Mekke-i Mükerreme'de ve iniş sırası itibariyle Hıcr Sûresinden sonra inmiştir.
İbn Abbâs der ki: En'âm Sûresi Mekke'de toptan bir defada nazil oldu. Mekke vadisi onunla doldu. Onu, yetmiş bin melek yolcu etmişti; melekler onunla birlikte indiler ve iki dağın arasını doldurdular. Allah'ın Rasûlü (sa) vahy kâtiblerini çağırdılar ve ondan Medine'de nazil olan 6 âyet dışında bütün sureyi o gece yazdılar.[1] Sûre'nin bir defada toptan indiği ve onun nüzulünün 70 bin melek tarafından teşyî edildiği İbn Ömer'den merfû olarak da rivayet edilmiştir.[2]
Enes'den rivayette de Hz. Peygamber (sa): "En'âm Sûresi dışında Kur'ân'dan bana toptan inen sure yoktur. Şeytanlar, bunun dışında başka hiçbir sure için bunda toplandıkları gibi toplanmış değillerdir. Bu Sure Cibril ile bana gönderildiğinde onun yanında elli -veya elli bin buyurmuştur.- melek daha vardı. Bu melekler teşbih ve tehlille onu getirip suyun havuza konduğu gibi kalbime koydular. Allah bu sure ile beni ve sizi öyle aziz kılmıştır ki bundan sonra asla bir daha aşağılanmazsınız. Onda müşriklerin hüccetleri çürütülmüştür. Onda, Allah'ın asla dönmeyeceği va'dleri vardır." buyurmuştur.
İbnu'l-Munkedir'in Câbir'den rivayetine göre En'âm Sûresi nazil olduğunda Hz. Peygamber (sa) teşbihte bulunmuş (Subhânallah demiş) ve: "Bu Sureyi ufuğu kapatacak sayıda çok melek yolcu ettiler." buyurmuş[3]
Esma bint Yezîd'den gelen bir rivayette de Sûrenin, Hz. Peygamber yolda iken nazil olduğu anlaşılıyor. Bu rivayette Esma şöyle demiş: En'âm Sûresi, Allah'ın Rasûlü bir yolculukta (veya yolda) iken meleklerin yüksek sesleri (yüksek sesle teşbih ve tehlilleri arasında) nazil oldu. Melekler gökle yer arasını doldurmuşlardı.
Esmâ'dan gelen başka bir rivayette de Efendimiz'in, En'âm Sûresi nazil olurken devesi üzerinde olduğu, devenin yularını kendisinin tuttuğu, Sûrenin bir bütün halinde bir defada indiği ve vahyin ağırlığından neredeyse devenin kemiklerinin kırılacağı ayrıntılarına da yer verilmektedir.[4]
İbn Abbâs'tan gelen rivayette Medine'de indiği ifade edilen âyetler "De ki: Gelin, Rabbınızın size neleri haram kıldığını ben söyleyeyim...ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur. Ona hemen uyun. Başka yollara uymayın ki sonra sizi O'nun yolundan ayırır. İşte müttakîler olasınız diye size bunları emretti." (âyet: 151-153) âyetleri, "Allah, hiçbir insana hiçbir şey indirmedi." demekle Allah'ı sânına yaraşır şekilde tanıyamadılar..." (âyet: 91) âyeti ve "Allah'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kimdir? Muhakkak ki zâlimler felaha ermezler." (âyet: 21) âyetidir.[5]
Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan 151-153, 91, 93-94 âyetleri olmak üzere 6 âyetinin Medine'de nazil olduğu rivayet edilmiştir. Bu Mukatil'den de nakledilmiş olup bu 6 âyete ilâve olarak bunda 21 ve 114 âyetlerinin de Medine'de indiği söylenmiştir. Mamafih yine İbn Abbâs'tan ve Katâde'den sadece iki âyetinin (91 ve 141) Medine'de nazil olduğu da rivayet edilmiştir. Ebu'1-Feth İbn Şeytâ ise 151-152. âyetler olmak üzere sadece iki âyetinin Medine'de indiğini söylemiştir.[6]
l. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah 'a mahsustur. Sonra da kâfirler bunları Rablarına denk tutuyorlar.
İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mücâhid'den rivayetle tahriclerine göre bu âyet-i kerime zındıklar hakkında nazil olmuştur. Onlar: "Allah karanlığı, osurgan böceğini (bok böceğini), akrebleri ve çirkin şeyleri yaratmamıştır.O ancak nuru ve güzel şeyleri yaratmıştır." dediler de Allah Tealâ onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.
İbn Ebzâ'dan gelen bir rivayette de onun, bu âyet-i kerimenin müslümanlar hakkında değil, Ehl-i kitab hakkında indiğini söylediği belirtilmektedir.[7]
7. Eğer sana kâğıt içinde bir kitab indirmiş olsaydık da elleriyle ona dokumalardı yine de o kâfirler derlerdi ki: "Bu, apaçık bir büyüden başkası değildir."
Kelbî der ki: Mekke müşrikleri: "Ey Muhammed, Sen bize Allah katından,
yanında onun Allah katından ve senin de Allah'ın elçisi olduğuna şehadet edecek dört melekle birlikte bir kitab getirmedikçe asla sana iman edecek değiliz." dediler ve bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[8]
Kelbî'nin bir kavline göre ise "Bizim için şu yerden bir pınar akıtmadıkça sana asla iman edecek değiliz." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris, Abdullah ibn Ebî Ümeyye ve Nevfel ibn Huveylid hakkında nazil olmuştur.[9]
8. "Ona bir melek gönderilmeli değil miydi? " dediler. Eğer Biz bir melek gönderseydik elbette işleri bitirilmiş olur sonra da onlara göz bile açtırılmazdı.
9. Eğer onu bir melek kılsaydık yine de bir adam suretinde gösterir ve herhalde onları yine düşmekte oldukları şüpheye düşürürdük.
İbn İshak öyle anlatıyor: Rasûlullah (sa) kavmini İslâm'a davet etti ve bunu da o kadar çok yaptı ki Zem'a ibnu'l-Esved, en-Nadr ibnu'l-Hâris, el-Esved ibn Abdi Yağûs, Ubeyy ibn Halef ve el-As ibn Vâil: "Ey Muhammed, senin yanında bir melek gönderilse, seninle birlikte görünse ve senin peygamber olarak gönderildiğini söylese ya." dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.[10] Hz. Peygamber'den bu istekte bulunarak bu âyetin inmesine sebep olanların en-Nadr ibnu'l-Hâris, Abdullah ibn Ebî Ümeyye ve Nevfel ibn Huveylid oldukları da söylenmiştir.[11]
Hz. Peygamber (sa)'e, gökten bir kitap indirilmesini isteyenlerin bizzat kimler oldukları o kadar önemli olmamakla, bu rivayetler arasındaki ihtilâf önemsenecek bir ihtilâf değildir. Zaten ortak noktalan da inkarcılar olmaları ve Hz. Peygamber (sa)'i âciz bırakıp inkârlarında ve inatlarında devamları olmakla daha sonra gelebilecek benzerleri de bu âyet-i kerimenin hükmüne dahildirler.[12]
13. Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey O'nundur ve O, Semî'dir, Alîm'dir.
İbn Abbâs'tan rivayetle Kelbî der ki: Mekke mürikleri Hz. Peygamber
(sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, öyle sanıyoruz ki seni, şu yapmakta olduğun davete ihtiyaç içinde olman şevketti. Gel, mallarımızdan sana pay verelim ve böylece bizim en zenginimiz ol ve şu yapmakta olduğundan vaz geç." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[13]
14. "Sen, Allah, gökleri ve yeri yoktan var etmiş ve O yedir ir ama yedir ilmez iken Allah 'tan başka bir dost mu edinirim? " de. Yine de ki: "Doğrusu ben, müslüman olanların ilki olmakla emrolundum. " Ve sakın müşriklerden olma.
Mukatil'den rivayete göre Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, atalarının dinine dönmiyecek misin?" demeleri üzerine nazil olmuştur.[14]
19. De ki: "Şahid olarak hangi şey daha büyüktür? " De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şahiddir. Bu Kur 'ân, bana, sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu. Siz mi şahidlik ediyorsunuz ki Allah 'la beraber başka tanrılar vardır, " De ki: "Ben şehadet etmem. " De ki: "O, ancak bir tek tanrıdır ve ben, gerçekten sizin O 'na ortak koştuklarınızdan uzağım. "
Kelbî der ki: Mekke ileri gelenleri: "Ey Muhammed, Allah, senden başka peygamber olarak gönderecek birini bulamadı mı? Senin iddia etmekte olduğun peygamberlik davasında seni doğrulayan hiç kimse yok. Seni yahudilere ve hristiyanlara sorduk. Onlarda senin ne haberine, ne de vasıflarına dair bir bilgi
yok. Senin, zannettiğin gibi bir peygamber olduğuna şehadet edecek birini getir." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[15] Bu haber Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir.[16]
İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan rivayetlerinde o şöyle demiştir: Nahhâm ibn Zeyd, Kurdum ibn Ka'b ve Bahrî ibn Amr geldiler ve: "Ey Muhammed, Allah'la beraber O'nun dışında hiç tanrı bilmez misin?" diye sordular. Allah'ın Rasûlü (sa): "Allah, yegâne tanrıdır. Ben bununla gönderildim ve buna çağırıyorum." buyurdular da Allah Tealâ onların bu sözleri hakkında "De ki: "Şahid olarak hangi şey daha büyüktür?" âyet-i kerimesini indirdi.[17]
20. Kendilerine kitab verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar, işte ancak onlar iman etmezler.
Hz. Ömer'den rivayete göre o, Abdullah ibn Selâm'a: "Allah, peygamberine Mekke'de "Kendilerine kitab verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanır, bilirler." (Bakara, 2/147 ve En'âm, 6/20) âyetlerini indirdi. Bu tanıma ve bilme nasıldır?" diye sormuş da o: "Onu görür görmez oğlumu tanıdığım gibi tanımıştım. Hattâ Muhammed'i, oğlumu tanıdığımdan daha da iyi tanımıştım." demiş. Hz. Ömer'in: "Bu nasıl olur?" sorusuna da şöyle cevap vermiş: "Ben, hiç şüphe etmeksizin Muhammed'in gerçekten Allah'ın elçisi olduğuna şehadet ederim ama kadınların ne yaptıklarını kesin olarak bilemem."[18]
21. Allah 'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim vardır? Şurası muhakkak ki zâlimler felaha ermezler.
İbn Ebî Hatim'in İkrime'den rivayetine göre Abdüddâr oğullarından en-Nadr: "Kıyamet günü olunca Lât ve Uzzâ mutlaka bana şefaat edeceklerdir." demiş de bunun üzerine Allah Tealâbu âyet-i kerimeyi indirmiş[19]
25. Onlardan sana kulak verenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Onlar, her âyeti görseler yine de inanmazlar. Hattâ sana geldiklerinde seninle mücadele ederler. O küfredenler derler ki: "Bu, olsa olsa eskilerin masallarından ibarettir. "
Ebu Salih rivayetinde İbn Abbas der ki: Ebu Süfyan ibn Harb, el-Velid ibnu'l-Muğîra, en-Nadr ibnui-Hâris, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Halefin iki oğlu -Ümeyye ve Ubeyy, Hz. Peygamber (sa)'i dinleyip daha sonra Nadr'a gelirler ve: "Ey Ebu Katîle, Muhammed (sa) ne diyor?" diye sorarlar. Nadr: "Ka'be'yi kendi evi yapana yemin ederim ben de onun ne söylediğini bilmiyorum. Şu kadar var ki dudaklarını oynattığını görüyorum. Geçmiş asırlardan benim size anlattıklarım gibi geçmişlerin masallarını anlatıyor." der. Gerçekten de Nadr, geçmiş asırlardan, ilk nesillerden çokça bahseder, onların masallarını anlatılmış. Bunları Kureyş'e anlattığında onun anlattıklarından hoşlanırlarmış. İşte Nadr'm Hz. Peygamber (sa)'in sözleri hakkında "O size geçmişlerin masallarını anlatıyor." demesi üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[20] İbn Abbâs'tan gelen rivayette Hz. Peygamber (sa)'i dinlemeye gelenler içinde Ebu Cehl de sayılmakta ve en-Nadr'ın "Muhammed size geçmişlerin masallarını anlatıyor." demesi üzerine Ebu Süfyan'in söze karışarak "Ama Muhammed'in bazı söyledikleri doğru ve gerçek." dediği; Ebu Cehl'in buna şiddetle tepki göstererek: "Asla, onun söyledikleri asla gerçek olamaz." dediği ayrıntılarına yer verilmektedir.[21]
İbn Abbâs'tan rivayete göre ise müslümanlara gelip de onlarla mücadele edenler Mekke müşrikleri olup boğazlanmaksızın murdar olarak ölen bir hayvanın yenilmesinin haram kılınması üzerine "Kendi öldürdüklerinizin etini yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünün etini yeniyorsunuz!" diye müslümanlarla çekişmeleri, onlarla mücadele etmeleri üzerine "Hattâ sana geldiklerinde seninle mücadele ederler..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[22] Bu hadise, bu Sûrenin 121. âyet-i kerimesinin nüzul sebebi olarak da rivayet edilmiştir.[23]
26. Onlar, hem bundan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan u-zaklaşırlar. Onlar sadece kendilerini helake sürüklerler ama bunun şuurunda değillerdir.
Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Ebu Talib hakkında nazil oldu. Hem müşriklerin Hz. Peygamber (sa)'e eziyet etmelerine engel olmakta, hem de onun getirmiş olduğu haktan uzaklaşmaktaydı. Bu aynı zamanda Amr ibn Dinar ve el-Kasım ibn Muheymir'in de kavlidir.
Mukatil ise olayı müşahhas hale getirerek şöyle der: Bir gün Hz. Peygamber (sa), Ebu Talib'in yanında onu İslâm'a davet etmekte iken Kureyşliler de orada toplanıp Hz. Peygamber (sa)'in isteğini engellemeye yani onun Ebu Talib'e olan davetini engellemeye çalıştılar. Ebu Talib de "Hz. Peygamber (sa)'in davetinin hak olduğunu ve fakat kavminin kınamasından
korkarak İslâm'ı kabullenemeyeceğini" ifade eden bir şiir söyledi de işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[24]
Kurtubî, Ebu Talib'in Hz. Peygamber (sa)'i korumasına da müşahhas bir misal vererek âyet-i kerimenin bunun üzerine nazil olduğunu Siyer ehlinden rivayetle şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (sa) bir gün Ka'be'ye çıkmıştı. Orada namaz kılmak istedi. Namaza başlayınca Ebu Cehl: "Kim gidip şu adamın namazını bozacak?" dedi. Abdullah ibnu'z-Ziba'râ kalktı, eline bir pislik ve bir miktar kan aldı, bunları Hz. Peygamber (sa)'in yüzüne sıvadı. Hz. Peygamber (sa) namazından ayrıldı, sonra amcası Ebu Talib'e geldi. "Ey amca, bana yapılanı görmüyor musun?" dedi. Ebu Talib: "Bunu sana kim yaptı?" diye sorunca da "Abdullah ibnu'z-Ziba'râ yaptı." dedi. Ebu Talib kalktı, kılıcını omuzuna koydu, yürüdü, müşriklerin yanına geldi. Müşrikler, Ebu Talib'in kendilerine doğru geldiğini görünce yerlerinden doğrulmaya başladılar. Ebu Talib: "Bir kişi kalkarsa kılıcımı tepesinde bulur." dedi, onlara yaklaşıncaya kadar oturdular. Hz. Peygamber (sa)'e: "Oğulcuğum bunu sana yapan kimdir?" diye Hz. Peygamber (sa)'e sordu, onun: "Abdullah ibnu'z-Ziba'râ." cevabı üzerine de Ebu Tâlib eline bir pislik ve bir miktar kan alıp yüzlerini, sakallarını, elbiselerini bunlarla sıvayıp onlara ağır konuştu ve işte bunun üzerine "Onlar, hem bundan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar." âyet-i kerimesi nazil oldu. Hz. Peygamber (sa): "Ey amca, bak, senin hakkında âyet indi." dedi. Ebu Talib: "O da nedir?" didye sordu. Allah'ın Rasûlü (sa): "Kureyş'in bana eziyyet vermesinin önüne geçiyor ve fakat bana iman etmiyorsun." Buyurdular.[25]
Muhammed ibnu'l-Hanefiyye, Suddî ve Dahhâk ise bu âyet-i kerimenin Mekke kâfirleri hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Onlar, kendileri O'nun davetinden uzaklaştıkları gibi insanları da o davete uymaktan men'etmekteydiler. Vâlibî rivayetinde İbn Abbâs da böyle söylemiştir.[26]
Saîd ibn Ebî Hilâl "Bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber (sa)'in amcaları hakkında nazil olduğunu, onların sayısının on olduğunu; bu amcalarının açıktan şiddetle Hz. Peygamber (sa)'in tarafını tuttukları halde gizliden gizliye şiddetle onun aleyhinde olduklarını" söylemişse de[27] buna "Hz. Peygamber (sa)'in amcalarının sayısının on olmadığı; çünkü Abdulmuttalib'in, Efendimizin babası da dahil olmak üzere çocuklarının toplam on olduğu, kaldı ki bunların bir kısmının daha küçükken ve risaletten önce öldüğü" gerekçeleriyle itiraz edilmiş ve dolayısıyla bu görüş taraftar bulamamıştır.
Ayet-i kerimenin ifadeleri çoğul olduğuna göre herhalde âyette ifade edilen fiil sadece bir kişi tarafından; Ebu Tâlib tarafından işlenmiş olmayıp bunu yapanlar birden çok kişidir. Belki Ebu Talib'e en azından Efendimiz'in zahiren ve başkalarından onu koruma sadedinde yanında olup da O'nun davetine tabi olmıyan diğer amcalarını da (Hz. Hamza ve Abbâs hariç olmak üzere) katmak gerekecektir. Hattâ "Onlar, sadece kendilerini helake sürüklerler ama bunun şuurunda değillerdir." ifadesi sanki son rivayeti destekler mahiyettedir.[28]
33. Gerçekten Biz biliyoruz ki söylemekte oldukları seni üzüyor.Ama gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler Allah 'in âyetlerini inkâr ediyorlar.
Zuhrî'den rivayetle Ebu Cehl kıssasında Muhammed ibn İshak şöyle anlatıyor: Bir gece Ebu Cehl, Ebu Süfyan Sahr ibn Harb ve el-Ahnes ibn Şerîk (Şurayk) birbirlerinin varlığından habersiz olarak Hz. Peygamber (sa)'in Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişlerdi.O gece sabaha kadar Efendimiz (sa)'in Kur'ân okumasını dinlemiş, sabah olmaya başlayınca da dağılmışlar, ancak yolda birbirlerini görmüşlerdi.Her biri diğerine "Neden geldin?" diye sormuş, ve yine her biri niçin geldiğini söylemiş; geldikleri kureyşli gençler tarafından duyulur da onların Kur'ân dinlemeye gelmiş olmaları gençleri fitneye düşürür korkusuyla bir daha asla gelmiyeceklerine dair bir birlerine söz vermişler. Fakat o gün gece olunca nasıl olsa verdiği sözde durup diğer iki arkadaşı gelmez zannıyla her bireri tekrar Hz. Peygamber (sa)'in Kur'ân okumasını dinlemeye gelmiş. Sabah yaklaşıp da Kur'ân dinledikleri yerden ayrılırken yolda yine karşılaşıp birbirlerini kınamış ve artık bir daha gelmiyeceklerine dair birbirlerine söz vermişler. Ama üçüncü gece olunca tekrar dayanamamış üçü birden ayrı ayrı Hz. Peygamber (sa)'in Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişler; sabah olunca karşılaştıklarında yine birbirlerine bir daha oraya dönmeyeceklerine dair söz vermişler.
Sabah olunca Ahnes ibn Şerîk asasını almış ve Ebu Süfyan'in evine gelmiş, ona: "Ey Ebu Hanzala, Muhammed'den duyduğun hakkında fikrini bana söyle." demiş. Ebu Süfyan: "Ey Ebu Sa'lebe, Allah'a yemin olsun ben ondan bildiğim ve kendisiyle ne kastedildiğini de anladığım şeyler de işittim, ne manâsını ne de ne kastedildiğini anlamadığım şeyler de işittim." demiş. Ahnes de: "Ben de senin yemin ettiğine yemin ederim ki aynı durumdayım." demiş.
Sonra Ahnes, Ebu Süfyan'ın yanından çıkıp bu sefer Ebu Cehl'in evine gelmiş, yanına girmiş ve ona: "Ey Ebu'l-Hakem, Muhammed'den işittiklerin hakkında fikrin nedir?" diye sormuş. Ebu Cehl: "Ne mi işittim?" deyip şöyle devam etmiş: "Biz ve Abdimenâf oğullan şerefte yarıştık; yedirdiler, yedirdik, taşıdılar taşıdık, verdiler verdik. Ama tam dizleri üzeri çökmüş yarış atları gibi başabaş gelmiştik ki "Bizden kendisine gökten vahy gelen bir peygamber var." deyiverdiler. Biz bunda onlara ne zaman ve nasıl yetişeceğiz? Allah'a yemin ederim ki asla ona iman etmiyeceğiz ve asla onu tasdik etmiyeceğiz." Bunu duyan Ahnes kalkıp ondan ayrılmış.[29]
İbn İshak'ın anlattığı bu kıssada bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olduğu tasrih edilmemekle birlikte bu kıssanın bir parçası olduğu anlaşılan diğer bazı rivayetlerde nüzul kaydı bulunmaktadır.
Meselâ bunlardan birisinde Suddî anlatıyor: Bir gün el-Ahnes ibn Şureyk ve Ebu Cehl ibn Hişam karşılaşmışlardı. Ahnes, Ebu Cehl'e: "Ey Ebu'l-Hakem, burada senin söyleyeceklerini benden başka duyacak kimse yok, söyler misin Muhammed doğru sözlü mü, yalancı mı" diye sordu. Ebu Cehl: "Vallahi Muhammed doğru sözlüdür. Muhammed asla yalan söylememiştir. Fakat Sancağı, hacılara su vermeyi (Sikaye), Ka'be'nin perdedarlığını (Sedâne), Nedve'yi ve peygamberliği Kusayy oğulları alıp giderse Kureyş'in diğer boylarına ne kalacak (Hiçbir şey kalmıyacak)!." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[30]
Bu Ahnes ibn Şureyk'in Bedr Gazvesi sırasında Zühre oğullarına söylediği sözler hakkında bu âyet-i kerimenin nazil olduğu da rivayet edilmektedir. Buna göre Ahnes: "Ey zühre oğulları, Muhammed sizin kız kardeşinizin oğludur. Onu insanlardan gelebilecek eziyetlerden korumaya insanların en lâyığı sizlersiniz. Eğer o bir peygamber ise bugün onunla savaşmamış olursunuz. Ama eğer yalancı ise siz yine de kız kardeşinizin oğlundan diğer insanların eziyetlerini engellemeye elbette en lâyık olan kimselersiniz. Onun için burada durun ve savaşa katılmayın. Bırakın Ebu'l-Hakem ile karşılaşıp savaşsınlar. Eğer Muhammed yenilirse salimen yurdunuza dönersiniz. Yok eğer Muhammed galip gelirse zaten mağlup ve güçsüz kalan kavminiz size bir şey yapamaz." demiş ve asıl adı Übeyy iken o gün Ahnes olarak isimlendirilmiş.[31]
Ebu Meysere der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Ebu Cehl ve arkadaşlarının yanma uğramıştı. "Ey Muhammed, Allah'a yemin olsun ki biz seni yalanlamıyoruz; biz, senin getirmiş olduğunu yalanlıyoruz." dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[32] Naciye ibn Ka'b'den rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'e bu sözü söyleyen sadece Ebu Cehl'dİr.[33]
Ebu Yezîd el-Medenî'den rivayete göre ise bir gün Hz. Peygamber (sa) sokakta Ebu Cehl'e rastladığında Ebu Cehl, Hz. Peygamber (sa) ile musafaha etmiş. Yanındakiler onu kınayarak: "Şu dinden çıkmış sâbiî ile bir de musafaha mı ediyorsun?" demişler de Ebu Cehl: "Allah'a yemin olsun, ben onun bir peygamber olduğunu kesin olarak biliyorum ama biz, ne zaman Abdimenâf oğullarına tâbi olduk ki şimdi olalım!" demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[34] Ancak Hz. Peygamber (sa)'in, ölünceye kadar en şedid düşmanı olarak kalmış olan Ebu Cehl bunu içinden geçirmiş olsa bile ondan böyle bir itirafın suduru son derece uzaktır.
Mukatil de der ki: Bu âyet-i kerime Kureyş'ten el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel hakkında nazil oldu. Açık ve başkalarının olduğu yerlerde Hz, Peygamber (sa)'i yalanlar; ailesiyle başbaşa kaldığında ise: "Muhammed asla yalancılardan olamaz. Ben onun doğru sözlü, söylediklerinin de doğru olduğunu sanıyorum." dermiş. İşte Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[35] Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen rivayette ise bu el-Hâris ibn Amir'in Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, bugüne kadar sen bize hiç yalan söylemedin ki biz seni yalancılıkla itham edelim. Fakat biz seni tasdik ettiğimiz takdirde yerimizden yurdumuzdan oluruz." demiş de âyet bunun üzerine nazil olmuş.[36]
35. Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa; yeri delmeye ve göğe merdiven dayamaya gücün yetmiş olsaydı onlara bir âyet (mucize) gösterirdin. Şayet Allah dilemiş olsaydı onları hidayet üzere birleştirirdi. Sakın bilgisizlerden olma."
Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel, Kureyşlilerden bir grupla birlikte Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Muhammed, diğer peygamberlerin, kavimlerine mucizeler getirdiği gibi sen de bize bir mucize getir. Bunu yaparsan sana iman ederiz." demişler. Allah Tealâ'nın bir mucize göndermemesiyie de iman etmiyerek Efendimizden yüz çevirmiş, geri dönüp gitmişler. Bu durum kavminin imanı konusunda çok istekli olan Hz. Peygamber (sa)'e ağır gelmiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[37]
37. Ve dediler ki: "Ona Rabbından bir âyet indirilmeli değil miydi? " De ki: "Şüphesiz Allah âyet indirmeye Kadir 'dir. " Ne var ki onların çoğu bilmezler.
İbn Abbâs bu âyet-i kerimenin de Kureyş liderleri (Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri) hakkında indiğini söylemiştir.[38]
50. De ki: "Size, "Allah 'in hazineleri benim yanımdadır. " demiyorum. Ben, gaybı da bilmem ve size bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana tâbi olurum." De kî: Hiç görenle görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? "
Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekkeliler Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Muhammed, Allah sana bir hazine indirse de zengin olsan. Görüyoruz ki sen fakirsin. Ya da senin bir bahçen olsa da onun meyvesinden yesen. Görüyoruz ki açsın." dediler de bu âyet-i kerime indi.[39]
51. Rablarma toplanacaklarından korkanları sen onunla uyar.O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki takvaya ererler.
İkrime'den rivayet ediliyor: Utbe ibn Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Mut'im ibn Adiyy, el-Hâris ibn Nevfel, Karaza ibn Abdiamr ibn Nevfel, Abdimenâf m kâfirlerinin ileri gelenlerinden bir grup içinde Ebu Talib'e geldiler, ve: "Ey Ebu Talib, kardeşinin oğlu, kölelerimizi ve bizim korumamız altında olan o yabancıları yanından kovsa. Onlar bizim kölelerimiz ve işçilerimiz. Kardeşin oğlu onları yanından kovarsa gönüllerimizde yücelir, kendisine daha çok itaat edilir ve bizim ona tabi olmamıza ve onu tasdik etmemize daha yakın olur." dediler. Ebu Talib, Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve müşriklerin kendisine söylediklerini ona nakletti. Ömer ibnu'l-Hattâb: "Bunu yapsan da bir baksan ne istiyorlar ve sözlerinin sonunda nereye varacaklar, söylediklerini ne derece gerçekleştirecekler?" dedi de Allah Tealâ ". Allah şükredenleri en iyi bilen değil mi?"ye kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeyi ve devamındaki âyetleri indirdi. Râvi der ki: Müşriklerin, Hz. Peygamber (sa)'den, yanından kovmasını istedikleri Bilâl, Ammâr ibn Yâsir, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Useyd'in kölesi Sabîh, hulefâ'dan (Kureyş'le anlaşmalı olarak onların emanına girenlerden) İbn Mes'ûd, el-Mikdâd ibn Amr, Mes'ûd ibnu'1-Kârî, Vâkıd ibn Abdullah el-Hanzalî, Zu'ş-Şimâleyn Amr ibn Abdiamr, Mersed ibn Ebî Mersed, Hamza ibn Abdülmuttalib'in antlaşmalısı Ebu Mersed ve bunların durumundaki diğer zayıf müslümanlardı. Bu âyet-i kerimeler inince Hz. Ömer geldi ve daha önce söylemiş olduğu sözlerden dolayı özür diledi ve akabinde de Allah Tealâ "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı. İçinizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzeltmiş ise şüphesiz ki O Gafûr'dur, Rahim'dir." âyet-i kerimesini indirdi.[40]
52. Sabah akşam Allah 'in rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zalimlerden olursun.
53. Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lûtfunu lâyık gördü? " desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil mi?
54. Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı. İçinizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzeltmiş ise şüphesiz ki O Gafûr'dur, Rahim 'dir.
Müslim'in Zuheyr ibn Harb kanalıyla Mikdam'dan rivayetine göre Sa'd ibn Ebî Vakkâs şöyle anlatmış: Bu âyet-i kerime biz altı kişi hakkında indi:
Ben, İbn Mes'ûd, Suheyb, Ammâr, Mikdad ve Bilâl. Kureyş, Allah'ın Rasûlü (sa)'ne: "Biz, bunlara tâbi olanlar olmaya asla razı olacak değiliz. Bunları yanından kov." Dediler. Bu sözden, Allah'ın Rasûlü (sa)'nün kalbine giren düşünceler (mesela onları kovacak olursa o müşriklerin İslâm'a girebileceği umudu gibi) girdi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[41]
Müslim'in, Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkas'tan gelen başka bir rivayet ayrıntılarında biraz farklı, o şöyle anlatıyor: Biz altı kişi Rasûlullah (sa)'m yanın-daydık. Müşrikler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne dediler ki: "Şu yanındakileri kov; onlar, bizim yanımızda oturma cür'etini göstermesinler." Sa'd der ki: Ben, İbn Mes'ûd, Hüzeyl kabilesinden bir adam, Bilâl Habeşî, ayrıca adlarını unuttuğum iki kişi daha oradaydık. Rasûlullah (sa)'ın gönlünde bu konuda Allah'ın diledi-ğince bir şeyler oldu. Hz. Peygamber (sa) kendi başına kaldığında "Sabah akşam Rablarına, O'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma..." âyet-i kerimesini indirdi. Haberi Buhârî değil, sadece Müslim zikretmiştir.[42].
Ebu'l-Abbâs Muhammed ibn Abdurrahman kanalıyla Habbâb ibnu'l-Eret'den gelen bir rivayet olayı biraz daha hususileştirmekte. O öyle anlatmış: Bu âyet-i kerime bizim hakkımızda indi. Biz zayıf kimseler (Kureyş müşrikle-rince zayıf görünen müslümanlar) sabah akşam Rasûlullah (sa)'m yanında idib.
Bize Kur'ân'ı ve hayrı öğretir, bizi cennetle ve bize fayda verecek şeylerle müjdeler, cehennem, ölüm ve yeniden diriltilme ile korkuturdu. Bir gün Akra' ibn Habis et-Teymî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezari geldiler ve: "Biz, kavmimizin ileri gelenlerindeniz. Kavmimizin bizi bunlarla birlikte görmelerinden hoşlanmıyoruz. Biz seninle otururken onları kovsan." dediler. Efendimiz: "Olur." dedi. Onlar bu sefer: "Bunu aramızda yazılı hale getirmeden razı olmayız." dediler. Yazılması için bir deri ve divit getirildi de bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.[43]
İbn Mâce ve Taberî'nin kendi isnadlarıyla Habbâb'dan rivayetlerinde hadise biraz daha detaylı anlatılmış olup aynı hadise üzerine başka âyet-i kerimelerin de nüzulünden bahsedilmektedir. Şöyle ki:
Akra' ibn Habis et-Temîmî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve onu, zayıf müslümanlardan bir grup içinde Bilâl, Suheyb, Ammâr ve Habbâb'la birlikte oturur buldular. Hz. Peygamber (sa)'in çevresinde onları görünce bu zayıf müslümanları hakir görerek Hz. Peygamber (sa)'e: "Bizim için bunlardan ayrı bir oturum yapmanı, bize ayrı bir meclis tahsis etmeni isteriz. Böylece araplar bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun bize arap kabilelerinden bir takım elçiler, hey'etler gelir. Arapların bizi, bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla biz gelince onları yanından kaldırıp uzaklaştır. Bizim seninle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla aynca otur." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Olur." buyurdu. Onlar: "Olur demen yetmez, bizim için bunu yazılı hale getir. Bunu bize yaz.." dediler de Allah'ın Rasûlü (sa) söylediklerini kabul ettiğini yazmak üzere Hz. Ali'yi çağırtıp üstüne yazılması için bir sayfa istedi. Biz, bir köşede oturuyorduk. O sırada Cibril geldi ve "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zalimlerden olursun." âyet-i kerimesini indirdi. Sonra: "Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lûtfunu lâyık gördü?" desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil mi?" âyet-i kerimesini, sonra da: "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı." âyetini okudu. Allah'ın Rasûlü (sa) elindeki sayfayı attı ve bizi yanına çağırdı. Yanına geldiğimizde: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı." diyordu. Ona yaklaştık. Hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi onun dizleri üzerine koyduk. Bu âyetin inmesinden sonra biz eskiden olduğu gibi Efendimiz (sa)'in yanında oturmaya devam ettik. O, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar gider, yanımızdan ayrılırdı. Ne zaman ki "Sabah akşam Rablarına, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma..." (Kehf, 18/28) âyet-i kerimesi inince Hz. Peygamber (sa)'le birlikte otururken vakit geç olup onun kalkma zamanı gelince biz onun yanından kalkar yanından ayrılırdık ki kalkp gidebilsin.[44]
Ancak İbn Kesîr, hadisin ğarîb olduğu bilgisine ek olarak bir de Akra' ibn Habis ve Uyeyne ibn Hısn'ın hicretten daha sonra müslüman olduklarını, âyetin ise Mekke'de inmiş olduğunu kaydetmekte ve bu sebebi zayıf görmektedir.[45]
Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla İbn Mes'ûd'dan gelen rivayette ise Efendimizin yanında Habbâb ibnu'1-Eret, Suheyb, Bilâl ve Ammâr ve müşrikler tarafından zayıf görülen diğer bazı mü'minler varken yanına uğrayan Kureyşli bir grubun "Ey Muhammed, bunlardan mı hoşnutsun, bizim bunlara tabi olmamızı mı istiyorsun? Onları yanından kov." demişler. Efendimiz: "Ben, mü'minleri asla yanımdan kovacak değilim." buyurmuş. Onlar: "O halde hiç olmazsa biz sana geldiğimizde yanından kaldır, bizden uzakta dursunlar. Biz kalkıp gittikten sonra istersen yine onları yanında oturt." demişler. Efendimiz de onların imanlarına tama ederek, iman edeceklerini umarak ve isteyerek olur, demiş. Bu arada söze karışan Hz. Ömer: "Ey Allah'ın elçisi, kabul buyursan da bir baksak sonu nasıl olacak, gerçekten iman edecekler mi?" demiş. Müşrikler, Efendimiz'in sözlü oluruna kani olmıyarak: "Bunu bize yazılı olarak ver." demişler; Efendimiz de yazmak için bir sayfa ve yazması için Hz. Ali'yi çağırmış da bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil olmuş. Efendimiz (sa) kendisine yazmak için getirilen sayfayı atarken Hz. Ömer de söylediklerinden ötürü özür dilemiş.[46]
Yine aynı isnadla Rebî'den gelen bir rivayette ise bu zayıf müslümanların Hz. Peygamber (sa)'in meclisinde ön sıralarda bulunmalarından bazı Kureyş ileri gelenlerinin rahatsız olmaları ve bu rahatsızlıklarını dile getirmeleri üzerine bu âyet-i kerimeler nazil olmuştur.[47]
Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise eşraftan bazıları Hz. Peygamber (sa)'den, o zayıf müslümanlari yanından kovmasını değil, namazda arka saflara atmasını isteyerek: "Sana iman edelim, ama sen de biz namaz kılarken şunları geri at, bizim arkamızda namaz kılsınlar." demişler ve âyetler bunun üzerine nazil olmuştur.[48]
İkrime'den gelen bir rivayette ise zayıf müslümanlardan rahatsız olan Kureyş kâfirleri Hz. Peygamber (sa)'e değil Ebu Talib'e bu isteklerini iletmişler. Bu rivayet şöyledir: Utbe ibn Rabîa, Şeybe İbn Rabîa, Mut'im ibn Adiyy ve el-Hâris ibn Nevfel, Abdi Menâf oğulları ileri gelenlerinin kâfirleri ile birlikte Ebu Talib'e geldiler ve: "Kardeşin oğlu Muhammed yanındaki kölelerimizi, işçilerimizi yanından kovsa katımızda değeri daha yüce olur, bizce daha çok itaat edilmeye lâyık, kendisine tabi olmamıza ve kendisini doğrulamamıza daha yakın olurdu." dediler. Efendimiz (sa)'in amcası Ebu Talib de O'na gelerejc ona söylediklerini nakletti. Ömer ibnu'l-Hattâb: "Ey Allah'ın elçisi, bu söylediklerini yapsan da bir görsek bakalım ne yapacaklar, bir görsek ne istiyorlar?" dedi de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Müşriklerin, Hz. Peygamber (sa)'in yanından uzaklaştırmasını istedikleri: Bilâl, Ammâr ibn Yâsir, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Üseyd'in kölesi Salih, İbn Mes'ûd, el-Mikdâd ibn Abdullah, Vâkıd ibn Abdullah el-Hanzalî ve benzer zayıf müslümanlardı. Bu âyet nazil olunca Hz. Ömer gelmiş ve o söylediklerinden dolayı özür dilemiştir.[49] Bu rivayet biraz önce "Rablarına toplanacaklarından korkanları sen onunla uyar.O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki takvaya ererler." âyet-i kerimesinin nüzul sebebi olarak geçmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu sûrenin 51-54 âyetleri hep aynı hadise üzerine ve birbiriyle bağlantılı olarak nazil olmuştur.
Bir de Hz. Ömer'in gelip özür dilemesi, Allah'a istiğfarda bulunması ve "Ey Allah'ın elçisi, ben bu sözlerimle ancak hayır murad etmiştim, demesi üzerine onun hakkında "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin nazil olduğuna dair bir görüş İbn Abbâs ve İbnu's-Sâib'den nakledilmiştir.[50]
Bu âyet-i kerimelerin nüzulüne sebep olan zuafa-i müslimînin kimler olduğu hakkında rivayetler muhteliftir. Yukardakilerden başka sahabilerin de isimleri başka rivayetlerde geçmektedir. Şöyle ki:
İbn Abbâs'tan rivayete göre Hz. Ömer'in kölesi Mihca' ve arkadaları Bilâl, Suheyb, Ammâr, Habbâb, Utbe ibn Gazvân, Evs ibn Havliyy, Amir ibn Fuheyre hakkında nazil olmuştur. Mihca' aslen Yemen'li olup Bedr'de müslümanların ilk şehididir. İki saf arasında dururken nereden geldiği belli olmıyan bir ok ona isabet edip şehid olmuştur.[51]
îbn İshak der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) Mescid'de (Ka'be'nin çevresinde) oturduğunda ashabından, müşrikler tarafından zayıf görülenler; Habbâb, Ammâr, Safvân ibn Umeyye'nin kölesi Ebu Fukeyhe Yesâr, Suheyb ve benzeri müslümanlar da onun yanına gelip otururlar, Kureyş müşrikleri de onlarla alay eder ve birbirlerine şöyle derlerdi: "Gördüğünüz gibi ashabı, arkadaşları bunlar. Aramızdan hidayet ve hakkı Allah bunlara mı ihsan buyurdu? Eğer Muhammed'in getirdiği hak olsaydı ona ulaşmada bunlar bizi geçemezler ve Allah onu bize değil de onlara mahsus kılmazdı" Bunun üzerine Allah Tealâ: "Şüphesiz ki O Ğafûr'dur, Rahîm'dir." e kadar olmak üzere, "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma..." âyetlerini indirdi.[52]
Ancak bu rivayetlerde adı geçen sahabilerin hepsi de zuafa-i müslimînden olmakla farklı isimler zikredilmiş olması aslında bu rivayetler arasında herhangi bir çelişki oluşturmaz.
"Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin de yine bu zayıf müslümanlar hakkında nazil olduğu rivayeti[53] yanında İbnu'l-Munzir, İkrime ve İbn Abbâs'tan rivayetle Kureyşlilerin, Hz. Peygamber (sa)'den, zayıf müslümanlan yanından uzaklaştırmasını istemeleri üzerine "Ey Allah'ın elçisi, kabul buyursan da bir baksak sonu nasıl olacak, gerçekten iman edecekler mi?" diyen Hz. Ömer hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[54] Mâhân el-Hanefî de şöyle bir görüş daha zikreder: Bir topluluk bir takım günahlar işledikten sonra Rasûlullah (sa)'a geldiler ve üzüntü içinde, pişmanlıklarını göstererek: "Ey Allah'ın e^isi, biz çok büyük günahlar işledik." dediler. Öyle sanıyorum Allah'ın Rasûlü (sa) onlara bir cevap vermedi. Onlar yanından ayrılıp gittikten sonra bu âyet-i kerime nazil oldu.[55] Bu, Enes ibn Mâlik'ten de rivayet edilmiştir.[56] Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebine dair rivayetleri verdikten sonra Taberî bu sonuncusunu tercih edip bu âyetin, öncekilerden ayrı ve yeni bir başlangıç cümlesi olduğunu söylemektedir. Der ki: "Eğer bu âyet, önceki âyetlere bağlı olsaydı "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde..." buyurmaz; daha önce zik-redildikleri için bu sefer zamir kullanarak "Onlar sana geldiklerinde..." buyururdu."[57]
Râzî ise bunlardan herhangi birine hamletmiyerek âyetin umumu üzere bırakılmasını daha uygun görmektedir. O, bu arada En'âm Sûresinin bütününü ve diğer bazı âyetlerinin nüzul sebebine dair rivayet edilen haberleri de içine alacak şekilde bir şüphesini de dile getirir: Bu sûrenin bir bütün halinde tamamının bir defada nazil olduğuna dair görüş üzerinde neredeyse bütün alimlerin ittifakı varken bu surenin bazı âyetleri için "Filân hadise üzerine veya filan kimse hakkında nazil olmuştur." demek ne kadar doğru olur?" der.[58]
Atâ'dan rivayete göre ise o, "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Ca'fer, Osman ibn Maz'ûn, Ebu Ubeyde, Mus'ab ibn Umeyr, Salim, Ebu Seleme, el-Erkam ibn Ebi'l-Erkam, Ammâr ve Bilâl hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Bütün bunlardan daha garibi âyet-i kerimenin Hz. Ömer'in müslüman olacağı müjdesi olarak indiği ve onun müslüman olması üzerine Hz. Peygamber (sa)'in bu âyet-i kerimeyi ona okuduğuna dair Ebu Süleyman ed-Dimaşkî'nin naklettiği haberdir.[59]
57. De ki: Ben şüphesiz Rabbımdan bir hüccet üzereyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz, benim yanımda ve elimde değildir; hüküm ancak Allah 'indir. Doğrusu O, hakkı haber verir ve O, ayırdedenlerin en hayırlısıdır.
Kelbî der ki: Alay yollu "Ey Muhammed, bizim başımıza o bizi tehdit edip durduğun azabı getir." Diyen Nadr ibnu'l-Hâris ve Kureyş büyükleri hakkında nazil olmuştur.[60] Hattâ Ebu Salih kanalıya İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre en-Nadr, Ka'be'nin yanında durmuş ve: "Ey Allahım, bunun söyledikleri hak, gerçek İse bizim başımıza azabı getir." demiş ve bu âyet-i kerime nazil olmuş.[61]
65. De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azâb göndermeye, sizi bölük bölük yapıp kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kadir olan O'dur. Bak, onlar iyice anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl tafsil ediyoruz!
66. Kavmin onu yalanladı, halbuki o haktır. De ki: Ben sizin üzerinize vekil değilim.
67. Her haberin kararlaşmış bir zamanı vardır. Siz de yakında bileceksiniz.
Hasen'den rivayete göre o şöyle anlatıyor: Bu âyet-i kerime "kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kadir olan O'dur." âyet-i kerimesi nazil olunca Allah'ın Rasûlü (sa) kalktı, abdest aldı ve Rabbından "ümmetine altlarından ve üstlerinden azâb gönderip de toptan helak buyurmamasını, İsrail oğullarına yaptığı gibi ümmetini bölük bölük edip birbirlerinin hınçlarını birbirlerine tattırmamasını." istedi. Cibrîl inip: "Ey Muhammedi Rabbından dört şey istedin ya; ikisini sana verdi, diğer ikisini ise vermedi: Onları toptan helak edecek bir azâb altlarından ve üstlerinden onlara gelmiyecektir. Çünkü bu azâb, peygamberlerini yalanlamada ve gönderdiği kitabı reddetmede ittifak eden ümmetlere has kılınmıştır. Fakat onları bölük bölük kılıp birilerinin hıncını diğer birilerine tatıracaktır, Çünkü bu iki azâb Allah'ın gönderdiği kitabı ikrar edip peygamberlerini tasdik edenlere mahsus kılınmıştır. Yani senin ümmetin, günahlarının karşılığı olan azaba çarptırılacaklardır." dedi ve ona (Zuhruf, 43/41) âyet-i kerimesi vahyolundu. Allah'ın Rasûlü (sa) kalktı ve yeniden Rabbına münacâtla: "Ey Rabbım, hangi musibet ümmetimin birbirine azâb ettiğini görmemden daha şiddetlidir ki?!" dedi de bunun üzerine (Ankebût, 29/2-3) âyetlerini, sonra da (Mü'minûn, 23/93) âyetini indirdi.[62]
Zeyd ibn Eslem'den rivayette ise o şöyle anlatmış: "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azâb göndermeye, sizi bölük bölük yapıp kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kadir olan O'dur..." âyet-i kerimesi nazil olunca Allah'ın Rasûlü (sa): "Benden sonra tekrar kılıçla birbirinizin boynunu vuran kâfirler olmayın, tekrar küfre dönmeyin." buyurdu. Ashabı: "Ey Allah'ın Rasûlü, bizler, bir tek Allah'a^ve senin, O'nun elçisi olduğuna şehadet ederken mi birbirimizin boynunu kılıçla vuracağız?" diye sordular, Efendimiz: "Evet." buyurdular. Bazı kimseler: "Bu asla oîmıyacak şeydir." dediler de Allah Tealâ: "Bak, onlar iyice anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl tafsil ediyoruz! Kavmin onu yalanladı. Halbuki o haktır. De ki: "Ben, üzerinize vekîl değilim. Her haberin bir müstekarrı vardır ve siz de yakında bileceksiniz." (âyet: 65-67) âyetlerini indirdi.[63]
68. Ayetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan baka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile birlikte oturma.
Daha önce (Nisa Sûresi, 140 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Müşrikler, meclislerinde Kur'ân'dan bahseder ve onunla alay ederlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu, Mekke'de idi. Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret ettikten sonra bu sefer yahudiler aynı şeyi yapmaya başladılar. Bu meclislerinde dinleyicileri de münafıklardı. Bunun üzerine de Allah Tealâ: "O size kitabda, Allah'ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz." diye bildirdi. "Doğrusu Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplıyacaktır." (Nisa, 4/140) âyet-i kerimesini indirdi.[64]
Vâhıdî'den naklen Râzî'nin tefsirinde zikrettiğine göre ise müşrikler, mü'minler bir arada otururken Rasûlullah'a ve Kur'ân'a söver, onlarla alay ederlerdi. İşte bu âyet-i kerime ile inananlara "Müşrikler konuyu değiştirip başka bir söze geçinceye kadar bunu yapan müşriklerle birlikte oturmamaları"nî emretti.[65]
İbn Cureyc'den rivayete göre ise müşrikler, aslında Kur'ân dinlemeyi isteyerek Hz. Peygamber (sa)'in yanma gelirler; ama onu dinleyince de alay etme yoluna giderlerdi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime naziî oldu.[66]
69. Müttakîlere onların hesabından bir şey yoktur. Fakat bir öğüttür. Olur ki takvaya ererler.
İbn Abbâs'tan rivayete göre "Ayetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan baka bir sözle meşgul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir...." âyet-i kerimesi nazil olunca müslümanlar: "Bizler, müşrikler Kur'ân ile her alay ettiklerinde ve münasebetsiz sözler konuşmaya daldıklarında onları bundan men ederek onlardan yüz çevirsek ne Mescid-i Haram'da oturabilir, ne de Beytullah'ı tavaf edebiliriz!" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[67]
71. De ki: "Allah'ın dışında bize fayda ve zarar veremeyen şeylere mi dua edip yalvaralım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra arkadaşları: "Bize gel. " diye doğru yola çağırırken şeytanların saptırıp şaşkm bir halde çöle düşürmek istedikleri kimse gibi ökçelerimizin üstünden gerisin geri mi dönelim ?" De ki: "Allah'ın hidayeti, asıl hidayetin ta kendisidir. Ve biz, âlemlerin Rabbına teslim olmakla emrolunduk."
İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerime Hz. Ebu Bekrin oğlu Abdurrahman hakkında nazil olmuştur. Anası babası onu İslâm'a çağırırken o ayak diretip kabul etmemiş.[68]
82. Îman edenler, bununla beraber imanlarını zulümle bulaştırmıyanlar var ya; işte onlardır ki emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar hidayete ermişlerdir.
l. Ebu Davud et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayetinde o öyle anlatıyor: "İman edenler bununla beraber imanlarını zulümle bulaştırmayanlar var ya, işte onlardır ki emin olmak hakki kendilerinindir..." âyeti nazil olunca sahabe:" Hangimiz imanını zulümle karıştırmaz ki!?" diye sızlandılar da "Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah'a şirk koşmak çok büyük bir zulümdür." (Lokman, 31/13) âyeti nazil oldu[69] ve buradaki zulmün herhangi bir zulüm, bir haksızlık olmayıp bu zulümle Allah'a şirk koşmanın kastedildiği beyan edildi de sahabe rahatladı.
2. İbn Ebî Hâtim'in Bekr ibn Sevâde'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Düşman saflarından bir adam müslümanlara saldırıp birisini öldürdü, sonra tekrar bir hamle daha yaptı ve birisini daha öldürdü. Sonra bir hamle daha yaptı, bir müslümanı daha öldürdü, sonra gelip: "Bütün bunlardan sonra müslüman olmak bana bir fayda verir mi?" diye sordu. Rasûlullah (sa): "Evet, fayda verir." buyurdular. Kısrağını kamçılayıp iman etmezden önce arkadaşları olan kâfirlerin içine daldı, onlara saldırıp birisini, sonra birisini daha, sonra bir üçüncüsünü daha öldürdü, sonra da öldürüldü. Onlar "İman edenler, bununla beraber imanlarını zulümle bulaştırmayanlar..." âyet-i kerimesinin onun hakkında indiğini söylerler.[70]
91. (Yahudiler:) Allah'ın kadrini, O'na yaraşır şekilde takdir etmediler. Çünkü onlar: "Allah, hiçbir beşere hiçbir ey indirmemiştir." dediler. De ki: "Musa 'nın, insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin deparca parça kâğıtlar haline getirip açıkladığınız, fakat çoğunu da gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de, atalarınızın da bilmedikleri şeyler size (bu Kur'ân'da) öğretilmiştir. " Ey Habîbim, sen "Allah!" de, sonra onları bırak ki daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar.
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre de "Küfretmeleri ve Meryem'e büyük iftirada bulunmalarından"a kadar olmak üzere "Kitab ehli senin kendilerine gökten bir kitab indirmeni isterler..." (Nisa, 4/153-156) âyetleri nazil olup da Hz. Peygamber bu âyetleri yahudilere okuyarak onların geçmişteki o çirkin işlerini haber verince Allah'ın bütün indirdiklerini inkâr yoluna saptılar; "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir; Sana da indirmemiştir, İsa'ya da indirmemiştir, Musa'ya da indirmemiştir, hattâ hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdiler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Allah'ın kadrini O'na yaraşır şekilde takdir etmediler. Çünkü "Allah, hiçbir beşere hiçbir şey indirmedi." dediler..." âyet-i kerimesini indirdi.[71]
Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivayette bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olan yahudi kişiselleştiriliyor, şöyle ki: Malik ibnu's-Sayf adındaki yahudi Hz. Peygamber (sa)'e gelip onunla tartışmıştı. Tartışmada ileri gidip inatlaşınca Allah'ın Rasûlü (sa): "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah aşkına söyle; Tevrat'ta: "Allah, şişman hahama buğzeder." denildiğini görmüyor musun? Sen de şişman bir hahamsın. Yahudilerin sana yedirdikleri ile semirip şişmanlamışsın" dedi de orada bulunanlar ona güldüler. O da buna tepki olarak: "Allah'a yemin olsun ki Allah, hiçbir beşere hiçbir şey indirmemiştir." dedi. Yanındakiler: "Yazık sana Musa'ya da mı indirmedi?!" dediler de bilkülliyye inkârla: "Vallahi Allah hiçbir beşere hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[72] Suyûtî, Saîd ibn Cubeyr'den gelen bu rivayetin mürsel olduğunu kaydeder.[73] İbn Cureyc'den gelen bir rivayette bu Mâlik ibnu's-Sayf in Kurayza oğulları yahudilerinin hahamlarından olduğu[74], Saîd ibn Cubeyr'den gelen başka bir rivayette de bunun üzerine kavminin onu başkanlıktan azlederek yerine Ka'b ibnu'l-Eşref i geçirdikleri ayrıntısına da yer verilmektedir.[75] Suddî'den rivayete göre ise bu sözü söyleyen ve bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olan yahudi Finhâs'dır.[76] Ancak ikisi de yahudi olmaları hasebiyle diğer rivayetlerle arasında bir ihtilâf sayılmaz.
Daha önce (Nisa, 4/153 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den gelen başka bir rivayette ayrıntılarda bir takım farklar var. Şöyle ki: Allah'ın Rasûlü (sa) ellerini dizlerine bağlamış oturmaktaydı. Bir grup yahudi yanına geldiler ve: "Ey Ebu'l-Kasım, Musa'nın, Allah katından yüklenip levhaları getirdiği gibi sen de bize gökten bir kitab getirsen ya!" dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ: (Nisa, 4/153) âyetini indirdi. O yahudilerden bir adam diz çöktü ve: "Allah sana da, Musa'ya da, İsa'ya da, hiç kimseye de hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdi. Ellerini dizlerinden çözen Rasûlullah (sa): "Hiç kimseye mi?!" diyordu.[77]
Bu rivayetlerde âyet-i kerimenin, bir yahudi, bir grup yahudi veya farklı yahudiler olsa da her halü kârda ortak nokta olarak yahudiler hakkında nazil olduğu söylenirken farklı bir görüş olarak İbn Ebî Necîh'in Mücâhid'den rivayetinde "Allah beşerden hiç kimseye bir şey indirmemiştir." diyen Kureyş müşrikleri hakkında" indiğine dair bir görüş de tefsirlerde yer almakta olup[78] İbn Kesîr "Ayet-i kerimenin Mekke'de inmiş olması, yahudilerin gökten beşere kitab indiğini inkâr etmemeleri, müşrik arapların ise kesin olarak insanlardan peygamber gönderilmesini uzak gördükleri" gerekçeleriyle bu görüşü diğerlerine tercih etmektedir.[79]
Öte yandan bu âyet-i kerimenin yahudilerin veya yahudi Mâlik ibnu's-Sayf veya Finhâs hakkında veya onların Hz. Peygamber (sa)'le tartışmaları üzerine nazil olduğuna dair rivayetlere nazaran bu âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olmuş olması gerekiyor. Aslında bu, Sûrenin Mekke-i Mükerreme'de ve bir defada toptan nazil olduğu görüş ve rivayetleri ile çelişiyorsa da daha önce geçtiği üzere bunun istisnaları vardır ve surenin başında zikrettiğimiz gibi bu âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olduğuna dair rivayetler de vardır. Ayrıca "Surenin tamamı Mekke'de nazil oldu." sözünün, "Surenin büyük bir kısmı; belki o zamana kadar görülmedik şekilde çok sayıda âyeti bir defada Mekke'de nazil oldu." anlamına kullanılmış olması da ihtimal dahilindedir.[80]
93. Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu. " diyenden ve "Allah 'in indirdiği gibi ben de indireceğim. " diyenden daha zalim kimdir? Bir görseydin; o zalimler can çekişirlerken melekler de ellerini uzatmış "Can verin, bugün Allah 'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü korluk azabı ile cezalandırılacaksınız. " derken.
İbn Cerîr'in Ali ibn Ebî Talha kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle diyor: Yahudiler: "Alalh'a yemin olsun ki Allah gökten hiçbir kitab indirmemiştir." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[81]
İkrime'den rivayete göre de secîli sözler söyleyen, gaibden haber veren ve peygamberlik iddiasıyla Allah'ın kendisine vahyettiğini sanan Hanife oğullarından Müseylime el-Kezzâb hakkında inmiştir.[82] Katâde'den ise Müseylime ve el-Esved el-Ansî hakkında nazil olduğu görüşü rivayet edilmiştir.[83]
Bu âyet-i kerimenin "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kısmının ise Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nazil olduğu söylenir. Bugün Allah'ın Rasûlü (sa), vahy kâtiblerinden olan Abdullah ibn Ebî Şerh'i çağırıp o gün kendisine inmiş olan Mü'minûn Süresindeki "Hiç kuşkusuz Biz Azîmüşşan insanı bir sülâle'den (süzülmüş çamurdan) yaratmışızdır..." âyet-i kerimesini yazdırmak üzere çağırmıştı. Bu âyeti ona yazdırırken "Sonra onu başka bir yaratılışla inşa etmişizdir." Kısmına gelince Abdullah, âyet-i kerimede insanın yaratılışı ile ilgili bu tafsilât karşısında hayrete düşerek: "Yaratanların en güzeli Allah'ın sânı ne yücedir." dedi. Hz. Peygamber (sa) de: "Bana da öylece nazil oldu." buyurdu. Söylediği ile vahy arasındaki mutabakata şaşıran Abdullah: "Eğer Muhammed doğru söylüyorsa ona vahy geldiği gibi bana da vahy gelmitir. Şayet yalancı ise işte ben de onun söylediği gibisini söyledim." deyip İslam'dan döndü, irtidad etti. İşte Allah Tealâ'nın "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kavli budur. Kelbî rivayetiyle İbn Abbâs'ın kavli budur ve bunda nüzul kaydı yoktur. Şurahbîl ibn Sa'd'den gelen rivayet ise nüzul kaydını da ihtiva etmektedir. Şöyle ki: Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla Şurahbil ibn Sa'd'den rivayette o öyle diyor: Bu âyet-i kerime Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nazil oldu. "Ben de Allah'ın vahy indirdiği gibi indireceğim." deyip İslâm'dan irtidad etti. Daha sonra Mekke'nin fethinde Allah'ın Rasûlü (sa) Mekke'ye girdiğinde Hz. Osman onu Rasûl-i Ekrem'e getirip onun için eman istedi.[84]
Taberî'nin Suddî'den rivayetle tefsirinde zikrettiği bir haberde ise Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Şerh'i şüpheye düşüren hadise biraz daha farklı olmakla birlikte özde farklı değildir. Bu rivayette onun, "Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi "Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." şeklinde veya "Allah Semî'dir, Alîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi değiştirerek "Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." şeklinde yazdığı ve Hz. Peygamber (sa)'e sorduğunda da "Evet ikisi eşittir, aralarında fark yoktur." cevabını aldığı; bunun üzerine kuşkuya kapılarak: "Eğer Muhammed'e vahyolunuyorsa bana da vahyolundu; eğer ona bunları Allah indirmişse ben de Allah'ın indirdiği gibi indirdim." deyip irtidad ettiği ve müşriklere iltihak ettiği; orada İbnu'l-Hadramî'ye veya Abdüddâr oğullarına Ammâr ve Cubeyri jurnalleyerek müşrikler tarafından işkence edilmelerine sebep olduğu; "Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde küfre zorlananlar müstesna olmak üzere her kim de imanından sonra Allah'ı tanımaz, küfre sinesini açarsa Allah'ın gazabı onların başındadır. Onlar için en büyük azâb vardır." (Nahl, 16/106) âyetinin de işte bu İbn Ebî Şerh ile onun tarafından jurnallenen Ammâr ve Cubeyr hakkında nazil olduğu anlatılmaktadır[85] ki aslında daha önce anlatılan olayda belli bir âyet zikredilirken bunda daha genel ifadelere yer verilmekle sanki bu gibi hadiselerin birikimi üzerine İbn Ebî Şerh irtidad etmiş ve onun bu irtidadı üzerine de bu âyet-i kerime indirilmiş gibidir.
Bu âyet-i kerimenin "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kısmının nüzul sebebinde İkrime'den farklı bir rivayet daha zikredilir: Hafs ibn Ömer'in el-Hakem ibn Ebân'dan, onun da İkrime'den rivayetine göre en-Nadr ibnu'l-Hâris "Un öğütenlere, hamuredenlere, ekmek yapanlara, bunları lokma lokma yiyenler yemin olsun ki..." şeklinde Kur'ân'a nazîre yapmaya kalkışmış ve bu âyet-i kerime bunun üzerine onun hakkında nazil olmuştur.[86] Ancak meşhur olan Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında inmiş olduğudur.
Ayet-i kerimenin "Bir görseydin; o zalimler can çekişirlerken melekler de ellerini uzatmış "Can verin, bugün Allah'a karşı haksız"yere söylediklerinizden ve O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü horluk azabı ile cezalandırılacaksınız." derken." kısmının iniş sebebi olarak daha garip bir görüş Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Buna göre âyetin bu kısmı Hz. Peygamber (sa) ve ashabı ile birlikte Medine-i Münevvere'ye hicret etmeyip Mekke-i Mükerreme'de kalarak imanlarını gizleyen, Bedr Gazvesinde müşriklerle birlikte savaşa çıkan ve iki ordu karşılaştığında müslümanların azlığını görerek dinlerinden dönenler hakkında inmiştir.[87]
94. Andoîsun ki siz, ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız ve teker teker huzurumuza geldiniz ve size vermiş olduklarımızı ardınızda bıraktınız. Hani, ortaklarınız olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de beraberinizde görmüyoruz. Andolsun ki arat uzdaki bağlar kopmuş, boş yere (ortaklarınız) zannettikleriniz de sizden kaybolup gitmiştir.
İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den rivayetlerine göre en-Nadr ibnu'l-Hâris: "Lât ve Uzzâ elbette bana şefaat edecekler." demiş ve onun bu sözü üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[88]
"Allah'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim vardır? Şurası muhakkak ki zâlimler felaha ermezler." (En'âm, 6/21) âyetinin de aynı sebeple nazil olduğu rivayeti biraz önce o âyetin nüzul sebebinde geçmişti.[89]
100. Cinleri Allah'a ortak koştular; halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O 'na oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ O, onların vasıflandırdıklarından yüce ve münezzehtir.
İbn Abbâs'tan rivayetle Kelbî der ki: "İblis ve Allah iki kardeştirler. Allah, insanları ve hayvanları; İblis de yılanları, vahşi hayvanları, akrebleri ve kötülükleri yaratmıştır." diyen zındıklar (mecusiler) hakkında nazil oldu.[90] Îbnu's-Sâib'den rivayete göre ise "Allah nuru, suyu, hayvanları; İblis de karanlığı, yırtıcı hayvanları, yılan ve akrepleri yaratmıştır." diyen zındıklar hakkında inmiştir.[91]
108. Onlarm Allah 'tan başka dua edip tapındıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek haddi aşıp Allah 'a sövmesinler. İşte böylece her ümmete yaptıklarını hoş gösterdik. Sonra dönüşleri Rablarınadır ve artık O, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayete göre "Siz ve Allah'ın dışında tapındıklannız cehennem odunusunuz..." (Enbiyâ, 21/98) âyet-i kerimesi nazil olunca müşrikler: "Ey Muhammed, ya bizim tanrılarımıza sövmeyi ve onları ayıplamayı bırakırsın, ya da biz de senin tapınmakta olduğun tanrını hicvederiz." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[92]
Katâde rivayetinde de müslümanların, müşriklerin putlarına sövdükleri, buna karşılık olarak müşriklerin de Allah'a sövmeleri üzerine Allah Tealâ, müslümanlara, Allah'ı bilmeyen (tanımayan) bilgisizlerin Allah'a sövmelerine sebep olmalarını yasakladı.[93]
Başka bir rivayette hadiseye Ebu Talib de karıştırılmakta ve Kureyş'in, i-lâhlarına dil uzatılmasının önüne geçmek üzere Ebu Talib'in araya girmesini istedikleri belirtilmektedir. Suddî rivayetinde hadise şöyle gelişmiştir:
Ebu Talib'in ölüm hastalığında Kureyş: "Gelin şu adama gidelim, kardeşi oğlunu bizden alakoymasını kendisinden isteyelim. Onun ölümünden sonra kardeşi oğlunu öldürürüz de araplar: "Ebu Talib hayatta iken onu öldürmelerinin önüne geçiyordu, amcası ölür ölmez onu öldürdüler." demelerinden utanırız." dediler. Ebu Süfyan, Ebu Cehl, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Halefin oğulları Ümeyye ve Übeyy, Ukbe ibn Ebî Muayt, Amr ibnu'1-As ve el-Esved ibnu'l-Bahterî, Ebu Talib'e geldiler ve: "Sen bizim büyüğümüz, efendimizsin. Muhammed bize ve tanrılarımıza eziyet ediyor. Biz isteriz ki onu çağırasın ve bizim tanrılarımız hakkında konuşmaktan onu men'edesin." dediler. Ebu Talib, Hz. Peygamber (sa)'i çağırttı, gelince de: "Ey kardeşim oğlu, bunlar senin kabilen ve amcanın oğulları." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ne istiyorlar?" diye sordu. "Sen bize ve tanrılarımıza karışma; biz de sana ve tanrına kanşmıyalım." dediler. Ebu Talib: "Kavmin sana insaflı ve adaletli davrandı, tekliflerini kabul et." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Ben istediklerinizi verdim diyelim, söylediğiniz takdirde bütün arap ve acemin size boyun eğeceği bir kelimeyi bana verecek misiniz?" diye sordu. Ebu Cehl atılıp: "Evet, baban hakkın için (babana yemin ederiz ki) istediğin o bir kelimeyi ve on mislini sana vereceğiz. Nedir o kelime?" dedi. Hz. Peygamber (sa): "Lâ ilahe illallah deyiniz." buyurdu. Yüz çevirip suratlarını ekşittiler. Ebu Talib: "Kardekn oğlu, bir başka kelime söyle. Görüyorsun bu kelimeden hoşlanmıyorlar." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Amca, bunun dışında başka bir keîime söyleyecek değilim. Güneşi getirip elime koysalar yine de daş^âsmi söylemem, ^deyince *îTa tanrılarımıza sövmeden vazgeçersin, ya da biz de sana bunu emredene söveriz." dediler ve bunun üzerine Allah Tealâ bu â\£et-t ketime^ indirdi.[94]
109. Onlar bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki eğer kendilerine bir â-yet gelirse ona mutlaka iman edeceklerdir. De ki: "Ayetler ancak Allah katın-dadır. O (âyet) geldiği zaman da onların yine iman etmiyeceklerinin farkında değil misiniz? "
110. Biz, onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de O'na ilk keresinde iman etmedikleri gibi azgınlıkları içinde kör ve şaşkın bırakırız.
111. Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmezler.
l. Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayete göre "Şayet dilemiş olsaydık onlar üzerine gökten bir âyet, bir mucize indirirdik..." (Şuarâ', 4) âyet-i kerimesi nazil olunca müşrikler: "Haydi onu üzerimize indir, indir ki vallahi eğer indirirsen ona iman edeceğiz." dediler. Müslümanlar da: "Ey Allah'ın elçisi, onu indir ki iman etsinler." dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[95]
2. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayette o öyle anlatıyor: Kureyşliler Hz. Peygamber (sa) ile konuşup: "Ey Muhammed, sen bize haber veriyorsun; Musa'nın bir asası varmış, kayaya vurunca ondan on iki pınar fışkırmış İsa ölüleri diriltilmiş, Semûd'un bir devesi varmış. Seni doğrulamamız için bu mucizelerden bazısını sen de bize getir." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Size hangi mucizeyi getirmemi istersiniz?" diye sordu. "Safa tepesini altına çevir." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa) bunun için düa etmeye başlamıştı ki Cibril geldi ve: "Ey Muhammed, dilersen Safa tepesi altın olacak. Fakat ben bir mucize gönderirim de o mucize tasdik olunmaz, mucizeyi görenler imana gelmezlese mutlaka azâb iner. Ama yok onları bırakayım da tevbe edecekler tevbe etsin istersen mucizeyi indirmem, onları bırakırım." dedi. Rasûl-i Ekrem (sa): "Hayır, mucizeyi indirme, onları bırak ki tevbe edecekleri tevbe etsinler." dedi ve Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeleri indirdi.[96] İbn Kesir, bu rivayetin mürsel olmakla birlikte bunu destekleyen başka kanallardan rivayetlerinin de olduğunu belirtmiştir.[97]
3. Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber (sa)'den mucize göstermesini isteyenlerin Mekke müşrikleri değil, mü'minler olduğu ve müşriklerin: "Kendilerine bir mucize geldiği takdirde iman edeceklerine yemin etmeleri üzerine Hz. Peygamber (sa)'in ashabının: "Ey Allah'ın Rasûlü, madem ki kendilerine mucize gelince iman edeceklerine yemin ediyorlar; Rabbından bunu iste." dedikleri ve dolayısıyla bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinin müşrikler değil mü'minler olduğu kaydedilmektedir.[98]
Ayetin nüzulüne ister inananların, ister müşriklerin mucize gösterilmesini istemeleri sebep olsun aslında iki rivayet arasında özde fark yoktur ve istek birdir: Mucize gösterilmesi. Ayrıca iki durumun da (hattâ üç rivayette verilen hadisenin) aynı mecliste olması uzak değildir: Müşrikler, yanında ashabı varken Allah'ın Rasûlü (sa)'nden böyle bir istekte bulunmuş ve iman edeceklerine yemin etmişler; onların bu isteklerine ashabın isteği de eklenmiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber (sa) Rabbından mu'cize istemek üzere dua etmeye başlamış ve olay bunun üzerine gelişmiş olabilir. Dolayısıyla iki rivayet ve yukardaki rivayetler arasında bizce bir ihtilâf söz konusu değildir.
İbn Cureyc'den rivayete göre ise bu hadise üzerine "Eğer biz onlara gerçekten melekleri indirseydik..." âyetine kadar olmak üzere üç âyet-i kerime inmiştir.[99]
"Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi." âyet-i kerimesinin iniş sebebi hakkında Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayete göre ise Mekke halkından bir grup içinde İslâm ve müslümanlarla alay edenler Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler ve: "Bazı ölülerimizi dirilt de onlara soralım: Senin getirdiğin gerçek mi yoksa bâtıl mı? Ya da bize melekleri göster de senin Allah'ın elçisi olduğuna dair şehadette bulunsunlar, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getir." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[100]
Yine "Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi." âyet-i kerimesinin iniş sebebi hakkında İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Mekke halkından Kur'ân ile alay edenler şu beş kişi idiler: el-Velîd ibnu'l-Muğîra el-Mahzûmî, el-As ibn Vâil es-Sehmî, el-Esved ibn Abdiyağûs ez-Zuhrî, el-Esved ibnui-Muttalib ve el-Hâris ibn Hanzala. Bunlar, Mekke halkından bir grupla birlikte Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler ve ona: "Bize melekleri göster ki onlar senin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etsinler veya ölülerimizden bazısını dirilt de onlara soralım bakalım: Senin söylediklerin gerçek mi yoksa bâtıl mı? Ya da ileri sürdüklerine kefil olmaları için Allah'ı veya melekleri karşımıza getir." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[101]
114. Allah'tan başka bir hakem mi arıyacakmışım?! Halbuki O'dur size kitabı mufassal bir şekilde indirmiş olan. Kendilerine kitab vermiş olduklarımız bilirler ki o, Rabbın katından hak olarak indirilmiştir. Öyleyse sakın şüpheye düşenlerden olma.
Mâverdî'nin zikrettiğine göre Kureyş müşriklerinin Hz. Peygamber (sa)'e: "Bizimle senin aranda bir hakem tayin et; dilersen yahudi hahamlarından, dilersen hristiyan papazlardan. Ki senin durumunla ilgili kitaplarında bulunan bilgileri bize haber versinler." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[102]
116. Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve yine onlar ancak yalan söyler dururlar.
117. Muhakkak ki Rab bin, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete ermiş olanları da en iyi bilendir.
118. Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin.
"Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar..." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Ferrâ'nın zikrettiğine göre kâfirler mü si umanlara: "Kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz da Rabbınızın öldürdüğünü mü yemiyorsunuz?" demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[103]
"Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin." âyet-i kerimesinin iniş sebebinde Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde ise o şöyle anlatıyor: Allah Tealâ, ölü etinin yenilmesini haram kılınca müşrikler müslümanlara: "Bir de Allah'a tapındığınızı iddia ediyorsunuz. Halbuki Allah'ın öldürdüğü -ölü hayvanı kastediyorlar- yemenize kendi öldürdüklerinizden daha lâyıktır." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[104]
Abdullah ibn Abbâs anlatıyor: Birtakım kimseler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, Neden kendi öldürdüklerimizi (Allah'ın adını anarak boğazladığımız hayvanların etini) yiyoruz da Allah'ın öldürdüklerini (ölü hayvan etini, bizim öldürmemizle değil de kendi kendine veya başka bir sebeple ölen hayvanın etini) yemiyoruz?" diye sordular da Allah Tealâ "Şayet onlara itaat ederseniz hiç şüphesiz sizler de müşrikler olursunuz."a kadar olma üzere "Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yeyin...." âyetlerini indirdi. Hasen, ğarîb olan bu hu haber, bu şekilde mevkuf olarak rivayet edilmiş olması yanında Saîd ibn Cubeyr'den mürsel olarak da rivayet edilmiştir.[105]
Bu iki hadisenin -ki aynı hadise olması, yani ikisinin bir tek hadise olması kuvvetle muhtemeldir- yine bu surenin 121. âyetinin nüzul sebebi olduğuna dair rivayetler biraz sonra gelecektir. Aslında bu âyet-i kerimelerden başlıyarak 121. âyete kadarki âyetler hep aynı siyak üzeredir ve herhalde bu hadise üzerine bütün bu âyetler inmiş olmalıdır.
119. Size ne oluyor ki üzerine Allah 'in adı anılmış olarak (boğazlanan) şeyden yemiyorsunuz? Halbuki darda kalmanızın dışında size haram olanları O, uzun uzadıya açıklamıştır. Doğrusu birçokları hevâ ve heveslerine uyarak bilmeden dalâlete düşürüyorlar. Şüphesiz ki Rabbın, O Rabbın haddi aşanları en iyi bilendir.
İmam Ebu Mansur'un söylediğine göre bazı müslümanların sırf zahidane bir hayat yaşamak için bazı helâl ve hoş şeyleri yemekten sakınmaları, bunları yemede çekingen davranmaları üzerine nazil olmuştur.[106]
121. Üzerine Allah 'in ismi anılmamış (olarak ölen veya boğazlanan hay-vanlarjdan yemeyin. Çünkü bu bir fısktır. Doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şüphesiz sizler de müşrikler olursunuz.
1. İkrime'den rivayete göre bazı müşrikler Hz. Peygamber (sa)'in yanına girdiler ve: "Ey Muhammed, bize haber ver bakalım, bir koyun öldüğünde onu kim öldürmüştür.?" diye sordular. Hz. Peygamber (sa): "Onu Allah öldürmüştür." diye cevap verdi. "Sen ve arkadaşlarının öldürdüğünün helâl, köpeğin ve doğanın öldürdüğünün helâl, ama Allah'ın öldürdüğünün haram olduğunu mu
sanıyor, iddia ediyorsun?" dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[107]
İkrime'den gelen bir rivayette de müşriklere böyle bir soru sormalarını ve müslümanların kafalarını karıştırmalarını onların İranlılardan olan dostları salık vermişler ve onların bu soruları bazı müslümanların zihinlerinde bir şüphe uyandırmış da bunun üzerine bu âyet-İ kerime indirilmiştir.[108] Hadise Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde şöyle anlatılıyor: "Üzerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin..." âyeti nazil olunca İranlılar, Kureyşlilere şöyle haber gönderdiler: "Muhammed'le tartışın ve ona deyin ki:
"Senin elinle, bıçakla kestiğin helâl oluyor da Allah'ın altın bir şemşîr ile kestiği -ölüyü kastediyorlar- mi haram?" Bunun üzerine "Doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şüphesiz sizler de müşrikler olursunuz." âyet-i kerimesi nazil oldu. Buradaki şeytanlar Kureyş müşriklerine Hz. Muhammed'le tartışma malzemesi veren putperest İranlılar, dostları da Kureyş müşrikleridir.[109]
Hadise İbn Cureyc tarafından İkrime'den rivayetle şöyle anlatılıyor: Kureyş müşrikleri, Rumlara karşı İranlılarla mektuplaşırlardı. Bu mektuplarından birinde İranlılar Kureyş müşriklerine: "Muhammed ve ashabı Allah'ın emrine uyduklarını sanıyorlar. Allah'ın altın bıçakla kestiğini -ölü hayvan için bu tabiri kullanıyorlar- Muhammed ve ashabı yemiyor da kendi kestiklerini yiyorlar." diye yazdılar. Müşrikler de bunu Muhammed'in ashabına yazdılar da ashabdan bazılarının içine bir kuşku düştü ve bunun üzerine Allah Tealâ "Bu bir fısktır. Doğrusu şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şüphesiz sizler de müşrikler olursunuz." âyet-i kerimesini ve "Onlardan kimisi kimisini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar..." (En'âm, 6/112) âyetini indirdi.[110]
2. İbn Abbâs'tan rivayete göre de yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler ve: "Kendi öldürdüğümüzden yiyoruz da Allah'ın öldürdüğünden neden ye-miyoruz?" diye sormuşlar ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[111]
Ancak Ebu Davud tarafından rivayet edilen bu habere bir kaç yönden itiraz edilmiştir:
a) Yahudiler de aynen müslümanlar gibi üzerine Allah'ın adı zikredilmeden boğazlanan hayvanların etini yemezler ve hattâ bu konuda müslümanlardan daha da titiz davranır ve meselâ unutmayı bile kabul etmezler. O halde neden gelsin de Hz. Peygamber (sa)'le bu konuda tartışsınlar.
b) En'âm Sûresinin Mekke'de indiğinde adeta ittifak vardır ve yahudilerin Mekke-i Mükerreme'de Hz. Peygamber (sa)'le münakaşaları yoktur. Olsa olsa Mekke müşrikleri onlardan, Hz. Muhammed ile tartışmak ve onu ilzam etmek üzere bilgi ve malzeme istemiş ve yahudiler de Hz. Peygamber (sa)'i ilzam sadedinde ve kendileri kabul etmemekle birlikte sırf küfür ve inatlarından müşriklere böyle bir akıl vermiş olabilirler ki bu durumda da bu soruyu soranlar -arkalarında yahudiler olsa da- müşriklerdir.
c) Hadisin birbirini te'yid eden diğer kanallardan rivayetinde "Yahudiler" kaydı olmaksızın "Bir grup insan Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi, müşrikler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldi..." ifadeleri ile hadise verilmektedir[112] ve meşhur olan da budur.
3. Müşriklere, Hz. Peygamber ile tartışmaları için bu fikri verenin İblîs veya cin şeytanları olduğuna dair İbn Abbâs'tan bir görüş daha rivayet edilmişse de[113] aslında bu fikri verenin kim olduğuna bakılmaksızın dile geti-
renler Mekke müşrikleridir ve âyet-i kerime onların gelip Hz. Peygamber (sa) veya ashabına "Kendi kestiğimiz ve öldürdüğümüz helâl iken Allah'ın öldürdüğü neden haram olsun?!" demeleri üzerine âyet-i kerime inmiştir.[114]
122. Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklarda kalıp ondan çıkamıyan kimse gibi midir? İşte böyle, kâfirlere, yapmakta oldukları süslü gösterilmiştir.
İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerimede kastedilenler Hamza ibn Abdulmuttalib ve Ebu Cehl'dir. Şöyle ki: Hz. Hamza henüz müslüman olmamışken bir gün Ebu Cehl, Hz. Peygamber (sa)'in üzerine bir pislik atmış. Bunu görenler o sırada elinde yayı avdan dönmekte olan Hamza'ya haber vermişler. Hz. Hamza kızgın bir şekilde gelip Ebu Cehl'in üzerine yürümüş ve yayını Ebu Cehl'in kafasına geçirmiş. Ebu Cehl: "Ey Ebu Ya'lâ, görmez misin (Muhammed'in) getirdiğini? Bizi beyinsizlikle itham edip tanrılarımıza sövüyor, atalarımıza muhalefet ediyor." deyince Hz. Hamza: "Sizden daha beyinsizi var mı ki? Allah'ı bırakıp taşlara tapınıyorsunuz! Ortağı olmıyan tek tanrının Allah olduğuna ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[115]
Bu âyette "Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürüyebileceği bir nur verdiğimiz..." ile kastedilenin Hz. Hamza yerine Ammâr ibn Yâsir ve Ömer ibnu'l-Hattâb olduğu rivayetleri de vardır.[116]
Bu arada işaret etmek uygun olur ki, bu rivayetlerin âyet-i kerimenin nüzul sebebine değil de bu rivayetlerde anılan kimselerin bu âyet-i kerimenin hükmüne dahil olduklarına işaret etmekte olmaları da ihtimal dahilindedir veya "Sebebin hususiliği hükmün umumiliğine engel olmaz." kaidesince âyet, bu kimselerin durumunu beyan etmek üzere nazil olmuşsa da bunların benzerlerine de hükmü şamildir. En doğrusunu Allah bilir.[117]
124. Onlara bir âyet geldiği zaman derler ki: "Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe asla iman edecek değiliz. "Halbuki Allah, risaletini (peygamberliğini) nereye vereceğini en iyi bilendir. Mücrimlere, yapageldikleri hilekârlık yüzünden Allah katında bir horluk ve şiddetli bir azâb erişecektir.
Mukatil der ki: Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi şudur: Ebu Cehl: "Abdimenâf oğullan bizimle şeref konusunda daima çekiştiler. Nihayet biz, onlarla neredeyse atbaşı konumuna geliyorduk ki (bize karşı üstünlük sağlamak için): "Bizden, kendisine vahiy gelen bir peygamber var." dediler. Allah'a yemin olsun ki ona iman edecek ve ona tabi olacak değiliz. Tâ ki ona geldiği gibi bize de vahiy gelecek." dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu.[118]
Bu âyet-i kerimenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın: "Allah'a yemin olsun, şayet peygamberlik gerçek olsaydı Muhammed'e değil bana gelmesi gerekirdi, çünkü peygamberliğe ben ondan daha uygun ve lâyıkım. Ben yaşça ondan daha büyüğüm. Benim ondan daha çok malım ve evlâdım var." demesi üzerine nazil olduğu da bazı müfessirlerce kaydedilmiştir.[119]
Ayet-i kerimenin nüzulüne ister Ebu Cehl'in, isterse el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın sözleri sebep olsun aslında netice birdir: Hz. Peygamber'i bir şekilde peygamberliğe lâyık görmemek ve dünyevî maksat ve itirazlarla onun peygamberliğine karşı çıkmak. Dolayısıyla rivayetler arasındaki bu ihtilâf gerçek bir ihtilâf sayılmamalıdır.[120]
140. Bilgisizlikler"i yüzünden çocuklarım beyinsizce öldürenler ve Allah 'in kendilerine verdiği rızkı Allah 'a iftira ederek haram sayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar elbette sapılmışlardır ve zaten hidayete erenlerden de olmamışlardı.
İkrime'den rivayette o şöyle diyor: Rabîa ve Mudar kabilelerinden kız çocuklarını diri diri gömenler hakkında nazil olmuştur. Onlardan bir erkek evlenirken kadınlara şart koşardı: Eğer kız çocuklar doğuracak olursa bu kız çocuklardan birini sağ bırakırsa, bir diğerini (ikincisini) kadın kendi elleriyle diri diri gömüp öldürecektir. Evlendiği kadın, evlenirken diri diri gömülmesi üzerine anlaştığı kız çocuğunu doğurduğunda erkek ondan uzaklaşır ve ona: "Eğer bu çocuğu diri diri gömüp öldürmezsen sen, bana, anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yapar, o kadın kendi ailesine gönderilir; kadının kabilesi kadınları toplanır ve hep birden yardımlaşarak o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi.[121]
İbn Abbâs'tan gelen rivayette ise âyet-i kerimenin "Rabîa, Mudar ve diğer arap kabilelerinden cahiliye devrinde kız çocuklarını diri diri gömenler hakkında" nazil olduğu belirtilmekte; âyetin sadece Rabîa ve Mudar hakkında değil bu cahiliye âdetine uyan bütün arap kabileleri hakkında inmiş olduğu tasrih edilerek bir nevi hükmünün umumiliğine de işaret edilmektedir.[122]
Katâde'den gelen rivayette de o kabile erkeklerinin kız çocuklarını diri diri gömüp öldürmelerinin sebebi "kız çocuklarının sağ bırakılıp büyüdükleri takdirde esir edilip ırz ve namuslarının ayaklar altına almması ve fakirlik korkusu" olarak verilmekte; bu duruma düşmemek için de kız çocuklarını daha küçükken öldürüp onların yerine köpek besledikleri kaydedilmektedir.[123]
141. Çardaklı ve çardaksız bağları, tatları değişik ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratıp yetiştirmiş olan O 'dur. Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yeyin ve hasad edildiği gün de hakkını verin ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez.
Ebu'l-Aliye'den rivayette o şöyle demiştir: "Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yeyin ve hasad edildiği gün de hakkını verin." âyeti nazil olduğu zaman müslümanlar, hasat zamanı zekât dışında o hasad ettiklerinden tasaddukta bulundular. Ancak bunda israfa gidince Allah Tealâ "ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez." kısmını da indirdi. Ebu'l-Aliye'den gelen başka bir rivayette de zekât dışında verdikleri sadakalarda israfla birbirlerine karşı övünmeye başladıkları ve övünebilmek ve çok sadakayla gösteriş yapmak için fazla fazla sadaka verdikleri kaydı da vardır.[124]
İbn Cureyc'den gelen bir rivayete göre ise bu âyet-i kerime Sabit ibn Kays ibn Şemmâs adlı sahabî hakkında nazil olmuştur ve onun, bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olması şöyle olmuştur: O, bir gün hurma kesmiş (hurmalarını toplamış) ve: "Bugün bana kim gelirse ona mutlaka yedireceğim." demiş ve yanına gelen herkese topladığı hurmadan yedirerek ikramda bulunmuş. Akşam olduğunda bir de bakmış ki kestiği hurmalar tükenmiş; kendisine ve ailesine hiç hurma kalmamış ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez." âyetini indirmiştir.[125] Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen rivayette onun meyvesini topladığı (kestiği) hurma ağaçlarının sayısının beşyüz ağaç olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir[126] ki cömertliğinin veya tasaddukunun derecesini göstermesi bakımından önemlidir.
Sahabî Sabit ibn Kays'ın bu davranışı ile aynı hurma kesme mevsiminde diğer bazı sahabîlerin birbirlerine karşı böbürlenme gayesi ile hurma tasadduklan birleşmiş ve biri hayra, diğeri gösterişe yönelik tasaddukta israf birleşince her ikisi hakkında bu âyet-i kerime inmiş olmalıdır. Bu rivayetler, bu âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olduğu anlamına gelmektedir. Zaten Zeccâc da bunu tefsirinde tasrih etmiştir.[127]
143. Sekiz çift; koyundan iki, keçiden iki. De ki: "İki erkeği mi, iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanları mı haram kıldı? Eğer sâdıklardan iseniz bana bilgiye dayanarak haber verin.
144. Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: "İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı haram kıldı? Yoksa Allah size bunları buyururken siz orada mı idiniz? " İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah 'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.
Kurtubî'nin zikrettiğine göre bu âyet-i kerimeler "Şu davarların karınlarında bulunan yavrular sadece erkeklerimize mahsus (ve onlara helâldir), kadınlanmıza haram kılınmıştır." diyen Mâlik ibn Avf ve arkadaşları hakkında inmiştir.[128]
145. De ki; Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin haram dediklerinizden böyle) haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Ancak, gerek ölü, gerek dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu hiç kuşkusuz murdardır-, yahut Allah 'tan başkası adına boğazlanmış birfısk olmak müstesnadır. Kim de haddi aşmamak ve başkasına tecavüz etmemek üzere bunlardan yemeye mecbur kalırsa şüphesiz ki Rabbın Ğafûr'dur, Rahîm 'dir.
De ki: Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Ancak..." âyeti Arafe günü nazil olmuştur.[129]
Kurtubî ayrıca "Bugün size dininizi ikmal ettim (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesinin nüzulü ile ilişki kurarak bu âyet-i kerimenin de onunla aynı günde nazil olduğunu, bundan sonra bunu neshedecek başka bir âyet nazil olmadığını, İbn Abbâs'tan rivayetle bunun, son nazil olan âyetlerden olduğunu da belirtmiştir.[130]
147. Seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbımz geniş rahmet sahibidir ve O 'nun baskım mücrimler güruhundan döndürülemez.
İbn Abbâs der ki: Rasûlullah (sa) biraz önceki 145 ve 146. âyetleri müşriklere okuyup da "Bunlar bana vahyolundu ki müslümanlara ve yahudilere haram kılınmıştır." buyurunca müşrikler: "Sen isabet etmedin, doğruyu söylemedin.'" dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[131]
151. Ahlâksızlıklara sakın yaklaşmayın; açık olanına da gizli olanına da...
Câhiliye halkı zinanın açıktan yapılanını haram kabul eder, gizli yapılanını ise helâl görür; Açıktan yapılırsa bir alçaklıktır, gizli yapılırsa bir sakıncası yok." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ahlâksızlıklara yaklaşmayın; açık olanına da gizli olanına da..." âyetini indirdi.[132]
152. Yetimin malına, o erginlik çağma gelinceye kadar o en güzel olanından başka şekilde yaklaşmayın. Ölçüyü, tartıyı da tam ve doğru yapın. Biz, kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman da -akraba dahi olsa- adaletli olun ve Allah'ın ahdini yerine getirin. İşte size bunları emretti, umulur ki tezekkür edersiniz.
Daha Önce geçen Bakara, 220 âyetinin nüzul sebebinde de geçtiği üzere o âyet-i kerimenin inmesine En'âm Sûresinin bu âyeti ve Nisa Sûresinin 10. âyeti ile getirilen düzenlemelerin müslümanlara ağır gelmesi sebep olmuştur. İbn Abbâs'tan gelen bu rivayet şöyledir:
İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: "Yetimin malına, erginlik çağına erinceye kadar o en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın..." (En'âm, 6/152; İsrâ, 17/34) ve "Yetimlerin mallarını haksız yollarla (zulmen) yiyenler yok mu?..." (Nisa, 4/10) âyetleri nazil olunca yetimlerin velîleri, onların yiyecek ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar. Bazan olurdu ki yetimin yiyeceği artardı. Bu durumda onu kendi yiyeceklerine katmaz; yetim yiyinceye veya bizuluncaya kadar ayrı bir yerde muhafaza ederlerdi. Ancak bu durum onlara zor gelmeye başladı ve gidip Hz. Peygamber (sa)'e anlattılar da Allah Tealâ "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır Şayet kendileriyle birlikte yaşarsanız onlar sizin kardeşleriniz-dir. Allah onların yararına çalışanlarla fesat yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sizi muhakkak sıkıntıya sokardı..." âyetini indirdi.[133]
15ö. Demeyesiniz ki: "Bizden önce kitab yalnız iki topluluğa indirildi. Bizim ise onların okuduklarından hiç haberimiz yok. "
Mukatil der ki: Mekke kâfirleri: "Allah yahudi ve hristiyanları kahretsin. Peygamberlerini nasıl da yalanlamışlar. Vallahi, bize bir uyarıcı ve kitab gelse elbette biz onlardan daha çok hidayete erenler olurduk." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime naziî olmuş.[134]
159. Dinlerini parça parça edenler ve bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah 'a kalmıştır. Sonra O, onlara yapmakta olduklarını haber verecektir.
İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilmezden önce yahudi ve hristiyanlar aralarında ihtilâf edip bölük bölük oldular. Bundan sonra Muhammed peygamber olarak gönderilince Allah Tealâ onların durumunu haber vermek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayette ise o, bu âyet-i kerimenin İslâm'dan önce ayrılığa düşen kitab ehli hakkında değil bu ümmet (Muhammed ümmeti) İçinde aralarında ihtilâfa düşüp de bölük bölük olanlar hakkında indiğini söylemiştir.[135]
Aslında âyet-i kerime hangi dinden olursa olsun dininde ihtilâfa düşüp de fırkalara ayrılan herkes hakkında geneldir ve âyet-i kerimede tahsise delâlet e-decek herhangi bir karine de bulunmamaktadır.[136]
164. De ki: "Ben, Allah'tan başka bir Rab mı arıyacağım?! Halbuki O, herşeyin Rabbıdır. Herkes ne kazanırsa kendi aleyhinedir. Yük yüklenen kimse başkasının yükünü taşımaz. Sonunda Rabbınızadır dönüşünüz ve O, ayrılığa düşmekte olduklarınızı size haber verecektir.
Mukatil der ki: Kureyş kâfirleri Hz. Peygamber (sa)'e: "Bu işten vazgeç ve eski atalarının dinine dön. Bundan dolayı eğer dünyada ve âhirette başına bir şey, bir yük gelecek olursa biz bunun için sana kefiliz." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[137]
İbn Abbâs'tan rivayete göre ise "Yük yüklenen kimse başkasının yükünü taşımaz." kısmının da delâleti üzere bu âyet-i kerime, "Benim yoluma tabi olun, sizin de yüklerinizi, (eğer varsa) yükleneceğiniz günahları da ben taşıyayım." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında inmiştir.[138]
[1] Râzî, Mefâtîhui-Gayb, xn,i4i.
[2] ibn Kesîr, Tefsîru'i-Kur'âni'i-Azân, m,234.
[3] Râzî, Mefâtîhui-Ğayb, XII,I41; İbn Kesîr, age. 111,233.
[4] ibn Kesîr, age. m,233.
[5] Râzî, age. xn,i4i.
[6] İbnu'l-Cevzî, age. 111,1-2.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/352-353.
[7] Suyûti, ed-Dumı'l-Mensûr, 111,247.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/353.
[8] Vahidî, Esbâbu'n-Nuzûi, s. 147.
[9] Kurtubî, ei-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI,253.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/353.
[10] ibn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,395.
[11] ibnui-Cevzî, age. 111,8.
[12] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/354.
[13] Vahidî, age. s. i 47.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/354.
[14] İbnu'l-Cevzî, age. III, 10.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/355.
[15] Vahidî, age s. 147.
[16] Râzî, Mefâtîhui-öayb, XII, 175; îbnu'I-Cevzî, age. 111,13.
[17] Suyûtî, ed-Durru'1-Mensûr, 111,256.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/355-356.
[18] ibnu'l-Cevzî, age m, 14.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/356.
[19] Suyûtî,ed-Dumıi-Mensûr, 111,258.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/356.
[20] Vahidî, age. s. 147148.
[21] Râzî, age. XII, 185.
[22] Taberî, Câmiui-Beyân, vıı,iO9.
[23] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/356-357.
[24] Vahidî, age. s. 148.
[25] Kurtubî, age. VI.261.
[26] Vahidî, age. S. 148.
[27] İbn Kesîr, age. m,243; Suyûtî, ed-Durrui-Mensûr, iiı,26i.
[28] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/357-359.
[29] ibn Kesîr, age. iri.246.
[30] Vahidî, age s. 148-149; tbn Kesîr, age. 111,247.
[31] Taberî, age. vu,H6.
[32] Vahidî, age s. 149.
[33] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/1, hadis no: 3064; Taberî, age. VII, 116.
[34] ibnu'i-Cevzî, age. m,28.
[35] Vahidî, age s 149.
[36] İbnu'l-Cevzî, age. 111,27.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/359-361.
[37] İbnu'l-Cevzî, age. 111,32; Râzî, age. XII,207.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/361.
[38] ibnui-Cevzî, age. m,34.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/362.
[39] ibnu'f-Cevzî, age. m,43.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/362.
[40] Taberî, age vn, 128-129.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/362-363.
[41] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 45; Vahidî, age s. 149.
[42] Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 46; İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, V,148.
[43] Vahidî, age s. 149-150.
[44] Ibn Mâce. Zuhd, 7, hadis no: 4127; Taberî, age. VII, 127-118.
[45] ibn Kesîr, Tefsîru'1'Kur'âni'l-Azîm, 111.255; İbnu'l-Cevzî, age. 111,45 dip not.
[46] Râzî. age. XIl,234Vâhıdî, age. s. 150.
[47] Vahidî, ages. i50.
[48] İbnu'l-Cevzî, age. ııı,45-4ğ.
[49] Vahidî, age s. 150; suyûtî, Lubâbun-Nukûi, 1,159.
[50] ibnu'l-Cevzî, age. 111,49; Râzî, age. XIII,2.
[51] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, V.280.
[52] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,392-393.
[53] Vahidî, age. Sisi.
[54] Alûsî, rû-hui-Maânî, vıı,i63, 165.
[55] Vahidî, age s. 15i; Râzî, age. xııı,2.
[56] ibnu'l-Cevzî, age. in,48.
[57] Taberî, age. VII, 133.
[58] Râzî, age. xra,2.
[59] İbnu'l-cevzî, age. 111,49.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/364-368.
[60] Vahidî, age s. isi.
[61] tbnu'i-cevzî, age. 111,51.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/368.
[62] Taben, age. vıı,i45.
[63] Taberî, age. VII, 145-146.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/369.
[64] Râzî, Mefâtîhu'i-Ğayb, Tahran Tarihsiz, XI,81.
[65] Râzî, age. Xffl,25.
[66] Taberî, age. VII,149.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/370.
[67] tbnu'i-Cevzî, age. ııı,62.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/370.
[68] îbmı'i-Cevzî, age. in,67), tam tersine o, babasını putlara tapmıya çağırmıştı (Alûsî, Rûhu'l-Maânî, VII,188.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/371.
[69] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, n,18; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/4, hadis no: 3067.
[70] Suyûti, Lubâbu'n-Nukûi, ı7i6i-i62.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/371.
[71] Taberî, age. vi,20; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,132.
[72] Vahidî, age s. isi; Râzî, age. xm,74.
[73] Suyûtî, Lubâbun-Nukûi,1,162.
[74] Taben, age. vn,i77.
[75] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, vn.219.
[76] Taben, age. vn,i77.
[77] Taberî, age. vn,i77.
[78] ibnu'l-Cevzî, age. 111,83.
[79] ibn Kesîr, age. ni,293.
[80] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/372-373.
[81] Suyûti, Lubâbu'n-Nukûl, 1,163.
[82] Vahidî, age s. 151-152; SuyM. lubâbu'n-Nukûl, U63.
[83] İbnui-cevzî,kge. nı,86.
[84] Vahidî, age s. 152.
[85] Taberî, age vıı.isi.
[86] Kurtubî, age. vn.28.
[87] ibnu'l-Cevzî, age. 111,87.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/374-376.
[88] Taberî, age. VII, 185; Suyûtî, ed-Durru'1-Mensûr, 111,323.
[89] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/376.
[90] Vahidî, age s. 152; Alûsî, Rûhu'i-Maânî, vıı,24i.
[91] İbnu'l-cevzî, age. ra,96.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/376.
[92] İbnu'l-Cevzî, age. 111,102.
[93] Taberî, ager vn, 208.
[94] Vahidî, age s. 153; Taberî, VII,207-208.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/377-378.
[95] İbnu'l-Cevzî, age. 111,103.
[96] Vahidî, age s. 153-154; Taberî, age. viuıo.
[97] îbn Kesîr, Tefsînrı-Kur'ânn-Azîm, m,309.
[98] Taberî, age. vu,2i 1-212.
[99] Taberî, age. VIII.2.
[100] ibnu'l-cevzî, age. ııı,iO6.
[101] Râzî, age. xııı,i49-i50.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/378-380.
[102] İbnu'I-Cevzî, age. 111,110.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/381.
[103] ibnu'l-Cevzî. age. m,ı 11.
[104] İbnu’l-Cevzî. age. m,ı 12.
[105] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/6, hadis no: 3069.
[106] AIûsî, Rûhu'i-Maânî, vm,i4.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/382.
[107] Vahidî, age s. 154; Taberî, age. Vffl, 13.
[108] Vahidî, age s. 154.
[109] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 111,321.
[110] Taberî, age. vm,i3; ibn Kesîr, age. IH.321.
[111] Ebu Davud, Edâhî, 13, hadis no: 2819.
[112] Meşem bak: Ebu Davud. Edâhî, 13, hadis no: 2818; Tirmizî, Tefsîru't-Kur'ân, 6/6, hadis no: 3069; İbn Mâce, Edâhî, 4, hadis no: 3173.
[113] Taberî, age. vıh.13.
[114] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/382-384.
[115] Vahidî, ages. 154.
[116] Taben, age. vm,i7-i8.
[117] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/384.
[118] ibnu'l-Cevzî, age. m,ı 18.
[119] Râzî, age. xm,i75; Alusi, age. vııui.
[120] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/385.
[121] Taberî, age. VIII.38.
[122] ibnu'l-Cevzî, age. ni,i34.
[123] Taberî, age.141.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/385-386.
[124] Taberî, age.VIII.45.
[125] Taberî, age. vm,45.
[126] îbnu'i-Cevzî, age. ni,i36.
[127] Kurtubî, age. vn,66.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/386-387.
[128] Kurtubî. age. VII.74-75.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/387-388.
[129] Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, 11,145.
[130] Kurtubî, age. VII.77-78.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/388.
[131] Ibnui-Cevzî, age. ni,i44.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/388.
[132] Taberî, age. v,u.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/389
[133] Ebu Davud, Vasâyâ, 7, hadis no: 287 i; Neseî, Vasâyâ, 11, hadis no: 3667,3668.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/389.
[134] İbnu'l-Cevzî, age. ııı,i54-i55.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/390.
[135] Taberî, age. VIII,77-78.
[136] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/390.
[137] Îbnu'l-Cevzî, age. III,162; Kurtubî, age. VII,101.
[138] Kurtubî, age. VII,102.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/391.