24. DERS İSLAM'DA TAADDÜDÜ ZEVCAT VE HİKMETİ 3

Ayetlerin Lafzı Tahlili 3

Ayetlerin İcmali Manaları 3

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 3

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 4

Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 5

Birinci Hüküm: Rahimle Birşey Dilemenin Hükmü Nedir?. 5

Ikinel Hüküm, Bani Olmayan Vslme „„„ ,Esllm Edı)İr Ml?. 5

Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Nikah Edin» Tabiri Nikah Akdinin Farz Mı, Yoksa Mubah Mı Olduğuna Delalet Eder?  6

Dördüncü Hüküm: Âyetteki «İkişer, Üçer, Dörder» Kelimelerinin Manaları Nelerdir?. 6

Âyetlerden Alınacak Dersler 7

Âyetlerdeki Teşri'ı Hikmetler 7

25. DERS YETİM MALLARINA VERİLEN ÖNEM... 8

VE KORUNMASI HUSUSUNDA GÖSTERİLEN YOLLAR.. 8

Âyetlerin Lafzi Tahlili 8

Ayetlerin Icmali Manaları 9

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 9

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 9

Ayetlerdeki Şeri'ı Hükümler 10

Birinci Hüküm: Ayetteki «Sefihler» Kelimesinden Maksat Kimlerdir?. 10

İkinci Hüküm: Sefih, Malım Tasarruftan Alıkonur Mu?. 11

Üçüncü Hüküm: Yaşlı İnsanların Mallarına Elkonur Mu?. 11

Dördüncü Hüküm: Vasilerin, Yetimlerin Mallarından Yemeleri Mubah Mıdır?. 12

26. DERS NİKAHLARI HARAM OLAN KADINLAR.. 13

Âyetlerin Lafzi Tahlili 13

Âyetlerin İcmali Manaları 14

Bu Ayetlerin Geçmiş Âyetlerle Münasebeti 14

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 14

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 15

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 15

Birinci Hüküm: Kadına Evlilikte Verilecek Mehir Ne Kadardır?. 15

İkinci Hüküm: Âyetteki «Kuvvetti Teminat» (Misak-T Golizjden Maksat-  R Nedir?. 16

Üçüncü Hüküm: Kendileriyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar Kimlerdir?. 17

1- Neseb Yoluyla Haram Olan Kadınlar: 17

2- Süt Yoluyla Haram Olan Kadınlar : 17

3- Dünürlük Yoluyla Haram Otan Kadınlar; 17

Dördüncü Hüküm: Bir Kimse Evliliğinden Önce Veya Sonra Kayınvalidesi İle Zina Yaparsa Karısı Kendisine Haram Olur Mu?  18

Âyetlerden Alınacak Dersler 20

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 20

Nesep Yoluyla Haramlığın Hikmeti: 20

Dünürlük Yoluyla Haramlığın Hikmeti: 21

27. DERS KARI-KOCA ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİĞİ GİDERME YOLLARI 21

Âyetlerin Lafzı Tahlili 21

Ayetlerin İcmali Manaları 22

Âyetlerin Nüzul Sebebi 22

Âyetlerin Tefsirindeki  İncelikler 22

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 23

Birinci Hüküm: Serkeş Bir Kadını İrşad Etmenin Merhaleleri Nelerdir?. 23

İkinci Hüküm: Serkeş Kadına Verilecek Cezalar Âyetteki Tesbtte Göre Mi Yapılmalıdır?. 24

Üçüncü Hüküm: Hakemlerin Qkraba Dışından Olması Caiz Mtdlr?. 24

Dördüncü Hüküm: «(Eğer"Kan Ue Kocanın) Aralarının Açılmasından Endişeye Düşerseniz...» Âyetinin Mufratablan Kimlerdir?  25

Ayetlerden Alınacak Dersler 26

Ayetlerdeki Teşri'ı Hikmetler 26

28. DERS CÜNÜP VE SARHOŞLARA NAMAZ KILMANIN HARAM OLUŞU.. 27

Âyetin Lafzı Tahlili 27

29. DERS ADAM ÖLDÜRMENİN GÜNAH VE CEZASI 31

30. DERS SAVAŞTA NAMAZ KILMA.. 37


24. DERS İSLAM'DA TAADDÜDÜ ZEVCAT VE HİKMETİ

 

1  — Ey İnsanlar, sizi birtek candan yaratan,    ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadmlar türeten Rabbiniz(e karşı gelmekjten çekinin, Kendisi(nİn adım Öne sürmek sure­tiyle) birbirinize dileklerde bulunduğunuz     Allah'tan ve akrabalık   (bağ­larını kırmak)tan sakının. Çünkü Allah, sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.

2  — Yetimlere (rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi murdara de­ğişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu, muhakkak büyük bir günahtır.

3  — Eğer yetim kızlar hakkında  (adaleti yerine getiremeyeceğiniz­den) korkarsanız sizin için helal olan (diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınız­dan endişe ederseniz o zaman bir (tane ile), yahut malik olduğunuz cariye (ile iktifa edtn). Bu (tek zevce veya cariye) sizin (Haktan) eğilip sapmamanı­za daha yakındır.

4 — (Aldığınız) kadınların mehirlerini yürekten İsteyerek ve (Allanın) bir atlyye (si) olarak verin. Bununla beraber eğer onlardan birazını gönül hoşlu­ğu İle size bağışlamış olurlarsa onu da içinize sine sine yiyin.

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili

 

(Besse Mlnhüma); Besse kelimesinin lügat manası dağılma demektir. Ayetteki manası ise, tenasül yoluyla çoğaltmaktır.

(Tesâelûne): Sorma, isteme manasına gelen bir fiildir.

(Velerhâme): Rahmin çoğulu olan erham kelimesi, ceninin ana karnında bulunduğu yer anlamındadır. Buradaki anlamı ise. akraba­lıktır.

(Ragiben): Vakıf olma ve kontrol etme demektir.

(El-yetâma): Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden çocuğa denir.

(Hûben): Günah anlamındadır.

(Tuksitû): Adil olmak manasını ifade eden iksalın fiilidir demektir

(Teûlu): Meyletme ve yönelme.

(Sadukâtthinne): Mehir demektir.

(Nıhleten): Birşeyi gönül hoşluğu ile verme.      

(Henîen merien): Rahatlıkla yenilen şey manasınadır. [1]

 

Ayetlerin İcmali Manaları                         

 

Allahu taala Icmalen, bütün insanlara umumi bir hltabta bulunarak İnsanları, ortak koşmadan yafntz kendisine ibadete davet ediyor, büyük kuvvetine işaret ederek bütün İnsanları tek bir nefisten (Hz, Adem) ve ondan da zevcesini (Hz. Havva), her ikisinden ise bütün İnsanları yarat­tığını bildiriyor. Bütün insanlar hem nesep, hem de insanlık bakımından kardeştir. Bu bakımdan Allah (cc), İnsanlık binasının tamamlanması İpin kuvvetlinin zayıfa, zengfnin fakire-yardım etmesini tavsiye ediyor.

Giriş ayetlerinin iki yerinde —baş ve sonda— takvayı te'kiden emret­mesi Allanın insanlar üzerindeki hakkının büyüklüğüne İşarettir. Takva ile akrabalık bağının birlikte anılması, akrabalık bağının ne kadar Önemli olduğunu göstermeye kafidir. Allaho (cc) imandan gelen bağ ve akrabalık bağı... İnsanlar Allaha (cc) gerçekten İman ederek birlik olsalar ve ak­rabalık bağlarını kuvvetlendirseler, emniyet ve mutluluk içinde yaşarlar. Böyle bir ortam içinde de yaşlıyı, çocuğu, zayıfı ve fakiri ateş gibi yakan yoksulluk ve savaşlar olmazdı.

Allah (cc), yetimlerin haklarına riayet edilmesini ve mallarının korunmasını emretmektedir. Çünkü yetimler, bakıma, korunmaya ve yardıma daha çok muhtaçdırlar. Zayıf olan yetime zulmetmek Allah (cc) katında büyük günahtır. Yetimlerin himayeniz altındaki mallarını veriniz. Onların iyi mallarına karşılık kötü ve değersiz mallar vermeye kalkışmayınız.

Allah (cc). himayesi altında bulunan yetim kızlarla evlenmek arzusun­da bulunan erkeklere, mehirlerinj tam verememekten, ve adaleti gözetme­mekten korkarlarsa, yetim kızlarla değil, başka kadınlarla evlenmelerini emretmektedir. Erkekler, diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlarına alabilirler. Bu mubahtır. Birden fazla kadınla evlenmek isteyen erkekler, aralarında adaleti sağlayamamaktan korkarlarsa, o zaman bir tane ile yetinmelidirler.

Allah (cc) erkekfere, kadınların mehirlerini gönül hoşluğu İle verme­lerini emretmektedir. Eğer kadınlar mehirlerinden bir bölümünü kendi ar­zuları ile hibe eder, verirlerse, erkek bunu gönül hoşluğu ile hela) olarak yiyebilir.[2]   

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

1- Said bin Cübeyr (ra)'in rivayetine göre Arapl.arın Gatfan kabi­lesinden bir kişinin, yanında bulunan kardeşinin yetim çocuğunun çokça malı vardır. Çocuk baliğ olunca amcasından malını istedi, fakat alamadı. Resulullah (sav)'a amcasını şikayet etti. Bunun üzerine «Yetimler© (rüş-düne gelince) mallarını verin...» âyeti nazil oldu. [3]

2- Hz. Ayşe (ra)'den: «Yanında yetim kız çocuğu bulunan bir kimse onunla nikah akdf yaptı. Hiçbfr hakkı olmadığı halde kızın müikü olan hur­ma bahçesini kendisine vermiyordu. Bunun üzerine «Eğer yetim kızlar hak­kında...» âyeti nazil oldu.» [4] rivayetidir.

3- Buhari'nin Urve bin Zübeyr (ra)'den rivayetine göre Urve, Hz. Ayşe (ra)'ye «Eğer yetim kızlar hakkında...» ayetinin manasını sordu. Hz. Ayşe (ra), «Ey kızkardeşimin oğlu,.yetim kız kendisine bakan velisinin ya­nında bulunur. Velisi onun malını kendi malına karıştırır. Kızın hem malı, hem de güzelliği adamın hoşuna gider. Bu sebeble kızı, mehrinde adil davranmadan nikahlamak ister. Başkasının o kıza vereceği kadar birşey vermeden nikahlar. Bunun için, yetim kızlara mehirlerlnde adalet göste­rerek başkalarının verebileceğinin en yükseğini vermedikçe velilerin ken­dilerine nikahlamaları nehyediimlştir. Yoksa Allah, onlardan başka arzu ettikleri kadınlarla ikişer, üçer, dörder evlenmelerine müsade etmiştir. Bazı kimseler bu ayetin nüzulünden sonra Resulullah (sav)'tan fetva istediler. Bunun üzerine «Senden kadınlar hakkında fetva İsterler. De ki: «Onlara dair fetvayı size Allah veriyor...» (Nisa: 127) ayeti nazil oldu.» dedi. [5]    

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Sureye «Nisa» adı verilmesi, kadınlarla ilgili hüküm­lerin diğer surelere göre daha fazla olmasındandır.

Suresinin giriş kısmında insanlara birtek nefisten (Hz. Adem) yaratıl­dıklarının hatırlatılması, ihtiva ettiği hükümler bakımından güzel bir baş­langıçtır. Surede daha çok insanları tek bir Yaratıcıya bağlayan ve ara­larındaki nikah, veraset, evlilik hukuku, neseb ve dünürlük münasebetleri­ni tanzim eden hükümler yer almaktadır.

İkinci İncelik: Bütün insanlar Hz. Adem (as)'in soyundandır. Dar-vvin'in tekamül nazariyesi, Kur"anın «O, sizi tek nefisten yaratmıştır.» sarih ayetiyîe tezat teşkil etmektedir. Darvvin nazariyesine göre insan, önce sırasıyla deniz üzerinde bir toprak parçası, küçük bir hayvan, kurbağa, balık, maymun ve en son şekliyle insan halini almıştır. Bu nazariye mü­cerret bir vehimden İbarettir. İlim adamları bu görüşü kesin delillerle red­detmişlerdir.

Üçüncü incelik: Hz. Havva'ya Havva İsminin verilmesi bir canlıdan yaratıldığı içindir. Bu, Allah (cc) tarafından «Ondan da yine onun zevcesi­ni vücuda getirendir.!» âyetiyle ifade buyurulmuştur.

Ebü Müslim, Hz. Havva'nın Hz. Adem (as)'den yaratıldığı görüşünü kabul etmeyerek, «Hz. Havva'yı Hz. Adem (as}'den yaratmaktaki hikmet nedir? Çünkü Allah (cc), onu da topraktan yaratmaya kadirdir. «Ondan zevcesin! vücuda getirendir.» ayeti, Hz. Havva'nın Hz. Adem (as)'ln cinsin­den yaratıldığını ifade eder. Yani Allah (cc), Hz. Adem (as)'i nasıl toprak­tan yaratmışsa onu da topraktan yaratmıştır.» demektedir.

Muhammed Abduh da Menar isimli tefsirinde, Ebu Müslim'in görü­şünde olduğunu beyan etmiştir, [6]

Ebu Müslim'in görüşü batıldır. Ayet onun görüşüne göre tefsir ediîir-se, insanların bir nefisten değil iki nefisten yaratıldığı ortaya çıkar. Hal­buki bu, hem âyetin nassına, hem de bu husustaki sahih hadislere aykırı­dır.

Ebu Müslim'in, «Allah (cc)'ın Hz. Havva'yı Hz. Adem (as)'den yarat­masında ne hikmet vardır?» sorusuna şöyle cevap verilebiliri Allah {ccj'ın Hz. Havva'yı Hz, Adem (as)'den yaratmasındaki hikmet, bir canfıyr, do­ğum yoluyla değil, mücerret olarak diğer bir canlıdan yaratmaya kadir olduğunu beyan etmektir. Bir cansızdan bir canlıyı yaratmaya kadir oldu­ğu gibi, bir canlıdan diğer bir canlıyı yaratmaya da kadirdir. Mesela, Hz. Adem (as) i topraktan, Hz. İsa (as)'yı bakire bir kadından, Hz. Havva'yı da bir erkekten yaratmıştır. Allah (cc} herşeye kadir ve gücü yetendir.

Dördüncü incelik: Haramı murdar, helali de temiz ve güzel olarak va­sıflandıran Allah (cc), «Temizi murdarla değişmeyin...» âyetiyle yetim ma­lını yemenin iğrençliğini beyân ederek verdiği helal nztkla yetfnllmeslni, yetimlerin  mallarına  kesinlikle yan  gözle  bakamamasını  emretmektedir.

Yetim malına göz dikmek; el uzatmak zulümdür ve Allah (cc) zu!mii kesin olarak yasaklçunıştfr.

Beşinci İncelik: Ebussuud'a göre, «Yetimlere mallarını verin» aye­tinde rüşdüne ermiş oldukları halde «yetimler» tabirinin kullanılması, ye­tişkinlik cağına geldikleri zaman mallarının hemen kendilerine verilmesi­nin farz olduğunu beyan etmek içindir. Aliah (cc), onfarı, yetimlik sıfatlan hic kalkmamış, devam ediyormuş gibi zikrederek yetimlere merhamet edil­mesini emretmektedir.

Altıncı Incetllk: Yetimin malı, vasinin malına kanştırılmasa bile yenil­mesi kati olarak haramdır. Ayetteki, «Onların mallarını kendi malfarınıza (katarak) yemeyin» kaydı, katarak yemenin daha çirkin olduğunu gös­termek içindir. Yetim malının zaruret hali dışında yenilmesi çok çirkin bir harekettir. Yetimin malını kendi malına katarak yemek İse cok daha çir­kin bir harekettir ve bu yüzden özellikle yasaklanmıştır.

Yedinci İncelik: «Eğer yetim kızlar hakkında (adaleti yerine getire­meyeceğinizden) korkarsamz...» âyetinde, yetimlerin ahkamıyla kadınların nikahı arasında cok ince ve güzel bir münasebet kurulmuştur. Çünkü ka­dınlar da yetimler gibi zayıf oldukları için bir erkeğin himayesine muh-taçdırlar. Allah (cc), yanında yetim kız bulunan velinin, onunla, malına ve güzelliğine tamah ederek adalet ölçülerine uygun bir mehir vermeden evlenmesini yasaklamıştır. Fakat onlar dilerlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder kadınla evlenebilirler. Bu hususta geniş bilgi, nüzul sebebin­de Urve bin Zübeyr (ra)'ln Hz. Ayşe (ra)'den rivayet ettiği hadiste geç­mişti.

Ebussuud Efendi bu hususta şöyle demektedir: «Allah (cc)'ın müslü-manlara yetimlerle evlenmeyi nehyederek diğer kadınlarla evlenmelerini tavsiye etmesi, yetimler hakkında ne kadar lütufkar olduğuna işarettir. Çünkü insan yaratılış itibariyle yasaklanan birşeyi yapmaya daha çok İs­tek duyar. Bundan dolayı Allah (cc), Yetimler dışındaki kadınlarla diledi­ğiniz kadar evlenebilirsiniz» buyurmuştur.» [7]    

 

Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm: Rahimle Birşey Dilemenin Hükmü Nedir?

 

«...Kendisi(n!n adını öne sürmek suretiyjle birbirinize dileklerde bu­lunduğunuz, Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmakjtan sakının...» âyeti, rahimle dilekte bulunmanın caiz olduğuna işaret eder. Bilhassa kurradan Hamza'nın kıraatına göre (Erham) kelimesi (Erhamİ) şeklinde okununca işaret ettiğimiz husus daha acık bir şekilde görülür. Cürikü bu kıraata gö­re ayetin anlamı. «Kendisiyle ve sılasını tavsiye ettiği rahimleri vesile ede­rek birbirinize karşı dilekte bulunduğunuzda Allah'tan ve akrabalık (bağ­larını kırmak)tan sakının.» olur. Bundan da anlaşılıyor -ki, bazı alimlere göre, rahimleri vasıta ederek dilekte bulunmak caizdir. Bu şekilde dilekte bulunmak bir yemin değil, şefkat taleb etmektir. Dolayısıyla bir kimsenin «Sıla-ı rahim hakkı için senden şunu diliyorum.» demesi, hadiste, "«Baba­larınızın ismi İle yemin etmeyiniz» Ifadesj ile yasaklanan yemin kapsamına girmez.

Bir İsimle veya rahimle dilekte bulunmanın caiz olduğunu söyleyenler Resulullah ,sav)'ın, «Allahım, senden dilekte bulunanların ve şu anda ya­ya olarak yürüyüşümün hürmetine duamın kabul edilmesini istiyorum. Çünkü İnsanlara zarar vermek, şımarmak, riyakarlık yapmak ve gidişimi halka duyurmak için evden çıkmış değilim. Yalnız senin rızan İçin evden çıkmış camiye gidiyorum.» hadisini de delil alırlar. Görüldüğü gibi Resulul-lah (sav), Allah (cc)'tan dilekte bulunurken O'ndan halisane dilekte bulu­nanları kendisine vasıta etmektedir.

Bazı alimler işe rahimle dilekte bulunmayı mekruh saymışlardır. Bun­lara göre, «Kim yemin ederse ya Allah ismi ile yemin etsin veya sükut et­sin.» sahih hadisi, yukarıda anılan «Rahimle Allah'tan veya İnsanlardan dilekte bulunmak, bir nevi Allah'tan gaynyla yemin etmek anlamına gel­mez.» görüşünü reddeder. Bu görüş İbni Atlyye'nlndir.

Zeccâc. bu konuda şöyle der: «Kurradan Hamza'nın kıraati zayıf ol­duğu gibi usul-ü dinde cok büyük bir hataya vesile olur. Çünkü Resulul-kih (sav), «Babalarınızın ismiyle yemin etmeyiniz.» buyurmuştur. Allah'­ın gaynyla yemin etmek caiz olmadığına göre, rahimle yemin etmek nasıl caiz olur?»

Kurtubi'nin nakline göre Müberret, «Ayetteki «Vel erhâme» kelimesi­ni esre ile okuyan bir alimin arkasında namaza dursam, farkına varır var­maz hemen namazı bozar, ayakkabılarımı alır, çıkarım.» der. [8]

İmam Kuşeyrî ise bu hususta şöyle demektedir: «Bu görüşler (İbni Atİyye, Zeccâc ve Müberret'ln görüşleri) akaid alimleri tarafından makbul sayılmayarak  kesinlikle reddedilir.  Çünkü kıraat alglerinin okudukları bütün kıraat şekillerinin tevatüren R^sulu,|ah (Mv).t  nakIedildiğ. tesoit edilmiştir. Bu husus kıraat .İmine vo^ o|Qn[arca bjfjnjr Resuju|lah (savKtan geldiği kesin biçimde en çirkin gören.  Resulullah.  reddetmiş                          görmüştür.  Çok  dikkat edilmesi gereken bır husus da Kur konU3unda lügat ve nahiv alimlerinin degıl    ıraa   allmlennin   ed||eceğidir Arap aili ve edebiyat, Resulullah (sav)tan öğren  Onun fBsaha»nden  kjm    y he ede. bilir? Resulu.lah m Atak

Herhana  bırşey  vasıta ederek dilek.

 McınuMy   \te bulunma», iSe hıçklmse yemin kabul edemez.» [9]

 

Ikinel Hüküm, Bani Olmayan Vslme „„„ ,Esllm Edılir Mmi?

 

«Yetimlere (rüşdüne gelince) nv t'arın| verin...» ayet, yetim ere malarının teslim edilmesinin farz olduğuna delalet eder.

Alimler, baliğ olmayan yetim cçv etmişlerdir. Çünkü Aiiah (cc). «Yell^8a ™1''™ ven meyecep.nde Ht.fak

kadar (gömlp) d«r»yin. O vaki,.—nm «rfi»   âdilerinde bir akıl ve sa ah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin...»

(ı-mı i^ir. hıiinnn» N||SQ; 6   buyurmuştur. Bu ayet, yet m çocuğa malının teslimi için buluğundiğinin anlaşılması gerektiğine de,^?^ olduğuna ve aklının herşeye er-önce verilirse, onu iyi kullanamaz, l( '« eder' ^er ^t-me mal, buluğdan , <umsuz ve menfaatsız bir sekide sar-feder.  

Alimler, mevzumuz ayetin iki q

Vrı manaya geldiğim söylerler:

Birinci manaya göre ayetteki «v  ,llğ kimselerdir. Onlara «yetim» denClimler»den maksat ™şde erm.ş. ba-^esı, geçmişte yetim oldukları içindir.

İkinci manaya göre ise ayetteL «Vetlmler»den murad bu kığa erme­yen kuçuk yetim çocuklardır. Buna ...                rlnlz» emri, «Onların yeme. içme ve J.°™ a^Uekı «pimlere moflonm ve-şılayınız.» manasına gelmektedir, vj'y'nmelenn. mallarından vererek, kar-terin malların, dokunmadan, tecav>- «veriniz» emrinin anlamı, «Yetim-tir. Çünkü bazf veliler, yetimlerin ^f bulunmadan koruyunuz.» demek-tüketiverirler. Allah (cc), bu ayetle ıQlla"nı aereksız israflarIa çarçabuk larını ve gelecekte onlara menfaa,Velılere' Yetimlerin mallarını koruma-emretmiştir. Yetimler rüşde erdikler, VereCek ?ekHde i?!etip artirma'<"-ın. men teslim edilmelidir.                        zaman da malIan kendilerine tama-

Bu ikinci mana İslâm hukukunu^ğu için tercih edilir. Allah (cc), en    umumi ka|deferine daha uygun oldu-Vi bilendir. [10]

 

Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Nikah Edin» Tabiri Nikah Akdinin Farz Mı, Yoksa Mubah Mı Olduğuna Delalet Eder?

 

Cumhura göre ayetteki «nikah edin» tabiri, nikah akdinin farz değil, mubah olduğuna delalet eder. «Yiyin, İçin, israf etmeyin» (Araf: 31) aye-tlndeki «yiyin, için» tabirleri ile, «Onun dilediğiniz yerinden yiyin.» (Araf: 160) ayetindeki «yiyin» tabirinin emir şeklinde olduğu halde yeme ve İç­menin farz değil mubah olduğunu ifade etmesi gibi.

Zahiri mezhebi alimleri ise, âyetteki «Nikah edin» ifadesinin nikah akdini farz kıldığı görüşündedirler. Bunlara göre emir ifadesi ancak farz kılmak için kullanılır.

Zahiri alimleri, «Sizden kim hür ve müsiüman kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetiremezse sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.» (Nisa: 25) âyetinden ya haberdar değildir, ya da gözlerine perde çekildiği için hakikati görmüyorlar. Çünkü, onların dediği gibi ayetteki «nikah edin» tabiri farzı İfade etmiş olsaydı, bu âyetteki «gücü yetmeyenler» tabiriyle çelişki meydana gelirdi. Halbuki mevzumuz ve surenin devamındaki ayet­ler evlenme ve evlilik hukukunu muntazam bir şekilde ortaya koymakta­dır.

Nitekim İmam Fahreddin Razi, meseleyi şöyle açıklar: «Sabretmeniz sizin İçin daha hayırlıdır» âyetinde Allah (cc), gücü yetmeyenlerin evlen­memelerinin evlenmelerinden daha hayırlı olduğunu buyurmaktadır. «Sab­retmeniz sizin için daha hayırlıdır.» âyeti,-nikahlamanın farz olduğuna de­ğil, gücü yetmeyenler için evlenmemenin sünnet olduğuna delalet eder.» [11] 

 

Dördüncü Hüküm: Âyetteki «İkişer, Üçer, Dörder» Kelimelerinin Mana­ları Nelerdir?

 

. Lügat alimleri bu kelimelerin her birinin ifade ettiği sayıyı bildirdiğin­de İttifak etmişlerdir. Buna göre âyetteki «mesna» kelimesi ikişer ikişer, «sülase» kelimesi üçer üçer, «rübâe» kelimesi ise dörder dörder sayıla­rına delalet eder. Bu izaha göre ayetin manası şöyledir: «Kadınlardan istediğinizi ikişer İkişer, üçer üçer, dörder dörder arzu ettiğiniz şekilde nikahlayabilirsiniz.»

"   Zemahşerî, bu hususta şöyle demektedir: «Ayet tüm insanlara gel­diğinden sayı İfade eden kelimelerin tekrarı bildirecek şekilde gelmesi lazimdır. Evlenmek isteyen her kimse, ayette belirtilen sayılar nisbetlnde rri-kahlanabilir. İki kadınla evlenmek İsteyen İki, üç kadınla evlenmek İste­yen üç, dört kadınla evlenmek isteyen dört kadınla evlenecektir. Ortada bulunan sayılı bir mal bir topluluğa eşit olarak bölüştürülürken düşen pa­ya göre, «Onların her birine ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder verin.» denilir. Bundan anlaşılacak olan herkesin ikişer, üçer veya dörder alması gerektiğidir.» [12]

«Sizin için helal olan (diğer) kadınlardan İkişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin» âyeti, dörtten fazla kadınla evlenmenin haram olduğu­na delalet eder. Bütün müfessirler ve fakihler bu hususta Icma etmişler­dir.

Bu icmaya rağmen bazı bfd'ad ehli, dokuz kadına kadar evlenmenin caiz olduğunu Öne sürmüştür. Bunlara göre, «mesnâ» kelimesinden sonra ve «sülase», «rübâe» kelimelerinden önce gelen atıf vav'ı toplamayı ifade etmektedir. Yani, iki artı üç artı dört eşittir dokuz eder. Bu batıl görüş icmayı bozmaz.

Kurtubi bu konuda şöyle demektedir: «Bilmiş olun ki, anlayışları Kitab ve Sünnetten uzak olan ve selefin icmaından yüzçevlren bazı kimseler, atıf vav'ımn toplamayı ifade ettiğini öne sürerek, Resulullahın dokuz ka­dınla evlenmesini ve dokuzunun da O'nunla birlikte yaşamasını da delil getirerek dokuz kadınla evlenmenin caiz olduğunu iddia etmektedirler. Ne var ki, ayetteki sayıların sıralanışı, Rafızî ve Zahiri mezhebinden olan bazı alimlerin bu iddialarına delalet etmez. Hattc bunlardan bazıları daha da çirkin bir iddia ortaya atarak bir erkeğin orsekiz kadınla evlenmesinin mubah olduğunu söylerler. Ümmetin İcmama muhalif olan bu söz ve İddia­lar Arap dil ve edebiyatı İle Sünneti tam bilmemenin sonucudur. Zira hiçbir sahabi ve tabiinin dörtten fazla evlendiği ne görülmüş, ne duyul­muştur. Hatta sahabi Hz. Gaylan, müsiüman olduğunda on kadınla evliy­di. Resulullah ona. «İçinden dört tanesini seç, diğerlerinden ayrıl.» diye emretmiştir.

Allah {cc}, insanlara ve bilhassa Araplara Arapçanın en fasih leh­çesi ile hitap etmiştir. Fasih konuşan hiçbir arap, dokuz sayısını doğru­dan ifade edecek yerde toplamı dokuz eden İkişer, üçer, dörder gibi bir İfade kullanmaz. Allah (cc), eğer dokuz kadınla evlenmeye müsade etsey­di, «ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder» demeyip doğrudan doğruya «dokuz kadınla evlenin» veya «dokuz kadına kadar evlenin» derdi. Bundan-daha çirkini de bir kimsenin onseMz diyecek yerde dört artı altı artı sekiz demesldir.» [13]

Ümmetin Icmaı, ayetten de kesin olarak anlaşıldığı üzere dört kadın­dan fazlasıyla evlenmenin haram olduğu nususundadır. İcmao muhalif ci­lan bfd'od ehlinin doğumlarından asırlarca önce yaşayan ve fasih Arap-cayı hem onlardan hem de günümüzdeki insanlardan daha İyi anlayan sa-habi, tabiin ve dört büyük mezhebin ilim adamlarının icmaı böyle olunca, Icmoa muhalefet eden bid'ad ehlinin sözlerine itibar edilemez. Bu söz ve iddialar, onların cehalet ve beyinsizliklerini ortaya koyar ancak. Şair şu sözleri sanki bunlar için söylemiştir: «Üstadsız ilim öğrenmeye kalkışan yoldan sapcr. Fasih bir ifadeyi çirkin gören, yanlış anlayan kimse de ken­di kabiliyetsizliğlnf ortaya koyar.»

Allah (cc) bizi cahillerin cehaletinden ve beyinsizlerin ahmaklığından korusun. (Amin). [14]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- Bütün İnsanlık aynı kökten gelmiştir. Bütün İnsanlar Hz. Adem-(as)'in oğullarıdır,

2- Allah'ın ismiyle dilekte bulunmak caizdir.

3- Rahim (akrabalık) hukuku cok önemlidir. Çünkü Allah (cc), sıfat rahim denilen akraba ve yakınlarla münasebetin kesilmesini, görüşülme­mesini yasaklamıştır.

4- Yetimlerin haklarını korumak farzdır. Allah {cc), vasilere yetim mallarını korumalarını, iyi bir şekilde değerlendirmelerini ve yetimler bulu­ğa erdikleri zaman mallarının kendilerine teslim edilmesini emretmektedir.

5- Bir erkeğin hür kadınlardan, aralarında adil olmak şartıyla, dör­de kadar evlenmesi mubah kılınmıştır. [15]

 

Âyetlerdeki Teşri'ı Hikmetler

 

Cok evlilik zamanla hayat şartlarının gerektirdiği zaruri hadiselerden­dir. Üstelik İslâm tarafından ortaya çıkarılmış bir husus da değildir. İslâm gelmezden önce çok kadınla evtiltk hem de sınırsız ve sorumsuz bir şekilde mevcuttu. Bu evliliğin herhangi bir kaydı, şartı ve nizamı da yoktu. İslâm, çok evlenmeyi adil bir esasa bağlayarak t>!r nizam, bir sınır getir­miş, böylelikle cemiyetin karşılaştığı kötülüklere set çekmiştir.

islâm geldiği sıralar, erkekler on, hatta daha fazla badınla evleni­yorlardı. Sahabilerden Gaylan (ra) İsimli bir zat, müslüman olduğunda on kadınla evli bulunuyordu. Resulullah (sav) Gaylan'a «Dört tanesini seç, di­ğerlerini bırak» buyurdu. Bu hadise de İslâm'ın çok evliliğe bir sınır ge­tirdiğinin açık bir delilidir,

İslâm getirdiği hükümlerle erkeklere manen şöyle diyor: Evlilikte bir sınır vardır ve sınırı aşmak haramdır. Bu sınır ise dörttür. Ayrıca evlilikte bir kayıt ve şart vardır. Bu da, erkeğin kadınlar arasında adil olmasıdır. Kadınlar arasında adaleti sağlayamayacak erkek, bir kadınla evlenmelidlr.

Şu halde, çok evlilik İslâm'dan önce de vardı ve tam bir başı-boşlufc, anarşi İçinde uygulanırdı. Çünkü o zamanlar evlilik yalnız beşeri arzuların tatmini için yapılırdı. İslâmın gelişiyle çok evlilikteki adaletsizlik ve anarşi bertaraf edilerek adil bir esasa bağlanmıştır. Daha da mühimi evliliğin gayesi, beşeri arzu ve isteklerin tatmini olmaktan çıkarılarak sağlam ve adil bir aile hayatı kurma ve topluma hizmet edecek nesiller yetiştirme haline getirilmiştir.

Hakikat şudur ki, cok evlilik, İslâm'ın herkesin İftihar edilebileceği bir müessesesidir. Çünkü çok evlilik, cemiyet nizamını bozacak, cemiyetin dağılmasına sebeb olacak birçok fenalıkların ortadan kalkmasına vesile olacaktır. Öyleyse fertlerin dünyada mesut bir hayat sürebilmeleri için mutlaka İslâm'a uymaları lazımdır. Açıkça görülüyor ki, islâm dtşı toplum­larda ahlaksızlık gün geçtikçe artıyor, yeni nesiller öncekilere göre daha da bozuk yetişiyor. Bu mesele araştırıldığında sebebinin aile hayatının düzensizliği ve gayri meşru ilişkiler olduğu görülüyor. Herne kadar bir erkek resmiyette birden fazla kadınla evlenemiyorsa da gayri meşru ola­rak bir veya daha cok kadınla münasebet kuruyor. Bu da tabii olarak toplum içinde gayrj meşru çocukların artmasına vesile oluyor. Hatta çoğu kez şımarık zenginler, paralarının gücüne dayanarak birçok kadını iğfal ediyor, birçok kadınla gizli de olsa evlilik hayatı yaşıyor. Dikkat edilirse böyle bir ilişki çok yönlü kötülükler çıkarmaktadır ortaya. Erkek ailesine ihanet etmektedir, ilişkide bulunduğu kadının kocasının hakkına tecavüz etmektedir, kadın kocasına en büyük ihaneti yapmakta ve ailesine karşı sevgi, saygı ve bağlılığı yok olmaktadır. Böyle bir ilişki sonucu ortaya Çıkan çocuk zamanla cemiyet içinde dolaşan bir ur halini alıyor. Çünkü çocuk ortaya çıkardığı bir sürü problem nedeniyle gerektiği gibi yetiştirile-

miyor. Annesiz ve babasız bir çocuk gibi tam bir başıbozluk ve ahlaksız­lık İçinde yetişiyor. İşte böyle cemiyeti temelinden sarsıcı ve bozucu çir­kin olayların meydana gelmemesi için İslâm birden fazla kadınla evlen-m yi mubah kılmıştır.

Cok evlilikte birçok zorlayıcı sebeb vardır. Bu sebebler onu bir za­ruret haline getirir. Kadının çocuk yapamaması, kocayı cinsel yönden tatmin edemeyecek kadar hasta olması gibi birçok sebeb vardır. Biz bun­ları ayrı ayrı zikretmeyeceğiz. Fakat herkesin Kolaylıkla anlayacağı mühim bir meseleye İşaret etmeden de geçemiyeceğiz.

Bir toplumda kadın ve erkek sayısı birbirine eşit olursa, her erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi pratikte mümkün olamaz. Fakat, kadın sa­yısının erkek sayısından çok fazla olduğu durumda ortaya çıkacak müş­kül nasıl halledilecektir? Cemiyetteki dengenin kadınlar lehinde bozulması, kadın sayışının erkek sayısından birkaç misli fczla olması halinde ne ya­pacağız? Kadını evlilik ve annelik nimetinden yoksun bırakarak başıboş­luğa ve fuhşa mı itekliyeceğiz? Nitekim savaş sonraları birçok ülkede kadın sayısı erkek sayısının birkaç misli fazla olmaktadır. 2. Dünya Sa­vaşından sonra birçok Avrupa ülkesinde bu durum ortaya çıkmıştır. İşte İslâm, bu müşkül meseleyi şerefli ve haysiyetli bir şekilde hallederek ka­dının şahsiyetini, aile düzeninin sağlamlık ve temizliğini, toplumun ahlakî selametini korumuştur. Ki, bu da çok evlilik müessesesidir.

Tarafsız olarak düşünen herkes, bir kadının bir aile sıcaklığı içinde başka bir kadınla birlikte bir erkeğin hlmqyeslnde yaşamasının, bu ka­dının başıboş, himayesiz kalmasından dpha iyi olacağın*; kabul etmek zorundadır. Çünkü başıboş kalan bir kadın, hayatını sürdürebilmek ve be­şeri arzularını tatmin edebilmek için her gördüğü, her bulduğu erkekle ge­çici münasebetler kuracaktır. Bu da fuhşun, ahlaksızlığın, frengi ve ben­zeri hastalıkların yayılmasına ve çoğalmasına vesile olacaktır.

Nitekim, 2. Dünya Savaşmaan sonra Batı Almanya, kendi dinleri ta­rafından yasaklandığı halde, İsrâmın mubah -kıldığı çok evliliği toplumun selameti bakımından benimseyerek teşvik etmiştir. Alman kadınını sokak fuhşundan ve bunun sonucu olarak ortaya çıkacak gayri meşru çocuklar ve diğer fenalıklardan kurtarmanın yolunu çok evlilikte.görmüşlerdir. Al­man üniversitelerinin çoğu hocaları, Almanya'da kadın meselelerinin hal­ledilmesi İçin çok evlilikten başka çare olmadığını ifade etmişlerdir. Hatta bir kadın profesör, «Benim on kadınla birlikte bir iffetli erkeğin himaye­sinde yaşamam, haysiyetsiz bir erkeğin tek karısı olmamdan veya hiç

evlenmeden tek başıma yaşamamdan daha iyidir. Bu yalnız benim değil, bütün Alman kadınlarının görüşüdür.» demiştir. [16]

Alman gençleri, 1948 yılında, memleket meselelerinin halli İçin Mü­nih'te düzenledikleri bir kongrede, 2. Dünya Savaşından sonra azalan er­kek sayısı nedeniyle ortaya çıkan dengesizliğin doğurduğu kötülüklerin ön­lenmesi İçin çok evliliğin uygulanması yolunda bir karar alarak bunu hü­kümetlerine tavsiye etmişlerdir.

İşte İslâm, Hıristiyanlık alemini çaresiz bir durumda bırakan bu müş-kilatı en şerefli bir yolla halletmiştir. İslâmın böylesine büyük meseleleri, daha müşkilatlar doğmadan önce halletmesi, hatta dini İslâm olmayan­ların bile meseleleri tarafsız bir şekilde ele aldıklarında İslâmın hükümleri­nin doğruluğunu görmeleri, İslâmın büyüklüğüne, yüceliğine delalet et­mez mi? [17]

 

25. DERS YETİM MALLARINA VERİLEN ÖNEM

VE KORUNMASI HUSUSUNDA GÖSTERİLEN YOLLAR

 

5  — Allah'ın sizi başına diktiği mallorınızı    beyinsizlere    vermeyin. Kendilerine bunlardan yedirin, giydirin, onlara güzel söyleyin (iyi nasihat­ler edin).

6  — Yetimleri nikah (çağına) «rdikleri zamana kadar (gözetip) de­neyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlara teslim edin. Büyüyecekler (de ellerine alacaklar) diye bunları israf İle tez elden yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetimin malım yemeye tenez­zül etmesin) kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre (bir şey) yesin Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şahit bulundurun Tam bir hesap sorucu olmak bakımından ise Allah yeter.

7 — Ana ve baba iie yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara —azından da ço­ğundan da— farz edilmiş birer nasip olarak hisseler vardır.

8  — Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar,    yetimler, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (bir şey vererek) nzıklan-dırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin.

9  — Arkalarında aciz ve küçük evlatlar bıraktıkları takdirde onlara kcrşı (halleri ne olacak diye düşünüp) endişe edenler (himayeleri altındaki yetimler ve diğer mirasçılar hakkında da oynı hissi taşımaktan) saygı ile korksun(lar). AHahtan sakınsınlar, (gerek vasiler gerek onların nezdinde bulunanlar hatıra gönüle bakmayarak) sözü dosdoğru söylesinler.

10  — Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemrş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (cehenne­me) gireceklerdir,                                                                    

                  

Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Es süfehâe): Süfehâ, sefih kelimesinin çoğuludur.

Sefih ise iyi ile kötüyü ayırdedemeyen beyinsiz demektir. Çocuklara ve aklı kesmeyenlere sefih denilmesi bundandır.

(Kıyâmen): Kıyöm, lügatta ayakta durmak anlamın­dadır. Âyette İse insan hayatını ayakta tutacak servet anlamındadır.

(Vebtelû): Vebtelû, ibtlla kökünden türemiştir. İbtllo, lügatta deneme anlamındadır.       

(Ânostüm): İ'nas kökünden gelmektedir, l'nas, mek ve bilmek demektir.

(Rüfdeo): Rüşd kelimesi lügatta doğru yola ermek lir.anlamındadır.

(Isrâfen): İsraf, haddi aşmak, tecavüz etmek demefttlr.                                                                                                                   

(Felyestoğflf): Istiğfaf kökünden türemiştir. Kötü bir şeyi terketme manasındadır. 

(Hasîben): Muhasebe yapmak, hesaplaşmak demektir

(El-kısmete): Taksim etme, bölme manasındadır.

(Ulülgurbâ): Yakın akrabalar demektir.

(Kavlen maörûfen): Güzel söz söylemek, hatır olmok.

«Ayn«toıma sairenH l'sal, vasi kökünden türemiştlr. Girme, sokma anlamındadır. Sair kelimesi ise, yakıcı ateş de­mektir. [18]

 

Ayetlerin Icmali Manaları

 

Allahu taala Icmalen şöyle buyurur: Velilere, çocuk ve sefih kişilerin mallarını yemeleri yasaktır. Veliler, sefih ve yetimleri kendi mallarından yedirmeli, giydirmen ve diğer ihtiyaçlarını karşılamalıdırlar. Yetimler belirli bir yaşa geldikten sonra bir denemeye tabi tutulmalı ve onlarda akıl. dine bağlılık, mallarını koruma gibi güzel haller görülürse, hiç tehir etmeksi­zin malları kendilerine teslim edilmelidir.

Veliler yetim mallarını kendileri için harcarken israf etmekten kaçın­malıdırlar. Eğer israf edilirse kendisi büyümeden malı biter, sonraya bir faydası olmaz. Zengin olan veliler, yaptıkları bakım karşılığı olarak yetim-

lerin mallarından almamalı, yememelidir. Fakir olanlar ise örfe göre yiye­bilirler. Yetimlere, malları şahitler önünde verilmelidir, daha sonra İnkâr etmemeleri için.   Allah, herşeyl görücü ve hesap sorucu olarak kafidir.

Ölen yakın akrabaların geriye bıraktığı mallardan erkeklere olduğu gibi kadınlara da bir hisse verilmesi. Allanın adil şeriatı ve açıklayıcı kita­bı tarafından emir buyurulmuştur. Varis olmayan akrabalara, yetimlere, fakirlere de ölen kimsenin bıraktığı maldan vererek onların da gönülleri hoşnut edilmelidir.

Himayeleri altında yetim bulunan vasilere, zulmetmekten kaçınmaları, onlara iyilik yapmaları emredilmiştir. Kendileri nasıl öldükten sonra geriye bırakacakları çocukların geleceğinden dolayı endişe ederlerse, yanlarına bırakılan küçük yetimler hakkında da Allah'tan korkmalı, sakınmalıdırlar. Kendi çocuklarının sevilmesini, iyi bakılmasını nasıl isterlerse, himayeleri altındaki çocukları öyle sevip bakmalıdırlar.

Allahu taala, yetim çocukların mallarını zulmen yiyenlerin cezalarını beyan ederek bu âyetlere son vermiştir. Kim yetim çocukların.mallarını haksız yere yerse, kendilerini kıyamet günü yakacak bir ateşle doldurmuş olur midesini. Bu kimseler yakıcı cehennem ateşine gireceklerinden şüphe etmesinler. [19] 

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1.) Cahiliye devrinde, ölen kimselerin geriye bıraktığı maldan hak­ları olduğu halde kadınlara ve küçük çocuklara hiçbir şey verilmezdi. Al­lah bunun için «Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkek­lere...» âyetini inzal buyurdu. [20]

2.) ibni Abbas (ra)'dan varid olan bir rivayete göre cahiliye devrinde kız çocuklarına, kadınlara ve küçük yaştaki erkek çocuklara mirastan pay verilmezdi. Bir gün, ensarilerden As bin Sabit öldü ve geriye iki kız ile bir küçük oğlan çocuğu bıraktı. As'ın iki amca oğlu gelerek mirasının ta­mamını aldılar. As'ın karısı, onlara kızlarıyla evlenmelerini teklif etti. Kız­lar çirkin olduğu için bu teklifi kabul etmediler. Bunun üzerine As'ın ka­rısı durumlarını Resululloha (sav) haber verdi. Hemen arkasından da «Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara...» âyeti nazil oldu. Aypîln nozil olmasından sonra Resulullah o adamları çağirtdrafc «Mirasa dokunmayacaksınız. Çünkü şu anda Allah bana erkeğin de «apr-nm da mirasta payları olduğunu ayetiyle haber verdi.» buyurdu. [21]    

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler                        

 

Bklncl İncelik: Matlar yetimlere ait olduğu halde ayette vasilere İzafe edilmesi, ümmet fertlerinin sllsilell bir yolla birbirlerine kefil olduklarına İşaret olduğu gibi, yetim mallarının korunmasını da teşvik içindir. Çünkü vasinin sefih veya yetimin mallarını fuzuli olarak İsraf etmesi halinde hem kendileri hem de cemiyet zarara uğrar. Bu âyette de, «...Kendilerinizi öl­dürmeyin...» (Nisa: 29) ayetinde okluğu gibi insanların hukuku, tek bir insanın hukuku olarak ifade edilmiştir. Çünkü, «Kendilerinizi öldürmeyin» emri, ferdin kendisini değil, bir başkasını öldürmesini yasaklamaktadır. İslâm hukuku açısından bir insanı öldüren kimse, aslında kendisini öldür­müştür. Çünkü kendisi de kısasen öldürülür. İşte mevzumuz âyette de mal­lar, herne kadar bir şahsın tasarrufunda olsa da gerçekte bir millî ser­vet olması bakımından bütün toplumun malıdır ve herkes onu korumakla mükelleftir.

Cemiyetler bu ayetin ışığı altında hayatlarını sürdürseler, can ve mal emniyetini tam olarak sağlamış, içtimai huzura kavuşmuş olurlar. Bugün toplumlar bu ayetleri bilerek veya bilmeyerek kabul etmedikleri için can ve mal emniyetini sağlayamıyorlar, huzura kavuşamıyorlar.

İmam Fahreddin RazL bu ayetin tefsirinde şöyle der: «Mal, bütün İn­sanların muhtaç olduğu, faydalandığı birşeydir. Zira İslâm hukuku, bütün bir toplumu tek bir fert gibi ele alır. Bundan dolayıdır ki, Allah da (mev­zumuz) ayetin başlangıcında sözkonusu mal, sefihlerin olduğu halde onla­rın velilerine izafe ederek «sizin malınız» şeklinde ifade etmiştir.» [22]

ikinci incelik: Mal insanın yaşamasına, hayatının devamına vesile ol­duğu için Allah onu «kıyam» (ayakta durnla} olarak isimlendirmiştir. Had­dizatında ayakta duran mal değil İnsandır, cemiyettir. Mal cemiyetin ayak­ta durmasına vesile olduğu için sanki kendisi ayakta duruyormuş gibi «kıyam» olarak adlandırılmıştır. Bunun içindir ki selef-i salihin «Mal mü­minin silahıdır.» demişlerdir. Hatta yine seleften bazıları, «Allahım, malın hesabını soracağını biliyorum. Fakat yine de öldükten sonra geride mal ^bırakmam, halka muhtaç olmamdan daha hayırlıdır.» demişlerdir. [23]

Üçüncü incelik: Zemahşeri, Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Rüşd kelimesinin belirsiz İsim (nekre) olarak kullanılmasından anlaşılıyor ki, yetim çocuğun rüşde ermesi, malt tasarruf edebilme, ticaretini yapabilme durumuna gelmesidir. Bu duruma geldikten sonra buluğ yaşını beklemeye gerek yoktur.»

Dördüncü İncelik: Ebussuud Efendi'ye göre İstihfaf ve örf© görmek kelimeleri yetim çocuğun malına vesayet eden şahsın, bakımına kar­şılık olarak, o malın bir kısmını yemesinin veya kullanmasının caiz oldu­ğuna delalet eder. Şu hadis-l şerif de bunu teyld etmektedir: Adamın biri Resulullaha gelerek, «Yanımda yetim bir çocuk var. Kendisine ve malına bakıyorum. Onun malından yiyebilir miyim?» diye sordu. Resufullah (sav) «Maruf bir şekilde yiyebilirsin.» dedi. Adam, «Terbiyesizlik yaptığında onu dövebilir miyim?» deyince de, «Terbiyesi için kendi çocuğuna vuracağın kadar vurabilirsin.» buyurdu. [24]

Beşinci İncelik: «Ana ve baba İte yakın hısımların bıraktıkfonnaan er­keklere, ana ve baba İle yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara —azından do çoğundan da— farz edilmiş birer nasib olarak hisseler var­dır.» âyetinde tafsili üslubun ihtiyar edilmesi yerine «Ana ve baba İle ya­kın hısımların bıraktıklarından hem erkeklere, hem de kadınlara...» denil­seydi miras hükmünde aynilik İfade edilmiş olurdu. Bu tafsili üslup niçin ihtiyar edilmiştir? Kadın hukukunun önemini ortaya koymak, kadınların an­ne ve babaları ile yakın akrabalarının miraslarından pay almalarının asıl olduğunu bildirmek ve cahtliye dönemindeki miras hukukunu tamamen or­tadan kaldırmak için. Kİ cahiliye döneminde kadınlara ve çocuklara ölen anne ve baba ile yakınlarının mirasından hak tanınmaz, pay verilmezdi. «Ata binmeyen, silah taşımayan, düşmanla savaşmayanlara mal nasıl ve­relim.» derlerdi. İşte bundan dolayı Allah fcc) bu hükmü tafsilatlı bir İfade Üe bildirmiştir.

Altıncı İncelik: Allah'ın âyette karın kelimesini zikretmesi, hükmü te-kid içindir. İnsanın «gözümle gördüm, kulağımla işittim» demesi gfbl. Aslın­da görmek ve işitmek kelimelerinden göz ve kulak kendiliğinden anlaşılır. Göz ve kulağın ilave edilmesi, görme ve işitmeyi tekid etmek içindir. İşte bu ayette yiyenler kelimesinden sonra karın kelimesinin tekrar edilmesi. onların yemelerini tekid etmek İçindir. Yoksa yiyenler kelimesinden zaten karın da kendiliğinden anlaşılır. Çünkü yenen şeyler karına gider.

Âyetteki «Karınlarına ancak ateş yemiş olurlar» ifadesi, yetim malı ye­menin cok çirkin ve kötü birşey olduğunu göstermektedir.

Yedinci İncelik: Kurtubi şöyle der: «Âyette yenilen birşeye ateş denil­mesi, karşılığının gelecekte, kıyamet gününde ateş olmasındandır. Bazı alimlere göre âyetteki ateş kelimesinden maksat haramdır. Çünkü haram ateşi, cehennemi gerektirir. Allah da burada haram İçin ateş kelimesini kullanmıştır.» [25]

İmam Fahreddin Razı de şunları söyler: «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar, Onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.» âyetinde Allah yetim mallarını yiyenler hakkında cezanın şiddetini ortaya koyarak yetimler üze­rindeki rahmetinin büyüklüğünü beyan etmektedir.» [26] 

 

Ayetlerdeki Şeri'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm: Ayetteki «Sefihler» Kelimesinden Maksat Kimlerdir?

 

Müfessirler ayetteki süfehonın kimler olduğu hususunda İhtilaf etmiş­lerdir.

Bazı alimlere göre âyetteki sefihlerden murad, buluğa ermeyen, aklı ticarete ve malın tasarrufuna yetmeyen küçük çocuklardır..

Bazı alimlere göre de ayetteki sefihter, müsrif kadınlardır. Bu kadınlar İster evli. ister anne, isterse yetişkin ktz olsun. Bu görüş, Mücahid ve Dahhak'tan rivayet edilmiştir.

Başka bazı alimlere göre âyetteki sefihler, çocuklar ve kadınlardır. Bu da Hasan, Katade ve İbni Abbas (ra)'ın görüşüdür.

Diğer bazı alimlere göre ise ayetteki sefihlerden maksat, mal ve ser-vetini layıkıyla koruyamayan kimselerdir. Bunlar kadınlar, çoouklar ve ye­timler ile malını koruyamayan yaşlı kimseler olabilir. En sahih görüş bu-dur. Taberî de bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü ayetteki sefihler kelimesi umumilik ifade eder. Delilsiz ve mesnetsiz olarak bu kelimeyi kadınlara, çocuklara veya her ikisine de tahsis etmek caiz değildir.

Taberî bu hususta şöyle der: «Şüphesiz Allah (cc) umumi bir ifade kullanmıştır. Şu veya bu sefihtir dememiştir. Öyleyse malını koruyamıyan  kişiye malını teslim etmek şer'i hükümlere göre caiz değildir. Malını koruyamayan kimse İster çocuk, ister büyük, İster erkek, ister kadın olsun farketmez. Malın teslim edilmesi caiz olmayan sefihleri, zayi etmemeleri ve kötüye kullanmamaları için mallarından uzaklaştırmak ve servetlerini. korumak İslâm devletine farzdır.» [27]   

 

İkinci Hüküm: Sefih, Malım Tasarruftan Alıkonur Mu?                              

 

Fakihlere göre, «Allahın sizi başına diktiği rnallonnızt beyinsizlere (sefihlere vermeyin.» âyeti, sefihlerin mallarına el konulmasını, yani onla- . rın mallan üzerinde istedikleri gibi tasarruf etme haklarını ellerinden al­manın farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allah (oc), sefihlerin (beyinsiz­ler) mallarının akılları başlarına gelinceye kadar kendilerine verilmesini yasaklamıştır.

Sefihleri mallarını tasarruftan men etme birkaç türlü olabilir:  

1.) Çocuktur, malının kıymetini bilmeyip sağa sola savurur. Bu du­rumda mallarına ei konur.

2.) Delidir, malını kullanma ehliyetine sahip değildir. Malına el ko­nur.

3.) Malım İsraf eden, kötüye kullanan bir kimsedir. Bu durumda da malına el konur. İflas eden bir tacirin de malına el konabilir, İflas eden ta-çirin malı borçlarını ödeyemez durumda İse. alacaklıların müracaatı üze­rine kadı tacirin malını haczettirir.

Fakihier çocuğun malının buluğ çağına erinceye, ticarete ve malını kullanmaya aklı yetinceye kadar kendisine verilmemesi gerektiği husu­sunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc), «Yetimleri nikah (çağma) er­dikleri zamana kadar (gözetip) deneyin. O vakit kendilerinde bir akıl ve salah gördünüz mü mallarını onlora teslim edin...» âyetinde bunu beyan etmektedir. Ayrıca çocuğun malının teslimi sırasında İki şartın tahakku­kunu da gerekli kılmıştır. Şartlardan birisi çocuğun buluğa ermesi, diğeri ise rüşddür, Rüşd İse malı güzel bir şekilde tasarruf edebilmektir.

İmam Şafii'ye göre üçüncü bir şart daha vardır ki, bu da dindar ol­masıdır. Ona göre fasık bir kişinin servetine tevbe edinceye kadar haciz konulur. Yalnız emsali kadar yiyecek, içecek ve elbise verilir. Tevbe edip hallerini düzelttiği zaman, malı kendisine testim edilir.

İmam-ı Azam'ın görüşü bunun aksinedir. Ona göre çocuğun malının kendisine teslimi için âyette belirtilen iki şart (buluğ ve rüşd) aranır. Din­dar olmak şartı aranmaz.

Alimler ve fakihler arasındaki bu ihtilafın kaynağı, âyetteki rüşd ke­limesinin manasıdır. Bu kelimeyi sağlam akıl ve sağlam din olarak tefsir edenler, mallarının tesliminde hem akıllarının ermesi, hem de güzel hal sahibi olması gerektiğini söylerler. Rüşd kelimesini yalnız malın iyi kulla­nılması olarak anlayanlar ise, dindar olması gerektiği yolundaki görüşe İtibar etmezler.

Taberi şöyle der: «Rüşd kelimesinin tefsiri hususunda selefin görüş­leri nakledilirken şöyle denmektedir: «Mücahide göre rüşdden maksat, ak­lın ermesidir. Katade'ye göre ise hem aklın ermesi, hem de dindar ol­maktır. İbni Abbas (ra)'a göre de malı güzel bir şekilde kullanabilmektir.» Rüşd kelimesinin manası üzerindeki görüşlerin bana göre en iyisi, aklın ermesi ile malı güzei bir şekilde kullanabilmektir. Çünkü bütün' alimler akıllı bir kişinin fasık da olsa, israf etmemek şartıyla maiını kullandığı takdirde malının kendisine teslim edileceği hususunda icma etmişlerdir.» [28]

Bize göre de her fasık kişinin malına el konulamaz. Zira mala elkoy-mak, insanlık haysiyet ve şerefini yıkar. Ancak o, malını İçkide, kumarda ve diğer fahiş şeylerde sarfediyorsa o zaman malına haciz konularak akıl-lanıncaya, tevbe edinceye kadar malını tasarruf etmekten men edilir. Bu görüş, müfessirlerin şeyhi Taberî'nin de tercih ettiği görüştür. Zaten ayet de işareten bu görüşü bildirmektedir. Rüşd kelimesi, âyette belirsiz isim olarak zikredilmiştir. Bu da malın güzel Kullanılması anlamına gelir. Zaten tasarruftan alıkonulmak, malın israf edilmesini önlemek için yapılır. İşte Taberî'nin görüşü bu bakımdan kuvvet kazanmaktadır. [29]

 

Üçüncü Hüküm: Yaşlı İnsanların Mallarına Elkonur Mu?

 

Cumhur, yaşlı kimselerin malarına da çocuklar gibi iyi kullanamadık­ları, israf ettikleri takdirde haciz konulacağı görüşündedir.

İmam-ı Azam'a göre ise, bir kimse 25 yaşına girdikten sonra malını kullanmnya aklı ersin veya ermesin malı kendisine teslim edilir.

Kurtubî, bu hususta, «Fakihier, yaşlının malının haczedilmesl husu­sunda ihtilaf etmişlerdir. Fakihlerin cumhuru ve İmam Malik (ra)'e göre, yaşlının malı da, iyi şekilde kullanamadığı takdirde, tasarruftan men edi­lerek haczedilir.

İmam-ı Azam (ra) İse, akıllı ve baliğ olan kişinin malının haczedileme-yeceği görüşündedir. Anc'ak malını içki, kumar ve benzeri şeylerde kullan­dığı takdirde tasarruftan men edilerek malına haciz konur ve 25 yaşına girinceye kadar da iade edilmez. 25 yaşından sonra, malını nerede ve nasıl kullanırsa kullansın hiçbir surette tasarruftan men edilemez, malına haciz konulamaz. «Dede olmaya yaklaşan bir adamın malına haciz koy­maya utanırım.» diyen İmam-ı Azam'a göre yaşlı bir insanın malına hiçbir şekilde haciz konulamaz.» [30] der.

Bu görüşler içinde sahih olan, cumhur ve İmam Muhammed ile İmam Yusuf'un görüşüdür. Buna göre yaşın büyük olmasına itibar edilemez. Bir­çok insan vardır ki, 50 yaşına girse bile malını İsraf eder, sağa :Sola sa-vurur. Daha açık bir ifade ile kıymetini bilmez. İşte böyle kimseler de ta­sarruftan men edilerek mallarına haciz konulur. Çünkü, çocuğun lasarruf-tan men edilişi, fuzuli yere israf etmesi ve malından nasıl faydalanacağını bilmemesi dolayısıyladır. İşte bu vasıflar genç, orta yaşlı ve ihtiyar insan­larda da bulunsa, onlar da mallarını tasarruf etme hususunda çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan nasıl men edilirse, onlar da öyle men edi­lirler/ Âyetin zahiri de bunu açıkça bildirmektedir.

İbni Abbas (ra) şöyle der: «Bir kimse saçlı sakallı olduğu halde ala­cağını vereceğini, hesap ve kitabını bilmeyebiiir. Böyle insanlar çocuklar gibi olurlar. Çocuk tasarruftan nasıl men edilirse, onlar da öyle men edi-kümler, bunlara da icra edilir.» [31]

 

Dördüncü Hüküm: Vasilerin, Yetimlerin Mallarından Yemeleri Mubah Mıdır?

 

«(Velilerden) kim zengin ise {yetimin malını yemeye tenezzül etme­sin) kaçınsın. Kim de fakir ise o hakte Örfe göre (bir şey) yesin.» âyeti, vasi fakir olduğu takdirde, israf etmeksizin, bakım karşılığı olarak yetimin malından bir miktarını yiyebileceğine delalet eder. Şayet vasi zengin ise, Allanın kendisine verdiğine kanaat ederek yetimin malından sakınması farzdır.

Alimler, İhtiyacı olduğu takdirde vasinin yetimin malından ihtiyacı ka­dar almasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Yalnız, yetimin malından yi­yen fakir vasi sonradan zengin olursa, daha önce aldığı malt geri verip vermeyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir.

Bazı alimlere göre sonradan zengin olan vasi, fakir iken aldığı malı ödemez. Zira Allah ona maruf bir şekilde yemeyi mubah kılmıştır. Onun aldığı, yediği mal, bir bakıma çocuğun bakım ücerit sayılır. Bu görüş, İmam Hanbel (ra)'den rivayet edilmiştir.

Diğer bazı alimlere göre ise, sonradan zengin olan vasinin, yetimin malından fakir iken aldığını aynıyla İade etmesi farzdır. Zira Hz. Ömer, halifeliği sırasında, «Ben şu anda, mal hususunda yetimlerin vasileri gi­biyim. Zengin olursam hazineden yemekten kaçınırım. Fakir olursam ihti­yacım kadar hazineden alırım. Sonradan zengin olduğum takdirde de da­ha önce aldıklarımın tamamını aynen öderim.» buyurmuştur. İşte Hz. Ömer'in bu veciz ifadesinden acık biçimde anlaşılıyor" ki, yetim çocukların vasisi, zengin ise, yetimin malından kaçınmalıdır. Fakir ise, İhtiyacı kadar yemeli, sonradan zengin olduğu takdirde de yediği kadarını aynen Ödeme­lidir.

Cessos'm rivayetine göre Hanefi alimleri, vasinin, ister zengin, ister fakir olsun, yetimin malından ylyemiyeceği, hatta borç bile alamıyacağı görüşündedirler. Çünkü Allahu taala, «Yetimlere mallarını verin...» (Nisa: 2), «Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir.» (Nisa: 10), «...Yetim­lere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara İyi bakman 12) hususunda (işte) kitapta okunup duran (ayet)ler!... Hayırdan daha ne yaparsanız şüphesiz Allah onu da hakkıyla bilicidir.» (Nisa: 127) ve «Aranızda (birbirinizin) mat­larınızı haksız sebeblerte yemeyin...» (Bakara: 188) buyurmaktadır. Bu âyetler, muhkem [32] âyetlerdendirler ve vasinin elinde bulunan yetim ma­lından ihtiyacı olsa bile hiçbir surette kullanamayacağına delalet etmek­tedir.

Yine Hanefi alimlerine göre, «Kim zengin ise kaçınsın. Kim de fakir ise o halde örfe göre   esin.» âyeti müteşabih [33] ayetlerdendir ve ihtima-iı manalar taşıdığından hükmünün muhkem ayetlere hamledilmesl icabe-der.

İbni Abbas (ra)'tan da şöyle bir rivayet yapılmıştır: «Kim de fakir İse o halde örfe göre yesin.» âyeti, «Gerçek, yetimlerin mallarım haksız (ve heram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çıl­gın bir ateşe gireceklerdir.» âyetiyle neshedilmtştir.» İbni Abbas (ra)'ın bu görüşü de Hanefi alimlerinin görüşünü teyid etmektedir.

Taberî, fakir vasinin yetimin malından borç olarak alabileceği yolun­daki görüşü tercih etmiştir. Şöyle demektedir: «Bu husustaki görüşlerin doğrusu, «Kim de fakir İse o halde örfe göre yesin.» âyetinde de beyan olunduğu gibi. vasinin, zaruret halinde veya İhtiyacı olduğunda sonradan ödemek üzere yetimin malından alabileceği yolundaki görüştür. Ödeme­mek kaydıyla yemesi caiz değildir.» [34]

Taberinin tercih ettiği görüş, bize göre de tercihe şayandır. Allah (cc) en iyi bilendir.[35]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1 ) Sefihler (çocuklar ve mallarını fuzuli yere sarfeden büyükler), rüşde ve mallarını güzel bir şekilde tasarruf etmeye aklı erinceye kadar mal­larını kendilerine vermemek farzdır.

2 ) Maljarı böyle haczedilen kimselerin yemeleri, içmeleri, giymeleri ve diğer ihtiyaçları kendi mallarından karşılanır.

3 ) Buluğ çağına eren yetim çocuklar, mallan kendilerine verilmeden önce tecrübe edilmeli, deneme neticesinde mallarını tasarruf edebilecek bir akla sahip-oldukları ortaya çıkarsa mallan kendilerine teslim edilmeli, yeksa teslim edilmemelidir.

4 ) Yetimlerin mallan kendilerine teslim edilirken, ileride inkar etme­meleri için. şahitler hazırlanmalıdır.

5 ) İslâm miras hukukuna göre erkek ve kadınlar, anne, baba ve ya­kın akrabaların geriye bıraktıklarından hak sahibidirler.

6 ) Vasinin yetimlere iyilikte bulunması, bakması ve kendi evlatlarım koruduğu gibi koruması vacibtir.

7 ) Yetim malını haksız yere yemek büyük günahlardandır ve ahiret-teki karşılığı cehennem ateşidir.[36]

 

26. DERS NİKAHLARI HARAM OLAN KADINLAR

 

19 — Ey İman edenler, kcdınlara zorla mirasçı olmanız ve onların —Kendilerine verdiğiniz (mehir)den birazını gider{ip elinize gecire)biimeniz için— tazyik etmeniz size helal olmaz. Meğer kj arayı açacak bir fuhuş trtt-kab etmiş olsunlar. Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoştanmadıhızsa olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.

20 — Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterse-niz öbürüne yüklerle (mehir) verilmiş olsanız bile içinden blrşey almayın. (Kendisine hem) bir İftira ve açık bir günah (yükler hem) ahrmısınız onu?

21 — Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize karılıp katıldınız. Onlar slzdan kuv­vetli teminat da aldılar.

22 — Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin. Ancak, (cahl-Ityyet devrinde geçen) geçmiştir. Şüphe yok ki, o bir hayasızlıktı, (Allanın en büyük) hı*ynı(na bir sebeb) idi. O ne kötü bir yoldur.

23 — Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, bi­rader kızları, hemşire kızlan, sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleri­niz, kanlarınızın anaları, kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız (la evlenmeniz) size haram edildi. Eğerr onlarla (üvey kızlarınızın anlanyla) zifafa glrmemişsenlz (onlarla ev­lenmenizde) size bir beis yok. Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın ka­rıları (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi). Ancak (cahiliyet devrinde) geçen geçmiştir. Çünkü Allah hakikaten yarlığa-yıcıdır, çok esirgeyicidir.

24 — (Harb esiri olarak) sağ ellerinizin malik olduğu kadınların (mülk-tt yemininiz olan cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı kadınlar (la evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allah'ın farkı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası ise — namuskar ve zinaya sapmamış (insanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) matlarınızla (mehir vermek veya sa­tın almak suretiyle) ara(yıp nikahla)mamz için— size helal edildi. O halde on­lardan hangisiyle faideiendiyseniz ücretini takdir edildiği vech İle verin. O mehrin miktarını tayin ettikten sonra aranızda gönül hoşluğu İle uyuştuğu­nuz şey (miktar) hakkında üstünüze bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah hak­kıyla bilicidir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Kerhen): Kef üstün ile okunursa zorlama, ötre İle okunursa meşakkat anlamına gelir.

(Efdâ): Lügat anlamı genişlik olan'bu kelime âyette birbirine kavuşturma manasındadır.

(Misâgangalîzen): Misak, akit yapma,   galiz, kalın birşey demektir. Âyette kadınla erkek arasında yapılan nikah aktidir.

(Selefe): Geçmiştekiler demektir.

(Fâhişeten): Çirkinlikte son dereceyi bulmuş.

(Ve makten): Buğzetmek demektir.

(Rebâibüküm): Rebibe kelimesinin çoğuludur. Erkeğin hanımının bir önceki kocasından olan kızı demektir.

ye düşmana karşı koruyan bina demektir.

(Hucûrlküm): Hacr'ın çoğuludur. İnsanı soğuğa bina demektir. 

(Halâllü): Halile'nln çoğuludur. Nikahla evleni-

(Vel muhsenâtü): Kocası olan kadınlar. Aslında ihsan kelimesi, men etme manastndadır. Âyette ise namuslarını koruyan iffetli kadınlar anlamındadır.

len kadınlar demektir.

(Muhslnine): Kendisini zinadan koruyan erkek­ler demektir.

(Musâflhine): Sifah kelimesinin çoğuludur. Dök-me anlamındadır. Burada zina karşılığı olarak kullanılmıştır.

(Ta'dllû hunne): Adi kökünden türemiş bir fiildir.

Adi. men etme anlamına gelmektedir.

(Kıntâren): Cok mal demektir.

(Buhtânen):  Bühtan, söyleyenin dahi hayret et­tiği bir çeşit yalan demektir.[37]  

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc] icmalen şöyle buyuruyor: Ey müminler! Babalarınızın öl­dükten sonra geriye bıraktığı, anneleriniz olamayan kadmlarının verasBt yoluyla size intikal etmesi ve sizin onlarla evlenmeniz haramdır. Onları boşadıktan Sonra, evlenmelerine mani olmanız veyQ evlenmek istediklerin­de mehirlerini geri aimak suretiyle onlara baskı yapmanız da helal değil­dir. Ancak zina gibi çirkin fiilleri irtikab ettikleri zaman onlara mani ol­manızda bir beis yoktur. Zira Allah (cc). menşei ne olursa olsun zulmü sevmez.

Ey müminler! Kadınlarla iyi geçininiz, onlara iyj!ik ediniz. Karılarınız hoşunuza gitmese de sabredin ve onlarla iyi geçinmeye devam edin U-mulur ki Allah (cc), o kadından hayırlı bir evlât verir, umulur ki. insanın sevmediği şeylerde kendileri için hayır vardır. Bunu Siz bilemezsiniz, an­cak Allah {cc} bilir.

Ey müminler! bir kadını boşayıp bir diğerini aimQk istediğiniz zaman boşadığınız kadına evlendiğinizde verdiğiniz mehtrden, ne kadar çok olur­sa olsun, birşey almayın. Almanız size helal değlkuV. Çünkü siz onları nikah akdi ile kendinize helal ederek uzun süre faydalandınız. Nikahları­nızda onlara temlik ettiğiniz şeyleri geri nasıl utabilirsiniz?

Allah (cc], erkeklere mahremi olan kadınları t>eyan ederek onlarla ev­lenmelerinin haram olduğunu bildirmektedir. Haram kılınan İlk kadın da babalarının, anneleri olmayan hanımları olmuştur. Çünkü cahiliyet döne­minde Araplar, babalarının, anneleri olmayan hanımları ile evlenirlerdi Şüphesiz bundan daha çirkin birşey düşünülemez. }şte bu set>eble önce bu tür evlilik haram kılınmaktadır.

Daha sonra haram kılınan kadınlar şöyle sayılmıştır Erkeklerin anne­leri, kızları, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri, kız kardeş veya erkek kar­deş kızları. Süt yoluyla haram olan kadınlar da beyQr, edilmiştir ki, bunlar aynen nesep yoluyla haram kılınan kadınlar gibidir. Bir de dünürlük yoluyla haram olan kadınlar vardır: Hanımının annesi, hanımın!n eski kocasından olan kızı, hanımının kız kardeşi ve oğlunun hanımı. Bu sayılan kadınların dışındakilerle evlenmek mubah kılınmıştır.[38]               

 

Bu Ayetlerin Geçmiş Âyetlerle Münasebeti

 

Önceki ayetlerde malları haksız yere yenilen yetimlere, mallan için mehirsiz olarak evlenilen yetim kızlara, mirastan hakları verilmeyen kadın ve küçük çocuklara yapılan zulümler beyan edilerek  bunlar yasaklanmış

ve hükümleri bildirilmişti. Mevzumuz ayetlerde de zulmün ikinci bir çeşidi beyan edilerek yasaklanmaktadır. Bu da kadınların miras yoluyla babadan oğula kalmasıdır. Cahiliyet döneminde kadınlar babanın mirasından bir parça sayılırdı. Varis, kadın eğer annesi değilse onunla evlenebilirdi. İşte Allahu taala bunun haram olduğunu ve bu kadınlara yapılan zulmün ya­saklandığını ve onlara iyi davrantlması gerektiğini buyurmaktadır.[39]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1.) İbni Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Cahiliyet devrinde bir kişi öl­düğünde, onun hanımı üzerinde, gerek evlenmek, gerekse evlendirmek hu­susunda, en büyük hak sahibi onun varisleriydi. Onunla ister evlenirler, isterlerse başkalarıyla evlendirirlerdi. Bu kötü adeti Allah, «Ey iman eden­ler, kadınlara zorla mirasçı olmanız...» ayetiyle haram kıldı.» [40]

2.) Cahiliye devrinde bir kişi öldüğünde, oğlu veya diğer bir varisi, geride bıraktığı mala miras yoluyla nasıl sahip çıkıyorsa, karısının üzerine bir elbise atarak ona da sahip çıkardı. Ölen kocanın vermiş olduğu mehri kabul ederek kadınla evlenir veya bir başkasıyla evlendirerek mehrini alır­dı. İşte Allah müminlere bu kötü adeti «Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmanız...» âyetiyie yasaklayarak haram kıldı. [41]

3.) Ebu Kays bin el-Eslet (ra), babası öldüğü zaman, geriye bıraktığı annesi olmayan kadınla evlenmek istedi. Kadın ona. «Seni kavminin salih kişilerinden biri olman itibariyle evlat kabul ediyorum. Yine de Resulullaha gidip durumu ona arzedeyim.» diyerek Resulullaha geldi ve «Ya Resulul-lah, bu hususta ne dersiniz?» diye sordu. Resulullah ona «Evine don.» cevabını verdi. Hemen arkasından «Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin.» âyeti nazil oldu. Böylece cahiliyet döneminin bu kötü adeti de ortadan kalktı. [42]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: «...Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir­şey sizin hoşunuza gitmez de Allah ondo birçok hayır takdir etmiş bulu­nur...» âyetindeki tahlil, erkeklere, hoşlarına gitmese de kadınlarına karşı sabır göstermelerini ve onlarla güzel geçinmelerini tavsiye İçindir. Çünkü nefse hoş gelmeyen birçok şey vardır ki, onlarda büyük hayırlar vardır. İşte bu âyet, kadınlardan hareketle umumi bir kural koymaktadır ortaya. Yani yalnız kadınlar değil, başka birçok hoşa gitmeyen şeylsrde de bilin­meyen birçok hayırlar vardır. Bunun için ayet kadınlar hakkında nazil ol­duğu halde Allah, «Bir kadın sizin hoşunuza gitmezse...» ifadesi yerine, «Eğer birşey sizin hoşunuza gitmezse...» ifadesini kullanmıştır. Âyetteki bu incelik üzerinde düşünürsek, Allahtn ayetlerinde insanlar için ne kadar hassas ve ne kadar faydalı şeyler olduğunu idrak ederiz.

İkinci incelik: Allah ayette «cima» kelimesi yerine «karılıp katılma» tabirini kullanmıştır. Böyle kinayeli bir ifade kullanmasında ümmet için çok mühim işaretler vardır. Burada yüksek bir terbiye ve edeb talim edil­mektedir. Açık açık söylenmesi güzel olmayan, mahzurlu olan şeyleri. Kur'anın bildirdiği ahlakla ahlaklanmak mükellefiyetinde olan ümmetin fertlerinin de, Kur'anın bu talimine uyarak kinayeli olarak İfade etmeleri gerektiği gösterilmektedir.

Üçüncü İncelik: Kurtubî: «Hz. Ömer birgün hutbede, «Ey insanlar, ka-dınlartn nikah mehirlerini yüksek tutmayınız. Eğer mehirleri çoğaltmak da şeref ve Allah yanında takva olsaydı, Resulullah ona sizden daha evla idi. O, evlendiği kadınlara ve evlendirdiği kızlara 12 vakiyyeden[43] fazla mehir vermemiştir.» dedi. Hz. Ömer'in sözlerini duyan bir kadın yanına gelerek, «Allah (cc), bize fazla mehir veriyor da sen bizi bundan nasıl mahrum edi­yorsun? Çünkü Allah, «Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak İsterseniz Öbürüne yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile içinden blr-şey almayın.» buyurmuştur.» dedi. Kadının bu sözleri üzerine Hz. Ömer, «Kadın görüşünde isabet etti, Ömer ise yanıldı.» dedi. Sonra kendi ken­dine hitapla, «Bütün İnsanlar senden daha fakihtir.» diyerek sustu kadına cevap vermedi.» [44]

Dördüncü incelik: Âyetteki «misak-ı galiz» (kuvvetli teminatjtan mak­sat, kadınlarla aynı yatağı paylaşmak ve uzun bir zaman bir arada bulun­maktır. Bu bakımdan kadınların hakları büyüktür. Bazı İslâm alimleri yirmi günlük arkadaşlığı akrabalık (karabet) saymışlardır. Öyleyse karı-koca arasındaki beraberlik ve ortak hayatın meydana getirdiği yakınlık, nasıl görmezden gelinebilir? [45]

Beşinci İncelik: Fahreddin Razi: «Çirkinliğin (gubutı) öç çeşidi vardır." Aklen çirkin olan, şer'an çirkin olan. örf ve adet açısından çirkin olan. Ayetteki «fahişe» kelimesi, aklen çirkin olana İşarettir. Âyetteki «nakd», şer'an çirkin olanı, «O na kötü bir yoldur.» ifadesinde örf ve adet acısın­dan çirkin olanı dile getirir. Bu üç çirkinlik bir arada olursa çirkinliğin zir­vesine ulaşır.» [46] der.

Âyetin sonunda bu üç ayrı kelime İle ifade edilen çirkinlik, babanın evlendiği kadınla evlenmek için kullanılmıştır. Bu da bu tür evliliğin çirkin­lik derecesini göstermek içindir.                                                                   

İlahi emir ve yasakların hepsinde görüldüğü gibi İncelemeye çalıştığımız bu ayetlerde de cemiyetin maddi ve manevi huzur ve nizam içinde yaşa­masını sağlayacak ahlaki ve içtimai kurallar ve hükümler görmekteyiz.[47]

 

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

 

Birinci Hüküm: Kadına Evlilikte Verilecek Mehir Ne Kadardır?

 

Mehir. kadına verilen bir hediye, yapılan bir bağıştır. Bu bakımdan muayyen bir ölçüsü, tartısı yoktur. Halk da zenginlik—fakirlik bakımından sınıflara ayrılmıştır. İşte bunun için İslâm, kadınlara verilecek nikah meh-rinin adet ve miktarını tayin etmemiş, kocanın mali gücünü göz önüne a-larak serbest bırakmıştır.

Fakihler mehrin üst sınırının olmadığında ittifak etmişlerdir. Zira Allah. «Eğer bir zevceyi bırakıp do yerine başka bir zevca almak isterseniz öbü­rüne yüklerle (mehir) vermiş olsomz bile içinden birşey atmayın...» buyur­muştur. Bu âyetten de anlaşılıyor ki, mehrin az veya cok belirli bir sının yoktur. Sınır, herkesin gücüne göre değişmektedir.

Kurtubi bu konuda şöyle der: «Eğer bir zevceyi bırakıp da...» âyeti, mehrin cok yüksek bir miktarda olabileceğine işaret eder. Çünkü Allah, Kur'anda bir örnek verdiği zaman, mubah olan birşeyi örnek gösterir. Âyetteki «yüklerle (mehir) verseniz bile.,.» ifadesi mehrin sınırı olmadığını açıkça gösteriyor. Hz..Ömer'in, mehir konusundaki sözleri dolayısıyla ken­disine itiraz eden kadını doğrulaması do mehir konusunda bir sınır konula­mayacağını göstermektedir.

Alimlerin bir kısmına göre âyet, verilecek mehrin cok yüksek olma­sının caiz olduğuna işaret etmez. Çünkü ayetteki «yüklerle» tabiri yalnızca mübalağa içindir. Yoksa örnek olması için değildir. Âyetteki bir mübalağalı ifade, aynen Resuiullahın «Her kim Allaho secde edilecek bir yer fmescid) —velev ki bağırtlak kuşunun uçuş sahası kadar olsun— yapar­sa, Allah da ono cennette bir ev yapar.» hadisindeki mübalağa gibidir. Bağırtlak kuşu o kadar dar bir sahada uçar ki, böyle bir sahada ancak 2-3 kişi ibadet edebilir. Böyle bir mescidin yapılması, düşünülmesi müm­kün değildir. İşte bunun gibi, kimsenin yüklerle mehir vermesi de imkân­sızdır. Özet olarak Allahın bu âyetten muradı, «Siz yüklerle mehir ver­mezsiniz, bir an için verdiğinizi kabul edersek, bundan bile geriye birşey-ier almanız doğru değildir.

Bu görüşe rağmen fakihier mehrin üst sınırının tayin edilemeyeceği hususunda icma etmişlerdir.» [48]

Mehrin alt sınırı hususunda tekinler ihtilaf ederek birkaç görüşe ay­rılmışlardır :

1- İmam Malik'in görüşüne göre, mehrin'en azı 3 dirhem, yani bir çeyrek altındır.

2- İmam-ı Azam'ın görüşüne göre, mehrin en azı 10 dirhem, yani takriben bir altındır.

3- İmam Şafiî ve imam Hanbei'e göre ise mehrin en azı için btr sı­nır yoktur. Az veya cok kıymeti olan herşey mehir olabilir.

Hafız ibni Hacer el-Askalanî görüşünü şöyle belirtir: «Mehrin alt sını­rı konusunda herne kadar bazı rivayetler varsa da, bunlar itimad edilebilir derecede tesbit edilmiş hadisler değildir.»

Kurtubî de şöyle der: «İmam Şafii, mehrin" en azmin da en çoğunun da caiz olduğunu, âyetteki e...siz maJlarımzto...» ifadesine dayanarak söy­lemiştir. Buna göre bir kıymet ifade eden her mal ister az olsun, ister cok, mehir olabilir. Sahih olan görüş de budur. Zira Resulullah, «Bir kimse, ni­kah akdi sırasında, kadına iki avuç dolduracak kadar yiyecek de verse, o kadın ona helal olur.» [49] buyurmuştur. Bu hadis de İmam Şafii'nin görü­şünü teyid etmektedir.

Sahabi Said bin Müseyyib (raj, kızını Abdullah bin Vedaa (ra), ile ev­lendirirken  mehir olarak iki dirhem "almıştır.                                

«İmam Şafii'ye göre, birşeyin satışı karşılığında kıymet kabul edilen veya kira karşılığı para yerine gecen her mal nikah akdinde de mehir ola­rak kabul edilir. Fakih ve muhaddislerin görüşleri de bu yoldadır. Onlar da nikah aktinde mehir olarak az veya cok verilmesinde bir mahzur gör­memişlerdir.» [50]

Maliki ve Honefilerin delilleri:

Bunlara göre değeri cok az olan birşeyin mehir olarak verilmesi doğ­ru değildir. Mehrin alt sınırını tayin edecek bilinen bir meblağ olmalıdır. İmam-ı Azam'a göre hırsızlık yapan bir kimsenin elinin kesilebilmesi için, çaldığı malın en az bir altın değerinde olması gerekmektedir. İmam Malik ise hırsızın elinin kesilebilmesi için çalınan malın değerinin enaz dörtte bir altın olması gerektiği görüşündedir. Her iki imam da el kesme cezası­na sebeb olacak değere kıyasla mehrin alt sınırını tayin etmektedir. Bu meblağların altındaki kıymetler elin kesilmesine sebeb olmadığına göre bir kıymet de sayılmamaktadır onlara göre. Dolayısıyla, mehrin enazi İmam Malik'e göre dörtte bir altın, Ebu Hanife'ye göre de bir altın olmalıdır.

Ebu Hanife bu kıyasından ayrı olarak görüşünü şu hadisle de teyid etmektedir: Sahabilerden yapılan rivayete göre Resulullah, «10 dirhem­den aşağı nikah mehri olmaz.» buyurmuştur. [51]

Bize göre, İmam Şafii ve İmam Hanbel'in görüşleri tercihe daha şa­yandır. Zira Resulullah, sahabilerden birini evlendirirken, «Seni Kur'andan ezberlediğin miktar ile evlendiriyorum.» buyurmuştur. Yani sen Kur'andan ezberinde olan kısmı kadına da ezberleteceksin ve bu senin mehrin ola­caktır demiştir.

Resulullah diğer bir şahsı evlendirirken de, «Evlendiğin kadına me­hir ver, velev ki demir parçasından bir yüzük olsun.» buyurmuştur. İşte bu iki hadis ile tabiinin efendisi SakJ bin Müseyyib (ra)'in kızını iki dirhem mehirle evlendirmesi ve buna zamanın alimlerinden itiraz gelmemesi acık-ca İmam Şafii ve İmam Hanbel'in görüşlerini doğrulamakta ve tercihe şa­yan kılmaktadır. Herhangi birşey ancak âyet ve hadisten olan sağlam de­lillerle isbat edilebilir. Mehrin ölçüleri hususunda ise, Hacer el-Askalanî'-nin de dediği gibi sahih bir hadis varid olmamıştır. En iyisin Allah bliir.[52]

 

İkinci Hüküm: Âyetteki «Kuvvetti Teminat» (Misak-T Golizjden Maksat-  R Nedir?

 

Dahhak ve Katade'ye göre. âyetteki «kuvvetli temfnatutan maksat, «...Ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır...» âyetinde de beyan edildiği gibi, Allahm kadınlarla gsçlm hususunda erkeklere olan «Onlar ile iyi geçinin.» emridir.

Mücahid ve Ikrime'ye göre ise, âyetteki «kuvvetli teminat»tan maksat, kan-koca arasında yapılan nikah aktidir. Nitekim Resulullah'm, «Kadınlar hususunda Allah'tan sakının. Çünkü onları Allah'ın emaneti olarak almış  ve vücudlanni Allah'ın kelamı ile (nikah akdi) kendinize helal kılmışsınızdır.» hadisi de buna delalet eder. [53]                                                                   

 

Üçüncü Hüküm: Kendileriyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar Kimlerdir?

 

Kendileri ile evlenilmesi haram olan kadınlar üç sınıftır: Neseb yoluyla ' haram olanlar, süt yoluyla haram olanlar, dünürlük yoluyla haram olanlar. [54]

 

1- Neseb Yoluyla Haram Olan Kadınlar:

 

Âyetin neseb yoluyla evlenmeyi haram kıldığı kadınlar  şunlardır:

1- Anneler, 2- Kızlar, 3- Kız kardeşler, 4- Halalar, 5- Teyzeler. 6- Birader kızları, 7- Hemşire kızları. Bu kadınlarla evlenmek ebediyyen haramdır.

Anneler, anne anneleri ve baba anneleri de ifade eder. Bunun gibi kızlar tabiri de kızların kızlarını da dile getirir. Kız kardeşler İster anne -baba bir kardeş olsun, ister yalnız babadan veya anneden olsun, hüküm değişmez. Halalar ve teyzelerin durumu da aynen kız kardeşlerin durumu gibidir. [55]

 

2- Süt Yoluyla Haram Olan Kadınlar :

 

Bunlar da neseben horam olanlar gibi yedi kısımdır: 1- Süt anneler, 2- Süt kız kardeşler, 3- Süt halalar, 4- Süt teyzeler, 5- Süt kardeş kızla­rı, 6- Süt kız kardeş kızları, 7- Süt kızları.

Resulullah (sav), «Neseb cihetinden haram olanlar, süt cihetinden de haramdır.» buyurmuştur.

Mevzumuz âyette evlenilmesi süt yoluyla haram kılınan kadınlardan yalnız iki kısmı, süt anneler ve süt kız kardeşlen —ki, bunlarda anne asıl­dır, süt kız kardeş onun parçasıdır— zikredilmiştir. Bunların da asıl ve

fürulartnı göz önüne aldığımızda, aynen neseben haram olan kadınlar gibi bunlar da yediye yükselir. Nitekim yukarıya aldığımız hadis de kısa ve . öz olarak neseben haram olanların süt yoluyla da haram olacağını bildir­mektedir.

Ayrıca, sahih hadis kitaplarında varid olan bir başka hadis de bunu teyid etmektedir. Rivayete göre, Hz. Hamza'mn kızının Resulullah (sav)'a verilmesi arzusu kendilerine arzedlldiğinde Peygamber efendimiz, eO be­nim süt kardeşimin kızıdır.» buyurarak bunun mümkün olmayacağım beyan etmiştir.[56]

 

3- Dünürlük Yoluyla Haram Otan Kadınlar;

 

Âyet bize, dünürlük (müsaheret) yoluyla haram olan dört kısım kadın bildirmektedir: 1- Babaların hanımları. ıBabafannızla evlenmiş olan ka­dınlarla evlenmeyiniz.» âyeti bunu bildirmektedir. 2- Oğulların karılan (ge­linler). Bunu da, «Kendi sulbünüzden (gelmiş) oğullarınızın kanlan...âye­ti bildirmektedir. 3- Karınızın annesi. «... Kanlarınızın anneleri ......  size; haram edildi.» âyeti bildirmektedir bunu. 4- Kanların eski kocalarından ' elan kızları. Bu kızların anneleri İle nikah akdi yaptıktan sonra zifafa gl-rllmişse, kızları ebediyyen haram olmaktadır. Zira Allahu toola, «...Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz konlanmzdon olup himayelerinizde bulunan Üvey kıztanmz(la evlenmsnlz) size haram edildi.» buyurmuştur.

Bir kız birisiyle nikahlandığı zaman, kocosı için annesi ebediyyen ha­ram olur. Fakat bir kadın birisiyle nikah akdi yapsa bile, kızı o adam için, zifafa girinceye kadar helaldir. Yani, adam isterse, annesiyle yaptığı akdi bozarak kızıyla evlenebilir.  Zira âyette, «Eğer onfaria (üvey kızlarınızın anneleriyle) zifafa glrmamlşsmlz (onforla evlenmenizde) size bir beis yok­tur.» buyurulmuştur. Alimler bu âyetten usull bir kaide çıkarmışlardır; Kızla nikah akdi yapmak annelerini haram kılar. Anneleri İle nikah akdi 1le ' birlikte zifaf olursa kızlar haram olurlar.

Kişiye haram olan kız İster erkeğin evinde olsun, İster olmasın durum değişmez. Âyetteki «Himayelerinizde bulunan» tabiri bir kayıt ve şart koy­mamaktadır. Yani bu kız İster babalığının evinde olsun, İster başka yerde bulunsun babalığı için haramdır. Ayetteki tabir bir kayıt getirmemekte, yalnızca bir vakıayı İfade etmektedir. Bütün faklhler bunda İcma etmiş­lerdir.   

Yukarıdan beri sayılan neseb, süt ve dünürlük yoluyla horam olan kadınlar ebediyyen haram olanlardır. Bir de muvakkat olarak haram ki-İmanlar vardır.

Muvakkat olarak haram kılınanlar :

Âyet, kendileriyle evlenilmesi geçici olarak haram olan kadınları iki kısma ayırmaktadır:

1- İki kız kardeşi birlikte veya aralıklı olarak nikahlamak haram­dır. Zira Allah (cc), «İki kız kardeşi birlikte almanız da (keza haram edildi).» buyurmuştur. Resulullah (sav) da, «Bir kadının teyzesi veya halası ile bir­likte bir erkeğin nikahı altına girmesi haramdır.» buyurmuştur. [57]

İki kız kardeşin, bir kızla halasının veya bir kızla teyzesinin birlikte bir erkekle evienmelerinin haram oluşunun hikmeti şudur: Böyle bir durum onların birbirlerine düşman olmalarına vesile otur. Halbuki İslâm'ın üze­rinde önemle durduğu sıla-i rahim denilen akrabalık bağlarının kuvvet­lendirilmesi için onların birbirlerini sevmeleri, uzak oldukları takdirde birbirlerini ziyaret etmeleri gerekmektedir. Bu tür bir evlilik ise tavsiye edilen sevgi ve akrabalık bağlarını ortadan kaldırarak onİarı birbirlerine düşman hale getirebilir. Nitekim Resulullah (sav), müminlere hitaben; «İki kız kardeşi veya bir kızla halasını, veya bir kızla teyzesini birlikte alarak evlenirseniz aranızdaki rahimleri (akrabalık bağlarını ve sevgiyi) kesersiniz.» buyurmuştur.

2- Başkasıyla evli bulunan bir kadınla ve iddetini bekleyen bir ka­dınla evlenmek de geçici olarak haram kılınmıştır. Zira Allah, «Bütün ko­calı kadınlarla evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allahm farzı olarak (yazılmıştır).» buyurmuştur. İddet bekleyen kadının hükmü ise evli kadının hükmü gibidir. Bunun tafsilatı 20. derste anlatıl­mıştı. [58]                                                                                                               

 

Dördüncü Hüküm: Bir Kimse Evliliğinden Önce Veya Sonra Kayınvalidesi İle Zina Yaparsa Karısı Kendisine Haram Olur Mu?    

                               

Alimler, bir kimsenin karısının annesi veya kızı ile zina yapması halinde karısının kendisine haram olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişler­dir.                                                                                                            

İmam-ı Azam (ra), İmam Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'e göre, bir kimse karısının annesiyle zina yaparsa, bu zina ister evlilikten önce, ister sonra olsun, karısı ona haram olur. İmam Sevrî (ra), Katade (ra) ve Evzaî (ra) de bu görüştedir.

İmam Şafii (ra)'ye göre ise, karısının annesiyle zina iüfaüfi kimseye karısı haram olmaz. Zira haram (zina) helal birşeyi haram kılmaz. Ebu'l-Leys, Zeheri ve İmam Malik {ra) de bu görüştedirler.

Mezhep İmamları arasındaki ihtilafın sebebi, âyetteki nfcah kelimesi­ni farklı anlamalarıdır. Âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebet midir, yoksa nikah akdi midir? İste ayrılık buradan kaynaklanmaktadır.

Nikahtan maksadın cinsi münasebet olduğunu söyleyenlere göre, şah­sın, karısının annesi ile yaptığı zina, karısının haram olmasına vesile olur.

Nikahtan maksadın nikah akdi olduğunu söyleyenlere göre ise, kişinin, karısının annesiyle yapmış olduğu zina karısının haram olmasına sebeb olmaz. Çünkü haram olan birşey (zina), helali haram kılamaz.

Hanefilere göre âyetteki nikahtan maksat cinsi münasebettir. Cinsî münasebet nikah kelimesinin gerçek manasıdır. Akit manasını İse meca­zen karşılar. Kelimeyi hakiki manasıyla anlamak daha doğrudur. Şu halde, bir kimse ister nikahlı iken, isterse nikahsız iken olsun zina ederse, zina ettiği kadının kızı kendisine haram olur.

Şafiiler ise âyetteki nikah kelimesinden maksadın nikah akdi olduğu görüşündedirler. Akli görüş de buna delalet eder. Allahu taalanın dünür­lüğü (müsaheret) harama sebeb kılması dünürlüğün şerefine İşaret İçindir. Birbirinden cok uzak aileler dünürlük sayesinde birbirlerine yakınlaşır, hatta birbirlerinin ailelerinin birer ferdi durumuna gelirler. Bazı kadınlar­la evlenmenin haram kılınması nesebe verilen önem ve nesebe tanınan şereften dolayıdır. Çünkü meşru bir neseb sahibi olmak şerefli birşeydir. Böyle iken nasıl olur da bütün yönleriyle uzaklık ve kötülük olan zina, dünürlük gibi kıymetli birşeyln sınıfına girer de onun gibi helal olan bir evliliğin haram olmasına vesile olur. Görülüyor ki, akli görüşle de zina­nın, evlilik gibi, şeriatta «hürmet-t müsaheret» denilen ve evlenmeyi ha­ram kılan bir hükmü olmadığı acıkca ortaya çıkmaktadır.

İmam Şafii (ra), Ümm adlı eserinde şöyle der: «Babasının annesi ol­mayan hanımıyla veya karısının annesiyle zina eden kimse Allah (cc)'a isyan etmiş olur. Karısının annesi İle zina etmesi ona karısını haram kıl­maz. Babasının hanımıyla zina etmesi de onu babasına haram kılmaz. Al­lah (cc), karının annesini kocaya haram kılarak helal olan evliliğin azizliği­ni göstermiştir. Herne kadar zinada da evlilik gibi cinsi münasebet varsa da şiddetle haram olduğundan ona saygı gösterilemez, fslâmın saygı gös­termediği birşey, helal olan birşeyln haram olmasına vesile olamaz.

«Buna karşılık evlilik, daha önce haram onn birçok şeyi helal hale getirmektedir. Mesela, evlenmeden Önce bir kadın ve annesi erkek için haram oldukları halde, evlilik, erkeğin karısından her türlü menfaatlenmeyl helal kılmıştır. Karısının annesiyle daha önce konuşmaları, oturmaları, yal­nız başlarına yolculuk yapmaları haram olduğu halde, kızıyla evlendikten sonra bütün bunlar helal olmuştur. Ki, buna aile hukuku denir. Haram olan zina ise helal olan evliliğin tamamen zıddtdir.»

Delilleri daha kuvvetli olduğu için, bize göre, Şafülerin görüşü terci­he şayandır. İkrime (ra), İbni Abbas (ra)'tan şu rivayeti yapmıştır: «Bir kimse evlilik hayatı yaşadığı karısının annesiyle zina yaparsa bunun hük­mü nedir?» diye sorulunca İbni Abbas (ra), «O kimse iki büyük günah işlemiştir. Birisi, mücerret olarak zina yapması, ikincisi de, karısının annesi ile zina yapmasıdır. Fakat o kimsenin karısının annesj ile zina yapmasın­dan dolayı karısı haram olmaz.» dedi, Bu rivayet de Şafülerin görüşünü teyid etmektedir. [59]

 

Beşinci Hüküm: Mut'a Nikahı Nedir, Fak İnlerin Bu Husustaki Görüşleri Nelerdir?

 

Mut'a, hür bir kadını, bellj bir para karşılığı, muayyen bir zamana kadar beşerî arzularını tatmin için kiralamaktır.

Cahiliyet döneminde Araplar, bir kadınla bir veya iki aylığına evlenir, ihtiyaçları görüldükten sonra da onu terkederlerdi. İşte İslâm bu geçici evliliği haram kılmıştır. Çünkü evlilik hayat boyunca bir arada'yaşamak kastı iie yapılırsa mubahtır. Yoksa belli bir zamana kadar nikah yapmak batıldır.

Bütün alim ve fakihler mut'a nikahının haram olduğuna İcma et­mişlerdir. Yalnız şii ve rofıziler buna karşı çıkmaktadırlar. Onlara göre mut'a nikahı mubahtır. Onların bu görüşleri reddedilir. Çünkü Kur'an ve Sünnetin nasiarı ile çelişmektedir. Kur'an ve sünnet İte çelişen görüş ve iddialar ise reddedilir.

Mut'a nikahı, dört ehli sünnet mezhebinin müctehidleri ve bütün İs­lam alimlerinin icmaı ile haramdır. Herne kadar İslâmın ilk dönemlerinde caiz görülmüş ise de daha sonra bu hüküm neshedilerek ebediyyen ha­ram kılınmıştır. İbni Abbas (ra)'tan mut'a nikahının mubah olduğu yolun­da nakiller yapılmışsa da daha sonra söz ve görüşünden döndüğü tesbit edilmiştir.

Nitekim Tiımizî, İbni Abbas (ra)Jtan şöyle rivayet etmektedir: «Mut'a nikahı İslâmın başlangıcında vardı. Bir erkek tantsı bulunmayan bir bel­deye varınca orada bir kadınia evlenirdi. Kadın onun eşyasını korur, te­mizlik ve yemek işlerini düzenlerdi. Ne zamanki, «Şu var ki, zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına {kendi cariyelerine) karşı (olan durum­ları) müstesnadır...» (Müminun: 6} âyeti nazil olunca haram kılındı.»

İbni Abbas (ra) sefer, yolculuk ve benzeri zaruret hallerinde geçici nikaha cevaz vermişti. İbni Cübeyr (ra) ona, «Senin mut'ayı helal kılan fetvanla herkes şehirlerde dolaşıyor. Şairler de şiirleriyle onu her tarafa yayıyorlar.» dedi. Bunun üzerine tbni Abbas (ra), «Sübhanallah, ben böy­le bir fetva vermedim. Nasıi olur da ben ona helal diyebilirim. Çünkü o domuz eti. kan ve murdar ölmüş hayvan eti gibi haramdır.» cevabını ver­di.

El-Hazimi şöyle demektedir. «İslâmın başlangıcında mut'a zaruret hal­lerinde mubahtı. Sonunda İslâm bunu ebediyyen haram kıldı.»

Mut'anın haram olduğuna dair deliller:

Ehli sünnet alimleri mut'a nikahının haram  olduğunu birçok delille isbat ederler. Bu delilleri özetleyerek aşağıya aktarıyoruz:

1- Cinsi münasebette bulunmak bir erkek İçin yalnız karısı ve ca­riyesi ile mubahtır. Zira Allah (cc), «Ki onlar ırzlarım (tenasül uzuvlarım haramdan) koruyanlardır. Şu var kf, zevcelerine yahud sağ ellerinin malik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Mü-mlnun: 5-6) âyetiyle bize mubah olanı bMdis mistir. Mut'a nikahı İle evleni­len kadın İse kişinin ne karısı, nede cariyesiJir.    Eğer karısı olmuş olsa, birisi öldüğü zaman veraset hukukunun tahakkuk etmesi, kadının doğura­cağı çocuğun   nesebinin tesbit edilmesi ve erkek tarafından terkedlldiğin-de de iddetinf beklemesi farz olurdu. Oysa mut'a nikahında  bu üç şey tesbit edilmemiştir, öyleyse bu nikah batıldır.

2- Mut'anın haram olduğunu açıkça gösteren birçok hadis vardır. Bunlardan birisi İmam Malik (ra)'İn ez-Zeherî'den, onun da Hz. Ali'den rivayet ettiği şu hadistir: «Resulullah (sav), Hayber günü, kadınların mut'a suretiyle nikahlanmasın! ve ehli merkeplerin etinin yenilmesini haram kıl­mıştır.» [60]

3- İbni Mace'den: «Resulullah (sav) muî'a nikahını haram kıldığında hutbeden bütün  müslümanlara hitabla, «Ey müminler, hepiniz biliyorsu­nuz ki, ben mut'a nikahına müsade etmiştim. Haberiniz olsun. Allah onu kıyamet gününe kadar kesin olarak haram kılmıştır.» [61]

4- Hz. Ömer, hilafeti sırasındaki bir hutbesinde, bütün sahabllerin huzurunda mut'a  nikahının  haramlığını  ilan etmiş,  buna  karşılık  bütün cahabiler sükut etmiştir. Bu sükut da bir icmadır. Şayet Hz. Ömer hato etmiş olsaydı, sahabiler içinde bulunan Hz. Ali, Abdullah ibni Abbas (ra) ve diğer büyük fakih sahabilerin sükut etmesi mümkün müydü?

5- Mut'a nikahı yalnız nefsi arzuyu tatmin için yapılır. Evliliğin ga­yesi ise çocuk yapmak ve yetiştirmektir. Bunlar fse mut'o nikahında yok­tur. Şu halde muta nikahı zinaya benzer. Her İkisinde de beşeri arzuların tatmin edilmesinden başka birşey düşünülmez. Halbuki Allah (cc), «Sağ eKerinizIn malik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere diğer bütün ko­calı kadınlarca evlenmeniz de size haram edildi. Bu hürmetler) üzerinize Allanın farzı olarak (yazılmıştır). Onlardan maadası İse —namuskar ve zinaya sapmamış (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) ma'lanntzla (me-htr vermek veya satın almak suretiyle) aro(yıp nîkahlajmanız için— size helal edildi. O halde onlardan hangisiyle faidelendiyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetinde, «Namuskar ve zinaya sapmamış» ta­birinden de anlaşıldığı gibi geçici değil, devamlı bir evlilik kastedilmiştir. Mut'a nikahının gayesi İse geçici olarak nefsin tatmin edilmesidir. Halbuki İslâm, hiçbir yer ve zamanda genel manada geçici bir evliliği mubah kıl-mamıştır. İslâmın başlangıcında Resulullah (sav), bir defaya mohsus olarak mubah kılmış İse de bilahere Allah (cc) tarafından haram edildiğini soha-bilerln huzurunda açık açık ifade etmiştir.

Konuyla ilgili olarak Cessas şöyle demektedir: «Resulullah (sav), mut'a nikahını horam kılmayıp serbest bıraksaydı, bu hususta yaygın ve mütevatlr hadisler nakledilir, sahabiler, başlangıçta mubah olduğunu bil­dikleri gibi mubah olarak devam ettiğini de bilirler ve haramlığı konusun­da Icmalan da mümkün olmazdı. Zira Resulullah (sav)'tan onun haram olduğunu duymasalardı icmaları Resulullah (sav)'a muhalefet olurdu. Oy­sa sahabiler Resulullah (sav)'ın emrine hiçbir zaman muhalef etmemişler­dir. Çünkü Resulullah (sav)'a muhalefet etmek onları küfre düşürür, din­den çıkarırdı. Sahabilerin böyle bir duruma düşmeleri düşünülemez. Çün­kü Allah (cc), onlar için, «Siz İnsanlar İçin çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Alfana İnanıyorsunuz...» (Al-i İmran: 116) buyurmuştur. Allah (cc) tarafından böy­le vasıflandırılarak övülen sahabiler nasıl olur da Resulullah (sav)'a mu­halefet edebilirler?» [62]

El-Hattabi de şunları söyler: «Mut'a nikahı İcma ile de haramdır. Yal­nız bazı şii alimleri mubah demektedirler. Şiilerin bu görüşü kabul edilirse, onların fıkıh usulleri kurallarına göre Hz. Ali'ye muhalefet edilmiş olur. Çünkü Hz. Ali'den kesin biçimde yapılan nakillere göre mut'a nikahı İs­lâm'ın başlangıcında mubah ise de bilahere haram kılınmıştır.

«Beyhakî, Cafer bin Muhammed'den şöyle bir rivayet nakleder: «Ona mut'a nikahı soruldu. «Mut'a nikahı doğrudan doğruya zinadır.» cevabını verdi.» Bu nakil de gösteriyor ki. şiflerin zonları batıl ve asılsızdır.»

Mut'a nikahı hakkında Allame Şevkgnî'nln bir tahkikatı:

«Her halükarda Resufullah (sav)'tan bize ulaşanla amel etmemiz la­zımdır. Ondan, mut'a nikahının ebediyyen haram olduğu mütevatir hadis­lerle bize ulaşmıştır. Sohabilerden bir veya İki tanesinin diğer sahabilerin icmaına rağmen mut'anın helal olduğuna dair görüşleri onun haram olu­şunu değiştirmez. Biz, bu zayıf görüşle amel ettiğimiz takdirde şer'an ma­zur sayıtamayız. Çünkü sahabilerin çoğu onu haram bilmiş, haram kabul etmişler ve bu da bize mütevatir rivayetlerle ulaşmıştır.

«Hatta, Abdullah bin Ömer (ra), «Resulullah (sav) bize mut'a nika­hıyla evlenmeye müsade ettiği halde bilahere ebediyyen haram olduğunu bildirmiştir. Allaha yemin ederim ki, evli bir kimse, bir kadınla mut'a ni­kahı yapsa onu recmeder veya ettiririm.» demiştir.

«İbni Cevzî şöyle der: «Bazı müfessiriere göre, «...O halde onlardan hangisiyle faidetendlyseniz ücretini takdir edildiği vech ile verin...» âyetin­den maksat mut'a nikahıdır ve mut'a nikahı daha sonra Resulullah (sav) tarafından haram kılınmıştır. Bu müfessirlerln görüşü yersizdir. Çünkü âyetin başlangıcı sözkonusu nikahın mut'a değil, daimi bir nikah olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla âyet mut'a nikahının caiz olduğunu göster­memektedir. Mut'a nikahı'bizzat Resulullah (sav) tarafından mübuh kılın­mış, sonra da haram edilmiştir. Ayetteki faldefenmeklen maksat nikah yo­luyla faydalanmaktır. Fıkıh usulü kaidelerine göre herhangi bir kayıt ve şarta bağlanmadan    kullanılan kelime kamil manasında    anlaşılmalıdır.

Âyette bahis konusu olan faidelenmek geçici veya daimi olarak kayıtlan* madığına göre daimi nikahın anlaşılması gerekir.» [63]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- Kadınlara zulmetmek haram, onlara lyllfk etmek, iyilikle geçin­mek vaciptir.

2- Kadınlardan hoşlanılmasa bile sabredilmeli, boşamak gerektiği takdirde güzellikle boşamalı. kendilerine verilmiş olan mehirden zorla bir-şeyler alınmamalıdır.

3- Cahitiye adetlerinden  biri olan, ölen babanın kanlarıyla evlen­mek adeti ibtal edilmiştir.

4- Ayrıca âyette neseb, süt ve dünürlük yoluyla haram olan kadın­lar bildirilmiştir. [64]

 

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler

 

Allah (cc), mahrem kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Bu haramlık ebedidir. Hiçbir şekilde mubah olamaz. Bu haramlık İster neseb yoluyla, ister sütle, isterse dünürlük yoluyla olsun durum değişmez. Mahrem ka­dınlarla evlenmenin haram kılınmasında cok büyük hikmetler vardır. Bu hikmetleri veciz bir ifade ile beyan etmeye çalışacağız.

 

Nesep Yoluyla Haramlığın Hikmeti:

 

Allah [cc) insanlar arasına çeşitli bağlar koymuştur. Bu bağlar vası­tasıyla birbirlerini sever, iyilik yapar ve birbirlerini korurlar. Bunların en kuvvetlisi de akrabalık bağıdır. Bir ailenin vücuda gelmesi fcln fertleri arasında tam bir barışın olması gereklidir. Eğer yakın akrabalar arasında evlilik mubah olsaydı ailenin her ferdi birbirine başka bir gözle bakardı. İnsanlar yaratılışları bakımından cok kıskançtırlar. Bu "hesapla insan -karı­sını öz oğlundan, kız kardeşini diğer kardeşlerinden kıskanmak durumunda kalırdı ki, kıskançlık duyguları aile fertlerinin birbirlerine düşmelerine, ara­larında düşmanlık tohumlarının ekilmesine sebeb olurdu. Böyle bir ailenin dağılmaması, birbirlerini ördürmemesi, sönüp yok olmaması mümkün de­ğildir. Düşünün kj bir çocuk annenin kanını emerek cenin haline gelir, annesinin sütünü emerek beslenir, büyür. Bu bakımdan çocuk dünyada annesinden daha cok kimseyi sevmez. Eğer mahremler arasında evlen­mek haram edilmeseydi, anne, baba ve çocuklar arasında, annelik, babalık ve evlatlık sevgi ve ilişkisi ile beraber bir de cinsi arzularını tatmin istek ve düşüncesi de meydana çıkardı. Bu düşünce annelik, babalık ve evlatlık sevgisini yok eder. onların yerine yalnız bir cinsi sevginin geçme­sine sebeb olurdu. İnsan fıtratına bundan daha büyük Bir darbe ve İnsan­lık İçin bundan daha büyük bir cinayet düşünülemez.

İnsan fıtratında bulunan annelik, babalık, evlatlık sevgisi ana rahminde İnsan ceninine Allah (cc) tarafından ruh ile birlikte veriliyor. İşte beyan edilen bu sebeblerden dolayı Allah (cc) âyette ilk olarak anneler ile ev­lenmenin haram olduğunu zikretmiştir. Daha sonra da sırasıyla kızları, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri... ilh. beyan etmiştir. Zaten Allah (cc) insanları öyle temiz bir fıtratla yaratmıştır ki, onların akıllarına yakınları ile cinsi münasebette bulunmak bir an bile gelmez. Eğer milyonda bir bile olsa fıtratı bozuk insanlar çıkmasaydı, annelerin erkek evlatlarına, kızların da babalarına haram edilmesine hayret edilirdi. Zira salim akıl sahibi insanlar, anneler ile kızların baba ve oğulllara haram olduğunu fıtra-ten bilirlerdi. İşte bu iki sınıf kadının haramlığt, yukarıda belirtilen bozuk frtratlı, insani duygularını kaybetmiş, sapkın, görünüşte İnsan fakat ger­çekte insan olmayan kimseler için beyan edilmiştir.

Âyette belirtilen akrabalarla evliliğin haram kılınmasının büyük hik­metlerinden biri de yakın akrabalar arasındaki evlilikten dolayı neslin za­yıflaması ihtimalinin bulunmasıdır. Bu zayıflamanın nesiller boyu devam et­mesi insan neslinin yokluğa mahkum edilmesinden başka bir mana taşı­mazdı

İmam Gazali İhya-i Ulum İsimli eserinde şöyle demektedir: «Evlenile­cek kadında aranacak başlıca vasıflardan biri de kadının yakın akraba­dan olmamasıdır. Çünkü yakın akraba evlilikleri çocuğu zayıf düşürür. İn­sanın beşeri duygularının en kuvvetlilerinden biri de cinsler arasındaki sevgi ve temastır. Bu duygu yakınlar arasında değil, birbirine uzak İnsan­lar arasında daha şiddetle ortaya çıkar. Yakın akraba evliliklerinde ise ta­raflar küçük yaştan itibaren birbirlerini tanıdıkları için birbirlerine, karşı duyguları zayıf kalır. Duygulardakl zayıflık da çocukların zayıflığına, hatta coğu kere hasta ve sakat olmalarına sebeb olun

İmam Gazalî'nin bu görüşünü bugünkü modern tıb Hml de aynen ka­bul ve tasdik etmektedir. [65]

 

Dünürlük Yoluyla Haramlığın Hikmeti:

 

Şüphesiz evlilik bağı, Allah (cc)'ın beşeriyete bir ihsanıdır. Çünkü bu bağ. birbirinden uzak aileleri, hatta bazan birbirini hiç sevmeyen aileleri

birbirine yaklaştırır, sevgi ve dostluk bağlarıyla bağlar Nitekitm Allah (cc), «O, sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır. Robbin herşeye ka­dirdir.» (Furkan: 54) buyurmuştur. İnsan bir aileden evlendi mi o ailenin bir ferdi sayılır. Karısının annesi de haram olma bakımından kendi annesi gibi olur. Evlenilen kadın dul ise. yanında getirdiği eski kocasından olma kızı, erkeğin kendi sulbünden olan kızt gibidir. Kişinin oğlunun hanımı da kendi kızı gibi mahremidir. Gerçekten de anne ile kızın birbirinin kuması olması, kişinin babasının annesi olmayan karısına göz dikmesi veya ba­bası öldükten sonra onunla evlenmesi düşünülebilecek en çirkin bir du­rumdur. [66]

 

Süt Yoluyla Haramlığın Hikmeti:

 

Bunun hikmeti acıktır. Zira, bir kadının sütünü emen bir çocuk, onun bir parçası haline gelir. Çünkü o çocuk kadının sütünden teşekkül etmiş­tir. Bu bakımdan çocuğu emziren kadın onu doğuran kadın hükmündedir. Kadının çocukları, sütünü emen çocuğun kardeşleridir. Çünkü hepsinin aslı annenin sütündendir. Hep beraber o sütü emmişler, o sütle gelişmiş­lerdir. Bu sebeble de hepsi bir bütünün parçaları olmaktadırlar. Allah (cc) en iyi bilendir. [67]

 

27. DERS KARI-KOCA ARASINDAKİ GEÇİMSİZLİĞİ GİDERME YOLLARI

 

34  — Erkekler kadınlor üzerine hakimdirler. O sebeble ki Allah on­lardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (er-, kekler onlan) mallarından İnfak etmektedirler. İyi kadınlar İtaatli olanlardır. Allah kendi (hak)larım nasıl koruduysa onlar da öylece göze görünmeye­ni koruyanlardır. Serlerinden, serkeşliklerinden yıtdığmız kadınlara gelince: Onlara (evvelo) Öğüt verin (vaz geçmezlerse) kendilerini yataklar(in)da yal­nız bırakın. (Yine kar etmezse) döğün. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol arcmayın, Çünkü Allah çok yücedir. Çok büyüktür.

35  — (Eğer kan  ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye dü­şerseniz o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) aile­sinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarındo-(kl dargınlık yerini geçime) onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz kf Allah hakkıyle bilicidir. (Herşeyin künhünden) haberdardır.

36  — Allaha İbadet edin. Ona hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, .yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınız­daki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ ellerinizin malik olduğu kimselere (mem-lukelerinize} iyilik edin. Allah, kendin] beğenen ve daima böbürlenen kim-

 

Âyetlerin Lafzı Tahlili

 

(Kavvâmüne): Birşeyi korumak ve rfayet etmek manasmdadır. Âyetteki anlamı ise şudur: Kişinin karısına İstâmm emirlerini ye­rine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı emretmesi ve onu bütün kötülük­lerden koruması .

(Kânîtâlün): Kânitâtün, kunut kökünden türemiştir. İbadete devam etme manasındadır. Ayetteki manası kadınların ko­calarına itaata devam etmesidir.

(Feizûhünne): Allahın kadınlara farz kıldığı ko­casına itaati onlara hatırlatmak ve kocalarıyla iyi geçinmelerini tavsiye etmek.

(Nüşûzehünne): İsyan ve serkeşlik etme.

(Elmedâclı): Medaci', medcâ kökünden gelir, uzanma yeri, yani istirahat yeri manasındadır.

(Şikaka):  Düşmanlık.

(Hakemen): İki düşman arasını bulacak ve da­valarım halledecek kişi.

(El câril cunubi): Câr, komşu, cunub ise uzaklık demektir. Terkibin anlamı da uzak komşu demektir.

(Bsohlblblkflnbl): Sahih, arkadaş, cenb ise yön demektir. Terkibin anlamı ise, yol arkadaşı, ticaret arkadaşı, karı-koca beraberliğidir.

(Muhtâfen fehûren): Muhtâlen. böbürlenerek yü­rüyen, fehûren ise. halka karşı kendisiyle iftihar eden demektir.[68]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah  (cc). erkekleri kadınlara bazı vasıflarıyla üstün kılarak reislik ve hakimlik göreviyle mükellef etmiştir. Erkek ailenin reisi ve kadının ha-^ kimidir. Çünkü erkek çalışarak kadın ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılar, ?,' onları korur ve gözetir. Tıpkı bir devlet adamının halkı düşmandan koru ması, zayıfların hakkını çiğnetmemesi, yönetmesi gibi.

Allah (cc), erkeklerin riyasetindeki kadınları İki sınıfa ayırarak hal­lerini beyan etmektedir. Kadınlardan bir ktsmı saiiha ve Allah (cc)'ın emir-r lerine itaatkardır. İkinci kısmı ise asi ve serkeştirler. Salih kadınlar koca­larına itaat ederler, Allah (cc)'ın emirlerine harfiyyen uyarlar. İffet ve na­muslarını hakkıyla korurlar. Kocalarının evden uzak olduğu zamanlarda onların mallarını israf etmezler, iktisatlı kullanırlar. Her hususta emin ve güvenilir kadınlardır.

Asi ve serkeş kadınlar ise kocalarına karşı dilleri uzun, hiçbir husus-to itaat etmeyen ve zaman zaman kocalarına alçak gözle bakan kadın­lardır. Allah (cc) bu gibi kadınlarla geçinmenin, onları tedib etmenin yollarını şöyle göstermektedir: Böylesi kadınlar önce nasihatla terbiye edil­meye çalışılmalıdır, Nasihatla terbiye olmazlarsa yatağını ayırarak, on­larla konuşmayarak ve yaklaşmayarak terbiye etmek lazımdır. Bu yolla da ıslah olmadıkları takdirde yüzlerine vurmamak şartıyla acıtacak şekilde dövmelidir. Şayet ıslah olurlarsa başkaca eziyet ve cefa yapılmamalıdır. Çünkü Allah (cc) herkesten büyük ve kadınlara zulüm yapanlardan hak­kıyla intikam alandır.

Allah (cc), kan-koca arasındaki geçimsizlikleri gidermek, aralarını düzeltmek için biri kadının, diğeri de erkeğin ailesinden olmak üzere adil hakemlik yapabilecek İki kişinin vazifelendirilmesini emretmektedr. Ha­kemler, kan-koca arasındaki maslahat neyi İcabetttriyorsa onu yapmalıdır­lar- Eğer maslahatı her ikisi arasında uyumun sağlanmasında görüyor­larsa birbirleriyle anlaştırırlar. Onlar için maslahatı ayrılmalarında görü­yorlarsa, anlaşmaları imkansız hale gelmişse bir an önce birbirlerinden ayırmalıdırlar. Hakemler salih bir niyet ve sağlam bir kalble çalışırlarsa Aİlah |cc) kan-koca arasındaki uyum ve anlaşmayı halkeder. Çünkü Al­lah (cc) neyi emretmiş ve meşru kılmışsa hikmete ve maslahata göre yap­mıştır. O. herşeyi hikmetiyle yaratan ve yaratmadan Önce herşeyden ha­berdar olandır.

Allah (cc), âyetlerin sonunda kendine ibadet etmeyi şirkten kaçmmayı, anne ve babaya, yakın akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın ve uzak komşulara iyilik yapmayı emretmektedir. [69]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebi

 

Âyet. ensarilerden Saad bin Rebi' (ra)  ile karısı  Habibe bint! Zeyd (r.anha)  hakkında nazil olmuştur.

Saad (ra), sahabilerin İleri gelenlerinden biriydi. Karısı Habibe (r.an-hüma) ona serkeşlik yapardı. Birgün Saad (ra) karısına bir tokat vurdu. Bunu duyan Habibe (r.anhüma)'nin babası Zeyd, kızını alarak Resulullah (sav)'a geldi. «Ben kızımı onunla evlendirdim. O ise kızımı tokatlıyor.» de­di. Resulullah (sav) da «Kızın da kocasına kısas olarak bir tokat vursun.» buyurdu. Habibe (r.anhüma) babasıyla birlikte giderken Resulullah (sav) onlara, «Gitmeyiniz. Çünkü Cebrail (a.s) «Erkekler kadınlar üzerine hakim­dirler...» âyetini getirdi.» Sözlerine devamla. «Biz bir iş (kısas) yapmak istedik. Allah (cc) da âyetiyle hükmünü bize bildirdi. Şüphesiz Allah (cc)'ın irade ettiği daha hayırlıdır. Artık siz kısas yapmayınız.» buyurdu. [70]      

 

Âyetlerin Tefsirindeki  İncelikler

 

Birinci İncelik: Allah (cc). erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini İki hikmetle beyan etmiştir. Birisi, Allah (cc) tarafından bağışlanmış (veh-bi), diğeri kendileri tarafından kazanılmış (kesbi)dir. Allah (cc) bu hususu beyan ederken de çoğul ifade eden «Kavvâmün» kelimesini tabir etmiştir. Bu kelimenin asıl manası, «Cokca hakimdirteradir. Bu kelimenin kullanıl­ması, erkeklere verilen riyaset ve hakimiyetin tam olduğuna işaret etmek­tedir. Çünkü erkekler, tıpkı devlet adamları gibi hanımlarına İslâmt çerçe­vede emretme, yasaklama, idare etme, terbiye etme, geçimlerini deruhte etme, namus ve iffetlerini koruma hakkına sahiptirler. İşte mevzumuî âye­tin devam ifade eden bir cümle ile başlamasındaki hikmet budur. Yani ev­lilik hayatı sürdüğü müddetçe erkekler yukarıda sayılan vasıflara sahip­tirler.

İkinci incelik: Zemahşerî şöyle demektedir:  «Alimler erkekleri ka­dınlardan birçok bakımdan  üstün saymışlardır.  Bunlardan birisi,  erkeklerin kadınlara göre daha akıllı, iradeli, azimli ve kuvvetli olmasıdır. Şüp­hesiz bütün peygamberler, kadınlardan değil, erkeklerden gelmiştir. İma-lüs met hakkı da yalnız erkeklere  mahsustur. Cihat,  ezan ve hutbe okuma, şer'î hadlerde şahîdük yapma, kısas alma hakkı, mirasta fazla pay alma, nikahta velayet  hakkı ve çocukların annelerine değil  babalarına nisbet rn edilmesi de erkeklerin üstünlüğünü göstermektedir.» [71]

Üçüncü incelik: Allah (cc). erkeklerin üstünlüğünü, daha kısa ve açık olduğu halde. «O sebeble ki erkekleri kadınlardan üstün kılmıştır.» gibi bir ifade yerine «O sebeble ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır.» ifadesiyle beyan etmiştir. Bunda büyük bir hikmet vardır. Kadın erkeğe, erkek de kadına göre bir erkeğin uzuvları  gibidir. Mesela; bir İnsan heykeli tasavvur edelim. Erkek, bu heykelin başı ise. kadın da heykelin gövdesi gibidir. Bir uzvun diğer bir uzva karşı böbürlenmesi uygun değildir. Zira hayatta her uzvun kendine göre bir vazi­fesi vardır. Kulak hiçbir zaman gözün vazifesini yapamadığı gibi, göz de kulağın vazifesini yapamaz. Kalbin mideden üstün olması, başın ellerden şerefli olması da bir insan için ayıp değildir. Çünkü hayatın ni­zamı içinde her uzuv kendi vazifesini yapar ve beden böylece bir bütünlük arzeder. Öyleyse bir vücudun uzuvlarına benzeyen cemiyet fertlerinin bazılarının diğerlerinde üstün olması hiçbir zaman bir ayıp, bir kusur değlldir. İşte âyetteki,  «Kimini kiminden üstün kılmıştır» ifadesinden genel olarak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu anlaşılmıştır. Ancak bu genel bir bakıştır. Eğer fert olarak düşünülürse bazı kadınların din ve ilim yö­nüyle kocalarından daha üstün olması mümkündür. Ama bu genelde böy­le düşünülemez. Bu yazdıklarımızdan da anlaşılıyor ki âyet hem veciz hem de mucizelidir.

Dördüncü İncelik: Allah (cc), karı-koca arasındaki geçimsizliği ber­taraf etmenin yollarını beyan ederken, onların aralarını bulmaya gönde­rilecek hakemlerin asıl vazifelerini, aralarını bulma hususunda uzlaştır­mayı îfade eden «Islahı kelimesi ile ifade etmiştir. Bunun zıddı olan ve ayrılığı ifade eden «tefrik» kelimesini kullanmamıştır. Âyetin bu İfadesinde çok derin bir incelik vardır. Ki bu, karj-kocanın durumunu araştıracak ha­kemlerin güçleri yettiğince onları uzlaştırmaya çalışmalarına işaret etme^ sidir. Zira ayırmak, aileyi yıkmaktır. Eğer o ailenin çocukları da varsa bunların nasıl gerçekten yıkılacağı herkesçe bilinen birşeydir. Onları uz­laştırmak ise anlaşmalarına, birbirlerini sevmelerine vesile olur. Zaten İs-lâmın hedefi de kalbleri sevgi ve muvafakat üzere toplamaktır.

Beşinci İncelik: Zernahşerî: «Karı-koca arasmı bulmaya giden ha­kemlerin onların ailesinden olması niçin istenmiştir? Zira akrabaları on­ların ic hallerini daha iyi bilirler ve onların aralarının düzelmesini de baş­kalarından daha çok isterler. Karı ve koca, yakınları oldukları İçin hakem­lere içlerindeki sevgi veya nefreti, birleşme veya ayrılma konusundaki dü­şüncelerini daha iyi açıklayabilirler. Hatta yabancılara açıklanmayacak bir­çok şeyi yakınları olan hakemlere çekinmeden, rahatlıkla açıklayabilirler. İşte bizim naçiz görüşümüzle izahına çalıştığımız hususlardan dolayı Al­lah, karı-koca arasını düzeltmek için gönderilecek hakemlerin onların ya­kınlarından seçilmelerini tavsiye şeklinde emretmiştir.»  [72] der.

Altıncı incelik: Sabi: «Kadı Şüreyh Arapların Beni Temim kabilesinden bir kadınla nikah aktj yaparak evlendi. Nikahtan hemen sonra pişman olarak nerdeyse ona boşama haberini gönderecekti. Bir miktar düşündük­ten sonra,  «Acele etmeyeyim. Kadın  geldikten sonra düşünürüm.»  der. Kadın geldikten kısa bir zaman sonra, durumu sezinleyen kadın kocasına,. «Ben Öyle bir eve geldim ki ne zaman ayrılıp gideceğimi  bilemiyorum. Senin hoşlanmadığını şeyler nelerdir? Kayınpeder ziyaretinden hoşlanır mısınız?» dedi. Şüreyh. «Ben yaşlı bir ihtiyarım. Fakat arkadaşlığı da se­verim. Şu var ki, kayınpederi de usandırmak istemem.» cevabını verdi. Bir zaman sonra Şüreyh. «Karıma geçimimiz ve diğer şeyler hakkında ne söylediysem dediklerimi aynen yaptı, yerine getirdi.» diye düşündü kendi ken­dine. Şüreyh, sonrasını şöyle anlatır: «Böylece beraberliğimiz bir sene ka­dar sürdü. Bir seneden sonra bir gün eve geldiğimde yatak'odamızda bir İnsan gördüm. Kendi kendime «inna lillah» dedim. Karım Zeynep bana, «O benim annem Ümmü Ümmiye'dlr» dedi. Ben kayınvalideye selam ver­dim. O bana, «Kızımın herhangi birşeyinden şüphe ediyorsanız onu ter­biye edebilirsiniz.» dedi. Karım Zeynep'le uzun süre arkadaşlık ettim. Fa­kat o benden Önce öldü. Ben arzu ederdim ki, kolan ömrümün yarısını ona vereyim veya ikimiz bir günde ölelim.» Kadı Şüreyh sözlerine şu şiirle de­vam eder: «Çok erkek biliyorum ki karılarını döverler/Ben Zeynep'e vur-dumso elim kurusun.» [73] demektedir. [74]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Serkeş Bir Kadını İrşad Etmenin Merhaleleri Nelerdir?

 

Âyet, serkeş bir kadının ıslahı İçin en hürmefll bir yol göstererek aşa­ğıdaki merhalelerin takibini elzem görmüştür.

1- Hikmetli söz ve nasihatlerle öğüt vermek. Zira Allah (cc), «On­lara (evvela) öğüt verin» buyurmuştur.

2- Yatağını terkstmek, onunia tatlı konuşmamak, hatta hiç konuş­mamak. Çünkü Allah  (cc),  «(Vazgeçmezlere©) kendilerini yataklar (m )da yalnız bırakın.» buyurmuştur.

3- İz bırakmayacak şekilde ve yüzüne vurmamak kaydıyla hafifçe döğmek. Çünkü Allah [cc), «(Yine kar etmezse) doğun.» buyurmaktadır.

4- Yukarıda geçen sırasıyla, nasihat etmek, yatağını terketmek vs döğmek kadını ıslah etmediği takdirde uygun olan, «(Eğer kan İle koca­nın) aralarının oçılmasmdcn endişeye düşerseniz o voklt (kendilerine er­keğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin...» emrine uyarak hakem göndererek aralarını ıslah etmeye çalışmaktır.

Döğmenin miktarını Resulullah (sav), «Eğer kadınlar serkeşlik yapar­larsa siz onları hafifçe döğünüz.» hadisiyîe beyan etmiştir. İbnl Abbas (ra) ve Ata {ra) hadisteki chafifce döğün» tabirini. «Abdestte kullanılan misvak ağacı gibi ince bir ağaçla döğünüz» tarzında anlamışlardır.

Katade (ra) ise, «Kadının vücudunda iz bırakmayacak şekilde döğü-iür.» demiştir.

Alimlere göre en uygun olan, bir erkek, karısını ıslah ve terbiye etmek için yüzüne vurmaktan kaçınarak ve hep aynı yere vurmayarak döğebillr, görüşüdür. Bu vuruşlar sopa ve bastonla olmamalı ve hafif vurmaya dik­kat etmelîdir. Zira Resulullah (savj'a, «Karımızın bizim üzerimizdeki hak­kı nedir?» diye sorulduğunda, «Yediğinizden yedirmeniz, giydiğinizden giy­dirmeniz, doğduğunuz zaman da yüzüne vurmamanızdır. Kadınların çirkin­liğini yüzüne karşı söylemeyin ve onlara gururlarına dokunacak kötü söz­ler söylemeyin. Islahı için onu terkettiğiniz takdirde bunu kendi evinizde yapın.» buyurmuştur.» [75]

Herne kadar kadını hafifçe döğmek mubah İse de alimler döğmeme-nin daha İyi olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira Resulullah (sav), «Sizin seçkinleriniz karılarınızı dövmeyenlerin İzdir.» buyurmuştur.[76] 

 

İkinci Hüküm: Serkeş Kadına Verilecek Cezalar Âyetteki Tesbtte Göre Mi Yapılmalıdır?

 

Alimler, kadınların ıslahı için verilecek cezaların âyetteki tertibe göre uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bazı alimlere göre, bahis konusu cezalar âyetteki tertibe uygun ola­rak uygulanmalıdır. Mesela; kendisinde serkeşlik emareleri görülen kadına evvela nasihatta bulunulmalıdır. Kadın dinlemeyerek tamamen serkeş o-lursa yatağı terkedilmelldir. Yatağı terkedildiğl halde ıslah olmayan serkeş kadın döğülmetidir. Serkeşliğinin başlangıcında kadını döğmek mubah de­ğil haramdır. Bu, İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'fn görüşüdür.

İmam Şafii (ra)'ye göre serkeşliğin başlangıcında da kadını döğmek caizdir. Alimler arasındaki bu görüş ayrılığının kaynağı âyeti farklı anla­malarıdır.

Ayetteki tertibin farz olmadığını söyleyenlere göre âyetteki «atıf vav'ı» sırolama için değil, cem içindir. Yani cezaların toplu olarak veya herhangi birinin uygulanabileceğini gösterir, öyleyse serkeş kadının kocası dilerse bu üç cezadan birini, dilerse hepsini bir arada uygulayabilir.

Âyetteki tertibin farz olduğunu söyleyenlere göre âyetin akışı sırayla yapılmaya delalet eder. Çünkü âyette önce cezaların en hafifi olan nasihatt, sonra ondan daha ağır oton yatağı terki, o da ıslah etmediği takdirde döğmenln uygulanması bildirilmektedir. Bu beyan, tertibin farz olduğuna delalet etmektedir.

Kadının ıslahı bu cezalardan birisiyle gerçekleşirse yalnız onunla ik­tifa etmek farzdır. Başkasını yapmak caiz değildir.

Bize göre tercihe şayan olan görüş âyetteki sıralamanın farz oldu­ğunu söyleyen görüştür. Allah (cc) en iyisini bilendir.

Ibnü'l-Arabi de «Bu âyetin tefsiri hususunda duyduklarımın en güzeli Said bin Cübeyr (ra)'in tefsiridir. O, tSerkeşlİk yapan kadına kocası önce nasihat eder, nasihati tutmazsa yatağını terkeder. O da ıslah etmezse dö-ğer. Eğer döğmek de onu ıslah etmezse biri kadının, diğeri erkeğin tara­fından olmak üzere fki hakem gönderilir. Hakemler geçimsizliğin hangi ta­raftan olduğunu tesbit ederek gidermeye çalışırlar.» demiştir. Said bin Cübeyr (ra)'in bu tefsiri âyetin zahirinin aynıdır.» [77] demektedir.

Bu âyetin tefsiri hususunda Said bin Cübeyr (ra)'in görüşüne benzer bir rivayet de Hz. Ali'den yapılmıştır. O da, «Serkeşlik emareleri görülen kadına kocası lisonen nasihatte bulunur. Eğer düzelirse t>aşka birşey yap­maz. Eğer düzelmezse yatağını terkeder. Yine düzelmezse hafifçe döğer. Yine ıslah olmazsa biri kadının, diğeri erkeğin ailesinden olmak üzere ken­dilerine birer hakem gönderilir.» der. [78]

 

Üçüncü Hüküm: Hakemlerin Qkraba Dışından Olması Caiz Mtdlr?

 

Âyetin zahirinden anlaşılan, hakemlerin akrabalardan olmasının şart olduğudur. Zira Allah (cc) bu hükmü, «...(erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin.» emri ile beyan etmiştir. Âyet­teki bu beyan tarzı hakemlerin kadın ve erkeğin ailelerinden olması lazım geldiğine delalet eder. Şu Kadarı varki, ehli sünnet alimleri âyeti, «hakem­lerin karı-kocanm ailelerinden olması farz değil müstehaptır» şeklinde tef­sir etmişlerdir. Zira onlara göre yabancılardan iki hakem gönderilmesi de caizdir. Hakemleri göndermekten maksat, karı-koca arasındaki durumu bilmek, hangisinin kabahatli olduğunu görmek ve aralarında barışı tesis etmektir. Bu görevi akrabalar kadar yabancılar da yapabilir. Yalnız kan-koco arasındaki halleri akrabalar daha iyi bilebilir, anlaşmalarını yaban­cılardan daha cok arzu eder ve taraflardan birini korumaları da düşünülemez. Bundan dolayı hakemin akrabalardan olması daha uygun olur. Yal­nız bu sayılanlar hakemin akrabalardan olmasının farz değil müstehab olduğuna delalet eder.

Bu konuda Alusî şöyle der: «Hakemlerin kan-kocanın akrabalarından olması, akrabaların dışarıya açıklanamayacak sebebler) daha İyi bilmeleri ve bu sebeblerln kaldırılarak sıcak bir yuvanın tesis edilmesini daha çok istemeleri bakımından daha iyidir. Yalnız bu, hakemlerin kan-kocanın ailelerinden olmasının farz olduğuna değil, müstehab olduğuna delalet eder. Şayet kadt, hakemleri karı-kocanm ailelerinden değil yabancılardan tayin ederse bu da caizdir.» [79] 

 

Dördüncü Hüküm: «(Eğer"Kan Ue Kocanın) Aralarının Açılmasından En­dişeye Düşerseniz...» Âyetinin Mufratablan Kimlerdir?

 

İlk âyette hitap doğrudan doğruya kocalarıydı. Çünkü, «(Siz) yatak­larında yalmz bırakın», yani «Siz kendilerinin yataklarını terkedin» buyu-rulmuştur. Yatağı terketme ise yalnız kocaların yapabileceği bîrşeydir.

Bu âyetteki hitap ise kocalara değil, doğrudan doğruya cemiyeti İda­re eden —kadı, hakim, vali gibi— idarecileredir. Çünkü Allah (cc), kadının serkeşliğini beyan ederken kocanın ona nasihat etmesini, ıslah olmazsa yatağını terketmesini, bundan do ıslah olmazsa döğmesini emir buyur­maktadır. Bununla da ıslah olmazsa onun ıslahı mazlumun hakkını zalim­den alan ve vereceği hükmü İnfaz yetkisine sahip olan kimseye kalır ki bu da hakim veya kadıdır, öyleyse buradaki hitap başkalarına değil, yö­neticileredir.

Âyetteki «gönderin» emri farzdır. İmam Şafii (ra) de bu görüştedir," Çünkü karı-koca arasındaki geçimsizliği gidermek İçin hakem göndermek, zulmü bertaraf etmektir. Bu da İslâm idarecilerinin üzerine düşen umumî farzlardan biridir. [80]

 

Beşinci Hüküm: Hakemlerin Kan-Kocadan İzin Atmadan Onları Birbir­lerinden Ayırma Salahiyetleri Var Mıdır?

 

Fakihler, hakemlerin geçimsiz oian karı-kocalardan izin almadan ken­dilerini birleştirme veya ayırma salahiyetleri olup olmadığı hususunda ih­tilaf etmişlerdir.

İmam Ebu Hanife (cc) ile İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, hakem­ler ancak karı-kocadan İzin aldıktan sonra onları birbirinden ayırabilirler.

Zira onların biri kadının, diğeri de erkeğin vekilidirler. Vekalet hukukunda İse müvekkilin izni şarttır. Öyleyse hakemlerin onları birbirinden ayırmak veya birleştirmek için kendilerinden izin almaları şarttır. Binaenaleyh izin ve müsade olmadan onları birbirinden ayırmaya veya birleştirmeye sala­hiyetleri yoktur. Bu görüş Hasan-ı Basrî (ra), Katade (ra| ve Zeyd bin Eşlem (ra)'den de rivayet edilmiştir.

İmcim Malik (ra)'e göre hakemler, karı-kocudan izin almadan maslahat gereği onları birleştirebilir veya ayırabilir. Eğer maslahat onların ayrılma­larında ise hakemler onları ayırma ve kocanın, nikah akdinde tayin edüen mehirden borçlu ise onu, değilse ayrıca bir miktar para ödemesini karar altına alma salahiyetine de sahiptirler. Zira hakemler, İmam tarafından onları birleştirme veya ayırma husususunda salahiyetli olarak tayin edil­mişlerdir. Bu da İmamın kendfsinde olan salahiyet gibi hakemleri salahi­yetli kılar.

İmam. vereceği hükümde nasıl karı-kocadan izin almak zorunda de­ğilse, onun tayin ettiği hakemler de verecekleri hükümde ve bu hükmün infazında onlardan izin almak zorunda değildirler. Bu görüş de Hz. AH, İbni Abbas (ra) ve Şa'bî (ra)'den rivayet edilmiştir.

İmam Şafii (ra)'nin bu meselede iki görüşü vardır. Ayette ise bu iki görüşten birini diğerine tercih edecek bir işaret yoktur. Âyetin umumi ma-i nasından her iki görüşün de anlaşılması mümkündür.

İmam-ı Azam ve İmam Hanbel'fn delilleri;

Bunlara göre Allah (cc) hakemlere yalnız kan-kocanın aralarını ıslah etme salahiyeti vermiştir. Çünkü Aflah (ra), «Bunlar barıştırmak İsterlerse

Allah crafarındatki dargınlık yerini geçime), onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur...» buyurmaktadır. Âyetteki bu ifadeden anlaşılan, barıştırmanın dışındaki ayırma veya birleştirmede onların İçin ve rızalarının alınması ge­rektiğidir. Çünkü onlar vekildirler. Vekilin salahiyeti de ona salahiyet veren şahsın vereceği salahiyete bağlıdır. Eğer başlangıçta bu salahiyeti ver-mişlerse o zaman yapabilirler. Vermemişlerse yalnız barıştırabilirler, ayıra­mazlar.

İmam Malik'in delili:

Allah (cc), «(Eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz o vakit (kendilerine erkeğini ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin,» âyetinde, karı ile kocanın aralarını ıslah için gönderilen kişilere «hakem» ismini vermiştir. Hâkem ise doğrudan doğ­ruya «haklm»dir. Hakim de vereceği hüküm ve hükmün infazında kimse­den İzin almaz. Maslahat neyi gerektiriyorsa öylece hüküm verir ve İcra eder.

Cessas bu hususta şöyle der: «Hanefi alimlerinin görüşüne göre ha­kemler kan-kocayı barıştıramadıklan takdirde, kocadan izin almadan ka-n-kocayı birbirinden ayıramazlar. Hatta koca, «haksızlık ve geçimsizlik benden kaynaklanıyor.» diyerek suçunu kabul etse dahi onları ayırma salahiyetine sahip değildirler. Hakemlerin hükmünden önce asıl hakim elan İmam kadını boşaması İçin kocaya baskı yapamaz. Kadın da hakem­lerin huzurunda serkeşliğini itiraf etse bile hakemler kadını hül'ü (para karşılığı talakı kocasından satın alma} yaptırmaya veya nikah aktinde ta­yin edilen mehrin tamamını kocasına geri vermeye zorlayamazlar. Hakim, hül'ü yaptırmaya veya mehri geri verdirmeye nasıl salahiyetli değilse gön­derdiği hakemler de salahiyetli değildirler. Ancak karı ve Kocadan müsa-de alırlarsa salahiyetli olabilirleri.[81]

Taberî de bu görüşü tercih etmiştir. [82]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- Kocanın karısını, terbiye etme salahiyeti vardır. İzinsiz  olaraK dışarı gitmesine mani olabilir.

2- Allah (cc)'ın emrettiği sınırlar İçerisinde kadının kocasına itaat etmesi farzdır. Koca karısıno İslâm'a aykırı birşeyl emrederse kadın o em­ri yerine getirmez.

3- Araları açık olan bir kan-kocayı barıştırmak İçin biri erkeğin aileesinden, diğeri kadının ailesinden olmak üzere İki hakemin gönderil­mesi farzdır.

4- Hakemlerin vazifesi,  karı-kocayı barıştırmak  İçin bütün güçle­riyle çalışmaktır. [83]

 

Ayetlerdeki Teşri'ı Hikmetler

 

İçtfmoî hayatın devamını sağlayan Allah (ra)'ın yaratılış kanunlarından biri de ailenin işlerini yapan ve taahhüt eden, onların, geçimini temin eden bir büyüğü bulunması zaruretidir. Ancak böyle bir aile islâm toplumunun çekirdeği olma görevini yerine getirebilir. Ailenin düzelmesi, cemiyetin dü­zelmesi, ailenin bozulması cemiyetin bozulması demektir. Erkek, kadınlar­dan daha akıllı, kuvvetli, azimli, iradeli, ailenin sorumluluklarını yüklenme­ye daha layık olduğu için kadına yedirmek, giydirmek, çocuklara bakmak, bir meskende oturtmak vazifesi İle mükellef kılınmıştır. Ona verilen bu yöneticilik, e.keğe kadının üstünde bir sorumluluk ve mükellefiyet yükle­mektedir. Yoksa kadından üstünlüğünü göstermez. Bütün cemiyetlerde bir lider, bir idareci bulunmak zorundadır. Bir aile ise cemiyetin küçük bir Örneğidir. İşte bundan dolayı Allah erkekleri kadınlara terbiye edici, ida. reci ve koruyucu kılmıştır.

İslâm düşmanlarının Islamı kötülemek için dillerine doladıkları şey­lerden biri de erkeğin karısını dövmesidir. Bunlar, «İslâm erkeğin karısını dövmesine nasıl müsamaha eder? Allah (cc) bunu kitabında nasıl bildirir? Çünkü bu, kadınla erkek arasında bir eşitsizlik ve kadınlara bir ihanet ve düşmanlık olmaz mı? Halbuki kadın cemiyetin mukaddes bir uzvudur.t derler. Bundan daha yanlış bir söz ve iddia olamaz. Biz müslümanlar on­lara şöyle deriz: «Evet, Kur'anda kadının yatağını terketme ve döğme gibi hükümler vardır ve bunları kabul ederiz. Fakat bir kadın ne zaman ve niçin döğütür? Şüphesiz gerektiği zaman kadını döğmek hastaya verilen bir ilaç gibidir. İlaç nasıl zaruret hallerinde kullanılırsa kadın da zaruret hal­lerinde döğülür. Mesela; bir kadın serkeşlik yapmaya, şeytanın arkasına takılıp gitmeye başladığı zaman ne yapmak lazımdır? Onun yatağım mı terketmeli, boşamalı mı. yoksa dilediği gibi yaşaması için başıboş mu bırakmalıdır?

İşte Kur'an bu hususta en güzel ve hürmetli yolu göstermiştir. Bu da kadınların ıslah ve irşad edilmesi yoludur. Erkeklere evvela sabır tavsiye edilerek sonra sırasıyla öğüt ve nasihat, yatağını terketme, netice alına-mazso en son ilaç olan döğmek emredilmiştir. Bir kadını kalem ve misvak gibi ince bir sopa ile döğmek mi. yoksa boşamak mı daha iyidir? Boşamak bir aile hayatının yıkılmasına ve kadının çökmesine sebeb olur. Boşama ile hafifçe döğmeyi kıyasladığımızda döğmenin boşamaya oranla cok hafif bir ceza olduğunu görürüz. Hafif olanı yapmak şüphesiz daha güzeldllr. Kadını döğmek. islâm düşmanlarının zannettiği gibi kadına ihanet değil­dir. Kadını terbiye etmenin yollarından bir yoldur. Güzel sözden onlamayan, kocasının yatağını terketmesinden ders almayan kadınların menfaatine olan bir ilaçtır. Çünkü birçok kadın ve erkek vardır ki, ancak çeşitli terbiye yollarıyla ıslah olabilirler. İşte bundan dolayıdır ki, gerek İslâm hukukun­da, gerekse diğer hukuk sistemlerinde ceza maddeleri konulmuş, hapis­haneler yapılmıştır.»

Reşid Rıza, Menar isimli tefsirinde şöyle der: rfslâm alimleri kadın döğmenln çok hafif olmasını şart koşmuşlardır. Ibni Abbas (ra), âyettek «dööün» kelimesinin tefsirinde «El İle veya misvak gibi ince bir oubuklc döğünüz.» demiştir. Bazı Batı taklitçileri islârn'ın serkeş bir kadının döğül mesi hükıyıünü çok şiddetli ve çirkin bir ceza olarak vasıflandırıyorlar. Bun lor için kadınların serkeşlik etmesi, erkeğin aile reisliği vasfını ortadai kaldırararak kendilerini erkeğin yerine koymaları ve bu yolla kendilerin kocalarının üstüne çıkarmaları ve hiçbir nasihati dinlememeleri, kocaları nm yataklarını terketmelerine de aldırış etmemeleri bir mana İfade etmiyor Oysa bu hal, erkeklere karşı büyük bir İhanet ve cemiyet nizamını bozmal demektir. Bu taklitçiler serkeş kadınlarıyla nasıl geçiniyorlar, onları naşı ıslah ediyorlar bilemiyorum.

Şüphesiz kadınları döğmek aklın ve insan fıtratının hoşlanacağı bir şey değildir. Fakat döğme cezası, kadının ahlakının ve duygularının bozul duğu, kocanın, karısının ancak döğme yoluyla ıslah olacağına irrahdıö zaman uygulanır. Şayet kadının huy ve duygulan düzelir, yapılan nasihat feri güzelce dinlerse veya kocasının yatağını terketmesi sonucu ıslah olur sa o zamon elbetteki döğmekten kaçınmak farz olur. Çünkü şerlatte he halin kendine uygun bir hükmü vardır. Ancak bize her halükarda kodınlar la iyi geçinmemiz emredilmiştir.» [84]

Allah (cc}'m. şeriatında döğmek. kadını ıslah yollarından biridir. Faka bu, gefişi güzel değil ancak zaruret hallerinde yapılabilir. Hatta tabrindeı Ata (ra), «Koca, sözünü dinlemese dahi karısını döğemez. Ancak öfkelene bilir.* der. Zira Resufuilah (sav)'c, «Bir kimse karısını döğebilir mi?» dlyı sorulunca, «Sizin hayırlınız kartlarını döğmeyendir.» cevabını vermiştir. Bı hadisten anlaşılıyor ki, bazı nadir hallerde erkek karısını döğebilir. Ancal Allah fcc), «...O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sazı anlamaya yanaşmıyorlar?» (Nisa: 78) buyurmuştur. [85]

 

28. DERS CÜNÜP VE SARHOŞLARA NAMAZ KILMANIN HARAM OLUŞU

 

43- Ey iman edenler, siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi billnceye ve cünüp İken d© —yolcu olmanız müstesna— gusül edinceye kadar na­maza yaklaşmayın. Eğer hoşta olur, ya bir sefer üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut da kadınlara dokunup do bir su bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edîn, yüzleri­nize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah, çok affedici, çok varlığayıcıAr.

 

Âyetin Lafzı Tahlili

 

(Sükörâ): Sarhoşluk demektir. Ragıpel-İsfahani,

«Sarhoşluk, genellikle içkiden olur, fakat aşktan ve kızgınlıktan da olabi­lir.» der.

(Cünuben): Cünüplük demektir

(Abiri sebilin): Âbiri geçmek, sebil ise yo) demektir.

(El Kâttı): Kâid, rahat oturulan yer demektir. Bu­radaki anlamı ise dışkı'dır.

(Lâmestümünnfsâe): Lems kelimesi el ile mesh etmek demektir. Kadına izafe edildiği zaman cinsj münasebet anla­mına gelir.

(Feteyemmemû): Teyemmüm, lügatta kasdetme demektir.

(Saiden tayyiben): Zeccac: «Said, toprak ve cinsinden olan herşey, tayyib, temiz demektir. Yani temiz toprak.» der.

(Femsehû):  Mesh, birşeye elini sürmek demektir.

(Afüvven ğafuren): Kutlarına müsamahakar, ha­talarından vazgeçen demektir. [86]

 

Ayetin İcmali Manası

 

Allah (cc), kullarına sarhoş İken namaza yaklaşmayı yasaklamıştır. Zira sarhoşluk, namazdaki huşuu, Allah (ccj'a yapılan münacatt, zikir ve duayı engeller. Bu hüküm, içkinin haram kılınmasındcn önce gelmiştir. İçkinin gelecekte kesin olarak haram kılınacağına da işaret etmektedir. Çünkü namaz kılan kimse, sarhoş iken kıldığı namazın kabul edilmeyece­ğini bildiği zaman namazlarını geçirmemek için gündüzleri içkj kullana­maz.

Bilindiği gibi bu âyetin nüzulünden sonra içki içenler, yatsı namazını kıldıktan sonra içiyorlardı. Sabah namazına kalktıkları zaman ise sarhoş­luktan tam kurtulmamış oluyorlardı'. Buna göre âyetin icmali manası şudur: Ey müminler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi ve namazda ne okuyaca­ğınızı bilinceye kadar namaz kılmayınız. Cünüp olduğunuzda da gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayınız. Eğer hastaysanız, su kullanmanız hastalığınızı ağırlaştırır, uzatırsa veya yotcu iseniz ve su bulamıyorsanız, obdestiniz bozulmuş veya karınızla cinsi münasebette bulunmuş da su bulamıyorsanız yerden temiz bir toprak alarak yüzünüzü ve ellerinizi dir­seklerinize kadar meshederek namazınızı kılınız. Bu sizin İçin bîr kolaylık ve Allah (cc)'ın rahmetidir. Zira Allah (cc) size zorluğu değil1 kolaylığı ira­de eder. Şüphesiz Allah {cc) cok affedici, çok yarlığayıcıdır. [87]

 

Ayetin nüzul sebebi

 

Tlrmizî, Ali bin Ebu Talip (ra)'ten rivayet etmiştir: «Abdurrahman bin Avf (ra) bizi bir yemeğe davet etti. Yemekle beraber şarap da içtik. Şarap beni sarhoş etti. Namaz vakti gelince beni İmam yaptılar. Fatiha'dan son­ra zammı sure olarak Kafirûn suresini okurken sureyi, «Sen de ki. ey ka­firler, ben sizin ibadet ettiğinize ibadet edeceğim,» şeklinde yanlış oku­dum. Bunun üzerine «Ey İman edenler sfz sarhoşken...» âyeti nazil oldu.» Tirmizi, rivayetinden sonra, «Bu hadis hasen ve sahihtir.» kaydını ekler.

Fahreddin Razi, âyetin tefsirinde şöyle der: «Âyetin nüzulünden son­ra sahabiler gündüzleri içki içmezlerdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra İçerlerdi. Sabah namazına uyandıkları zaman sarhoşluk hali tamamen gitmemiş olurdu. Daha sonra Maide suresinin 90. âyetiyle içki kesin ola­rak haram kılındı.» [88] 

 

Ayetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Sarhoşluk halinde namaz kılmayı yasaklama hususun­da âyetteki, «Sarhoşken.., namaza yaklaşmayın» ifadesi, «Sarhoşken na­maz kılmayın» ifadesinden daha uygun ve şümullüdür. Çünkü sarhoş bir kimsenin ne okuduğunu bilmediği için namaz kılması caiz olmadığı gibi abdest alması üa caiz değildir. Sarhoş, nasıl abdest alacağını da bilemez çünkü. Bu yüzden sarhoşken namaza yaklaşmak haram olduğundan el­bette sarhoş halde namaz kılmamak daha uygundur. Allahu taala zina bahsinde de «Zinaya yaklaşmayın.» (İsra: 32) buyurmuştur. Bu emir, yal­nız zinayı yasaklamakla kalmıyor, zinaya yaklaştıracak şeyleri de haram kılıyor. İşte bunun gibi, «Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» emri de yal­nızca sarhoşken namaz kılmayı haram kılmıyor, bu duruma vesile olan içkiyi de namaz vakitleri İçin haram kılıyordun

Bazı alimlere göre. «Sarhoşken... namaza yaklaşmayın» ifadesinden maksat, camilere yaklaşmamaktır. Fakat bu görüşü âyetin sonundaki. «Ne söyleyeceğinizi bllfnceye kadar» İfadesi kesinlikle reddetmektedir.

İkinci İncelik : Kur'onm içkinin haram kılınması hususunda merhaleli bir yo! takip etmesi, İslâm şeriatının büyüklüğüne delalet eden parlak bir delildir. Zira Araplar su içercesine içki içerlerdi. Eğer içki kademeli olarak yasak edilmeseydi de başlangıçta tek bir emirle yasaklansaydı içkiyi bı­rakmak onlara çok ağır gelir, içkiye karşı olan alışkanlıklarından kurtul­maları mümkün olmazdı.

Nitekim Hz. Ayşe. «Haramların bildirilmesinden önce tevhid akidesi­ni, cennet ve cehennemi bildiren uzun ve geniş âyetler geldi. İslâm nuru kalblere İyice yerleştikten sonra helâl ve haramları bildiren âyetler geldi, içkiyi haram kılan âyetler kademeli olarak değilde direkt olarak «içkj İç­meyin» şeklinde nazil olsaydı Araplar, «Biz katiyen içkiyi terketmeyeceğiz» diyeceklerdi.» demiştir.

Üçüncü İncelik: «Ey İman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar...» âyeti, namazda ne ve nasıl okunacağının bilinmesinin, tesbihatın ve huşu ile kılmanın mutlaka şart olduğuna işaret eder. Zira sarhoş kimse iyi ile kötüyü birbirinden ayıramadığı glbj namazda ne ve nasıl okuduğunu da bilemez.

Bir bakıma dünya işlerine çok dalan kimseler de sarhoşlar gibi ne okuduklarını, ne kıldıklarını bilmezler. Bunların dalgınlık halleri de tıpkı sarhoşluk haline benzer. Bu sebeble bazı alimler âyetteki «sekr» halinin yalnız içkiden değil, uykusuzluk ve dünya işlerine fazla dalmaktan da ge­lebileceğini söylemişlerdir. Bu görüş mana itibariyle herne kadar doğruy­sa da âyetin nüzul sebebi bunun doğru bir tefsir olmayacağını bildirmek­tedir.

Dördüncü İncelik: Kur'anda birşeyin acık açık İfade edilmesi yerine kinayeli olarak anlatılması, onun adablarındpn biridir. Bu, ümmetin de aralarındaki konuşmalarda birbirlerine karşı edebli olmaları lazım geldi­ğini göstermektedir. Bu âyette de büyük abdest yerine açukur yer» an­lamına gelen «gaid» kelimesi bu yüzden kullanılmıştır. Çünkü insanlar bü­yük abdest yapacakları zaman genellikle halkın gözünden gizlenmek için çukur bir yer ararlar. İşte Kur'an, yapılacak işi İsmiyle —büyük abdest— değil, yapılacak yerin ismiyle ifade etmiştir. Yine cinsi münasebet karşı­lığı olan «cima» kelimesi yerine, dokunmak anlamına gelen «lems» keli­mesi kullantlmtştır. Zira cima kelimesini kullanmak hiçde güze! bir ifade ol-' mazdı. Görüldüğü gibi âyette İki ayrı yerde kinaye yapılmıştır. Bundan daha ince ve zarif bir ifade tarzı da düşünülemez.

Besinci incelik: Sahabiler, Resulullah (sav) ile beraber bir yolculuk­ta idiler. Bir ara Hz. Ayşe'nin ziynetlerinin ipi koparak yola döküldüler. Resululloh, Hz. Ayşe ve sahabrler ziynetleri aramaya başladılar. Hz. Ebu-beklr kızına kızarak, «Sen ne yaptın, Resulullah (sav) ve ashabını susuz bir yerde durdurarak meşgul ettin.» dedi. Bunun üzerine teyemmümü em­reden (mevzumuz) âyet nazil oldu. Resulullah (sav) hem âyeti, hem de hükmünü ilan ederek önce kendisi teyemmüm etti ve ashaba da tarif etti. Herkes teyemmüm ettikten ve namazlarını kıldıktan sonra yola çıkmak is­tediler. Hz. Ayşe'nin yere çökmüş olan devesini kaldırınca ziynetler deve­nin altından çıktı. Ashabtan Hüseyr oğlu Üseyd (ra), «Ey Ebubekir kızı, bu sizinle gelen ilk bereket (teyemmüm) değildir. Allah (cc) sana çok rahmet etsin. Ben Ailah (cc)'a yemin ederim kj senin sevmediğin bir iş başına gelirse Allah (cc) sana ve müslürnanlara çok hayır verir ve bir çıkış yolu gösterir.» dedi. [89]

 

Âyetteki Şer’î Hükümler

 

Birinci Hüküm: «Sorhoşken Namaza Yaklaşmayın» Âyetinden Maksat Nedfr?

 

Alimler âyetteki «salat» kelimesinden maksadın ne olduğu hususun­da İhtilaf etmişlerdir.

Müfessirlerin çoğuna göre <ısaiat»tan maksat bizzat namazdır. İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü de budur. Bu görüş aynen Hz. Ali. Mücahid (ra) ve Katade (ra)'den de rivayet edilmiştir.

Bazı alimlere göre ise âyetteki «salat» kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak mescidlerdir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Sar-hoşken namaz kılınacak yerlere (mescidlere) yaklaşmayın» olur. İmam' Şafii (ra)'nin görüşü de bu yoldadır. Bu görüş İbni Mesud (ra) ve Sald bin Müseyyib (ra)'ten de rivayet edilmiştir.

Birinci görüşün delili: Şüphesiz Allah (cc). «Siz sarhoşken, ne söy­leyeceğinizi bitinceye kadar namaza yaklaşmayın» buyurmuştur. Âyetteki, «Ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar» ifadesi bizzat namaza yaklaşmamaya delalet ediyor. Çünkü mescfdde söylenmesi meşru kılınan bir söz yoktur ki, sarhoşluk ona mani olsun. Namazda ise meşru kılınan dua, kıraat ye zikir vardır ki, sarhoşluk hali onları düzgün okumaya manidir. Bundan do­layı, âyetteki «Namaza yaklaşmayın» ifadesinden anlaşılan bizzat namaz­dır, öyleyse âyetin manasını mecazi olarak tefsir etmekten hakiki anlamı anlamak daha evladır.

İkinci görücün delili: Bir manayı uzaklık ve yakınlık İtibariyle yakın olan birşeye hamletmek, bilhassa gözle görülen şeylerde daha evladır. Bu bakımdan âyetteki «satat» kelimesinden maksat namaz değil, namaz kılınacak yerdir. Eğer âyetteki «Namaza yaklaşmayın» emrinden maksadın bizzat namaz olduğunu kabui edersek, bunu peşine gelen istisna {yolcu olmanız müstesna) sahih olmaz. Zira burada «yoldan geçiş» anlamına ge­len «âblrt sebilin» İfadesi «namaz yerlerine yaklaşmayınız» İfadesinden istisna ediliyor. Buna göre âyetin akışı mealen şöyledir: «Ey müminler, siz sarhoşken, cünüp iken, ne söyleyeceğinizi bitinceye kadar namaz kılına­cak yerlerden geçmeyin. Şayet yolunuz mutlaka oradan geçiyorsa hiçbir şey yapmadan geçebilirsiniz.» Bu tefsire göre âyetin yasakladığı şey, cü­nüp veya sarhoş kimsenin camiye girmesidir. Ancak geçiş yerleri mescld ise geçebilirler.

Birinci görüşün sahipleri âyetteki «yoldan gecfş» anlamındaki «âblrl sebilindi su bulamayan yolcu olarak tefsir etmişlerdir. Kİ, su bulamayan yolcu teyemmüm ederek namazını kılar.

ibni Cerir et-Taberi, birinci görüşü tercih ederek, *Akla İlk gelen bu­dur.» demiştir. «Zira bir kelimeyi mecazi manasından önce hakiki mana­sıyla anlamak daha evladır. Ayrıca âyetin nüzul sebebi de bu görüşü teyid etmektedir.» [90]

Tefsir-i Menar sahibi Reşid Rıza'nın görüşü de şöyledir; «Âyetteki «salat» kelimesinden maksat, İmam Şafii (ra)'nfn dediği gibi, «namaz kılı­nacak yer» değil, bizzat^namazdır. Zira «namaza yaklaşmayı» yasaklamak, namaz kılınacak yeri yasaklamaya delalet etmez. Arapcada bir işi yasak­lamak için «ona yaklaşmayın» tabiri çok kullanılır. Bu tür yasaklamalara bilhassa Kur'anda cok raslanılır. Nitekim zinayı yasaklama, İsra Suresi 32. âyetinde, «zina yapmayın» İfadesiyle değil, «Zinaya yaklaşmayın» ta­biri ile olmuştur. Bu tür yasaklama, hem yasaklanan şeyi, hem de ona gö­türecek yolları birlikte yasaklamaktadır.» [91]

Bu İki görüş sahipleri arasındaki İhtilafın meyvesi, şer'î bir hüküm olarak tezahür eder. Kİ bu, cünüp olan bir kimsenin mescide girmesinin helal olup olmadığıdır. Birinci görüşe göre âyette mescide girmenin haram olduğuna dair bir İşaret yoktur. Mescide girmenin haram olduğu sünnet­le tesbit edilir. Resulullah (sav), «Cünübün ve adet gören kadının camiye girmesi haramdır.» buyurmuştur.

İkinci görüşe göre âyet doğrudan doğruya cünüp kimsenin camiye girmesini haram kılmaktadır. Ancak yolu camiden geçiyorsa durmaksızın, herhangi bir yoldan geçtiği gibi geçer gider. [92]

 

İkinci Hüküm: Teyemmümü Mubah Kılan Sebebler Nelerdir Ve Kaçtır?

 

Âyet, teyemmümü mubah kılan dört sebeb beyan etmiştir: Hastalık, yolculuk, ayak yolunda abdest bozup su bulamamak, cinsi münasebette bulunduktan sonra gusül için su bulamamak. Yolculuk, su bulunmayan yerde teyemmümü mubah kılmaktadır. Türü ne olursa olsun, hastalık es­nasında su bulunmaması veya suyun hastaya zarar vermesi halinde de teyemmüm yapılabilir. Zira Allah (cc), «...Su bulamasamz o vakit temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün» buyurmuştur. Âyetteki «Su bulamasanız» kaydı, kendinden önce sayılan hastalık, yolcu­luk vb, durumların hepsini şamildir. Çünkü yolculuk sırasında su bulun­mayabilir. Hasta da suyu kullanmaktan korktuğu takdirde teyemmüm et­mesi mubah olur. Yanında su bulunsa da onu kullanamaması, hükmen su bulamaması gibidir. Nitekim hastanın teyemmüm etmesinin mubah oldu­ğuna delalet eden birçok hadis vardır, örnek olarak bunlardan ikisini ak­taralım: Cabir (ra)'den rivayet edilmjştir: «Bir yolculukta idik. İçimizden biri başına düşen bir taşla yaralanmıştı. Yaralf halde iken ihtilam olunca, «Siz benim teyemmüm etmem için bir ruhsat biliyormusunuz?» diye sor­du. Biz ona, «Senin su kullanmaya gücün yettiği halde sana ruhsatı ne­reden bualalım?» dedik. Arkadaşımız gusletti. Arkasından başındaki yara azdı ve öldü. Seferden döndükten sonra durumu Resululfah (sav)'a haber verdik. Resulullah, «Onlar onu öldürmüşler, Allah {cc) da onları öldürsün. Haberiniz olsun. Bilmediklerinizi sorun. Ac'zi tedavi eden sormaktır.» [93] buyurdu. İşte bu hadis, su kullanmak hastalık bakımından tehlikeli olduğu zamanlarda teyemmüm etmenin mubah olduğuna en açık bir ifade ile de­lalet etmektedir. Böyle bir hadis de Amr bin As (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Zatü's-selasil savaşında çok soğuk bir gecede ihtilam olmuştum, öl­memden veya ağır hastalanacağımdan korktuğum için teyemmüm ederek arkadaşlarımla beraber sabah namazını kıldım. Arkadaşlarım benim teyem­mümle namaz kıldığımı Resulullaha haber verince bana, «Ya Amr, cünüp olduğun halde arkadaşlarınla nasıl namaz kıldın?» dedi. Gusül yapmama mani olan soğuğu anlatarak «Ya Resulullah (sav), senden Allah (cc)'ın, «...Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah (cc) sizi çok esirgeyicidir.» (Nisa: 29) âyetini duydum.» dedim. Resulullah güldü ve bana hiçbir şey söylemedi.» [94]

Amr bin As (ra)'ın rivayet ettiği hadisten, umumu İfade eden âyetler­den de hüküm çıkarmanın sahih olduğu anlaşılıyor. Ancak bu hükmü ancak ictthad yapma vasıflarına sahip olan kimseler çtkarabllfr. Âyetten hüküm çıkardığına göre Amr bin As (ra)'ın müctehid olup olmadığı sorulabilir, Ashabın ekserisinin müctehid oldukları ehli sünnet alimlerfnce kabut edi­len bir gerçektir. Elbetteki Amr bin As (ra) gibi bir dahi de fctihad yap­maya yetkiliydi. Zira Resulullah (sav)'ın dünya işlerini istişare ettiği büyük sahabilerden biri de odur ve ona dahilik vasfını bizzat Resulullah ver­miştir.

Umumu ifade eden âyetten hüküm çıkarıtablldiğine göre teyemmüme ruhsat veren âyette neden hasta, yolcu ve evinde olduğu halde su bu­lamayanlar ayrı ayrı zikredilmiştir? Çünkü yolculukta genellikle su bu­lunamadığı ve hastalığın teyemmümü mubah kılan sebeblerden olduğunun bildirilmesi icın bunlar âyette özellikle ve müstakil olarak zikredilmişler­dir. En doğrusunu Allah (cc) bilir. [95]

 

Üçüncü Hüküm: Ayetteki «Müfasemet» Kelimesinden Maksat Nedir?

 

Sahabiler ve tabiin âyetteki «mülaseroet»ten maksadın ne olduğu hu­susunda İhtilaf etmişlerdir. Hz. Ali, İbni Abbas (ra) ve Hasan-ı Basri {raj'ye göre «miilasemet» (kadınlara dokunmaktan maksat cinsi münasebettir. Hanefiler de bu görüştedir.

Abdullah bin Mesud (ra), Abdullah bin Ömer (ra) ve Şa'bî (ra)'ye göre de âyetteki «mülasemetuten maksat, kadının elinin erkeğe, erkeğin etinin kadına dokunmasıdır. İmam Şaîii (ra)'rrtn görüşü de budur.

Bu iki görüşten daha doğru olanı, «mülasemet»! «cinsi münasebet» kabul eden görüştür. Resulullah {savj'tan gelen sahih haberler de bu gö­rüşü teyid ekmektedir. Nitekim Resulullah (sav), abdest aldıktan sonra ba­zı kadınlara elini dokundurduğu halde yeniden abdest almadan namaz ktlardı. Hz. Ayşe'den sıhhatinde şüphe olmayan şöyle bir rivayet yapılmış­tır: «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra kadınlarına elini dokundurur, yeniden abdest almadan da ncmoz kılardı.» [96] Hadîsler gösteriyor ki, eğer âyetteki «kadınlara dokunmak» tabiri elle dokunmak dsaydı Resulullah (sav)'ın zevcelerine eliyle dokunduktan sonra yeniden abdest alması ge­rekirdi.

Fakihler elle kadına dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı husu­sunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.                

İmam-ı Azam (ra)'a göre, cinsi ilişki olmadan ister şehvetle İster şeh-vetslz erkeğin çıplak yerinin kadının çıplak yerine değmesi abdesti boz­maz.

İmam Malik (ra)'a göre erkeğin çıplak yeri kadının çıplak yerine şeh­vetle dokunursa abdest bozulur. Şayet bu dokunma şehvetsîz olursa ab­desti bozmaz.

Hanefilerin delili: Kadına el veya diğer bir uzuvla dokunmanın ab­desti bozmadığını Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Resulullah (sav) abdest aldıktan sonra kadınlarına elini dokundurur, yeniden abdest almadan na­maz kılardı.» hadisi ile yine Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Bir gece uyandı­ğımda Resulullah (sav)'ın yatağımda olmadığını gördüm. Yatağın etrafın­da onu elimle ararken elim onun ayağının altına değdi. Resulullah (sav) secdede idi ve «Ya Rabbt, ben senin rızan ile gazabından sana sığınırım.» diye dua ediyordu.» hadisi ack şekilde göstermektedir. Eğer elle dokun­mak abdesti bozsaydt Hz. Ayşe'nin çıplak elle ayağına dokunması üzerine Resulullah namaza devam etmezdi, öyleyse âyetteki «kadınlara dokun­maktan maksat kinayeli olarak cinsi münasebettir. İbni Abbas (ra)'ın da âyeti böyle tefsir ettiği nakledilmiştir.

«Lems» kelimesi herne kadar «el ile dokunma» anlamında İse de, Kur'-anda birçok defa kinaye yoluyla «cima» kelimesi yerine kullanılmıştır. Ni­tekim, «Eğer siz onları kendilerine temas etmeden (dokunmadan) bo-şar...» (Bakara: 237), «Ey İman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan onlan boşadığınız zaman, sizin İçin üzer­lerine sayacağınız bir M de t yoktur.» (Ahzab: 49) ve «Kadınlarından zihar ile ayntmok isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) birbirleriyle temas etmezden (dokunmazdan) önce bîr köle azat etmek (lazımdır)...» (Mücadele: 3) âyetlerinde «cima» kelimesi müstehcen olduğundan kulla-mlmayarok yerine «lems» (dokunma) veya «mesh» kelimeleri kullanılmıştır. Bu âyetlerde «cima» kelimesi yerine kinayeli olarak «lems» kelimesinin kullanılması gösteriyor ki, âyetteki, «kadınlara dokunup da» İfadesinden maksat elle dokunmak değil, cinsi münasebettir.

Şafiilerin delili: İmam Şafii {ra), âyetteki «kadınlara dokunup da ifadesinin zahirine dayanarak kadınlara elle dokunmanın abdesti boza­cağına hükmetmiştir. İmam Şafii (ra)'ye göre. «dokunup do» kelimesi yal­nız elle dokunmayı anlatmak İçin kullanılır. «Cima» karşılığı olarak ise an­cak kinaye veya mecazen kullanılabilir. Bir kelime  hem hakiki, hem de kinayeli manası anlaşılabilecek şekilde kullanılırsa kelimeyi hakiki mana­sı ile anlamak esastır. Ancak hakiki manasını almak zor ve İslâmî kural­lara aykırı ise o zaman mecazi veya kinaye manası alınır. Kurradan Ham-za ile Kesaî'nin kıraatleri de —ki onlar âyetteki «lâmese» kelimesini «le-mese» şeklinde okumuşlardır— İmam Şafii (ra)'nin görüşünü teyid etmek­tedir. Öyleyse âyetteki «lems» kelimesini hakiki manası İle «el tle dokun­mak» şeklinde tefsir etmek daha evladır.

İbni Rüşd, Bidayetü'l-Müctehid adlı kitabında şöyle der: «Alim ve fa-kihlerin kadına dokunmanın abdesti bozup bozmayacağı hususunda ihti­laf etmelerinin sebebi, «tems» kelimesinin iki manayı birlikte İfade etme­sinden ileri gelmektedir. Araplar, «tenis» kelimesini «elle dokunmak» an­lamında kullandıkları gibi, kinayeli olarak «cima» karşılığında da kullanır­lardı.

«8u ifadelere göre alimlerden bir kısmı âyetteki «kadınlara dokunup da» ifadesini kinaye manası olan «clmasyı anlayarak abdestin el veya diğer bir uzvun dokunmasıyla değil, ancak cinsi münasebetle bozulacağı görüşüne varmışlardır. Alimlerin diğer kısmı ise, âyetteki «kadınlara do­kunup da» ifadesinin hakiki anlamı olan «elle dokunma»yı esas alarak el­le dokunmanın abdesti bozacağı hükmüne ulaşmışlardır. Bir kelime ha­kiki manası ile kinaye manası arasında dönerse en doğrusu onu hakiki manasıyla anlamaktır. O kelimeyi mecazi manası ile anlamak ancak karine yoluyla veya hariçten bir delille mümkün olabilir.

«Kadınlara dokunup da» İfadesinden maksat cinsi münasebettir di­yenleri sözleri bir kelimenin devamlı ve yaygın şekilde mecazi manasıyla kullanılması halinde doğrudur. Nitekim «gaid» kelimesinin asıl anlamı in­sanların defi hacet yaptıkları yerin adı olsa bile sürekli mecazen büyük abdest yerine kullanılır. Bu yüzden «gatd» kelimesi nerede görülse akla hemen asıl manası değil, mecazi manası gelir,

Bana göre, «lems» (dokunma) kelimesi herne kadar İki anlama geli­yorsa da mecazi anlamı olan «cimanyı ifade etmektedir. [97]

Bize göre, âyetteki «kadınlara dokurtmakntan maksadın cinsi müna­sebet olduğunu kabul eden görüş tercihe daha şayandır. Zira bu görüş yu­karıda iktibas edilen hadislerle de teyid edilmektedir. Ayrıca «dokunmak» kelimesi kadınlara nisbet edildiğinde genel olarak tccima» anlamına gelir.

Yine «veti» (ayak basma) kelimesi de kadınlara nisbet edildiğinde yalnız­ca cinsj münasebet anlaşılmaktadır. Her ikisi de halk arasında böyle an­laşılır. En doğrusunu Allah bilir. [98]

 

Dördüncü Hüküm: Âyetteki «Temiz Toprak»Tan Maksat Nedir?

 

Lügat alimleri âyetteki «said» kelimesinin manasında İhtilaf etmişler­dir. Bazı lügatcilere göre «saidnden maksat «düz toprakntır. Bazı lügat alimlerine göre de «saidnden maksat yerde bulunan toprak ve benzeri şey­lerdir. Bazılarına göre ise, «said», bitki ve ağaç bulunmayan yer parçası demektir.

Fıkıh alimleri de lügat alimlerine istinad ederek teyemmüm edilecek toprak hususunda ihtilaf etmişlerdir. İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye göre yer­den çıkan taş. toprak, kerpiç, kiremit gibi herşeyle teyemmüm edilmesi caizdir.

İmam Şafii (ra)'ye göre ise teyemmüm ancak el yere vurulduğu zaman c!e yapışan —kum hariç— toprakla yapılırsa caizdir.

Ebu Hanife'nin delili: Delil, âyetin zahiridir. Zira Ebu Hanife (ra)'ye göre teyemmüm, kasdetme manasırtdadır. Âyetteki «teyemmüm edin» em­rinin manası, «kastedin»dir. «Said» ise yeryüzünden kalkana denir. Buna göre âyetin anlamı, «siz, temiz bir yeri kastediniz»dir. Öyleyse yalnızca temiz bir yere kasdetmek kafidir. O yer ister taş, toprak olsun, ister ker­piç, tuğla ve kiremit gibi şeyler olsun farketmez.

İmam Ebu Yusuf (ra)'a göre İse teyemmüm edilecek şeyin ya toprak veya toprak gibi ince kum olması şarttır.

Şafii'nin delili: İmam Şafii (ra) iki yönle delil getirmiştir. Birisi şudur: Allah |cc) «saidnin temiz olmasını farz kılmıştır. Temiz yerden maksat da bitkilerin biteceği topraktır. Çünkü Allah (cc), «(Toprağı verimli) temiz mem­leketin nebatı, Rabbinin izniyle (bol) çıkar...» (Araf: 58) buyurmuştur. Bu âyet işaret ediyor ki, bitkinin bitmediği birşey (toprak) temiz olamaz. Bina­enaleyh temiz olan ancak topraktır. Teyemmüm de yalnız toprakla yapıla­bilir. Başka şeyle yapılamaz.

İkincisi ise şudur: Âyet. mutlak bir ifade ile varid olmuştur. Nitekim başka bir âyette de Allah (cc), «...O vakit tertemiz bir toprakta teyemmüm edin. Binaenaleyh (niyetle) ondan yüzlerinize ve ©iterinize sürün...» (Mai-de: 6) buyurmuştur. Bu âyette teyemmüm kelimesi Türkçe karşılığı «ondan» demek olan «mlnhü» kelimesiyle kayıtlanmıştır. Kayıt olan «nûnhü» zami-

ri kendinden önceki «toprak» kelimesine icra olunur. İşte bundan da an­laşılıyor ki, üzerinde toprak olmayan kaya parçasıyla veya herhangi bir cisimle teyemmüm etmek caiz olmaz. Teyemmüm ancak temiz toprakla olur, başka blrşeyle olmaz.

Burada İmam Şafii (ra)'nin görüşü tercihe daha şayandır. Bilhassa Resulullah (sav)'m, «Su bulunmadığı zaman müslümanın temizleyicisi (ab-destte kullanacağı şey) temiz topraktır.» hadisinden de teyemmümün yal­nız temiz toprakla yapılabileceği açıkça anlaşılmaktadır. [99]

 

Âyetten Alınacak Dersler

 

1- Sarhoş birinin sarhoşluk hali geçinceye kadar namaz kılması haramdır.

2- Cünüp olan bir kimseye namaz kılmak, Kur'an okumak ve cdmi-ye girmek haramdır.

3- Hastaların ve su bulamadıkları zaman yolcu ve abdestsizlerin te­yemmüm etmeleri caizdir.

4- Su bulunmayan yerde müslümanın abdesti ve guslü İçin temiz toprak kafidir.

5- Teyemmümde yüz ve dirseklere kadar ellere meshedilir. [100]

 

29. DERS ADAM ÖLDÜRMENİN GÜNAH VE CEZASI

 

92- Bir müminin diğer bir mümini yanlışlık eseri olmayarak öldür­mesi yakışmaz. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse mümin bir köleyi aza-detmssl ve (Ölenin) ailesine (mirasçılarına) teslim edilecek bfr diyet (kan pahası) vermesi tazimdir. Meğerki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışla­mış oîsunlar. Eğer (öldürülen) mümin olmakla beraber size düşman bfr kavimden ise o zaman (öldürenin) mümin bir köle azadetmesi lazımdır. Şayet kendlterryle aranızda anlaşma okm bir kavimden ise o vakit miras­çılarına bir diyet vermek ve bir de mümin bir köle azadetmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa (bulmaktan aciz ise) Allah (tarafın)dan    tövbestfnin kabulü) için birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allah, her (şeyi) bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.

93- Kim bfr mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebedi kalıcı ol­mak üzere, cehennemdir. Al/ah ona gozabetmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azato hazırlamıştır.

94- Ey  iman edenler, Allah (cc) yolunda harbe çıktığınız    zaman (meselelerin) tam açıklanmasını bekleyin. Size (müslümanca) selem verene dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, «Sen mümin değilsin» de­meyin, İşte Allah (cc) katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de böyle iken Allch (cc) size lütfetti. O holde (meselelerin) iyice açıklanmasını bek­leyin. Şüphesiz ki Alfah ne yaparsınız hakkıyle haberdardır.

 

Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Fetahrirü ): Hürriyet verme, azadetme.

(DiveUin): Diyet, ölen adamın varislerine kan bedeli olarak verilen para veya mal.

(Müsellemetün): Lugatto teslim edilen şey de­mektir. Âyetteki anlamı tse. öldürülen adamın varislerine diyet olarak tes­lim edilen mal demektir.

:Tasadduk etme manasındodır.

(Mfsâgun): Söz vermek.

(Darcbtüm):   Darb birkaç anlama gelir. Elfe, sopayla veya kılıçla yere vurmadır. Âyetteki anlamı ise yolculuk yapmadır.

(Fetebeyyenû):   Tebeyyun, birşeyin açıklanmasını İs­temek.

(Esselâme) :   Silahı atarak teslim olmak.

(Arada):    Araz. yok olmaya mahkum olan şey de­mektir. Âyetteki manas! ise dünya metaldir.

(Meğânime):  Meğânim. mağnem'in çoğuludur. Savaşta düşmandan ganimet olarak alınan mala denir. Âyette ise güzel ve çok büyük anlamındadır. [101]

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc). icmalen şöyle buyurmaktadır: Mümin bir kimseyi öldürmek, müminlerin haline Yak'Şmaz. Ancak hataen öldürürse, o zaman katilin bir mümin köleyi azadetmesi ve ölen kimsenin varislerine diyet ödemesi ge­rekmekledir Eğer onlar affederek kendi arzularıyla diyetten vazgeçerler­se o zaman diyet vermesi farz değildir.

Hataen öldürülen kimse mumm olmakla birlikte kafir ve düşman bir kavme mensubsa o zaman katile farz olan yalnızca bir köle azadetmektir. Öldürülen şahsın yakınları musluman olmadıklarından bunların müslü-manlara karşı savaşmaları her zaman mümkündür. Bu sebeble onlara ve­rilen diyet, muslumanlara karşı savaşmaları için mal vermek, dolayısıyla düşmonlora yardım etmek demektir.

Hotaen öldürülen kişi İslâm ülkesinde yaşayan ve cizyesini veren bir gayri müslim ise, katile farz olan, mümin bir köle azadetmek ve ölenin varislerine diyet Ödemektir.

Şayet katil köle azadedecek ve diyet ödeyecek güce sahip .değilse o zaman aralıksız olarak iki ay oruç tutması lazımdır. Bu do Allah (cc}'ın onların günahlarım affına sebeb olacak bir lutfudur. Allah (cc) herşeyi çok iyi bilen ve vazettiği kanunlarda da hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah (cc( kasten adam öldürenlerin cezasını da şöyle beyan etmiştir: Kasdert adam öldüren için hataen öldüren gibi kefaret yoktur. Ona kafir­lere vadedrlen cehennemde ebedi olarak yanma cezası vadedilmiştlr. O dünyada da devamlı Allah (cc)'ın gazab ve lanetine müstahaktır. Bu dün­yadaki ceza, kıyamet günü çarpılacağı azabın dışındadır.

Cenabı Aflah, adam öldürmenin cezasını beyan ettikten sonra cihada çıkan müminlerin karşılarına çıkan İnsanları hemen öldürmemelerini, ke­sinlikle emin olmak İçin durumlarını araştırmalarını emretmektedir. Sa­vaşta da olsa bir kimsenin öldürülmesi için küfrünün tahakkuk etmesi la­zımdır. Şayet bir kimse silahını bırakıp müslümanlara teslim olur veya müsîüman olduğunu açıklarsa onun malına tamaen öldürülmesi haram­dır.

Allah (cc), müsiümanlara kendilerinin de daha önce müşrik ve kafir olduklarını hatırlatarak onları hidayete getirenin de kendisi olduğunu be­yan etmektedir. [102] 

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

1- Ebu Cehil'in anneden kardeşi Ayyaş bin Ebl Rebia Ira) İslâm'ı kabul ettikten sonra akraba ve kavminden korkarak Medine'ye kaçtı. An­nesi oğlu dönünceye kadar yemek yemeyeceğine, su içmeyeceğine ve bir gölgede oturmayacağına yemin etti. Kadının yemini üzerine Ebu Cehil, Haris bin Yezid ile birlikte Medine'ye kardeşinin yanına gitti. Ona, «Sen Muhammed'İn dini üzere değil misin? O sana sıla-i rahmi emretmiyor mu?» diye sordu. O da «Evet» dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil, «Öyleyse senin dinine kimse karışmayacaktır. Mekke'ye dönerek annene iyilik yap.» dedi. Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onlarla birlikte Mekke'ye döndü. Mekke'ye yak­laşınca Ebu Cehil kardeşinin elini bağladı. Kendisi yüz değnek, arkasından da Haris yüz değnek vurdu. Bunun üzerine Ayyaş, Haris'e «Ebu Cehil kardeşim olduğu Icin vuruyor. Sen niçin vuruyorsun? Birgün seninle Kar­şılaşırsak seni öldüreceğim.» dedi.

Elleri bağlı olarak anneskıin yanma getirdiler. Annesi, «Eski dinine dönünceye kadar ellerini bağlı tutun» dedi. Ayyaş da taklyye yaparak es­ki dinine döndüğünü söyledi. Daha sonra yeniden Medine'ye hicret etti. Bu arada Haris bin Yezid de müsîüman oldu. Fakat Ayyaş bin Ebi Rebia (ra) onun müsîüman olduğunu bilmiyordu.'Bfrgün bir yerde karşılaştılar. Ayyaş, daha önceki niyetini gerçekleştirmek için onu öldürdü.

Daha sonra onun müsîüman olduğunu öğrenen Ayyaş, yaptığına piş­man olarak Resulullah (sav)'a geldi ve «Ya Resulullah, müsîüman oldu­ğunu bilmeden Haris'i öldürdüm.» dedi. Bunun üzerine, «Bîr müminin diğer bir mümini yonhşltk eseri olmayarak öldürmesi yakışmaz...» âyeti nazil oldu. [103]

2- Ahmed bin Hanbel (ra) ve Tirmizi, İbni Abbas (ra)'tan rivayet etmişlerdir: «Arapların Beni Selim kabilesinden bir kişi sahabilerin yanın­dan koyunlarıyla birlikte geçerken hoşnutsuzlukla selam verdi. Sahabiler, «Bu adam bizden korunmak (emin olmak) için selam verdi.» diyerek onu öldürdüler. Koyunlarını da alarak Resulullah (sav)'ın yanına geldiler. O anda, «Ey İman edenler, Allah (cc) yolunda harbe çıktığınız zaman...» âyeti nazil oldu. [104]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Birşeyi yasaklamak iki türlü oHır. Birisi o şeyin halini, diğeri de kendisini yasaklamadır. Birşeyin halini yasaklamak bizzat o şeyi yasaklamaktan daha tesirlidir. Nitekim AHah (cc), «Sizin Adabın peygam­berine eza vermeniz (doğru) ofmadıfğı gibi)...* (Ahzab: 53), «Alloha eş koşanların.., Allahm mescfdterlnl imar etmelerine {ehliyetleri) yoktur.» (Tevbe: 17) âyetleri, görüldüğü gibi, fiilleri değil, o fiilin halini yasaklamak­tadır. Ahzab süresindeki âyette, «Siz Allahm peygamberine eza verme­yin» yerine, «Slztn AMghın peygamberine eza yermeniz inancınızdan dolayı doğru olmaz.» ifadesi kullanılarak eziyet fiili İle beraber eziyetin düşünül­mesi dahi yasaklanmaktadır.

Tevbe süresindeki âyette ise, müşriklere direk olarak «Allahm mescid­lerini inşa etmeyin» denilmeyerek «Müşriklerin Aflahtn mescldlerlnl İnşa etmeye ehliyetleri yoktur.» denilerek o fiilin bizzat kendisi değil, onu düşün­mek, tasavvur etmek dahi engellenmiştir.

Mevzumuz âyette de Allah (cc), «Bir müminin başka bir mümini öl­dürmesi onun müminlik şanına yakışmaz» buyurmuştur. Zira adam öldür­mek veya ona benzer fiilleri mümin bir kimsenin imanlı iken yapması ta­savvur edilemez. Çünkü onun imanının iradesi üzerindeki hakimiyeti onun kasden adam öldürmesine mani olur. Şu kadar varki, mümin kişi bazan hataen adam öldürebilir.

İkinci İncelik: Âyette «affetme»nin «sadaka» olarak ifade edilmesi, jffın ne kadar faziletli birşey olduğunu gösterdiği gibi, hataen öldürülen adamın yakınlarını, katili affetmelerini ve diyeti almamalarını teşvik etmek­tedir. Dolayısıyla da müminlere yardımlaşma, bağışlama gibi güzel ahlâkı

öğütlemektedir.

Üçüncü incelik: Kasden adam öldürmenin ağır cezasını Allah (cc), «Kim bir mümini kasden Öldürürse c«ası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere, cehennemdir. Allah ona gazab etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok bü­yük bir azab hazırlamıştır.» şeklinde beyan etmiştir. Görüldüğü üzere Al­lah (cc), kasden adam öldüren bir katili üc ayrı ceza ile cezalandıracaktır.

1- O, cehennemde ebedi olarak kalacaktır.

2- Allah (cc)'ın gazab ve la­netini haketmiştir.

3- Allah (cc) ona ahirette şiddetli bir azab hazırla­mıştır.

Resulullah (sav) bir hadislerinde «Dünyanın zevali (yok edilmesi) Al­lah katında mümin bir kimsenin kasden öldürülmesinden daha hafiftir.» [105] buyurmuştur. Diğer bir hadisde de, «Bir müminin kasden öldürülmesine en küçük bir yardımda bulunan kişinin alnına kıyamet günü, «Allah (cc)'ın rahmetinden ümitsizdir.»  yazılacaktır.»  buyurulmuştur. [106]

 Bu hadislerde kasden adam öldürmenin ne kadar büyük bir günah ol­duğu en acık bir ifade iîe bildirilmektedir. Hatta İbni Abbas (ra), kasden adam öldürenin tövbesinin kabul edilmeyeceği görüşündedir,

Zemahşerî. Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Ben o kavme hayret  ederim ki, kasden adam öldürmenin cezasını bildiren âyet ve hadisleri  ve İbni Abbas (ra)'ın bu husustaki görüşünü bildikleri halde yine de mü- min bir kimseyi öldüren ve tövbe etmeyen katilin affedilmesini diler ve beklerler. Onlar ya Kur'anı düşünerek okumuyorlar veya kalbleri karardığı için  Kur'an onlara  tesir etmiyor.»

Dördüncü incelik: Âyetteki, «Cehennemde ebedi kalıcıdır» ifadesi ya «bir mümini kasden öldürmek helaldir.» inancına sahip olanlara hamle^ dilir veya «Ebedi kalıcıdırlar» ifadesinden katilin cehennemde cok uzun zaman kalacağı anlaşılır. Zira lügat alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden «hüküd» kelimesinin «uzun müddet» karşılığında kullanıldığını söylemek-. tedirler. Nitekim halk içerisinde «Allah (cc) o kimseyi ebediyven mesud etsin» veya «Ebediyyen hapiste kalsın» denilince bundan kasdedilen uzun müddettir. Bu ifadelerden sonsuzu ifade eden ebediyyet anlaşılmaz. Çünkü . dünyada sonsuz kalacak birşey yoktur. Görüldüğü gibi, «hüküd» kelimesi çok zaman sonsuz değil «uzun zamanm ifade eder. Ehli sünnet alimleri âyetteki ebediyeti ifade eden kelimeyi «cok uzun zaman» olarak anlamış­lardır. Buna göre kasden adam öldüren bir katil cehennemde ebediyyen değil, sonsuzmuş gibi gelen cok uzun bir 2oman kalacaktır. Çünkü cehen­nemde ebediyyen kalmak yalnızca mülhid (hiçbir şeye İnanmayan) ve müşrik kafirlere mahsustur. Allahu taala onlar için, «Onun içinde ebedi kalı­cıdırlar onlar. Onlardan azab  da hafifletilmez.  Kendilerinin yüzlerine  de bakılmaz.»  ve  «Şüphesiz  ki Allah,  kendisine  eş tanınmasını  yarlığamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimseler için yarlığor. Kim Allaha eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.» (Nisa: 48) buyurmuştur. Kasden adam öldüren kimse hiçbir zaman mülhid ve müşrik sayıla-" maz. Ancak mümin bir kimsenin kasden öldürülmesini helal bilirse mümin •', olmaktan çıkar, inkarcı bir kafir hükmüne girer ki, o zaman yukarıdaki âyet­te bildirildiği gibi ebedi cehennemde kalır. Yoksa bir mümin, bir mümini öldürmenin  haram olduğuna  İnandığı  halde o   büyük  cinayeti  İşlerse ve sonra da tövbe ederse elbetteki cehennemde ebedî kalmaz. Çünkü o, ce­hennemde ebedî kalacak kimselerden değildir, işlediği cinayet de onu din­den çıkarmaz. Çünkü onun işlediği günah büyük günahlardandır.

Sadettin Taftazzani. bu hususta şöyle der: «Müminler büyük günah işledikten sonra tevbe etmeden ötseler bile cehennemde ebedi kalmaya­caklardır. Zira Allah (cc), «Kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (îdiy se onu(n sevabını) görecektir.» (Zilzal: 7) buyurmuştur. Bu âyette hayır işle­yen kimsenin ahiretîe karşılığını mutlaka göreceğini bildirmektedir. Onun karşılığı da cennettir. Zira Cenabı Hakk, «Hakikaten İman edip de İyi amel (ve hareketlerde bulunanfor(a gelince): onların konakları da firdevs cen­netleridir.» (Kehf: 107) buyurmuştur. Allah (cc), bu ve benzeri âyetlerde cennete kavuşmanın yalnız iman ve salih amelle olacağını bildirmektedir.

Üstelik bu âyetlerde büyük günahlardan kaçınmak kaydı da yoktur. Bu âyetler, müminlerden büyük günah işleyenlerin cehennemde ebedî kal-mayacaktonna delalet etmektedir. Zira cehennemde ebedi kalacak olsa­lardı Allah (cc), müminlerin —îster büyük günah işlesinler, İster işlemesin­ler— cennete gireceklerini vadetmezdi. Vadedilen cennet, hiçbir ceza görmeden doğrudan cennete girmek değildir. Elbette herkes dünyada işlediği günahın cezasını ahrette çekecektir. Cezalar bittikten sonra ce­hennemden çıkarılarak onlara ovadedilen cennete konulacaklardır.» [107] Al­lah (cc) bütün müminler g:=bi katillerin tövbelerini de kabul eder. Çünkü Allah (cc), «Onlar bitmediler mi M şüphesiz Allah, kullarından sadır olan tövbeyi kabul edecektir...» (Tövbe: 104) buyurmuştur. Şüphesiz Allah (ac)'-ın âyette «kullar.m» dediği kimseler müminlerdir. Bir mümini kasden öldü­ren de imanlı olduğuna göre Allah (cc)'ın kullarından biridir. Allah (cc) diğer kullarının tövbelerini kabul ettiği gibi adil olduğu ipin onun tövbe sini de kabul eder. Tövbesi kabul edilen kul da er veya geç cennete gire­cektir. [108]

 

Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm: Adam Öldürme Kaç Türlüdür? Bunların Hangisinde Ke­faret Vermek Farzdır?

 

Allah (cc). adam öldürmede kısası, «Ey iman edenler, maktuller hak-kında sfze kısas yazıldı (farz edildi). (Bakara: 178) âyetiyle farz kılmıştır. Mevzu m uz âyette de hataen adam öldürenler için diyet ve kefaret farz kılınmaktadır. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, kısastn farz olduğu adam öl­dürme, hataen değil, kasden yapılan öldürmedir.

İmam Malik (ra)'a-göre adam öldürme ya kast-ı mahsusla yapılır veya hataen. Adam öldürmenin üçüncü bir şekli yoktur. Zira adom öldüren kim­se öldürmeyi kasdederek atmış veya vurmuşsa buna şeriat dilinde kasden adam öldürme denir. İkinci şekli ise öldürmeyi kasdetmeden atması veya vurmasıdır. Burada adamın niyeti başka olduğu halde adama isabet ede­rek onu öldürmüştür. Şeriat ıstılahında buna da hataen öldürme denir. Al­lah (cc)'ın kelamında bu iki tür öldürmenin dışında başka bir öldürme şek­li yoktur.

Fakihlerin cumhuruna göre ise adam öldürmenin üç şekli vardır :

1- Kasden öldürmek

2- Hataen öldürmek

3- Kosde benzer bir şekilde öldürmek (şibh-i amd).          

1- Kasden adam öldürmek, kılıçla, bıçakla, silahla veya öldürücü bir aletle biterek bir adamı Öldürmektir. Bu tür adam Öldürmenin cezası kısastır. Zira kati! adama öyle birşeyle kasdetmiştir ki, o alet umumiyetle öldürücü bir alettir.

2- Hataen adam öldürmek ise iki kısımdır. Birincisi, adam bir müş-riği veya bir av hayvanını öldürmek kasdı İle atar, kasdettlği şeyi değil bir müslümanı vurarak öldürür. İkincisi ise üzermde küfür alameti gördüğü bir adamı müşrik zannıyla öldürür. Halbuki öldürdüğü kimse müşrik değil, müslümandır. Bu iki şekildeki öldürmeye de hataen öldürme denilir. Çün­kü birincide fiilde hata, ikincide ise kasıtta hata vardır.

3- Kasde benzer öldürme ise öldürücü bir silahla olmayan, ince bir sopa, taş veya elle vurularak yapılan öldürmeye denir. Bu şekildeki öldür­me bir hatadır fakat öldürenin kasdı adamı döğmektir. Ancak vurduğu alet öldürücü olmadığından bu öldürme olayına da hataen öldürme denir. Vuruşu kasıtlı olduğu için de şibh-i amd (kasde benzer) Öldürme denir.

Kurtubî bu hususta şöyie der: «Kasde benzer adam öldürmenin var­olduğunu isbat edenler Şa'bi, Servî, Irak alimleri ve İmam Şafii (ra)'dir. Kasde benzer öldürme Hz. Ali ve Hz. Ömer'den de rivayet edilmiştir. Sahih olan da kasde benzer öldürmenin var olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Zira kanlar (kısas) herşeyden daha çok ihtiyat ve dikkat edilmeye şayan­dır. Asıl olan İnsanların kanlarını korumaktır. İslâm'da kan dökmek an­cak kısas ile olur. Bunun mubah olması da hiçbir şüphe götürmeyen açık bir cinayetle olur. Kasde benzer öldürmede İse şüphe vardır. Zira bu, hata ile kasıt arasında tereddütte kalma halidir. Çünkü yukarıda belirt­tiğimiz gibi vuruş kasıtlıdır fakat öldürmede hiçbir kasıt yoktur. Vurulan alet (taş, sopa, el) esasta öldürme aleti olmadığı için öldürme hadisesi hiçbir zaman kasıtlı sayılamaz. Kasıt sayılamadığından da kısas uygula­namaz. Kasde benzeyen öldürmenin diyeti hataen öldürmenin diyetinden daha fazla olur. Bunu ifade eden hadisler de vardır. Bunlardan bir tanesi Ebu Davud'un Abdullah bin Amr (ra)'dan rivayet ettiği şu hadisdir: tKas-de benzer bir hata İle (sibh-i amd) adam öldürenin diyeti yüz devedir. Bu yüz deveden kırk tanesinin de hamile' olmaları şarttır.» [109] Resulullahın bu sözü de şibh-i amdin mevcudiyetini isbat etmektedir.

Cumhurun şibh-i amdi isbat İçin delilleri:

''Şüphesiz insanların batınlarına muttali olamadığımız için zahir olanla hükmetmek zorundayız. Birisi diğerini öldürücü bir alet ve silahla öldürse onun kasden adam öldürdüğüne hükmederiz. Zira öldürücü bir aletle vur­mak öldürme kastından başka birşeyi göstermez.

Bir kimse diğer bir kimseyi eliyle veya öldürücü olmayan birşeyle öl­dürürse o zaman kasıtla hata arasında tereddüt olur. Çünkü cinayet aleti öldürücü bir alet veya bir silah değilse biie ortada bir vurmak kasdı vardır. Biz buna kasde benzer öldürme (şibh-i amd} deriz. Bu değerlendirme bize göredir. Ancak hakikatte öldürme ya kasden veya hataendir. Bu ücuncü şekilde ise vuruş yönünden kasıt olmakla birlikte kullanılan aletin öldürü­cü olmaması bakımından hataendir. Öldürme hadisesinde tam bir kasıt olmadığı ipin bu tür öldürmelerden kısas düşmektedir. Öldürme olayı mü­cerret bir hatadan da olmadığı için ödenecek diyet hataen öldürmenin diyetinden daha fazla olmalıdır.

Cumhur, şibh-i amdin isbatı hususunda Ebu Davud'un Abdullah bin Amr (ra)'den rivayet ettiği yukarıda gecen hadise dayandıkları gibi, İmam Hanbel (ra), Ebu Davud ve Nesaİ'nin rivayet ettikleri. «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde okudukları hutbelerinde, «Haberiniz olsun. Kasıtlı hata ile öldürülen adamın diyeti daha ağırdır.» buyurmuştum, hadisine de da­yanırlar.[110]

 

İkinci Hüküm: Kasden Adam Öldürme Ve Cezası Nedir?

 

Kasden adam öldürme kısası icabettirmektir. Ayrıca katil anne veya babasını öldürmüşse onların mirasından da mahrum kalır. Bu hususta bü­tün fakihler ittifak etmişlerdir.

İmam Şafii (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, öldürülen kişinin velisinin kısası affetmesi halinde katilin kefaret vermesi farzdır. Bu görüşlerini Ah-med bin Hanbel (ra)'in Vailet bin Eskaf'tan rivayet edilen. Arapların Beni Selim kabilesinden birkaç kişi gelerek Resulullah (sav)'a «Ya Resulullah (sav), 'bir arkadaşımız bir adam öldürdü.» dediler. Resulullah (sav), «O ca­ni kişi bir köle azat etsin ki, Allah (cc), azad ettiği kölenin uzuvlarına kar­şılık kendi uzuvlarını ateşten azad etsin." buyurdu.» [111] hadisine dayandır­maktadırlar. Hadis kasıtlı öldürmelerde de kefaretin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir.

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, kasden adam öldürene kefaret yoktur Çünkü kefarette ibadet manası vardır. Kasden adam öldürmek ise büyük günahlardandır. Büyük günahlar hiçbir zaman ibadete sebeb olamazlar. Öyleyse kasden adam öldüren için kefaret farz değildir.

İmam Ebu Hanife (ra)'nin bu görüşüne İmam Şafii (ra) şöyle cevap vermektedir: Hataen adam öldürmekte, kefaret İcabediyor da kasden a-dam öldürmekte niçin icabetmesin?

Ebu Hanife (ra) ye göre, kefaret Allah (cc)'ın farz kıldığı hükümler için­dir. Kasden adam öldürmekte ise Allah (cc) kefaret verilmesini farz Ki I -maınıştır. Binaenaleyh, kasden adam öldüren katilin kefaret vermesi farz değildir.

İbni Munzır, bu hususta şöyle demektedir: «Biz de imam-ı Azam (ra)'-ın hükmettiği gibi hükmederiz. Zira kefaretler ibadettirler. Hiçkimse kitap­ta, sünnette ve icma-i ümmette farz edilmeyen birşeyj farz kılma yetkisine sahip değildir. «Kasden adam öldürmede de kefaret vermek farzdır» diyen kimsenin farz olduğuna dair kitap, sünnet ve İcmadan bir delili yoktur. Biz eğer «Kosden adam öldürmede kefaret vermek farzdır» dersek nassa kendimizden bir ilave yapmış oluruz. Böyle bir yetkiye ise Peygamberden başta kimse sahip değildir.» [112]

Fakihler kasden (amden) adam öldürmekle kasde benzer, öldürme (şibh-i amed)in manalarında İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Bu görüşlerden en meşhurları üç tanesidir:

1.) Kasden adam öldürme herhangi bir kesici, öldürücü silahla veya, yakarak öldürmedir. Taşla, sopayla veya kesici olmayan birşeyle yapılan öldürme ise şibh-i amddir. Bu, Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ki Ebu Hanife (ra), «Kesici olmayan ağır birşeyle vurmakta, kısas yoktur. Velevkİ vur­duğu ağır şey Ebu Kubays dağı olsun.» demektedir.

2.) Kasden adam öldürme (amd). öldürmek kosdıyla vurmaktır. Vuru­lan şey ister silah, ister taş, sopa ve benzeri şeyler olsun farketmez. Ye-terki vurulan şeyin kasıtlı olarak vurulduğu zaman öldüreceği kesin olsun. Şibh-i amd ise, vurulan şeyin kesinlikle öldürücü olmamasıdır. Bu da imam Ebu Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'in görüşleridir

3.) Kasden (amd) adam öldürme, vurulan alet ne olursa olsun vuruş­taki kasıt adamı öldürmek ise ve adamın bu vuruştan dolayı öldüğü tahakfından yakın akrabolannca verilmesi gerektiğine hükmetmiştir.» der. İmam Şafii (ra)'nln İşaret ettiği bu mesele ile İlgili olarak Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre (ra)'den rivayet ettikleri, «Arapların Hüzeyl kabilesinden kav­ga eden iki kadtndan biri diğerini attığı taşla öldürdü, ölen kadın hamile idi. Kabileden bir heyet gelerek Resulü İlah (sav)'tan bu hadise hakkında bir hüküm istediler. Resulullah (sav) da katil kadının ölen kadının karnın­daki çocuğa karşılık bir köle ozad etmesini, katil kadının baba tarafından yakın akrabalarının da ölen kadının diyetini ödemelerine hükmetti.» ha­disi de tesblt edilmiştir.» [113]  [114]

 

Mühim Bir Uyan:

 

öldürülen bir kimsenin diyetinin katil tarafından değil de katilin ba­ba tarafından yakın akrabalarınca verilmesi neden İcabetmektedir? Çün-. kü cinayeti yakın akrabalar değil katilin kendisi işlemiştir. Allahu taala da «Herkesin kazanacağı kendisinden başkasına ait değildir. Günahkâr hiç­bir nefis diğerinin yükünü taşımaz.» (En'am: 164) buyurmaktadır. Burada ise bir cinayetin katili olmadıkları halde yakın akrabaları diyetini vermekle katilin yükünü yüklenmiş olmuyorlar mı?

Bu soruya şöyle cevap vermeye çalışalım: Diyetin katilin baba tara­fından yakın akrabalarınca ödenmesi, bir kimsenin günahının diğer bir kimseye yüklenilmesl demek değildir. Diyetin baba-tarafından yakın akra­balar tarafından verilmesi karşılıklı yardımlaşmanın bir gereğidir. Bu yar­dımlaşma İse Araplar arasında cahiliyet döneminde de bir örf olarak yapıl­maktaydı. Bu yardımlaşmayı güzel ahlaktan sayarlardı. Resulullah (sav) da güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. Birisine yardım etmek, nusret vermek, borçlandığı zaman borcunu üzerine almak da güzel ahlak-dandır. Bunları yapmak İse İnsanların anlaşmalarını ve aralarındaki sev-giyl kuvvetlendirir ve çoğaltır. İşte bundan dolayı diyetin, katilin baba ta­rafından yakın akrabalarınca ödenmesi de güzel huylardan olduğu İçin İslâm onu aynen kabul etmiştir.

Beşinci hüküm: Kosden veya hataen adam öldürmede verilen diye* tin miktarı ne kadardır?

Alimler hataen işlenen cinayette diyetin katilin babasının yakın ak­rabaları tarafından ödenmesinin farz olduğunda İttifak etmişlerdir. Bu di­yet ise yüz devedir. Bu diyetin üç yılda ve eşit taksitler halinde ödenmesi farzdır.

Ödenecek bu diyet beş kısma ayrılır, fbnl Mes'ud (ra), bu hususta Resulullah'tan şu rivayeti yapmıştır: «Resulullah (ra) hataen adam öldür­mede 20 tane bir yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane bir yaşını doldurmuş erkek deve yavrusu, 20 tane iki yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane üç yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu, 20 tane de dört yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu verilmesine hükmetmiştir.» [115]

Kasde benzer (şibh-İ amd) odam öldürmenin diyeti ise üç kısma ay­rılır. 40 tane hamlie deve, 30 tane dört yaşını doldurmuş dişi deve, 30 ta­ne üç yaşını doldurmuş dişi devedir. Bu diyeti katilin babasının yakın ak­rabalarının vermeleri farzdır.

İmam Malik (ra) ile İmam Ebu Hanife (ra) kasden adam öldürmenin diyeti konusunda hiçbir görüş beyan etmemişlerdir. İmam Şafii (ra)'ye gö­re kasden adam öldürmenin diyeti şibh-İ amdin diyeti gibidir. Yalnız bu diyetin katilin babasının yakın akrabaları tarafından değil, bizzat katilin malından verilmesi farzdır.

Kurtubî şöyle der: «Alimlere göre kasden öldürmenin diyetini katilin babasının yakın akrabaları ödemezler. Bu diyetin katilin malından verilme­si farzdır. Alimler bunda Icma etmişlerdir.» [116]

Ibni Cevzî de diyetler konusunda şunları söyler: «Altı çeşit diyet var­dır. Altın olursa 100 tane, gümüşten olursa 12.000 dirhem, deveden veri­lirse 100. sığırdan verilirse 200, koyundan 10000 tane, İpek elbiseden olur­sa 200 adet verilir. Bu diyet müslüman hür bir erkeğin diyetidir. Müslüman hür bir kadının diyeti ise bunun yarısıdır.» [117] Bu görüş fasihlerin cum­hurunun görüşüdür. Imam-ı Azam (ra) da cumhura uymuştur. Ancak o, di­yet gümüş olarak verilecek olurso 12.000 değil, 10.0000 dirhem olduğu gö­rüşündedir. [118]

Altıncı hüküm:  Kasden adam öldüren katilin tövbesi kabul edilir mi?

Alimlerin bazılarına göre kasden adam Öldürenfn tövbesi kabul edil­mez. İbnl Abbas (ra) da bu görüştedir. Bu hususta Buharı, Said bin Cü-beyr (ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Küfe alimleri kasden adam öldüren katilin tövbesi hususunda ihtilaf ederek İbnl Abbas (ra)'a gittiler. O da.

«Kim bir mümini kosdan öldürürse cezası ebedi kalıcı olmak üzere cehen­nemdir.» âyeti bu hususta nazil olan en son âyettir. Bundan sonra bu âyeti nesheden bir âyet nazil olmadı.» dedi.» [119]

Nesal, Said bin Cübeyr (ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Ben, fbnl Ab-bas (ra)'dan kasden adam öldürenin tövbesinin kabul edilip edilmeye­ceğini sordum. «Hayır, kabul edilmez.» cevabını verince, «Onlar ki (müs-İümanJar) Alfanın yanına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar. Allanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunlar(dan birini) yaparsa cezaya çarpar.» (Furkon: 6B) âyetini okudum. Bunun üze­rine o, «Senin okuduğun âyet Mekke'de nazil olan âyetlerdendir. Okudu­ğun âyetin hükmünü Medine'de nazil olan, «Kim bir mümini kasden öldü' rürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir...* âyeti nes-hetmiştlr.» dedi.» [120]

İbnl Cerlr et-Taberî, senediyle Salim bin Ebi el-Cat'tan rivayet etmiş­tir: «ibni Abbas (ra)'in gözlen hastalıktan dolayı kapandıktan sonra ya­nında bulunuyorduk. Birkişi yanına gelerek ona, «Ey Abdullah bin Abbas (ra), kasden adam Öldüren katil hakkında ne dersiniz?» diye sordu, O, Kim bir mümini kasden öldürürse...» âyetini okuyarak cevap verdi, O kimse, «Peki katil tövbe etse, imanını yenüese ve sal in amelde bulunsa ne dersiniz?» dedi. Bu defa İbni Abbas (ra), «Sen kendini kaybetmişsin. Onun tevbesl nereden kabul edilecek? Hayatım kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki, ben sizin peygamberinizden duydum tâ O, «Kıya­met günü katil başı sağ veya sol eliyle bağlı olarak arkadaşı (öldürdüğü adam) tarafından elinden tutulup bütün vücud hücrelerinden kanlar aka oka getirilerek Cenabı Allaha, «Şu kuluna sor, beni niçin öldürdü?» diye söyleyecektir.» buyurmuştur. Sizin peygamberinizden ve kitabınızdan son­ra başka bir peygamber ve kitap gelmiş midir?» diyerek cevap verdi.» [121]

Fakİhlerin cumhuruna göre ise kasden adam öldürenin tövbesi kabul edilir. Cumhur bu görüşü birkaç delille isbat ederler. Bu delilleri özetle aşağıya aktarıyoruz.

1.) Küfür, kasden adam Öldürmekten daha büyük günah olduğu hal­de ondan dönülüp tövbe edilebildiği ve bu tövbe kabul edildiği halde kas­den adam Öldürenin tövbesi neden kabul edilmesin. Adam öldürmek kü-

fürden daha hafif bir suc olduğuna göre onun tövbesinin kabulü diğerin­den daha evladır. Çünkü hiçbir zaman küfürle kasden adam öldürmek bir­birine eşit olamaz.

2.) Allah (cc), «Şüphesiz ki Atlah, kendin» eş tanınmasını yarlığamaz. Ondan başkasını dileyeceği kimseler *ç!n yarlığar.» (Nisa: 48) buyurmuş­tur. Ayetteki «ondan başkası» tabirinden maksat, şirk dışında kalan gü­nahlardır. Bu günahlardan bir tanesi de kasden adam öldürmektir, öyley­se bu âyet açık olarak kasden adam öldüren kimsenin de tövbesinin kabuf edilebileceğine delalet etmektedir.

3.) Allah (cc), «Onlar ki Allanın yanına başka bir tann (katıp) tap­mazlar, Atlanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunFardan birini yaparsa cezaya çarpar. Kıyamet gününde azabı kat-merleşir ve o (azabın) fçlnde hor ve hakir ebedi bırakılır. Meğer ki (slrkden) tövbe edlb iyi amel (ve hareketjde bulunan kimseler ola...» (Furkon; 68-70) buyurmuştur. Bu âyetler her çeşit günah İçin yapılacak tövbenin ka­bul edileceğine kesin bir nasstır. Kasden adam öldürme de bir günah ol* duğuna göre o do naklettiğimiz âyetlerin ihtiva ettiği günahların tövbe­lerinin kabulü İçine girmektedir.

4.) Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği, «Siz bana Allah (cc)'a İbadeti­nizde herhangi birşeyl ortak koşmayacağınıza, zina yapmayacağınıza ve Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam Öldürmeyeceğinize biat edi­niz... Her kim şirkin dışında bir günah işler de onu Allah (cc)'tan başka kimse bilmezse onun cezası Allah (ccj'o aittir. Dilerse affeder, dilerse azab eder.» hadisidir. Bu hadis de gösteriyor ki, bütün günahların tövbesi kabul edildiği gibi şirkin dahi tövbesi kabul edilebilir.

5.) Müslim'in-Ebu Said el-Hudri (ro)'den rivayet ettiği, «Beni İsrail İçinde bir kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra bu adam evinden çıkıp (o zammın büyük alimlerine bu cinayetlerin tövbe ile affı İmkanını) sormaya başlamıştı. (İbtida) bir rahibe varıp sordu. Ve, «Acaba benim için tövbe var mıdır?» dedi. Rahip. «Hayır yoktur.» diye cevap verdi. Katil rahibi de öldürdü. Sonra yine sormaya başladı. Bir kişi ona, «Sen filan köye (Nusrat köyüne) ve (oradaki) filan mabede git. Orada birtakım insanlar Allaha ibadet ederler. Sen de onlarla beraber Allah (cc)'a İbadet, günahlarından tövbe et ve bir daha memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir yerdir.* dedi. Adam Nusret köyüne doğru ola çıktı. Yolun tam yarısına vardığında ölüm erişti. Tövbekar olmak İçin gittiği köye- doğru göğsü ile yönelerek öldü. Rahmet melekleriyle azab melekleri çekişmeye

başladılar. Rahmet melekleri: «Bu adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah (cc)'a yönelerek bize doğru geldi.» diyorlardı. Azab melekleri de; «Bu adam asla hayır işlememiştir.» diyorlardı. Bu sırada insan suretinde bir melek geldi. Her İki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O roeiek; «Şimdi siz buradan İtibaren geldiği köy ile gideceği köyün mesafelerini ölçüp birbirine tatbik ediniz. Öldüğü yer iki köyden hangisine yakın ise mü­teveffa o köye ait olur.» dedi. Bunun üzerine Allah (cc), müteveffanın ken­di köyüne «Biraz uzaklaş!», gideceği köye de «Biraz yaklaş!» diye vahyet-tî. Rahmet ve azab meleklerine de «Haydi şimdi her iki tarafı ölçerek iki­si arasındaki mesafeyi mukayese ediniz!» diye emretti. Müteveffa tövbe köyüne bir karış daha yakın bulundu ve bu cihetle mağfiret olundu.» ha­disidir. [122] Bu hadis de kasden adam öldürenin tövbesinin kesinlikle Ka­bul edileceğini göstermektedir.

Allame Şevkani şöyle der: «Hak olan tövbe kapısı, o kapıdan girmek isteyen herkes için açıktır. Günahların en büyüğü, en şiddetlisi olduğu hal­de şirkten bile tövbe edilir. Ondan küçük olan günahların da tövbelerinin kabul edilmesi lazımdır. Tövbesi kabul edilen günahlardan birisi de şüp­hesiz kasden adam öldürmektir. Şüphesiz Allah (cc) hakimlerin en iyi hü­küm verenidir. Dilediği insana dilediği gibi hüküm verir.» [123]

 

Ayetlerden Alinacak Dersler

 

1.) Müminlerin kanını akıtmak ateşte ebedi kalmayı icabettiren bü­yük günahlardandır.

2.) Yanlışlıkla adam öldürmede kısas yok, kefaret ve diyet vardır

3.) Öldürülen kişinin yakınları katili affederlerse diyet düşer. Fakat katilin kefaret vermesi lazımdır.

4.) Kefaret, mümin bir köleyi azad etmek, köle azad edemediği tak­dirde hiç ara vermeden 2 ay oruç tutmaktır.

5.) Yalnız şüphe için adam öldürmek caiz değildir.

 

30. DERS SAVAŞTA NAMAZ KILMA

 

101  — Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kafirlerin size fena­lık yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda üzeriniz» bir vebal yoktur. Şüphesiz ki kafirler sizin apaçık düşmanımzdır.

102  — Sen de İçlerinde bulunup da kendilerine namaz kıldırdığın ve-kit onlardan bir kısmı seninle birlikte dursun, silahlarını (yanlarına) alsın­lar. Bu suretle secde ettikleri zaman da arka tarafınızda bulun(up düş­mana karşı dur)sunlar. (Bundan sonra) henüz namazını kılmamış olan di­ğer kısmı gelip senlnte beraber namazlarım kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O küfredenler arzu eder ki siz silahla-. nnızdan ve eşyanızdan gafil olsanız âa üstünüze derhal bir baskın yapsın­lar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahud hasta bulunursanız si­lahlarınızı koymanızda bir vebal yoktur. (Fakat yine) bütün İhtiyad tedbirle­rini alın. Şüphe yoktur ki Ai'ch kafirlere hor ve hakir edici bir azob hazır­lamıştır.

103  — Artık namazı bitirdiğiniz vakit ayakta iken, otururken ve yan­larınız üzerindeyken Aliahı anın. Sükun ve emniyet haline geldiğiniz vakit İse namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri b*IM bir farz olmuştur.

104  — (Düşmanlarınız olan) kavmi aramakta (takip etmekte)   gevşek davranmayın. Siz acı duyuyorsanız,  şüphesiz ki onlar da sizin duyduğunuz o acı gibi acı duyarlar. Halbuki siz Allahtan onların ümid edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah gerçek bilicidir vegane hüküm ve hikmet sahi­bidir.

105  — Hakikat, biz sana kitabı —Allanın şano gösterdiği vecih II» İnsanlar arasında hükmetmen İçin— hak olarak İndirdik, hainlere bir mü-dafact olma.

106  — Ve Allohtan mağfiret İste. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

107  — Nefislerine hainlik etmiş kimselerden yana mücadele   etme, Çünkü Allah hainlikte İleri gitmiş günahkarları sevmez.      

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili

 

(Darebtüm): Darabtüm, darb kökünden türemiştir. Dorb vurmak anlamına gelmekle birlikte yolculuğa da denir. Bu İkinci anlamı insanın yürürken ayağını yere vurmasından kinayedir. Âyetteki anlamı yürümektir.

(Taksurû): Kasr kökünden türemiştir.   Kasr,  birşeyin sayısında veya şeklinde kısaltma yapmaya denir.

(Yeftlneküm): Yeftineküm, fitne kökünden

gelir. Fitne, imtihan ve tecrübe etmedir. Hem hayırda, hem de serde kul­lanılır. Âyetteki manası İse serde kullanmadır.

(Aduvven mübinen): Adüv, düşman, mübln acık

(Hızrehüm): Zel'in cezmi ile korkulacak birşey-den sakınma manosındadır.

(To'fülune): Gafletten gelir. Birşeyl sehven yap­mak demektir.

(Cünâha): Cünah, günah demektir

(Kadaytüm): Birşeyi yapmak, bitirmek, i              

(İtmâ'nentüm): Lügatta birşeyi yaptığı zaman

üzerinde durmaktır. Âyetteki manası fse, sizden korku gittiği, yani üzeri­nizden kalktığı demektir.

(Kitaben mevkuten): Kitab. farz kılınmış, mevku-

ten, vakitleri tayin edilmiş demektir.

(Tehinû): Vehn kökünden gelen tehfnu, zayıflama demektir.

(İbtiğâllgavmi).- Ibtlga, taleb etme, arama mana-sındadır. beklemek demektir.

(Ta'femûne): Elem kökünden gelir acı demektir.

(Vetercûne): Rica kökünden gelir, emel ve blrşev

(Hasimen): Hasîm, müdafa manaatndadrr.     

(Gafuren rahimen): Mağfireti ve rahmeti çok

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Ey müminler, cihat, seyehat ve ticaret için yolculuk yaptığınız za­manlarda farz namazlarınızı kısaltarak kılmcnızda bir vebal yoktur. Dört rekatlı farzlarınızı kısaltarak iki rekat halinde kılınız. Zira İslâm kolaylık di­nidir. Allah (cc) size zorluğu değil, kolaylığı diler. Bilhassa kafirlerden korktuğunuz zaman. Ki onlar sizin açık düşmanlarınızda. Yapacakları bir­şeyi Allah (cc)'tan korkmadan, çekinmeden yaparlar. Allah (cc)'ın zikri İle meşgul olduğunuz vakit dahi onlar tarafından öldürülmenize mani de­ğildir Çünkü onlar her yer ve zamanda sizin düşmamnızdrr.           

Ya Muhammed (sav), arkadaşlarınla birlikte savaşırken onlara İmam olarak namaz kıldıracağın zaman onları iki kısma ayır. Bir kısmı seninle namaza durduğunda diğer kısım sizi düşmanlardan korumak için silahlı o-larak nöbet tutsun. Birinci kısımla bir rekat namaz kılıp secdelerini İkmal ettikten sonra onlar çekilsinler. Daha Önce nöbet tutan ikinci kısım gelip sana uysunlar. Birinci kısımdakilerin seninle namaz kıldıkları gibi kılsınlar. Bunlarda seninle bir rekat kıldıktan sonra kalan bir rekat namazlarını ken­di kendilerine tamamlasınlar.

 taala. kafirlerin müminlere saldırmak için gaflet anlarını bek-lryt,oekJerini, silahlarını bırakarak namazla meşgul oldukları vakitleri bek­leyeceklerini beyan etmektedir. Bundan dolayı da namaz kılan müslüman-iara böyle bir tehlike sözkonusu olduğu zaman silahlarını namaz kılar­ken de yanlarında tutmalarını emretmektedir. Silahlarını tutamayacak ka­dar hasta ve yaralı olanların düşmana karşı bütün tedbirleri aldıktan sonra silahlarını namaz kılarken bırakmalarında bir vebal yoktur.

Müminler böylece namazlarını kıldıktan sonra onlara düşen vazife ayakta, oturarak veya yatarak Allah {cc)'ı anmaktır. Onlardan düşman korkusu gittikten ve emin olduktan sonra namazlarını Allah (cc)'rn em­rettiği şekilde dosdoğru kılsınlar. Çünkü namaz şeriatle bildirilen vakit­lerde farz kılınmıştır.

Ey müminler, düşmanlarınıza karşı zayıf düşmeyiniz, kuvvetli olunuz. Zira siz İki güzel şeyden birini istemektesiniz. Ya zafer kazanacaksınız, veya şehld olacak, cennete gireceksiniz. O halde siz kafirlerden daha sabırlı ve daha metin olmalısınız.

Ey peygamber, halka hükmettiğin zaman bildirdiğimiz adalet ve hakka­niyetle hükmet. Münafıkların müdafii olma. Halktan bazı kişiler münafık oldukları halde kendilerini zahiren takva ve dindar göstermektedirler. On-fara karşı gösterdiğin hüsnü zandan dolayı istiğfar dile.

Bu âyetlerin, önceki âyetlerle münasebeti

Önceki âyetlerde Allah (cc) yolunda cihad etmenin hükümleri ile va­tanından yalnız Allah (cc)'ın rızasını taleb ederek hicret edenlerin hüküm­leri beyan edilmiştir.

Namaz, her zaman, hatta savaş ve hicret vakitleri bile insanların üze­rinden sakıt olmayan, her yer ve zamanda yapılması farz olan bir İbadet­tir. Namaz, savaş ve sefer anlarında yerine getirilmesi çok güç ve çetin bir ibadet olduğu Icin Allah (cc), adı geçen hükümlerin beyanından sonra

savaş ve sefer aniannda namaz kılmanın şeklini bu âyetlerle beyan et­mektedir. Hatta düşmanla karşılaşıldığı an dahi namazın kılınmasını em­retmektedir. Şu kadarı var ki, savaş ve sefer zamanlarında namazların kı­saltılarak kılınması hususunda kullarına kolaylık olmak üzere ruhsat ver­miştir. En doğrusunu Allah (cc) bilir.

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

1.) İmam Ahmed bin Hanbel {ra) ve diğer bazı hadis alimleri Ebi Ay­yaş ez-Züraki'den rivayet etmişlerdir: «Biz Usfan'da iken Halid bin Velid (ra) kumandası altındaki müşriklerle karşılaştık. Müşrikler kendi araların­da, «Müslümanlar öyle bir haldeler ki saldırırsak yeniliriz. Biraz sonra on­ların namaz vakitleri gelir. Namaz kendilerine babalarından ve çocukların­dan daha hayırlıdır. Namaza durdukları vakit onlara saldırırsak muvaffak oluruz.» dediler. Bunun üzerine Hz. Cebrail, «Sen de içlerinde bulunup da namaz kıldırdığın vakit...» âyetini getirdi.» [124]

2.) Şöyle rivayet edilir: «Tuğmet bin Übeyrik, Katade bin Numan'ın içinde un bulunan bir dağarcığını çaldı. Dağarcığın içinde zırhı da vardı. Tuğmet yürürken dağarcık delik olduğundan un dökülerek evine kadar gi­diyor. Sonra yahudilerin birinin yanında zırhı saklıyor. Tuğmet'fn evinde aranılan zırh bulunamayınca o, yemin ederek «Benim zırhtan haberim yok» dedi. Katadenin arkadaşları, «Biz Allah (cc) ismi İle yemin ederiz ki o bi­zim yanımıza kadar gelerek zırhı aldı. Biz dökülen unlan takip ederek o-nun evine kadar gittik.» dediler. Tuğ net, zırhın kendisinde olmadığına ye­min edince onu bırakıp dökülen ut' ı takip ederek bir yahudinin evine vardılar. Yahudi ile zırhı yakaladılar. Yahudi, zırhı kendisine Tuğmet'in ver­diğini söyledi. Bunun üzerine Tuğmet'in kabilesi, «Biz Resulullah (sav)'a gidelim ve arkadaşımızı kurtaralım. O zırhı almamıştır.» dediler. Resulul­lah (sav)'a giderek hadiseyi anlattılar. Bunun üzerine. «Hakikat, biz sana kitabı — Alla* n sana gösterdiği vecih İle insanlar a. ısında hükmetmen için— hak olarak İndirdik...» âyeti nazil oldu. [125]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: «Eğer kafirlerin size fenalık yapacağından endişe eder­seniz...» âyetindeki, «eğer endişe ederseniz» ifadesi, namazı kısaltmanın tek- şartı değildir. Ancak bu ifade genel bir durumu belirtmek için gelmiş­tir. Zira umumî olarak yolculuk ve savaş hallerinde korkmak mümkündür.

Eğer bu ifade namazı kısaltmanın tek şartını ifade etmiş olsaydı yolculuk ve savaş zamanfarında can emniyeti olduğu takdirde namazın kısaltılma--ması gerekirdi. İşte bundan ötürü Ya'la bin Ümeyye (ra) Hz. Ömer'e, «Can

, emniyetimiz olduğu halde namazı niçin kısaltıyoruz?» diye sorunca o da, ı «Senin hayret ettiğin şeye ben de hayret etmiş   o Rezulullah (sav)'a sor­muştum. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştu: «Allah'ın size sadaka olarak "verdiği bir bağıştır. O'nun bağışını kabul ediniz.» dedi.

İkinci incelik : Allah (cc), cihad yapanlara namaza başladıkları zaman silahlarını bırakmamalarını emretmiştir. Fakat bu emri doğrudan «bırak­mayın» şeklinde değil, «silahlarını alsınlar)) şeklinde İfade etmiştir. Bu ifade kafirlerden kaçınmanın bir zaruret olduğunu bildirir. Ayrıca, düşmana karşı uyanık olmayı, zahiri sebebterden kaçınmamayi, her zaman ve yerde sebeblere tam olarak sarılmayı da.

Rivayete göre bir sefer sırasında Resulullah (sav) ve ashabı, düşman göremedikleri bir vadide konakladılar. Sahabiler silahlarını yere bıraktılar. Resulullah (sav) da defi hacet için onlardan uzaklaştı. Resulullah (sav) vadinin öbür tarafına vardıklarında müşriklerden Gavres bin Haris elinde silahı olduğu halde dağdan indi. Resulullah {sav) ondan habersizdi. Müş­rik yalın kılıç yanında bitiverdi ve «Eğer seni öldürmezsem Allah (cc) be­ni öldürsün. Ya Muhammed (sav) şimdi seni benden kim kurtaracak?» dedi. Resulullah {sav}, «Beni, senden Allah (cc) korur.» cevabını verdi. Müşrik kılıcıyla Resulullah (sav)'a hamle yaptı. Fakat ayağt kayıp yere düştü. Kılıcı da elinden fırladı. Resulullah {sav) yerdeki kılıcı alarak ona, «Şimdi seni öldürmeme kim mani olur?» deyince-Gavres, «Hiç kimse yok­tur. Yalnız sen kılıcı hayırla tut.» karşılığını verdi. Resulullah (sav) onu affetti. O da kavmine dönerek hadiseyi anlattı. Bunun üzerine kavminden bazıları iman ederek müslüman oldular. [126]

Üçüncü incelik: «Hakikat biz sana kitabı —Allanın sana gösterdiği ve­cih ile İnsanlar arasında hükmetmen için— hak olarak İndirdik, hainlere bir müdafaa olma.» âyetindeki «Allanın sana gösterdiği vecih İle» ifade­sinden maksat, «Allah {cc)'ın sana vahyettiğl ve bildirdiği gibi» demektir. , Ayette «İlim» kelimesinin yerine «göstermek» kelimesinin kullanılması, ya-kinen bilinen bir şeyin bütün şüphe yönlerinden uzak olduğu için açıklık ve kuvvet bakımından görmek gibi olduğunu bildirmek içindir. Allah (cc)'m Resulullah (sav)'a vahiy ile bildirdikleri yakini bir ilim olduğundan Resu-lullahın bizzat dünya gözü ile gördükleri gibidir.

Zemahşerî şöyle der: «Hz. Ömer, «Sizden biriniz, «Allah (ccj'ın bana gösterdiği gibi hükmettim.» demesin. Allah (cc)'ın göstermesi şüphesiz an' cak Resulullah (sav)'a hastır. Çünkü bu göstermekten maksat, İlmî ve ic-tihadî görüştür ki, Resulullah (sav)'ın bütün görüşleri gerçekten isabettir. Zira Allah (cc), ona herşeyi olduğu gibi bildirir ve gösterirdi.» derdi.» [127]

Dördüncü İncelik: Fahreddin Razi şöyle der: «Şüphesiz bilin ki, «Ho-klkart, biz sana kitabı — Altahın sana gösterdiği vecih ite İnsanlar arasında hükmetmen için— hak olarak indirdik, hainlere bir müdafaa olma» âye­tinde çok şiddetli bir tehdit vardır. Zira Resulullah (sav) kendi haleti ruhl-yesi ile kalben (hadisesi mevzumuz âyetin nüzul sebebinde geçen) Tuğ-mete'ye meyletmiştir. Halbuki o, Allah (cc)"ın indinde fasık idi. İşte Resulul-loh (savpın bilmeden, kalben dahi olsa bir günahkara yardım etmek İste­mesi üzerine Allah (cc) ona kendisinden mağfiret taleb etmesini emret­miştir. Buna göre. zalime zalim olduğu halde ve zulmünü de bilerek yar­dım eden kimsenin hali ne olur?» [128]

Beşinci İncelik: Resulullah (sav)'ın istiğfarla «emrolunması ondan gü­nah vaM olduğuna delalet etmez. Allanın ona istiğfarı emretmesi, maka­mının yükselmesi ve İyiliklerinin artması içindir.

Kadı İyaz. Şifa adlt kitabında şöyle der: «Peygamberlere yasak edil­mediği ve o İşleri yapmakla da emredilmediklert halde o şeyleri yapmaları, onların makamlarının yüksekliği hasebiyle günah olarak isimlendirilir. Yok­sa diğer İnsanların günahları gibi günah işlemiş değillerdir.

«Yukarıda da geçtiği gibi, Resulullah (sav)'ın Tuğmete isimli şahsa (fasık olduğunu bilmeden) yalnız kalben yardım etmeyi düşünmesine kar­şı, Allah (cc) ona makamının yüksekliğinden dolayı istiğfar etmesini em­retmiştir. Halbuki hiçbir zaman fiilen yapıncaya kadar kalbten geçen şey­ler günah sayılamaz. Ama bu kadarı için bile peygamberlere Allah (cc) katındaki mevkilerinin yüksekliğinden dolayı tövbe ve istiğfar etmeleri em­redilmiştir.»

Kadı İyaz, bu mevzuyu uzun uzun inceledikten sonra sözlerini şöyle tamamlamaktadır: «Allah (cc)'ın peygamberlerine tövbe ve istiğfarı emret­mesinde cok ince ve güzel bir maksat vardır. Onlar bu tövbe ve Jstiğfar-lorıyla Allanın   kendilerini sevmesini  İstemiş olmaktadırlar.  Zira Cenabı Hak, «Şüphesiz Allah, h»m çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenen­leri sever.» (Bakara 222) buyurmuştur.» [129]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Seferde Namaz Kısaltılır Mı?

 

«Sefere çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur.» âyeti seferde namazı kısaltmanın meşruiyetine delalet eder. Çünkü Allah (cc), «Siz yeryüzünde sefere çıktığınız zaman...» âyetinde seferi na­mazın kısaltılması İçin meşru bir sebeb saymış ve seferi de yalnız cihat için yapılan sefer olarak tahsis etmeyerek mutlak bir İfade kullanmıştır.

Alimler, bu âyeti delil atarak misafir bir kişinin namazını kısaltmasının meşru olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat seferde namazın kısaltılmasının vacip veya ruhsat olduğu hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmış­lardır :

Birinci görüşe göre seferde namazı kısaltmak ruhsattır. Kişi dilerse namazını kısaltarak .iki rekat kıtar, dilerse tam olarak kılar. Bu görüş tmam Şafii İra) ve İmam Hanbel (ra)'In görüşüdür.

ikinci görüşe göre İse, seferde namazı kısaltarak iki rekat kılmak va­ciptir. Misafirin namazını iki rekat olarak kılması namazını tam kılması demektir. Zira mfsaflre yolculuk sırasında tki rekat kılması farzdır. Bu da İmam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüdür.

imam Malik (ra)'e göre bir kimse sefer sırasında namazını tam olarak kılmışsa, iki rekat olarak tekrar İade etmesi lazımdır. Çünkü seferde na­mazı kısaltmak vacib değil sünnettir.

Birinci görüşün delilleri:

Şafii ve Hanbelilerln seferde namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat olduğuna dair birkaç delili vardır. Bunları aşağıya aktarıyoruz:

1.) «Sefere çıktığınız zaman... namazı kısaltmanızda bir vebal yok­tur.» âyetinin zahiri, namazı kısaltmanın vacfb olmadığını bildirmektedir. Çünkü âyetteki, «üzerinize bir vebal yoktur» İfadesi, seferde namazı kısalt­manın vacib değil, mubah olduğuna delalet eder. Şayet seferde namazı kısaltmak vacib olsaydı, âyette «üzerinize bir vebal yoktu» ifadesi yerine «seferde namazı kısaltmanız vactbttr» veya doğrudan doğruya, «seferde namazı kısaltın» İfadesinin kullanılması icabederdi.

2.) Hz. Ayşe'den rivayet edilen. «Resulullah (sav) İle beraber umre İçin Mekke'ye gittim. Oraya varınca Resulullah (sov)'a, «Yolda namazımı ba-zan kısaltarak, bazan da tam olarak kıldım. Orucumu da bazan tutuyor, bazan tutmuyordum.» dedim. Bana hiçbir kusur bulmayarak, «Güzel yap­mışsın ya Ayşe» buyurdu.» [130] hadisidir. Eğer namazı kısaltmak vacib olsaydı Hz. Ayşe'nin yolda kıldığı namazlar için Resulullah (sav) «Güzel yapmışsın» demez, dört rekat olarak kıldığı namazların hatalı olduğunu söyleyerek «iki rekat namaz kılman lazımdı» derdi. Bundan da anlaşılıyor ki, seferde namazı kısaltmak vacib değfl, ruhsattır.

3.) Hz. Osman, hilafeti sırasında sahabilerle uzun bir yola gittiğinde namazını bazan tam, bazan da kısaltarak kılmıştır. Sahabilerden hic kim­se de Hz. Osman'ın bu şekilde, namaz kılmasına itiraz etmemiştir. Hz. Os­man'ın bu uygulaması ve sahabılerln itiraz etmemesi de yolculukta namazı kısaltmanın vacib değil ruhsat olduğuna delalet etmektedir.

4.) Yolculukta orucu bozmak da ruhsattır. Kişi dilerse tutar, dilerse tutmaz. Bu, namazın kısaltılmasının da ruhsat olduğunu delalet etmekte­dir.

İkinci görüşün delilleri:

Hanefiler. seferde namazı kısaltmanın vacib olduğuna dair aşağıdaki delilleri getirirler:

1.) Hz. Ömer'den rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, «Seferde namaztn fkl rekat kılınması Peygamberimizin İfadesiyle «tam kılınmış namazdır, kısal­tılmış namaz değildir.» dedi.» Yolcunun tam namazı iki rekat olduğuna göre, seferde namazı iki rekat kılmak farzdır.

2.) Resulullah {sav}, bütün yolculuklarında namazı kısaltarak iki rekat kılarlardı. Bu husus İbnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulul­lah (sav), sefer sırasında, evine dönünceye kadar namazlarını iki rekaî olarak kılardı.» Resutullah (sav)'ın namazlarını iki rekaî kılması seferde namazın iki rekat kılınmasına delalet eder.

3.) İmran bin Husayn (ro)'dan rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) İle haccettim, iki rekat kıldı. Hatta Mekke'de kaldığı onsekfz gün boyunca na-. mazlarını yine iki rekat kıldı. Mekkelilere de hitap ederek, «Siz namazları­nızı bize bakmayarak dön rekat kılın. Çünkü biz seferiyiz, İki rekat kılı­yoruz.» buyurdu.»

4.) ibni Ömer (ra), «Resulullah (sav) ile seferde bulundum. O, namaz­larını tki rekat olarak kılardı. Resulullah'tan sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekr, Ömer (ra) ve Osman (ra) İle de seferde bulundum. Onlar da farz namaz­larını iki rekat olarak kılarlardı. Zira Allah (cc), «Andolsun ki Resulullahda sizin İçin, Altahı vq ahiret gününü umanlar ve Allahı çok zikredenler için güzel bir numune vardır.» (Ahzab: 21) buyurmuştur.» demiştir.

5.) Buharı ve Müslim'in Hz. Ayşe'den rivayet ettikleri: «Namaz başlan­gıçta İki rekat olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için arttırılarak dört rekat yapıldı. Seferdeki namaz İse ilk haliyle tki rekat olarak kaldı.» [131] hadisidir.

Saydığımız bütün hadislerde Resulullah (sav)'ın seferde iken namaz­larını iki rekat olarak kıldığı görülmektedir. Resulullah'a uymak ise vacib-lîr. Resulullah (sav)'ın sefer namazlarını iki rekat kılması bu namazların İki rekat olması icabettiğine delalet eder. Çünkü o, «Namazlarınızı benden gördüğünüz gibi kılın.» buyurmuştur.

 

İkinci Hüküm: Hangi Sefer, Namazların Kısaltılarak Kılınmasını Mubah Kılar?

 

Fakihler, hangi seferin namazın kısaltılmasını mubah kıldığı hususun­da İhtilaf etmişlerdir.

Bazı alimlere göre namazın kısaltılmasını, ramazan orucunun yenil­mesini mubah kılan sefer, ibadet ve taat seferi olmalıdır. İbadet olan se­ferler ise clhad, hac, umre ve ilim talebi İçin yapılan seferlerdir. Veyo ti­caret ve meşru bir seyehat gibi müboh olan bir sefer olmalıdır. Yoksa yol kesmeye, kumar oynamaya ve benzeri gayri meşru Işieri yapmaya giden­lerin seferleri masiyet seferi olduğu için namazın kısaltılmasına, orucun bozulmasına sebeb olamaz. Bu görüş Şafii ve Hanbelilerin görüşüdür.

İmam Malik (ra)'e göre, mubah olan her seferde namazı kısaltmak ve orucu yemek caizdir. Rivayete göre, bir sahabi Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah (sav), ben ticaret İçin zaman zaman Bahreyn'e gidiyorum.» de­yince, «Farz namazlarını iki rekat olarak kıi.» buyurmuşlardır.

İmam Sevri (ra) ve Ebu Hanife (ra)'ye göre ise namazın kısaltılması­nın şartı seferi olmaktır. Yapılan sefer ister mubah bir sefer olsun ister ol­masın namazı kısaltmak caizdir. Hatta bir adam yol kesmek, soygun yap­mak, adam öldürmek niyetiyle sefere çıksa bile yine seferidir, namazını kısaltarak kılar.

İmam Sevri ve Ebu Hanrfe'nin delilleri:

Namazı kısaltarak kılmak, sefer için tayin edilmiş bir fprzdır. Hz. Ay­şe'den rivayet edilen, «Namaz başlangıçta iki rekat olarak farz kılınmıştı. Sonra mukimler için arttırılarak dört rekat yapıldı. Seferdeki namaz ise İlk haliyle İki rekat olarak kaldı.» hadisi, seferde kılınacak farz namazın dört değil, iki rekat olduğuna delalet etmektedir. Kur'an da, kısaltılarak kılınacak seferi namazı tahsis yapmadan genel bir ifade ile «sefer» keli­mesi İle bildirmiştir. Bu sefer ister cihad ve emsali gibi taat seferi olsun, ister ticaret ve seyehat gibi mubah seferler olsun, isterse yol kesme ve em­sali gibi masiyet seferleri olsun hüküm değişmez. Seferin türü ne olursa olsun yolcu namazını kısaltarak iki rekat olarak kılar.

İbnü'l-Arabî, bu hususta şöyle der: «Alimler içinde, «Günah oian bir seferde yolcu, namazını kısaltır. Çünkü kısaltılmış namaz sefer İçin tayin edilmiş bir farzdır.» diyen alimlerin görüşlerinin zayıf olduğunu Kitabü't-Telhis İsimli eserimizde açıkladık. Şüphesiz Allah (cc). sefer sırasında namazın kısaltılmasını kulları için bir hafiflik olmak üzere ruhsat olarak vermiştir. Asıl olan ise namazın tam kılınmasıdır. Ruhsatları maksadı gü­nah olan seferlerde İcra etmek caiz değildir.» [132]

Banq göre Şaffi ve Hanbelilerin görüşleri —ki ancak taat ve mubah olan seferlerde namazfar kısaltılabilir— tercihe daha şayandır. Zira, ma-siyet seferinde namazı kısaltmak caizdir dersek, yolcunun günah işleme­sine yardımcı olmuş oluruz. Halbuki Allah (cc), «...Günah işlemek ve had­di aşmak üzerinde yardımfaşmaym, Allahtan korkun...» (Maide: 21 buyur­muştur.

 

Üçüncü Hüküm: Namazı Kısaltmayı Mubah Kılan Seferin Müddeti Ne Kadar Olmalıdır?

 

Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür:

1.) Zahirilere göre namazın kısaltılması için seferin kısa veya uzun olması arasında bir fark yoktur.

2.) Şafii, Han bel î ve Malikilere göre, namazın ki salt ila bilmesi için çı­kılacak seferin en az iki günlük olması lazımdır. Bu iki günlük yol ' şer'î ölçülere göre 16 fersah eder.

3.) Hanefilere göre namazın kısaltılabllmesj İçin yolculuğun üç gün lük olması gerekmektedir. Buna göre yolun uzunluğu 24 fersah olmakta­dır.

4.) İmam Evzai'ye göre en kısa mesafe bir günlük olmalıdır. Bu da sekiz farsahlık yol demektir. [133]

Bu görüşlerin tafsilatı oruç âyetinin tefsirinde (9.Ders) açıklanmıştır.

İbnü'i-Arabi, zahirilerin görüşlerinin reddi hususunda şöyle der: «Ba­zı kimseler, şehirden çıkar çıkmaz, tekrar geri dönmek üzere bite olsa namazlarını kısaltarak kılabilirler diyerek dini eğlence haline getiriyorlar. Bu görüş sahipleri ya seferin ne demek olduğunu bilmiyorlar, yada dini ha­fife alıyorlar. Eğer alimler benden önce bu mevzuyu ele almasaydılar ben bir göz açıp kapama müddeti kadar bile düşünmeye razı olmazdım. Çünkü sahabiler seferin ne kadar olacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

«Hz. Ömer, İbni Ömer (ra) ve İbnl Abbas (ra)'a göre namazın kısaltıl­ması için sefer en az bir gün olmalıdır.

«İbni Mesud (ra)'a göre ise namazın kısaltılabilmesi için seferin en az üç gün olması lazımdır. İbni Mesud (ra), seferi tarif ederken, «Bir yol­culuk ki, onda meşakkat ve zorluk vardır, o seferdir.» demiştir.» [134]

 

Dördüncü Hüküm: Savaş Meydanında Namaz Nasıl Kılınır?

 

İmam Ebu Yusuf (ra)'a göre âyetin savaş sırasındaki namaza dair ihtiva ettiği hükümler Resulullaha ve onunla beraber olan ordusuna mah­sustur. Zira Allah (cc), «Son de içlerinde bulunup da...» buyurmuştur. Â-yetteki bu ifadeden hükmünün Resulullah (sav)'a ve beraberindeki ordu­ya mahsus olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü âyet Özellikle Resulullah (sav)'a hitap etmektedir.

Cumhura göre savaş meydanında namaz kılmak meşrudur. Âyet herne kadar Resulullaha hitap ediyorsa da ona yapılan hitap ümmetinedir. Zira biz ümmeti onu numune almak ve ona uymakla emredilmişizdir. Mezhep İmamları da Resulullah (sav)'tan sonra onun halifeleridir. Onun getirmiş olduğu ahkamı yerine getirmekle memurdurlar. Bu hükmü Resulullah (sav)'a has kılmayı icabettiren bu sebeb ve delil de yoktur.

Faklhler savaş meydanında kılınacak namazın nastl kılınacağı mev-zusunda İhtilaf etmişlerdir. Bu hususta geniş bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitaplarına bakarak tatmin edici bilgi alabilirler.

Muğni adlı kitapta şöyle denilir: «Savaş alanında kılınacak namazın hadis kitaplarında beyan edildiği üzere Resulullah (sav)'ın kıldığı gibi kılın­ması caizdir. Hatta İmam Hanbel (ra), «Savaşta kılınacak namaz husu­sunda rivayet edilecek her hadisle amel etmek caizdir.» demiştir.» [135]

İmam bin Hanbel (ra), bir cemaatin Sehl bin Hasme'den rivayet ettiği hadisi tevil etmiştir. Bu hadisin metni Müslim'in tesbitine göre şöyledir: «Resulullah (sav) savaşta sahabilerle namaz kıldığında askerini iki kısma ayırarak birinci kısmı ite bir rekat kıldıktan sonra ayakta bekledi. Kendi­siyle bir rekat namaz kılanlar namazlarının ikinci rekatlarını kendi baş­larına tamamlayarak nöbete geçtiler. Nöbette olan diğer kısım silahları üzerlerinde olduğu halde ayakta bekleyen Resulullaha uyarak bir rekat­larını Resulullah (sav)'la birlikte kıldılar. Bunlar da bu bir rekattan sonra Resulullah (sav)'tan ayrılarak namazlarını kendi başlarına tamamladılar. Resulullah tehiyyatta onları bekledi. Resulullah (sav)'a yetişerek birlikte âelam verdiler.» [136]

Ayetlerden alınacak dersler

1- Namaz seferde ve savaşta kısaltılabilir. Savaşta namaz cemaat­le de ferd ferd de kılınabilir.

2- Düşmana karşı savaş hazırlığı yapmak ve onlardan dalma korun­mak, kaçınmak vaciptir.

3- Namazın muayyen vakitleri vardır. Onları ihlal etmek haramdır.

4- Savaşta sabretmek zaruridir. Düşman karşısında güçlü olmak ise farzdır.

 



[1] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/349.

[2] Bu Ayetlerin icmali manası, İbni Kesir, Celaleyn ve Ebussud tefsirlerinden alınmıştır.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/350.

[3] Süyuti. Dürrül-Mensur. C. 2. S. 117. İbni Cevzi. Zadü'I-Mesir, C. 2, S. 4.

[4] Buhari. Hz. Ayşe'den rivayet etmiştir. İbni Kesir, Tefsir, C. 1, S. 449.

[5] Buhari ve Müslim. İbni Kesir, age, C. 1, S. 450. tbni Cevzl, age, C. 2, S. 6.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351.

[6] Muhammed Abdüh. Menar, C. 4, S. 324.

[7] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 1, S. 314.       

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/351-353.

[8] Kurtubl. age. C. 5. S. 3. 354

[9] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/353-355.

[10] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/355.

[11] Fahreddin Razi. age, C. 9, S. 356

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/355-356.

[12] Zemuhşeri. age. C. 1. S. 360.

[13] Kıırtubi. age, C. 5, S. 17. 358

[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/356-358.

[15] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/358.

[16] Âhmed Cemal, tslftni Küttür Dersleri. El-Ahbar dergisi, sayı 723. Mısıt

[17] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/358-361.

[18] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/363-364.

[19] Bu icmali manayı İbni Kesir. Kurtubi ve  Keşşaf tefsirlerinden kısaltarak aldık. (Sabuni)

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/364-365.

[20] Süyuti, Durru'l-Mansur, C. 2. S. 123. İbni Kesir, tefsir, C. 1, S. 454.

[21] Süyuti. age, C. 2. S. 122. Kurtubi. age, C. 5, S. 46.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/365-366.

[22] Fahreddin Razi. age. C. 9. S. 184.

[23] Zemahşeri, Keşşaf. C. I. S. 3B3.

[24] Suğlebi, Muaviye bin Haşim yoluyla Ibni Abbas'tan. Süyuti. age. C. 2, S. 122.

[25] Kurtubi. age. C. 5. S. 53.

[26] Fahreddin Razi, nge. C. 9. S. 20.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/366-368.

[27] Taberi. ege. C. 4. S. 247.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/368-369.

[28] Taberi, age. C. 4. S. 253.

[29] Bu meselenin tafsilatı için Fahreddin Razi'nin tefsiri. C. 9, S. 188'e bakınız.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/369-370.

[30] Kurtubi, age. C. 5, S. 30.

[31] Ibnül-Arabi.age.C.l.S.m  

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/370-371.     

[32] Muhkem: Manası ve anlaşılmasında hiçbir zorluk ve tereddiid olmayan

[33] Mütekabili: Manasık tlınyan. anlaş il m asında zorluk ve tereddüd bulu­na ayetler ve mankullar tayfından hiç onlaç'ınayan surelerin başındaki hr.rf-; muhatla der. ayetlerdir.

[34] Taberi. age. C. 4. S. 260.

[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/371-373.

[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/373.

[37] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/376-377.

[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378.

[39] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/378-379.

[40] Buhari. Taberi. age. C. 4. S. 305. îbni Kesir, age. C. ı. S. 465.

[41] îbni Cevzi. Mecmaü'l-Beyan, C. 3, S. 24. Ebu Hayyan; Zadü'l-Mesir, C. 2, S. 39.

[42] İbni  Ebi  Hatem.  Beyhaki.  Süyutî.  Dürrü'l-Mensur.  C.  2.  S.  134.   İbni   Kesir. C. l. S. 468.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379.

[43] Vakiyye- Okka. dörtyûz dirhemlik bir tartı.

[44] Kurtubi. age. C. 5. S. 99.

[45] Zamalışeri. age. C. 1. S. 380.

[46] Fahreddin Razi. age. C. 10, S. Z4.

[47] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/379-381.

[48] Kurtubi. age. C. 5. S. 90-100.

[49] Daru'l-Kutni, Sünen. Nikah bahsi.

[50] Kurtubi, age. C. 5. S. 128.

[51] Darul- Kutni, age. Nikah bahsi.

[52] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/381-383.

[53] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.

[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.

[55] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384.

[56] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/384-385.

[57] Buhari ve Müslim Ebu Hüreyre  (ra)'den rivayet etmiştir.

[58] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/385-386..

[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/386-388.

[60] Buhari ve Müslim. Fahreddin Razİ. age. C. 10. S. S1.,^i,

[61] İbni  Mace,  Müslim El-Vakidî. Fah'reddin Razİ. age, C. 10. S. 51. 390

[62] Cessas. age. C. 3. S. 101-102

[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/388-392.

[64] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392.

[65] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/392-393.

[66] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/393-394.

[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/394.

[68] Ibni Cevzi   Zadü'l-Mesir. C  2. S. 36.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/396-397.

[69] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/397-398.

[70] Taberi. age, C. 5. S. 58 lbni Cevzl. Mecmaül-Beyan, C. 3. S. «8. 398

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398.

[71] Zemahşerl. Keşşaf Tefsiri. C. i. S 290.

[72] Zemahşeri. age.-C. 1. S. 392  Ebussuud, Tefsir. C. 1. S. MO.

[73] İbnül-Arabi. age, C. I, S. 417.

[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/398-401.

[75] Bu hadisi Sünen sahipleri Muaviye bin Haydet'ten rivayet etmişlerdir. Ibni Kesir. age. C. 1, S. 492.

[76] Beyhaki bu Hadisi Hz  Ebubekirin kızı Ümmü Gülsüm'den rivayet etmijtir. Alusİ. ag©. C. 5. S. 25.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/401-402.

[77] Ibnü'l-Arabİ, age. C. 1, S. 420.

[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/402-403.

[79] Alûsi, age, C. 5. S. 26.    

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/403-404.

[80] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404.

[81] Cessas, 8*e, C. 3, S. 152-

[82] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/404-406.

[83] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406.

[84] Reşid Rıza, Menar Tefsiri. C. 5, S. 74. 408

[85] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/406-408.

[86] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/409-410.

[87] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/410-411.

[88] Bu husustaki tafsilat için 13. derse bakınız

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411.

[89] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/411-413.

[90] Taberi, Tefsir, C. S. S. 95.

[91] Reşld Rıza. age. C. 5. S. 95.

[92] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/413-415.

[93] Ebu Davud. Ebu Hayyan. Hakim.

[94] Taberi. age. C. 5. S. 105.

[95] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/415-416.

[96] Teberi, age, C. 5, S. 105,

[97] İbni Rüşd. Bidayetü'l-Müctehid. C. 1, S. 29. 418.

[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/416-419.

[99] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/419-420.

[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/420.

[101] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/422-4723.

[102] Bu  icmali  manayı  Zemahşeri, Razi, Kurtubi ve  Ibni Cevzi tefsirlerinden özetleyerek aldık, (Sabuni).

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/423-424.

[103] Taberi tefsirinden özetlenerek alınmıştır.

[104] İbni Kesir. age. C. 1. S. 538. Taberi. age. C. 3. S. 05. Alûsi. Ruhul-Maani.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/424-425.

[105] Beylıaki, Tirmizi ve Nesai.

[106] ibni Mâce.          

[107] Sadettin Taftazani. Şerhü 1-Akaid. S. İSO. 428.

[108] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/425-428.

[109] Kurtubî. tefsir. C. 5. S. 229.

[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/428-430.

[111] Abdurrahman Cezeri, Kitabü'1-Fıkh alel Mezahibü'l-Erban. C. 9, S 255 430

[112] Kurtubİ, age. C. 5, S. 331.

[113] Ibni Kesir, tefsir, C. 1. S. 535. 434

[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/

[115] Ibni Kesir, tefsir, C. 1, S. 535.

[116] Kurtubî. age. C. S. S. 331

[117] İbnl Cevzi. age, C. 2. S. 164.

[118] Cessas. age, C. z. S. 286.

[119] Kurtubl, tefsir. C. 5. S. 332. tbni Kesir, tefsir. C. l, S. 535.

[120] Kurtubi. age. C. C. S. 332.

[121] Taberi, age, C. 8, S. 218. İbni Kesir, age, C. l. S. 536.

[122] Riyazü's Salihin, İmam Nevevi, S. 14.

[123] Şevkani. Fethü'l-Kadir, C. 1. S. 4flû

[124] İbni Kesir. Tefsir. C. l. S. 548. İbni Cevzİ, age. C. 2. S. 181.

[125] İbni Cevzi, age. C. 2. S. 190. Taberi tefsir C. 5, S. 287.

[126] Ebussuud. lrşadü'1-Akl-ı Selim C. 1. S. 379.

[127] Zemahşeri, tefsir, C. 1. S. 438,*". Razl. C. 11. S. 33.

[128] Fahrettin Razi. age, C. il, S. 35.

[129] Kadı İyaz. Şifa.

[130] Razi. a«e, C. 11. S. 18. 448

[131] Cessas, age. C. 2, S. 310.

[132] tbnü'l-Arabi, age. C. 1. S. 488

[133] İbni Cevzl, age, C. ı. S. 185.

[134] Ibnü'l-Arabi. age, C. 1, S. 488.

[135] Muftni, C. 2, S. 268.

[136] Müslim. Sahih. C. l, S. 575.