuz öldü. Şimdi hesap veriyor.
Siz de öleceksiniz. Keşke fakirlere, evsizlere, elektriksizlere yardım edecek
planlar kursaydımz.Ma'rufu, yani-Allah'ın kitabını insanlara duyurmanın
yollarını konuşsaydınız.
İşçilerle
işverenlerin, amirle memurun, karıyla kocanın, devletle milletin arasını
bulacak işleri fısıldaşsaydınız daha iyi olurdu. Allah katında mükafatı büyük
olurdu.Rasulün yolundan ayrilıp put insanların peşinden gidenler, ahirette
onunla beraber yanacaklar. Ona göre ahirette kiminle olmak isterseniz bu
dünyada onunla dost olunuz.[138]
(116) Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla afvetmez. Şirkin dı-şındakileri dilediği
kişiler için afveder. Kim Allah'a ortak koşarsa (Allah yolundan) çok uzak bir
sapıklığa sapar.
Bu âyet-i kerîmenin
bir benzeri daha önce geçmişti. Yine Nisa Sûresi'nin 48. âyet-i kerîmesi aynı.
Sonunda bir farklılık vardır.
Kur'an-ı Kerim'de
tekrarlar vardır. Bazı âyetler aynen tekrar edilir. Yeri geldikçe. Bazen
kıssalarda tekrarlanır. Meselâ Musa (a.s)'ın kıssasının bir bölümü, (Bakara
Sûresi'nde) anlatılırken. Bir başka sûreye geçiyoruz. (Tâhâ Sûresi'nde) yine
bir tekrar vardır. Bir (Errahmân) sûresinde (Fe bi eyyi âlâ-i rabbikûme
tükezzibân) diye tekrarlar vardır.
Bu tekrarlar o konunun
önemine binaen tekrarlanmış oluyor. İnsanın gönlüne yerleştirilmesi için
tekrarlanmıştır. Günümüzde, kitap yazma tekniği olarak bazı ilim adamlarının
geliştirmiş oldukları teknikler, metodlar vardır. Onların metoduna uygun
yazılmamıştır, Kur'an-ı Kerim. Ona göre indirilmemiştir. Onun içindir ki, bu
tür metodlara alışmış olan bir kısım okumuş-yazmış takımımız, Kur'an-ı Kerim
okunduğunda o teknik ve metodları göremeyince, güya bir eksiklik bulduğunu
zannediyor. Olmaz böyle şey, diyor. Peki neye göre olmaz?.. Bu tekniği veya
metodu bulan kişinin kurallarına uymadığı için olmaz.
Ama, mesela bu kitap
yazma teknikleri ve metodları konusunda da insanlar ittifak etmiş değiller.
Düzeltme doğruymuş. Bir başka ekole göre böyle olmalıdır, ihtilafı günümüzde de
devam edip gidiyor.
Allah, İnsanların
koydukları kurallara tâbi değil, insanlar Allah'ın koyduğu kurallara tâbi olmak
için yaratılmışlardır. Onun için Allah (c.c) Kur'an-ı Kerim'inde bazı âyetleri
tekrarlamıştır. Önemine binaen tekrarlamıştır. Meselâ, Nisa Sûresi'ni 48.
âyet-i kerimesinde Allah, "Mutlaka Allah, O'na şirk koşulmasını
affetmez.", "Kendisine şirk koşulmasını affetmez.", "Bunun
dışındaküeri ise dilediğini affeder."buyurur. Yani şirk haricinde,
dileğince bütün günahları affedeceğini bu âyet-i kerimeyle Allah (c.c)
bildirmiş.
48. âyet-i kerimede
bildirmiş. Ama bu âyet-i kerimede de yine aynı âyeti burada da tekrarlamıştır.
Dikkat edersek âyet-i kerimelerin geldiği yerleri âyet-i kerimesinde ehl-i
kitaba iman telkin ediliyor. Kendilerinden önce Yahudilerin düştükleri kötü
sonuçlara düşmemeleri Allah (c.c) tara-fından uyarılıyor. Arkasından da
"Allah şirk hariç bütün günahları affeder" diyor. Yani insanlar
yaptıkları kötülüklerden dolayı, Allah benim günahlarımı affetmez.
Affetmeyeceği boyutlara ulaşmıştır. Benim günahlarım öyle afla, merhametle
silinmez, gibi bir ümitsizliğin içerisine girmemesi için.
Burada da; "Kim
Allah Rasulü'nün ve müminlerin dışında başka bir yola uyarsa onu cehenneme
gönderir" diyor ve arkasından da «Allah dilerse, dilediğinden bütün
günahları affeder» diyor Allah (c.c).
Peki şirki niye
affetmiyor. Şirk; Daha Önceki derslerimizde de tekrarladık bu konuyu. Şirk
kelimesi, şirket kelimesi, müşterek kelimeleri aynı kökten türemiş. Şirket veya
daha fazla kişinin bir müessesede ortak olmasıdır. Şirk de; Allah (c.c)'ın
yarattığı bu kâinat üzerinde Allah'dan başkasının söz sahibi olduğunu kabul
etmek şirktir. Şirkin tarifi bu. Bu kâinatta, bu âlemde, Allah'ın yarattığı bu
yer ve gökte Allah'dan başkasının söz sahibi olduğunu kabul etmek, ne
demektir? bunun yönetiminde 2 kişi var demektir. Birini Allah yönetiyor, birini
de bir başka ilâh yönetiyor demektir ki; buna şirk diyoruz. Bunu Allah (c.c)
kafiyyetle affetmeyeceğini ifade ediyor.
Hem de kuvvetle,
te'kidle söylüyor. (İnallahe) (İnne) kelimesi genelde tekid için kullanılıyor,
Kat'iyettle affedilmez, diyor Allah (c.c). K'im Allah'a şirk koşarsa; yani bu
kâinattaki yönetiminde, Allah'ın dışında birinin de söz sahibi olduğunu kabul
ederse. «Çok kötü bir sapıklığın içerisine düşmüştür.» diyor. «Çok uzak bir
sapıklığın içerisine düşmüş olur» diyor Allah (c.c).
Yani sapıklık deyince
genelde bizde, «İşte sapığın biri çocuğa tecavüz etti. Sapığın biri bir adam
öldürdü. Sapığın biri filan yerden bir malı çaldı, gasbetti» gibi. Sapık
deyince milletin aklına basının diliyle; çocuğa tecavüz eden, adamı haksız yere
öldüren veya adamın elinden zorla alıp kaçan gibi, daha ziyade zorla tecavüz
edene sapık diyorlar, basın dilinde.
Doğru o bir sapıktır.
Ama asıl sapıklık Allah'a giden yolu bırakıp, başka yola gitmektir. Hâkimiyetin
ve otoritenin yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu kabul etmeyip, Allah
yanında bir başkasına da hükmün ait olduğunu kabul etmektir. Halbuki âyet-i
kerime «Hüküm kayıtsız şartsız Allah'a aittir. Yalnız ona ibadet yapmamızı
emretmiştir Allah (c.c) » diyor.[139]
(117)
Müşrikler ancak Allah'dan başka, dişi tanrıçalara taparlar ve ancak inatçı
şeytana taparlar.
Yani dişi ilâh, Türkçe
(tanrıça) diye ifade edilmiş. "Tanrıçalara da ibadet ederler" diyor.
Bir kısım ehli kitap; "Allah melekleri kendisine kız edindi. Melekler
Allah'ın kızlarıdır" gibi iftirada bulunmuşlar, Kur'an-ı Kerim bunu haber
veriyor.
Buranın tefsirinde
diyorlar ki, Mekke'deki müşriklerin putları olan (Lât, Menat ve Uzza) daha
ziyade dişi tanrıçalar idiler. Ve onlar önünde
hükümlerini icra
ediyorlar. Onlar önünde bayramlarını merasimlerini yapıyorlar ve onların
önündeki fal okîarıyla hangi adam haklı, hangi adam haksız olduğu konusunda
kararlar veriyorlardı. Allah (c.c) da «Onlar dişi ilahlara dua ederler, onlara
yardım talebinde bulunurlar ve onun doğru hüküm vermesini isterler.»
«Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılmış, hiç ibadeti olmayan şeytana onlar dua ederler, ona çağırırlar»
diyor Allah (c.c).
(Mürid) kelimesini de
Türkçe'de çok kullanırız diyor, Elmalılı merhum (Men mered) kelimesiyle.
Arapça'dan geçmiş olan, şeytanın sıfatı olan (mürid)i Türkçe'de de (mered)
olarak kullanmışız diyor.
Arapça'da (merad) hani
(ot bitmeyen arazi) mânâsına geliyor. Kendisinde tüy bitmemiş kadın, mânâsına
kullanmış Arap. Burada (şeytan-ün merid) ise, kendisinde ibadetten-itaatten
hiçbir şey bulunmamış. Yalnız isyan var, iftira var, fasıklık var, her türlü
pislik var. Ama ibadetten, tâattan, iyilikte, güzellikten hiçbir şey üzerinde
bulunmayana (merid) diyorlar. (Merad adam) da Türkçe'de belki o anlamdan
geçmiştir, bilemiyorum.
"Onlar tanrıçalarına
dua ederler ve şeytana dua ederler, şeytan'dan yardım talebinde
bulunurlar" diyor.
Yasin Sûresi'nin 5.
sayfasında da Allah (c.c) «Ey beni Âdem, ben sizden söz almadım mı, Şeytana
tapmayınız diye. O sizin için apaçık bir düşmandır. Ve ancak bana ibadet ediniz
diye söz almadım mı» diyor Allah (c.c)
Peki günümüzde şu soru
gelir. Hocam, şeytana ibadet yapmayız kî biz. Veya kâfirler bile şeytana ibadet
yapmazlar ki. Veya kâfirlerin bir kısmı şeytana inanmaz ki, denilebilir. Hani
bir kısım ateistler derler ki, "Ben Allah'ada inanmam, şeytana da
inanmam" der. Zaten onu sana veren şeytan.
- Oğlum şeytan diye
birşey yok, diyen şeytan. Allah diye birşey yok, diyen de şeytan. Yani sen
şeytanın etkisi altında kalmışsın zaten. Böylelikle bu sözüyle şeytanın yolundan
gittiğini göstermiş oluyor kişi.[140]
(118) Allah
onu rahmetinden uzak kıldı. O da "Muhakkak kullarından bir pay elde
edeceğim" dedi.
Lanetin Türkçe
karşılığı; "Allah o şeytanı rahmetinden uzak tutmuştur" diyor Allah
(c.c). Yani bizim Türkçe'de (lanet) kelimesi (ilenç) ilenme olarak geçer.
Bazıları böyle anlamışlar. Diyorlar ki; "Hocam Allah ilenir mi?"
diyor. Bir kere sen (lânet)i yanlış anlamışsın. Kur'an-ı Ke-rim'deki (leâne)
kelimesi Allah'ın rahmetinden uzak oldu manasınadır.
Peygamber Efendimizin
(a.s.v)"leanellahü" diye başlayan hadis-i şerifleri vardır. Ve bazı
kötülükleri sayar onun arkasından. Orada derki; "Bu kötülükleri yapan
Allah'ın rahmetinden uzak olur" diyor. Veya "Allah'ın rahmetinden
uzak olsun" manasınadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in söylemiş olduğu
bu hadis-i şerif.
Yoksa ilenmek, hani
kocakarıların ağızlarını rastgele sallayıp, veya (cadı karılar) diyelim. Yoksa
yaşı ilerlemiş çok değerli ihtiyar annelerimiz varki, ağızlarından hep rahmet
kelimesi çıkar. Benim bir ara evinde oturduğum bir hacı anne vardı da, ağzı hep
rahmetle dolu kelimelerle meşguldü.
- Ooo kuzum, ayağın
cennete varsın inşaallah. Ooo! Kâbelerde gezersin inşaallah. Öyle güzel laflar
bilirdi. Ama yaşı da 90'm üzerindeydi.
Bazı cadaloz veya
dini-diyaneti bilmeyen kadınların ilaçları değildir. Buradaki lanet, yapılan
kötülüklerden dolayı Rabbimin rahmetinden uzak kalmasıdır, şeytanın veya
şeytanın doğrultusundaki insanların.
"Şeytan Allah'ın
rahmetinden uzak kalınca, lanetine müstehak olunca dedi ki Rabbime;[141]
(119)
(Şeytan diyor:) Elbette onları sapıtacağım. Onlara boş arzular vereceğim.
Onlara emredeceğim hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine emredeceğim
Allah'ın yarattığını değiştirecekler. Kim Allah'dan başka dost olarak, şeytanı
dost edinirse apaçık zarardadır.
"Senin
kullarından bir kısmından belirli olan nasibimi mutlaka alacağım" diyor.
Yani bu insanlardan bir kısmını saptıracağım. Madem ki, ben onların yüzünden
Allah'ın rahmetinden uzaklaştım. Yani uzaklaşmasının sebebi; Bakara Sûresi'nde
geçmişti. Allah (c.c) «bu Âdem'e secde et» dediğinde secde etmekten
kaçınmıştı. Hatta ileride gelecek. Secde etmemesinin gerekçesini de söylüyor.
O mantık kullanıyor,
kuru mantık. İlme dayanmayan. Sırf hokkabazlık, (mantık da demeyelim de
hokkabazlık). Laf kalabalığı, mugalâta dediğimiz şeyler. Diyor ki; "Ya
rabbi, sen beni ateşten yarattın, onu topraktan yarattın. Ateş, topraktan daha
yücedir. Yüce olan yüce olmayana secde etmez" diyor. Böylelikle Allah'ın
rahmetinden uzak kalıyor.
Âlimlerimiz diyorlar
ki; Yalnız secde etmemesinden dolayı uzaklaş-tırılmamıştır. Eğer Allah (c.c)
şeytanı yalnız secde etmemesinden dolayı uzaklaştıımiş olsaydı, bu müslüman
toplumun tamamı helak olurdu.
Öyle ya, bugün 5 vakit
namazımızı birçoğumuzun kıldığına inanırım ama, kılmayanımız veya bazen
kaçıranımız olmuştur. Şeytan bir secdeden dolayı uzak tutulmuş. Müminler de
öyle olabilirdi. Asıl uzaklaştırılmasına sebep o değildir, diyorlar.
Ya? (Hani hem kel hem
fodul) diye bir tâbir vardır ya. Secdeyi yapmadı ama, secde yapmamayı da
savunmaya kalktı bu sefer, işte rahmetten uzak kalması burdandır diyorlar.
Hani insan suç işlese
de, suç işlediği kişiye karşı da "Kabul suç işledim" dese affedilir.
Ama, "Bunu yaptım, yaparım da, yine de devam ederim bu işe. Çünkü ben bu
işte gayet haklıyım. Ben bu adamı öldürme hakkına sahibim." diyecek
olursa; bu söz öldürmekten veya çalmaktan daha büyük bir suçtur. Çünkü budaha
sonra gelecek bütün cinayetlere kapı açmaktır.
"Onun için;
şeytan da bundan dolayı uzak tutulmuştur" diyoı âlimlerimiz.
O da diyor ki,
"Madem ki ben bu insanlar yüzünden Allah'ın rahmetinden uzak tutuldum, ben
de onlara tuzaklarımı kuracağım. Onlardan belli bir kısmını kendi tarafıma
geçireceğim. Geçiremediklerimin amelinden alacağım, çalacağım. Malından
çalacağım. Aklını-fikrini çalacağım. Yani onlardan birşey almaya kıyamete kadar
devam edeceğim."Allah (c.c) bize şeytanı tarif ediyor;
"Şeytanın tuzağı
gayet zayıftır" diyor.
Ben bu âyet-i kerimeyi
okurken, sanki ilk defa okuyormuşum gibi irkildim. Amanyarabbi! Bu nasıl olur.
İnsanları azdıran insanları yoldan saptıran genelde şeytanın vesvesesi. Peki
burda.da "şeytanın hilesi gayet zayıftır" diyorsun. Ama izahında
demişler ki, başarısı şeytanın güçlülüğünden değil, yaptığı hileler ve
tuzakların devamlilığındanmış. Devamlı Yılmak bilmiyor. Size namazınızı
kılmamanız için,,size iyilik yapmamanız için, size dininizin ihyası için, bir
cihad faaliyetine girmemeniz için, 40 yerden 40 tane mantık oyunu getiriverir.
Vervese veriverir.
Siz herbirini
aştığınızda o biraz pusar ama, yine yolunda devam eder. Ömür boyu devam eder.
Yolda, namazda, evinizde, yatağınızda devamlı size vesvese veriverir.
Yarın ticarette şöyle
yapıverirsen köşeyi dönersin. Böyle yapıverirsen şu parayı elde edersin, gibi
gayri meşru yollar teklif ediverir. Siz dersiniz ki;
(Euzübillahimineşşeytanirracim). "Senin yoluna uymayacağım" dersiniz.
Biraz durur, ama arkasından, "Ya! öyle ama, işte şu şu işleri de
yapıverirsen sen de eller gibi olursun" deyiverir. Yani devamlı bize hile
ve tuzaklarını kurmaya yönelik olduğundan başarısı oradan geliyor.
Peygamber Efendimiz
(a.s.v) de ümmetine demiş ki; "Amellerin en değerlisi az olup, devamlı
olanıdır" diyor. Hani sizde diyorsunuz ya! "Oğlum sebat lâzım,
sebat" diyorsunuz. Hani işte sebat lâzım, ibadette sebat lâzım, dostlukta
sebat lâzım, herşeyden sebat gerekiyor.
Devam ediyor şeytan,
"Onlardan bir kısmını alacağım. Onları sapıtacağım. Onlara bu dünyada
erişilmez idealler vereceğim. Onlara emredeceğim ve hayvanların kulaklarını
dildireceğim, kestireceğim ve onlara yine emredeceğim de, mutlaka onlar
Allah'ın yarattığım değiştirecekler" diyor (şeytan). Allah (c.c) şeytanın
tuzaklarını haber veriyor aslında bize. Beş tane teker teker açıklamaya
çalışalım.
"Sapıtacağım"
Nasıl sapıtır? İnsan hayatta herşeyde iki alternatifle karşı karşıya kalır.
Evinize rızk getireceksiniz, Ailenizi besleyeceksiniz.
Bu insanın midesine
giren herhangi bir yiyecek madde, helâl olsa da - haram olsa da vücudunuzu
ayakta tutar, insanın kamım doyurur veya. Siz, ekmeğinizi Allah'ın emri
üzerine, helâlinden kazanmak zorundasınız. Ama haram da getirirseniz ekmek
gelmem demez, çocuklar yemem demez. Yenen de haram olduğundan dolayı bedene
beslemem demez. O zatında değil, ona insanın kazandırdığı sıfattadır, kötülük.
Meselâ elma ağacından bir tanesini satın aldınız, kopardınız helâldir. Elma
sahibi sırtını donuverdi vede siz satın almadan kopardınız o haramdır. Aynı
elle aynı dalda iki elma alıyorsunuz. Birini paranızla alıyorsunuz o helâldir.
Birini de adam görmeden alıyorsunuz o da haramdır. İkisi de besleyicidir bunların.
Şeytan, daima çalmayı,
almayı, gaspetmeyi emreder. Erkeğin kadına olan ihtiyacı, kadının da erkeğe
olan ihtiyacı vardır. Bunu meşru yoldan karşılamak da, gayrı meşru yoldan
karşılamak da vardır. Fakat şeytan hep gayri meşru yolu cazibeli hale
getirmiştir. Orada sapitacaktır.
İtikat; Allah'a,
kitaplara, meleklere, ... iman en doğru yoldur. Ama orada da o çeşitli şüpheler
verme suretiyle, itikatta da insanları saptırma tarafına gitmektedir. Çok
mantıklı cümleler buluveriyor onlara. Hani Allah'a, kitaplara, ahirete, ...
imanda, imansızların da mantığının bayağı güçlü olduğunu, başka mantıkla da
çabuk yıkılacak kadar da zayıf olduğunu çeşitli misallerle anlatmaya
çalışmıştık.
Şeytan onlara diyor
ki; (Cenabı Allah'a diyor ki) "Ben onlara erişilmesi mümkün olmayan
idealler vereceğim."
Meselâ, (ileride de
gelecek) Yahudiler diyor ki, "Allah bizi ahirette birkaç gün yakacaktır.
Hatta tefsirlerde 7 günden fazla bizi yakmayacak-tır" diyorlar onlar.
Onların ideali o, Allah bizi 7 günden fazla yakmayacaktır. Veya biz şöyle
soylu-böyle soylu milletiz. Dünyanın galibi biziz, biz olacağız diyorlar. Bunu
da şeytan onlara dedirtiyor.
Bu âyet-i kerimenin
tefsirinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v) (ki biraz sonra bu konuyu biraz daha
açıcı bir âyet-i kerime gelecek);
Ne sizin idealleriniz,
hayalleriniz, kuruntularınız, ne de ehli kitabın idealleri, hayalleri,
kuruntuları gerçektir. Yani biz yüceyiz, yükseğiz demekle olmaz. Ya ne ile
olur? İşle olur, yani o işin yapılmasıyla olur. Allah bizi seviyor demekle
olmaz. Allah'ın seveceği işi yapmakla olur, anlamına geliyor.
Ama bunlar okumadan
âlim, gezmeden seyyah, evlenmeden çocuk sahibi olmak, tohum atmadan, buğday
beklemek gibi kuruntuların içine sokuverir. İnsanlar bazen; bu konuda romanlar,
hikâyeler yazmıştır. Efsanesi bile geliştirilmiştir. Bir görünmez adam
oluverseydim diye film bile çevirilmiştir.
Müslüman olanı da
olmayanı da aynı hayali kuruyor. Müslüman olan; hocam işte bir görünmez adam
olsaydım. Bu imansızlığı körükleyen adamların yanına giriverseydim, onlar
toplantıda iken şöyle iki tıktık vuruverseydim filan.
Olmayacak şeylerin
peşinde koşulmaz. Onun olacak yolu Peygamber Efendimiz (a.s.v)'in yoludur.
Gideceksin ve adamın karşısına görünen şeklinle çıkacaksın, edebi dairesinde
durumu arzedeceksin. Karşılığında çeşitli belâ ve musibetler gelebilir, rahmet
de gelebilir. Bazen hani Musa (a.s) gibi denizi geçme mecburiyetinde kalırsın.
Bazen İbrahim (a.s) gibi ateşe düşme mecburiyetinde kalırsın. Bazen Yusuf (a.s)
gibi hapishaneden devlet makamına geçmek mecburiyetinde kalabilirsin.
Ama peygamberlerin
metoduna uygun olarak yapılır. Görünmez adam olmayla filan bu işler yapılmaz.
Böyle bir temenniyi ancak şeytan verir. Bunu verdirir, verdirir sonra da görünmez
adam olamayınca bu iş biter.
Bizim oralarda
anlatırlardı. Bu işin yalanı ve pala vrası şöyle; Efendim bahar mevsiminde ilk
gördüğün yılanı öldüreceksin. Öldürdün. Başını keseceksin, toprağa gömeceksin,
ağzına da bir tane kuru fasulye koyacaksın. Fasulye bitecek, sulayacaksın ve o
fasulye kuruyacak. Onun fasulyelerini teker teker ağzına alacaksın. Aynaya da
bakacaksın. O fasulyelerden bir tanesi var içinde. Ağzına koydun mu görünmez
adam oluyorsun. Kaç tane fasulye var 100 tane. 100 tanesini teker teker ağzına
koyacaksın, deneyeceksin. Ondan sonra böyle geçip gideceksin.
Bu tarih boyunca;
sadece bizim toplumumuzda değil. Eskiden Yahudi, ve hıristiyan toplumunda da,
olan uydurma, kendi gücüne güvenmeyip, başka güçler aramaktan kaynaklanan ümniyyelerdir.
"Ve ben onları
(insanlara) mutlaka emredeceğim. Hayvanların kulaklarını da yaracaklar"
diyor.
Bunun efsanesi de
şöyle. Cahiliye döneminde Mekkeli müşriklerin yavrulayan develeri, (yavrusunu 5
veya 6 kesin bilemeyeceğim) 5 veya 10 tane yavru yaparsa, mukaddes bir deve
kabul ediyorlar. Ondan sonra o deveye yük yüklemiyorlar, kesmiyorlar, etini
yemiyorlar, vadiye sürüve-riyorlar. O dilediği yerde yer, içer, gezer böyle bir
deva olurmuş. Belki Hindistan'ın ineği de zamanında öyle bir inekmiştir. Sonradan
tapınılan inek oluvermiş.
Allah (c.c) böylesine
3-5 yavru yapmakla, 10 boduk yapmakla hiçbir şeyin mukaddeslik kazanmayacağım,
herşeyin yaratılış gayesi doğrultusunda kullanılması gerektiğini bildirirken,
şeytan diyor ki, "Bu size 10 tane yavru vermiş, bunda bir ilâhilik vasfı
var. Öyleyse buna yük yükleme-yin, binmeyin, sütünü sağmayın, bundan sonra
kendi halinde yaşasın" diyor. Bunda şeytanın ne çıkarı var?
Tapınma meylini Allah
(c.c)'dan yaratıklara doğru yönlendiriyor. Allah (c.c)'dan başka; yaratma,
yönetme, yaşatma ve insanlara kutsiyet verme hakkına sahip olan, hiç bir
kuruluş, şahıs, dernek, vakıf ve parti yoktur.
"Ve yine o
insanlara emredeceğim ben" İşte burasıda, günümüzde en çok gündemde olan,
çevrecilerin de el attığı bir konu vardır. Efendim yeşili koruyalım,
tabiattaki dengeyi muhafaza edelim. Gibi çalışmalar vardır. Tabiattaki dengeyi
bozma konusunda ilk faaliyet şeytandan geliyor. İnsanların aklına da bunu ilk
defa sokan şeytandır. Yani denizin kirlenmesi, havanın tozlanması, bulanması,
efendim yukarıdaki ozon tabakasının delinmesi, tabiattaki birçok zararlı
varlıkların ve zararsızların ölmesi zararlıların çoğalması şeytanın insanlara
verdiği vesveseden kaynaklanıyor.
Hocam nasıl olur
bu...? Düşünün bu, bir yere, bir köyün kenarına kurşun fabrikası kurulmuş.
Köylünün hepsi zehirlenmişler, çocuklar sakat doğmaya başlamış. Halbuki bu
fabrika köyün, yakınına değil de, köye daha uzak bir dağın yamacına
kurulabilirdi.
Ama şeytan diyor ki,
oğlum oraya kurarsan şu kadar masraf edersin, masraf artar, elektrik
çekeceksin, yol yapacaksın oraya kadar. Bu kadar
masrafa katlanma. Ver
köyün muhtarına veya başkasına şu kadar rüşvet, işini hallet diyor. Bu şeytanın
vesvesesidir.
Halbuki bu tesis
kurulurken beraber arıtma tesisleri de kurulabilir. Batılı diyor ki; bu
tesisler daha yeni gelişti. Tabii batılı başlattı bu şeyleri, Anadolu'daki bir
köyün yakınına bu fabrikayı kurma fikrini de veren yine batılıdır.
Bu işin maliyetini
düşürmenin yolu, elektriğe ve suya en yakın yere kurmaktır. Arıtma tesisi
kurmak için ek bir tesise gerek yok. Bu işi hallet. Nasıl hallet? Elini biraz
çalıştırıver yetkililere diyor. Yetkililer de kendi parası hesabına,
insanlarına canına değer vermiyorlar. Neticede sakat çocuklar, olmaya
başlayınca, sızlanma dönemi başlıyor ama yine tedbir alınmıyor.
Şeytan, ben onlara
emredeceğim. Tabiatta Allah'ın yarattığı şeyleri değiştirme konusunda diyor.
Âlimlerimiz bunu böyle izah etmişler. "Allah'ın yarattığını
değiştirmek". Yani tabiat kanunlarını değiştirmekle, gayesi doğrultusunda
değil, onu tam aksi istikamette kullanmak suretiyle yapılacağını emredeceğim
diyor.
İşte onu içine alıyor
zaten. Yani bunun tefsirinde şöyle açıklama yapmışlar. O gün için cinsiyet
değişikliği yok. Bunun tarihi yeni değil. İbnelik (homo seksüellik) ta Lût
(a.s)'ın kavminin başlattığı bir şeydir. Kur'an-ı Kerim bunu haber veriyor. İlk
defa Lût (a.s)'ın kavminde bu pislik zuhur etmiş diyor. Kavmi deyince, ona
iman etmeyen kavimler.
Bakara Sûresi'nde
geçti, onun tefsirini yaptık. O inanmayan toplum diyor ki, Yahu bu adamı
çıkaralım, sürelim buradan. Bu temiz bir adam, diyorlar. Yalnız o dönemin
imansız, aynı zamanda ibneleri (homo seksüelleri), çağımızın ibnelerinden
biraz daha insaflılar. Diyorlar ki, bu adam temiz bir adam.
Lût (a.s); "Yahu
yapmayın. Bakınız o kadar kızlarımız var. Allah (cc) kızı erkek için, erkeği
kız için yaratmış" deyince. Lût (a.s)'ı anlıyorlar bunlar.
"Yahu bu dürüst
bir adam. Toplumun içinde bu olmaması gerekir, bunu sürgün edelim"
diyorlar. Yani dürüstlüğünü kabul ediyorlar. Sürecekler ama dürüstlüğünü kabul
ediyorlar. Temiz insanlar bunlar diyorlar.
Onların lideri bir ara
o çok satan gazetelerden birinide bir sayfa de-
meç verdi. Bunu
yapmamak çok gericilik-yobazlıktır dedi. Yaa! Hele hele yüksek tahsilini
yapmış da, bunu yapmamışsa bu çok ayıp birşey diyor. Yani bunlar, onlardan da
daha bir pisi gayri.
Allah (cc) "Onlar
Allah'ın yarattığını değiştirecekler" derken, bir böyle tefsir ediyorlar,
bunu misal veriyorlar. Bir de insanı kadın yapmayı yasaklar diyor.
Şeytan bunu emreder
diyor. Meselâ Osmanlı'da savunulması mümkün olmayan şeylerden bir tanesi.
Osmanlı deyince tamamında değil tabii. Yani bir Osman Bey, Orhan Bey, bir
Fatih döneminde yok bu. Daha sonraki dönemlerde "hadım ağalığı"
türetilmiş. Yani sarayın içiyle uğraşacak hadımağalan (onların rızasıyla
tabii). Adam demiş ki sarayda yağlı ballı yaşayayım da bu erkeklik uzvum da
gitsin, demiş, hadımlığa razı olmuş. Ama dinine uygun bir iş değildir. Dinim
bunu yasaklamıştır. İnsanın hadım yapılması, yani hayasının alınıp
erkekliğinin yok edilmesi dinen yasaklanmıştır, haramdır.
Tefsir kitaplarında;
bunu yapan, yani erkeklerin ibnelik yapmasını, bu âyetin tefsirinde. Bir de
erkeklerin hadım edilmesinin yasak olduğunu yazar. Şeytan bunları emreder
diyor. Çağımızda yazılan tefsirlerden birinde de (doğum kontrolü) yapmayı da
yazar. Burada birşey geliyor yalnız. Eğer müslüman bir doktor, âdil, sahasında
uzman bir doktor derse ki; "Eğer hamile kalırsa ölüm tehlikesi ile
karşılaşırsın" derse, onun engelleme hakkı vardır. Nitekim benim köyümden
bir kadın Hollanda'da vefatı bundan olmuştu. 5-6 tane doğum yaptı. Doktor
"doğum yapma, sen" demiş. Onlar ya dinlemediler, ya engelleyemediler
bilmiyorum. Hamile kal-wmış,ve bir gün
vefat etmiş.
Bizim fakihlerimizde;
eğer böyle bir gerekçe doktor tarafından kendilerine bildirilmişse doğum
kontrolü yaparlar diyor.
Daha önce söyledim
galiba. Bizim orada Hoca efendiye Allah (c.c)'a ve Peygamber (s.a.v)'e
inanmayan biri gelmiş demiş ki; "Yahu hoca doğum kontrolüne ne
diyorsun?", "Kontrolü yapayım mı yapmayayım mı?" demiş.
"Yap" demiş hoca. "Ulan hoca aydın bir hoca olduğun belli oluyor"
demiş. "Başkalarına soruyorum olmaz, diyorlar" demiş. "Oğlum kim
dedi sana bunu?", "Filan, filan dedi", "Yanlış konuşuyorlar
oğlum yap, sizin gibi imansızın nesli ürememesi lâzım. Yılandan yılan yavrusu
doğar" demiş. "Sizin yumurtalarınızın kırılması lâzım. Ama bizim
olanların yere düşmemesi lâzım. Bize haramdır, ama siz devam edin, nesliniz tükensin"
demiş.
Öyledir yani, meselâ
Almanya, Fransa nüfusu devamlı azalıyor. Adamların endişeleri, yapmış oldukları
hesap, bilgisayarları ile yapmışlar. Tahmini hesapları 2020 yılında Türkler
otomatikman Reisicumhuru seçeceklermiş. Yani Türkler'den seçecekler. Nüfus o
kadar artıyor. Onlar doğum yapmıyor "güzelliğim bozulmasın" diye.
Tarih boyunca da
birçok devlet doğum kontrolü neticesinde yok olmuştur. Bu konuda batıda
yapılmış kitaplar vardır. İsimler vardır. Filan devlet doğum kontrolü yaptı ve
bunu yapmayan filan devlet bunları teslim aldı diye isimleri ve tarihleri dahi
vardır.
"Allah'ın
yarattığını mutlaka değiştireceklerdir" diyor. Bu insan, hayvan, tabiat
üzerinde, deniz, hava ve heryerde tabiattaki Allah (c.c)'ın fıtratta
yarattığını olumsuz yönde değiştirmeyi emreden şeytandır.
Aslında günümüzde çevrecilik
filan yeni birşey zannedilir. Çevrecilik 1400 seneden beri müslümanlarda
vardır. Nasıl vardır? Müslümanlar bunun eğitiminden geçerler. Çevrecilik
eğitiminden geçerler. Her hacca giden adam o toplum içinde güçlü olarak kabul
edilir değil mi. Hem bedeni gücü yerinde, ekonomik gücü yerinde ve itikadı ve
ameli yerinde, kültür seviyesi de yerinde olan insanlar hacca giderler. İhramlı
oldukları müddetçe bir canlının canını alamazlar. Bir canlıyı öldüremezler
yasaktır. Nedir bu? Canlının canına değer vermeyi daha önce öğreten dinim,
ih-ramlı olduğu müddetçe tatbikatını da yaptırıyor.
Hani askerde masalarda
eğitimi verirler. Sonra dışarıda birde tatbikatını yaptırırlar ya, öyle bir
tatbikat. O ihramlı olduğu müddetçe birtek yaprağı koparmama eğitiminden de
geçer. Eğer bir yaprak koparırsa sadaka verecektir. Bir canlı öldürürse onun
büyüklüğüne küçüklüğüne göre sadaka verecek veya kurban kesecektir. Mutlaka
keffaretini ödeyecektir. Yani ihramlı olduğu sürece canlı öldürmeme ve
koparmama eğitiminden geçen müslümanlar, 1400 sene evvelinden bu hareketi
başlatmışlar.
Şimdi bir kısmı iyi
niyetlidir ama bir kısım insanlar da kötü niyetlerle ele almışlar. Geçende bir
ağaç kesilmiş, orada oturma eylemi yapmışlar. Binlerce arabanın geçişini
engellemişler o gün akşama kadar. Fakat aynı
adamlar yılbaşında
kesilen devrilen çamlara ses çıkarmayacaklar. Böyle adamlar kendileri çam
devirecekler. Yani bunların yeşile saygılarının sahte olduğunu ocak ayında
göreceğiz. Yine yeşile saygıyı biz gösteriyoruz. Rabbimin yarattığı, Rabbimi
zikrediyor diyoruz.
Ayette geçtiği gibi,
"Yerde ve gökte ne varsa Allah'ı teşbih eder" inancımız var bizim.
Yerdeki çayırın Allah'ı teşbih ettiğine inanıyoruz. Sarkan bir dalın Allah'ı
zikrettiğine inanıyoruz. Zikreden bu dervişlerin arasında yürüyoruz biz. Dağlar
ve taşların Allah'ı zikrettiğine inanıyoruz.
Dağlar ile taşlar ile
çağırayım mevlam seni, diyen Yûnus bunu anlayan insandır. Âyetin doğrultusunda
söylüyor yani.
"Kim Allah'dan
başka, şeytanı dost edinecek olursa, o apaçık bir zarardadır" diyor Allah
(c.c). Yani dost olarak Allah yeter. Hani şair; "Allah yeter, geri kalanı
ise hevestir" demiş.
Peki Allah'ı sevince
diğerlerini sevmez miyiz? Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü. Allah'ı seven,
Allah'ın kullarını da sever. Allah'ın yarattıklarını sever. Allah'ı sevenleri
sever.[142]
(120) Şeytan
onlara vaadde bulunur. Onlara boş arzular verir. Şeytan onlara ancak aldanmayı
va'deder.
"Şeytan ancak
onlara vaadeder"(Gurur); Şu gururlanma dediğimiz şey değil. Türkçe'deki
(gurur) da aynı kökten gelmiş ama, Türkçe'deki gururlanma, kibirlenme anlamında
anlaşılmış.
Arab'ın dilinde (gurur)
aldanma mânâsına geliyor. Hani "Kim bizi aldatırsa bizden değildir."
hadis-i şerifleri, (aldanma).Şeytanın vaadi ancak insana aldanma elde ettirir.
Şeytan, "şöyle
olacaksın, böyle güzel kazanacaksın köşeyi döneceksin. Böyle güzel kadına
sahip olacaksın, araba sahibi olacaksın, şu işi yapıver canım. Ondan sonra
tevbe edersin. Daha yaşın genç. 50'sinde tevbe edersin. Canım yaşın daha genç.
Baban rahmetli 90 sene yaşadıydı. 80'ine gelince yaparsın." Şimdi bunu
söyleyen çok adam var değil mi?
Bazı ibadetleri
söylediğinizde, işte hocam 40'ına, 50'sine veya 6Ö'ına bir varalım da; hani
namaz, hac, tevbe gibi ibadetler için belirli bir yaşa gelelim de... diyorlar.
Ama birçok hadis-i
şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) gencin ibadetiyle, yaşlının ibadetinin
denk olmadığını ifade ediyor.[143]
(121) İşte
onların yeri cehennemdir. Ondan kurtulacak yer bulamazlar, diyor Allah (c.c).
Şimdi ahirette
şeytanla, şeytana tâbi olanların karşı karşıya geleceğini haber verir Rabbim.[144]
"Orada şeytanla, şeytana uyanlar yanyana gelirler. Bunların hepsinin
cehennemlik olduğu kendisine bildirilince; (Vay! Ulan bizi sapıttın. Hani bu
işleri yaparsanız cennete gidersiniz diyordun) Bizim yaptıklarımızı bile
süsliiyordun. Âyet-i kerimelerinde Rabbim; "Amellerini onlara güzel
gösterdi" diyor. Olur mu amellerini güzel göstermek.
Günümüzde de bazı
insanlar; Allah (c.c)'a, Peygamber (s.a.v)'e inanmam ama ben şöyle, şöyle
hayırlı işler yapıyorum. Eğer cennet varsa ben gitmeyeceğim de kim gidecekmiş.
Benim kalbim tertemiz."
Bunlar insana şeytanın
verdiği mantık oyunlarıdır, sözlerdir. Onların amelini süsleme faaliyetidir bu.
Orada da şeytanın bu söylediklerinin boşa çıktığını görüverince adam; aklanmış
durumuna düştü. Bu duruma düşen adam ne yapar? Alır eline bıçağı yürür
üzerine. Orada bıçak yok ama kinle üzerine yürür. O da der ki, niye benim
üzerime geliyorsunuz? Allah size birşey vadetti, ben de vadettim size. Allah
cenneti vadetmişti. Niye onun sözünü tutmadınız da benim sözümü tuttunuz. Sizi
zorla alacak gücüm de yoktu benim. "Sizin üzerinizde otoritem de yok
benim."
Yani elinizden,
boynunuzdan tutup, yapacaksın bu işi. Rüşvet alacaksın, zina edeceksin,
hırsızlık yapacaksın. Siyasetçi olup da bu milleti perişan edeceksin diye,
senin boynundan da tutacak değildim ben. Ben senin amelini süslüyordum. Ama o
işi yaptırma gücü yoktu bende. Öyleyse ben sizi çağırdım. Siz de geldiniz,
gelin dedim, geldiniz. Kendinizi ayıplayın, beni ayıplamayın" der.
"Kendinizi
ayıplayın, beni ayıplamayın" diyor şeytan, şeytan kendisini kurtarır mı?
O da gider cehenneme de. Orada mümine hiçbir fayda yok.
"İman edip ameli
salih işleyenlere gelince. Onları altından ırmaklar akan cennete ebedi olarak
koyarız" diyor Allah (c.c).
Şimdi geliş yerine
bakın âyet-i kerimenin. Yukarıda şeytan; "Onlan saptıracağım, tabiattaki
dengeyi bozduracağım. Allah'ın yarattığını bozduracağım. Onlara erişilmez
hayaller, kuruntular vereceğim" diyor. Kâfirin yaptığı bu.[145]
(122) İman
edip ameli salih işleyenlere gelince, onları altından ırmaklar akan cennetlere
ebedi olarak koyacağız. Allah doğrulukla va'dediyor. Allah'dan doğru söyleyen
kim vardır?
Tabiattaki dengeyi
korumak ameli salihtir. Bir şehir kurarken, evlerin planlarını dinime göre
yapmak ameli salihdir.
Hocam şehrin planında
da dini kurallar olur mu? Olur, Köyünüzde babanızın evini gözünüzün önüne
getirecek olursanız. Bütün camlar kıbleye yöneliktir. Eski evlerin camları
kıbleye yöneliktir. Şu 25-30 senelik evleri demiyorum. Eski evlere kapıdan
girip cama doğru döndünüz mü evinizde kıble orasıdır.
Ama İstanbul şehrine
geldiniz. Bir kısmınızın kıblesi kapıya doğru. Eve girecek olan varsa önünden
geçeceğim diye giremez. Bir kısmının kıblesi köşeye doğru. Bu arsa
tasarrufundan dolayı filanı değil. Oranın planını çizen mühendisin iş
bilmezliğinden kaynaklanıyor. Kıble şu taraftır diye yolları ona göre
çiziverdi mi bütün evlerin kıblesi, kıbleye geliverir. Ama biraz ters çizdi mi
yollarını bütün evler ters gelir. Ecdadımız, bütün yolları camiye çıkarmış.
Fatih'te en az 30 tane yol
vardır. Fatih Camii'ne çıkar. Bu bir ameli salihtir. Ama günümüzde bütün
yollar, büstün oraya çıkar. Veya bankanın oraya çıkar. Namazınızı dikkatle
kılmak ameli salihtir. Planınızı güzel çizmek ameli salihtir. Evin düzenini
güzel yapmak ameli salihtir. Konuşmayı düzeltmek, tabiatta dengeyi korumak, o
da ameli salihtir.
"Bunları
yapanları ebedi olarak, altından ırmaklar akan cennete koyacağız" diyor
Allah (c.c). Çünkü bunların bu dünyadaki yeri güzel. Burada yüzü güzel olanlar
ahirette de güzel yerlere layıktır buyurmuş Rabbim. "Allah'ın vaadi,
gerçektir." "Allah'ın sözünden daha doğru sözlü kim vardır"
diyor Allah (c.c).
Yani şeytan da size
birşey söylüyor ama, Allah'ın sözünden daha doğru sözlü bir insan da yoktur.
Cin de yoktur, şeytan da yoktur.
Hani günümüzde bazı
insanlar da, koyduğu bazı kurallarla çok doğru sözler söylüyor gibiler.
O gün için insanlar:
"Yahu fevkalâde güzel söylemiş bu adam". Veya mesela kanunlar
konusunda, bu adam da hakikaten aklı başında bir hu-kukçuymuş, güzel ifade
etmiş ve"Efradını cami-ağyânnı manî kaide koymuş, denebilir. Ama aradan
birsene geçtikten sonra, onun birçok eksiklerini birbaşka hukukçu ortaya
çıkanverir. İki sene sonra bir başkası çıkıve-rir, hatta bir seneye kalmıyor.
Hani anayasa hukukunu yazan Orhan Kaptıkaçtı; kabul edildikten bir hafta sonra
dedi ki; "Değiştirilmesi gereken yerler var" Yani bu adam hâin mi
değil mi?
Değil, adam yazdıktan
bir hafta sonra baktı ki; yahu şu virgül surda olmayacak, burada olacaktı.
Virgülden ne olur? Hani bildiğiniz bir cümle vardır. "Oku da adam ol,
baban gibi eşşek olma" veya "Oku da adam ol baban gibi, eşek
olma." Virgüle misal bu veriler çoğunlukta.
Bu hukukta da
böyledir. Virgülü buraya atarsanız, filana 100 milyar lirayı kaptırabilirsiniz.
Buraya atarsanız paşaya kaptırırsınız. Buraya atarsanız paşanın yaverine
kaptırırsınız. Yani bir virgülle mana değişebilir.
Adam evine gelir bir
düşünür. Olmadı, tüh, keşke değiştir şeydik, der. Olmadı derken dürüstçe
davranıyor. Peki değiştir deyip, değiştirsek, kabul edilse, yine yetersiz
kalır. İnsandır devamlı tazelenmektedir. Onun için biz
"Sübhânallah"diyoruz. "Allah'ı eksik sıfatlardan tenzih
ederim." "Onu kemâl sıfatlarla muttasıf kılarım" manasınadır.
Yani kemal sıfatlarla
muttasıf olan Allah (c.c)'dır. İnsanlarda bu yok. Kemal sıfatı yok insanlarda.
En kemâl sıfatına 35-40 yaşında geldi derken, o gün geriye düşüyor,
İhtiyarlama başlıyor. Beli kamburlaşıyor, gö-
zü fersizleşiyor. Öbür
gün çocukluk hali gibi yiyemeyen, içemeyen, altını tutamayan bir ihtiyar haline
tekrar dönüveriyor.
Öyleyse bunun düşünce
yapıcı da aynen böyle ilerler ve geriler.[146]
(123)
"iş sizin boş arzularınıza uygun değildir. Ehli kitabın boş arzularına da
uygun değildir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalanır. Allah'dan başka dost ve
yardımcı bulamazlar.
Vay efendim; Yahudiler
diyorlarmiş ki, En büyük Musa (a.s)'dir. Onun yolundan gidenler cennete gider.
Öbürü diyor; Müslümanlar diyor ki; En büyük Peygamber Efendimiz fa.s.v),
Hıristiyanlar diyor ki; en büyük İsa (a.s) biz önce geldik, bizim kitabımız,
peygamberimiz sizden önce. Müslümanlar da; Bizim peygamberimiz sonuncudur vs.
gürültü.
Allah (c.c) diyor ki;
"Bunlarla olmaz bu iş" Ya? "Bunların yolundan gitmekle
olur." Yani kuru gürültüyle. "Biz âhir zaman peygamberinin ümmetiyiz.
En son kitabı okuyoruz. Amel etmedikten sonra... Bal, bal, bal demekle ağzımız
tatlanmıyor. İllâki yemek lâzım. "Kim bir kötülük yaparsa, ondan dolayı
cezalandırılır."
Yeni yaptığınız
öğünmeleriniz, kuruntularınız size fayda vermez. Kötülüğü yaptınız mı
cezalandırılırsınız." "Allah'dan başka ona bir dost veya yardımcı
bulamaz."
Bu âyeti kerime diğer
ayetlerden çağrışım yapıyor. Meselâ 116. âyeti kerime "Şirk hariç, dilerse
Allah bütün günahları affeder" âyeti kerimesi; için "Benim için Kur'an'daki
en sevimli âyet budur" demiş Hz. Ali Efendimiz.
Bütün âyetler
sevimlidir de. Bu genel af ilanı gibi birşeydir. Fakat en şiddetlisi de demiş
Hz. Aişe validemiz; Hz. Ebu Bekir'de de aynı kanaat var. Bu âyettir demişler.
"Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ondan dolayı
cezalandırılır ve o kişi katında Allah'tan başka bir yardımcı, bir dost da
bulamaz". Sahabe; Ya Rasulullah, kötülük yapmayanımız yok bizim, demiş.
Madem ki insanız, İnsan olmamız hasebiyle mutlaka
elimizden, dilimizden,
gözümüzden, gönlümüzden bir kötülük çıkıyor, demiş.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v) de demiş ki; "Allah (c.c) kulunu sevince, birçok günahının bu
dünyada affedilmesi için bazı şeyler verir ona" Meselâ bir ayağının
ağrıması, bir günahınızın keffareti olarak gidiverir. Tabii ona sabr ederseniz.
"Allah'ım bana
vereceğine, o kadar gâvur vardı, onlara vermedin niye bana verdin..."
gibi şikayette bulunmayacağız.
"Ya Rabbi, bunu
bana vermişsin, ben bunun tedavisiyle uğraşayım. Bunun gıdası da, ilaçladır, bu
bir misafirdir. Bunun şöyle iyice ilaçla karnını bir doyurayım Ya Rabbi, senin
Peygamberin de doktora gitmiş tedavi olmuş, tedavi olmamızı öğütlemiş. Onun
gıdasını vereyim. Misafire hürmette kusur etmeyeyim" diye dua etmemiz
gerekiyor. Hastalıklara da hürmette kusur etmeyin. Yani, onun da gıdaları
vardır. Doktorların verdiği ilaçlardır. Fakat bilin ki, hem tedavi
oluyorsunuz, hem de bir günahınızın affına sebep oluyorsunuz. Ayağınıza batan
diken, günahınızın affına sebeptir. Hadis-i şeriftir bunlar. Fakat tutup da
yalın ayak dikenlerin üzerinde yürümek yok.[147]
(124) Erkek
ve kadınlardan kim mümin olarak salîlı amel işlerse işte onlar cennete girerler
zerre kadar zulüm edilmezler diyor Allah (cc). .
Yani Allah (c.c);
ameller ve amellerin karşılığı olan sevaplarda erkek-kadın olmadığını bu âyet-i
kerimeyle ifade ediyor. 124. âyet-i kerime.
Yani bir erkek,
"Efendim erkek kadından üstündür. Meselâ öğle namazını erkek de kadın da
kılsa; erkeğin sevabı, kadının sevabından fazladır" Yok öyle birşey.
Mü'min olarak erkek
veya kadın iyi ameller işlerse; iyi amelin değer kazanması için şart mümin
olmaktır. Hani filan adam Allah (c.c)'a, Peygamber (a.s.v.)'a inanmıyor ama,
bir milyon dolarını şöyle bir hayır müessesesine vakfetmiş, edebilir. Yani
böyle insanlar var görüyoruz. Peki bu karşılığını görmeyecek mi orada? diyor.
Rabbim kimsenin hakkını yemez. Rabbim sorar? "Kimin için yapmıştır
kulum?" Senin için, diyemez. Yalan söyler.
Orada herkesin
içi-dışına "iç-dış oluverecektir." Herkes içinde gizlediklerini
dışında görüverecektir. Gizlemek mümkün değil yani. "Senin için
yapmamıştım Ya Rabbi!"
"Kim için
yapmıştır?" "Desinler, için yapmıştım" Kim desinler? İnsanlar.
İşte o insanlar burada. Mahşer yerinde böyle duruyor, git onlardan al
karşılığını. Onlar için yaptıysan onlardan al buyrulacak. Ama Allah (c.c.)
rızası için bir adam bir fakirin çırasını yakmak için bir kibrit çakı-vermişse,
Allah onun yolunu cennete kadar aydınlatır. O kibrit yüzünden.
Bir insan bir garibin
ayağına batmış bir dikeni ayağından Allah rızası için çıkarıverse, Bir doktor
bir garibin ayağından batan bir iğneyi çıka-rıverse, bunu da Allah rızası için
yaparsa; Allah ona diken için Cennet'te gül bitiri verir.
Ne yaparsanız yapın,
Allah rızası için yapın. Yardım ediyorsunuz, borç veriyorsunuz Allah rızası
için. Borca mal veriyorsunuz, Allah rızası için, "Hocam ticaret için
yapıyoruz". Yahu siz Allah rızası için yapın da, hem ticaret yapın hem de
sevap alın.[148]
(l25) Güzel
işler yaparak yüzünü Allah'a teslim eden, hiçbir puta tapınmayan İbrahimin
dinine uyan kişiden dince daha güzel kim vardır. Allah, İbrahimi dost
edinmiştir.
Yani iki insan hayır
yapıyor. Birisi Allah rızası için-yapıyor, diğeri desinler diye yapıyor. Biri
ilan ediyor, birisi gizliyor.
Gizleyen, iyilik yapan
ve bu iyiliği yalnız Allah için yapandan daha güzel olan kim vardır.
"Hiçbir puta tapınmamış, İbrahimin dinine tâbi olandan, daha güzel dini
olan kim vardır?" (Yani yoktur manâsına geliyor.) "Ve Allah İbrahimi
dost edinmiştir" diyor Allah (c.c.) Niye İbrahimi dost edinmiştir?
"İbrahim (a.s.) ateşe atıldığında, Allah (c.c.) ateşe emir verip ateşin
gülistana döndüğünü", haber veren ayeti kerimenin tefsirinde İbn-i kesir
; (Senedi hafif zayıf olmasına rağmen oraya rivayet edilmiş, haberle ilgili
olup itikadı zedelemediği için kabul edilmiş.) Hadisi şerifte diyorki:
"Ateşe atıldı, havada giderken Cebrail (a.s.) geldi, dile benden ne
dilersen dedi. Oda dediki "Ben Allah'a tevekkül ettim, sana tevekkül
etmedim, ve Allah (c.c.) de onun ateşini gülistana çevirdi" diyor.
İşte dostluk burdan geliyor.
Yani Allah (c.c.)'den başka yardım edecek birini tanımamak, ondan başka
kimseden yardım istememek. Biz bunu yapıyoruz, derken; Yarabbi, ancak senden
yardım talebinde bulunuruz. Öyle Cebrail'den veya günümüzde filan efendiden,
Falan devletten, filan kurtarıcıdan, carttan curttan değil. Yalnız ve yalnız
senden yardım talebinde bulunuruz, diye fatiha suresinde en güzel şekilde
Allah'a bağlılığımızı ifade ediyoruz.
Bunu dille yaptığımız
gibi, ateş hattında da yapabilirsek. İbrahim (a.s.) ateş hattında bunu yapmış,
bizde onu yapabilirsek, dostluğunu mutlak surette gösterir.
Birde, "oğlum
filana git onlar yardım elini uzatsınlar. Ne olur ne olmaz" diyenlerimiz
var. Bu Allah ya görür ya görmez demektir. Allah korusun.
Yani burada esbaba
tevessül etmeyeceksiniz anlamına değil. Esbaba tevessül edeceksiniz.
Yani yapılması
gereken, kulun yapılması gerekeni yapacaksmızda. O kul onu yaparken şunu
bileceksiniz. Rabbim yardımını gönderir ama filanın eliyle gönderir. Hani
herşey Allahtan diyormuş birisi, herşey Allahtan derken bir gün imansızın biri
gelmiş ardından bir tokat atmış . Buda Allah'tan demiş. Vuran adam yani, Oda
Allah'tan bana kızma demiş. Bu sefer diğeri kızgın bir şekilde bakmış.
- Ee niye baktın?
Madem Allahtan olduğunu biliyorsun.
- Biliyorumda, bu
Allah'ın kullandığı pis el kimin eli diye baktım demiş.
Herşey Allahtandır.
Ama bir işini yaparken, yaptırırken, kendi kanu-
nu gereği, birşeyi
diğerine sebeb kılıyor. Ateş yakıcıdır ama yakma özelliğini ona, O vermiştir.
Onunla biz evimizi ısıtıyoruz, yemeğimizi pişiri-yoruz. Ateşin zatından dolayı
değil, Allah'ın ona verdiği özellikden dolayı bu oluyor.[149]
(126)
Göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Allah herşeyi kuşatıcıdır.
İlmi ile kuşatmıştır,
kudreti ile kuşatmıştır. Yani, yahu ben böyle bir duruma düşersem Allah görürmü
görmezmi, bilirmi bilmezmi." Allah, kainatı kuşatmıştır. Denizin 10 bin
metre 15 bin metre derinliğinde küçücük zerre kadar yaratıklar varmış. Bazan
televizyondan gösteriyorlar. Allah onun da rızkını ayağına gönderiveriyormuş.
Onu dahi ilmiyle ve kudretiyle kuşatıyor, Rabbim, ki gönderiyor onun rızkını
ayağına. Öyleyse: Nereye gidersek gidelim, nerde olursak olalım, Allah ilmiyle
ve kudretiyle bizi kuşatmıştır, kâfiride kuşatmıştır.
Öyleyse; bu tabiatta
yürürken, İslami hizmetler için yürürken yalnız olmadığımızı hissedelim.
Yürüyorsunuz, sizi, yolu, kâfiri ve ekonomik güçleri ve ordularını, herşeyi
Rabbim kuşatmış. Onun mülkünde Rabbim yürü demiş. Hatta koş demiş.
"Allah'ın rahmetine ve cennetine doğru koşunuz."
Yarış yaparken karşındaki
düşmanın gücüne bakıp ta yarışından geri durma. Allah herşeyi kuşatmıştır,
bilmektedir. O gücüyle de, ilmiyle de herşeyi kuşatmıştır. Tabii ayağını
bastığın yer Rabbimi zikrediyor. Gördüğün şey Rabbimi zikrediyor, öyleyse
yalnız değilsin.
Kur'an-ı Kerimin
üslubu bu, değişiveriyor konular.[150]
(127) Senden
kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, kadınlar ve mirasdan kendilerine
farz olanı vermediğiniz ve nikahlanmayı arzu ettiğiniz yetime kadınlar,
çocuklardan çaresiz olanlar ve yetimler için adil davranmanız hakkında size
okunan ayetler hakkında Allah hükmünü açıklıyor. Hayırdan ne yaparsanız,
şüphesiz Allah onu bilir.
"Size daha önce
okunan (ki Nisa suresinin baş tarafında okunanlardır) 2.3. ayetlerde;
kadınlarla evlilik konusunda, mihir konusunda ve yetimlerin haklan konusunda,
Allah (c.c.) ayet-i kerimelerini bize bildirmişti.
Yetimin de vasisi
olarak bir adam görevlendirilir, yetim bir kız çocuğu büyüyor, bakıyor ki malı
güzel ve zengin. Ee kendisi de güzel. Kızın gönlü olmadan kendisiyle evlenmeye
zorluyor Bu yasaktır, bakıyoruz ki malı fazla, kız güzel değil, kendisi
almıyor, başkasıyla evlenmesine mani oluyor. Çünkü evlenirse malıyla beraber
başkasına gidecektir. O maldan kopmak istemiyor. Yani bu tür konularda Allah'n
hükmüne göre hareket edilmesi konusunda. Yetimin rüşdünü isbat edince malının
geri verilmesi gerektiği konusunda, O kadınların rızasını alarak onlarla
evle-nilmesi, gibi konularda Allah c.c'ün bize bildirdiği ayet-i kerimelere
göre hareket ediniz. Yetimler konusunda da adaletle hükmetmelerini Allah (c.c.)
daha önce size okumuştu. "Eğer hayırdan herhangi bir şey yapacak
olursanız, Mutlaka Allah (c.c.) o yaptığınız hayırları bilir" diyor Allah
(c.c.)[151]
(128) Eğer
kadın, kocasının dikbaşhlığından veya yüz çevirmesinden korkarsa, aralarını
bulmaya çalışmalarında o ikisine hiçbir günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır.
Nefisler cimriliğe hazırlanmıştır. Eğer iyilik yapar ve Allah'dan
sakınırsanız, muhakkak Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Yani her insanın
mayasında cimrilik vardır. Fakat eğitimle bu cömertliğe dönüştürülmüştür.
Cömertlik de fıtridir. Cömertlikle- cimrilik, sevmek ve nefret etmek, korkmak.
Bunlar fıtratta beraberimizde verilir. Ama bu; eğitim kanalıyla ya adil olunur,
ya zalim olunur.
Hani Hz. Ömer (r.a.)
bıçak gibi bir adam. Kültürü nedeniyle zaîim olmuş. Ama sonra müslüman olmuş
adil olmuş. İnsamn fıtratında cömert olmak ta cimri olmak da var. Eğitim nedeni
ile bu maya cömertliğe yönlendirilir. Veya şeytanın fakirliği vaadetmesi
nedeni ile de cimriliğe yönlendirilir.
İnsanın mayasında
korku vardır. Rabbimin nimetidir dedik. Ama eğitim yoluyla korkulacak şeyler
çoğaltılır. Dünyada evlenmeme korkusu, fakir olma korkusu, çocuğunu
evlendirememe korkusu, nedeni ile adam her türlü haramı işleyebilir. Bu sefer
korku o yöne yöneltir. İnsanlar korku nedeni ile Allah'ın dinine hizmet
etmeyebilir. Rabbim, "İnsanlardan korkmayın, Allah'dan korkun ayeti
kerimesiyle, korkunun yönünü gösterir ve açıverir.
İnsanların nefisleri
cimriliğe hazırlanmıştır. Yani cimrilik de vardır insanın mayasında. "Eğer
ihsanda bulunursanız, Allah'dan sakınırsanız. Allah yapmakta olduklarınızdan
haberdardır" diyor Allah (c.c.)
Burada konu şu. Kadın
kocasının kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, sulh anlaşması yapmalarında
bir günah yoktur diyor. Sulh yapmalarıda daha hayırlıdır. Boş anabilirler de.
Ama sulh yapmaları daha hayırlıdır.
Şimdi, tefsirlerde der
ki; Hatta örnekte Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın hanımı Şevde (r.a.) misal
olarak verilmiş. Şevde (r.a.) ihtiyar bir kadındı. Peygamber Efendimizle
evlendiğinde. Bir müddet evli kaldı-
lar ve daha da
ihtiyarladı. Yani kadın olarak kadınlık görevini yerine getiremiyordu. Yani
yatakta kadınlık görevini yapamaz durumda idi. Şevde (r.a.) validemiz,
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a Demiş ki; "Ya Rasulal-lah! bütün
hanımlarının arasında adaleti gözetiyorsun. Yani birgün benim yanımda, birgün
öbürünün yanında kalıyorsun. (Bu arada şu hatırlarına geliyor bazılarının.
Efendim, Peygamber Efendimizin 9 hanımı vardı. Birinci hanıma 9 gün sonramı
sıra gelecek? Bu zulüm olmaz mı. Yani genç bir kadına 9 gün sonra sıra gelmesi
ona zulüm olmaz mı, diye soru geliyor. Birçok hadisi şerifte görüyoruz ki
peyhamber efendimiz (a.s.v.) bir gecede bütün kadınlarını dolaştığı da vardır.)
Ya Rasulallah, ben ihtiyar bir kadınım, kadınlık görevini yapamıyorum. Benim
gecemi en genç olan Hz. Aişe'ye veriyorum" diyor. Beni boşama yeter ki,
diyor. Yani ben senin himayende, senin nikahın altında ve senin evinde
kalayım. Ama beni boşama diyor. Bu bizim Örneğimiz.
Adam hammıyla mutlu
günler yaşamışlar. 40'ına gelmişler. Derken bir hastalık nedeni ile hanım
kadınlık görevini yapamaz olmuş. Doktora gitmişler. Bazi ameliyatlar olmuşlar.
Kadın, kadınlık görevini yapamaz olmuş. Ne yapalım şimdi. Erkeğe ömür boyu
kadın yüzü görmeden yaşa arkadaş mı diyelim. Değil. Burada kadını muhayyer
kılıyoruz biz.
Erkeği de muhayyer
kılıyoruz. Adam evlenmek isteyebilir. Ama evlenme mecburiyetinde değil. Derse
ki: Hayatım ben buna razıyım, bundan sonra kadın görmesemde olur. Ben senin
kokunda yaşar giderim, derse. Dinim onu zorlamıyor. Ama adam ben evlenmek
istiyorum diyor. Hanım da diyor ki; ben senin eşin olarak kalmak istiyorum. Ama
ikinci bir kadınla da evlenmeni arzu ediyorum, der ve bu konuda bir anlaşmaya
varırlarsa, onlara bir günah yoktur, anlaşmaları daha hayırlıdır diyor Allah
(c.c.)
Burada şu konu akla
gelir. Hocam hastalık sadece kadınlara mı? Yani erkek hastalanmaz mı?Erkek de
hastalanır. O da Erkeklik görevini yapamaz hale gelebilir. Fıkıh kitaplarımız
der ki; o zaman kadın da müslüman hakime müracaat eder. Doktordan alınan rapor
üzerine, müslüman bir hakim, koca boşamam derse bile, hakim boşadı mı, kadın
bir başkası ile evlenme hakkına sahiptir. Bunun bizim fıkıh kitaplarımızda,
Kitâbüttalâk bölümünde kadının boşama haklarının olduğu yerlerde açıklaması
vardır.
Yani dinimde,
hukukumda hiç kusur yoktur, eksiklik te yoktur. Eksik görenler kendi
gözlerinin kusurlarıyla görüyorlar. Meselâ bazen nezle grip gibi bir hastalığa
uğrarız da suyun hiç tadı yok dersiniz. Suyun tadı var da senin ağzının tadı
yok, dersiniz. İşte bu iş buna benzer.
Yani İslam hukukunda
eksiklik bulan adamın kendi gözünde bir sakatlık var. Veya basiretinde
gönlünde bir sakatlık var. Rabbim bir konuya daha dikkatimizi çekiyor. Bazı
kitaplarda okusanız bulamazsınız bunu. Günümüz insanoğlu bugüne kadar yazmış
ama, bazı şeyleri 1400 sene evvelinden efendimiz, insanın gönlüyle ilgili,
sevmekle ilgili, aşkla ilgili ifadeleri en son şekliyle bize bildirilmiş.
"Bütün gücünüzle hırslı davran-sanız bile kadınlar arasında eşitlik
sağlamayı başaramazsınız" diyor Rabbim. Gönülde ama, gönülde bunu
sağlayamazsınız diyor. Çünkü insanoğlunun gönlü birini fazla sever. Bu anne ve
babasıyla da böyledir. Ya annenizi babanızdan ya da babanızı annenizden fazla
seversiniz. 2 tane çocuğunuz var. Arasında 1 yaş fark var. Birini diğerinden
fazla sevebilirsiniz. Günah değil bu, günah olanı; dış görüntüde adaletsiz
davranmanız-dır. Hani biri kız biri erkek 2 çocuğunuz var. Birini bir dizinize,
birini bir dizinize oturtacaksınız. Onlara çaktırmayacaksınız ama birini fazla
sevebilirsiniz. Çünkü gönlünüze siz hakim değilsiniz.
Hatta Peygamber
efendimiz Ya Rabbi, işte benim elimden gelen bu. Yani hanımlarına ve
çocuklarına muamelelerini birgün arzederken, benim elimden gelen gücümün
yettiği bu Ya Rabbi, diyor.
Gönlünüze hakim
olamazsınız. Ama dış görüntünüze hakim olursunuz. Ama içinizden annenize
başörtü almak geçti. O esnada babanıza da bir kazak veya bir çorap alın.
Babanıza bir çorap aldığınızda annenize de bir sakız alın. Yani dışta dengeyi
sağlayın. İçte onu sağlayamazsınız.[152]
(129) Ne
kadar uğraşırsanız (uğraşın) kadınlar arasında adil olmaya gücünüz yetmez.
Öyle ise tamamen birine meyledip öbürünü askıda (ne dul, ne evli) gibi
bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve sakınırsanız muhakkak Allah hataları örten
ve merhamet edendir.
Yani annenizi fazla
sevip te babanızı bırakıvermeyin. İki evli bir insan hanımlarından birini
fazla sevip hep onda kalarak, diğerini kocasız-mış gibi bırakivermek, o da
doğru değildir. Yapmayın diyor Rabbim. "Eğer aralarını bulur ve Allah'dan
da sakınacak olursanız, Allah affedicidir, merhamet edicidir."[153]
(130) Eğer
eşler ayrıhrlarsa, Allah geniş nimeti ile her birini diğerine muhtaç kılmaz.
Allah herşeyi kuşatandır, Hakimdir.
Zengin kılar derken, illa
ayrılanlar zengin olacak anlamında değil, yani herkesin başının çaresine
bakacak bir yolu, Allah'ın onlara vermesidir.
Kadın erkekten erkek
de kadından müstağni olur. Allah öyle bir imkân verir. Nasıl verir? Canım onlar
tanımadan evvel 20 sene ayrı ayrı yaşamadılar mı? Yani kadın erkeği bulmadan
önce 15,20 sene yaşamadı mı? Yaşadı. Öyleyse ayrıldıktan sonra da birbirlerine
muhtaç olmadan, bu Allah'ın mülkünde yine onlar yaşamaya devam eder. Fakat
ayrılmama taraftarıdır ayet-i kerime.
"Allah hükmünde
hikmet sahibidir, güçlüdür, herşeyi kuşatmıştır ve zengindir."
"Yerdeki ve göktekiler Allah'a aittir."
Yani kadın da erkek de
endişe etmesin. Bir araya gelirlerse de ayrıhrlarsa da, yine itaatlarına
devam. Allah yerdeki ve göktekilerin sahibidir. O sahibi olunca, kişi de
sahibine teslim olursa, sahibi de onu ihmal etmez.[154]
(131)
Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'a aittir. Andolsun ki sizden önce
kendilerine kitap verilenlere ve size Allah'dan sakınmanızı tavsiye ettik. Eğer
inkâr ederseniz iyi bilinki göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Allah
Ganidir, Hakimdir.[155]
(132)
Göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Vekil olarak Allah yeter.
Yani Allah'ı inkâr
ediyorsunuz ama, binlerce onun yarattığı ile karşı karşıyasınız. Onlarda onun,
sen de onunsun. Yani sen kimin mülkünde kimi inkâr ediyorsun. Kimin verdiği
dille kimi inkâr ediyorsun. Yani bu ateistler, Gavurum derken dilini kendi
yaratabil şeydi, biraz hak verme imkânı olurdu. Ama Allah'ın verdiği dille,
Allah'ın verdiği akılla kelimeleri buluyor, ve Allah'ı inkâr ediyor. Yerde ve
gökte ne varsa O'nundur ve O'nun mülkünde bu adamlar inkârda bulunuyorlar.
"Övülmüş olan da Al-lah'dır ve zengin olan da Allah c.c.'dür."
"Yerde ve gökte
ne varsa Allah c.c'ündür." Nedim bir şiir yazmış da, Osmanlı döneminde.
(Ey Nedim-Ey Nedim....) diye devam ediyor. Her mısranm başında Ey Nedim! le
başlıyor, ve devam ediyor şiir. Herhalde biraz bıkkınlık veriyor gibi olmuş;
Kendisi demiş ki:
"Hoştur tekellümün
dile Ey Nedim!Gulûyu şişe de gulgul müsün nesin?" diyor.
Şişe ağzı dar olur.
Yaz gününde ve Ramazan gününde yüreğinizin yandığı bir anda şişeden bir su
dökün bakalım. Böyle Lik, lık, lık, lık.... eder. Aynı şeyi tekrar ediyor ama
çok tatlı bir ses diyor. Şişenin çıkardığı sese gul gul diyorlarmış Osmanlı
döllerinde. Şimdi ayet-i kerime tekrar gibi geliyor ama, konuya öyîc uygun
düşüyor ki: tekrar değil aslında. Şelâle bir sesi bir daha çıkarmazmış hiç. Ama
aynı gibidir. Çıkarmıdığını nerden biliyoruz. Dinlemeye doymuyorsunuz da ondan.
Bülbül aynı öter
gibidir ama bir öttüğünü bir daha ötmezmiş. Eğer bir öttüğünü bir daha ötse
kimse bülbül taşımazmış. Kasete alıp istedikleri zaman dinlerdi. Birgün, iki
gün derken. Bıkkınlık veriyor. Ama bülbül taşıyanlar bıkmıyorlar. Çünkü böyle
verilmesi ve vurulması gereken yerde, ayetlerini indiriveriyor.[156]
(133) Ey
insanlar! Allah dilerse sizi giderir, başkalarına yetirir. Allah buna kadirdir.[157]
(134) Kim
dünya sevabını isterse iyi bilsinki dünya ve ahiret sevabı Allah katımladır.
Ailah herşeyi işitendir, görendir.[158]
(135) Ey
iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve akrabanız aleyhinede olsa Allah için
şahidlik yaparak adaleti yerine getirenlerden olun. İster zengin ister fakir
olsun farketmez. Allah onlara daha yakındır. Adaletten yüz çevirerek nefsin
arzusuna uymayın. Eğer dilinizi eğer veya yüz çevirirseniz iyi bilinki Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Allah c.c bu ayeti
kerimesinde Adaletten ayrılmamayı ve adaletle şahitlikleri yerine getirmeyi
istemektedir. Hayatımızda, insanlar arasındaki münasebetlerimizde bize çok
önemli ve bizi perişan eden bir hastalığımıza dikkat çekiyor.Bu ayeti
kerimesinde rabbim şöyle buyuruyor.Ey iman îdenler!
"Adaletle kaim
olun. Allah için şahitlik yaparak, adaletle kaim olun. Adaleti kaim kılın.
Şahitliğinizi adaletle yerine getirin. Adaleti ayakta tutun. Adalet ayakta
değilse adaleti getirin."
Üç tane hüküm bir
arada bu ifadelerde.
1- İnsanlar
adalete muhtaç. Yalnız insanlar değil, tabiattaki herşey adaletle kaim. Yer ve
gök adaletle kaim diye bir ifade vardır. Allah (c.c.) de bize "Adaleti
yerine getiriniz. Adaleti kaim kılınız derken (Kavvam) kelimesi ile ifade
etmiş. Yani; adaleti yerine getiren adamlar bulun siz. Adalet yoksa tabii ki.
Memleketi zulüm almışsa zulmü kaldırmak ve zulmün yerine adaleti getirmek, top
yekûn müslümanlarm asli görevleri olduğunu ifade ediliyor.
"Peki adalet gelmişse,
onun devamını sağlayıcı olun" diyor. Allah (c.c.)Yani müslümanlar adaleti
kaim kıldıktan sonra, adil bir devlet (İslam Devleti) kurduktan sonra
görevlerini yerlerine getirdiler. Çiftçisi çiftinde, işçisi işinde, esnafı
dükkanlarında, memuru dairesinde, kendi maişetiyle meşgul olurken, herkes kendi
işiyle meşgul olurken; gözünün bir ucuylada adalete el uzamyormu, uzanmıyormu
bunu dikkatle gözetecektir,
Yani bir müslüman
devletin bütün teb'ası, adaletin ayakta durma-sıyla görevlidir.
Bunlar (mütteki) diye
tabir ettiğimiz insanlar. Adaletin ayakta durması için herkesin kendini
görevli bilmesi, birde kendisine verilen görevi yerine getirmesi.
"Bana verilen
görevi yerine getirdim tamam" demekle olmaz . Herkesin kendine verilen
görevi yerine getirdikten sonra, başkasının da görevini yerine getirmesini
isteyecek, tavsiyede bulunacak, nasihatta bulunacaktır.
Allah için şahitler
olarak, şahitleri ananızın- babanızın hatırı için ve komşu hatırı için. (Yahu
şimdi olayı gördük, şahitlik yapmazsak ayıp olur) gibi bu türden şahitlik
yapmayacağız.
Yalnız ve yalnız Allah
(c.c.) rızası için şahitlik yapılacak. Bir başka ayet-i kerimede[159]
"Şahitliklerinizi Allah için yapınız"diyor Allah (c.c.)
Yoksa filanın hatırı
için yapmazsan ayıp olur, diye şahitlik yapılmaz. Yalnız ve yalnız Allah'ın
kullarından birtanesinin bile, haklarının kaybolmaması için şahitlik
yapacağız.
Peygamber efendimiz
(a.s.v.) "Şahitlerin en hayırlısı istenmeden şahitlik yapandır."
diyor.
Hani bir olayı gözünüzle
gördünüz, fakat davacı adam sizi tanımıyor, adresinizi bilmiyor. Davalık
olmuşlar ve sizin de adresinizi veremiyor, (Evet benim olayı gören bir adam
vardı, ama bilemiyorum" diyor. Sizde bunu biliyorsunuz. O insan sizi
çağırmadan gidip, "Evet ben olayı gördüm veya duydum, olay şöyle cereyan
etmişti." diye şahitliği yapacaksınız.
"Velevki bu
şahitliğiniz zararınıza olsa bile, zatınızın zararına olsa bile. "Anne ve
babanızın aleyhine olsa bile"
Anne veya babanızın
bir yabancı adamla, (hani Türkiyede en sevimsiz adamlar yahudilerdir)
yahudiyle kavgalaşmıslar. Anne veya babanızın yahudiye vereceği var. Babanız
inkâr ediyor. Yahudiye diyor ki: "hadi ulan yahudi, namussuz kâfir. Ben
senden almadım böyle bir parayı veya altını vs." diyor. Fakat babanız bu parayı
biliyorsunuz ki aldı.
Anne ve babanızın
aleyhine bile olsa, şahitliği adaletle yerine getireceksiniz.
"Akrabalarınızın aleyhine bile olsa."
Sıralama da güzel.
Evvela can'dan başlıyor. Kendi aleyhinize olsa da , anne-babanızın aleyhine
olsa da, daha geride akrabalarınızın aleyhine de olsa, "şehadetle
adaletten ayrılmayın" diyor Allah (c.c.)
Devam ediyor yine.
"O kişi isterse zengin olsun, isterse fakir olsun, Yine adaletten
ayrılmayın ." "Allah o fakire de, zengine de sizden daha yakın, ona
yardımda o daha layık. Siz kime yardım etmeye kalkıyorsunuz)
"Hani Türkiyenin
en zengin adamıyla, en fakir adamı, sizin gözünüzün önünde kavga ettiler.
Haksız olan fakir. Bu durumda; "Ulan elime düştün hani, göstereceğim
sana" deyipte, fakirin tarafında yer alıp, zenginin aleyhinde
olmayacağız. Zengin düşmanlığıda yapmayacağız.
Onun haksızlığı varsa,
ayrıca alın onu, ta midesinin içindeki haramı çıkartın, ayn.
Ama bu olayda biri
haklı biri haksız. Haklı olanın hakkı teslim edilecektir ve adaletle şahitlik
yapılacaktır, orada.
Veya zengin haksız,
fakir haklı. Bu sefer de zenginin parasının hatırına onun tarafını tutup,
fakiri haksız çıkarma tarafına gidilmeyecektir.
Efendim (Ben burada
fakiri korudum hocam. Her ne kadar fakir haksızdı ama, fakiri koruduk, hani zenginden
birkaç milyon alıverdik, mahkemeye gitmesin dedik ve alıverdik.)
O fakire cehenneme
gitmesi için haram lokma alıverdiniz ve kendiniz de cehenneme layık oldunuz.
Olmaz bu, haklıya
hakkı verildikten sonra, daha önce işlemiş olduğu haramları ayrıca ondan
alınır. Yani haksiz olduğu yerde müdahele ederseniz, o adamda sizin zatınıza
olan düşmanlık değil, dininize olan düşmanlık başlar. Veya var olan düşmanlığı
artar.
"Adaletsizlik
yapmada veya adalet yapmada kendi arzularınıza tabi olmayınız"
Yani, eğri ile doğruyu
siz kendiniz belirlemeye kalkmayınız." diyor Allah (c.c.)
"Eğer
kıvırırsanız, olayı gördünüz, biliyorsunuz da ama, oraya varınca hakim
huzurunda dilinizi eğip, (avul yavul yapıp) Türkçe karşılığı; kıvırırsanız,
Veya şahitlik yapmaktan yüz çevirirseniz, Yani (Ben görmedim bilmem)
derseniz."Mutlaka Allah sizin yapmakta olduğunuz herşey-den
haberdardır." diyor Allah (c.c.)
Birgün o mahkeme-i
kübra'da mutlaka bu gizlediğiniz veya kıvırdığınız olayları orada rabbimin
huzurunda tekrar ikrar ettikten sonra, cezasını da çekeceksiniz diyor Allah
(c.c.)
Anlatabildim mi,
bilmem. Yani insanların kesesi veya kasası veya size olan yakınlığı, sizi
adaletten hiçbir şekilde ayırmamalıdir. Anneniz ve babanızın aleyhin Mte olsa,
kendi aleyhinize de olsa, akrabalarınızın aleyhinede olsa, hakkı belirlemede
siz kendi mantığınızı değil haklı olanın hakkını vermekle görevlisiniz.
(Efendim biliyorum, bu
adam haklı bu adam haksız ama, haklı adam çok zengin. Haksız adam çok fakir.
Ben ifademi biraz değiştirsem, bu garibanı da zengin ederiz) İşte bu kendi
arzumuza tabi olmak demektir. Kendi hevamza tabi olmaktır.
Allah zengine de,
fakire de sizden daha layıktır. Ona ne lâzım olduğunu o daha iyi bilir.
Öyleyse siz kendinizi hevamza tabi olarak, kendi hevanızı kendinize ilah
edinmeyin.
Hani Allah (c.c.) bir
ayet-i kerime de "Kendi arzusunu kendisine ilah edineni (Gördün mü? yani
gördün)
Yani ben hiçbir şeye
inanmam. Allah'a da inanmam, peygambere inanmam diyen adam, dinsiz değildir.
Kendine has bir dini vardır. Kendi aklı veya kendinden önce beğendiği bir
imansız onun ilahıdır. Onun fikriyatı doğrultusunda gider. Onun kitabini okur,
ona göre mantığını geliştirir. Onun da kendine göre batıl bir dini vardır.
Hani puta tapan, ineğe
tapan, insanın nasıl ki tapındığı Önde adamı vardır, bununda Önünde bir adam
vardır. Hayır onları da kabul etmiyorum derse, kendi istek ve arzularını,
herşeyin üstünde tuttuğundan; bu sefer ona tabi olmakta ve kendisine ilah
kabul etmektedir. Allah (c.c.) "Sakın hevaya tabi olarak adaletten ayrılmayın"
diyor.
Ve devam ediyor.[160]
(136) Ey
iman edenler! Allah'a, Rasulüne, bu Rasulüne indirdiği kitaba ve daha önce
indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, Meleklerini, Kitaplarını,
Peygamberlerini, Ahiret gününü inkâr ederse çok uzak bir sapıklığa düşmüştür.
Yani Tevrata- İncile-
Zebura ve diğer sahifelere de iman etmemizi Allah (c.c.) emrediyor. Ama, burda
şu soru gelmiş. Alimlerimiz demişler ki, ("Ey iman edenler, iman
ediniz.") diyor.
Zaten iman etmişiz,
yani niye "İman edenler iman ediniz ? deniliyor.
Hakiki müminler için bu
şunu ifade eder. İmanımızı kemale erdiriniz. İman ettiniz de; imanınız biraz
daha kuvvetlice, sağlam, tam tekmil olsun.
Yani, konuştuğumuz
insanlar müminler olsun. Dostlarımız mü'minler olsun. Alışveriş yaptığınız
insanlar, kâmil bir imana sahip olsun. Mahal-lenizdeki insanlar, komşularınız,
kâmil insanlar olsun. Sohbet ettiğiniz insanlar gelip gittiğiniz insanlar, kız
alıp verdiğiniz insanlar, kâmil mü'minler olsun.
Böylece bir bakmışız
ki;mahalleniz şehriniz topyekün devletiniz mü'minlerden oluşuvermiştir, (Ey
iman edenler iman ediniz) derken; "İmanınızı kemâl noktasına, yani tam
olgunluğa erdiriniz" diyor Allah (c.c.)
Münafıklara bu ayet
şunu demek istiyor. "Ey iman eder gibi görünenler, gerçekten iman
ediniz."Genelde bizim imanımız "taklidi iman"dır Yani hepimizin
imam taklidi'dir bizim, Niye taklididir?Dünya'ya geldik. Biraz okuma yazma veya
kelimeleri anlamaya başladık. Annemiz- babamız bize dedi ki; Allah vardır,
birdir, şeriki-naziri yoktur. Hadi söyleyiver bakayım. Kimin kulusun? Kimin
ümmetisin? dediler. Bizde öğrendik, iman ettik. Bu taklidi imandır. Yani
annemizi, babamızı, mahallemizin hocasını taklid edersek, bizde iman ettik. Bu
ayetin manâsı şudur demişler. Böylece "Ey taklidi yoldan iman edenler
(Taklidi iman kötü değildir) Ama, Ey taklidi olarak iman edenler, tahkiki
olarak iman ediniz. Yani sizde kendiniz araştırarak imanınızı takviye ediniz,
demektir.
Nasıl takviye
edersiniz? Bu bilgilerinizi Kur'an ayetleriyle teyid edersiniz,
kuvvetlendirirsiniz. Bu bildiklerinizi, tabiattaki Allah'ın ayetlerine bütün
eşyaya bakmak suretiyle, Rabbimin san1 atını orada görürsünüz ve, böylece aman
Ya Rabbi, ne güzel yaratmışsın, senden başkası bunu zaten yapamaz, gibi taklidi
imanımız, tahkika eriştirilir.
Yani Allah (c.c.) bize
bunu demek ister. Yakın dostlarımızdan bir tanesi Eski İslam Enstitüsünü ve de
Ankara Siyasalı bitirdikten sonra, İngiltereye doktora yapmak için gitmişti.
Doktorayı yaptı ve geldi. O anlattı bana.
Londra'da camide
oturuyoruz diyor. Caminin imamı var, onunla beraber. Derken bir İngiliz girdi
içeriye. İmama dedi ki; "Ben müslüman olmak istiyorum." İmam onu
misafir etti. Ona izzet-ikram etti. Çay yaptı. Orada hazır olanlardan ne varsa
onlardan da ikram etti. Dinimizin güzelliklerini ona bir daha arzetti. Yani
Kelime-i şehadetle neyi söylediğini, neyi kabul ettiğini biraz açıklayarak
anlattı. Adam Kelime-i şehadeti getirdi, ayrılacak.
Ayağa kalktı ve hocaya
dedi ki; "Bu kapıdan kâfir olarak girdim. Müslüman olarak çıkıyorum.
Müslümanlar bir kapıdan çıkarken nasıl davranırlar? diye imama sordu. (Yani
öyle yapacak o da.) İmam zekii tabi diyor. Derhal hatırına geldi, demiş ki;
camidesin, camiden çıkarken sol ayak atılarak çıkılır. Sol ayağını at ve şu
kelimeyi de söyle. Onu ezberle-tiverdi diyor. (Bismillahirrahmanirrahim)
diyerek çık demiş.
Şimdi o camiden sol
ayağını atarak ve besmele ile bize de gülümseyerek çıktı. Sonra imamla bir
daha görüştüm ben. İmam demiş ki; Yahu ne güzel bir adama çattık böyle. O akşam
telefon etti bana "Ben yatıyorum müslümanlar nasıl yatar?" demiş. O
da demiş ki; Müslümanlar sağ tarafı üzerine yatarlar, sırtüstü de yatarlar, sol
tarafı üzerine de yatarlar ama; yüz üstü yatmayı pek tercih etmezler.
Bunun birkaç duası da
var ama sen yine (Bismillahirrahmanirrahim) de. İlerde göstereceğim ama bu gece
(besmele) ile yat. İster sağ tarafına, ister sol tarafına, ister sırtüstü yat,
demiş.
Hoca demiş ki;
"Gel Ali. (Arkadaşın adı Ali) ikimizde birden bir şehadet getirelim,
yeniden bir müslüman olalım" demiş. Biz tuttuk, o imamla yeniden bir
şehadet getirdik, ve müslüman olduk yeniden. Yani bundan sonra yapacağımız her
işin; sünnette ve Kur'an da acaba nasıl yapılmış, araştırarak yapalım diye
karar verdik, diyor.
Yani yeniden müslüman
olalım demenin anlamı budur. Bundan sonra üniversiteye gittiğimizde hocaya
karşı. (Mesela orda mastır hocası var.) Mastır hocasına karşı konuşurken hangi
nezaket kurallarına riayet etmem gerekiyor. Peygamber efendimize açıyorum,
bakıyorum. Peygamber efendimiz Ebu Cehil'e karşı nasıl davranmış. Bunları okuyoruz
ve ona göre hareket ediyoruz.
Efendimiz (a.s.v.)
Mekke'de yürüyor. Mekke'deki kadınların açıklığı bu günkünden açık. Şimdiki;
(hani bir ara bir bakan yüzü yanık bir bakan) altsız-üstsüzlük kanunu
çıkarmıştı, Kültür bakanı. Onun çıkardığı kanun 1400 sene evvel yürürlükteydi
Mekke devletinde. Hatta bunlar biraz gerideler. Onlar yüksük dahi takınmazdı.
Yani dünyada elde edilen birşey takınmazdı. Belirli bir mevsimde yaparlardı
bunu. Yani Hac mevsiminde, o putlarının önünde bir merasimleri var, birkaç gün
devam ediyor. Orada; ayakkabı yok, küpe yok, yüksük veya bilezik de yok. Yani
dünyadan elde edilen birşey yok. Böylece geziyorlardı.
Öyle bir ortamda
Peygamber efendimiz (a.s.v.) gözünü nasıl sakınıyordu? Kulağını nasıl
sakınıyordu; bunlara dikkat ediyoruz. Londra da gezerken biz de onlara riayet
ediyoruz, diyor o arkadaş.
Ayet-i Kerime buna
uygun- Yani bunu açıklıyor bize "Ey iman edenler. Allah'a, Rasulüne,
Rasule indirdiği kitaba, daha önce indirilen kitab-lara, iman ediniz"
diyor.
"Kim Allah'ı ,
meleklerini, kitaplarını ve peygamberlerini, ahireti inkâr ederse o çok uzak
bir sapıklığın içerisindedir. Çok derin bir sapıklığın içine düşmüştür diyor
Allah (c.c).
Burada imanın tam beş
şartını saymış, 6. şart olarak da "Allah'a iman"ın içerisindedir.
"Kadere iman" demişler. Çünkü Allah'ın ilim sıfatı içinde oluyor
bütün herşey. Onun programı içerisinde olunca, kaderimiz zaten onun ölçüp
biçtiği şeydir.
Kader: ölçmek-biçmek,
O'nun kânuna uygun bir şekilde tatbik etmek, oluyor. O da Allah (c.c.)ün (ilim
sıfatı) içinde, tecelli ettiğinden, meydana geldiğinden, imanın 6 şartı burada
vardır. 5'ini zaten saymış. (Kader) de (Allah'a iman)m içinde vardır. Kim bu
imanın 6 şartını inkâr ederse, "Çok derin bir sapıklığın içine
düşmüştür." diyor. Allah (c.c.)
Bir arkadaş Ankara'da,
(yine İslam Enstitüsünden beraber mezun olduğumuz) imamlık yapıyormuş, o
anlatıyor.
"Hocam
Üniversiteye yakın benim imamlık yaptığım cami. (İsim de veriyor.) İşte filan
Prof. Cuma'ya geliyor.. Fakat "Ben Allah'a inanırım da, Peygambere inanmam
" diyormuş. Yahu ne diyeyim bu adama? diyor.
Dedim ki; "Sen
niye namaz kılıyorsun? diye sorsana. Niye namaz kılıyorsun? "Kur1 an-da
Allah emretti de ondan."
Peki, niye sübhane
rabbiyel azim- sübhane rabbiyel a'la- Ettehiyyatü'yü niye okuyorsun. Bunlar
Kur'an da değil. Hani (semiallahülimen ha-mideh- Rabbena lekel hamd)
Bunlar Kur'an'da
değiller. Bunları niye okursun sen? Okurum. Bunlar peygamberin sözü.
Peygamberin sözünü okuyorsun, kendine inanmıyorsun. Olmaz böyle şey, Bu
saçmalık olurmu? diye anlatmasını istemiştim.
Allah (c.c.) bunların
hepsine imanı şart koşuyor bize. Biz de hergün yatsı namazımızın arkasından;
"ve ileykel mesıyr" Dönüş sanadır yarab-bi, demek suretiyle imanın 6
şartını orada tekrar ediyoruz.[161]
(137) İman
ettikten sonra kâfir olanları, sonra iman edip sonra kâfir olanları, sonra
kâfirlikte ileri gidenleri, Allah onları affetmez ve onları doğru yola
çıkarmaz.
Yani dönekler bunlar.
Kur'an-ı Kerim'de 3 tür insan olduğunu, Bakara suresinin daha ilk başında
Allah (c.c.) bize haber vermiştir. Bakara Suresi'nin ilk 5 ayeti mü'minin
sıfatlarım anlatıyor. Arkasından 2 ayet kâfiri tanıtıyor, onun ardından gelen
13 ayette münafığı tanıtıyor.
Dikkat edin. Münafığı
13 ayette tanıtıyor, kâfiri 2 ayette, Mü'mini 5 ayet-i kerime ile tanıtıyor.
Demek ki toplumun bize en zararlı olanları münafıklar. Seni gördü mü müslüman,
kâfiri gördü mü kâfir.
Bu tür insanları
(Allah bunları affetmeyecektir) diyor, kâfir iman edince de iyi oluyor. Yani
böyle inadına gâvur olanlar, iman edince de çok iyi oluyorlar. Meselâ Hz. Ömer
(r.a.)
Eline kılıcını alıp,
bu peygamberi benden başkası öldüremez deyip, yürüyen adam, Müslüman olduktan
sonra ise, kılıcını alıp, Kabe'nin önüne gelip; "Anasını evlatsız,
hanımını kocasız, evlâdını babasız bırakmak isteyenler çıksın karşıma bakayım
diye bilen bir insandır.
Yani günümüzde de; bu
dinime fazlaca sataşan herifler var ya, onlar bu tarafa gelecek olurlarsa, ne
arslan adam olurlar onlar.
Onun için onları böyle
ziyaret ediverin. Gönüllerini alıverin. Deyinki; "Yahu sen ne Ömer olursun
ya" filan. Deyiverin bakalım canım.Olmasa bile o söz onun içerisine bir
nokta gibi yerleşir. Bir çekirdek gibi yerleşir, zaman içerisinde, belirli bir
ortam bulunca o çekirdek de çiçek açıverir. Hatta kelimeler, çekirdekler gibi
de değildir.Çekirdekler ya açarlar veya çürürler. Kelimeler öyle değil. Ya o
gün açar veya bir sene sonra açar veya bir kelime bir adamın yüreğinde 50 sene
durur, 50 sene sonra açar.
Onun için herkese
olumlu sözler söylemeye devam edin. "Senden ne müslüman olur ya." filan
deyiverin.[162]
(138)
Münafıklara müjdeleki onlara muhakkak acıklı bir azap vardır.[163]
(139) Onlar
ki Müminleri bırakıp kâfirleri dost ve yönetici edindiler. İzzeti o kâfirlerin
yanındamı arıyorlar? Şüphesiz izzetin tamamı Allah'a aittir.
"İzzet Allah'a
aittir, Rasulüne aittir, mü'minlere aittir." Yani vakarlı bir hayat ancak
mü'minlere aittir.
Bu dünya da bazı
mahrumiyetlere katlansa bile, zillet içerisinde yaşar. Belki bazı şeylerden
mahrum bir şekilde yaşar ama, izzetinden, onurundan birşey feda etmeden yaşar
mü'min. Ama o münafık: çıkarı nerede ise oradadır. Akif merhum:
-"Arkasından takla
attın, en dem'i bir şöhretin, diyor." En alçak bir şöhretin bile
arkasından takla attın, diyor. O günün imansız yazarlarından birini dile
getiriyor tabii ki.Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Peygamber efendimiz (a.s.v.)
şöyle buyurmuş."Kâfir insanlarla yakınlık kurarak kendisine bir şeref,
şan, paye ayıranların durumunu anlatmış. Hani, günümüzde; en büyük kâfir
oiarak; (daha onlardan büyük kâfirler vardır da) siyasi sahada büyük olarak
anlatıyorum. Yoksa, en gâvur adam Bush veya Gorbaçov değil. Onlardan daha
şiddetli kâfir insanlar vardır. Fakat makam olarak da bunlar en büyük ya;
"Efendim onunla beraber filan gün bir cevizin altında bir kahve içmiştik."
demekle bu tür insanları kastediyor. Peygamber efendimiz (a.s.v.)
"Kim kendisini 9
tane kâfir babaya nisbet ederse, (Yani benim babam şöyle, filanca, falanca,
filancalar) ama bunların hepsi de kâfirliği ile meşhur adamlar. "Onlara
kendisini nispet ederse, 10. cusu o olur cehenneme gitmekte" diyor.
Onlarla beraber cehenneme gitmekte de 10. cusu bu olur.
Hayatta kâfir bir
babayla, kâfir bir Öğretici siyle, kâfir bir komutanıyla, kâfir bir
arkadaşıyla, iftihar edilmemelidir. Hani benim çok namıssız bir arkadaşım var, dermişiniz.
Bu şehrin en hırsız adamı benim en. yakın dostumdur. Ailecek gelir gideriz,
diyebilirmisiniz bunu. Yahu hırsızın günahı kendine aittir. Bir fahişenin
günahı şahsını ilgilendiriyor. Ama, bu otoriteyi elinde tutan kâfirlerin durumu
topyekün insanlığı ilgilendiriyor. Bunlara olan yakınlıktan, dostluktan veya
onlara olan sevgiyi belirtmekten Allah'a sığınmak lâzım.[164]
(140)
Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini veya o ayetlerle alay edildiğini
duyduğunuzda, onlar bir başka söze dalıncaya kadar onlarla oturmayın. Yoksa
sizde onlar gibi olursunuz. Muhakkak Allah, Münafıklarla, kâfirlerin hepsini
cehennemde toplayacaktır diye, size kitapda indirdi.
Yani onlar Allah'ın
ayetlerini yalanlayan bir konuşma yapıyorlarsa, Allah'ın ayetleri ile dalga
geçiyorlarsa, o mecliste oturmayın." diyor, Allah (c.c.)
Fakat onu bırakıp
başka bir konuya geçmişlerse ayrı. Orada da oturmanız gerekiyorsa,
oturabilirsiniz. Fakat onlar Allah'ın ayetlerini hafife alıyorlar ve inkâr
ediyorlarsa siz de orda oturuyorsanız "Siz de o takdirde onlarla
berabersiniz" diyor.
Gavur olursunuz.
"Günahta veya gâvur olmada onlarla berabersiniz" diyor. Allah (c.c.)
Ne yapalım hocam.
Müdahele edersiniz. M.
Akif merhum;
-Biri ecdadıma sövdümü
kovarım.
Karşısındaki;
kovamazsın ki!...
-Hiç değilse yanımdan
kovarım, diyor.
-Onu da yapamazsın ki;
-Eh efendilik bende
kalsın der, çeker giderim.
Allah (c.c.) bu yolu da
açmış "Orada oturmayın!" Şimdi burada oturmayın derken, (gidin!)
anlamında almışlar bazı arkadaşlar. Çekin gidin, anlamında almış bunu. Orada
oturmayın. Oturmayınca ne yapacağız, alaylı konuşan o ağzı kapatacağız. Şöyle
veya böyle kapatın. Ama kapatacağız.
Peki buna gücü
yetmeyebilir. Evvelâ dille müdahele eder. Ona da gücü yetmeyebilir kişinin.
Müdahele edecek imkan da olmayabilir. Yani karşı taraf güçlüdür. Dille de
müdahele edemeyecek, elle de müdahele edemeyecek, o zaman yapılacak şu, oradan
çıkıp gidecektir.
Niye gidecektir,
diyelim ki ben böyle bir yerdeyim. Benim sevenlerimden olarak sizlerden biri
de böyle bir mecliste var. Ki böyle bir olay oldu. Bir düğün merasimi
nedeniyle, Hocam gelde bir konuşuver dediler. Gittim biraz 5-10 dakika geç
kalmışız. Bir arkadaş konuşuyor. Hoca bir arkadaşmış, o da ama öyle akü almaz
şeyler anlattı ki, hayretler içerisinde kalırsınız. Yani hadis uydurucuları
bile böyle bir şey düşünememişler, zaman içerisinde Peygamber efendimiz
hakkında.
Şimdi, seni sevenler
orada. Hoca acaba bunu kabul edecekmi, etme-yecekmi. Ondan sonra biz geleceğiz
kürsüye ya. Onu beklerler.
Peygamber efendimizin
hadisleri 3 türdür diyoruz, değilmi?.
1- Kavli
hadisleri. Söyledikleri.
2- Fiili
hadisleri. Yaptıkları.
Peygamber efendimiz
şunu şöyle yapmıştı diyoruz. Biz de yapıyoruz.
3- Bir de
onayladıkları takriri sünnet diyoruz.
Efendimizin huzurunda
bir olay yapılıyor. Peygamber efendimiz ona da ses çıkarmıyor, işte bu da
sünnet oluyor. Şimdi siz de bir yerdesiniz, müdahele etmiyorsunuz. Sizi seven
bir adam da der ki; "Ha doğru söylüyor bu adam demek ki. Eğer doğru
söylememiş olsalardı bu hoca müdahele ederdi. Müdahele etmediğine göre bu
arkadaşlar doğru söylüyorlar." imajı meydana gelir. Onun için mutlak
surette tepkiyi belirteceksiniz.
Ya dilinizle belli
edeceksiniz, ya elinizle belli edeceksiniz veya çıkıp gitmek suretiyle, Hocam
öyle bir yer ki hani hapishanedeyiz diyor adam. Hapishanede kovuşun
içindesiniz. Ama bir tane yok kovuşun içerisinde 10 tane imansız var diyelim.
Güçlüler de susturuyorlar da çıkıp gitme imkânı da yok. İşte o zaman da kalben
buğz edeceksin.
Kalben buğz edeceksin.
Başka yapacak bir şey yok gayri. Buda imanın zaafına delâlet eder, demişler.
"Allah kâfirleri
de münafıkları da, tamamını cehennemde bir araya getirecektir." diyor.[165]
(141) Eğer
Allah'dan size bir fetih olursa sizi gözetip duran (Münafıklar) "Biz
sizinle beraber değilmiydik" derler. Eğer kâfirlerin bir payı olursa,
(Münafıklar) "Size yardım edip müminlerden korumadık mı?" derler.
Allah kıyamet gününde aranıza hükmedecektir. Allah, müminler aleyhine kâfirler
için asla herhangi bir yol vermeyecektir.
"O münafıklar;
Sizi şöyle uzaktan gözetleyip dururlar."
Tabi günümüzde bir çok
insan, münafıkça davranıyor. Günümüzün kâfiride münafıkça davranıyor yalnız.
Yani açıkça hnstiyanım, yahudiyim, efendim budistim, diyen insanlar da
münafıkça bir tavrın içerisine girmişlerdir.
Şöylece müslümanları gözleyıp
sahada, politikada başarılı olursanız."Biz de sizinle beraber değilmiydik
yani sizinle beraberdik. Sizi destekliyorduk. Sizin tarafınızdaydık" diyorlar.
Amma "Eğer kâfirler tarafına bir pay olursa, Yine derler ki gâvurlara;
"Sizi galip getiren biz değirmiyiz. "Mü'minlere karşı sizi koruyan
biz değilmiydik." Onlar hakkında size haberler veriyorduk, onların zayıf
taraflarını söylüyorduk. Sizin tarafınızda yer alıyorduk," diyorlar.
Onlar ne derse desin. "Allah kıyamet gününde sizin aranızı
açacaktır." Yani kâfiri, münafığı, mü'mini apaçık belli olacak.
Karışıklığa da gelmeyecekler.Kâfirlerde, münafıklarda topluca cehenneme sürüp,
mü'minleri cennete koyacaktır.
Peki hocam öbür
dünyada böyle olacak da, bu dünya'da müslümanlar hiç mi ayrılmayacak onlardan?
"Allah kâfirlere; mü'minler üzerinde hâkimiyet sağlamaya bir yol
bulamayacaklardır" diyor Allah (c.c.)
Zaman içerisinde bu
ayet-i kerime ile, âlimlerimiz ve tefsircilerimiz, epeyce meşgul olmuşlar. Bir
kısmı demiş ki; Elhamdülillah demişler. Çünkü Peygamber efendimiz zamanında
müslümanların kaybettiği yok, Uhud'un dışında. Orda da toprak kaybı yok hiç.
Harp sahasında bir yarı mağlubiyet var. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz.
Ali (r.a.) zamanında ve ondan sonra emeviler zamanında hiç kayıp yok. Devamlı
İs-lamm yükselmesi var. Yayılması var. O zaman tefsircilerimiz; "Allah'a
çok şükür bu böyledir kıyamete kadar da böylece gidecektir." diyorlar.
Ama ne zaman ki
müslümanlar mağlup duruma düşünce, o zamanın âlimleri yeniden bu ayet-i
kerimelere bakmışlar. İmam Ebu Hanife Hz'leri diyor ki; "Her ne kadar
günümüzde kâfirler, müslümanlara hiçbir zaman galip gelemiyorlarsa da, bu
kıyamete kadar böyle devam edecek, anlamında değildir." Bu şu anlamdadır.
"Kâfirler,
mü'minlerin gönüllerine hâkim olamayacaklardır, manasınadır. Yani mü'minin
gönlündeki imanı alamayacaklardır, manasınadır.
Ülkesini istilâ
edebilirler. Evini işgal edebilirler. Ama yüreğindeki imam, onu alamazlar. Hani
Akif merhumun "Alınır kal'a mı göğsündeki iman" diyor. Yani, ayet-i
kerime göğsündeki imanın alınamayacağına işaret eder demişler. Ki. günümüzde de
doğru olanı, İmam Ebu Hanifenin bu söyledikleridir.
Çünkü, hani halkı
müslüman olan ülkelerde, bu güne kadar bakıyorsunuz, Osmanlının
parçalanmasıyla beraber, halâ o gün ingilizlerin başa getirdiği adamların
çocukları devam ettiriyor yönetimleri. Babadan oğula böyle devam edip geliyor.
Niye, sizin dedeniz Osmanlıyı iyi parçaladıy-di, onun mükâfatı olarak sizin
krallığınızı devam ettireceğiz, diyorlar ve 250 bin askeri de oraya
yığıveriyorlar.
Demokrasi tarafkarı
olan insanlar, krallığı savunuyorlar. Babalarının hayrına savunmuyorlar tabii
ki.
Mü'min insanlar
üzerinde hâkimiyetlerini kuramayacaklardır.
Fakat iman şartıyla.
İman şartı var yalnız. Biz gerçekte ashabın imam gibi bir imana sahib olsak,
böyle birkaç tane insan çıkarabilmiş olsak, ben şu anda yeminle inanıyorum ki,
başarı sağlanır. Bu anda dahi başarı sağlanabilir.
Yani malını ve canını;
(oran yok %10'u %20'si yok) Malını ve canını Allah'ın dini yoluna koyabilecek
sahabi ayarında birkaç tane insan çıksın, bu iş başarılır.[166]
(142) Allah
onlara oyun ederken, münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkarlar. Onlar namaza
kalktıklarında tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı çok
az anarlar.
"Allah'a hile
yapmaya kalkarlar, münafıklar mü'minlere de hile yapmaya kalkarlar." Diyor
Allah (c.c.)
Burada da "Münafıklar
Allah'a hile yapmaya kalkarlar." Halbuki; "Allah onların hilelerim ve
tuzaklarını kendi başlarına geçiriverir." Ayet-i kerimede; "Kötü
tuzak kendi sahibini yakalar" diyor Allah (c.c.) Bunlarda müslümanlara
hile yaptıklarını, aldattıklarını ve atlattıklarını zannediyorlar ama, birgün
kâfir müslüman olunca o münafığın iç yüzünü müslümana söyleyiverir.
Hatta gâvur, müslüman
olunca, gel bakalım deyiverir ve iki taraftan da tokadı yeyiverir o tür
insanlar.
Günümüzde de laf
getirip götürenler, iki insanın arasını açmaya çalışanlar, iki taraftan da
güleryüz görseler de, her iki tarafta ona iyi insan gözüyle bakmazlar
kullanırlar.
Tuvalet taşı gibi
lâzım olunca kullanır sonra atıverirler. Tuvalet kâğıdı gibi bu adamlar bunu,
lâzım olunca yine kullanır, atarlar. Tekrar lâzım olunca yine kullanır, sonra
yine atarlar.Onların o kadar değeri vardır. Allah c.c onlanda güzel anlatıyor
bize.Müslüman görünüyorlar. Müslüman görününce, namaz kılması gerekiyor önce
insanın. "Namaz için kauçuklarında, tembel tembel kalkarlar, ağırdan
aldırırlar" Namazlarında insanlara gösteriş yaparlar. Hani, bir adamın
yanında namaz kılacak olursak 5 defa (sübhanerabbiyel azim) der.
Efendimiz onu tarif ederken,
o tür namazı "Horozun dane topladığı gibi secdeye varırlar kalkarlar.
Horoz daneyi böyle alıyor ya Secdeye de onlar öyle gelirler giderler diyor. Bu
münafık namazıdır diyor. Peygamber efendimiz Ta'dili Erkana riayetle namaz
kılacağız.
"Allah'ı çok az
anarlar. İnsanları görünce anarlar, insanları görmeyince Allah'ı
zikretmezler."[167]
(143) Bunlar
arasında bocalayıp dururlar. Ne onlardandırlar, nede bunlardandırlar. Allah'ın
sapıttığına sen herhangi bir yol bulamazsın.
Hani cami ile kilise
arasında kalmış beynamaz derler bu tür insanlara, Mevlana bunları anlatmak için
şöylece bir hikaye anlatıveriyor.
Eski bir kilisenin diyor,
tavanı yok. (Yazlık bir kilise galiba bu) Ama Meryem ana'nın heykeli var orada.
Bir kuş hergün gelirmiş onun tepesine çiş eder gidermiş. Buna fena bozuluyor
papaz ama, yakalayamıyorda. Aklı erenin birine demiş ki; Yahu bıktım ben bu
kuştan, ne yapayım ben buna demiş. Demiş ki; heykelin yanı başına bir de şarap
koy. Bir gün gelir susadım diye ondan içer olduğu yere de yığdır kalır demiş.
Papaz keskin bir şarap koymuş oraya. Gerçekten kuş gelmiş oraya pislemiş,
sonra da şaraptan içmiş içmiş ve bayılakalnıış oraya. Papaz tutmuş. Demiş ki;
Madem ki müslümandın niye şarap içtin? Madem hırıstiyandın niye heykele
sıçtın? demiş. Senin hakkın ölümdür, demiş boynunu koparmış atıvermiş. Allah
(c.c.) "İkisinin arasında gelir-gider" diyor.
"Ne o taraftan ne
de bü taraftandır." Ve münafığı tarif ederken "İki sürü arasında
kalmış bir koç gibidir" diyor. Münafık ne o taraftan ne bu taraftan.
Bir Hadisi şerifte;
"o taraftan gelenler de toslarlar ona, bu taraftan gelenler de"
bizden değilsin diye buyrulur.
Efendimiz onu anlatıyor. Bu
taraftan gelenlerde toslarlar orta yerdekine bu taraftan gelenlerde toslarlar
orta yerdekine diyor işte münafık da odur. Ve bize yöneliyor Rabbim[168]
(144) Ey
İman edenler, Müminlerden başka kâfirleri yönetici dost edinmeyin. Aleyhinize
olmak üzere Allah'a açık bir belgemi vermek istiyorsunuz.
Burada, "dost
edinmeyiniz" deyince, daha önce de söyledim bunu, Yani mahallenizde bir
tane hıristiyan var. Bir tane yahudi var. Komşunuz ev komşunuz. (Bu insanla
insani münasebetlerinizi kesin) anlamında değil bu. Komşumuz, hani eskiden
köylerde birbirlerinden çay biter çay alırlar, tuz isterler, ateş isterler.
Yani karşılıklı komşular birbirlerine olan ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar
devam ettirilir. Sabahleyin karşılaşılınca güler yüz gösterilir. Ama
müslümanlarla ilgili, diniyle ilgili, vatanla ilgili, üzerine secde ettiğiniz
vatanla ilgili hiçbir konu onunla konuşulmaz. Sır verilmez ona. Dost edinilmez
onlar.
Zaten o (veli)
kelimesinden, "yöneticide edinmeyiniz" manâsına da gelir bu.
(Veli-Vali) o işi yöneten manâsına geliyor. "Onları kendinize dost edinip,
yönetici de kılmayınız" diyor.
"Böyle yapmakla,
Allah katında kendinize bir hüccet, bir delil mi yapmak istersiniz" Yani
böyle yaparsanız Allah (c.c.) kıyamette cezalandırır. Cezalandırma gerekçesi
olarak da, (Sen kâfirlerle dost oldun, mü'minlere düşman oldun) der. Böyle
dememek, böyle bir duruma düşmemek için" "Kâfirleri kendinize dost
edinmeyiniz" diyor Allah (c.c.)
Günümüzde bir kısım
insanlar; bazı imansızlarla dostluğu, iftihar vesilesi yapıyorlar. Çok yanlış
ediyorlar. Şunu bilsinler ki, samimi bir müslümanı hiç bir kâfirde gönülden
sevmez. Çıkarı varsa ancak, dost görünür.
Maddi çıkar olabilir
bu. Makam mevki olabilir bu. Yani bu tür çıkarları varsa dost olur. Yoksa
gerçekten küfrüne iman etmiş bir insan da, sağlam bir müslümanı sevmez. Sever,
şöyle sever. Hani bu adam da kendi inancının adamı.
Orda takdir eder ayrı,
fakat onunla dost olamaz. Bir araya gelemezler zaten. Hani birisi kumar oynamak
istese, birisi ibadet yapmak istese, aynı yerde ikisi de bir anda zevk
alamazlar. Birbirinden zevk almazlar bunlar.
Biri gıybet yapacak
biri zikir yapacak. Aynı anda karşı karşıya gelecekler. Birisi, (Lâilahe
illallah) birisi de, ulan (filan şöyle şöyle yapmış, filan böyle yapmış)
diyecek. Yani birbirinden zevk alamazlar ki, bu insanlar birbirini sevsinler,
olmaz böyle şey.[169]
(145) Muhakkak
münafıklar ateşin en alt katımladırlar. Seri on-iara yardımcıda bulamazsın.[170]
(146) Ancak
tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar, dinlerini
yalnız Allah'a halis kılanlar hariç. İşte bunlar Müminlerle beraberdirler ve
Allah yakında müminlere büyük mükâfat verecektir.
Kâfirliğinde ve
münafıklığında, işlediği cürüm ne kadar büyük olursa olsun, tevbe ettiği
takdirde affa uğrar. Tevbe pişmanlık duymaktır. Geç-
miştekine pişmanlık
duymak. (O anda yaptıklarından vazgeçtiğini ikrar etmek ve gelecekte de
yapmamaya karar vermektir demişler) tevbenin tarifi bu.
Yalnız tevbe etmekle
olurmu? yani tevbe ettim. Filan zaman şu kötülükleri yapmıştım, diyerek
vazgeçtim Ya Rabbi!.. demek, yetmiyor. Devam ediyor ayeti kerime çünkü:
"Tevbe edenler, geçmişte bozduklarım düzeltenler."
Geçmişte bir
bozgunculuk yapmış adam gidip onu düzeltecektir. Hani bu ilerde, (Hûcurat
suresi)nde gelecek. Gıybetin affı nasıl mümkün olur diye. Orada tarifi vardır.
Gıybet yapmak haram. Büyük günahlardan. Hani bir adam hakkında konuşmuşsunuz,
(iftira etmişsiniz) filan adam şöyle şöyle yapmış diyorsunuz, birinin yanında.
Sonra tevbe etmek
istiyorsunuz. Tevbeniz aynı adamların yanlarına varıp, (Ben filan zamanda,
filan adamın aleyhinde şöyle-şöyle konuşmuştum ya, ben o zaman iftira
etmiştim. Ben bu iftiramdan vazgeçiyorum.) diyeceksiniz. Tevbesi bu diyor.
Yoksa elinize teşbihi
alıp (estağfirullah) olmaz. O zaman melekler; "Hadi bakalım fırla
Cehenneme doğru" deyiverirler adama.
Allah (c.c.)
"Tevbe edenler ve de düzeltenler" Bir,kendi haİlerirîi düzeltiyorlar.
Birde geçmişte bozduklarım düzeltiyorlar. "Allah'ın kitabına sımsıkı
sarılanlar" daha "Dinlerini yalnız ve yalnız Allah için
yapanlar." Yani, katkı yok. Başka dinlerin başka görüşlerin, başka
imansızlıklardan zerre kadar katkı yok.
Hani Türkçe de şöyle
bir ifade kullanılır. (Halis altın) diyoruz. Halis altın demek 999 milyemlik
değil, 1000 milyem İçinde hiç katkı maddesi yok. Buna halis altın veya som
altın diyoruz. Aynen (halis) kelimesi kullanılmış burada da.
"Dinlerini de
Allah için halis kılıyorlar." Yani dini konularda hiçbir vakit Allah'ın
kelâmı yerine başkasının kelamı tercih olmadığı gibi, Allah'ın kelâmı ile
beraber filanınkini de kabul etsek, o da olmaz.
O Altının içerisine
gümüş veya bakır veya bir başkasını katarak kalitesini veya ayarını düşürmek
gibidir. O zaman halis olmaktan çıkar. Halis altın olmaktan çıkar. Kalitesini
aşağıya doğru 22 ayara, 18 ayara, 14 ayara, 12 ayara kadar düşürmüş oluyoruz
biz bunu, Allah (c.c.) de "Halis olanlar, dinlerinde halis olanlar"
der. "İşte onlar da mü'minlerle beraberdirler."
Yani bir münafık veya
kâfir. Yaptığına tevbe edecek. Eski yaptıklarını düzeltecek. Allah'ın kitabına
sımsıkı sarılacak ve dininde halis olacak. Bu biraz zor. Dininde halis olmak
biraz zordur.
Hayatımız boyunca bazı
kişileri tanıdım. İmansız hayat yaşamışlar. İslama da geçmişler. Mesela Rojer
Gorudi denen adam. Müslüman olduğunu söyledi. Dünyaya ilan etti adam. Fakat
yaşının 80 olması veya 70'in üzerinde olması bundan sonra kitabı ve sünneti
fazla okumaya , yani gerek bedeni veya fikri veya zaman olarak ayıramaması
nedeni ile, söylediği sözler içerisinde yanlışlıklar devam edip gidiyor. Eski
kültürüne İslami bir kalıp bulmaya çalışıyor. Bu da yanlış.
Yani eski bir kültürün
ürününü, İslami kalıplar içerisine sokmak, halis dini katkılı hale getirmek
demektir. Som altın olmaktan, som din olmaktan, halis din olmaktan işi
çıkartır o. Tabiiki kendisi açısından, yoksa benim dinime birşey olmaz. Bu
Allah'ın dini Peygamber efendimize indirildiği gibidir. Kıyamete kadar da
böyle devam edecektir.
Biz karışıklık
yaparsak, kendi dinimizle yani kendi inancımızla karışıklık yaparız. Kendi
bulanık imanımızı bize içirirler öteki dünyada. Yoksa Allah'ın dini yine halis
olarak kalacaktır. S. Sevri (r.a.),
"Söz kabul
edilmez amel olmadan" diyor. Çok güzel bir ifade bu. Efendim işte namaz
şöyle efdaldir, böyle efdaldir veya cihad şöyle değerlidir, böyle değerlidir.
Veya şehitlik Allah katında mertebesi çok yüksektir diyor.
Abdullah Cevdet ki, (O
zamanlar Adûvvullah Cevdet denmiş kendisine) Yani din düşmanı, Cevdet
denilmiş. Onun bir makalesini okumuştum, diyor ki, Birinci cihan harbiydi.
Birisi şehitlikle ilgili bir yazı yazmış. Çok güzel yazmış ama diyor. Bu
cağaloğlunun buralarda karşılaşı-verdik, tebrik ettim kendisini diyor.
Demiş ki, yazını
okudum, çok güzel anlatmışsın şehitliği. Yani o yazıyı okuyan cepheye gider,
demiş. "Allah size de nasip etsin" demiş. Ben bu sözü söyleyince
benim ölmemi mi istiyorsun gâvur, dedi diyor.
Şimdi, bu tür sözdür
işte. S. Sevrinin söylediği, bu söz kabul edilmez, amel olmayınca.
-Anne ve babamı pek
severim ben diyor. Ama senede bir defa elini öpmeye gitmediği gibi yardım da
etmiyor. Bu nasıl sevgi ise..
-Namaz çok kıymetli
bir ibadettir diyor da, kılacak zamanı olmuyor arkadaşın. Bu sözlerin hiçbiri
kabul edilmez, diyor.
-Mücahid olmak lâzım
hocam mücahid. Allah mücahidleri sever, cihad etmek lâzım. Diyor, fakat eli
olmuyor arkadaşın, zamanı olmuyor, bu işe.
Bunlar kabul değildir.
Amele dönüşmedikçe. Peki amele dönüşürse, amel kabul edilmez, ihlâs olmayınca,
diyor.
Yani yaptığınız işi
yalnız Allah için yapacaksınız. Filan adam desin için yapmayacağız. Her ne
yaparsanız yapın. Çiçek ekiyorsanız Allah için ekin. Aman ya Rabbi!.. senin bu
toprağın, kara toprağın bembeyaz çiçeğe dönüşecek, bir müslüman buna baktığında
gönlü güzelleşecek, gözü güzelleşecek, diye ekerseniz onun sevabı vardır. Hem
eviniz de çiçek açacak, hem sevaba gireceksiniz. Yani yaptığımız her şeyde iyi
niyetle Allah rızasını aradınız mı işler güzelleşiyor.
İhias olacak. Peki
ihlas da var. İhlâs da varsa yine kabul edilmez, diyor Süfyanı Sevri. Ya,
yaptığınız iş sünnete uygun olacak.
Geçen gazetelerde bir
haber. (Allah rızası için oğlunu kesmiş.) Gazetelerin haberi doğrumudur
değilmidir bilmiyoruz. Yani gazete onu çarpıttı da mı verdi. Çarpıtmadan mı
verdi, onu bilemiyoruz. Ama öylede olabilir, dengeyi yitirmiştir veya yanlış
birinin eline geçmiştir ki; ben öyle
bir insan tanırım.
Hala yaşayan bir adamdır.
Yani yanlış insanın
eline düşmek suretiyle de, böylece insanlar dünyalarım da perişan ediverirler.
Yapılan iş sünnete uygun olacak. Orada da sünnete uymayan bir şey var. Akşam
şıh efendisi ona Allah'ı görmekle ilgili bir konuyu sohbet yapmış.
Nasıl görülür? nasıl
görülür?... derken, bir haller oldu. Uzun bir haller oldu diyor.
Halbuki, birçok hadisi
şerifte ve Allah (c.c.)'ün ayeti kerimelerinde "Bu gözlerle görülmez"
buyrulur.
"Şu gözler
Allah'ı görmez." Ee cennette?. "O zaman apayrı bir görüş verilir
gözlere" diyor ehli sünnet, ama bu gözler görmez. Çünkü bunun sınırı var.
Görüş alanınızın sının var. Allah (c.c.)'ün gücü, kudreti ise bütün yıldızlan,
kâinatı kuşatmış. Göz neyi görecek burada.
Yani yapılan iş
ihlasla olacak. İhlas da sünnete uygun olacak. Allah rızası için oğlunu keser
veya oğlum günaha girmesin diye gözünü çıkaran bir adam, öbür dünyada hesabını
verecektir. Çünkü yaptığı iş* iyi niyetli ama iyi niyet haramı helâl kılmaz.
Diye bir kaidemiz vardır.
"Allah mü'minlere
yakında büyük nıükafaat verecektir" diyor Allah (cc.)[171]
(147) Eğer
şükreder ve iman ederseniz Allah size azabı niye yapsın? Allah şükrü kabul
edendir, bilendir.[172]
(148)
Haksızlığa uğrayan hariç Allah kötü sözün yayılmasını sevmez. Allah herşeyi
işiticidir, bilicidir.
Hayatta, size söylenen
bir kötü sözü tekrarlamayın kimseye. "Yahu bana filan adam şöyle dedi"
demeyin. Mademki o adam söylemiş birde siz duymuşsunuz: o adam başka yerde de
söylemiyor. Öyleyse bunu yaymayın.
Kendi yaptığınız bir
kötülüğü de kimseye söylemeyin. Bir hadisi şerifte; "Yaptığınız bir
kötülüğü veya günahı kimseye söylemeden, Rabbi-min huzuruna gelirseniz, Allah
da öbür dünyada bu günahı açmaz" diyor.
Yani ondan dolayı
hesaba çekmeyecek ve cehenneme de koymayacaktır, Hayatta yaptığınız bir
günahı, işlediğiniz bir cürmü, kendinizin dışında birine söylemeyin.
Buna dikkat çekiyor
Rabbim. "Kötü sözlerin yayılmasını Allah (c.c.) sevmez." Peki
söylenince ne olur hocam? Söylenince: Bir söylediğinizin günahı, bir
işlediğiniz günah, sizin söylediğinizden bir başkası da örnek kaptı. O da
yanlış. O da günah.
- "Haa! bizim zamanımızda bir küp içerdik
de sarhoş olmazdık" gibi laf üreten insanlarımız var.
- Bunu işiten delikanlı da acaba biz de
içebilirmiyiz diyor. Gidiyor bir küp de o içiyor.
Şimdi o ne kadar
içmişse onun günahı var. Şimdi içmiyor ama, delikanlılık döneminde bir küp
içtiğini anlattı buna. Bunu işiten delikanlı da gitti bir küp içti. O içtiği
kadar yine bu anlatana günah vardır.
"Mü'minlerin dışında
kâfirleri dost edinmeyiniz" ayetinin açıklamasında bir hadisi şerif var.
Peygamber efendimiz "Kim Allah'a ve ahirete iman ederse, içki sofrasında
oturmasın" diyor. Hani biraz önce anlatmaya çalıştığım; "bir
imansızın Allah'ın ayetleriyle alay ettiği bir yerde oturmayınız." Orda
oturmayacaksınız. İçki sofrasında da oturmayacaksınız.
Ya onu
engelleyeceksiniz ve yahut da kalkıp gideceksiniz. Böyle bir durum. Yani orada,
kötülüğe şahit olmamaya da dikkat edeceğiz tabiki.
Kötülüğü söylemeyin;
yayılmasına yardımcı olur. Günümüzde basın-yayın birçok hayırlı işler yaptığı
gibi, birçok kötü şeyleri de yayıveriyor. İyi şeyleri yayıyor, nasıl? Diyelim
ki (bir ara televizyonda verilmişti.) Gaziantepte emekli bir memur, Gece bir
lokantaya gitmiş. Kardeşim sen 12'den sonra artan yemekleri ne yaparsın?
Dökerim demiş.
-Bana ver onları. Ne
yapacaksın? -Fakirler var onlara dağıtayım, demiş.
Onları ordan aldım
diyor 2-3 fakiri doyurdum. Derken öbür lokanta derken öbür lokanta......bir
araba aldım. Gaziantepte 150-200 kadar aileyi diyor, yatsıdan sonra dökülecek
olan yemekleri alıp onları doyuruyorum diyor.
Bunun verilmesi, başka
şehirlerimizde de bu işin yapılmasına sebep olur. Siz birşey yapmak
istiyorsunuz da, yapamıyorsunuz. Derken haa! bende bunu yaparım diyorsunuz. Bu
tür haberler yayümaîıdır.
İyi haberler
yayümaîıdır. Ama kötü haberler size kadar gelmişse sizde kalmalıdır. Sizden
ileriye götürmeyin. Hayatta götürmeyin. Çünkü o sözden alıp ta yapacak insanlar
vardır.
Ancak Rabbim.
"Zulme uğrayanın feryad etme hakkı vardır"diyor. Bir adam zulme
uğramışsa o feryad eder. Buna misal olarak Peygamber efendimize biri gelmiş.
-Ya Rasullellah! benim
filan yerde evim var. Yanıbaşındaki komşum bana eziyet ediyor, demiş. Kaç defa
söyledim halâ eziyetine devam ediyor. Peygamber efendimizde demiş ki;
"Eşyam yolun ortasına indir, gelene geçene söyle. Bu adam bana eziyet
ediyor" de bakayım.
O da eşyasını indirmiş
yolun ortasına. Yahu nedir bu hal? bu adam bana eziyet ediyor. Bıktım bunun
komşuluğundan diye birkaç kişiye söyleyince: Allah aşkına koy şu eşyaları, bir
daha yapmayacağım demiş adam.
Yani zulme uğrayan
kişinin feryad etme hakkının olduğunu bu ayet-i kerimeyle ifade ederken,
Peygamber efendimiz bu hadisi şerifiyle "Cihadın en efdalı, zalim bir
devlet başkanının karşısına geçip, onun zulmüne karşı adil sözü
söylemektir." diyor.
-Senin yaptığın
yanlıştır, bu doğrudur. Ve Akif merhum bir de misal veriyor. Emeviler zamanında
bir zalim sultan, kendisi serveti sağman içerisinde yaşarken, milleti kıtlıktan
ölüyor. Ağaçlar kuruyor, ineklerin sütleri kurumuş, eti kemiğine yapışmış.
Kıtlık sefalet almış yürümüş. Bir kafile ile beraber bir çocuk da gelmiş. Çocuk
kafilenin önüne geçmiş. Evvela kafilenin ileri gelenleri anladılar durumu.
Fakat adam hiç yardım etmiyor, Çocuk ileri atıldı ve dedi ki;
-Bu kadar servet eğer senin
kendi malınsa, bu mal sana fazla. Kendi ihtiyacın olanını al gerisini dağıt
bunlara demiş. Eğer bu servet bu insanlarınsa, yani milletinse, işte millet
buraya gelmiştir, mallarını iade et. Eğer bu mallar Allah'insa, bu insanlarda
Allah'ın kullandır, bu malı bu kullara dağıt" dedi diyor. Adam da insafa
geldi ve dağıttı diyor. Akif merhum.
İşte cihadın en güzeli
zalim sultanın Önünde feryad etmektir. Arkasında değil önünde takla atıp
arkasından küfretmek iş değildir. Yüzüne karşı söylemektir asıl olan. Allah
(c.c.) de bunu bize ifade ediyor. (Akif merhum bu hadisi şerifi şöyle vermiş.)
-Bir adam dursa da bir
zalim imamın yüzüne -Adli emretse, bu zalimde onun hak sözüne -İnkıyad
eyleyecek yerde, tutup kıysa ona
-O mücahid yazılır taa
şühedanın başına. -Hamzadan sonra gelen en şanlı şehit odur. -Hak için can
verenin payesi elbet budur.[173]
(149)
"Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz veya bir kötülüğü afvedersiniz,
muhakkak Allah affedicidir herşeye gücü yetendir. "
Ne güzel ifade,
affedicidir herşeye gücü yetendir. Yani herşeye gücü yettiği halde affedendir
Allah (c.c). Zaten affetmenin de değeri burdan geliyor. Adama sormuşlar adın
ne? Mülayim, oğlum mülayim olmazsan ne yapabilirsin zaten. 30 kg.lık adamsın
demiş.
Yani gücü yettiği
halde affetmek, işte o yiğit insandır. Peygamber efendimiz birgün sormuş
arkadaşlarına. "Kimdir sizce pehlivan? demiş. Ya Rasulallah herkesi yenen
adam pehlivandır. Demişler. O değil gücü yettiği anda, intikam alabileceği bir
zamanda hasmını afvedendir" diyor.
Bu konuda bir şiirde
var, manzum olarak yazılmış. 3 kardeş var. Babası demiş ki: "En güzel
hediyemi 3 kardeşten birine vereceğim. Gidin dolaşın bir iyilik yapın gelin.
Hanginiz en güzel iyiliği yapmışsa, işte ben ona en değerli mirasımı vereceğim
demiş." ve çocuklar gidip gelmişler.
-Birisi demiş. Baba
ben filan adamdan borç para almıştım. Kaç zaman sonra adam öldü. Varisleri de
bende olduğunu bilmiyordu. Yüklü de bir paraydı ama ben buna rağmen,
varislerine parayı verdim. "Eh iyi yaptın"
-Diğeri baba gemiyle
gidiyorduk, anne ile çocuk güvertede idiler, derken çocuk gemiden denize
düşüverdi. Herkes telaşlanıyor, bağırıp fer-yad ediyor ama kimse göze alıp
denize atlıyamadı. Ben atladım ve o çocuğu kurtardım. "Eh insanlığa
yakışanı yapmışsın" dedi.
-Öbürü; Baba kanlı,
kinli bir düşmanım vardı. Yıllarca beni Öldürmek
için benim en zayıf
tarafımı arayıp duruyordu. Ama birgün dagbaşmda baktım ki, bir uçurumun
kenarında uyumuş. Şöyle ayağımla ıdversem düşecek ve ben de kurtulacaktım. Ama
itmedim onu. Elinden tuttum uyandırdım. Ve bir daha böyle yerlerde yatma
düşersin dedim.
Baba da dedi ki: Bu
hediye sana aittir. Çünkü kini yutmak kadar zor birşey yoktur. Gerçekten de
O'dur. Ama Allah (c.c.) "Kinlerini yutarlar" "İnsanları
affederler" diye tarif ediyor mü'mini. Bu Nisa suresinin şu ayetinde;
kâfirlerin bir başka mantığını söylüyor.[174]
(150)
Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile Peygamberleri arasmı
ayıranlar, bir kısmına İnanır, bir kısmına inanmayız diyenler, iman ile küfür
arasında bir yol tutunmak isteyenler:[175]
(151) İşte
bunlar gerçek kafirlerdirler. Biz kâfirler için alçaltıcı azabı hazırladık.[176]
(152)
Allah'a ve Peygamberlerine iman eden, onlardan hiçbiri arasında ayırım
yapmayanlara gelince işte onlara yakında ecirlerini vereceğiz. Allah Gafurdur,
Rahimdir.
O kâfirler Allah'ı inkâr
ederler. Peygamberlerini inkâr ederler. Allah ile peygamberleri arasını açmayı murad
ederler. (Bir kısmıda derki biz Allah'a inanırız da peygambere inanmayız.)
derler. (Biraz önce anlattığım Profesörün dediği gibi, Ben Allah'a inanırım da
peygambere inanmam.) Rabbim onu da tarif ediyor işte. Kur'anda var yani. Her
tür adam ne söy-lemişse Kur'anda yeri vardır diyorum. Birgün sonra çıkar .
"Bir kısmına inanınz, bir kısmına inanmayız." Yani İsa'ya Musa'ya
inanırız diyorlar. Yahudiler İsa'ya inanmayız diyorlar. Hıristiyanlar; Musa'ya
İsa'ya inanırız da Muhammede inanmayız diyorlar. Bir kısım insanlar da aradan
bir yol tutarlar böyle. Hem mü'mini hem de gâvuru memnun edecek bir yol
ararlar.
"İşte gerçek
gâvur bunlardır" diyor Allah (c.c.) Allah'ı inkâr ederlerse kâfirdir.
Peygamberleri inkâr ederse kâfirdir. Peygamberlerden birini inkâr etse kâfir
olur adam. Kur'an-ı Kerimde ismi bildirilen peygamberler vardır. Bunlardan
birini inkâr etmek tümünü inkâr etmek gibidir.
Olurmu hocam? Olur.
Şöyle olur hani suyu tahlil merkezleri var. Hıf-zıssihha veya özel kuruluşlar
gibi. Suyu tahlil ediyorlar. Siz torosların eteğinden veya Bolu dağlarının
eteğinden çok tatlı bir sudan su aldınız. Çok temiz şişelerin içine koydunuz.
25 tane şişeye koydunuz. 25 peygamber, 25 tane şişe. Diyoruz ya peygamberlerin
hepsi Allah c.c'den "Peygamberler arasında ayırım yapmayınız" Nerde
ayırım yapmayız? İçindeki söyledikleri ifadelerde. Ama şişe değişik. İsa
şişesi, Musa şişesi, Peygamber efendimiz (a.s.v.) yani kalıp olarak
değişiklikler var.
Fakat bunların getirdiği
mesaj Allah kelamıdır. O kelam sıfatında değişiklik yoktur. Şimdi siz 25 tane
şişeyi hıfzıs sinhaya veya bir özel kuruluşa götürüyorsunuz. Diyor ki şu 24
tanesi güzel de, şu varya hayatta ben bundan kötü su görmedim diyor adam.
"Kardaşım, aynı
yerden aldık, aynı şişeye koyduk. Yani ya senin ilminde bir yanlışlık var. Ya
aletinde bir bozukluk var. Ya kafanda bir karışıklık var senin." Başka
tarafa götürüyoruz. Diyor ki 25'ide sağlam. Geriye götürüyor şimdi,
Hıfzıssıhhaya götürüyor diyelim. 25'ide sağlam aynı su diyor. Yine o arkadaşa
götürüyoruz. Diyor ki; Şu 24'ü (inad ettiya gayri) sağlam da, şu bozuk. Bozuk
dediği de, daha Önce doğru dediği yalnız. O bir rakam biliyor. Hani karga 2
rakam bilir 3cüyü bilmezmiş. 24' sağlam bir tanesi bozuk diyor. Peki ama daha
önce sen şu şişeye bozuk diyordun, şimdi bu şişeye bozuk diyorsun. Sen rakamı
tutturuyorsun, suyu tutturamıyorsun, Niye? Suyun özelliğini bilmiyorsun sende
ondan.
Allah'ın kelamını
özelliğini bilmiş olsan, İsa (a.s.)'ın İnciliyle, Musa (a.s.)'ın Tevratıyla
Kur'anı kerimin kelamı arasında fark yoktur. Hepsi Allah kelamıdır bunların.
Peygamberler arasında ayırım yapmıyoruz biz. Ayıranlar: gerçek kâfirlerde
onlardır."Kâfirler için alçaltıcı azabı hazırladık" diyor Allah
(c.c.) "Allah'a ve peygamberlerin hepsine iman edenler. O peygamberler
arasında hiç bir ayırım yapmayanlar. İşte onlara mükâfatlarını Allah
verecektir." "Allah affedicidir, Allah merhamet edicidir" diyor
Allah (c.c.)[177]
(153) Ehli
kitap senden gökten kendilerine kitap indirmeni istiyorlar. Bundan daha
büyüğünü Musa'dan istemişlerdi. "Bize Allah'ı apaçık göster"
demişlerdide, zulümleri sebebiyle yıldırım çarpıvermişti. Kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra buzağıyı (ilah) edindiler. Biz bunuda afvettik.
Musa'ya apaçık saltanat verdik.
"Ehli kitap
(Yahudi ve Hırıstiyanlardir ehli kitaptan kasıt) sana gökyüzünden kitap
getirmeni istiyorlar." Peygamber efendimize mademki peygambersin, böyle
kalitesi, yazısı, kağıdı yeryüzünde olmayan gökyüzünden gelmiş bir kağıtta
bize getir diyorlar.
Yani peygamberliğini
ispat etmek istiyorsan böyle bir kitap getir bize diyorlar. Gökyüzünden insin.
Senin dilinden duymayalım biz bu işi diyorlar. Efendimiz buna üzülüyor tabii
ki. Ama Allah (c.c.) diyor ki: "Yani bu soru yalnız sana sorulmadı.
Adamlar Musa'ya bundan büyüğünü sordular. Bize apaçık Allah'ı göster dediler.
Biz bu gözlerimizle Allah'ı görmeden sana iman etmeyiz dediler. Bu ayeti
kerimenin tefsiri daha önce geçti. Hani günümüzde diyorumya.. Yenilik adına,
(düşünce planında yalnız teknolojik sahada değil) düşünce adına yeni bir söz
söyleyen adam çıksın, diyorum.
Söylediği güzel bir
şeyse, geçmişte bir peygamberin dilinden izah edildiğini Kur'andan bulacağım.
İddia ediyorum bunu. Efendim eğer söylediği yanlış bir şeyse; geçmişte
kâfirlerin, şeytanların veya firavunun veya nemrudun ağzından söylenmiş
olduğunu Kur'anda bulacağız. Günümüzde; efendim ben labaratuarda görmediğime
inanmam, Allah'ıda laba-ratuarda inceleyemediğimize göre yoktur, deyiveren geri
zekalının biri yeni birşey söylemiyor.
1400 sene evvelinden
Rabbim diyor ki; "Sen buna üzülme, Yahudiler Musa'ya dediler aynı
sözü" "Biz Allah'ı apaçık[178]
gözlerimizle görmeyince iman etmeyiz diyorlar"Yani sana kitap indirmeni
istiyorlar. "Onlar daha ağırını, daha büyüğünü Musa dan istediler de
"Onların zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpıverdi" diyor Allah
(c.c.)"Apaçık Tevratm ayetleri kendilerine geldiği halde, geldikten sonra
da buzağıyı kendilerine ilah edindiler. Buna rağmen tevbe ettilerde biz onları
affettik" diyor Rabbim.
Yani bir adam çıkacak
veya grup çıkacak, peygamberin karşısına geçecek, o zaman Musa (a.s.)'a biz
Allah'a inanmayız diyorlar. Toplu halde inanmayız.
Niye? Bizim burda
buzağıdan ilahımız var. Yahu hocam bunlar olmuş mu acaba diye bazı adamların
hatırına gelmiş olabilir. Yani buzağıya bir adam tapar mı? Yahu günümüzde de
aynı şeye tapıyor insan. Biz Allah'ın dediklerine inanmayız. Ama surda arkadaş
var kendisi yarına kadar ölse de şekli duruyor biz buna inanırız diyorlar.
"Biz Allah'a inanmayız ama buzağıya taparız" diyen arasında bir fark
var. Onun tapındığının hiç değilse eti yenir.
Ama buna rağmen Allah
(c.c.) diyor ki; "Buna rağmen tevbe ettilerde biz onları affettik"
diyor. Yani Allah seni affetmez diye kimseye söylemeyin. Ölmüş insansa
söylenir. Bir adam imansız gitmişse, (şunu deriz mesalâ. Firavunu Allah affetmeyecektir.)
deriz. Ama bir adam sağ olduğu müddetçe, (Allah seni affetmez) sözünü hayatta
sarf etmeyeceğiz. "Ve biz Musa'ya apaçık hüccetler, deliller verdik' diyor
Allah (c.c.)[179]
(154) Söz
vermeleri için Tur'u üzerlerine kaldırdık ve onlara "Kapıdan secde ederek
girin" dedik. "Cumartesi günü haddi aşmayın" dedik ve onlardan
sağlam bir söz aldık.
Ama bütün bunlara
riayet etmediklerini biz Bakara suresinin tefsirinde 50-55. o sıradaki
ayetlerinde anlatmaya çalışmıştık.[180]
(155) Sözlerini
bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri
öldürmeleri sebebiyle ve "kalblerimiz kılıflıdır" demeleri sebebiyle
lanet ettik. Hayır, onların küfürleri sebebiyle Allah, kalbleri üzerine mühür
vurmuştur. Onlardan ancak çok azı iman ederler.[181]
(156) Bir de
inkâr etmeleri ve Meryem'e büyük bir iftira yapmaları sebebiyle lanet ettik.[182]
(157)
Allah'ın Rasulü, Meryem oğlu İsa'yı öldürdük demeleri sebebiyle lanet ettik.
Onu öldürmediler de asmadılar da. Ancak onlara benzetildi. Onun hakkında ihtilaf
edenler şüphe içindedirler. Zanna uymaktan başka onların hiçbir bilgisi yoktur.
Onu yakinen öldürmediler.[183]
(158) Ancak
Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah Azizdir, Hakimdir.
Onlar niye kalpleri
mühürlenmiş, niye cezaya çarptırılmışlar? "Küfürleri ve de Meryem'e
iftiraları nedeniyle" Meryem validemizi de, İsa (a.s.v.)'mı da korumak
bize düşüyor. Çünkü yahudiler Meryem validemize zina isnadında bulunuyorlar.
Hâlâ daha öyle devam
edip gidiyorlar. İsa (a.s.) hakkında da düşünceleri yine yanlıştır. Yahudilerin
de o zaman da öyle idi, günümüz yahu-dilerinin de kanaati hâlâ Öyledir.'
Yine yahudilerin şu sözü
sebebiyle "Meryem oğlu İsa'yı biz öldürdük demeleri yüzünden"
buyuruyor. Yahudilerin suçları sıralanıyor. Allah'ı apaçık görmeden inanmayız
dediler. Buzağıyı kendilerine ilah edindiler Allah'a cat-i söz verdikleri
halde, sözlerini bozdular Cumartesi gününün kutsiyetini bozmayın dediğimiz
halde çiğnediler. Peygamberlerini öldürdüler. Kalbimiz kapalıdır dediler.
Meryem validemize iftira ettiler. Allah'ın rasulünü İsa (a.s.)'i öldürdük
dediler.
Bu sayılanlar,
bunların cürümleri, suçlan. "Buna rağmen tevbe ettiler de onları
afvettik" Tevbe edenleri tabii. Halbuki "onlar İsa (a.s)'ı
öldüre-mediler" "Onu asamadılar da" "Ancak onlara
benzetildi" Yani tefsirlerde Isa (a.s)'a bir insan benzetiliyor ve o adamı
asıyorlar. Kendi adamlarından birini. Hatta muhbir, jurnalciyi asıyorlar.
Jurnalcinin şeklini İsa (a.s.) gibi görüyor yahudiler ve devletin polisiye veya
zabıta güçleri onu milletin gözü önünde asıyorlar.
Yani jurnalcilerin,
iki tarafı idare etmeye çalışanların neticesi bu. Bu dünyada da bak asılıyor.
Papazın kuşun kafasını kestiği gibi. Hem İsa (a.s)'ın yanında mü'min görünen,
hem de yahudilere onları jurnalliyen adamın kafası kesiliyor. "Bu konuda ihtilaf
edenler, şüphe içindedirler." Bu konuda onların bir ilmi yoktur. Ne
hrıstiyanların bir ilmi var. Ne de yahudilerin bir ilmi var.
"Ancak zanna tabi
olmaları vardı" Yani yakinen bir bilgileri yok. Zan üzeredirler.
"Yakinen onu Öldüremedüer." Yani bizim öldürdüğümüz kesin İsa'dır
deyip ispat da edemediler. Şimdi Yahudiler eğer İsa'yı öldürmüş olsalardı, o
gün için o kadar hrıstiyan var. Onlar da gözleri ile görmeleri gerekirdi.
Baktılarki asılan adam İsa (a.s.) değil. Bu sefer onların, sonradan gelen bir
kısım dönekleri; "İlahın oğluydu kendi yanına aldı" dediler. İlahilik
vasfı verdiler.Bir kısmı da öldürdük dediler, orda yanüdılar. "İkisininki
de doğru bilgi değildir" diyor Allah (c.c.)[184]
(159) Ehli
kitapdan herkes ölmeden önce ona muhakkak iman edecektir. O, kıyamet gününde
onlara şahid olacaktır.
Bu ayeti kerime Hz.
İsa'nın kıyamete yakın zamanda dünyaya gönderileceğine işaret etmektedir. Ehli
kitap olan yahudi ve hristiyanların tamamının hz. İsa ölmeden iman edeceğini
haber veriyor. Şu anda yaşayanların bir kısmı inkâr ediyor, bir kısmı da
yanlış iman ediyor, ayette İsa (a.s)'m Allah katına kaldırıldığını haber
verdiğine göre henüz ölmedi ilerde her canlı gibi o da ölümü tadacaktır.
Neredeyse tevatür derecesine çıkan hadislerin haber verdiği İsa'nın inişi
haberini teyid etmektedir bu ayet-i kerimenin işareti[185]
(160)
Yahudilerin zulmü ve Allah yolundan birçok kimseyi alıkoymaları sebebiyle
onlara helal kılınan güzel ve temiz şeyleri haram kıldık.[186]
(161)
Yasaklandığı halde faiz almaları ve batıl yollardan insanların mallarını
yemeleri sebebiyle (de haram kıldık) kâfirler için acıklı azap hazırladık.
Allah (c.c.) birçok ayeti
kerimesinde; kendi ahkâmına zıt bir hüküm koyumıaması gerektiğini, kendisinden
başkasına itaat ve ibadet edilmemesi gerektiğini birçok vesile ile bize
emrediyor. Aksi istikamette bir şey yapmamızı da yasaklıyor. Bu konuda
geçmişten de örnekler veriyor. Ehli kitabın 3 tane yapmış olduğu kötülüğe
dikkat çekiyor.
1- Ehli
kitabtan, yahudilerin. Özellikle (hâdû) kelimesiyle yahudileri hedefliyor.
Zulüm yapmaları sebebiyle.
Bir kendi nefislerine
yaptıkları zulüm. Bir de çevrelerindeki insanlara yaptıkları zulüm.
Başta zulüm; Allah'ı
(c.c.) inkâr, Rasulüne karşı kötü niyet besleme ve peygambere karşı verdikleri
sözü yerine getirmeme. Bunlar 1. derecede zulümdür. Bunları yaptıktan sonra
insan Allah'ın kullarına zulüm, haydi haydi yapar. 2. derecede de insanlara
yapılan zulüm geliyor.
Ama Allah (c.c.) her
ikisini birden içine alacak şekilde, "Zulüm yapmaları sebebiyle"
diyor. Kendilerine zulmetmeleri sebebiyle, insanlara zulmetmeleri sebebiyle ve
eşyaya zulmetmeleri sebebiyle, Allah'a ve peygambere karşı gelmeleri sebebiyle
ve bir de "Allah yolundan insanla-nda alıkoymaları sebebiyle."
"Kendilerine
yasaklanmış olduğu halde faizi yemeleri sebebiyle, ve bir de insanların
mallarını batıl yollardan yemeleri sebebiyle onlara helal kılınan birçok şeyi
haram kıldık" diyor Allah (c.c.)
Dört tane suçlarını
sıralayıvermiş. Zulüm, insanları dinden alıkoyma hareketleri, faiz yemek ve bir
de batıl yollardan insanların mallarım yemek.
"Batıl yollardan
insanların malını" deyince; İslam hukukuna, (o gün içinde Tevrat'ın
hukukuna) yani Allah (c.c.)'ün hukukuna uygun olmadan yapılan alışverişlerden
elde edilen kârlar da yine batıl yollardan elde edilmiş mal demektir.
Yani; İslama uygun
olmayan akitler, alışverişlerden elde edilenler yine de batıldır. Ondan elde
edilen malı yemek de bir müslümana haramdır.
Ayrıca burada, rüşvet
yoluyla başkalarının malını yemek de anlaşılmış oluyor. Hakkı olmayan şeyi ele
geçirmek ve haksız yere yemek, manâsı da çıkıyor. "Bunları yaptıklarından
dolayı" diyor Allah (c.c.) "Kendilerine helal kılınan bazı şeyleri
biz onlara haram kıldık" diyor.
Bunu tefsircilerimiz
şöyle açıklamışlar. Tabii daha önce geçen, ve daha sonra gelen ayetlerle işi
ele alarak. Al-i İmran suresinde Allah (c.c.) "Bütün yiyecekler İsrail
oğullarına helaldi" "Tevrat indirilmeden önce kendilerine beni İsrail
bu yiyecekleri haram kıldılar." "Dedi ki o ehli kitaba, (yani
yahudilere) "Getirin Tevrat'ı," "Onu okuyun." "Eğer
doğru söylüyorsanız, buyrun okuyun" diyor Kur'anı Kerim.
"Yani sizin
Tevratınızda da bunlar yazılı değildir. Siz bunların haramlığım kendiliğinizden
uyduruyorsunuz" diyor.
Bu ayete dayanarak;
Kur'an-ı Kur'an'la tefsir ediyoruz ya: Birinci derecede Kur'an ayetlerini
tefsirde yolumuz, metodumuz, Kur'an ayetiyledir. Burada, hani bu Nisa sûresinin
160. ayeti kerimesinde; "Zulümleri sebebiyle helal kılınan birçok şeyi
onlara haram kıldık" diyor Allah (c.c.)
Peki nasıl haram
kılınmış bu. Aslında Rabbim onlara haram kılmadığı halde, onlar
kendiliklerinden onu haram kılmışlar. Buna bir örnek.de vermiş. İbn-i Kesir
tefsirinde diyor ki, Yakup, (a.s.) peygamberdi. Zaten Beni İsrail Yakûb'un
çocukları manâsına gelir. İsrail Yakûp (a.s..)'ın adıdır. Peki Yakûp nedir
öyleyse; Yakûp; ağabeysiyle beraber, annesinden kiz doğmuştur. Yakûb kelimesi,
arâbın dilinde önden geleni takip eden manasına gelir.
Beni İsrail Yakûb'un
çocukları manâsına geliyor diye daha önce söylemiştik. Yani ehli kitaba
"Ey! Beni İsrail" derken Yumuşak bir ifade kullanıyor Kur'anı Kerim.
"Ey peygamber çocukları, aklınızı başınıza alın manâsında" söylüyor
Allah (c.c.)
Yakûb (a.s.) diyor;
son zamanlarında yani: vefatına yakın ihtiyarlık dönemlerinde, bazı şeyleri
yememeye başladı. Yani perhiz yapmaya başladı ve ölünceye kadar da bazı
şeylerden uzak durdu" diyor sıhhati açısından tabii ki. Haram olduğu için
değil, sıhhati açısından bazı şeyleri yemedi Yakûb (a.s.)
Onun has mü'minleri o
öldükten sonra, Yakûb (a.s.) öldükten sonra "Peygamberimiz bunu
yemezdi" diyerek yememeye başladılar ve onların çocukları da aynı yolu
takip etti. Birgün geldi; "Bu bizim dinimiz de haramdır" demeye
başladılar. Derken: Allah'ın (helal) kıldığı şeyi, bunlar kendilerine (haram)
kıldılar.
Daha önce bir ayetin
tefsirinde Allah (c.c.) şöyle buyurmuştu: "Allah'ın çıkardığı, bu helal
nimetleri kim haram kılıyor" buyurmuş. Yani bir şeyin helal veya haram
oluşunu onu yaratan belirler. Yaratmayan o eşya hakkında söz sahibi değildir.
Onun iyiliğini veya kötülüğünü belirleme hakkı Allah (c.c.)'ündür. Öyle olunca
bu ehli kitap; kendilerine haram olmayan şeyleri de, haram kılıverdiler.
Bunu Allah (c.c.) bize
haber vermekle, günümüzde bizim de helal olan şeyleri, haram kılmamamız
gerektiğine dikkat çekmiş oluyor tabii ki.
En'am suresinde de
buna benzer bir ayet var. Yani En'anı suresinin 146. ayet-i kerimesinde
"Tırnaklı hayvanları kendilerine haram kılmaları nedeniyle daha sonra da
Allah (c.c.) onlara bu yiyecekleri haram kıldığını ifade ediveriyor.
Yani kişiler onun
haramliğını kendileri istemiş oluyorlar Allah (c.c.) bunları bize haber veriyor
ki, Allah'ın helal kıldıklarını, katiyetle haram kılmamaliyiz.
Tabiinden Hasan-ı
Basri hz. leri zamanında bir tane adam tatlı ye-mezmiş. Helvayı yemezmiş. Niye
yemiyorsun? demişler. "Efendim, dünya nimetidir, dünya nimetlerine fazla
meyletmemek lâzım. Onun için bunu ben nefsime yasakladım" demiş.
Yani tatlı olduğu
için. Tadı tatmamak için, öyle mi? demiş. "Evet efendim" demiş.
Öyleyse bundan sonra sen su içme demiş. Çünkü sudan daha tatlısı yokki demiş.
Allah'ın helal kıldığı
şeyleri, vücudumuza zarar vermedikleri, sıhhatimize zarar vermedikleri
müddetçe, oranlı bir şekilde, haddi aşmamak kaydiyle müsade edilmiştir. Haram
koyma hakkı yalnız ve yalnız Allah (c.c.)'e aittir. Ya peygamberler?
Peygamberlere de Allah o yetkiyi verdiği için vardır. Yani peygamberler de hani
ayeti kerime de "Peygamberler onlara pis olanları haram kılar" diyor.
Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'a bu yetkiyi Allah (c.c.) veriyor.
Peki ya mezhep imamlarımız?...
Mezhep imamlarının helal veya haram kılma yetkilerinin olmadığını kendileri
söylerler. Onların da fıkıh kitaplarını, yani kendi ictihadlarını toplayan
kitapları okursanız onlar derler '] ki; "Helali veya haramı koyan Allah
(c.c.)'dür" Ya bizim yaptığımız; Onların koymuş olduğu, yani Allah'ın
indirdiği ayetler, Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesi'nden okuyarak,
ümmeti Muhammed'e özet halinde bir şeyler arzetmek içindir" demişler.
Yani şu ayetten şu manâ çıkıyor, bu hadisten bu manâ çıkıyor, diyerek o
doğrultu da birşeyler söylemisler. Ayet ve hadislerde bulamadıkları ve kendi
dönemlerinde karşılarına gelen bir kısım olayları da ictihad etmişler.
Orada
"haram" derken mesalâ daha önce birşey Allah'ın ayetiyle haram
kılınmış, Efendimizin sünnetiyle haram kılınmış. Peki neden dolayı haram
kılınmış:
Mesela, ayet-i
kerimede "İçkinin, şarabın haram kılındığı bildiriliyor." Peki şarap
niye haram kılındı; sarhoşluk vermesi nedeniyle, haram kılınmıştır.
"Öyleyse sarhoşluk veren şey yeni de icad edilmiş olsa 1994 yılında da
haramdır" demişler. Çünkü haram kılınmasının illeti sarhoşluk vermesidir.
"Öyleyse sarhoşluk veren herşey haramdır" demişler. Tabii bu
doğrultuda Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın hadisi şerifine de dayanmışlardır.
Yahudiler de zulümleri
sebebiyle ve Allah'ın dininden, Allah'ın yolundan insanları alıkoymaları
sebebiyle. Yalnız kendileri kâfir olmaları ile kalmıyorlar, başkalarının da
kendileri gibi olmasını istiyorlar. Hani daha önce söylemiştik. Fahişe,
fahişeliğin kötü olduğunu bilirmiş. Ama bütün namuslu kadınların da fahişe
olmasını istermiş. Niye bütün namuslu kadınlar da fahişe olursa ona fahişe
denmeyecek. Ve kendisi rahat edecekmiş. Onun için kâfir bir insan, kâfirliği
ile kalsa zararı kendisinedir.
Ama öyle kalmıyor. Başka
insanların iman üzerinde olması, İslamca yaşaması insanlara batıyor. Mesela
bazı insanlar var ki; müslümanlarla hayatta karşılaşmazlar. Yediği yer ayrıdır,
eğlendiği yer ayrıdır, mahallesi ve apartmanı dahi ayrıdır bu insanların.
Oturdukları gezdikleri, tozdukları, konuştukları, eğlendikleri, içtikleri,
yazdıkları, çizdikleri yerler tamamen müslüman toplumdan ayrıdır. Ama tutar
iki de bir müslümanların aleyhine (aman geliyorlar), diye yazılar yazmaya
kalkar. Niye; neyle farkına varıyor. Günde 5 defa ezan-ı Muhammedinin İstanbul
semasında hani, hepsi birden bir gulgule halinde vermeleri adamı endişeye
düşürüveri-yor. Ve bu adam yazma-çizme yoluyla da acaba; bu adamların kendilerini
engellemezsek de çocuklarını bu dinden uzaklaştırabilimliyiz diye de 70 senedir
uğraştılar.
Ama tam uğraşmazlar:
(Allah onlara din nasip etsin) bize fayda verdi. Onların yazılarına bakıp bakıp
da, zulmünü görüp görüp de dinine sarılanların adedi daha da çoğahverdi.
Allah (c.c.)
"Zulümleri sebebiyle ve dinden alıkoymaları sebebiyle vede batıl yollardan
insanların mallarını yemeleri sebebiyle; onlara helal kılınan şeyler, iyi
şeyler, onlara haram kılındı" diyor.
Şimdi, öylesine 4
şeyki: Dört suç, yani Yahudinin işlemekte olduğu 4 suç, ogün için 1400 sene
öncesinden işlenen bu suç, günümüzde de aynen işlenip durmaktadır.
Zulüm: son haddine
varmıştır dünya genelinde. Ve insanlığı dinden alıkoyma hareketleri eskisi gibi
hapishane, işkence yoluyla falan değil: makam verme, para verme, unvan verme,
bazı dünyevi imkânları önüne serme yoluyla insanların yolu sapıtılıyor.
Baktılar ki; hani
hapishane Yusuf (a.s.)'ı devlete götürüyor. Baktılar ki ateş İbrahim (a.s.)'i
devlete götürüyor. (Bunları deneme yanılma yoluyla onlar da aklını başına
aldı.)
Baktılar ki, sürgüne
gönderiliyor Peygamber Efendimiz (a.s.v.) gibi; 8-10 sene sonra gelip orayı
fethediyor. Öyle olunca sürgün, hapishane, ateşe atma gibi yollardan vazgeçip,
bu sefer Önüne para verme, makam verme, kadın verme, yoluyla insanları İslami
çizgiden alıkoymaya gayret ediyorlar.
Bu yol öbürlerinden
biraz daha başarılı oluyor. Ama Allah'a senalar olsun ki, bunlara da boyun
eğmeyen binlerce yiğit insan, bu İslam insanları arasında çıkmaktadırlar.
"Biz kâfirlere yakıcı azabı hazırladık" diyor Allah (c.c.) Peki
yahudilerin hepsi mi böyle? Değil.[187]
(162) Ancak
onlardan ilimde derinleşenlerle müminlere, sana indirilene ve senden önce
indirilene de iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve
Ahirete iman edenlere işte onlara yakında büyük mükâfat vereceğiz.
Peygamber Efendimiz
(a.s.v.) Medine de insanlara dini tebliğ ederken, hemen etrafında olan
yahudilerin, Abdullah bin Selâm gibi insanlar, müslüman olmuşlardır. Bakmışlar
ki, Tevratta zikredilen Peygamber gelmiş ve onun mesajına şöyle bir kulak
vermişler. Tevratta zikredilen konular en doğru şekliyle tahrifsiz bir halde
burada bildiriliyor. Ve hemen iman edivermişler.
Bunların sevabı iki
kat olmuş.
1- Geçmişte
hak yol üzere olmaya çalışıyorlardı. Niyetleri iyi idi.
2- Bir de
hak peygamber gelince hiç ısrar etmediler, düşmanlığa girmediler, ve peygamber
Efendimize iman ediverdiler.
Peki, bu ayeti kerime:
Yalnız geçmiş olayı mı bize hatırlatır? Değil.
Günümüzde de gerçekten
Tevrata ve incile, gerçekten inanmış samimi ilim adamları diğerlerinden biraz
daha yakındır İslama girmeye.
Ama günümüzde bir
kısım papazlar veya hahamlar da vardır ki; sanki bir gerilla örgütünün lideri
gibi veya yeraltı örgütünün veya mafya babası gibi faaliyet yürütüyorlar. Bu
insanların incile veya Tevrata olan inançları da ona göre olduğundan İslama
kulak vermeleri mümkün değildir.
Meselâ, biz yani
îslami ilimler sahasında araştırma yapan arkadaşlarımız, bir çoğunu bilirim
ki; İncili okumuşlardır, Tevratı da okumuşlardır. Ama şu İstanbul şehrinde bir
papaz veya bir haham Kur'an-ı Kerimi Allah rızası için değil, acaba ne var
diye okumamıştır.
Efendim ben gördüm bir
papaz Kur'andan bazı ayetler biliyor. Biliyor ama kendi araştırması ile değil.
Onun eline de yine diğer papazlar tarafından yazılmış, Kur'an-i Kerim'de
bizden şöyle bahsediliyor diye yazılmış makaleler veya kitaplar vardır. Yani
bizi, yani Kur'an-ı Kerimi anlatan batıda yazılmış eserler vardır, oradan
bilir.
Böyle olmaz. Mesela
bizim içimizden ki olmuştur zaman içersinde. Hâlâ yaşayan insanlar da vardır.
Tevratinjalmutunve yahudilerin aleyhinde yazılmış kitaplar da vardır bu
memlekette. Onun içerisinden 1-2-5 cümle almak suretiyle hücum kitaplarıdır,
bunlar. Halbuki okuduğumuzda, o Tevrattan aldığı o bir cümle Kur'an'da da
vardır. O da onun farkında değil. Yani adı Türk ve Müslüman olan bu insan bunun
da farkında değildir.
Oraya sataşmakla
Kur'an'da bir ayete de sataştığının farkına varmaz bu adam. Şimdi böyle bir
kitabı okumakla, İncil ve Tevrat hakkında bilgi edinmemiş olursunuz.Yanlış
yönlendirmiş olursunuz. Peki hocam biz de okuyalım mı? Şunu diyeyim. Baştan
sona Kur'an-ı Kerimin hangi ayet nerededir. Hangi sure nerededir diyebilecek
kadar bir bilgiye sahip olduktan sonra okuyun. Size söylüyorum. Ama bunu
bilmeden başka bir kitabı okumanın anlamı yok yani.
Bu kendi kitabımız,
kendi imanımız bu. Öbürlerine de iman ediyoruz. Ama bu kitap diyor ki:
"Onlar tahrif edilmiştir." Öyleyse doğrusunu bundan öğrendik mi,
diğerlerini okursak zarar vermez.Ama doğrusunun ne olduğunu öğrenmeden başka
kitap okuyacak olursak; onlar bize zarar verir. Evvela doğruyu öğrenelim.
Sonra da yanlışa da ihtiyacım var, diyerek okursak veya bir karşılaştırma için
okuyayım derseniz, bir insanın karşılaştırmayı yapabilmesi için, ikisini de
bilmesi veya ikisinden birini çok iyi bilmesi lâzım.
Öyleyse bizim Kur'an-ı
Kerimimizi baştan sona tam manâsıyla Öğrendikten sonra, manâsıyla beraber:
"Ha! Bu konuda ayet, falan suredeydi" diyebilecek hale geldikten
sonra o kitapları da okumanın hiç bir zararı yok.
"Onlar arasında
ilimde rusûh bulanlar, ve iman edenler onlar sana indirilene, senden önce
indirilenlere iman ederler, namazlarını kılarlar veya o namazlarını kılan
meleklere de iman ederler" manâsı da verilmiş ve "Zekatlarını
verirler" zekatlarını verirler derken "kendi bedenlerinin zekatlarını
da verirler, mallarının zekatlarını da verirler, Allah'a ve ahiret gününe iman
edenler vardır."
"İşte biz onlara
yakında büyük mükâfat vereceğiz" diyor Allah (c.c.)
Yani ehli kitapken
müslüman olmuş insanların da mükâfatının büyük olacağım haber veriyor. Öyle
olunca günümüzde çevremizde mesalâ işyerimiz veya dükkanımız veya evimiz, bir
kilisenin veya havranın yakınında ise ve onun papazı veya hahamı ile
tanışıyorsak, merhabalaşıyorsak, onlara biraz daha sıcak ilgi gösterecek,
onlara kendi kitabımız olan Kur'an-ı Kerimin tefsirini takdim ederek faydalı
olmaya çalışacağız.
Bak sizin hakkınızda;
"İlim de derinleşmiş olanlar, Kur'an'ada iman ederler, Tevrata da iman
ederler, İncile de iman ederler" diyor efendim. Siz de benim kanaatime
göre İncili ve Tevratı iyi bilen insansınız, yani bu ilim de bir hayli
derinleşmiş bir insansınız Allah (c.c.) böyle haber veriyor.
"Ve iman
ederseniz mükâfatınızın çok büyük olacağını haber veriyor" diyecek
olursanız insanoğlunun yüreğine bir serinlik serpmiş olursunuz. Belki de bir
çekirdek atmış olursunuz ki: O da iman çiçeği halinde yeşeriverir.[188]
(163) Nuh'a
ve ondan sonra gelen peygamberlere yahyettiğimiz;ibi sanada vahyettik.
İbrahim'e, İsmail'e, İsnak'a, Yakub'a Esbata (İbrahim'in torunlarına) İsa'ya
Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, ve Süleyman'a vahyettik. Davuda da Zebur'u verdik.
Burda sayılan peygamberler;
Nuh, İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup (a.s.) (vel esbadi) ve onun torunlarına
(ve İsa ve Eyyüb'e, ve Yûnûs'e, ve farûn'e, ve Süleyman) Bunların hepsine bir
vahy gönderdik. "Ve Davud'a da
Zebur'u verdik" diyor Allah (c.c.)
Ve devam eden yerde bir de
Musa (a.s.)'ı zikrediyor. 12 peygamberin adı bu iki ayeti kerimede
bildirilivermiş. Bu kadar değil tabii kur'an-ı Kerim de 25 kadar peygamberin
ismi verilmiş. "3 tane peygamber midir, değil midir" diye alimlerin
şüphe ettiği, ihtilaf ettikleri (Üzeyir, lokman, Zülkarneyn) onunla 28 tanedir.
28 tanesinin ismi verilmiş. Bu ayet-i kerimeler de ise 12 tanesinin ismi
verilmiş.[189]
(164)
Peygamberlerden bir kısmını sana daha önce anlatmış bir sim peygamberi de
anlatmamıştık. Musa da Allah ile konuştu.[190]
(165)
İnsanların Allah'a karşı bahaneleri olmaması için, müjdeledi ve sakmdırıcı
olarak peygamberlere gönderdik. Allah Azizdir, ıkimdir.
"Nice
Peygamberleri sana daha önce anlattık." Yani "bu ayetlerden geçen ayetlerde nice peygamberler hakkında
sana bilgi verdik. Hani; Adem (a.s.)'la, İsa (a.s.) hakkında, İbrahim (a.s.)
hakkında, İdris, Adem, Nuh, Hûd, Salih, İbrahim, İsmail gibi peygamberler
hakkında sana bilgi verdik."
"Yine bir kısım
peygamberler varki sana da onlar hakkında bilgi vermedik." Yani
peygamberler yalnız Kur'an-ı Kerim'de adı geçenler değildir. "Sana bilgi
verilmeyen birçok peygamberler de gelmiş geçmiştir" diyor Allah (c.c.)
Peki hocam onlardan da
bahsetseydi!.. Bu ayeti kerimenin tefsirinde İbn-i Kesir'de epeyce hadisi
şerifler verilmiş. Yani yüzbinlerin üzerinde, hatta bir hadisi şerifte 1000
kere 1000 diyor. Yani 1 milyon manâsına gelen; (Araba 1 milyonu ifade etmek
istersen (elfi-elfin) dermiş;) 1000 kere 1000 peygamberin gelip geçtiği de
ifade ediliyor, orada. Bu hadislerin tamamından şunu çıkarmış alimlerimiz.
"Sayılarını bilemeyeceğimiz kadar çok peygamber gönderilmiştir."
Allah (c.c.) de sayı bildirmemiş zaten.
"Sana kıssalarını
anlatmadığımız peygamberler gönderdik" diyor Allah (c.c.) "Ve Allah
Musa ile de konuşmuştur" diyor. Bir kısmına vahy yoluyla, vahy ki; gizli
bir ses, gizli bir işaretle meramın anlatılmasına vahy deniliyor.
Musa (a.s.) ile
doğrudan konuştuğunu ifade ediyor Allah (c.c.) Peygamber Efendimiz (a.s.v.)
'in da Miraç'ta doğrudan konuştuğunu öğreniyoruz. Kur'an-ı Kerim'in diğer
ayetlerinin tamamı Cebrail (a.s.) tarafından Peygamber Efendimiz (a.s.v.) 'a
bildirilmiş. Musa (a.s.) Tûr dağında doğrudan Rabbimin kelamını almış.
Bu ayeti kerime ve
diğer ayeti kerimeler buna işaret ediyor. Peki niye göndermiş Allah (c.c.)
peygamberlerini!... "'Peygamberleri gönderdi, müjdeci ve de uyarıcı
olarak." Cennetle müjdeleyen, devletle müjdeleyen, ve zilletle korkutan
ve cehennemle korkutan peygamberleri göndermiş. "Müjdeci ve de uyarıcı
olarak göndermiş Allah (c.c).
(Korkutucu ) olarak da
bazı meallerde. Bazı meallerde de (uyarıcı) olarak.
(İnzar) aslında
sakındırmak- korkutmak manâsında. Yani; korkutmak derken insanın, insanı
korkutması gibi değil. Bir insan bir yola gidiyor ve o yoldan gelmekte olan
veya o yolu bilen birisi diyor ki; "Yahu gitme o yola, onun ilerisi
yılanlı vadiye çıkar. Gitme o yola, o yolun sonu uçuruma gider veya o yola
gitme. O yolun çeşitli yerlerine tuzak kuruldu. Ayı tuzağı kuruldu veya aslan
tuzağı kuruldu. Farkına varamazsın düşersin. Veya onun ilerisinde ateş
yakıyorlar ve de geleni atıyorlar" diye uyarma. İşte bu uyarmadır.
Peygamberler ise bu
dünyada insanların gittikleri yollara bakıyorlar ve diyorlar ki: "Bu
yoldan gidenin sonu cehenneme varır. Bu dünyada zillete varır, öbür dünyada
cehenneme varır" diyorlar. Hani iki tane bir yol böyle gelirken, ana
rahminden çıkmış; bulûğ çağına ergenlik çağına gelinceye kadar geliyor.
Ergenlik çağma gelince çocuğun önünde iki yol var.
Birisi sağa doğru
gidiyor, cennete doğru, birisi sol yola gidiyor, cehenneme doğru diyor. (Şimdi
bu sağcılık -solculuğun günümüzdeki ile ilgisi yok bunun.) Derken tam bunun
ortasında bir peygamber elinde kitapla diyor ki; "Şu yoldan giderseniz
dünyada devlet, ahirette cennete varırsınız, ama bu yoldan giderseniz zillete
uğrarsınız, ve sonunda da cehenneme çıkıverirsiniz. "Ben sizi uyarmakla
görevlendirildim. Cenneti müjdelemekle, güzelliklerini anlatmakla
görevlendirildim" diyor Peygamberler. (Allah rahman ve rahimdir) diyoruz
ya (Bismillahirrihmanirrahim) i çokça söylüyoruz ya; Rabbim imtihan için
göndermiş bu dünyaya bizi.
Onu ifade ediyor
kendisi. Ayet-i Kerimesinde, ama imtihan için bizi gönderen Rabbim bize kopye
veriyor. Hani kopye çekmek yasak okullarda. Fakat Rabbim kitap gönderiyor.
"Bu işi şöyle yapacaksınız, şu işi böyle yapacaksınız. Yani imtihanda
şöyle başaracaksınız" diyor. O da değil; o kitabı bize açıklayıverecek,
neyi nasıl yapacağımızı gösteriverecek peygamberler de gönderiveriyor Allah
(c.c.) Niye bunu gönderiyor, peygamberlerini gönderiyor?
"Peygamberlerden
sonra Allah'a karşı insanların delilleri olmasın diye." Yani insanlar Ya
Rabbi! biz cennetin olduğunu nerden bilelim. Cehennemin olduğunu nerden
bilelim. Biz bunun haram olduğunu nerden bilelim ki. Rüşvetin veya faizin haram
olduğunu nerden bilelim ki" demesinler diye peygamberler göndermiştir.
Yani peygamberler rüşvet haramdır, faiz haramdır, fuhuş haramdır, içki
haramdır, şirk en büyük hatadır, haramdır, yani anasıdır her şeyin. Bunları belirlemek
üzere peygamberler gönderiyor. Ki insanlar; "valla biz bunu bilemedik,
bize öğreten biri de olmadı" demesinler diye, diyor.
Biz bu ayeti
kerimelerden şunu anlıyoruz ki: Tabii daha başka ayet-i kerimeler var. Mesela
İsra suresinde "Peygamber göndermediğimiz insanlara biz azap
etmeyiz" diyor Allah (c.c.) "Her topluma bir hidayet rehberi vardır
gönderilmiştir" diyor Allah (c.c.)
İnsanlar itiraz
ederken, itirazlarında haklı olmasınlar diye Allah (c.c.) peygamberlerini
göndermiş. "Allah herşeye galiptir, güçlüdür, hüküm edicidir, hüküm
göndericidir ve hükmünde hikmet sahibidir."[191]
(166) Ancak
Allah sana ilmi ile indirdiğine şahidlîk yapar. Melekler de şahidlik yapar.
Şahid olarak Allah yeter.
Kitabın hak olduğuna şahit
de yine Allah (c.c.)dür. Çünkü kelam onun. Kelam onun olunca nasıl şahitlik
yapar? Kelam onun olunca zaten şahitlik daha güzel oluyor. Çünkü; kelamın Allah
kelamı olması; Peygamber sözü olmadığını ortaya çıkarıyor. Eğer peygamberin
kendisi bunu söylemiş olsaydı; (Cahiliyye döneminde o kadar şahit insan vardı.
Edip insanlar vardı. Peygamber Efendimizden edebiyatı daha iyi bildiklerini
iddia ediyorlardı bu adamlar. "O zaman Muhammed öyle mi söylemiş, al biz
de böyle söyleriz" derler ve dengede olurdu. Yani iki insan birbirine
benzer güzel şiirler, güzel nesirler yazabilirler.
Ama Allah kelamının,
diğerleriyle mukayese edilemeyecek derecede farklı olması; bu kelamın Allah
kelamı olduğunun delili. Öyle olunca bu konunun böyle olduğuna Allah bizzat
kendisi şahit. "Melekler de şahitlik yaparlar" "Şahit olarak da
Allah yeter." Yani günümüzde bütün dünya insanı, dinimizi inkâr etse,
Kur'an'ı kabul etmese, biz onlar adına üzülürüz. Kitabımız adına üzülmeyiz,
dikkat edin.
Kitabımızı inkâr
edenlere kitabımız adına üzülmeyiz. Çünkü bunun doğru olduğunun şahidi
Allah'dır deriz. Bunun biz ispatıyla uğraşmıyoruz. Biz şunun için uğraşıyoruz.
Bu ayet bu insanın gönlüne de girsin ve bu insanın canı cehennemde yanmasın
diye uğraşıyor, kabul etmeyene üzülüyoruz. Aramızda fark bu. Hani günümüzde
kendi hukuklarını insanlara zorla kabul ettirmek isteyenler, ya bunu kabul
edin, ya bak ne kadar iyi yapılmış filan diye zorlamalar var. Bizim bu konuda
zorumuz yok. Bu konuda mahcubiyetimiz yok. Bu konuda ezilmişliğimiz yok. Çünkü
bu söz bizim değil. Bu söz bizi yaratan Allah (c.c.)'ündür. Bunun şahidi kendisidir.
Bizim üzüntümüz bu söz bu insanların yüreğine girmediğinden, iman
etmediklerinden dolayı, bu insanların canı yanacak. Bu can yanmamalıdır diye
üzüntü duyuyoruz o kadar. Benim için önemli de onun için diyorum. Yani moral
bakımından önemli bu, dünyada tek başına kalsa-nız, bizler 5 milyar insan
inanmıyor kitabınıza, şu tereddüdü geçilmeyeceksiniz. "Acaba ben
inanmıyorum ya, acaba ben mi yamlıyorum ki," bu gönlümüzden hiç
geçmeyecek.
Rabbim bu kitabın
Allah kelamı olduğuna şahittir, ayeti kerimesiyle o şahit. Öyle olunca onun
şahitliği karşısında onun yarattıklarının yalancı şahitliğinin hiç değeri
yoktur.[192]
(167) İnkar
edip Allah yolundan alıkoyanlar uzak bir sapıklığa düşmüşlerdir.[193]
(168) İnkar
edip zulmedenleri Allah afvetmemiştir ve onları doğru yola da iletmez.[194]
(169) Ancak
ebedi olarak kalacakları cehennem yoluna iletir. Bu Allah'a çok kolaydır.
Yani onlar da yclsuz
değiller. Her insanın gidecek bir yolu vardır. Mü'minin yolu (sıraM müştekim)
dir. Ve onu her namazında (ihdinassıratal müstakim) diyerek tekrarlar durur.
Öbürününki de cehennem yoludur ve orada ebedidir de. "Orada ebedi olarak
kalıcıdır."
Hocam bu kadar, Hz.
Adem'den günümüze kadar gelen bu kadar kâfiri bu yolda Allah (c.c.) nasıl
yürütür, nereye gider, nerde toplar, nasıl bunları "atar.
"Bütün bunlar
Allah için gayet kolaydır." Hz Adem'den bu güne kadar gelen insanları bu
dünya üzerinde doyuran Rabbim. Gözümüzle görüp duruyoruz bunu işte. Hani kaç
insanın geçtiğinin hesabı yapılamamış. Yapılması da zor. İmkansız hatta. Yani
hz. Adem'den bu güne kadar kaç milyon veya trilyon insan geçti bilinemiyor. Ama
dünyanın kaç ton olduğu belli. Her gelen bir avuç alıp götürseydi, dünya
biterdi. Ama olduğu gibi duruyor.Yani bütün bunlar Allah için gayet kolay
şeylerdir. Yaratan
O. Yaşatan O. Yöneten
O. Ne mutlu mtislümana ki; bunun bilincindedir ve yaratanına ve yaşatanına
teslim olarak müslümatı olmuştur.[195]
(170) Ey
İnsanlar, peygamber size Rabbinizden hakkı getirdi. Ona iman ediniz, bu sizin
için hayırlı olur. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir.
Allah Alimdir, Hakimdir.
Gerçek olana sarılın,
gerçek olmayana sarılmayın. Doğru olanı alın. Yanlış olanı değil. O peygamber
doğru olanı getirdi. Hak olanı getirdi, Rabbinizden "Öyleyse ona iman edin
de, size de hayırlı olsun" diyor Allah (c.c.) "Yani faydalı
olsun" diyor.
"Peki ya inkâr
ederseniz, eğer o peygambere iman etmez de onu inkâr ederseniz. Allah'a bir
zarar vermeniz mümkün değil." "Yerde ve gökte her ne varsa Allah
(c.c.)'e aittir." Yani sizin ibadetinize, sizin imanınıza Allah'ın
ihtiyacı yok. Bu kadar ısrarla sizin iman etmenizi istiyorsa, bu sizin
hayrmızadır.
Yoksa ne imanınız, ne
ameliniz, hiçbir şekilde Allah'a fayda vermez. "Kim İslâmi tercih ederse,
hidayete girerse kendinedir, Kim de sapıtacak olursa, sapıklığı kendi
zarannadır" diyor Allah (c.c.) "Allah herşeyi bilendir, herşeye
hükmedendir" diyor Allah (c.c.) Yani iman edeni de, etmeyeni de edecek
olanı da, etmeyecek olanı da bilir.[196]
(171) Ey
ehli kitap, dininizde haddi aşmayın ve Allah katında gerçek dışında birşey
söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah'ın Rasu lü. Meryem'e ulaştırdığı
kelimesi ve ondan bir ruhdur. Allah'a ve peygamberlerine iman ediniz. Allah
üçtür demeyin. Böyle demekten vazgeçin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Allah
ancak birtek ilandır. Çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerdekiler
onundur. Vekil olarak Allah yeter.
Tabi ehli kitap
derken; yahudi ve hırıtiyanlar derken, hitap bize de var burada. Onlara hani
(kızım sana derim gelinim sen işit) taktiği var ya, Allah (c.c.) de onlara
diyor ki: "Haddi aşmayın. Dininiz konusunda haddi aşmayın"
Onun ruhunu, melek
vasıtalarıyla İsa(a.s.)'ı ilka eden Allah (c.c.)dür. Yani yaratıcısı Allah'dır.
Öyleyse dininizde haddi aşıpta, (Hay İsa Allah'ın oğludur, o 3 rabden bindir,
ve biri üçtür- üçü birdir) gibi şeylere girmeyin. "Allah'a iman
edin." "Peygamberlerin hepsine iman edin." Yalnız Hz. İsa'ya
değil, bütün peygamberlere iman edin. "O ilah üçtür de demeyin"
buyuruyor Allah (c.c.) "Bu batıl ve sapık inançlarınıza son verin, sizin
için hayırlı olur" diyor Allah (c.c.)
"Mutlaka Allah
bir ilahdır." "Onun için ondan bir çocuk olmasını ondan tenzih
ederiz." Yani Allah (c.c.)'ün çocuğu yoktur. Olmamıştır. "Yerde ve
gökte her ne varsa onundur."
Yani tüm kainattaki
çocuklar, analar, babalar, kızlar, gelinler, hepsini yaratan O. Dağları,
taşlan, çiçekleri, kuşları yaratan O. Ayrıca bir oğul edinmeye ihtiyacı yok ki.
"Güvenilecek dayanılacak, vekil olarak Allah yeter" diyor Allah
(c.c.)
Onlar, ehli kitap
peygamberlerine imanda haddi aşmışlar. Günümüzde de buna benzer olaylar olur.
Peygamber Efendimiz bu konuda bizi uyarmış "Hristiyanlar Meryem oğlu
İsa'yı haddi aşarak Öğdükleri gibi, siz de beni haddi aşarak öğmeyin "
diyor. "Allah'ın bana vermiş olduğu makamı zikredin yeter" diyor.
Yani o da nedir? (O Allah'ın kulu ve rasu-lüdür.) ifadesi ile ifade edilmiş.
Yani peygamber
Efendimizin bir rasullük rütbesi vardır. Ama ondan önce kulluk rütbesi vardır.
Yani bir anadan, bir babadan dünyaya gelmiş, çocukken büyümüş, yürürken düşmüş
kalkmış, yemek yemiş, su içmiş bu dünyada ve yine eceli gelmiş o da vefat
etmiş. Kehf suresinin sonunda özellikle uyarılıyoruz. "Deki
insanlara!" "Ben de sizin gibi bir insanım de onlara."
Peki, fark "Bana
vahy geliyor" diyor Allah (c.c.) Yani benim bir farklı tarafım, bana vahy
gelmesindendir. Yoksa bende sizin gibi insanım. Sakın ha beni ilahlık
mertebesine, ona yakınlık bir makama yükseltmeyin" diyor Peygamber
Efendimiz (a.s.v.)
Hıristiyanlar, Hz. İsa
A.S.'a aşırı muhabbetten bu duruma düştüler yalnız. Yani, o saf tertemiz
insanlardan bir kısmı benim peygamberim, ya peygamberden daha ileri, benim
ilâhım demek suretiyle ileriye gidiverdi-ler.
Günümüzde insanları
severken de, yaşayan insanları, yani şu anda Mahmut hocayı seviyorsanız, Mahmut
hocanın hata edebileceğini düşüneceksiniz. Günaha girebileceğini de hesap
edeceksiniz. Yani bu adam da günaha girer. Peki günaha girerse bu adam ne
yaparım. Muhabbetten ek-
siklik olmasın yine,
sevginizden eksiklik olmasın. Uyarın: yani bu yaptığın iş yanlıştır deyin.
Ama hocam benim şıhim
yanılmaz, İşte bu, hırıstiyanların Hz. İsa'ya söylediklerinin bir benzeridir.
Yanılmaz diye bir şey yok. Peygamber yanılmış. Allah (c.c.) uyarmış bunları.
Ayeti kerimesinde Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın bir davranışı Rabbimin
hoşuna gitmeyince azarlanıyor. Peygamber Efendimiz azarlanıyor orada. Onun
için; Peygamberler büyük günaha girmez.
Ama yanılırlar.
Yanılmaları neticesinde Rabbim tarafından düzeltilirler. Peygamberler hatasız
gitmişler öbür dünyaya. Yani önemi burası. Hatasız gitmişlerdir. Hataları bu
dünyada iken düzeltilmiş Rabbim tarafından. Hatta bazıları derler ki; hata
demiyelim de (zelle) diyelim derler. Bu biraz daha yumuşak kelimedir.
Ama büyük günah
işlemezler. Onlar korunmuşlardır. Hz Adem'den, peygamber Efendimize kadar olan
bütün peygamberler büyük günah işlememişler. Fakat kayma ki, (zellenin türkçe
karşılığı kaymadır.) Bazen kayma olur. O da Rabbim tarafından düzeltilir.
Kur'an-ı Kerim'de Yunus (a.s.)'ın bir kayması var. Efendimiz de Yunus gibi olma
diye uyarılıyor. Yani Yunus peygamberin bir hatası bildiriliyor. Sen de onun
gibi olma diye de Peygamber Efendimizi de uyarmış oluyor.
Onun için günümüzde
yaşayan, sevdiğimiz insanların, insan olduğunu hesap edeceğiz. Hatalarını gördüğümüzde
onlardan ayrılmayacağız.
Mesela bazı arkadaşlar
tanırım bir efendiyle beraber çalışmışlar, çalışmışlar derken aleyhine
geçivermiş. Şimdi başka bir efendi ile beraber öbürünün aleyhinde veryansın
ediyor. Kendisine dedim ki, "Bak aradan 1,2 sene geçmez onun da aleyhinde
aynen konuşursun sen. Çünkü dil alışkanlığı yapmışsın, bu işte.
insanları, hani
Mevlana'nın güzel bir sözü var. "Dostsuz kalmış dün-ya'da hatasız dost
arayan." Hatasız dost, hatasız şeyh, hatasız ilim adamı, hatasız insan
bulmak mümkün değildir. Dost isek biz; hatasını şeyhimiz de olsa söylemek
gerekir.
Aman hocam şeyhe
söylenir mi o? Niye söylenmesin ki. Hz. Ömer şeyh gibi değil ki. Hz. Ebubekir
şeyh gibi değil ki. Bütün şeyhler Hz. Ömer- Hz. Ebubekir- Hz. Osman ve Hz
Ali'nin ayağının tozu olamaz. O hutbede iken, "aşağıdan birisi valla
varmayayım yanına ha!" deyiveriyor yani. Yaptığın yanlışı düzeltirim
diyor. Kilincımla düzeltirim seni" diyor. Ve hesap soruyor. Ve o hesap
soracak bir topluma sahip olduğundan dolayı da Hz. Ömer Rabbine hamdediyor.
"Aman ya Rabbi!
böyle bir toplumu bana lütfettiğinden dolayı sana hamd ederim" diyor. Ve o
toplumla Kudüs'ü alıyor, ve o toplumla İran'ı alıyor. Yoksa böyle kuzu gibi,
koyun gibi, insanlarla olmaz bu iş.
Koyunu bilirsiniz.
Belki bir kısmınız bilmez de, bir kısmınız bilirsiniz. Koyunlar giderken
yolda, önden biri gitti mi, özellikle yaz gününde öbürleri onların ayaklarının
arasına kafayı sokarlar ve giderler. Öndeki yolu görüyor, öbürleri hiç yol
görmez. Mesela tren yolunda, bazı kazalarda, işte tren bir sürüye çarptı, 50
tane koyunu öldürdü, haberini hep duyarız.
Fakat tren, bir keçi
sürüsüne çarptı da, 50 tane keçi öldü, haberini duyamazsınız. Niye! Her keçi
ayrı yürür. Kendi gözünü kendi kullanır. Ama koyunların hepsi bir gözden
hareket ederler.
Dinim de böyle bir şey
yok. Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Uhud'a çıkacak. Toplamış arkadaşlarını.
Gelin bakalım demiş. Ne diyorsunuz?. Efendimiz (a.s.v.) Bedir harbinde toplamış
arkadaşlarını. Gelin bakalım harp esnasında, harbe girecekler ne diyorsunuz?
Ensardan birisi kalktı şöyle dedi. Muhacirinden biri kalktı böyle
dedi.Peygamber Efendimiz A.S.V bunların hepsini özetledi ve kararını verdi.
Yani her insanın bir
gören gözü, bir de basiret denilen kalb gözü vardır. Bu basiretler de
köreltilmemelidir. Bu ehli kitap İsa A.S.'a olan fazla muhabbetlerinden, kendi
basiretlerini köreltmişler. Ve böylelikle kâfir oluvermişlerdir. Seveceğiz
derken gâvur olmuşlar. Tehlikeli bir şey seveceğiz derken gâvur olmak. Niyet
iyi idi. Yani sapıtma gayesi ile filan olmuş değil bu. Gayet iyi niyetlerle
başlamış ama, imansızlığa dönüşüver-
miş bu iş. Peygamber
Efendimiz burda bizim dikkatimizi çekiyor. Sakın bana böyle birşey yapmayın
diyor. Biz ona salatü-selam getiririz. Ve "eşhedü enne muhammeden abdühü
ve râsulühü" deriz. Yani abdühü'yü ilave ediyoruz. Kul olmasını
hatırlıyoruz ve râsulühü diyoruz.
Efendim ezanda yok
abduhü kelimesi. Râsulühü de yeter zaten. (Eşhedü enne muhammeden rasulüllah)
Muhammed Allah'ın elçisidir. Elçi, yani insandır ilah değildir.
Ve bu ehli kitabın;
Allah'ın oğul edindiği sözüne karşı günde birkaç defa (Lem yelid velem yuled)
diye reddiye gönderiyoruz. Yani siz varya, akşama kadar okuduğunuz surelerde
aslında hırıstiyan- müslüman mücadelesini gündemde tutuyorsunuz, "Allah
doğmamıştır da, doğurmamıştır da." Kendisinden bir çocuk, oğul olmadığı
gibi kendisi de doğmamıştır. Diyoruz. "Onun dengi ve benzeri de
yoktur."[197]
(172) Mesih
de Allah'a yakın melekler de Allah'a kul olmakdan kaçınmazlar. Kim Allah'a
kulluk yapmaktan kaçınır ve kibirlenirse Allah onların hepsini huzurunda
toplayacaktır.
Yani melekler ki; günah
işleme durumları yok. Allah o meyli vermemiş, meleklere. Onlar hep ibadet
halindeler. Günümüzde bir kısım insanlar türemiş. Geçende bir tanesi dükkana
kadar geldi adam. Genç bir delikanlı, "Hocam işte ben hakikat
arayıcısıyım." Eee. "Orda aradım-burda aradım şimdi biryer
buldum" diyor. O bulduğu yer Kur'an-ı, Tevrat'ı, incil'i hepsini kaldı
rıvermişler, orta yerden başlarında bir adamın mesajları ile idare edip gidiyorlar.
"Allah'a
yaklaşmak içindir herşey yakın olduktan sonra ne gerek var" diyor. Yani
biz Allah'ı bulmuşuz, onunla yakın olmuşuz. Daha ondan sonra ibadete ne gerek
var. Şeyhinin sözü tabii bu.
Rabbim o tür sözlerin
söyleneceğini de biliyor. Biz ki insanız günah işleme meylimiz devamlı vardır.
Yani mescitte alnımızı secdeye koyduğumuz halde bile günah hatırınıza
gelebilir. Meleğin hatırına bu gelmez. "O melâike bile Allah'a ibadetten
uzak durmaz" diyor Allah (c.c).
Halbuki; hani bunlar
mantiken doğru gibi sözler. Yaklaşmak içindir bütün ibadetler. Yaklaştıktan
sonra niye efendim onun yanında ibadet yapacaksın diyor. Hani, bir de şöyle
söylüyor. "Mecnun Leylâ'ya aşık. Leylâ, leylâ, leylâ diyor. Peki Leylâ'nın
yanına vardıktan sonra da yine Leylâ, Leylâ, Leylâ mı dersin?" diyor.
Hayır söylemeyi
bırakır. Mantiken fena değil. Peki ama Leylâ, Leylâ diyerek Leylâ'nın yanına
varan kişi Leylâ'nın yanına varınca onu bırakı-verir mi? Bir insan arzu ettiği
şeyi elde etmek için yollarını arar. Elde ettikten sonrada ona yakınlığını
devam ettirecek, işler yapar. Onun içindir ki Allah'a yakın melekler, Allah'a
ibadetten uzak durmazlar.
Tabi yaklaşmasının
ölçüsü ne. İbadetini son zirveye vardırmak. Yoksa mekân olarak yaklaşma değil.
Yani bir mekân yaklaşması değil. Zaman yaklaşması değil. İbadetinde, taatında
öyle ileri gidiyor, ve o yine ibadetine devam ediyor ve makam ve menzilini
artırıyor.
Bunlar hayallerinde
belirli bir yer hedefliyorlar. Oraya vardıklarını zannediyorlar. Kendilerini
kandırıyorlar. Tabi soruyu soran delikanlı yanımdan ayrılırken "Onların
hesabını görürüm hocam" diyerekten çıktı gitti.
Kim Allah'a ibadetten
kaçınırsa, kibirlenirse, Allah onların hepsini kendi katında huzuruna
toplayacaktır." Kibirle nenlerin hepsi, böyle uzak duranların hepsi, onun
huzurunda toplanacaklar yine hesap gününde.
Mü'minler ise onun
hesabını bildiklerinden bu dünyada toplanmaya çalışıyorlar. Yani Allah'ın
huzurunda herkes toplanacak mahşer günü. Biz ise, azaba uğramayalım diye bu
dünyada toplanıyoruz o kadar.' Namaz da bir araya gelişlerimiz, hacda bir
araya gelişlerimiz, hayır işlerinde birbirimize yardım edişlerimiz, bu dünyada
bir araya gelmek ve toplanmak suretiyle, öbür dünyada Allah'ın huzurunda
cezalandırılmak için toplanmayı önlemek için. Hani Yunus Emre "Gelin
bugün yanalım, yarın yanmamak için" diyor. Yani yarın öbür dünyada
yanmamak için bu dünyada bazı nefsin istediği şeyleri vermeyelim. Bunlar belki
bize sıkıntı verir ama, öteki dünyada da kişiyi sıkıntıdan kurtarıverir.[198]
(173) İman
edip ameli salih işleyenlere, Allah mükafatlarını tam verecek ve bol nimetini
artıracaktır. Allah'a ibadetten kaçınıp kibir-lenenlere gelince onları acıklı
bir azapla cezalandıracaktır. Allah'dan başka dost ve yardımcı bulamazlar.
"İman edip ameli
salih işleyenlere Allah (c.c.) onların mükafatını, ücretini verir, ve kendi
katından da artırır" diyor. Yani adaletiyle muamele etmez Rabbim,
rahmetiyle muamete eder. Adaletiyle muamele: yaptığınıza karşılık iyilik.
Rahmetiyle muamele ise yaptığınızın karşılığını kat kat vermek suretiyle, o
yaptığınızın ücretini artırmaktır.
"Allah'a kul
olmaktan yan çizen, kibirlen enlere gelince Allah onlara acıklı bir azapla azap
eder. Allah'dan başka onlara bir yardımcı, bir dost da bulamazlar" diyor
Allah (c.c.)
Bu dünya da şefaatçi,
aracı bulunabilir. Adam katil olur. Yolunu bulur kurtulur, para verir
kurtulur. Çeşitli vesilelerle kurtulmaya çalışır Başarılı da olabilir. Ama, O
Allah'a kulluk yapmaktan kibirlenen kişiler, Allah katında hiçbir şefaatçi,
hiçbir yardımcı ve hiçbir dost da bulamaz.
Hani, bu kulluk
yapmaya kibirlenenlerin Türkçe de bir ifadeleri var. "Yiğidin alnı yere
gelmez" ifadesiyle kullanıyorlar bunu. Peki sana bu yiğitliği, bu endamı
kim verdi, Allah (c.c.) Kendin bir hücreyi yaratabilecek durumda değilsin. O
seni yaratan Rabbime bu vücut secdeye kapanırsa değer kazanır. Yoksa
yiğitlikle ne ilgisi var ki. Bu itlik gibi bir şey. Yiğitlikle ilgisi yok
bunun. Sırtında et taşıyorsun. Başka bir şey değil.[199]
(174) Ey
insanlar Rabbinizden açık bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.
Nûr ki: hani Türkçe
karşılığı ışık diyelim. İnsanın önünü aydınlatan ışık, Sizin önünüzü
aydınlatan, bu dünyada eşinize, çoluğunuza, çocuğunuza, dostlarınıza ve
komşularınıza, insanlık ailesine ve eşyaya karşı neyi nasıl yapacağımız
konusunda ışık veriyor size ve düşmanın her türlü mantık oyunlarına karşı da
Allah (c.c.) bir delil olarak, bürhân olarak ki; (bürhân-ı kati) Kâfirin bütün
mantığının kökünü kesecek şekilde de kitabını indirmiştir Allah (c.c.)
Bu Kur'an-ı Kerim'de,
imansızların söyleyebilecekleri her şeyin cevabı var. Yeri geldikçe
söylüyorum. Kâfirlerin söyleyebilecek yeni birşeylerinin olmadığını "Küfür
cephesinde yeni birşey yok" isimli eserimde açıkladım.[200]
(175) İman
edip, ameli salih işleyip, Allah'ın kitabına sımsıkı sarılanları, yakında rahmetine
ve bol nimetine daldıracak ve onları dosdoğru yola ulaştıracaktır.
İman edenlere, İman
edenler yeterli değil yalnız. Birçok ayeti kerime de özellikle böyle
dikkatimizi çekiyor Rabbim. Burada bir farklı ifade kullanılmış.
"Allah'ın ipi
olan Kur'an-ı Kerime sımsıkı sanlınız. Sakın parçalanmayınız" diyor Allah
(c.c.) Öyle olunca; bizim bu dünya'da da mutlu cennet hayatı yaşayabilmemiz,
ahirette de cennet hayatı yaşayabilmemizi iki şarta bağlamış Rabbim.
1- İman
edeceğiz.
2- Allah'ın
gönderdiği kitaba sımsıkı sarılacağız.
Sımsıkı sarılacağız
demek... Böyle bağrına basıp ta götürme anlamında, değil yani. Böyle sıkma
değil. Başta ki (Bismillahirrahmanirrahim) den, en sondaki, (minel cinneti ven
nâs) ayetine kadar. Namazından, imanından, cihadından, orucundan, zekatından,
kapı çalmanın âdabından, miras hukukuna kadar, doğumdan ölüme kadar, insana
yöneltilen emir ve yasaklan yerine getirirse bir adam; bu dünya'da devlet,
ahirette cennet vardır, bu kişiye.[201]
(176) Senden
fetva soruyorlar. Deki Allah, ketale (usul ve furuu olmayan kimse) hakkında
size fetva veriyor. Eğer bir kişi ölür, çocuğu olmaz ve bir kız kardeşi olursa
terikenin yarısı onundur. Eğer kız kardeş ölür, oğlan kardeş ona varis olur,
kız kardeşin de çocuğu olmazsa oğlan kardeşi terikenin tamamına varis olur.
Eğer varisler iki kız (veya daha fazla) olurlarsa onlara terikenin üçte ikisi
vardır. Eğer varisler erkek ve kadınlardan oluşursa erkeğe kadının iki misli
vardır. Saparsınız diye Allah size açıklıyor. Allah herşeyi bilir.
Fetva kelimesi Arapçadan
Türkçeye geçmiş bir kelime. Burada da (Yufti) fetva kelimesinden türetilmiş bir
kelime "Size fetvayı Allah veriyor" diyor Allah (c.c.)
Burada şunu anlıyoruz
biz. Birşeyin hükmünün ne olduğunu; Allah (c.c.) bildirmişse, o konuda bizim
söyleyecek sözümüz yoktur, bitti. Onun zıttına bir söz söylemek insanı bazen
küfre götürür.
İnançsızca söylenecek
olursa küfre götürür. Bilinçsizce söylenecek olursa büyük günaha götürür
insanı.
Bu konuda (kelâle) ki;
kelâle: Bir adam ölüyor. Kadın veya erkek önemli değil. Bir erkek veya kadın
ölüyor. Varis olarak baba-dede yok daha önce ölmüşler babası ve dedesi.
Aşağıdan çocuğu da yok. Oğlu veya kızı da yok. Peki oğlarî kardeşi veya kız
kardeşi var. Bu oğlan veya kız kardeşlere, arabın dilinde mirasçı olarak (kelâle)
ifadesi kullanılmış.
Yani peygamber
Efendimize geliyorlar. "Ya Rasulallah!.. İşte filan adam öldü. Onun
mirasçısı olarak babası yok. Ölmüştü daha önceden. Dedesi yok. O da ölmüştü.
Çocuğu da olmadı bir hanımı var. Bir annesi var. Ama oğlan kardeşi var, kız
kardeşi var. Bu oğlan ve kızkardeşinin bunların da mirastan payı var mı? Ya
Rasulaîlah!.. diye soruluyor Peygamber Efendimize.
Peygamber Efendimiz
btf konuda kendisi cevap vermiyor. Derken bu ayeti kerime nazil oluyor.
"Sana kelâle hakkında sorarlar. Onlara kelâlenin fetvasını Allah veriyor
de." Yani bu cevap Rabbim'den geliyor de, onlara.
Cevap şu. "Bir
adam ölürse çocuğu da olmazsa, onun da bir kız kardeşi varsa, (Bir erkek
Ölüyor, çocuğu yok. Ama bir kız kardeşi var.) O adamm malının, geriye bıraktığı
malının yarısı kız kardeşinindir."
(Şimdi şöyle düşünün)
"Bir kadın ölmüş. O kadının oğlu yok, kızı yok. Babası- dedesi de yok. Ama
oğlan kardeşi var. "O zaman onun çocuğu yoksa; o malın geriye kalanını
alır." Geriye kalanını alır demek şu: Mesela kadının kocası var. Koca
kendi hissesini aldıktan sonra, geriye kalanı oğlan kardeşinindir. Kocanın
hissesini Nisa suresinin baş tarafında Allah (c.c.) belirlemişti. (Eğer çocuğu
varsa 1/4 çocuğu yoksa 1/2 alır.) "Eğer ölen kadının çocuğu yoksa, o zaman
yarıyı alır." "Eğer kadının çocuğu varsa o zaman 1/4 alır" diye
kocanın hakkı zaten belirlenmişti. Kocanın hakkından sonra geriye kalanı oğlan
kardeş alır. "Bir erkek ölür. Çocuğu ve babası da olmazsa, ama kız
kardeşleri 2 ve daha fazla olurlarsa o zaman mirasın 2/3'sini alırlar."
"Eğer ölenin
çocuğu- babası ve dedesi yoksa, (ama oğlan kardeşleri ve kız kardeşleri var.
Kadınlı erkekli varlarsa o zaman, erkekler ve kadınlar; erkekler 2, kız 1
almak suretiyle mirası bölüşürler." "Sapıtmayası-nız diye Allah (c.c.)
size mirası böylece açıklıyor." "Allah herşeyi bilmektedir"
diyor Allah (c.c.)
Nisa suresinin başında
da ifade ettiğimiz gibi; Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'inde, namazın rekâtlarım
bize bildirmemiş. Peygamber Efendimize havale etmiş, namazın rekâtlarını o
bildirmiştir.
Sabah namazının farzı
2 rekattır. Öğle namazının farzı 4 rekâttır, îkindininki 4 rekâttır. Akşamınki
3 rekâttır. Yatsının ki 4 rekâttır diye Peygamber Efendimiz bize bildirmiş.
Ama miras hukukunda
varislerin hisselerini, paylarını Allah (c.c.) bizzat teferruatına inerek
kendisi bildirmiş. Önemine binaen. Onun için:
insanların hayatında,
özellikle Türkiyede ilk değiştirilen kanunlardan bir tanesi de miras hukukudur.
Miras hukukunun
değişmesi ile İslama göre malların bölüşülmemesi nedeni ile bir çok insan
onun-bunun malını yeme durumuna düşmüştür.
Haram lokma da yüreğe
girdikten sonra insanın yapmayacağı şey azalır. Yani yapamayacağı şey kalmaz o
insanların.
Biz mümkün mertebe,
miraslarımızı Allah'ın koyduğu kurallar içerisinde bölüşmeye dikkat edelim.
Kanunlara uygun hale
getirirsiniz. Hani, kardeşler anlaştıktan sonra; mahkemeye giderler biz şurayı
şöyle yaptık, burayı höyle yaptık diye kabul ederler. Erkek kardeşler olarak
siz biraz daha şey olun. Yani, tabi kız kardeşlerinize karşı biraz daha
yumuşak, özellikle damatlar olarak daha iyi davranın. Damatlar olarak çünkü
kaybedici durumdasınız. Kaybederken kazanacaksınız. Benim tanıdığım, çok
sevdiğim bir dostum; ben kendisine bunları anlattıktan sonra, kayınbiraderine
milyonlarca para iade etti.
Yani bundan 20-25 sene
önce bugünkü kanunlara göre bölüşmüşler ama, bu işin yanlış olduğunu anladıktan
sonra, hanımına diyor ki; Hamın bu senin malından şu kadar milyonu (ki, çok
büyük adettir bu) sen, senin kardeşinden haksız yere almışsın. Bunu iade
edelim. Rabbimizin emrine uyalım gel deyip, geriye iade ediverdiler.
Şimdi öbürü de kerata
biriydi, o da ısınmaya başladı birkaç milyonu görünce beraber. "Yahu
dinimiz böylemi imiş" diyerekten ısınmaya başladı yani.
Onun için, İslâmm
yaşandığı yerde hayat vardır. Bu hayatımızı, bu dünyada iyi bir şekilde devam
ettirdiğimiz gibi Rabbim ahirette de cennetinde devam ettirsin inşaallah.[202]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/209.
[2] Hadis için Buhari, Enbiya I, Müslim, Rada 62-65, Ahmet
Müsned 518, 151, İbni Mace Taharat 75, Ebu Davut Nikah 15 ve diğer kaynaklar.
[3] Âl-i İmran, 59
[4] Buhari, Edeb 13
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/210-214.
[6] Ahmed, Müsned 4/133,50
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/214-216.
[8] Ebudavut, Salat 64
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/216-222.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/222-223.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/223-224.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/224-225.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/225-226.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/226.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/227.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/227-228.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/228-231.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/232-233.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/233-234.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/234.
[21] Bak. Tırmîzi, Hu-dud 2-5, Ebu Davud, Salat 114
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/234-235.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/235-236.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/236.
[25] Tırmîzi, Daavut 98, İbni Mace, Zühd, 30, Ahmet, Müsned
2/132, 153, 3/425
[26] Müslim, Tevbe 47, Buhari, Enbiya 54, Ahmed, Müsned
3/86
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/236-237.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/237-238.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/239.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/239-240.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/240.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/241-242.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/242-243.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/243-245.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/245.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/245-246.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/246.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/246-247.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/247.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/247-250.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/250-251.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/251-252.
[43] Buhari Nikah 94
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/252-254.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/254.
[46]Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/254-255.
ibni Kudame, Muğni 81172
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/255-256.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/256-257.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/257-258.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/258-259.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/259.
Müslim emarat 152, Tirmizi
Zühd 48
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/259-260.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/260-261.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/261.
Bak Fussilet 20.21
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/262-263.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:
2/263.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/263-264.
Ebu Davud K. Nikah
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/264.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/265.
[60] Tevrat işaya 13/14, Mezamiri 37/9, Zekeriya 14/2
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/265-266.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/266-267
[63] Bakara 160, Ali İmran 89, Nur 5
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/267-270.
[65] Maide 18
[66] Ali İmran 20-24
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/270-271.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/271.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/271-272.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/272.
Bak bu surenin 54ncü ayeti ve
Bakara 109
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/272-273.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/273-274.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/274.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/274-275.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:
2/275-276.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/276.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/276-277.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/277.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/277-278.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/278.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/278.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/278-279.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/279.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/279-280.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/280.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/280.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/280.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/280-281.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/281.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/281-282.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/282.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/282.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/283.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/283-284.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/284-285.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/285-286.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/286.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/286-287.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/287.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/287-288.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/288.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/288-289.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/289.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/289-290.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/290.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/290-291.
[107] Bak: Bakara 109
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/291-292.
[109] Bak: Hz. Peygamberin savaşları S.8 Prof M.
Hamidullah. İstanbul 1962
[110] Maide suresi 32nci ayetten
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/292-293.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/293.
[113] Bak: el ümm 5/270
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/293-295.
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/295.
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/295-296.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/296.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/296-297.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/297.
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/297.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/297-298.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/298-299.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/299.
[124] Bak: Merakıl-felah ve Reddül muhtar, ibni Abidin 1/570
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/299-300.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/300-301.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/301.
[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/301-302.
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/302.
[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/302.
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/303.
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/303.
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/303-304.
[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/304.
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/304.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/304-305.
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:
2/305.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/305-306.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/306-308.
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/308-309.
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/309-310.
[142] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/310-319.
[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/319-320.
[144] İbrahim Sûresi'nin 22. âyetinde
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/320-321.
[146] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/321-323.
[147] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/323-324.
[148] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/324-325.
[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/325-327.
[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/327.
[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/327-328.
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/328-331.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/331-332.
[154] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/332.
[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/332-333.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/333.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/334.
[158] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/334.
[159] Talak suresi Ayet 2
[160] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/334-338.
[161] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/339-343.
[162] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/343-344.
[163] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/344.
[164] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/344-345.
[165] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/345-348.
[166] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/348-350.
[167] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/350-351.
[168] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/351-352.
[169] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/352-354.
[170] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/354.
[171] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/354-358.
[172] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/358.
[173] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/359-362.
[174] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/362-363.
[175] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/363.
[176] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/363.
[177] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/364-365.
[178] Bakara suresinin 33 ayetinde
[179] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/365-367.
[180] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/367.
[181] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/368.
[182] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/368.
[183] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/368-369.
[184] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/369-370.
[185] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/370.
[186] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/370-371.
[187] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/371-376.
[188] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/376-379.
[189] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/379-380.
[190] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/380.
[191] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/380-383.
[192] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/383-384.
[193] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/384-385.
[194] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/385.
[195] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/385-386.
[196] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/386.
[197] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/387-391.
[198] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/391-393.
[199] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/393-394.
[200] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/394.
[201] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/394-395.
[202] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 2/395-398.