24. DERS İSLAM'DA TAADDÜDÜ ZEVCAT VE HİKMETİ
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Rahimle Birşey Dilemenin Hükmü Nedir?
Ikinel Hüküm, Bani Olmayan Vslme „„„ ,Esllm Edı)İr Ml?
Dördüncü Hüküm: Âyetteki «İkişer, Üçer, Dörder»
Kelimelerinin Manaları Nelerdir?
25. DERS YETİM MALLARINA VERİLEN ÖNEM
VE KORUNMASI HUSUSUNDA GÖSTERİLEN YOLLAR
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Ayetteki «Sefihler» Kelimesinden Maksat
Kimlerdir?
İkinci Hüküm: Sefih, Malım Tasarruftan Alıkonur Mu?
Üçüncü Hüküm: Yaşlı İnsanların Mallarına Elkonur Mu?
Dördüncü Hüküm: Vasilerin, Yetimlerin Mallarından
Yemeleri Mubah Mıdır?
26. DERS NİKAHLARI HARAM OLAN KADINLAR
Bu Ayetlerin Geçmiş Âyetlerle Münasebeti
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Kadına Evlilikte Verilecek Mehir Ne
Kadardır?
İkinci Hüküm: Âyetteki «Kuvvetti Teminat» (Misak-T
Golizjden Maksat- R Nedir?
Üçüncü Hüküm: Kendileriyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar
Kimlerdir?
1- Neseb Yoluyla Haram Olan Kadınlar:
2- Süt Yoluyla Haram Olan Kadınlar :
3- Dünürlük Yoluyla Haram Otan Kadınlar;
Nesep Yoluyla Haramlığın Hikmeti:
Dünürlük Yoluyla Haramlığın Hikmeti:
27. DERS KARI-KOCA ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİĞİ GİDERME
YOLLARI
Âyetlerin Tefsirindeki
İncelikler
Birinci Hüküm: Serkeş Bir Kadını İrşad Etmenin
Merhaleleri Nelerdir?
İkinci Hüküm: Serkeş Kadına Verilecek Cezalar Âyetteki
Tesbtte Göre Mi Yapılmalıdır?
Üçüncü Hüküm: Hakemlerin Qkraba Dışından Olması Caiz
Mtdlr?
28. DERS CÜNÜP VE SARHOŞLARA NAMAZ KILMANIN HARAM OLUŞU
29. DERS ADAM ÖLDÜRMENİN GÜNAH VE CEZASI
1 — Ey İnsanlar, sizi birtek candan
yaratan, ondan da yine onun zevcesini
vücuda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadmlar türeten Rabbiniz(e karşı
gelmekjten çekinin, Kendisi(nİn adım Öne sürmek suretiyle) birbirinize
dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve
akrabalık (bağlarını kırmak)tan
sakının. Çünkü Allah, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.
2 — Yetimlere (rüşdüne gelince) mallarını
verin. Temizi murdara değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza
(katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak büyük bir günahtır.
3 — Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğinizden)
korkarsanız sizin için helal olan (diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder
olmak üzere nikah edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endişe
ederseniz o zaman bir (tane ile), yahut malik olduğunuz cariye (ile iktifa
edtn). Bu (tek zevce veya cariye) sizin (Haktan) eğilip sapmamanıza daha
yakındır.
4 — (Aldığınız)
kadınların mehirlerini yürekten İsteyerek ve (Allanın) bir atlyye (si) olarak
verin. Bununla beraber eğer onlardan birazını gönül hoşluğu İle size
bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine yiyin.
(Besse Mlnhüma); Besse kelimesinin lügat manası dağılma demektir. Ayetteki manası ise,
tenasül yoluyla çoğaltmaktır.
(Tesâelûne):
Sorma, isteme manasına gelen bir fiildir.
(Velerhâme):
Rahmin çoğulu olan erham kelimesi, ceninin ana karnında bulunduğu yer
anlamındadır. Buradaki anlamı ise. akrabalıktır.
(Ragiben):
Vakıf olma ve kontrol etme demektir.
(El-yetâma):
Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden çocuğa denir.
(Hûben):
Günah anlamındadır.
(Tuksitû):
Adil olmak manasını ifade eden iksalın fiilidir demektir
(Teûlu):
Meyletme ve yönelme.
(Sadukâtthinne): Mehir demektir.
(Nıhleten):
Birşeyi gönül hoşluğu ile verme.
(Henîen merien): Rahatlıkla yenilen şey manasınadır.
[1]
Allahu taala Icmalen,
bütün insanlara umumi bir hltabta bulunarak İnsanları, ortak koşmadan yafntz
kendisine ibadete davet ediyor, büyük kuvvetine işaret ederek bütün İnsanları
tek bir nefisten (Hz, Adem) ve ondan da zevcesini (Hz. Havva), her ikisinden
ise bütün İnsanları yarattığını bildiriyor. Bütün insanlar hem nesep, hem de
insanlık bakımından kardeştir. Bu bakımdan Allah (cc), İnsanlık binasının
tamamlanması İpin kuvvetlinin zayıfa, zengfnin fakire-yardım etmesini tavsiye
ediyor.
Giriş ayetlerinin iki
yerinde —baş ve sonda— takvayı te'kiden emretmesi Allanın insanlar üzerindeki
hakkının büyüklüğüne İşarettir. Takva ile akrabalık bağının birlikte anılması,
akrabalık bağının ne kadar Önemli olduğunu göstermeye kafidir. Allaho (cc)
imandan gelen bağ ve akrabalık bağı... İnsanlar Allaha (cc) gerçekten İman
ederek birlik olsalar ve akrabalık bağlarını kuvvetlendirseler, emniyet ve
mutluluk içinde yaşarlar. Böyle bir ortam içinde de yaşlıyı, çocuğu, zayıfı ve
fakiri ateş gibi yakan yoksulluk ve savaşlar olmazdı.
Allah (cc), yetimlerin
haklarına riayet edilmesini ve mallarının korunmasını emretmektedir. Çünkü
yetimler, bakıma, korunmaya ve yardıma daha çok muhtaçdırlar. Zayıf olan yetime
zulmetmek Allah (cc) katında büyük günahtır. Yetimlerin himayeniz altındaki
mallarını veriniz. Onların iyi mallarına karşılık kötü ve değersiz mallar
vermeye kalkışmayınız.
Allah (cc). himayesi
altında bulunan yetim kızlarla evlenmek arzusunda bulunan erkeklere,
mehirlerinj tam verememekten, ve adaleti gözetmemekten korkarlarsa, yetim
kızlarla değil, başka kadınlarla evlenmelerini emretmektedir. Erkekler, diğer
kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlarına alabilirler. Bu
mubahtır. Birden fazla kadınla evlenmek isteyen erkekler, aralarında adaleti
sağlayamamaktan korkarlarsa, o zaman bir tane ile yetinmelidirler.
Allah (cc) erkekfere,
kadınların mehirlerini gönül hoşluğu İle vermelerini emretmektedir. Eğer
kadınlar mehirlerinden bir bölümünü kendi arzuları ile hibe eder, verirlerse,
erkek bunu gönül hoşluğu ile hela) olarak yiyebilir.[2]
1- Said bin
Cübeyr (ra)'in rivayetine göre Arapl.arın Gatfan kabilesinden bir kişinin,
yanında bulunan kardeşinin yetim çocuğunun çokça malı vardır. Çocuk baliğ
olunca amcasından malını istedi, fakat alamadı. Resulullah (sav)'a amcasını
şikayet etti. Bunun üzerine «Yetimler© (rüş-düne gelince) mallarını verin...»
âyeti nazil oldu.
[3]
2- Hz. Ayşe
(ra)'den: «Yanında yetim kız çocuğu bulunan bir kimse onunla nikah akdf yaptı.
Hiçbfr hakkı olmadığı halde kızın müikü olan hurma bahçesini kendisine
vermiyordu. Bunun üzerine «Eğer yetim kızlar hakkında...» âyeti nazil oldu.»
[4]
rivayetidir.
3-
Buhari'nin Urve bin Zübeyr (ra)'den rivayetine göre Urve, Hz. Ayşe (ra)'ye
«Eğer yetim kızlar hakkında...» ayetinin manasını sordu. Hz. Ayşe (ra), «Ey
kızkardeşimin oğlu,.yetim kız kendisine bakan velisinin yanında bulunur.
Velisi onun malını kendi malına karıştırır. Kızın hem malı, hem de güzelliği
adamın hoşuna gider. Bu sebeble kızı, mehrinde adil davranmadan nikahlamak
ister. Başkasının o kıza vereceği kadar birşey vermeden nikahlar. Bunun için,
yetim kızlara mehirlerlnde adalet göstererek başkalarının verebileceğinin en
yükseğini vermedikçe velilerin kendilerine nikahlamaları nehyediimlştir. Yoksa
Allah, onlardan başka arzu ettikleri kadınlarla ikişer, üçer, dörder
evlenmelerine müsade etmiştir. Bazı kimseler bu ayetin nüzulünden sonra
Resulullah (sav)'tan fetva istediler. Bunun üzerine «Senden kadınlar hakkında
fetva İsterler. De ki: «Onlara dair fetvayı size Allah veriyor...» (Nisa: 127)
ayeti nazil oldu.» dedi.
[5]
Birinci incelik: Sureye «Nisa» adı verilmesi, kadınlarla ilgili hükümlerin diğer
surelere göre daha fazla olmasındandır.
Suresinin giriş
kısmında insanlara birtek nefisten (Hz. Adem) yaratıldıklarının
hatırlatılması, ihtiva ettiği hükümler bakımından güzel bir başlangıçtır.
Surede daha çok insanları tek bir Yaratıcıya bağlayan ve aralarındaki nikah,
veraset, evlilik hukuku, neseb ve dünürlük münasebetlerini tanzim eden
hükümler yer almaktadır.
İkinci İncelik:
Bütün insanlar Hz. Adem (as)'in soyundandır. Dar-vvin'in tekamül nazariyesi,
Kur"anın «O, sizi tek nefisten yaratmıştır.» sarih ayetiyîe tezat teşkil
etmektedir. Darvvin nazariyesine göre insan, önce sırasıyla deniz üzerinde bir
toprak parçası, küçük bir hayvan, kurbağa, balık, maymun ve en son şekliyle
insan halini almıştır. Bu nazariye mücerret bir vehimden İbarettir. İlim
adamları bu görüşü kesin delillerle reddetmişlerdir.
Üçüncü incelik:
Hz. Havva'ya Havva İsminin verilmesi bir canlıdan yaratıldığı içindir. Bu,
Allah (cc) tarafından «Ondan da yine onun zevcesini vücuda getirendir.!»
âyetiyle ifade buyurulmuştur.
Ebü Müslim, Hz.
Havva'nın Hz. Adem (as)'den yaratıldığı görüşünü kabul etmeyerek, «Hz. Havva'yı
Hz. Adem (as}'den yaratmaktaki hikmet nedir? Çünkü Allah (cc), onu da topraktan
yaratmaya kadirdir. «Ondan zevcesin! vücuda getirendir.» ayeti, Hz. Havva'nın
Hz. Adem (as)'ln cinsinden yaratıldığını ifade eder. Yani Allah (cc), Hz. Adem
(as)'i nasıl topraktan yaratmışsa onu da topraktan yaratmıştır.» demektedir.
Muhammed Abduh da
Menar isimli tefsirinde, Ebu Müslim'in görüşünde olduğunu beyan etmiştir,
[6]
Ebu Müslim'in görüşü
batıldır. Ayet onun görüşüne göre tefsir ediîir-se, insanların bir nefisten
değil iki nefisten yaratıldığı ortaya çıkar. Halbuki bu, hem âyetin nassına,
hem de bu husustaki sahih hadislere aykırıdır.
Ebu Müslim'in, «Allah
(cc)'ın Hz. Havva'yı Hz. Adem (as)'den yaratmasında ne hikmet vardır?»
sorusuna şöyle cevap verilebiliri Allah {ccj'ın Hz. Havva'yı Hz, Adem (as)'den
yaratmasındaki hikmet, bir canfıyr, doğum yoluyla değil, mücerret olarak diğer
bir canlıdan yaratmaya kadir olduğunu beyan etmektir. Bir cansızdan bir canlıyı
yaratmaya kadir olduğu gibi, bir canlıdan diğer bir canlıyı yaratmaya da
kadirdir. Mesela, Hz. Adem (as) i topraktan, Hz. İsa (as)'yı bakire bir
kadından, Hz. Havva'yı da bir erkekten yaratmıştır. Allah (cc} herşeye kadir ve
gücü yetendir.
Dördüncü incelik: Haramı murdar, helali de temiz ve güzel olarak vasıflandıran Allah
(cc), «Temizi murdarla değişmeyin...» âyetiyle yetim malını yemenin
iğrençliğini beyân ederek verdiği helal nztkla yetfnllmeslni, yetimlerin mallarına
kesinlikle yan gözle bakamamasını
emretmektedir.
Yetim malına göz
dikmek; el uzatmak zulümdür ve Allah (cc) zu!mii kesin olarak yasaklçunıştfr.
Beşinci İncelik: Ebussuud'a göre, «Yetimlere mallarını verin» ayetinde rüşdüne ermiş
oldukları halde «yetimler» tabirinin kullanılması, yetişkinlik cağına
geldikleri zaman mallarının hemen kendilerine verilmesinin farz olduğunu beyan
etmek içindir. Aliah (cc), onfarı, yetimlik sıfatlan hic kalkmamış, devam
ediyormuş gibi zikrederek yetimlere merhamet edilmesini emretmektedir.
Altıncı Incetllk: Yetimin malı, vasinin malına kanştırılmasa bile yenilmesi kati olarak
haramdır. Ayetteki, «Onların mallarını kendi malfarınıza (katarak) yemeyin»
kaydı, katarak yemenin daha çirkin olduğunu göstermek içindir. Yetim malının
zaruret hali dışında yenilmesi çok çirkin bir harekettir. Yetimin malını kendi
malına katarak yemek İse cok daha çirkin bir harekettir ve bu yüzden özellikle
yasaklanmıştır.
Yedinci İncelik: «Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getiremeyeceğinizden)
korkarsamz...» âyetinde, yetimlerin ahkamıyla kadınların nikahı arasında cok
ince ve güzel bir münasebet kurulmuştur. Çünkü kadınlar da yetimler gibi zayıf
oldukları için bir erkeğin himayesine muh-taçdırlar. Allah (cc), yanında yetim
kız bulunan velinin, onunla, malına ve güzelliğine tamah ederek adalet
ölçülerine uygun bir mehir vermeden evlenmesini yasaklamıştır. Fakat onlar
dilerlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder kadınla evlenebilirler. Bu hususta
geniş bilgi, nüzul sebebinde Urve bin Zübeyr (ra)'ln Hz. Ayşe (ra)'den rivayet
ettiği hadiste geçmişti.
Ebussuud Efendi bu
hususta şöyle demektedir: «Allah (cc)'ın müslü-manlara yetimlerle evlenmeyi
nehyederek diğer kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmesi, yetimler hakkında ne
kadar lütufkar olduğuna işarettir. Çünkü insan yaratılış itibariyle yasaklanan
birşeyi yapmaya daha çok İstek duyar. Bundan dolayı Allah (cc), Yetimler
dışındaki kadınlarla dilediğiniz kadar evlenebilirsiniz» buyurmuştur.»
[7]
«...Kendisi(n!n adını
öne sürmek suretiyjle birbirinize dileklerde bulunduğunuz, Allah'tan ve
akrabalık (bağlarını kırmakjtan sakının...» âyeti, rahimle dilekte bulunmanın
caiz olduğuna işaret eder. Bilhassa kurradan Hamza'nın kıraatına göre (Erham)
kelimesi (Erhamİ) şeklinde okununca işaret ettiğimiz husus daha acık bir
şekilde görülür. Cürikü bu kıraata göre ayetin anlamı. «Kendisiyle ve sılasını
tavsiye ettiği rahimleri vesile ederek birbirinize karşı dilekte
bulunduğunuzda Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının.» olur.
Bundan da anlaşılıyor -ki, bazı alimlere göre, rahimleri vasıta ederek dilekte
bulunmak caizdir. Bu şekilde dilekte bulunmak bir yemin değil, şefkat taleb
etmektir. Dolayısıyla bir kimsenin «Sıla-ı rahim hakkı için senden şunu
diliyorum.» demesi, hadiste, "«Babalarınızın ismi İle yemin etmeyiniz»
Ifadesj ile yasaklanan yemin kapsamına girmez.
Bir İsimle veya
rahimle dilekte bulunmanın caiz olduğunu söyleyenler Resulullah ,sav)'ın,
«Allahım, senden dilekte bulunanların ve şu anda yaya olarak yürüyüşümün
hürmetine duamın kabul edilmesini istiyorum. Çünkü İnsanlara zarar vermek,
şımarmak, riyakarlık yapmak ve gidişimi halka duyurmak için evden çıkmış
değilim. Yalnız senin rızan İçin evden çıkmış camiye gidiyorum.» hadisini de
delil alırlar. Görüldüğü gibi Resulul-lah (sav), Allah (cc)'tan dilekte
bulunurken O'ndan halisane dilekte bulunanları kendisine vasıta etmektedir.
Bazı alimler işe rahimle
dilekte bulunmayı mekruh saymışlardır. Bunlara göre, «Kim yemin ederse ya
Allah ismi ile yemin etsin veya sükut etsin.» sahih hadisi, yukarıda anılan
«Rahimle Allah'tan veya İnsanlardan dilekte bulunmak, bir nevi Allah'tan
gaynyla yemin etmek anlamına gelmez.» görüşünü reddeder. Bu görüş İbni
Atlyye'nlndir.
Zeccâc. bu konuda
şöyle der: «Kurradan Hamza'nın kıraati zayıf olduğu gibi usul-ü dinde cok
büyük bir hataya vesile olur. Çünkü Resulul-kih (sav), «Babalarınızın ismiyle
yemin etmeyiniz.» buyurmuştur. Allah'ın gaynyla yemin etmek caiz olmadığına
göre, rahimle yemin etmek nasıl caiz olur?»
Kurtubi'nin nakline
göre Müberret, «Ayetteki «Vel erhâme» kelimesini esre ile okuyan bir alimin
arkasında namaza dursam, farkına varır varmaz hemen namazı bozar, ayakkabılarımı
alır, çıkarım.» der.
[8]
İmam Kuşeyrî ise bu
hususta şöyle demektedir: «Bu görüşler (İbni Atİyye, Zeccâc ve Müberret'ln
görüşleri) akaid alimleri tarafından makbul sayılmayarak kesinlikle reddedilir. Çünkü kıraat alglerinin okudukları bütün
kıraat şekillerinin tevatüren R^sulu,|ah (Mv).t
nakIedildiğ. tesoit edilmiştir. Bu husus kıraat .İmine vo^ o|Qn[arca
bjfjnjr Resuju|lah (savKtan geldiği kesin biçimde en çirkin gören. Resulullah.
reddetmiş
görmüştür. Çok dikkat edilmesi gereken bır husus da Kur konU3unda
lügat ve nahiv alimlerinin degıl
ıraa allmlennin ed||eceğidir Arap aili ve edebiyat,
Resulullah (sav)tan öğren Onun
fBsaha»nden kjm y he ede. bilir? Resulu.lah m Atak
Herhana bırşey
vasıta ederek dilek.
McınuMy
\te bulunma», iSe hıçklmse yemin kabul edemez.»
[9]
«Yetimlere (rüşdüne
gelince) nv t'arın| verin...» ayet, yetim ere malarının teslim edilmesinin farz
olduğuna delalet eder.
Alimler, baliğ olmayan
yetim cçv etmişlerdir. Çünkü Aiiah (cc). «Yell^8a ™1''™ ven meyecep.nde Ht.fak
kadar (gömlp) d«r»yin.
O vaki,.—nm «rfi» âdilerinde bir akıl
ve sa ah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin...»
(ı-mı i^ir. hıiinnn»
N||SQ; 6 buyurmuştur. Bu ayet, yet m
çocuğa malının teslimi için buluğundiğinin anlaşılması gerektiğine de,^?^
olduğuna ve aklının herşeye er-önce verilirse, onu iyi kullanamaz, l( '« eder'
^er ^t-me mal, buluğdan , <umsuz ve menfaatsız bir sekide sar-feder.
Alimler, mevzumuz
ayetin iki q
Vrı manaya geldiğim
söylerler:
Birinci manaya göre
ayetteki «v ,llğ kimselerdir. Onlara
«yetim» denClimler»den maksat ™şde erm.ş. ba-^esı, geçmişte yetim oldukları
içindir.
İkinci manaya göre ise
ayetteL «Vetlmler»den murad bu kığa ermeyen kuçuk yetim çocuklardır. Buna
... rlnlz» emri, «Onların
yeme. içme ve J.°™ a^Uekı «pimlere moflonm ve-şılayınız.» manasına gelmektedir,
vj'y'nmelenn. mallarından vererek, kar-terin malların, dokunmadan, tecav>-
«veriniz» emrinin anlamı, «Yetim-tir. Çünkü bazf veliler, yetimlerin ^f
bulunmadan koruyunuz.» demek-tüketiverirler. Allah (cc), bu ayetle
ıQlla"nı aereksız israflarIa çarçabuk larını ve gelecekte onlara
menfaa,Velılere' Yetimlerin mallarını koruma-emretmiştir. Yetimler rüşde
erdikler, VereCek ?ekHde i?!etip artirma'<"-ın. men teslim
edilmelidir. zaman
da malIan kendilerine tama-
Bu ikinci mana İslâm
hukukunu^ğu için tercih edilir. Allah (cc), en umumi ka|deferine daha uygun oldu-Vi
bilendir.
[10]
Cumhura göre ayetteki
«nikah edin» tabiri, nikah akdinin farz değil, mubah olduğuna delalet eder.
«Yiyin, İçin, israf etmeyin» (Araf: 31) aye-tlndeki «yiyin, için» tabirleri
ile, «Onun dilediğiniz yerinden yiyin.» (Araf: 160) ayetindeki «yiyin»
tabirinin emir şeklinde olduğu halde yeme ve İçmenin farz değil mubah olduğunu
ifade etmesi gibi.
Zahiri mezhebi
alimleri ise, âyetteki «Nikah edin» ifadesinin nikah akdini farz kıldığı
görüşündedirler. Bunlara göre emir ifadesi ancak farz kılmak için kullanılır.
Zahiri alimleri,
«Sizden kim hür ve müsiüman kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç
yetiremezse sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.» (Nisa: 25) âyetinden ya
haberdar değildir, ya da gözlerine perde çekildiği için hakikati görmüyorlar.
Çünkü, onların dediği gibi ayetteki «nikah edin» tabiri farzı İfade etmiş
olsaydı, bu âyetteki «gücü yetmeyenler» tabiriyle çelişki meydana gelirdi.
Halbuki mevzumuz ve surenin devamındaki ayetler evlenme ve evlilik hukukunu
muntazam bir şekilde ortaya koymaktadır.
Nitekim İmam Fahreddin
Razi, meseleyi şöyle açıklar: «Sabretmeniz sizin İçin daha hayırlıdır» âyetinde
Allah (cc), gücü yetmeyenlerin evlenmemelerinin evlenmelerinden daha hayırlı
olduğunu buyurmaktadır. «Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.»
âyeti,-nikahlamanın farz olduğuna değil, gücü yetmeyenler için evlenmemenin sünnet
olduğuna delalet eder.»
[11]
. Lügat alimleri bu
kelimelerin her birinin ifade ettiği sayıyı bildirdiğinde İttifak etmişlerdir.
Buna göre âyetteki «mesna» kelimesi ikişer ikişer, «sülase» kelimesi üçer üçer,
«rübâe» kelimesi ise dörder dörder sayılarına delalet eder. Bu izaha göre
ayetin manası şöyledir: «Kadınlardan istediğinizi ikişer İkişer, üçer üçer,
dörder dörder arzu ettiğiniz şekilde nikahlayabilirsiniz.»
" Zemahşerî, bu hususta şöyle demektedir: «Ayet
tüm insanlara geldiğinden sayı İfade eden kelimelerin tekrarı bildirecek
şekilde gelmesi lazimdır. Evlenmek isteyen her kimse, ayette belirtilen sayılar
nisbetlnde rri-kahlanabilir. İki kadınla evlenmek İsteyen İki, üç kadınla
evlenmek İsteyen üç, dört kadınla evlenmek isteyen dört kadınla evlenecektir.
Ortada bulunan sayılı bir mal bir topluluğa eşit olarak bölüştürülürken düşen
paya göre, «Onların her birine ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder verin.»
denilir. Bundan anlaşılacak olan herkesin ikişer, üçer veya dörder alması
gerektiğidir.»
[12]
«Sizin için helal olan
(diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin» âyeti, dörtten
fazla kadınla evlenmenin haram olduğuna delalet eder. Bütün müfessirler ve
fakihler bu hususta Icma etmişlerdir.
Bu icmaya rağmen bazı
bfd'ad ehli, dokuz kadına kadar evlenmenin caiz olduğunu Öne sürmüştür. Bunlara
göre, «mesnâ» kelimesinden sonra ve «sülase», «rübâe» kelimelerinden önce gelen
atıf vav'ı toplamayı ifade etmektedir. Yani, iki artı üç artı dört eşittir
dokuz eder. Bu batıl görüş icmayı bozmaz.
Kurtubi bu konuda
şöyle demektedir: «Bilmiş olun ki, anlayışları Kitab ve Sünnetten uzak olan ve
selefin icmaından yüzçevlren bazı kimseler, atıf vav'ımn toplamayı ifade
ettiğini öne sürerek, Resulullahın dokuz kadınla evlenmesini ve dokuzunun da
O'nunla birlikte yaşamasını da delil getirerek dokuz kadınla evlenmenin caiz
olduğunu iddia etmektedirler. Ne var ki, ayetteki sayıların sıralanışı, Rafızî
ve Zahiri mezhebinden olan bazı alimlerin bu iddialarına delalet etmez. Hattc
bunlardan bazıları daha da çirkin bir iddia ortaya atarak bir erkeğin orsekiz
kadınla evlenmesinin mubah olduğunu söylerler. Ümmetin İcmama muhalif olan bu
söz ve İddialar Arap dil ve edebiyatı İle Sünneti tam bilmemenin sonucudur.
Zira hiçbir sahabi ve tabiinin dörtten fazla evlendiği ne görülmüş, ne duyulmuştur.
Hatta sahabi Hz. Gaylan, müsiüman olduğunda on kadınla evliydi. Resulullah
ona. «İçinden dört tanesini seç, diğerlerinden ayrıl.» diye emretmiştir.
Allah {cc}, insanlara
ve bilhassa Araplara Arapçanın en fasih lehçesi ile hitap etmiştir. Fasih
konuşan hiçbir arap, dokuz sayısını doğrudan ifade edecek yerde toplamı dokuz
eden İkişer, üçer, dörder gibi bir İfade kullanmaz. Allah (cc), eğer dokuz
kadınla evlenmeye müsade etseydi, «ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder»
demeyip doğrudan doğruya «dokuz kadınla evlenin» veya «dokuz kadına kadar
evlenin» derdi. Bundan-daha çirkini de bir kimsenin onseMz diyecek yerde dört
artı altı artı sekiz demesldir.»
[13]
Ümmetin Icmaı, ayetten
de kesin olarak anlaşıldığı üzere dört kadından fazlasıyla evlenmenin haram
olduğu nususundadır. İcmao muhalif cilan bfd'od ehlinin doğumlarından
asırlarca önce yaşayan ve fasih Arap-cayı hem onlardan hem de günümüzdeki
insanlardan daha İyi anlayan sa-habi, tabiin ve dört büyük mezhebin ilim adamlarının
icmaı böyle olunca, Icmoa muhalefet eden bid'ad ehlinin sözlerine itibar
edilemez. Bu söz ve iddialar, onların cehalet ve beyinsizliklerini ortaya koyar
ancak. Şair şu sözleri sanki bunlar için söylemiştir: «Üstadsız ilim öğrenmeye
kalkışan yoldan sapcr. Fasih bir ifadeyi çirkin gören, yanlış anlayan kimse de
kendi kabiliyetsizliğlnf ortaya koyar.»
Allah (cc) bizi
cahillerin cehaletinden ve beyinsizlerin ahmaklığından korusun. (Amin).
[14]
1- Bütün
İnsanlık aynı kökten gelmiştir. Bütün İnsanlar Hz. Adem-(as)'in oğullarıdır,
2- Allah'ın
ismiyle dilekte bulunmak caizdir.
3- Rahim
(akrabalık) hukuku cok önemlidir. Çünkü Allah (cc), sıfat rahim denilen akraba
ve yakınlarla münasebetin kesilmesini, görüşülmemesini yasaklamıştır.
4-
Yetimlerin haklarını korumak farzdır. Allah {cc), vasilere yetim mallarını
korumalarını, iyi bir şekilde değerlendirmelerini ve yetimler buluğa erdikleri
zaman mallarının kendilerine teslim edilmesini emretmektedir.
5- Bir
erkeğin hür kadınlardan, aralarında adil olmak şartıyla, dörde kadar evlenmesi
mubah kılınmıştır.
[15]
Cok evlilik zamanla
hayat şartlarının gerektirdiği zaruri hadiselerdendir. Üstelik İslâm
tarafından ortaya çıkarılmış bir husus da değildir. İslâm gelmezden önce çok
kadınla evtiltk hem de sınırsız ve sorumsuz bir şekilde mevcuttu. Bu evliliğin
herhangi bir kaydı, şartı ve nizamı da yoktu. İslâm, çok evlenmeyi adil bir
esasa bağlayarak t>!r nizam, bir sınır getirmiş, böylelikle cemiyetin
karşılaştığı kötülüklere set çekmiştir.
islâm geldiği sıralar,
erkekler on, hatta daha fazla badınla evleniyorlardı. Sahabilerden Gaylan (ra)
İsimli bir zat, müslüman olduğunda on kadınla evli bulunuyordu. Resulullah
(sav) Gaylan'a «Dört tanesini seç, diğerlerini bırak» buyurdu. Bu hadise de
İslâm'ın çok evliliğe bir sınır getirdiğinin açık bir delilidir,
İslâm getirdiği
hükümlerle erkeklere manen şöyle diyor: Evlilikte bir sınır vardır ve sınırı
aşmak haramdır. Bu sınır ise dörttür. Ayrıca evlilikte bir kayıt ve şart
vardır. Bu da, erkeğin kadınlar arasında adil olmasıdır. Kadınlar arasında
adaleti sağlayamayacak erkek, bir kadınla evlenmelidlr.
Şu halde, çok evlilik
İslâm'dan önce de vardı ve tam bir başı-boşlufc, anarşi İçinde uygulanırdı.
Çünkü o zamanlar evlilik yalnız beşeri arzuların tatmini için yapılırdı.
İslâmın gelişiyle çok evlilikteki adaletsizlik ve anarşi bertaraf edilerek adil
bir esasa bağlanmıştır. Daha da mühimi evliliğin gayesi, beşeri arzu ve
isteklerin tatmini olmaktan çıkarılarak sağlam ve adil bir aile hayatı kurma ve
topluma hizmet edecek nesiller yetiştirme haline getirilmiştir.
Hakikat şudur ki, cok
evlilik, İslâm'ın herkesin İftihar edilebileceği bir müessesesidir. Çünkü çok
evlilik, cemiyet nizamını bozacak, cemiyetin dağılmasına sebeb olacak birçok
fenalıkların ortadan kalkmasına vesile olacaktır. Öyleyse fertlerin dünyada
mesut bir hayat sürebilmeleri için mutlaka İslâm'a uymaları lazımdır. Açıkça
görülüyor ki, islâm dtşı toplumlarda ahlaksızlık gün geçtikçe artıyor, yeni
nesiller öncekilere göre daha da bozuk yetişiyor. Bu mesele araştırıldığında
sebebinin aile hayatının düzensizliği ve gayri meşru ilişkiler olduğu
görülüyor. Herne kadar bir erkek resmiyette birden fazla kadınla evlenemiyorsa
da gayri meşru olarak bir veya daha cok kadınla münasebet kuruyor. Bu da tabii
olarak toplum içinde gayrj meşru çocukların artmasına vesile oluyor. Hatta çoğu
kez şımarık zenginler, paralarının gücüne dayanarak birçok kadını iğfal ediyor,
birçok kadınla gizli de olsa evlilik hayatı yaşıyor. Dikkat edilirse böyle bir
ilişki çok yönlü kötülükler çıkarmaktadır ortaya. Erkek ailesine ihanet
etmektedir, ilişkide bulunduğu kadının kocasının hakkına tecavüz etmektedir,
kadın kocasına en büyük ihaneti yapmakta ve ailesine karşı sevgi, saygı ve
bağlılığı yok olmaktadır. Böyle bir ilişki sonucu ortaya Çıkan çocuk zamanla
cemiyet içinde dolaşan bir ur halini alıyor. Çünkü çocuk ortaya çıkardığı bir
sürü problem nedeniyle gerektiği gibi yetiştirile-
miyor. Annesiz ve
babasız bir çocuk gibi tam bir başıbozluk ve ahlaksızlık İçinde yetişiyor.
İşte böyle cemiyeti temelinden sarsıcı ve bozucu çirkin olayların meydana
gelmemesi için İslâm birden fazla kadınla evlen-m yi mubah kılmıştır.
Cok evlilikte birçok
zorlayıcı sebeb vardır. Bu sebebler onu bir zaruret haline getirir. Kadının
çocuk yapamaması, kocayı cinsel yönden tatmin edemeyecek kadar hasta olması
gibi birçok sebeb vardır. Biz bunları ayrı ayrı zikretmeyeceğiz. Fakat
herkesin Kolaylıkla anlayacağı mühim bir meseleye İşaret etmeden de
geçemiyeceğiz.
Bir toplumda kadın ve
erkek sayısı birbirine eşit olursa, her erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi
pratikte mümkün olamaz. Fakat, kadın sayısının erkek sayısından çok fazla
olduğu durumda ortaya çıkacak müşkül nasıl halledilecektir? Cemiyetteki
dengenin kadınlar lehinde bozulması, kadın sayışının erkek sayısından birkaç
misli fczla olması halinde ne yapacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden
yoksun bırakarak başıboşluğa ve fuhşa mı itekliyeceğiz? Nitekim savaş
sonraları birçok ülkede kadın sayısı erkek sayısının birkaç misli fazla
olmaktadır. 2. Dünya Savaşından sonra birçok Avrupa ülkesinde bu durum ortaya
çıkmıştır. İşte İslâm, bu müşkül meseleyi şerefli ve haysiyetli bir şekilde
hallederek kadının şahsiyetini, aile düzeninin sağlamlık ve temizliğini, toplumun
ahlakî selametini korumuştur. Ki, bu da çok evlilik müessesesidir.
Tarafsız olarak
düşünen herkes, bir kadının bir aile sıcaklığı içinde başka bir kadınla
birlikte bir erkeğin hlmqyeslnde yaşamasının, bu kadının başıboş, himayesiz
kalmasından dpha iyi olacağın*; kabul etmek zorundadır. Çünkü başıboş kalan bir
kadın, hayatını sürdürebilmek ve beşeri arzularını tatmin edebilmek için her
gördüğü, her bulduğu erkekle geçici münasebetler kuracaktır. Bu da fuhşun,
ahlaksızlığın, frengi ve benzeri hastalıkların yayılmasına ve çoğalmasına
vesile olacaktır.
Nitekim, 2. Dünya
Savaşmaan sonra Batı Almanya, kendi dinleri tarafından yasaklandığı halde,
İsrâmın mubah -kıldığı çok evliliği toplumun selameti bakımından benimseyerek
teşvik etmiştir. Alman kadınını sokak fuhşundan ve bunun sonucu olarak ortaya
çıkacak gayri meşru çocuklar ve diğer fenalıklardan kurtarmanın yolunu çok
evlilikte.görmüşlerdir. Alman üniversitelerinin çoğu hocaları, Almanya'da
kadın meselelerinin halledilmesi İçin çok evlilikten başka çare olmadığını
ifade etmişlerdir. Hatta bir kadın profesör, «Benim on kadınla birlikte bir
iffetli erkeğin himayesinde yaşamam, haysiyetsiz bir erkeğin tek karısı
olmamdan veya hiç
evlenmeden tek başıma
yaşamamdan daha iyidir. Bu yalnız benim değil, bütün Alman kadınlarının
görüşüdür.» demiştir.
[16]
Alman gençleri, 1948
yılında, memleket meselelerinin halli İçin Münih'te düzenledikleri bir
kongrede, 2. Dünya Savaşından sonra azalan erkek sayısı nedeniyle ortaya çıkan
dengesizliğin doğurduğu kötülüklerin önlenmesi İçin çok evliliğin uygulanması
yolunda bir karar alarak bunu hükümetlerine tavsiye etmişlerdir.
İşte İslâm,
Hıristiyanlık alemini çaresiz bir durumda bırakan bu müş-kilatı en şerefli bir
yolla halletmiştir. İslâmın böylesine büyük meseleleri, daha müşkilatlar
doğmadan önce halletmesi, hatta dini İslâm olmayanların bile meseleleri
tarafsız bir şekilde ele aldıklarında İslâmın hükümlerinin doğruluğunu
görmeleri, İslâmın büyüklüğüne, yüceliğine delalet etmez mi?
[17]
5 — Allah'ın sizi başına diktiği
mallorınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin,
giydirin, onlara güzel söyleyin (iyi nasihatler edin).
6 — Yetimleri nikah (çağına) «rdikleri zamana
kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü
mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları
israf İle tez elden yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malım yemeye
tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (bir şey) yesin
Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şahit bulundurun Tam
bir hesap sorucu olmak bakımından ise Allah yeter.
7 — Ana ve baba iie
yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların
bıraktıklarından kadınlara —azından da çoğundan da— farz edilmiş birer nasip
olarak hisseler vardır.
8 — Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan)
hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır
bulunursa kendilerini ondan (bir şey vererek) nzıklan-dırın, (gönüllerini
alacak) güzel sözler de söyleyin.
9 — Arkalarında aciz ve küçük evlatlar
bıraktıkları takdirde onlara kcrşı (halleri ne olacak diye düşünüp) endişe
edenler (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirasçılar hakkında da oynı
hissi taşımaktan) saygı ile korksun(lar). AHahtan sakınsınlar, (gerek vasiler
gerek onların nezdinde bulunanlar hatıra gönüle bakmayarak) sözü dosdoğru
söylesinler.
10 — Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve
haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemrş olurlar. Onlar çılgın
bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir,
(Es süfehâe):
Süfehâ, sefih kelimesinin çoğuludur.
Sefih ise iyi ile
kötüyü ayırdedemeyen beyinsiz demektir. Çocuklara ve aklı kesmeyenlere sefih
denilmesi bundandır.
(Kıyâmen):
Kıyöm, lügatta ayakta durmak anlamındadır. Âyette İse insan hayatını ayakta
tutacak servet anlamındadır.
(Vebtelû):
Vebtelû, ibtlla kökünden türemiştir. İbtllo, lügatta deneme anlamındadır.
(Ânostüm):
İ'nas kökünden gelmektedir, l'nas, mek ve bilmek demektir.
(Rüfdeo):
Rüşd kelimesi lügatta doğru yola ermek lir.anlamındadır.
(Isrâfen):
İsraf, haddi aşmak, tecavüz etmek demefttlr.
(Felyestoğflf):
Istiğfaf kökünden türemiştir. Kötü bir şeyi terketme manasındadır.
(Hasîben):
Muhasebe yapmak, hesaplaşmak demektir
(El-kısmete):
Taksim etme, bölme manasındadır.
(Ulülgurbâ):
Yakın akrabalar demektir.
(Kavlen maörûfen): Güzel söz söylemek, hatır olmok.
«Ayn«toıma sairenH
l'sal, vasi kökünden türemiştlr. Girme, sokma anlamındadır. Sair kelimesi ise,
yakıcı ateş demektir.
[18]
Allahu taala Icmalen
şöyle buyurur: Velilere, çocuk ve sefih kişilerin mallarını yemeleri yasaktır.
Veliler, sefih ve yetimleri kendi mallarından yedirmeli, giydirmen ve diğer
ihtiyaçlarını karşılamalıdırlar. Yetimler belirli bir yaşa geldikten sonra bir
denemeye tabi tutulmalı ve onlarda akıl. dine bağlılık, mallarını koruma gibi
güzel haller görülürse, hiç tehir etmeksizin malları kendilerine teslim
edilmelidir.
Veliler yetim
mallarını kendileri için harcarken israf etmekten kaçınmalıdırlar. Eğer israf
edilirse kendisi büyümeden malı biter, sonraya bir faydası olmaz. Zengin olan
veliler, yaptıkları bakım karşılığı olarak yetim-
lerin mallarından
almamalı, yememelidir. Fakir olanlar ise örfe göre yiyebilirler. Yetimlere,
malları şahitler önünde verilmelidir, daha sonra İnkâr etmemeleri için. Allah, herşeyl görücü ve hesap sorucu olarak
kafidir.
Ölen yakın akrabaların
geriye bıraktığı mallardan erkeklere olduğu gibi kadınlara da bir hisse
verilmesi. Allanın adil şeriatı ve açıklayıcı kitabı tarafından emir
buyurulmuştur. Varis olmayan akrabalara, yetimlere, fakirlere de ölen kimsenin
bıraktığı maldan vererek onların da gönülleri hoşnut edilmelidir.
Himayeleri altında
yetim bulunan vasilere, zulmetmekten kaçınmaları, onlara iyilik yapmaları
emredilmiştir. Kendileri nasıl öldükten sonra geriye bırakacakları çocukların
geleceğinden dolayı endişe ederlerse, yanlarına bırakılan küçük yetimler
hakkında da Allah'tan korkmalı, sakınmalıdırlar. Kendi çocuklarının
sevilmesini, iyi bakılmasını nasıl isterlerse, himayeleri altındaki çocukları
öyle sevip bakmalıdırlar.
Allahu taala, yetim
çocukların mallarını zulmen yiyenlerin cezalarını beyan ederek bu âyetlere son
vermiştir. Kim yetim çocukların.mallarını haksız yere yerse, kendilerini kıyamet
günü yakacak bir ateşle doldurmuş olur midesini. Bu kimseler yakıcı cehennem
ateşine gireceklerinden şüphe etmesinler.
[19]
1.) Cahiliye
devrinde, ölen kimselerin geriye bıraktığı maldan hakları olduğu halde
kadınlara ve küçük çocuklara hiçbir şey verilmezdi. Allah bunun için «Ana ve
baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere...» âyetini inzal
buyurdu.
[20]
2.) ibni
Abbas (ra)'dan varid olan bir rivayete göre cahiliye devrinde kız çocuklarına,
kadınlara ve küçük yaştaki erkek çocuklara mirastan pay verilmezdi. Bir gün,
ensarilerden As bin Sabit öldü ve geriye iki kız ile bir küçük oğlan çocuğu
bıraktı. As'ın iki amca oğlu gelerek mirasının tamamını aldılar. As'ın karısı,
onlara kızlarıyla evlenmelerini teklif etti. Kızlar çirkin olduğu için bu
teklifi kabul etmediler. Bunun üzerine As'ın karısı durumlarını Resululloha
(sav) haber verdi. Hemen arkasından da «Ana ve baba ile yakın hısımların
bıraktıklarından kadınlara...» âyeti nazil oldu. Aypîln nozil olmasından sonra
Resulullah o adamları çağirtdrafc «Mirasa dokunmayacaksınız. Çünkü şu anda
Allah bana erkeğin de «apr-nm da mirasta payları olduğunu ayetiyle haber
verdi.» buyurdu.
[21]
Bklncl İncelik:
Matlar yetimlere ait olduğu halde ayette vasilere İzafe edilmesi, ümmet
fertlerinin sllsilell bir yolla birbirlerine kefil olduklarına İşaret olduğu
gibi, yetim mallarının korunmasını da teşvik içindir. Çünkü vasinin sefih veya
yetimin mallarını fuzuli olarak İsraf etmesi halinde hem kendileri hem de
cemiyet zarara uğrar. Bu âyette de, «...Kendilerinizi öldürmeyin...» (Nisa:
29) ayetinde okluğu gibi insanların hukuku, tek bir insanın hukuku olarak ifade
edilmiştir. Çünkü, «Kendilerinizi öldürmeyin» emri, ferdin kendisini değil, bir
başkasını öldürmesini yasaklamaktadır. İslâm hukuku açısından bir insanı
öldüren kimse, aslında kendisini öldürmüştür. Çünkü kendisi de kısasen
öldürülür. İşte mevzumuz âyette de mallar, herne kadar bir şahsın tasarrufunda
olsa da gerçekte bir millî servet olması bakımından bütün toplumun malıdır ve
herkes onu korumakla mükelleftir.
Cemiyetler bu ayetin
ışığı altında hayatlarını sürdürseler, can ve mal emniyetini tam olarak
sağlamış, içtimai huzura kavuşmuş olurlar. Bugün toplumlar bu ayetleri bilerek
veya bilmeyerek kabul etmedikleri için can ve mal emniyetini sağlayamıyorlar,
huzura kavuşamıyorlar.
İmam Fahreddin RazL bu
ayetin tefsirinde şöyle der: «Mal, bütün İnsanların muhtaç olduğu,
faydalandığı birşeydir. Zira İslâm hukuku, bütün bir toplumu tek bir fert gibi
ele alır. Bundan dolayıdır ki, Allah da (mevzumuz) ayetin başlangıcında
sözkonusu mal, sefihlerin olduğu halde onların velilerine izafe ederek «sizin
malınız» şeklinde ifade etmiştir.»
[22]
ikinci incelik:
Mal insanın yaşamasına, hayatının devamına vesile olduğu için Allah onu
«kıyam» (ayakta durnla} olarak isimlendirmiştir. Haddizatında ayakta duran mal
değil İnsandır, cemiyettir. Mal cemiyetin ayakta durmasına vesile olduğu için
sanki kendisi ayakta duruyormuş gibi «kıyam» olarak adlandırılmıştır. Bunun
içindir ki selef-i salihin «Mal müminin silahıdır.» demişlerdir. Hatta yine
seleften bazıları, «Allahım, malın hesabını soracağını biliyorum. Fakat yine de
öldükten sonra geride mal ^bırakmam, halka muhtaç olmamdan daha hayırlıdır.»
demişlerdir.
[23]
Üçüncü incelik:
Zemahşeri, Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Rüşd kelimesinin belirsiz İsim
(nekre) olarak kullanılmasından anlaşılıyor ki, yetim çocuğun rüşde ermesi,
malt tasarruf edebilme, ticaretini yapabilme durumuna gelmesidir. Bu duruma
geldikten sonra buluğ yaşını beklemeye gerek yoktur.»
Dördüncü İncelik: Ebussuud Efendi'ye göre İstihfaf ve örf© görmek kelimeleri yetim
çocuğun malına vesayet eden şahsın, bakımına karşılık olarak, o malın bir
kısmını yemesinin veya kullanmasının caiz olduğuna delalet eder. Şu hadis-l
şerif de bunu teyld etmektedir: Adamın biri Resulullaha gelerek, «Yanımda yetim
bir çocuk var. Kendisine ve malına bakıyorum. Onun malından yiyebilir miyim?»
diye sordu. Resufullah (sav) «Maruf bir şekilde yiyebilirsin.» dedi. Adam,
«Terbiyesizlik yaptığında onu dövebilir miyim?» deyince de, «Terbiyesi için
kendi çocuğuna vuracağın kadar vurabilirsin.» buyurdu.
[24]
Beşinci İncelik: «Ana
ve baba İte yakın hısımların bıraktıkfonnaan erkeklere, ana ve baba İle yakın
hısımların bıraktıklarından kadınlara —azından do çoğundan da— farz edilmiş
birer nasib olarak hisseler vardır.» âyetinde tafsili üslubun ihtiyar edilmesi
yerine «Ana ve baba İle yakın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem
de kadınlara...» denilseydi miras hükmünde aynilik İfade edilmiş olurdu. Bu
tafsili üslup niçin ihtiyar edilmiştir? Kadın hukukunun önemini ortaya koymak,
kadınların anne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay
almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahtliye dönemindeki miras hukukunu
tamamen ortadan kaldırmak için. Kİ cahiliye döneminde kadınlara ve çocuklara
ölen anne ve baba ile yakınlarının mirasından hak tanınmaz, pay verilmezdi.
«Ata binmeyen, silah taşımayan, düşmanla savaşmayanlara mal nasıl verelim.»
derlerdi. İşte bundan dolayı Allah fcc) bu hükmü tafsilatlı bir İfade Üe
bildirmiştir.
Altıncı İncelik:
Allah'ın âyette karın kelimesini zikretmesi, hükmü te-kid içindir. İnsanın
«gözümle gördüm, kulağımla işittim» demesi gfbl. Aslında görmek ve işitmek
kelimelerinden göz ve kulak kendiliğinden anlaşılır. Göz ve kulağın ilave
edilmesi, görme ve işitmeyi tekid etmek içindir. İşte bu ayette yiyenler
kelimesinden sonra karın kelimesinin tekrar edilmesi. onların yemelerini tekid
etmek İçindir. Yoksa yiyenler kelimesinden zaten karın da kendiliğinden
anlaşılır. Çünkü yenen şeyler karına gider.
Âyetteki «Karınlarına
ancak ateş yemiş olurlar» ifadesi, yetim malı yemenin cok çirkin ve kötü
birşey olduğunu göstermektedir.
Yedinci İncelik:
Kurtubi şöyle der: «Âyette yenilen birşeye ateş denilmesi, karşılığının
gelecekte, kıyamet gününde ateş olmasındandır. Bazı alimlere göre âyetteki ateş
kelimesinden maksat haramdır. Çünkü haram ateşi, cehennemi gerektirir. Allah da
burada haram İçin ateş kelimesini kullanmıştır.»
[25]
İmam Fahreddin Razı de
şunları söyler: «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler
karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar, Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme)
gireceklerdir.» âyetinde Allah yetim mallarını yiyenler hakkında cezanın
şiddetini ortaya koyarak yetimler üzerindeki rahmetinin büyüklüğünü beyan
etmektedir.»
[26]
Müfessirler ayetteki
süfehonın kimler olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Bazı alimlere göre
âyetteki sefihlerden murad, buluğa ermeyen, aklı ticarete ve malın tasarrufuna
yetmeyen küçük çocuklardır..
Bazı alimlere göre de
ayetteki sefihter, müsrif kadınlardır. Bu kadınlar İster evli. ister anne,
isterse yetişkin ktz olsun. Bu görüş, Mücahid ve Dahhak'tan rivayet edilmiştir.
Başka bazı alimlere
göre âyetteki sefihler, çocuklar ve kadınlardır. Bu da Hasan, Katade ve İbni
Abbas (ra)'ın görüşüdür.
Diğer bazı alimlere
göre ise ayetteki sefihlerden maksat, mal ve ser-vetini layıkıyla koruyamayan
kimselerdir. Bunlar kadınlar, çoouklar ve yetimler ile malını koruyamayan
yaşlı kimseler olabilir. En sahih görüş bu-dur. Taberî de bu görüşü tercih
etmiştir. Çünkü ayetteki sefihler kelimesi umumilik ifade eder. Delilsiz ve mesnetsiz
olarak bu kelimeyi kadınlara, çocuklara veya her ikisine de tahsis etmek caiz
değildir.
Taberî bu hususta
şöyle der: «Şüphesiz Allah (cc) umumi bir ifade kullanmıştır. Şu veya bu
sefihtir dememiştir. Öyleyse malını koruyamıyan
kişiye malını teslim etmek şer'i hükümlere göre caiz değildir. Malını
koruyamayan kimse İster çocuk, ister büyük, İster erkek, ister kadın olsun farketmez.
Malın teslim edilmesi caiz olmayan sefihleri, zayi etmemeleri ve kötüye
kullanmamaları için mallarından uzaklaştırmak ve servetlerini. korumak İslâm
devletine farzdır.»
[27]
Fakihlere göre,
«Allahın sizi başına diktiği rnallonnızt beyinsizlere (sefihlere vermeyin.»
âyeti, sefihlerin mallarına el konulmasını, yani onla- . rın mallan üzerinde
istedikleri gibi tasarruf etme haklarını ellerinden almanın farz olduğuna
delalet eder. Çünkü Allah (oc), sefihlerin (beyinsizler) mallarının akılları
başlarına gelinceye kadar kendilerine verilmesini yasaklamıştır.
Sefihleri mallarını
tasarruftan men etme birkaç türlü olabilir:
1.)
Çocuktur, malının kıymetini bilmeyip sağa sola savurur. Bu durumda mallarına
ei konur.
2.) Delidir,
malını kullanma ehliyetine sahip değildir. Malına el konur.
3.) Malım
İsraf eden, kötüye kullanan bir kimsedir. Bu durumda da malına el konur. İflas
eden bir tacirin de malına el konabilir, İflas eden ta-çirin malı borçlarını
ödeyemez durumda İse. alacaklıların müracaatı üzerine kadı tacirin malını
haczettirir.
Fakihier çocuğun
malının buluğ çağına erinceye, ticarete ve malını kullanmaya aklı yetinceye
kadar kendisine verilmemesi gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü
Allah (cc), «Yetimleri nikah (çağma) erdikleri zamana kadar (gözetip) deneyin.
O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlora teslim
edin...» âyetinde bunu beyan etmektedir. Ayrıca çocuğun malının teslimi
sırasında İki şartın tahakkukunu da gerekli kılmıştır. Şartlardan birisi
çocuğun buluğa ermesi, diğeri ise rüşddür, Rüşd İse malı güzel bir şekilde
tasarruf edebilmektir.
İmam Şafii'ye göre
üçüncü bir şart daha vardır ki, bu da dindar olmasıdır. Ona göre fasık bir
kişinin servetine tevbe edinceye kadar haciz konulur. Yalnız emsali kadar
yiyecek, içecek ve elbise verilir. Tevbe edip hallerini düzelttiği zaman, malı
kendisine testim edilir.
İmam-ı Azam'ın görüşü
bunun aksinedir. Ona göre çocuğun malının kendisine teslimi için âyette
belirtilen iki şart (buluğ ve rüşd) aranır. Dindar olmak şartı aranmaz.
Alimler ve fakihler
arasındaki bu ihtilafın kaynağı, âyetteki rüşd kelimesinin manasıdır. Bu
kelimeyi sağlam akıl ve sağlam din olarak tefsir edenler, mallarının tesliminde
hem akıllarının ermesi, hem de güzel hal sahibi olması gerektiğini söylerler.
Rüşd kelimesini yalnız malın iyi kullanılması olarak anlayanlar ise, dindar
olması gerektiği yolundaki görüşe İtibar etmezler.
Taberi şöyle der:
«Rüşd kelimesinin tefsiri hususunda selefin görüşleri nakledilirken şöyle
denmektedir: «Mücahide göre rüşdden maksat, aklın ermesidir. Katade'ye göre
ise hem aklın ermesi, hem de dindar olmaktır. İbni Abbas (ra)'a göre de malı
güzel bir şekilde kullanabilmektir.» Rüşd kelimesinin manası üzerindeki
görüşlerin bana göre en iyisi, aklın ermesi ile malı güzei bir şekilde
kullanabilmektir. Çünkü bütün' alimler akıllı bir kişinin fasık da olsa, israf
etmemek şartıyla maiını kullandığı takdirde malının kendisine teslim edileceği
hususunda icma etmişlerdir.»
[28]
Bize göre de her fasık
kişinin malına el konulamaz. Zira mala elkoy-mak, insanlık haysiyet ve şerefini
yıkar. Ancak o, malını İçkide, kumarda ve diğer fahiş şeylerde sarfediyorsa o
zaman malına haciz konularak akıl-lanıncaya, tevbe edinceye kadar malını
tasarruf etmekten men edilir. Bu görüş, müfessirlerin şeyhi Taberî'nin de
tercih ettiği görüştür. Zaten ayet de işareten bu görüşü bildirmektedir. Rüşd
kelimesi, âyette belirsiz isim olarak zikredilmiştir. Bu da malın güzel
Kullanılması anlamına gelir. Zaten tasarruftan alıkonulmak, malın israf
edilmesini önlemek için yapılır. İşte Taberî'nin görüşü bu bakımdan kuvvet
kazanmaktadır.
[29]
Cumhur, yaşlı
kimselerin malarına da çocuklar gibi iyi kullanamadıkları, israf ettikleri
takdirde haciz konulacağı görüşündedir.
İmam-ı Azam'a göre
ise, bir kimse 25 yaşına girdikten sonra malını kullanmnya aklı ersin veya
ermesin malı kendisine teslim edilir.
Kurtubî, bu hususta,
«Fakihier, yaşlının malının haczedilmesl hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Fakihlerin cumhuru ve İmam Malik (ra)'e göre, yaşlının malı da, iyi şekilde
kullanamadığı takdirde, tasarruftan men edilerek haczedilir.
İmam-ı Azam (ra) İse,
akıllı ve baliğ olan kişinin malının haczedileme-yeceği görüşündedir. Anc'ak
malını içki, kumar ve benzeri şeylerde kullandığı takdirde tasarruftan men edilerek
malına haciz konur ve 25 yaşına girinceye kadar da iade edilmez. 25 yaşından
sonra, malını nerede ve nasıl kullanırsa kullansın hiçbir surette tasarruftan
men edilemez, malına haciz konulamaz. «Dede olmaya yaklaşan bir adamın malına
haciz koymaya utanırım.» diyen İmam-ı Azam'a göre yaşlı bir insanın malına
hiçbir şekilde haciz konulamaz.»
[30] der.
Bu görüşler içinde
sahih olan, cumhur ve İmam Muhammed ile İmam Yusuf'un görüşüdür. Buna göre
yaşın büyük olmasına itibar edilemez. Birçok insan vardır ki, 50 yaşına girse
bile malını İsraf eder, sağa :Sola sa-vurur. Daha açık bir ifade ile kıymetini
bilmez. İşte böyle kimseler de tasarruftan men edilerek mallarına haciz
konulur. Çünkü, çocuğun lasarruf-tan men edilişi, fuzuli yere israf etmesi ve
malından nasıl faydalanacağını bilmemesi dolayısıyladır. İşte bu vasıflar genç,
orta yaşlı ve ihtiyar insanlarda da bulunsa, onlar da mallarını tasarruf etme
hususunda çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan nasıl men edilirse, onlar da
öyle men edilirler/ Âyetin zahiri de bunu açıkça bildirmektedir.
İbni Abbas (ra) şöyle
der: «Bir kimse saçlı sakallı olduğu halde alacağını vereceğini, hesap ve
kitabını bilmeyebiiir. Böyle insanlar çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan
nasıl men edilirse, onlar da öyle men edi-kümler, bunlara da icra edilir.»
[31]
«(Velilerden) kim
zengin ise {yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise
o hakte Örfe göre (bir şey) yesin.» âyeti, vasi fakir olduğu takdirde, israf
etmeksizin, bakım karşılığı olarak yetimin malından bir miktarını
yiyebileceğine delalet eder. Şayet vasi zengin ise, Allanın kendisine verdiğine
kanaat ederek yetimin malından sakınması farzdır.
Alimler, İhtiyacı
olduğu takdirde vasinin yetimin malından ihtiyacı kadar almasının caiz
olduğuna hükmetmişlerdir. Yalnız, yetimin malından yiyen fakir vasi sonradan
zengin olursa, daha önce aldığı malt geri verip vermeyeceği hususunda ihtilaf
edilmiştir.
Bazı alimlere göre
sonradan zengin olan vasi, fakir iken aldığı malı ödemez. Zira Allah ona maruf
bir şekilde yemeyi mubah kılmıştır. Onun aldığı, yediği mal, bir bakıma çocuğun
bakım ücerit sayılır. Bu görüş, İmam Hanbel (ra)'den rivayet edilmiştir.
Diğer bazı alimlere
göre ise, sonradan zengin olan vasinin, yetimin malından fakir iken aldığını
aynıyla İade etmesi farzdır. Zira Hz. Ömer, halifeliği sırasında, «Ben şu anda,
mal hususunda yetimlerin vasileri gibiyim. Zengin olursam hazineden yemekten
kaçınırım. Fakir olursam ihtiyacım kadar hazineden alırım. Sonradan zengin
olduğum takdirde de daha önce aldıklarımın tamamını aynen öderim.»
buyurmuştur. İşte Hz. Ömer'in bu veciz ifadesinden acık biçimde
anlaşılıyor" ki, yetim çocukların vasisi, zengin ise, yetimin malından
kaçınmalıdır. Fakir ise, İhtiyacı kadar yemeli, sonradan zengin olduğu takdirde
de yediği kadarını aynen Ödemelidir.
Cessos'm rivayetine
göre Hanefi alimleri, vasinin, ister zengin, ister fakir olsun, yetimin
malından ylyemiyeceği, hatta borç bile alamıyacağı görüşündedirler. Çünkü
Allahu taala, «Yetimlere mallarını verin...» (Nisa: 2), «Yetimlerin mallarını
haksız olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın
bir ateşe gireceklerdir.» (Nisa: 10), «...Yetimlere karşı adaleti ayakta
tutmanız (onlara İyi bakman 12) hususunda (işte) kitapta okunup duran
(ayet)ler!... Hayırdan daha ne yaparsanız şüphesiz Allah onu da hakkıyla
bilicidir.» (Nisa: 127) ve «Aranızda (birbirinizin) matlarınızı haksız
sebeblerte yemeyin...» (Bakara: 188) buyurmaktadır. Bu âyetler, muhkem
[32]
âyetlerdendirler ve vasinin elinde bulunan yetim malından ihtiyacı olsa bile
hiçbir surette kullanamayacağına delalet etmektedir.
Yine Hanefi alimlerine
göre, «Kim zengin ise kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre esin.» âyeti müteşabih
[33]
ayetlerdendir ve ihtima-iı manalar taşıdığından hükmünün muhkem ayetlere
hamledilmesl icabe-der.
İbni Abbas (ra)'tan da
şöyle bir rivayet yapılmıştır: «Kim de fakir İse o halde örfe göre yesin.»
âyeti, «Gerçek, yetimlerin mallarım haksız (ve heram) olarak yiyenler
karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe
gireceklerdir.» âyetiyle neshedilmtştir.» İbni Abbas (ra)'ın bu görüşü de
Hanefi alimlerinin görüşünü teyid etmektedir.
Taberî, fakir vasinin
yetimin malından borç olarak alabileceği yolundaki görüşü tercih etmiştir.
Şöyle demektedir: «Bu husustaki görüşlerin doğrusu, «Kim de fakir İse o halde
örfe göre yesin.» âyetinde de beyan olunduğu gibi. vasinin, zaruret halinde
veya İhtiyacı olduğunda sonradan ödemek üzere yetimin malından alabileceği
yolundaki görüştür. Ödememek kaydıyla yemesi caiz değildir.»
[34]
Taberinin tercih
ettiği görüş, bize göre de tercihe şayandır. Allah (cc) en iyi bilendir.[35]
1 ) Sefihler (çocuklar
ve mallarını fuzuli yere sarfeden büyükler), rüşde ve mallarını güzel bir
şekilde tasarruf etmeye aklı erinceye kadar mallarını kendilerine vermemek
farzdır.
2 ) Maljarı böyle
haczedilen kimselerin yemeleri, içmeleri, giymeleri ve diğer ihtiyaçları kendi
mallarından karşılanır.
3 ) Buluğ çağına eren
yetim çocuklar, mallan kendilerine verilmeden önce tecrübe edilmeli, deneme
neticesinde mallarını tasarruf edebilecek bir akla sahip-oldukları ortaya
çıkarsa mallan kendilerine teslim edilmeli, yeksa teslim edilmemelidir.
4 ) Yetimlerin mallan
kendilerine teslim edilirken, ileride inkar etmemeleri için. şahitler
hazırlanmalıdır.
5 ) İslâm miras
hukukuna göre erkek ve kadınlar, anne, baba ve yakın akrabaların geriye
bıraktıklarından hak sahibidirler.
6 ) Vasinin yetimlere
iyilikte bulunması, bakması ve kendi evlatlarım koruduğu gibi koruması
vacibtir.
7 ) Yetim malını
haksız yere yemek büyük günahlardandır ve ahiret-teki karşılığı cehennem
ateşidir.[36]
19 — Ey İman edenler,
kcdınlara zorla mirasçı olmanız ve onların —Kendilerine verdiğiniz (mehir)den
birazını gider{ip elinize gecire)biimeniz için— tazyik etmeniz size helal
olmaz. Meğer kj arayı açacak bir fuhuş trtt-kab etmiş olsunlar. Onlarla
(kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoştanmadıhızsa olabilir ki
birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.
20 — Eğer bir zevceyi
bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterse-niz öbürüne yüklerle (mehir)
verilmiş olsanız bile içinden blrşey almayın. (Kendisine hem) bir İftira ve
açık bir günah (yükler hem) ahrmısınız onu?
21 — Onu nasıl
alırsınız ki, birbirinize karılıp katıldınız. Onlar slzdan kuvvetli teminat da
aldılar.
22 — Babalarınızla
evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak, (cahl-Ityyet devrinde geçen)
geçmiştir. Şüphe yok ki, o bir hayasızlıktı, (Allanın en büyük) hı*ynı(na bir
sebeb) idi. O ne kötü bir yoldur.
23 — Analarınız,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, birader kızları,
hemşire kızlan, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleriniz,
kanlarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup
himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız (la evlenmeniz) size haram edildi.
Eğerr onlarla (üvey kızlarınızın anlanyla) zifafa glrmemişsenlz (onlarla evlenmenizde)
size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın karıları (ile
evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak
(cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü Allah hakikaten yarlığa-yıcıdır,
çok esirgeyicidir.
24 — (Harb esiri
olarak) sağ ellerinizin malik olduğu kadınların (mülk-tt yemininiz olan
cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de
size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allah'ın farkı olarak (yazılmıştır).
Onlardan maadası ise — namuskar ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde
(yaşamanız şartıyla) matlarınızla (mehir vermek veya satın almak suretiyle)
ara(yıp nikahla)mamz için— size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle
faideiendiyseniz ücretini takdir edildiği vech İle verin. O mehrin miktarını
tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu İle uyuştuğunuz şey (miktar)
hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah hakkıyla bilicidir,
mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.
(Kerhen):
Kef üstün ile okunursa zorlama, ötre İle okunursa meşakkat anlamına gelir.
(Efdâ):
Lügat anlamı genişlik olan'bu kelime âyette birbirine kavuşturma manasındadır.
(Misâgangalîzen): Misak, akit yapma, galiz,
kalın birşey demektir. Âyette kadınla erkek arasında yapılan nikah aktidir.
(Selefe):
Geçmiştekiler demektir.
(Fâhişeten):
Çirkinlikte son dereceyi bulmuş.
(Ve makten):
Buğzetmek demektir.
(Rebâibüküm):
Rebibe kelimesinin çoğuludur. Erkeğin hanımının bir önceki kocasından olan kızı
demektir.
ye düşmana karşı
koruyan bina demektir.
(Hucûrlküm):
Hacr'ın çoğuludur. İnsanı soğuğa bina demektir.
(Halâllü):
Halile'nln çoğuludur. Nikahla evleni-
(Vel muhsenâtü): Kocası olan kadınlar. Aslında ihsan kelimesi, men etme manastndadır.
Âyette ise namuslarını koruyan iffetli kadınlar anlamındadır.
len kadınlar demektir.
(Muhslnine):
Kendisini zinadan koruyan erkekler demektir.
(Musâflhine):
Sifah kelimesinin çoğuludur. Dök-me anlamındadır. Burada zina karşılığı olarak
kullanılmıştır.
(Ta'dllû hunne): Adi kökünden türemiş bir fiildir.
Adi. men etme anlamına
gelmektedir.
(Kıntâren):
Cok mal demektir.
(Buhtânen): Bühtan, söyleyenin dahi hayret ettiği bir
çeşit yalan demektir.[37]
Allah (cc] icmalen
şöyle buyuruyor: Ey müminler! Babalarınızın öldükten sonra geriye bıraktığı,
anneleriniz olamayan kadmlarının verasBt yoluyla size intikal etmesi ve sizin
onlarla evlenmeniz haramdır. Onları boşadıktan Sonra, evlenmelerine mani
olmanız veyQ evlenmek istediklerinde mehirlerini geri aimak suretiyle onlara
baskı yapmanız da helal değildir. Ancak zina gibi çirkin fiilleri irtikab
ettikleri zaman onlara mani olmanızda bir beis yoktur. Zira Allah (cc). menşei
ne olursa olsun zulmü sevmez.
Ey müminler!
Kadınlarla iyi geçininiz, onlara iyj!ik ediniz. Karılarınız hoşunuza gitmese de
sabredin ve onlarla iyi geçinmeye devam edin U-mulur ki Allah (cc), o kadından
hayırlı bir evlât verir, umulur ki. insanın sevmediği şeylerde kendileri için
hayır vardır. Bunu Siz bilemezsiniz, ancak Allah {cc} bilir.
Ey müminler! bir
kadını boşayıp bir diğerini aimQk istediğiniz zaman boşadığınız kadına
evlendiğinizde verdiğiniz mehtrden, ne kadar çok olursa olsun, birşey almayın.
Almanız size helal değlkuV. Çünkü siz onları nikah akdi ile kendinize helal
ederek uzun süre faydalandınız. Nikahlarınızda onlara temlik ettiğiniz şeyleri
geri nasıl utabilirsiniz?
Allah (cc], erkeklere
mahremi olan kadınları t>eyan ederek onlarla evlenmelerinin haram olduğunu
bildirmektedir. Haram kılınan İlk kadın da babalarının, anneleri olmayan hanımları
olmuştur. Çünkü cahiliyet döneminde Araplar, babalarının, anneleri olmayan
hanımları ile evlenirlerdi Şüphesiz bundan daha çirkin birşey düşünülemez. }şte
bu set>eble önce bu tür evlilik haram kılınmaktadır.
Daha sonra haram
kılınan kadınlar şöyle sayılmıştır Erkeklerin anneleri, kızları, kız
kardeşleri, halaları, teyzeleri, kız kardeş veya erkek kardeş kızları. Süt
yoluyla haram olan kadınlar da beyQr, edilmiştir ki, bunlar aynen nesep yoluyla
haram kılınan kadınlar gibidir. Bir de dünürlük yoluyla haram olan kadınlar
vardır: Hanımının annesi, hanımın!n eski kocasından olan kızı, hanımının kız
kardeşi ve oğlunun hanımı. Bu sayılan kadınların dışındakilerle evlenmek mubah
kılınmıştır.[38]
Önceki ayetlerde
malları haksız yere yenilen yetimlere, mallan için mehirsiz olarak evlenilen
yetim kızlara, mirastan hakları verilmeyen kadın ve küçük çocuklara yapılan
zulümler beyan edilerek bunlar
yasaklanmış
ve hükümleri
bildirilmişti. Mevzumuz ayetlerde de zulmün ikinci bir çeşidi beyan edilerek
yasaklanmaktadır. Bu da kadınların miras yoluyla babadan oğula kalmasıdır.
Cahiliyet döneminde kadınlar babanın mirasından bir parça sayılırdı. Varis,
kadın eğer annesi değilse onunla evlenebilirdi. İşte Allahu taala bunun haram
olduğunu ve bu kadınlara yapılan zulmün yasaklandığını ve onlara iyi
davrantlması gerektiğini buyurmaktadır.[39]
1.) İbni
Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Cahiliyet devrinde bir kişi öldüğünde,
onun hanımı üzerinde, gerek evlenmek, gerekse evlendirmek hususunda, en büyük
hak sahibi onun varisleriydi. Onunla ister evlenirler, isterlerse başkalarıyla
evlendirirlerdi. Bu kötü adeti Allah, «Ey iman edenler, kadınlara zorla
mirasçı olmanız...» ayetiyle haram kıldı.»
[40]
2.) Cahiliye
devrinde bir kişi öldüğünde, oğlu veya diğer bir varisi, geride bıraktığı mala
miras yoluyla nasıl sahip çıkıyorsa, karısının üzerine bir elbise atarak ona da
sahip çıkardı. Ölen kocanın vermiş olduğu mehri kabul ederek kadınla evlenir
veya bir başkasıyla evlendirerek mehrini alırdı. İşte Allah müminlere bu kötü
adeti «Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız...» âyetiyie
yasaklayarak haram kıldı.
[41]
3.) Ebu Kays
bin el-Eslet (ra), babası öldüğü zaman, geriye bıraktığı annesi olmayan kadınla
evlenmek istedi. Kadın ona. «Seni kavminin salih kişilerinden biri olman
itibariyle evlat kabul ediyorum. Yine de Resulullaha gidip durumu ona
arzedeyim.» diyerek Resulullaha geldi ve «Ya Resulul-lah, bu hususta ne
dersiniz?» diye sordu. Resulullah ona «Evine don.» cevabını verdi. Hemen
arkasından «Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin.» âyeti nazil
oldu. Böylece cahiliyet döneminin bu kötü adeti de ortadan kalktı.
[42]
Birinci incelik: «...Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki birşey sizin
hoşunuza gitmez de Allah ondo birçok hayır takdir etmiş bulunur...» âyetindeki
tahlil, erkeklere, hoşlarına gitmese de kadınlarına karşı sabır göstermelerini
ve onlarla güzel geçinmelerini tavsiye İçindir. Çünkü nefse hoş gelmeyen birçok
şey vardır ki, onlarda büyük hayırlar vardır. İşte bu âyet, kadınlardan
hareketle umumi bir kural koymaktadır ortaya. Yani yalnız kadınlar değil, başka
birçok hoşa gitmeyen şeylsrde de bilinmeyen birçok hayırlar vardır. Bunun için
ayet kadınlar hakkında nazil olduğu halde Allah, «Bir kadın sizin hoşunuza
gitmezse...» ifadesi yerine, «Eğer birşey sizin hoşunuza gitmezse...» ifadesini
kullanmıştır. Âyetteki bu incelik üzerinde düşünürsek, Allahtn ayetlerinde
insanlar için ne kadar hassas ve ne kadar faydalı şeyler olduğunu idrak ederiz.
İkinci incelik:
Allah ayette «cima» kelimesi yerine «karılıp katılma» tabirini kullanmıştır.
Böyle kinayeli bir ifade kullanmasında ümmet için çok mühim işaretler vardır.
Burada yüksek bir terbiye ve edeb talim edilmektedir. Açık açık söylenmesi
güzel olmayan, mahzurlu olan şeyleri. Kur'anın bildirdiği ahlakla ahlaklanmak
mükellefiyetinde olan ümmetin fertlerinin de, Kur'anın bu talimine uyarak
kinayeli olarak İfade etmeleri gerektiği gösterilmektedir.
Üçüncü İncelik:
Kurtubî: «Hz. Ömer birgün hutbede, «Ey insanlar, ka-dınlartn nikah mehirlerini
yüksek tutmayınız. Eğer mehirleri çoğaltmak da şeref ve Allah yanında takva
olsaydı, Resulullah ona sizden daha evla idi. O, evlendiği kadınlara ve evlendirdiği
kızlara 12 vakiyyeden[43] fazla
mehir vermemiştir.» dedi. Hz. Ömer'in sözlerini duyan bir kadın yanına gelerek,
«Allah (cc), bize fazla mehir veriyor da sen bizi bundan nasıl mahrum ediyorsun?
Çünkü Allah, «Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak
İsterseniz Öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden blr-şey
almayın.» buyurmuştur.» dedi. Kadının bu sözleri üzerine Hz. Ömer, «Kadın
görüşünde isabet etti, Ömer ise yanıldı.» dedi. Sonra kendi kendine hitapla,
«Bütün İnsanlar senden daha fakihtir.» diyerek sustu kadına cevap vermedi.»
[44]
Dördüncü incelik: Âyetteki «misak-ı galiz» (kuvvetli teminatjtan maksat, kadınlarla
aynı yatağı paylaşmak ve uzun bir zaman bir arada bulunmaktır. Bu bakımdan
kadınların hakları büyüktür. Bazı İslâm alimleri yirmi günlük arkadaşlığı
akrabalık (karabet) saymışlardır. Öyleyse karı-koca arasındaki beraberlik ve
ortak hayatın meydana getirdiği yakınlık, nasıl görmezden gelinebilir?
[45]
Beşinci İncelik: Fahreddin Razi: «Çirkinliğin (gubutı) öç çeşidi vardır." Aklen
çirkin olan, şer'an çirkin olan. örf ve adet açısından çirkin olan. Ayetteki
«fahişe» kelimesi, aklen çirkin olana İşarettir. Âyetteki «nakd», şer'an çirkin
olanı, «O na kötü bir yoldur.» ifadesinde örf ve adet acısından çirkin olanı
dile getirir. Bu üç çirkinlik bir arada olursa çirkinliğin zirvesine ulaşır.»
[46] der.
Âyetin sonunda bu üç
ayrı kelime İle ifade edilen çirkinlik, babanın evlendiği kadınla evlenmek için
kullanılmıştır. Bu da bu tür evliliğin çirkinlik derecesini göstermek içindir.
İlahi emir ve
yasakların hepsinde görüldüğü gibi İncelemeye çalıştığımız bu ayetlerde de
cemiyetin maddi ve manevi huzur ve nizam içinde yaşamasını sağlayacak ahlaki
ve içtimai kurallar ve hükümler görmekteyiz.[47]
Mehir. kadına verilen
bir hediye, yapılan bir bağıştır. Bu bakımdan muayyen bir ölçüsü, tartısı
yoktur. Halk da zenginlik—fakirlik bakımından sınıflara ayrılmıştır. İşte bunun
için İslâm, kadınlara verilecek nikah meh-rinin adet ve miktarını tayin
etmemiş, kocanın mali gücünü göz önüne a-larak serbest bırakmıştır.
Fakihler mehrin üst
sınırının olmadığında ittifak etmişlerdir. Zira Allah. «Eğer bir zevceyi
bırakıp do yerine başka bir zevca almak isterseniz öbürüne yüklerle (mehir)
vermiş olsomz bile içinden birşey atmayın...» buyurmuştur. Bu âyetten de
anlaşılıyor ki, mehrin az veya cok belirli bir sının yoktur. Sınır, herkesin
gücüne göre değişmektedir.
Kurtubi bu konuda
şöyle der: «Eğer bir zevceyi bırakıp da...» âyeti, mehrin cok yüksek bir
miktarda olabileceğine işaret eder. Çünkü Allah, Kur'anda bir örnek verdiği
zaman, mubah olan birşeyi örnek gösterir. Âyetteki «yüklerle (mehir) verseniz
bile.,.» ifadesi mehrin sınırı olmadığını açıkça gösteriyor. Hz..Ömer'in, mehir
konusundaki sözleri dolayısıyla kendisine itiraz eden kadını doğrulaması do
mehir konusunda bir sınır konulamayacağını göstermektedir.
Alimlerin bir kısmına
göre âyet, verilecek mehrin cok yüksek olmasının caiz olduğuna işaret etmez.
Çünkü ayetteki «yüklerle» tabiri yalnızca mübalağa içindir. Yoksa örnek olması
için değildir. Âyetteki bir mübalağalı ifade, aynen Resuiullahın «Her kim
Allaho secde edilecek bir yer fmescid) —velev ki bağırtlak kuşunun uçuş sahası
kadar olsun— yaparsa, Allah da ono cennette bir ev yapar.» hadisindeki
mübalağa gibidir. Bağırtlak kuşu o kadar dar bir sahada uçar ki, böyle bir
sahada ancak 2-3 kişi ibadet edebilir. Böyle bir mescidin yapılması,
düşünülmesi mümkün değildir. İşte bunun gibi, kimsenin yüklerle mehir vermesi
de imkânsızdır. Özet olarak Allahın bu âyetten muradı, «Siz yüklerle mehir vermezsiniz,
bir an için verdiğinizi kabul edersek, bundan bile geriye birşey-ier almanız
doğru değildir.
Bu görüşe rağmen
fakihier mehrin üst sınırının tayin edilemeyeceği hususunda icma etmişlerdir.»
[48]
Mehrin alt sınırı
hususunda tekinler ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır :
1- İmam
Malik'in görüşüne göre, mehrin'en azı 3 dirhem, yani bir çeyrek altındır.
2- İmam-ı
Azam'ın görüşüne göre, mehrin en azı 10 dirhem, yani takriben bir altındır.
3- İmam
Şafiî ve imam Hanbei'e göre ise mehrin en azı için btr sınır yoktur. Az veya
cok kıymeti olan herşey mehir olabilir.
Hafız ibni Hacer
el-Askalanî görüşünü şöyle belirtir: «Mehrin alt sınırı konusunda herne kadar
bazı rivayetler varsa da, bunlar itimad edilebilir derecede tesbit edilmiş
hadisler değildir.»
Kurtubî de şöyle der:
«İmam Şafii, mehrin" en azmin da en çoğunun da caiz olduğunu, âyetteki
e...siz maJlarımzto...» ifadesine dayanarak söylemiştir. Buna göre bir kıymet
ifade eden her mal ister az olsun, ister cok, mehir olabilir. Sahih olan görüş
de budur. Zira Resulullah, «Bir kimse, nikah akdi sırasında, kadına iki avuç
dolduracak kadar yiyecek de verse, o kadın ona helal olur.»
[49]
buyurmuştur. Bu hadis de İmam Şafii'nin görüşünü teyid etmektedir.
Sahabi Said bin
Müseyyib (raj, kızını Abdullah bin Vedaa (ra), ile evlendirirken mehir olarak iki dirhem "almıştır.
«İmam Şafii'ye göre,
birşeyin satışı karşılığında kıymet kabul edilen veya kira karşılığı para
yerine gecen her mal nikah akdinde de mehir olarak kabul edilir. Fakih ve
muhaddislerin görüşleri de bu yoldadır. Onlar da nikah aktinde mehir olarak az veya
cok verilmesinde bir mahzur görmemişlerdir.»
[50]
Maliki ve Honefilerin
delilleri:
Bunlara göre değeri
cok az olan birşeyin mehir olarak verilmesi doğru değildir. Mehrin alt
sınırını tayin edecek bilinen bir meblağ olmalıdır. İmam-ı Azam'a göre hırsızlık
yapan bir kimsenin elinin kesilebilmesi için, çaldığı malın en az bir altın
değerinde olması gerekmektedir. İmam Malik ise hırsızın elinin kesilebilmesi
için çalınan malın değerinin enaz dörtte bir altın olması gerektiği
görüşündedir. Her iki imam da el kesme cezasına sebeb olacak değere kıyasla
mehrin alt sınırını tayin etmektedir. Bu meblağların altındaki kıymetler elin
kesilmesine sebeb olmadığına göre bir kıymet de sayılmamaktadır onlara göre.
Dolayısıyla, mehrin enazi İmam Malik'e göre dörtte bir altın, Ebu Hanife'ye
göre de bir altın olmalıdır.
Ebu Hanife bu
kıyasından ayrı olarak görüşünü şu hadisle de teyid etmektedir: Sahabilerden
yapılan rivayete göre Resulullah, «10 dirhemden aşağı nikah mehri olmaz.»
buyurmuştur.
[51]
Bize göre, İmam Şafii
ve İmam Hanbel'in görüşleri tercihe daha şayandır. Zira Resulullah,
sahabilerden birini evlendirirken, «Seni Kur'andan ezberlediğin miktar ile
evlendiriyorum.» buyurmuştur. Yani sen Kur'andan ezberinde olan kısmı kadına da
ezberleteceksin ve bu senin mehrin olacaktır demiştir.
Resulullah diğer bir
şahsı evlendirirken de, «Evlendiğin kadına mehir ver, velev ki demir
parçasından bir yüzük olsun.» buyurmuştur. İşte bu iki hadis ile tabiinin
efendisi SakJ bin Müseyyib (ra)'in kızını iki dirhem mehirle evlendirmesi ve
buna zamanın alimlerinden itiraz gelmemesi acık-ca İmam Şafii ve İmam Hanbel'in
görüşlerini doğrulamakta ve tercihe şayan kılmaktadır. Herhangi birşey ancak
âyet ve hadisten olan sağlam delillerle isbat edilebilir. Mehrin ölçüleri
hususunda ise, Hacer el-Askalanî'-nin de dediği gibi sahih bir hadis varid
olmamıştır. En iyisin Allah bliir.[52]
Dahhak ve Katade'ye
göre. âyetteki «kuvvetli temfnatutan maksat, «...Ya iyilikle tutmak, ya
güzellikle salmaktır...» âyetinde de beyan edildiği gibi, Allahm kadınlarla
gsçlm hususunda erkeklere olan «Onlar ile iyi geçinin.» emridir.
Mücahid ve Ikrime'ye
göre ise, âyetteki «kuvvetli teminat»tan maksat, kan-koca arasında yapılan
nikah aktidir. Nitekim Resulullah'm, «Kadınlar hususunda Allah'tan sakının.
Çünkü onları Allah'ın emaneti olarak almış ve vücudlanni Allah'ın kelamı ile (nikah akdi)
kendinize helal kılmışsınızdır.» hadisi de buna delalet eder.
[53]
Kendileri ile
evlenilmesi haram olan kadınlar üç sınıftır: Neseb yoluyla ' haram olanlar, süt
yoluyla haram olanlar, dünürlük yoluyla haram olanlar.
[54]
Âyetin neseb yoluyla
evlenmeyi haram kıldığı kadınlar
şunlardır:
1- Anneler, 2- Kızlar, 3- Kız kardeşler, 4-
Halalar, 5- Teyzeler. 6- Birader kızları, 7- Hemşire kızları. Bu kadınlarla
evlenmek ebediyyen haramdır.
Anneler, anne anneleri
ve baba anneleri de ifade eder. Bunun gibi kızlar tabiri de kızların kızlarını
da dile getirir. Kız kardeşler İster anne -baba bir kardeş olsun, ister yalnız
babadan veya anneden olsun, hüküm değişmez. Halalar ve teyzelerin durumu da
aynen kız kardeşlerin durumu gibidir.
[55]
Bunlar da neseben horam
olanlar gibi yedi kısımdır: 1- Süt
anneler, 2- Süt kız kardeşler, 3- Süt halalar, 4- Süt teyzeler, 5- Süt
kardeş kızları, 6- Süt kız kardeş
kızları, 7- Süt kızları.
Resulullah (sav),
«Neseb cihetinden haram olanlar, süt cihetinden de haramdır.» buyurmuştur.
Mevzumuz âyette
evlenilmesi süt yoluyla haram kılınan kadınlardan yalnız iki kısmı, süt anneler
ve süt kız kardeşlen —ki, bunlarda anne asıldır, süt kız kardeş onun
parçasıdır— zikredilmiştir. Bunların da asıl ve
fürulartnı göz önüne
aldığımızda, aynen neseben haram olan kadınlar gibi bunlar da yediye yükselir.
Nitekim yukarıya aldığımız hadis de kısa ve . öz olarak neseben haram olanların
süt yoluyla da haram olacağını bildirmektedir.
Ayrıca, sahih hadis
kitaplarında varid olan bir başka hadis de bunu teyid etmektedir. Rivayete
göre, Hz. Hamza'mn kızının Resulullah (sav)'a verilmesi arzusu kendilerine
arzedlldiğinde Peygamber efendimiz, eO benim süt kardeşimin kızıdır.»
buyurarak bunun mümkün olmayacağım beyan etmiştir.[56]
Âyet bize, dünürlük
(müsaheret) yoluyla haram olan dört kısım kadın bildirmektedir: 1- Babaların hanımları. ıBabafannızla
evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyiniz.» âyeti bunu bildirmektedir. 2- Oğulların karılan (gelinler). Bunu
da, «Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın kanlan...âyeti bildirmektedir. 3- Karınızın annesi. «... Kanlarınızın
anneleri ...... size; haram edildi.»
âyeti bildirmektedir bunu. 4-
Kanların eski kocalarından ' elan kızları. Bu kızların anneleri İle nikah akdi
yaptıktan sonra zifafa gl-rllmişse, kızları ebediyyen haram olmaktadır. Zira
Allahu toola, «...Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz konlanmzdon olup
himayelerinizde bulunan Üvey kıztanmz(la evlenmsnlz) size haram edildi.»
buyurmuştur.
Bir kız birisiyle
nikahlandığı zaman, kocosı için annesi ebediyyen haram olur. Fakat bir kadın
birisiyle nikah akdi yapsa bile, kızı o adam için, zifafa girinceye kadar
helaldir. Yani, adam isterse, annesiyle yaptığı akdi bozarak kızıyla
evlenebilir. Zira âyette, «Eğer onfaria
(üvey kızlarınızın anneleriyle) zifafa glrmamlşsmlz (onforla evlenmenizde) size
bir beis yoktur.» buyurulmuştur. Alimler bu âyetten usull bir kaide çıkarmışlardır;
Kızla nikah akdi yapmak annelerini haram kılar. Anneleri İle nikah akdi 1le '
birlikte zifaf olursa kızlar haram olurlar.
Kişiye haram olan kız
İster erkeğin evinde olsun, İster olmasın durum değişmez. Âyetteki
«Himayelerinizde bulunan» tabiri bir kayıt ve şart koymamaktadır. Yani bu kız
İster babalığının evinde olsun, İster başka yerde bulunsun babalığı için
haramdır. Ayetteki tabir bir kayıt getirmemekte, yalnızca bir vakıayı İfade
etmektedir. Bütün faklhler bunda İcma etmişlerdir.
Yukarıdan beri sayılan
neseb, süt ve dünürlük yoluyla horam olan kadınlar ebediyyen haram olanlardır.
Bir de muvakkat olarak haram ki-İmanlar vardır.
Muvakkat olarak haram
kılınanlar :
Âyet, kendileriyle
evlenilmesi geçici olarak haram olan kadınları iki kısma ayırmaktadır:
1- İki kız
kardeşi birlikte veya aralıklı olarak nikahlamak haramdır. Zira Allah (cc),
«İki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi).» buyurmuştur.
Resulullah (sav) da, «Bir kadının teyzesi veya halası ile birlikte bir erkeğin
nikahı altına girmesi haramdır.» buyurmuştur.
[57]
İki kız kardeşin, bir
kızla halasının veya bir kızla teyzesinin birlikte bir erkekle evienmelerinin
haram oluşunun hikmeti şudur: Böyle bir durum onların birbirlerine düşman
olmalarına vesile otur. Halbuki İslâm'ın üzerinde önemle durduğu sıla-i rahim
denilen akrabalık bağlarının kuvvetlendirilmesi için onların birbirlerini
sevmeleri, uzak oldukları takdirde birbirlerini ziyaret etmeleri gerekmektedir.
Bu tür bir evlilik ise tavsiye edilen sevgi ve akrabalık bağlarını ortadan
kaldırarak onİarı birbirlerine düşman hale getirebilir. Nitekim Resulullah
(sav), müminlere hitaben; «İki kız kardeşi veya bir kızla halasını, veya bir
kızla teyzesini birlikte alarak evlenirseniz aranızdaki rahimleri (akrabalık
bağlarını ve sevgiyi) kesersiniz.» buyurmuştur.
2-
Başkasıyla evli bulunan bir kadınla ve iddetini bekleyen bir kadınla evlenmek
de geçici olarak haram kılınmıştır. Zira Allah, «Bütün kocalı kadınlarla
evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allahm farzı olarak
(yazılmıştır).» buyurmuştur. İddet bekleyen kadının hükmü ise evli kadının
hükmü gibidir. Bunun tafsilatı 20. derste anlatılmıştı.
[58]
Alimler, bir kimsenin
karısının annesi veya kızı ile zina yapması halinde karısının kendisine haram
olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İmam-ı Azam (ra), İmam
Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'e göre, bir kimse karısının annesiyle zina yaparsa,
bu zina ister evlilikten önce, ister sonra olsun, karısı ona haram olur. İmam
Sevrî (ra), Katade (ra) ve Evzaî (ra) de bu görüştedir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre ise, karısının annesiyle zina iüfaüfi kimseye karısı haram olmaz. Zira
haram (zina) helal birşeyi haram kılmaz. Ebu'l-Leys, Zeheri ve İmam Malik {ra)
de bu görüştedirler.
Mezhep İmamları
arasındaki ihtilafın sebebi, âyetteki nfcah kelimesini farklı anlamalarıdır.
Âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebet midir, yoksa nikah akdi midir? İste
ayrılık buradan kaynaklanmaktadır.
Nikahtan maksadın
cinsi münasebet olduğunu söyleyenlere göre, şahsın, karısının annesi ile
yaptığı zina, karısının haram olmasına vesile olur.
Nikahtan maksadın
nikah akdi olduğunu söyleyenlere göre ise, kişinin, karısının annesiyle yapmış
olduğu zina karısının haram olmasına sebeb olmaz. Çünkü haram olan birşey
(zina), helali haram kılamaz.
Hanefilere göre
âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebettir. Cinsî münasebet nikah kelimesinin
gerçek manasıdır. Akit manasını İse mecazen karşılar. Kelimeyi hakiki
manasıyla anlamak daha doğrudur. Şu halde, bir kimse ister nikahlı iken,
isterse nikahsız iken olsun zina ederse, zina ettiği kadının kızı kendisine
haram olur.
Şafiiler ise âyetteki
nikah kelimesinden maksadın nikah akdi olduğu görüşündedirler. Akli görüş de
buna delalet eder. Allahu taalanın dünürlüğü (müsaheret) harama sebeb kılması
dünürlüğün şerefine İşaret İçindir. Birbirinden cok uzak aileler dünürlük
sayesinde birbirlerine yakınlaşır, hatta birbirlerinin ailelerinin birer ferdi
durumuna gelirler. Bazı kadınlarla evlenmenin haram kılınması nesebe verilen
önem ve nesebe tanınan şereften dolayıdır. Çünkü meşru bir neseb sahibi olmak
şerefli birşeydir. Böyle iken nasıl olur da bütün yönleriyle uzaklık ve kötülük
olan zina, dünürlük gibi kıymetli birşeyln sınıfına girer de onun gibi helal
olan bir evliliğin haram olmasına vesile olur. Görülüyor ki, akli görüşle de
zinanın, evlilik gibi, şeriatta «hürmet-t müsaheret» denilen ve evlenmeyi haram
kılan bir hükmü olmadığı acıkca ortaya çıkmaktadır.
İmam Şafii (ra), Ümm
adlı eserinde şöyle der: «Babasının annesi olmayan hanımıyla veya karısının
annesiyle zina eden kimse Allah (cc)'a isyan etmiş olur. Karısının annesi İle
zina etmesi ona karısını haram kılmaz. Babasının hanımıyla zina etmesi de onu
babasına haram kılmaz. Allah (cc), karının annesini kocaya haram kılarak helal
olan evliliğin azizliğini göstermiştir. Herne kadar zinada da evlilik gibi
cinsi münasebet varsa da şiddetle haram olduğundan ona saygı gösterilemez, fslâmın
saygı göstermediği birşey, helal olan birşeyln haram olmasına vesile olamaz.
«Buna karşılık
evlilik, daha önce haram onn birçok şeyi helal hale getirmektedir. Mesela,
evlenmeden Önce bir kadın ve annesi erkek için haram oldukları halde, evlilik,
erkeğin karısından her türlü menfaatlenmeyl helal kılmıştır. Karısının
annesiyle daha önce konuşmaları, oturmaları, yalnız başlarına yolculuk
yapmaları haram olduğu halde, kızıyla evlendikten sonra bütün bunlar helal
olmuştur. Ki, buna aile hukuku denir. Haram olan zina ise helal olan evliliğin
tamamen zıddtdir.»
Delilleri daha
kuvvetli olduğu için, bize göre, Şafülerin görüşü tercihe şayandır. İkrime
(ra), İbni Abbas (ra)'tan şu rivayeti yapmıştır: «Bir kimse evlilik hayatı
yaşadığı karısının annesiyle zina yaparsa bunun hükmü nedir?» diye sorulunca
İbni Abbas (ra), «O kimse iki büyük günah işlemiştir. Birisi, mücerret olarak
zina yapması, ikincisi de, karısının annesi ile zina yapmasıdır. Fakat o
kimsenin karısının annesj ile zina yapmasından dolayı karısı haram olmaz.»
dedi, Bu rivayet de Şafülerin görüşünü teyid etmektedir.
[59]
Mut'a, hür bir kadını,
bellj bir para karşılığı, muayyen bir zamana kadar beşerî arzularını tatmin için
kiralamaktır.
Cahiliyet döneminde
Araplar, bir kadınla bir veya iki aylığına evlenir, ihtiyaçları görüldükten
sonra da onu terkederlerdi. İşte İslâm bu geçici evliliği haram kılmıştır.
Çünkü evlilik hayat boyunca bir arada'yaşamak kastı iie yapılırsa mubahtır.
Yoksa belli bir zamana kadar nikah yapmak batıldır.
Bütün alim ve fakihler
mut'a nikahının haram olduğuna İcma etmişlerdir. Yalnız şii ve rofıziler buna
karşı çıkmaktadırlar. Onlara göre mut'a nikahı mubahtır. Onların bu görüşleri
reddedilir. Çünkü Kur'an ve Sünnetin nasiarı ile çelişmektedir. Kur'an ve
sünnet İte çelişen görüş ve iddialar ise reddedilir.
Mut'a nikahı, dört
ehli sünnet mezhebinin müctehidleri ve bütün İslam alimlerinin icmaı ile
haramdır. Herne kadar İslâmın ilk dönemlerinde caiz görülmüş ise de daha sonra
bu hüküm neshedilerek ebediyyen haram kılınmıştır. İbni Abbas (ra)'tan mut'a
nikahının mubah olduğu yolunda nakiller yapılmışsa da daha sonra söz ve
görüşünden döndüğü tesbit edilmiştir.
Nitekim Tiımizî, İbni
Abbas (ra)Jtan şöyle rivayet etmektedir: «Mut'a nikahı İslâmın başlangıcında
vardı. Bir erkek tantsı bulunmayan bir beldeye varınca orada bir kadınia
evlenirdi. Kadın onun eşyasını korur, temizlik ve yemek işlerini düzenlerdi.
Ne zamanki, «Şu var ki, zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına
{kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır...» (Müminun: 6} âyeti
nazil olunca haram kılındı.»
İbni Abbas (ra) sefer,
yolculuk ve benzeri zaruret hallerinde geçici nikaha cevaz vermişti. İbni
Cübeyr (ra) ona, «Senin mut'ayı helal kılan fetvanla herkes şehirlerde
dolaşıyor. Şairler de şiirleriyle onu her tarafa yayıyorlar.» dedi. Bunun
üzerine tbni Abbas (ra), «Sübhanallah, ben böyle bir fetva vermedim. Nasıi
olur da ben ona helal diyebilirim. Çünkü o domuz eti. kan ve murdar ölmüş
hayvan eti gibi haramdır.» cevabını verdi.
El-Hazimi şöyle
demektedir. «İslâmın başlangıcında mut'a zaruret hallerinde mubahtı. Sonunda
İslâm bunu ebediyyen haram kıldı.»
Mut'anın haram
olduğuna dair deliller:
Ehli sünnet alimleri
mut'a nikahının haram olduğunu birçok
delille isbat ederler. Bu delilleri özetleyerek aşağıya aktarıyoruz:
1- Cinsi
münasebette bulunmak bir erkek İçin yalnız karısı ve cariyesi ile mubahtır.
Zira Allah (cc), «Ki onlar ırzlarım (tenasül uzuvlarım haramdan) koruyanlardır.
Şu var kf, zevcelerine yahud sağ ellerinin malik olduklarına (kendi
cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Mü-mlnun: 5-6) âyetiyle
bize mubah olanı bMdis mistir. Mut'a nikahı İle evlenilen kadın İse kişinin ne
karısı, nede cariyesiJir. Eğer karısı
olmuş olsa, birisi öldüğü zaman veraset hukukunun tahakkuk etmesi, kadının
doğuracağı çocuğun nesebinin tesbit
edilmesi ve erkek tarafından terkedlldiğin-de de iddetinf beklemesi farz
olurdu. Oysa mut'a nikahında bu üç şey
tesbit edilmemiştir, öyleyse bu nikah batıldır.
2- Mut'anın
haram olduğunu açıkça gösteren birçok hadis vardır. Bunlardan birisi İmam Malik
(ra)'İn ez-Zeherî'den, onun da Hz. Ali'den rivayet ettiği şu hadistir:
«Resulullah (sav), Hayber günü, kadınların mut'a suretiyle nikahlanmasın! ve
ehli merkeplerin etinin yenilmesini haram kılmıştır.»
[60]
3- İbni
Mace'den: «Resulullah (sav) muî'a nikahını haram kıldığında hutbeden bütün müslümanlara hitabla, «Ey müminler, hepiniz
biliyorsunuz ki, ben mut'a nikahına müsade etmiştim. Haberiniz olsun. Allah
onu kıyamet gününe kadar kesin olarak haram kılmıştır.»
[61]
4- Hz. Ömer,
hilafeti sırasındaki bir hutbesinde, bütün sahabllerin huzurunda mut'a nikahının
haramlığını ilan etmiş, buna
karşılık bütün cahabiler sükut
etmiştir. Bu sükut da bir icmadır. Şayet Hz. Ömer hato etmiş olsaydı, sahabiler
içinde bulunan Hz. Ali, Abdullah ibni Abbas (ra) ve diğer büyük fakih
sahabilerin sükut etmesi mümkün müydü?
5- Mut'a
nikahı yalnız nefsi arzuyu tatmin için yapılır. Evliliğin gayesi ise çocuk
yapmak ve yetiştirmektir. Bunlar fse mut'o nikahında yoktur. Şu halde muta
nikahı zinaya benzer. Her İkisinde de beşeri arzuların tatmin edilmesinden
başka birşey düşünülmez. Halbuki Allah (cc), «Sağ eKerinizIn malik olduğu
kadınlar müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlarca evlenmeniz de size
haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allanın farzı olarak (yazılmıştır).
Onlardan maadası İse —namuskar ve zinaya sapmamış (İnsanlar) halinde (yaşamanız
şartıyla) ma'lanntzla (me-htr vermek veya satın almak suretiyle) aro(yıp
nîkahlajmanız için— size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle
faidelendiyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetinde,
«Namuskar ve zinaya sapmamış» tabirinden de anlaşıldığı gibi geçici değil,
devamlı bir evlilik kastedilmiştir. Mut'a nikahının gayesi İse geçici olarak
nefsin tatmin edilmesidir. Halbuki İslâm, hiçbir yer ve zamanda genel manada
geçici bir evliliği mubah kıl-mamıştır. İslâmın başlangıcında Resulullah (sav),
bir defaya mohsus olarak mubah kılmış İse de bilahere Allah (cc) tarafından
haram edildiğini soha-bilerln huzurunda açık açık ifade etmiştir.
Konuyla ilgili olarak
Cessas şöyle demektedir: «Resulullah (sav), mut'a nikahını horam kılmayıp
serbest bıraksaydı, bu hususta yaygın ve mütevatlr hadisler nakledilir,
sahabiler, başlangıçta mubah olduğunu bildikleri gibi mubah olarak devam
ettiğini de bilirler ve haramlığı konusunda Icmalan da mümkün olmazdı. Zira
Resulullah (sav)'tan onun haram olduğunu duymasalardı icmaları Resulullah
(sav)'a muhalefet olurdu. Oysa sahabiler Resulullah (sav)'ın emrine hiçbir
zaman muhalef etmemişlerdir. Çünkü Resulullah (sav)'a muhalefet etmek onları
küfre düşürür, dinden çıkarırdı. Sahabilerin böyle bir duruma düşmeleri
düşünülemez. Çünkü Allah (cc), onlar için, «Siz İnsanlar İçin çıkarılmış en
hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız.
(Çünkü) Alfana İnanıyorsunuz...» (Al-i İmran: 116) buyurmuştur. Allah (cc)
tarafından böyle vasıflandırılarak övülen sahabiler nasıl olur da Resulullah
(sav)'a muhalefet edebilirler?»
[62]
El-Hattabi de şunları
söyler: «Mut'a nikahı İcma ile de haramdır. Yalnız bazı şii alimleri mubah
demektedirler. Şiilerin bu görüşü kabul edilirse, onların fıkıh usulleri
kurallarına göre Hz. Ali'ye muhalefet edilmiş olur. Çünkü Hz. Ali'den kesin
biçimde yapılan nakillere göre mut'a nikahı İslâm'ın başlangıcında mubah ise
de bilahere haram kılınmıştır.
«Beyhakî, Cafer bin
Muhammed'den şöyle bir rivayet nakleder: «Ona mut'a nikahı soruldu. «Mut'a
nikahı doğrudan doğruya zinadır.» cevabını verdi.» Bu nakil de gösteriyor ki.
şiflerin zonları batıl ve asılsızdır.»
Mut'a nikahı hakkında
Allame Şevkgnî'nln bir tahkikatı:
«Her halükarda
Resufullah (sav)'tan bize ulaşanla amel etmemiz lazımdır. Ondan, mut'a nikahının
ebediyyen haram olduğu mütevatir hadislerle bize ulaşmıştır. Sohabilerden bir
veya İki tanesinin diğer sahabilerin icmaına rağmen mut'anın helal olduğuna
dair görüşleri onun haram oluşunu değiştirmez. Biz, bu zayıf görüşle amel
ettiğimiz takdirde şer'an mazur sayıtamayız. Çünkü sahabilerin çoğu onu haram
bilmiş, haram kabul etmişler ve bu da bize mütevatir rivayetlerle ulaşmıştır.
«Hatta, Abdullah bin
Ömer (ra), «Resulullah (sav) bize mut'a nikahıyla evlenmeye müsade ettiği
halde bilahere ebediyyen haram olduğunu bildirmiştir. Allaha yemin ederim ki,
evli bir kimse, bir kadınla mut'a nikahı yapsa onu recmeder veya ettiririm.»
demiştir.
«İbni Cevzî şöyle der:
«Bazı müfessiriere göre, «...O halde onlardan hangisiyle faidetendlyseniz
ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetinden maksat mut'a nikahıdır
ve mut'a nikahı daha sonra Resulullah (sav) tarafından haram kılınmıştır. Bu
müfessirlerln görüşü yersizdir. Çünkü âyetin başlangıcı sözkonusu nikahın mut'a
değil, daimi bir nikah olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla âyet mut'a
nikahının caiz olduğunu göstermemektedir. Mut'a nikahı'bizzat Resulullah (sav)
tarafından mübuh kılınmış, sonra da haram edilmiştir. Ayetteki faldefenmeklen
maksat nikah yoluyla faydalanmaktır. Fıkıh usulü kaidelerine göre herhangi bir
kayıt ve şarta bağlanmadan kullanılan
kelime kamil manasında anlaşılmalıdır.
Âyette bahis konusu
olan faidelenmek geçici veya daimi olarak kayıtlan* madığına göre daimi nikahın
anlaşılması gerekir.»
[63]
1- Kadınlara
zulmetmek haram, onlara lyllfk etmek, iyilikle geçinmek vaciptir.
2-
Kadınlardan hoşlanılmasa bile sabredilmeli, boşamak gerektiği takdirde
güzellikle boşamalı. kendilerine verilmiş olan mehirden zorla bir-şeyler
alınmamalıdır.
3- Cahitiye
adetlerinden biri olan, ölen babanın
kanlarıyla evlenmek adeti ibtal edilmiştir.
4- Ayrıca
âyette neseb, süt ve dünürlük yoluyla haram olan kadınlar bildirilmiştir.
[64]
Allah (cc), mahrem
kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Bu haramlık ebedidir. Hiçbir şekilde
mubah olamaz. Bu haramlık İster neseb yoluyla, ister sütle, isterse dünürlük
yoluyla olsun durum değişmez. Mahrem kadınlarla evlenmenin haram kılınmasında
cok büyük hikmetler vardır. Bu hikmetleri veciz bir ifade ile beyan etmeye
çalışacağız.
Allah [cc) insanlar
arasına çeşitli bağlar koymuştur. Bu bağlar vasıtasıyla birbirlerini sever,
iyilik yapar ve birbirlerini korurlar. Bunların en kuvvetlisi de akrabalık
bağıdır. Bir ailenin vücuda gelmesi fcln fertleri arasında tam bir barışın
olması gereklidir. Eğer yakın akrabalar arasında evlilik mubah olsaydı ailenin
her ferdi birbirine başka bir gözle bakardı. İnsanlar yaratılışları bakımından
cok kıskançtırlar. Bu "hesapla insan -karısını öz oğlundan, kız kardeşini
diğer kardeşlerinden kıskanmak durumunda kalırdı ki, kıskançlık duyguları aile
fertlerinin birbirlerine düşmelerine, aralarında düşmanlık tohumlarının
ekilmesine sebeb olurdu. Böyle bir ailenin dağılmaması, birbirlerini ördürmemesi,
sönüp yok olmaması mümkün değildir. Düşünün kj bir çocuk annenin kanını emerek
cenin haline gelir, annesinin sütünü emerek beslenir, büyür. Bu bakımdan çocuk
dünyada annesinden daha cok kimseyi sevmez. Eğer mahremler arasında evlenmek
haram edilmeseydi, anne, baba ve çocuklar arasında, annelik, babalık ve
evlatlık sevgi ve ilişkisi ile beraber bir de cinsi arzularını tatmin istek ve
düşüncesi de meydana çıkardı. Bu düşünce annelik, babalık ve evlatlık sevgisini
yok eder. onların yerine yalnız bir cinsi sevginin geçmesine sebeb olurdu.
İnsan fıtratına bundan daha büyük Bir darbe ve İnsanlık İçin bundan daha büyük
bir cinayet düşünülemez.
İnsan fıtratında
bulunan annelik, babalık, evlatlık sevgisi ana rahminde İnsan ceninine Allah
(cc) tarafından ruh ile birlikte veriliyor. İşte beyan edilen bu sebeblerden
dolayı Allah (cc) âyette ilk olarak anneler ile evlenmenin haram olduğunu
zikretmiştir. Daha sonra da sırasıyla kızları, kız kardeşleri, halaları,
teyzeleri... ilh. beyan etmiştir. Zaten Allah (cc) insanları öyle temiz bir
fıtratla yaratmıştır ki, onların akıllarına yakınları ile cinsi münasebette
bulunmak bir an bile gelmez. Eğer milyonda bir bile olsa fıtratı bozuk insanlar
çıkmasaydı, annelerin erkek evlatlarına, kızların da babalarına haram edilmesine
hayret edilirdi. Zira salim akıl sahibi insanlar, anneler ile kızların baba ve
oğulllara haram olduğunu fıtra-ten bilirlerdi. İşte bu iki sınıf kadının
haramlığt, yukarıda belirtilen bozuk frtratlı, insani duygularını kaybetmiş,
sapkın, görünüşte İnsan fakat gerçekte insan olmayan kimseler için beyan
edilmiştir.
Âyette belirtilen
akrabalarla evliliğin haram kılınmasının büyük hikmetlerinden biri de yakın
akrabalar arasındaki evlilikten dolayı neslin zayıflaması ihtimalinin
bulunmasıdır. Bu zayıflamanın nesiller boyu devam etmesi insan neslinin
yokluğa mahkum edilmesinden başka bir mana taşımazdı
İmam Gazali İhya-i
Ulum İsimli eserinde şöyle demektedir: «Evlenilecek kadında aranacak başlıca
vasıflardan biri de kadının yakın akrabadan olmamasıdır. Çünkü yakın akraba
evlilikleri çocuğu zayıf düşürür. İnsanın beşeri duygularının en
kuvvetlilerinden biri de cinsler arasındaki sevgi ve temastır. Bu duygu
yakınlar arasında değil, birbirine uzak İnsanlar arasında daha şiddetle ortaya
çıkar. Yakın akraba evliliklerinde ise taraflar küçük yaştan itibaren
birbirlerini tanıdıkları için birbirlerine, karşı duyguları zayıf kalır.
Duygulardakl zayıflık da çocukların zayıflığına, hatta coğu kere hasta ve sakat
olmalarına sebeb olun
İmam Gazalî'nin bu
görüşünü bugünkü modern tıb Hml de aynen kabul ve tasdik etmektedir.
[65]
Şüphesiz evlilik bağı,
Allah (cc)'ın beşeriyete bir ihsanıdır. Çünkü bu bağ. birbirinden uzak
aileleri, hatta bazan birbirini hiç sevmeyen aileleri
birbirine yaklaştırır,
sevgi ve dostluk bağlarıyla bağlar Nitekitm Allah (cc), «O, sudan bir beşer
yaratıp da onu soy sop yapandır. Robbin herşeye kadirdir.» (Furkan: 54)
buyurmuştur. İnsan bir aileden evlendi mi o ailenin bir ferdi sayılır.
Karısının annesi de haram olma bakımından kendi annesi gibi olur. Evlenilen
kadın dul ise. yanında getirdiği eski kocasından olma kızı, erkeğin kendi
sulbünden olan kızt gibidir. Kişinin oğlunun hanımı da kendi kızı gibi
mahremidir. Gerçekten de anne ile kızın birbirinin kuması olması, kişinin
babasının annesi olmayan karısına göz dikmesi veya babası öldükten sonra
onunla evlenmesi düşünülebilecek en çirkin bir durumdur.
[66]
Bunun hikmeti acıktır.
Zira, bir kadının sütünü emen bir çocuk, onun bir parçası haline gelir. Çünkü o
çocuk kadının sütünden teşekkül etmiştir. Bu bakımdan çocuğu emziren kadın onu
doğuran kadın hükmündedir. Kadının çocukları, sütünü emen çocuğun
kardeşleridir. Çünkü hepsinin aslı annenin sütündendir. Hep beraber o sütü emmişler,
o sütle gelişmişlerdir. Bu sebeble de hepsi bir bütünün parçaları
olmaktadırlar. Allah (cc) en iyi bilendir.
[67]
34 — Erkekler kadınlor üzerine hakimdirler. O
sebeble ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün
kılmıştır. Bir de (er-, kekler onlan) mallarından İnfak etmektedirler. İyi
kadınlar İtaatli olanlardır. Allah kendi (hak)larım nasıl koruduysa onlar da
öylece göze görünmeyeni koruyanlardır. Serlerinden, serkeşliklerinden
yıtdığmız kadınlara gelince: Onlara (evvelo) Öğüt verin (vaz geçmezlerse)
kendilerini yataklar(in)da yalnız bırakın. (Yine kar etmezse) döğün. Size
itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol arcmayın, Çünkü Allah çok yücedir. Çok
büyüktür.
35 — (Eğer kan
ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o vakit
(kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem
gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarındo-(kl dargınlık yerini
geçime) onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz kf Allah hakkıyle
bilicidir. (Herşeyin künhünden) haberdardır.
36 — Allaha İbadet edin. Ona hiçbir şeyi eş
tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, .yoksullara, yakın komşuya, uzak
komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin malik olduğu
kimselere (mem-lukelerinize} iyilik edin. Allah, kendin] beğenen ve daima
böbürlenen kim-
(Kavvâmüne):
Birşeyi korumak ve rfayet etmek manasmdadır. Âyetteki anlamı ise şudur: Kişinin
karısına İstâmm emirlerini yerine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı emretmesi
ve onu bütün kötülüklerden koruması .
(Kânîtâlün):
Kânitâtün, kunut kökünden türemiştir. İbadete devam etme manasındadır. Ayetteki
manası kadınların kocalarına itaata devam etmesidir.
(Feizûhünne):
Allahın kadınlara farz kıldığı kocasına itaati onlara hatırlatmak ve
kocalarıyla iyi geçinmelerini tavsiye etmek.
(Nüşûzehünne):
İsyan ve serkeşlik etme.
(Elmedâclı):
Medaci', medcâ kökünden gelir, uzanma yeri, yani istirahat yeri manasındadır.
(Şikaka): Düşmanlık.
(Hakemen):
İki düşman arasını bulacak ve davalarım halledecek kişi.
(El câril cunubi): Câr, komşu, cunub ise uzaklık demektir. Terkibin anlamı da uzak komşu
demektir.
(Bsohlblblkflnbl): Sahih, arkadaş, cenb ise yön demektir. Terkibin anlamı ise, yol
arkadaşı, ticaret arkadaşı, karı-koca beraberliğidir.
(Muhtâfen fehûren):
Muhtâlen. böbürlenerek yürüyen, fehûren ise. halka karşı kendisiyle iftihar
eden demektir.[68]
Allah (cc). erkekleri kadınlara bazı vasıflarıyla
üstün kılarak reislik ve hakimlik göreviyle mükellef etmiştir. Erkek ailenin
reisi ve kadının ha-^ kimidir. Çünkü erkek çalışarak kadın ve çocuklarının
ihtiyaçlarını karşılar, ?,' onları korur ve gözetir. Tıpkı bir devlet adamının
halkı düşmandan koru ması, zayıfların hakkını çiğnetmemesi, yönetmesi gibi.
Allah (cc), erkeklerin
riyasetindeki kadınları İki sınıfa ayırarak hallerini beyan etmektedir.
Kadınlardan bir ktsmı saiiha ve Allah (cc)'ın emir-r lerine itaatkardır. İkinci
kısmı ise asi ve serkeştirler. Salih kadınlar kocalarına itaat ederler, Allah
(cc)'ın emirlerine harfiyyen uyarlar. İffet ve namuslarını hakkıyla korurlar.
Kocalarının evden uzak olduğu zamanlarda onların mallarını israf etmezler,
iktisatlı kullanırlar. Her hususta emin ve güvenilir kadınlardır.
Asi ve serkeş kadınlar
ise kocalarına karşı dilleri uzun, hiçbir husus-to itaat etmeyen ve zaman zaman
kocalarına alçak gözle bakan kadınlardır. Allah (cc) bu gibi kadınlarla geçinmenin,
onları tedib etmenin yollarını şöyle göstermektedir: Böylesi kadınlar önce
nasihatla terbiye edilmeye çalışılmalıdır, Nasihatla terbiye olmazlarsa
yatağını ayırarak, onlarla konuşmayarak ve yaklaşmayarak terbiye etmek
lazımdır. Bu yolla da ıslah olmadıkları takdirde yüzlerine vurmamak şartıyla
acıtacak şekilde dövmelidir. Şayet ıslah olurlarsa başkaca eziyet ve cefa
yapılmamalıdır. Çünkü Allah (cc) herkesten büyük ve kadınlara zulüm yapanlardan
hakkıyla intikam alandır.
Allah (cc), kan-koca
arasındaki geçimsizlikleri gidermek, aralarını düzeltmek için biri kadının,
diğeri de erkeğin ailesinden olmak üzere adil hakemlik yapabilecek İki kişinin
vazifelendirilmesini emretmektedr. Hakemler, kan-koca arasındaki maslahat neyi
İcabetttriyorsa onu yapmalıdırlar- Eğer maslahatı her ikisi arasında uyumun sağlanmasında
görüyorlarsa birbirleriyle anlaştırırlar. Onlar için maslahatı ayrılmalarında
görüyorlarsa, anlaşmaları imkansız hale gelmişse bir an önce birbirlerinden
ayırmalıdırlar. Hakemler salih bir niyet ve sağlam bir kalble çalışırlarsa
Aİlah |cc) kan-koca arasındaki uyum ve anlaşmayı halkeder. Çünkü Allah (cc)
neyi emretmiş ve meşru kılmışsa hikmete ve maslahata göre yapmıştır. O.
herşeyi hikmetiyle yaratan ve yaratmadan Önce herşeyden haberdar olandır.
Allah (cc), âyetlerin
sonunda kendine ibadet etmeyi şirkten kaçmmayı, anne ve babaya, yakın
akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın ve uzak komşulara iyilik yapmayı
emretmektedir.
[69]
Âyet. ensarilerden
Saad bin Rebi' (ra) ile karısı Habibe bint! Zeyd (r.anha) hakkında nazil olmuştur.
Saad (ra), sahabilerin
İleri gelenlerinden biriydi. Karısı Habibe (r.an-hüma) ona serkeşlik yapardı.
Birgün Saad (ra) karısına bir tokat vurdu. Bunu duyan Habibe (r.anhüma)'nin
babası Zeyd, kızını alarak Resulullah (sav)'a geldi. «Ben kızımı onunla
evlendirdim. O ise kızımı tokatlıyor.» dedi. Resulullah (sav) da «Kızın da
kocasına kısas olarak bir tokat vursun.» buyurdu. Habibe (r.anhüma) babasıyla
birlikte giderken Resulullah (sav) onlara, «Gitmeyiniz. Çünkü Cebrail (a.s)
«Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler...» âyetini getirdi.» Sözlerine
devamla. «Biz bir iş (kısas) yapmak istedik. Allah (cc) da âyetiyle hükmünü
bize bildirdi. Şüphesiz Allah (cc)'ın irade ettiği daha hayırlıdır. Artık siz
kısas yapmayınız.» buyurdu.
[70]
Birinci İncelik: Allah (cc). erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini İki hikmetle
beyan etmiştir. Birisi, Allah (cc) tarafından bağışlanmış (veh-bi), diğeri
kendileri tarafından kazanılmış (kesbi)dir. Allah (cc) bu hususu beyan ederken
de çoğul ifade eden «Kavvâmün» kelimesini tabir etmiştir. Bu kelimenin asıl
manası, «Cokca hakimdirteradir. Bu kelimenin kullanılması, erkeklere verilen
riyaset ve hakimiyetin tam olduğuna işaret etmektedir. Çünkü erkekler, tıpkı
devlet adamları gibi hanımlarına İslâmt çerçevede emretme, yasaklama, idare
etme, terbiye etme, geçimlerini deruhte etme, namus ve iffetlerini koruma
hakkına sahiptirler. İşte mevzumuî âyetin devam ifade eden bir cümle ile
başlamasındaki hikmet budur. Yani evlilik hayatı sürdüğü müddetçe erkekler
yukarıda sayılan vasıflara sahiptirler.
İkinci incelik:
Zemahşerî şöyle demektedir: «Alimler
erkekleri kadınlardan birçok bakımdan
üstün saymışlardır. Bunlardan
birisi, erkeklerin kadınlara göre daha
akıllı, iradeli, azimli ve kuvvetli olmasıdır. Şüphesiz bütün peygamberler,
kadınlardan değil, erkeklerden gelmiştir. İma-lüs met hakkı da yalnız
erkeklere mahsustur. Cihat, ezan ve hutbe okuma, şer'î hadlerde şahîdük
yapma, kısas alma hakkı, mirasta fazla pay alma, nikahta velayet hakkı ve çocukların annelerine değil babalarına nisbet rn edilmesi de erkeklerin üstünlüğünü
göstermektedir.»
[71]
Üçüncü incelik:
Allah (cc). erkeklerin üstünlüğünü, daha kısa ve açık olduğu halde. «O sebeble
ki erkekleri kadınlardan üstün kılmıştır.» gibi bir ifade yerine «O sebeble ki
Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır.»
ifadesiyle beyan etmiştir. Bunda büyük bir hikmet vardır. Kadın erkeğe, erkek
de kadına göre bir erkeğin uzuvları
gibidir. Mesela; bir İnsan heykeli tasavvur edelim. Erkek, bu heykelin
başı ise. kadın da heykelin gövdesi gibidir. Bir uzvun diğer bir uzva karşı böbürlenmesi
uygun değildir. Zira hayatta her uzvun kendine göre bir vazifesi vardır. Kulak
hiçbir zaman gözün vazifesini yapamadığı gibi, göz de kulağın vazifesini
yapamaz. Kalbin mideden üstün olması, başın ellerden şerefli olması da bir
insan için ayıp değildir. Çünkü hayatın nizamı içinde her uzuv kendi
vazifesini yapar ve beden böylece bir bütünlük arzeder. Öyleyse bir vücudun
uzuvlarına benzeyen cemiyet fertlerinin bazılarının diğerlerinde üstün olması
hiçbir zaman bir ayıp, bir kusur değlldir. İşte âyetteki, «Kimini kiminden üstün kılmıştır» ifadesinden
genel olarak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu genel
bir bakıştır. Eğer fert olarak düşünülürse bazı kadınların din ve ilim yönüyle
kocalarından daha üstün olması mümkündür. Ama bu genelde böyle düşünülemez. Bu
yazdıklarımızdan da anlaşılıyor ki âyet hem veciz hem de mucizelidir.
Dördüncü İncelik: Allah (cc), karı-koca arasındaki geçimsizliği bertaraf etmenin
yollarını beyan ederken, onların aralarını bulmaya gönderilecek hakemlerin
asıl vazifelerini, aralarını bulma hususunda uzlaştırmayı îfade eden «Islahı
kelimesi ile ifade etmiştir. Bunun zıddı olan ve ayrılığı ifade eden «tefrik»
kelimesini kullanmamıştır. Âyetin bu İfadesinde çok derin bir incelik vardır.
Ki bu, karj-kocanın durumunu araştıracak hakemlerin güçleri yettiğince onları
uzlaştırmaya çalışmalarına işaret etme^ sidir. Zira ayırmak, aileyi yıkmaktır.
Eğer o ailenin çocukları da varsa bunların nasıl gerçekten yıkılacağı herkesçe
bilinen birşeydir. Onları uzlaştırmak ise anlaşmalarına, birbirlerini
sevmelerine vesile olur. Zaten İs-lâmın hedefi de kalbleri sevgi ve muvafakat
üzere toplamaktır.
Beşinci İncelik: Zernahşerî: «Karı-koca arasmı bulmaya giden hakemlerin onların
ailesinden olması niçin istenmiştir? Zira akrabaları onların ic hallerini daha
iyi bilirler ve onların aralarının düzelmesini de başkalarından daha çok
isterler. Karı ve koca, yakınları oldukları İçin hakemlere içlerindeki sevgi
veya nefreti, birleşme veya ayrılma konusundaki düşüncelerini daha iyi
açıklayabilirler. Hatta yabancılara açıklanmayacak birçok şeyi yakınları olan
hakemlere çekinmeden, rahatlıkla açıklayabilirler. İşte bizim naçiz görüşümüzle
izahına çalıştığımız hususlardan dolayı Allah, karı-koca arasını düzeltmek
için gönderilecek hakemlerin onların yakınlarından seçilmelerini tavsiye
şeklinde emretmiştir.»
[72] der.
Altıncı incelik: Sabi: «Kadı Şüreyh Arapların Beni Temim kabilesinden bir kadınla nikah
aktj yaparak evlendi. Nikahtan hemen sonra pişman olarak nerdeyse ona boşama
haberini gönderecekti. Bir miktar düşündükten sonra, «Acele etmeyeyim. Kadın geldikten sonra düşünürüm.» der. Kadın geldikten kısa bir zaman sonra,
durumu sezinleyen kadın kocasına,. «Ben Öyle bir eve geldim ki ne zaman ayrılıp
gideceğimi bilemiyorum. Senin
hoşlanmadığını şeyler nelerdir? Kayınpeder ziyaretinden hoşlanır mısınız?»
dedi. Şüreyh. «Ben yaşlı bir ihtiyarım. Fakat arkadaşlığı da severim. Şu var
ki, kayınpederi de usandırmak istemem.» cevabını verdi. Bir zaman sonra Şüreyh.
«Karıma geçimimiz ve diğer şeyler hakkında ne söylediysem dediklerimi aynen
yaptı, yerine getirdi.» diye düşündü kendi kendine. Şüreyh, sonrasını şöyle
anlatır: «Böylece beraberliğimiz bir sene kadar sürdü. Bir seneden sonra bir
gün eve geldiğimde yatak'odamızda bir İnsan gördüm. Kendi kendime «inna lillah»
dedim. Karım Zeynep bana, «O benim annem Ümmü Ümmiye'dlr» dedi. Ben kayınvalideye
selam verdim. O bana, «Kızımın herhangi birşeyinden şüphe ediyorsanız onu terbiye
edebilirsiniz.» dedi. Karım Zeynep'le uzun süre arkadaşlık ettim. Fakat o
benden Önce öldü. Ben arzu ederdim ki, kolan ömrümün yarısını ona vereyim veya
ikimiz bir günde ölelim.» Kadı Şüreyh sözlerine şu şiirle devam eder: «Çok
erkek biliyorum ki karılarını döverler/Ben Zeynep'e vur-dumso elim kurusun.»
[73]
demektedir.
[74]
Âyet, serkeş bir
kadının ıslahı İçin en hürmefll bir yol göstererek aşağıdaki merhalelerin
takibini elzem görmüştür.
1- Hikmetli
söz ve nasihatlerle öğüt vermek. Zira Allah (cc), «Onlara (evvela) öğüt verin»
buyurmuştur.
2- Yatağını
terkstmek, onunia tatlı konuşmamak, hatta hiç konuşmamak. Çünkü Allah (cc),
«(Vazgeçmezlere©) kendilerini yataklar (m )da yalnız bırakın.»
buyurmuştur.
3- İz
bırakmayacak şekilde ve yüzüne vurmamak kaydıyla hafifçe döğmek. Çünkü Allah
[cc), «(Yine kar etmezse) doğun.» buyurmaktadır.
4- Yukarıda
geçen sırasıyla, nasihat etmek, yatağını terketmek vs döğmek kadını ıslah
etmediği takdirde uygun olan, «(Eğer kan İle kocanın) aralarının oçılmasmdcn
endişeye düşerseniz o voklt (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının)
ailesinden bir hakem gönderin...» emrine uyarak hakem göndererek aralarını
ıslah etmeye çalışmaktır.
Döğmenin miktarını
Resulullah (sav), «Eğer kadınlar serkeşlik yaparlarsa siz onları hafifçe
döğünüz.» hadisiyîe beyan etmiştir. İbnl Abbas (ra) ve Ata {ra) hadisteki
chafifce döğün» tabirini. «Abdestte kullanılan misvak ağacı gibi ince bir
ağaçla döğünüz» tarzında anlamışlardır.
Katade (ra) ise,
«Kadının vücudunda iz bırakmayacak şekilde döğü-iür.» demiştir.
Alimlere göre en uygun
olan, bir erkek, karısını ıslah ve terbiye etmek için yüzüne vurmaktan
kaçınarak ve hep aynı yere vurmayarak döğebillr, görüşüdür. Bu vuruşlar sopa ve
bastonla olmamalı ve hafif vurmaya dikkat etmelîdir. Zira Resulullah (savj'a,
«Karımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir?» diye sorulduğunda, «Yediğinizden
yedirmeniz, giydiğinizden giydirmeniz, doğduğunuz zaman da yüzüne
vurmamanızdır. Kadınların çirkinliğini yüzüne karşı söylemeyin ve onlara
gururlarına dokunacak kötü sözler söylemeyin. Islahı için onu terkettiğiniz
takdirde bunu kendi evinizde yapın.» buyurmuştur.»
[75]
Herne kadar kadını
hafifçe döğmek mubah İse de alimler döğmeme-nin daha İyi olduğu hususunda
ittifak etmişlerdir. Zira Resulullah (sav), «Sizin seçkinleriniz karılarınızı
dövmeyenlerin İzdir.» buyurmuştur.[76]
Alimler, kadınların
ıslahı için verilecek cezaların âyetteki tertibe göre uygulanıp uygulanmayacağı
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bazı alimlere göre,
bahis konusu cezalar âyetteki tertibe uygun olarak uygulanmalıdır. Mesela;
kendisinde serkeşlik emareleri görülen kadına evvela nasihatta bulunulmalıdır.
Kadın dinlemeyerek tamamen serkeş o-lursa yatağı terkedilmelldir. Yatağı
terkedildiğl halde ıslah olmayan serkeş kadın döğülmetidir. Serkeşliğinin
başlangıcında kadını döğmek mubah değil haramdır. Bu, İmam Ahmed bin Hanbel
(ra)'fn görüşüdür.
İmam Şafii (ra)'ye
göre serkeşliğin başlangıcında da kadını döğmek caizdir. Alimler arasındaki bu
görüş ayrılığının kaynağı âyeti farklı anlamalarıdır.
Ayetteki tertibin farz
olmadığını söyleyenlere göre âyetteki «atıf vav'ı» sırolama için değil, cem
içindir. Yani cezaların toplu olarak veya herhangi birinin uygulanabileceğini
gösterir, öyleyse serkeş kadının kocası dilerse bu üç cezadan birini, dilerse
hepsini bir arada uygulayabilir.
Âyetteki tertibin farz
olduğunu söyleyenlere göre âyetin akışı sırayla yapılmaya delalet eder. Çünkü
âyette önce cezaların en hafifi olan nasihatt, sonra ondan daha ağır oton
yatağı terki, o da ıslah etmediği takdirde döğmenln uygulanması
bildirilmektedir. Bu beyan, tertibin farz olduğuna delalet etmektedir.
Kadının ıslahı bu
cezalardan birisiyle gerçekleşirse yalnız onunla iktifa etmek farzdır.
Başkasını yapmak caiz değildir.
Bize göre tercihe
şayan olan görüş âyetteki sıralamanın farz olduğunu söyleyen görüştür. Allah
(cc) en iyisini bilendir.
Ibnü'l-Arabi de «Bu
âyetin tefsiri hususunda duyduklarımın en güzeli Said bin Cübeyr (ra)'in
tefsiridir. O, tSerkeşlİk yapan kadına kocası önce nasihat eder, nasihati
tutmazsa yatağını terkeder. O da ıslah etmezse dö-ğer. Eğer döğmek de onu ıslah
etmezse biri kadının, diğeri erkeğin tarafından olmak üzere fki hakem
gönderilir. Hakemler geçimsizliğin hangi taraftan olduğunu tesbit ederek
gidermeye çalışırlar.» demiştir. Said bin Cübeyr (ra)'in bu tefsiri âyetin
zahirinin aynıdır.»
[77]
demektedir.
Bu âyetin tefsiri
hususunda Said bin Cübeyr (ra)'in görüşüne benzer bir rivayet de Hz. Ali'den
yapılmıştır. O da, «Serkeşlik emareleri görülen kadına kocası lisonen nasihatte
bulunur. Eğer düzelirse t>aşka birşey yapmaz. Eğer düzelmezse yatağını
terkeder. Yine düzelmezse hafifçe döğer. Yine ıslah olmazsa biri kadının,
diğeri erkeğin ailesinden olmak üzere kendilerine birer hakem gönderilir.»
der.
[78]
Âyetin zahirinden
anlaşılan, hakemlerin akrabalardan olmasının şart olduğudur. Zira Allah (cc) bu
hükmü, «...(erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem
gönderin.» emri ile beyan etmiştir. Âyetteki bu beyan tarzı hakemlerin kadın
ve erkeğin ailelerinden olması lazım geldiğine delalet eder. Şu Kadarı varki,
ehli sünnet alimleri âyeti, «hakemlerin karı-kocanm ailelerinden olması farz
değil müstehaptır» şeklinde tefsir etmişlerdir. Zira onlara göre yabancılardan
iki hakem gönderilmesi de caizdir. Hakemleri göndermekten maksat, karı-koca
arasındaki durumu bilmek, hangisinin kabahatli olduğunu görmek ve aralarında
barışı tesis etmektir. Bu görevi akrabalar kadar yabancılar da yapabilir.
Yalnız kan-koco arasındaki halleri akrabalar daha iyi bilebilir, anlaşmalarını
yabancılardan daha cok arzu eder ve taraflardan birini korumaları da düşünülemez.
Bundan dolayı hakemin akrabalardan olması daha uygun olur. Yalnız bu
sayılanlar hakemin akrabalardan olmasının farz değil müstehab olduğuna delalet
eder.
Bu konuda Alusî şöyle
der: «Hakemlerin kan-kocanın akrabalarından olması, akrabaların dışarıya
açıklanamayacak sebebler) daha İyi bilmeleri ve bu sebeblerln kaldırılarak
sıcak bir yuvanın tesis edilmesini daha çok istemeleri bakımından daha iyidir.
Yalnız bu, hakemlerin kan-kocanın ailelerinden olmasının farz olduğuna değil,
müstehab olduğuna delalet eder. Şayet kadt, hakemleri karı-kocanm ailelerinden
değil yabancılardan tayin ederse bu da caizdir.»
[79]
İlk âyette hitap
doğrudan doğruya kocalarıydı. Çünkü, «(Siz) yataklarında yalmz bırakın», yani
«Siz kendilerinin yataklarını terkedin» buyu-rulmuştur. Yatağı terketme ise
yalnız kocaların yapabileceği bîrşeydir.
Bu âyetteki hitap ise
kocalara değil, doğrudan doğruya cemiyeti İdare eden —kadı, hakim, vali gibi—
idarecileredir. Çünkü Allah (cc), kadının serkeşliğini beyan ederken kocanın
ona nasihat etmesini, ıslah olmazsa yatağını terketmesini, bundan do ıslah
olmazsa döğmesini emir buyurmaktadır. Bununla da ıslah olmazsa onun ıslahı
mazlumun hakkını zalimden alan ve vereceği hükmü İnfaz yetkisine sahip olan
kimseye kalır ki bu da hakim veya kadıdır, öyleyse buradaki hitap başkalarına
değil, yöneticileredir.
Âyetteki «gönderin»
emri farzdır. İmam Şafii (ra) de bu görüştedir," Çünkü karı-koca
arasındaki geçimsizliği gidermek İçin hakem göndermek, zulmü bertaraf etmektir.
Bu da İslâm idarecilerinin üzerine düşen umumî farzlardan biridir.
[80]
Fakihler, hakemlerin
geçimsiz oian karı-kocalardan izin almadan kendilerini birleştirme veya ayırma
salahiyetleri olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İmam Ebu Hanife (cc)
ile İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, hakemler ancak karı-kocadan İzin
aldıktan sonra onları birbirinden ayırabilirler.
Zira onların biri
kadının, diğeri de erkeğin vekilidirler. Vekalet hukukunda İse müvekkilin izni
şarttır. Öyleyse hakemlerin onları birbirinden ayırmak veya birleştirmek için
kendilerinden izin almaları şarttır. Binaenaleyh izin ve müsade olmadan onları
birbirinden ayırmaya veya birleştirmeye salahiyetleri yoktur. Bu görüş Hasan-ı
Basrî (ra), Katade (ra| ve Zeyd bin Eşlem (ra)'den de rivayet edilmiştir.
İmcim Malik (ra)'e
göre hakemler, karı-kocudan izin almadan maslahat gereği onları birleştirebilir
veya ayırabilir. Eğer maslahat onların ayrılmalarında ise hakemler onları
ayırma ve kocanın, nikah akdinde tayin edüen mehirden borçlu ise onu, değilse
ayrıca bir miktar para ödemesini karar altına alma salahiyetine de sahiptirler.
Zira hakemler, İmam tarafından onları birleştirme veya ayırma husususunda salahiyetli
olarak tayin edilmişlerdir. Bu da İmamın kendfsinde olan salahiyet gibi
hakemleri salahiyetli kılar.
İmam. vereceği hükümde
nasıl karı-kocadan izin almak zorunda değilse, onun tayin ettiği hakemler de
verecekleri hükümde ve bu hükmün infazında onlardan izin almak zorunda
değildirler. Bu görüş de Hz. AH, İbni Abbas (ra) ve Şa'bî (ra)'den rivayet
edilmiştir.
İmam Şafii (ra)'nin bu
meselede iki görüşü vardır. Ayette ise bu iki görüşten birini diğerine tercih
edecek bir işaret yoktur. Âyetin umumi ma-i nasından her iki görüşün de
anlaşılması mümkündür.
İmam-ı Azam ve İmam
Hanbel'fn delilleri;
Bunlara göre Allah
(cc) hakemlere yalnız kan-kocanın aralarını ıslah etme salahiyeti vermiştir.
Çünkü Aflah (ra), «Bunlar barıştırmak İsterlerse
Allah crafarındatki
dargınlık yerini geçime), onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur...» buyurmaktadır.
Âyetteki bu ifadeden anlaşılan, barıştırmanın dışındaki ayırma veya
birleştirmede onların İçin ve rızalarının alınması gerektiğidir. Çünkü onlar
vekildirler. Vekilin salahiyeti de ona salahiyet veren şahsın vereceği
salahiyete bağlıdır. Eğer başlangıçta bu salahiyeti ver-mişlerse o zaman
yapabilirler. Vermemişlerse yalnız barıştırabilirler, ayıramazlar.
İmam Malik'in delili:
Allah (cc), «(Eğer
karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o vakit
(kendilerine erkeğini ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem
gönderin,» âyetinde, karı ile kocanın aralarını ıslah için gönderilen kişilere
«hakem» ismini vermiştir. Hâkem ise doğrudan doğruya «haklm»dir. Hakim de
vereceği hüküm ve hükmün infazında kimseden İzin almaz. Maslahat neyi
gerektiriyorsa öylece hüküm verir ve İcra eder.
Cessas bu hususta
şöyle der: «Hanefi alimlerinin görüşüne göre hakemler kan-kocayı
barıştıramadıklan takdirde, kocadan izin almadan ka-n-kocayı birbirinden
ayıramazlar. Hatta koca, «haksızlık ve geçimsizlik benden kaynaklanıyor.»
diyerek suçunu kabul etse dahi onları ayırma salahiyetine sahip değildirler.
Hakemlerin hükmünden önce asıl hakim elan İmam kadını boşaması İçin kocaya
baskı yapamaz. Kadın da hakemlerin huzurunda serkeşliğini itiraf etse bile
hakemler kadını hül'ü (para karşılığı talakı kocasından satın alma} yaptırmaya
veya nikah aktinde tayin edilen mehrin tamamını kocasına geri vermeye
zorlayamazlar. Hakim, hül'ü yaptırmaya veya mehri geri verdirmeye nasıl
salahiyetli değilse gönderdiği hakemler de salahiyetli değildirler. Ancak karı
ve Kocadan müsa-de alırlarsa salahiyetli olabilirleri.[81]
Taberî de bu görüşü
tercih etmiştir.
[82]
1- Kocanın
karısını, terbiye etme salahiyeti vardır. İzinsiz olaraK dışarı gitmesine mani olabilir.
2- Allah
(cc)'ın emrettiği sınırlar İçerisinde kadının kocasına itaat etmesi farzdır.
Koca karısıno İslâm'a aykırı birşeyl emrederse kadın o emri yerine getirmez.
3- Araları
açık olan bir kan-kocayı barıştırmak İçin biri erkeğin aileesinden, diğeri
kadının ailesinden olmak üzere İki hakemin gönderilmesi farzdır.
4-
Hakemlerin vazifesi, karı-kocayı
barıştırmak İçin bütün güçleriyle
çalışmaktır.
[83]
İçtfmoî hayatın
devamını sağlayan Allah (ra)'ın yaratılış kanunlarından biri de ailenin
işlerini yapan ve taahhüt eden, onların, geçimini temin eden bir büyüğü
bulunması zaruretidir. Ancak böyle bir aile islâm toplumunun çekirdeği olma görevini
yerine getirebilir. Ailenin düzelmesi, cemiyetin düzelmesi, ailenin bozulması
cemiyetin bozulması demektir. Erkek, kadınlardan daha akıllı, kuvvetli,
azimli, iradeli, ailenin sorumluluklarını yüklenmeye daha layık olduğu için
kadına yedirmek, giydirmek, çocuklara bakmak, bir meskende oturtmak vazifesi
İle mükellef kılınmıştır. Ona verilen bu yöneticilik, e.keğe kadının üstünde
bir sorumluluk ve mükellefiyet yüklemektedir. Yoksa kadından üstünlüğünü
göstermez. Bütün cemiyetlerde bir lider, bir idareci bulunmak zorundadır. Bir
aile ise cemiyetin küçük bir Örneğidir. İşte bundan dolayı Allah erkekleri
kadınlara terbiye edici, ida. reci ve koruyucu kılmıştır.
İslâm düşmanlarının
Islamı kötülemek için dillerine doladıkları şeylerden biri de erkeğin karısını
dövmesidir. Bunlar, «İslâm erkeğin karısını dövmesine nasıl müsamaha eder?
Allah (cc) bunu kitabında nasıl bildirir? Çünkü bu, kadınla erkek arasında bir
eşitsizlik ve kadınlara bir ihanet ve düşmanlık olmaz mı? Halbuki kadın
cemiyetin mukaddes bir uzvudur.t derler. Bundan daha yanlış bir söz ve iddia
olamaz. Biz müslümanlar onlara şöyle deriz: «Evet, Kur'anda kadının yatağını
terketme ve döğme gibi hükümler vardır ve bunları kabul ederiz. Fakat bir kadın
ne zaman ve niçin döğütür? Şüphesiz gerektiği zaman kadını döğmek hastaya
verilen bir ilaç gibidir. İlaç nasıl zaruret hallerinde kullanılırsa kadın da
zaruret hallerinde döğülür. Mesela; bir kadın serkeşlik yapmaya, şeytanın
arkasına takılıp gitmeye başladığı zaman ne yapmak lazımdır? Onun yatağım mı
terketmeli, boşamalı mı. yoksa dilediği gibi yaşaması için başıboş mu
bırakmalıdır?
İşte Kur'an bu hususta
en güzel ve hürmetli yolu göstermiştir. Bu da kadınların ıslah ve irşad
edilmesi yoludur. Erkeklere evvela sabır tavsiye edilerek sonra sırasıyla öğüt
ve nasihat, yatağını terketme, netice alına-mazso en son ilaç olan döğmek
emredilmiştir. Bir kadını kalem ve misvak gibi ince bir sopa ile döğmek mi.
yoksa boşamak mı daha iyidir? Boşamak bir aile hayatının yıkılmasına ve kadının
çökmesine sebeb olur. Boşama ile hafifçe döğmeyi kıyasladığımızda döğmenin
boşamaya oranla cok hafif bir ceza olduğunu görürüz. Hafif olanı yapmak
şüphesiz daha güzeldllr. Kadını döğmek. islâm düşmanlarının zannettiği gibi
kadına ihanet değildir. Kadını terbiye etmenin yollarından bir yoldur. Güzel
sözden onlamayan, kocasının yatağını terketmesinden ders almayan kadınların
menfaatine olan bir ilaçtır. Çünkü birçok kadın ve erkek vardır ki, ancak
çeşitli terbiye yollarıyla ıslah olabilirler. İşte bundan dolayıdır ki, gerek İslâm
hukukunda, gerekse diğer hukuk sistemlerinde ceza maddeleri konulmuş, hapishaneler
yapılmıştır.»
Reşid Rıza, Menar
isimli tefsirinde şöyle der: rfslâm alimleri kadın döğmenln çok hafif olmasını
şart koşmuşlardır. Ibni Abbas (ra), âyettek «dööün» kelimesinin tefsirinde «El
İle veya misvak gibi ince bir oubuklc döğünüz.» demiştir. Bazı Batı
taklitçileri islârn'ın serkeş bir kadının döğül mesi hükıyıünü çok şiddetli ve
çirkin bir ceza olarak vasıflandırıyorlar. Bun lor için kadınların serkeşlik
etmesi, erkeğin aile reisliği vasfını ortadai kaldırararak kendilerini erkeğin
yerine koymaları ve bu yolla kendilerin kocalarının üstüne çıkarmaları ve
hiçbir nasihati dinlememeleri, kocaları nm yataklarını terketmelerine de
aldırış etmemeleri bir mana İfade etmiyor Oysa bu hal, erkeklere karşı büyük
bir İhanet ve cemiyet nizamını bozmal demektir. Bu taklitçiler serkeş
kadınlarıyla nasıl geçiniyorlar, onları naşı ıslah ediyorlar bilemiyorum.
Şüphesiz kadınları
döğmek aklın ve insan fıtratının hoşlanacağı bir şey değildir. Fakat döğme
cezası, kadının ahlakının ve duygularının bozul duğu, kocanın, karısının ancak
döğme yoluyla ıslah olacağına irrahdıö zaman uygulanır. Şayet kadının huy ve
duygulan düzelir, yapılan nasihat feri güzelce dinlerse veya kocasının yatağını
terketmesi sonucu ıslah olur sa o zamon elbetteki döğmekten kaçınmak farz olur.
Çünkü şerlatte he halin kendine uygun bir hükmü vardır. Ancak bize her
halükarda kodınlar la iyi geçinmemiz emredilmiştir.»
[84]
Allah (cc}'m.
şeriatında döğmek. kadını ıslah yollarından biridir. Faka bu, gefişi güzel
değil ancak zaruret hallerinde yapılabilir. Hatta tabrindeı Ata (ra), «Koca,
sözünü dinlemese dahi karısını döğemez. Ancak öfkelene bilir.* der. Zira
Resufuilah (sav)'c, «Bir kimse karısını döğebilir mi?» dlyı sorulunca, «Sizin
hayırlınız kartlarını döğmeyendir.» cevabını vermiştir. Bı hadisten anlaşılıyor
ki, bazı nadir hallerde erkek karısını döğebilir. Ancal Allah fcc), «...O kavme
ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sazı anlamaya yanaşmıyorlar?» (Nisa:
78) buyurmuştur.
[85]
43- Ey iman edenler,
siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi billnceye ve cünüp İken d© —yolcu olmanız
müstesna— gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hoşta olur, ya bir
sefer üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut
da kadınlara dokunup do bir su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm
edîn, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affedici, çok
varlığayıcıAr.
(Sükörâ):
Sarhoşluk demektir. Ragıpel-İsfahani,
«Sarhoşluk, genellikle
içkiden olur, fakat aşktan ve kızgınlıktan da olabilir.» der.
(Cünuben):
Cünüplük demektir
(Abiri sebilin): Âbiri geçmek, sebil ise yo) demektir.
(El Kâttı):
Kâid, rahat oturulan yer demektir. Buradaki anlamı ise dışkı'dır.
(Lâmestümünnfsâe): Lems kelimesi el ile mesh etmek demektir. Kadına izafe edildiği zaman
cinsj münasebet anlamına gelir.
(Feteyemmemû):
Teyemmüm, lügatta kasdetme demektir.
(Saiden tayyiben): Zeccac: «Said, toprak ve cinsinden olan herşey, tayyib, temiz
demektir. Yani temiz toprak.» der.
(Femsehû): Mesh, birşeye elini sürmek demektir.
(Afüvven ğafuren): Kutlarına müsamahakar, hatalarından vazgeçen demektir.
[86]
Allah (cc), kullarına
sarhoş İken namaza yaklaşmayı yasaklamıştır. Zira sarhoşluk, namazdaki huşuu,
Allah (ccj'a yapılan münacatt, zikir ve duayı engeller. Bu hüküm, içkinin haram
kılınmasındcn önce gelmiştir. İçkinin gelecekte kesin olarak haram kılınacağına
da işaret etmektedir. Çünkü namaz kılan kimse, sarhoş iken kıldığı namazın
kabul edilmeyeceğini bildiği zaman namazlarını geçirmemek için gündüzleri içkj
kullanamaz.
Bilindiği gibi bu
âyetin nüzulünden sonra içki içenler, yatsı namazını kıldıktan sonra
içiyorlardı. Sabah namazına kalktıkları zaman ise sarhoşluktan tam kurtulmamış
oluyorlardı'. Buna göre âyetin icmali manası şudur: Ey müminler, siz sarhoşken
ne söyleyeceğinizi ve namazda ne okuyacağınızı bilinceye kadar namaz kılmayınız.
Cünüp olduğunuzda da gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayınız. Eğer
hastaysanız, su kullanmanız hastalığınızı ağırlaştırır, uzatırsa veya yotcu
iseniz ve su bulamıyorsanız, obdestiniz bozulmuş veya karınızla cinsi
münasebette bulunmuş da su bulamıyorsanız yerden temiz bir toprak alarak
yüzünüzü ve ellerinizi dirseklerinize kadar meshederek namazınızı kılınız. Bu
sizin İçin bîr kolaylık ve Allah (cc)'ın rahmetidir. Zira Allah (cc) size
zorluğu değil1 kolaylığı irade eder. Şüphesiz Allah {cc) cok affedici, çok
yarlığayıcıdır.
[87]
Ayetin nüzul sebebi
Tlrmizî, Ali bin Ebu
Talip (ra)'ten rivayet etmiştir: «Abdurrahman bin Avf (ra) bizi bir yemeğe
davet etti. Yemekle beraber şarap da içtik. Şarap beni sarhoş etti. Namaz vakti
gelince beni İmam yaptılar. Fatiha'dan sonra zammı sure olarak Kafirûn suresini
okurken sureyi, «Sen de ki. ey kafirler, ben sizin ibadet ettiğinize ibadet
edeceğim,» şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine «Ey İman edenler sfz
sarhoşken...» âyeti nazil oldu.» Tirmizi, rivayetinden sonra, «Bu hadis hasen
ve sahihtir.» kaydını ekler.
Fahreddin Razi, âyetin
tefsirinde şöyle der: «Âyetin nüzulünden sonra sahabiler gündüzleri içki
içmezlerdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra İçerlerdi. Sabah namazına
uyandıkları zaman sarhoşluk hali tamamen gitmemiş olurdu. Daha sonra Maide
suresinin 90. âyetiyle içki kesin olarak haram kılındı.»
[88]
Birinci İncelik: Sarhoşluk halinde namaz kılmayı yasaklama hususunda âyetteki,
«Sarhoşken.., namaza yaklaşmayın» ifadesi, «Sarhoşken namaz kılmayın»
ifadesinden daha uygun ve şümullüdür. Çünkü sarhoş bir kimsenin ne okuduğunu
bilmediği için namaz kılması caiz olmadığı gibi abdest alması üa caiz değildir.
Sarhoş, nasıl abdest alacağını da bilemez çünkü. Bu yüzden sarhoşken namaza
yaklaşmak haram olduğundan elbette sarhoş halde namaz kılmamak daha uygundur.
Allahu taala zina bahsinde de «Zinaya yaklaşmayın.» (İsra: 32) buyurmuştur. Bu
emir, yalnız zinayı yasaklamakla kalmıyor, zinaya yaklaştıracak şeyleri de
haram kılıyor. İşte bunun gibi, «Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» emri de yalnızca
sarhoşken namaz kılmayı haram kılmıyor, bu duruma vesile olan içkiyi de namaz
vakitleri İçin haram kılıyordun
Bazı alimlere göre.
«Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» ifadesinden maksat, camilere yaklaşmamaktır.
Fakat bu görüşü âyetin sonundaki. «Ne söyleyeceğinizi bllfnceye kadar» İfadesi
kesinlikle reddetmektedir.
İkinci İncelik : Kur'onm içkinin haram kılınması hususunda merhaleli bir yo! takip
etmesi, İslâm şeriatının büyüklüğüne delalet eden parlak bir delildir. Zira
Araplar su içercesine içki içerlerdi. Eğer içki kademeli olarak yasak
edilmeseydi de başlangıçta tek bir emirle yasaklansaydı içkiyi bırakmak onlara
çok ağır gelir, içkiye karşı olan alışkanlıklarından kurtulmaları mümkün
olmazdı.
Nitekim Hz. Ayşe.
«Haramların bildirilmesinden önce tevhid akidesini, cennet ve cehennemi
bildiren uzun ve geniş âyetler geldi. İslâm nuru kalblere İyice yerleştikten
sonra helâl ve haramları bildiren âyetler geldi, içkiyi haram kılan âyetler
kademeli olarak değilde direkt olarak «içkj İçmeyin» şeklinde nazil olsaydı
Araplar, «Biz katiyen içkiyi terketmeyeceğiz» diyeceklerdi.» demiştir.
Üçüncü İncelik:
«Ey İman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar...» âyeti,
namazda ne ve nasıl okunacağının bilinmesinin, tesbihatın ve huşu ile kılmanın
mutlaka şart olduğuna işaret eder. Zira sarhoş kimse iyi ile kötüyü birbirinden
ayıramadığı glbj namazda ne ve nasıl okuduğunu da bilemez.
Bir bakıma dünya
işlerine çok dalan kimseler de sarhoşlar gibi ne okuduklarını, ne kıldıklarını
bilmezler. Bunların dalgınlık halleri de tıpkı sarhoşluk haline benzer. Bu
sebeble bazı alimler âyetteki «sekr» halinin yalnız içkiden değil, uykusuzluk
ve dünya işlerine fazla dalmaktan da gelebileceğini söylemişlerdir. Bu görüş
mana itibariyle herne kadar doğruysa da âyetin nüzul sebebi bunun doğru bir
tefsir olmayacağını bildirmektedir.
Dördüncü İncelik: Kur'anda birşeyin acık açık İfade edilmesi yerine kinayeli olarak
anlatılması, onun adablarındpn biridir. Bu, ümmetin de aralarındaki
konuşmalarda birbirlerine karşı edebli olmaları lazım geldiğini
göstermektedir. Bu âyette de büyük abdest yerine açukur yer» anlamına gelen
«gaid» kelimesi bu yüzden kullanılmıştır. Çünkü insanlar büyük abdest
yapacakları zaman genellikle halkın gözünden gizlenmek için çukur bir yer
ararlar. İşte Kur'an, yapılacak işi İsmiyle —büyük abdest— değil, yapılacak
yerin ismiyle ifade etmiştir. Yine cinsi münasebet karşılığı olan «cima»
kelimesi yerine, dokunmak anlamına gelen «lems» kelimesi kullantlmtştır. Zira
cima kelimesini kullanmak hiçde güze! bir ifade ol-' mazdı. Görüldüğü gibi
âyette İki ayrı yerde kinaye yapılmıştır. Bundan daha ince ve zarif bir ifade
tarzı da düşünülemez.
Besinci incelik:
Sahabiler, Resulullah (sav) ile beraber bir yolculukta idiler. Bir ara Hz.
Ayşe'nin ziynetlerinin ipi koparak yola döküldüler. Resululloh, Hz. Ayşe ve
sahabrler ziynetleri aramaya başladılar. Hz. Ebu-beklr kızına kızarak, «Sen ne
yaptın, Resulullah (sav) ve ashabını susuz bir yerde durdurarak meşgul ettin.»
dedi. Bunun üzerine teyemmümü emreden (mevzumuz) âyet nazil oldu. Resulullah
(sav) hem âyeti, hem de hükmünü ilan ederek önce kendisi teyemmüm etti ve
ashaba da tarif etti. Herkes teyemmüm ettikten ve namazlarını kıldıktan sonra
yola çıkmak istediler. Hz. Ayşe'nin yere çökmüş olan devesini kaldırınca
ziynetler devenin altından çıktı. Ashabtan Hüseyr oğlu Üseyd (ra), «Ey
Ebubekir kızı, bu sizinle gelen ilk bereket (teyemmüm) değildir. Allah (cc)
sana çok rahmet etsin. Ben Ailah (cc)'a yemin ederim kj senin sevmediğin bir iş
başına gelirse Allah (cc) sana ve müslürnanlara çok hayır verir ve bir çıkış
yolu gösterir.» dedi.
[89]
Alimler âyetteki
«salat» kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Müfessirlerin çoğuna
göre <ısaiat»tan maksat bizzat namazdır. İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü de
budur. Bu görüş aynen Hz. Ali. Mücahid (ra) ve Katade (ra)'den de rivayet
edilmiştir.
Bazı alimlere göre ise
âyetteki «salat» kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak mescidlerdir.
Bu görüşe göre âyetin manası, «Sar-hoşken namaz kılınacak yerlere (mescidlere)
yaklaşmayın» olur. İmam' Şafii (ra)'nin görüşü de bu yoldadır. Bu görüş İbni
Mesud (ra) ve Sald bin Müseyyib (ra)'ten de rivayet edilmiştir.
Birinci görüşün
delili: Şüphesiz Allah (cc). «Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bitinceye
kadar namaza yaklaşmayın» buyurmuştur. Âyetteki, «Ne söyleyeceğinizi bilinceye
kadar» ifadesi bizzat namaza yaklaşmamaya delalet ediyor. Çünkü mescfdde söylenmesi
meşru kılınan bir söz yoktur ki, sarhoşluk ona mani olsun. Namazda ise meşru
kılınan dua, kıraat ye zikir vardır ki, sarhoşluk hali onları düzgün okumaya
manidir. Bundan dolayı, âyetteki «Namaza yaklaşmayın» ifadesinden anlaşılan
bizzat namazdır, öyleyse âyetin manasını mecazi olarak tefsir etmekten hakiki
anlamı anlamak daha evladır.
İkinci görücün delili:
Bir manayı uzaklık ve yakınlık İtibariyle yakın olan birşeye hamletmek,
bilhassa gözle görülen şeylerde daha evladır. Bu bakımdan âyetteki «satat»
kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak yerdir. Eğer âyetteki «Namaza
yaklaşmayın» emrinden maksadın bizzat namaz olduğunu kabui edersek, bunu peşine
gelen istisna {yolcu olmanız müstesna) sahih olmaz. Zira burada «yoldan geçiş»
anlamına gelen «âblrt sebilin» İfadesi «namaz yerlerine yaklaşmayınız»
İfadesinden istisna ediliyor. Buna göre âyetin akışı mealen şöyledir: «Ey
müminler, siz sarhoşken, cünüp iken, ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar namaz
kılınacak yerlerden geçmeyin. Şayet yolunuz mutlaka oradan geçiyorsa hiçbir
şey yapmadan geçebilirsiniz.» Bu tefsire göre âyetin yasakladığı şey, cünüp
veya sarhoş kimsenin camiye girmesidir. Ancak geçiş yerleri mescld ise
geçebilirler.
Birinci görüşün
sahipleri âyetteki «yoldan gecfş» anlamındaki «âblrl sebilindi su bulamayan
yolcu olarak tefsir etmişlerdir. Kİ, su bulamayan yolcu teyemmüm ederek
namazını kılar.
ibni Cerir et-Taberi,
birinci görüşü tercih ederek, *Akla İlk gelen budur.» demiştir. «Zira bir
kelimeyi mecazi manasından önce hakiki manasıyla anlamak daha evladır. Ayrıca
âyetin nüzul sebebi de bu görüşü teyid etmektedir.»
[90]
Tefsir-i Menar sahibi
Reşid Rıza'nın görüşü de şöyledir; «Âyetteki «salat» kelimesinden maksat, İmam
Şafii (ra)'nfn dediği gibi, «namaz kılınacak yer» değil, bizzat^namazdır. Zira
«namaza yaklaşmayı» yasaklamak, namaz kılınacak yeri yasaklamaya delalet etmez.
Arapcada bir işi yasaklamak için «ona yaklaşmayın» tabiri çok kullanılır. Bu
tür yasaklamalara bilhassa Kur'anda cok raslanılır. Nitekim zinayı yasaklama,
İsra Suresi 32. âyetinde, «zina yapmayın» İfadesiyle değil, «Zinaya
yaklaşmayın» tabiri ile olmuştur. Bu tür yasaklama, hem yasaklanan şeyi, hem
de ona götürecek yolları birlikte yasaklamaktadır.»
[91]
Bu İki görüş sahipleri
arasındaki İhtilafın meyvesi, şer'î bir hüküm olarak tezahür eder. Kİ bu, cünüp
olan bir kimsenin mescide girmesinin helal olup olmadığıdır. Birinci görüşe
göre âyette mescide girmenin haram olduğuna dair bir İşaret yoktur. Mescide
girmenin haram olduğu sünnetle tesbit edilir. Resulullah (sav), «Cünübün ve
adet gören kadının camiye girmesi haramdır.» buyurmuştur.
İkinci görüşe göre
âyet doğrudan doğruya cünüp kimsenin camiye girmesini haram kılmaktadır. Ancak
yolu camiden geçiyorsa durmaksızın, herhangi bir yoldan geçtiği gibi geçer
gider.
[92]
Âyet, teyemmümü mubah
kılan dört sebeb beyan etmiştir: Hastalık, yolculuk, ayak yolunda abdest bozup
su bulamamak, cinsi münasebette bulunduktan sonra gusül için su bulamamak.
Yolculuk, su bulunmayan yerde teyemmümü mubah kılmaktadır. Türü ne olursa
olsun, hastalık esnasında su bulunmaması veya suyun hastaya zarar vermesi
halinde de teyemmüm yapılabilir. Zira Allah (cc), «...Su bulamasamz o vakit
temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün» buyurmuştur.
Âyetteki «Su bulamasanız» kaydı, kendinden önce sayılan hastalık, yolculuk vb,
durumların hepsini şamildir. Çünkü yolculuk sırasında su bulunmayabilir. Hasta
da suyu kullanmaktan korktuğu takdirde teyemmüm etmesi mubah olur. Yanında su
bulunsa da onu kullanamaması, hükmen su bulamaması gibidir. Nitekim hastanın
teyemmüm etmesinin mubah olduğuna delalet eden birçok hadis vardır, örnek
olarak bunlardan ikisini aktaralım: Cabir (ra)'den rivayet edilmjştir: «Bir
yolculukta idik. İçimizden biri başına düşen bir taşla yaralanmıştı. Yaralf
halde iken ihtilam olunca, «Siz benim teyemmüm etmem için bir ruhsat
biliyormusunuz?» diye sordu. Biz ona, «Senin su kullanmaya gücün yettiği halde
sana ruhsatı nereden bualalım?» dedik. Arkadaşımız gusletti. Arkasından
başındaki yara azdı ve öldü. Seferden döndükten sonra durumu Resululfah (sav)'a
haber verdik. Resulullah, «Onlar onu öldürmüşler, Allah {cc) da onları
öldürsün. Haberiniz olsun. Bilmediklerinizi sorun. Ac'zi tedavi eden sormaktır.»
[93]
buyurdu. İşte bu hadis, su kullanmak hastalık bakımından tehlikeli olduğu
zamanlarda teyemmüm etmenin mubah olduğuna en açık bir ifade ile delalet
etmektedir. Böyle bir hadis de Amr bin As (ra)'tan rivayet edilmiştir:
«Zatü's-selasil savaşında çok soğuk bir gecede ihtilam olmuştum, ölmemden veya
ağır hastalanacağımdan korktuğum için teyemmüm ederek arkadaşlarımla beraber
sabah namazını kıldım. Arkadaşlarım benim teyemmümle namaz kıldığımı
Resulullaha haber verince bana, «Ya Amr, cünüp olduğun halde arkadaşlarınla
nasıl namaz kıldın?» dedi. Gusül yapmama mani olan soğuğu anlatarak «Ya
Resulullah (sav), senden Allah (cc)'ın, «...Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok
ki Allah (cc) sizi çok esirgeyicidir.» (Nisa: 29) âyetini duydum.» dedim.
Resulullah güldü ve bana hiçbir şey söylemedi.»
[94]
Amr bin As (ra)'ın
rivayet ettiği hadisten, umumu İfade eden âyetlerden de hüküm çıkarmanın sahih
olduğu anlaşılıyor. Ancak bu hükmü ancak ictthad yapma vasıflarına sahip olan
kimseler çtkarabllfr. Âyetten hüküm çıkardığına göre Amr bin As (ra)'ın
müctehid olup olmadığı sorulabilir, Ashabın ekserisinin müctehid oldukları ehli
sünnet alimlerfnce kabut edilen bir gerçektir. Elbetteki Amr bin As (ra) gibi
bir dahi de fctihad yapmaya yetkiliydi. Zira Resulullah (sav)'ın dünya
işlerini istişare ettiği büyük sahabilerden biri de odur ve ona dahilik vasfını
bizzat Resulullah vermiştir.
Umumu ifade eden
âyetten hüküm çıkarıtablldiğine göre teyemmüme ruhsat veren âyette neden hasta,
yolcu ve evinde olduğu halde su bulamayanlar ayrı ayrı zikredilmiştir? Çünkü
yolculukta genellikle su bulunamadığı ve hastalığın teyemmümü mubah kılan
sebeblerden olduğunun bildirilmesi icın bunlar âyette özellikle ve müstakil
olarak zikredilmişlerdir. En doğrusunu Allah (cc) bilir.
[95]
Sahabiler ve tabiin
âyetteki «mülaseroet»ten maksadın ne olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir. Hz.
Ali, İbni Abbas (ra) ve Hasan-ı Basri {raj'ye göre «miilasemet» (kadınlara
dokunmaktan maksat cinsi münasebettir. Hanefiler de bu görüştedir.
Abdullah bin Mesud
(ra), Abdullah bin Ömer (ra) ve Şa'bî (ra)'ye göre de âyetteki «mülasemetuten
maksat, kadının elinin erkeğe, erkeğin etinin kadına dokunmasıdır. İmam Şaîii
(ra)'rrtn görüşü de budur.
Bu iki görüşten daha
doğru olanı, «mülasemet»! «cinsi münasebet» kabul eden görüştür. Resulullah
{savj'tan gelen sahih haberler de bu görüşü teyid ekmektedir. Nitekim
Resulullah (sav), abdest aldıktan sonra bazı kadınlara elini dokundurduğu
halde yeniden abdest almadan namaz ktlardı. Hz. Ayşe'den sıhhatinde şüphe
olmayan şöyle bir rivayet yapılmıştır: «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra
kadınlarına elini dokundurur, yeniden abdest almadan da ncmoz kılardı.»
[96]
Hadîsler gösteriyor ki, eğer âyetteki «kadınlara dokunmak» tabiri elle dokunmak
dsaydı Resulullah (sav)'ın zevcelerine eliyle dokunduktan sonra yeniden abdest
alması gerekirdi.
Fakihler elle kadına
dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.
İmam-ı Azam (ra)'a
göre, cinsi ilişki olmadan ister şehvetle İster şeh-vetslz erkeğin çıplak
yerinin kadının çıplak yerine değmesi abdesti bozmaz.
İmam Malik (ra)'a göre
erkeğin çıplak yeri kadının çıplak yerine şehvetle dokunursa abdest bozulur.
Şayet bu dokunma şehvetsîz olursa abdesti bozmaz.
Hanefilerin delili:
Kadına el veya diğer bir uzuvla dokunmanın abdesti bozmadığını Hz. Ayşe'den
rivayet edilen, «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra kadınlarına elini
dokundurur, yeniden abdest almadan namaz kılardı.» hadisi ile yine Hz.
Ayşe'den rivayet edilen, «Bir gece uyandığımda Resulullah (sav)'ın yatağımda
olmadığını gördüm. Yatağın etrafında onu elimle ararken elim onun ayağının
altına değdi. Resulullah (sav) secdede idi ve «Ya Rabbt, ben senin rızan ile
gazabından sana sığınırım.» diye dua ediyordu.» hadisi ack şekilde
göstermektedir. Eğer elle dokunmak abdesti bozsaydt Hz. Ayşe'nin çıplak elle
ayağına dokunması üzerine Resulullah namaza devam etmezdi, öyleyse âyetteki
«kadınlara dokunmaktan maksat kinayeli olarak cinsi münasebettir. İbni Abbas
(ra)'ın da âyeti böyle tefsir ettiği nakledilmiştir.
«Lems» kelimesi herne
kadar «el ile dokunma» anlamında İse de, Kur'-anda birçok defa kinaye yoluyla
«cima» kelimesi yerine kullanılmıştır. Nitekim, «Eğer siz onları kendilerine
temas etmeden (dokunmadan) bo-şar...» (Bakara: 237), «Ey İman edenler, mümin
kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan onlan boşadığınız zaman,
sizin İçin üzerlerine sayacağınız bir M de t yoktur.» (Ahzab: 49) ve «Kadınlarından
zihar ile ayntmok isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için)
birbirleriyle temas etmezden (dokunmazdan) önce bîr köle azat etmek
(lazımdır)...» (Mücadele: 3) âyetlerinde «cima» kelimesi müstehcen olduğundan
kulla-mlmayarok yerine «lems» (dokunma) veya «mesh» kelimeleri kullanılmıştır.
Bu âyetlerde «cima» kelimesi yerine kinayeli olarak «lems» kelimesinin
kullanılması gösteriyor ki, âyetteki, «kadınlara dokunup da» İfadesinden maksat
elle dokunmak değil, cinsi münasebettir.
Şafiilerin delili:
İmam Şafii {ra), âyetteki «kadınlara dokunup da ifadesinin zahirine dayanarak
kadınlara elle dokunmanın abdesti bozacağına hükmetmiştir. İmam Şafii (ra)'ye
göre. «dokunup do» kelimesi yalnız elle dokunmayı anlatmak İçin kullanılır.
«Cima» karşılığı olarak ise ancak kinaye veya mecazen kullanılabilir. Bir
kelime hem hakiki, hem de kinayeli
manası anlaşılabilecek şekilde kullanılırsa kelimeyi hakiki manası ile anlamak
esastır. Ancak hakiki manasını almak zor ve İslâmî kurallara aykırı ise o
zaman mecazi veya kinaye manası alınır. Kurradan Ham-za ile Kesaî'nin
kıraatleri de —ki onlar âyetteki «lâmese» kelimesini «le-mese» şeklinde
okumuşlardır— İmam Şafii (ra)'nin görüşünü teyid etmektedir. Öyleyse âyetteki
«lems» kelimesini hakiki manası İle «el tle dokunmak» şeklinde tefsir etmek
daha evladır.
İbni Rüşd,
Bidayetü'l-Müctehid adlı kitabında şöyle der: «Alim ve fa-kihlerin kadına
dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı hususunda ihtilaf etmelerinin sebebi,
«tems» kelimesinin iki manayı birlikte İfade etmesinden ileri gelmektedir.
Araplar, «tenis» kelimesini «elle dokunmak» anlamında kullandıkları gibi,
kinayeli olarak «cima» karşılığında da kullanırlardı.
«8u ifadelere göre
alimlerden bir kısmı âyetteki «kadınlara dokunup da» ifadesini kinaye manası
olan «clmasyı anlayarak abdestin el veya diğer bir uzvun dokunmasıyla değil,
ancak cinsi münasebetle bozulacağı görüşüne varmışlardır. Alimlerin diğer kısmı
ise, âyetteki «kadınlara dokunup da» ifadesinin hakiki anlamı olan «elle
dokunma»yı esas alarak elle dokunmanın abdesti bozacağı hükmüne ulaşmışlardır.
Bir kelime hakiki manası ile kinaye manası arasında dönerse en doğrusu onu
hakiki manasıyla anlamaktır. O kelimeyi mecazi manası ile anlamak ancak karine
yoluyla veya hariçten bir delille mümkün olabilir.
«Kadınlara dokunup da»
İfadesinden maksat cinsi münasebettir diyenleri sözleri bir kelimenin devamlı
ve yaygın şekilde mecazi manasıyla kullanılması halinde doğrudur. Nitekim
«gaid» kelimesinin asıl anlamı insanların defi hacet yaptıkları yerin adı olsa
bile sürekli mecazen büyük abdest yerine kullanılır. Bu yüzden «gatd» kelimesi
nerede görülse akla hemen asıl manası değil, mecazi manası gelir,
Bana göre, «lems»
(dokunma) kelimesi herne kadar İki anlama geliyorsa da mecazi anlamı olan
«cimanyı ifade etmektedir.
[97]
Bize göre, âyetteki
«kadınlara dokurtmakntan maksadın cinsi münasebet olduğunu kabul eden görüş
tercihe daha şayandır. Zira bu görüş yukarıda iktibas edilen hadislerle de
teyid edilmektedir. Ayrıca «dokunmak» kelimesi kadınlara nisbet edildiğinde
genel olarak tccima» anlamına gelir.
Yine «veti» (ayak
basma) kelimesi de kadınlara nisbet edildiğinde yalnızca cinsj münasebet
anlaşılmaktadır. Her ikisi de halk arasında böyle anlaşılır. En doğrusunu
Allah bilir.
[98]
Lügat alimleri
âyetteki «said» kelimesinin manasında İhtilaf etmişlerdir. Bazı lügatcilere
göre «saidnden maksat «düz toprakntır. Bazı lügat alimlerine göre de «saidnden
maksat yerde bulunan toprak ve benzeri şeylerdir. Bazılarına göre ise, «said»,
bitki ve ağaç bulunmayan yer parçası demektir.
Fıkıh alimleri de
lügat alimlerine istinad ederek teyemmüm edilecek toprak hususunda ihtilaf
etmişlerdir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre yerden çıkan taş. toprak, kerpiç,
kiremit gibi herşeyle teyemmüm edilmesi caizdir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre ise teyemmüm ancak el yere vurulduğu zaman c!e yapışan —kum hariç—
toprakla yapılırsa caizdir.
Ebu Hanife'nin delili:
Delil, âyetin zahiridir. Zira Ebu Hanife (ra)'ye göre teyemmüm, kasdetme
manasırtdadır. Âyetteki «teyemmüm edin» emrinin manası, «kastedin»dir. «Said»
ise yeryüzünden kalkana denir. Buna göre âyetin anlamı, «siz, temiz bir yeri
kastediniz»dir. Öyleyse yalnızca temiz bir yere kasdetmek kafidir. O yer ister
taş, toprak olsun, ister kerpiç, tuğla ve kiremit gibi şeyler olsun farketmez.
İmam Ebu Yusuf (ra)'a
göre İse teyemmüm edilecek şeyin ya toprak veya toprak gibi ince kum olması
şarttır.
Şafii'nin delili: İmam
Şafii (ra) iki yönle delil getirmiştir. Birisi şudur: Allah |cc) «saidnin temiz
olmasını farz kılmıştır. Temiz yerden maksat da bitkilerin biteceği topraktır.
Çünkü Allah (cc), «(Toprağı verimli) temiz memleketin nebatı, Rabbinin izniyle
(bol) çıkar...» (Araf: 58) buyurmuştur. Bu âyet işaret ediyor ki, bitkinin
bitmediği birşey (toprak) temiz olamaz. Binaenaleyh temiz olan ancak
topraktır. Teyemmüm de yalnız toprakla yapılabilir. Başka şeyle yapılamaz.
İkincisi ise şudur:
Âyet. mutlak bir ifade ile varid olmuştur. Nitekim başka bir âyette de Allah
(cc), «...O vakit tertemiz bir toprakta teyemmüm edin. Binaenaleyh (niyetle)
ondan yüzlerinize ve ©iterinize sürün...» (Mai-de: 6) buyurmuştur. Bu âyette
teyemmüm kelimesi Türkçe karşılığı «ondan» demek olan «mlnhü» kelimesiyle
kayıtlanmıştır. Kayıt olan «nûnhü» zami-
ri kendinden önceki
«toprak» kelimesine icra olunur. İşte bundan da anlaşılıyor ki, üzerinde
toprak olmayan kaya parçasıyla veya herhangi bir cisimle teyemmüm etmek caiz
olmaz. Teyemmüm ancak temiz toprakla olur, başka blrşeyle olmaz.
Burada İmam Şafii
(ra)'nin görüşü tercihe daha şayandır. Bilhassa Resulullah (sav)'m, «Su
bulunmadığı zaman müslümanın temizleyicisi (ab-destte kullanacağı şey) temiz
topraktır.» hadisinden de teyemmümün yalnız temiz toprakla yapılabileceği
açıkça anlaşılmaktadır.
[99]
1- Sarhoş
birinin sarhoşluk hali geçinceye kadar namaz kılması haramdır.
2- Cünüp
olan bir kimseye namaz kılmak, Kur'an okumak ve cdmi-ye girmek haramdır.
3-
Hastaların ve su bulamadıkları zaman yolcu ve abdestsizlerin teyemmüm etmeleri
caizdir.
4- Su bulunmayan
yerde müslümanın abdesti ve guslü İçin temiz toprak kafidir.
5-
Teyemmümde yüz ve dirseklere kadar ellere meshedilir.
[100]
92- Bir müminin diğer
bir mümini yanlışlık eseri olmayarak öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini
yanlışlıkla öldürürse mümin bir köleyi aza-detmssl ve (Ölenin) ailesine
(mirasçılarına) teslim edilecek bfr diyet (kan pahası) vermesi tazimdir.
Meğerki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışlamış oîsunlar. Eğer (öldürülen)
mümin olmakla beraber size düşman bfr kavimden ise o zaman (öldürenin) mümin
bir köle azadetmesi lazımdır. Şayet kendlterryle aranızda anlaşma okm bir
kavimden ise o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mümin bir köle
azadetmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa (bulmaktan aciz ise) Allah
(tarafın)dan tövbestfnin kabulü) için
birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allah, her (şeyi) bilendir,
gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.
93- Kim bfr mümini
kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere, cehennemdir. Al/ah
ona gozabetmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azato hazırlamıştır.
94- Ey iman edenler, Allah (cc) yolunda harbe
çıktığınız zaman (meselelerin) tam
açıklanmasını bekleyin. Size (müslümanca) selem verene dünya hayatının (geçici)
menfaatini arayarak, «Sen mümin değilsin» demeyin, İşte Allah (cc) katında
birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allch (cc) size lütfetti. O
holde (meselelerin) iyice açıklanmasını bekleyin. Şüphesiz ki Alfah ne
yaparsınız hakkıyle haberdardır.
(Fetahrirü ):
Hürriyet verme, azadetme.
(DiveUin):
Diyet, ölen adamın varislerine kan bedeli olarak verilen para veya mal.
(Müsellemetün):
Lugatto teslim edilen şey demektir. Âyetteki anlamı tse. öldürülen adamın
varislerine diyet olarak teslim edilen mal demektir.
:Tasadduk etme
manasındodır.
(Mfsâgun):
Söz vermek.
(Darcbtüm): Darb birkaç anlama gelir. Elfe, sopayla veya
kılıçla yere vurmadır. Âyetteki anlamı ise yolculuk yapmadır.
(Fetebeyyenû): Tebeyyun, birşeyin açıklanmasını İstemek.
(Esselâme) : Silahı atarak teslim olmak.
(Arada): Araz. yok olmaya mahkum olan şey demektir.
Âyetteki manas! ise dünya metaldir.
(Meğânime): Meğânim. mağnem'in çoğuludur. Savaşta
düşmandan ganimet olarak alınan mala denir. Âyette ise güzel ve çok büyük
anlamındadır.
[101]
Allah (cc). icmalen
şöyle buyurmaktadır: Mümin bir kimseyi öldürmek, müminlerin haline Yak'Şmaz.
Ancak hataen öldürürse, o zaman katilin bir mümin köleyi azadetmesi ve ölen
kimsenin varislerine diyet ödemesi gerekmekledir Eğer onlar affederek kendi
arzularıyla diyetten vazgeçerlerse o zaman diyet vermesi farz değildir.
Hataen öldürülen kimse
mumm olmakla birlikte kafir ve düşman bir kavme mensubsa o zaman katile farz
olan yalnızca bir köle azadetmektir. Öldürülen şahsın yakınları musluman
olmadıklarından bunların müslü-manlara karşı savaşmaları her zaman mümkündür.
Bu sebeble onlara verilen diyet, muslumanlara karşı savaşmaları için mal
vermek, dolayısıyla düşmonlora yardım etmek demektir.
Hotaen öldürülen kişi
İslâm ülkesinde yaşayan ve cizyesini veren bir gayri müslim ise, katile farz
olan, mümin bir köle azadetmek ve ölenin varislerine diyet Ödemektir.
Şayet katil köle
azadedecek ve diyet ödeyecek güce sahip .değilse o zaman aralıksız olarak iki
ay oruç tutması lazımdır. Bu do Allah (cc}'ın onların günahlarım affına sebeb
olacak bir lutfudur. Allah (cc) herşeyi çok iyi bilen ve vazettiği kanunlarda
da hüküm ve hikmet sahibidir.
Allah (cc( kasten adam
öldürenlerin cezasını da şöyle beyan etmiştir: Kasdert adam öldüren için hataen
öldüren gibi kefaret yoktur. Ona kafirlere vadedrlen cehennemde ebedi olarak
yanma cezası vadedilmiştlr. O dünyada da devamlı Allah (cc)'ın gazab ve
lanetine müstahaktır. Bu dünyadaki ceza, kıyamet günü çarpılacağı azabın
dışındadır.
Cenabı Aflah, adam
öldürmenin cezasını beyan ettikten sonra cihada çıkan müminlerin karşılarına
çıkan İnsanları hemen öldürmemelerini, kesinlikle emin olmak İçin durumlarını
araştırmalarını emretmektedir. Savaşta da olsa bir kimsenin öldürülmesi için
küfrünün tahakkuk etmesi lazımdır. Şayet bir kimse silahını bırakıp
müslümanlara teslim olur veya müsîüman olduğunu açıklarsa onun malına tamaen
öldürülmesi haramdır.
Allah (cc),
müsiümanlara kendilerinin de daha önce müşrik ve kafir olduklarını hatırlatarak
onları hidayete getirenin de kendisi olduğunu beyan etmektedir.
[102]
1- Ebu
Cehil'in anneden kardeşi Ayyaş bin Ebl Rebia Ira) İslâm'ı kabul ettikten sonra
akraba ve kavminden korkarak Medine'ye kaçtı. Annesi oğlu dönünceye kadar
yemek yemeyeceğine, su içmeyeceğine ve bir gölgede oturmayacağına yemin etti.
Kadının yemini üzerine Ebu Cehil, Haris bin Yezid ile birlikte Medine'ye
kardeşinin yanına gitti. Ona, «Sen Muhammed'İn dini üzere değil misin? O sana
sıla-i rahmi emretmiyor mu?» diye sordu. O da «Evet» dedi. Bunun üzerine Ebu
Cehil, «Öyleyse senin dinine kimse karışmayacaktır. Mekke'ye dönerek annene
iyilik yap.» dedi. Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onlarla birlikte Mekke'ye döndü.
Mekke'ye yaklaşınca Ebu Cehil kardeşinin elini bağladı. Kendisi yüz değnek,
arkasından da Haris yüz değnek vurdu. Bunun üzerine Ayyaş, Haris'e «Ebu Cehil
kardeşim olduğu Icin vuruyor. Sen niçin vuruyorsun? Birgün seninle Karşılaşırsak
seni öldüreceğim.» dedi.
Elleri bağlı olarak
anneskıin yanma getirdiler. Annesi, «Eski dinine dönünceye kadar ellerini bağlı
tutun» dedi. Ayyaş da taklyye yaparak eski dinine döndüğünü söyledi. Daha
sonra yeniden Medine'ye hicret etti. Bu arada Haris bin Yezid de müsîüman oldu.
Fakat Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onun müsîüman olduğunu bilmiyordu.'Bfrgün bir
yerde karşılaştılar. Ayyaş, daha önceki niyetini gerçekleştirmek için onu
öldürdü.
Daha sonra onun
müsîüman olduğunu öğrenen Ayyaş, yaptığına pişman olarak Resulullah (sav)'a
geldi ve «Ya Resulullah, müsîüman olduğunu bilmeden Haris'i öldürdüm.» dedi.
Bunun üzerine, «Bîr müminin diğer bir mümini yonhşltk eseri olmayarak öldürmesi
yakışmaz...» âyeti nazil oldu.
[103]
2- Ahmed bin
Hanbel (ra) ve Tirmizi, İbni Abbas (ra)'tan rivayet etmişlerdir: «Arapların
Beni Selim kabilesinden bir kişi sahabilerin yanından koyunlarıyla birlikte
geçerken hoşnutsuzlukla selam verdi. Sahabiler, «Bu adam bizden korunmak (emin
olmak) için selam verdi.» diyerek onu öldürdüler. Koyunlarını da alarak
Resulullah (sav)'ın yanına geldiler. O anda, «Ey İman edenler, Allah (cc)
yolunda harbe çıktığınız zaman...» âyeti nazil oldu.
[104]
Birinci İncelik: Birşeyi yasaklamak iki türlü oHır. Birisi o şeyin halini, diğeri de
kendisini yasaklamadır. Birşeyin halini yasaklamak bizzat o şeyi yasaklamaktan
daha tesirlidir. Nitekim AHah (cc), «Sizin Adabın peygamberine eza vermeniz
(doğru) ofmadıfğı gibi)...* (Ahzab: 53), «Alloha eş koşanların.., Allahm
mescfdterlnl imar etmelerine {ehliyetleri) yoktur.» (Tevbe: 17) âyetleri,
görüldüğü gibi, fiilleri değil, o fiilin halini yasaklamaktadır. Ahzab
süresindeki âyette, «Siz Allahm peygamberine eza vermeyin» yerine, «Slztn
AMghın peygamberine eza yermeniz inancınızdan dolayı doğru olmaz.» ifadesi
kullanılarak eziyet fiili İle beraber eziyetin düşünülmesi dahi
yasaklanmaktadır.
Tevbe süresindeki
âyette ise, müşriklere direk olarak «Allahm mescidlerini inşa etmeyin»
denilmeyerek «Müşriklerin Aflahtn mescldlerlnl İnşa etmeye ehliyetleri yoktur.»
denilerek o fiilin bizzat kendisi değil, onu düşünmek, tasavvur etmek dahi
engellenmiştir.
Mevzumuz âyette de
Allah (cc), «Bir müminin başka bir mümini öldürmesi onun müminlik şanına
yakışmaz» buyurmuştur. Zira adam öldürmek veya ona benzer fiilleri mümin bir
kimsenin imanlı iken yapması tasavvur edilemez. Çünkü onun imanının iradesi
üzerindeki hakimiyeti onun kasden adam öldürmesine mani olur. Şu kadar varki,
mümin kişi bazan hataen adam öldürebilir.
İkinci İncelik:
Âyette «affetme»nin «sadaka» olarak ifade edilmesi, jffın ne kadar faziletli
birşey olduğunu gösterdiği gibi, hataen öldürülen adamın yakınlarını, katili
affetmelerini ve diyeti almamalarını teşvik etmektedir. Dolayısıyla da
müminlere yardımlaşma, bağışlama gibi güzel ahlâkı
öğütlemektedir.
Üçüncü incelik:
Kasden adam öldürmenin ağır cezasını Allah (cc), «Kim bir mümini kasden
Öldürürse c«ası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennemdir. Allah ona gazab
etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azab hazırlamıştır.»
şeklinde beyan etmiştir. Görüldüğü üzere Allah (cc), kasden adam öldüren bir
katili üc ayrı ceza ile cezalandıracaktır.
1- O,
cehennemde ebedi olarak kalacaktır.
2- Allah
(cc)'ın gazab ve lanetini haketmiştir.
3- Allah
(cc) ona ahirette şiddetli bir azab hazırlamıştır.
Resulullah (sav) bir
hadislerinde «Dünyanın zevali (yok edilmesi) Allah katında mümin bir kimsenin
kasden öldürülmesinden daha hafiftir.»
[105]
buyurmuştur. Diğer bir hadisde de, «Bir müminin kasden öldürülmesine en küçük
bir yardımda bulunan kişinin alnına kıyamet günü, «Allah (cc)'ın rahmetinden
ümitsizdir.» yazılacaktır.» buyurulmuştur.
[106]
Bu hadislerde kasden adam öldürmenin ne kadar
büyük bir günah olduğu en acık bir ifade iîe bildirilmektedir. Hatta İbni
Abbas (ra), kasden adam öldürenin tövbesinin kabul edilmeyeceği görüşündedir,
Zemahşerî. Keşşaf
isimli tefsirinde şöyle der: «Ben o kavme hayret ederim ki, kasden adam öldürmenin cezasını
bildiren âyet ve hadisleri ve İbni Abbas
(ra)'ın bu husustaki görüşünü bildikleri halde yine de mü- min bir kimseyi
öldüren ve tövbe etmeyen katilin affedilmesini diler ve beklerler. Onlar ya
Kur'anı düşünerek okumuyorlar veya kalbleri karardığı için Kur'an onlara
tesir etmiyor.»
Dördüncü incelik: Âyetteki, «Cehennemde ebedi kalıcıdır» ifadesi ya «bir mümini kasden
öldürmek helaldir.» inancına sahip olanlara hamle^ dilir veya «Ebedi
kalıcıdırlar» ifadesinden katilin cehennemde cok uzun zaman kalacağı anlaşılır.
Zira lügat alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden «hüküd» kelimesinin «uzun
müddet» karşılığında kullanıldığını söylemek-. tedirler. Nitekim halk
içerisinde «Allah (cc) o kimseyi ebediyven mesud etsin» veya «Ebediyyen hapiste
kalsın» denilince bundan kasdedilen uzun müddettir. Bu ifadelerden sonsuzu
ifade eden ebediyyet anlaşılmaz. Çünkü . dünyada sonsuz kalacak birşey yoktur.
Görüldüğü gibi, «hüküd» kelimesi çok zaman sonsuz değil «uzun zamanm ifade
eder. Ehli sünnet alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden kelimeyi «cok uzun
zaman» olarak anlamışlardır. Buna göre kasden adam öldüren bir katil
cehennemde ebediyyen değil, sonsuzmuş gibi gelen cok uzun bir 2oman kalacaktır.
Çünkü cehennemde ebediyyen kalmak yalnızca mülhid (hiçbir şeye İnanmayan) ve
müşrik kafirlere mahsustur. Allahu taala onlar için, «Onun içinde ebedi kalıcıdırlar
onlar. Onlardan azab da
hafifletilmez. Kendilerinin
yüzlerine de bakılmaz.» ve
«Şüphesiz ki Allah, kendisine
eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan
başkasını, dileyeceği kimseler için yarlığor. Kim Allaha eş tutarsa muhakkak
pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.» (Nisa: 48) buyurmuştur. Kasden adam
öldüren kimse hiçbir zaman mülhid ve müşrik sayıla-" maz. Ancak mümin bir
kimsenin kasden öldürülmesini helal bilirse mümin •', olmaktan çıkar, inkarcı
bir kafir hükmüne girer ki, o zaman yukarıdaki âyette bildirildiği gibi ebedi
cehennemde kalır. Yoksa bir mümin, bir mümini öldürmenin haram olduğuna İnandığı
halde o büyük cinayeti
İşlerse ve sonra da tövbe ederse elbetteki cehennemde ebedî kalmaz.
Çünkü o, cehennemde ebedî kalacak kimselerden değildir, işlediği cinayet de
onu dinden çıkarmaz. Çünkü onun işlediği günah büyük günahlardandır.
Sadettin Taftazzani.
bu hususta şöyle der: «Müminler büyük günah işledikten sonra tevbe etmeden
ötseler bile cehennemde ebedi kalmayacaklardır. Zira Allah (cc), «Kim zerre
ağırlığınca bir hayır yapıyor (îdiy se onu(n sevabını) görecektir.» (Zilzal: 7)
buyurmuştur. Bu âyette hayır işleyen kimsenin ahiretîe karşılığını mutlaka
göreceğini bildirmektedir. Onun karşılığı da cennettir. Zira Cenabı Hakk,
«Hakikaten İman edip de İyi amel (ve hareketlerde bulunanfor(a gelince):
onların konakları da firdevs cennetleridir.» (Kehf: 107) buyurmuştur. Allah
(cc), bu ve benzeri âyetlerde cennete kavuşmanın yalnız iman ve salih amelle
olacağını bildirmektedir.
Üstelik bu âyetlerde
büyük günahlardan kaçınmak kaydı da yoktur. Bu âyetler, müminlerden büyük günah
işleyenlerin cehennemde ebedî kal-mayacaktonna delalet etmektedir. Zira
cehennemde ebedi kalacak olsalardı Allah (cc), müminlerin —îster büyük günah
işlesinler, İster işlemesinler— cennete gireceklerini vadetmezdi. Vadedilen
cennet, hiçbir ceza görmeden doğrudan cennete girmek değildir. Elbette herkes
dünyada işlediği günahın cezasını ahrette çekecektir. Cezalar bittikten sonra
cehennemden çıkarılarak onlara ovadedilen cennete konulacaklardır.»
[107] Allah
(cc) bütün müminler g:=bi katillerin tövbelerini de kabul eder. Çünkü Allah
(cc), «Onlar bitmediler mi M şüphesiz Allah, kullarından sadır olan tövbeyi
kabul edecektir...» (Tövbe: 104) buyurmuştur. Şüphesiz Allah (ac)'-ın âyette
«kullar.m» dediği kimseler müminlerdir. Bir mümini kasden öldüren de imanlı
olduğuna göre Allah (cc)'ın kullarından biridir. Allah (cc) diğer kullarının
tövbelerini kabul ettiği gibi adil olduğu ipin onun tövbe sini de kabul eder.
Tövbesi kabul edilen kul da er veya geç cennete girecektir.
[108]
Allah (cc). adam
öldürmede kısası, «Ey iman edenler, maktuller hak-kında sfze kısas yazıldı
(farz edildi). (Bakara: 178) âyetiyle farz kılmıştır. Mevzu m uz âyette de
hataen adam öldürenler için diyet ve kefaret farz kılınmaktadır. Bu âyetlerden
anlaşılıyor ki, kısastn farz olduğu adam öldürme, hataen değil, kasden yapılan
öldürmedir.
İmam Malik (ra)'a-göre
adam öldürme ya kast-ı mahsusla yapılır veya hataen. Adam öldürmenin üçüncü bir
şekli yoktur. Zira adom öldüren kimse öldürmeyi kasdederek atmış veya vurmuşsa
buna şeriat dilinde kasden adam öldürme denir. İkinci şekli ise öldürmeyi
kasdetmeden atması veya vurmasıdır. Burada adamın niyeti başka olduğu halde
adama isabet ederek onu öldürmüştür. Şeriat ıstılahında buna da hataen öldürme
denir. Allah (cc)'ın kelamında bu iki tür öldürmenin dışında başka bir öldürme
şekli yoktur.
Fakihlerin cumhuruna
göre ise adam öldürmenin üç şekli vardır :
1- Kasden
öldürmek
2- Hataen
öldürmek
3- Kosde
benzer bir şekilde öldürmek (şibh-i amd).
1- Kasden
adam öldürmek, kılıçla, bıçakla, silahla veya öldürücü bir aletle biterek bir
adamı Öldürmektir. Bu tür adam Öldürmenin cezası kısastır. Zira kati! adama
öyle birşeyle kasdetmiştir ki, o alet umumiyetle öldürücü bir alettir.
2- Hataen
adam öldürmek ise iki kısımdır. Birincisi, adam bir müş-riği veya bir av
hayvanını öldürmek kasdı İle atar, kasdettlği şeyi değil bir müslümanı vurarak
öldürür. İkincisi ise üzermde küfür alameti gördüğü bir adamı müşrik zannıyla
öldürür. Halbuki öldürdüğü kimse müşrik değil, müslümandır. Bu iki şekildeki
öldürmeye de hataen öldürme denilir. Çünkü birincide fiilde hata, ikincide ise
kasıtta hata vardır.
3- Kasde benzer
öldürme ise öldürücü bir silahla olmayan, ince bir sopa, taş veya elle
vurularak yapılan öldürmeye denir. Bu şekildeki öldürme bir hatadır fakat
öldürenin kasdı adamı döğmektir. Ancak vurduğu alet öldürücü olmadığından bu
öldürme olayına da hataen öldürme denir. Vuruşu kasıtlı olduğu için de şibh-i
amd (kasde benzer) Öldürme denir.
Kurtubî bu hususta
şöyie der: «Kasde benzer adam öldürmenin varolduğunu isbat edenler Şa'bi,
Servî, Irak alimleri ve İmam Şafii (ra)'dir. Kasde benzer öldürme Hz. Ali ve
Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir. Sahih olan da kasde benzer öldürmenin var
olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Zira kanlar (kısas) herşeyden daha çok
ihtiyat ve dikkat edilmeye şayandır. Asıl olan İnsanların kanlarını
korumaktır. İslâm'da kan dökmek ancak kısas ile olur. Bunun mubah olması da
hiçbir şüphe götürmeyen açık bir cinayetle olur. Kasde benzer öldürmede İse
şüphe vardır. Zira bu, hata ile kasıt arasında tereddütte kalma halidir. Çünkü
yukarıda belirttiğimiz gibi vuruş kasıtlıdır fakat öldürmede hiçbir kasıt
yoktur. Vurulan alet (taş, sopa, el) esasta öldürme aleti olmadığı için öldürme
hadisesi hiçbir zaman kasıtlı sayılamaz. Kasıt sayılamadığından da kısas uygulanamaz.
Kasde benzeyen öldürmenin diyeti hataen öldürmenin diyetinden daha fazla olur.
Bunu ifade eden hadisler de vardır. Bunlardan bir tanesi Ebu Davud'un Abdullah
bin Amr (ra)'dan rivayet ettiği şu hadisdir: tKas-de benzer bir hata İle
(sibh-i amd) adam öldürenin diyeti yüz devedir. Bu yüz deveden kırk tanesinin
de hamile' olmaları şarttır.»
[109]
Resulullahın bu sözü de şibh-i amdin mevcudiyetini isbat etmektedir.
Cumhurun şibh-i amdi
isbat İçin delilleri:
''Şüphesiz insanların
batınlarına muttali olamadığımız için zahir olanla hükmetmek zorundayız. Birisi
diğerini öldürücü bir alet ve silahla öldürse onun kasden adam öldürdüğüne
hükmederiz. Zira öldürücü bir aletle vurmak öldürme kastından başka birşeyi
göstermez.
Bir kimse diğer bir
kimseyi eliyle veya öldürücü olmayan birşeyle öldürürse o zaman kasıtla hata
arasında tereddüt olur. Çünkü cinayet aleti öldürücü bir alet veya bir silah
değilse biie ortada bir vurmak kasdı vardır. Biz buna kasde benzer öldürme
(şibh-i amd} deriz. Bu değerlendirme bize göredir. Ancak hakikatte öldürme ya
kasden veya hataendir. Bu ücuncü şekilde ise vuruş yönünden kasıt olmakla
birlikte kullanılan aletin öldürücü olmaması bakımından hataendir. Öldürme
hadisesinde tam bir kasıt olmadığı ipin bu tür öldürmelerden kısas düşmektedir.
Öldürme olayı mücerret bir hatadan da olmadığı için ödenecek diyet hataen öldürmenin
diyetinden daha fazla olmalıdır.
Cumhur, şibh-i amdin
isbatı hususunda Ebu Davud'un Abdullah bin Amr (ra)'den rivayet ettiği yukarıda
gecen hadise dayandıkları gibi, İmam Hanbel (ra), Ebu Davud ve Nesaİ'nin
rivayet ettikleri. «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde okudukları
hutbelerinde, «Haberiniz olsun. Kasıtlı hata ile öldürülen adamın diyeti daha
ağırdır.» buyurmuştum, hadisine de dayanırlar.[110]
Kasden adam öldürme
kısası icabettirmektir. Ayrıca katil anne veya babasını öldürmüşse onların
mirasından da mahrum kalır. Bu hususta bütün fakihler ittifak etmişlerdir.
İmam Şafii (ra) ve
İmam Hanbel (ra)'e göre, öldürülen kişinin velisinin kısası affetmesi halinde
katilin kefaret vermesi farzdır. Bu görüşlerini Ah-med bin Hanbel (ra)'in
Vailet bin Eskaf'tan rivayet edilen. Arapların Beni Selim kabilesinden birkaç
kişi gelerek Resulullah (sav)'a «Ya Resulullah (sav), 'bir arkadaşımız bir adam
öldürdü.» dediler. Resulullah (sav), «O cani kişi bir köle azat etsin ki,
Allah (cc), azad ettiği kölenin uzuvlarına karşılık kendi uzuvlarını ateşten
azad etsin." buyurdu.»
[111]
hadisine dayandırmaktadırlar. Hadis kasıtlı öldürmelerde de kefaretin farz
olduğuna açıkça delalet etmektedir.
İmam Ebu Hanife
(ra)'ye göre, kasden adam öldürene kefaret yoktur Çünkü kefarette ibadet manası
vardır. Kasden adam öldürmek ise büyük günahlardandır. Büyük günahlar hiçbir
zaman ibadete sebeb olamazlar. Öyleyse kasden adam öldüren için kefaret farz
değildir.
İmam Ebu Hanife (ra)'nin
bu görüşüne İmam Şafii (ra) şöyle cevap vermektedir: Hataen adam öldürmekte,
kefaret İcabediyor da kasden a-dam öldürmekte niçin icabetmesin?
Ebu Hanife (ra) ye
göre, kefaret Allah (cc)'ın farz kıldığı hükümler içindir. Kasden adam
öldürmekte ise Allah (cc) kefaret verilmesini farz Ki I -maınıştır.
Binaenaleyh, kasden adam öldüren katilin kefaret vermesi farz değildir.
İbni Munzır, bu
hususta şöyle demektedir: «Biz de imam-ı Azam (ra)'-ın hükmettiği gibi
hükmederiz. Zira kefaretler ibadettirler. Hiçkimse kitapta, sünnette ve icma-i
ümmette farz edilmeyen birşeyj farz kılma yetkisine sahip değildir. «Kasden
adam öldürmede de kefaret vermek farzdır» diyen kimsenin farz olduğuna dair
kitap, sünnet ve İcmadan bir delili yoktur. Biz eğer «Kosden adam öldürmede
kefaret vermek farzdır» dersek nassa kendimizden bir ilave yapmış oluruz. Böyle
bir yetkiye ise Peygamberden başta kimse sahip değildir.»
[112]
Fakihler kasden
(amden) adam öldürmekle kasde benzer, öldürme (şibh-i amed)in manalarında
İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Bu görüşlerden en meşhurları üç
tanesidir:
1.) Kasden
adam öldürme herhangi bir kesici, öldürücü silahla veya, yakarak öldürmedir.
Taşla, sopayla veya kesici olmayan birşeyle yapılan öldürme ise şibh-i amddir.
Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ki Ebu Hanife (ra), «Kesici olmayan ağır birşeyle
vurmakta, kısas yoktur. Velevkİ vurduğu ağır şey Ebu Kubays dağı olsun.»
demektedir.
2.) Kasden
adam öldürme (amd). öldürmek kosdıyla vurmaktır. Vurulan şey ister silah,
ister taş, sopa ve benzeri şeyler olsun farketmez. Ye-terki vurulan şeyin
kasıtlı olarak vurulduğu zaman öldüreceği kesin olsun. Şibh-i amd ise, vurulan
şeyin kesinlikle öldürücü olmamasıdır. Bu da imam Ebu Yusuf (ra) ve İmam
Muhammed (ra)'in görüşleridir
3.) Kasden
(amd) adam öldürme, vurulan alet ne olursa olsun vuruştaki kasıt adamı
öldürmek ise ve adamın bu vuruştan dolayı öldüğü tahakfından yakın akrabolannca
verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.» der. İmam Şafii (ra)'nln İşaret ettiği bu
mesele ile İlgili olarak Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre (ra)'den rivayet
ettikleri, «Arapların Hüzeyl kabilesinden kavga eden iki kadtndan biri
diğerini attığı taşla öldürdü, ölen kadın hamile idi. Kabileden bir heyet
gelerek Resulü İlah (sav)'tan bu hadise hakkında bir hüküm istediler. Resulullah
(sav) da katil kadının ölen kadının karnındaki çocuğa karşılık bir köle ozad
etmesini, katil kadının baba tarafından yakın akrabalarının da ölen kadının
diyetini ödemelerine hükmetti.» hadisi de tesblt edilmiştir.»
[113]
[114]
öldürülen bir kimsenin
diyetinin katil tarafından değil de katilin baba tarafından yakın
akrabalarınca verilmesi neden İcabetmektedir? Çün-. kü cinayeti yakın akrabalar
değil katilin kendisi işlemiştir. Allahu taala da «Herkesin kazanacağı
kendisinden başkasına ait değildir. Günahkâr hiçbir nefis diğerinin yükünü
taşımaz.» (En'am: 164) buyurmaktadır. Burada ise bir cinayetin katili
olmadıkları halde yakın akrabaları diyetini vermekle katilin yükünü yüklenmiş
olmuyorlar mı?
Bu soruya şöyle cevap
vermeye çalışalım: Diyetin katilin baba tarafından yakın akrabalarınca
ödenmesi, bir kimsenin günahının diğer bir kimseye yüklenilmesl demek değildir.
Diyetin baba-tarafından yakın akrabalar tarafından verilmesi karşılıklı
yardımlaşmanın bir gereğidir. Bu yardımlaşma İse Araplar arasında cahiliyet
döneminde de bir örf olarak yapılmaktaydı. Bu yardımlaşmayı güzel ahlaktan
sayarlardı. Resulullah (sav) da güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir.
Birisine yardım etmek, nusret vermek, borçlandığı zaman borcunu üzerine almak da
güzel ahlak-dandır. Bunları yapmak İse İnsanların anlaşmalarını ve aralarındaki
sev-giyl kuvvetlendirir ve çoğaltır. İşte bundan dolayı diyetin, katilin baba
tarafından yakın akrabalarınca ödenmesi de güzel huylardan olduğu İçin İslâm
onu aynen kabul etmiştir.
Beşinci hüküm: Kosden
veya hataen adam öldürmede verilen diye* tin miktarı ne kadardır?
Alimler hataen işlenen
cinayette diyetin katilin babasının yakın akrabaları tarafından ödenmesinin
farz olduğunda İttifak etmişlerdir. Bu diyet ise yüz devedir. Bu diyetin üç
yılda ve eşit taksitler halinde ödenmesi farzdır.
Ödenecek bu diyet beş
kısma ayrılır, fbnl Mes'ud (ra), bu hususta Resulullah'tan şu rivayeti
yapmıştır: «Resulullah (ra) hataen adam öldürmede 20 tane bir yaşını doldurmuş
dişi deve yavrusu, 20 tane bir yaşını doldurmuş erkek deve yavrusu, 20 tane iki
yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane üç yaşını doldurmuş dişi deve
yavrusu, 20 tane de dört yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu verilmesine
hükmetmiştir.»
[115]
Kasde benzer (şibh-İ
amd) odam öldürmenin diyeti ise üç kısma ayrılır. 40 tane hamlie deve, 30 tane
dört yaşını doldurmuş dişi deve, 30 tane üç yaşını doldurmuş dişi devedir. Bu
diyeti katilin babasının yakın akrabalarının vermeleri farzdır.
İmam Malik (ra) ile
İmam Ebu Hanife (ra) kasden adam öldürmenin diyeti konusunda hiçbir görüş beyan
etmemişlerdir. İmam Şafii (ra)'ye göre kasden adam öldürmenin diyeti şibh-İ
amdin diyeti gibidir. Yalnız bu diyetin katilin babasının yakın akrabaları
tarafından değil, bizzat katilin malından verilmesi farzdır.
Kurtubî şöyle der:
«Alimlere göre kasden öldürmenin diyetini katilin babasının yakın akrabaları
ödemezler. Bu diyetin katilin malından verilmesi farzdır. Alimler bunda Icma
etmişlerdir.»
[116]
Ibni Cevzî de diyetler
konusunda şunları söyler: «Altı çeşit diyet vardır. Altın olursa 100 tane,
gümüşten olursa 12.000 dirhem, deveden verilirse 100. sığırdan verilirse 200,
koyundan 10000 tane, İpek elbiseden olursa 200 adet verilir. Bu diyet müslüman
hür bir erkeğin diyetidir. Müslüman hür bir kadının diyeti ise bunun
yarısıdır.»
[117] Bu görüş fasihlerin cumhurunun
görüşüdür. Imam-ı Azam (ra) da cumhura uymuştur. Ancak o, diyet gümüş olarak
verilecek olurso 12.000 değil, 10.0000 dirhem olduğu görüşündedir.
[118]
Altıncı hüküm: Kasden adam öldüren katilin tövbesi kabul
edilir mi?
Alimlerin bazılarına
göre kasden adam Öldürenfn tövbesi kabul edilmez. İbnl Abbas (ra) da bu
görüştedir. Bu hususta Buharı, Said bin Cü-beyr (ra)'den şu rivayeti yapmıştır:
«Küfe alimleri kasden adam öldüren katilin tövbesi hususunda ihtilaf ederek
İbnl Abbas (ra)'a gittiler. O da.
«Kim bir mümini kosdan
öldürürse cezası ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir.» âyeti bu hususta nazil
olan en son âyettir. Bundan sonra bu âyeti nesheden bir âyet nazil olmadı.»
dedi.»
[119]
Nesal, Said bin Cübeyr
(ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Ben, fbnl Ab-bas (ra)'dan kasden adam
öldürenin tövbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordum. «Hayır, kabul
edilmez.» cevabını verince, «Onlar ki (müs-İümanJar) Alfanın yanına başka bir
tann daha (katıp) tapmazlar. Allanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar,
zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar.» (Furkon: 6B)
âyetini okudum. Bunun üzerine o, «Senin okuduğun âyet Mekke'de nazil olan
âyetlerdendir. Okuduğun âyetin hükmünü Medine'de nazil olan, «Kim bir mümini
kasden öldü' rürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir...* âyeti
nes-hetmiştlr.» dedi.»
[120]
İbnl Cerlr et-Taberî,
senediyle Salim bin Ebi el-Cat'tan rivayet etmiştir: «ibni Abbas (ra)'in
gözlen hastalıktan dolayı kapandıktan sonra yanında bulunuyorduk. Birkişi
yanına gelerek ona, «Ey Abdullah bin Abbas (ra), kasden adam Öldüren katil
hakkında ne dersiniz?» diye sordu, O, Kim bir mümini kasden öldürürse...»
âyetini okuyarak cevap verdi, O kimse, «Peki katil tövbe etse, imanını yenüese
ve sal in amelde bulunsa ne dersiniz?» dedi. Bu defa İbni Abbas (ra), «Sen
kendini kaybetmişsin. Onun tevbesl nereden kabul edilecek? Hayatım kudret
elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki, ben sizin peygamberinizden duydum tâ
O, «Kıyamet günü katil başı sağ veya sol eliyle bağlı olarak arkadaşı
(öldürdüğü adam) tarafından elinden tutulup bütün vücud hücrelerinden kanlar
aka oka getirilerek Cenabı Allaha, «Şu kuluna sor, beni niçin öldürdü?» diye
söyleyecektir.» buyurmuştur. Sizin peygamberinizden ve kitabınızdan sonra
başka bir peygamber ve kitap gelmiş midir?» diyerek cevap verdi.»
[121]
Fakİhlerin cumhuruna
göre ise kasden adam öldürenin tövbesi kabul edilir. Cumhur bu görüşü birkaç
delille isbat ederler. Bu delilleri özetle aşağıya aktarıyoruz.
1.) Küfür,
kasden adam Öldürmekten daha büyük günah olduğu halde ondan dönülüp tövbe
edilebildiği ve bu tövbe kabul edildiği halde kasden adam Öldürenin tövbesi
neden kabul edilmesin. Adam öldürmek kü-
fürden daha hafif bir
suc olduğuna göre onun tövbesinin kabulü diğerinden daha evladır. Çünkü hiçbir
zaman küfürle kasden adam öldürmek birbirine eşit olamaz.
2.) Allah
(cc), «Şüphesiz ki Atlah, kendin» eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını
dileyeceği kimseler *ç!n yarlığar.» (Nisa: 48) buyurmuştur. Ayetteki «ondan
başkası» tabirinden maksat, şirk dışında kalan günahlardır. Bu günahlardan bir
tanesi de kasden adam öldürmektir, öyleyse bu âyet açık olarak kasden adam
öldüren kimsenin de tövbesinin kabuf edilebileceğine delalet etmektedir.
3.) Allah
(cc), «Onlar ki Allanın yanına başka bir tann (katıp) tapmazlar, Atlanın haram
kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunFardan birini yaparsa
cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı kat-merleşir ve o (azabın) fçlnde hor ve
hakir ebedi bırakılır. Meğer ki (slrkden) tövbe edlb iyi amel (ve hareketjde
bulunan kimseler ola...» (Furkon; 68-70) buyurmuştur. Bu âyetler her çeşit
günah İçin yapılacak tövbenin kabul edileceğine kesin bir nasstır. Kasden adam
öldürme de bir günah ol* duğuna göre o do naklettiğimiz âyetlerin ihtiva ettiği
günahların tövbelerinin kabulü İçine girmektedir.
4.) Buhari
ve Müslim'in rivayet ettiği, «Siz bana Allah (cc)'a İbadetinizde herhangi
birşeyl ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza ve Allah (cc)'ın haram
kıldığı haksız yere adam Öldürmeyeceğinize biat ediniz... Her kim şirkin
dışında bir günah işler de onu Allah (cc)'tan başka kimse bilmezse onun cezası
Allah (ccj'o aittir. Dilerse affeder, dilerse azab eder.» hadisidir. Bu hadis
de gösteriyor ki, bütün günahların tövbesi kabul edildiği gibi şirkin dahi
tövbesi kabul edilebilir.
5.)
Müslim'in-Ebu Said el-Hudri (ro)'den rivayet ettiği, «Beni İsrail İçinde bir
kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp (o
zammın büyük alimlerine bu cinayetlerin tövbe ile affı İmkanını) sormaya
başlamıştı. (İbtida) bir rahibe varıp sordu. Ve, «Acaba benim için tövbe var
mıdır?» dedi. Rahip. «Hayır yoktur.» diye cevap verdi. Katil rahibi de öldürdü.
Sonra yine sormaya başladı. Bir kişi ona, «Sen filan köye (Nusrat köyüne) ve
(oradaki) filan mabede git. Orada birtakım insanlar Allaha ibadet ederler. Sen
de onlarla beraber Allah (cc)'a İbadet, günahlarından tövbe et ve bir daha
memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir.* dedi. Adam Nusret köyüne doğru
ola çıktı. Yolun tam yarısına vardığında ölüm erişti. Tövbekar olmak İçin
gittiği köye- doğru göğsü ile yönelerek öldü. Rahmet melekleriyle azab
melekleri çekişmeye
başladılar. Rahmet
melekleri: «Bu adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah (cc)'a yönelerek bize doğru
geldi.» diyorlardı. Azab melekleri de; «Bu adam asla hayır işlememiştir.»
diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Her İki taraf bu meleği
aralarında hakem yaptılar. O roeiek; «Şimdi siz buradan İtibaren geldiği köy
ile gideceği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Öldüğü yer iki
köyden hangisine yakın ise müteveffa o köye ait olur.» dedi. Bunun üzerine
Allah (cc), müteveffanın kendi köyüne «Biraz uzaklaş!», gideceği köye de
«Biraz yaklaş!» diye vahyet-tî. Rahmet ve azab meleklerine de «Haydi şimdi her
iki tarafı ölçerek ikisi arasındaki mesafeyi mukayese ediniz!» diye emretti.
Müteveffa tövbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağfiret
olundu.» hadisidir.
[122] Bu
hadis de kasden adam öldürenin tövbesinin kesinlikle Kabul edileceğini
göstermektedir.
Allame Şevkani şöyle
der: «Hak olan tövbe kapısı, o kapıdan girmek isteyen herkes için açıktır.
Günahların en büyüğü, en şiddetlisi olduğu halde şirkten bile tövbe edilir.
Ondan küçük olan günahların da tövbelerinin kabul edilmesi lazımdır. Tövbesi
kabul edilen günahlardan birisi de şüphesiz kasden adam öldürmektir. Şüphesiz
Allah (cc) hakimlerin en iyi hüküm verenidir. Dilediği insana dilediği gibi
hüküm verir.»
[123]
1.)
Müminlerin kanını akıtmak ateşte ebedi kalmayı icabettiren büyük
günahlardandır.
2.)
Yanlışlıkla adam öldürmede kısas yok, kefaret ve diyet vardır
3.)
Öldürülen kişinin yakınları katili affederlerse diyet düşer. Fakat katilin
kefaret vermesi lazımdır.
4.) Kefaret,
mümin bir köleyi azad etmek, köle azad edemediği takdirde hiç ara vermeden 2
ay oruç tutmaktır.
5.) Yalnız
şüphe için adam öldürmek caiz değildir.
101 — Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer
kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda
üzeriniz» bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kafirler sizin apaçık düşmanımzdır.
102 — Sen de İçlerinde bulunup da kendilerine
namaz kıldırdığın ve-kit onlardan bir kısmı seninle birlikte dursun, silahlarını
(yanlarına) alsınlar. Bu suretle secde ettikleri zaman da arka tarafınızda
bulun(up düşmana karşı dur)sunlar. (Bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan
diğer kısmı gelip senlnte beraber namazlarım kılsınlar ve onlar da ihtiyat
tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O küfredenler arzu eder ki siz silahla-.
nnızdan ve eşyanızdan gafil olsanız âa üstünüze derhal bir baskın yapsınlar.
Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahud hasta bulunursanız silahlarınızı
koymanızda bir vebal yoktur. (Fakat yine) bütün İhtiyad tedbirlerini alın.
Şüphe yoktur ki Ai'ch kafirlere hor ve hakir edici bir azob hazırlamıştır.
103 — Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta
iken, otururken ve yanlarınız üzerindeyken Aliahı anın. Sükun ve emniyet
haline geldiğiniz vakit İse namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz müminler üzerine
vakitleri b*IM bir farz olmuştur.
104 — (Düşmanlarınız olan) kavmi aramakta (takip
etmekte) gevşek davranmayın. Siz acı
duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin
duyduğunuz o acı gibi acı duyarlar. Halbuki siz Allahtan onların ümid
edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah gerçek bilicidir vegane hüküm ve
hikmet sahibidir.
105 — Hakikat, biz sana kitabı —Allanın şano
gösterdiği vecih II» İnsanlar arasında hükmetmen İçin— hak olarak İndirdik, hainlere
bir mü-dafact olma.
106 — Ve Allohtan mağfiret İste. Çünkü Allah çok
yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
107 — Nefislerine hainlik etmiş kimselerden yana
mücadele etme, Çünkü Allah hainlikte
İleri gitmiş günahkarları sevmez.
(Darebtüm): Darabtüm,
darb kökünden türemiştir. Dorb vurmak anlamına gelmekle birlikte yolculuğa da
denir. Bu İkinci anlamı insanın yürürken ayağını yere vurmasından kinayedir.
Âyetteki anlamı yürümektir.
(Taksurû):
Kasr kökünden türemiştir. Kasr, birşeyin sayısında veya şeklinde kısaltma
yapmaya denir.
(Yeftlneküm):
Yeftineküm, fitne kökünden
gelir. Fitne, imtihan
ve tecrübe etmedir. Hem hayırda, hem de serde kullanılır. Âyetteki manası İse
serde kullanmadır.
(Aduvven mübinen): Adüv, düşman, mübln acık
(Hızrehüm):
Zel'in cezmi ile korkulacak birşey-den sakınma manosındadır.
(To'fülune):
Gafletten gelir. Birşeyl sehven yapmak demektir.
(Cünâha):
Cünah, günah demektir
(Kadaytüm):
Birşeyi yapmak, bitirmek, i
(İtmâ'nentüm):
Lügatta birşeyi yaptığı zaman
üzerinde durmaktır.
Âyetteki manası fse, sizden korku gittiği, yani üzerinizden kalktığı demektir.
(Kitaben mevkuten): Kitab. farz kılınmış, mevku-
ten, vakitleri tayin
edilmiş demektir.
(Tehinû):
Vehn kökünden gelen tehfnu, zayıflama demektir.
(İbtiğâllgavmi).-
Ibtlga, taleb etme, arama mana-sındadır. beklemek demektir.
(Ta'femûne):
Elem kökünden gelir acı demektir.
(Vetercûne):
Rica kökünden gelir, emel ve blrşev
(Hasimen):
Hasîm, müdafa manaatndadrr.
(Gafuren rahimen): Mağfireti ve rahmeti çok
Ey müminler, cihat,
seyehat ve ticaret için yolculuk yaptığınız zamanlarda farz namazlarınızı
kısaltarak kılmcnızda bir vebal yoktur. Dört rekatlı farzlarınızı kısaltarak
iki rekat halinde kılınız. Zira İslâm kolaylık dinidir. Allah (cc) size
zorluğu değil, kolaylığı diler. Bilhassa kafirlerden korktuğunuz zaman. Ki
onlar sizin açık düşmanlarınızda. Yapacakları birşeyi Allah (cc)'tan
korkmadan, çekinmeden yaparlar. Allah (cc)'ın zikri İle meşgul olduğunuz vakit
dahi onlar tarafından öldürülmenize mani değildir Çünkü onlar her yer ve
zamanda sizin düşmamnızdrr.
Ya Muhammed (sav),
arkadaşlarınla birlikte savaşırken onlara İmam olarak namaz kıldıracağın zaman
onları iki kısma ayır. Bir kısmı seninle namaza durduğunda diğer kısım sizi
düşmanlardan korumak için silahlı o-larak nöbet tutsun. Birinci kısımla bir
rekat namaz kılıp secdelerini İkmal ettikten sonra onlar çekilsinler. Daha Önce
nöbet tutan ikinci kısım gelip sana uysunlar. Birinci kısımdakilerin seninle
namaz kıldıkları gibi kılsınlar. Bunlarda seninle bir rekat kıldıktan sonra
kalan bir rekat namazlarını kendi kendilerine tamamlasınlar.
taala. kafirlerin müminlere saldırmak için
gaflet anlarını bek-lryt,oekJerini, silahlarını bırakarak namazla meşgul
oldukları vakitleri bekleyeceklerini beyan etmektedir. Bundan dolayı da namaz
kılan müslüman-iara böyle bir tehlike sözkonusu olduğu zaman silahlarını namaz
kılarken de yanlarında tutmalarını emretmektedir. Silahlarını tutamayacak kadar
hasta ve yaralı olanların düşmana karşı bütün tedbirleri aldıktan sonra
silahlarını namaz kılarken bırakmalarında bir vebal yoktur.
Müminler böylece
namazlarını kıldıktan sonra onlara düşen vazife ayakta, oturarak veya yatarak
Allah {cc)'ı anmaktır. Onlardan düşman korkusu gittikten ve emin olduktan sonra
namazlarını Allah (cc)'rn emrettiği şekilde dosdoğru kılsınlar. Çünkü namaz
şeriatle bildirilen vakitlerde farz kılınmıştır.
Ey müminler,
düşmanlarınıza karşı zayıf düşmeyiniz, kuvvetli olunuz. Zira siz İki güzel
şeyden birini istemektesiniz. Ya zafer kazanacaksınız, veya şehld olacak,
cennete gireceksiniz. O halde siz kafirlerden daha sabırlı ve daha metin
olmalısınız.
Ey peygamber, halka
hükmettiğin zaman bildirdiğimiz adalet ve hakkaniyetle hükmet. Münafıkların
müdafii olma. Halktan bazı kişiler münafık oldukları halde kendilerini zahiren
takva ve dindar göstermektedirler. On-fara karşı gösterdiğin hüsnü zandan
dolayı istiğfar dile.
Bu âyetlerin, önceki
âyetlerle münasebeti
Önceki âyetlerde Allah
(cc) yolunda cihad etmenin hükümleri ile vatanından yalnız Allah (cc)'ın
rızasını taleb ederek hicret edenlerin hükümleri beyan edilmiştir.
Namaz, her zaman,
hatta savaş ve hicret vakitleri bile insanların üzerinden sakıt olmayan, her
yer ve zamanda yapılması farz olan bir İbadettir. Namaz, savaş ve sefer
anlarında yerine getirilmesi çok güç ve çetin bir ibadet olduğu Icin Allah
(cc), adı geçen hükümlerin beyanından sonra
savaş ve sefer
aniannda namaz kılmanın şeklini bu âyetlerle beyan etmektedir. Hatta düşmanla
karşılaşıldığı an dahi namazın kılınmasını emretmektedir. Şu kadarı var ki,
savaş ve sefer zamanlarında namazların kısaltılarak kılınması hususunda
kullarına kolaylık olmak üzere ruhsat vermiştir. En doğrusunu Allah (cc)
bilir.
1.) İmam
Ahmed bin Hanbel {ra) ve diğer bazı hadis alimleri Ebi Ayyaş ez-Züraki'den
rivayet etmişlerdir: «Biz Usfan'da iken Halid bin Velid (ra) kumandası
altındaki müşriklerle karşılaştık. Müşrikler kendi aralarında, «Müslümanlar
öyle bir haldeler ki saldırırsak yeniliriz. Biraz sonra onların namaz
vakitleri gelir. Namaz kendilerine babalarından ve çocuklarından daha
hayırlıdır. Namaza durdukları vakit onlara saldırırsak muvaffak oluruz.»
dediler. Bunun üzerine Hz. Cebrail, «Sen de içlerinde bulunup da namaz
kıldırdığın vakit...» âyetini getirdi.»
[124]
2.) Şöyle
rivayet edilir: «Tuğmet bin Übeyrik, Katade bin Numan'ın içinde un bulunan bir
dağarcığını çaldı. Dağarcığın içinde zırhı da vardı. Tuğmet yürürken dağarcık
delik olduğundan un dökülerek evine kadar gidiyor. Sonra yahudilerin birinin
yanında zırhı saklıyor. Tuğmet'fn evinde aranılan zırh bulunamayınca o, yemin
ederek «Benim zırhtan haberim yok» dedi. Katadenin arkadaşları, «Biz Allah (cc)
ismi İle yemin ederiz ki o bizim yanımıza kadar gelerek zırhı aldı. Biz
dökülen unlan takip ederek o-nun evine kadar gittik.» dediler. Tuğ net, zırhın
kendisinde olmadığına yemin edince onu bırakıp dökülen ut' ı takip ederek bir
yahudinin evine vardılar. Yahudi ile zırhı yakaladılar. Yahudi, zırhı kendisine
Tuğmet'in verdiğini söyledi. Bunun üzerine Tuğmet'in kabilesi, «Biz Resulullah
(sav)'a gidelim ve arkadaşımızı kurtaralım. O zırhı almamıştır.» dediler.
Resulullah (sav)'a giderek hadiseyi anlattılar. Bunun üzerine. «Hakikat, biz
sana kitabı — Alla* n sana gösterdiği vecih İle insanlar a. ısında hükmetmen
için— hak olarak İndirdik...» âyeti nazil oldu.
[125]
Birinci incelik: «Eğer kafirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz...»
âyetindeki, «eğer endişe ederseniz» ifadesi, namazı kısaltmanın tek- şartı
değildir. Ancak bu ifade genel bir durumu belirtmek için gelmiştir. Zira umumî
olarak yolculuk ve savaş hallerinde korkmak mümkündür.
Eğer bu ifade namazı
kısaltmanın tek şartını ifade etmiş olsaydı yolculuk ve savaş zamanfarında can
emniyeti olduğu takdirde namazın kısaltılma--ması gerekirdi. İşte bundan ötürü
Ya'la bin Ümeyye (ra) Hz. Ömer'e, «Can
, emniyetimiz olduğu
halde namazı niçin kısaltıyoruz?» diye sorunca o da, ı «Senin hayret ettiğin
şeye ben de hayret etmiş o Rezulullah
(sav)'a sormuştum. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştu: «Allah'ın size sadaka
olarak "verdiği bir bağıştır. O'nun bağışını kabul ediniz.» dedi.
İkinci incelik : Allah (cc), cihad yapanlara namaza başladıkları zaman silahlarını
bırakmamalarını emretmiştir. Fakat bu emri doğrudan «bırakmayın» şeklinde
değil, «silahlarını alsınlar)) şeklinde İfade etmiştir. Bu ifade kafirlerden
kaçınmanın bir zaruret olduğunu bildirir. Ayrıca, düşmana karşı uyanık olmayı,
zahiri sebebterden kaçınmamayi, her zaman ve yerde sebeblere tam olarak
sarılmayı da.
Rivayete göre bir
sefer sırasında Resulullah (sav) ve ashabı, düşman göremedikleri bir vadide
konakladılar. Sahabiler silahlarını yere bıraktılar. Resulullah (sav) da defi
hacet için onlardan uzaklaştı. Resulullah (sav) vadinin öbür tarafına
vardıklarında müşriklerden Gavres bin Haris elinde silahı olduğu halde dağdan
indi. Resulullah {sav) ondan habersizdi. Müşrik yalın kılıç yanında bitiverdi
ve «Eğer seni öldürmezsem Allah (cc) beni öldürsün. Ya Muhammed (sav) şimdi
seni benden kim kurtaracak?» dedi. Resulullah {sav}, «Beni, senden Allah (cc)
korur.» cevabını verdi. Müşrik kılıcıyla Resulullah (sav)'a hamle yaptı. Fakat
ayağt kayıp yere düştü. Kılıcı da elinden fırladı. Resulullah {sav) yerdeki kılıcı
alarak ona, «Şimdi seni öldürmeme kim mani olur?» deyince-Gavres, «Hiç kimse
yoktur. Yalnız sen kılıcı hayırla tut.» karşılığını verdi. Resulullah (sav)
onu affetti. O da kavmine dönerek hadiseyi anlattı. Bunun üzerine kavminden
bazıları iman ederek müslüman oldular.
[126]
Üçüncü incelik:
«Hakikat biz sana kitabı —Allanın sana gösterdiği vecih ile İnsanlar arasında
hükmetmen için— hak olarak İndirdik, hainlere bir müdafaa olma.» âyetindeki
«Allanın sana gösterdiği vecih İle» ifadesinden maksat, «Allah {cc)'ın sana
vahyettiğl ve bildirdiği gibi» demektir. , Ayette «İlim» kelimesinin yerine
«göstermek» kelimesinin kullanılması, ya-kinen bilinen bir şeyin bütün şüphe
yönlerinden uzak olduğu için açıklık ve kuvvet bakımından görmek gibi olduğunu
bildirmek içindir. Allah (cc)'m Resulullah (sav)'a vahiy ile bildirdikleri
yakini bir ilim olduğundan Resu-lullahın bizzat dünya gözü ile gördükleri
gibidir.
Zemahşerî şöyle der:
«Hz. Ömer, «Sizden biriniz, «Allah (ccj'ın bana gösterdiği gibi hükmettim.»
demesin. Allah (cc)'ın göstermesi şüphesiz an' cak Resulullah (sav)'a hastır.
Çünkü bu göstermekten maksat, İlmî ve ic-tihadî görüştür ki, Resulullah
(sav)'ın bütün görüşleri gerçekten isabettir. Zira Allah (cc), ona herşeyi
olduğu gibi bildirir ve gösterirdi.» derdi.»
[127]
Dördüncü İncelik: Fahreddin Razi şöyle der: «Şüphesiz bilin ki, «Ho-klkart, biz sana
kitabı — Altahın sana gösterdiği vecih ite İnsanlar arasında hükmetmen için—
hak olarak indirdik, hainlere bir müdafaa olma» âyetinde çok şiddetli bir
tehdit vardır. Zira Resulullah (sav) kendi haleti ruhl-yesi ile kalben
(hadisesi mevzumuz âyetin nüzul sebebinde geçen) Tuğ-mete'ye meyletmiştir.
Halbuki o, Allah (cc)"ın indinde fasık idi. İşte Resulul-loh (savpın
bilmeden, kalben dahi olsa bir günahkara yardım etmek İstemesi üzerine Allah
(cc) ona kendisinden mağfiret taleb etmesini emretmiştir. Buna göre. zalime
zalim olduğu halde ve zulmünü de bilerek yardım eden kimsenin hali ne olur?»
[128]
Beşinci İncelik: Resulullah (sav)'ın istiğfarla «emrolunması ondan günah vaM olduğuna
delalet etmez. Allanın ona istiğfarı emretmesi, makamının yükselmesi ve
İyiliklerinin artması içindir.
Kadı İyaz. Şifa adlt
kitabında şöyle der: «Peygamberlere yasak edilmediği ve o İşleri yapmakla da
emredilmediklert halde o şeyleri yapmaları, onların makamlarının yüksekliği
hasebiyle günah olarak isimlendirilir. Yoksa diğer İnsanların günahları gibi
günah işlemiş değillerdir.
«Yukarıda da geçtiği
gibi, Resulullah (sav)'ın Tuğmete isimli şahsa (fasık olduğunu bilmeden) yalnız
kalben yardım etmeyi düşünmesine karşı, Allah (cc) ona makamının
yüksekliğinden dolayı istiğfar etmesini emretmiştir. Halbuki hiçbir zaman
fiilen yapıncaya kadar kalbten geçen şeyler günah sayılamaz. Ama bu kadarı
için bile peygamberlere Allah (cc) katındaki mevkilerinin yüksekliğinden dolayı
tövbe ve istiğfar etmeleri emredilmiştir.»
Kadı İyaz, bu mevzuyu
uzun uzun inceledikten sonra sözlerini şöyle tamamlamaktadır: «Allah (cc)'ın
peygamberlerine tövbe ve istiğfarı emretmesinde cok ince ve güzel bir maksat
vardır. Onlar bu tövbe ve Jstiğfar-lorıyla Allanın kendilerini sevmesini İstemiş olmaktadırlar. Zira Cenabı Hak, «Şüphesiz Allah, h»m çok
tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.» (Bakara 222)
buyurmuştur.»
[129]
«Sefere çıktığınız
zaman... namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur.» âyeti seferde namazı
kısaltmanın meşruiyetine delalet eder. Çünkü Allah (cc), «Siz yeryüzünde sefere
çıktığınız zaman...» âyetinde seferi namazın kısaltılması İçin meşru bir sebeb
saymış ve seferi de yalnız cihat için yapılan sefer olarak tahsis etmeyerek
mutlak bir İfade kullanmıştır.
Alimler, bu âyeti
delil atarak misafir bir kişinin namazını kısaltmasının meşru olduğuna
hükmetmişlerdir. Fakat seferde namazın kısaltılmasının vacip veya ruhsat olduğu
hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır :
Birinci görüşe göre
seferde namazı kısaltmak ruhsattır. Kişi dilerse namazını kısaltarak .iki rekat
kıtar, dilerse tam olarak kılar. Bu görüş tmam Şafii İra) ve İmam Hanbel
(ra)'In görüşüdür.
ikinci görüşe göre
İse, seferde namazı kısaltarak iki rekat kılmak vaciptir. Misafirin namazını
iki rekat olarak kılması namazını tam kılması demektir. Zira mfsaflre yolculuk
sırasında tki rekat kılması farzdır. Bu da İmam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüdür.
imam Malik (ra)'e göre
bir kimse sefer sırasında namazını tam olarak kılmışsa, iki rekat olarak tekrar
İade etmesi lazımdır. Çünkü seferde namazı kısaltmak vacib değil sünnettir.
Birinci görüşün
delilleri:
Şafii ve Hanbelilerln
seferde namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat olduğuna dair birkaç delili
vardır. Bunları aşağıya aktarıyoruz:
1.) «Sefere
çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur.» âyetinin zahiri,
namazı kısaltmanın vacfb olmadığını bildirmektedir. Çünkü âyetteki, «üzerinize
bir vebal yoktur» İfadesi, seferde namazı kısaltmanın vacib değil, mubah
olduğuna delalet eder. Şayet seferde namazı kısaltmak vacib olsaydı, âyette
«üzerinize bir vebal yoktu» ifadesi yerine «seferde namazı kısaltmanız
vactbttr» veya doğrudan doğruya, «seferde namazı kısaltın» İfadesinin
kullanılması icabederdi.
2.) Hz.
Ayşe'den rivayet edilen. «Resulullah (sav) İle beraber umre İçin Mekke'ye
gittim. Oraya varınca Resulullah (sov)'a, «Yolda namazımı ba-zan kısaltarak,
bazan da tam olarak kıldım. Orucumu da bazan tutuyor, bazan tutmuyordum.»
dedim. Bana hiçbir kusur bulmayarak, «Güzel yapmışsın ya Ayşe» buyurdu.»
[130]
hadisidir. Eğer namazı kısaltmak vacib olsaydı Hz. Ayşe'nin yolda kıldığı
namazlar için Resulullah (sav) «Güzel yapmışsın» demez, dört rekat olarak
kıldığı namazların hatalı olduğunu söyleyerek «iki rekat namaz kılman lazımdı»
derdi. Bundan da anlaşılıyor ki, seferde namazı kısaltmak vacib değfl,
ruhsattır.
3.) Hz.
Osman, hilafeti sırasında sahabilerle uzun bir yola gittiğinde namazını bazan
tam, bazan da kısaltarak kılmıştır. Sahabilerden hic kimse de Hz. Osman'ın bu
şekilde, namaz kılmasına itiraz etmemiştir. Hz. Osman'ın bu uygulaması ve
sahabılerln itiraz etmemesi de yolculukta namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat
olduğuna delalet etmektedir.
4.)
Yolculukta orucu bozmak da ruhsattır. Kişi dilerse tutar, dilerse tutmaz. Bu,
namazın kısaltılmasının da ruhsat olduğunu delalet etmektedir.
İkinci görüşün
delilleri:
Hanefiler. seferde
namazı kısaltmanın vacib olduğuna dair aşağıdaki delilleri getirirler:
1.) Hz.
Ömer'den rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, «Seferde namaztn fkl rekat kılınması
Peygamberimizin İfadesiyle «tam kılınmış namazdır, kısaltılmış namaz
değildir.» dedi.» Yolcunun tam namazı iki rekat olduğuna göre, seferde namazı
iki rekat kılmak farzdır.
2.)
Resulullah {sav}, bütün yolculuklarında namazı kısaltarak iki rekat kılarlardı.
Bu husus İbnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav),
sefer sırasında, evine dönünceye kadar namazlarını iki rekaî olarak kılardı.»
Resutullah (sav)'ın namazlarını iki rekaî kılması seferde namazın iki rekat
kılınmasına delalet eder.
3.) İmran
bin Husayn (ro)'dan rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) İle haccettim, iki
rekat kıldı. Hatta Mekke'de kaldığı onsekfz gün boyunca na-. mazlarını yine iki
rekat kıldı. Mekkelilere de hitap ederek, «Siz namazlarınızı bize bakmayarak
dön rekat kılın. Çünkü biz seferiyiz, İki rekat kılıyoruz.» buyurdu.»
4.) ibni
Ömer (ra), «Resulullah (sav) ile seferde bulundum. O, namazlarını tki rekat
olarak kılardı. Resulullah'tan sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr, Ömer (ra) ve Osman
(ra) İle de seferde bulundum. Onlar da farz namazlarını iki rekat olarak
kılarlardı. Zira Allah (cc), «Andolsun ki Resulullahda sizin İçin, Altahı vq ahiret
gününü umanlar ve Allahı çok zikredenler için güzel bir numune vardır.» (Ahzab:
21) buyurmuştur.» demiştir.
5.) Buharı
ve Müslim'in Hz. Ayşe'den rivayet ettikleri: «Namaz başlangıçta İki rekat
olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için arttırılarak dört rekat yapıldı.
Seferdeki namaz İse ilk haliyle tki rekat olarak kaldı.»
[131]
hadisidir.
Saydığımız bütün
hadislerde Resulullah (sav)'ın seferde iken namazlarını iki rekat olarak
kıldığı görülmektedir. Resulullah'a uymak ise vacib-lîr. Resulullah (sav)'ın
sefer namazlarını iki rekat kılması bu namazların İki rekat olması icabettiğine
delalet eder. Çünkü o, «Namazlarınızı benden gördüğünüz gibi kılın.»
buyurmuştur.
Fakihler, hangi
seferin namazın kısaltılmasını mubah kıldığı hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Bazı alimlere göre
namazın kısaltılmasını, ramazan orucunun yenilmesini mubah kılan sefer, ibadet
ve taat seferi olmalıdır. İbadet olan seferler ise clhad, hac, umre ve ilim talebi
İçin yapılan seferlerdir. Veyo ticaret ve meşru bir seyehat gibi müboh olan
bir sefer olmalıdır. Yoksa yol kesmeye, kumar oynamaya ve benzeri gayri meşru
Işieri yapmaya gidenlerin seferleri masiyet seferi olduğu için namazın
kısaltılmasına, orucun bozulmasına sebeb olamaz. Bu görüş Şafii ve Hanbelilerin
görüşüdür.
İmam Malik (ra)'e
göre, mubah olan her seferde namazı kısaltmak ve orucu yemek caizdir. Rivayete
göre, bir sahabi Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah (sav), ben ticaret İçin
zaman zaman Bahreyn'e gidiyorum.» deyince, «Farz namazlarını iki rekat olarak
kıi.» buyurmuşlardır.
İmam Sevri (ra) ve Ebu
Hanife (ra)'ye göre ise namazın kısaltılmasının şartı seferi olmaktır. Yapılan
sefer ister mubah bir sefer olsun ister olmasın namazı kısaltmak caizdir.
Hatta bir adam yol kesmek, soygun yapmak, adam öldürmek niyetiyle sefere çıksa
bile yine seferidir, namazını kısaltarak kılar.
İmam Sevri ve Ebu
Hanrfe'nin delilleri:
Namazı kısaltarak
kılmak, sefer için tayin edilmiş bir fprzdır. Hz. Ayşe'den rivayet edilen,
«Namaz başlangıçta iki rekat olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için
arttırılarak dört rekat yapıldı. Seferdeki namaz ise İlk haliyle İki rekat
olarak kaldı.» hadisi, seferde kılınacak farz namazın dört değil, iki rekat
olduğuna delalet etmektedir. Kur'an da, kısaltılarak kılınacak seferi namazı
tahsis yapmadan genel bir ifade ile «sefer» kelimesi İle bildirmiştir. Bu
sefer ister cihad ve emsali gibi taat seferi olsun, ister ticaret ve seyehat
gibi mubah seferler olsun, isterse yol kesme ve emsali gibi masiyet seferleri
olsun hüküm değişmez. Seferin türü ne olursa olsun yolcu namazını kısaltarak
iki rekat olarak kılar.
İbnü'l-Arabî, bu
hususta şöyle der: «Alimler içinde, «Günah oian bir seferde yolcu, namazını
kısaltır. Çünkü kısaltılmış namaz sefer İçin tayin edilmiş bir farzdır.» diyen
alimlerin görüşlerinin zayıf olduğunu Kitabü't-Telhis İsimli eserimizde
açıkladık. Şüphesiz Allah (cc). sefer sırasında namazın kısaltılmasını kulları
için bir hafiflik olmak üzere ruhsat olarak vermiştir. Asıl olan ise namazın
tam kılınmasıdır. Ruhsatları maksadı günah olan seferlerde İcra etmek caiz
değildir.»
[132]
Banq göre Şaffi ve
Hanbelilerin görüşleri —ki ancak taat ve mubah olan seferlerde namazfar
kısaltılabilir— tercihe daha şayandır. Zira, ma-siyet seferinde namazı
kısaltmak caizdir dersek, yolcunun günah işlemesine yardımcı olmuş oluruz.
Halbuki Allah (cc), «...Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımfaşmaym,
Allahtan korkun...» (Maide: 21 buyurmuştur.
Bu hususta farklı
görüşler ileri sürülmüştür:
1.)
Zahirilere göre namazın kısaltılması için seferin kısa veya uzun olması
arasında bir fark yoktur.
2.) Şafii,
Han bel î ve Malikilere göre, namazın ki salt ila bilmesi için çıkılacak
seferin en az iki günlük olması lazımdır. Bu iki günlük yol ' şer'î ölçülere
göre 16 fersah eder.
3.)
Hanefilere göre namazın kısaltılabllmesj İçin yolculuğun üç gün lük olması
gerekmektedir. Buna göre yolun uzunluğu 24 fersah olmaktadır.
4.) İmam
Evzai'ye göre en kısa mesafe bir günlük olmalıdır. Bu da sekiz farsahlık yol
demektir.
[133]
Bu görüşlerin
tafsilatı oruç âyetinin tefsirinde (9.Ders) açıklanmıştır.
İbnü'i-Arabi,
zahirilerin görüşlerinin reddi hususunda şöyle der: «Bazı kimseler, şehirden
çıkar çıkmaz, tekrar geri dönmek üzere bite olsa namazlarını kısaltarak
kılabilirler diyerek dini eğlence haline getiriyorlar. Bu görüş sahipleri ya
seferin ne demek olduğunu bilmiyorlar, yada dini hafife alıyorlar. Eğer
alimler benden önce bu mevzuyu ele almasaydılar ben bir göz açıp kapama müddeti
kadar bile düşünmeye razı olmazdım. Çünkü sahabiler seferin ne kadar olacağı
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
«Hz. Ömer, İbni Ömer
(ra) ve İbnl Abbas (ra)'a göre namazın kısaltılması için sefer en az bir gün
olmalıdır.
«İbni Mesud (ra)'a
göre ise namazın kısaltılabilmesi için seferin en az üç gün olması lazımdır.
İbni Mesud (ra), seferi tarif ederken, «Bir yolculuk ki, onda meşakkat ve
zorluk vardır, o seferdir.» demiştir.»
[134]
İmam Ebu Yusuf (ra)'a
göre âyetin savaş sırasındaki namaza dair ihtiva ettiği hükümler Resulullaha ve
onunla beraber olan ordusuna mahsustur. Zira Allah (cc), «Son de içlerinde
bulunup da...» buyurmuştur. Â-yetteki bu ifadeden hükmünün Resulullah (sav)'a
ve beraberindeki orduya mahsus olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü âyet Özellikle
Resulullah (sav)'a hitap etmektedir.
Cumhura göre savaş
meydanında namaz kılmak meşrudur. Âyet herne kadar Resulullaha hitap ediyorsa
da ona yapılan hitap ümmetinedir. Zira biz ümmeti onu numune almak ve ona
uymakla emredilmişizdir. Mezhep İmamları da Resulullah (sav)'tan sonra onun
halifeleridir. Onun getirmiş olduğu ahkamı yerine getirmekle memurdurlar. Bu
hükmü Resulullah (sav)'a has kılmayı icabettiren bu sebeb ve delil de yoktur.
Faklhler savaş
meydanında kılınacak namazın nastl kılınacağı mev-zusunda İhtilaf etmişlerdir.
Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitaplarına bakarak tatmin
edici bilgi alabilirler.
Muğni adlı kitapta
şöyle denilir: «Savaş alanında kılınacak namazın hadis kitaplarında beyan
edildiği üzere Resulullah (sav)'ın kıldığı gibi kılınması caizdir. Hatta İmam
Hanbel (ra), «Savaşta kılınacak namaz hususunda rivayet edilecek her hadisle
amel etmek caizdir.» demiştir.»
[135]
İmam bin Hanbel (ra),
bir cemaatin Sehl bin Hasme'den rivayet ettiği hadisi tevil etmiştir. Bu
hadisin metni Müslim'in tesbitine göre şöyledir: «Resulullah (sav) savaşta
sahabilerle namaz kıldığında askerini iki kısma ayırarak birinci kısmı ite bir
rekat kıldıktan sonra ayakta bekledi. Kendisiyle bir rekat namaz kılanlar
namazlarının ikinci rekatlarını kendi başlarına tamamlayarak nöbete geçtiler.
Nöbette olan diğer kısım silahları üzerlerinde olduğu halde ayakta bekleyen
Resulullaha uyarak bir rekatlarını Resulullah (sav)'la birlikte kıldılar.
Bunlar da bu bir rekattan sonra Resulullah (sav)'tan ayrılarak namazlarını
kendi başlarına tamamladılar. Resulullah tehiyyatta onları bekledi. Resulullah
(sav)'a yetişerek birlikte âelam verdiler.»
[136]
Ayetlerden alınacak
dersler
1- Namaz
seferde ve savaşta kısaltılabilir. Savaşta namaz cemaatle de ferd ferd de
kılınabilir.
2- Düşmana
karşı savaş hazırlığı yapmak ve onlardan dalma korunmak, kaçınmak vaciptir.
3- Namazın
muayyen vakitleri vardır. Onları ihlal etmek haramdır.
4- Savaşta
sabretmek zaruridir. Düşman karşısında güçlü olmak ise farzdır.
[1] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/349.
[2] Bu Ayetlerin icmali manası, İbni Kesir, Celaleyn ve
Ebussud tefsirlerinden alınmıştır.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/350.
[3] Süyuti. Dürrül-Mensur. C. 2. S. 117. İbni Cevzi.
Zadü'I-Mesir, C. 2, S. 4.
[4] Buhari. Hz. Ayşe'den rivayet etmiştir. İbni Kesir,
Tefsir, C. 1, S. 449.
[5] Buhari ve Müslim. İbni Kesir, age, C. 1, S. 450. tbni
Cevzl, age, C. 2, S. 6.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351.
[6] Muhammed Abdüh. Menar, C. 4, S. 324.
[7] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 1, S. 314.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351-353.
[8] Kurtubl. age. C. 5. S. 3. 354
[9] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/353-355.
[10] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/355.
[11] Fahreddin Razi. age, C. 9, S. 356
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/355-356.
[12] Zemuhşeri. age. C. 1. S. 360.
[13] Kıırtubi. age, C. 5, S. 17. 358
[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/356-358.
[15] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/358.
[16] Âhmed Cemal, tslftni Küttür Dersleri. El-Ahbar
dergisi, sayı 723. Mısıt
[17] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/358-361.
[18] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/363-364.
[19] Bu icmali manayı İbni Kesir. Kurtubi ve Keşşaf tefsirlerinden kısaltarak aldık.
(Sabuni)
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/364-365.
[20] Süyuti, Durru'l-Mansur, C. 2. S. 123. İbni Kesir,
tefsir, C. 1, S. 454.
[21] Süyuti. age, C. 2. S. 122. Kurtubi. age, C. 5, S. 46.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/365-366.
[22] Fahreddin Razi. age. C. 9. S. 184.
[23] Zemahşeri, Keşşaf. C. I. S. 3B3.
[24] Suğlebi, Muaviye bin Haşim yoluyla Ibni Abbas'tan.
Süyuti. age. C. 2, S. 122.
[25] Kurtubi. age. C. 5. S. 53.
[26] Fahreddin Razi, nge. C. 9. S. 20.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/366-368.
[27] Taberi. ege. C. 4. S. 247.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/368-369.
[28] Taberi, age. C. 4. S. 253.
[29] Bu meselenin tafsilatı için Fahreddin Razi'nin
tefsiri. C. 9, S. 188'e bakınız.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/369-370.
[30] Kurtubi, age. C. 5, S. 30.
[31] Ibnül-Arabi.age.C.l.S.m
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/370-371.
[32] Muhkem: Manası ve anlaşılmasında hiçbir zorluk ve
tereddiid olmayan
[33] Mütekabili: Manasık tlınyan. anlaş il m asında zorluk
ve tereddüd buluna ayetler ve mankullar tayfından hiç onlaç'ınayan surelerin
başındaki hr.rf-; muhatla der. ayetlerdir.
[34] Taberi. age. C. 4. S. 260.
[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/371-373.
[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/373.
[37] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/376-377.
[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378.
[39] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378-379.
[40] Buhari. Taberi. age. C. 4. S. 305. îbni Kesir, age. C.
ı. S. 465.
[41] îbni Cevzi. Mecmaü'l-Beyan, C. 3, S. 24. Ebu Hayyan;
Zadü'l-Mesir, C. 2, S. 39.
[42] İbni Ebi Hatem.
Beyhaki. Süyutî. Dürrü'l-Mensur. C.
2. S. 134.
İbni Kesir. C. l. S. 468.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379.
[43] Vakiyye- Okka. dörtyûz dirhemlik bir tartı.
[44] Kurtubi. age. C. 5. S. 99.
[45] Zamalışeri. age. C. 1. S. 380.
[46] Fahreddin Razi. age. C. 10, S. Z4.
[47] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379-381.
[48] Kurtubi. age. C. 5. S. 90-100.
[49] Daru'l-Kutni, Sünen. Nikah bahsi.
[50] Kurtubi, age. C. 5. S. 128.
[51] Darul- Kutni, age. Nikah bahsi.
[52] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/381-383.
[53] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.
[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.
[55] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.
[56] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384-385.
[57] Buhari ve Müslim Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet etmiştir.
[58] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/385-386..
[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/386-388.
[60] Buhari ve Müslim. Fahreddin Razİ. age. C. 10. S.
S1.,^i,
[61] İbni Mace, Müslim El-Vakidî. Fah'reddin Razİ. age, C.
10. S. 51. 390
[62] Cessas. age. C. 3. S. 101-102
[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/388-392.
[64] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392.
[65] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392-393.
[66] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/393-394.
[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/394.
[68] Ibni Cevzi
Zadü'l-Mesir. C 2. S. 36.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/396-397.
[69] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/397-398.
[70] Taberi. age, C. 5. S. 58 lbni Cevzl. Mecmaül-Beyan, C.
3. S. «8. 398
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398.
[71] Zemahşerl. Keşşaf Tefsiri. C. i. S 290.
[72] Zemahşeri. age.-C. 1. S. 392 Ebussuud, Tefsir. C. 1. S. MO.
[73] İbnül-Arabi. age, C. I, S. 417.
[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398-401.
[75] Bu hadisi Sünen sahipleri Muaviye bin Haydet'ten
rivayet etmişlerdir. Ibni Kesir. age. C. 1, S. 492.
[76] Beyhaki bu Hadisi Hz
Ebubekirin kızı Ümmü Gülsüm'den rivayet etmijtir. Alusİ. ag©. C. 5. S.
25.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/401-402.
[77] Ibnü'l-Arabİ, age. C. 1, S. 420.
[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/402-403.
[79] Alûsi, age, C. 5. S. 26.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/403-404.
[80] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404.
[81] Cessas, 8*e, C. 3, S. 152-
[82] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404-406.
[83] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406.
[84] Reşid Rıza, Menar Tefsiri. C. 5, S. 74. 408
[85] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406-408.
[86] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/409-410.
[87] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/410-411.
[88] Bu husustaki tafsilat için 13. derse bakınız
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411.
[89] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411-413.
[90] Taberi, Tefsir, C. S. S. 95.
[91] Reşld Rıza. age. C. 5. S. 95.
[92] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/413-415.
[93] Ebu Davud. Ebu Hayyan. Hakim.
[94] Taberi. age. C. 5. S. 105.
[95] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/415-416.
[96] Teberi, age, C. 5, S. 105,
[97] İbni Rüşd. Bidayetü'l-Müctehid. C. 1, S. 29. 418.
[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/416-419.
[99] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/419-420.
[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/420.
[101] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/422-4723.
[102] Bu icmali manayı
Zemahşeri, Razi, Kurtubi ve Ibni
Cevzi tefsirlerinden özetleyerek aldık, (Sabuni).
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/423-424.
[103] Taberi tefsirinden özetlenerek alınmıştır.
[104] İbni Kesir. age. C. 1. S. 538. Taberi. age. C. 3. S.
05. Alûsi. Ruhul-Maani.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/424-425.
[105] Beylıaki, Tirmizi ve Nesai.
[106] ibni Mâce.
[107] Sadettin Taftazani. Şerhü 1-Akaid. S. İSO. 428.
[108] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/425-428.
[109] Kurtubî. tefsir. C. 5. S. 229.
[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/428-430.
[111] Abdurrahman Cezeri, Kitabü'1-Fıkh alel
Mezahibü'l-Erban. C. 9, S 255 430
[112] Kurtubİ, age. C. 5, S. 331.
[113] Ibni Kesir, tefsir, C. 1. S. 535. 434
[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/
[115] Ibni Kesir, tefsir, C. 1, S. 535.
[116] Kurtubî. age. C. S. S. 331
[117] İbnl Cevzi. age, C. 2. S. 164.
[118] Cessas. age, C. z. S. 286.
[119] Kurtubl, tefsir. C. 5. S. 332. tbni Kesir, tefsir. C.
l, S. 535.
[120] Kurtubi. age. C. C. S. 332.
[121] Taberi, age, C. 8, S. 218. İbni Kesir, age, C. l. S.
536.
[122] Riyazü's Salihin, İmam Nevevi, S. 14.
[123] Şevkani. Fethü'l-Kadir, C. 1. S. 4flû
[124] İbni Kesir. Tefsir. C. l. S. 548. İbni Cevzİ, age. C.
2. S. 181.
[125] İbni Cevzi, age. C. 2. S. 190. Taberi tefsir C. 5, S.
287.
[126] Ebussuud. lrşadü'1-Akl-ı Selim C. 1. S. 379.
[127] Zemahşeri, tefsir, C. 1. S. 438,*". Razl. C. 11.
S. 33.
[128] Fahrettin Razi. age, C. il, S. 35.
[129] Kadı İyaz. Şifa.
[130] Razi. a«e, C. 11. S. 18. 448
[131] Cessas, age. C. 2, S. 310.
[132] tbnü'l-Arabi, age. C. 1. S. 488
[133] İbni Cevzl, age, C. ı. S. 185.
[134] Ibnü'l-Arabi. age, C. 1, S. 488.
[135] Muftni, C. 2, S. 268.
[136] Müslim. Sahih. C. l, S. 575.