5- MAİDE SURESİ          

 

Bu Sûre, Hz. Peygamber (sa)'e son nazil olanlar meyanındadır. Ashabdan bir çoğundan rivayete göre son nazil olan sûrelerden olmakla tamamı muhkemdir, içinde mensûh âyet yoktur. Nitekim Damre ibn Habîb ve Atiyye ibn Kays'dan rivayete göre Hz. Peygamber (sa): "Mâide Kur'ân'dan son indirilenlerdendir; binaenaleyh onun helâlini helâl kılın, haramını da haram kilin." buyurmuşlardır.[1]

Bir rivayete göre Hudeybiye Barışından sonra nazil olmuştur. Yalnız Sûrenin ikinci âyetinde sözü edilen "müşriklerin Mescid-i Haram'dan alıkoymaları" hiç kuşkusuz âyetin nüzulünden önce meydana gelmiştir.[2] Yine Sûrenin, Hz. Peygamber (sa)'e, Hudeybiye'den dönerken yolda nazil olduğuna dair bir hadis (Nakkaş, Ebu Seleme'den) rivayet edilmişse de İbnu'l-Arabî bu rivayetin uydurma olduğunu ve hiçbir müslümanın bu hadise inanmasının caiz olmadığını söylemiştir.[3]

Nazil olduğu yere gelince; Ebu Ubeyd'in Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayetinde o şöyle demiştir: Maide Sûresi Allah'ın Rasûlü (sa)'ne Veda haccinda Mekke ile Medine arasında inmiştir. Nazil olmaya başladığında devesi üzerinde iken gelen vahyin ağırlığından devenin kaburgaları çatırdamıya başlayınca Efendimiz devesinden inmişlerdi.[4]

Sûrenin tamamının Medine'de nazil olduğu rivayetleri yaygın ve meşhurdur. Bununla birlikte "Ey iman edenler, Allah'ın şeâirine, haram olan aya, kurbanlık hedylere (kurban edilmek üzere Harem'e sürülüp götürülen hayvanlara), onlardaki gerdanlıklara Rablarından nimet ve rıza istiyerek el-Beytu'l-Harâm'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin." (âyet: 2) ile "Bugün dininizi kemale erdirdım, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." (âyet: 3) âyetlerinin Mekke'de nazil olduğuna dair bir rivayet varsa da[5] herhalde nâzi! oldukları yer Mekke olduğu için böyle söylenmiş olmalıdır. Değilse zaman olarak her iki âyet-i kerime de Medine'ye hicretten sonra inmiştir. Hattâ "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesinin son nazil olan âyet veya son nazil olan âyetlerden olduğu da rivayet edilmektedir. Nitekim yerinde işaret edilecektir.

Mukâtil Sûrenin gündüz nazil olduğunu ve tamamının medenî olduğunu da kaydetmektedir.[6]

 

2. Ey iman edenler, Allah 'in sedirine, haram olan aya, kurbanlık hedylere (kurban edilmek üzere Harem'e sürülüp götürülen hayvanlara), onlardaki gerdanlıklara Rablarından nimet ve rıza isüyerek el-Beytu’1-Harâm 'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin...

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak üç hadise anlatılmakta. Bunlardan ikisinde bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olan kişi ve olay aynı olmakla birlikte zaman farkı vardır. Birisi ise daha genel bir sebep olarak görülmektedir.

l. İbn Abbâs anlatıyor: Bu âyet-i kerime Hatîm hakkında nazil olmuştur. Adı Şureyh ibn Dubey'a eİ-Kindî idi. Yemâme'den Medine-i Münevvere'ye Hz. Peygamber (sa)'i görmeye gelmişti. Yanındaki atlıları Medine dışında bırakarak yalnız başına Hz. Peygamber (sa)'in huzuruna girdi ve: "İnsanları neye davet ediyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber (sa): "Allah'ın yegâne ilâh olduğuna şehadet etmeye, namazı kılmaya, zekâtı vermeye." buyurdu. Hz. Peygamber (sa)'İn davetini kabul etmiş görünerek: "Ancak, kabilemde kendileri olmadan karar veremiyeceğim büyüklerim var, ben onlara geri döneyim, belki müslüman olur, onları da size getiririm." dedi ve Efendimiz (sa)'in yanından çıktı. Hz. Peygamber (sa) ashabına, Şureyh yanına girdiğinde: "Yanınıza şeytanın diliyle konuşan bir adam girdi." buyurmuştu. Çıktığında da: "Bu adam sizin yanınıza kâfir yüzüyle girmişti, bir zalimin çıkışıyla çıktı. Bu adam müslüman filân değil." buyurdular. Nitekim Şureyh Medine'den çıkarken Medinelilerin otlamak üzere dışarı saldıkları hayvanlarını sürüp götürmüş, peşine düşmüşlerse de kaçıp kurtulmuş, yakalıyamamışlardı.

Daha sonra Hz. Peygamber Umretu'I-Kazâ için Mekke-i Mükerreme'ye girdiğinde Yemâme hacılarının telbiyesini iştmiş ve ashabına: "Bunlar Hatîm ve arkadaşları." buyurmuş. Hatîm, o Medinelilere ait olup da gasbederek götürdü­ğü hayvanları hacda kurban olmak üzere nişanlamış ve Ka'be'de kurban edil­mek üzere getirmişti. Hz. Peygamber'İe birlikte olan müslümanlar Hatîm'i ya­kalamak üzere ona yönelince Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[7] Taberî'deki İkrime rivayetinde Hatîm'in Medine-i Münevve­re'ye ticaret maksadıyla geldiği ve kavmine yeni dinin haberini götürmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den bilgi istediği, müslüman olup Hz. Peygamber (sa)'e biat ettiği ve fakat kabilesine dönünce irtidad ettiği; Hz. Peygamber (sa)'in anı­na girerken Efendimiz'in onun hakkında "Yanımıza günahkâr bir yüzle girdi." buyurduğu, çıkarken de "Yanımızdan zâlim bir ense ile çıktı." buyurduğu: Suddî rivayetinde de Efendimiz'in, o yanma girerken "Bugün yanınıza Rabîa'dan şeytan dilli birisi giriyor." buyurduğu ayrıntılarına yer verilmektedir.[8]

Yine Suddî’den gelen bir rivayette adının el-Hutam on Hind el-Bekrî[9] ya da Rabîa oğullarından el-Hatîm ibn Hind[10] bir rivayette de adının Şureyh ibn Dubey'a el-Bekrî, lakabının Hutam[11] olduğu da söylenmektedir. Buna göre ayet-i kerime, Hicretin yedinci senesi Zilkade ayında gerçekleştirilen Kaza um­resi esnasında nazil olmuştur.

2. Zeyd ibn Eslem'den gelen bir rivayete göre ise âyet-i kerime Hicretin al­ımcı yılı sonlarında (Zilkade ayında), Hudeybiye musalahası sırasında nazil ol­muştur. Bu rivayette şöyle deniliyor: Hz. Peygamber (sa) ve ashabı Hudeybiye'de müşrikler tarafından Mekke-i Mükerreme'ye sokulmayip bir ant­laşmayla geri dönmeye zorlandıklarında oraya, umreye gitmekte olan müşrik bir grup uğramış. Mekke'ye girmeleri engellenen ashab-ı kiram bunun acısını o müşriklerden çıkarmak istercesine: "Mekke'deki arkadaşları bugün bizi Mescid-: Harâm'a girmekten nasıl alıkoydularsa bunlar da aynı şeyi yapacaklar, gelin şunların haklarından gelelim." demişler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[12]

3. Atâ*dan rivayet ediliyor ki Hacca gelenler Harem dışına çıktıklarında kendilerinin hacca geldiği bilinsin de güvende olsunlar diye Harem'deki ağaç kabuklarından gerdanlıklar yapar ve üzerlerinde taşırlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[13] Katâde'den gelen rivayette fazlalık ola­rak onların Hacca gelişlerinde Semur ağacı kabuklarından, dönüş yolunda da kıldan gerdanlıklar yaptıkları ve bu gerdanlıkları görenlerin onlara dokunmadık­ları zikredilmektedir.[14]

4. İbn Zeyd'den rivayete göre ise Mekke'nin fethi günü bazı müşrikler um­re için telbiye getirerek Ka'be'ye yönelmişler. Müslümanlar: "Bunları Ka'be'ye brakmıyalim, üzerlerine hücum edelim." demişler de bu âyet-i kerime nazil ol­muş.[15]

Bu rivayetlerin muhassalasına göre âyet-i kerime ya Umretu'1-Kazâ (Hicre­tin yedinci senesi Zilkade ayında), ya da Mekke'nin fethi senesi (Hicretin seki­zinci senesi Ramazan ayında) nazil olmuştur ve müfessirler arasında kabul gö­ren bu ikincisidir.[16]

 

3. Ölü, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar; canlan çıkmadan evvel kestikleriniz müstesna olmak üzere boğularak, vurularak yuvarlanarak veya süsülerek ölen, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalananlar ile dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarlyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fâsıklıktır. Bugün küfredenler sizi dininizden etmekten umutlarım kesmişlerdir. Öyleyse onlardan korkmayın da yalnız Ben 'den korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm 'dan razı oldum...

Bu âyet-i kerimenin nüzulü vakti olarak zikredilenler arasında meşhur ola­nı "Hicretin onuncu senesi Veda haccında Hz. Peygamber Arafat'ta bir cuma günü olan Arafe günü ikindiden sonra Adbâ' adlı devesi üzerinde vakfe yapar­ken nazil oldu." Rivayetidir.[17] Hz. Peygamber (sa) bu âyet-i keri­menin inmesinden sonra İbn Cureyc'den rivayete göre 81 veya 82 gün daha ya­şamış ve bu âyet-i kerimeden sonra artık teşrîî başka bir âyet de inmemiştir.[18]

Suddî'den rivayette o şöyle demiştir: "Bugün dininizi kemale erdirdim, ü-zerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesi Arafe günü nazil olmuştur. Bundan sonra helâl ve haram nâziî olmamış ve Hz. Peygamber o hacdan dönüşünde vefat etmiştir. Esma bint Umeys şöyle anlatıyor: O veda haccında Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte haccet­tim. Biz yürürken ve Allah'ın Rasûlü biniti üzerindeyken birden Cibril O'na tecelli etti ve biniti, Efendimiz'e inmekte olan Kur'ân'ın ağırlığına dayanamıyarak çöktü. Ben Allah'ın Rasûlü'ne geldim ve kendi üzerimdeki bir bürdeyi Efendimiz'in üzerine örttüm[19]. Esma bint Umeys'ten bo âyetin nüzul vakti olarak rivayet edilen bilgi Esma bint Yezîd'den Mâide Sûresi ile ilgili olarak rivayet edilmekte ve "Adbâ adlı devesinin üzerinde iken nazil olduğu ve vahyin ağırlığından devenin bacaklarının neredeyse kırılacağı" ayrın­tılarına da yer verilmektedir. Ancak burada Mâide Sûresi ile kastedilenin Mâide Sûresinden sadece bu âyetin olması da ihtimal dahilindedir ve esbâb-ı nüzule dair rivayetlerde bunun emsali pek çoktur. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de bu âyetin nazil olduğu gün pazartesi olarak gösterilip: "Peygamberiniz (sa) Pa­zartesi günü doğdu, hicrette Mekke'den Pazartesi günü çıktı, Medine'ye Pazar­tesi günü girdi ve Mâide Sûresinden "Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'dan razı oldum." âyeti Pa­zartesi günü nazil oldu." Denilmektedir.[20]

Târik ibn Şihâb'dan rivayette o şöyle demiştir: Bir yahudi Hz. Ömer'e: Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size ün olarak İslâm'dan razı oldum." âyet-i kerimesi nazil olduğu sırada: "Biz . ahudiler topluluğu böyle bir âyetin indiği günü bilseydik o günü kendimize bayram edinirdik." demişti. Hz. Ömer: "Bu âyetin nazil olduğu günü, nazil ol­duğu saati ve o nazil olduğu esnada Rasûl-i Ekrem'in nerede olduğunu çok iyi ?üiyorum; Bu âyet-i kerime biz, Arafe günü Allah'ın Rasûlü ile Arafat'ta iken • e O, vakfe yaparken nazil oldu." dedi. Yine Hz. Ömer'den gelen başka bir ri­vayette onun: "Arafatta bir cuma gecesi nazil oldu." dediği nakledilmektedir.[21]

Hadisin Buharı'deki rivayetinde de.Hz. Ömer'in: "Ben bu âyetin nerede nâzı i olduğunu, Arafe günü nazil olduğunda Rasûlullah'ın nerede olduğunu çok iyi biliyorum. Vallahi biz de Arafe'de idik." dediği kaydedilirken o günün cuma olup olmadığında râvî Süfyân'ın şüphesine de yer verilmektedir. Müslim'deki rivayetlerde ise Cuma günü olduğu tasrih edilmiştir. Tirmizî'deki rivayette ise Bayram günü" fazlalığı vardır. Ancak bu rivayet Tirmizî tarafından "hasen ğarîb" olarak değerlendirilmiştir.[22]

Taberî bu rivayetlerden Hz. Ömer'den gelen "Arafat'ta, Arafe günü, Cuma günü nazil oldu." kavlini senedi daha sahih olduğu için tercih etmektedir.[23] Bu, sadece Hz. Ömer'den değil; aynı zamanda Hz. Ali, Muaviye ibn Ebî Sufyân, İbn Abbâs, Semure ibn Cundeb'den ve mursel olarak da Şa'bî, Katâde, Şehr ibn Havşeb ve daha birçok imamdan rivayet edilmiştir.[24]

Bu rivayetler yanında "Bugün küfredenler sizi dininizden etmekten umutla­rım kesmişlerdir." kısmında kastedilen günün hangi gün olduğu konusundaki ihtilâflarla birlikte bu âyet-i kerimenin kastedilen o günde nazil olduğu ve o gü­nün de Mekke'nin fethi günü (Hicretin sekizinci yılı Ramazan ayında, Rama­zan'in bitmesine sekiz gün kala,[25] olduğuna dair İbnu's-Sâib ve Mücâhid'den bir rivayet varsa da[26] meşhur ve sahih olanı daha önce verilen rivayetlerdir.

İbn Cureyc der ki: "dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır." âyet-i kerimesindeki "Nusub" put demek de­ğildir. Putlar, kendilerine suret verilip üzerine nakış yapılanlardır. Nusub ise bir takım taşlardır ki Ka'be'nin çevresine dikilmişlerdi. Sayılarının 360 olduğu söy­lenir. Bir rivayette bunlardan 300'ünün Huzâa'ya ait olduğu söylenir. Câhiliye halkı kurban kestiklerinde kurbanların kanlarını bu taşlara sürer, kurban etlerini bu taşlar üzerine koyarlardı. İslâm gelince ashab-ı kiram: "Ey Allah'ın elçisi, câhiliye halkı Ka'be'ye, onun etrafındaki dikili taşlara kan sürerek ta'zimde bu­lunurlardı. Ka'be'ye ta'zime biz elbette onlardan daha lâyığız. Biz de kurbanla­rımızın kanlarından Ka'be'ye sürmeyelim mi?" diye sordular. Hz. Peygamber bunu yasaklamadı da hemen peşinden Allah Tealâ "Hiçbir zaman onların ne kanları, ne etleri Allah'a ulaşacak değildir..." (Hacc, 22/37) âyet-i kerimesini İndirdi.[27]

 

4. Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size bütün iyi ve temizler helâl kılındı. Allah'in size öğrettiği ile alıştırıp öğrettiğiniz avcı hay­vanların sizin için tuttuklarınıyeyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'tan takva üzere olun. Allah, hesaba çekmesi çok çabuk olandır.

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebinde başlıca iki rivayet vardır. Bunlardan birisinde olay köpeklerin öldürülmesi etrafında, ikincisinde de av köpeklerinin yakalayıp sahiplerine getirdikleri av etrafında cereyan etmektedir:

l. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa) köpeklerin öldürülmesini emredince ashabı bütün köpeklerin öldürülmesi gere­kip gerekmediğini, bu emrin istisnası olup olmadığını öğrenme sadedinde "Ey Allah'ın elçisi, bu ümmetten, yani köpeklerden bize helâl kılınan var mı?" diye sormaları üzerine "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..." âyet-i kerimesi nazil olmuştur.                            İkrime'den bu konuda gelen rivayet biraz daha ayrıntılı ve Hz. Peygamber (sa)'e bu konuda soru soranların isimleri de veriliyor: Allah'ın Rasûlü (sa) kö­peklerin öldürülmesini emrettiğinde ashabı köpekleri Öldürmeye başladılar. Me­dine içindeki bütün köpekleri öldürdükten sonra Medine dışına da çıktılar ve köylerdeki (el-Avâlî) köpekleri de Öldürmeye başladılar. Bunun üzerine ashabdan Asım ibn Adiyy, Sa'd ibn Hayseme ve Uveym ibn Sâide Hz. Pey­gamber (sa)'in yanına geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, bunlardan (köpeklerden) bize helâl kılınan yok mu?" diye sordular da "Sana, kendilerine neyin helâl kı­lındığını soruyorlar..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[28]

Müslim'deki bir rivayetten de Hz. Peygamber (sa)'in, köpekleri öldürme emrinin sebebini öğrenmekteyiz. İbn Abbâs'ın ÜmmüM-Mü'minm Meymûne'den rivayetine göre Hz. Peygamber bir sabah hüzünlü kalkmış Meymûne: "Ey Allah'ın elçisi, bugün sizi üzüntülü görüyorum, neden?" diye sormuş. Hz. Peygamber (sa): "Cibril, dün gece bana geleceğini va'detmişti, ama gelmedi. Allah'a yemin ederim ki o bana olan va'dindçn dönmez" buyurmuş ve. o günü o şekilde üzüntülü olarak geçirmiş. Sonra aklına odada bir köşede bir örtünün altında gördüğü küçük bir köpek eniği gelmiş ve onun ev dışına çıka­rılmasını emretmiş, sonra eline bir miktar su alıp o köpek eniğinin bulunduğu köşeye serpmiş. Akşam olunca Cibril gelmiş ve Efendimiz (sa) ona: "Dün bana geleceğini va'detmiştin." demiş. Cibril: "Evet va'detmiştim ama biz, içinde köpek ve resim olan eve girmeyiz." demiş. Sabah olunca da Hz. Peygamber kö­peklerin öldürülmesini emretmiş. Hattâ sadece şehirdeki köpekleri değil küçük bahçelerde bulunanlarının da öldürülmelerini emretmiş, sadece büyük, yani sa­hibi tarafından köpeği olmadan korunamıyacak kadar büyük bahçelerdeki kö­pekleri bıraktırmış.[29]

Ebu Râfi'den gelen bir rivayette de Hz. Peygamber (sa)'in, Medine-i Mü­nevvere'de bulacağı bütün köpekleri öldürmekle kendisini görevlendirdiği; İkrime'den gelen bir rivayette de Ebu Rafı'in köpeklen öldürme işini Medine dışına da taşırınca Asım ibn Adiyy, Sa'd ibn Hasme ve Uveymir ibn Sâide'nin Hz. Peygamber (sa)'e gelerek "Ey Allah'ın elçisi, bu öldürülmelerini emrettiğin köpeklerden bize helâl olan bir şey var mı?" diye sordukları ve bunun üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu ayrıntılarına yer verilmektedir.[30]

2. Şa'bî kanalıyla Adiyy ibn Hatim et-Tâî'der rivayette o şöyle anlatmış: Rasûlullah (sa)'a bir adam gelip köpeklerle yapılan avı sordu. Efendimiz (sa) ona ne söyleyeceğini bilemedi. Nihayet "Allah'ın size öğrettiği ile alıştırıp öğ­rettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[31]

Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'e av kö­peklerinin tuttuklarından neyin helâl olduğunu soran Tayy kabilesinden Adiyy ibn Hatim ve Zeyd ibnu'l-Muhelhel olup âyet-i kerime onlar hakkında nazil ol­muştur. Bu Zeyd'in adı Zeyd el-Hayl iken Rasûlullah (sa), "Zeyd el-Hayr" ola­rak değiştirmişti. Bu rivayete göre ikisi Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, biz, köpek ve doğanla avlanan bir topluluğuz. Dir' oğullan ve Huriye oğullan köpekleri (başka bir rivayette Zerîh oğullan köpekleri,[32] yaban ineği, yaban eşeği, ceylan, keler gibi avları yakaladıkla­rında biz bazan o avlar ölmeden yetişir keseriz, bazan da olur ki biz kesmeye yetişmeden köpek o avı öldürür. Şimdi ise ölü etini Allah haram kıldı. Av kö­peklerinin ve doğanların bizim için yakaladıklarından bize helâl olan nedir?" diye sordular da "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..." âyef~i kerimesi nazil oldu.[33] Buna göre âyet-i kerimenin nüzu­lü, ölü vs. muharrematın zikredildiği aynı Sûrenin üçüncü âyetinin inişinin akabindedir.[34]

 

5. Bugün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitab verilmiş olanların yemekleri size helâl kılındı. Sizin yemekleriniz de onlara helâldir Mu minlerden namuslu ve hür kadınlar ile sizden Önce kendilerine kitab verilmiş olanlardan namuslu ve hür kadınlar zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helâldir. Kim de imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.

Katâde der ki: Bazı müslümanlar: "Bizim dinimizden başka bir din üzerelerken onların kadınları ile nasıl evlenelim ki?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[35]

"Kim de imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır." kısmının nüzul sebebi olarak Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan naklediliyor ki Allah Tealâ bu âyet-i kerimenin baş kısmında kitab ehli kadınları ile evlenme ruhsatı verince kitab ehlinden kadınlar: "Eğer Allah Tealâ bizden razı olmamış olsaydı mü'min erkeklerle evlenmemizi mubah kılmazdı." demişler. Müslümanlar da: "Onlar bizim dinimiz üzere değilken onlarla nasıl evleniriz!?" demişler ve "Kim^e imanı inkâr ederse yaptıkları boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır." kısmı bunun üzerine nazil olmuş.[36]

 

6. Ey iman edenler, namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın başınıza da mesnedin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb iseniz hemen gusledip iyice temizlenin. Eğer hasta olduysanız veya yolculukta iseniz, yahut heladan gelmişseniz veya kadınlara yaklaştınız da su bulamadıysanız temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size zorluk vermek istemez, fakat sizi temizlemek, üzerinize olan nimetini tamamlamakister^ Tâ ki O 'na şükredesiniz.

Buna "Vudû' âyeti=Abdest âyeti" de 'Teyemmüm âyeti" de denilmiştir. Meşhur olan birincisidir. Daha önce Nisa Sûresinde (Nisa, 4/43 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere o âyete 'Teyemmüm âyeti" denilmektedir. Bazı riva­yetlerde 'Teyemmüm âyeti" denilip de âyet-i kerimenin lâfzı verilmediği için bazı âlimler bununla Nisa 43 âyetinin kastedildiğini zannetmişlerdir. Bu yüzden teyemmüm hükmünün inmesine sebep olan Hz. Aişe'nin gerdanlığını kaybet­mesi hadisesi birçok eserde ve tefsirde Nisa Sûresinin 43. âyetinde zikredilmiş­tir.

Biz de bu âyet-i kerimedeki teyemmümle İlgili kısmın nüzul sebebini, te­yemmümün ilk geçtiği yer olan Nisa 43'te geniş olarak verdiğimizden burada tekrarına gerek görmüyoruz. Burada da sadece Humeydî'nin Musned' indeki şu kısa rivayetle yetindim:

Humeydî'nin... Hz. Aişe'den rivayetine göre Ebvâ* gecesi gerdanlığı dü­şüp kaybolmuştu. Allah'ın Rasûlü (sa) iki kişiyi gerdanlığı aramaya gönderdi. Namaz vakti girdiğinde yanlarında su yoktu ve ne yapacaklarını da bilmiyorlarda da teyemmüm âyeti nazil oldu.

Üseyd ibn Hudayr (Hz. Aişe'ye) dedi ki: "Allah senin hayrını versin! Başı­na hoşlanmiyacağın bir iş gelip de Allah'ın sana bir çıkış yolu vermediği, müslümanlara da hayırlı kılmadığı hiçbir iş yok."[37]

Ancak, Hz. Aişe'nin gerdanlığının kaybolması hadisesinin de iki kere meydana geldiğini; bunlardan birincisinin İfk ehlinin iddiaları ile namuslu ka­dınlara zina iftirasında bulunanlara had uygulanmasını getiren âyetlerin inmesi­ne, ikincisinin de bu teyemmüm ruhsatını getiren Maide 6 âyet-i kerimesinin inmesine sebep olduğunu da hatırlatmadan geçmemeliyiz. Nitekim Taberânî'nin Abbâd ibn Abdullah ibnu'z-Zubeyr kanalıyla Hz. Aişe'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu açıkça belirtilmektedir. Bu haberde Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Gerdanlığımın kaybolduğu ve İfk ehlinin attıkları iftiralarla bunu takip eden olaylardan sonra yine bir defasında başka bir gazvede Hz. Peygamber (sa) ile birlikte sefere çıkarılmıştım. Yine gerdanlığım düştü ve insanlar, onu aramak üzere hapsolundu, bulundukları yerden ayrılamadılar. Ebu Bekr bana: "Kızcağı­zım, her stferde insanlara yük ve belâ oluyorsun." dedi. Bunun üzenine Allah Tealâ teyemmümle ilgili ruhsatı indirdi de Ebu Bekr: "Hiç kuşkusuz sen çok mübareksin." dedi.[38]

Suyûtî, bu rivayeti verdikten sonra iki hususa tenbihte bulunma ihtiyacı hissediyor ki lüzumuna ve faydasına binaen biz de buraya almayı uygun görü­yoruz:

Birincisi: Buharı, Teyemmüm hükmünün inmesine sebep olan hadiseyi zikrettikten sonra bu hadise üzerine başka rivayetlerde "teyemmüm âyeti nazil oldu." diye zikredilen âyetin Mâide âyeti olduğunu açıkça belirtmektedir.

İbn Abdilberr ise: "Bu, biraz karışık bir durumdur ve hastalığının ilâcını da bulamadım. Çünkü Hz. Aişe'nin bu iki âyetten (Nisa, 43 ve Mâide 6) hangisini kastettiğni bilmiyoruz. İbn Batal der ki: Bu (Hz. Aişe'nin kastettiği) Nisa Süre­sindeki âyettir. Çünkü Mâide Süresindeki âyet "Abdest âyeti" olarak bilinmek­tedir. Halbuk Nisa Süresindeki âyette abdestten hiç bahsedilmemektedir. O hal­de ona "teyemmüm âyeti" denilmesi daha uygundur. Vahidî de bu hadiseyi Nisa Süresindeki âyetin nüzul sebebinde zikretmektedir. Ancak Buhârî'nin, burada kastedilenin Mâide Süresindeki âyet olduğuna meyletmesi doğru olandır. Çünkü verdiği rivayette bu husus açıkça ifade edilmiş ve "Ey iman edenler, namaza kalktığınızda.-.." âyeti nazil oldu." denilmiştir.

İkincisi: Hadis-i şerif abdestin, bu âyet-i kerime inmeden Önce de vacip ol­duğuna delâlet etmektedir. Bu sebepledir ki sahabe-i kiram, su olmıyan bir yer­de konaklayıp kaybolan gerdanlık yüzünden oraya adeta hapsolunmalarını bü­yük görmüş, önemsemiş ve yine bu sebepledir ki Hz. Ebu Bekr kızını azarlamış; "İnsanları burada hapsettin, su başında da değiller, yanlarında su da yok." de­miştir.

İbn Abdilberr der ki: Bütün Meğâzî âlimlerince malûmdur ki Hz. Peygam­ber (sa), namazın farz kılınmasından itibaren hiç abdestsiz namaz kılmamıştır. Bunu ancak bilgisiz olan ya da inatçı bir inkarcı reddeder. Burada akla şöyle bir soru geliyor: O halde daha önceden fiilen abdest varken, bir çeşit abdest âyeti olmaksızın abdest hükmü uygulanırken daha sonra abdest âyetinin inmesindeki hikmet nedir? Buna şöyle cevap verilebilir: Bunun hikmeti abdestin farzıyetinin Kur'ân'da okunan bir vahiyle olmasıdır. Ya da şöyle denilebilir: Ayet-i kerime­nin baş kısmı (abdest hükmünün bulunduğu kısım) abdestin farz kılınması za­manında inmiş, kalan kısmı, yani teyemmümle ilgili hükmün bulunduğu kısım ise daha sonra bu olay üzerine (Hz. Aişe'nin gerdanlığının ikinci kez kayboldu­ğu hadise üzerine) inmiştir. Ancak bu cevaplardan birincisi daha uygun gibi görünmektedir. Çünkü abdestin farz kılınması Mekke'de olmakla birlikte âyet-i kerime (bütün olarak) Medine'de nazil olmuştur.[39]

 

8. Ey iman edenler, adaleti gözeten şahidler olun ve bir topluluğa karşı o-lan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli davranın ki bu; takvaya en yakın olan davranıştır. Allah'tan takva üzere olun; hiç şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan hakkıyla haberdardır.

1. Bu âyet-i kerimenin, Hz. Peygamber'i öldürmeye kasteden yahudiler hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Ancak Abdullah ibn Kesîr'den ge­len iki rivayetin birinde Efendimiz'i öldürmeye kasteden Hayber yahudileri hakkında indiği belirtilirken yine ondan gelen ikinci rivayette aralarındaki bir antlaşmaya istinaden bir diyet konusunda yardımlarım istemeye gittiğinde Nadir oğullan yahudilerinin Hz. Peygamber (sa)'i öldürmeye kastetmeleri üzerine in­diği kaydedilmektedir.[40] Ancak neticede mü'minlerin, her iki halde de haklarında adaletli davranmaları emredilen muhatablar yahudiler olduğuna göre iki rivayet arasında çelişki yok demektir.

2. Râzî burada "Bu âyet-i kerime, müslümanları Mescid-i Harâm'dan alakoyan, Mescid-i Harâm'a girmelerini engelleyen Kureyş hakkında nazil ol­du." şeklinde ikinci bir görüş daha zikretmekle birlikte bu görüşün kime ait ol­duğunu belirtmemiştir.[41] Râzî'deki bu nüzul sebebine Hasan-ı Basrî'den gelen: "Kureyşliler, Hz. Peygamber (sa)'i öldürmesi için birisini göndermişlerdi. Allah Teaiâ, Rasûlü'nü bundan haberdar etti ve bu âyet-i kerime ile bunu takip eden âyet nazil oldu."[42] şeklinde­ki bir rivayet bir Ölçüde açıklık getirmekte ve onu tahsis etmektedir.

3. Daha önce bu sûrenin ikinci âyetinin nüzul sebebinde geçen ve Zeyd ibn Eşlem'den gelen rivayette anlatılan hadise Suyûtî tarafından bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak zikredilmektedir. Bu rivayette şöyle deniliyor: Hz. Peygam­ber (sa) ve ashabı Hudeybiye'de müşrikler tarafından Mekke-i Mükerreme'ye sokulmayıp bir antlaşmayla geri dönmeye zorlandıklarında oraya, umreye git­mekte olan doğudan gelen müşrik bir grup uğramış. Mekke'ye girmeleri engel­lenen ashab-ı kiram bunun acısını o müşriklerden çıkarmak istercesine: "Mek­ke'deki müşrikler bugün bizi Mescid-i Harâm'a girmekten nasıl alı koydu larsa, gelin biz de bunların Mescid-i Harâm'a girmelerini engelleyelim" demişler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir (Suyûtî, Uîbâbu'n-Nukûi; ı,î34). Buna göre âyet-i kerime Hicretin altıncı yılı sonlarında (Zilkade ayında), Hudeybiye musalahası sırasında nazil olmuş olmalıdır.[43]

 

11. Ey iman edenler, Allah 'in üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmıya kalkışmıştı da onları ellerini üzerinizden geri çekmişti. Allah'tan takva üzere olun ve mü'minler Allah'a tevekkül etsinler.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak iki hadise nakledilmektedir ki iki­sinde de Hz. Peygamber (sa)'e bir tecavüz girişimi vardır:

l. İbn İshâk'ın ... Câbir ibn Abdullah'tan rivayetine göre Muhârib oğulla­rından Gavres (Ğûres, Gavrek, Guveyris rivayetleri de vardır) adında birisi kavmi Muhârib ve Gatafan'dan bazılarına: "Sizin için Muhammed'i Öldürüve-reyim mi?" demiş. "Bunu nasıl yapacaksın?" demişler, "Ona gizlice yaklaşaca­ğım ve onun haberi olmadan üzerine saldırıp Öldüreceğim." demiş.Allah'ın Rasûlü (sa)'ne sinsice yaklaşmış, Efendimiz (sa)'in kılıcı kucağında oturuyor imiş. Birden uzanıp Efendimiz (sa)'in kılıcını ele geçirmiş ve salliyarak yak­laşmış: "Ey Muhammed, benden korkuyor musun?" demiş. Efendimiz: "Hayır, senden niye korkayım?" buyurmuş. "Neden korkmıyasın? Elimde kılıç var." demiş. Efendimiz (sa): "Hayır, korkmuyorum, Allah beni senden korur." bu-yurmuş. Gavres hamle edince Efendimiz (sa)'e yaklaşması engellenmiş ve Hz. Peygamber (sa)'e kılıcını iade etmiş. Kılıcı alan Hz. Peygamber: "Şimdi söyle bakalım seni benden kim koruyacak?" buyurmuş da Gavres: "Sen, insanların cezalandırmada en hayırlısı-ol." demiş. Efendimiz ona İslâm'ı arzettiyse de ka­bul etmemiş ve "Sadece seninle savaşmamaya, seninle savaşanlarla birlikte ol­mamaya söz veririm." demiş ve Efendimiz de onu cezalandırmayıp salıvermiş ve bu hadise üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinize olan ni­metini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmıya kalkışmıştı da onların ellerini üzerinizden geri çekmişti..." âyetini İndirmiş[44] Müslim'deki Câbir ibn Abdullah rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in kılıcı kucağında uyuduğu ifadesi yerine "Kılıcını bir ağaç dalına astığı" kaydedilirken Gavres'in: "Şimdi seni benden kim koruyacak?" sorusuna Hz. Peygamber (sa)'in: "Allah" cevabı üzerine Gavres'in, kılıcını kınına koyarak olduğu yere oturakaldığı" ifade edilmekte ve hadise yerinin Zâtu'r-Rikâ' olduğu tasrih edilmektedir (Müslim, Fedâii, 13,14). Kurtubî, Hz. Peygamber (sa) tarafından serbest bırakılan Gavres'in, kabilesine dönünce "Size, insanların en hayırlısının yanından geliyorum." dediğini de kaydeder.[45] Katâde'den gelen rivayette Gavres'e, Hz. Peygamber (sa)'i öldürme işi, kabilesi tarafından havale edilmiştir (Taberî, age. vi,94). Ebu Hatim ve Vâkıdî, Hz. Peygam-ber'e saldırmaya kalkışan bu kişinin adını Du'sûr ibmı'l-Hâris olarak verip son­ra müslüman olduğunu kaydetmektedirler (Kurtubî, age. vi,74). Hadisenin müslim'deki rivayetinde olayın Necd tarafına (Gatafan kabilesi de Necd tara-fındadır) yapılan bir gazvede meydana geldiği kaydedilirken âyetin nüzulüne temas edilmemektedir.[46]

Bu hadise hicretin dördüncü senesi gazvelerinden Gatafan kabilelerinden Muhârib ve Sa'lebe oğulları üzerine gerçekleştirilen Zâtu'r-Rıkâ' gazvesi sıra­sında Batnu Nahle'de meydana gelmiştir. Buna göre âyet-i kerime hicretin dör­düncü senesi nazil olmuş demektir. Hadise, ayrıntılarda küçük farklarla daha önce Nisa, 4/101-102 âyetlerinin nüzul sebebinde de geçmişti.

2. Yine ibn İshak'ın... Yezîd ibn Rûmân'dan rivayetine göre bu âyet-i keri­me Gavres hakkında değil, Nadîr oğullarının kardeşi Amr ibn Cihâş ibn Ka'b'ın Hz. Peygamber (sa)'i öldürmeye kalkışması üzerine nazil olmuştur.[47]

İbn Hişâm'ın kısa olarak verdiği bu ikinci nüzul sebebi Taberî tarafından biraz daha geniş olarak şöyle naklediliyor: Asım ibn Ömer ibn Katâde ve Ab­dullah ibn Ebî Bekr'den rivayette onlar şöyle anlatıyorlar: Allah'ın Rasûlü (sa), Amr ibn Umeyye ed-Damrî tarafından öldürülen iki Amir'linin diyeti konusun­da yardımlarını istemek üzere Nadîr oğullarına gitmişti. Efendimiz onlara gelin­ce birbirleriyle yalnız kalıp "Muhammed'i öldürmek için bundan daha iyi bir fırsat asla elinize geçmiyecek. Birisine emredin, onun yanında durduğu evin damına çıksın, üzerine bir kaya yuvarlasın da bizi şu adamdan kurtarıp rahata erdirdin." dediler. Amr ibn Cihâş ibn Ka'b, söyleneni yapmak üzere kalktığında Hz. Peygamber (sa)'e yahudilerin bu suikastlerinin haberi geldi de oradan ayrıl­dı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah'ın üzerinize olan nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmıya kalkışmıştı da onları ellerini üzerinizden geri çekmişti..." âyetini indirdi.[48]

Bu konudaki İkrime rivayeti olayı anlatmaya ilgisi itibariyle Bi'ru Maûne vak'asından başlıyor ve biraz daha ayrıntılı, şöyle ki: Allah'ın Rasûlü (sa) Neccâr oğullarından ve ashabın alemdarlarından el-Munzir ibn Amr el-Ansârî'yi muhacir ve ansardan oluşan 30 kişilik (40 ve yetmiş kişi oldukları rivayetleri de vardır.) bir grubun başına geçirip (Amir oğullarına) muallim ola­rak göndermişti. Amir oğullan sularından (kuyularından) olan Bi'ru Maûne'de Amir ibnu't-Tufeyl ibn Mâlik'in bunlar üzerine hücum etmesiyle aralarında çı­kan çatışmada üçü hariç hepsi öldürüldü. Bu üç kişi de kaçıp kaybolan bir binit­lerini aramak üzere gruptan ayrılanlardı. Bu üç kişiden biri olan Haram ibn Mi Ihan da saldırganlar tarafından yakalanıp öldürülmüş, diğer ikisi kaçmayı başarmıştı. Bunlar Medine'ye dönerlerken Suleym oğullarından iki kişiye rast­layıp onları da Amir oğullarından zannederek öldürmüşlerdi. Suleym oğullan ise Hz. Peygamber (sa)'le antlaşmalı olup düşman değillerdi. Daha sonra Suleym oğullarından bu öldürülenlerin yakınları Medine-i Münevvere'ye gele­rek Hz. Peygamber (sa)'den o iki kişinin diyetini istediler. Hz. Peygamber (sa) de bu ikisinin diyetini ödemede kendilerine yardımcı olmalarını istemek üzere Nadîr oğullarına gitmeye karar verdi. Yanına Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Abdurrahman ibn Avf i alarak Nadîr oğullarına geldi ve Ka'b İbnu'l-Eşref ve Nadîr oğullan yahudilerinin bulunduğu yere girdiler. Onlar konuşur ve Efendimiz (sa)'i "Biraz bekleyin, size bir yemek yapıp ikram edelim." diyerek oyalarken diğer bir takım yahudiler (Huyey ibn Ahtab ve arkadaşları,[49] de Efendimiz (sa)'i öldürmek üzere bir suikast plânı hazırla­makla meşguldüler. Hemen Cibril gelerek yahudilerin Efendimiz (sa)'e suikastle onu öldürmeye kastetmekte ittifak ettiklerini haber vermekle Efendi­miz (sa) hemen oradan ayrıldı ve Hz. Ali'ye: "Ashabından kim kendisinin nere­de olduğunu sorarsa aceie Medine-i Münevvere'ye dönmeleri"ni söylemesini emretti. Hz. Ali, Efendimiz (sa)'in bu emrini orada bulunanlara tebliğle o da sonuncularıyla birlikte Medine-i Münevvere'ye döndü. İşte Allah Tealâ'nın "İç­lerinden pek azı müstesna daima hainliklerini görürsün, (âyet: 13) kavli budur. Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) Nadîr oğullan üzerine sefer edip onları kalelerinden indirdi Ve yurtlarından sürgün etti.[50]

İbn İshâk'tan gelen rivayette ise Efendimiz (sa), ashabına bir şey söyle­meden Nadîr oğulları yurdundan sür'atle ayrılmış, bir süre onun dönmesini bek­leyen ashabı da oradan ayrılarak Medine-i Münevvere'nin yolunu tutmuşlar ve yolda rastladıkları birisinden Efendimiz'in Medine'ye döndüğünü öğrenmişler­dir.[51] Taberî, bu rivayetleri verdikten sonra Nadîr oğulları yahudilerinin, Efendimiz (sa)'in canına kastetmeleri üzerine nazil oldu­ğu rivayetini tercih etmektedir. Bu tercihte bu âyet-i kerimeyi takip eden âyet­lerde de yahudilerden bahsedilmesi etkili olmuş görünüyor. Nitekim İbn Atıyye de böyle söylemektedir.[52] Bi'ru Ma'ûne ve Nadîr oğulları gazvesi hicretin dördüncü yılı olaylarından olduğundan bu rivayete göre de âyet-i keri­me hicretin dördüncü yılında nazil oîmuş demektir.[53]

 

15. Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder, çoğundan da geçiverir. Gerçekten Allah 'tan size bir nâr ve bir kitab-ı mübîn gelmiştir.

16. Allah onunla, rızasını gözetenleri selâmet yollarına iletir. İzniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola hidayet eyler.

İkrime'den "Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder..." âyeti hakkında rivayete göre o şöyle anlatıyor: Yahudiler, recm'i sormak üzere Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler ve bir evde toplanmışlardı. Allah'ın Rasûlü (sa): "İçinizde en bilgiliniz kim?" diye sordu. İçlerinden İbn Sûriyâ adındaki birini işaret ettiler. "En bilgilileri sen misin?" diye sordu. Onun: "Dilediğini sor." demesi üzerine: "Onların en bilgilisi sen misin?" diye sorusunu tekrarladı. O: "Onlar öyle sanıyorlar." dedi. Efendimiz (sa) "Musa'ya Tevrat'ı indiren, dağı üzerlerine kaldıran ve onlardan ağır ağır sözler alan Allah adına doğru söyleyeceğine" dair söz aldıktan sonra recmin Tevrat'ta olup olmadığını sordu da İbn Sûriyâ şöyle dedi: "Bizim kadınlarımız çok güzel kadınlardı ve zina sebebiyle bizde (zina eden kadınları recmederek) öldürme çoğalmıştı. Bunun üzerine zina eden kadınlarımızı zina cezası olarak öldürmek yerine onlara yüz sopa vurmak ve saçlarını traş etmekle yetindik." dedi. Efendimiz (o iki yahudinin) recmedilerek öldürülmesini emretti ve Allah Tealâ onlar hakkında Ey ehl-i kitab, size Rasûlümüz gelmiştir. Kitabdan gizlemekte olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan eder..." âyetini indirdi.[54]

 

18. Yahudiler ve hristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." dediler. De ki: "Öyleyse günahınızdan dolayı size neden azâb ediyor? Hayır, siz O'nun yarattıklarından bir beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasındakiler in hükümranlığı Allah'ındır ve O 'nadir dönüş.

Saki ibn Cubeyr veya Iknmenm İbn Abbâs lan rivayetlerinde o şöyle anla­tıyor: Nu'mân ibn Adâ (veya âsâ, hak: Atûsî, age. vuoo), Bahrî ibn Amr ve Şâs i» Adiyy adlı yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e gelip onunla konuştular. Efendimiz de onlarla konuşup kendilerini Allah'a, Allah'ın hak dinine davet edip onları Allah'ın azabı ile uyardı. Onlar da aynen hristiyanlar gibi "Ey Muhammedr dediler, "Bizi ne ile korkutuyorsun? Bizler Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz:* İşte bunun üzerine Allah Tealâ onlar hakkında, sonuna kadar olmak üzere "Ya­hudiler ve hristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." dediler..." âye­tini indirdi.[55] İbn İshak'ın İbn Abbâs'tan rivayetinde bu yahudilerin isimleri Nu'man ibn Kusayy, Bahr ibn Amr ve Şâs ibn Adiyy şek­lindedir.[56]

Tevrat'da Allah Tealâ: "Ey bilginlerim (hahahlarım) ve ey elçilerimin oğullan!" demişken değiştirip "Ey dostlarım ve ey oğullarım!" yazdılar. Allah Tealâ, onların bu iddialarında (Allah'ın dostları ve oğullan oldukları İddiasında) yalancı olduklarını bildirmek üzere "Yahudiler ve hristiyanlar: Biz Allah'm oğulları ve dotlarıyız. dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size neden azâb ediyor?..," âyetini İndirdi.[57]

 

19. Ey ehl-i kitab, peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde gerçekten size bu Rasûlümüz gelmiştir. Size gerçekleri beyan ediyor ki "Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi." demiyesiniz. Gerçekten o size bir müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir ve Allah her şeye Kadir 'dir.

Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Muâz ibn Cebel, Sa'd ibn Ubâde ve. Ukbe ibn Vehb, yahudilere: "Ey yahudiler topluluğu, Allah'tan sakının; Allah'a yemin olsun ki sizler, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Çünkü o gelmezden önce sizler bize onu hatırlatıyor, sıfatlarını bize söylüyordunuz." dediler. İçlerinden Râfi' ibn Harmele (veya Hureymile, bak: Kurtubî, ei-câmiu ü-Ahkâmi'i-Kur'ân, vı,so) ve Vehb ibn Yahuda: "Biz size bunları söylemedik; Allah Musa'dan sonra hiçbir kİtab indirmedi, ondan sonra bir müjdeci ve uyarıcı da göndermedi." dediler de Allah Tealâ "Ey ehl-i kitab, peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde gerçekten size bu Rasûlümüz gelmiştir. Size gerçekleri beyan ediyor..." âyetini indirdi.[58]

 

33. Allah ve Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa koşanların cezası ancak öldürülmek, asılmak, çaprazlama el ve ayakları kesilmek veya yerlerinden sürülmektir. Bu, onlara dünyadaki bir rüsvaylıktır ve onlara âhirette de çok büyük bir azâb vardır.

l. Enes ibn Mâlik'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Ukl (veya Ureyne demiştir) kabilesinden bir grup müslüman olduklarını izhar edip İslâm üzere bîat etmek üzere Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve Medine-i Münevvere'de ikamet etmektelerken karınlarından rahatsız oldular. Allah'ın Rasûlü (sa), onlara Medine dışına çıkmalarını ve şehir dışında bulunan zekât develerinin idrar ve sütlerinden içmelerini emretti, bununla şifa bulacaklarını haber verdi. Medine dışına çıkıp Rasûlullah (sa)'ın dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar, sonra da irtidad edip Rasûlullah (sa)'ın zekât develerini gütmekte olan müslüman çobanını öldürdüler ve zekât develerini sürüp götürdüler. Ertesi sabah Hz. Peygamber (sa)'e bu haber ulaşınca hemen peşlerinden bir seriyye gönderdi de gün yeni yükselmişken yakalanıp getirildiler. Allah'ın Rasûlü (sa) emretti de elleri ve ayakları çaprazlama kesildi, gözleri oyuldu ve güneşin altında, çobanları işkence ile öldürdükleri yerin yakınındaki taşlık araziye atıldılar. Susuzluktan kavrulup su istemişler ve onlara su verilmemişti. Ebu Kılâbe der ki: Onlar zekât develerini çalan, zekât develerinin çobanını öldüren, iman ettikten sonra irtidad edip Allah ve Rasûlü ile savaşan kimselerdi. İşte Allah Tealâ bunun üzerine "Allah ve Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa koşanların cezası ancak Öldürülmek, asılmak, çaprazlama el ve ayakları kesilmek veya yerlerinden sürülmektir..." âyet-i kerimesini indirdi.

Eyyûb'dan gelen rivayette onların gözlerinin çıkarılması haberi yerine göz­lerine kızgın şişlerden mil çekildiği, el ve ayaklarının kesilip yaralarının, kanla­rının dinmesi için dağlanmadığı kaydı vardır. Enes'den gelen başka bir rivayette Hz. Peygamber (sa)'in, bu katil mürtedlerin peşine saldığı seriyye ile birlikte bir de iz sürücü gönderdiği ve onlara verilen cezanın akabinde Allah Tealâ'nın bu âyet-i kerimeyi indirdiği kaydı vardır. Enes'den gelen başka bir rivayette de o: "Onlardan birisini bizzat ben de gördüm. Susuzluktan belki içinde bir damla su vardır umuduyla yerdeki toprağı (veya taşları) ağzına alıyor, sonra tükürüyordu. Sonunda bu halde öldüler." demiştir.[59]

İbn İshak'ın belirttiğine ve Enes'ten gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in, bu mürted katillerin gözlerine kızgın mil çektirmesi ve ellerini ayaklarını çaprazlama kestirmesi; onların, zekât develerinin çobanlarına yaptıklarına karşılık bir kısastır. Onlar, Hz. Peygamber (sa)'in çobanını (veya çobanlarını), ellerini ayaklarını kesmek, gözlerini çıkarmak ve gözlerine diken otları dikmek suretiy­le işkence ederek öldürmüşlerdi. Enes'den gelen rivayetlerin birinde bu mürted katillerin Ukl ve (veya değil) Ureyne'den sekiz kişi (başka bir rivayette dördü Ureyne'den, üçü Ukl'den olmak üzere yedi kişi) olup birsam denilen bir hasta­lığa (Akciğer zarı iltihabı) yakalandıkları; Hz. Peygamber (sa)'in, O'na gelip hastalıklarından şikâyet etmeleri üzerine bir miktar zekât devesini bir çobanla birlikte Medine dışında (şehir havasından çıkıp çöl havası alarak) idrar ve sütle­rinden içmek suretiyle şifa bulmaları için bunlara tahsis edip Medine dışına gönderdiği, peşlerinden gönderilen seriyyenin de ansardan yaklaşık yirmi süvari genç olduğu; Cerîr ibn Abdullah'tan gelen bir rivayette de Hz. Peygamber (sa)'in, kendisini bir grup sahabî ile onları takibe ve yakalamaya gönderdiği, kavimlerinin topraklarına iyice yaklaşmışlarken yakalayıp getirdikleri, Bunlar tarafından öldürülen müslüman çobanın isminin Yesâr olduğu, Hz. Peygam-ber'in onları işkence ile öldürmesi sırasında "su, su!" diye feryatlarına Hz. Pey­gamber (sa)'in: "Ateş, ateş" diye cevap verdiği, Hz. Peygamber (sa)'in onlan işkence ile öldürmesinin Allah Tealâ tarafından hoş görülmeyerek bu âyet-i ke­rimeyi indirdiği, Enes'den gelen bir rivayette de Hz. Peygamber (sa)'in, bunlan öldürdükten sonra ateşte yaktırdığı ayrıntılarına yer verilmektedir.[60]

2. Râzî bu âyetin nüzul sebebinde ikinci bir görüş daha zikreder. Ebu Berze (veya Ebu Bürde) Hilâl ibn Uveymir el-Eslemî, Hz. Peygamber (sa) ile antlaşmalı imiş. "O, Rasûlullah'a ve müslümanlara yardım etmiyecek, ama onlara karşı olanlara da yardım etmiyecek." yani tarafsız olacaktı. Ancak onun yokluğunda kabilesinden bazıları, müslüman olmak üzere Medine-i Münevvere'ye gitmekte iken yanlarına uğrayan Kinâne kabilesinden bazı kimseleri öldürerek mallarını almışlar ve işte âyet-i kerime Ebu Berze'nin kabilesinden bunu yapanlar hakkında nazil olmuş[61] Ancak âyet-i kerimenin nüzulünde meşhur ve sahih olan hadise birincisidir ve bu hadise de hicretin altıncı senesinde vukubulduğuna göre âyet-i kerimenin inmesi de o senede olmalıdır.[62]

3. İbn Ebî Talha'nın İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Hz. Peygamber (sa) ile antlaşmalı olan kitab ehlinden bir kabile, aralarındaki antlaşmayı bozunca Allah Tealâ bu âyet-i kerime ile Rasûlü (sa)'nü, onları, öldürmek veya çaprazlama ellerini ve ayaklarını kesmek suretiyle cezalandırmada muhayyer kılmıştır.[63] Bu rivayet âyet-i kerime için bir nüzul sebebi olmaktan çok âyet-i kerimenin hükmü ile ilgili bir haberdir.[64]

 

38. Hırsız erkek ve hırsız kadının, yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Azız'dır, Hakîm'dir.

Kelbî bu âyet-i kerimenin, Tu'me ibn Übeynk'in komşusu Rifâa ibn Nu'mân'ın evinden bazı silâhları (veya bir zırhı) çalması ile gelişen olaylar üze­rine indiğini söylemektedir.[65] Bu Tu'me ibn Übeyrık hadisesi bü­tün ayrıntılarıyla daha önce (Nisa Sûresinin 105-107. âyetlerinin nüzul sebebin­de) anlatıldığı için burada tekrarına gerek görmüyoruz.

Yine orada geçtiği üzere Suyûtî, Bu hadisenin Hicretin dördüncü yılının Rebî aylarından birinde (evvel veya sânî) meydana geldiğini kaydediyor ki[66] bu, âyet-i kerimenin de nüzul zamanına işaret etmekte­dir.[67]

 

39. Kim de zulmettikten sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse muhakkak ki Allah onun tevbesini kabul buyurur. Gerçekten Allah Gafur'dur, Rahim 'dir.

Abdullah ibn Amr'dan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir kadın, bir aileden bir takım süs eşyaları çalmış, süs eşyaları çalınan kimseler hırsız kadını yakalayıp cezalandırması için Rasûlullah (sa)'a getirmişler ve: "Ey Allah'ın elçisi, bu ka­dın bizden hırsızlık yaptı." demişlerdi. Rasûlullah (sa): "Sağ elini kesin." bu­yurdu. Kadına had uygulandıktan sonra Rasûl-i Ekrem (sa)'e gelip: "Ey Al­lah'ın elçisi, bana tevbe yok mu?" diye sordu da Efendimiz: "Bugün sen, an­nenden doğduğun günkü gibi (günahsızsın)." buyurdular ve Allah Tealâ da "Kim de zulmettikten sonra tevbe eder ve kendini düzeltirse muhakkak ki Allah onun tevbesini kabul buyurur..." âyet-i kerimesini indirdi.[68] Habe­rin Musned'deki rivayetinde kadının ailesinin, elinin kesilmemesine karşılık fidye vermek istedikleri, hattâ fidyeyi beşyüz dinara kadar yükselttikleri ve fa­kat Efendimiz'in onların fidye tekliflerine kulak asmıyarak mutlaka el kesme cezasının uygulanmasını emrettikleri de kaydedilmektedir.[69] İbn Kesîr, bu kadının, hırsızlık hadisesi Buhârî ve Müslim'de de anla­tılan Mahzûm kabilesinden bir kadın olduğunu kaydeder[70] ki buna göre bu hırsızlık ve el kesme hadisesi Mekke'nin fethi günlerinde meydana gelmekle âyet-i kerime de Mek­ke'nin fethinden sonra nazil olmuş demektir.[71]

 

41. Ey   o peygamber,   ağızlarıyla  inandık  dedikleri  halde  kalbleriyle inanmıyanlar dan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin. Sözlerin yerleri­ni değiştirirler de "Size bu verilirse alın, verilmezse kaçının." derler. Allak kimin de fitneye düşmesini dilerse o kimse için senin hiçbir şeye gücün yetmez. İşte onlar, Allah'ın, kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada rüsvaylık onlaradır ve onlar için âhirette de çok büyük bir azâb vardır.

42. Yalana çok kulak verici, haram yeyicilerdir. Sana gelirlerse ister arala­rında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hüküm verirsen de aralarında adaletle hüküm ver. Hiç şüphesiz Allah adaletli olanları sever.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde farklı rivayetler vardır:

l. Humeydî'nin... Câbir ibn Abdullah'tan rivayetine göre o şöyle anlatıyor: Fedek halkından bir adam zina etmişti. Fedekliler, Medine'deki bir takım yahudilere mektup yazarak "Muhammed'e bu kimsenin durumunu bir sorun. Eğer celde cezası verilmesini emrederse bu cezayı alıp kabul edin. Yok eğer recmi (taşlıyarak öldürmeyi) emrederse almayın, kabul etmeyin." Dediler. Me­dine yahudileri de gelip Hz. Peygamber (sa)'e bunu sordular. Efendimiz: "Bana içinizden en bilgin iki kişi gönderin." Buyurdu. İbn Sûriyâ adında şaşı bir adam­la bir diğerini getirdiler. Efendimiz bu iki kişiye: "Siz, sizden öncekilerden daha mı bilgilisiniz?" diye sordular. Onlar: "Kavmimiz öyle iddia ediyor, veya kav­mimiz öyle sanıyor." dediler.

Efendimiz o ikisine dönerek: "İçinde Allah'ın hükmü olan Tevrat yanınız­da değil mi?" diye sordu. Onlar: "Evet, yanımızda." dediler. Hz. Peygamber (sa): "İsrail oğullarına denizi yaran, üzerinize bulutu gölgelik yapan, sizi Fir'avun hanedanından kurtaran, İsrail oğullarına menn ve selvayı indiren Allah aşkına söyleyin, recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Birisi diğerine "Şimdiye kadar hiç kimse bana bu şekilde yemin verdirmemişti." dedi, sonra ikisi birden Hz. Peygamber (sa)'e dönerek: "tekrar tekrar bakmanın, ku­caklamanın, öpmenin zina olduğunu, sürmeliğin milinin sürmedanlık içine girip çıkması gibi erkeğin kadına girip çıktığını gördüğüne dört kişinin şahitlik etmesi halinde recmin farz olduğunu buluyoruz." dediler. Hz. Peygamber (sa): "İşte bu, (doğru söylediniz, durum söylediğiniz gibidir.)" buyurup o (Fedekli zina eden erkeğin) recmedilmesini emrettiler ve o kişi taşlanarak öldürüldü. İşte bunun üzerine "Sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, istersen onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve eğer hük­medersen aralarında adaletle hüküm ver." âyet-i kerimesi nazil oldu.

Yine Humeydî'nin... Câbir ibn Abdullah'dan rivayetine göre "Onlar yala­na çok kulak verenlerdir."den kastedilenler Medineli yahudiler; "sana gelmeyen diğer kimselere çok kulak verirler"deki Hz. Peygamber (sa)'e gelmeyenlerle kastedilenler Fedek yahudileri; "sana gelmezler ve kelimeleri yerlerinden kaydı­rıp değiştirirler" İle kastedilenler Fedek yahudüeridir. Bu sonuncuları: "Eğer size (hüküm olarak) celde, yani sopa vurma verilirse alıp kabul edin, eğer celde cezası verilmez (de recm cezasına hükmolunursa recm cezasını uygulamaktan ve) taşlayıp öldürmekten sakının." diyorlardı.[72]

Taberî Tefsirinde hadise Ebu Hureyre'den rivayetle şöyle anlatılıyor: Hz. Peygamber (sa)'in Medine-i Münevvere'ye gelmesinden sonra evli bir yahudi, yine evli olan yahudi bir kadınla zina etmiş ve onun durumunu görüşmek üzere yahudi bilginleri, Tevrat okudukları evde (herhalde havra olmalı) bir araya gel­mişlerdi. O zamanda yahudiler bu suçu işleyenleri Tevrat'taki recm cezası yeri­ne zifte (veya siyah boyaya) batırılmış liflerden yapılmış bir iple sopa vurup yüzlerini siyaha boyarlar sonra da ikisini ayrı ayrı merkeblere ters olarak bindi­rip halka teşhir ederlerdi. Müzakere sırasında bazıları: "Bu adam ve kadını Muhammed'e götürün ve aralarındaki hükmü sorun, aralarında hüküm vermeyi ona bırakın. Eğer sizin hükmünüze uygun hüküm verirse alın kabul edin. O, bulunduğunuz ülkenin kralı olduğundan onun hükmüne uymanız sizin için uy­gundur ve günah değildir. Böylece bu zina eden arkadaşınızı taşlanarak öldü­rülmekten kurtarmış olursunuz. Yok eğer Tevrat'taki ceza olan taşlanarak öl­dürmeye hükmederse kabul etmeyin ve elinizdeki hüküm verme (kendi cemaa­tiniz hakkında kendi hükümlerinizi uygulama) hakkını elinizden almasına mü­saade etmeyin." dediler. Bu karara vardıktan sonra Hz. Peygamber (sa)'e geldi­ler ve: "Ey Muhammed, bu adam evlendikten sonra başka birisiyle evli olan bu kadınla zina etmiş. Bak, bunlar hakkında hüküm ver, onlar hakkında hüküm vermeyi sana bırakıyoruz." dediler. Hz. Peygamber bir şey söylemeyip kalktı ve hahamlarının bulunduğu havralarına geldi. "Ey yahudiler topluluğu, en bilgili­nizi bana çıkarın." buyurdu. Abdullah ibn Sûriyâ adında şaşı birisini çıkardılar. Kurayza oğullarından birisinden gelen başka bir rivayette o gün, İbn Sûriyâ ile birlikte Ebu Yâsir ibn Ahtab ve Vehb ibn Yahuda'yı da çıkardılar ve: "İşte bun­lar en bilgililerimizdir." dediler. Efendimiz (sa) onlarla konuştu ve aralarındaki müzakerede nihayet, hayatta kalan yahudiler içinde Tevrat'ı en iyi bilenin İbn Sûriyâ olduğunu söylediler de Hz. Peygamber (sa) onunla yalnız konuşmak is­tedi. İbn Sûriyâ o sırada yahudilerin yaşça küçük gençlerinden biriydi. Hz. Pey­gamber ona:" Ey İbn Sûriyâ, Allah adına, İsrail oğullarına o nimetleri veren Al­lah adına doğru söyle; Allah Tevrat'ta, evlendikten sonra zina edenler için recm (taşlanarak öldürülme) cezasına hükmetmedi mi?" dedi. İbn Sûriyâ: "Allah için evet, Allah öyle hükmetti. Ey Ebu'l-Kasım, Allah'a yemin ederim bu yahudiler senin Allah'ın gerçek elçisi olduğunu biliyor ve fakat seni çekemiyorlar." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) İbn Sûriyâ'nın yanından çıktı ve o iki yahudinin taşlanarak öldürülmelerini emretti de o ikisi Osman ibn Gâlİb ibnu'n-Neccâr oğulları mes­cidinin kapısı yanında recmedildiler. Hz. Peygamber (sa)'e Tevrat'taki hükmü söyleyip müslüman olan İbn Sûriyâ ise daha sonra irtidad etti de Allah Tealâ uEy o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmıyanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin..." âyetini indirdi.[73] Râzî'de İbn Sûriyâ'nın Fedek yahudilerinden parlak, köse bir genç olduğu, o sırada hayatta olan yahudiler içinde Tevrat'ı onun en iyi bildiği bilgisinin Hz. Peygamber (sa)'e bizzat Cibril tarafından verildiği, Hz. Peygam­ber (sa)'in ona doğruyu söylemesi için yemin verdirirken "Yegâne ilâh olan Al­lah adına ki O Allah Musa'ya denizi yardı, Tûr'u üzerinize kaldırdı, Sizi kurta­rıp Fir'avun ailesini suda boğdu, size kitabını, onda helâl ve haramı indirdi. İşte O Allah adına söyle; evli iken zina edenin cezasını kitabınızda recm olarak bu­luyor musunuz?" diyerek sorduğu; İbn Sûriyâ'nın "Evet." demesi üzerine yahudilerinin ayak takımının üzerine hücum ettiği, onun da: "Ona yalan söyler­sem üzerimize azâb ineceğinden korktum da doğru söyledim." dediği ayrıntıla­rına da yer verilmektedir.[74] Bu hadisede zina eden kadının yahudilerin ileri gelenlerinden Yüsre adında bir kadın olduğu, onunla zina halinde yakalanan erkeğin de Kurayza oğullarından olduğu söylenmiştir.[75]

Buhârî'deki İbn Ömer rivayetinde İbn Sûriyâ'nın, recm âyetini okumamak veya Hz. Peygamber (sa)'in görmesini önlemek üzere Tevrat'taki Recm âyetini eliyle kapatıp önünü ve arkasını okuduğu, Hz. Peygamber (sa)'in ise onun elini koyduğu yerden kaldırıp altındaki âyeti okuttuğu [76]; Müslim'deki İbn Ömer rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in, yahudilerin Tevrat okuma evine geldiğinde onlardan Tevrat'ı çıkarıp okumalarını istediği; İbn Sûriyâ'nın recm âyetinden önceki ve sonraki âyetleri okuyup elini recm âyeti üzerine koyarak kapattığı; Hz. Peygamber (sa)'le birlikte orada bulunan Abdullah ibn Selâm'in Efendimiz'i uyararak Tevrat'ı okuyan İbn Sûriyâ'ya elini koyduğu yerden kaldırmasını ve altındaki âyeti okumasını emretmesini söylediği ve böylece yahudilerin Abdullah ibn Selâm sayesinde rezil edildikleri ifade edilmektedir.[77] Ancak Buhârî ve Müslim'deki bu hadiste hadisenin bu âyetin inmesine sebep olduğu zikredilmemektedir.

Hadise, Berâ ibn Azib'den şöyle naklediliyor: Zina ettiği içiri kendisine celde (sopa) cezası uygulanmış ve yine ceza olarak yüzü siyaha boyanmış bir yahudi Efendimiz (sa)'in yanından geçiyordu. Allah'ın Rasûlü (sa) onların alim­lerinden bir adamı çağırıp: "Tevrat'ta zina edenin cezasını böyle mi buluyorsu­nuz?" diye sordu. Adam: "Evet." dedi. Hz. Peygamber (sa):" Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına doğru söyle, Tevrat'ta zina edenin cezası bu mudur?" diye sorusunu yineledi. Adam: "Hayır, eğer Allah adına diye yeminle sormasaydın sana bunu söylemezdim. Madem böyle yeminle sordun, doğruyu söyleyeceğim: onun cezası recmdir." deyip şöyle devam etti: Eşraf ve ileri gelenler arasında zina çoğalınca onlara recmi uygulamak istemedik ve eşraftan biri zina eder de zinasını yakalarsak ona recmi uygulamayı bıraktık, sıradan birisinin zinasını yakaladığımızda da ona recmi uygulamaya başladık. Ancak bu ikilik de bizi rahatsız edince orta bir yol aradık ve gelin recm yerine herkese; ileri gelenlere de sıradan kimselere de uygulayabileceğimiz bir ceza koyalım dedik ve işte' bu celde ve tahmîm'i tesbit ettik. Celde sopa vurmak (ki liflerden yapılmış ve zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vurulurmuş), tahmîm de yüzünü siyaha bo­yamaktır." Hz. Peygamber (sa) o yahudinin itirafı üzerine: "Ey Allahım, senin, yahudiler tarafından terkedilen emrini ilk ihya eden benim." deyip o yahudinin recmedilmesini emretti ve recmedildi de Allah Tealâ "Ey o peygamber, ağızla­rıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmıyanlardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin..." âyet-i kerimesini indirdi.[78]

Ebu Hüreyre'den gelen başka bir rivayette yahudilerin, recm cezasını nasıl kaldırdıkları ayrıntısına da yer veriliyor. Buna göre kirallarından birinin bir am­cası oğlu zina etmiş. Kıral, recmi o amcası oğluna uygulamamış. Bir süre sonra kiralın karşısına halktan birisi zina etmiş olarak getirilmiş, kıral da onun recmedilmesini emretmiş. Ancak halk buna karşı durup: "Daha önce zina eden amcanın oğlunu recmetmedikçe bu adamı recmetmeyiz." demişler ve nihayet recmden daha hafif bir ceza tesbit ederek anlaşmış ve recmi terketmişler. Tesbit ettikleri ceza işte Hz. Peygamber (sa) zamanında uygulamakta oldukları celde ve tahmîm imiş. Bu rivayete göre bu hadise hakkında "İnsanlardan korkmayın da Ben'den takva üzere olun ve âyetlerimi az bir bahaya değiştirmeyin. Kim de Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (âyet: 44)'e kadar olmak üzere "Ey o peygamber, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmıyaniardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gel­meyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin..." âyetleri nazil olmuş.[79]

Suddî'den gelen rivayet, Ebu Hureyre rivayetine benzemekte ise de hadi­senin, yukardaki rivayetlerde bulunmıyan bazı ayrıntılarına yer verilmekle onu da vermemiz uygun olacak: Allah Tealâ, İsrail oğullarına: "Sizden birisi zina ederse onu recmedin." emrini indirmişti. Hayırlılarından birisi zina edinceye kadar bu hükmü uygulamaya devam ettiler. İsrail oğulları o zina eden hayırlı kişiyi recmetmek üzere toplanınca ileri gelenler ve hayırlı kimseler kalktılar zina eden o hayırlı kişinin recmedilmesine engel oldular. Bir süre sonra sıradan birisi zina etti. İsrail oğulları onu recmetmek üzere bir araya gelince bu sefer avam ayağa kalkıp onun recmedilmesine karşı çıktılar ve: "O zina edip de recmedilmesini engellediğiniz arkadaşınız getirilip bununla birlikte recmedilmedikçe bu adamı recmetmeyiz." dediler. İsrail oğulları "Bu iş (bu zina edenin recmedilmesi emri) bize ağır gelmeye başladı. Gelin bir orta yol bulup onda anlaşalım." deyip recmi terkettiler. Recm yerine de "zina edene, siyaha boyanmış bir iple 40 sopa vurulması, sonra yüzünün siyaha boyanarak bir mer­kebe ters olarak bindirilip teşhir edilmesi" cezasında anlaştılar. Hz. Peygamber (sa)'in peygamber olarak gönderilip Medine'ye gelmesine kadar da bu uygula­ma devam etti. Allah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye geldikten sonra yahudilerin ileri gelenlerinden birisinin Büsra adındaki kızı zina etti. Kızın ba­bası, arkadaşlarından bazısını Hz. Peygamber (sa)'e gönderdi "Ona zinayı ve zina hakkında ona gelen emri sorun. Yapmakta olduğumuzun Tevrat'a uymadı­ğını ve Tevrat'taki gerçek hükmü bize haber vermesinden ve böylece bizi rezil rüsvay eylemesinden korkarız. Ama siz yine de gidip ona bir sorun bakalım. Eğer o da celde yani sopa vurma ile hükmederse o hükmü alın ve uygulayın, eğer recmi emrederse ondan sakının ve uygulamayın" dedi. Rasûlullah (sa)'a geldiler, sordular, o da recm ile hükmetti ve Allah Tealâ "Ey o peygamber, ağız­larıyla inandık dedikleri halde kalbleriyle inanmıyanîardan, yahudilerden yalana kulak verenler ve sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar seni üzmesin. Sözlerin yerlerini değiştirirler de size bu verilirse alın, verilmezse kaçinm derler..." âyetini indirdi.[80]

2. "Sana gelirlerse ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Şayet hüküm verirsen de aralarında adaletle hüküm ver. Hiç şüphesiz Allah adaletli olanları sever." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde İbn Abbâs'tan farklı bir rivayet daha vardır. Bunda da yahudiler, aralarındaki bir ihtilâftan dolayı Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler­dir. Ama ihtilâf sebebi farklıdır. Şöyle ki:

İbn Abbâs'tan, o şöyle anlatıyor: Cahiliye devrinde Nadîr oğulları ile Kurayza oğulları şerefte bir değildiler. Nadîr oğulları daha şerefli ve üstün sa­yılmakla aralarındaki öldürme hadiselerinde öldürülen Nadîr oğullarında ise öldürenin cezası öldürülenin karşılığı olarak öldürülmesi idi. Öldürülen Kurayza oğullarından ise diyet olarak sadece 100 vesak hurma verilirdi. Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderildikten sonra Nadîr oğullarından birisi, Kurayza oğul­larından birisini öldürdü. Kurayzalılar gelip Nadîr oğullarından katili istediler; "Kısasen öldürmemiz için onu bize verin." dediler. Nadîr oğulları da katili ver­meyip "Muhammed aramızda hakem olsun." dediler ve Hz. Peygamber (sa)'e geldiler de "Şayet hüküm verirsen de aralarında adaletle hüküm ver. Hiç şüphe­siz Allah adaletli olanları sever.." âyet-i kerimesi nazil oldu.[81] Cahiliye devrindeki eşitsizlikte yine İbn Abbâs'tan gelen bir bir rivayete göre Nadîrlinin diyeti 100 vesak hurma iken Kurayzalmın diyeti 50 vesak hurma idi.[82] Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise yahudilerin Hz. Peygamber (sa)'e bizzat gelmedikleri; münafıklar­dan dostlarına haber göndererek gizlice ve kendilerini ele yermeden Hz. Pey­gamber (sa)'in, kendileri hakkında nasıl bir hüküm vereceğini öğrenmelerini istedikleri kaydedilmektedir.[83]

Bu iki hadise farklı gibi görünse de aslında yahudilerin Tevrat'taki hüküm­leri kendi arzu ve heveslerine göre değiştirip Tevrat'ı tahriflerine dayalı olarak aralarında meydana gelen bir ihtilâfta durumu Hz. Peygamber (sa)'e arzetmeleri ve O'ndan kendi arzularına uygun bir hüküm alabilme heveslerine işaret etmesi yönüyle nüzul sebebi rivayetlerindeki bu farklılık^aslında bir ihtilâf sayılmaz. Veya âyet-i kerimeler birbiri peşinden meydana gelen bu iki olay üzerine nazil olmuş olmalıdır.

3. Suddî ve Mukatil'den rivayete göre Kurayza oğulları, kalelerinde Hz. Peygamber (sa) tarafından muhasara edildiklerinde Ebu Lübâbe ibnu'l-Munzir'e: "Sa'd'ın hakkımızda vereceği hükme razı olalım mı?" diye sormuş­lar. Ebu Lübâbe de Sa'd'ın, onlar hakkında öldürülmelerine dair hüküm verece­ğini ifade eden bir işaret yapmış (elini boğazına götürerek boğazlanma işareti yapmış). İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş. Ebu Lübâbe: "Bildim ki ben Allah'a ve Rasûlü'ne böylece ihanet ettim." dermiş[84] Ancak bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde meşhur ve sahih olan birinci görüş­tür.[85]

 

44. Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah 'a teslim etmiş peygamberler, yahudilere onunla; Rabb 'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi ve ona şahid idiler, İnsanlardan korkmayın da Ben 'den takva üzere olun ve âyetlerimi az bir bahaya değiştirmeyin. Kim de Allah 'in indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Bundan önceki âyet-i kerimelerin nüzul sebebi olarak Ebu Hüreyre'den naklen anlatılan hadisenin bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu Zührî'den rivayetle Taberî'nin tefsirinde ve Vâhıdî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde zikredilmiştir.[86] Herhalde bu âyetlerin hepsi aynı hadise üzerine ve bir defada inmiş olmalıdır.[87]

 

45. Biz onda onlar üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, ku­lağa kulak, dişe diş, yaralar birbirine kısastır. Kim de hakkından vazgeçerse o kendisi için bir keffârettir. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: Câhiliye ehli azgın ve şeytana uy­muş kimselerdi. Bu cümleden olarak meselâ bir kabile kendinde bir başka kabi­leye karşı bir güçlülük hissettiği takdirde onlardan bir köle başka bir kabilenin bir kölesi tarafından öldürüldüğünde "bu kölenin kanı karşılığında ancak hür birisinin öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi. Onlardan bir kadını başka bir kabileden bir kadın öldürdüğünde "Bu kadının kanı karşılığında ancak bir ada­mın Öldürülmesini kabul ederiz." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ Baka­ra 178 âyetini indirerek kölenin köle karşılığı, dişinin dişi karşılığı olduğunu haber verdi, sonra da Mâide süresindeki bu "Biz onda onlar üzerine yazdık: Ca­na can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar birbirine kısas­tır. .." âyetini indirdi.[88]

Daha önce (Nisa Sûresinde 60. âyetin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Suddî'den gelen bir rivayette Evs ve Hazrec'in antlaşmalıları olan Nadîr oğulla­rı yahudileri ile Kurayza oğullan yahudileri arasında bir öldürme hadisesinin diyeti konusundaki anlaşmazlık üzerine Nisa, 4/60 âyeti indiği gibi bu âyet-i kerimenin ve. "Onlar halâ câhiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 5/50) âyetinin de bu hadise üzerine indiği kaydedilmektedir.[89]

Taberî'de İbn Cureyc'den gelen bir rivayette bu recm ve diyet hadiseleri birleştirilerek şöyle naklediliyor: Kurayza oğulları, Hz. Peygamber (sa)'in, daha önceden Tevrat'ta olup da gizledikleri recm hükmünü verdiğini görünce doğru­lup: "Ey Muhammed, kardeşlerimiz Nadîr oğulları ile aramızda da hüküm ver." dediler. Kurayzahların, Hz. Peygamber (sa)'in hüküm vermesini istedikleri olay bir diyetle ilgili idi. Şöyle ki: Câhiliye devrinde, Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye gelmezden önce aralarında bir öldürme hadisesi olmuştu. Nadîr oğulları, Kurayza oğullarına karşı bir üstünlük davası güdüyor ve aralarındaki öldürmelerde diyeti yarım diyet olarak ödüyorlardı. Bir nadirlinin diyeti 140 vesak hurma iken bir Kurayzalının diyeti 70 vesak hurma olarak veriliyordu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Kurayzalının kanı Nadîrlinin kanına eşittir." buyurunca Nadîr oğulları kızdılar ve: "Verdiğin recm hükmünde de sana itaat etmeyiz. Da­ha önceden aramızda uyguladığımız haddi uygularız." dediler bunun üzerine "Onlar halâ câhiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar?..." (Mâide, 5/50) âyet-i kerimesi ile "Orada onlara yazdık ki muhakkak cana can, göze göz... kısas var­dır." âyet-i kerimesi nazil oldu.[90]

Taberî tefsirinde verilen bir rivayette de "Ey peygamber, ağızlarıyla inan­dık dedikleri halde kalbleriyle inanmıyanlardan, yahudilerden yalana kulak ve­renler..." âyetinden başlıyarak "Kim de Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fâsıkların ta kendileridir." (âyet: 47)'ye kadar olmak üzere yedi âyetin bir defada ve bir hadise üzerine indiği ifade edilmektedir. Hz. İsa'nın da İsrail oğul­lan peygamberlerinden olduğu vakıasına göre İncil ehli de yahudilere ilhak edi­lerek bütün bu âyetlerin yahudiler hakkında nazil olduğunu söylemek mümkün­dür.

Ancak Şa'bî'den "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir." âyet-i kerimesinin müslümanlar; "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." âyet-i keri­mesinin yahudiler; "Kim de Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar fâsıkların tâ kendileridir." âyet-i kerimesinin de hristiyanlar hakkında nazil ol­duğu da rivayet edilmiştir.[91] Buradaki müslümanlardan, Hz. Pey­gamber (sa)'in Medine-i Münevvere'ye gelişi ile Kurayza ve Nadîr oğulları yahudilerinden müslüman olanların kastedilmiş olduğu göz önünde bulunduru­larak ilk ikisinin yahudiler, sonuncusunun da âyetin başında "İncil ehli Allah'ın onda indirdikleri ile hükmetsinler" ifadesine göre hristiyanlar hakkında nazil olduğu görüşü vakıaya daha uygun görünmektedir.[92]

 

49. Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Seni, Allah'ın sana indir­diklerinden bazılarında fitneye düşürmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah, bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Gerçekten insanların bir çoğu/âşıklardır.

1. Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anla­tıyor: İçlerjnde Ka'b ibn Esed[93], Abdullah ibn Sûriyâ ve Şâs ibn Kays ve İbn Salûbâ'nın da bulunduğu bir grup yahudi, aralarında "Gelin Muhammed'e gidip onunla konuşalım. Belki onu dininde fitneye düşürebiliriz." diye konuşup Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, biliyorsun ki biz, yahudilerin bilginleriyiz, eşrafıyız ve efendileriyiz. Eğer biz sana tâbi olursak kavmimiz bize muhalefet etmez ve bütün yahudiler sana tâbi olurlar. Bizimle kavmimiz arasında bir dava var. Bu davada gelip senden hüküm isteyelim, seni aramızda hakem kılalım. Sen de onların aleyhine olarak bizim lehimize hüküm ver. Biz de gelip sana iman edelim, seni tasdik edelim." dediler. Hz. Peygamber (sa) bu tekliflerini kabul etmedi ve Allah Tealâ da "Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Şeni, Allah'ın sana indirdiklerinden bazılarında fitneye düşürmelerin­den sakın..." âyet-i kerimesini indirdi.[94] Kurtubî, Hz. Peygamber (sa)'e gelen bu yahudilerden Şâs ibn Kays'ın adını Şâs ibn Adiyy olarak ver­mektedir. [95]

2. Mukatil'in zikrettiğine göre ise Nadir oğullarından bir cemaat Hz. Pey­gamber (sa)'e gelerek: "Kurayza oğulları ile aramızda vukubulacak diyetlerde sen gelmezden önce olduğu şekilde (onlardan daha şerefli ve üstün olduğumuza binaen bizim diyetimizin, onlarınkinin iki katı olması şeklinde) bizim lehimize hükmetmen karşılığında sana biat etmemize ne dersin?" demişler de bunun üze­rine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[96]

Her iki hadisede de Hz. Peygamber (sa)'e haksız hüküm vermesi teklifinde bulunanlar yahudiler olmakla iki nüzul sebebi arasında bir ihtilâf söz konusu değildir.[97]

 

50. Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Ama yakın getiren bir kavim için Al­lah 'tan daha güzel hüküm veren kimdir?                                    

Mukatil der ki: Hz. Muhammed (sa) peygamber olarak gönderilmezden önce Kurayza oğulları ile Nadîr oğulları arasmda bazı öldürme olayları geçmiş­ti. Hz. Muhammed (sa) peygamber olarak gönderilince bunlar gelip onun ha­kemliğine başvurdular. Kurayza oğulları: "Nadîr oğulları bizim kardeşlerimiz­dir; babamız bir, dinimiz birdir. Ama Nadîr oğullan bizden birini öldürdüğünde onlar bize 70 vesak hurma verdiler, biz onlardan birini öldürdük mü de onlar bizden yüz kırk vesak hurma aldılar. Biz onlardan birisini öldürdük mü onlar bunun karşılığında bizden iki kişi öldürdüler. Biz onlardan bir kadını öldürdük mü onun karşılığında bizden bir erkek öldürdüler. Yaraların diyetinde de bizim yaralarımızın diyeti onların yaralarının diyetinin yarısı oldu. Şimdi onlarla bi­zim aramızda sen hüküm ver." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Ben hükmediyo­rum ki Kurayzalın kanı Nadirlinin kanına eşittir; Nadirlinin kanı da Kurayzahnın kanına eşittir. Ne kısasta, ne diyette, ne yaralarda birinin diğerine hiçbir üstünlüğü yoktur." buyurunca Nadîr oğulları kızdılar ve: "Senin hükmüne razı olmıyacağız, emrine de itaat etmiyeceğiz, hiç şüphesiz sen bizim düşmanı-mızsın." dediler de Allah Tealâ "Cahiliye hükmünü mü istiyorlar?..." âyet-i ke­rimesini indirdi [98]

 

51. Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirle­rinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onlara dostluk beslerse o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.

52. Kalblerinde bir hastalık olanların, "Bize bir felâket gelmesinden korku­yoruz. " diyerek onlara koşuştuklarını görürsen; olur ki Allah bir fetih verir ve­ya katından bir emir getirir de onlar, içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.

1. Atıyye ibn Sa'd'den rivayet ediliyor: el-Hâris ibnu'l-Hazrec oğulların­dan Ubâde ibnu's-Sâmit Rasûl-i Ekrem (sa)'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi, benim yahudilerden bir çok dostum var. Onların dar zamanımda bana yardım edecek­lerinden de eminim. Ama ben, o yahudi dostlarımın dostluğunu terkedip Allah ve Rasûlü'ün dostluğuna dönüyorum. Ben Allah'a ve Rasûlü'ne dostluk besli­yorum, dedi. Orada bulunan Abdullah ibn Übeyy: "Ben, zamanın ilerde başımı­za getirebileceği felâketlerden korkan bir adamım. Onun için daha önceki dost­larımın dostluğundan ayrılacak değilim." dedi. Rasûl-i Ekrem (sa), Abdullah ibn Übeyy'e: "Ey Ebu'l-Hubâb, yahudilerin dostluğunu Ubâde ibnu's-Sâmit'inkine tercih ediyorsan buyur yap!" buyurdu. Abdullah İbn Übeyy: "Evet öyle yaptım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ: "Kalblerinde bir hastalık olan­ların, bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz, diyerek onlara koştuklarım gö­rürsen..."e kadar olmak üzere "Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[99]

2. Zuhrî'den gelen rivayette olay, Bedr Gazvesi ile ilişkilendiriliyor. Şöyle ki: Mekke müşrikleri Bedr'de bozguna uğrayınca müslümanlar, dostları olan (veya aralarında velâ antlaşması olan) yahudilere: "Bedr günü müşriklerin başı­na gelenler sizin de başınıza gelmeden gelin iman edin." dediler. Yahudilerden Mâlik ibn Sayf: "Savaşmayı bilmeyen bir grup Kureyşliyi yenmek sizi gurur­landırıp aldatmasın. Biz, size karşı gücümüzü bir toparlıyacak olursak bizimle hiçbir şekilde  savaşamazsınız." dedi.  Bunun üzerine Ubâde  ibnu's-Sâmit Rasûlullah (sa)'a gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim dostum olan yahudiler gerçekten güçlü kuvvetli ve tepeden tırnağa silâhlı kimselerdir. Ama ben, onları dostluğundan teberrî ile Allah ve Rasûlü'nün dostluğuna dönüyorum. Benim için Allah ve Rasûlü'nden başka dost yok!" dedi. Orada hazır bulunan Abdullah ibn Ubeyy: "Ben, yahudilerin dostluğunu terketmiyorum. Ben, onlara ihtiyacı olan bir adamım." dedi. Efendimiz (sa)'in: "Ey Ebu Hubâb, Ubâde'den kıskan­dığın yahudi dostluğunun ona değil de sana olabileceğini mi sanıyorsun?" bu­yurdu da İbn Ubeyy: "Evet, öyle kabul ediyorum." dedi ve Allah Tealâ da: "Al­lah, seni insanlardan korur..." (âyet: 67)'ye kadar olmak üzere "Ey iman eden­ler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[100]

3.  Suddî'den     gelen     rivayette     de    hadise    Uhud    Gazvesi     ile ilişkilendirilmektedir.  Şöyle ki:  Uhud'da müslümanlar bozulunca bu, bazı müslümanlara ağır geldi, devletin ve hakimiyyetin kendileri aleyhine müşrikle­rin eline geçeceğinden korktular. Onlardan birisi arkadaşına: "Ben, gidip filân yahudiye sığınacağım; onun emanını alacağım ve onunla birlikte ben de yahudi olacağım." derken bir başkası meselâ: "Ben de Şam'daki filân hristiyana gidip onun emanını alacağım ve hattâ gerekirse onun yanında hristiyan da olacağım." diyordu.   İşte   bunun   üzerine  Allah  Tealâ  "Ey   iman  edenler,   yahudi   ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onlara dostluk beslerse o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez." âyetini indirdi.[101]

Bu iki farklı rivayete nazaran âyet-i kerimeler ya Bedr ya da Uhud gazve­sinden sonra nazil olmuş olmalıdır.

4. Kurtubi, görüş sahibini belirtmeksizin ayet-i kerimenin Ebu Leheb hakkında nazil olduğuna dair bir görüşe de yer vermiştir.[102]

Bu arada özellikle “Kalplerinde hastalık olanların, “Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek onlara koşuştuklarını görürsen; olur ki Allah bir fetih verir veya katından bir emir getirir de onlar, içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.” ayet-i kerimesinin nüzul sebebinin ise münafıklar veya  Abdullah ibn Übeyy ibn Selül olduğuna dair rivayetler vardır. Bunlara göre Yahudi ve Hristiyanlar münafıklara yemek getirirler, onlara yiyecek ve borç verirler, böylece onların dostluklarını elde ederlerdi. Ne zaman ki, “Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin…” ayet-i kerimesi nazil oldu, münafıklar: “Bir kıtlık olduğunda bize yardım eden ve elimizi bollaştıran kimselerle dostluk ilişkilerimizi nasıl koparır, onların dostluğunu nasıl terkederiz?!” dediler de bu ayet-i kerime nazil oldu. Bu, Ebu Salih kanalıyla İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir.[103]  

 

55. Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O’nun Rasulü ve namaz kılan, rüku etmiş haldeyken zekat veren mü’minlerdir.

56. Her kim ki Allah’ı, Rasulü’nü ve mü’minleri dost edinirse muhakkak ki galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.

Bu ayet-i kerimelerin Ubade İbnu’s-Samit, Abdullah İbn Selam ve Hz. Ali haklarında nazil olduğuna dair üç ayrı rivayet vardır.

1. Yukarıda Ubade İbnu’s-Samit hakkında rivayet edilen hadise İbn İshak tarafından bu ayet-i kerimelerin nüzul sebebi olarak kaydedilmektedir. Oradakinden farklı olarak bu rivayette Ubade İbnu’s-Samit’in, dostluklarından teberri ettiği yahudilerin Kaynuka oğulları yahudileri olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[104]

2. Cabir ibn Abdullah ve İbn Abbas’tan, bu ayet-i kerimenin Abdullah İbn Selam ve arkadaşları hakkında nazil olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Abdullah İbn Selambir gün yanında, kavminden iman eden bazı kimselerlebirlikte Hz. Peygamber’e gelmişler ve: “Ey Allah’ın elçisi, bizim evlerimiz Medine’ye uzak. Ne bizimle oturan var ne konuşan. Kavmimiz Kurayza ve Nadir oğulları bizim Allah’a ve Rasulüne iman ettiğimizi, onu tasdik ettiğimizi görünce bizi dışladılar; bizimle birlikte oturmamaya, bizden kız alıp vermemeye ve bizimle konuşmaya karar verdiler. Çevremizde oturup konuşabileceğimiz, muaşerette bulunabileceğimiz kimse olmaması bize çok zor geliyor.” dediler. Hz. Peygamber (sa): "Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasûlü'dür ve iman etmiş olanlardır." âyetini tilâvet buyurdu.[105] Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm: "Dost olarak Allah, Rasûlü ve mü'minlerden elbette razıyız." Demiştir.[106]

3. Suddî'den âyet-i kerimedeki "rükû etmiş haldeyken zekât veren mü'minlerdir." kısmı ile örtüştüğü için âyetin, Hz. Ali hakkında nazil olduğu; Rükû halindeyken yanına gelip de sadaka isteyen bir fakire, parmağmdaki yü­züğü almasını işaret ettiği ve rükû halinde bile tasaddukta bulunduğu rivayet edilmekteyse de[107] bu, bu vasıf bütün mü'minlerin vasfı olmakla birlikte Hz. Ali'nin de evleviyyetle âyet-i kerimenin hükmüne dahil olduğu şek­linde anlaşılmalıdır.

Hz. Ali'nin, rükûda iken tasaddukta bulunduğu anlatılan rivayet Râzî'de, bu âyetin nüzul sebebi olduğu tasrih edilmeksizin geniş olarak anlatılıyor: Ebu Zerr'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmış: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte öğle namazı kıldık. Mescide bir dilenci geldi ve oradakilerden sadaka istedi, fakat kimse sadaka vermedi. Dilenci ellerini göğe kaldırdı ve: "Ey Allahım, ben şehadet ederim ki Rasûlullah (sa)'ın mescidinde sadaka istedim ama kimse bana bir sadaka vermedi." dedi. Hz. Ali o sırada rükûda idi. O dilen­ciye sağ elinin küçük parmağmdaki yüzüğü işaret etti. Dilenci de gelip onun parmağındaki yüzüğü aldı. Hz. Ali'nin işaretini ve dilencinin yüzüğünü alıp gidişini Rasûl-i Ekrem (sa) de gördü ve: "Ey Allahım, kardeşim Musa senden istedi ve: "Rabbım göğsüme inşirah ver, işimde bana bir ortak ver. Kardeşim Harun'la beni kuvvetlendir..." dedi de onun hakkında Kur'an indirildi "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve ikinize hükümranlık vereceğiz." buyruldu. Ey Allahım, ben de senin peygamberin, safiyyin Muhammedim. Be­nim sadrıma da inşirah ver, işimi kolaylaştır, Ailemden bana bir vezir ver, Ali'yi; onunla benim sırtımı güçlendir." diye dua etti. Ebu Zerr der ki: Allah'a yemin olsun, Allah'ın Rasûlü (sa) daha duasını bitirmemişti ki Cibrîl geldi ve: Ey Muhammed oku: "Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O'nun Rasûlü ve namaz kılan, rükû etmiş haldeyken zekât veren mü'minlerdir..." dedi.[108] Biraz önce de söylediğimiz gibi Hz. Ali de diğer bütün mü'minler gibi tasaddukta bulunmayı severdi ve bu âyet-i kerimenin hükmüne evleviyyetle da­hildir. Ebu Zerr'den gelen bu rivayet sebebi hususileştirmekle birlikte âyetin, umumu üzere bütün mü'minler hakkında genel olduğu da gözden uzak tutul­mamalıdır.[109]

 

57. Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitab verilmiş olanlardan dininizi alaya alan ve eğlence edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü 'minler iseniz Allah 'tan takva üzere olun.

58. Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler. Bu, onların gerçekten akıllarını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.

1.  Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle anlatıyor: Yahudilerden Rifâa ibn Zeyd ibn Tâbut ve Suveyd ibnu'l-Hâris müslüman olmuş görünmüş ve sonra da münafıklığa başlamışlardı. Müslüman göründükleri için bazı müslümanlar onlara dostluk beslemeye başlamakla Allah Tealâ *'Ve Allah, gizlemekte olduklarını çok daha iyi bilir." (âyet: 61)'e kadar olmak  üzere   "Ey  iman  edenler,   sizden  önce  kendilerine  kitab  verilmiş olanlardan   dininizi   alaya   alan   ve   eğlence   edinenleri   ve   kâfirleri dost edinmeyin..." âyetlerini indirdi.[110]

Kelbi’nin Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler..." âyet-i kerimesinin de özellikle Hz. Peygamber (sa)'in müezzini namaz, için ezan okuyup da müslümanlarm mescid-i nebevî'ye doğru gitmeleri üzerine yine onların (o iki yahudinin veya genel olarak yahudilerin) alay yollu "kalktılar kalkamaz olasıcalar, namaz kıldılar kılamaz olasıcalar." demeleri üzerine ya da yine alay kabilinden olmak üzere müslümanlara: "Kalkın namaz kılın, rükû edin bakalım!" demeleri üzerine nazil olduğu da söylenmiştir.[111] İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de müşriklerin ve yahudilerin özellikle müslümanlar secdede iken onlara güldükleri, secde ile veya müslümanlarm secdedeki halleriyle alay ettikleri belirtilmektedir.[112]

"Her üç halde de bu âyetlerin nüzulüne sebep olanlar yahudiler ve onlara uyan diğer müşrikler ve onların Hz. Peygamber ve müslümanlarla alay etmeleri, İslâm'ı alaya almalarıdır. Dolayısıyla rivayetler arasında bir zıtlık veya çelişki söz konusu değildir.

2. Bu arada Suddî'den gelen bir rivayette nüzul sebebi bir hristiyan olarak gösterilmekte. Buna göre Medine hristiyanlarından birisi ezanda müzezzinin: "Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim." cümlesini duyunca "Yalancı olan yansın." dermiş. Bir gece hizmetçisi elinde bir ateşle eve girmiş. Ateşten bir kıvılcım sıçramış hem o, hemde evde bulunan ailesi yanmışlar da bu âyet-i kerime nazil olmuş.

3. "Birbirinizi namaza çağırdığınızda; onu alaya alır ve eğlence edinirler..." âyet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili çok farklı bir rivayet daha var ki Vahidî bu rivayeti kimseye nisbet etmeden şöyle anlatır: Kâfirler, ezanı işittiklerinde Rasûlullah (sa)'a geldiler. Müslümanlar da Efendimizin yanındaydılar. "Ey Muhammedi" dediler; "Geçen ümmetlerden hiç işitmediğimiz bir şey ihdas et­tin. Hem peygamberlik iddia ediyorsun, hem de uydurduğun bu ezanla senden önceki peygamberlere muhalefet ediyorsun. Eğer bunda bir hayır olsaydı senden önceki peygamberler elbette buna senden daha lâyıktılar. Nereden aldın bu deve böğürmesini. Ne kadar çirkin bir ses, ne kadar çirkin bir küfür!" Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi ve "Allah'a çağıran ve salih amel işleyenden sözü daha güzel olan kimdir?" (Fussılet, 41/33) âyet-i kerimesini indirdi.[113] Kurtubî, hadiseyi Kelbî'den rivayetle zikretmiştir.[114]

 

59. De ki: "Ey kitab ehli, bizden hoşlanma}'ışınız, ancak Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmamızdan ve sizin bir çoğunuzun da fâşıklar olmanızdandır.

Saîd ibn Cubeyr veya İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: İçlerinde Ebu Yâsir ibn Ahtab, Râfi' ibn Ebî Râfi', Aer (veya Azurl. Zeyd, Halid, Ezâr ibn Ebî Ezâr ve Eşya'in da bulunduğu bir grup yahudi Hz. Peygamber (sa)'e gelip hangi peygamberlere iman ettiğini sormuşlardı. Hz. Peygamber (sa) de: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a. Yakuba'a ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa'ya verilenlere, peygamberlere rablerinden verilenlere iman ediyorum. Biz, onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız ve biz Allah'a teslim olmuş olanlarız." deyip iman ettikleri arasında Hz. İsa'yı da sayınca onun peygamberliğini inkâr ettiler ve "Biz, ona iman edene iman etmeyiz. Dünya üzerinde bir dine salik olanlar içinde dünya ve ahirette sizden daha nasibsizini, sizin dininizden daha kötü bir dini bilmiyoruz" dediler de Allah Tealâ onlar hakkında "De ki: "Ey kitab ehli. bizden hoşlanmayışınız, ancak Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilenlere inanmamızdan ve sizin de bir çoğunuzun fâsıklar olmanızdandır." âyet-i kerimesini indirdi[115] Suyûtî'nin Lubâbu'n-NukûTünde bu yahudilerin isimleri Ebu Yâsir ibn Ahtab, Nâfi' ibn Ebî Nâfı". Gâzî ibn Ömer olarak verilmektedir.[116] İbn Abbâs'tan gelem başka bir rivayete göre de bu hadise üzerine bu ve bunu takip eden âyet-i kerime nazil olmuştur.[117]

 

60. De ki: "Allah katında, bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? O kimse ki; Allah 'a ona lanet etmiş, aleyhine gazab etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve tağuta kullar kılmıştır. İşte onlar; yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

İbn Abbâs der ki: Bir grup yahudi Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, hangi peygamberlere iman etmektesin?" diye sordular. Allah'ın Rasûlü (sa): "Biz O'na teslim olmuşlarız"a kadar olmak üzere "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e...indirilene..." âyet-i kerimesini okudu. Bu âyet-i kerimedeki Hz. İsa'nın adı geçince onun peygamberliğini inkârla: "Biz İsa'ya da, ona iman edene de asla iman edecek değiliz. Dünya ve âhirette payı sizinkinden daha az bir din, sizin dininizden daha kötü bir din bilmiyoruz." dediler de Allah Tealâ "De ki: "Allah katında, bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi?..." âyet-i kerimesini indirdi.[118]

 

6l. Size geldiklerinde "İman ettik." derler. Halbuki onlar, küfür ile girmişler ve yine onunla çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemekte olduklarını en iyi bilendir.

Katâde ve Süddî derler ki: Bu âyet-i kerime, bir kısım yahudiler hakkında nazil olmuştur ki onlar, Rasûlullah (sa)'ın yanına girdiklerinde sırf münafıklıklarından iman etmiş ve O'nun getirdiklerinden razı olmuş görünürlerdi.[119]

 

64. Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır. " dediler. Böyle dediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve onlara lanet olsun.Hayır, Allah 'in iki eli de açıktır; nasıl dilerse öyle infak eder...

Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahririne göre en-Nebbâş ibn Kays adındaki bir yahudi: "Senin Rabbın cimri. Baksana hiç infakta bulunmuyor^ demişti. Bunun üzerine Allah Teaiâ "Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır." dedi­ler..." âyet-i kerimesini indirdi.[120]

Hz. Peygamber (sa)'in asr-ı saadetinde yahudilerin ticaretleri kesada uğra­dığı bir zamanda "Allah'ın eli bağlıdır." demişler ve bununla Allah cimridir, baksana bize vermede cimri davranıyor..." gibisinden lâflar etmişlerdi îkrime'den rivayete göre bu lâfı söyleyenlerden birisi de Finhâs adındaki yahudi olup bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuştur.[121] Ebo Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu sözü söyleyenler Kaymıkâ oğullarının reisi Finhâs ibn Azûrâ ve arkadaşları olarak verilirken Mukatil on­dan başka İbn Sûriyâ, Azer ibn Ebî Azer'in de isimlerini vermektedir.[122]

İbn Abbâs, İkrime ve Dahhâk'ten gelen bir rivayette de onların bu sözü söylemelerinin sebebi "daha önceden rızıkları genişletilmiş, kendilerine bol rızıklar verilmişken Hz. Muhammed (sa)'e iman etmemeleri sebebiyle bu rızıklarının kesilmesi ve ellerinin daraltılması" olarak verilmiştir.[123]

"Allah'ın eli bağlıdır." sözünün, Bakara, 2/245 âyetinin nüzulü üzerine yahudilerin söyledikleri sözlerden biri olduğu daha önce o âyet-i kerimenin nü­zul sebebinde geçmişti.[124]

 

67. Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yap­mazsan O 'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Hiç şüphesiz Allah, kâfirler güruhunu hidayete erdirmez.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi müfessirler arasında ihtilaflıdır.

1. Ayetteki "Allah seni insanlardan korur." kısmının da delaletiyle bu âye­tin nüzul sebebindekİ meşhur rivayetlerden birisine göre daha önce de geçen Gavres hadisesi üzerine inmiştir (Taberî, age. vi,i99) ki bu sûrenin 11. âyetinin nüzul sebebinde İbn İshak rivayetiyle geçmiş olup hadisenin farklı kanallardan riva­yetlerini, rivayetlerin ayrıntılardaki farklarını ve kaynaklarını orada vermiştik.

İbn Hişâm'ın İbn İshak kanalıyla Câbir ibn Abdullah'tan rivayetle zikretti­ği ve yukarda verdiğimiz bu haber yine Câbir ibn Abdullah'dan rivayetle ibn Ebî Hatim ve İbn Merdûye tahricinde şöyledir: Allah'ın Rasûlü (sa) Enmâr o-ğulları gazvesinde iken Zâtu'r-Rakî' denilen mevkide en yüksek hurmanın altı­na inip konaklamıştı. Kuyunun başında ayaklarını uzatmış otururken Neccâr oğullarından el-Vâris adında birisi: "Ben muhakkak Muhammed'i öldüreceğim." demiş. Arkadaşları: "Bunu nasıl yapacaksın?" diye sormuşlar. "Ona: "Kı-hcını bana ver." diyeceğim, kılıcını bana verince de onunla onu öldüreceğim." demiş ve Efendimiz (sa)'e gelerek: "Ey Muhammed, kılıcını bana versen de bir koklasam." demiş, Hz. Peygamber (sa) de kılıcını ona vermiş. Adam Hz. Pey­gamber (sa)'e vurmak üzere kılıcı kaldırınca kolunu bir titreme tutmuş ve iste­ğini yerine getirememiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Allah, seninle istediğinin arasına engel koydu." buyurmuş ve bunun üzerine Allah Tealâ "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et...." âyet-i kerimesini indirmiş.[125]

2. el-Hasenu'1-Basrî ve Mücâhid'den gelen rivayetler bu âyet-i kerimenin manâ ve gayesine biraz daha uygun görünmektedir:

Buna göre Hz. Peygamber (sa): "Allah Tealâ beni peygamber olarak gön-derince bu işi çok zor gördüm. Çünkü biliyordum ki insanlardan mutlaka beni yalanlıyanlar olacak."buyurmuş. Hasen der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) davetinin başlarında Kureyş'ten, yahudilerden ve hristiyanlardan korkardı. İşte O'nun bu korkusu üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.[126]

İbn Ebî Hatim'in Mücâhid'den rivayetle tahricinde o şöyle demiş: "Ey o peygamber, sana indirileni tebliğ et." nazil olunca Hz. Peygamber (sa): "Ey Rabbım, herkes benim aleyhimde toplanmış durumda ve ben yalnız basınayken bunu nasıl yapayım?" dedi de "Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapma­mış olursun. Allah seni insanlardan korur..." kısmı da nazil oldu. Suyûtî, bu el-Hasanu'l-Basrî ve Mücâhid rivayeti ile amcası Ebu Talib'in Efendimiz'i koru­mak üzere Hâşim oğullarından bazılarını görevlendirmesinin bu âyetin nüzul sebebi olduğuna dair rivayetleri, âyet-i kerimenin Mekke'de nazil olmuş olma­sını gerektirdiği için zayıf görmekte ve âyet-i kerimenin Medenî olduğunu tasrih etmektedir.[127]

Ancak Alûsî, rivayetlerin arasını te'lif sadedinde bu âyet-i kerimenin iki defa; bir kere Mekke'de, bir kere de Medine'de nazil olmuş olabileceğini söy­lemektedir[128] ki hem Mekke'de ve hem de Medine'de nüzulüne delâlet eden haberlerin sahih olmalarına nazaran bu ihtimal daha kuvvetli ve tercihe şayan görünmektedir.

3. Tirmizî'de Hz. Aişe'den rivayetle verilen bir haberde Hz. Peygamber *sa)'in bu korkusunun aslında onda değil de ashabında olduğunu anlıyoruz. Çünkü Allah Tealâ tarafından risaletle gönderilen bir peygamberin, Allah'tan Daşka kimseden korkusunun olması ona yaraşmaz. Hz. Aişe şöyle anlatıyor: "Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Allah'ın Rasûlü (sa) korunurdu. Bu âyet inince Hz. Peygamber (sa) başını çadırdan çıka-np: "Ey insanlar yanımdan ayrılıp gidebilirsiniz. Çünkü beni Allah korumuşjr." buyurdular.[129]

Taberânî'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetle tahricinde Hz. Peygamber'in amcası Abbâs'ın da onu geceleyin koruyanlar arasında olduğu zikrediliyor. Ay­ıca ashabdan ismet ibn Mâlik el-Hatmî "Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Allah'ın Rasûlü (sa)'nü geceleri korurduk." demektedir.[130]

Vâhıdî'deki rivayette konu biraz daha müşahhas hale getiriliyor: Buna göre Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Bir gece Rasûlullah (sa)'ın uykusu kaçtı. Ben: "Ne oldu ey Allah'ın elçisi?" dedim. "Bu gece bizi koruyacak salih bir adam yok mu?" buyurdular. Biz bunları konuşurken bir silâh sesi işittik. Rasûlullah (sa): "Kim o?" dediler. Bir ses: "Sa'd ve Huzeyfe, ey Allah'ın elçisi seni korumak üzere geldik." dedi. Rasûlullah (sa) uyudular. Hattâ düzenli bir şekilde nefes alışını (veya horultusunu) işittim ve bu âyet-i kerime nazil oldu da Hz. Peygam­ber (sa) çadırdan başını çıkarıp: "Ey insanlar, artık etrafımdan ayrılıp gidebilir­siniz. Çünkü beni Allah korumaktadır." buyurdu.[131]

Buna göre bu âyet-i kerime Efendimiz (sa)'in, yanında hanımlarından Hz. Aişe'nin de bulunduğu gazvelerinden birisinde, geceleyin ve Hz. Peygamber (sa) yatakta iken (âyet leylî-firâşî'dir) nazil olmuştur.

4. İbn Abbâs anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Mekke-i Mükerreme'de koru­nurdu. "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yap­mazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar Ebu Tâlib, Hâşim oğullarından bazı erkekleri, Hz. Peygamber (sa)'le birlikte onu korumak üzere gönderirdi. Bu âyet-i kerime­nin inmesinden sonra da Ebu Tâlib bu âdetine devam etmek isteyince Hz. Pey­gamber (sa): "Ey amca, Allah beni ins ve cinden korumuştur." Dedi.[132] Bu rivayete göre bu âyet-i kerime bi'setin ilk yıllarında, hattâ Hz. Peygam­ber (sa)'in amcası Ebu Tâlib henüz hayatta iken Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Ancak âyet-i kerimenin nüzul vaktinde meşhur olan bundan önceki rivayettir ve âyet-i kerime hicretten sonra inmiş olup medenîdir.

Bunlar dışında bazı nüzul sebepleri daha bazı tefsirlerde verilmekte olup bunları özet olarak şöyle sırahyabiliriz:

1 .Yahudiler, İslâm'ı ayıplayan konuşmalar yapmış, Hz. Peygamber (sa) su­sup onların bu ayıplamalarına cevap vermemişti. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

2. Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarını dünya nimetleri ile Hz. Peygamber (sa)'in hanımı olarak kalma arasında muhayyer bırakan âyet (Ahzâb, 33/38) nazil olduğunda "Peygamber hanımı olarak kalmayı değil de dünyayı seçerler endişesiyle Hz. Peygamber (sa) eşlerine bu âyet-i kerimeyi okumamıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

3. Zeyd ve Zeyneb bint Cahş'ın durumu hakkında nazil olmuştur. Hz. Aişe der ki: Her kim Rasûlullah (sa)'ın vahiyden bir şey gizlediğini söylerse Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Çünkü Allah Teaiâ: "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olur­sun..." buyurmuştur. Eğer Rasûlullah (sa) vahiyden bir şeyi gizlemiş olsaydı "Allah'ın açığa vuracağını içinde gizliyordun..." âyetini (Ahzâb, 33/37) gizler­di."

4. Bu âyet-i kerime cihad hakkında nazil olmuştur. Münafıklar cihada çıkmaktan hoşlanmadıkları için Hz. Peygamber (sa) bazan onları savaşa çıkmaya teşvikte bulunmazdı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

5. "Allah'tan başkasına dua edenlerin ilâhlarına sövmeyin. Çünkü onlar da tutar bilgisizce Allah'a söverler..." âyet-i kerimesi (En'âm, 6/108) nazil olunca Hz. Peygamber (sa), müşriklerin ilâhlarını ayıplamayı bırakmıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[133]

6. Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayete göre ise "Ey o Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et." âyet-i kerimesi Gadîr Hum günü Hz. Ali hakkında na­zil olmuştur.[134]

 

68. De ki: "Ey kitab ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbınızdan size indirilenleri dosdoğru uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz. Andolsun ki Rabbınızdan size indirilenler, onlardan çoğunun azgınluık ve küfrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler topluluğu için hiç tasalanma.

İkrime veya Saîd ibn Cubeyr'den rivayette İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Râfi' ibn Harise, Selâm ibn Miskîn, Mâlik ibnu's-Sayf ve Râfi' ibn Harmele adındaki yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, Sen, İbrahim mil­leti ve dini üzere olduğunu, bizim yanımızdaki Tevrat'a iman ettiğini söyleyip onun Allah'tan gelen bir hak olduğuna şehadet etmiyor musun?" dediler. Hz. Peygamber (sa): "Evet öyledir. Fakat sizler sonradan birçok şeyler uydurdunuz, onda sizden alınmış olan misakı inkâr ettiniz, onda, (benim nübüvvetim ve va­sıflarım gibi) insanlara açıklamakla emrolunduğunuz şeyleri gizlediniz. Ben, sizin bu sonradan uydurup meydana getirdiklerinizden beriyim." buyurdu. Onlar yine: "Biz, elbette yanımızda mevcut olanı alacağız. Hiç kuşkumuz yok biz hak ve hidayet üzereyiz; sana iman edecek ve sana uyacak da değiliz." dediler de Allah Tealâ "De ki: "Ey kitab ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbınızdan size indiri­lenleri dosdoğru uygulamadıkça siz hiçbir şey üzere değilsiniz. Andolsun ki Rabbınızdan size indirilenler, onlardan çoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyleyse o kâfirler topluluğu için hiç tasalanma." âyet-i kerimesini indirdi.[135] Suyûtî'nin Esbâbu'n-NüzûTündeki İbn Abbâs rivayetinde gelen yahudilerden Selâm ibn Miskîn'in adı Selâm ibn Mişkem (i,i49), Râfi' ibn Harmele'nin adı da Râfi' ibn Hureymile[136] şeklinde verilmiştir.[137]

 

71. Bir fitne olmıyacağını zannettiler de körîeşüîer, sağırlaştılar. Sonra Al­lah kendilerine tevbe imkânı verdi ama içlerinden bir çoğu yine körleşüler ve sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarıma Basîr'dir.

İbnu'l-Enbârî der ki: Bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa)'in bi'setinden önce küfür üzere olup O'nun peygamber olarak gönderilmesinden sonra da az­gınlık ve çekememezlikten dolayı onu yalanlıyan ve bu yaptıklarının onlara bir zarar vermiyeceğini, bu yüzden cezalandırılmıyacaklarını zanneden bir kavim hakkında nazil olmuştur.[138]

 

72. "Meryem oğlu Mesih, gerçekten Allah'ın kendisidir. " diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih: "Ey israil oğulları, benim de Rabbım, sizin de Rabbınız olan Allah 'a kulluk edin. Zira her kim Allah 'a ortak koşarsa mu­hakkak ona cenneti haram eder ve onun varacağı yer ateştir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları yoktur " demişti.

Mukatil der ki: "Meryem oğlu Mesîh, gerçekten Allah'ın kendisidir." di­yen Necran hristiyanları hakkında nazil olmuştur.[139]

 

82. Andolsun ki insanlardan, iman edenlere en katı düşman olarak yahudileri ve Allah 'a ortak koşan müşrikleri bulacaksın. Yine andolsun ki on­lardan, iman edenlere sevgice en yakını da "Biz hristiyanlarız. " diyenleri bula­caksın. Bunun sebebi, onların içinde keşişler ve rahibler bulunmasından ve on­ların gerçekten büyüklük taslamamalarındandır.

83. Peygamber 'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı göz­leri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz.

84. Hem Rabbımızın bizi sâlihler topluluğu ile beraber bulundurmasını u-marken niçin Allah'a ve bize gelen hakikate iman etmeyelim?!.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde bir kaç rivayet vardır:

l. Saîd ibn Cubeyr'den rivayette o şöyle diyor: Necâşî, Hz. Peygamber (sa)'e ashabının hayırlılarından oluşan 30 kişilik bir hey'et göndermişti. Al­lah'ın Rasûlü (sa) onlara Kur'ân okudu da kalbleri inceldi, ağladılar ve "Allah'a yemin ederiz ki biz bunları biliyoruz." deyip iman ettiler. Bunun üzerine Allah Tealâ "Andolsun ki insanlardan, iman edenlere en katı düşman olarak yahudileri ve Allah'a ortak koşan müşrikleri bulacaksın. Yine andolsun ki onlardan, iman edenlere sevgice en yakını da "Biz hristiyanlarız." diyenleri bulacaksın..." âyet­lerini indirdi. Bu hey'et, Necâşî'ye dönüp olanları ona da anlattılar ve o da müslüman oldu. Necâşî müslüman olarak öldü. Onun ölüm haberi Hz. Peygam­ber (sa)'e ulaşınca Medine'de onun üzerine (gâib) cenaze namazı kıldırdı.[140]

Suddî'den gelen rivayette Necâşî'nin gönderdiği bu hey'etin, yedisi yüksek dereceli papaz (piskopos), beşi rahiblerden olmak üzere 12 kişiden oluştuğu; bu hey'etin kendisine dönü^ olanları anlatmaları ile müslüman olan Necâşî'nin müslüman olup Medine'ye hicret için yola çıktığı ve yolda vefat ettiği ayrıntıla­rına da yer verilmektedir.[141] İbn Kesîr ise Necâşî'nin Hz. Peygam­ber (sa)'e gelmek üzere yola çıkmış ve yolda vefat etmiş olmasını tarihî vakıaya aykırı olduğunu, çünkü Necâşî'nin Habeş kralı olarak Habeşistan'da vefat etti­ğini söylemekte[142] ise de Süddî ri­vayeti, onun, Habeş topraklarından ayrıldıktan sonra vefatını söylemediği cihet­le bu itiraza gerek yoktur.

Saîd ibn Cubeyr'den rivayete göre ise bunlar, Necâşî'nin kavminin en ha­yırlılarından 50 veya yetmiş kişidir ki Necâşî'nin ve halkının müslüman olduklan haberini getiren elçi hey'etidir ve Efendimiz bunlara Yâsîn Sûresini oku­muştur.[143] Mukatil ve Kelbî ise bu Hey'etin Necran'h Haris ibn Ka'b oğullarından 40, Habeşistan'dan 32 ve Şam halkından 68 olmak üzere 140 kişiden oluşan kalabalık bir hey'et olduğunu söylemişlerdir,[144]

Suddî rivayetinde bu hey'ettekilerin, Hz. Peygamber (sa)'in onlara Yâsîn Sûresini okumasıyla ağlamaya başladıkları ve özellikle "Peygamber'e indirileni işittiklerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz." âyet-i kerimesinin bunun üzerine nazil olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir.[145] Vahidî'deki bir rivayette, bu hey'ettekilerin Yasin Sûresini dinlediklerinde "Bunlar İsa'ya indirilenlere ne kadar çok benziyor." dedikleri ayrıntısı vardır.[146]

İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise Hz. Peygamber (sa)'e, Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile gelen Habeş hey'eti değil de onunla birlikte gelen bazı köylüler bu âyet-i kerimelerinm inmesine sebep olmuşlardır. Bu rivayette Hz. Peygamber (sa)'in, onlara Kur'ân okumasıyla gözlerini yaşararak duygulanmaları ve müslüman olmaları üzerine Hz. Peygamber (sa)'in: "Belki de yurdunuza dönün­ce tekrar eski dininize dönersiniz." buyurması üzerine: "Asla bu dinimizden başka bir dine dönmeyeceğiz." dedikleri ve onların bu sözleri üzerine Allah Tealâ'nın bu âyetleri indirdiği ayrıntılarına da yer verilmektedir [147]

2. İbn Abbâs'tan gelen rivayette ise âyet-i kerimenin nüzulü bundan daha önce ve Cafer ibn Ebî Tâlib'in Habeşistan'a gönderilmesi üzerinedir. Bu rivayet şöyledir:

Allah'ın Rasûlü (sa) Mekke-i Mükerreme'de müşriklerin ashabına kötülük yapmalarından korkardı. (Bir çıkış yolu ararken) Cafer ibn Ebî Talib ve İbn Mes'ûd'u ashabından bir grup ile Necaşi'ye gönderip: "O salih bir kralmış; zulmetmez ve yanında kimseye zulmedilmezmiş. Ona gidin. Umulur ki Allah müslümanlara bir açıklık, ferahlık ve kurtuluş yeri kılar." buyurmuş. Cafer ve yanındakiler Necaşi'nin yanına varınca onlara ikramda bulunmuş ve: "Size indi­rilenden bir şeyler biliyor musunuz?" diye sormuş; "Evet." demişler, "O halde onlardan okuyun." demiş. Etrafında papaz ve rahipler de varmış. Onlar her bir âyeti okuduklarında ondaki hakkı tanıyıp bildikleri için gözlerinden yaşlar süzü-lürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[148] İbn Kesîr âyet-i kerimenin bu hadise üzerine inmiş olmasını şüpheli gö­rür ve der ki: Ca'fer ibn Ebî Tâlib'in Necâşî'ye gitmesi ve ona Kur'ân okuması, o ve etrafındakilerin dinlediklerinden etkilenerek ağlamaları hadisesi hicretten öncedir. Halbuki bu âyet-i kerime Medine'de nazil olmuştur.[149]

3. Beyhakî'nin İbn İshak'tan naklen rivayetine göre Hz. Peygamber (sa) Mekke-i Mükerreme'de iken onun peygamber olarak gönderildiği haberni Ha­beşistan'a giden müslümanlardan öğrenen 20 kadar hristiyan Mekke-i Mükerreme'ye gelirler. Hz. Peygamber (sa)'i Ka'be'nin yanında bularak onunla konuşurlar. Mekke müşrikleri de kendi meclislerinden onların gelişlerini ve ko­nuşmalarını izlemektedir. Ratûlullah (sa)'a soruları bitince Allah'ın Rasûlü (sa) onları İslâm'a davet eder ve onlara Kur'ân okur. Kur'ân'ı işitince gözleri dolar, Onun, kitablarında verilen vasıfta olduğunu anlar, Hz. Peygamber (sa)'in dave­tine icabetle iman ve onu tasdik ederler. Bu grup Hz. Peygamber (sa)'in yanın­dan ayrılır ayrılmaz Ebu Cehl'in de aralarında bulunduğu bir grup Kureyşli müşrik yollarını keser ve onlara: "Ne kadar nasipsiz bir toplulukmuşsunuz! Ar­kanızda bıraktıklarınız sizi, kendilerine bu adam hakkında haber derleyip gö­türmeniz için gönderdiler. Halbuki siz, onun yanına oturur oturmaz, onun söy­lediklerine kanıp hemen dinizi terkettiniz ve onu tasdik ettiniz. Sizden daha ap­tal bir topluluk görmedik." dediler, onlar ise: "Cahillikte sizin seviyenize inecek değiliz. Sizin işiniz size, bizim işimiz bize. Elbette biz, kendimizi bu hayırdan mahrum etmiyeceğiz." diye cevap verdiler. Bu topluluğun Necran Hristiyanlarından olduğu ve yine bunlar hakkında ayrıca Kasas 52-55 âyetleri­nin de indiği de söylenir.[150]

4. Urve ibnu'z-Zubeyr'den gelen bir rivayet ise âyet-i kerimenin, Cafer ibn Ebî Tâlib'in Habeşistan'a gönderildiği zaman değil, biraz daha sonra Necaşi'ye Hz. Peygamber (sa)'in mektubunu götüren Amr ibn Ümeyye ed-Damrî'nin Ha­beşistan'a gitmesi üzerine nazil olmuştur. Urve şöyle anlatıyor: Rasulullah (sa), yanına bir mektup vererek Amr ibn Ümeyye ed-Damrî'yi Necaşi'ye göndermiş­ti. Amr, Necaşi'nin huzuruna girip Rasulullah (sa)'ın mektubunu ona okudu. Necaşi, Rasulullah (sa)'ın mektubu dinledikten sonra Cafer ibn Ebî Talib ve beraberindeki muhacirleri de oraya çağırttı. Aynı zamanda papaz ve rahiplerine haber gönderip hepsini (müslümanları ve kendi hristiyan din adamlarını) huzu­runda topladı, sonra da Cafer'e, kendilerine Kur'an okumasını emretti. Cafer onlara Meryem Sûresini okudu. Oradakiler Kur'an'a iman ettiler ve gözlerinden yaşlar süzüldü. İşte onlar hakkında Allah Tealâ "Peygamber'e indirileni işittik­lerinde, hakkı tanıdıklarından dolayı gözleri yaşla dolup taşar da derler ki: "Rabbımız, biz iman ettik, bizi de şâhidlerle birlikte yaz." âyet-i kerimesini in­dirdi.[151]

 

87. Ey iman edenler, Allah 'in size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın. Gerçek şu ki Allah, haddi aşanları sevmez.

88. Allah 'm sizi mıhlandırmış olduklarından helâl ve temiz olarak yeyin. Sizin mü 'minleri olduğunuz Allah 'tan da takva üzere olun.

Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde dört rivayet vardır. Bunlardan birin­de, içlerinde Hz. Ali ve Osman ibn Maz'ûn'un da bulunduğu bir grup sahabi hakkında; ikincisinde de Abdullah ibn Revâha hakkında, üçüncüsünde de ken­disine et yemeyi haram kılan bir sahabi hakkında; dördüncüsünde de bir mağa­rada inzivaya çekilmek isteyen bir sahabi hakkında nazil olduğu anlatılmakta­dır:

l. Suddî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bir gün Allah'ın Rasûlü (sa) otu­rup (bir rivayette Osman ibn Maz'ûn'un evinde[152] ashabı­na öğüt verdi, onlara âhiret hallerini hatırlattı. Efendimizin yanından çıkınca bazıları -ki Hz. Ali ve Osman ibn Maz'ûn'un da içlerinde olduğu 12 kişiydiler.-yaptıkları amelleri, az görerek daha da artırmak istediler ve dediler ki: "Hristiyanlar şöyle şöyle yapmışlar, kendilerine şunları şunları haram kılmışlar; o halde biz de bunları kendimize haram kılalım." Bazısı eti, et yağını ve gündüz yemek yemeyi kendine haram kıldı. Yani her gün oruçlu olacaktı. Bazısı gece uyumayı, diğer bazıları da -ki Osman ibn Maz'ûn bunlardan idi.- kadınlara yak­laşmayı kendine haram kıldı. Osman ibn Maz'ûn bu sözü verdikten sonra hanı­mına yaklaşmadığı gibi hanımının da kendisine yaklaşmasına müsaade etmedi. Bir gün hanımı Havla' Hz. Aişe'ye geldi. Hz. Aişe'nin yanında Hz. Peygamber (sa)'in diğer hanımları da vardı. Hz. Aişe ve Efendimiz (sa)'in diğer hanımları: "Ey havla, ne bu halin? taranmamış, koku sürünmemiş, perişan (pejmürde) bir haldesin?" diye sordular. O: "Ne olsun ki Osman şu kadar zamandır bana yak­laşmadı, elbisemi bile yoklamadı. Niye taranıp koku sürüneyim." dedi. Kadınlar başladılar gülmeye. O sırada Hz. Peygamber (sa) yanlarına girdi ve onları gü­lerken görünce: "Sizi güldüren nedir?" diye sordu. Hz. Aişe cevap verdi: "Hav-lâ'ya gülüyoruz. Nedir bu pejmürde halin? diye sorduk; Kocam şu kadar za­mandır elbisemi bile yoklamadı, dedi" burada "kadının elbisesini yoklamak ve­ya kadının elbisesini kaldırmak ifadesi, onunla temasta bulunmaktan kinayedir. Allah'ın Rasûlü (sa) birisini Osman'a gönderip çağırttı ve gelince de: "Ey Os­man sana ne oluyor, durumun nedir?" dîye sordu. Osman: "Ey Allah'ın elçisi, ben, ibadet için zaman bulayım diye onu Allah için terkettim." deyip olanları, hattâ kendini iğdiş etmeyi düşündüğünü anlattı. Hz. Peygamber: "Allah'a yemin olsun ki hemen şimdi evine dönecek ve hanımınla yatacaksın." buyurdu. Os­man: "Ey Allah'ın elçisi, ama ben oruçluyum." dedi. Efendimiz (sa): "O halde orucunu aç." buyurdular. Osman, Efendimizin emrini yerine getirdi. Ertesi günü Havla' taranmış, koku sürünmüş olarak Hz. Aişe'ye geldi. Hz. Aişe yine güle­rek:" Nasılsın ey Havla?" dedi. Havla da kocasının o gece kendisiyle yattığını söyledi. İşte bu hadise üzerine Allah'ın Rasûlü minbere çıkarak: "Bir kısım in­sanlara ne oluyor da kadınları, yemeyi ve uykuyu kendilerine haram kılıyorlar? Dikkat ediniz! Ben, gece uyuyorum da kalkıp namaz da kılıyorum, oruç tutuyo­rum da bazı günleri oruçsuz geçiriyorum ve kadınlarla da temasta bulunuyorum. Her kim benim sünnetimden yüz çevirir ayrılırsa benden değildir." buyurdu ve "Ey iman edenler, Allah'ın size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendi­nize haram kılmayın ve haddi aşmayın." âyet-i kerimesi nazil oldu.[153] Müslim'de Osman ibn Maz'ûn'un kendini iğdiş etmek istediği ve fakat Hz. Peygamber (sa)'in buna izin vermediği rivayetleri olmakla birlikte_bu âyet-i kerimenin bu sebeple nazil olduğu kaydı bulunmamaktadır.[154]

Bu hadise Buhârî ve Müslim'de, bu âyet-i kerimenin nazil olduğu kaydı olmamakla birlikte Enes ibn Mâlik'ten rivayetle şöyle zikrediliyor: Hz. Pey­gamber (sa)'in zevcelerinin evine üç kişi geldiler ve onlara, Efendimiz (sa)'in ibadetini sordular. Kendilerine haber verilince de onu kendileri için azımsadılar ve: "Peygamber (sa)'in yanında biz neyiz ki? Onun, geçmiş ye gelecek günahla­rı yarlığanmıştır." dediler. Bunlardan birisi: "Ben, yaşadığım müddetçe bütün gece namaz kılacağım." dedi. Diğeri: "Ömrüm boyunca oruç tutacağım, asla iftar etmiyeceğim." dedi. Üçüncüleri de: "Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmiyeceğim (ya da kadınlarla temasta bulunmıyacağım." dedi. Sonra Hz. Peygamber (sa) bunların yanına geldi ve onlara: "Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Dikkat ediniz! Allah'a yemin ederim ki Allah'tan en çok sakınanınız ve en müttakî olanınız benim. Böyle iken bazan oruç tutuyor, bazan da tutmuyo­rum; geceleri namaz kılıyorum ve uyuyorum ve kadınlarla evleniyorum (yani hanımlarımla temasta bulunuyorum). Eğer bir kimse benim sünnetimden yüz çevirirse o kimse benden değildir." Buyurdu.[155]

Mucâhid'den gelen rivayette Osman ibn Maz'ûn'la birlikte Abdullah ibn Amr'ın da adı geçmektedir[156] ki başka rivayetlerde Abdullah ibn Amr'ın, yaptığı ibadetleri az görerek kendine zorlaştırdığı, Hz. Peygamber (sa)'in durumu kendisine hafifletmesi tavsiyesine rağmen daha ağır ve çok iba­det etmek istediği ve fakat daha sonra "Keşke Rasûlullah'ın ruhsatını kabul et­seydim." diyerek bundan pişman olduğu da kaydedilmektedir.[157]

Vahidî, Hz. Peygamber (sa)'in, ashabına âhiret hallerini anlatmasından sonra yaptıkları amelleri az görerek daha da artırmaya karar veren ashabın sayı­sını on olarak verir ve bunlar içinde "Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali, Abdullah ibn Mes'ûd, Abdullah ibn Ömer, Ebu Zerr el-Gıfârî, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, el-Mikdad ibnu'l-Esved, Selman el-Fârisî ve Ma'kıl ibn Mukarrin"in de isimle­rini sayar. (İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ise İbn Ömer ve Ma'kıl yerine Hz. Ömer, Osman ibn Maz'ûn ve Ammâr ibn Yâsir'in isimleri geçer.[158]

Vahidî rivayeti şöyle devam ediyor: Onların bu kararlarından haberdar olan Hz. Peygamber (sa) kendilerini çağırır ve onlara sorar: "Şöyle şöyle yapmaya karar verdiğiniz bana haber verilmedi mi?" "Evet ey Allah'ın elçisi öyle kararlaştırdık ve fakat biz bununla sadece hayır murad ettik." derler. Allah'ın Rasûlü (sa) şöyle buyurur: "Ben bununla emrolunmadım; nefislerinizin sizin üzerinde hakkı vardır. O halde oruç tutunuz ve iftar ediniz (bazı günler oruç tutmayınız), geceleri kalkıp ibadet ediniz ve uyuyunuz. Ben, gecenin bir kısmını ibadetle ihya ederken bir kısmında da uyuyorum, bazı günler oruç tutuyorum, bazı günlerde de tutmuyorum, et de yiyorum yağ da. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir."

Sonra Rasûl-i Ekrem (sa) mescid-i nebeviye çıkıp insanlara hitaben şöyle buyurdular: "Bir kısım insanlar neden kadınları, yemeği, hoş kokuyu, uykuyu ve dünya lezzetlerini kendilerine haram kılıyorlar? Ben, hiçbir şekilde size ra­hipler ve papazlar olmanızı emretmiyorum. Benim dinimde et ve kadınların terkedilmesi yoktur, manastırlara kapanmak yoktur. Ümmetimin seyahati oruç­tur. Ruhbanlığı da Allah yolunda cihad etmektir. Siz, Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, haccedin, umre yapın, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Ramazan orucunu tutun. Sizden öncekiler dinlerini kendilerine zorlaş­tırdıkları için helak oldular. Onlar dinlerini kendilerine zorlaştırdılar, Allah da oniara zorlaştırdı. İşte bakın onların son kalıntıları manastırlardadırlar." ve bu­nun üzerine Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu âyetin inmesi üzeri­ne: "Ey Allah'ın elçisi, böyle böyle yapacağımıza dair yemin etmiştik. Şimdi bu yeminlerimiz ne olacak?" dediler de Allah Tealâ: "Allah, sizi yeminlerinizdekı lağvden dolayı muâhaze temez..." (Maide, 5/89) âyet-i kerimesini indirdi.[159]

2. Ebu Ümâme el-Bâhilî'den rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte seriyyelerden birisine çıkmıştık. Bir adam (içimizden biri) bir mağaraya uğramış. İçinde bir miktar su varmış. İçinden geçirmiş ki burada dün­yadan ve insanlardan ayrı yaşasa, içindeki suyla ve mağaranın çevresinde bula­cağı bakliyat türünden yiyeceklerle kifaf-ı nefs etse." Ama daha sonra düşünüp bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne sormaya, eğer o buna izin verirse o zaman yapma­ya karar vermiş.

Bu kişi gelip Rasûlullah (sa)'a: "Ey Allah'ın elçisi, ben bir mağaraya uğra­dım. Orada benim kifaf-ı nefs edebileceğim kadar su ve bakliyat türü yiyecek vardı. Kendi kendime düşündüm ki orada İkamet edeyim ve dünyadan kendimi soyutlayayım, ne dersin?" dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ben, yahudilikle veya hristiyanlıkla gönderilmedim. Ben, müsamahalı hanif dini ile gönderildim. Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah yolunda bir sabah veya öğleden sonra yürüyüşü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Sizden birinin savaşta birinci safta durması altmış sene namaz kılmasından daha hayırlıdır." buyurdular..[160] Musned'de nüzul kaydı ol­madan anlatılan bu hadise Kurtubî tarafından bu âyet-i kerimenin nüzul sebei olarak zikredilmiştir.[161]

3. Taberî ve Suyûtî'nin tefsirlerinde İbn Zeyd ve Zeyd ibn Eslem'den nak­ledildiğine göre bir gün Abdullah ibn Revâha Hz. Peygamber (sa)'in yanında iken akrabalarından birisi onun evine misafir gelmiş. Bir süre sonra eve gelen Abdullah ibn Revâha hanımına, misafirine yemek ikram edip etmediğini sor­muş. Hanımı: "Yemek az idi. Senin gelmeni bekledim." demiş. Misafirine ik­ramda bulunulmamasına kızan Abdullah hanımına: "Misafirimizi benim yü­zümden aç olarak hapsettin. Eğer tadarsam senin yemeğin bana haram olsun." deyince hanımı da: "Sen yemedikçe eğer ben de yersem o yemek bana da haram olsun." demiş. Abdullah ve hanımı arasındaki konuşmalara muttali olan misafi­ri: "Siz yemedikçe o yemek bana da haram olsun." demiş. Misafirin bu tavrı üzerine Abdullah hanımına: "Getir yemeği. Besmele çekin ve yeyin" deyip ye­meği yemiş. Sabah olunca da Hz. Peygamber (sa)'e gelip akşam evde olanları haber vermiş. Efendimiz (sa): "Güzel yapmışsın." buyurmuş ve "Allah sizi ye-minlerinizdeki lağvden dolayı muâhaze etmez..."e kadar olmak üzere "Ey iman edenler, Allah'ın size helâl kılmış olduğu hoş ve temiz şeyleri kendinize haram kılmayın ve haddi aşmayın..." âyetleri nazil olmuş.[162]

4. İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise Allah'ın Rasûlü (sa)'ne bir adam gelmiş ve: "Ben et yediğim zaman kadınlara arzum şiddetleniyor, şehve­tim bana galip geliyor ve kendimi tutamıyorum. Bu sebeple kendime eti haram kıldım." demiş de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[163]

 

89. Allah sizi yeminlerinizdeki lağvden dolayı muâhaze etmez. Ama bile bile ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar. Onun keffâreti; ailenize yedirmekte oldu­ğunuzun ortalamasından on miskini yedirmek, yahut giydirmek veya bir köle azat etmektir. Kim de bunları bulamazsa üç gün oruç tutar. İşte bu, yemin etti­ğiniz vakit yeminlerinizin keffâretidir. Yeminlerinizi muhafaza edin. Şükredesiniz diye Allah âyetlerini size işte böylece açıklar.

Hz. Aişe'den rivayete göre bu âyet-i kerime bir kimsenin "Evet vallahi, hayır vallahi" diye yemin kastı olmaksızın yemin etmesi hakkında nazil olmuş­tur.[164] Bu âyet-i kerime, aynı zamanda yeminlerin bozulma­sı halinde bir keffâret getirmesi sebebiyledir ki Hz. Aişe'den gelen başka bir rivayette de babası Hz. Ebu Bekr'in, bu âyetin inmesine kadar hiçbir yeminin­den dönmediği, bu âyet-i kerimenin nüzulü ile "Eğer yemin eder de yeminim­den başkasını daha hayırlı görürsem Allah'ın verdiği bu ruhsatı kabul eder ve o daha hayırlı olanı işlerim." dediği nakledilmektedir.[165]

İbn Abbâs'tan rivayete göre ise bundan hemen önceki âyetlerin nüzulüne sebep olan (Osman ibn Maz'ûn ve arkadaşları, ya da Abdullah ibn Revâha)'nın "Ey Allah'ın elçisi, peki bu hususta ettiğimiz yeminler ne olacak?" diye sormalan üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş ve yeminlerini keffâretlemekle emrolunmuşlardır.[166] Hz. Aişe'den gelen rivayet sanki âyet-i keri­menin hükmüne kimlerin girdiğinin beyanı gibi iken İbn Abbâs'tan gelen riva­yet, âyet-i kerimenin öncesine göre nüzul sebebi olmaya daha uygun görünmek­tedir.[167]

 

90. Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal ok­ları şeytanın işinden birer murdardırlar. Bunlardan kaçının ki felaha eresiniz.

91. Şeytan ancak içki ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah 'tan anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?

Ebu'l-Kamûs Zeyd ibn Ali'den rivayet ediliyor: Allah Tealâ içki hakkında üç kere vahiy indirdi. Ondan ilk indirileni "Sana içki ve kumarı soruyorlar. De ki: O ikisinde çok büyük bir günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Ama güna­hı yararından daha büyüktür." (Bakara, 2/219) Bu âyetin gelmesiyle müslümanlardan içki içmek isteyenler yine de içmeye devam ettiler. İki müslüman içki içip namaza başladılar ve okudukları anlaşılmaz bir şekilde oku­dular (ya da okuyacaklarını şaşırdılar da yanlış okudular). Bunun üzerine Allah Tealâ: "Ey iman edenler, sizler, söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar sarhoş­ken namaza yaklaşmayın." âyetini indirdi. Bundan sonra da bazıları içki içmeye devam etti ve fakat namaz esnasında içmeyi bıraktı. Nihayet bir gün birisi içki içip sarhoş oldu ve Kureyşlilerin Bedr'de ölenlerine ağıt yakmaya başladı.Hz. Peygamber'e bu durum haber verilince büyük bir telâşla oraya geldi. Hz. Pey­gamber o sarhoş adamı o halde görünce elindekini ona vurmak üzere elini kal­dırdı. Adam o anda ayıktı ve: "Allah'ın ve Rasûlü'nün gazabından Allah'a sığı­nırım. Allah'a yemin ederim ki bir daha asla içmeyeceğim." dedi. Allah Tealâ bu hadise üzerine "Artık onları bıraktınız değil mi?"ye kadar olmak üzere, içki­yi haram kılan: "Ey iman edenler içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işlerinden bir pisliktir..." âyetini indirdi. Hz. Ömer âyetteki "Artık onları bırak­tınız değil mi?" kısmını duyunca "Bıraktık, bıraktık." Dedi.[168]

Şa'bî'den rivayete göre ise içki hakkında dört âyet nâzii olmuştur. Buna göre yukarda geçen üç âyete ilâve olarak "Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık edinirsiniz..." (Nahl, 16/67) âyeti de içki hakkında nazil olan âyetlerdendir.[169]

İçki içip sarhoş olununca namaz kılmama hükmüne dayanak olan Nisa, 43 âyeti ile içkinin kesin olarak haram kılındığı hükmüne dayanak olan bu Mâide 90 âyetinin nüzul sebebinde en meşhur rivayet şudur:

Suddî'den rivayet ediliyor: Sana içkiyi ve kumarı sorarlar..." âyeti nazil olunca bazı kimseler yine de içki içmeye devam ettiler. Nihayet bir gün Abdurrahman ibn Avf bir yemek hazırlayıp içlerinde Hz. Ali'nin de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Davette yediler, içtiler, namaza kalktılar da imam olan Abdurrahman namazda "De ki: Ey o kâfirler! Ben elbette sizin ta­pındığınıza tapınmam..." sûresini okudu ama ne kendisi anladı ne de Hz. Ali. Bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilir hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyetini indirdi. Bu âyetin inişinden sonra da içki haram kılınmamış olduğu için bazıları içmeye devam etti. Ancak sabah namazından gün yükselinceye veya öğleye kadar iç­mezler ve öğle namazına ayık olarak kalkarlardı. Sonra yatsı namazını kılıncaya kadar yine içmezler, ancak yatsıdan gece yarısına kadar yine içerler ve yatıp uyurlar, sabah namazına kalktıklarında da sarhoşlukları geçmiş olurdu. Bu şe­kilde de bir süre devam ettiler. Nihayet bir gün de Sa'd ibn Ebî Vakkas yemek yapıp içlerinde ansardan birinin de bulunduğu bazı sahabîleri yemeğe davet etti. Onlara ikram etmek üzere deve başı kızartmıştı. Yemeğe buyurun dedi; yediler, içtiler, sarhoş oldular, konuşmaya daldılar. Davette bulunan ansarî, Sa'd'ın bir sözüne öfkelenerek elindeki, etini yemekte olduğu deve çene kemiğini kaldırdı­ğı gibi Sa'd'ın kafasına geçirdi ve Sa'd'ın burnunu kırdı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir.. .Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetlerini indirdi.[170] Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın burnunun kırıldığı dave­tin Utbân ibn Mâlik tarafından verildiği, sarhoş olan Sa'd'ın, içinde ansan hic­veden beyitlerin de bulunduğu bir şiir okuduğu, bunun üzerine ansardan birinin hücumuna uğradığı, burnunun kırılması üzerine gelip Hz. Peygamber (sa)'e ansan şikâyet ettiği ve Hz. Peygamber (sa)'in de "Ey Rabbım, içki hakkında bize fayda verecek bir açıklıkla re'yini bildir." diye dua ettiği ve bunun üzerine Allah Tealâ'nın "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir...Artık onları bıraktınız değil mi?" âyetini indirdiği ve bunun Ahzâb yani Hendek gazvesinden bir kaç gün sonra meydana geldiği rivayeti de vardır.[171]

Katâde'den gelen bir rivayette de şu bilgiler veriliyor: Sana içkiyi ve ku­marı soruyorlar. De ki: O ikisinde çok büyük günah ve insanlar için bazı yarar­lar vardır..." âyeti Allah Tealâ içkiyi kötüledi ve fakat haram da kılmadı. İçkiyi daha bir şiddetle kınama zamanı gelince de Nisa süresindeki "Ey iman edenler, sizler ne söylediğinizi bilecek hale gelinceye kadar, sarhoşken namaza yaklaş­mayın." âyetini indirdi. Bu âyetin inmesinden sonra da bazıları içmeye devam ettiler, ancak namaz vakti gelince içmezlerdi. Böylece içki değil de sarhoşluk haram kılınmış oldu. Nihayet Ahzâb (Hendek) savaşından sonra Allah Tealâ

"Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pis­liktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz." Âyetini indirdi de bu â-yetle az olsun çok olsun, sarhoş etsin etmesin içkinin haram kılınması gelmiş oldu.[172]

Bu âyet-i kerime yanında diğer bazı âyet-i kerimelerin de (Lokman, 31/15; Enfâl, 8/1 ve En'âm, 6/52) kendisi hakkında nazil olduğuna dair Müslim'in Ebu Bekr ibn Ebî Şeybe ve Zuheyr ibn Harb kanalıyla bizzat Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın oğlu Mus'ab'tan rivayet ettiği haber şöyledir: Onun hakkında Kur'ân'dan âyet­ler nazil olmuştur. Sa'd'ın annesi "Sa'd dininden dönünceye kadar konuşmama­ya, yememeye, içmemeye yemin etmiş ve: "Allah'ın sana ana babanı vasıyyet ettiğşini iddia ediyorsun değil mi? O halde ben annenim ve sana bunu emredi­yorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve sonunda dayanamayıp bayılmış. Kadına bir şey yedirmek istediklerinde ağzını zorla açar, bir sopa ile açık tutar ve öyle yemeği ağzına akıtırlarmış. Nitekim bayıldığında da kadının Umara adındaki oğlu gelmiş, annesine zorla su içirmiş; ayılan kadın Sa'd'e beddua etmeye başlamış da Allah Tealâ "Biz insana ana babasına güzellikle davranmasını tavsiye ettik. Ama şayet seni Bana ortak koşmaya zorlıyacak olur­larsa onlara itaat etme..." (Lokman, 31/15) âyet-i kerimesini indirmiş.

Sa'd kendisi anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) büyük bir ganimet ele geçirdi. Baktım ganimetler içinde bir kılıç var, hoşuma gitti ve aldım, Rasûlullah (sa)'a getirdim: "'Ey Allah'ın elçisi, bu kılıcı bana ver. Savaşta halimi; neler yaptığımı biliyorsun" dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanın­dan ayrıldım, ganimetlerin bulunduğu yere gittim, kılıcı ganimetlerin toplandığı yere atmak istedim ama nefsim beni ayıpladı ve kılıcı atmadan geri döndüm, Hz. Peygamber (sa)'e tekrar geldim ve: "Ey Allah'ın elçisi onu bana ver." de­dim. Sesini biraz daha yükselterek: "Onu aldığın yere koy." buyurdular. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Sana ganimetleri soruyorlar..." (Enfâl, 8/1) âyet-i kerime­sini indirdi.

Bir keresinde hastalanmıştım, Rasûlullah (sa)'a haber gönderdim de beni ziyarete geldi, "Bırak malımı istediğim gibi, istediğim yerlere taksim edeyim." dedim. Kabul etmedi. Ben: "Yarısını taksim edeyim." dedim, yine kabul etmedi, ben: "O halde üçte birini taksim edeyim." dedim, susup takrir buyurdular. Daha sonra üçte biri dilediği yerlere taksim etmek caiz kılındı.

Ansar ve muhacirlerden bir grubun yanına gitmiştim. Bana: "Gel sana ye­mek yedirelim, içki ikram edelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan öncey­di. Onlarla birlikte bir bahçeye vardık. Baktım kızartılmış bir deve kellesi ve bir tulum içki var. Onlarla birlikte yedim, içtim. Bir ara aralarında ansar ve muha­cirler anıldı, ben: "Muhacirler, ansardan daha hayırlıdır." dedim. Bir adam kalk­tı, devenin çene kemiklerinden birini aldı ve onunla bana vurdu, burnumu yara­ladı (bir rivayette burnuma vurdu ve yardı). Rasûlullah (sa)'a geldim ve olanları haber verdim ve Allah Tealâ benim hakkımda içkinin haramlığını bildiren "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[173]

İçkinin kesin olarak haram kılındığı hükmüne dayanak olan bu âyet-i keri­menin inişine muhtelif vak'alartekaddüm etmiş olmalıdır. Yani sarhoşluk sebe­biyle Medine İslâm toplumunda hoş olmryan vak'alar cereyan edip bunlar çoğa­lınca bu âyet-i kerime inmiştir. Nitekim bu âyet-i kerimenin nüzulünden önce meydana gelen ve bu âyetin nüzul sebebi olarak gösterilen olaylardan birisi de Hz. Ali ile Hz. Hamza arasında cereyan etmiştir. Hadiseyi Hz. Ali şöyle anlatı­yor:

Bedr Gazvesi günü ganimetinden benim payıma da yaşlı bir deve düşmüş; Allah'ın Rasûlü (sa) humus'tan bana o yaşlı deveyi vermişti. Daha sonra Rasûlullah (sa) bana bir deve daha verdi, böylece iki devem oldu. Fâtımaile evleneceğim sıralardı. Bir gün o iki devemi Ansardan birisinin evi yanında ıh-tırmıştım. Pazara götürüp satmak üzere üstlerine izhır otu yükleyecektim. Deve­lerin koşumlarını, iplerini ve semerlerini toplayıp develerin olduğu yere yönel­dim. Yanımda da düğün yemeği vermek için kendisinden yardım istediğim Kaynukâ oğulları kuyumcularından birisi vardı. Meğer Hamza ibn Abdulmuttalib ve arkadaşları develerimi yanında ıhtırdığım evde içki içiyorlar-mış. Yanlarında bir de şarkıcı cariye varmış. Cariye Hamza'yı, onun kahraman­lığını ve cömertliğini öven bir şarkı söylemiş. Bu şarkı üzerine Hamza kılıcını çekip iki devemin de hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini deşmiş, ciğerlerinden de bir parça kesip almış. Develerimin yanına döndüğümde ne göreyim; ikisinin de hörgüçleri kesilmiş, böğürleri deşilmiş, ciğerleri kesilip alınmış. Bu manzarayı görünce üzüntümden gözlerime hakim olamadım. Oradakilere: "Bunu kim yap­tı?" diye sordum. "Hamza yaptı. Şimdi o şu evde arkadaşları ile içki içiyor. Yanlarında bir de şarkıcı bir cariye var. Cariye bir şarkısında Hamza'yı, onun kahramanlığını ve cömertliğini öven şeyler söyleyince kalktı, kılıcını aldı ve senin develerinin hörgüçlerini kesti, böğürlerini deşti ve ciğerlerinden birer par­ça kesip aldı." dediler." Hz. Ali anlatmaya şöyle devam eder: "Oradan ayrılıp Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldim. Zeyd ibn Harise de Efendimiz'in yanın­daydı. Allah'ın Rasûlü (sa), başıma olumsuz bir şey geldiğini anlayıp: "Sana ne oldu?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın elçisi, bugünkü gibisini hiç görmemiştim; Hamza iki deveme saldırıp onların hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini deşmiş, şimdi de bir evde arkadaşları ile birlikte içiyorlar." dedim. Allah'ın Rasûlü (sa) ridâsını isteyip giyindi, sonra yürümeye başladı. Ben ve Zeyd ibn Harise de pe­şinden. Nihayet Hamza'mn bulunduğu eve geldi, girmek için izin istedi. Girme­sine izin verdiler. Bir de baktı ki içerde içki içiyorlar. Allah'ın Rasûlü (sa), yap­tığından dolayı Hamza'yı kınamaya başlıyordu ki onun sarhoş ve gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördü. Hamza, Rasûlullah'a döndü, ona baktı, Efendimiz'i gözleriyle aşağıdan yukarıya süzdü ve onun yüzüne bakarak: "Sizler babamın kölelerinden başka nesiniz ki!" dedi. Allah'ın Rasûlü (sa), onun sarhoş olduğu­nu anlayıp onu kınamaktan vazgeçti, gerisin geri döndü, dışarı çıktı, biz de pe­şinden çıktık." Ravi der ki: İşte bu hadise de içkinin haram kılındığı âyet-i ke­rimenin inmesini gerektiren sebeplerdendir.[174] Müslim, nüzul kaydı olmaksızın bu hadisi tahric etmiştir.[175]

Bu olaylardan birisi de içkinin ve içki içerek sahoş olmanın müslümanlar arasında yeniden kin ve düşmanlığa sebep olması yönüne işaret etmektedir. Saîd ibn Cubeyr'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Ansar'dan iki kabileye mensup bazıları içki içmişler, sarhoş olmuşlar ve sarhoş haldelerken birbirlerine hoş olmıyan şakalar yapmışlar. Sarhoşlukları geçince o esnada yapılan şakaların izlerini yüzlerinde, başlarında, sakallarında görünce düştükleri duruma kızıp: "Bunu bana filân filân kardeşim mi yaptı! Eğer gerçekten benim dostum olsaydı bana bunları yapmazdı." demeye ve ona karşı içinden bir öfke ve kin duymaya başlamıştı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[176]

Bu âyet-i kerimenin nüzulü ve içkinin kesin olarak haram kılınmasının vaktine gelince; Hicretin üçüncü senesi Uhud gazvesinden sonradır. Malûm ol­duğu üzere Uhud Gazvesi de Hicretin üçüncü senesi Şevval ayında meydana gelmiştir.[177]

 

93. İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkla­rı, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzer­lerine hiçbir suç yoktur. Allah muhsinleri sever.

Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla el-Berâ (ibn Azib)'den rivaye­tinde o şöyle anlatıyor: İçkinin haram kılındığına dair âyet nazil olunca "Haram kılınmazdan önce içenlerin durumu nasıl olacak?" diye sordular da bu âyet nazil oldu.[178]

İbn Abbâs'tan rivayette de içki ve kumarın haram kılındığını bildiren âyet nazil olup da içki ve kumarın "şeytanın işinden bir pislik ve murdar olduğu" bildirilince bazı müşkilpesent kimselerin: "Madem içki şeytanın işinden bir pis­liktir. O halde daha önceleri, bu bize bildirilmezden önce içki içen, sonra da karnında içki ile Bedr'de ve Uhud'da ölenlerin durumu ne olacak?" demeleri üzerine Allah Tealâ: "İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlar­dan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur." âyet-i kerimesini indirmiştir.[179] Katâde'den gelen rivayette Hz. Peygamber (sa)'e bu soruyu soran kimse­lerin: "Biz, içki içip de haram kılınmazdan önce Bedr'de ve Uhud'da ölen kar­deşlerimizin cennet ehlinden olduklarına şehadet ederiz." dedikleri ayrıntısı da yer almaktadır.[180]

Hammâd kanaliyla Enes ibn Mâlik'ten rivayetiyle gelen bir haberde de hem içkinin haram kılındığını, hem de bu haram kılınmadan önce içen ve ölen­lerin içki yüzünden kazandıkları günahın bağışlandığını haber veren âyetlerin nüzulü hadisesini o şöyle anlatıyor:

İçki haram kılındığı gün Ebu Talha'nın evinde, oradakilere içki dağıtan bendim. Ebu Talha, Ebu Dücâne, Muâz ibn Cebel, Süheyl ibn Beydâ\ Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh ve Übeyy ibn Ka'b'ın da bulunduğu Ansardan bir grup içki içiyorlardı. O zamanda onların içkileri hurma kurusundan yaptıkları fadîh denilen bir içkiden ibaretti. Dışardan bir münadinin bir duyuruda bulunduğunu işittik. Ebu Talha bana: "Çık bir bak." dedi. Çıktım, baktım birisi bağırıyor: "Ey insanlar uyanık olunuz, içki haram kılındı." Ravi der ki: Medine sokakları o gün adeta içki aktı. Enes anlatmaya şöyle devam ediyor: Ebu Talha bana: "Çık, içki­leri sokağa dök." dedi. Ben de çıktım ve içkileri dışarı (sokağa) döktüm. Bazı kimseler: "Filân filân karınlarında içki ile öldüler (peki onların durumu ne ola­cak)?" dediler de bunun üzerine Allah Tealâv İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri tak­dirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur" âyet-i kerimesini in­dirdi.[181]

Aynı hadise Taberî tefsirinde Katâde kanalıyla yine Enes ibn Mâlik'in ağ­zından ayrıntılarda küçük farklarla şöyle nakledilmektedir:

Ben bir içki meclisinde kadehleri Ebu Talha, Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrâh, Muâz ibn Cebel, Süheyl ibn Beyzâ ve Ebu Dücâne arasında dolaştırıyordum. İçtikleri hurma şarabından bir kısmı sızmış, başlan yana düşmüştü. O sırada dışardan bir münadinin: "Ey insanlar, uyanın, içki haram kılındı." diye bağırdı­ğını duyduk. Meclisimize dışardan ne kimse girdi, ne de meclisten kimse dışarı çıktı. Hemen içkileri döktük, içki kaplarını kırdık; kimimiz abdest aldı, kimimiz gusletti, Ümmü Suleym'in kokularından sürünüp içki kokusunu giderdik, sonra da Mescid-i nebeviye gitmek üzere meclisten çıktık. Bir de Mescide vardık ki Allah'ın Rasûlü (sa) "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz." âyetini okuyor. Bir adam: "Ey Allah'ın elçisi, bizden, içki içerken daha önce (bu haram kılmadan önce) ölenin yeri (makamı) ne olacak?" diye sordu da Al­lah Tealâ "İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındık­ları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzer­lerine hiçbir suç yoktur." âyet-i kerimesini indirdi. O sırada mecliste bulunan bir adam Katâde'ye: "Sen bunu Enes ibn Mâlik'ten işittin mi?" diye sordu. Katâde: "Evet. Bir adam da Enes ibn Mâlik'e: "Sen bunu Allah'ın Rasûlü'nden işittin mi?" diye sormuş da o: "Evet, bana bunu yalan söylemeyen (Allah'ın Rasûlü) nakletti. Allah'a yemin ederim ki biz yalan söylemezdik, yalan nedir de bilmez­dik." demiş." diye cevap vermiş.[182]

Bu rivayetlerin muhassalası içkiyi, kumarı ve fal oklanyla fal çekmeyi yasaklıyan ve bu yasaktan öncekilerin ma'füvv olduğunu bildiren bu âyet-i ke­rimelerin Uhud gazvesinden bile daha sonra nazil olduğudur.[183]

 

94. Ey iman edenler, Allah, görmeksizin kendisinden korkanları ayırdetmek için elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle sizi mutlaka imtihan e-der.Bundan sonra da her kim haddi aşarsa onadır azâb-ı elim.

İbn Ebî Hatim'in Mukatil ibn Hayyân'dan rivayetle tahricine göre bu âyet-i kerime Hudeybiye umresinde (Umretu'1-Kazâ) nazil olmuştur. O sene Hz. Pey­gamber (sa) ve ashabı Ten'îm'de umre için ihrama girdiklerinde vahşî hayvan­lar, kuşlar ve av hayvanları, ellerinin uzanabileceği ve bir güç sarfetmeden tutu-verecekleri kadar yakınlarına gelirmiş ve bir imtihan olmak üzere onları tutmak­tan veya avlamaktan men'edilmişler.[184]

 

95. Ey iman etmiş olanlar, sizler, ihramlılar iken avı öldürmeyin. Sizden her kim, kasten onu öldürürse öldürdüğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki Ka'be'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere buna içinizden adaletli iki kişi hükmedecektir. Yahut düşkünlere yemek yedirmek şeklinde keffaret veya onun dengi oruç tutmaktır. Tâ ki yaptığının vebalini tatmış olsun. Allah, geçmiştekile-ri affetmiştir. Kim de sonradan böyle yaparsa Allah ondan intikamım alır. Allah Azîz 'dır, intikam sahibidir.

Rivayete göre Hudeybiye senesi Ebu'1-Yusr Amr ibn Mâlik el-Ansârî umre için ihrama girmiş ve ihramh iken bir yaban eşeği avlayıp öldürmüş de onun hakkında "Ey iman etmiş olanlar, sizler ihramlılar iken avı öldürmeyin..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[185]

 

100. De ki: "Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir ol­maz. Öyleyse ey akıl sahipleri Allah 'tan takva üzere olun ki felaha eresiniz.

Câbir'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa): "Allah Tealâ size putlara ta­pınmayı, içki içmeyi, birbirinizin nesebine ta'n etmeyi haram kılmıştır. Uyanın; içki içene, içki yapmak üzere üzümü (veya hurmayı veya içki yapılan diğer her­hangi bir meyveyi) sıkana, içki dağıtana, satana, parasını yiyene lanet olunmuş­tur." buyurmuş. Bunun üzerine bir bedevi kalkmış ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben daha önceleri bunun ticaretini yapardım. İçki satışından epeyce de mal edindim. Allah'a itaat yolunda harcıyacak olursam bu mal bana fayda sağlar mı?" diye sormuş da Efendimiz (sa): "Bir hacda veya cihadda veya sadaka olarak harcasan bile Allah katında bir sinek kanadı kadar bile bir değeri yoktur. Allah ancak hoş ve temiz olanı kabul buyurur" buyurmuş. Allah Tealâ da Rasûlü'nün bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere "De ki: "Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[186]

 

101. Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları soracak olursanız size açıklanır. Allah bunları affetmiştir. Allah Ğafûr'dur, Halım'dir.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde bir kaç rivayet vardır:

1. İbn Abbâs, Suleym oğullarından bir bedeviye: "Ey iman edenler, size a-çıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyeti hangi sebeple nazil olmuştur biliyor musun? diye sorup şöyle devam etti: Bir topluluk, sırf alay olsun diye Hz. Peygamber (sa)'e sorular soruyor; meselâ birisi: "Babam kim?" diyor; devesini kaybetmiş olan birisi: "Devem nerede?" diye soruyordu. İşte Allah Tealâ onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[187]

2. Şu'be kanalıyla Enes'den rivayette o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) bir gün öyle bir hutbe okudu ki onun gibisini hiç işitmedim. Buyurdu ki: "Şayet benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız." Rasûlullah (sa)'ın as­habı hep yüzlerini örtmüşler (dinlediklerinin etkisiyle) inlemekteydiler. Bir a-dam kalktı ve: "Benim babam kim?" diye sordu. Efendimiz (sa): "Baban filân­dır." buyurdular bu âyet-i kerime "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." âyeti nazil oldu.[188]

Enes'den gelen bu rivayet Taberî'nin tefsirinde Katâde kanalıyla tahric o-lunmuştur ve biraz daha ayrıntılıdır. Şöyle ki: Bir gün insanlar Hz. Peygamber'e o kadar çok soru sordular ki sorulardan bunaldı ve minbere çıkıp: "Bugün so­run; ne sorarsanız cevabını vereceğim." buyurdu. Kendisiyle münakaşa edildiği zamanlarda babasından başkasına nisbet edilen bir adam vardı. Kalktı ve: "Ey Allah'ın elçisi, babam kim?" diye sordu. Sahabe onun kalkmasından ve soru sormasından hiç hoşlanmadılar. Ama Allah'ın Rasûlü (sa) onun da sorusuna cevap verdiler ve: "Baban Huzâfe ibn Kays'dır." buyurdular. Hz. Peygamber (sa)'in kızdığını anlıyan Hz. Ömer: "Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, Rasûl olarak Muhammed'den razıyız. Fitnenin kötüsünden Allah'a sığınırız." dedi. Hz. Peygamber (sa) şöyle devam etti: "Hayırda ve serde bugün gibisini görmedim. Bana cennet ve cehennem tasvir olundu da onları duvarın arkasında gördüm." Katâde bu hadis-i şerifi, "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın." âyet-i kerimesinin yanında, onunla birlikte (ve onun nüzul sebebi olarak) zikredermiş.[189] Zuhrî'nin rivayetine göre bu hadise üzerine Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî'nin annesi: "Senden daha çok ana-babasına âsî evlât görmedim; Annenin, cahiliye kadınlarının işlediği suçlardan birini işlemiş olmasından ve senin bu sorunla insanlar huzurunda rezil olmıyacağından nasıl emin olabilirsin? Vallahi Allah'ın Rasûlü seni siyah bir köleye nisbet etseydi ve baban odur, deseydi senin nesebini ona ilhak ederdim." Demiş.[190] Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayette de Abdullah ibn Huzâfe es-Sehmî'nin bu sorusuna ilâveten başka birisinin de: "Babam nerede?" diye sorduğu ve Efendimiz (sa)'in: "Baban cehennemde" diye cevap verdiği ayrıntısına yer verilmektedir.[191] Ki, âyetin "açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın." ifadesine daha uygundur.

3. Hz. Ali'den rivayete göre "Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." (Alu İmrân, 3/97) âyet-i kerimesi na­zil olunca "Ey Allah'ın elçisi, her sene mi?" diye sordular. Rasûlullah (sa) sus­tu, cevap vermediler. İkinci kere: "Ey Allah'ın elçisi, her sene mi?" dediler. "Hayır, şayet evet deseydim her sene farz olacaktı." buyurdular ve bunun üzeri­ne Allah Tealâ: "Ey o iman etmiş olanlar, size açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın..." âyet-i kerimesi nazil oldu[192]

Buhârî'ye bu hadis sorulduğunda "Hadis hasendir ve fakat mürseldir. Çünkü hadisin senedinde onu Hz. Ali'den rivayet ediyor görünen Ebu'l-Bahterî (adı Saîd'dir) ona ulaşmamıştır." Demiştir.[193]

Ebu Hüreyre'den rivayette ise bu soruyu soranın ismi de verilmekte. Şöyle ki: Rasûlullah (sa): "Allah sizin üzerinize haccı farz kıldı." buyurunca Mihsan el-Esedî kalkmış ve; "Her sene mi ey Allah'ın elçisi?" diye sormuş. Efendimiz (sa)'in cevaptan yüz çevirmesi üzerine adam iki kere veya üç kere daha sorunca "Bunu soran kim?" buyurmuşlar, "filân kimse." diye adını söylemiş. Efendimiz: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki evet deseydim hacc üzeri­nize her sene vacip olacaktı. Üzerinize vacip olsaydı güç yetiremiyecektiniz; güç yetiremeyip terkettiğiniz takdirde de kâfirler olacaktınız. Ben sizi bıraktı­ğım sürece siz de beni bırakın (ve bana soru sormayın). Sizden öncekiler çok soru sormaları sebebiyle helak oldular. Ben size bir şey emrettiğimde onu gücü­nüz yettiğince yapın; bir şeyi yasaklamışsam ondan da sakının." buyurmuş ve Allah Tealâ da sonuna kadar olmak üzere "Ey iman edenler, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..." âyet-i kerimesini indirmiş. Ebu Hüreyre'den gelen başka bir rivayette bu soruyu soran Ukkâşe ibn Mihsan el-Esedî[194]; Ebu Ümâme el-Bâhİlî'den gelen bir rivayette bir bedevî[195], Enes'den gelen rivayette Sürâka ibn Mâlik[196], İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette el-Akra' ibn Habis et-Temîmî[197] olarak Veril­mektedir. Bu hadise bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu kaydı olmaksı­zın Müsned'de de tahric edilmiştir.[198]

Mücâhid'den rivayet edilen habere göre ise Abdullah ibn Huzâfe'nin soru­su ile Ukkâşe ibn Mihsan'in sorusu aynı mecliste olmuştur.[199]

4. Bu âyet-i kerimenin, cahiliye devrinde arapların kendilerine haram kıldı­ğı bahîra, Sâibe, vasile, Hâmî gibi hayvanların İslâm'daki hükmünü soranlar hakkında nazil olduğuna dair bir rivayet daha vardır[200] ve aslında hemen peşinden gelen "Allah ne bahîra'dan, ne Sâibe'den, ne vasîle'den, ne de Hâm'den hiç birini meşru kılmamıştır..." âyet-i kerimesiyle münasebettar ol­makla daha da uygun görünmektedir. Ayrıca bütün bu rivayetler içinde Suyûtî, İbn Abbâs'tan gelen birinci rivayetin senedinin en sahih olduğunu da kaydet­mektedir.[201] Belki de bu soruların Hz. Peygamber (sa)'e sorul­ması birbirine yakın zamanlarda olmuş ve âyet-i kerime hepsine birden cevap olarak inmiştir. Öte yandan bu konulardan hangisi ve ne zaman sorulmuş olursa olsun her halde âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa)'in, sorulan soruların çoklu­ğundan bunalması ve ona, çok soru sorulmaması gerektiği siyakında nazil ol­muş olmalıdır.[202]

 

103. Allah ne bahîra'dan, ne Sâibe'den, ne vasîle'den, ne de Hâm'den hiç birini meşru kılmamıştır. Fakat o küfredenler Allah 'a karşı yalan düzerler. On­ları çoğu akletmezler.

İbn İshâk der ki: Muhammed ibn İbrahim kanalıyla Ebu Hureyre'den riva­yete göre o, Allah'ın Rasûlü (sa)'nü Eksem ibn Cevn el-Huzâî'ye şöyle buyu­rurken işitmiş: Ey Eksem, Amr ibn Luhayy ibn Kamea ibn Handef i cehennem­de bağırsaklarını çeker, sürürken gördüm. Ona senden daha çok benzeyen, sana ondan daha çok benzeyen başka birini görmedim." Eksem: "Ey Allah'ın elçisi, benim ona, onun bana benzemesi bana sakın bir zarar vermesin." dedi de Al­lah'ın Rasûlü (sa): "Hayır, sen mü'minsin, o kâfir idi. İsmail'in dinini ilk değiş­tiren, putları ilk diken, bahîra'yı, sâibe'yi ve hâmî'yi ilk koyan ve meşru kılan odur." buyurdular.

İbn Hişâm der ki: Bize bazı ilim erbabı şöyle naklettiler: Amr ibn Luhayy bazı işleri için Mekke'den Şam'a çıkmıştı. el-Balkâ' topraklarında Meâb'a ge­lince -ki o zamanda orada Imlâk'ın oğullan olan Amâlika vardı- ora halkının putlara taptıklarını gördü. "Tapınmakta olduğunuz bu putlar da ne?" diye sordu. Onlar: "Biz bu putlara taparız; onlardan yağmur isteriz bize yağmur yağdırırlar, onlardan zafer isteriz bizi zafere ulaştırırlar." dediler. "Bana onlardan birini ve­rir misiniz?Alıp Arap topraklarına götürsem de onlar da ona tapınsalar." dedi, ona Hübel denilen bir put verdiler, Mekke'ye getirip dikti ve insanlara, ona ta­pınmalarını, saygl göstermelerini emretti.[203]

 

105. Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıt­mış olanlar size bir zarar veremezler.Hepinizin dönüşü Allah 'adır. Yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde iki rivayet vardır:

l. Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Hz. Pey­gamber (sa) kitab ehlinin cizye vererek dinlerinde kalmasına müsaade edip araplara da "ya müslüman olursunuz ya da aramızda kılıç hakemdir." buyurunca "bazı kâfirlerden cizyeyi kabul edip bazılarından kabul etmedikleri için" müna­fıklar, mü'minleri ayıpladılar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[204]

Hadise Vâhıdî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde yine Kelbî, Ebû Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan biraz daha ayrıntılı olarak anlatılıyor. Şöyle ki:

Allah'ın Rasûlü (sa), başlarında Münzir ibn Sâvî'nin bulunduğu Hecer hal­kına, onları İslâm'a davet eden bir mektup yazdı. Eğer İslâm'a girmeyi kabul etmezlerse cizye ödeyeceklerdi. Mektup Münzir'e gelip de tebeası olan Araplar, Yahudiler, Hristiyanlar, Sâbiîler ve Mecûsîlere Efendimiz'in mektubunu oku­yunca müslüman olmak istemediler, cizyeyi kabul ettiler. Hz. Peygamber (sa)'e bu haber gelince "Araplar için ya müslüman olmak ya da kılıç dışında başka bir şey kabul etme. Kitab ehli ile mecusilerden ise cizyeyi kabul et." diye bir mek­tup daha yazdı. MUnzir'in bu ikinci mektubu okumasıyla tebeası olan araplar müslüman oldular, ehl-i kitab ile mecusiler de cizye verdiler. Bunun üzerine münafık araplar: "Muhammed'in işine şaşılır doğrusu; Allah'ın kendisini, müslüman oluncaya kadar bütün insanlarla savaşmak üzere gönderdiğini iddia ediyor, sonra da cizyeyi sadece ehl-i kitabdan kabul ediyor. Arap müşriklerin­den kabul etmediği cizyeyi Hecer halkı müşriklerinden (mecusilerinden) kabul ediyor. Arap kardeşlerimizin cizye vermelerini kabul etmeyip müslüman olma­ya zorladığı gibi onları da müslüman olmaya zorlasaydı ya!" dediler de Allah Tealâ: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıt­mış olanlar size bir zarar veremezler..." âyet-i kerimesini indirdi.[205]

Mukatil'den gelen bir rivayette Hz. Peygamber (sa)'in sadece kitab ehlinin cizye vermesini kabul buyurduğu, ancak araplann isteyerek veya istemiyerek (tav'an ev kerhen) müslüman olmasından sonra Hecer mecusilerinden de cizye­yi kabul ettiği, münafıkların, Efendimiz (sa)'in bu uygulamasını tenkid ettikleri söylenirken Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette de E-fendimiz (sa)'in bu uygulamasını tenkid edenler Mekke münafıkları olarak zik­redilmektedir.[206]

2. Cabir ibn Zeyd der ki: Birisi müslüman olduğunda kâfirler ona: "Ataları­nı beyinsizler yerine koydun, onların sapıklar mevkiine düşmesine sebep oldun, şöyle yaptın, şöyle yaptın." diye ayıplarlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[207]

 

106. Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ö-lüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmıyan iki kişiyi şahid tutun. Onlardan şüp­heleniyorsanız, namazdan sonra alıkoyarsınız da Allah 'a şöyle yemin ederler: 'Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah 'in şahidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa elbette günahkârlardan oluruz.

107. Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer ve: "Bizim şehadetimiz onların şehadetinden daha doğrudur. Biz haddi aşmadık; o takdirde doğrusu biz zalimlerden oluruz. " diye Allah 'a yemin eder­ler.

108. Bu, şehadeti gereği gibi yapmalarına veya yeminden sonra yeminleri­nin reddedileceğinden korkmalarına daha yakındır. Allah 'tan takva üzere olun ve dinleyin. Allah, günahkârlar güruhunu hidayete erdirmez.

İbn Abbâs'tan rivayete göre Sehm oğullarından bir adam, Temîm ed-Dârî ve Adiyy ibn Beddâ' (yine ibn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette Adiyy ibn Zeyd,[208] Ancak doğrusu diğeridir.) ile bir yolculuğa çıkmış ve Sehm oğullarından olan bu kişi yolda, hiçbir müslümanm bulunmadığı bir yerde ölmüş de yol arkadaşları olan Temîm ve Adiyy onun arkada bıraktığı mallarını getirip ailesine teslim etmişler. Ancak eşyaları arasında bulunan altın yapraklar­la süslü bir gümüş kadehi kaybetmişler. Allah'ın Rasûlü (sa) bu kadehin kay­bolmuş olduğuna dair onlara yemin ettirmiş, yemin etmeleri üzerine de onları bırakmış. Bir süre sonra kadeh Mekke'de ölenin akrabaları tarafından görülüp de kadehi elinde bulunduran kişi onu Temîm ed-Dârî ve Adiyy ibn Beddâ'dan satın aldığını söyleyince ölenin akrabaları gelip "şehadetlerinin o iki kişinin şehadetlerinden daha doğru olduğuna ve Mekke'de buldukları kadehin ölen ak­rabalarına ait olduğuna" şehadet etmişler ve işte bunun üzerine onlar hakkında "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza Ölüm musi­beti gelip çatmışsa sizden olmıyan iki kişiyi şahid tutun..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[209]

İbn İshâk'm İbn Abbâs kanalıyla bizzat Temîm ed-Dârî'den rivayetine ec­re o, "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet &-nında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da başınıza ötem musibeti gelip çatmışsa sizden olmıyan iki kişiyi şahid tutun..." âyeti hakkmck "Ben ve Adiyy ibn Beddâ' dışında herkes bu âyetin hükmünden bendirler." db~ miş. İbn Abbâs bununla ilgili hadiseyi şöyle anlatır: O ikisi hristiyan idiler. İs­lâm'dan önce ticaret için Şam'a gidip gelirlerdi. Yine bir keresinde ticaret için Şam'a gelmişlerdi. Orada yanlarına yine ticaret maksadıyla oraya gelmiş buht-nan, Sehm oğulları kölelerinden müslüman ve muhacir olan Budeyl ibn EH Meryem adında birisi geldi. Yanında kiralın istediği kıymetli bir gümüş kaddk vardı. Onunla ticaretini büyütmüştü. Budeyl onlarla beraberken hastalandı ve onlara vasıyyette bulunup ölürse kalan eşyasını ailesine götürmelerini istedi. Bundan sonrasını Temîm şöyle anlatır: Budeyl ölünce o değerli kadehi aldık, bin dirheme sattık ve Adiyy ile aramızda beşyüzer dirhem olarak paylaştık. Son­ra da eşyasını ailesine götürüp teslim ettik, "Budeyl bunlardan başka bir şey bırakmadı ve bize bunlardan başka bir şey de vermedi." dedik. Rasûlullah (sa)'ın Medine-i Münevvere'ye gelmesinden sonra müslüman olunca bunu sak­lamayı günah sayarak Budeyl'in ailesine geldim ve olanları aynen anlatıp "Ben size yalan yere yemin ettim. Ben ve arkadaşım o kabı bin dirheme sattık ve pa­rasını bölüştük." deyip beşyüz dirhemi onlara verdim, sonra da kalan beş\-cz dirhemin arkadaşım Adiyy ibn Beddâ'da olduğunu söyledim. Adiyv .... Rasûlullah (sa)'ın huzuruna götürdüler de Efendimiz (sa) Budeyl'in akrabaii-rmdan bu konuda bir delilleri olup olmadığını sordu, delil getiremediler. Bunıai üzerine ondan, "kendi dininde kutsal saydıkları bir şey üzerine" yemin etmesim istemelerini emretti. Adiyy'in yemin etmesi üzerine "Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer.." âyet-i kerimesi nazil oldu. Be âyet-i kerime gereğince ölenin akrabalarından iki kişi yemin edince Adiyy'den beşyüz dirhem alınıp ölenin akrabalarına verildi.[210] Tirmizî rivayetinde ölen kölenin Sehm oğulları kölesi değil, Hâşim oğulları kölesi olduğu farkı vardır.[211] Ancak meşhur olan, Sehm oğullan kölesi olmasıdır.

Hadise Katâde, îbn Sîrîn, İbn Cureyc ve daha başkaları kanalıyla İkrime'den bundan daha geniş, daha ayrıntılı olarak nakledilmiştir. Bu kanallar­dan gelen rivayetlerin ortak noktaları alınmak suretiyle Taberî tefsirinde de yer alan bir rivayete göre ise bu hırsızlık Temîm'in itirafıyla değil, ölen BudeyPrn akrabaları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

İkrime şöyle anlatıyor: Adiyy ve Temîm ed-Dârî, câhiliye devrinde Mek­ke'ye ticaret için gelip giden Lahm kabilesinden iki hristiyan tüccar idiler. Al­lah'ın Rasûlü (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret edince ticaretlerini Mekke'den Medine'ye kaydırdılar.Amr ibnu'l-As'ın (veya el-As ibn Vâil es-Sehmî,[212] kölesi İbn Ebî Mâriye (veya İbn Ebî Meryem), ticaret için Şam'a gitmek üzere Medine-i Münevvere'ye geldi. O da Temîm ve Adiyy ile birlikte yola çıktı. Yolda İbn Ebî Mâriye hastalandı, vasıyyetini eliyle yazıp eaşyası içine gizledi, sonra da Temîm ve Adiyy'e vasıyyette bulunup eğer ölür­se eşyasını ailesine götürmelerini söyledi. İbn Ebî Mâriye ölünce Adiyy ve Te­mîm onun eşyasını açtılar, içinden dilediklerini aldılar, sonra da Medine'ye geri döndüklerinde onun eşyasından kalanları ailesine teslim ettiler. İbn Ebî Mâriye'nin ailesi, kendilerine teslim edilen aşyayı açıp da onu kendi el yazısıyla vasıyyetini eşyanın arasında bulunca vasıyyette yazılı eşyayı kontrol edip onda eksiklik olduğunu gördüler de Temîm ve Adiyy'e: "eksik olan eşyayı sordular. O ikisi: "Bizim ondan aldığımız, size teslim ettiklerimizden ibarettir." dediler. Ölenin ailesi: "Peki, o herhangi bir şey satın aldı veya yanındakilerden herhangi bir şey sattı mı?", "Herhangi bir eşyasını kaybetti mi?", "Herhangi bir ticaret yaptı mı?" sorularına Temîm ve Adiyy hep hayır, cevabı verdiler. Bunun üzeri­ne ölenin ailesi: "İbn Ebî Mâriye'nin eşyasından bir şeyi bulamıyoruz." deyip o ikisini o eşyayı almış olmakla itham ettiler ve dava Hz. Peygamber (sa)'e iletildi de Allah Tealâ "Ey iman edenler, herhangi birinize ölüm gelip çattığı zaman vasıyyet anında aranızda ya adalet sahibi iki kişiyi veya yolculukta olup da ba­şınıza ölüm musibeti gelip çatmışsa sizden olmıyan iki kişiyi şahid tutun..." â-yet-i kerimesini indirdi. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü (sa) bir ikindi namazı­nın akabinde Temîm ve Adiyy'i çağırıp onlardan "Ailesine teslim ettiklerimiz­den başka İbn Ebî Mâriye'den herhangi bir şey almadık ve aldıklarımızdan hiç­bir şey gizlemedik." diye yemin etmelerini istedi ve onlar da yemin ettiler. Ara­dan bir süre geçmişti ki altınla süslenmiş gümüş bir kap Temîm ve Adiyy'in yanında ortaya çıktı. İbn Ebî Mâriye'nin ailesi: "Bu kap ölümüzün eşyasından mı?" diye sordular. O ikisi: "Evet, ve fakat biz bu kabı ondan satın aldık da ye­min ettiğimiz sırada bunu söylemeyi unuttuk. Şimdi ise kendi kendilerimize yalan söylemekten hoşlanmadığımızdan böyle söyledik" dediler. Aralarındaki ihtilâfın giderilmesi için dava Hz, Peygamber (sa)'e iletildi de diğer âyet; "Şayet onların aleyhinde gerçekten bir vebale hak kazanmış oldukları ortaya çıkarsa, onların aleyhlerine hak iddia ettikleri iki kişi bunların yerine geçer ve: "Bizim şehadetimiz onların şehadetinden daha doğrudur. Biz haddi aşmadık; o takdirde doğrusu biz zalimlerden oluruz." diye Allah'a yemin ederler." âyet-i kerimesi nazil oldu. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü (sa) ölenin akrabasından iki kişiye "Temîm ve Adiyy'in, ölen akrabalarının eşyasından bir şey sakladıklarına, ken­dilerinin ise o eşyayı kendilerine teslim edilen eşya içinde bulamadıklarına, Temîm ve Adiyy'in yanındaki o eşyanın kendilerine ait olup da bulamadıkları o eşya olduğuna." yemin etmelerini emretti.[213] Ölenin kabilesinden Amr ibnu'1-As ve Muttalib ibn Ebî Rifâa es-Sehmî kalktılar ve yemin ettiler.[214] Ölenin akrabalarından olup da yemin edenlerin Abdullah ibn Amr ibnu'1-As ve el-Muttalib ibn Ebî Vedâ'a es-Sehmî olduğu da söylenmiştir.[215]

el-As İbn Vâil es-Sehmî'nin kölesinin ismi Mukatil'den gelen bir rivayette Budeyl yerine Buzeyl olarak zikredilmektedir.[216]

Daha sonra iyi bir müslüman olan Temîm ed-Dârî şöyle dermiş: "Elbette Allah ve Rasûlü doğru söylemişlerdi. O kabı ben almıştım."[217] Bu Temîm ed-Dârî, Temîm ibn Evs ibn Hârice ed-Dârî olup hic­retin dokuzuncu senesi müslüman olduğuna göre[218] bu âyet-i kerimeler de hicretin dokuzuncu senesi inmiş olmalıdır. Bu olayda adı geçen Adiyy ibn Beddâ' ise müslüman olmamış, Hafız ibn Hacer'in kaydettiği­ne göre hristiyan olarak ölmüştür.[219] Suyûtî, Zehebî ve İbn Hacer'e dayanarak bu kıssada adı geçen Temîm'in, Temîm ed-Dârî olmayıp başka bir Temîm olduğunu söylemiştir.[220]


 

[1] Alûsî, Rûhu'l-Ma'ânî, Beyrut tarihsiz, VI.47.

[2] Râzî, Mefâtîhu'i-Ğayb, Tahran tarihsiz, xi,i32.

[3] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, VI,22.

[4] Alûsî, age! vi,47.

[5] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'UMesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1965, 11,267.

[6] İbnu'i-Cevzî, age. n,267..

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/289.

[7] el-Vahidî. Esbâbu'n-Nüzûi. s. 130.

[8] t Câmııfi-Beyân, vı,38-39.

[9] ibnui-Cevzî, age. 11,270.

[10] Alûsî, Rûhu'i-Ma'ânî. vi,54.

[11] Kurtubî, age. Vuo.

[12] el-vahidî, Esbâbu'n-Nüzûi, s. 130.

[13] Taberi age. vi,37.

[14] ibmri-Cevzî, age. 11,273-274.

[15] İbnu'l-Cevzî, age. 11,271; Alûsî, age. VI,5.4.

[16] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/290-291.

[17] Râzî, age. xı,i37.

[18] Taberî, age. VI,51 -52; Râzî, age. XI, 139.

[19] Taberî, age. vi,5i.

[20] Taberî, age. vi,54.

[21] Taberî. age. VI,53.

[22] Bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/2; İman, 33; Meğâzî, 77; Muslim, Tefsir, 3-5; Tinnizî, Tefsir, 5/1,2, hadis no: 3043, 3044; Neseî, İman, 18; Menâsik, 194; Ahmed ibn rlanbel, Musned, 1,27.39.

[23] Taberî, .tge. vi,54.

[24] ibnu'l-Cevzî, age. 11,287.

[25] bak; Kurtubî, age. vi,4i.

[26] İbnu'l-cevzî, age. n,285; Kurtubî, age. vı,42.

[27] Taberî, age. VI.48.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/292-294.

[28] Taberî, age. vi,57.

[29] Müslim, Libâs, 82.

[30] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,135.

[31] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, i,136.

[32] bak; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi, U36.

[33] Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûi, s, 132.

[34] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/294-295.

[35] Râzî, age. xi,i49.

[36] İbnu'l-Cevzî, age. 11,297.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/296.

[37] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 1,88-89, hadis no: 165.

[38] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, U37.

[39] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûi. u37-138.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/297-298.

[40] Taberî, age. vi,9i.

[41] Râzî, Mefâtîhu'i-Gayb, Tahran tarihsiz, xi,i80.

[42] îbnui-Cevzî, age. n,307.

[43] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/299.

[44] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Mısır 1375/1955, 11,205-206. Ayrıca bak: Buharı, Meğâzî, 31,32; Müslim, Fedâil, 13,14; Ahmed İbn Hanbel. Musned, ni,390.

[45] Kurtubî, d-Câmiu li-Ahkâmi'i-Kur'ân, vi,i57.

[46] Müslim, Fedâil, I3ri4.

[47] ibn Hişâm, age. 11,205-206.

[48] Taberî, age. vi,92-93.

[49] bak: Suyûtî, Lubâbu'n-Nukni, 1,139.

[50] Taberî, age. VI,93-94; îbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, 111,59.

[51] İbn Hişâm, esSîretu'n-Nebeviyye, 11,190).

[52] Kurtubî, age. vi,74.

[53] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/300-302.

[54] Taberî, age. VI, 103-104.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/303.

[55] Taben, age. vi.105-106.

[56] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,141.

[57] Ebu Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Cânüu h-Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1408/1988,11,7.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/303-304.

[58] Taberî, age. vi,ıo7.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/304.

[59] Ebu Davud, Hudûd, 3, hadis no: 4364-4370.

[60] Bütün bu ayrıntı­lar için bak: Müslim, Kasâme, 9-14; Buhârî, Vudû, 66; Hudûd, 15; Zekât, 8, 9, 68; Diyât, 22; Tıbb, 6, 29. Meğâzî, 36; Tirmizî, Tahâre, 55, hadis no: 72; At'ime, 38; Neseî, Tahrîmu'd-Dem, 8, hadis no: 4026-4031: İbn Mâce, Hudûd, 20; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 111,163, 177, 198; Taberî, Câmiu'l-Beyân, VI, 133-134; Kurtubî, age. VI.97-98.

[61] Râzî, age. xi,2i4; tbnu'i-Cevzî, age. n,344.

[62] Kurtubî, age. vi,98.

[63] İbnu'l-Cevzî. age. 11,343.

[64] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/304-306.

[65] Vahidî, age. s. 134.

[66] es-Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, i(i29.

[67] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/307.

[68] Taberî, age. vi,i49.

[69] Ahmed ibn Hanbei, Musned, n.177-178.

[70] Buhari, Hudûd, 12; Musüm, Hudûd, 8-9; ibn Kesîr, Tefsîru'i-Kur'âni'i-Azîm, 111,104.

[71] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/307.

[72] Ebu Bekr Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Musned, tah: Habîbu'r-Rahmân el-A'zamî, Beyrut tarihsiz, 11,541-542, hadis no: 1294, 1295.

[73] Taberî, age. vi, 150.

[74] Râzî, age. xi,233.

[75] Elmalılı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Mealli Tefsir, Ankara 1960,111,1683.

[76] Buharî, Tefsîru'i-Kur'ân, 3/6.

[77] Müslim, Hudûd, 26.

[78] Müslim, Hudûd, 28; Taberî, age. VI, 150.

[79] Taberî, age. vı,i5i.

[80] Taberî, age. VI,152. Bu konudaki rivayetler için ayrıca bak: Buhârî, Hudûd, 37 Tevhîd, 51; Müslim, Hudûd, 26-28; Ebu Davud, Hudûd, 25, hadis no: 4446-4452; İbn Mâce, Hudûd, 10, hadis no: 2558; Mâlik, Muvatta', Hudûd, 1; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11,5.

[81] Neseî, Kasâme, 7-9, hadis no: 4729; Taberî, age. vi,i57.

[82] Suyûtî, LıMbu'n-Nukûi, 1,142.

[83] Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1,246.

[84] ibnui Cevzî, age. 11,357.

[85] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/308-313.

[86] Taberî, age. vı,i6i; Vahidî, age. s. 135-136.

[87] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/314.

[88] Taberî, age. n,6i.

[89] es-suyûtî, ed-Durrui-Mensûr, 11,581.

[90] Taberî, age. vı,i67.

[91] Taberî, age. vi,i65.

[92] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/314.-316

[93] veya Ka'b ibn Esîd, bak: İbnui-Cevzî, zâdu'i-Mesîr. n,374; ei-vâhıdî, Esbâbu'n-Nuzûi, s. 136.

[94] Taben, age. vi,i77.

[95] el-Câmiu li-Ahkâmi'I-Kur'ân, VI,138.

[96] tbnui-Cevzî, age. n,375.

[97] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/316.

[98] İbnu'l-Cevzî, age. 11,376; Râzî, age. XII,15.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/317.

[99] Taberî, age. VI, 177-178; Vahidî, Esbâbu'n-Nüzû!, s. 136.

[100] Taberî, age. vi,i78.

[101] Taberî, age. vi,i78; Alusi, Rûhu'i-Maânî, vi,i56.

[102] Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an,VI,140.

[103] İbnu’l-Cevzi,age,II,378.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/317-319.

[104] Taberi,age.VI,186.

[105] Vahidî, age. s. 137.

[106] Kurtubî, age. VI, 143.

[107] Taberî, age. vi,i86.

[108] Râzî, age. xn,26.

[109] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/319-320.

[110] Taberî, age. VI,187; Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 137-138.

[111] Vahidî, age. s. 138; ibnu'l-Cevzî, age. n,385-386 Râzî, age. xn,33.

[112] Kurtubî, age. vi,i45.

[113] Vâhidi age. s. 138.

[114] Kurtubî, age, vi,i46.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/321-322.

[115] Taberî, age. vi,i89; Kurtubî, age. vij5i.

[116] Bak: Lubâbu'n-Nukûi. 1,146.

[117] İbnu'l-Cevzî, age. 11,386; Kurtubî, age. VI, 151.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/322.

[118] Vahidî, age. s. 138; Alûsî, Rûhu'l-Maânî, VI, 174.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/323.

[119] Alusi, age. vi,i77.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/323.

[120] Suyûtî,Lubâbun-Nukûi, 1,147.

[121] Taberî, age. VI, 194.

[122] İbnu'l-Cevzi age. 11,392; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,147.

[123] Alûsî, age. vij?1^180.

[124] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/324.

[125] Suyûtî, Lubâbun-Nukûl, 1,149.

[126] Vahidî, age. s. 138-:?9.

[127] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,147.

[128] Alusi, age. vı,i99.

[129] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/4.

[130] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,148.

[131] Vahidî, age. s. 139.

[132] Vahidî, age. s. 139.

[133] Râzî, age. xn,49.

[134] Vahidî, age. s. 139.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/324-327.

[135] Taberî, age. vuoo.

[136] Alûsî, age. vi,i99.

[137] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/327.

[138] ibnu'l-Cevzî, age. n,40i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/327.

[139] ibnui-ceva, age. n,402.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/327.

[140] Taberî, age. VII,2; İbnu'l-Cevzî, age. 11,409.

[141] Taberî, age. vn,3.

[142] İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, m,157.

[143] Taben, age. vn,4.

[144] Kurtubî, age. vi,i66.

[145] Taberî, age. vn,5.

[146] Vahidî, age. s. 140.

[147] İbn Kesîr, age. 111,159.

[148] Vahidî, age. 139-140.

[149] ibn Kesîr, age, 111,157.

[150](Kurtubî, age, vı,i65-i66.

[151] Vahidî, age. s. 140.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/329-331.

[152] bak: Râzî, age, XII,70.

[153] Taberî, age vn/7-8.

[154] Bak: Müslim, Nikâh, 6-8.

[155] Buhârî, Nikâh, i; Müslim, Nikâh, 5.

[156] Taben, age. vn,8.

[157] Buhârî, Savm, 55; Müslim, Siyam, 181.

[158] bak: ibnu'l-Cevzî, age. 11,410.

[159] Vahidi age. 141-142.

[160] Ahmed ibn Hanbel, Musned, v,266.

[161] Kurtubî, age. vi,i69.

[162] Taberî, age. vn,9; Suyûtî, ed-Durru'i-Mensûr, 111,143.

[163] Vahidî, age. s. 14i.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/332-335.

[164] Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, 5/8.

[165] Buhârî, Tefsîru'i-Kurân, 5/8.

[166] Taberî, age. vu.ıo.

[167] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/335-336.

[168] Taberî, age. ıı,2ii

[169] Taberî, age. 11,212.

[170] Taberî, Câmiu'i-Beyân, 11,212.

[171] Şihabuddin Mahmud el-Alûsî, Rûhu'l-Maânî, Beyrut tarih­siz, 11,111-112.

[172] Taberî, age. 11,212.

[173] Müslim, Fedâiiu's-Sahâbe, 43-44.

[174] Vahidî, age. s. 143 144.

[175] Bak: Müslim, Eşribe, ı, 2.

[176] ibnui-cevzî, age. n,4i7.

[177] Kurtubî, age. Vl.184-185.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/336-340.

[178] Ahmed Abdurrahman el-Berinâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-tslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400,11,18.

[179] Taberî, age. vn,23.

[180] Taberî, age. vm,25.

[181] Müslim, Eşribe, 3-10, Ayrıca bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/11; Mezâlim, 21; Neseî, Eşribe, 2

[182] Taberî, age. vn,34-35.

[183] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/340-342.

[184] İbnu'l-Cevzî, age. II,421; Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, (11,185).

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/342.

[185] Kurtubî, age. vi.195.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/342-343.

[186] Vahidî, age. s. 145.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/343.

[187] Buhân, Tefsîrui-Kurân, 5/12; Taberî, age. VII.52.

[188] Buhârî, Tefsîm'i-Kur'ân, 5/12.

[189] Taberî, age. vn,52.

[190] Taben, age. vii,52-53)

[191] Taberî, age. vn,53.

[192] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 5/15, hadis no: 3055. Ayrıca bak: Neseî, Menâsik, 1, hadis no: 2617; İbn Mâce, Menâsik, 2; Dârimî, Menâsik, 4.

[193] Kurtubî, age. vi,2i3.

[194] Hal tercümesi için bak: İbnu'1-Esîr, Usdu'1-Ğâbe, IV,67-68.

[195] Taberî, age. vn,53.

[196] Râzî, age. xn, 106.

[197] Neseî, Menâsik, 1, hadis no: 2618; ibn Mâce, Menâsik, 2, hadis no: 2886.

[198] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 11,508. Ayrıca bak: 1,255, 291, 371,372

[199] Taberî, age. vn,54.

[200] Taberî, age. vn,54.

[201] Lubâbu'n-Nukûi, 1,155.

[202] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/343-345.

[203] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,76-77.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/346.

[204] Rizî, age. XII, 112.

[205] Vahidî, age. s 146.

[206] fbnu'l-Cevzî, age. 11,441.

[207] Kurtubî, age. vi,222.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/346-347.

[208] bak: Vahidî, age. s. 146.

[209] Buhârî, Vasâyâ, 35; Ebu Davud, Akzıye, 19, hadis no: 3606; Taberî, age. VIIJ5.

[210] Taberî, age. vn,75; ibnu'i-Esîr, usdu -öâbe, rv,5-6.

[211] Tirmizî, Tefsîru'i-Kur'ân, 5/19, hadis no: 3059.

[212] bak ibnui-Cevzî, age. 11,445.

[213] Taberî, age. vn,75.

[214] Râzî, age. xh,119-120.

[215] Münzirî Haşiyesinden naklen Ebu Davud, Akzıye, 19, 3606 numaralı hadisin dip notunda.

[216] ibnu'l-Cevzî, age. n.444.

[217] Taberî, age. vıı,75; Râzî, age xıı, 119-120.

[218] ibnu'l-Esîr, Usdui-Ğâbe, i,256.

[219] îtmu'i-Cevzî, age. n,445.

[220] Lubabu'n-Nukûl, 1,157.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/348-351.