En'am suresi yüz
altmış beş âyettir ve 20.23.91.93.114.141.151.152 ve 153. âyetleri Medinede
diğerleri Mekkede nazil olmuştur.
Bu sure-i Celüe de
diğer Mckki surelerde olduğu gibi inanç konusunu işliyor. Göklerde ve yerde
ilahhk ve kulluk meselesini ele alıyor. Bütün insanları, Allah'tan başka ilah
bulunmadığına şehadeî etmeye davet ediyor. Onlara hak olan rablarını tanıtarak
ondan başkasına ibadet etmemelerini, yalnızca ona ibadet edip sadece ondan
yardım dilemelerini emir ve tavsiye ediyor.
Sure-i Celile, ortada
Allanın birliğine dair yiğınlarca delil bulunduğu halde ona şirk koşanları,
çevrelerinde bulunan bu delillerle yüz yüze getirerek başlıyor. İnsanları, hem
bütün varlıklar âlemini kaplayan hem de kendi varlıklarını kuşatan delillerle
karşı karşıya getiriyor. Ve Allahin varlık ve birliğini müessir bir şekilde
ifade eden şu âyetlerle gerçekleri dile getiriyor:
"Hamd, gökleri ve
yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allaha mahsustur. Öyle iken
kafirler hâlâ rablcrinc başkalarını eşit sayıyorlar."
"Sizi çamurdan
yaratan sonra size bir ecel tardir eden Ö'dur. Tayin edilen bir ecel de onun
katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz."
"Göklerde ve
yerde Allah sadece O'dur. O sizin gizlinizi ve açığınızı da ve ne kazandığınızı
da bilir."
Bu âyetlerle başlayan
sure-i celilede devamla, her şey Al lanın varlık ve birliğini ikrar ettiği
halde bu delillerle doğru yolu bulamayan kafirlerin bu inkâr ve. inatlarını
neden sürdürdüklerine ve sonlarının nasıl olduğunu temasla btıyu-ruluyorki:
"Böyle iken
onlara rablcrinin âyetlerinden bir âyet gelince hemen
ondan yüz çevirirler."
"Hak kendilerine
gelince hemen onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberi yakında
kendilerine gelecektir."
"Kendilerinden
önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size
vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş,
altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından dolayı helak ettik
ve kendilerinden sonra başka bir nesil var ettik."
Göklerde ve yerde
bulunan her şeyin sahibinin, bütün rmıhlukatı nzıklan-dıranın fakat kendisinin
böyle bir şeye ihtiyacı olmayanın, fayda ve zarar verme kudretine sahib olanın
ve kullan üzerinde kahredici bir gücü bulunanın da yine Allah olduğu gerçeği de
şöyle beyan ediliyor:
"De ki:
"Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" de ki: "Allahındır."
o, merhamet etmeyi üzerine almıştır. Muhakkak ki o sizi, kendisinde şüphe olmayan
kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Hüsrana düşenler,
inanmayanlardır."
"Gece ve gündüzde
barınan her şey ona aittir. O, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi
bilendir."
"Ey Muhammcd de
ki: "Gökleri ve yeri yaratan, rızıklandıran fakat rızka ihtiyacı olmayan
Allahtan başkasını mı dost edineyim? Ve de ki: "Şüphesiz ben, müslümanlarm
ilki olmakla cnırohmdum." Asla ortak koşanlardan olmam."
"O, kulları
üstünde kahredici güce sahiptir. Ve o, hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden
haberdardır."
Sure-i celilede bundan
sonra Allah teala, Resulullahın tebliğde bulunduğu insanların, kendisini
yalanlamalarından dolayı duyduğu üzüntüyü gideriyor ve onu sevindiriyor. Geçmiş
Peygamberleri örnek göstererek üzül memesini beyan ediyor:
"Ey Muhammcd,
onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar aslında seni
yalanlamıyorlar fakat o zalimler Allanın âyetlerini inkâr ediyorlar."
"Senden önce de
nice Peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya
ve eziyet olunmaya sabrettiler. Al-lahın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse
yoktur. Şüphesiz ki sana, Peygamberlerin haberlerinden bir kısmı geldi."
İlahlığın gerçeğini
beyan etmek, insanlara hak olan rablannı tanıtmak ve onlan, sahte ilahların kulluğundan
kurtarıp sadece Allaha kulluk ettirmek gibi dinin temel esaslarını beyan ve tebliğ eden sure-i
celile, bu kadar muhteşem deliller getirdikten sonra, akıllara en ikna edici
delil ve gerçekleri beyan ettikten sonra şu âyet-i kerimelerle sona eriyor.
"De ki:
"Allah her şeyin rabbi İken ondan başka bir rab mı ariyayım? Herkesin
kazandığı günah ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir kimse başkasının günahını
taşımaz. Sonra dönüşünüz yine rabbinizedir. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size
haber verecektir."
"Verdiği şeylerde
sizi imtihan etmesi için sizleri yeryüzünün Halifeleri kılan ve sizi derece
bakımından birbirinizden üstün yapan O'dur. Şüphesiz ki rabbin, azabı sür'atü
olandır. O, çok affeden ve çok merhamet edendir."
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla,[1]
1- Hamel,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allaha mahsustur.
Böyleyken kâfirler hâlâ rablcrinc başkalarını denk tutuyorlar,
*Bu âyet-i kerime,
kafirlerin, yaratıcıları olan AH ahin dışındaki varlıklara tapmalarını kınamakta
ve bunların hallerinin şaşılacak bir hal olduğunu bildirmektedir.
Yüce mevla insanlann,
düşünüp ibret almaları için veciz ve beliğ bir şe-kilde bu âyet-i kerimeyi
göndermiştir. Evet ,bütün kainatı yokken var eden sadece O'dur. Yarattığı bu
kâinattaki göklerin ve yerin içine, insanlann, hayattayken ihtiyaçlannı
karşılayacak nimetleri koymuş, böylece yağmurları gökten indirmiş, kulların
hizmetine âmâde olan güneş ve ay gibi gezegenleri orada yörüngelerine koymuş,
yerden, yarattıklarının gıdalarını bitirmiş, sularını var etmiştir. Bütün
bunları yapana, herhangi bir âciz yaratık denk tutulabilir mi?
Muhammed b. Kâ'b
el-Kurezî demiştir ki: "Tevrâtın girişi, En'am suresinin girişi gibidir.
Âyet-i kerimede
kafirlerin bir takım putları, rableri olan Allaha denk tuttukları
zikredilmektedir. Burada zikredilen kafirlerden maksat İbn-i Ebza'ya göre,
ehl-i kitaptır. Katade Süddi ve İbn-i Zeyde göre ise putlara tapan müşriklerdir.
Taberiye göre de âyet-i kerime, kâfirlerin tümünü ifade etmektedir. [2]
2- Sîzi
çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O'dur. Tayin edilen bir ecel
de onun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.
Sizin atımız olan
Âdemi çamurdun yaratan, sonra ölümünüz için size belli bir vakit tayin eden
O'dur. Ayrıca dirilip kabirlerinizden kalkmanız için tayin edilen bir zurnan da
onun kalındadır. Sonra yine de öldükten sonra, Allanın sizi dirilteceğine dair
kudretinden şüphe ediyorsunuz ha?
*Âyet-i kerimede,
Allah tealanın, bir ecel takdir ettiği, tayin edilen bir ecelin de Allahın
katında bulunduğu zikredilmiştir.
Müfessirİer, takdir
edilen ve tayin edilen bu ecellerden nelerin kastedildiği hususunda farklı
izahlarda bulunmuşlardır.
a- Hasan-i
Basri, Katade ve Dehhak'a göre takdir edilen ecelden maksat, kulun
yaratılmasıyla ölmesi arasındaki eceldir. Tayin edilen ecelden maksat ise kulun
Ölümünden sonra dirilmesine kadar devam eden süredir.
b- Abdullah
b. Abbas, Mücahid, Katade, Hasan-ı Basri, İkrime ve Süddi-den nakledilen diğer
bir görüşe göre Allahın takdir ettiği ecelden maksat, dünya hayatında yaşanan
eceldir. Katındaki tayin ettiği ecelden maksat ise kıyamet günündeki zamandır.
c- Abdullah
b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre takdir edilen ecelden maksat
uykudur. Zira, kişi uyurken ondan ruh çıkar, uyanınca tekrar ona döner. Tayin
edilen ecelden maksat ise, insanın Ölümüdür.
d- İbn-i
Vehb'e göre ise takdir edilen ecelden maksat insanların Adem'in sulbünden
çıkarılıp kendilerinden, iman edeceklerine dair ahit alınmasıdır. Tayin edilen
ecelden maksat ise, dünya hayatıdır.
Taberi diyor ki, Bana
göre doğru olan görüş takdir edilen ecelden maksat dünya hayati, tayin edilen
ecelden maksat ise âhiretteki zamandır" diyen görüştür.
Bu âyeî-i Kerime,
dünyada yaşayan her canlının belli bir eceli yanında, dünyanın da belli bir eceli
bulunduğunu, zamanı gelince onun da sona ereceğini biklinnekte ve sadece Allahm
sonsuz okluğuna işaret etmektedir. [3]
3- Göklerde
ve yerde Allah, sadece O'dur. O, sizin, gizlinizi de açığınızı da bilir. Ve ne
kazandığınızı da bilir.
Ey insanlar, göklerde
ve yerde Allah, sadece O'dur.
O, sizin, içinizde
sakladığınız gizlilikleri de, açığa vurduğunuz söz ve işlerinizi de bilir.
Dünya hayatında neler elde ettiğinizi de bilir.
Ayet-i Kerime,
Övülmeye ve ihlasla ibadet edilmeye layık olan Allahm, bu sayılan sıfatlara
sahip olduğunu, bu itibarla herhangi bir menfaat veya zarar vermekten âciz olan
şeylerin ilah olamayacaklarını bildirmektedir.
[4]
4- Onlara,
rablcrinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmesin ki, ondan yüzçevirmiş olmasınlar.
Allah teala, inatçı ve
yalancı olan müşriklerin durumunu bizlere bildirerek buyuruyor ki:
"Bunlara Allahın birliğini ve Peygamberin doğruluğunu gösteren herhangi
bir delil veya mucize geldiğinde ondan yüzçevirirler. Kendilerini
ilgilendimuyomıuş gibi hiç aldırış etmezler. Müşriklerin huyu böyledir. [5]
5- Hak
kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberi yakında
kendilerine gelecektir.
Peygamberliği Hak olan
Muhammed kendilerine gelince onu yalanladılar. Alay ettikleri ayetlerin ve
Peygamberlerimizin, gerçekten tarafımızdan gönderilmiş olduklarını bildiren
haberler yakında kendilerine gelecektir.
Bu âyet-i kerime, alay
etmelerinden dolayı kâfirleri tehdit etmektedir. Nitekim kafirler Bedir
savaşında bu tehditlerin bir kısmının ne okluğunu görmüşlerdir. [6]
6-
Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde
size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur
indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları, günahlarından dolayı
helak ettik ve kendilerinden sonra başka bir nesil var ettik.
Hakkı yalanlayan bu
kâfirler, kendilerinden önce nice ümmetleri helak ettiğimizi hiç görmezler mi?
Biz o ümmetlere yeryüzünde mal evlat, makam, mevki, bolluk ve nüfus çokluğu
bakımından size vermediğimiz büyük imkanlar verdik. Onlara gökten bol yağmurlar
indirdik. Altlarından ırmaklar akıttık. Fakat onlar, rablerinin nimetlerine
karşı nankörlük edip Peygamberlerine karşı gelince, biz onları, işledikleri
günahları sebebiyle helak ettik, ve onlardan sonra yerlerine başka nesiller var
ettik. Sizler bunlardan ibret alın. Onların başına gelenlerin sizin de
başınıza geleceğini düşünün. Çünkü Allah katında, sizin onlara bir üstünlüğünüz
yoktur. [7]
7- Ey
Muhammcd, sana, kağıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle
tutsalardı yine de o kafirler: "Muhakkak ki bu apaçık bir sihirdir"
derlerdi.
Ey Muhammed, şayet
biz, tarafımızdan sana gelen vahyi kağıt üzerinde yazılı bir şekilde göndermiş
olsaydık, onlar da o yazıyı bizzat elleriyle tutup görmüş olsalardı yine o kâfirler:
"Bu kitap apaçık bir sihirdir, bununla bizim gözlerimizi büyüledin"
derlerdi. [8]
8- "Ona
bir melek indirilscydi ya." dediler. Eğer bir Melek indirmiş olsaydık iş
bitmiş olurdu. Sonra onlara hiç mühlet verilmezdi.
O kâfirler,
"Peygamberlere gökten bir Melek indirilse de onun, Allah tarafından bize
gönderilmiş bir Peygamber olduğunu doğrulamış olsaydı ya." derler. Şayet
biz Melek gönderirsek sonra da onlar bu Meleğe inanmayıp onu da yalanlarlarsa
görecekleri azap ertelenmez, hemen geliverir. Böylece iş bitmiş olur. Ve onlara
asla mühlet verilmezdi. [9]
9- Eğer
Peygamberi Melekten yapsaydık, onu, erkek kişi suretinde kılardık. Onları yine
de düştükleri şüpheye düşürürdük.
Eğer onların
istedikleri gibi biz, insanlara, meleklerden bir Peygamber gönderseydik,
insanların ondan vahiy alabilmeleri ve onunla muhatap olabilmeleri için o
meleği de bir erkek adam suretinde gönderirdik. Çünkü insanların yapısı,
Meleği kendi suretinde görmeye müsait değildir. Durum böyle olsaydı onlar yine
de "Acaba bu Melek mi yoksa insan mı?" diye şüpheye düşerlerdi. Kitabı
tahrif eder aslının ne olduğunu bilmez hale gelirlerdi. [10]
10- Şüphesiz
ki senden önceki Peygamberler ile de alay edilmişti. Onlarla alay edenleri,
alay konusu ettikleri şey, çepeçevre kuşatıvcrdi.
Bu âyet-i kerime,
kâfir ve müşriklerin, Hz. Peygamberi yalanlamalarına karşı onu teselli etmekte
ve Allah teala "Onların alaylarına üzülme. Çünkü senden önceki ümmetlere
gönderilen peygamberler de ümmetleri tarafından alaya alınmışlardır. Bu,
kâfirlerin, süregelen âdetleridir" buyunnaktadır. [11]
11- De ki:
"Yeryüzünde dolaşın. Sonra da, yalanlayanların akıbetleri nasıl olmuş bir
görün.
Ey Muhammet putları
bana denk tutan, seni yalanlayan ve getirdiğini inkar eden o müşriklere de ki:
"Yeryüzünde gezip dolaşın, Peygamberlerini yalanlayan, onlara karşı
inatçılık yapan geçmiş ümmetlerin akıbetlerinin ne olduğuna bir bakın. Onlar
daha dünyadayken, çeşitli azaplara uğratılmışlardır. Aynı şeylerin sizlerin de
başına gelmesinden sakının." [12]
12- De ki:
"Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allahın-dır."
O, merhamet etmeyi üzerine yazmıştır. Muhakkak ki o, sizi, kendisinde şüphe
olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar
iman etmezler.
Ey Muhammed, pullan
rablerine denk tutan o müşriklere de ki; "Göklerde ve yerde bulunanların
mülkiyeti ve hükümranlığı kime aittir?" Her şeyden aciz olan bu putlara mı
yoksa, her şeye kadir olan Allaha mı? Ey Muhammed, de ki: ... Oralarda
bulunanların mülkiyeti, her şeye boyun eğdiren, otoritesiyle her şeyi kahretme
gücünde olan Allaha aittir. Kendilerine dahi herhangi bir menfaat ve zarar
veremeyecek olan aciz putlara ait değildir. Ancak Allah, dünyada iken
kullarına merhametli davranmayı üzerine yazdığı için, Allaha ortak koşan o
müşrikleri derhal cezalandırmaz. Ortak koşmalarından vaz geçip iman etmeleri
için mühlet verir. Yemin olsun ki, Allah sizleri, kendisinde şüphe olmayan
kıyamet gününde bir araya toplayacak ve herkese, yaptığı amelinin karşılığını
verecektir. Putları, rablerine denk tutarak kendilerini zarara uğratanları da
kıyamet gününde bir araya toplayacak, onlar, kendi kendilerini aldattıkları
için Allahi birlemezler. Onun vaad ve cezalanın tasdik etmezler ve Muhamme-din
Peygamberliğini ikrar etmezler.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanın üzerine merhametli olmayı yazdığı zikredilmektedir. Bu husus
zikredilerek Aîlah tealaya kulluk etmekten yüz çevirenler, tevbe etmeye teşvik
edilmekte ve yaptıkları kötülüklerden vaz geçmeleri istenmektedir.
Allah tealanın.
merhametli olmayı üzerine yazdığı hususunda: Ebu Hu-reyre'nin Resulullahtan
şunu rivayet ettiği zikredilmektedir.
Ebu Hureyre'nin
Resulullahtan.şunu rivayet ettiği zikredilmektedir. "Allah teala
mahlukatı var edince Arşın üzerinde kendi katında bulunan kitabına şunu
yazmıştır. Şüphesiz ki merhametim gazabıma galip gelmiştir[13]
Selman-i Farisi de
Resulullahın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Şüphesiz ki Allah,
gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz tane rahmet yaratmıştır. Her rahmeti, gökle
yerin arasını kaplayacak kadardır. Bu rahmetlerinden yalnız bir tanesini
yeryüzüne yerleştirmiştir. İşte o rahmetiyle anne çocuğuna merhamet eder. Vahşi
hayvanlar ve kuşlar, birbirlerine merhamet ederler. Kıyamet günü olduğunda da
o rahmetleri yle bu rahmetini birleştirecektir. [14]
Yine Ebu Hüreyre
Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki,
Allahın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmetini cinlerin, insanların
hayvanların ve haşeratm arasına indirmiştir. Onunla birbirlerine şefkat
gösterirler, merhametli davranırlar. Ve yine onunla vahşi hayvanlar yavrularına
merhamet ederler. Allah, doksan dokuz rahmetini ise geride bırakmıştır. Onlarla
kullarına kıyamet gününde merhamet edecektir. [15]
Allah teala bu âyet-i
kerimede, göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğunu, yarattıklarına
karşı merhametli davranmayı kendi üzerine yazdığını ve bütün yükümlüleri
kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacağını, iman etmeyen kimselerin,
kendilerini ziyana sokan kimseler olduklarını bildirmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde, Allah tealanın merhameti hususunda şöyle
buyurmaktadır: "Allah teala mahlukati var edince arşın üzerinde kendi
katında bulunan kitabına şunu yazmıştır. "Şüphesiz ki merhametim gazabıma
galip gelir. [16]
13- Gece ve
gündüzde barınan herşey ona aittir. O, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi
bilendir.
*Bu âyet-i kerimede
Allah teala, gece ve gündüzde var olan herşeyin kendisine ait olduğunu, bu
itibarla kafirlerin ve imansızların, kendilerinin de Allanın yaratıkları
olduklarını ve kendisine itaat edip boyun eğmeleri gerekirken isyan
ettiklerini, böylece nankörlükte zirveye ulaştıklarını bildirmekte ve
bu-yurmaktadır ki: "Putları Allaha denk tutan kimseler, Alİaha iman
etmemekte ve onu bilmemektedirler. [17]
14- Ey
Muhammcd, "Gökleri ve yeri yaratan, rızıklandıran fakat rızka ihtiyacı
olmayan Allahtan başkasını mı dost edineyim?" de. Ve "Şüphesi/ ben,
Müslümanların ilki olmakla cmroiundum." de. Asla ortak koşanlardan olma.
Ey Muhammed, sen o
müşriklere de ki: "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allahın dışında herhangi
bir mahluku mu rab edinip te ondan yardım istiyeyim? Afet ve felaketlere karşı
ona sığınayım? Beni yedirip içermesini ondan mı istiyeyim? Halbuki bütün
yaratılanları rızıklandıran Allahtır. Onun ise hiçbir kimsenin nzıklandınnasma
ihtiyacı yoktur.
Yine de ki:
"Rabbim bana, zamanımdaki insanların ilk miLslüman olanı, ibadette
kendisine ilk boyun eğeni olmamı emretti ve buyurdu ki: "Sakın Allaha
ortak koşan müşriklerden olma." [18]
15- De ki:
"Şüphesiz ki ben, rabbimc karşı gelirsem, büyük bir günün azabından
korkarım.
De ki: "Eğer
putlara taparak rabbime isyan edersem o dehşetli kıyamet gününün azabından
korkanın. [19]
16- O gün
kim azaptan uzaklaştırılırsa şüphesiz ki Allah, ona merhamet etmiştir. İşte
apaçık kurtuluş budur.
Bu hususta diğer bir
âyet-i kerimede de şöyle Duyurulmaktadır: "Her nefis ölümü tadacaktır.
Kıyamet gününde, yaptıklarınızın karşdığı ise mutlaka eksiksiz verilecektir.
Kim, cehennem ateşinden uzaklaştırılıp cennete konursa şüphesiz ki o,
kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise, aldatıcı menfaatimi başka bir
şey değildir. [20]
17- Allah,
sana bir zarar isabet ettirecek olsa, o zararı ondan başka hiçbir kimse
kaldıramaz. Sana bir hayır isabet ettirecek olursa, o, herşeye kadirdir.
Ey Muhammed, eğer
Allah, dünyadayken sana bir sıkıntı, hayatmda-bir darlık gösterirse, onu senden
kim kaldıracak? Onu senden kaldıracak olan yine ancak Allahtır. Şayet sana bir
iyilik, bir hayır ve bir bolluk isabet ederse bil ki o da Allah tarafındandır.
Çünkü Allah, her şeye gücü yetendir. Sana fayda ve zarar verecek olan o
uydurma ilahlar değil, mutlak kudret sahibi olan Allahtır. O halde sen Allahi
nasıl birlemeyeceksin? Resûlüllah (s.a.v.) her namazın sonunda şöyle dua
ederdi.
"Allahtan başka
hiçbir ilah yoktur. O birdir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk sadece onundur.
Hamd ona mahsustur. O, herşeye kadirdir. Ey Allahım, senin verdiğine mani
olacak yoktur. Vermediğini verebilecek te yoktur. Kimsenin varlığı, sen
dilemedikçe kendisine fayda vermez. [21]
18- O,
kulların üstünde kahredici güce sahiptir. Ve o, hüküm ve hikmet sahibidir.
Hcrşeydcn haberdardır.
Allah, zalim ve
Tağutlan kahreden, kullan üzerinde mutlak ezici bir güce sahib olan, bütün
işlerinde hikmet sahibi olan ve herşeyden haberdar olandır. [22]
19- De ki:
"Şahitlik yönünden hangi şey daha yücedir?" De ki: "Allahtır.
O, benimle sizin aranızda sahil tir. Bu Kuran sizi ve haberi kendilerine
ulaşanları uyarmam için bana vahyolunmuştur. Allah ile beraber başka ilahlar
bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? De ki: "Ben şahitlik etmiyorum.
"De kî: "O ancak bir olan Allahtır. Şüphesiz ki ben, sizin ortak
koştuklarınızdan beriyim."
Ey Muhammed onlara de
ki: "Şahitliği daha güçlü ve büyük olan kimdir? "De ki: "O,
Allahtır. O, benimle sizin aranızda, benim Hak Peygamber olduğuma şahittir. O,
kimin haklı kimin haksız olduğunu çok iyi bilir. Rabbim bana bu Kur'anı, sizi
ve kendilerine tebliğ ulaşan kimseleri, Allanın azabı ve cezalandır-masıyla
uyarmam için vahyetti. Ey müşrikler, sizler mi Allahla beraber diğer tapınılan
ilahların var olduğuna şahitlik ediyorsunuz?ı Onlara de ki: "Ben böyle bir
şahitlikte bulunmam, bilakis bunu reddederim." Yine de ki: "Allah,
tek olan bir ilahtır. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben, sizin, Ali aha ortak
koşarak kendilerine taptığınız şeylerden beriyim. Allahtan başka hiçbir ilah
tanımam[23]
20-
Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamberi, oğullarını tanıdıkları gibi
tanırlar. Onlar, nefislerini hüsrana uğratanlardır. Onlar iman etmezler.
Kendilerine Tevrat ve
İncili verdiğimiz kitap ehli, Muhammedi, kendi kitaplarında sıfatları
belirtildiği için, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini
helak edip Cehenneme sürükleyenler yok mu? İşte onlar, Muham-medin
Peygamberliğini kabul ile ona iman etmeyenlerdir.
*Rivayet edildiğine
göre, Müslüman olan Yahudi asıllı insanlar demişlerdir ki: "Allaha yemin
olsun ki, bizim Muhammedi tanımamız oğlumuzu tanımamızdan daha sağlamdır.
Çünkü Muhammedin bütün sıfatlarını Tevratta okuduk." [24]
21- Allaha
karşı yalan uyduran veya onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?
Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.
Allanın ortağı
olduğunu veya eşi ve çocuğu bulunduğunu iddia ederek ona karşı iftirada
bulunanlardan veya Allanın peygamberinin doğruluğunu gösteren mucizelerini ve
âyetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allaha karşı
iftirada bulunan bu zalimler asla kurtuluşa eremezler. [25]
22- Kıyamet
gününde hepsini toplarız. Ve sonra o ortak koşanlara "Allaha ortak
olduklarını sandığınız şeyler nerede?" deriz. Allah'a iftirada bulunan ve
onun âyetlerini yalanlayan müşrikler, ne bu dünyada kurtuluşa erecekler ne de
âhirette kendilerini bir araya getirdiğimiz gün kurtuluşa
ereceklerdir. .
Allah'a iftirada
bulunan ve onun âyetlerini yalanlayan müşrikler ne bu dünyada kurtuluşa
erecekler ne de âhirette kendilerini bir araya getirdiğimiz gün kurtuluşa
ereceklerdir.
Biz o müşriklerin
hepsini kıyamet gününde bir araya toplar sonra onlara "Allah'a ortak
koştuğunuz putlarınız, ilahlarınız, uydurma rableriniz nerede?" diye
sorarız. [26]
23- Sonra,
içinde bulundukları zor durumdan dolayı: "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun
ki biz ona ortak koşanlardan değildik" demekten başka çareleri kalmaz.
Müşriklere, "Var
olduklarını sandığınız ve Allaha ortak koştuğunuz putlarınız nerede?"
diye sorulduğunda onlar, imtihandan geçirildikleri için yalan söyleyerek
"Ey rabbimiz, sana yemin olsun ki, bizler, şarta ortak koşanlardan
değildik"
diyeceklerdir.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Zor durumdan dolayı" diye tercüme edilen ifadesinin manası,
Katade Abdullah b, Abbas ve Dehhak'tan nakledilen bir görüşe göre
"Sözleri" demektir. Yani, imtihana çekilen müşriklerin cevapları
"Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona, ortak koşanlardan değildik"
demekten başka bir çareleri kalmaz" şeklindedir.
Katadeden nakledilen
diğer bir görüşe göre bu ifadenin mânâsı, "Onların mazeretleri"
demektir. Taberi, birinci izah tarzını tercih etmiştir. [27]
24- Bak,
kendi kendilerini nasıl yalanladılar. Ve uydurdukları putlar, kendilerinden
nasıl kaybolup gitti. Ey
Muhammed, bak, putları ve diğer şeyleri rablerine denk tutan bu müşrikler,
Allahın huzuruna çıktıklarında söyleyecekleri: "Rabbimiz olan Ali aha
yemin olsun ki biz, Allaha ortak koşanlardan değildik." şeklindeki
sözleriyle kendilerini nasıl yalanlayacaklarıdır. Onlar, bu iftiralarından ve
Allaha ortak koşmalarından dolayı cezalandırılınca da uydurdukları putları
kendilerinden uzaklaşarak kaybolup gidecek ve onlar, yapayalnız kalacaklardır. [28]
25- Onlardan
seni dinleyen de vardır. Biz onların kalblcrinc, anlamalarına engel olan
perdeler gerdik. Ve kulaklarına ağtrhk verdik. Onlar, bütün delilleri görseler
bile onlara iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde seninle mücadele ederler.
Ve inkâr edenler: "Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey
değildir." derler.
Ey Muhammed,
kavminden, putlara taparak onları Allaha denk tutanlardan bazıları, senin
yanına gelip senden Kur'anı ve senin davetini dinlerler. Fakat onlar, senin ne
söylediğini anlamazlar. Sadece sesini ve okumanı işitirler. Çünkü Allah,
onların kalblerini perdelemiş ve kulaklarına, işitmelerine engel olan bir
ağırlık koymuştur. Hatta onlar, Allahın birliğini ve senin peygamberliğinin
doğruluğunu gösteren bir alâmet ve mucizeyi görseler dahi yine onlara iman etmezler.
Senin yanına geldiklerinde hakta da batılda da seninle tartışırlar. Senden
duyduk!an ikna edici âyetlere: "Bu ancak, öncekilerin masallarıdır, başka
birşey değildir." derler. [29]
26- Onlar
(insanları) ondan (Kur'andan) alikoyarlar ve kendileri de ondan uzaklaşırlar.
Böylece ancak kendilerini helak ederler. Fakat bunun farkında değildirler.
Onlar, insanları
Kur'ana boyun eğmekten, hakka uymaktan ve Peygamberi tasdik etmekten
alikoyarlar. Kendileri de onlardan uzaklaşırlar. Böylece hem
kendileri faydalanmaz hem de diğer
insanların faydalanmalarına engel olurlar. Bu halleriyle ancak kendilerini
helake sürüklemiş olurlar. Fakat bunun farkında değildirler.
Âyet-i kerimede:
"Onlar, ondan alikoyarlar" Duyurulmaktadır. Muhammed b.
el-Hanefiyye, Abdullah b. Abbas ve Katadeye göre bu ifadenin manası şöyledir:
"Allahım ayetlerini yalanlayan müşrikler, insanları, Muhammede tabi
olmaktan ve onun Peygamberliğini kabul etmekten alikoyarlar. Kendileri de o
peygamberlerden uzak dururlar. Böylece hem insanları saptırmış hem de kendileri
sapmış olurlar.
Katade Mücahid ve
İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadenin mânâsı şöyledir: "O müşrikler,
insanları, Kur'an'ı dinlemekten alikoyarlar. Kendileri de ondan uzak
dururlar."
Abdullah b. Abbas,
Kasım b. Muhaymire ve Habib b. Ebi Sabit'e göre ise bu ifadenin mânâsı
şöyledir: "O müşrikler, hem insanların Muhammede eziyet etmelerine engel
olurlar hem de kendileri ondan uzak dururlar." Bu görüşte olanlara göre bu
âyet-i kerime, Ebu Talip hakkında nazil olmuştur. O, hem Re-, sulullahı,
müşriklerin eziyetlerine karşı savunuyor hem de ona iman etmekten uzak duruyordu.
Taberi diyor ki: Bu
görüşlerden tercihe şayan olanı, bu ifadeyi şu şekilde izah eden görüştür:
"Müşrikler, insanları, Muhammed (s.a.v.)'e tabi olmaktan alikoyarlar.
Kendileri de ondan uzak dururlar." Taberinin, bu görüşü tercih etmesinin
sebebi, bundan önceki âyetlerin, genel olarak, müşriklerden ve onların,
Peygamberi yalanlamalarından bahsetmiş olmasıdır. Ayetin genel ifadesini, belli
bir kişiye tahsis etmek isabetli değildir. [30]
27- Ateşin
üzerinde durduruldukları zamanı: "Ne olurdu tekrar dünyaya döndürülseydik,
rabbimi/.in âyetlerini yalanlamasaydık da Müminlerden olsaydık"
dediklerini bir görsen.
Ey Muhammed, sen,
kafirlerin, kıyamet gününde, cehennem ateşi üzerinde durdurulup oradaki dehşet
verici halleri gördükleri zaman: "Keşke dünyaya tekrar döndürüîsek te
yaptıklarımızdan vazgeçerek rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve Müminlerden
olsak dediklerini bir görsen. [31]
28- Hayır,
daha önce gizledikleri onlara göründü. Tekrar dünyaya döndürülseler yine
kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar, yalancıdırlar.
Hayır, onlar dünyaya
dönmeyeceklerdir. Dünyadayken gizlemiş oldukları kötü amelleri, artık ortaya
çıkmıştır. Tekrar dünyaya döndürülseler bile, kendilerine yasaklanan şeyleri
yine yapacaklardır. Şüphesiz ki onlar: "Ne olurdu tekrar dünyaya
döndürülseydik, rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ta Müminlerden
olsaydık." sözlerinde yalancıdırlar. [32]
29- Onlar:
"Hayat ancak dünya hayatıdır, biz tekrar diriltilecek değiliz."
dediler.
Putları Allaha denk
tutan bu kâfirler, "Dünya hayatından başka bir hayat yoktur. Biz tekrar
diriltilmeyeceğiz" derler. Bu nedenle âhirette kendilerini azaba
sürükleyecek inkâr ve isyanları işlemekten çekinmezler. Çünkü onlar, iyi
amellerinden dolayı sevap, kötü amellerinden dolayı da günah kazandıklarına
inanmazlar. [33]
30-
Rablcrinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen, Rableri onlara
şöyle der: "Bu gerçek değil midir?" Onlar da: "Evet, rabbi-mizc
yemin olsun ki gerçektir." derler. Rableri de onlara: "Öyleyse
inkârınız sebebiyle tadın azabı" der.
Ey Muhammed, onların,
rableri huzurunda hesap vermek için durdurulduklarını bir görsen, o zaman
rableri onlara: "Dünyadayken inkâr ettiğiniz tekrar dirilme" bir
gerçek değilmiymiş?" diyecek. Onlar da: "Evet, rabbimize yemin olsun
ki bu bir gerçekmiş" diyeceklerdir. Bunun üzerine rableri de onlara:
"Dünyadaki inkâr ve yalanlamalarınız sebebiyle tadın bu azabı"
diyecektir. [34]
31- Allahın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır Kıyamet günü
ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak şöyle derler:
"Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!" Bakın
yüklendikleri günah ne kötüdür.
İnkârı imana tercih
ederek, öldükten sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi ve AHahın huzurunda hesaba
çekilmeyi yalanlayanlar, hüsrana uğramışlardır. Allanın, ölüleri diriltip
kabirlerinden çıkaracağı o kıyamet günü onlara ansızın gelince onlar, daha önce
yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını belirterek "Dünyada yaptığımız
kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize." diyeceklerdir. Onlar, günahlarını
bizzat yükleneceklerdir. Yüklendikleri bu günah ne kötüdür.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Günahlar" diye tercüme edilen kelimesi hakkında Taberi diyor ki:
"Bundan maksat, işlenen günahlardır. Bir kısım insanlar buradaki kelimesinin
"sırtlarında taşıyacakları yükler" anlamına geldiğini söylemişlerdir.
Fakat ben bu kelimenin bu mânâya geldiğine dair ne bir delil gördüm. Ne de
Arapçasına güvenilen birinden bir açıklama duydum. Kâfirlerin kıyamet gününde
sırtlarına yüklenecekleri bildirilen şeylerden maksat, günah olan amelleridir.
Bu hususta Süddi demiştir ki: "Hiçbir zalim insan yoktur ki o ölüp
kabrine konulduktan sonra onun yanma çirkin yüzlü,.siyah renkli, pis kokulu,
kirli elbiseli bir adam gelmiş olmasın. Ölen zalim kimse, kabirde yanına giren
o kişiyi görünce, "Yüzün ne de çirkinmişi" diyecek, o da "Senin
amelin böyleydi!" diyecek. Zalim: "Kokun ne pişmiş" diyecek o da
"Senin amelin böyle pis idi" diyecek, zalim: "Senin elbisen ne
kadar kirli" diyecek o da: "Senin amelin böyle kirli idi."
diyecek. Zalim: "Sen kimsin?" diyecek. O da: "Ben senin
amelinim" diyecektir. O, ölen zalim kişiyle birlikte kabirde kalacak,
kıyamet gününde zalim kimse diriltilince de ameli ona diyecek ki: "Dünyada
iken zevk ve şehvani arzular vasıtasıyla ben seni taşıyordum. Bu gün de sen
beni taşıyacaksın." Böylece ameli o kişinin sırtına biner, onu sürer ve
cehennem ateşine sokar, işte Allah tealanm "Onlar, günahlarını sırtlarına
yüklenirler." ifadesinden maksat budur. [35]
32- Dünya
hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir, Ahirct yurdu ise Allahtan
korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?
Ey insanlar, dünya
hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Kısa bir süre içinde
gelip geçer. Sakın kendinizi ona kaptırmayın. Çünkü ona al-dananlar, sonunda
pişman olurlar. Âhiret yurdu ise Allahtan korkup o hayata hazırlık yapanlar
için daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?
Bu âyet-i kerime:
"Hayat ancak dünya hayatıdır. Biz tekrar diriltilecek değiliz" diyen
kâfirlere cevap vennekte ve bu dünya hayatının geçiciliğine dikkati
çekmektedir. Başka bir âyet-i kerimede de dünya hayatı şöyle tasvir edilmektedir:
"Bilin ki dünya hayatı sadece bir oyun,, bir eğlence, bir süs, aranızda
bir Övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu bir yağmura
benzer ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider, sonra o bitki kurumaya yüz
tutar. Bir de bakarsın ki sapsan kesilmiş. Daha sonra çerçöp haline gelir.
Ahirette ise şiddetli bir azap, Ailahm bağışlaması ve rızası vardır. Dünya
hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir. [36]
33- Ey
Muhammed, onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar
aslında seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler, Allanın âyetlerini inkâr
ediyorlar.
Ey Muhammet!, senin
hakkında "Şüphesiz ki o bir yalancıdır." şeklindeki sözlerinin seni
üzdüğünü çok iyi biliyoruz. Aslında onların maksadı, seni yalanlamak değildir.
Çünkü onlar, senin doğru söylediğini biliyorlar. Fakat o zalimler, Allanın
âyetlerini inkâr ediyorlar. Onlann asıl maksadı, hakka karşı inatçı olmak ve
onu yalanlamaktır.
Allah Teâlâ bu âyet-i
kerimede Resulullah (s.a.v.)'i kâfirlerin iftira ve yalanlarına karşı teselli
etmekte ve onlann bu çirkin iftiralarına aldırmamasını tavsiye buyurmaktadır.
Aslında o kâfirler, Resulullah (s.a.v.)'in yalan söylemediğini biliyor ve fakat
getirdiği İslam dinine karşı çıkarak, onu karalıyor ve her türlü iftirada
bulunuyorlardı. Müfessirlerin bir kısmı, bu âyeti şöyle izah etmişlerdir:
Bazı müşrikler
Resulullahın hak Peygamber olduğunu bildikleri halde sadece inat ederek onu
yalanlıyorlardı. Ona "Şair" "Kahin" "Mecnun" gibi
sıfatlar atfediyorlardı. Böylece kalbleriyle, hak peygamber olduğunu kabul eden
bu müşrikler, dilleriyle Ailahm bir delili olan Hz. Muhammedi yalanlıyorlardı.
İşte âyet-i kerime, müşriklerin bu halini beyan etmektedir.
Bu hususta Ebu Salih
diyor ki: "Bir gün Cebrail (a.s.) Resulullah (s.a.v.)'e geldi. Resulullah
üzgün bir halde oturuyordu. Cebrail ona dedi ki: "Seni üzen nedir?"
Resulullah da dedi ki: "Şunlar beni yalanladılar" Cebrail de ona dedi
ki: "Onlar seni yalanlamıyorlar. Senin doğru söylediğini biliyorlar. Fakat
zalim olan insanlar, Ailahm âyetlerini İnkâr ederler."
Süddi de diyor ki:
"Bedir savaşının yapıldığı günde, Ahnes b. Şerik, Zehra oğullarının
yanına gitti ve onlara dedi ki: Ey Zehra oğulları, şüphesiz ki Muhammed,
bacınızın oğludur. Onu savunmaya sizler daha layıksınız. Şayet o peygamber ise
ona karşı bugün niçin savaşıyorsunuz? Eğer yalancı ise kızkardeşini-zin oğlunu
savunmaya sizler daha layıksınız. Burada bekleyin. Ben, Ebul Hakem ile
görüşeyim. Eğer Muhammed galip gelirse sağ salim geri dönersiniz. Mağlup
olursa, kavminiz size bir şey yapmaz." İşte o gün Ahnes'e
"sinsi" mânâsına gelen bu isim verildi. Onun asıl ismi
"Übey" idi. Ahnesle Ebu Cehil karşılaştılar. Ahnes Ebu Cehille
başbaşa kaldı ve ona dedi ki: Ey Ebul Hakem, söyle bana, Muhammed, doğru mu
söylüyor yoksa o bir yalancı mı? Burada senden ve benden başka, sözümüzü
işiterek, Kureyş'ten herhangi bir kimse bulunmamaktadır" Ebu Cehil dedi
ki: Vay haline! Vallahi Muhammed doğru söylüyor. O asla yalan söylemedi. Fakat
o sancaktarlığı, hacılara su vermeyi ve Peygamberliği, Kureyşin Kusayoğulları
götürecek olursa diğer Kureyşlilere ne kalacaktır?
Süddi diyor ki
"İşte bu âyet, Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur.
Diğerir kısım
müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Aslında müşrikler
Resulullahi değil onun getirdiği âyetleri yalanlıyorlardı.
Hz. Ali (r.a.)'dan,
Ebu Cehilin, Peygamber efendimize şöyle söylediği rivayet edilir. "Ey
Muhammed, biz senin, akrabalık hukukunu gözeten ve doğru söyleyen bir kimse
olduğunu biliyoruz. Biz seni yalanlamıyoruz fakat biz senin getirdiğin şeyleri
yalanlıyoruz." Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. [37]
34- Muhakkak
ki senden önce nice Peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelene
kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler. Allahm sözlerini
değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, Peygamberlerin
haberlerinden bir kısmı geldi.
Ey Mulıammed, bu
kâfirlerin, seni yalanlamaları ve onlardan görmüş olduğun eziyetler seni
üzmesin. Çünkü bu muameleler ilk defa sana yapılmış değildir. Senden önceki
Peygamberler de ya! ani anmışl ardır. Onlar, ümmetlerinin kendilerini
yalanlamalarına karşı sabırlı olmuş, metanet göstermişler ve bu yolda çeşitli
eziyetler görmüşler, buna rağmen, kendilerine zaferimiz ulaşıncaya kadar
davalarını, ısrarla devam ettirmekten geri durmamışlardır.
Allahm,
Peygamberlerine vaadetmiş okluğu zaferi değiştirecek hiçbir kimse de yoktur.
Allahm zaferi sana da ulaşacaktır. Önceki Peygamberlerin, ümmetleriyle olan
kıssaları sana gelmiştir. Sen bunları bilmektesin. Kâfirler azaba uğratılmış,
müminler ise kurtarılmışlardır. [38]
35- Eğer
onların yüzçevirmclcri sana ağır geliyorsa ve onlara bir âyet getirmek için
yere bir tünel kazmaya veya göğe bir merdiven kurmaya gücün yetiyorsa yap.
Allah dileseydi onları, hidayette birleştirirdi. O halde sakın cahillerden
olma.
Ey Muhammed,
kâfirlerin senden yüz çevirmeleri, sana göndermiş olduğum şeyleri tasdik etmekten
kaçınmaları, sana ağır geliyor, onların bu davranışları karşısında s ab red em
i yorsan ve onlara, kendilerini ikna edebilecek bir delil getirmek için yere
bir tünel kazmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa bunu yap.
Halbuki bunu yapamazsın. O halde, kâfirlerin böyle davranmaları sana ağır
gelmesin. Eğer Allah dileseydi onların hepsini hidayette birleştirirdi. O
halde sen, sakın cahillerden olma.
Bu âyet-i kerime,
kaderi inkâr eden, her şeyi kulun yaptığıı iddia eden insanlara bir cevaptır.
Zira, bu âyette, hidayete erme ve imana kavuşma sebeplerinin, tamamen kullara
verilmediği beyan edilmektedir. [39]
36- Daveti
ancak dinleyenler kabul ederler. Ölülere gelince, Allah onları diriltir. Sonra
ona döndürülürler.
Ey Muhammed, şu inatçı
kâfirlerin senden ve senin, Tevhid inancına davetinden yüzçevirmeleri sakın
senin ağırına gitmesin. Çünkü senin yaptığın daveti ancak, Allahm, kulaklarını
Hakkı işitmeye açtığı ve doğru yola tabi olmayı kendilerine kolaylaştırdığı
kimseler dinleyip kabul ederler. Kafirler ise âdeta ölülere benzerler. Senin
davetini kabul etmekten uzaktırlar. Allah onları diriltecek ve hepsi hesap
vermek için huzuruna sevkedileceklerdir. Herkes yaptığının ne olduğunu
görecektir. [40]
37- O
kâfirler: "Ona rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?"
dediler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kadirdir. Fakat
onların çoğu bunu
bilmezler.
O gün Mekke kâfirleri:
"Muhammede rabbi tarafından bir alâmet, bir mucize indirilseydi ya."
dediler. Ey Muhammed, onlara de ki: "Allah, bir alâmet indirmeye elbette
ki kadirdir. Fakat onların çoğu, alameti indirmenin neticesinin nereye
varacağını bilmezler. Şayet bunu bilmiş olsalardı onu istemezlerdi.
Allah Teâlâ, Furkan
suresinin yedi ve sekizinci âyetlerinde, bu kâfirlerin, Allahtan, alâmet olarak
ne idirmesini istediklerini beyan ederek buyurdu ki: "Kâfirler şöyle
dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki, yemek yiyor, çarşılarda
geziyor." Kendisine bir Melek indirilip te onunla birlikte uyarıcı olsaydı
ya " Yahut kendisine bir hazine
indirilse veya bir bahçesi olsa da ondan yese ya! [41]
38-
Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık ve İki kanadıyla uçan hiçbir kuş
yoktur ki, sizin gibi birer topluluk olmasınlar. Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık. Sonra onlar hesap için rablrcnin huzurunda toplanacaklardır.
Ey insanlar,
yeryüzünde hareket eden, küçük büyük, hiçbir canlı varlık, iki kanadıyla havada
uçan hiçbir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi birert opluluk olmasınlar. Biz,
bunlardan herhangi birini levh-i Mahfuzda tesbit etme hususunda herhangi bir
eksiklik bırakmadık. Bütün varlıklar yok olduktan sonra tekrar rablerinin
huzurunda bir araya toplanacaklardır.
Evet, bütün
varlıkların rabbi olan yüce mevla, bütün canlı varlıkların yaptıklarını tesbit
etmekte, hatta onların hareketlerini ve davranışlarını levh-i Mahfuzda zapt
altına almaktadır. Hesaba çekme yurdu olan âhirette bunları bir araya toplayıp,
dünyada yaptıklarının karşılığını verecektir.
Âyeî-i kerimede
zikredilen ve sonra onlar "Rablerinin huzurunda topla-nacaklardır"
diye tercüme edilen cümlesi, Abdullah b. Abbas ve Dehhak tarafından "Sonra
onlar, öldürülüp, rableri huzurunda bir araya getirileceklerdir."
şeklinde izah edilmiş, diğer bazı âlimler tarafından ise "Onlar, kıyamet
gününde diriltilip rableri huzurunda bir araya getirileceklerdir."şeklinde
izah edilmiştir.
Bu hususta Ebu Hüreyre
diyor ki: "Allah, kıyamet gününde hayvanları, kuşları ve bütün yaratıkları
bir araya toplayacaktır. O gün Allanın adaleti öyle bir dereceye ulaşacaktır
ki, boynuzsuz hayvanların hakkını boynuzlu olanlardan alacak ve buyuracaktır
ki: "Hepiniz toprak olun." İşte bu nedenle kafir olan insan
"Keşke ben de toprak olsaydım" diyecektir.
Resulullah (s.a.v.)
efendimiz buyuruyor ki:
"Sizler, kıyamet
gününde haklan, mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Öy-leki boynuzsuz koyunun,
kendisini boynuzlayan boynuzlu koyundan hakkı alınacaktır. [42]
"Nefsim, kudret
elinde olan Allah'a yemin olsun ki, kıyamet gününde herşey birbirinden
şikâyetçi olacaktır. Öyleki, iki koyun dahi birbirlerini boynuzlamaktan
şikayet edeceklerdir. [43]
"Ebu Zer diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.), birbirleriyle boynuzlaşan iki koyun gördü ve bana "Ey Eba Zer,
bunların niçin boynuzlaştıklarını biliyor musun?" dedi, "Hayır"
dedim. Resulullah (s.a.v.) "Fakat Allah biliyor ve aralannda hüküm
verecektir."buyurdu[44]
Hayvanlar için bunu
yapan rabbimiz, biz insanların amellerini hiç zayi edip onları muhafaza altına
almayı ihmal eder mi? Bizi, âhirette cezalandırma veya mükafatlandırmayı
terkeder mi? "Halbuki o, biz insanları, diğer hayvanlara vermediği akıl,
anlayış ve idrak özellikleriyle yaratmıştır.
Bu hususta Hud
suresinin altıncı âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzünde hiçbir canlı
varlık yoktur ki, rızkı Allaha ait olmasın. Allah, her canlının, hayatta iken
yerleştiği, ölümden sonra da konulacağı yeri bilir. Hepsi apaçık bir kitapta
kayıtlıdır." [45]
39-
Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsiz-lcrir. Allah
kimi dilerse onu saptırır. Kimi de dilerse onu doğru yola koyar.
Ayetlerimizi
yalanlayanlar, cehalet ve anlayışsızlık bakımından, karanlıklar içinde kalmış
olan sağır ve dilsize benzerler. Hem sağır hem dilsiz hem de karanlıklar içinde
kalan böyle bir insan, doğru yolu nasıl bulabilir? Allah, kimi imandan
saptırmayı dilerse onu saptırır. Kimi de hidayete ulaştırmayı dilerse onu,
doğru yol olan İslama sevkeder. O, yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf sahibidir. [46]
40- De ki:
"Söyleyin bana, Allahın azabı size crişse veya kıyamet vakti size gelse
Allahtan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer sözünde doğru kimsclcrseniz cevap
verin.
Ey Muhammed, o
müşriklere de ki: "Söyleyin bana, şayet size Allahın azabı gelecek veya
hesap vermek için dİrilip kabirlerinizden kalkacağınız kıyamet günü gelip
çatacak olsa, bu felaketlerin, üzerinizden kaldırılması için Allahtan başkasının
yardımını mı dilersiniz? Eğer sizler, ilahlarınızın fayda veya zarar vermeye
kadir oldukları iddianızda doğru iseniz cevap verin bana. [47]
41- Hayır,
(sıkıntı zamanınızda) sadece Allaha yalvarırsınız. O dilerse yalvardığınız
şeyi giderir. Siz de koştuğunuz ortakları unutursunuz.
Hayır, Allahtan
başkalarına değil, bu sıkıntılı anlarda bilakis Allaha yalvarırsınız. O da
sizden sıkıntıyı gidermeyi dilerse duanızı kabul edip onu sizden kaldırır.
Çünkü o her şeye kadir olandır. Ve herşeyin sahibidir. Bu durumda sizler
artık, Allaha ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. [48]
42- Şüphesiz
ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Yalvarmaları için onları
sıkıntı ve zararlara uğrattık.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Onlara da emir ve
yasaklar koyduk. Onlar, Peygamberlerimizi yalanlayıp emir ve yasaklarımıza
karşı geldiler. Biz de onları, sıkıntı, fakirlik, hastalık ve zararlara
uğratarak imtihan ettik. Belki yaptıklarından vaz geçip bana yalvarırlar ve sadece
bana kulluk ederler diye. [49]
43- Onlara
azabımız geldiği zaman yalvarmalı değillermiydi? Fakat kalbleri katılaştı ve
Şytan, yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.
Onlara azabımız
geldiği zaman, onu kendilerinden kaldırmamız için rab-lerine yalvarmalı ve ona
boyun eğerek itaat etmeli değil miydiler? Fakat tam aksine onların kalbleri
katılaştı. Allahın cezalandırmasını küçümseyerek ve azabını hafife alarak
Peygamberleri yalanlamaya devam ettiler. Şeytan, Allahın sevmediği, onların
yaptıkları bu işleri kendilerine süslü gösterdi. [50]
44-
Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara herşeyin kapısını açtık.
Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları
azabımızla ansızın yakalayıvcrdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler.
Peygamberlerimiz
vasıtasıyla kendilerine hatırlatılan emirlerimizle amel etmeyi unutunca biz
önce herşeyin kapısını onlara açtık, fakirlik yerine bol geçim, hastalıklar
yerine sağlam beden ve sıkıntılar yerine rahatlık verdik. Nihayet, kendilerine
verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onlan azabımızla ansızın
yakalayıverdik. Onlar da ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler. Yaptıklarına
pişman oldular.
Ukbe b. Âmir diyor ki:
"Resûlullah
(s.a.v.) "Kulun günah işlemesine rağmen Allanın, dünya nimetlerinden o
kulun sevdiği şeyleri ona verdiğini gördüğün zaman, bil ki bu, Allah tarafından
onun için bir oyalamadır" buyurdu ve sonra bu âyeti okudu[51]
45- Böylece
zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin rabbi olan Al-laha hamdolsun.
Rablerinin emrine
karşı gelen, kendilerine gönderilen Peygamberlere karşı gelen ve yalanlayan ve
böylece zalim olan topluluklara, AH ahin azabı gelince kökleri kesildi. Ve yok
olup gittiler. Sımanın kâfirleri yok eden ve kendisine itaat edenleri onların
şerrinden kurtaran Allaha hamdolsun. [52]
46- Ey
Muhammcd, de ki: "Söyleyin bana, eğer Allah, kulağınızı, gözlerinizi
alırsa ve kalblcrinizi mühürlerse, Allahtan başka onu size getirecek ilah
kimdir? Bak, âyetleri nasıl açıklıyoruz? Sonra onlar, nasıl yüzçeviriyorlar?
Bu âyet-i kerime,
Peygamber efendimize, kâfirlere karşı nasıl ikna edici deliller ileri sürmesi
gerektiğini öğretmekte, bu inkarcıların putlaştırdıklan diğer şeylerin,
herhangi bir iş yapmaktan âciz olduklarım beyan etmekte, bunlara tapanların,
akıllarım kullandıkları takdirde, kendilerine çeşitli duyu organlarını bahşeden
rablerine derhal teslim olmaları gerektiğini anlatmaktadır. [53]
47- De ki:
"Söyleyin bana, eğer size Allah tarafından ansızın veya açıkça bir azap
gelirse, zalim bir kavimden başkası mı helak olur?
Ey Muhammed, şu
yalanlayanlara de ki: "Söyleyin bana, eğer size Alla-hın bir azabı ve
cezası ansızın veya göz göre göre açıkça gelecek olsa, zalim olan topluluk
dışında kim helak olacaktır?
Evet, zalimler helak
olacak, Müminler ise güven içinde olacaklardır. Nitekim Allah teala diğer bir
âyette şöyle buyurmaktadır: "İman edenler ve imanlarını zulümle
karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma, onların hakkıdır. Onlar doğru
yoldadır. [54]
48- Biz
Peygamberleri ancak müjdeleyenler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar, üzülmezler de.
Biz Peygamberleri
ancak, Allanın mümin kullarını hayırlı şeylerle müjdeleyenler ve kâfirleri de,
Allanın cezalandırmasiyla uyarıcılar olarak göndeririz. Kim, Peygamberlerimize
iman eder ve dünyada salih ameller işleyerek kendini düzeltirse, onlar için
gelecekten bir korku yoktur, geçmiş amellerinden dolayı da bir üzüntü yoktur. [55]
49-
Âyetlerimizi yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap dokunacaktır.
Evet, ilahi kanun
böyledir. Gönderilen Peygamberleri ve onlara indirilen kitaplalan yalanlayan
her ümmet, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Nuh, Âd veSe-mud kavimleri bunlara
misaldir. [56]
50- Ey
Muhammcd, de ki: "Size, "Allanın hazineleri benim yanim-dadir"
demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, "Ben bir Meleğim" de
demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana tâbi oluyorum. De ki: "Kör ile
gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?
Ey Muhammed, de ki:
"Ben size "Allanın hazineleri benim elimdedir. Onlarda dilediğim gibi
tasarruf ederim.," demiyorum. Gaybı bildiğimi de söylemi yorum. Çünkü
gaybı bilmek ancak Allaha aittir. Ben gaybdan ancak Allanın bana bildirdiğini
bilirim. Ben sizlere bir Melek olduğumu da iddia etmiyorum. Çünkü ben de sizin
gibi bir insanım. Ancak bana Allah katından vahiy geliyor. Ben sadece bana
vahyolunana tabi oluyorum. Ondan asla ayrılmam."
Ey Muhammed, yine de
ki: "Hiç, hakkı görmeyen kör ile hakkı görüp ona uyan kimse bir olur mu?
Size açıkladığım bu husustan hiç düşünmez misiniz? Düşünün ki söylediklerimin
doğru olduğunu anlayasınız.
Allah Teâlâ, Ra'd
suresinin dokuzuncu âyetinde aynı konuya işaret ederek buyuruyor ki: "Ey
Peygamber, rabbin tarafından sana indirilenin gerçek olduğunu bilenle, doğruyu
görmeyen kör bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri idrak ederler." [57]
51-
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. Onlar için
Allahtan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allahtan
korkarlar.
Ey Muhammed, sen bu
Kur'an'la, Al lalım vaad ve tehdidine iman eden, bu itibarla rablerinin
huzurunda toplanarak hesap vereceklerinden korkanları uyar. Onların, Allahtan
başka ne kendilerine yardım edecek dostlan ne de kendilerini Allanın azabından
kurtaracak bir şefaatçileri vardır. İşte bunları Kur'anla uyar ki Allahtan
korksunlar. Rabierine itaat edip ona karşı gelmekten sakınsınlar. [58]
52- Sırf
Allahın rızasını dileyerek, sabah akşam rabierine dua edenleri huzurundan
kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin.. Onlar
da senin hesabından sorumlu değiller ki,
onları kovasın da zalimlerden olasın.
Mtifessirler,J6u
âyet-i kerimenin, bir kısım güçsüz, mustaz'af müslüman-lar hakkında nazil
olduğunu söylemişlerdir. Müşrikler, Resulullaha: "Sen bunları yanından
kovarsan sana gider geliriz, meclisinde bulunuruz" demişler ve bunun
üzerine bu âyet nazil olmuştur.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
Kureyş'in ileri
gelenleri Resulullahın yanma uğradılar. Onun yanında, Habbab b. Eret, Süheyb-i
Rumi, Bilal-i Habeşi, Ammar b. Yâsir ve benzeri mustaz'aflar bulunuyordu. Bu
ileri gelen Kureyşliler dediler ki "Ey Muhammed, kavmini bırakıp ta
bunlarla birlikte olmaya mı razı oldun?" İşte bunun üzerine bu âyet nazil
oldu
Habbab b. Erefde bu
âyetin izahında diyor ki: "Akra b. Habis et-Temimî ve Uyeyne b. Hısn
el-Fezari, Resulullaha geldiler. Onun, Bilal, Süheyb, Ammar ve Habbab gibi,
müminlerin mustaz'aflarının yanında oturduğunu gördüler. Bunları küçümsediler
ve Resulullaha dediler ki: Biz, senin bize, Arapların üstünlüğümüzü
görecekleri belli bir toplantı yeri yapmanı istiyoruz. Zira sana Arapların
heyetleri geliyorlar. Biz, Arapların, bizleri bu kölelerle beraber görmelerinden
utanınz. Biz, senin yanına gelince sen bunları yanından kaldır. Biz, işimizi
bitirdikten sonra, sen dilersen bunlarla birlikte otur." Resulullah onlara
"Evet" dedi. Onlar da "Sen bu hususta bize bir yazı yaz"
dediler. Resulullah da yazı yazacak bir kağıt ile Hz, Ali'yi çağırdı. Biz bir
kenarda otururken Cebrail (a.s.) işte bu âyeti ve bundan sonra gelen iki âyeti
indirdi. Bunun üzerine Resu-luliah (s.a.v.) kağıdı elinden attı. Sonra bizi
çağırdı. Biz onun yanına vardık. O şöyle diyordu: "Selam olsun size,
Rabbiniz, merhamet etmeyi üzerine yazmıştır." Bundan sonra biz,
Resulullah ile birlikte oturuyorduk. Resulullah kalkmak istidediğinde kalkıp
gidiyor ve bizi orada bırakıyordu. Bunun üzerine de: "Ey Muhammed,
rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte dur,
sabret sakın dünya hayatının ziynetine kapılıp gözünü onlardan ayırma... âyeti
nazil oldu[59] Bundan sonra artık
Resulullah (s.a.v.) bizimle birlikte oturuyordu. Onun kalkma zamanı gelince biz kalkıyorduk
ve onu bırakıyorduk ki o da kalksın."
İkrime de diyor ki:
"Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Mut'im b. Adiy, Haris b. Nevfel, Kureze
b. Abd, Amr b. Nevfel, Abd-i Menaf oğullarından, kâfirlerin ileri gelenleriyle
birlikte Ebu Talibe geldiler ve dediler ki: "Ey Ebu Talib, eğer kardeşinin
oğlu, yanından kölelerimizi ve işçilerimizi kovarsa, bu bizim için daha hoş
olur. Bizim ona itaat etmemize ona tabi olmamıza ve onu tasdik etmemize daha
fazla yardımcı olur" Bunun üzerine Ebu Talip, Resulul-lah'a geldi ve
konuşulanları ona anlattı. Ömer b. el-Hattab da dedi ki: "Sen bunu yapsan
da baksak ne istiyorlar. Sözlerinde ne kadar durabilecekler." Bunun üzerine
Allah teala "Ey Muhammed. rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları
Kur'anla uyar. Onlar için Allahtan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır.
Gerekir ki Allahtan korkarlar." "Sırf Allanın rızasını dileyerek
sabah akşam, rablerine dua edenleri huzurundan kovma, onların hesabından sen
sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki, onları
kovasın da zalimlerden olasın. "Neticede Allah, aramızdan bunlara mı
lütufta bulundu." desinler diye onları birbirleriyle böyle imtihan ettik.
Allah, şükreden!eri daha iyi bilen değil midir?" âyetlerini indirdi.
İkrime diyor ki: Orada
bulunanlar Bilal, Ammar b. Yasir, Huzeyfe'nin azadlı kölesi Salim, Useyd'in
kölesi Subeyh gibi kimselerdi. Abdullah b. Mes'ud, Mikdat b. Amr, Mes'ud b.
Kari, Vâkıd b. Abdullah el-Hanzeli, Amr b. Abd-i Amr, Zuşşimaleyn, Mersed b.
Ebu Mersed, Ebu Mersed ve benzeri, antlaşma ile Kureyş'in yanında yaşayan
kimseler de bulunuyordu. İşte Kureyş'in ileri gelen kâfirleri, efendileri ve
andîaşma yapanları hakkında "Biz onları birbirleriyle böyle imtihan
ederiz ki onlar "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu? desinler,
âyeti nazil oldu. Âyet nazil olunca Ömer geldi. Söylediklerinden dolayı özür
diledi. Bunun üzerine de "Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman
onlara şöyle de "Selam olsun size, sizden bilmeyerek bir kötülük işleyip
te sonra tevbe edip nefsini ıslah eden kimseye, "Rabbiniz merhamet etmeyi
üzerine almıştır. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir" âyeti nazil
oldu.
Âyet-i kerimede
"Sırf Allah'ın rızasını dileyerek, sabah akşam, rablerine dua edenleri
huzurundan kovma... buyuru İm aktadır.
Müfessirler, bu
âyette, mü'minlerin, sırf Allah rızası için yapmış oldukları duadan neyin
kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a) Abdullah
b. Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basri, Katade, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebi
Amre ve İbrahim en-Nehaî ve Amir eş-Şa'biye göre buradaki dua'dan maksat, beş
vakit namazdır. Müşrikler, namazlarını kılan müminlerin kovulmalarını istemişler,
bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştur.
b) Abdullah
b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki duadan maksat, namaz
kılmaktır. Ancak müşrikler, namaz kılan bu müslümanların, Resulullahın
meclisinden kovulmalarını değil, namazda arka safta durdurulmalarını
istemişlerdir. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.
c) İbrahim
en-Nehai ve Mensur'a göre ise burada zikredilen duadan maksat, müminlerin,
Allahı zikretmeleridir.
d) Ebu
Cafer'e göre ise, Kur'an Öğrenmeleri ve onu okumalarıdır.
e) Dehhak'a
göre ise rablerine ibadet etmeleridir.
Taberi, âyet-i
kerimenin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu
söylemiştir. Zira Allah'a dua etmek olduğunu söylemiştir. Zira allah'a dua etek
bazan lisanen olur ki bu da ona dua etme ve onu zikretmeyi ihtiva etmektedir.
Bazan da vücudun diğer azalarıyla olur ki, bu da, farz namazları ifa etme ve
diğer nafile ibadetleri de kapsamaktadır.
Bu konuda başka bir
âyet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: "Ey Muham-med, rablerinin rızasını
dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte kendini tut. Sabret. Sakın
dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü ashabından ayırma. Kötülük
yapacağını bildiğimiz için, kalbini, bizi anmaktan uzaklaştırdığımız,
arzularının kölesi olmuş, işi gücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma, [60]
53-
Neticede, "Allah aramızda bunlara mı lütufta bulundu?" desinler diye
onları birbirleriyle böyle imtihan ettik. Allah, şükredcnlcri daha iyi bilen
değil midir?
İşte biz, insanların
bir kısmını zenginleştirip diğerlerini fakiri eştirerek, bir kısmını
güçlendirip diğerlerini zayıf bırakarak, bazılarım aziz kılıp, diğerlerini
zelil düşürerek, bazılarını hidayete erdirip diğerlerini sapıklığa düşürerek
birbirleriyle imtihan ederiz ki, kimin ne olduğu belli olsun ve Allahm,
sapıtıp Hakka karşı gözlerini kör ettiği kişiler, fakir, zayıf fakat Hidayete
enniş olanlara: "Aramızdan Allah bunlara mı lütufda bulundu?"
desinler. Böylece onları tanımış olasınız. [61]
54-
Âyetlerimize iman edenler, sana geldikleri zaman onlara şöyle de: "Selam
olsun size. Sizden, bilmeyerek bir kötülük işleyip tc sonra tevbe edip nefsini
ıslah eden kimseye, rabbiniz merhamet etmeyi üzerine almıştır. Çünkü o çok
affeden ve çok merhamet edendir."
Ey Muhammed, sana,
âyetlerimize İman edip, delillerimizi kabul edenler gelir de daha önce işlemiş
oldukları günahları hususunda senin yol göstermeni isterlerse sakın onları
ümitsizliğe düşürme. Ve onlara de ki: "Allahm selamı sizin üzerinize
olsun. Rabbiniz, yarattıklarına karşı merhametli davranmayı kendisine
yazmıştır. Sizden kim günah işler sonra da günahından tevbe edip amellerini
düzeltirse şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri affeden ve kullarına merhametli
davranandır. [62]
55-
Suçluların tuttuğu yol açığa çıksın diye, âyetleri işte böyle genişçe açıklarız.
Ey Muhammed, putlara
tapan müşrikler hakkındaki delillerimizi buraya kadar açıkladığımız gibi,
bundan sonra da, inkarcıların inkâr ettikleri her hak hususundaki delillerimizi
açıklayacağız. Böylece suçluların gittiği yol açıkça ortaya çıkmış olsun. [63]
56- Ey
Muhammed, de ki: "Ben sizin, Allahtan başka taptıklarınıza ibadet etmekten
men olundum" Ve de ki: "Sizin, heva ve heveslerinize uyacak değilim.
Aksi takdirde sapıklığa düşmüş olurum. Ve hidayete erenlerden olmamış
olurum."
Ey Muhammed, seni,
kendi bâtıl dinlerine uymaya davet eden müşrik ve putperestlere ki: "Ben
sizin, Allahtan başka ilah olduklarını iddia ettiğiniz şeylere tapmaktan men
olundum. Yine de ki: "Ben bu hususta sizin davetinize asla uymayacağım.
"Aksi takdirde sizin gibi sapıklar olur ve hidayete erişemeyenlerden
olurum." [64]
57- De ki:
"Ben, rabbimden gönderilen apaçık bir delile dayanmak-tayim." Siz ise
onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey de benim elimde değildir. Hüküm ancak
Allahındır. O,nakkı haber verir. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.
Ey Muhammed, de ki:
"Ben, rabbimden gönderilen açık bir delile dayanmaktayım. Siz ise rabbimi
ve onun tarafından gönderilen hakkı yalanladınız. Sizin, "Eğer sözünde
doğru isen hemen Allahın azabını getir" diye acele olarak istediğiniz azap
benim elimde değildir. Benim buna gücüm yetmez. Hüküm Allahındır. Dilerse
azabı acele gönderir, dilerse onu erteler. O, hakkı haber verir. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.
Allah teala, Ankebut
Suresinin elli üç ve elli dördüncü âyetlerinde, kâfirlerin, Hz. Muhammed
(s.a.v.)'den kendilerini korkuttuğu azabı hemen getirmesini istemelerini ve bu
azabın hemen gelmemesinin hikmet ve sebeplerini beyan ederek buyuruyor ki:
"Onlar senden, azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen
bir ecel olmasaydı azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap onlara, hiç
haberleri olmadan, ansızın geliverecektir." "Senden azabın bir an
Önce inmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir ecel olmasaydı azap onlara
gelmişti. Şüphesiz ki azap onlara, hiç haberleri olmadan, ansızın
geliverecektir." "Senden azabın bir an önce inmesini istiyorlar.
Halbuki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır." [65]
58- De ki:
"Eğer acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, sizinle benim
aramızdaki iş bitmiş olurdu." Allah, zalimleri daha iyi bilir.
Ey Muhammed, de ki:
"Sizin, acele gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı onu hemen
getirirdim. Ve aramızda mesele kalmazdı. Fakat o, Allanın elindedir. O,
zalimleri çok iyi bilmektedir. Azap edilme zamanı gelince azabını onlara gönderecektir. [66]
59- Gaybin
anahtarları Allanın kahndadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde
olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin
karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş, her şey, mutlaka apaçık bir kitapta
kayıtlıdır.
Yaratıkların bilmediği
gayb bilgileri.AUah'ın katındadır. Gaybı bilmek, Allahın, kendisine mahsus
kıldığı konulardandır. Bunu ondan başka kimse bilemez. Allah, karada ve
denizde olan her şeyi bilir. Hiçbir şey ona gizli değildir. Hiç bir yaprak
yoktur ki düşsün de Allah onu bilmiş olmasın. Yeryüzünün karanlıklarında
hiçbir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki levh-i Mahfuzda yazılmış ve
tesbit edilmiş olmasın.
Resulullah (s.a.v.)
efendimiz buyuruyor ki:
"Gaybın
anahtarları-şu âyette zikredilen beş husustur. (Bunlun Allahtan başka kimse
bilemez). "Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi ancak Allah
kalındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir kimse yarın ne
kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah,
herşeyi çok iyi bilendir, herşeyden haberdardır. [67] [68]
60-
Geceleyin sizi öldürür gibi uyutan, gündüzün ne eide ettiğinizi bilen O'dur.
Sonra tayin edilen vâdenin tamamlanması için sizi gündü/ün diriltir gibi
uyandırır. Sonra dönüşünüz yine onadır. Nihayet o, yaptıklarınızı size haber
verecektir.
*Bu jyet-hkonme,
Allahın, insanları öldürdükten sonra on!.m tekiâr diriltmeye kadir olduğunu
inkâr eden kâfirlere bir cevap mahneiMid/lü ruııku İnsanlar uyurken onların
bedenlerinden ruhlarını ahıp uyandıklar: n.i.ı lokiai iade eden Allah, onların
eceli geldiğinde bedenlerinden canlarını ahp .ınl,ın tamamen öldürdükten sonra
tekrar diriltip canlarını iade edeceğine k;ı I:i »ı!duğumı göstermektedir. [69]
61- O,
kulları üzerinde kahredici güce sahiptir. Size koruyucu Melekler gönderir.
Nihayet sizden birine ölürn geldiği zaman elçilerimiz onun canını alırlar. Ve
hiçbir eksiklik yapmazlar.
Allah, yarattığı
kullan üzerinde mutlak bir güce sahiptir. Kudretiyle onlara galiptir.
Müşriklerin putları gibi zelil ve âciz değildir. Allah, sizlerin üzerine gece
gündüz sizi katibeden, yaptığınız amelleri tesbit edip muhafaza eden Melekler
gönderir. Sizden birinin eceli geldiği zaman da ruhları almakla mükellef
olan Meleklerimiz onların canlanın alarak
öldürür ve vazifelerinde kusur etmezler.
Allah teala, yaratmış
olduğu kullanın başıboş bırakmayıp hcrbirinin yaptığı amelleri tesbit eden
Melekler vazifelemlirmiştir. Muhtelif âyetler bu Meleklerden bahsetmektedir.
Onlardan bazılarında şöyle buyurulmaktadır:
"İnsanı önünden
ve arkasından takibeden ve Allanın emriyle onu koruyan
Melekler vardir... [70]
"Onun (İnsanın)
sağında ve solunda oturan iki alıcı Melek, yaptıklarım kaydetmektedir. [71]
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Ölüm meleğinin, diğer meleklerden çeşitli yardımcıları
vardır." [72]
62- Sonra
Hak olan Mevtaları Allaha döndürülürler. Doğrusu, hüküm yalnız onundur. O,
hesap görenlerin en sürallisidir.
Bütün yaratıklar
öldürüldükten sonra, kıyamet gününde tekrar diriltilip Allahın huzuruna
sevkedilecekler, Allah da onları adaletiyle en hızlı bir şekilde hesaba
çekecektir. [73]
63- De ki:
Eğer bizi bu slkıntidan kurtarırsan, yemin olsun ki bizler mutlaka şükredenler
olacağız." diye rabbinize boyun eğerek gizli ve aşikâr yalvarırken, sizi,
kara ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?
Allah teala bu âyet-i
celilede, yeryüzünün veya denizin korkunç karanlık yerlerine düşen insanların,
lıerşeyden ümidi kesilip ancak Allaha döndüklerini beyan etmekte, benzeri
diğer âyetlerde de, Allahın, kendilerini bu sıkıntılardan kurtarmasından sonra
da yine eski azgınlıklarına döndüklerini açıklamaktadır. Bu âyetlerde
Duyurulmaktadır ki:
"Denizde herhangi
bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allahtan başka, yardımını istediğiniz bütün
putlar hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya
çıkarınca da yüzcevilirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür. [74]
"Sizi karada ve
denizde yürüten Allahtır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgarla
muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her
taraftan dalgalar gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini sadece Allaha
tahsis ederler. Ve ona şöyle dua ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu
durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz." Allah onlan kurtarınca da hemen
yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. "Ey İnsanlar, azgınlığınız ancak
kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının geçimiğidir. Sonra dönüşünüz bizedir.
Yaptıklarınızı size haber vereceğim. [75]
64- Ey
Muhammed, de ki: "Sizi ondan ve bütün sıkıntılardan Allah kurtarır. Sonra
da siz ona ortak koşarsınız."
Ey Muhammed, de ki:
"Sizi kara ve denizin karanlıklarından kurtaran, sizden sıkıntıları
gidermeye kadir olan sadece Allahtır. Bu itibarla sizi her türlü şiddet ve
dehşetten kurtaran odur, ona ortak koştuğunuz putlarınız değil. Sonra yinede
sizler, birtakım yaratıkları Allaha ortak koşarsınız. [76]
65- De ki:
"Üstünüzden yahut ayaklarınızın altından size azap göndermeye veya sizi
parçalara bölüp bir kismızın kötülüğünü diğer bir kısmıniza tattırmaya kadir
olan O'dur. Bak, âyetleri iyice anlasınlar diye nasıl açıklıyoruz?
Ey Muhammed, onlara de
ki: "Allaha ortak koşmanız ve onun nimetlerine karşı nankörlük etmeniz
sebebiyle üzerinize taş yağdırma veya yağmur yağdırarak tufan meydana getirme
azabı gibi, yahut ayaklarınızın altından yeri ya-np sizi oraya geçirme veya
zelzele meydana getirip bulunduğunuz yerleri başınıza yıkma azabı gibi ya da
sizi birbirinize düşürüp çeşitli fırka ve hiziplere ayırarak bazınızı diğerine
musallat edip sizi birbirinize öldürtme azabı gibi azapları size vermeye kadir
olan Allahtır.
Ey Muhammed, bak biz,
Allahın âyet ve delillerini anlayıp düşünmeleri için âyetlerimizi nasıl
açıklıyoruz.
Allah teâlâ, diğer
âyet-i kerimelerde de, gökten insanların üzerine gelebilecek azaba dikkati
çekerek buyuruyor ki: "Gökte olanların, Allahın emriyle sizi yerin dibine
geçirmeyeceğinden emin misiniz? O vakit bir de bakarsınız ki yeryüzü şiddetle
sarsılıp çalkalanıyor." "Gökte olanların, Allahın emriyle, başınıza
taş yağdırmayacağından emin misiniz? O vakit uyarmanın ne olduğunu bileceksiniz. [77]
Müfessirler, Allah
tealanın bu âyet-i kerimede, insanların, üstlerinden ve ayaklarının altından
gönderebileceğini beyan ettiği azaplardan ne gibi azaplar kastedildiği
hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
Ebu Malik, Said b.
Cübeyr ve Süddi'den nakledilen bir görüşe göre üstten gönderileceği bildirilen
azaptan maksat, taş yağdırma veya yağmur yağdırarak tufan meydana getirme
azaplarıdır. Ayakların altından gönderileceği beyan edilen azaptan maksat ise
yerin yarılarak insanların, o yerin içine geçirilmeleridir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğerir görüşe göre, burada üstten gönderilebileceği beyan edilen
azaptan maksat, kötü idarecilerdir. Ayakların altından gönderilecek azaptan
maksat ise, kötü hizmetçilerdir.
Taberi, bu görüşlerden
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, zira, âyetin mânâsına bu görüşün daha
uygun olduğunu söylemiştir.
Ayet-i kerimede,
"Sizi parçalara bölüp bir kısminizin kötülüğünü diğer bir kısmınıza
tattırmaya kadir olan da O'dur" buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat,
insanların heva ve hevesleri yüzünden fırkalara ayrılmaları ve birbirlerini
öldürmeleridir.
Müfessirler, bu âyette
zikredilen bu gibi insanlardan kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş
zikretmişlerdir.
a) Bir kısım
mıUessnlere göre bu âyette, heva ve heveslerine kapılarak bölünecekleri ve
birbirlerini öldürecekleri beyan edilen insanlardan maksat, Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in ümmetinden oian miislümanlardır. Müslümanlar, heva ve heveslerine
kapıldıkları zaman bölük pörçük olacaklar ve birbirlerini öldürmeye
girişeceklerdir.
Bu hususta Habbab b.
Eret, diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) namaz kıldı. Onu uzattı. Dediler ki: "Ey Allanın Resulü, sen,
daha önce kılmadığın şekilde bir namaz kıldın" Resulullah buyurdu ki.
"Evet, bu, ümit ve korku namazı idi. Ben bu namazda rabbimden üç şey istedim.
O, ikisini bana verdi. Birini ise vermedi. Ben ondan ümmetimi kıtlıkla helak
etmemesini istedim. O, onu bana verdi. Yine ben ondan ümmetime, kendilerinin
dışından düşmanlar musallat etmemesini istedim. Bana onu da verdi. Ben ondan
ümmetimin birbirlerine azaplarını tattırmamalarını istedim. İşte bunu bana
vermedi. [78]
Cabir b. Abdullah
diyor ki:
Ayetin,
"Üstünüzden bir azap göndermeye kadir oian O'dur." bölümü inince
ResuluHah dedi ki: "Ben senin himayene sığınırım" Âyetin "Veya
ayaklarınızın altından bir azap gönderir" bölümü inince de Resuluilah
yine dedi ki: "Ben senin himayene sığınının" Âyetin "Ve sizi
parçalara bölüp de birbirinize düşürür" bölümü indiğinde ise buyurdu ki:
Bu daha ehvendir. [79]
Şeddad b. Evs diyor
ki:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki, Aziz ve Celil olan Allah, benim için yeryüzünü toplayıp bir araya
getirdi. Öyle ki ben, onun doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz ki, benim
ümmetimin iktidarı, benim için toplanmış olan yerlere kadar ulaşacaktır. Bana,
beyaz ve kırmızı iki hazine verildi. Ben, Aziz ve Celil
olan rabbimden, ümmetimi, herkesi kuşatan
bir kıtlık yılıyla helak etmemesini hepsini helak edecek bir düşmanı onlara
musallat etmemesini ve onları bölük pörçük yaparak birbirlerine düşünnemesini
istedim. O da dedi ki: "Ey Muham-med, ben, bir hüküm verdiğim zaman benim
hükmüm geri çevirilmez. Ben sana ümmetini kuşatıcı bir kıtlık yılıyla helak
etmeyeceğimi, onlara, kendilerinin haricinden, hepsini helak edecek bir
düşmanı musallat kılmayacağımı bir vaad olarak verdim ki böylece onların bir
kısmı diğerlerini helak etsin. Onların bazıları diğerlerini Öldürsün ve bir
kısmı diğerlerini esir alsın." Şeddat diyor ki: "Re-sulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Ben, ümmetim için herhangi bir şeyden korkmu-, yorum, sadece
saptırıcı önderlerden korkuyorum. Ümmetimin boynuna bir kere-ılıç konunca artık
kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. [80]
b) Diğerbir
kısım müfessirlere göre ise, bu âyette, bölük pörçük olacakları ve
birbirlerine düşecekleri beyan edilen insanların bir kısmından maksat müşrikler,-diğerlerinden
maksat ise müslümanlardır.
Hasan-ı Basriye göre
üstlerinden ve ayaklarının altlarından azap gönderilecek insanlardan maksat,
müşriklerdir. Ayrılığa düşürülecek ve birbirlerini öldürecek kimselerden
maksat ise müslümanlardır.
Taberi diyor ki:
"Bize göre bu konuda doğru olan görüş şudur: Allah, tea-la, bu âyet-i
kerime ile, puta tapan müşrikleri tehdit etmekte ve onlara hitabet-mektedir.
Çünkü bu âyet-i kerime, müşriklerden bahseden iki âyetin arasında
bulunmaktadır. Ancak, müşriklerle birlikte onların bu haline düşen, Allaha ve
Resulüne karşı gelen ve Allanın âyetlerini yalanlayan diğer bütün insanlar için
de geçerlidir."
Taberi, sözlerine
devamla diyor ki: "Resûlüllah'tan rivayet edilen, Allah'tan üç şey
istemesi, onların ikisinin kendisine verilip birisinin verilmediği beyan edilen
haberlere gelince, deriz ki: "Bu âyet, müşrikleri ve onlara benzeyenleri
tehdit eder mahiyette inince Resulullah rabbinden, ümmetini, isyana düşerek bu
gibi azaplara layık olan insanlardan kılmamasını dilemiş olabilir. Allah teala
da, Resulullahın duası ile ümmetine bu azaplardan, iki büyüğünü hak edecekleri
günahları işletmeyeceğini ve onları bu günahlardan koruyacağını vaadet-miş
fakat diğer iki azabı hak edecekleri günahları işlemekten korumayacağını
bildirmiştir. Bu âyette zikredilen bütün tehditlerin bu ümmete yapıldığını
söyleyen alimlerin görüşüne gelince onlar, bu ümmetten bir kısım insanların,
geçmiş ümmetlerin işledikleri günahları işleyerek ve inkarcılığa düşerek
Allahın gazabına uğrayacaklarını ve böylece geçmiş ümmetlerin başına gelen,
gökten taş yağdırma, yeri yarıp içine geçirme gibi azaplara düşeceklerini
söylemek istemişlerdir. Nitekim Ebul Âliye ve onun görüşünde olan insanlar, bu
âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.
Ebul Âliye demiştir
ki: "Bu âyette zikredilen tehditler dört tanedir. Onla-nn hepsi azaptır.
Onlardan iki tanesi, Resulullahın vefatından yirmi beş sene sonra
gerçekleşmiştir. Müminler, bölük pörçük olmuşlar ve birbirlerine acılarını
tattırmışlardır. Bu azaplardan ikisi kalmıştır. Bunlar da mutlaka gerçekleşecektir.
Yani, yere geçirilme ve başka yaratıklara çevirilme azapları henüz gerçekleşmemiştir.
Taberi diyor ki:
Resululiah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
"Bu ümmetin
sonunda yere geçme, diğer hayvanların şekline döndürülme ve taşlanma hadiseleri
vardır[81]
Şüphesiz ki bu hadiseler, geçmiş ümmetlerden görülen hadiselerdir. Übey b.
Kâ'b'den de, Ebul Âliyeden nakledilen bu görüşleri zikrettiği rivayet
edilmiştir. [82]
66- Kavmin,
hak olduğu halde Kur'anı yalanladı. De ki: "Ben, sizin üzerinize vekil
değilim."
Kur'amn hak olduğunda
hiçbir şüphe olmadığı halde, senin kavminden olan Mekkeli kafirler onu
yalanladılar. Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Ben sizin vekiliniz,
denetleyiciniz değilim. Ben ancak tebliğ edenim." [83]
67- Her
haberin neticelenip kararlaşacağı bir vakit vardır. Yakında bileceksiniz.
Her haberin doğru veya
yanlışlığının ortaya çıkacağı bir zaman vardır. Zamanı gelince Kur'amn vermiş
olduğu haberlerin de ne olduğunu anlayacaksın: '
Bu âyet-i Kerime,
Kur'an'a ve onun verdiği haberlere inanmayan kâfirleri tehdit etmektedir. [84]
68-
Âyetlerimiz aleyhinde konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir söze
geçmelerine kadar onlardan yüzçcvir. Eğer şeytan sana unutturursa,
hatırladıktan sonra artık o zalim kavimle beraber oturma.
Bu âyet-i Kerime,
Müslümanlardan herhangi bir kimsenin, Allanın âyetlerini alaya alanları gördüğü
zaman onlardan uzak durmasını, şayet ona Şeytan bunu unutturursa hatırlar
hatırlamaz hemen o zalimlerden ayrılmasını emretmektedir. Unutması halinde ise
ona bir sorumluluk yoktur. Zira Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i
Şerifinde:
"Şüphesiz ki
Allah, ümmetimden hata etmenin, unutmanın ve kendisine zorla yaptırılan işin
sorumluluğunu kaldırmıştır." buyurmaktadır. [85]
Bu hususta diğerir
âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:
"Allah, size
Kur'anda "Allanın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini
işittiğiniz zaman başka bir söze geçmedikleri müddetçe o kâfirlerle oturmayın.
Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki
Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. [86]
69- Allahtan
korkanlara, o zalimlerin hesabından sorumluluk yoktur. Fakat bu bir
hatırlatmadır. Gerekir ki sakınırlar.
Allahtan korkanlar,
Allahın âyetlerine dil uzatanlarla oturap.kalkmadıkla-n ve onlardan uzak
kaldıkları müddetçe, o zalimlerin günahlarından bunlara bir .sorumhıîıık
yoktur. Fakat "Onlardan uzak durun" emrimiz. Allahtan korkanlara
îmadır. Gerekir ki sakınırlar. [87]
70-
Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı
kimseleri bırak. Kişi, kazandığı amel yüzünden helake uğramasın diye Kur'an'la
öğüt ver. O gün onun Allahtan başka ne bir dostu ne de bir şefaatçisi vardır.
Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte onlar, yaptıkları amel
yüzünden kendilerini helake teslim eden kimselerdir. Onlar için, inkâr
ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.
Ayet-i Celile,
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e, dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini
dünya hayatına kaptıran kâfirlerden yüz çevirmesini, onların bu hallerinden
tedirgin olmamasını, zira sonunda mutlak azaba uğrayacaklarını bildirmektedir.
Yine âyet-i Ceiile,
Resulullah (s.a.v.)'e, kazandıkları ameller yüzünden helake uğramasınlar diye insanlara,
Kur'an'la öğüt vermesini emrediyor. Zari yat suresinin elli beşinci âyetinde
buyuruluyor ki: "Sen hatırlat. Çünkü hatırlatma
mutlaka müminlere fayda verir." [88]
71- Ey
Muhammcd, de ki: " Allahi bırakarak bize bir fayda ve bir zarar vermeyen
şeylere mi tapalım da, Allah bizi hidayete erdirdikten sonra geriye döndürülmüş
olalım? Şeytanın, yeryüzünde alçalttığı, şaşkınlık içerisinde kalan
arkadaşlarının kendisini doğru yola davet ederek "Bize gel" dedikleri
kimse gibi mi olalım?" de ki: "Şüphesiz hidayet ancak Allanın hidayetidir.
Biz, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle emrolunduk."
Ey Muhammed de ki:
"Zarar ve fayda vermek ancak kendisine ait olan Allaha ibadeti bırakıp ta,
bizlere herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yekmeyen taş ve ağaç ve
benzeri şeylergibi putlara mı ibadet edelim? Allah bizi doğru yola
kavuşturduktan sonra Lslamı bırakıp kâfir mi olalım? Bu takdirde bizler,
şeytanın aldatmasına kapılmış ve Şeytan tarafından saptırılıp yeryüzünde
şaşkına çevirilmiş bir insana benzeriz ki onun, kendisini doğru yola davet eden
bir kısım arkadaşları vardır. Onlar ona "Bırak şeytanın yolunu gel bizimle
beraber hak yol üzere ol." derler. Fakat bu şaşkın, arkadaşlarının
davetini reddedip şeytanın davetine uyar.
Ey Muhammed, de ki:
"Doğru yol, sizin, bizi davet ettiğiniz putlara tapma yolu değil, Allanın
bize bildirdiği hak yoldur." Bizler, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun
eğmekle ve sadece ona ibadet etmekle emrolunduk.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, putları ve onlara davet edenlere Allaha davet
edenleri tasvir eden bir âyettir. Allahı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir
şaşkına benzetilmektedir. Bu şaşkın kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma
götüren bir yola davet ediyor. Daha önceki arkadaşları ise doğru yola çağırıyorlar.
Bu kimse, kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecektir. Doğru
yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır.
Süddî diyor ki:
"Müşrikler, Müslümanlara "Muhammedin dinini bırakın bize uyun"
demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. [89]
72-
"Namazı kılın ve Allahtan korkun" diye emrolunduk. Huzurunda
toplanacağınız odur.
Allah bize namaz
kılmamızı ve daima kendisinden korkmamızı emretmiştir. Kıyamet gününde
hepimiz, yaptıklarımızın hesabını vermek üzere onun huzurunda toplanacağız. [90]
73- Gökleri
ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye "ol" dediği gün hemen
oluverir. Onun sözü Haktır. "Sur"a üfürüldüğü günde mülk ancak
onundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden
haberdardır.
Gökleri ve yeri yerli
yerince yaratan Allahtır. O, onları boş yere yaratmamıştır. O, bir şeyin
olmasını istediği zaman ona sadece "Ol" der. O şeyin olması için bu
emir kâfidir. O şey hemen oluverir. Kıyamet gününde onun yanında hiçbir kimse
söz sahibi değildir. O, kullarının yaptıkları gizli ve açık hereyi bütün
teferruatıyla beraber bilmektedir. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Hükmetme
yetkisi sadece ona aittir ve her şeyin en güzelini ve münasip olanını o yapar.
Diğer bMyet-i kerimede
de şöyle buyurulmaktadır: "Biz göğü ve yeri ve aralarında bulunanları boşu
boşuna yaratmadık[91]
Âyet-i kerimede geçen
"Sur"un, kıyamet gününde İsrafilin üfleyeceği ve keyfiyetini
bilmediğimiz bir âlet olduğu söylenmektedir.
Ebu Said el-Hudrî
diyor ki:
"Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat yaşayabilirim" Sur sahibi
(İsrafil) Sur'u ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allahın emrine vermiş
ve Sur'a üflemek için üfleme emrini beklemektedir. [92]
74- Ey
Muhammcd, onlara İbrahimin kıssasını hatırlat. Bir zaman İbrahim, babası
Azcr'c: "Futaları ilahlar mı ediniyorsun?" Doğrusu ben seni ve
kavmini apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum" demişti.
Ey Muhammed, sen
putları hakkında seninle tartışan kavmine, yine putları hakkında kavmiyle
tartışan dostum İbrahimin kıssasını anlat: Bir zaman İbrahim, babası Azer'e,
putlara ibadet etmelerini kınayarak: "Seni yaratan, düzgün bir şekle koyan
ve nziklandırani bırakıp ta putları mı ilah ediniyor ve onlara tapıyorsun?
Doğrusu ben seni de, seninle beraber putlara tapan milletini de doğru yoldan
ayrılıp apaçık sapıklığa düşenler olarak görüyorum" demişti.
*Müfossirler, bu
âyette zikredilen kelimesinin, bir isim mi yoksa bir \cy\n sıfatı mı, isim ise
kimin ismi okluğu hususunda farklı görüşler
zikretmi
a) Süddi, Muhammed b. İshak ve Said b.
Abdiilaziz'den nakledilen bir görüşe göre "Azer" Hz. İbrahimin
babasının adıdır. O, Irak'ta yaşamaktaydı.
b) Mücahid
ve Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre, Azer, Hz. İbrahim'in babasının
adı değil bir putun adıdır. Zirak onun babasının adı "Tarih"tir.
c) Diğer bir
kısım âlimlere göre "Âzer" "Sövme ve ayıplama" ile ilgili
bir sözdür. Mânâsı "Sakat, topal" demektir. Bunlara göre, Hz.
İbrahim, babasını, sakat ve çarpık inançta olmakla vasıflandırmıştır.
Taberi diyor ki: Bu
görüşlerden doğru olanı, Azer'in, İbrahim'in babası olduğunu söyleyen görüştür.
Zira Kur'an-i Kerim bunun bu şekilde zikretmişilim adamları da bu mânâya
geldiğini söylemişlerdir.
Eğer denilecek olursa
ki: Nesep ilmiyle meşgul olan alimler, İbrahim'in babasının adının
"Tarih" olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda onun babasının adının
"Azer" olduğu nasıl söylenebilir?" Cevaben denilir ki:
"Zamanımızın insanlarında olduğu gibi İbrahimin babasının da iki ismi
olması mümkündür. Bunlardan birinin adı, diğerinin de lakabı olması muhtemeldir. [93]
75- Yakincn
iman edenlerden olsun diye İbrahimc, göklerin ve yerin mülkünü öylece
gösteriyorduk.
İbrahim'e din
hususunda gerçekleri gösterdiğimiz gibi, ona göklerin ve yerin ve onlarda
bsulunan ay, güneş, yıldız ve ağaçlar gibi Allahın mülkünün büyüklüğünü
gösteren yaratıkları da gösterdik ki yakı nen iman edenlerden olsun.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Göklerin ve yerin mülkü" diye tercüme edilen ifadesi, müfessirler
tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir:
a) Abdullah
b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu ifadeden maksat,
"göklerin ve yerin nasıl yaratılmış olduklarını ona gösterdik." demektir.
b) îkrime'ye göre bu ifadeden maksat,
"Göklerin ve yerin mülkünü ona gösterdik" demektir.
c) Mücahid,
Süddi, Said b. Cübeyr ve Selman-ı Farisî'den nakledilen diğer bir görüşe göre
bu ifadeden maksat, "Biz İbrahime, gökleri gösterdik" demektir.
Bu hususta Mücahid
demiştir ki: "İbrahime, Arşa varıncaya kadar yedi gök gösterilmiş, o da
onlara bakmıştır. Yine ona yedi kat yer gösterilmiş, o da onlara bakmıştır.
Süddi de demiştir ki:
"İbrahim, büyük bir kayanın üzerine çıkarılmış, gökler ona açılmış o da
Allahın göklerdeki mülküne bakmış hatta Cennetteki yerini dahi görmüştür. Yine
ona yeryüzünün perdeleri açılmış, o, yerin en dibini görmüştür.
d) Dehhak,
Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu
ifadeden maksat: "Biz, İbrahime yıldızlan, ayı ve güneşi gösterdik"
demektir.
Bu hususta Katade
diyor ki: "İbrahim (a.s) zorbalardan bir zorbanın yüzünden saklandı.
Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda
rızkını buluyordu. İbrahim dışarı çıkınca Allah ona, göklerin ve yerin mülkünü
gösterdi. Bunlar da, güneş, ay ve yıldızlardı. Yine ona yerin mülkünü gösterdi.
Bunlar da dağlar, ağaçlar ve denizlerdi."
Taberi diyor ki: Bu
görüşlerden doğru olmaya daha yakın olanı, bu ifadeden maksadın, göklerin ve
yerin mülkiyetinin gösterilmesi okluğunu söyleyen görüştür. Yani, Allah teala,
Hz. İbrahim'e, göklerde ve yerde yarattığı güneşi, ayı, yıldızlan, ağaçları
hayvanlım ve saltanatının azametini ifade eden diğer yaratıkları gösterdi.
Böylece ona, hadiselerin dış yüzünü gösterdiği gibi, iç âlemlerini de
öğretti."
Âyet-i kerimede
"Yakinen iman edenlerden olsun diye" buyuruimaktadır. Bu ifadeden
maksat şudur: "Biz İbrahime, göklerin ve yerin mülkünü gösterdik ki o, Al
lanı belirleyenlerden ve kavuşturukiuğu hidayetin gerçeğini bilenlerden,
kavminin, putlara tapmalarının bir sapıklık olduğunu idrak edenlerden
olsun." [94]
76-
Kendisini gece bürüyünce bir yıldız gördü ve "İşte benim rabbim
budur?" dedi. Yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri
sevmem" dedi.
İbrahimi gece büriiyüp
karanlık olunca, ortaya çıkan bir yıldız gördü. Allah'tan başkasına ibadet
etmenin bâtıl olduğuna dair bir delil göstermek için kavmine "Bakın işte
benim rabbim bu." dedi. Sonra yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup
gidenleri sevmem." dedi.
Müfessirler, bu âyette
zikredilen, Hz. İbrahimin yıldızlara "Rabbim" demesini ne maksatla
söylemiş olduğu hususunda üç görüş zikretmişlerdir.
a) Abdullah
b. Abbas ve Muhammetl b. İshak'tan rivayet edilen bir görüşe göre Hz. İbrahim,
Nemrut'un, erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağarada saklanıp
büyüdükten sonra dışan çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, rabbi zannederek gerçekten
onlara tapmış fakat onlann geçici olduklarını görünce, ilah olmaya layık
olmadıklarını anlamış ve hakiki mabud olan Allahi idrak etmiş ve ona iman
ettiğini beyan etmiştir. Bu hususta İbn-i İshak'tan uzunca bir kıssa
nakledilmiştir.
b) Diğer bir
kısım âlimler ise yukarıda Abdullah b. Abbas'tan nakledilen birinci görüşü
reddetmişler bir peygamberin böyle bir duruma düşmeyeceğini aksi hakle
müşriklerle eşit duruma düşeceğini, Allah tealanın, böyle bir insanı Peygamber
yapmasının ise mümkün olmayacağını söylemişlerdir.
Bunlar: Özetle şunları
söylemişlerdir...
Hz. İbrahimin burada
yıldıza "İşte benim rabbim budur" demesi, yıldızın gerçekten rab
olduğunu kabul etliğinden değil, putlara tapan kavmine delil getirmek
istemesindendir. Zira ay ve güneş dahil bütün gezegenler, kavminin tapmış
olduğu putlardan daha parlak, daha güzel ve daha faydalı şeylerdir. Fakat buna
rağmen tapilmaya layık değillerdir. Çünkü kalıcı değil bir süre sonra gözden
kaybolup giden şeylerdir.
Hz. İbrahim, kavmine
demek istemiştir ki: "O halde bunlardan daha basit şeyler olan putların,
tapılmaya layık okluklarını nasıl düşünebilirsiniz?
c) Diğer bir
kısım âlimlere göre ise, Hz. İbrahim, yıldıza "İşte benim rabbim
budur" derken "Benim rabbim bu mudur?" demek istemiş ve
kavminin, gelip geçici varlıkları putlar edinmelerini kınamış ve onlara karşı
çıkmıştır.
Taberi, "bundan
sonra gelen âyette zikredilen: "Eğer rabbim beni doğru yola sevketmeseydi,
yemin olsun ki, sapık kavimden olurdum" dedi." ifadesini deiil
göstererek birinci görüşün tercih edileceğini ima etmiştir. [95]
77- Ay'ı
doğarken görünce: "Benim rabbim budur" dedi. O da kaybolunca:
"Eğer rabbim beni doğru yola sevketmeseydi yemin olsun ki sapık kavimden
olurdum." dedi.
* Hz. İbrahim,
yıldızdan sonra daha büyük ve parlak olan ay'ı görünce kavmine hitaben
"Benim rabbim bu" yani, benim rabbimin bu olduğuna mı ihtimal
veriyorsunuz? dedi. Ve sözlerine devamla "Eğer rabbim bana, onun
ilahlığını anlayacak bir idrak kabiliyeti vermemiş olsaydı yemin olsun ki ben
de sapıklardan biri gibi olurdum" dedi ve bu gibi batıp kaybolan şeylerin
tanrı olamayacağını kavmine göstermek istedi.
[96]
78- Güneşi
doğarken görünce: "Benim rabbim budur, hu daha büyüktür" dedi. O da
kaybolunca dedi ki: "Ey kavmim, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden
uzağım."
Diğer gezegenlerden
daha büyük ve daha parlak olan güneş de kaybolup gidince Hz. İbrahim, bunun da
ilah olamayacağına işaretle kavmine "Sizin, taptığınız bu gibi şeylerden
ben uzağım. Bilin ki bunlar ilah olamaz." diyerek onları bir kere daha
uyanniş oldu. [97]
79- Şüphesiz
kî ben, hakka eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allaha
ortak koşanlardan değilim.
Artık ben yüzümü,
devamlı var olan, sonu olmayan ve gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim.
Batılı bırakıp Hakka yöneldim. Ey müşrikler, ben artık sizin dininize giren
müşriklerden değilim.
Bu âyet-i Celilede,
Allah teala bize bildiriyor ki: Hz. İbrahim gerçeği görünce hakkı söylemekten
geri durmadı. Batıla saplanmış olan müşrik kavmine karşı çıkmaktan asla
çekinmedi. Allah yolunda, kınayanın kınamasına asla aldırış etmedi. Bütün
kavminin karşı çıkmasına rağmen doğruyu söyleyip onda ısrar etmeyi terketmetti.
Onlara "Ey kavmim, beni de sizi de yaratmış olan Allaha kullukta, sizin
ilah ve putlarınızı asla ona ortak kocamam. Ben ibadetimde yüzümü, gökleri ve
yeri yaratan, evveli ve sonu olmayan, öldüren ve dirilten Allaha yönelttim.
Gelip geçici olan, zarar veya menfaat vermeye gücü yetmeyen âciz varlıklara
değil." dedi. [98]
80- Kavmi
onunla tartışmaya başladı. O da: "Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah
hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ona ortak koştuklarınızdan
korkmuyorum. Ancak rabbimin dilediği şey müstesna. Rabbim, ilmiyle herşeyi
kuşatmıştır. Düşünmez misiniz?'* dedi.
Kavmi, İbrahimle,
Allah'ın birliği hususunda tartışmaya girişti. İbrahim onlara: "Siz
benimle Allanın birliği hususunda tartışmaya mı girişiyorsunuz? Halbuki Allah
beni, onun bir olduğunu bilmeme muvaffak kıldı ve bana hakkı gösterdi. Ben,
sizin, Allaha ortak koştuğunuz şeylerin bana herhangi bir zarar vereceklerinden
korkmam. Ancak rabbimin, bir şeyin olmasını dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her
şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ondan gizli değildir. Zarar ve menfaat vermeye
gücü yetmeyen ve çeşitli şeylerden yapılmış olan bir kısım putlara tapmanızın
yanlış okluğunu hiç düşünüp ibret almaz mısınız? [99]
81- Hakkında
hiçbir delil indirmediği halde siz, Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da
ben, sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım? Eğer bilirseniz söyleyin. Bu
iki topluluktan hangisi emniyet içinde olmaya daha layıktır?
Ben, sizin, Allaha
ortak koştuğunuz, zarar ve menfaat vermeye gücü yetmeyen ilahlarınızdan nasıl
korkarım? Sizler, sizi yaratıp nzıklandıran Allaha, elinizde hiçbir delil
bulunmadığı halde ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Siz ve biz, bu iki gruptan
Allahın azabından kurtularak güven içinde olmaya hangimiz daha layıkız? Tek
olan Allaha ibadet eden mi yoksa kendiliğinden rabler icadederek onlara
tapanlar mı? Eğer bunu biliyorsanız söyleyin bana. [100]
82- İman
edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar. İşte emniyet içinde olma
olanların hakkıdır. Onlar, doğru yoldadır.
Allah'a iman edip
ibadeti sadece ona yapanlar, iman ve ibadetlerine şirk karıştırmayanlar var ya.
İşte güven içinde olma bunlara mahsustur. Doğru yolu tutanlar da bunlardır.
Âyet-i kerimede, iman
edenlerin ve imanlarına zulüm karıştırmayanların güven içinde olacakları ve
hidayete erişmiş kimseler olacaklan zikredilmiştir.
Müfessirler, burada,
imana karıştırılmaması istenen zulümden ne kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a) Abdullah
b. Mes'ud, A ikame, İbrahim en-Nehai, Ebubekir, Selman-ı Farisî, Huzeyfe,
Abdullah b. Abbas, Übey b. KS'b, Ebu Meysere, Katade, Mü-cahid, Süddi İbn-i
Zeyd ve İbn-i İshaktan nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen zulümden maksat,
Allah'a ortak koşmaktır. Bunların izahına göre, âyetin mânâsı şöyledir:
"Allah'a iman edip ibadeti sadece ona yapanlar, iman ve ibadetlerine şirk
karıştırmayanlar var ya, işte güven içinde olma bunlara mahsustur. Doğru yolu
tutanlar da bunlardır."
Bu hususta Abdullah b.
Mes'ud diyor ki:
"İman edip
imanlarını zulümle kanştırmayanlar..." âyeti gelince Resulul-lahın
sahabileri üzülmüşler, güçlerine gitmiş ve Resulullaha şunu sormuşlardır.
"Ey Allahin Resulü, bizden, kendisine zulmetmeyen kim var ki?" Resulullah
Bu, Allaha ortak
koşmak manasınadır. Lokman'm, oğluna nasihatta bulunurken "Yavrum, hiçbir
şeyi Allaha ortak koşma. Şüphesiz ki Allaha ortak koşmak büyük bir zulümdür. [101]dediğini
duymadınız mı? [102]
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), iman ettikten hemen sonra ölen bir sahabe için de bu âyeti okumuş ve
bu sahabe için: "İmanına zulmü karıştırmadan ölen kimse" demiştir.
Hadiseyi nakleden
Ahmed b. Hanbel, Cerir b. Abdullahın şöyle dediğini rivayet eder
"Birgün
Resulullah (s.a.v.) ile yola çıktık. Medineden ayrılınca bir binek-linin hızla
bize doğru geldiğini gördük. Resulullah buyurdu ki: "Bu adam bize geliyor
galiba." Adam gelip bize yetişti selam verdi. Selamını aldık. Resulullah
(s.a.v.) ona "Nereden geliyorsun?" diye sordu. Adam: "Ailem,
çocuklarım ve kabilemden geliyorum" dedi. Resulullah, "Nereye gitmek
istiyorsun?" diye sorunca adam: "Resulullaha gitmek istiyorum"
dedi. Resuluîlah da "Tam isabet ettin." buyurdu. Adam: "Ey Ali
ahin Resulü iman nedir?" bana Öğret dedi. "Resulullah: "İman,
Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammedin, Alkilim Resulü olduğuna
şehadet getirmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramazanda oruç tutman ve Hac
yapmandır" buyurdu. Adam da "Kabul ettim" diye cevap verdi.
Sonra Devesinin ön ayağı, yerde açılmış olan bir fare deliğine girdi. Deve
düştü ve adam da kafasının üzerine düşerek öldü. Resulullah: "Adamı bana
getirin" buyurdu. Ammar b. Yâsir ve Huzeyfe b. Yeman hemen koşarak adamı
kaldırıp "oturttular ve "Ey Allanın Resulü adam ölmüş" dediler.
Resulullah ise yüzünü bunlardan çevirerek buyurdu ki: "Bu iki adamdan yüz
çevirdiğimi görmediniz mi? Çünkü ben, iki meleğin, bu kişinin ağzına cennet
meyvelerinden bir-şeyler koyduklarını gördüm. Anladım ki adam aç olarak
öldü." Resulullah (s.a.v.) sonra şöyle devam etti. "Allah'a yemin
olsun ki işte bu adam, Allah tea-lanm, haklarında: "İman edenler ve
imamlarını zulümle karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma onların hakkıdır.
Onlar doğru yoldadır" buyurduğu kimse-lerdendir. [103]
b) Diğer bir
kısım âlimlere göre ise bu âyette zikredilen zulümden, maksat Allahın
yasakladığı herhangi bir şeyi yapma veya yapmasını emrettiği herhangi bir şeyi
terketmeden dolayı ortaya çıkan herhangi bir zulümdür. Ancak bu âyet-i
kerimeden bütün insanlar değil selef-i salihinden belli kimseler kastedilmiştir.
Yani bu âyetin hitabettiği özel kimselerin herhangi bir zulüm yapmamaları
halinde, güven içinde olabilecekleri ve hidayete erişmiş olacakları beyan
edilmiştir. Âyetin hitabettiği özel kimselerden maksat ise, İbrahim (a.s.)'dir.
Ayet ona hitabetmiştir. İkrimeye göre ise Medine'ye hicret eden muhacirlerdir.'
Ayet bütün müminlere değil sadece onlara hitabetmiştir. Taberi, Resulullahtan
nakledilen sahih haberlere dayanarak birinci görüşü tercih etmiştir. [104]
83- Bu,
İbrahimc, kavmine karşı verdiğimi/ deliümizdir. Biz, dilediğimizin
derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, her
şeyi iyi bilendir.
İşte bu,
"Haklarında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?" âyeti,
İbrahime, kavmini susturup bahanelerine yer bırakmaması için verdiğimiz bir
delildir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. İbrahimi de kavmimin üzerinde
derecelerle yükselttik. Dünya ve âhirette onlardan üstün kıldık. Şüphesiz ki
rabbin, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir, yarattıklarını çok iyi bilendir. [105]
84- Biz
İbrahimc, İshakı ve Yakubıı bahşettik ve hepsini doğru yola şevkettik. Daha
önce Nuh'u ve soyundan olan Davudu, Sülcymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu
da doğru yola sevketmiştik. İşte biz, iyilikte bulunanları böyle
mükafatlandırırız.
Biz İbrahime, şerefli
kıldığımız ve kendilerine Peygamberlik verdiğimiz bir soy bahşettik. İbrahimin
oğlu İshak ve İshak'ın oğlu Yakup bunlardandır. Daha önce Nuhu doğru yola
ilettiğimiz gibi bunları da doğru yola ilettik. Nuhun soyundan olan Davudu,
Süleymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu da doğru yola ilettik. Biz bunları,
itaatlerinden dolayı iyilikle mükafaallandırdığı-mız gibi her iyilikte bulunanı
da yine iyilikle mükafaatlandırınz.
Allah teâlâ bu âyet-i
celilede Hz. İbrahim ve eşi Sare, yaşlanıp çocuk sahibi olmaktan ümitlerini
kestikleri bir zamanda onlara oğul ve torunlar verdiğini, böylece lütufta
bulunduğunu bildirmektedir. Nitekim başka bir âyet-i Celilede de şöyle
Duyurulmaktadır. "İbrahimin hanımı "Vay başıma gelen, ben bir koca
kan iken çocuk mu doğuracağım'? İşte kocam, o da ihtiyar. Cidden bu, hayret
verici bir şeydir." dedi. Melekler hanıma "Allahın işine şaşıyor
musun? Ey ev halkı, Allahın rahmeti ve bereketi üzerinizdedir. Şüphesiz ki o,
övgüye çok layıktır, izzet ve şeref sahibidir." dediler[106]
85-
Zekcriya, Yahya, İsa ve İlyası da hidayete erdirdik. Hepsi de sa-lih
kullarımızdandı.
Nuh Peygamberin
soyundan olan bunları da hidayete erdirdik. Bunların hepsi de saiih
kullanmızdandır.
*Hz, İsanın, Nuh'un
soyundan olduğunun zikredilmesi, annesi bakımındandır. Çünkü onun annesi Hz.
Nuh'un soyundandır. [107]
86- İsmail,
Elycsa, Yunus ve Lut'u da hidayete erdirdik. Hepsini de âlemlerden üstün kıldık.
Bunları da hidayete
erdirdik. Ve hepsini, zamanlarındaki âlemlerden üstün kıldık. [108]
87-
Babalarından, nesillerinden ve kardeşlerinden bazılarını da üstün kıldık.
Onları seçtik ve doğru yola ilettik.
Biz, bunların
babalarından, soylarından ve kardeşlerinden size haber veremediğimiz bir kısım
insanları da üstün kıldık. Onları, gönderdiğimiz dini tebliğ etmeleri için
seçtik ve kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru olan İslam dinine ilettik. [109]
88- İşte bu,
Allahm doğru yoludur. Kullarından dilediğini o doğru yola iletir. Eğer onlar,
Allaha ortak koşsalardı yaptıkları büiün amelleri boşa giderdi.
Peygamberleri
ulaştırdığımız bu hidayet, Allahm, kullarından dilediğine bahşettiği bir lütuf
ve basandır. Şayet bu Peygamberler de Allah ile birlikte başka şeylere taparak
ona ortak koşsalardı, elbette ki onların da yaptıkları ameller boşa çıkmış
olurdu. Çünkü Allah, kendisine ortak koşularak yapılan hiçbir ameli kabul
etmez.
Bu âyet-i kerime,
Allaha ortak koşmanın korkunç bir .şey olduğunu, yüce mertebelerine rağmen.
Peygamberler dahi böyle bir hale düşecek olsalar onların da amellerinin boşa
gideceğini, Peygamber olmayan normal insanların ise böyle bir hale
düştüklerinde hiçbir zaman kurtuluş yolu bulamayacaklarını bildirmektedir.
Ayet-i kerime,
Peygamberlerin, Allah'a ortak koşmalarını bir faraziye olarak zikretmiştir.
Yoksa günahlardan korunmuş olan Peygamberlerin böyle bir hale düşmeleri mümkün
değildir. [110]
89-
Kendilerine kitap, hüküm ve hikmet ve Peygamberlik verdiklerimiz işte
bunlardır. Eğer o kâfirler, bu verdiklerimizi inkâr ederlerse bilsinler ki,
bunları inkâr etmeyecek bir kavmi, o verdiklerimize vekil kılmışız-dır.
İşte Peygamber olarak
gönderdiğimiz bunlara, ilahi kitapları, bu kitapları anlayıp onlardan hüküm
çıkarma kabiliyetini ve Peygamberliği verdik. Senin kavminden olan bu
müşrikler, verilen bu şeyleri inkâr ederlerse biz, bunları, inkâr etmeyecek bir
topluluğa emanet etmişizdir,
Âyet-i kerimede:
"Eğer o kâfirler, bu verdiğimiz kitapların ve Kur'ânm âyetlerini inkâr
edecek olursa bilsinler ki biz onları, inkâr etmeyen bir kavme emanet
etmişizdir" Duyurulmaktadır.
Müfessirler, bu
âyette, Allahın âyetlerini inkâr edebilecekleri zikredilenlerden kimlerin
kastedildiği ve âyetlerin, kendilerine emanet edildiği kimselerden de kimlerin
kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:
a) Katade, Dehhak, Suddi, İbn-i Cüreyc ve
Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu âyette, Allahın âyetlerini
inkâr edebilecekleri bildirilen kimselerden maksat, Mekkeli Kureyş
müşrikleridir. Ayetlerin kendilerine emanet edildiği beyan edilen kimselerden
maksat ise Medineli Ensar'dır.
Bu hususta Abdullah b.
Abbas demiştir ki: Medine halkı, Resulullah kendilerine hicret etmeden önce,
orayı yurt edinmişler ve imanı kalblerine yerleştirmişlerdi. Allah îeala,
bunlara âyetleri indirince Mekke halkı, âyetleri inkâra giriştiler. Allah
teala da buyurdu ki: "Eğer şunlar, âyetleri inkâr ediyorlarsa bilsinler
ki, biz o âyetleri, inkâr etmeyen bir topluluğa emanet etmişizdir,
b) Ebu
Reca'ya göre ise, âyetleri İnkâr edecek kimselerden maksat, Mekke halkı,
âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise meleklerdir.
c) Katadeden
nakledilen diğer bir görüşe göre, âyetleri inkâr edecek kim-
selerden maksat
Küreydiler, bu âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise, bundan
önceki âyette zikredilen on sekiz Peygamberdir,
Taberi bu son görüşün
tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Çünkü bu âyetten önceki âyetler de, bundan
sonraki âyet de Peyganberler hakkındadır. Bu âyetin de Peygamberler hakkında
olduğunu söylemek, âyetleri birbirleriyle irti-batlandnma bakımından daha
uygundur. [111]
90- İşte
bunlar, Allahın, hidayete erdirdiği kimselerdir. Sen de onların doğru yoluna
uy. Ve de ki: "Sizden bu tebliğe karşılık bir ücret istemiyorum. O
Kur'an, âlemler için sadece bir hatırlatmadır, bir öğüttür."
İşte Allahın, hidayete
kavuşturduğu kimseler bu Peygamberler ve onların atalarından, soylarından ve
kardeşlerinden seçilmiş olan kimselerdir. Ey Mu-hammed, sen de bunların
yolundan git. Ve bunları kendine örnek al. ve kavminin müşriklerine de ki:
"Kur'anı sizlere tebliğ etmeme karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum.
Bu Kur'an, sizler de dahil, bütün âlemler için bir nasihattir, bir
hatırlatictdır. Düşünüp ibret alasınız ve
kötülüklerden el çekesiniz diye. [112]
91- O
kâfirler: "Allah, hiçbir insana bir şey indirmedi." diyerek Al-lahı
hakkıyla takdir etmediler. Ey Muhammcd, de ki: "Musanın, insanlar için bir
nur ve hidayet rehberi olarak getiruiği Tcvratı kim indirdi? Siz onu, parça
parça kağıtlar haline getirip bir kısmını açıklıyor, çoklarını da
gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir.
De ki: "O kitabı Allah indirdi." Sonra bırak onları daldıkları
sapıklıkta oyalanadursunlar.
O kâfirler, Allahı
hakkıyla yüceltmediler. Onlar: "Allah herhangi bir kitap veya vahiy gibi
birşey indirmedi." dediler. Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Musanın
getirdiği, sapıklık karanlıklarını aydınlatan ve insanlara hakkı gösteren o
Tevrati kim indirdi? "Ey Yahudi topluluğu siz o Tevratı ayrı ayrı sahifeler
haline getirip o şekilde insanlara gösteriyorsunuz ve ondan, Muhammedin Peygamberliğini
gösteren birçok şeyleri gizliyorsunuz.
Ey Yahudiler şimdi ise
size Kuranda sizlerin ve alalarınızın bilmediği şeyler öğretilmektedir.
Taberi âyetin bu
bölümündeki hitabın Müslümanlara yapıldığını beyan ederek buraya şöyle mânâ
vermektedir: "Ey Müslümanlar, size de, sizin ve önceki atalarınızın
bilmediği, geçmiş ümmetlere ait haberler öğretildi."
Ey Muhammed o
müşriklere de ki: "Musaya Tevratı Allah indirdi." Sonra da onları,
içine daldıkları bâtılda bırak. Alay etsinler, eğlenip dursunlar.
Bu âyet-i Kerime,
müşrikleri tehdit etmektedir. Âyetin nüzul sebebi hakkında çeşitli görüşler
ileri sürülmüştür.
a) Said b.
Cübeyr ve İkrimeye göre bu âyet-i kerime,. Yahudi Malik b. Sayf hakkında nazil
olmuştur. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: "Yahudilerden Malik b. Sayf
isimli bir adam gelip Resulullah ile tartışmaya girişti. Resulullah da ona:
"Seni, Musaya Tevratı indiren Allaha yemin ettiriyorum. Söyle,
sen Tevratta "Şüphesiz ki Allah,
şişman din adamına buğuz eder." hükmünü görmedin mi?" Malik, şişman
bir din adamıydı. Resuluilahm bu sonısu üzerine kızdı ve dedi ki: "Allaha
yemin olsun ki, Allah, hiçbir insana hiçbir şey indir-memiştir." Arkadaşları
ona "Vay haline, Mu.saya da mı indirmemiştir?" dediler. Malik tekrar:
"Allaha yemin olsun ki Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiş-tir...
dedi. İşte bunun üzerine Allah teala: "O kâfirler, "Allah, hiçbir
İnsana bir şey indirmedi." diyerek Allah'ı, hakkıyla takdir etmediler. De
ki: "Musanın insanlar için bir nur ve hidayet rehberi olarak getirdiği
Tevrati kim indirdi, âyet-i kerimesini indirdi.
b) Süddiye
göre İse bu âyet-i kerime "Finhas" isimli bir Yahudi hakkında nazil
olmuştur. O, "Allah, Muhammede bir şey indirmedi" demiş ve bunun üzerine
de bu âyet nazil olmuştur.
e) Muhammed
b. Kâ'b el-Kurezi, Katade ve Abdullah b. Abbasa göre ise bu âyet-i kerime, Hz.
Muhammed (s.a.v.)'den Hz. Musaya inen mucizelerin benzerini isteyen bir Yahudi
topluluğu hakkında nazil olmuştur. Bu hususta Muhammed b. Kâ'b el-Kurezî diyor
ki: Yahudilerden bir kısım insanlar Resu-lullaha geldi. Resulullah bir elbiseye
bürünmüş vaziyette oturuyordu. Dediler ki: "Ey Ebul Kasım, Musanın, Allah
tarafından alıp getirdiği levhalar gibi sen de gökten bize bir kitap getirmez
misin?" Bunun üzerine Allah teala: "Kitap ehli, gökten kendilerine
bir kitap indirmeni islerler. Onlar Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi[113]
âyetini indirdi. Yahudilerden bir adam, dizlerinin üzerine oturdu ve dedi ki:
"Allah ne sana, ne Musaya ne İsaya ne de herhangi bir kimseye bir şey
indirmiştir." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "O kâfirler"
Allah hiçbir insana bir şey indimıedi" diyerek Allahi hakkıyla takdir
etmediler..." âyetini indirdi.
d) Mücahit!
ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet, Kureyş
müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Allah teala bu âyetle Kureyş müşriklerinin
"Allah, hiçbir beşere bir şey indinnemiştir." sözlerini bizlere bildirmiştir.
Taberi, bu son görüşün
tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira, bundan önceki âyetler, müşrikler
hakkındadır. Bu âyetin de onlardan bahseder olması daha münasiptir. Yahudilerin
ise zikri geçmemiştir. Ayrıca Yahudilerin, "Allah herhangi bir beşere
hiçbir kitap indirmemiştir" şeklinde bir inançları da yoktur. Çünkü onlar,
Hz. İbrahime sabitelerin, Davuda Zebur'un ve Musaya, da Tevra-tın indiğine iman
etmektedirler,
Abdullah b. Abbas ve
Mücahide göre bu âyet, Kureyşli müşrikler hakkında nazil olmuştur. Taberi bu
görüşü tercih etmiştir. Diğer bazı âlimlere göre ise bu âyet, Yahudilerden bir
grup hakkında nazil olmuştur. İbn-i Kesir de, âyetin Mekkede nazil olması
sebebiyle Kureyşliier hakkında nazil olduğu görüşünü tercih etmiştir. [114]
92- Bu
Kur'an, kendinden önceki kitapları tasdik eden, Ünımül Kura (Mekke) ve
çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
Âhiret gününe iman edenler bu Kur'ana da iman ederler ve onlar namazlarına
devam ederler.
Ey Muhammed, bu
Kur'an-, sana indirdiğimiz bir kitaptır. Bu, hayır ve bereketle dolu gmübarek
bir kitaptır. Kendinden önce indirilen kitapları tasdik etmektedir. Biz bu
kitabı sana, bir de Mekke halkını ve çevresinde bulunan kafirleri uyarasın
diye indirdik. Âhirete iman edenler, sana indirdiğimiz bu Kur'ana da iman
ederler. Onlar, namazlarına devam ederler. [115]
93- Allaha
yalan uyduran, veya kendisine hiçbir şey vahynlunmadığı halde "Bana
vahyolundu" diyen ve: "Allanın indirdiği kilap gibi bir kifap ta ben
indireceğim" diye iddia edenden daha zalim kim olabilir? O zalimlerin
halini, ölüm şiddeti içindeyken bir görsen. Melekler onlara ellerini uzatırlar
ve "Ruhunuzu teslim edin. Bugün Allaha karşı haksız şeyler söylediğinizden
ve onun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla
cezalandırılacaksınız." derler.
Allaha karşı yalan
uydurandan veya kendisine hiçbir şey indirilmediği halde "Bana vahiy
geliyor" diyen, "Müseylimetül Kezzab, Esvedül Ansî gibi Peygamberlik
iddia eden kâfirlerden ve "Ben de AHahın indirdiği gibi kilap indiririm,
Alhıhm kelamı gibi konuşabilirim" diyen müşriklerden daha zalim kim
olabilir? Sen, zalimleri ölüm sarhoşluğu içinde, Melekler kendilerine azap etmek
için ellerini uzatmış halde "Verin canınızı, bugün, Allaha karşı bâtıl
şeyler söylemeniz ve âyetlerine karşı böbürlenmeniz sebebiyle alçaltıcı bir
azapla cezalandırılacaksınız." dedikleri zaman onların halini bir görsen.
Kâfirler can
çekilirlerken, melekler onları, azapla, ceza ile, boyunlarına geçirilen
halkalarla, zincirlerle, alevlerle, kaynar sularla ve Allanın gazabı ile
müjdelerler. Bunun üzerine kafirlerin canlan bedenlerine yayılır, çıkmak istemez.
Melekler onları, canlanın çıkarıp teslim etmeleri için döverler, ve şöyle
derler: "Çıkarın canlarınızı."
Bu hususta diğer bir
âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Ya Meleklerin, yüzlerine ve
arkalarına vura vura canlarını alırken halleri nice olacak. [116]
Bu âyet-i kerime.
Peygamberlik bakımından Resulullaha benzediklerini iddia etmiş olan Abdullah b.
Said b. Ebi Sarh, Müseylimetül Kezzab ve Esve-dü'l Aıısi gibi bir kısım
yalancılara inanan Arap müşriklerinin beyinsiz ve cahil kimseler olduklarını
beyan etmektedir. Müfessirler bu âyetin, yukarıda zikredilen kişilerden
hangisi hakkında nazil okluğu hususu hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a) İkrimeye
göre âyetin "Allaha yalan uyduran veya kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı
halde "Bana vahyolundu" diyen..." bölümü, Müseylimetül Kezzab
hakkında nazil olmuştur. Bu kişi, vezinli ifadelerle konuşuyor ve gaipten
haberler vererek Peygamber olduğunu iddia ediyordu. Ayetin, "Allahın indirdiği
gibi bir kitap ta ben indireceğim" diye iddia eden..." bölümü ise
Abdullah b. Said b. Ebi Sarh hakkında nazil olmuştur. Bu, kişi müslümandi.
Resulul-lahın vahiy katiplerindendi. Fakat daha sonra dinden çıkıp Mekke
müşriklerine katıldı. Daha sonra ise Resullullah Mekkeyi fethetmeden önce
"Merr" denen yerde
iken tekrar müslüman oldu.
b) Süddiye
göre ise bu âyet-i kerimenin tamamı Abdullah b. Said b. Ebi Sarh hakkında nazil
olmuştur.
Katadeye göre ise bu
âyet-i kerime sadece Müseylimetül Kezzab hakkında nazil olmuştur.
Abdullah b. Abbas,
ResuIuUahm şöyle dediğinin kendisine anlatıldığını
söylemiştir.
"Ben uykuda iken
iki elime altından iki bileziğin verildiğini gördüm. Bunlardan korktum ve hoş
karşılamadım, bana izin verildi. Ben onlara üfledim. İkisi de uçup gittiler.
Ben o iki bileziği, "Ortaya çıkacak iki yalancı" olarak
yo-rumladım" Hadisi rivayet edenlerden Ubeydullah diyor ki:
"Bunlardan biri, Feyruzun, Yemende öldürdüğü Esvedül Ansi'dir. Diğeri ise
Müseylime'dir[117]Diğer bir rivayette
hadisin sonu şöyledir:
"Bana, o iki
bileziğe üflemem vahyedildi. Ben de onlara üfledim. Onların ikisi de uçup
gittiler. Ben onlan, aralarında bulunduğum iki yalancıya yonımla-dım. Onlar da,
San'a şehrinin yöneticisi ve Yemamenin idarecileridir[118]
Taberi diyor ki:
"Âyet-i kerime, umumi bir şekilde, Allaha karşı yalan uyduranları,
kendisine bir şey vahyedümediği halde "Bana vahyedildi" diyenleri
ve "Ben de Allah gibi kitap
indiririm" diyenleri zikretmiştir. Bu itibarla, âyetin, yukarıda
zikredilen bütün kişileri ve onlardan sonra gelip te aynı iddiada bulunan
diğer kimseleri kapsadığım söylemenin âyetin umumi ifadesine daha uygun
olacağını beyan etmiştir.
Âyet-i kerimede,
zalimler ölüm sarhoşluğu ve sıkıntısı içindeyken meleklerin onlara ellerini
uzatacakları zikredilmiştir. Meleklerin ellerini uzatmalarından maksat,
Abdullah b. Abbas ve Süddiye göre zalimleri dövmeleridir. Zira melekler,
kafirlerin canlanın alırken onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları başka
bir âyette de zikredilmiştir. Dehhak ve Abdullah b. Abbasa göre ise, meleklerin
ellerini uzatmalarından maksat, ölüm sarhoşluğunda olan zalimlere azap
etmeleridir. Bir kısım Kûfeli âlimlere göre ise onların canlarını istemeleri
içindir. [119]
94- Şüphesiz
ki bugün, i!k yarattığımız gibi teker teker huzurumuza geldiniz. Verdiğimiz
herşeyi ardınızda bıraktınız. İçinizden, ortaklar olduklarını sandığınız
şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Muhakkak kî onlarla aranızdaki
irtibat kesildi. Ortaklar olduklarını sandığınız şeyler sizi bırakıp
kayboldular.
Allah, kıyamet gününde
bu müşriklere diyecek ki: "Siz bugün sizi ilk yarattığı mızdaki gibi
huzurumuza teker teker geldiniz. Şu anda, sizinle birlikte, dünyada
kendileriyle iftihar ettiğiniz hiçbir şey yoktur. Dünyada size vermiş olduğumuz
mal, mevki ve şeref gibi herşeyi arkanızda bırakıp geldiniz. Sizlerin,
rabbinizin huzurunda kendinize şefaatçi olacağını sandığınız şeyleri, artık
sizinle görmüyoruz. Aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve Allaha ortak
koştuğunuz şeyler kaybolup gitmişlerdir. [120]
95- Şüphesiz
ki Allah, taneleri ve çekirdekleri yarandır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden
de ölüyü çıkaran odur. İşte Allah budur. O halde nasıl Çcvirîliyorsunuz?
Şüphesiz ki Allah,
taneleri yararak onlardan ekinleri, çekirdekleri yararak ta onlardan ağaçlan
çıkarandır. O halde ey insanlar, hiçbir zarar ve menfaat vermeyen putlara
değil, bunları yaratan Allaha ibadet edin. O, ölü olan taneden diri olan
başağı, Ölü olan çekirdekten diri olan ağacı, ölü olan meniden diri olan insanı
çıkarır. Yine o, diri olan başaktan ölü olan taneyi, diri olan ağaçtan ölü olan
çekirdeği ve diri olan insandan ölü olan meniyi çıkarandır. İşte bütün bunları
ve benzerlerini yapan Allahtır. O halde haktan nasıl çeviriliyorsunuz?
Ekinleri, bitkileri ve bütün canlıları yaratan Allahı bırakıp, hiçbir şey
yapamayan yaratıklara tapıyorsunuz. [121]
96-
Karanlığı yarıp tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı yapan, güneşi ve
ay'ı bir hesaba göre hareket ettiren O'dur. İşte bu, herşeye galip olan ve
herşeyi bilen Allahın takdiridir.
Gecenin karanlığını
yarıp sabahın aydınlığını getiren, geceyi dinlenme vakti yapan, güneşi ve ay'ı
belli bir hesap çerçevesinde hareket ettiren ve insanların hesaplarına vasıta
kılan Allahtır. Bütün bunlar, herşeye galip olan, yarattıklarının
menfaatlerini çok iyi bilen Allahın takdiriyledir. [122]
97- Kara ve
denizin karanlıklarında yolunuzu bulaşınız diye sizin için yıldızlan yaratan
o'dur. Muhakkak ki biz, bilen bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde
açıkladık.
Karanın ve denizin
karanlıklarında, kendileriyle yolunuzu bulaşınız diye yıldızlan sizin için
yaratan o'dur. Şüphesiz ki biz âyetlerimizi, hakkı tanıyan bâtıldan kaçman bir
topluluk için açıklanz.
AIlah teala diğer bir
âyet-i kerimede de şöyle buyuruyor: "Biz, dünya semasını, lamba gibi
parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanmasını sa£ladık... [123]
98- Sizi bir
tek candan yaratan o'dur. Sizin için karar kılınan ve emanet olarak kalınan
yerler vardır. Anlayan bir kavim İçin, âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
Sizi, tek bir can olan
Âdemin sulbünden meydana getiren Allahtır. Sizin için, ana rahmi, yeryüzü,
kabir ve âhiret gibi karar kılacağınız yerler olduğu gibi, atalarınızın sulbü
ve geçici dünya gibi emanet olarak kalacağınız yerler de vardır. Şüphesiz ki
biz, âyetlerimizi ve delillerimizi, bunları anlayıp ibret alan birtopluhık için
geniş bir şekilde açıkladık.
MüfessirIer, âyet-i
kerimede geçen ve "karar.kılınan yer" diye tercüme edilen
kelimesiyle, "Emanet olarak kalman yer." diye tercüme edilen
kelimesinden neyin kastedildiği hususunda çeşitli gö-
rüşler
zikretmişlerdir.
a) Abdullah b. Mes'ud, İbrahim en-Nehai ve
Muksem'e göre, "Karar kılınan yer"den maksat, annelerin
rahimleridir. "Emanet olarak kalınan yer"den maksat ise kabirdir.
Allah, insanları, annelerinin rahminde karar kıldırmış, kabirlerinde de diril
inceye kadar, emanet olarak bekletmiştir.
b) Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbastan
nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar kılınan yer"den maksat,
annelerin karınlan, yeryüzü ve yerin içi"dir. "Emanet olarak kalınan
yer"den maksat ise babaların sulbleridir.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar
kılman yer"den maksat, yeryüzü ve dünyadır. "Emanet edilen
yer"den maksat ise, Aliahm huzurudur, âhirettir.
d) Yine
Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücaid Ata İbrahim en-Nehai, Süddî, Katade, Dehhak
ve İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre, karar kılman yerden maksat,
ana rahmi, emanet olarak kılınan yer"den maksat ise babaların sulbüdür.
e) Hasan-ı
Basriye göre ise, karar kılınan yer"den maksat, kabir, emanet olarak
kalınan yer'den maksat ise dünyadır. Çünkü dünyada bulunan kimse, kabirde
bulunan kardeşine kavuşmak üzere dünyada emanet olarak durmaktadır.
Taberi diyor ki
"Bu hususta doğru olan söz, şunu söylemektir: "Allah teala bu
âyette, insanları tek bir nefisten yarattığını ve onların, karar kılman ve
emanet olarak kalınan yerlerde kaldıklarını, genel bir şekilde zikretmiştir.
İnsanların bir kısmı, ana rahminde karar kılmakta, diğerleri babalarının
sulbünde emanet olarak durmaktadırlar. Diğer bir kısmı, yeryüzünde veya yerin
içinde karar kılmış halde, başka bir kısım insanlar ise, babalarının sulbünde
emanet olarak bulunmaktadırlar. Bir kısım insanlar da, kabirde karar kılmış
halde, bazıları da yeryüzünde emanet olarak bulunmaktadırlar. Bu itibarla, her
karar kılınan yer ve emanet olarak kalınan yer, âyetin genel ifadesinde
dahildir. [124]
99- Gökten
suyu indiren O'dur. Biz o su ile herşey için gerekli bitkiyi çıkardık. Ondan da
yeşillik meydana getirdik, yeşillikten ise, birbiri üzerine yığılmış taneler
çıkarırız. Hurmanın tomurcuğundan, sarkıp yere yaklaşan salkımlar çıkarırız.
Ayrıca o su ile birbirine benzeyen ve benzemeyen, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri
meydana getiririz. Herbirinin meyve verdiği zaman meyvesine ve onun olgunlaşmasına
ibretle bakın. Şüphesiz ki bunlarda, iman eden bir kavim için birçok deliller
vardır.
Gökten su indiren
Allahtır. Biz o su ile, insanların, hayvanların ve bütün canlıların
beslendikleri bitkileri çıkardık. Yeşil sebzeler ve ekinler bitirdik. O yeşilliklerden,
birbiri üzerine yığılmış taneler çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuğundan da,
sarkıp yere yaklaşan hurma salkımları çıkarırız. O su ile üzüm bahçeleri,
yaprakları ve görünüşleri bakımından birbirine benzeyen fakat meyve ve tat
bakımından birbirine benzemeyen zeytin ve nar ağaçları çıkardık. Bu ağaçlar
meyve verdikleri zaman meyvelerine ve meyvelerinin nasıl olgunlaştığına bir
bakın. Şüphesiz ki, suyun gökten indirilmesinde ve onunla çeşitli bitkilerin
çıkarılmasında, Allanın birliğini ve kudretini tasdik eden bir topluluk için
büyük deliller vardır. [125]
100- Cinleri
Allah yarattığı halde, kâfirler onları Allaha ortak koştular. Ve hiçbir
bilgiye dayanmadan Allaha oğullar ve kızlar isnad ettiler. Allah, onların
uydurdukları sıfatlardan münezzehtir, yücedir.
Kâfirler, Cinleri
Allaha ortak koştular. Halbuki o Cinleri Allah yaratmıştır. Yine kâfirler,
hiçbir bilgiye dayanmaksızın, Allahın yüceliğini takdir edemeyerek ona oğullar
ve kızlar isnad ettiler. Allah, bu cahillerin yakıştırdığı sıfatlardan
beridir, uzaktır
(Saffat Suresinin Yüz
kırk dokuz ve Yüz ellinci âyetlerinin izahına bakınız.) [126]
101- O,
gökleri ve yeri eşsiz bir şekilde yoktan var edendir. Onun eşi yokken çocuğu
nasıl olabilir? Üstelik herşeyi yaratan da O'dur. O, herşeyi çok iyi bilendir.
Allah, gökleri ve
yeri, daha Önceden benzerleri yokken var edendir. Onun eşi olmadığı halde
çocuğu nasıl olur? Herşeyi o yaratmıştır. Ve o, herşeyi çok iyi bilendir. O
halde nasıl olur da onun yarattıkları arasında, kendisine bir eş bulunur da o
eşten çocuğu meydana gelir? [127]
102- İşte
rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Hcrşcyin
yaratıcısıdır. O halde ona itaat edin. O, herşeye vekildir.
Ey Allahı bırakıp ta
putlara tapanlar, cinleri Allaha ortak koşanlar, ve ona çocuk isnad eden
kafirler. İyi bilin ki, sizin rabbiniz Allahtir. Ondan başka hiçbir ilah
yoktur. Herşeyin yaratıcısı odur. O halde kendilerine ve sizlere hiçbir zarar
veya menfaat vermeyen putları bırakıp ta sadece Allaha kulluk edin. Allah,
yarattığı herşeyin denetleyicisi ve koruyucusudur. [128]
103- Gözler
onu görmez. O ise bütün gözleri görür. O, hcrşcyin inceliklerini bilendir, her
şeyden haberdardır.
Gözler onu kapsayumaz,
o ise bütün gözleri kuşatır. O, kullarına lütufta bulunandır. Onların hak ve
menfaatlerini çok iyi bilendir.
Müfessirler, âyette
zikredilen "Gözler Allahı görmez, Allah ise bütün gözleri görür"
ifadesinden neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
a) Abdullah
b. Abbas, Katade, Atiyye el-Avfı vb. âlimlerden rivayet edilen bir görüşe göre
bu ifadenin manası şudur: "Hiçbir göz, Allahı kuşatamaz. Allah ise bütün
gözleri kuşatır." Bunlara göre, kıyamet gününde, şu âyette belirtildiği
gibi rablerine bakacaklar fakat onların gözleri, büyüklüğünden dolayı rablerini
kuşatamayacaktir. Mü'minlerin, kıyamet gününde rablerini göreceklerini beyan
eden âyetler ise şunlardır. "O gün öyle yüzler vardsr ki pırıl pınl parlarlar.
Rablerine bakarlar. [129]Bu görüşte olan âlimlere
göre, âyette zikredilen ve "Görme" olarak tercüme edilen fiili, "Gönnek" mânâsına de-
ğil
"Kuşatmak" manasınadır. Zira bu fiil, Kur'an-ı Kerimin çeşitli
yerlerinde "Görnıe" dışındaki mânâlarda da kullanılmıştır. Mesela:
Nihayet boğulma Firavunu yakalayınca o, "Gerçekten İsrailoğullannın
inandığından başka ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım"
dedi. [130] âyetinde zikredilen
fiilinin mânâsı, "gönnek" değil "yakalamak" demektir. Zira,
boğulma işinin, bir kimseyi gördüğünü söylemek mümkün değildir.
Yine "İki
topluluk birbirini görünce "İşte yakalandık" dediler. [131]
âyetindeki kelimesinin mânâsı "Gönnek" değil "yakalanmak"
demektir. Bunlar da göstermektedir ki, bir şey diğer bir şeye ulaşır fakat onu
göre-meyebilir. Birinci âyette durum böyledir. Yine bir şey diğer bir şeyi
görebilir. Fakat ona ulaşamaz. Bundan da anlaşılıyor ki "Gözler Allahı
idrak edemez" ifa-desindeki fiilinin mânâsı "Görmek" değildir,
"İhata etmek ve kuşatmak" demektir.
Evet, müminler ve
cennetlikler, rablerini gözleriyle görecekler fakat gözleri onu
kuşatamayacaktir. Zira, Allah tealayı herhangi bir şey tarafından kuşatılmakla
vasıflandırmak caiz değildir. Allah tealayı "Görülmek"le
vasıflandırırken görmenin kendisini kuşatamayacağı ile de vasıflandırmak, onu
"Bilinmekle" vasıflandırırken, bilmenin kendisini kuşatamaması ile
vasıflandırmak gibidir. İlmimizle Allahı kuşatamıyacağımızı söylememiz, onu
bilemeyeceğimiz anlamına gelmediği gibi, onu gönyemizle kuşat anlayacağımızı
söylememiz de onu hiç göremeyeceğimiz anlamına gelmez. Nitekim yaratıklar,
birtakım eşyayı bilirler fakat bilgileri o eşyayı tam kuşatamayabilir. İşte
Allah tealayı görmek te böyle. Mümin kullan onu görürler, fakat görmeleri onu
tam olarak ihata edemez.
Bu görüşte olan
âlimler demişlerdir ki: Eğer denecek, olursa ki "Bu âyette geçen cümlesini
"Gözler, Allahı kuşatamaz" yerine "Gözler Allahı göremez"
şeklinde izah etmeye neden karşı çıktınız?" Cevaben deriz ki: "Aziz
ve celil olan Allah, kitabının kıyamet suresinde bir kısım yüzlerin kerndisine
bakacağını beyan buyurmuş[132]
Resulullah da ümmetine kıyamet gününde rablerini, ay'ın ondördünde görülmesi
gibi, bulutsuz bir günde güneşin görülmesi gibi görüleceğini haber vermiştir.
Madem ki, Allah teala, kitabının bir yerinde, bir kısım yüzlerin kendisine
bakacağını beyan etmiş, Resulullah da bunu sahih haberlerle haber vermiştir, o
halde Allah tealamn, kıyamette, müminler tarafından görüleceğini söylemek te
kaçınılmazdır. Zira, Allah tealamn kitabı, birbirini doğrulamakta ve
desteklemektedir. Allah tealamn, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan
ettiği haberiyle, gözlerin kendisini idrak edemeyeceğini beyan-ettiği
haberlerinden herhangi birinin diğerini neshettiğini söylemek caiz değildir.
Zira verilen haberlerde nesih caiz değildir. Bu da göstermektedir ki
"Gözler Allahı idrak edemez" haberi ile "Yüzler rablerine
bakarlar" haberi farklı şeylerdir. Yani, cennetlikler kıyamet gününde
gözleriyle rablerine bakacaklar fakat onu tam ihata edemeyeceklerdir. Bu iki
âyetin bu şekilde izah edilmesi her iki âyeti de doğru bir şekilde anlamaktır.
Her iki haberi de tasdik etmektir. Her iki surede gelen âyetlere de boyun
eğmektir.
b) Süddi ve
Hz. Aişeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen cümlesindeki
fiilinin mânâsı
"Görmek"
demektir. Cümlenin mânâsı ise "Gözler Aliahı göremez" demektir. Bu
hususta Süddi demiştir ki "Bu cümlenin mânâsı" Allahı,
yarattıklarından herhangi birisi göremez." demektir.
Mesruk diyor ki:
Ben, Aişe'ye (r.anh)
dedim ki "Ey anneciğim, Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü mü?" Aişe de
dedi ki: "Söylediğin sözden dolayı tüylerim ürperdi. Sen şu üç şeyden
haberdar değil misin? Onları sana kim söylerse yalan söylemiş olur. Kim sana
"Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü" derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş
olur" Sonra Aişe "Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O her
şeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini ve
"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur.
Yahut bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder.. [133]
âyetlerini okudu ve dedi ki: "Kim sana, yarın ne olacağını bildiğini
söylerse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur." Sonra, "Hiçbir kimse yarın
ne kazanacağını bilmez"[134]
âyetini okudu ve dedi ki: "Kim sana, "Peygamber bir şeyi
gizledi" derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur" Sonra: "Ey
Peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, Allanın
peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun[135]âyetini
okudu ve sözlerine devam ederek dedi ki: "Fakat Muhammed, Cebrail (a.s.)'ı
iki defa asıl şeklinde görmüştür.
[136]
Görüldüğü gibi Hz.
Aişe, Allah tealanın, Resulullah tarafından dünyada iken- görülmediğini ifade
etmek istemiştir. Ancak bir kısım âlimler Allah teala-nın, dünyada,
görülemeyeceği gibi, âhirette de görülmeyeceğini iddia etmişler ve izah etmekte
olduğumuz âyeti buna delil -göstermişlerdir ve demişlerdir ki: "Bu
âyetteki kelimesinin mânâsı, "Gözle görmek" demektir.
Allah teala,
kendisinin gözle görülemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da hem dünya hem de âhiret
için geçerlidir.
Bu görüşü savunan
insanlar kıyamet suresinde bazı yüzlerin rablerine bakacaklarını beyan eden
âyeti te'vil etmişler, bu âyetten maksadın, "Bir kısım yüzler, rablerinin
rahmetini ve sevabını beklerler." demek olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan
bazıları Resulullandan, âhirette müminlerin, rablerini göreceklerine dair
rivayet edilen sahih haberleri, bir kısım te'viİlerle te'yid etmişler, diğer
bazıları ise bu haberlerin varid olduklarını inkâr etmişler, bu haberlerin,
Re-sulullahın söylediği söz olamayacağını savunmuşlar ve Allahın görülemeyeceği
hususunda akıllarını hakem tayin etmişlerdir. Bunlar, akıllarının, Allah
tealanın gözle görülmesini imkânsız gördüğünü zannetmişler, bu hususta çeşitli
yaldızlı sözler söylemişler, kendilerine delil bulmak için uzun uzadıya
izahlarda bulunmuşlardır.
Bunların iddialarının
doğru olduğunu ispatlayan ve en büyük delilleri olduğunu iddia ettikleri
sözlerden biri de şudur. "İnsanların gözü, kendisine yapışık olan bir
şeyi değil, görebileceği kadar uzaklıkta bulunan bir şeyi görebilir. Gözden
uzak olan şey ile gözün arasında ise bir boşluk ve bir mesafe vardır. Şayet
gözlerin âhirette Ali ahi dünyadaki eşyayı gördüğü gibi görecekleri söylenirse
Allah teala için bir sınır tayin edilmiş olur. Allah tealayı böyle bir sıfatla
sı-fatlayan ise onu, cisimlerin sıfatlarıyla sifatlamış olur. Allah teala ise,
yaratıklarına benzemekten münezzehtir. Diğer yandan, kulakların sesleri, koku
alma duyusunun, kokulan idrak ettikleri gibi gözlerin de renkleri görmeleri
muhakkaktır. Nasıl ki sesleri almayan bir duyu organı, kokuları koklamayan
koku alma organı bulunacağına hüküm vermek fasit ise, renkleri görmeyen bir
görme organı bulunacağına hüküm vernıek te fasittir. Allah tealayı, herhangi
bir renkle vasıflandırmak caiz olmayacağına göre, onugörülebilir olmakla
vasıflandırmak ta caiz delildir.
c) Diğer bir
kısım âlimler de cümlesindeki fiilinin mânâsının "Görmek" olduğunu,
âyeti kerimede, Allah tealanini
görülmeyeceği beyan edildiğini, ancak bu görülmemenin, dünyada söz konusu
olduğunu, âhirette ise, Allah tealanın müminler tarafından görüleceğini, zira
başka bir âyette: "O gün, öyle yüzler vardır ki pırı! pınl parlarlar.
Rablerine bakarlar. [137] buyuruIduğunu, Allah
tealanın bildirdiği haberlerde tezat olmasının mümkün olmadığını, bu itibarla,
izah edilen âyetteki "Göıülmeme"nin sadece dünyaya mahsus olan bir
görülmeme olduğunu söylemişlerdir.
Bunlardan bazıları
demişlerdir.ki: "Bu âyette zikredilen fiili her ne kadar bazı yerlerde
"Görmek" mânâsına gelmiyorsa da burada "Görmek" mânâsında
kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin mânâlarından biri de "Gör-mek"tir.
Kişi, gördüğü şeyi aynı zamanda idrak ta etmiş olur. Buradaki, "Görme"
mânâsına gelen "İdrak etme" her zaman olacak bir idrak etme değil
sadece dünyaya has olan bir idrak etmedir. Yani dünyada gözler Allahı
göremezler. Allah ise o gözleri hem dünyada hem de âhirette görür"
demektir.
Bu görüşte olan
âlimlerden diğer bir kısmı da burada zikredilen ve "Görme" mhanâsına
gelen "İdrak etme"nin, hususi bir görme ve idrak etmeyi ifade
ettiğini söylemişler ancak bu hususiliğin çeşitli ihtimallere göre olacağını
zikretmişlerdir. Mesela: Âyetin mânâsının, "Allahı, zalimlerin gözü
dünyada da görmez âhirette de görmez. Müminlerin ve velilerin gözleri ise onu
görür." şeklinde olması caizdir. Keza âyetin mhanâsmın: "Gözler
Allahı tam olarak kuşatıcı bir şekilde görmezler. Fakat genel olarak
görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler
Allahı dünyada görmezler. Âhirette ise görürler" şeklinde olması da caizdir.
Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allahı, Allahın onlan gördüğü gibi
göremezler. Zira yaratılanların gözü zayıftır. Allahın, görme gücü verdiği
kadarıyla verirler. Allah tealanın ise görmesi herşeyi açık seçik olarak
görmesi şeklindedir. Bunlar demişlerdir ki: "Gözler Allahı göremez"
ifadesinin özel bir göremezlik şekli olduğu ve Allahın dostlarının kıyamet
gününde kendisini görmelerinin kesin okluğu muhakkaktır. Ancak bu özel
görmezliğin yukarıda zikredilen dört ihtimalden hangi çeşit görmezlik olduğu
bizce belli değildir.
d) Diğer bir
kısım âlimler ise cümlesindeki fiilin mânâsının "Görme" olduğunu,
âyetin mânâsının ise "Gözler Allahı göremez" demek olduğunu ve
buradaki görmeme'nin umumi anlamda her zaman görmeme okluğunu söylemişler ve
demişlerdir ki "Hiçbir göz Allahı ne dünyada iken ne de âhirette iken
görebilecektir. Ancak Allah, kıyamet gününde dostları için beş duyu organı
dışında altıncı bir duyu organı yaratacak ve onlar, bu duyu
organlarıyla rablerini
göreceklerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir: Allah
teala bu âyette genel bir ifade ile, gözlerin kendisini görmeyeceğini beyan
etmiştir. Buradaki görmemenin, özel bir görmeme olduğuna dair herhangi bir
delil yoktur. Bu itibarla bu görmeme, her zaman ve her yer için geçerlidir.
Diğer yandan başka bir âyetinde, bir kısım yüzlerin kıyamet gününde rablerine
bakacaklarını beyan etmiştir. Allah tealanm haberleri arasında tezat olmayacağına
göre ve her iki haber de sahih olduğuna göre bunları birbirleriyle dağdaştırmak
izah ettiğimiz şekilde olur. Bu görüşte olun âlimler, aklî delil olarak ta
şunları söylemişlerdir: "Bizim âhirette Allahı bu gözlerimizle kuvvetlendirilerek
görmemiz caiz olsa dünyada iken zayıf halleriyle de kısmen de olsa görmemiz
icabeder. Çünkü herhangi bir fonksiyon için yaratılan bir organ, tamamen yok
olmadıkça o fonksiyonunu az da olsa icra eder. Bu itibarla gözün, yaratıcısını
herhangi bir haliyle veya herhangi bir zamanda görmesi mümkün kabul edilecek
olursa bu gözün, dünyada iken zayıf olduğu halde de yaratıcısını görmesi
gerekir. Gözlerimiz dünyada, yaratıcılarını görmediklerine bunların bu
halleriyle âhirette de görmeleri mümkün değildir. Allah teala da âhirette,
yüzlerin, rablerine bakacaklarını bildirmiştir. O halde âhirette Allah teala,
özel bir duyu organı yaratacak biz de onunla kendisini göreceğiz.
Taberi diyor ki:
"Bize göre bu hususta doğru olan görüş, Resulullah (s.a.v.)'den sağlam bir
şekilde nakledilen haberlerin beyan ettikleri görüştür. Resulullah, kıyamet
gününde müminlerin, rablerini ayın on dördünde onu gördükleri ve bulutsuz bir
zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, mümminler
rablerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel olunacaktır. Nitekim
Allah teala bu hususta bir âyet-i kerimesinde: "Hayır, hayır o gün
yalanlayanların önüne rablerine karşı perde çekilmiştir[138]buyurmuştur.
Taberi sözlerine
devamla diyor ki: "Kıyamet gününde Allah tealanın, gözle görüleceğini
inkâr edenlere gelince bunlar, delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Gözler
ancak görülebilecek kadar uzak bir mesafede olanı görebilirler. Kendilerine
yapışık olanı göremezler. Bu da gözle, görülen şeyin arasında bir boşluğun ve
bir mesafenin bulunmasını icabettirir. Allah tealanın bu şekilde görüleceğini
söylemek te caiz değildir. Zira, bu takdirde Allah tealaya bir sınır ve nihayet
biçilmiş olur ki bu da caiz değildir. O halde Allahı gözle görmek te mümkün
değildir.
Taberi, bunlara cevap
olarak özetle şunu söylemekte ve demektedir ki: "Allah tealanın herhangi
bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzeîiîemez. Nasıl ki, Allah tealanın, her
şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etmelerine
benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine
benzemez. Allahın dışındaki sevk ve idare
eden yaratıklar ya sevk ve idare ettiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında
bulunurlar. Allah teala ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de
onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bulunmaktadır.
Yaratıkların
görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını ica-bettirirken Allah
tealanın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir.
Taberi, bu meseleyi
izah etmek için şunları söylemektedir: "Sizler, yaratıcınız dışında sevk
ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne
temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?" Şayet onlar böyle
birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da imkanları
yoktur. Şayet, "Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara
denilir ki "Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan
bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra
etme sıfatlarına sahiptir. İşte Allah tealanın görülmesi böyledir. Onun, görene temas eder halde
olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, di-' ğer görülen
şeylere benzetilemez.
Mutezile fırkası, bu
âyet-i kerimeye dayanarak, Allah tealanın, dünyada görülemediği gibi âhirette
de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lügat
bakımından gerekse Şer't yönden, âyetin batıl bir te'vilidir. Allah tealanın
âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass'lar ile
bildirilmiştir.
Resulullah (s.a.v.)
efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
sizler, ay'ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz[139]
104-
Şüphesiz size, rabbinizden, hakikati gösteren deliller gelmiştir. Kim onları
görürse kendi lehinedir. Kim de onlara karşı kör olursa kendi aleyhinedir. Ben,
sizin üzerinize bekçi değilim.
Şüphesiz ki sizlere,
rabbiniz tarafından, hidayeti sapıklıktan, imanı inkârdan ayırdeden ve sizlere
hakkı gösteren apaçık deliller gelmiştir. Kim bunları görür ve bunlarla doğru
yolu bulursa, hayin kendi lehinedir. Kim de bunların ifade ettiği şeylere karşı
kör olur da bunları tasdik etmezse onun kötülüğü de kendisine aittir. Ben,
sizin üzerinize bir denetleyici değilim ki yaptığınız amelleri hesap edeyim.
Ben ancak tebliğ edenim. [140]
105-
Kâfirler: "Onu başkalarından öğrendin." desinler ve bilen bir kavme
açıklayalım diye âyetleri geniş olarak işte böyle izah ederiz.
Müfessirler ve kıraat
âlimleri bu âyette geçen ve "Başkalarından öğrendin" diye tercüme
edilen kelimesini farklı şekillerde okumuşlar ve okunan kıraat şekline göre de
farklı mânâlar vermişlerdir.
a) Medine ve Küfe kurraları ile Abdullah b.
Abbas, Mücahid, Süddi ve Dehhakın bu kelimeyi Kur'anda tesbit edilmiş olan
şekliyle şeklinde okudukları ve bunun mhanâsının, "Okudun ve
öğrendin" demek olduğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Taberi de bu
kıraati ve bu izah tarzını tercih etmiştir. Çünkü şu âyette de belirtildiği
gibi, müşrikler, Resulullahı, Kur'anı başkasından okuyup öğrenmekle itham
ediyorlardı. "Şüphesiz ki biz, kafirlerin, "Bu Kuranı Muhammede bir
adam öğretiyor" dediklerini çok iyi biliyoruz. Kuranı Muhammede
öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık, fasih
Arapça'dır. [141]
b) Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid,
Dehhak ve bir kısım Basra Kurralan bu kelimeyi şeklinde okumuşlar, mânâsının da
"Tartıştın, birbirinize okudunuz..." demek olduğunu söylemişlerdir.
Yani, Kureyş müşrikleri, Resulullahı, ehl-i kitapla tartışarak ve onlarla
karşılıklı olarak birbirlerine okuyarak öğrenmekle itham etmişlerdir.
c) Katadeden
nakledilen başka bir görüşe göre bu kelime, şeklinde okunmuş manası ise
"Sana okundu bildirildi" demektir.
d) Hasan-ı
Basri ye Abdullah b. Mes'uddan nakledilen bir diğer görüşe göre bu kelime
şeklinde okunmuştur. Mânâsı ise "Silinip git-
miştir, zamanı
geçmiştir" demektir. Yani, müşrikler Resulullaha "Senin bu okuduğun
Kur'anın zamanı geçmiştir" demişlerdir. Bu âyeti "Biz bu âyetleri
sana: "Sen bunu, başkalarından okuyup öğrendin" demesinler
diye..." şeklinde izah edenler de vardır.
106- Rabbin tarafından
sana vahyolunana tabi o!. Ondan başka ilah yoktur. Allaha ortak koşanlardan
yüzçcvir.
Ey Muhammed, rabbinin
sana vahyettiği emirlerine uy. Müşriklerin seni davet ettikleri putları bırak.
Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. Hakkıyla kulluk edilmeye ancak o layıktır.
Allaha ortak koşanlarla tartışmayı bırak, onlardan yüzce vir. [142]
107- Allah
dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi yapmadık.
Sen onlara vekil de değilsin.
Eğer Allah dileseydi
onları da hidayete kavuştururdu. Onlarda Allaha ortak koşmazlardı. Ey
Muhammed, biz seni, onların üzerine, yaptıkları amelleri denetleyen bir bekçi
yapmadık. Sen onların vekilleri de değilsin ki onları müdafaa edesin. [143]
108-
Kâfirlerin, Allahtan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşın giderek
bilgisizce Allaha sövmesinler. Her ümmete, yaptığı işi böylece süslü gösterdik.
Sonra onların varacakları yer, rablcrînin huzurudur. Rab-leri onlara
yaptıklarını haber verecektir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Müşrikler "Ey Muhammed, ya bizim ilahlarımıza hakaret
etmekten vazgeçersin veya biz de senin rabbini alaya alırız." dediler ve
bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."
Katade diyor ki:
"Bu âyet-i Celilenin asıl nüzul sebebi, Müslümanların, kâfirlerin
putlarına sövmeleri, kâfirlerin de haddi aşarak cahillikle Allah tealaya
sövmeleridir.
Bu âyet-i Kerime,
herhangi bir menfaatin, büyük bir zarara yo! açtığı takdirde terkedilmesi
gerektiğine işaret etmektedir. Bir Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz şöyle
buyurmaktadır:
"Kişinin, anne ve
babasına sövmesi, büyük günahlardandır." Sahabiler: "Ey Allahm
Resulü, kişi nasıl olur da anne ve babasına söver?" diye sorunca
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kişi başkasının babasına söver, sövdüğü
adam da onun babasına söver. Ve başkasının annesine söver o da onun annesine
sö-ver. [144]
Bu âyetin izahında
Süddinin şunları söylediği rivayet edilmiştir: Ebu Talibin ölümü esnasında
Kureyşliler demişlerdir ki: "Haydin bu adamın yanına gidelim. Kardeşinin
oğlunun bize sataşmasını yasaklamasını isteyelim. Çünkü bizler, onun ölümünden
sonra yeğenini öldürmekten utanırız. Çünkü Araplar diyeceklerdir ki: Onu
öldürmelerine Ebu Talip engel oluyordu. O ölünce yeğenini öldürdüler." Ebu
Süfyan Ebu Cehil, Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef, Übey b. Halef, Ukbe b. Ebi
Muayf, Amr b. el-Ass ve Esved bir araya gelip "Muttalip" isimli
birini Ebu Talibe gönderdiler. Kendisini ziyaret için ondan izin istidiler.
Adam Ebu Talibin yanına vardı ve ona "Bunlar kavminin ileri gelenleridir.
Senin nin yanına gelmek
istiyorlar" dedi. Ebu Talib izin verdi . İçeri girdiler ve ona dediler ki:
"Ey Ebu Talib, sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Muhammed, bize de
ilahlarımıza da eziyet etti. Onu çağırıp bizim ilahlarımıza sataşmaktan' vaz
geçmesini, bizim de onu, ilahı ile başbaşa bırakmamızı emretmeni istiyoruz."
Bunun üzerine Ebu Talib Resulullahı çağırdı. Resulullah geldi. Ebu Talib ona:
"Bunlar senin kavmin ve amcalarının oğullarıdır." dedi. Resulullah:
"Ne istiyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Senin, bizi ve ilahlarımızı
bırakmanı, bizim de seni ve ilahını bırakmamızı istiyoruz" dediler. Ebu Talib,
Resulullaha "Kavmin sana insaflı davrandı. Onların bu tekliflerini kabul
et" dedi. Resulullah da buyurdu ki: "Söyleyin bana, eğer ben, bu
teklifinizi kabul edeceğime dair size söz verecek olsam sizler de, söylediğiniz
takdirde Araplara hakim olacağınız ve Arap olmayanları da haraç alarak boyun
eğdireceğiniz bir sözü söyleyeceğinize dair bana söz verir misiniz?" Ebu
Cehil dedi ki: "Baban hakkı için evet söyleriz ve onun on mislini de
söyleriz. O söz nedir?" Resulullah da dedi ki: "Lailahe illallah"
deyin" müşrikler bunu kabul etmediler. Yüzlerini astılar. Ebu Talib de
dedi ki: "Ey yeğenim, onun dışında başka bir söz söyle. Çünkü kavmin bu
sözden tedirgin oldu" Resulullah da dedi ki: "Ey amca, onlar güneşi
getirip sağ elime koysalar, yine de ben bunun dışında bir söz söylemem.'1
Resulullah bunu söyleyerek müşriklerin beklentilerinden vazgeçip ümide
kapılmamalarını istedi. Fakat onlar öfkelendiler, ve dediler ki "Ya
ilahlarımıza sövmekten vaz geçersin veya biz de sana' ve sana emir gönderene söveriz.."
İşte bu âyet bunu izah etmektedir. [145]
109-
Kendilerine bir mucize gelirse, ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır
ycnımleriylc Allaha yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah
katındadır." Onlara mucizeler geldiğinde dahi iman etmeyeceklerini sîz
nereden bileceksiniz?
Âyet-i kerimedeki
"Nereden bileceksiniz?., ifadesindeki muhatabın kim olduğu hakkında farklı
izahlar yapılmıştır. Mücahide göre burada kendilerine hitabedilen kimseler
müşriklerdir ve cümle burada sona ermektedir. Bundan sonra gelen cümle müstakil
bir cümledir. Müminlere durumu haber vermektedir. Bu izaha göre âyetin bu
kısmının mânâsı şöyledir: "Ey müşrikler, Allanın mucizeleri size
geldiğinde iman edeceğinizi nereden biliyorsunuz?" "Ey müminler, o
mucizeler onlara gelse de onlar iman etmeyeceklerdir."
Diğer bir kısım
âlimler ise buradaki muhatapların müminler olduğunu söylemişlerdir. Zira
müşrikler, kendilerine bir mucize geldiği takdirde iman edeceklerine dair yemin
edince müminler Resulullaha demişlerdir ki: "EyAlla-hın Resulü, sen
rabbinden bir mucize iste de müşrikler iman etsinler," Bunun üzerine Allah
teala bu âyeti kerimeyi indirmiş ve müminlere buyurmuştur ki: "Ey
müminler, o müşriklere, bu istedikleri mucizeler geldiğinde onların iman
edeceklerini nereden biliyorsunuz?" âyet-i bu şekilde izah eden alimler cümlesinin
başındaki bir pekiştirme edatı olduğunun ve olumsuzluk ifade etmediğini
"Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi[146]
âyetindeki gibi olduğunu söylemişlerdir.
Başka bir kısım
âlimler ise buradaki hitabın müminlere yapıldığını ancak şüphesiz ki"
ifadesinden maksadın "Belki de" mânâsında olduğunu söylemişlerdir.
Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve âyetin mânâsının şöyle olduğunu söylemistir:
"Ey müminler ne biliyorsunuz? Belki de bu müşriklere mucizeler geldiğinde
bunlar iman etmeyecekler böylece derhal cezalandırılacaklar, ertelenmeyeceklerdir."
Taberi, İbn-i Kâ'b'm
şöyle dediğini rivayet ediyor: "Resulullah (s.a.v.), birgün Kureyşlilerle
konuşuyordu, Onlar dediler ki: "Ey Muhammed, sen bizlere, Musanın âsâsı
bulunduğunu, onu taşa vurarak on iki göze fışkırttığını haber veriyorsun. Yine
sen, İsanın, ölüleri dirilttiğini, Semud kavmine mucize olarak bir Deve
verildiğini söylüyorsun. O halde sen de bize bazı mucizeler getir ki biz de
seni tasdik edelim" Resulullah (s.a.v.) "Size ne getirmemi
istersiniz? diye sorunca Kureyşliler: "Safa tepesini altın .yapmanı
istiyoruz" dediler. Resulullah onlara: "Şayet bunu yaparsam beni
tasdik eder misiniz?" diye sorunca dediler ki: "Evet, Allaha yemin
olsun ki eğer bunu yaparsan hepimiz sana tabi oluruz." Resulullah (s.a.v.)
Kalkıp dua etmeye başladı. Bunun üzerine Cebrail aleyhisse-lam geldi ve
Resulullaha şöyle dedi: "Dileğin yerine getirilecek. İstersen Safa tepesi
altın olacak. Fakat bir mucize gönderilir de buna rağmen iman etmezlerse biz
onlan mutlaka azaba uğratınz. İstersen bırak onları da tevbe edip imana gelenler
tevbe etmiş olsunlar." Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine dedi ki: "O
halde tevbe edenler tevbe etsin." İşte bunun üzerine bu âyet-i Kerime
nazil oldu[147]
110- Biz
onların kalblcrini ve gözlerini ters çevriririz de ilk defa ona iman
etmedikleri gibi şimdi de İman etmezler. Onları azgınlıkları içerisinde
bırakırız, bocalayıp dururlar.
Biz o müşriklerin
kalblerini imandan, gözlerini hakkı görmekten çeviririz de, daha önce Allaha ve
Resulüne iman etmedikleri gibi mucizeyi gördükten sonra da iman etmezler. Biz
onlan, azgınlıkları içerisinde bırakırız, bocalayıp dururlar. Ne hakka
ulaşırlar ne de doğruyu görürler. [148]
111- Eğer
biz onlara, Melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve herşeyi
karşılarında toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi,
fakat onların çoğu, bu hususta cehalet içindedirler.
Şayet biz o
müşriklere, gözleriyle görecekleri Melekleri indirseydik ve ölüleri diriltip te
onlar da senin Peygamberliğinin doğruluğunu ispat için kendileriyle konuşmuş
olsalardı ve herşeyi onların karşısına toplayacak olsaydık yine .de Allah
dilemedikçe iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu, herşeyin, Allanın
elinde olduğu hususunda cehalet içindedirler. îmanın, kendi ellerinde olduğunu
zannederler. Diledikleri zaman iman edeceklerini, dilediklerinde de imandan
çıkabilme hürriyetine sahip olduklarını sanırlar. Halbuki durum böyle değildir.
Ve Allah dilemedikçe onlar imana erişemezler.
Kafirler, iman etmek
için Resulullah (s.a.v.)'den çeşitli mucizeler gös-tennesini istemişlerdir. Şu
âyet-i Kerimeler bu hususları beyan etmektedir: "Kafirler şöyle derler:
"Bizim için yerden, suyu kesilmeyen bir kaynak'çıkarmadıkça sana iman
etmeyeceğiz" "Veya içinde üzüm ve hurma bulunan bir bahçen olsun,
ortasından şarıl şanl ırmaklar akıt. Yahut zannettiğin gibi, göğü başımıza
parça parça düşür veya Allahı ve Melekleri karşımıza getir." "Yahut
altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allahtan, Peygamber olduğunu
yazan, okuyabildiğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız.., [149]
Görüldüğü gibi,
açıklaması yapılan bu âyette, kâfirlerin bu işlekleri yerine getirilse bile,
Allah dilemedikçe yine de İman etmeyecekleri bildirilmektedir. [150]
112- Sana
yaptığımız gibi her Peygamber için de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar
yaratmıştık. Bunlar birbirlerine, aldatmak için süslü sözler fısıldarlar. Eğer
rabbin dilemiş olsaydı, bunu yapamazlardı. Onları iftiraları ile başbaşa bırak.
Ey Muhammed. kavminin
müşriklerinden olan şu düşmanlarla seni imtihan ettiğimiz gibi senden önce
gelen Peygamberleri de imtihan etmiş, onlara eziyet veren insan ve cin
şeytanlarını onlara düşman yapmıştık. Bu şeytanların bir kısmı, süsledikleri
batıl sözleri diğerlerine fısıldarlar ki bunları işitenler Al-lahin yolundan
sapsınlar. Eğer rabbin dileyecek olsaydı elbette ki bunların, Peygamberlere
karşı olan kötülük ve eziyetlerini bertaraf ederdi ve bunu yapamazlardı. Bırak
onları, iftiralanyla başbaşa kalsınlar. Onlara tahammül et. Çünkü onların
cezalandırılması bana aittir.
Müfessirler, bu âyette
zikredilen "İnsan, ve Cin şeytanlarından" neyin kast edildiğini
hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
Süddi ve İkrimeye
göre, insanların şeytanlarından maksat, şeytanlardan, insanlara musallat olan
ve onlarla beraber bulunan şeytanlardır. Cinlerin şeytanlarından maksat da,
cinlere musallat olan ve onlarla beraber bulunan şeytanlardır.
Görüldüğü gibi bunlara
göre şeytanlar, İblisin çocuklarıdır. İnsanların ve cinlerin herhangi bir türü,
şeytan değildir.
Âyet-i kerimede,
insanlara musallat olan şeytanlarla Cinlere musallat olan şeytanların,
birbirlerine bir kısım yaldızlı sözleri fısıldadıkları ve Peygamberlere her
iki sınıfın da düşman kılındıkları bildirilmiştir.
Taberi bu izah şeklini
anlamanın herhangi bir yolunun bulunmadığını söylemiştir. Çünkü İblis ve onun
bütün çocukları, sadece Peygamberlerine değil Ademoğullarının hepsine
düşmandırlar. Allah teala bu âyette, özellikle Peygamberlere düşman olan
şeytanları zikrettiğine göre buradaki şeytanlardan maksadın, sadece İblisin
soyundan olan şeytanlar olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki,
buradaki, insanların şeytanlarından maksat, insanların azgınları, cinlerin
şeytanlarından maksat da cinlerin azgınlarıdır. Nitekim bu hususta Ebu Zer
el-"Ğifarî'nin şöyle dediği rivayet edilir:
"Ben, Resuîullah
(s.a.v.)'e geldim. Resulullah mescitte bulunuyordu. Ben de oturdum. Bana:
"Ey Eba Zer, namaz kıldın mı?" buyurdu. "Hayır" dedim.
"Kalk namazı kıl" dedi. Kalktım namaz kıldım sonra oturdum.
Resulullah: "Ey Eba Zer, insanların ve Cinlerin şeytanlarından Allaha
sığın." dedi. Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, insanların da Şeytanı var
mı?" Resulullah "Evet" buyurdu.
[151]
113- Bir de
âhirete iman etmeyenlerin kalblcri, o süslü söze meyletsin, ondan hoşlansın ve
işleyecekleri suçu işlesinler diye böyle yaparlar.
Bu insan ve Cin
şeytanlarından bazdan, diğerlerine bâtıl sözleri süslü bir şekilde fısıldarlar
ki. Peygamberlere tabi olan müminleri aldatıp yoldan çıkarsınlar, âhirete iman
etmeyenlerin kalbleri de o sözlere meyletsin, o sözler hoşuna gitsin ve kötü
amelleri işlemeye devam etsinler. [152]
114- Size
kitabı genişçe açıklanmış olarak indirmişken, Allatılan başka hakem mi
ariyayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur'anın, gerçekten rabbin
tarafından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe
edenlerden olma.
Ey Muhammed, bu
müşriklere de ki: "Altahtan başka daha adeletli bir hakem mi ariyayım?
Halbuki o size, hükümleri açıklayan Kur'ant gönderdi. Kendilerine Tevrat ve
İncili verdiğimiz kitap ehli, Kur'an'in, rabbin tarafından indirilen bir gerçek
olduğunu bilirler. O halde sen, sana anlattığımız şeyler hususunda şüphe
edenlerden olma. [153]
115-
Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamam oldu. Onun sözlerini
değiştirecek kimse yoktur. O, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
Rabbinin sözü olan
Kur'an âyetleri, vermiş olduğu haberlerin doğruluğu ve getirmiş olduğu
hükümlerin adaletli olması bakımından tam kemale ermiştir. Rabbinin, kitabında
bildirmiş olduğu sözlerini değiştirecek hiçbir güç yoktur. O, kullarının
sözlerini çok iyi işiten ve hallerini çok iyi bilendir. [154]
116- Eğer
ycryüzündckilcrin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü
onlar sadece "Zan'a uyarlar ve sadece tahmin yürütürler.
Bu âyet-i Kerime,
yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunun görüşünün hakkı temsil etmediğini,
çünkü bunların birtakım hayal ve kuruntulara dayandığını, bu itibarla
çoğunluğun, doğru olmayan görüşüne uyuldtığu takdirde, insanları Allanın
yolundan saptıracaklarını bizlere Öğretmekte, azınlık tarafından benimsenmiş
olsa da, gerçeğe uymak gerektiğini bildirmektedir. O halde "Çoğunluk böyle
düşünüyor öyleyse bu doğrudur" mantığı geçersizdir. [155]
117- Şüphesiz
ki rabbin, yolundan kimin saptığını çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da
çok iyi bilir.
Ey Muhammed, senin,
putian Allaha denk tutan bu müşriklere uymanı yasaklayan rabbin, doğru yolundan
kimlerin saptıklarını senden de diğer bütün yaratıklardan da çok iyi bilir.
Doğru yolda olanları da herkesten daha iyi bilir. O halde ey Resulüm, sana
emrettiklerime uy ve yasakladıklarımdan kaçın. Sana karşı çıkanlara aldırma.
Zira ben, yarattıklarımı çok iyi bilmekteyim. [156]
118- Eğer,
Allanın âyetlerine iman ediyorsanız, Allahin adı zikredilerek kesilen
hayvanlardan yeyin.
Ey Müminler, eğer
gerçekten, Allanın âyetleri olan Kur'ana iman ediyorsanız, üzerine Allanın
ismi anılarak sizin tarafınızdan veya ehl-i kitap tarafından kesilen
hayvanlardan yeyin. Putperestlerin kestiklerini yemeyin. [157]
119- Size ne
oluyor da, üzerine Allanın adı zikredilerek kesilenlerden yemiyorsunuz? Halbuki
o sîze, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri geniş olarak
açıklamıştır. Doğrusu, birçokları heveslerine uyarak, hiçbir ilme
dayanmaksızın, insanları doğru yoldan saptırırlar. Muhakkak kî rabbin, haddi
tecavüz edenleri çok iyi bilir.
Ey insanlar size ne
oluyor da üzerine Allahm İsmi zikredilerek kesilen hayvanların etinden
yemiyorsunuz? Halbuki Allah sizlere haram kılmış olduğu şeyleri genişçe
açıklamıştır. Zaruret halinde bulunursanız haram olan şeylerden zaruret
miktannea yemeniz caizdir. Birçokları hiçbir bilgiye dayanmadan sırf heva ve
heveslerine uyarak insanları doğru yoklan saptırırlar. Leşlerin ve üzerine
Allanın adı anılmayarak kesilen hayvanların etlerinin helal olduğunu söylerler.
Şüphesiz ki rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir. Ve onları ona güre cezalandıracaktır. [158]
120- Günahın
açığını da gizlisini de terkedin. Şüphesiz ki günah kazananlar, yaptıklarından
dolayı cezalandırılacaklardır.
Ey insanlar, gizli
olsun açık olsun, Allaha karşı günah işlemekten kaçının Çünkü Allanın yasak
kılmış olduğu günahları işleyenler, kıyamet gününde bunun cezasını
göreceklerdir.
Müfessirler, burada
zikredilen, günahın açığından hangi günahların ve gizlisinden hangi günahların
kastedildiği hususunda farklı izahlarda bulunmuşlardır.
a) Said b. Cübeyre göre burada ifade edilen,
açık günahlardan maksat, Allah tealanin, evlenmelerini Nisa suresinin yirmi
ikinci ve yirmi üçüncü âyetlerinde haram kıldığı kadınlarla evlenmektir. Gizli
olan günahlardan maksat ise zina etmektir.
b) Süddi, Dehhak ve Mücahide göre ise açık
günahtan maksat, cahil iye döneminde fuhuş yapmak için bayrak asıp açıkça ilan
eden kadınlarla zina etmektir. Gizli günahtan maksat ise, bir kısım kadınları
dost edinerek gizlice zina etmektir.
c) İbn-i
Zeyd'e göre ise, açık günahtan maksat, Kabeyi tavaf ederken, soyunmak ve avret
mahallini Örtecek bir şey giymemektir. Gizli günahtan maksat ise zina etmektir.
Taberi, âyetin umumi
ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığı gibi açık ve gizli yapılan diğer bütün
günahları da kapsadığını söylemiştir. [159]
121-
Kesilirken üzerine Allahm adı zikredilmeyen hayvanları yemeyin. Bunu yapmak,
Allahm yolundan çıkmaktır. Şüphesiz ki Şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri
için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara uyarsanız muhakkak ki Allaha ortak
koşanlardan olursunuz.
Ey iman edenler,
kendiliğinden ölmesi sebebiyle veya sizin yahut ehli kitabın kesmesi
sebebiyle, kesilirken üzerine Allahm ismi anılmayan veya müşrikler onları
putları için kestiklerinden üzerlerine Allahm ismi anılmayan hayvanlardan
yemeyin. Üzerine Allahm ismi anılmayarak kesilen hayvanlardan yemek, Allaha
itaatten ayrılmaktır, {'aşıklıktır. Şüphesiz ki bir kısım şeytanlar, kendi
dostlarına vesveseliler verirler ki, o dostları sizinle, Allahm ismi anılmayarak
kesilen hayvanların yenebileceği hususunda tanışsınlar. "Kendi kestiğinizi
yiyorsunuz da Allahm öldürdüğünü niçin yemiyorsunuz?" şeklinde konuşsunlar.
Eğer sizler, şeytanlara ve dostlarına itaat edecek olursanız şüphesiz ki
sizler, müşrikler olursunuz.
Müfessirlcr,
kesilirken üzerlerinde Allahm ismi anılmayan hayvanların yenmelerini yasaklayan
bu âyetle neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a) Ata'ya
göre bu âyet-i kerime Arapların putları için kestikleri hayvanların
yenilmelerinin yasak olduğunu bildirmektedir.
b) Abdullah
b. Abbas'a göre ise bu âyet, kesilmeden ölen hayvanların yenmelerinin yasak
okluğunu bildirmektedir.
c) Muhammet!
b. Şîrîn ve Abdullah b. Yezid el-Hitmî'ye göre bu âyet-i kerime kasıtlı olsun
kasıtsız olsun, kesilirken üzerine Allanın ismi anılmayan bütün hayvanların
yenilemeyeceklerini bildi mı iştir.
Taberi diyor ki:
"Bu hususta doğru olan görüş şudur: "Allah teala bu âyet-i kerime
ile, putlar için kesilen hayvanları kendiliğinden ölen hayvanları ve kestiği
yenmeyen bir kimse tarafından kesilen hayvanları kastetmiş ve bunların
yenilmeyeceklerini beyan etmiştir.
Müslüman bir kimsenin,
unutarak, besmele çekmeksizin kesmiş olduğu hayvanın etinin yenilemeyeceğini
söyleyenlerin görüşüne gelince, bu görüş şaz bir görüş olduğundan ve güvenilir
kimselerin bu şekilde kesilen hayvanların helal olduklarına dair olan
ittifaklarına ters düştüğünden, itibar edilmeyen bir görüştür.
Âyet-i kerimede,
üzerine Aİlahm ismi anılmadan kesilen hayvanın veya leşin yenilmesinin fasıkiık
olduğu zikredilmektedir.
Abdullah b. Abbasa
göre buradaki faşıklıktan maksat, günahkar olmaktır. Diğer bir kısım âlimlere
göre ise dinden çıkıp kafir olmaktır.
Âyet-i kerimede:
"Şüphesiz ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, dostlarına
fısıldarlar... Duyurulmaktadır.
Müfessirler burada
zikredilen şeytanlardan ve şeytanların vesvese verdiği dostlarından kimlerin
kastedildiği hususunda farklı görüşlerikretmişlerdir:
a) lkrimeye
göre, burada zikredilen şeytanlardan maksat, insanlardır. Bunlar da Farslar ve
onların dininde olan ateşperestlerdir. Şeytanların dostlarından maksat ise
Kureyş müşrikleridir. Farslar Kureş müşriklerine mektup yazarak Resulullahla
şöyle tartışmalarını istemişlerdir. "Siz Ali ahin emrine uyduğunuzu
zannediyorsunuz. Bununla birlikte Aİlahm altın bıçakla kesip öldürdüğünü
yemiyor, kendi kestiğinizi yiyorsunuz. "İşte burada şeytanlık yapanlar
Farslar-dır. Onların dostları ise kendileriyle antlaşmalı olan Kureyş müşrikleridir.
Onlara söylenen yaldızlı sözler ise, "Aİlahm kestiğini yemiyor, kendi
kestiğinizi yiyorsunuz." şeklindeki sözleridir.
b) İkrime,
Abdullah b. Abbas, Had remi, Dehhak, Mücahit!, Katade ve Süddiden nakledilen
diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen şeytanlardan maksat,İblisin soyundan
gelen gerçek şeytanlardır. Şeytanların dostlarından maksat ise onların
vesveselerine uyan Kureyş müşrikleridir.
Bu hususta İkrime
diyor ki: "Müşriklerden bazı-insanlar Resulullaha geldiler ve ona dediler
ki: "Söyler misin bize, ölen bir koyunu kim öldürmüştür? Resulü İlah da
dedi ki: "Allah öltlümıüştür. "Müşrikler de dediler ki: "Sen,
kendi öldürdüğü ve arkadaşlarının öldürdüğünü helal, Aİlahm Öldürdüğünü ise
haram sayıyorsun ha?"
İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Bir kısım
insanlar Resulullaha geldiler ve dediler ki: "Ey Aliahın Resulü, biz
kendi öldürdüğümüzü yiyor, Aliahın öldürdüğünü ise yemiyoruz." İşte bunun
üzerine Allah teala bundan öncekini ve bu âyeti indirdi[160]
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre, burada zikredilen şeytanlardan maksat, gerçek
şeytanlar, onların dostlarından maksat ise Yalnıdi-lerdir. Yahudiler,
Resulullaha gelerek "Kendi öldürdüğümüzü yiyor, Aİlahm öldürdüğünü ise
yemiyoruz, bu nasıl oluyor?" demişler, bunun üzerine de bu âyet nazil
olmuştur.
Taberi diyor ki:
"Doğru olan görüş burada şunu söylemektir: "Allah teala* burada,
leşin yenileceği hususunda müminlerle tartışmaları için, bazı şeytanların,
kendi dostlarına vesvese verdiklerini bildirmiştir. Bu şeytanlar, bir kısım azgın
insanlar olabilir, ki bunlar, insanlardan dost edindiklerine leşin yenileceği
hususunda tartışmalar için onlara vesvese verirler. Bu şeytanlar, gerçek şeytanlar
da olabilirler ki bunlar da, insanlardan olan dostlarına bu gibi vesveseleri verirler.
Her iki cinsten olan şeytanların birbirleriyle yardımlaşmış olmaları da
muhtemeldir. Nitekim bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Sana yaptığımız gibi her peygamber için de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar
yaratmıştık[161]
Taberi diyor ki:
"Bu âyet-i kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş
zikredilmiştir:
Hasan-ı Basri ve
İkrimeye göre bu âyet-i kerime mensuhtur Ehl-i Kitabın
kestiğinin
yenileceğini belirten âyet bunu neshetmiştir.
Âlimlerin çoğunluğuna
göre ise bu âyet-i kerime mensuh değildir, muhkemdir. Ehl-i kitabın
kestiklerinin yenilmesi, başka bir âyette zikredilmiş, o âyet ise bunu
neshetmemiştir.
Taberi sözlerine
devamla diyor ki, "Doğru okın görüş, bu âyetin mensuh olmadığını söyleyen
görüştür. Zira, ehl-i kitabın kestiğinin yenileceğini beyan eden âyetle bu âyet
arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Allah teala bu âyetle
bizlere, leş'in ve pullar için kesilenlerin yenilemeyeceklerini bildirmiştir.
Ehl-i kitap ise, kendilerine kitap verilen kimselerdir. Onlar bu kitapların
hükümleriyle amel ederler. Müslümanlar hayvanları kendi dinlerine göre
kestikleri gibi onlar da kendi dinlerine göre keserler. Kestikleri hayvanların
üzerine besmele çekip çekmemeleri önemli değildir. Ancak, hayvanı kesen kimse,
kestiği hayvanın üzerine besmele çekmeyi. Allanın sıfatlarının bulunmadığı
kanaatıyla veya AMahtan başka bir şeye taptığından dolayı terkedecek olursa. İşte
böyle bir kimsenin kestiğini yemek haramdır. Böyle bir kimse besmele çekse bile
kestiği yenmez. [162]
122- Ölü
iken (hidayetle) diriltip kendisine insanlar arasında yürüyecek bir nur
verdiğimiz bir kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan çıkmayan kimse gibi midir?
İşte kâfirlere, yaptıkları böyle süslü gösterildi.
İnkâr içinde
bulunduğundan, ölü gibi olduğu halde, kendisine iman nasip ederek dirilttiğimiz
ve kendisine insanlar arasında onunla yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse,
kâfirlikte devam ettiği için, inkârın karanlıkları içerisinde kalım, ondan
çıkıp hidayete eremeyen kimse gibi midin? Elbette ki bunlar eşit değildirler.
Kafirlere, yapmış oldukları ameller süslü gösterilmiştir.
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Bu âyet, Hz. Hamza ile Ebu Cehili anlatmaktadır. Zira birgiin Ebu Cehil,
Resulullahın üzerine Deve işkembesi atmış bu durum Hz. Hamzaya bildirilmiş,
henüz Müslüman olmayan Hamza avdan döndüğü bir sırada imiş ve elinde ok ve
yayı bulunuyormuş. Hamza Ebu Cehile gidip onu elindeki yayla dövmeye başlamış.
Ebu Cehil ise ona yalvararak demiştir ki: "Ey Ebu Ya'Iâ, Muhammedin, bizi
geri zekalı olarak görmesini, ilahlarımıza sövmesini, atalarımıza karşı
çıkmasını görmüyor musun? Hamza da şu cevabı vermişti: "Sizden daha
beyinsiz kim var'? Allahi bırakıp tanrı diye taşlara tapıyorsunuz.
Ben şehadet ederim ki
Allah tan başka ilah yoktur. Onun hiçbir ortağı yoktur. Muhammed de onun kulu
ve Peygamberidir."
Mukatil, bu âyetin
Resulullah ile Ebu Cehil hakkında indiğini, İkrivne de âyetin, Ammar b. Yâsir ile
Ebu Cehil hakkında indiğini, Dehhak ise, Hz. Ömer ile Ebu Cehil hakkında
indiğini söylemişlerdir.
Aslında âvetin hükmü
«zencidir. Her Mümin ve kâfiri kapsamaktadır. [163]
123- Böylece
biz, her ülkenin ileri gelenlerini oranın .suçluları yaptık ki orada tuzaklar
kursunlar. Halbuki onlar sadece kendi aleyhlerine tuzak kurarlar. Fakat bunun
farkında değildirler.
Biz, kafirlere,
yaptıkların! süslü gösterdiğimiz gibi, her şehrin ileri gelenlerini de oranın,
Allaha ortak koşan ve isyan eden suçluları kıldık. Böylece insanları
aldatsınlar, bâtıl sözleriyle ve tutarsız davranışlarıyla onları kandırmış
olsunlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Allah onlan
kontrol altında bulundurmaktadır. Onlar ise bunu hissetmezler. Allahın, kendileri
için nasıl bir yakıcı azap hazırladığını nereden hissedecekler?
Nisaburî,
"Garâibül Kuran" adlı tefsirinde, Zeccacm. memleketin ileri
gelenlerinin suçlular olması durumunu şöyle izah ettiğini anlatıyor:
"İleri gelenler suçludur. Çünkü ihanet etmeye, tuzak kurmaya, asılsız
şeyleri insanlar arasında yaymaya, diğer insanlardan daha fazla güç
yetirebilirler. Bir de kişinin malının çokluğu veya mevkiinin yüksekliği, onun
azmasına ve bunları muhafaza için her çareye başvurmasına, hatta, aldatma,
ihanet etme, yalan söyleme, aleyhte konuşma, laf taşıma, yalan yere yemin etme
gibi bir kısım ahlaksızlıkları işlemesine sebep olur. Dolayısıyle ülkesinin
azgınlarından olur.
Bu hususta Allah
teala, îsra suresinin onaltmcı âyetinde şöyle buyuruyor: "Biz, bir ülkeyi
yok etmeyi dilediğimizde oranın zevk düşkünlerine hakka uymalarını emrederiz.
Fakat onlar, dinlemeyip yoldan çıkarlar. Artık o ülke yok olmayı hak eder biz
de o ülkeyi tamamen helak ederiz." [164]
124- Onlara
bir âyet geldiği zaman: "Allahın Peygamberlerine verilenin aynısı bize de
verilmedikçe iman etmeyiz" derler. Allah, Peygamberliğini nereye
vereceğini daha iyi bilir. Suçlu olanlara, yaptıkları hiylclcrin-den dolayı,
Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir.
O müşriklere, Allah
tarafından, Muhammedin Peygamberliğinin doğru olduğunu gösteren bir delil
geldiği zaman onlar: "Allahın Peygamberlerine verilen mucizeler bize de
verilmedikçe onun Peygamberliğine asla iman etmeyiz" derler. Kimin
Peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve Peygamberliğini ona
verir. Peygambere iman etmeyen suçlulara ise, İslama ve Müslümanlara karşı
tuzak kurmaları sebebiyle Allah katında bir zillet ve şiddetli bir azap vardır. [165]
125- Allah,
kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslama açar. Kimi de saptırmak
isterse sanki göğe yükseliyormuş gibi gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. İşte
böylece Allah, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır.
Allah, kimi doğru yola
kavuşturmayı dilerse, gönlünü İslama açar, kalbini onunla nurlandınr. Ve
ufkunu onunla genişletir. Kimi de saptırmayı dilerse gönlünü dar ve sıkıntılı
kılar. Oraya iman nuru girmez, öğütler ulaşamaz. Böyle bir insan, çektiği
sıkıntı bakımından sanki göğe yukarı tırmanan birisidir. İşte böylece Allah
teala, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır. Şeytanı onlara musallat kılar,
ve murdarlıklara ve belalara uğratır.
Âyet-i Kerimede,
hidayete eriştirilen kimsenin göğsünün ve gönlünün İslama açılacağı
zikredilmektedir. Sahabe-i Kiram bu âyetin mânâsını, Peygamber Efendimizden
sorarak: "Ey Allahın Resulü, hidayete eren kişinin göğsü nasıl
açılır?" demişler, Resulullah da onlara şu cevabı vermiştir. "İslam
bir nur olarak onların gönlüne konur, onların gönlü de bu nur ile açılır,
huzura kavuşur. Sahabiler: "Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır Ey
Allahın Resulü?" diye sormuşlar. Resulullah da: "Ebedî yurda
yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona
hazırlanmaktır" buyurmuştur."
Âyet-i Kerimede,
Allahın Allahın saptırdığı kişinin, hırçın, ufku dar biri olacağı, âdeta göğe
tırmanır bir halde olacağı beyan edilmektedir.
Âyet-i kerimenin
sonunda "Rics" kelimesi geçmektedir. Abdullah b. Ab-bas bunun
mânâsının "Şeytan" olduğunu söylemekte, Mücahit "Kendisinde herhangi
bir hayır bulunmayan şey" olduğunu bildirmekte, Abdurrahman b. Zeyd ise
bundan maksadın, azap olduğunu söylemektedir. Taberi ise bu son görüşü tercih
etmiştir.
Taberiye göre buradaki
"Rics" kelimesinden maksat, "Necis" demektir. Çünkü
Resulullah (s.a.v.) şu hadis-i şerifinde "Rics"i, Necis manasında
kullanmıştır. Resulullah buyurmuştur ki; "Sizden biriniz tuvalete
girdiğinde şunu söylemekten üşenmesin: "Ey Allahım, murdar olan, necis
olan, pis olan ve pislikten, o kovulmuş şeytanın şerrinden sana
sığınırım." [166]
126- İşte
rabbinin doğru yolu budur. Şüphesiz biz, hatırlayıp ibret alan bir kavim için
âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
Rabbinin, kullan için
seçtiği din işte budur. Dosdoğrudur. Bunda hiçbir eğrilik yoktur. Biz, âyet ve
delillerimizi, düşünüp ibret alan bir topluluk için açıkladık.
Âyet-i Kerimede:
"Hatırlayıp ibret alan bir kavim" zikredilmektedir. Çünkü Hakkı
bâtıldan, gerçeği gerçek olmayandan ayıracak olanlar bu kavimden olanlardır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Bu Kıır'an,
Allahın sağlam bir ipidir, hikmet dolu bir zikirdir. Ve dosdoğru bir yoldur. [167]
127-
Rablerinin katında onlara güven yurdu olan Cennet vardır. Yaptıkları iyi
amelden dolayı, Allah onların dostudur.
Allahın âyetlerini
düşünen, onlardan ibret alan, onların ifade ettikleri mânâların inceliklerine inen
o topluluk için, rableri katında. Selamet yurdu olan Cennet vardır. Allah,
yapmış oldukları amellerden dolayı onların dostudur. [168]
128- Allah
onların hepsini bir araya topladığı gün, cinlere: "Ey Cin topluluğu,
insanların çoğunu yoldan çıkardınız." der. İnsanlardan, Cinlerin dostu
olanlar da şöyle derler: "Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık.
Nihayet bize tayin ettiğin vademize ulaştık." Allah da: "Sizin durağınız
Cehennemdir. Orada Allahın dilemesi müstesna, ebedî olarak kalacaksınız."
der. Şüphesiz rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi çok iyi bilendir.
Allah, kıyamet gününde
müşrikleri, dostları olan Cin şeytanlarıyla bir araya topladığı zaman onlara:
"Ey Cin topluluğu, şüphesiz ki insanlardan birçoğunu saptırdınız."
diyecektir. Cinlerin, insanlardan olan dostlun ise şöyle derler: "Ey
rabbimiz, dünyada biz birbirimizden faydalandık ve senin, ölümümüz için tayin
ettiğin vakte ulaştık. "Allah da onlara: "Sizin vanp kalacağınız yer
Cehennem ateşidir, orada ebedi olarak kalacaksınız. Allahmdilemiş olduğu süre
hariç. O da kabirlerinizden çırıp Cehennem ateşine varacağınız zamandır."
der. Şüphesiz ki rabbin, yaratıklarının işlerini zevk ve idare etmekte hüküm
ve hikmet sahibidir ve onları çok iyi bilmektedir.
Ayet-ı Kerimede geçen
"Birbirimizden faydalandık." ifadesinden maksat, Şeytanların,
insanlara şehvani şeyleri süslü göstermeleri ve haramları yaldızlamalarıdır.
Şeytanların insanlardan faydalanmaları ise, insanların kendilerine itaat
etmeleri, sözlerini dinlemeleri ve şeytanların, insanları sevk ve idare-denler
haline gelmeleridir. [169]
129- İşte
biz böylece, kazandıkları günahlardım dolayı zalimlerin bir kısmını, diğer bir
kısmının başına dikeriz.
İnsanların zarara
uğrayanlarını, kemlilerini aldatan Cin taifesiyle dostlar kıldığımız gibi,
zalimleri de zulüm ve azgınlıklarının'cezası olarak birbirlerine musallat
ederiz. Onları birbirleriyle helak eder ve onlan birbirine düşürerek intikam
alırız.
Diğer bir âyet-i
kerimede de şöyle buyuruluyor: "Kim, rahman olan Al-Uthf anmaktan
yüzçevîrirse, biz ona. bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan her zaman
onunla beraberdir. [170]
130-
"Ey Cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi okuyan ve sizi,
bugününüze kavuşacağınız hususunda uyaran Peygamberler gelmedi mi? Onlar:
"Kendi aleyhimize şahidiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve
kendi aleyhlerine, kâfir olduklarına dair .şahitlik ettiler.
Allah teala, kıyamet
gününde cin ve insanların kafirlerini bir araya toplayarak onları kınamak için
şöyle buyuracaktır: "Ey Cin ve İnsan topluluğu, size içinizden, âyetlerimi
anlatan ve sizi bugünle karşılaşacağınız hususunda uyaran Peygamberler gelmedi
mi? Yaptıklarınızın yanlış olduğuna dair sizi uyarmadı mı'.' A) ııı şekilde
devam ettiğiniz takdirde azabımla karşılaşacağınızı sizlere bil-dirmed ler mi
de hiç düşünüp ibret almadınız bı?
Hu iki topluluktan
kâfirler şu cevabı vereceklerdir: "Evet, Peygamberlerinin bize gelip
senin emir ve yasaklanın tebliğ ettiklerini itiraf ediyor ve kendi aleyhin.ize
şahitlik yapıyoruz"
I vet, bunları dünya
hayatının süsleri aldatmıştır. Bunlar, kendi aleyhlerine, kâfi. oldukianna
dair şahitlik etmiş olacaklar ve suçlanın itiraf edeceklerdir.
Müfessirler, cinlere
bizzat kendilerinden Peygamberler gönderilip gönderilmediği hususunda iki
görüş zikretmişlerdir.
a) Dehhaka
göre, insanlara, insanlardan Peygamberler gönderildiği gibi Cinlere de
cinlerden Peygamberler gönderilmiştir. Çünkü bu âyet-i kerimede "Ey cin ve
insan topluluğu, içinizden size, âyetlerimi okuyan ve sizi, bu gününüze
kavuşacağınız hususunda uyaran, Peygamberler gelmedi mi?" buyurul-:nuş,
onlar da geldiğini itiraf etmişlerdir.
b) İbn-i
Cüreyce göre ise cinlere cinlerden peygamberle(gönderilmemiş-ti . Çtnkü Allah
teala, cin taifesinden hiçbir peygamber göndermemiştir. Ancak ci.ilere.
insar,!ara gönderilen peygamberler tarafından vazifelendirilen uyarıcılar
gifnişt.r. Bunlar Kuranı işittikten sonra gidip kavimlerini uyarmışlardır. Bu
iye tt\ cinlerden de Peygamberler gönderildiği zannına kapılmak mümkün ise . i
aslıncuı onlardan peygamber gönderilmemiş, cin ve insan taifelerinin birin-tK
n, ,ıer it i topluluğa da Peygamber gönderilmiş, bu nedenle cin ve insan birlikte
'.ik:edilmi§tir. [171]
131- Bu
böjlcdir. Çünkü rabbin bir ülkeyi, halkı gaflette iken haksız yere helak edici
değildir.
Bu iş I ylt-lı:'. Tiz,
Peygamberler gönderdik. Bu Peygamberler vasıtasıyla cinleri ve iivanlurı.
Çünkü senin rabbin, halkı uyanîmamış olan gaf--let içindeki bir iı. eyi Ivks-z
yere helak etmez.
Ayette geç t "Rabbı.ı bir ülkeyi haksız yere helak
edici değildir" ifadesi iki şekilde izah edilmiştir.
Birinci izah şöyledir
"Rabbin kendisine ortak koşarak zulme düşen bir ülkeyi derhal helak
etmez. Onlara peygamberler gönderir ve kendilerini uyarır. Eğer vazgeçmezlerse
ondan sonra onları helak eder. Ta ki onlar, "Biz herhangi bir müjdeleyen
ve uyaran gelmedi." demesinler. Bu izaha göre haksızlık yapma, ülkenin
sıfatı olmaktadır.
İkinci izah şekli de
şöyledir: "Rabbin, bir ülkeyi, peygamberler, mucizeler ve ibretler
gönderip uyarmadan önce o ülke halkını suçsuz olarak helak etmez. Zira Allah,
kullarına aslu zulmetmez." Bu izaha göre haksızlık yapma, Rabbin
sıfatıdır.
Taberani birinci izah
tarzının âyet-i kerimenin üslubuna daha uygun olduğunu ve bu itibarla da
tercihe şayan olduğunu söylemiştir.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye
azap etmeyiz. [172]Hiçbir ümmet yoktur ki
içinde bir uyarıcı bulunmuş olmasın. [173]
132-
Herkesin, yaptığı işlerden dolayı dereceleri vardır. Rabbin, onların
yaptıklarından habersiz değildir.
Her amel edenin
yaptığı hayır veya şer işlerine göre dereceleri vardır. Rabbin, bunların
yaptıklarından gafil değildir. Ve herkesi ameline göre mükafa-atlandırstn veya
cezalandırsın diye amellerini tesbit ettirmektedir. [174]
133- Rabbin
hiçbir şeye muhtaç değildir. Merhamet sahihidir. Sizi, başka bir kavmin
soyundan yetirdiği gibi, dilerse .sizi de yok edip, sizden sonra yerini/e
dilediğini getirir.
Ey Muhammed, rabbin.
yarattıklarına asla muhtaç değildir. Aksine o. yarattıklarına lütul'ta
bulunmaktadır, merhamet sahibidir. Eğer rabbmizin emirlerine kan;] gelirseniz,
sizden evvelki toplulukları yok edip yerlerine onların suyundan sizi getirdiği
gibi, sizi de yok edip yerlerinize dilciliğini getirir.
Allah teakı. bu âyel-i
Kerimede, mutlak kudret sahibi okluğunu, yarattıklarının kendisine muhtaç
olduklarını ve dilediği zaman, yasamakta olan toplulukları helak edip
yerlerine yem topluluklar getirebileceğini beyan ediyor. Ve. kullannın, başıboş
olmadıkları hususunda kendilerini uyarıyor.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle huyuruluyor. "İşte sizler, Allah yolunda mallarınızı
harcamaya davet ediliyorsunuz. Amma içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim.
cimrilik ederse, kendine cimrilik etmiş olur. Allah, hiçbir s. e ye muhtaç
değildir, amma sizler muhtaçsınız. Eğer haktan yuzçevirirseniz, Allah, yerinize
başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar. [175]Ey
insanlar, sizler. Allaha muhtaçsınız, Allah İse hiçbir şeye muhtaç değildir.
Övülmeye layıktır." "Eğer dilerse sizi yok eder de yerinize yeni
varlıklar gelirir. [176]
134- Size vaadediicn
şeyier mutlaka gelecektir. Ve siz, Allahı âciz bırakamazsınız.
Şüphesiz ki âhirette
size geleceği vuadedilen ceza veya mükafa:ıtlar. mutlaka gerçekleşecektir.
Sizler bu hususta Allahı âciz bırakamazsınız. Çünkü sizler, onun hakimiyeti
altındasınız. O, sizleri, ölüp çürümenizden sonra bile aynen diri İtecektir. Ve
yaptıklannıza-göre hesaba çekecektir. [177]
135- Ey
Mııhammcd, de ki: "Ey kavmim, gücünüzün yettiğini yapın. Muhakkak ki ben
de yapacağım. Yakında o yurdun akıbetinin kimin olacağını bileceksiniz."
Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.
Ey Muhammed, kâfirlere
de ki: "Siz kendi yolunuzda gücünüzün yettiğini yapın. Ben de rabbimin
bana emrettiğini yapıyorum. Ahire! yurdunda güzel akıbetin kimin olacağım,
azabı gözünüzle görünce bilmiş olacaksınız. Şu da bir gerçektir ki. zalimler
kurtuluşa eremezler. [178]
136- Allahın
yarattığı ekin ve hayvanlardan ona pay ayırdılar ve kendi tutarsız zanlanna
güre: "Ru Allahındır. Şu da ortak koştııklarımı-zındır." dediler.
Ortakları için ayırdıkları, Allah için verilmezdi. Fakat Allah için
ayırdıkları, ortaklar! için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü.
Allaha ortak koşanlar,
Allahın yarattığı ekinlerden, hayvanlardan, Allah için belli paylar ayırdılar
ve tutarsız zanlanna göre: "Şu pay Allaha aittir, bu da AHaha ortak
koştuğumuz şeylere aittir." dediler. Ortak koştuklarının paylarına düşen
şeyleri muhafaza ettiler, ondan herhangi bir şeyi Allahın payına karıştırmadılar.
Allahın payına ayırdıkhın şeyler, ortak koştukları şeylerin paylarına karışınca
da aldırış etmediler. Ve "Allahın buna ihtiyacı yok." dediler. Vermiş
oldukları hüküm ve karar ne kötüdür.
Rivayet olunduğuna
göre, müşrikleri elde ettikleri tarım ürünlerinden ve yetiştirdikleri
hayvanlardan bir miktar Allah için bir miktar da diğer ilahlarına ayırırlardı.
Allah için ayırdıklarını misafirîeree fakirlere, diğer ilahları itin
ayırdıklarını da, o ilahların bakımına, onların huzurunda yapılacak âyine,
kesilecek kurbana ve hizmetçilere harcarlardı. Eğer, Allah için ayırdıkları
ürün ve hayvanlar çoğalır ve gelişirse, onları değiştirerek ilahlarına verir
fakat ilahlarına ayırdıkları çoğalır ve iyi gelişirse onları değiştirmez
ilahlarına bırakırlardı. İbn-i Zeyd'demiştir ki: "Müşrikler, Ailaha
ayırdıkları hayvanları kestiklerinde, onla-nn üzerine putların isimlerini
anmadan yemezlerdi. Putları için kestiklerini ise.
Allahın ismini
anmaksizın yerlerdi."
İşte âyet-i kerime,
onların bu anlamsız ve çirkin işlerine işaret etmektedir. [179]
137- Yine
ortak koştukları şeyler, müşriklerden çoğuna, çocuklarını öldürmeyi süslü
gösterdi ki, müşriklerin helak olmalarına ve dinlerinde şüpheye düşmelerine
sebep olsunlar. Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Ey Muhammcd, onları
iftiraları ile başbaşa bırak.
Allaha ortak koşulan
put ve şeytanlar, kendilerine tapanlara, ekin ve mallarının bir kısmını Allaha
bir kısmını da ortak koştuklarına ayırmalarını süslü gösterdikleri gibi yine bu
şeytanlar ve putlar, müşriklerden çoğuna, yaşamalarını şerefsizlik saydıkların
kızlarım, diri diri toprağa gömerek Öldürmelerini ve fakirlik korkusuyla
çocuklarım katletmelerini süslü göstermiştir. Böyle yapıyorlardı ki
kendilerine tapan bu şaşkın insanlar helak olsunlar ve dinlerinde şüpheye
düşüp doğru yoldan sapsınlar. Eğer Allah diteseydi, Allaha ortak koşanlar
bunları yapamazlar, çocuklarını öidüremezlerdi. Fakat Allah onları serbest bıraktı
onlar da şeytana uydular ve bunları yaptılar. Ey Muhammed, sen onları,
yaptıkları iftiralarla başbaşa bırak.
Müşrikler, bir
taraftan, kızlarının kaçırılıp cariye yapılacaklarından ror-karak ve bu sebeple
şereflerini korumak amacıyla kız çocuklarının doğmasını istemiyorlar, şayet
kızları doğarsa- onları diri diri toprağa gömdükleri oluyordu.
Bu hususta Allah teala
şöyle buyuruyor: "Onlardan biri kız çocuğu ile müjdelendiği zaman içi
öfkeyle dolar, yüzü simsiyah kesilir." "Kız çocuğunun kendisine
müjdelenmesinden utanarak halktan gizlenmeye çalışır ve şöyle düşünür: Kız
çocuğunu zillet ve ar pahasına korusun mu yoksa diri diri toprağa gömüp
öldürsün mü? Dikkat edin, verdikleri hüküm ne kötüdür. [180]
Diğer taraftan da
ellerine fırsat geçtiğinde başkalarının kızlarına ve namuslarına saldırmaktan
geri durmuyorlardı.
İslâm nizamı gelince
bu cahiliye âdetine son verdi. Masum olarak öldürülen bu yavruların hesabının
sorulacağını beyan etti. "Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi
suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman. [181]
"Herkes önceden hazırlayıp gönderdiğini görecektir. [182]
Evet, bu cinayetlerin
hesabı âhirette mutlaka sorulacaktır. [183]
138-
Müşrikler, bâtıl zanlarıyla: "Şu hayvanlarla ekinler yasaktır. Onları
sadece bizim istediklerimiz yiyecektir. Şu hayvanların da sırtları binmeye ve
yüklemeye haram kılınmıştır." dediler. Ayrıca bir kısım hayvanları da
(keserken) Allaha iftira ederek Allahın adını onların üzerine zikretmezler.
Allah onları, yaptıkları iftira sebebiyle cezalandıracaktır.
Bu cahil müşrikler,
tutarsız zankınyla şöyle dediler. "Şunlar, haram olan hayvanlar ve
ekinlerdir. Onlardan, ancak bizim istediğimiz kişiler yiyebilir."
Yine bunlar:
"Şunlar da bir kısım hayvanlardır ki, sırtlarına binilmek yasak
kılınmıştır," derlerdi. Yine Allaha iftira ederek bir kısım hayvanları da
kestiklerinde üzerlerine Allahın ismini anmıyorlardı. Putlarının ismini
anıyorlardı. Veya o hayvanların üzerine binerek Hacca girmiyorlardı yahut
Allaha karşı yalan uydurarak tunları sağdıklarında veya üzerlerine
bindiklerinde, Allahın adını anmıyorlardı. Allah onları, kendisine karşı
uydunnuş oldukları yalanlar sebebiyle cezalandıracaktır.
Müşrikler,
"Şunlar, haram olan hayvan ve ekinlerdir", derken putlarına
ayrıldıkları mallan veya "Bahire..." gibi hayvanları kastediyor.
"Onlardan ancak bizim istediğimiz kişiler yiyebilir" derken de
putlarını ve onların hizmetçilerini kastediyorlardı.
Yine müşrikler,
"Şunlar da bir kısım hayvanlardır ki sırtlarına binilmek yasak
kılınmıştır." diyorlardı ve bu hayvanları da, Bahîre, Sâibe, Vasile, ve
Hâm diye isimlendiriyorlardı. Bu hususta
daha geniş bilgi, muide suresinin yüz-çüncü âyetinde verilmiştir. Oraya
bakılabilir. Üzerlerine Allanın adının anılma-dığı hayvanlaüan maksat ise,
üzerlerine bbindiğinde Allanın atlı asla anılmayan ve kendilerine binilerek
Hacca gidilmeyen hayvanlardır. [184]
139- O
müşrikler: "Hu hayvanların karıniarmdaki şeyler sadece erkeklerimize ait
olup hanımlarımıza haram kılınmıştır." dediler. Bununla beraber o ülü
doğarsa o zaman hepsi onda ortaktır. Allah onların bu yanlış
vasıflandırmalarının eczasını verecektir. Çünkü o, hüküm ve hikmet sahibidir,
lıcrşcyi çok iyi bilendir.
O müşrikler, belirli
hayvanları kastederek "Bu hayvanların karnında bulunan yavru ve sütler,
erkeklerimize aittir, hanımlarımıza haram kılınmıştır." derier. Şayet
onların kamında bulunanlar ölü doğar ya da hayvanlar ölürse, kadın erkek
onların hepsi ölen bu hayvanı yemede ortak olurlardı. Allah bunları, kendisine
karşı yalan uydurup, helali haram, haramı helal olarak vasıflandırmalarına
karşılık cezalandıracaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi çok iyi
bilendir.
Allah teaîa,
müşriklerin bu huylarına. Nahl zuresinin yüz on altıncı âyetinde işaretle
buyuruyor ki: "Dilinizin alıştığı yalanlarla "Bu helaldir, bu haramdır."
demeyin, Aksi halde bu sözlerinizle Allaha yalan isnad etmiş olursunuz.
Şüphesiz ki Allaha yalan isnad edenler hiçbir zaman kurtuluşa eremezler."
, Müşrikler, belli hayvanların karınlarında bulunanların, sadece erkekierea-it
olduğunu söylemişlerdir. Bu hayvanlardan maksat, "Bahire" ve
"Sâibe" gibi hayvanlardır. Bunların karınlarında bulunan şeylerden
maksat ise, Abdullah b. Abbas, Katade ve Âmir eş-Şa'biye göre bu hayvanların
sütleridir. Müşrikler, bu hayvanların sütlerini sadece erkeklerine yediriyor,
kadınlarına haram olduğunu iddia ediyorlardı. Bu hayvanlar ölünce de, erkek
katlın, hepsi birden onların etinden yiyorlardı.
Süddiye göre ise bu
hayvanların karınlarında bulunandan maksat, hayvanlann karnında bulunan
yavrularıdır. Bu yavrular, canlı olarak doğarsa onlar sadece .erkeklere ait
olur, kadınlara yasak saydırdı. Ölü olarak doğunca da kadın erkek hep birlikte
onu yerlerdi.
Taberİ, âyetin umumi
olan ifadesinin hayvanların hem sütlerine hem de yavrularına şamil olduğunu,
bunu sadece birine tahsis etmenin isabetli olmadığını söylemiştir.
Âyette gecen ve
"Hanımlar" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Mücahide göre
"Kadınlar" demektir. İbn-i Zeyd'e göre "Kızlar" demektir.
Taberi. bu kelimenin Arapcada
"Kadınlar" mânâsına geldiğini, kızların da bu ifadeye dahil olduğunu
söylemiştir. [185]
140- Hiçbir
bilgiye dayanmadan beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allaha iftira ederek,
onun, kendilerine verdiği rızkı haram kılanlar, muhakkak ki hüsrandadırlar.
Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır. Hidayete erenler de değillerdir.
Bu âyet-i Celile,
"Bahire" diye adlandırılan hayvanların etlerinin yenilmesini haram
sayan "Şaibe" diye adlandırılan hayvanlın başıboş salıveren ve
kızlarını diri diri toprağa gömen insanlar hakkında nazil olmuştur.
Katade diyor ki:
"Âyet-i Celilede zikredilen bu işler, cahiliye insanlarının
davranışlanndandı. Onlar, kaçırılır veya fakirliğe sebep olurlar korkusuyla kızlarını
öldürürler buna mukabil köpeklerini beslerlerdi."
Abdullah b. Abbasın
şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Arapların. İs-lamdan önce ne kadar
cahil olduklarını öğrenmek istersen, En'am suresinin yüz otuzuncu âyetinden
sonrasını oku. [186]
Evet. bu müşrikler, bu
davranışlarıyla, dünyada çocuklarını öldürmek ve helal olan mallarım
kendilerine haram kılmak suretiyle zarara uğramışlar, âhirette de:
"Bunları AUah yapıyor." diyerek yapmış olduktan iftiralardan dolayi
cehennem azabına sürüklenip hüsrana uğramışlardır. Nitekim diğer ayet-i
Kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "... Şüphesiz ki Atlaha yalan isnad
edenler, hiç bir zaman kurtuluşa eremezler..." "Bu, dünyada az bir
geçimdir. Ahirette onlara can yakıcı bir azap
[187]
141-
Çardaklı ve çardaksız baylan, hurma ağaçlarını, çcşifli meyveleri olan
bitkileri, zeytin ve narları, birbirine benzeyen ve benzemeyen özelliklerde
yaratan O'dur. Bunların herbiri mahsul verdiği zaman mahsullerinden yeyin.
Hasat zamanı da hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri
sevmez.
Sizler için çardaklı
ve çardaksız bağlan ve kavun karpuz gibi yeryüzüne yayılmış, elma armut gibi
yerden yükselmiş meyve ağaçlarını ve bahçeleri yoktan var eden, hurma ağacını,
çeşitli meyve ve taneleri olan bitkileri, zeytini ve Narı, görünüşleri, tatlan,
renkleri ve büyüklükleri birbirine benzeyen ve benzemeyen şekilde yaratan
Allahtır. Onların herbiri meyve verdikleri zaman meyvelerinden yeyin. Hasat
zamanı da üzerlerinde olan zekât ve benzeri haklan verin. İsraf etmeyin. Zira
Allah, israf edenleri sevmez.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Hasat zamanı da hakkını verin" diye tercüme edilen cümlesi,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
a) Enes b.
Malik, Abdullah b. Abbas, Hz. Abbas, Cabirb. Zeyd, Hasan-ı Basri, Said b.
el-Müseyyeb, Katade, Tavus, Muhammed b. el-Hanefiyye, Deh-hak ve İbn-i Zeyde
göre "Hasat gününde de hakkını verin" ifadesinden maksat,
"Mahsullerinizin zekâtını verin..." demektir. Mahsullerin zekâtı ise,
sulama ile yetiştirilip elde edilen mahsullerden onda bir'in yansı, sulama
yapılmadan elde edilen
mahsullerden ise onda biridir.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.) buyurmuştur ki:
"Yağmurun,
nehirlerin, pınarların suladığı veya yerin altından kendiliğinden su alan
mahsullerin zekâtı onda birdir. Deve ile veya kuyulardan su çekilerek sulanan
mahsulün zekâtı ise onda bir'in yansıdır.
Katade demiştir ki:
"Bu zekât, ölçülen ürünlerdedir. Bu ürünler, beş vesk'e yani. üç yüz sa'a
ulaşınca ondan zekât vermek farz oluyordu. Ancak, ölçülmeyen ürünlerden de,
ölçülenlerin miktarında zekât verilmesini müstehap görüyorlardı.
b) Cafer b.
Ali, Ata, Hammad, Mücahid, İbn-i Ebi Neciyh, Abdullah b. Ömer, İbn-i Şîrîn,
İbrahim en-Nehai, Yezid b. el-Esam, Rebi b. Enes, Said b. Cübeyr, ve Muhammed
b. Kâ'b'a göre ise "Hasat gününde mahsullerin hakkım verin"
ifadesinden maksat, "zekâtın haricinde, mahsullerden tasaddukta bulunun"
demektir. Ancak bu âlimler, zekâtın haricinde, tasadduk edilecek miktarın ne
kadar olacağı hususunda çeşitli izahlarda bulunmuştur.
Atâ'ya göre, mahsul
sahibinin gönlünden kopacak olan bir miktardır. Veya yiyecek maddelerinden bir
avuçtur. İbrahim en-Nehaiye göre bir tutam mahsuldür, Rebi' b. Enese göre,
yere dökülen başaklardır. Mücahide göre fakirlerin yemesi için mescitlere
asılan hurma salkımıdır. Said b. Cübeyre göre, hayvanların yiyeceğidir.
Mücahid demiştir ki:
"Kişi ekinleri biçtiği zaman dilencilere başak verir, dövmeye götürdüğü
zaman da onlara yine başaklardan verir. Dövüp sapından ayırınca da onlara
yiyecek olarak verir, işini bitirip mahsulü ölçünce de zekâtını ayınr.
Hurmaları toplarken de onların salkımlarından yedirir. Ölçerken de yedi-rir.
Ölçmeyi bitirince de zekâtını ayırır.
Bu hususta Yezid b.
el-Esam diyor ki: "Hurmalar toplanınca hurma sahipleri, ağaçlarından bir
hurma salkımı getirip Resulullahin mescidine asarlardı. Fakirler gelir,
dernekleriyle o salkıma vururlar ve düşenleri yerlerdi. Birgün Resulullah,
Hasan veya Hüseyinle birlikte mescide geldi. Onlardan biri bir hur-
73/a Ebu Davud, K. ez-Zekât bııb: 12, Hadis No:
1596
ma alıp ağzına
götürdü. Resulullah o burmayı çekip ağzından aldı. Çünkü Resu-kıllah da, ehl-i
beyti de sadaka yeriliyorlardı.
a) Abdullah
b. Abbas. Said b. Ciibeyr, İbrahim en-Nehai, Ilasan-ı Ba.sri,
Süddü ve Atiyye'den
nakledilen diğer bir görüşe göre, "Hasat gününde, mahsullerin hakkını
verin" emri, daha Önce nazil olmuştu. Mahsullerin, zekâtını belirten
emirler gelince bu âyet neshedümiş oldu. Artık hangi mal olunsa olsun, ekin ve
ağaç ta olsa zekât dışında bunlardan bir miktar tasaddukta bulunmak farz değildir.
Çünkü, mahsullerin onda birinin veya onda yarımının zekât olarak verilmesi
farz kılınmıştır,
Taberi de bu son görüşü tercih etmiştir. Zira, bütün âlimler, ekinlerin
zekâtlarının ancak dövülüp ianelerinin ayrılmasından sonra, hurmalann zekâtlarının
da ağaçlarından toplanıp kurumalarından sonra verileceği hususunda ittifak
etmişlerdir Halbuki bu âyette, mahsullerin haklarının hasat gününde verilmesi
emredilmektedir. Bu da göstermektedir ki bu emir neshedilmiştir.
Âyet-İ kerimenin
sonunda "israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez."
buyumlmaktadır.
Müiessirier. burada
geçen "İsraf etmeyin" ifadesindeki muhataplardan kimlerin, israftan
da neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişler--dir.
a) Ebul Âliye, İbn-i Cüreyc ve Ataya göre
buradaki israf yasağı, tarımla meşgul olan kimseleredir. O kimselerin israf
etmelerinden maksat ise, mahsullerini ve diğer mallarını fazlaca dağıtıp
yoksul hale düşmeleridir.
b) Said b.
el-Miiseyyeb ve Muhammed b. Kâ'b el-Kureziye göre ise buradaki muhataplar,
tarımla meşgul olan insanlardır. İsraf etmelerinden maksat ise, mallarındaki,
zekât ve sadaka hakkını vermeyerek günahkâr olmalarıdır. Bunlara göre israf
etme, "Hakkı tecavüz etme" demektir.
c) İbn-i Zeyd'e göre ise, burada, kendilerine,
israf etmeleri yasaklanan kimselerden maksat, idarecilerdir. İsraf etmelerinden
maksat, ise, idare ettiklerinden, Ali ahin koyduğu sinirin üstünde mal
almalarıdır. Allah teala, bu âyeti kelimesiyle, idare ettiklerinden zekâtları
toplayan idarecilere, Allanın farz kıldığı miktardan daha fazlasını almalarını
yasaklamıştır.
Taberi diyor ki:
"Bize göre. bu hususta söylenecek doğru söz şudur: "Allah teala bu
âyet-i kerime ile, haddi aşma anlamına gelen bütün israfları yasaklamıştır. Bu
israf, Allanın koyduğu miktarın üstüne çıkmakla da olur, altına düşmekle de
olur. Bu israfa, bizzat mal sahipleri de düşmüş olabilir, idareciler de,
Kur'an-ı kerimi, tahsis edici herhangi bir delil olmadıkça genel anlamıyla
olmak elbette ki daha isabetlidir.
Mahsullerini toplarken
fakirlerin haklarını vermeyenler hakkında Kalem suresinde şöyle buyumluyor:
"Bahçe
sahiplerini imtihan ettiğimiz tzibi, bunları da imtihan ettik. Bir zaman bahçe
sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerini devşirecek-lerine dair
yemin etmişlerdi."
"Hiçbir istisnaya
yer vermemişlerdi."
"Oniar daha
uykudayken rabbin tarafından o bahçeyi bir beia sardı da simsiyah
kesiliverdi."
"Sabah eıkenden
birbirlerine "Haydi devireceksiniz mahsulünüzün başına erken gidin"
diye seslendiler.
"Biıl'üıi hkhir
yoksul. oıava girip yanınıza sokulmasın" diye aralarımla fısıldanarak
bahçeye doğru yürüdüler."
"Onlar, fakirlere
\ardını etmemeye güçlerimin yeteceğini zannederek gittiler."
"Bahçevi görünce
şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık." "H;i\ m hayır.
bı/. mahrum edilmişiz"
"İçlerinden on
insaflıları: "Ben size, tevbe edip Aüahı teshili etmeniz gerekir dememiş
miydim dedi."
"Onlar ..:a 'Biz,
rabbımi/i. layık olmadığı sıfatlarda;! tenzih ederiz. Şüphesi/, biz.
Zaümlermişi dediler."
"Birbirlerini
kınamaya başladılar."
"Yazıklar olsun
bize. şüphesiz biz. haddi aşanlar
"L'mukir ki
rabbimiz, bı/e hu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, herşe-yi yalnız
labbimizden isteriz." dediler.
"Kte azap
böyledir. Ahire! azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi." [188]
142-
Hayvanlardan yük taşıyanları, etinden ve yününden istifade edilenleri de
yaratan O'dur. AlUıhın, size rı/ik olarak vermiş olduğu şeylerden ycyin. Şeytanın izinden gitmeyin.
Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
Hayvanlardan binilmeye
müsait ve yük taşımaya elverişli olanları, kesip etinden istifade ettiğiniz,
ayrıca yünlerinden ve tüylerinden faydalandıklarınızı yaratan Allahtır. Allah
in size, nzık olarak vermiş olduğu ekinlerden, meyvelerden ve hayvanların
etinden yeyin. Allanın size helal kıldığı temiz rizıkları kendinize haram
kılarak Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü .şeytan, sizin apaçık düşmanmizdır.
Sizin yok olmanızı ve Aİlahın yolundan alıkonulmanızı ister.
Âyet-i kerimede, bir
kısım hayvanların yük taşıyan yani "Hamule" oldukları, diğerlerinin
ise "Etinden ve yününden istifade edilen" Yani "fersen"
oldukları zikredilmiştir. Miifessirler, bu iki kısım
hayvanlardan hangi
hayvanların kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
Abbdullah b. Mes'ud,
Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Hasan-i Basri'den nakledilen bir görüşe göre
"Hamule" diye vasıflandırılan hayvanlardan maksat, gebe kalabilen ve
sutlarında yük taşıyabilen büyük develerdir. "Ferşen"den maksat ise
küçük develerdir.
Abdullah b. Abbas,
Rebi b. Enes, Katade Süddi, Dehhak, Hasan-ı Basri ve İbn-i Zeyde göre ise,
"Hamule"den maksat, sırtlarına binilebilen deve, at, katır gibi
hayvanlardır. "Ferşen"den maksat ise, koyunlar ve diğer hayvanların
yavrularıdır. Taberi bu son görüşün tercihe şayan okluğunu söylemiştir.
Hayvanların,
insanların istifadesi için yaratıldığını beyan eden diğer âyetlerde de
Duyuruluyor ki:
"Onlar, kendileri
için, bizzat kudretimizin eseri oiarak yarattığımız hayvanları görmüyorlar mı?
Üstelik o mallara sahiptirler."
"Biz, o
hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Bazılarına binerler, bazılarının da
etini yerler."
"Kendileri için
onlarda daha nice faydalar ve içecekler vardır. İliç şükretmezler mi? [189]
"Sizler için
hayvanlarda da ibret vardır. îşkembclerindeki yem artıklarıyla kandan meydana
gelen, saf, kolayca içilebilen sütü size içiririz."
"Allah,
evlerinizi sizin için mesken kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculuğunuzda
ve mukim olduğunuzda kolayca taşıyabildiğiniz barınaklar yarattı. Size bu
hayvanların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından eşya ve belirli bir zamana
kadar kullanılan ticaret mallan yarattı. [190]
143- Sekiz
çifti yaratan da O'dur. ikisi koyun ikisi keçidir. Ey Mu-hammed, de ki:
"Allah, o çiftlerden iki erkeği mi yoksa iki dişiyi mi yahut o her iki
dişinin karındakilcri mi haram kılmıştır? Eğer doğru iseniz, bilgiye dayanarak
bana haber verin."
Deve. sığır, koyun ve
keçilerden dişi ve erkek olmak üzere sekiz tane çifti yaratan da Allahtır.
Bunlardan ikisi, koyun ve koç ikisi de keçi ve tekedir. Ey Muhammed,
kendilerine ekin ve hayvanlardan bazılarını yasaklayıp onu Alla-hın haram
kıldığını iddia eden şu insanlara de ki: "Allah, o çiftlerden erkek olan
koç ve tekeyi mi yoksa dişileri olan koyun ve keçiyi mi yahut koyun ve keçinin
karnındaki kuzu ve oğlağı mı haram kıldı'? Eğer Aİlahın, bunları size haram kıldığı
iddianızda doğru iseniz, ilme dayanarak, bunu bana bildirin."
Görüldüğü gibi Allah
bu âyet-i kerime ile, helal kıldığı şeyleri kendilerine çeşitli isimler
takarak haram kılan müşrikleri kınamakta ve böyle bir yasağı kendisinin
koymadığını beyan etmektedir. [191]
144. Geriye
kalanın ikisi deve, ikisi de sığırdır. De ki: " Allah, bu çiftlerden iki
erkeği mi yoksa iki dişiyi mi yahut o dişlerin karnındakilerı mı haram
kılınıştır? Yoksa Allah bunu sîze emrederken huzurunda mı bulunuyordunuz?"
Hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için Allaha karşı yalan
uyduranlardan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalim kavmi hidayete
erdirmez.
Bunlardan ikisi erkek
ve dişi deve, ikisi de erkek ve dişi sığırdır. Böylece hepsi sekiz çift eder.
Ey Muhammed, yine onlara de ki: "Allah, erkek deve ve erkek sığın mı haram
kıldı. Yoksa dişi Deve ve dişi sığırı mı? Yahut bu dişilerin kannlanndaki
yavruları mı haram kıldı? Yoksa rabbiniz bunları size emrederken sizler orada
hazır mı bulunuyor dunuz? Çünkü bu iddia etliğiniz şeyler, ya vahiy yoluyla
yahut da kulaklarınızla işitmek suretiyle bilinir. Allah size bu hususta
Peygamber gönderip onun vasıtasıyla vahiy mi indirdi? Yoksa siz bizzat
Allatılan kulağınızla mı duydunuz? Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, sırf cehaleti
ve beyiıısizüğiyle, insanları yoldan saptırmak için Al i aha karşı yalan uyduranlardan
daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
Bu âyet-i kerime,
taptıkları pullan Allaha denk tuian müşriklerin, bir kısım hayvanları
"Bahire" "Sâibe" "Vasile" ve "Mâm" diye
vasıflandırarak onlardan faydalanmamalarını kınamakla ve bu cahiliye
atletlerini reddetmektedir. [192]
145- Ey
Muhammed, de ki: "Bana vahyolunanlardıı, yiyen bir kişinin yediği
herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyorum. Ancak leş veya
akıtılmış kan yahut domuz eti -Ki o pistir- yahut doğru yoldan çıkarak AMahtan
başkası adına kesilen hayvanların yenmesi haramdır. "Kim zaruret içinde
kalırsa, haddi aşmamak ve başkasının hakkına tecavüz etmemek suretiyle bunlardan
yiyebilir. Şüphesiz ki nıhhin çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Ey Muhammed, Allaha
ortak koşan bu müşriklere ki: "Allahm kitabında bana vahyettiği hükümler
içinde, sizin haram saydığınız şeylerin haram okluğunu görmüyorum." Ancak
şunlar hariç. Bunlar haramdır. Bunlar da leş. akıtılmış kan, pis olduğundan
doîayı domuz eti, Al!ahin adı anılmayıp Allahm dışındaki başka varlıkların adı
anılarak kesilen hayvanların etidir. Kim mecbur kalır da zanıret halini aşmadan
ve başkalarının hakkına tecavüz, etmeden bunlardan yerse, bilsin ki rabbin çok
affeden ve çok merhamet edendir. Mecbur kalanın bu
haram şeylerden yemesine izin vermesi de
onun merhametindendir. -
Allah teala bu âyet-i
kerime ile, ekinlerinden ve hayvanlanndan bir kısmını putlarına, bir kısmım da
Allaha ayıran yine ekin ve hayvanlanndan bazıla-nnm sadece belli kimselere
helal olup diğerlerine haram olduğunu iddia eden müşrikleri yalanlamakta ve
buyurmaktadır ki: "Bunlann haram kılındığına dair, Allah tarafından size
bir peygamber mi gelip te haber verdi. Yoksa sizler, bizzat Ali ahi görüp,
haram kıldığını ondan işittiniz de onların haram okluklarınımı söylüyorsunuz?
Sizler bu iddialarınızda yalancısınız.
Ey Muhammed de ki:
"Bana gelen âyetlerde, ancak leşin, akıtılmış kanın, domuz etinin ve
Allah'tan başka bir varlık adına kesilenin haram olduğu bildirildi. Ey
müşrikler, sizlerin, bir takım şeyleri kendi iftiralanmzla helal veya haram
kılmanız, uydurulmuş yalandan başka bir şey değildir. Ona itibar edilmez. Zira,
helâl ve haram kılma yetkisi ancak Allaha aittir.
Âyet-i kerimede,
akıtılmış kanın haram kılındığı ifade edilmiştir. Bu itibarla, kesilen
hayvanın etinin üzerinde veya pişirildiği kabın ağzında görülen kan ve
kırmızılıklar haram değildir.
Dini usullere riayet
edilmeden kesilen ve leş olan hayvanın eti, hayvanı keserken akıtılmış olan
kan, domuz eti, kesilirken, Allahm adı anılmayarak kesilen hayvan, boğularak
Ölen, dövülerek öldürülen, yüksek bir yerden düşerek ölen, birbirleriyle
dövüşerek ölen hayvanların, eğitilmemiş yırtıcı av hayvanlan-nın, yakalayıp bir
kısmını yedikleri hayvanın etleri haramdır. Bunlar yenmez.
Eğer boğulmakta olan,
dövülen, yüksek yerden düşen, dövüşerek ölme durumuna gelen ve yırtıcı
hayvanların saldınsına uğrayan hayvanlar henüz ölmeden yetişilip kesilirse
etleri helaldir, yenir. Zira âyette "... Canı çıkmadan kestiğiniz hariç[193]buyurulmaktadır.
Bu konuda daha geniş
bilgi için Maide suresinin üçüncü âyetinin izahına bakınız. [194]
146- Biz,
Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara, sığır ve davarın sırt,
bağırsak ve kemik yağlarının dışında, iç yağlarını da haram kıldık.
Azgınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesiz kî biz doğru
söyleyiniz.
Biz, bu zikredilen
haram şeyler yanında, özellikle Yahudilere, her tek tırnaklı veya bitişik
parmaklı deve, deve kuşu, ördek ve benzeri hayvanları haram kıldık. Sığır ve
koyunun da sırt veya bağırsak yahut, kemiklere karışık olanın dışındaki iç
yağlarını haram kılmıştık. Bizim bunları, özellikle Yahudilere haram kılmamız,
onları, azgınlıkları yüzünden cezalandınnamızdandı. Şüphesiz ki biz, sözünde
sadık olanlarız. Yahudiler ise: "Bunları Allah haram kılmadı, Ya-kup
aleyhisselam kendi kendine haram kıldı. Biz de ona uyuyoruz." şeklindeki
iddialarında da yalancıdırlar. [195]
147- Eğer
seni yalanlarlarsa onlara şöyle de: "Rahbiniz geniş rahmet sahibidir.
Fakat onun azabı da suçlu kavimden geri çevrilmez,
Ey Muhammed, eğer
yahudiler seni yalanlarsa de ki: "Rabbim geniş rahmet sahibidir. Bu
itibarla beni yalanlamanız suretiyle inkâra düşmenizden dolayı sizin cezanızı
derhal vermez. Belirli bir güne kadar erteler." Şunu da bilin ki, rabbimin
azabı suç işleyen bir topluluktan geri çevrilmez. [196]
148- Allaha
ortak koşanlar şöyle diyecektir: "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de
babalarımız ona ortak koşardık. Ve ne de bir şeyi haranı kılardik.
"Bunlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Nihayet azabımızı tattılar.
Onlara de ki: "Meydana çıkararak bize göstereceğiniz bir bilgi var mı? Siz
sadece Zann'a tâbi oluyorsunuz. Ve siz, yalan söylüyorsunuz.
Allah ortak koşanlar
şöyle diyeceklerdir. "Eğer Allah bizim iman etme-, memizi dilemiş olsaydı,
biz de atalarımız da iman eder, ona ortaklar koşmazdık. Sadece ona tapardık.
Bir takım şeyleri de haram saymazdık. Fakat Allah, yaptıklarımızdan razı
olmaktadır.
Ey Muhammed, bu
müşrikler, senin getirdiğin hakkı yalanladıkları gibi bunlardan önce gelen
ataları da hakkı yalanlamışlar ve bizim azabımızı tatmışlardır. Şayet bu
iddialarında doğru olsalardı Allah onları cezalandırmaydı.
Ey Muhammed onlara de
ki: "Bize gösterebileceğiniz bir itim var mı? Sizler ancak zann'a tâbi
oluyorsunuz. Ve sadece yalan söylüyorsunuz." [197]
149- De ki:
"En üstün delil Atlatandır. O dileseydi elbette hepimizi hidayete
erdirirdi.Allah dileseydi bütün insanları zorla hidayete erdirdi. Fakat bunu
dilemedi ve herkesi kendi iradesine bıraktı. Bu hususta başka âyetlerde de
şöyle bu-yurulmaktadır."... Allah dileseydi onlan hidayette
birleştirirdi.,. [198]
"Ey Muhammed,
sana da geçmiş kitapları tasdik eden ve onları muhafazası altına alan Kur1 anı
hak ile indirdik. Aralarında Allanın indirdiği ile hükmet. Onların heva ve
heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Herbiriniz için bir şeriat ve yol
tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat sizi
ümmetlere ayırması, verdikleriyle sizi imtihan etmek içindir. O halde
iyiliklere koşuşun. Hepinizin dönüşü Allahadır. O, ihtilaf etmekte olduğunuz şeyi
size bildirecektir[199]
"Ey Muhammed,
eğer rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi. O halde iman
etsinler diye insanları zorluyor musun[200]
"Eğer rabbin
dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat onlan serbest bıraktı. Onlar
da durmadan ihtilaf etmektedirler. [201]
150- De ki:
"Haydi Allahın, bunu haram kıldığına dair şahitlik edecek şahitlerinizi
getirin. "Şahitlik etseler de onları tasdik etme. Âyetlerimizi yalanlayan
ve ahirde iman etmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Onlar, taptıklarını
rablerinc denk sayarlar.
Ey Muhammed, Allaha
karşı yalan uyduran bu müşriklere de ki: "Allahın belli ekin ve hayvanları
size haram kıldığına dair şahitlik edecek olan şahitlerinizi getirin.
"Onlar şahit getirecek olsalar bile sen onlara inanma. Çünkü onlar,
yalancı şahitlerdir. Hela! ve haram hakkındaki âyetlerimizi yalanlayanların ve
âhiret gününe iman etmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Bunlar, âhireti inkâr
etmeleri yanında, put ve benzeri şeyleri rabierine denk tutan ve ona ortak
koşan kimselerdir. [202]
151- De ki:
"Gelin size rabbinizitı haram kıldıklarını okuyayım. Allaha hiçbir şeyi
ortak koşmayın. Ana babaya iyilik yapın, fakirlikten dolayı çocuklarınızı
öldürmeyin." Sizi de onları da biz nzıklandırırız. Hayasızlıkların
açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allahın, öldürülmesini haram kıldığı bir
cana, haklı bir sebep olmadıkça sakın kıymayın. Allah, aklınızı kul-lanasımz
diye size bunları emretti.
Ey Muhammed, sadece
kendi görüşlerine ve şeytanın vesveselerine kapılarak Allahın, kendilerine
vermiş olduğu nzıklardan bir kısmını haram sayan, çocuklarını öldüren ve Allaha
eşler koşan şu müşriklere de ki: "Gelin, rabbini-zin size gerçekten haram
kıldığı şeyleri bildireyim. Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne ve babaya
iyi davranın, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de
çocuklarınızı da biz rıziklandırırız. Hayasızlıkların açığına da gizli-sine-de
yaklaşmayın. Kısası hak etme, dinden çıkma, evli iken zina etme gibi, ölümü hak
etme halleri müstesna, Allahın, öldürülmesini haram kıldığı kişiyi öldürmeyin.
Allah size bunları emretti ki aklınızı kullarlasınız.
*Gürüldüğü gibi âyet-i
kerime, Allah teaianın haram kıldığı ve ayrıca yapılmasını emrettiği beş
hususu zikretmektedir. Abdullah b. Mes'ud'un bu âyeti hakkında şöyle dediği
rivayet edilmektedir: "Kim, Allahın Resulünün, üzerinde mühürü bulunan
vasiyetini görmek isterse şu üç âyeti okusun. Bu âyetler, En'am suresinin yüz
elli bir, yüz elli iki ve yüz elli üçüncü âyetleridir."
Bu âyette zikredilen
beş hususa gelince:
a- Allaha
oitak koşmak: Bu, en büyük günahtır, Nitekim şu âyette de bu-yuruluyor ki:
"Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında
dilediği kimseyi affeder. Kim Allaha ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah
ile iftira etmiş olur. [203]
b- Ana
babaya iyilik yapmak: Allah teala, Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinde, kendisine
itaat edilmesini emretmesinin hemen ardından anne babaya iyilikte bulunmayı
emretmektedir. Bu hususta da şu âyetlerde de buyuruluyor ki:
"Rabbin
kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik
edin. Anne ve babadan biri veya her ikisi yanında yaşlanır ve düşkün-leşirse,
bezginliğini hissettirir bir şekilde, onlara "Öf bile deme, azarlama, onlara
güzel ve tatlı sözler söyle. [204]
"Biz insana,
ana-babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu kat kat meşakkat
içinde kamında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Biz
insana: "Bana ve anne babana şükret" dedik. Kıyamet günü dönüş ancak
banadır. [205]
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Resululiah
(s.a.v.)'den "Ey Allahın Resulü, amellerin hangisi daha üstündür?"
diye sordum. "Vaktinde kılınan namazdır." buyurdu. "Sonra
hangisi?" dedim, Resululiah (s.a.v.) "Anneye babaya iyilikte
bulunmaktır." buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum,
Resululiah "Allah yolunda cihad etmektir." diye cevap verdi. Bundan
sonra ben sustum. Şayet daha fazla soracak olsaydım onlara da cevap verecekti. [206]
c)
Fakirlikten dolayı çocukları öldürmek: Fakirlik korkusuyla çocukları Öldürmenin
de en büyük günahlardan okluğunu beyan a\en bir Hadis-i Şerifte buyumluyorki:
"Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Resulullah'tan,
"Allah katında en büyük günah nedir?" diye sordum. Resululiah
"Kendini yaratan Allaha ortak koşmandır." buyurdu. Dedim ki:
"Şüphesiz ki bu büyük bir günahtır. Peki sonra hangisidir?" buyurdu
ki: "Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu
öldürmendir." Sonra hangisidir?" diye sordum. Resululiah:
"Komşunun karısıyla zina etmendir." diye cevap ver-di. [207]
d-
Hayasızlık yapmak: Buradaki hayasızlıktan maksat, zina ve benzeri fiilleri
işlemektir. Bu hususta Allah teala buyuruyor ki: "Sakın zinaya yaklaşmayın.
Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur." [208]
e- Allahın,
öldürülmesini haram kıldığı cana kıymak: Allah teala bu hususta da buyuruyor
ki: "Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası cehennemdir. Orada
ebedî olarak katacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir
azap hazırlamıştır. [209]
Peycamber efendimiz
(s.a.v.) bir Müminin ancak şu sebeplerle öldürüle-bileceğini,"bunun
dışında öldürmenin cinayet olacağını beyan etmekledir. Buyuruyor ki:
"Allahtan başka
hiçbir ilah olmadığına ve benim, Allahın peygamberi olduğuma dair şehadet
getiren bir Müslümanın öldürülmesi şu üç kimse dışında helal değildir. Bunlar,
haksız yere birini öldüren, evli olduğu halde zina eden ve dinden çıkıp cemaati
terkedenlerdir. [210]
152- Yetim
güçlenip rüşdüne erinceye kadar onun malına cn güzel yolun dışında yaklaşmayın.
Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın. Biz, kişiyi ancak gücünün yettiği ile nıcs'ul
tutarız. Akrabanız dahi olsa, konuşurken adaletli olun. Ve Allahın ahdini
yerine getirin. Allah, düşünesiniz diyesize bunları emretti.
Yetim büyüyerek
rüşdüne erinceye kadar onun malına yaklaşmayın. Ancak ona faydalı olacak bir
şekilde yaklaşın. Ölçü ve tartılarınızı adaletle yapın, insanların haklanın
yemeyin. Biz, kişiyi, ancak gücünün yettiği ile mükellef tu-tanz. Kimseye
gücünün yetmediği yükü yüklemeyiz.
Ey insanlar, aranızda
hüküm verdiğiniz zaman hakkı söyleyin. Hakkında hüküm vereceğiniz kimse,
akrabanız dahi olsa adaletli davranın, Allahın emirlerini yerine getirin.
Allah bunları size, düşünüp Öğüt alasınız diye emretti. [211]
153- İşte
benim yolum budur. Dosdoğrudur. Ona uyun. Başka yollara uymayın ki sizi,
Allahın yolundan ayırmasın. Allah bunları size, sakına-siniz diye emretti.
Size göndermiş olduğum
bu din, benim dosdoğru yolumdur. Onda hiçbir eğrilik yoktur. Ona uyun.
Kendinize onu rehber edinin. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Putperestler gibi
birçok yollar tutmayın ki sizi, Allahın yolundan ayırmasınlar. Rabbiniz
bunları size emreder ki onun azabından ve gazabından korkasınız.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Birgün
Resulullah (s.a.v.) yere bir çizgi çizdi ve "Bu Allahın yoludur"
dedi. Sonra bu çizginin sağında ve soluda başka çizgiler de çizdi ve şöyle
buyurdu: "Bunlar da başka yollardır. Bunların herbirinin başında,
kendisine çağıran bir Şeytan bulunmaktadır. "Sonra da bu fıyet-i kerimeyi
okudu. [212]
Abdullah b. Abbasın
da, bu mahiyetteki âyetleri şöyle izah ettiği rivayet edilir. "Allah,
müminlere, cemaat halinde olmayı emretti. Ve onlara, ihtilafa düşmeyi ve bölük
pörçük olmayı yasakladı. Ve kendilerinden önceki ümmetlerin, Allahın dini
hususunda tartışıp birbirlerine düşmeleri sebebiyle helak olduklarını haber
verdi. [213]
154- Sonra
iyilik işleyenlere nimetimizi tamamlamak, herşeyi geniş bir şekilde açıklamak
ve bir hidayet ve rahmet olmak üzere Musaya kitabı verdik. Ki onlar rablcrinc
kavuşacaklarına iman etsinler.
Allah teala, insanlara
ve özellikle İsrailoğullarma neleri helal, neleri haram kıldığını zikrettikten
sonra, İsraiioğuIIarından olan Hz. Musaya, Jıerşeyi bütün incelikleriyle
anlatan Tevratı verdiğini beyan ederek buyuruyor ki:
Sonra biz Musaya,
dünyada yapmış olduğu iyiliklere ve rabbinin kendisine yüklemiş olduğu
vazifeleri ifa etmesine mukabil ona vermiş okluğumuz nimetleri tamamlamak için
Tevratı verdik. O Tevrat, dini hususlarda herşeyi izah ediyor, onlara doğru
yolu gösteriyordu. O, tarafımızdan onlara verilmiş bir rahmetti. Böylece
İsrailoğulları, rablerinin huzuruna çıkacaklarına iman etmiş olsunlar,
inkârdan vaz geçsinler.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeyi birkaç şekilde tefsir etmişlerdir. Mücahid, Mealde tercih edilen görüşü
ileri sürerek bu âyetin mânâsını: ... İyilik işleyenlere nimetimizi
tamamlamak..." şeklinde izah etmiştir.
Abdullah b. Mes'ud'un
da bu âyet-i kerimeyi, bu mânâyı ifade edecek şekilde kıraat ettiği rivayet
edilmektedir.
Rebi' b. Enes ise
âyetin mânâsını ".. Dünyada iyilik işleyen Musaya nimetimizi
tamamlamak.,." şeklinde izah etmiştir.
İbn-i Zeyd de âyetin
mânâsını, "Allahın, Peygamberlerine olan nimetlerini tamamlamak
üzere..." şeklinde izah etmiştir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü
âyetin metni buna daha müsaittir. [214]
155- İşte bu
da bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ona uyun ve Allahtan korkun kî
merhamet olunasmız.
Peygamberimiz
Muhammede indirmiş okluğumuz bu Kıır'an da mübarek bir kitaptır. Siz Müminler
ona tâbi olun. Onu rehber edinin kııdsiyetini ihlal ederek başka hükümlerle
amel etmekten kaçının ki merhamet olunasmız ve Al-lahın azabından kurullasınız. [215]
156-157- Bu
Kur'anı indirdik ki: "Kitap, bizden önceki Yahudi ve Hıristiyan
taifelerine indirildi. Biz ise, onların kitabını okumaktan habersizdik."
Veya: "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha doğru yolda
olurduk." demeyisiniz. Şimdi ise, rabbinizden size apaçık bir delil, bir
hidayet ve raHfact gelmiştir. Allanın âyetlerini yalanlayan ve onlardan
yüzçe-virenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüzçcvirenlcri,
yiizçcvir-diklcrindcn dolayı yakında en kötü bir azapla cezalandıracağız.
Ey Müşrikler
topluluğu, "Bizden önceki Yahudi ve Hristiyan taifelerine kitap indi. Bize
ise, tâbi olacağımız bir kitap inmedi. Biz bu iki taifenin okuduğu şeylerden
habersiziz. Çünkü o kitaplar bizim lisanımızla değil." Demeyisiniz
veya: "Yahudi ve Hıristiyanlara
indirildiği gibi, şayet bizim üzerimize de kitap indirilmiş oisaydı biz
onlardan daha fazla doğru yolda olurduk." demeyesiniz diye bu kitabı
indirdik. Şüphesiz ki sizlere, rabbiniz tarafından açık bir delil, bir hidayet
ve rahmet olan Kur'an geldi. Artık Ailahın âyet ve delillerini yalanlayan ve
onlardan yüzçevirip onlara iman etmeyenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden
yüzçevirenSeri, yüzçevinneleri sebebiyle kötü bir azapla cezalandıracağız. [216]
158- Onlar,
kendilerine Meleklerin gelmesinden yahut rabbînin bazı alâmetlerinin
gelmesinden başka bir şey mi beklerler? Rabbinin alâmetlerinden bir kısmının
geldiği gün, daha önce inanmamış veya ima-nıyla bir iyilik kazanmamış olan bir
nefse imanı fayda vermeyecektir. De ki: "Bekleyin, şüphesiz biz de
bekliyoruz."
Ey Muhammed, bu
müşrikler, kendilerine canlarını almak için Meleklerin gelmesinden veya
kıyamette hesaba çekmek için rabbinin gelmesinden yahut, güneşin batıdan
doğması gibi, rabbinin kıyamet alâmetlerinin gelmesinden başka birşey mi
beklerler? Rabbinin kıyamet alâmetlerinden bir kısmının geldiği gün, daha önce
iman etmemiş veya imanı kendisine fayda vermemiş olan bir kişiye o gün imanı
fayda vermeyecektir. O halde ASIahın, size gelecek olan ceza ve azabını
bekleyin. Biz de sizinle beraber bekliyoruz.
Bu ayet-i kerimede
Allah tealanm, kıyamet kopmadan önce göstereceği bazı alemetlerin ortaya
çıkması halinde, ondan önce iman etmeyenlerin, o alamet çıktıktan sonra iman
etmelerinin, kendilerine herhangi bir fayda sağlamayacağı beyan edilmektedir.
Bu alâmetin kıyamet alâmetlerinden hangisi olduğu hususunda iki görüş
zikredilmiştir.
a) Ebu Said
el-Hudrİ, Ebu Hiireyre, Ebu Zer.el-Ğifari, Safvan b. Assa!, Muaviye b. Ebi
Süfyan, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Amr b. el-As ve Abdullah b. Abbasın,
Resulullahdan rivayet ettiklerine göre bu alâmet, güneşin batıdan doğmasıdır.
Abdullah b. Mes'ud,
Katade, Ubeyd b. Umeyr, Dehhak, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî ve Abdullah b. Amr
da bu görüştedirler.
Bu hususta Ebu Said
el-Hudrî diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.), Aziz ve Celil olan Allah tealamn "... Rabbinizin alâmetlerinden
bir kısmının geldiği gün daha önce inanmamış veya imanıyla bir iyilik
kazanmamış olan bir nefse imanı fayda vermeyecektir..." âyetini okuduktan
sonra buyurdu ki; "Bu alâmet, güneşin batıdan doğmasıdır. [217]
Bu hususta, Ebu
Hüreyre (r.a.) diyor ki:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kop-mayacaktır. Güneşin
batıdan doğduğunu görünce, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar iman edeceklerdir.
Fakat o zaman daha önce inanmamış veya imanı kendisine bir fayda vermemiş olan
kişiye, imanı fayda vermeyecektir. [218]
Ebu Zer el-Gifarî de
diyor ki:
Bir gün Resulullah
buyurdu ki:."Bu güneşin nereye gittiğini biliyor musunuz?" Sahabiler
de dediler ki: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" Resulullah buyurdu
ki; "Bu güneş, .Arşın altındaki karargahına varıncaya kadar yoluna devam
eder. Oraya varınca secdeye kapanır. Kendisine "Yukan kalk. Geldiğin yere
geri dön." deninceye kadar secde halinde devam eder. Bundan sonra geriye
döner, doğduğu yerden doğar, sonra yine Arş'ın altındaki karargahına varıncaya
kadar yoluna devam eder. Oraya varınca secdeye kapanır. Kendisine "Yukan
kalk. Geldiğin yere geri dön" deninceye kadar secde halinde devam eder.
Bundan sonra geri döner. Doğduğu yerden doğar. Sonra insanlar o güneşte garip
karşılayacakları bir değişiklik görmezler. Nihayet Arş'ın altındaki karargahına
varır. Orada ona denir ki "Yukan kalk. Artık batıdan doğ." Güneş te
batısından doğar. Siz biliyor musunuz bu ne zaman olacaktır?" Bu, daha
önce iman etmemiş veya imamyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye, imanının
fayda vermeyeceği bir zamandır. [219]
Safvan b. Assâl diyor
ki:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Güneşin battığı yerde, genişliği, yetmiş yıllık bir mesafede
bulunan açık bir kapı vardır. Bu kapı, güneş batı yönünden doğuncaya kadar,
tevbe için açıktır. Güneşin bu yönden doğduğu zamandan itibaren ise daha önce
iman etmeyen veya imanından hayır görmeyen herhangi bir kimsenin iman etmesi
ona fayda vermeyecektir[220]
Abdullah b. Abbas
diyor ki "Yatsılardan bir yatsı vaktinde Resulullah dışarı çıktı ve
insanlara dedi ki; "Ey Aliahm kulları, Allaha tevbe edin. Çünkü sizlerin,
güneşin batıdan doğduğunu görmeniz yakındır. Güneş bunu yapınca tevbe kapısı
kapanacak, amel defteri dürülecek ve İman etme imkanı sona ermiş olacaktır."
İnsanlar da dediler ki! "Ey Allahin Resulü, bunun bir alâmeti var mıdır?"
Resulullah da buyurdu ki: "Bunun, sîzin için alameti, üç gece kadar uzayan
bir gecedir. Rablerinden korkan insanlar uyanacaklar, rablerine namaz kılacaklar.
Namazlarını bitirecekler, gece bitmeyecek aynen devam edecektir. Sonra
yataklarına varıp uyuyacaklar, uyandıklarında, gecenin aynen devam ettiğini
görecekler. Bunu anlayınca büyük bir hadisenin, başlarına geleceğinden korkacaklar.
Sabah olunca güneşin doğması uzayacak, onlar, güneşin doğmasını beklerken
güneş onlara batı tarafından doğacak. Güneşin böyle yapmasından sonra, daha
önce iman etmemiş olan kimsenin iman etmesi, kendisine herhangi bir fayda
sağlamayacaktır.
b) Abdullah
b. Mes'ud, Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Hasan-ı Basri ve Kat aileden nakledilen
diğer bir görüşe göre bu âyette beyan edilen ve ortaya çıkması halinde, iman
etmeyenin iman etmesinin fayda sağlamayacağı bildirilen bir kısım kıyamet
alametlerinden maksat şu üç alamettir. Onlar da Dâbbetül Arz ile Ye'cûc ve
Me'cûc'ün ortaya çıkması ve güneşin batıdan doğması alametleridir.
Bu hususta Ebu
Hüreyre, Resıılullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Üç şey ortaya
çıktığında, daha önce iman etmeyenin veya imanından hayır görmeyenin iman
etmesi, artık kendisine fayda vermeyecektir. Bu üç şey de, güneşin batıdan
doğması, Deccalin ve Dâbbetül Arz'ın ortaya çıkmalarıdır[221]
Tabeıi diyor ki:
"Bu iki görüşten doğ m olmaya daha layık olanı, hakkında Resuhıllahtan
birbirini destekleyen haberler rivayet edilen birinci görüştür. Yani, güneş
batıdan doğduktan sonra artık herhangi bir kimsenin iman etmesi ona bir fayda
sağlamayacaktır.
Evet, güneşin batıdan
doğduğu zaman insanlar büyük bir paniğe kapılacaklar, o günün dehşetini bizzat
gözleriyle görecekler, artık düşünüp öğüt alma imkanları kalmayacaktır. İşte o
anda ister istemez iman edenlerin imanlan kendilerine fayda vermeyecektir.
Bunlar daha önce, ellerinde olan fırsatı kaçırdıklarından, bahaneleri de
olmayacaktır. [222]
159- Ey
Muhammcd, dinlerini parça parça edip fırkalara ayıranlarla artık senin bir
alakan yoktur. Onların işi Allaha kalmıştır. Sonra Allah, yaptıklarını onlara
bildirecektir.
Ey Muhammed, sen
dinleri hakkında ihtilafa düşüp bölünerek fırka ve hiziplere ayrılan
Yahudiler, Hıristiyanlar bid'atçilar, şüpheciler ve sapıklardan uzaksın. Sen,
hak olan dininden ayrılan müşriklerden, putperestlerden, Yahudilerden,
Hıristiyanlardan ve mürtedlerden değilsin. Onlar da senden değildir. Onların
cezalandırılmaları Allaha aittir. Sonra Allah ahirette onlara yaptıkları
amelleri bildirecek ve ona göre hesaba çekecektir.
*Miifessirler, bu
âyette, dinlerini parça parça ederek gruplara ayrılıldıkla-n beyan edilen,
kişilerden kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir:
a) Mücahid,
Katade, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Dehhaka göre bunlardan maksat, Yahudi ve
Hristiyaniardır. Çünkü bunlar, Resulullah gelmeden önce dinlerini bölük pörçük
etmişler ve ihtilafa düşmüşlerdir. Resulullah gelmce de bu âyetle halleri beyan
edilmiştir.
b) Ebu
Hüreyre'ye göre ise bu âyette, dinlerini parça parça edip ayrılığa düşmeleri
beyan edilen insanlardan maksat, bu ümmetin bid'atçılan, Kuranm muhkem
âyetlerini bırakarak müteşabih âyetlerine uyanlarıdır. Ebu Hüreyre,
Resulullahın, bu âyeti bu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir.
Taberi, diyor ki;
"Bana göre bu konuda doğru olan söz, Allah tealanın, bu âyetle hak dinini
bölük pörçük eden ve ayrılığa düşen bütün insanları kastettiğini söyleyen
sözdür. Resulullahın üzerinde bulunduğu Hanif dininden ayrılan putperest
müşrikler de Yahudiler de Hıristiyanlar da, Hanif dinindeymiş gibi görünüp te
bid'atlar icadedip insanları doğru yoldan saptıranlar da bu âyetin genel
ifadesine dahildirler."
Âyet-i kerimede
"Senin, dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlarla bir alakan
yoktur" buyurulmaktadır.
Süddiye göre bu âyet-i
Kerime, kâfirlerle savaşmanın farz kılınmasından önce inmiş, Resulullaha,
kâfirlerle savaşmamalarını emretmiş, daha sonra ise tevbe suresinin, otuz
altıncı âyetindeki "Ey müminler, müşriklerle topluca savaşın"
emriyle neshedilmiştir.
Ebul Ahves, Mâlik b.
Miğvel ve Ümmti Selemeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime
neshedürnemiştir. Zira bu âyet, Resulullahın vefatından sonra, islamda olmayan
bir kısım şeyleri ihdas edecek olan kişilerden onun beri olduğunu beyan
etmektedir.
Taberi diyor ki:
"Bu hususta doğru olan görüş şudur: Allah teala bu âyetle, Peygamberi Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e, ümmetinin bid'atçılanndan, inkarcılarından, kavminin
müşriklerinden, yahudi vehıristiyanlardan beri olduğunu bildirmektedir. Allah
tealanın bunu bildirmesi, Resulullahın, onlarla savaşmalarını yasaklamış
olduğu mânâsına gelmemektedir. Bu itibarla âyetin mensuh olduğunu söylemek
doğru değildir. Zira, bir âyetin mensuh olduğunu söyleyebilmek için ona dair
sahih delillerin bulunması gerekir.
Mücahid, Katade,
Dehhak. ve Süddî, bu âyetin, yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olduğunu
söylemiştir. [223]
160- Kim bir
iyilik ortaya koyarsa ona o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük
işlerse, sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar, haksızlığa
uğratılmazlar.
Kim, kıyamet gününde
rabbinin huzuruna, yaptığı bir iyilikle gelirse, ona, yaptığı iyiliğin on katı
sevap vardır. Kim de yaptığı bir kötülükle gelirse o da ancak yaptığı kötülük
kadar bir cezaya çarptırılır. Böylece Allah, bunlardan hiçbirine zulmetmiş
olmaz.
Ayet-i kerimede,
iyilik yapana on katı mükafaat verileceği, kötülük yapana da ancak kötülüğü
kadar ceza verileceği zikredilmiştir. Buradaki, iyilik ve kötülükten neyin
kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir.
a) Said b. Cübeyr, Abdullah b. Mes'ud, Şakiyk,
Mücahid, Kasım, Ata, Muhammed b. Kâ'b, İbrahim en-Nehai, Ebu Salih, Dehhak,
Hasan-ı Basri ve Abdullah b. Abbas'dan nakledilen bir görüşe göre, burada
zikredilen iyilikten maksat, "Lailahe İUalah" demektir. Yani, Allanın
varlığına ve birliğine iman etmek ve peygamberini tasdik etmektir, kötülükten
maksat ise Allaha ortak koşmak ve kafir olmaktır. Taberi bu izahı tercih
etmiştir.
b) Ebu Said
el-Hudri, Abdullah b. Ömer ve Rebi b. Enese göre bu âyette zikredilen
iyiliklerden maksat, Bedevilerin yaptıkları Salih amellerdir. Onlara, bu
amellerinin karşılığında on kat sevap verilecektir. Muhacirlere ise bundan daha
çok sevap verilecektir. Bu sevap yedi yüz kata kadar erişecektir.
Resulullah (s.a.v.)
bir hadis-i şerifinde buyurmuştur ki:
"Ameller altı
türlü, insanlar da dört çeşittir. İki türlü amel vardır ki, onlar,
karşılıklarını gerekli kılarlar. İki amel de vardır ki karşılıkları tam
kendileri kadardır. Bir iyilik te vardır ki, karşılığında on misli sevap
vardır. Bir iyilik te vardır ki, karşılığında yedi yüz misli sevap vardır.
Karşılıklarını gerekli kılan iki amelden biri, kişinin, ASIaha ortak koşmadan
ölmesidir. Bu, o kişinin cennete girmesini gerekli kılar. Karşılıkları tam
kendileri kadar olan iki amel ise şunlardır. İyilik etmeyi hissedip kalbiyle
karar veren, Allah teaîa tarafından da bu hali bilinen kimsenin isteğidir. Onun
bu isteğine karşılık tam kendisi kadar olan diğer amel ise bir kötülük yapanın
amelidir. Ona o kötülüğü kadar günah yazılır. Karşılığında on sevap yazılan
amel ise, güzel bir amel işleyenin amelidir. Karşılığında yedi yüz kat
mükafaat verilecek amel ise, Allah yolunda in fakta bulunanın amelidir. [224]
161- De ki:
"Şüphesiz rabbim beni, dosdoğru bir yola, dimdik ayakta duran bir dine,
hakka yönelen ve müşriklerden olmayan İbrahimın dinine şevketti."
Ey.Mtıhammed de ki:
"Şüphesiz ki rabbim beni, sağlam ve dosdoğru bir yol olan İslam dinine
iletti. Bu din, sağlam bir dindir. Bâtılı bırakıp hakka yönelen İbrahimın
dinidir. İbrahim ise hiçbir zaman müşriklerden olmadı. O, MiLsiü-mandı. [225]
162- De ki:
"Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin rabbi
olan Allaha aittir.
Ey Muhammed de Jki:
"Namazım, ibadetlerim ve ibadetlerimden olan Kurban kesmem, hayatım ve
ölümüm, sizin, Allaha ortak koştuğunuz putlara değil, sadece, alemlerin rabbi
olan Allaha aittir. [226]
163- Onun
hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum. Ve ben, Müslümanların ilkiyim.
Allanın hiçbir ortağı
yoktur. O, âlemlerin rabbidir. Herşey onun emriyle var olmakta, onun bilgisi ve
emri dışında hiçbir şey meydana gelmemektedir. Ben de bu ümmetin
Müslümanlarının ilkiyim.
Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Resuluîlah (s.a.v.) Kurban bayramında iki koç kurban etti ve
onları keserken şu âyetleri okudu:
"Ben, hakka
eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allaha oıtak
koşanlardan değilim. De ki: "Namazım, kurbanım, hayatını ve ölümüm, ancak
âlemlerin rabbi olan Allaha aittir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben, böyle
emrolundum ve ben, Müslümanların ilkiyim. [227]
164- De ki:
"Allah, herşeyin rabbi iken ondan başka bir rab mı ariyayım? Herkesin kazandığı
günah ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir günahkar kimse bir başkasının günahını
yüklenmez. Sonra dönüşünüz yine rab-binizedîr. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri
size haber verecektir.
Ey Muhammed, de ki:
"Allah, herşeyin terbiye edeni, yetiştireni ve sevk ve idare edeni iken
ben, Allahtan başka bir rab mı ariyayım? Her günah işleyen, kendi aleyhine
işlemiş olur. Çünkü o, günahından dolayı cezalandırılacaktır. Ve hiçbir kimse
başkasının günahını yüklenmeyecektir. Eyinsanlar, sonunda dönüşünüz ancak
rabbinize olacak ve o size, dünyada ihtilaf ettiğiniz dinlerinizin . gerçeğini
haber verecek ve amellerinize göre sizleri cezalandıracaktır.
Allah tealanın adaleti
icabı, hiçbir kimse başkasının günahından sorumlu tutulmayacaktır. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle
buyurulmaktadir:
"Hiçbir günahkâr
başkasının günahım çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşımak için
bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşımaz. Ey
Muhammed, sen ancak, görmedikleri halde rablerinden korkanları ve namaz
kılanları uyarırsın. Kim, günahlardan arınıp temizlenirse, kendisi için annıp
temizlenmiş olur. Nihayet dönüş Allahadır. [228]
165- Verdiği
şeylerle sizi imtihan etmesi için sizleri yeryüzünün Halifeleri kılan ve sizi
derecelerle birbirinizden üstün yapan O'dur. Şüphesiz ki rabin, cezalandırması
sür'atli olandır. O, çok affeden ve çok merhamet edendir.
Ey insanlar, Allanın
size venniş olduğu rızıklarla sizleri imtihan edip, itaat edenlerinizi
isyankârlarınızdan ayırması için, sizlerden önceki ümmetleri helak edip,
onların yerine sizleri, yeryüzünde Halifeler kılan O'dur. Sizin bir kısmınızı
diğerlerinden mal, güç ve kuvvet gibi bazı derecelerle üstün kılan O'dur. Ey
Muhammed, şüphesiz ki rabbin, cezalandırması sür'atli olandır, çok affeden ve
çok merhamet edendir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, insanların bir kısmını diğerlerinden, n-zık, ahlak, güzellik ve renk
gibi özellikler bakımından üstün kıldığı bildirilmektedir. Bu, onun hikmeti
icabıdır. Bu hikmet, bu âyette belirtildiği gibi, kullarını imtihan edip,
emirlerine uyanlarla uymayanları ortaya çıkarması olabileceği gibi, insanların
psikolojik durumlarım tanıtması da olabilir. Nitekim başka bir âyet-i kerimede
de şöyle buyunıluyor:
"Ey Muhammed,
onlar, rabbinin rahmetini mi paylaştırıyorlar? Onların dünya hayatındaki
geçimliliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerinden faydalansınlar
diye, derece bakımından biz onların bazısını bazısına üstün kıldık. Rabbinin
rahmeti, onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır. [229]
Peygamber efendimiz de
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki dünya
tatlıdır, yeşildir, Allah, sizleri oraya halifeler kılmıştır. Nasıl ameller
işleyeceğinize bakmaktadır. Dünyadan sakının. Kadınlardan sakının. Zira
İsrailoğullannın ilk fitnesi kadınlar olmuştur. [230]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/461-463.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/465.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/466.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/467.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/467.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/467.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/467.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/468.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/468.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/469.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/469.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/470.
[13] Buhârî, K. et-Tevhid, b. 15, 22, 55/Müslim k.
ct-Taberi b. 14, 16, IÎ.N. 2751/rimıizî, K. ct-Davât b. 100 HN. 3541
[14] Müslim K. et-Tevbe b. 21 HN. 2753
[15] Müslim, k. et-Tevbe b. 19 HN. 2752
[16] Buharı, K. et-Tevhid, bab: 15, 22, 28, 55/Müslim, K.
et-Tevbe, bab: 14,16, Hadis No: 2751, Timıizî, K. ed-Dâvât, bab: 100, Hadis No:
3541
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/470-472.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/472-473.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/473.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/473.
[20] Âl-i İmran suresi, ayet: 185
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/473-474.
[21] Buharı, K. el-İ'tisarn bab: 3, K. el-Kıuler, bab: 12
K. el-Da'vûl, bab: 18/Milslim, K. es-Sa-lah, bab: 194, 205, 206, Hadis No: 471,
477, 478.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/474.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/475.
[23] Bkz. FiZilalilKuran, c. 5, s. 127
Bu fiye t-i kerimeyi:
"De ki "Şahitlik bakımından hangi şey şahittir" şeklinde tercüme
edenler de vardır. Ancak biz,, Allah lafzından sonra bir "IIüvc"
zamirinin takdir edilmesinin uygun olacağını söyleyen görüşü tercih ederek
âyeti, "De ki: şahitlik yönünden hangi şey daha daha yücedir? "De ki
"Allahlir. O, benimle sizin aranızda şahittir." şeklinde izah etmeyi
tercih ettik.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/475.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/476.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/476.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/477.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/477.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/477-478.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/478.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/478-479.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/479.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/480.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/480.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/480-481.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/481.
[36] Hadid suresi, âyet: 20
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/482.
[37] el-Müstedrek, Hâkim, k. et-Tefsir sure el-En'am c. 2,
s. 315.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/482-483.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/484.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/484-485.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/485.
[41] Furkan suresi, ayet: 7,8.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/485-486.
[42] Ahmed b. Hanheİ, MÜsned, c. 2, s. 235, 301
[43] Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 2, s. 390, c. 3, s. 29
[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 5, s. 162
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/486-488.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/488.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/488.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/489.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/489.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/489.
[51] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 145
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/490.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/490-491.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/491.
[54] En'am suresi, âyet: 82
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/491.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/492.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/492.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/492-493.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/493.
[59] Kehf suresi, 18/28
[60] Kehf suresi, âyet: 28
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/493-496.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/496.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/497.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/497.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/498.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/498.
[67] Lokman suresi, fıyet: 34
[68] Biliniri, K. Tefsir el-Kıır'an sure 6, bab: 1, sure 3İ
hah:
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/499-500.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/500.
[70] Ra'd suresi, âyet: 11
[71] Kal" suresi, âyei: 17
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/500-501.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/501.
[74] İsra suresi, âyet: 67
[75] Yunus sûresi, âyet: 22, 23
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/501-502.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/502.
[77] Mülk suresi, âyet: 16, 17
[78] Tirmizi, K. e!-Fiten bab: 14, HN. 2175
[79] Buhari, K. Tefsir cl-Kıır'iın Küre 6, bab: 2
[80] Ahmed b. HAnbel c. 4, s. 123/Müslim, K. el-Fiten, b.
19 H.N. 2889
[81] Tirmizi, K. el-Fiten bab: 21, HN: 2185
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/502-507.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/507.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/507-508.
[85] İbn-i Mâce, k. el-T:ılak bab: 16, Hadis No: 2045
[86] Nisa sureyi, âyet: 140
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/508.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/509.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/509-510.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/510.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/511.
[91] Sa'd suresi, âyet: 27
[92] Tirmizî.K. Tefsir cl-Kıır an, sure 34, Hadis No: 3243
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/511-512.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/512-513.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/513-514.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/514-515.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/515-516.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/516.
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/516.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/517.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/517.
[101] Buharı, K. el-Enbiya, batı: 41/Ahmcd b. IIAnbel,
MÜsned, c. 1, s. 424
[102] Ahmed b. IIAnbel, Müsned, c. 4, s. 359
[103] Ahmed b. IIAnbel, Müsned, c. 4, s. 359
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/518-520.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/521.
[106] Hud suresi, âyet: 72, 73.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/521.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/522.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/522.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/522.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/523.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/523-524
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/524-525.
[113] Nisa suresi, 4/153
[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/525-527.
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/527.
[116] Muhammini suresi, fıyet: 27
[117] Buhari K. et-Tabir bab: 40
[118] Buhari K. et-Tabir bab: 40
[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/528-530.
[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/530.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/531.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/531.
[123] Mülk suresi, ayet: 5
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/531-532.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/532-533.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/533-534.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/534.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/534.
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/535.
[129] Kıyamet suresi, 75/22, 23
[130] Yunus suresi, 10/90
[131] Şuara suresi, 26/61
[132] Bkz. Kıyamet suresi, 75/22, 23
[133] Şura suresi, 42/51
[134] Lokman suresi, 31/34
[135] M:ıide suresi, 5/67
[136] Buhari, K. Tefsir el-Kııran sures 53, bab: 1
[137] Kıyamet suresi, 75/22, 23
[138] Multafifin sureyi: 83/15
[139] Buharı, K. el-Mevakıt, bab: İd, b:ıb: 26, K. el-Ezan,
bab: 129, K. et-Tcfsir, .Sure 50, bab: 2, K. er-Rik:ık, bab: 52, K. et-Tevhid
bab: 24/Ebu DâvÛ.İ, K. es-Sünne, bab: 19, Hadis No: 4729 Tirmizî, K. el-Cennet,
bab: 16, Hadis No: 2551
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/535-541
[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/542.
[141] Nah! suresi, 16/103
[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/542-543.
[143] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/543.
[144] Müslim, K. el-îman, bab: 146, Hadis No: 90/Tirmizi, K.
e!-Birr, bab: 4, Hadis No: 1902 Ahmed b. Hanbel, MUsncd c. 2, s. 164, 195, s.
214, 216.
[145] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/544-545.
[146] Araf suresi 7/12
[147] Taberi, c. 7, s. 2tO/İhn-i Kesir, c, 2, s. 164
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/545-546.
[148] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/547.
[149] İsta suresi, âyet: 90-93
[150] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/547-548.
[151] Nuseî, K. el-İKtinze, bab: 48/Ahmed b. Ilanbcl,
MÜsncd, c. 5, .s. 178, 265
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/548-549.
[152] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/549.
[153] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/550.
[154] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/550.
[155] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/551.
[156] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/551.
[157] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/551.
[158] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/552.
[159] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/552-553.
[160] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an sure 6, UN. 3069
[161] En'am 6/112
[162] Üzerine Alkıhın ismi anılmadan kesilen hayvanların
etlerinin yenip yenmeyeceğine dair geniş bilgi için, Maİde .süresinin üçüncü
âyetinin izahına hıkınız
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/553-556.
[163] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/556-557.
[164] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/557.
[165] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/558.
[166] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/558-559.
[167] Tirmizî, K. el-Rıcl:ıil ei-Kur'an, hah: 14, Hadis No:
2lM)('ı/Dnri[nî, K. el-F;ıd;ıil, el-Kur'an büh: 1
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/559-560.
[168] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/560.
[169] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/560-561.
[170] Zuhrui" suresi, uyut: 36
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/561.
[171] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/561-562.
[172] İsra suresi, âyet: 15
[173] Fatır suresi, ûyet: 24
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/562-563.
[174] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/563
[175] Muhammed suresi, ayet: 38
[176] Fatır suresi, ayet: 15,16
[177] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/564.
[178] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/565
[179] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/565-536.
[180] Nahl suresi, 5yel: 53,59
[181] Tekvir suresi, âyet: 8,9
[182] Tekvir suresi, âyet: 14
[183] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/566-567.
[184] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/567-568.
[185] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/568-569.
[186] Buharı, K. d-Mcnukih, kıb: 12
[187] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/569-570.
[188] Kalcın suresi, âyet. 17-33
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/570-573.
[189] Yasin suresi, âyet: 71-73
[190] Nahl suresi, âyet: 66, 80
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/573-574.
[191] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/575.
[192] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/575-576.
[193] Muitte suresi, âyet 3
[194] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/576-577.
[195] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/578.
[196] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/578.
[197] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/578-579.
[198] En'am suresi, âyet: 35
[199] Mâide suresi, âyet: 48
[200] Yunus suresi, âyet: 09
[201] Hud suresi, âyet: 118
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/579.
[202] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/580.
[203] Nisa suresi, âyet: 48
[204] İsra suresi, nyot: 23
[205] Lokman suresi, fıyet; 14
[206] Buharı, K. cl-Cihad, bab: 1, K. et-Tevhid, h;ıb:
48/Müslim, K. cl-lmam, bnb: 137, Ilntlis No: 85
[207] Buhnri, K. Tefsir ei-Kur'im, Sum 2, bab: 3, sure 25,
bah: 2/ Müslim, K. el-İman hah: 141, 142, Hadis No: 86
[208] îsra suresi, âyet: 32
[209] Nisa suresi, fiye t: 94
[210] Buharı, K. cd-Diyat, bab: 6/Mllslim, K. el-Knsame,
bab: 25, 26, lhıdis No: 1676
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/580-583.
[211] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/583-584.
[212] İbn-i Mace, K. el-Mııkiidtlime hah: 1/Darimî, k.
el-Mıtkatlcliınc, bab: 23
[213] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/584-585.
[214] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/585-586.
[215] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/586.
[216] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/586-587.
[217] Tirmizi K. Tefsir cl-Knr'an sure fi, Hadis No: 3071
[218] Buharı, K. Tefsir ol-Kur'an sure 6, b. 9 Müslim K.
el-lman b. 248, UN. 157
[219] Mü.slim, K. el-İman b. 250. IIN: 159
[220] İbn-i M;ıce K. d-Filen bab: 32 IIN. 4070
[221] Müslim, K. el-tmıın b. 249,1!N: 158.
[222] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/587-591.
[223] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/591-592.
[224] Alımcı! h. î-hınbcl, Miisncd, c. 4, s. 346
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/593-594.
[225] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/594.
[226] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 3/594.
[227] En'am suresi, âyet: 79, 162, 163
[228] Fûtır suresi, âyet: 18
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/595-596.
[229] Zuhruf suresi, âyet: 32
[230] Müslim, k. ez-ZUcr, bab: 99, Hadis No: 2742yTirmizî,
K. el-Fiten, b. 26, Hadis No: 2191/îbn-i Mâce, K. el-Fiten, bab: 19, Hadis No:
4000
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/596-597.