EN'AM SURESİ 2

 


EN'AM SURESİ

 

En'am suresi yüz altmış beş âyettir ve 20.23.91.93.114.141.151.152 ve 153. âyetleri Medinede diğerleri Mekkede nazil olmuştur.

Bu sure-i Celüe de diğer Mckki surelerde olduğu gibi inanç konusunu iş­liyor. Göklerde ve yerde ilahhk ve kulluk meselesini ele alıyor. Bütün insanları, Allah'tan başka ilah bulunmadığına şehadeî etmeye davet ediyor. Onlara hak olan rablarını tanıtarak ondan başkasına ibadet etmemelerini, yalnızca ona iba­det edip sadece ondan yardım dilemelerini emir ve tavsiye ediyor.

Sure-i Celile, ortada Allanın birliğine dair yiğınlarca delil bulunduğu hal­de ona şirk koşanları, çevrelerinde bulunan bu delillerle yüz yüze getirerek baş­lıyor. İnsanları, hem bütün varlıklar âlemini kaplayan hem de kendi varlıklarını kuşatan delillerle karşı karşıya getiriyor. Ve Allahin varlık ve birliğini müessir bir şekilde ifade eden şu âyetlerle gerçekleri dile getiriyor:

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allaha mahsustur. Öyle iken kafirler hâlâ rablcrinc başkalarını eşit sayı­yorlar."

"Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel tardir eden Ö'dur. Tayin edilen bir ecel de onun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz."

"Göklerde ve yerde Allah sadece O'dur. O sizin gizlinizi ve açığınızı da ve ne kazandığınızı da bilir."

Bu âyetlerle başlayan sure-i celilede devamla, her şey Al lanın varlık ve birliğini ikrar ettiği halde bu delillerle doğru yolu bulamayan kafirlerin bu inkâr ve. inatlarını neden sürdürdüklerine ve sonlarının nasıl olduğunu temasla btıyu-ruluyorki:

"Böyle iken onlara rablcrinin âyetlerinden bir âyet gelince hemen ondan yüz çevirirler."

"Hak kendilerine gelince hemen onu yalanladılar. Alaya aldıkları şe­yin haberi yakında kendilerine gelecektir."

"Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları gü­nahlarından dolayı helak ettik ve kendilerinden sonra başka bir nesil var ettik."

Göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibinin, bütün rmıhlukatı nzıklan-dıranın fakat kendisinin böyle bir şeye ihtiyacı olmayanın, fayda ve zarar verme kudretine sahib olanın ve kullan üzerinde kahredici bir gücü bulunanın da yine Allah olduğu gerçeği de şöyle beyan ediliyor:

"De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" de ki: "Allahındır." o, merhamet etmeyi üzerine almıştır. Muhakkak ki o sizi, kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Hüsrana düşenler, inanmayanlardır."

"Gece ve gündüzde barınan her şey ona aittir. O, her şeyi çok iyi işi­ten ve çok iyi bilendir."

"Ey Muhammcd de ki: "Gökleri ve yeri yaratan, rızıklandıran fakat rızka ihtiyacı olmayan Allahtan başkasını mı dost edineyim? Ve de ki: "Şüphesiz ben, müslümanlarm ilki olmakla cnırohmdum." Asla ortak ko­şanlardan olmam."

"O, kulları üstünde kahredici güce sahiptir. Ve o, hüküm ve hikmet sahibidir. Her şeyden haberdardır."

Sure-i celilede bundan sonra Allah teala, Resulullahın tebliğde bulundu­ğu insanların, kendisini yalanlamalarından dolayı duyduğu üzüntüyü gideriyor ve onu sevindiriyor. Geçmiş Peygamberleri örnek göstererek üzül memesini be­yan ediyor:                          

"Ey Muhammcd, onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette bili­yoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar fakat o zalimler Allanın âyetlerini inkâr ediyorlar."

"Senden önce de nice Peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yar­dımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler. Al-lahın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, Peygam­berlerin haberlerinden bir kısmı geldi."

İlahlığın gerçeğini beyan etmek, insanlara hak olan rablannı tanıtmak ve onlan, sahte ilahların kulluğundan kurtarıp sadece Allaha kulluk ettirmek gibi dinin temel esaslarını beyan ve tebliğ eden sure-i celile, bu kadar muhteşem de­liller getirdikten sonra, akıllara en ikna edici delil ve gerçekleri beyan ettikten sonra şu âyet-i kerimelerle sona eriyor.

"De ki: "Allah her şeyin rabbi İken ondan başka bir rab mı ariya­yım? Herkesin kazandığı günah ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir kimse baş­kasının günahını taşımaz. Sonra dönüşünüz yine rabbinizedir. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir."

"Verdiği şeylerde sizi imtihan etmesi için sizleri yeryüzünün Halife­leri kılan ve sizi derece bakımından birbirinizden üstün yapan O'dur. Şüp­hesiz ki rabbin, azabı sür'atü olandır. O, çok affeden ve çok merhamet edendir."

Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla,[1]

 

1- Hamel, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allaha mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ rablcrinc başkalarını denk tu­tuyorlar,

*Bu âyet-i kerime, kafirlerin, yaratıcıları olan AH ahin dışındaki varlıklara tapmalarını kınamakta ve bunların hallerinin şaşılacak bir hal olduğunu bildir­mektedir.

Yüce mevla insanlann, düşünüp ibret almaları için veciz ve beliğ bir şe-kilde bu âyet-i kerimeyi göndermiştir. Evet ,bütün kainatı yokken var eden sa­dece O'dur. Yarattığı bu kâinattaki göklerin ve yerin içine, insanlann, hayattay­ken ihtiyaçlannı karşılayacak nimetleri koymuş, böylece yağmurları gökten in­dirmiş, kulların hizmetine âmâde olan güneş ve ay gibi gezegenleri orada yö­rüngelerine koymuş, yerden, yarattıklarının gıdalarını bitirmiş, sularını var et­miştir. Bütün bunları yapana, herhangi bir âciz yaratık denk tutulabilir mi?

Muhammed b. Kâ'b el-Kurezî demiştir ki: "Tevrâtın girişi, En'am suresi­nin girişi gibidir.

Âyet-i kerimede kafirlerin bir takım putları, rableri olan Allaha denk tut­tukları zikredilmektedir. Burada zikredilen kafirlerden maksat İbn-i Ebza'ya gö­re, ehl-i kitaptır. Katade Süddi ve İbn-i Zeyde göre ise putlara tapan müşrikler­dir. Taberiye göre de âyet-i kerime, kâfirlerin tümünü ifade etmektedir. [2]

 

2- Sîzi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O'dur. Ta­yin edilen bir ecel de onun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.

Sizin atımız olan Âdemi çamurdun yaratan, sonra ölümünüz için size belli bir vakit tayin eden O'dur. Ayrıca dirilip kabirlerinizden kalkmanız için tayin edilen bir zurnan da onun kalındadır. Sonra yine de öldükten sonra, Allanın sizi dirilteceğine dair kudretinden şüphe ediyorsunuz ha?

*Âyet-i kerimede, Allah tealanın, bir ecel takdir ettiği, tayin edilen bir ecelin de Allahın katında bulunduğu zikredilmiştir.

Müfessirİer, takdir edilen ve tayin edilen bu ecellerden nelerin kastedildi­ği hususunda farklı izahlarda bulunmuşlardır.

a- Hasan-i Basri, Katade ve Dehhak'a göre takdir edilen ecelden maksat, kulun yaratılmasıyla ölmesi arasındaki eceldir. Tayin edilen ecelden maksat ise kulun Ölümünden sonra dirilmesine kadar devam eden süredir.

b- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Hasan-ı Basri, İkrime ve Süddi-den nakledilen diğer bir görüşe göre Allahın takdir ettiği ecelden maksat, dünya hayatında yaşanan eceldir. Katındaki tayin ettiği ecelden maksat ise kıyamet gü­nündeki zamandır.

c- Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre takdir edilen ecelden maksat uykudur. Zira, kişi uyurken ondan ruh çıkar, uyanınca tekrar ona döner. Tayin edilen ecelden maksat ise, insanın Ölümüdür.

d- İbn-i Vehb'e göre ise takdir edilen ecelden maksat insanların Adem'in sulbünden çıkarılıp kendilerinden, iman edeceklerine dair ahit alınmasıdır. Ta­yin edilen ecelden maksat ise, dünya hayatıdır.

Taberi diyor ki, Bana göre doğru olan görüş takdir edilen ecelden maksat dünya hayati, tayin edilen ecelden maksat ise âhiretteki zamandır" diyen görüş­tür.

Bu âyeî-i Kerime, dünyada yaşayan her canlının belli bir eceli yanında, dünyanın da belli bir eceli bulunduğunu, zamanı gelince onun da sona ereceğini biklinnekte ve sadece Allahm sonsuz okluğuna işaret etmektedir. [3]

 

3- Göklerde ve yerde Allah, sadece O'dur. O, sizin, gizlinizi de açığı­nızı da bilir. Ve ne kazandığınızı da bilir.

Ey insanlar, göklerde ve yerde Allah, sadece O'dur.

O, sizin, içinizde sakladığınız gizlilikleri de, açığa vurduğunuz söz ve iş­lerinizi de bilir. Dünya hayatında neler elde ettiğinizi de bilir.

Ayet-i Kerime, Övülmeye ve ihlasla ibadet edilmeye layık olan Allahm, bu sayılan sıfatlara sahip olduğunu, bu itibarla herhangi bir menfaat veya zarar vermekten âciz olan şeylerin ilah olamayacaklarını bildirmektedir. [4]

 

4- Onlara, rablcrinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmesin ki, ondan yüzçevirmiş olmasınlar.

Allah teala, inatçı ve yalancı olan müşriklerin durumunu bizlere bildire­rek buyuruyor ki: "Bunlara Allahın birliğini ve Peygamberin doğruluğunu gös­teren herhangi bir delil veya mucize geldiğinde ondan yüzçevirirler. Kendilerini ilgilendimuyomıuş gibi hiç aldırış etmezler. Müşriklerin huyu böyledir. [5]

 

5- Hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin ha­beri yakında kendilerine gelecektir.

Peygamberliği Hak olan Muhammed kendilerine gelince onu yalanladı­lar. Alay ettikleri ayetlerin ve Peygamberlerimizin, gerçekten tarafımızdan gön­derilmiş olduklarını bildiren haberler yakında kendilerine gelecektir.

Bu âyet-i kerime, alay etmelerinden dolayı kâfirleri tehdit etmektedir. Ni­tekim kafirler Bedir savaşında bu tehditlerin bir kısmının ne okluğunu görmüş­lerdir. [6]

 

6- Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları, günahlarından dolayı helak ettik ve kendilerinden sonra başka bir nesil var ettik.

Hakkı yalanlayan bu kâfirler, kendilerinden önce nice ümmetleri helak ettiğimizi hiç görmezler mi? Biz o ümmetlere yeryüzünde mal evlat, makam, mevki, bolluk ve nüfus çokluğu bakımından size vermediğimiz büyük imkanlar verdik. Onlara gökten bol yağmurlar indirdik. Altlarından ırmaklar akıttık. Fa­kat onlar, rablerinin nimetlerine karşı nankörlük edip Peygamberlerine karşı ge­lince, biz onları, işledikleri günahları sebebiyle helak ettik, ve onlardan sonra yerlerine başka nesiller var ettik. Sizler bunlardan ibret alın. Onların başına ge­lenlerin sizin de başınıza geleceğini düşünün. Çünkü Allah katında, sizin onlara bir üstünlüğünüz yoktur. [7]

 

7- Ey Muhammcd, sana, kağıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı yine de o kafirler: "Muhakkak ki bu apaçık bir si­hirdir" derlerdi.

Ey Muhammed, şayet biz, tarafımızdan sana gelen vahyi kağıt üzerinde yazılı bir şekilde göndermiş olsaydık, onlar da o yazıyı bizzat elleriyle tutup görmüş olsalardı yine o kâfirler: "Bu kitap apaçık bir sihirdir, bununla bizim gözlerimizi büyüledin" derlerdi. [8]

 

8- "Ona bir melek indirilscydi ya." dediler. Eğer bir Melek indirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu. Sonra onlara hiç mühlet verilmezdi.

O kâfirler, "Peygamberlere gökten bir Melek indirilse de onun, Allah ta­rafından bize gönderilmiş bir Peygamber olduğunu doğrulamış olsaydı ya." der­ler. Şayet biz Melek gönderirsek sonra da onlar bu Meleğe inanmayıp onu da yalanlarlarsa görecekleri azap ertelenmez, hemen geliverir. Böylece iş bitmiş olur. Ve onlara asla mühlet verilmezdi. [9]

 

9- Eğer Peygamberi Melekten yapsaydık, onu, erkek kişi suretinde kılardık. Onları yine de düştükleri şüpheye düşürürdük.

Eğer onların istedikleri gibi biz, insanlara, meleklerden bir Peygamber gönderseydik, insanların ondan vahiy alabilmeleri ve onunla muhatap olabilme­leri için o meleği de bir erkek adam suretinde gönderirdik. Çünkü insanların ya­pısı, Meleği kendi suretinde görmeye müsait değildir. Durum böyle olsaydı on­lar yine de "Acaba bu Melek mi yoksa insan mı?" diye şüpheye düşerlerdi. Ki­tabı tahrif eder aslının ne olduğunu bilmez hale gelirlerdi. [10]

 

10- Şüphesiz ki senden önceki Peygamberler ile de alay edilmişti. On­larla alay edenleri, alay konusu ettikleri şey, çepeçevre kuşatıvcrdi.

Bu âyet-i kerime, kâfir ve müşriklerin, Hz. Peygamberi yalanlamalarına karşı onu teselli etmekte ve Allah teala "Onların alaylarına üzülme. Çünkü sen­den önceki ümmetlere gönderilen peygamberler de ümmetleri tarafından alaya alınmışlardır. Bu, kâfirlerin, süregelen âdetleridir" buyunnaktadır. [11]

 

11- De ki: "Yeryüzünde dolaşın. Sonra da, yalanlayanların akıbetleri nasıl olmuş bir görün.

Ey Muhammet putları bana denk tutan, seni yalanlayan ve getirdiğini in­kar eden o müşriklere de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, Peygamberlerini yalan­layan, onlara karşı inatçılık yapan geçmiş ümmetlerin akıbetlerinin ne olduğuna bir bakın. Onlar daha dünyadayken, çeşitli azaplara uğratılmışlardır. Aynı şeyle­rin sizlerin de başına gelmesinden sakının." [12]

 

12- De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allahın-dır." O, merhamet etmeyi üzerine yazmıştır. Muhakkak ki o, sizi, kendisin­de şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Kendilerini ziyana sokanlar iman etmezler.

Ey Muhammed, pullan rablerine denk tutan o müşriklere de ki; "Gökler­de ve yerde bulunanların mülkiyeti ve hükümranlığı kime aittir?" Her şeyden aciz olan bu putlara mı yoksa, her şeye kadir olan Allaha mı? Ey Muhammed, de ki: ... Oralarda bulunanların mülkiyeti, her şeye boyun eğdiren, otoritesiyle her şeyi kahretme gücünde olan Allaha aittir. Kendilerine dahi herhangi bir menfaat ve zarar veremeyecek olan aciz putlara ait değildir. Ancak Allah, dün­yada iken kullarına merhametli davranmayı üzerine yazdığı için, Allaha ortak koşan o müşrikleri derhal cezalandırmaz. Ortak koşmalarından vaz geçip iman etmeleri için mühlet verir. Yemin olsun ki, Allah sizleri, kendisinde şüphe ol­mayan kıyamet gününde bir araya toplayacak ve herkese, yaptığı amelinin kar­şılığını verecektir. Putları, rablerine denk tutarak kendilerini zarara uğratanları da kıyamet gününde bir araya toplayacak, onlar, kendi kendilerini aldattıkları için Allahi birlemezler. Onun vaad ve cezalanın tasdik etmezler ve Muhamme-din Peygamberliğini ikrar etmezler.

Âyet-i kerimede, Allah tealanın üzerine merhametli olmayı yazdığı zik­redilmektedir. Bu husus zikredilerek Aîlah tealaya kulluk etmekten yüz çeviren­ler, tevbe etmeye teşvik edilmekte ve yaptıkları kötülüklerden vaz geçmeleri is­tenmektedir.

Allah tealanın. merhametli olmayı üzerine yazdığı hususunda: Ebu Hu-reyre'nin Resulullahtan şunu rivayet ettiği zikredilmektedir.

Ebu Hureyre'nin Resulullahtan.şunu rivayet ettiği zikredilmektedir. "Al­lah teala mahlukatı var edince Arşın üzerinde kendi katında bulunan kitabına şunu yazmıştır. Şüphesiz ki merhametim gazabıma galip gelmiştir[13]

Selman-i Farisi de Resulullahın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz tane rahmet yarat­mıştır. Her rahmeti, gökle yerin arasını kaplayacak kadardır. Bu rahmetlerinden yalnız bir tanesini yeryüzüne yerleştirmiştir. İşte o rahmetiyle anne çocuğuna merhamet eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar, birbirlerine merhamet ederler. Kıya­met günü olduğunda da o rahmetleri yle bu rahmetini birleştirecektir. [14]

Yine Ebu Hüreyre Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Şüphesiz ki, Allahın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmetini cinlerin, insanların hayvanların ve haşeratm arasına indirmiştir. Onunla birbirlerine şef­kat gösterirler, merhametli davranırlar. Ve yine onunla vahşi hayvanlar yavrula­rına merhamet ederler. Allah, doksan dokuz rahmetini ise geride bırakmıştır. Onlarla kullarına kıyamet gününde merhamet edecektir. [15]

Allah teala bu âyet-i kerimede, göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğunu, yarattıklarına karşı merhametli davranmayı kendi üzerine yazdığını ve bütün yükümlüleri kıyamet gününde mutlaka bir araya toplayacağını, iman etmeyen kimselerin, kendilerini ziyana sokan kimseler olduklarını bildirmekte­dir.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde, Allah tealanın merha­meti hususunda şöyle buyurmaktadır: "Allah teala mahlukati var edince arşın üzerinde kendi katında bulunan kitabına şunu yazmıştır. "Şüphesiz ki merhame­tim gazabıma galip gelir. [16]

 

13- Gece ve gündüzde barınan herşey ona aittir. O, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

*Bu âyet-i kerimede Allah teala, gece ve gündüzde var olan herşeyin kendisine ait olduğunu, bu itibarla kafirlerin ve imansızların, kendilerinin de Allanın yaratıkları olduklarını ve kendisine itaat edip boyun eğmeleri gerekirken isyan ettiklerini, böylece nankörlükte zirveye ulaştıklarını bildirmekte ve bu-yurmaktadır ki: "Putları Allaha denk tutan kimseler, Alİaha iman etmemekte ve onu bilmemektedirler. [17]

 

14- Ey Muhammcd, "Gökleri ve yeri yaratan, rızıklandıran fakat rızka ihtiyacı olmayan Allahtan başkasını mı dost edineyim?" de. Ve "Şüp­hesi/ ben, Müslümanların ilki olmakla cmroiundum." de. Asla ortak ko­şanlardan olma.

Ey Muhammed, sen o müşriklere de ki: "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allahın dışında herhangi bir mahluku mu rab edinip te ondan yardım istiyeyim? Afet ve felaketlere karşı ona sığınayım? Beni yedirip içermesini ondan mı isti­yeyim? Halbuki bütün yaratılanları rızıklandıran Allahtır. Onun ise hiçbir kim­senin nzıklandınnasma ihtiyacı yoktur.

Yine de ki: "Rabbim bana, zamanımdaki insanların ilk miLslüman olanı, ibadette kendisine ilk boyun eğeni olmamı emretti ve buyurdu ki: "Sakın Allaha ortak koşan müşriklerden olma." [18]

 

15- De ki: "Şüphesiz ki ben, rabbimc karşı gelirsem, büyük bir gü­nün azabından korkarım.

De ki: "Eğer putlara taparak rabbime isyan edersem o dehşetli kıyamet gününün azabından korkanın. [19]

 

16- O gün kim azaptan uzaklaştırılırsa şüphesiz ki Allah, ona merha­met etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur.

Bu hususta diğer bir âyet-i kerimede de şöyle Duyurulmaktadır: "Her ne­fis ölümü tadacaktır. Kıyamet gününde, yaptıklarınızın karşdığı ise mutlaka ek­siksiz verilecektir. Kim, cehennem ateşinden uzaklaştırılıp cennete konursa şüp­hesiz ki o, kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise, aldatıcı menfaatimi başka bir

şey değildir. [20]

 

17- Allah, sana bir zarar isabet ettirecek olsa, o zararı ondan başka hiçbir kimse kaldıramaz. Sana bir hayır isabet ettirecek olursa, o, herşeye kadirdir.

Ey Muhammed, eğer Allah, dünyadayken sana bir sıkıntı, hayatmda-bir darlık gösterirse, onu senden kim kaldıracak? Onu senden kaldıracak olan yine ancak Allahtır. Şayet sana bir iyilik, bir hayır ve bir bolluk isabet ederse bil ki o da Allah tarafındandır. Çünkü Allah, her şeye gücü yetendir. Sana fayda ve za­rar verecek olan o uydurma ilahlar değil, mutlak kudret sahibi olan Allahtır. O halde sen Allahi nasıl birlemeyeceksin? Resûlüllah (s.a.v.) her namazın sonunda şöyle dua ederdi.

"Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. O birdir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk sadece onundur. Hamd ona mahsustur. O, herşeye kadirdir. Ey Allahım, senin verdiğine mani olacak yoktur. Vermediğini verebilecek te yoktur. Kimse­nin varlığı, sen dilemedikçe kendisine fayda vermez. [21]

 

18- O, kulların üstünde kahredici güce sahiptir. Ve o, hüküm ve hik­met sahibidir. Hcrşeydcn haberdardır.

Allah, zalim ve Tağutlan kahreden, kullan üzerinde mutlak ezici bir güce sahib olan, bütün işlerinde hikmet sahibi olan ve herşeyden haberdar olandır. [22]

 

19- De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha yücedir?" De ki: "Al­lahtır. O, benimle sizin aranızda sahil tir. Bu Kuran sizi ve haberi kendile­rine ulaşanları uyarmam için bana vahyolunmuştur. Allah ile beraber baş­ka ilahlar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? De ki: "Ben şahitlik etmiyorum. "De kî: "O ancak bir olan Allahtır. Şüphesiz ki ben, sizin or­tak koştuklarınızdan beriyim."

Ey Muhammed onlara de ki: "Şahitliği daha güçlü ve büyük olan kimdir? "De ki: "O, Allahtır. O, benimle sizin aranızda, benim Hak Peygamber olduğu­ma şahittir. O, kimin haklı kimin haksız olduğunu çok iyi bilir. Rabbim bana bu Kur'anı, sizi ve kendilerine tebliğ ulaşan kimseleri, Allanın azabı ve cezalandır-masıyla uyarmam için vahyetti. Ey müşrikler, sizler mi Allahla beraber diğer ta­pınılan ilahların var olduğuna şahitlik ediyorsunuz?ı Onlara de ki: "Ben böyle bir şahitlikte bulunmam, bilakis bunu reddederim." Yine de ki: "Allah, tek olan bir ilahtır. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben, sizin, Ali aha ortak koşarak kendileri­ne taptığınız şeylerden beriyim. Allahtan başka hiçbir ilah tanımam[23]

 

20- Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamberi, oğullarını tanıdık­ları gibi tanırlar. Onlar, nefislerini hüsrana uğratanlardır. Onlar iman et­mezler.

Kendilerine Tevrat ve İncili verdiğimiz kitap ehli, Muhammedi, kendi ki­taplarında sıfatları belirtildiği için, kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini helak edip Cehenneme sürükleyenler yok mu? İşte onlar, Muham-medin Peygamberliğini kabul ile ona iman etmeyenlerdir.

*Rivayet edildiğine göre, Müslüman olan Yahudi asıllı insanlar demişler­dir ki: "Allaha yemin olsun ki, bizim Muhammedi tanımamız oğlumuzu tanıma­mızdan daha sağlamdır. Çünkü Muhammedin bütün sıfatlarını Tevratta oku­duk." [24]

 

21- Allaha karşı yalan uyduran veya onun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.

Allanın ortağı olduğunu veya eşi ve çocuğu bulunduğunu iddia ederek ona karşı iftirada bulunanlardan veya Allanın peygamberinin doğruluğunu gös­teren mucizelerini ve âyetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Şüp­hesiz ki Allaha karşı iftirada bulunan bu zalimler asla kurtuluşa eremezler. [25]

 

22- Kıyamet gününde hepsini toplarız. Ve sonra o ortak koşanlara "Allaha ortak olduklarını sandığınız şeyler nerede?" deriz. Allah'a iftirada bulunan ve onun âyetlerini yalanlayan müşrikler, ne bu dünyada kurtuluşa erecekler ne de âhirette kendilerini bir araya getirdiğimiz gün kurtuluşa

ereceklerdir.    .

Allah'a iftirada bulunan ve onun âyetlerini yalanlayan müşrikler ne bu dünyada kurtuluşa erecekler ne de âhirette kendilerini bir araya getirdiğimiz gün kurtuluşa ereceklerdir.

Biz o müşriklerin hepsini kıyamet gününde bir araya toplar sonra onlara "Allah'a ortak koştuğunuz putlarınız, ilahlarınız, uydurma rableriniz nerede?" diye sorarız. [26]

 

23- Sonra, içinde bulundukları zor durumdan dolayı: "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona ortak koşanlardan değildik" demekten başka çareleri kalmaz.

Müşriklere, "Var olduklarını sandığınız ve Allaha ortak koştuğunuz put­larınız nerede?" diye sorulduğunda onlar, imtihandan geçirildikleri için yalan söyleyerek "Ey rabbimiz, sana yemin olsun ki, bizler, şarta ortak koşanlardan

değildik" diyeceklerdir.

Âyet-i kerimede geçen ve "Zor durumdan dolayı" diye tercüme edilen ifadesinin manası, Katade Abdullah b, Abbas ve Dehhak'tan nakledi­len bir görüşe göre "Sözleri" demektir. Yani, imtihana çekilen müşriklerin ce­vapları "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona, ortak koşanlardan değil­dik" demekten başka bir çareleri kalmaz" şeklindedir.

Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadenin mânâsı, "Onların mazeretleri" demektir. Taberi, birinci izah tarzını tercih etmiştir. [27]

 

24- Bak, kendi kendilerini nasıl yalanladılar. Ve uydurdukları put­lar, kendilerinden nasıl kaybolup gitti. Ey Muhammed, bak, putları ve diğer şeyleri rablerine denk tutan bu müş­rikler, Allahın huzuruna çıktıklarında söyleyecekleri: "Rabbimiz olan Ali aha yemin olsun ki biz, Allaha ortak koşanlardan değildik." şeklindeki sözleriyle kendilerini nasıl yalanlayacaklarıdır. Onlar, bu iftiralarından ve Allaha ortak koşmalarından dolayı cezalandırılınca da uydurdukları putları kendilerinden uzaklaşarak kaybolup gidecek ve onlar, yapayalnız kalacaklardır. [28]

 

25- Onlardan seni dinleyen de vardır. Biz onların kalblcrinc, anla­malarına engel olan perdeler gerdik. Ve kulaklarına ağtrhk verdik. Onlar, bütün delilleri görseler bile onlara iman etmezler. Hatta sana geldiklerinde seninle mücadele ederler. Ve inkâr edenler: "Bu, öncekilerin masalların­dan başka bir şey değildir." derler.

Ey Muhammed, kavminden, putlara taparak onları Allaha denk tutanlar­dan bazıları, senin yanına gelip senden Kur'anı ve senin davetini dinlerler. Fakat onlar, senin ne söylediğini anlamazlar. Sadece sesini ve okumanı işitirler. Çün­kü Allah, onların kalblerini perdelemiş ve kulaklarına, işitmelerine engel olan bir ağırlık koymuştur. Hatta onlar, Allahın birliğini ve senin peygamberliğinin doğruluğunu gösteren bir alâmet ve mucizeyi görseler dahi yine onlara iman et­mezler. Senin yanına geldiklerinde hakta da batılda da seninle tartışırlar. Senden duyduk!an ikna edici âyetlere: "Bu ancak, öncekilerin masallarıdır, başka birşey değildir." derler. [29]

 

26- Onlar (insanları) ondan (Kur'andan) alikoyarlar ve kendileri de ondan uzaklaşırlar. Böylece ancak kendilerini helak ederler. Fakat bunun farkında değildirler.

Onlar, insanları Kur'ana boyun eğmekten, hakka uymaktan ve Peygambe­ri tasdik etmekten alikoyarlar. Kendileri de onlardan uzaklaşırlar. Böylece hem kendileri faydalanmaz hem de diğer insanların faydalanmalarına engel olurlar. Bu halleriyle ancak kendilerini helake sürüklemiş olurlar. Fakat bunun farkında değildirler.

Âyet-i kerimede: "Onlar, ondan alikoyarlar" Duyurulmaktadır. Muham­med b. el-Hanefiyye, Abdullah b. Abbas ve Katadeye göre bu ifadenin manası şöyledir: "Allahım ayetlerini yalanlayan müşrikler, insanları, Muhammede tabi olmaktan ve onun Peygamberliğini kabul etmekten alikoyarlar. Kendileri de o peygamberlerden uzak dururlar. Böylece hem insanları saptırmış hem de kendi­leri sapmış olurlar.

Katade Mücahid ve İbn-i Zeyd'e göre ise bu ifadenin mânâsı şöyledir: "O müşrikler, insanları, Kur'an'ı dinlemekten alikoyarlar. Kendileri de ondan uzak dururlar."

Abdullah b. Abbas, Kasım b. Muhaymire ve Habib b. Ebi Sabit'e göre ise bu ifadenin mânâsı şöyledir: "O müşrikler, hem insanların Muhammede eziyet etmelerine engel olurlar hem de kendileri ondan uzak dururlar." Bu görüşte olanlara göre bu âyet-i kerime, Ebu Talip hakkında nazil olmuştur. O, hem Re-, sulullahı, müşriklerin eziyetlerine karşı savunuyor hem de ona iman etmekten uzak duruyordu.

Taberi diyor ki: Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, bu ifadeyi şu şekilde izah eden görüştür: "Müşrikler, insanları, Muhammed (s.a.v.)'e tabi olmaktan alikoyarlar. Kendileri de ondan uzak dururlar." Taberinin, bu görüşü tercih et­mesinin sebebi, bundan önceki âyetlerin, genel olarak, müşriklerden ve onların, Peygamberi yalanlamalarından bahsetmiş olmasıdır. Ayetin genel ifadesini, bel­li bir kişiye tahsis etmek isabetli değildir. [30]

 

27- Ateşin üzerinde durduruldukları zamanı: "Ne olurdu tekrar dünyaya döndürülseydik, rabbimi/.in âyetlerini yalanlamasaydık da Mü­minlerden olsaydık" dediklerini bir görsen.

Ey Muhammed, sen, kafirlerin, kıyamet gününde, cehennem ateşi üzerin­de durdurulup oradaki dehşet verici halleri gördükleri zaman: "Keşke dünyaya tekrar döndürüîsek te yaptıklarımızdan vazgeçerek rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve Müminlerden olsak dediklerini bir görsen. [31]

 

28- Hayır, daha önce gizledikleri onlara göründü. Tekrar dünyaya döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu on­lar, yalancıdırlar.

Hayır, onlar dünyaya dönmeyeceklerdir. Dünyadayken gizlemiş oldukları kötü amelleri, artık ortaya çıkmıştır. Tekrar dünyaya döndürülseler bile, kendi­lerine yasaklanan şeyleri yine yapacaklardır. Şüphesiz ki onlar: "Ne olurdu tek­rar dünyaya döndürülseydik, rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ta Mümin­lerden olsaydık." sözlerinde yalancıdırlar. [32]

 

29- Onlar: "Hayat ancak dünya hayatıdır, biz tekrar diriltilecek de­ğiliz." dediler.

Putları Allaha denk tutan bu kâfirler, "Dünya hayatından başka bir hayat yoktur. Biz tekrar diriltilmeyeceğiz" derler. Bu nedenle âhirette kendilerini aza­ba sürükleyecek inkâr ve isyanları işlemekten çekinmezler. Çünkü onlar, iyi amellerinden dolayı sevap, kötü amellerinden dolayı da günah kazandıklarına inanmazlar. [33]

 

30- Rablcrinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen, Rableri onlara şöyle der: "Bu gerçek değil midir?" Onlar da: "Evet, rabbi-mizc yemin olsun ki gerçektir." derler. Rableri de onlara: "Öyleyse inkârınız sebebiyle tadın azabı" der.

Ey Muhammed, onların, rableri huzurunda hesap vermek için durdurul­duklarını bir görsen, o zaman rableri onlara: "Dünyadayken inkâr ettiğiniz tek­rar dirilme" bir gerçek değilmiymiş?" diyecek. Onlar da: "Evet, rabbimize ye­min olsun ki bu bir gerçekmiş" diyeceklerdir. Bunun üzerine rableri de onlara: "Dünyadaki inkâr ve yalanlamalarınız sebebiyle tadın bu azabı" diyecektir. [34]

 

31- Allahın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğ­ramışlardır Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak şöyle derler: "Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!" Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür.

İnkârı imana tercih ederek, öldükten sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi ve AHahın huzurunda hesaba çekilmeyi yalanlayanlar, hüsrana uğramışlardır. Allanın, ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaracağı o kıyamet günü onlara ansızın gelince onlar, daha önce yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını belirterek "Dün­yada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize." diyeceklerdir. Onlar, günahlarını bizzat yükleneceklerdir. Yüklendikleri bu günah ne kötüdür.

Ayet-i kerimede geçen ve "Günahlar" diye tercüme edilen kelimesi hakkında Taberi diyor ki: "Bundan maksat, işlenen günahlardır. Bir kı­sım insanlar buradaki kelimesinin "sırtlarında taşıyacakları yükler" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Fakat ben bu kelimenin bu mânâya geldiğine dair ne bir delil gördüm. Ne de Arapçasına güvenilen birinden bir açıklama duy­dum. Kâfirlerin kıyamet gününde sırtlarına yüklenecekleri bildirilen şeylerden maksat, günah olan amelleridir. Bu hususta Süddi demiştir ki: "Hiçbir zalim in­san yoktur ki o ölüp kabrine konulduktan sonra onun yanma çirkin yüzlü,.siyah renkli, pis kokulu, kirli elbiseli bir adam gelmiş olmasın. Ölen zalim kimse, ka­birde yanına giren o kişiyi görünce, "Yüzün ne de çirkinmişi" diyecek, o da "Senin amelin böyleydi!" diyecek. Zalim: "Kokun ne pişmiş" diyecek o da "Se­nin amelin böyle pis idi" diyecek, zalim: "Senin elbisen ne kadar kirli" diyecek o da: "Senin amelin böyle kirli idi." diyecek. Zalim: "Sen kimsin?" diyecek. O da: "Ben senin amelinim" diyecektir. O, ölen zalim kişiyle birlikte kabirde kala­cak, kıyamet gününde zalim kimse diriltilince de ameli ona diyecek ki: "Dünya­da iken zevk ve şehvani arzular vasıtasıyla ben seni taşıyordum. Bu gün de sen beni taşıyacaksın." Böylece ameli o kişinin sırtına biner, onu sürer ve cehennem ateşine sokar, işte Allah tealanm "Onlar, günahlarını sırtlarına yüklenirler." ifa­desinden maksat budur. [35]

 

32- Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir, Ahirct yurdu ise Allahtan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısı­nız?

Ey insanlar, dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Kısa bir süre içinde gelip geçer. Sakın kendinizi ona kaptırmayın. Çünkü ona al-dananlar, sonunda pişman olurlar. Âhiret yurdu ise Allahtan korkup o hayata hazırlık yapanlar için daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?

Bu âyet-i kerime: "Hayat ancak dünya hayatıdır. Biz tekrar diriltilecek değiliz" diyen kâfirlere cevap vennekte ve bu dünya hayatının geçiciliğine dik­kati çekmektedir. Başka bir âyet-i kerimede de dünya hayatı şöyle tasvir edil­mektedir: "Bilin ki dünya hayatı sadece bir oyun,, bir eğlence, bir süs, aranızda bir Övünme vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu bir yağmura benzer ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider, sonra o bitki kurumaya yüz tu­tar. Bir de bakarsın ki sapsan kesilmiş. Daha sonra çerçöp haline gelir. Ahirette ise şiddetli bir azap, Ailahm bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka birşey değildir. [36]

 

33- Ey Muhammed, onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette bi­liyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler, Allanın âyetlerini inkâr ediyorlar.

Ey Muhammet!, senin hakkında "Şüphesiz ki o bir yalancıdır." şeklindeki sözlerinin seni üzdüğünü çok iyi biliyoruz. Aslında onların maksadı, seni yalan­lamak değildir. Çünkü onlar, senin doğru söylediğini biliyorlar. Fakat o zalim­ler, Allanın âyetlerini inkâr ediyorlar. Onlann asıl maksadı, hakka karşı inatçı olmak ve onu yalanlamaktır.

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede Resulullah (s.a.v.)'i kâfirlerin iftira ve yalanlarına karşı teselli etmekte ve onlann bu çirkin iftiralarına aldırmamasını tavsiye buyurmaktadır. Aslında o kâfirler, Resulullah (s.a.v.)'in yalan söylemediğini biliyor ve fakat getirdiği İslam dinine karşı çıkarak, onu karalıyor ve her türlü iftirada bulunuyorlardı. Müfessirlerin bir kısmı, bu âyeti şöyle izah etmiş­lerdir:

Bazı müşrikler Resulullahın hak Peygamber olduğunu bildikleri halde sa­dece inat ederek onu yalanlıyorlardı. Ona "Şair" "Kahin" "Mecnun" gibi sıfatlar atfediyorlardı. Böylece kalbleriyle, hak peygamber olduğunu kabul eden bu müşrikler, dilleriyle Ailahm bir delili olan Hz. Muhammedi yalanlıyorlardı. İşte âyet-i kerime, müşriklerin bu halini beyan etmektedir.

Bu hususta Ebu Salih diyor ki: "Bir gün Cebrail (a.s.) Resulullah (s.a.v.)'e geldi. Resulullah üzgün bir halde oturuyordu. Cebrail ona dedi ki: "Seni üzen nedir?" Resulullah da dedi ki: "Şunlar beni yalanladılar" Cebrail de ona dedi ki: "Onlar seni yalanlamıyorlar. Senin doğru söylediğini biliyorlar. Fakat zalim olan insanlar, Ailahm âyetlerini İnkâr ederler."

Süddi de diyor ki: "Bedir savaşının yapıldığı günde, Ahnes b. Şerik, Zeh­ra oğullarının yanına gitti ve onlara dedi ki: Ey Zehra oğulları, şüphesiz ki Mu­hammed, bacınızın oğludur. Onu savunmaya sizler daha layıksınız. Şayet o pey­gamber ise ona karşı bugün niçin savaşıyorsunuz? Eğer yalancı ise kızkardeşini-zin oğlunu savunmaya sizler daha layıksınız. Burada bekleyin. Ben, Ebul Ha­kem ile görüşeyim. Eğer Muhammed galip gelirse sağ salim geri dönersiniz. Mağlup olursa, kavminiz size bir şey yapmaz." İşte o gün Ahnes'e "sinsi" mânâsına gelen bu isim verildi. Onun asıl ismi "Übey" idi. Ahnesle Ebu Cehil karşılaştılar. Ahnes Ebu Cehille başbaşa kaldı ve ona dedi ki: Ey Ebul Hakem, söyle bana, Muhammed, doğru mu söylüyor yoksa o bir yalancı mı? Burada senden ve benden başka, sözümüzü işiterek, Kureyş'ten herhangi bir kimse bu­lunmamaktadır" Ebu Cehil dedi ki: Vay haline! Vallahi Muhammed doğru söy­lüyor. O asla yalan söylemedi. Fakat o sancaktarlığı, hacılara su vermeyi ve Peygamberliği, Kureyşin Kusayoğulları götürecek olursa diğer Kureyşlilere ne kalacaktır?

Süddi diyor ki "İşte bu âyet, Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur.

Diğerir kısım müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Aslında müşrikler Resulullahi değil onun getirdiği âyetleri yalanlıyorlardı.

Hz. Ali (r.a.)'dan, Ebu Cehilin, Peygamber efendimize şöyle söylediği ri­vayet edilir. "Ey Muhammed, biz senin, akrabalık hukukunu gözeten ve doğru söyleyen bir kimse olduğunu biliyoruz. Biz seni yalanlamıyoruz fakat biz senin getirdiğin şeyleri yalanlıyoruz." Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. [37]

 

34- Muhakkak ki senden önce nice Peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler. Allahm sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, Peygamberlerin haberlerinden bir kısmı geldi.

Ey Mulıammed, bu kâfirlerin, seni yalanlamaları ve onlardan görmüş ol­duğun eziyetler seni üzmesin. Çünkü bu muameleler ilk defa sana yapılmış de­ğildir. Senden önceki Peygamberler de ya! ani anmışl ardır. Onlar, ümmetlerinin kendilerini yalanlamalarına karşı sabırlı olmuş, metanet göstermişler ve bu yol­da çeşitli eziyetler görmüşler, buna rağmen, kendilerine zaferimiz ulaşıncaya kadar davalarını, ısrarla devam ettirmekten geri durmamışlardır.

Allahm, Peygamberlerine vaadetmiş okluğu zaferi değiştirecek hiçbir kimse de yoktur. Allahm zaferi sana da ulaşacaktır. Önceki Peygamberlerin, ümmetleriyle olan kıssaları sana gelmiştir. Sen bunları bilmektesin. Kâfirler azaba uğratılmış, müminler ise kurtarılmışlardır. [38]

 

35- Eğer onların yüzçevirmclcri sana ağır geliyorsa ve onlara bir âyet getirmek için yere bir tünel kazmaya veya göğe bir merdiven kurmaya gücün yetiyorsa yap. Allah dileseydi onları, hidayette birleştirirdi. O halde sakın cahillerden olma.

Ey Muhammed, kâfirlerin senden yüz çevirmeleri, sana göndermiş oldu­ğum şeyleri tasdik etmekten kaçınmaları, sana ağır geliyor, onların bu davranış­ları karşısında s ab red em i yorsan ve onlara, kendilerini ikna edebilecek bir delil getirmek için yere bir tünel kazmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa bunu yap. Halbuki bunu yapamazsın. O halde, kâfirlerin böyle davranmaları sana ağır gelmesin. Eğer Allah dileseydi onların hepsini hidayette bir­leştirirdi. O halde sen, sakın cahillerden olma.

Bu âyet-i kerime, kaderi inkâr eden, her şeyi kulun yaptığıı iddia eden insanlara bir cevaptır. Zira, bu âyette, hidayete erme ve imana kavuşma sebeple­rinin, tamamen kullara verilmediği beyan edilmektedir. [39]

 

36- Daveti ancak dinleyenler kabul ederler. Ölülere gelince, Allah onları diriltir. Sonra ona döndürülürler.

Ey Muhammed, şu inatçı kâfirlerin senden ve senin, Tevhid inancına da­vetinden yüzçevirmeleri sakın senin ağırına gitmesin. Çünkü senin yaptığın da­veti ancak, Allahm, kulaklarını Hakkı işitmeye açtığı ve doğru yola tabi olmayı kendilerine kolaylaştırdığı kimseler dinleyip kabul ederler. Kafirler ise âdeta ölülere benzerler. Senin davetini kabul etmekten uzaktırlar. Allah onları dirilte­cek ve hepsi hesap vermek için huzuruna sevkedileceklerdir. Herkes yaptığının ne olduğunu görecektir. [40]

 

37- O kâfirler: "Ona rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kadirdir. Fakat

onların çoğu bunu bilmezler.

O gün Mekke kâfirleri: "Muhammede rabbi tarafından bir alâmet, bir mu­cize indirilseydi ya." dediler. Ey Muhammed, onlara de ki: "Allah, bir alâmet indirmeye elbette ki kadirdir. Fakat onların çoğu, alameti indirmenin neticesinin nereye varacağını bilmezler. Şayet bunu bilmiş olsalardı onu istemezlerdi.

Allah Teâlâ, Furkan suresinin yedi ve sekizinci âyetlerinde, bu kâfirlerin, Allahtan, alâmet olarak ne idirmesini istediklerini beyan ederek bu­yurdu ki: "Kâfirler şöyle dediler: "Bu ne biçim Peygamber ki, yemek yiyor, çar­şılarda geziyor." Kendisine bir Melek indirilip te onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya " Yahut kendisine bir hazine indirilse veya bir bahçesi olsa da ondan yese ya! [41]

 

38- Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık ve İki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer topluluk olmasınlar. Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar hesap için rablrcnin huzurunda toplanacaklardır.

Ey insanlar, yeryüzünde hareket eden, küçük büyük, hiçbir canlı varlık, iki kanadıyla havada uçan hiçbir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi birert opluluk olmasınlar. Biz, bunlardan herhangi birini levh-i Mahfuzda tesbit etme hususun­da herhangi bir eksiklik bırakmadık. Bütün varlıklar yok olduktan sonra tekrar rablerinin huzurunda bir araya toplanacaklardır.

Evet, bütün varlıkların rabbi olan yüce mevla, bütün canlı varlıkların yaptıklarını tesbit etmekte, hatta onların hareketlerini ve davranışlarını levh-i Mahfuzda zapt altına almaktadır. Hesaba çekme yurdu olan âhirette bunları bir araya toplayıp, dünyada yaptıklarının karşılığını verecektir.

Âyeî-i kerimede zikredilen ve sonra onlar "Rablerinin huzurunda topla-nacaklardır" diye tercüme edilen cümlesi, Abdullah b. Abbas ve Dehhak tarafından "Sonra onlar, öldürülüp, rableri huzurunda bir araya geti­rileceklerdir." şeklinde izah edilmiş, diğer bazı âlimler tarafından ise "Onlar, kı­yamet gününde diriltilip rableri huzurunda bir araya getirileceklerdir."şeklinde izah edilmiştir.

Bu hususta Ebu Hüreyre diyor ki: "Allah, kıyamet gününde hayvanları, kuşları ve bütün yaratıkları bir araya toplayacaktır. O gün Allanın adaleti öyle bir dereceye ulaşacaktır ki, boynuzsuz hayvanların hakkını boynuzlu olanlardan alacak ve buyuracaktır ki: "Hepiniz toprak olun." İşte bu nedenle kafir olan in­san "Keşke ben de toprak olsaydım" diyecektir.

Resulullah (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki:

"Sizler, kıyamet gününde haklan, mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Öy-leki boynuzsuz koyunun, kendisini boynuzlayan boynuzlu koyundan hakkı alı­nacaktır. [42]

"Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, kıyamet gününde herşey birbirinden şikâyetçi olacaktır. Öyleki, iki koyun dahi birbirlerini boy­nuzlamaktan şikayet edeceklerdir. [43]

"Ebu Zer diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.), birbirleriyle boynuzlaşan iki koyun gördü ve bana "Ey Eba Zer, bunların niçin boynuzlaştıklarını biliyor musun?" dedi, "Hayır" dedim. Resulullah (s.a.v.) "Fakat Allah biliyor ve aralannda hüküm verecektir."buyurdu[44]

Hayvanlar için bunu yapan rabbimiz, biz insanların amellerini hiç zayi edip onları muhafaza altına almayı ihmal eder mi? Bizi, âhirette cezalandırma veya mükafatlandırmayı terkeder mi? "Halbuki o, biz insanları, diğer hayvanla­ra vermediği akıl, anlayış ve idrak özellikleriyle yaratmıştır.

Bu hususta Hud suresinin altıncı âyetinde şöyle buyurmaktadır: "Yeryü­zünde hiçbir canlı varlık yoktur ki, rızkı Allaha ait olmasın. Allah, her canlının, hayatta iken yerleştiği, ölümden sonra da konulacağı yeri bilir. Hepsi apaçık bir kitapta kayıtlıdır." [45]

 

39- Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsiz-lcrir. Allah kimi dilerse onu saptırır. Kimi de dilerse onu doğru yola koyar.

Ayetlerimizi yalanlayanlar, cehalet ve anlayışsızlık bakımından, karanlık­lar içinde kalmış olan sağır ve dilsize benzerler. Hem sağır hem dilsiz hem de karanlıklar içinde kalan böyle bir insan, doğru yolu nasıl bulabilir? Allah, kimi imandan saptırmayı dilerse onu saptırır. Kimi de hidayete ulaştırmayı dilerse onu, doğru yol olan İslama sevkeder. O, yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf sa­hibidir. [46]

 

40- De ki: "Söyleyin bana, Allahın azabı size crişse veya kıyamet vakti size gelse Allahtan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer sözünde doğru kimsclcrseniz cevap verin.

Ey Muhammed, o müşriklere de ki: "Söyleyin bana, şayet size Allahın azabı gelecek veya hesap vermek için dİrilip kabirlerinizden kalkacağınız kıya­met günü gelip çatacak olsa, bu felaketlerin, üzerinizden kaldırılması için Allah­tan başkasının yardımını mı dilersiniz? Eğer sizler, ilahlarınızın fayda veya za­rar vermeye kadir oldukları iddianızda doğru iseniz cevap verin bana. [47]

 

41- Hayır, (sıkıntı zamanınızda) sadece Allaha yalvarırsınız. O diler­se yalvardığınız şeyi giderir. Siz de koştuğunuz ortakları unutursunuz.

Hayır, Allahtan başkalarına değil, bu sıkıntılı anlarda bilakis Allaha yal­varırsınız. O da sizden sıkıntıyı gidermeyi dilerse duanızı kabul edip onu sizden kaldırır. Çünkü o her şeye kadir olandır. Ve herşeyin sahibidir. Bu durumda siz­ler artık, Allaha ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. [48]

 

42- Şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönder­dik. Yalvarmaları için onları sıkıntı ve zararlara uğrattık.

Ey Muhammed, şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de Peygamberler gönderdik. Onlara da emir ve yasaklar koyduk. Onlar, Peygamberlerimizi ya­lanlayıp emir ve yasaklarımıza karşı geldiler. Biz de onları, sıkıntı, fakirlik, has­talık ve zararlara uğratarak imtihan ettik. Belki yaptıklarından vaz geçip bana yalvarırlar ve sadece bana kulluk ederler diye. [49]

 

43- Onlara azabımız geldiği zaman yalvarmalı değillermiydi? Fakat kalbleri katılaştı ve Şytan, yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.

Onlara azabımız geldiği zaman, onu kendilerinden kaldırmamız için rab-lerine yalvarmalı ve ona boyun eğerek itaat etmeli değil miydiler? Fakat tam ak­sine onların kalbleri katılaştı. Allahın cezalandırmasını küçümseyerek ve azabı­nı hafife alarak Peygamberleri yalanlamaya devam ettiler. Şeytan, Allahın sev­mediği, onların yaptıkları bu işleri kendilerine süslü gösterdi. [50]

 

44- Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara herşeyin kapı­sını açtık. Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıvcrdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkı­na döndüler.

Peygamberlerimiz vasıtasıyla kendilerine hatırlatılan emirlerimizle amel etmeyi unutunca biz önce herşeyin kapısını onlara açtık, fakirlik yerine bol ge­çim, hastalıklar yerine sağlam beden ve sıkıntılar yerine rahatlık verdik. Niha­yet, kendilerine verilen o nimetlerle sevinip zevke dalınca onlan azabımızla an­sızın yakalayıverdik. Onlar da ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler. Yaptıkları­na pişman oldular.

Ukbe b. Âmir diyor ki:

"Resûlullah (s.a.v.) "Kulun günah işlemesine rağmen Allanın, dünya ni­metlerinden o kulun sevdiği şeyleri ona verdiğini gördüğün zaman, bil ki bu, Allah tarafından onun için bir oyalamadır" buyurdu ve sonra bu âyeti okudu[51]

 

45- Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Âlemlerin rabbi olan Al-laha hamdolsun.

Rablerinin emrine karşı gelen, kendilerine gönderilen Peygamberlere kar­şı gelen ve yalanlayan ve böylece zalim olan topluluklara, AH ahin azabı gelince kökleri kesildi. Ve yok olup gittiler. Sımanın kâfirleri yok eden ve kendisine itaat edenleri onların şerrinden kurtaran Allaha hamdolsun. [52]

 

46- Ey Muhammcd, de ki: "Söyleyin bana, eğer Allah, kulağınızı, gözlerinizi alırsa ve kalblcrinizi mühürlerse, Allahtan başka onu size geti­recek ilah kimdir? Bak, âyetleri nasıl açıklıyoruz? Sonra onlar, nasıl yüzçeviriyorlar?

Bu âyet-i kerime, Peygamber efendimize, kâfirlere karşı nasıl ikna edici deliller ileri sürmesi gerektiğini öğretmekte, bu inkarcıların putlaştırdıklan diğer şeylerin, herhangi bir iş yapmaktan âciz olduklarım beyan etmekte, bunlara ta­panların, akıllarım kullandıkları takdirde, kendilerine çeşitli duyu organlarını bahşeden rablerine derhal teslim olmaları gerektiğini anlatmaktadır. [53]

 

47- De ki: "Söyleyin bana, eğer size Allah tarafından ansızın veya açıkça bir azap gelirse, zalim bir kavimden başkası mı helak olur?

Ey Muhammed, şu yalanlayanlara de ki: "Söyleyin bana, eğer size Alla-hın bir azabı ve cezası ansızın veya göz göre göre açıkça gelecek olsa, zalim olan topluluk dışında kim helak olacaktır?

Evet, zalimler helak olacak, Müminler ise güven içinde olacaklardır. Ni­tekim Allah teala diğer bir âyette şöyle buyurmaktadır: "İman edenler ve iman­larını zulümle karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma, onların hakkıdır. On­lar doğru yoldadır. [54]

 

48- Biz Peygamberleri ancak müjdeleyenler ve uyarıcılar olarak gön­deririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar, üzülmezler de.

Biz Peygamberleri ancak, Allanın mümin kullarını hayırlı şeylerle müj­deleyenler ve kâfirleri de, Allanın cezalandırmasiyla uyarıcılar olarak gönderi­riz. Kim, Peygamberlerimize iman eder ve dünyada salih ameller işleyerek ken­dini düzeltirse, onlar için gelecekten bir korku yoktur, geçmiş amellerinden do­layı da bir üzüntü yoktur. [55]

 

49- Âyetlerimizi yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiy­le azap dokunacaktır.

Evet, ilahi kanun böyledir. Gönderilen Peygamberleri ve onlara indirilen kitaplalan yalanlayan her ümmet, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Nuh, Âd veSe-mud kavimleri bunlara misaldir. [56]

 

50- Ey Muhammcd, de ki: "Size, "Allanın hazineleri benim yanim-dadir" demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, "Ben bir Meleğim" de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana tâbi oluyorum. De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?

Ey Muhammed, de ki: "Ben size "Allanın hazineleri benim elimdedir. Onlarda dilediğim gibi tasarruf ederim.," demiyorum. Gaybı bildiğimi de söylemi yorum. Çünkü gaybı bilmek ancak Allaha aittir. Ben gaybdan ancak Allanın bana bildirdiğini bilirim. Ben sizlere bir Melek olduğumu da iddia etmiyorum. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım. Ancak bana Allah katından vahiy geliyor. Ben sadece bana vahyolunana tabi oluyorum. Ondan asla ayrılmam."

Ey Muhammed, yine de ki: "Hiç, hakkı görmeyen kör ile hakkı görüp ona uyan kimse bir olur mu? Size açıkladığım bu husustan hiç düşünmez misi­niz? Düşünün ki söylediklerimin doğru olduğunu anlayasınız.

Allah Teâlâ, Ra'd suresinin dokuzuncu âyetinde aynı konuya işaret ede­rek buyuruyor ki: "Ey Peygamber, rabbin tarafından sana indirilenin gerçek ol­duğunu bilenle, doğruyu görmeyen kör bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri idrak ederler." [57]

 

51- Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. Onlar için Allahtan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gere­kir ki Allahtan korkarlar.

Ey Muhammed, sen bu Kur'an'la, Al lalım vaad ve tehdidine iman eden, bu itibarla rablerinin huzurunda toplanarak hesap vereceklerinden korkanları uyar. Onların, Allahtan başka ne kendilerine yardım edecek dostlan ne de ken­dilerini Allanın azabından kurtaracak bir şefaatçileri vardır. İşte bunları Kur'an­la uyar ki Allahtan korksunlar. Rabierine itaat edip ona karşı gelmekten sakın­sınlar. [58]

 

52- Sırf Allahın rızasını dileyerek, sabah akşam rabierine dua eden­leri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu değilsin.. Onlar da senin hesabından sorumlu değiller ki, onları kovasın da zalimlerden ola­sın.                       

Mtifessirler,J6u âyet-i kerimenin, bir kısım güçsüz, mustaz'af müslüman-lar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Müşrikler, Resulullaha: "Sen bunla­rı yanından kovarsan sana gider geliriz, meclisinde bulunuruz" demişler ve bu­nun üzerine bu âyet nazil olmuştur.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

Kureyş'in ileri gelenleri Resulullahın yanma uğradılar. Onun yanında, Habbab b. Eret, Süheyb-i Rumi, Bilal-i Habeşi, Ammar b. Yâsir ve benzeri mustaz'aflar bulunuyordu. Bu ileri gelen Kureyşliler dediler ki "Ey Muhammed, kavmini bırakıp ta bunlarla birlikte olmaya mı razı oldun?" İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu

Habbab b. Erefde bu âyetin izahında diyor ki: "Akra b. Habis et-Temimî ve Uyeyne b. Hısn el-Fezari, Resulullaha geldiler. Onun, Bilal, Süheyb, Ammar ve Habbab gibi, müminlerin mustaz'aflarının yanında oturduğunu gördüler. Bunları küçümsediler ve Resulullaha dediler ki: Biz, senin bize, Arapların üs­tünlüğümüzü görecekleri belli bir toplantı yeri yapmanı istiyoruz. Zira sana Arapların heyetleri geliyorlar. Biz, Arapların, bizleri bu kölelerle beraber gör­melerinden utanınz. Biz, senin yanına gelince sen bunları yanından kaldır. Biz, işimizi bitirdikten sonra, sen dilersen bunlarla birlikte otur." Resulullah onlara "Evet" dedi. Onlar da "Sen bu hususta bize bir yazı yaz" dediler. Resulullah da yazı yazacak bir kağıt ile Hz, Ali'yi çağırdı. Biz bir kenarda otururken Cebrail (a.s.) işte bu âyeti ve bundan sonra gelen iki âyeti indirdi. Bunun üzerine Resu-luliah (s.a.v.) kağıdı elinden attı. Sonra bizi çağırdı. Biz onun yanına vardık. O şöyle diyordu: "Selam olsun size, Rabbiniz, merhamet etmeyi üzerine yazmış­tır." Bundan sonra biz, Resulullah ile birlikte oturuyorduk. Resulullah kalkmak istidediğinde kalkıp gidiyor ve bizi orada bırakıyordu. Bunun üzerine de: "Ey Muhammed, rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle bir­likte dur, sabret sakın dünya hayatının ziynetine kapılıp gözünü onlardan ayır­ma... âyeti nazil oldu[59] Bundan sonra artık Resulullah (s.a.v.) bizimle birlikte oturuyordu. Onun kalkma zamanı gelince biz kalkıyorduk ve onu bırakıyorduk ki o da kalksın."

İkrime de diyor ki: "Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Mut'im b. Adiy, Ha­ris b. Nevfel, Kureze b. Abd, Amr b. Nevfel, Abd-i Menaf oğullarından, kâfirlerin ileri gelenleriyle birlikte Ebu Talibe geldiler ve dediler ki: "Ey Ebu Talib, eğer kardeşinin oğlu, yanından kölelerimizi ve işçilerimizi kovarsa, bu bizim için daha hoş olur. Bizim ona itaat etmemize ona tabi olmamıza ve onu tasdik etmemize daha fazla yardımcı olur" Bunun üzerine Ebu Talip, Resulul-lah'a geldi ve konuşulanları ona anlattı. Ömer b. el-Hattab da dedi ki: "Sen bunu yapsan da baksak ne istiyorlar. Sözlerinde ne kadar durabilecekler." Bunun üze­rine Allah teala "Ey Muhammed. rablerinin huzurunda toplanacaklarından kor­kanları Kur'anla uyar. Onlar için Allahtan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allahtan korkarlar." "Sırf Allanın rızasını dileyerek sabah ak­şam, rablerine dua edenleri huzurundan kovma, onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki, onları kovasın da za­limlerden olasın. "Neticede Allah, aramızdan bunlara mı lütufta bulundu." de­sinler diye onları birbirleriyle böyle imtihan ettik. Allah, şükreden!eri daha iyi bilen değil midir?" âyetlerini indirdi.

İkrime diyor ki: Orada bulunanlar Bilal, Ammar b. Yasir, Huzeyfe'nin azadlı kölesi Salim, Useyd'in kölesi Subeyh gibi kimselerdi. Abdullah b. Mes'ud, Mikdat b. Amr, Mes'ud b. Kari, Vâkıd b. Abdullah el-Hanzeli, Amr b. Abd-i Amr, Zuşşimaleyn, Mersed b. Ebu Mersed, Ebu Mersed ve benzeri, ant­laşma ile Kureyş'in yanında yaşayan kimseler de bulunuyordu. İşte Kureyş'in ileri gelen kâfirleri, efendileri ve andîaşma yapanları hakkında "Biz onları bir­birleriyle böyle imtihan ederiz ki onlar "Allah içimizden bunlara mı lütufta bu­lundu? desinler, âyeti nazil oldu. Âyet nazil olunca Ömer geldi. Söylediklerin­den dolayı özür diledi. Bunun üzerine de "Âyetlerimize iman edenler sana gel­dikleri zaman onlara şöyle de "Selam olsun size, sizden bilmeyerek bir kötülük işleyip te sonra tevbe edip nefsini ıslah eden kimseye, "Rabbiniz merhamet et­meyi üzerine almıştır. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir" âyeti na­zil oldu.

Âyet-i kerimede "Sırf Allah'ın rızasını dileyerek, sabah akşam, rablerine dua edenleri huzurundan kovma... buyuru İm aktadır.

Müfessirler, bu âyette, mü'minlerin, sırf Allah rızası için yapmış oldukla­rı duadan neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a) Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basri, Katade, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebi Amre ve İbrahim en-Nehaî ve Amir eş-Şa'biye göre buradaki dua'dan maksat, beş vakit namazdır. Müşrikler, namazlarını kılan müminlerin kovulmalarını istemişler, bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştur.

b) Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki dua­dan maksat, namaz kılmaktır. Ancak müşrikler, namaz kılan bu müslümanların, Resulullahın meclisinden kovulmalarını değil, namazda arka safta durdurulma­larını istemişlerdir. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.

c) İbrahim en-Nehai ve Mensur'a göre ise burada zikredilen duadan mak­sat, müminlerin, Allahı zikretmeleridir.

d) Ebu Cafer'e göre ise, Kur'an Öğrenmeleri ve onu okumalarıdır.

e) Dehhak'a göre ise rablerine ibadet etmeleridir.

Taberi, âyet-i kerimenin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar ma­hiyette olduğunu söylemiştir. Zira Allah'a dua etmek olduğunu söylemiştir. Zira allah'a dua etek bazan lisanen olur ki bu da ona dua etme ve onu zikretmeyi ihti­va etmektedir. Bazan da vücudun diğer azalarıyla olur ki, bu da, farz namazları ifa etme ve diğer nafile ibadetleri de kapsamaktadır.

Bu konuda başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: "Ey Muham-med, rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte ken­dini tut. Sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü asha­bından ayırma. Kötülük yapacağını bildiğimiz için, kalbini, bizi anmaktan uzak­laştırdığımız, arzularının kölesi olmuş, işi gücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma, [60]

 

53- Neticede, "Allah aramızda bunlara mı lütufta bulundu?" desin­ler diye onları birbirleriyle böyle imtihan ettik. Allah, şükredcnlcri daha iyi bilen değil midir?

İşte biz, insanların bir kısmını zenginleştirip diğerlerini fakiri eştirerek, bir kısmını güçlendirip diğerlerini zayıf bırakarak, bazılarım aziz kılıp, diğerlerini zelil düşürerek, bazılarını hidayete erdirip diğerlerini sapıklığa düşürerek birbir­leriyle imtihan ederiz ki, kimin ne olduğu belli olsun ve Allahm, sapıtıp Hakka karşı gözlerini kör ettiği kişiler, fakir, zayıf fakat Hidayete enniş olanlara: "Ara­mızdan Allah bunlara mı lütufda bulundu?" desinler. Böylece onları tanımış olasınız. [61]

 

54- Âyetlerimize iman edenler, sana geldikleri zaman onlara şöyle de: "Selam olsun size. Sizden, bilmeyerek bir kötülük işleyip tc sonra tevbe edip nefsini ıslah eden kimseye, rabbiniz merhamet etmeyi üzerine almış­tır. Çünkü o çok affeden ve çok merhamet edendir."

Ey Muhammed, sana, âyetlerimize İman edip, delillerimizi kabul edenler gelir de daha önce işlemiş oldukları günahları hususunda senin yol göstermeni isterlerse sakın onları ümitsizliğe düşürme. Ve onlara de ki: "Allahm selamı si­zin üzerinize olsun. Rabbiniz, yarattıklarına karşı merhametli davranmayı ken­disine yazmıştır. Sizden kim günah işler sonra da günahından tevbe edip amel­lerini düzeltirse şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri affeden ve kullarına merha­metli davranandır. [62]

 

55- Suçluların tuttuğu yol açığa çıksın diye, âyetleri işte böyle genişçe açıklarız.

Ey Muhammed, putlara tapan müşrikler hakkındaki delillerimizi buraya kadar açıkladığımız gibi, bundan sonra da, inkarcıların inkâr ettikleri her hak hususundaki delillerimizi açıklayacağız. Böylece suçluların gittiği yol açıkça ortaya çıkmış olsun. [63]

 

56- Ey Muhammed, de ki: "Ben sizin, Allahtan başka taptıklarınıza ibadet etmekten men olundum" Ve de ki: "Sizin, heva ve heveslerinize uya­cak değilim. Aksi takdirde sapıklığa düşmüş olurum. Ve hidayete erenler­den olmamış olurum."

Ey Muhammed, seni, kendi bâtıl dinlerine uymaya davet eden müşrik ve putperestlere ki: "Ben sizin, Allahtan başka ilah olduklarını iddia ettiğiniz şeyle­re tapmaktan men olundum. Yine de ki: "Ben bu hususta sizin davetinize asla uymayacağım. "Aksi takdirde sizin gibi sapıklar olur ve hidayete erişemeyenler­den olurum." [64]

 

57- De ki: "Ben, rabbimden gönderilen apaçık bir delile dayanmak-tayim." Siz ise onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey de benim elimde de­ğildir. Hüküm ancak Allahındır. O,nakkı haber verir. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.

Ey Muhammed, de ki: "Ben, rabbimden gönderilen açık bir delile dayan­maktayım. Siz ise rabbimi ve onun tarafından gönderilen hakkı yalanladınız. Si­zin, "Eğer sözünde doğru isen hemen Allahın azabını getir" diye acele olarak is­tediğiniz azap benim elimde değildir. Benim buna gücüm yetmez. Hüküm Alla­hındır. Dilerse azabı acele gönderir, dilerse onu erteler. O, hakkı haber verir. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Allah teala, Ankebut Suresinin elli üç ve elli dördüncü âyetlerinde, kâfirlerin, Hz. Muhammed (s.a.v.)'den kendilerini korkuttuğu azabı hemen ge­tirmesini istemelerini ve bu azabın hemen gelmemesinin hikmet ve sebeplerini beyan ederek buyuruyor ki: "Onlar senden, azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir ecel olmasaydı azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap on­lara, hiç haberleri olmadan, ansızın geliverecektir." "Senden azabın bir an Önce inmesini istiyorlar. Eğer tayin edilen bir ecel olmasaydı azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap onlara, hiç haberleri olmadan, ansızın geliverecektir." "Senden azabın bir an önce inmesini istiyorlar. Halbuki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır." [65]

 

58- De ki: "Eğer acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, sizinle be­nim aramızdaki iş bitmiş olurdu." Allah, zalimleri daha iyi bilir.

Ey Muhammed, de ki: "Sizin, acele gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı onu hemen getirirdim. Ve aramızda mesele kalmazdı. Fakat o, Allanın elindedir. O, zalimleri çok iyi bilmektedir. Azap edilme zamanı gelince azabını onlara gönderecektir. [66]

 

59- Gaybin anahtarları Allanın kahndadır. Onları ancak o bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş, her şey, mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır.

Yaratıkların bilmediği gayb bilgileri.AUah'ın katındadır. Gaybı bilmek, Allahın, kendisine mahsus kıldığı konulardandır. Bunu ondan başka kimse bile­mez. Allah, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Hiçbir şey ona gizli değildir. Hiç bir yaprak yoktur ki düşsün de Allah onu bilmiş olmasın. Yeryüzünün ka­ranlıklarında hiçbir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki levh-i Mahfuzda yazıl­mış ve tesbit edilmiş olmasın.

Resulullah (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki:

"Gaybın anahtarları-şu âyette zikredilen beş husustur. (Bunlun Allahtan başka kimse bilemez). "Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi ancak Allah kalındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Al­lah, herşeyi çok iyi bilendir, herşeyden haberdardır. [67] [68]

 

60- Geceleyin sizi öldürür gibi uyutan, gündüzün ne eide ettiğinizi bi­len O'dur. Sonra tayin edilen vâdenin tamamlanması için sizi gündü/ün di­riltir gibi uyandırır. Sonra dönüşünüz yine onadır. Nihayet o, yaptıklarını­zı size haber verecektir.

*Bu jyet-hkonme, Allahın, insanları öldürdükten sonra on!.m tekiâr di­riltmeye kadir olduğunu inkâr eden kâfirlere bir cevap mahneiMid/lü ruııku İnsanlar uyurken onların bedenlerinden ruhlarını ahıp uyandıklar: n.i.ı lokiai iade eden Allah, onların eceli geldiğinde bedenlerinden canlarını ahp .ınl,ın tama­men öldürdükten sonra tekrar diriltip canlarını iade edeceğine k;ı I:i »ı!duğumı göstermektedir.   [69]

 

61- O, kulları üzerinde kahredici güce sahiptir. Size koruyucu Me­lekler gönderir. Nihayet sizden birine ölürn geldiği zaman elçilerimiz onun canını alırlar. Ve hiçbir eksiklik yapmazlar.

Allah, yarattığı kullan üzerinde mutlak bir güce sahiptir. Kudretiyle onla­ra galiptir. Müşriklerin putları gibi zelil ve âciz değildir. Allah, sizlerin üzerine gece gündüz sizi katibeden, yaptığınız amelleri tesbit edip muhafaza eden Me­lekler gönderir. Sizden birinin eceli geldiği zaman da ruhları almakla mükellef olan Meleklerimiz onların canlanın alarak öldürür ve vazifelerinde kusur etmez­ler.

Allah teala, yaratmış olduğu kullanın başıboş bırakmayıp hcrbirinin yaptığı amelleri tesbit eden Melekler vazifelemlirmiştir. Muhtelif âyetler bu Meleklerden bahsetmektedir. Onlardan bazılarında şöyle buyurulmaktadır:

"İnsanı önünden ve arkasından takibeden ve Allanın emriyle onu koruyan

Melekler vardir... [70]

"Onun (İnsanın) sağında ve solunda oturan iki alıcı Melek, yaptıklarım kaydetmektedir. [71]

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ölüm meleğinin, diğer meleklerden çeşitli yardımcıları vardır." [72]

 

62- Sonra Hak olan Mevtaları Allaha döndürülürler. Doğrusu, hü­küm yalnız onundur. O, hesap görenlerin en sürallisidir.

Bütün yaratıklar öldürüldükten sonra, kıyamet gününde tekrar diriltilip Allahın huzuruna sevkedilecekler, Allah da onları adaletiyle en hızlı bir şekilde hesaba çekecektir. [73]

 

63- De ki: Eğer bizi bu slkıntidan kurtarırsan, yemin olsun ki bizler mutlaka şükredenler olacağız." diye rabbinize boyun eğerek gizli ve aşikâr yalvarırken, sizi, kara ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?

Allah teala bu âyet-i celilede, yeryüzünün veya denizin korkunç karan­lık yerlerine düşen insanların, lıerşeyden ümidi kesilip ancak Allaha döndükleri­ni beyan etmekte, benzeri diğer âyetlerde de, Allahın, kendilerini bu sıkıntılardan kurtarmasından sonra da yine eski azgınlıklarına döndüklerini açıklamakta­dır. Bu âyetlerde Duyurulmaktadır ki:

"Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allahtan başka, yar­dımını istediğiniz bütün putlar hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüzcevilirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür. [74]

"Sizi karada ve denizde yürüten Allahtır. Bulunduğunuz gemi, içindekile­ri tatlı bir rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çı­karak onlara her taraftan dalgalar gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini sadece Allaha tahsis ederler. Ve ona şöyle dua ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz." Allah onlan kurtarınca da he­men yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. "Ey İnsanlar, azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının geçimiğidir. Sonra dönüşünüz bi­zedir. Yaptıklarınızı size haber vereceğim. [75]

 

64- Ey Muhammed, de ki: "Sizi ondan ve bütün sıkıntılardan Allah kurtarır. Sonra da siz ona ortak koşarsınız."

Ey Muhammed, de ki: "Sizi kara ve denizin karanlıklarından kurtaran, sizden sıkıntıları gidermeye kadir olan sadece Allahtır. Bu itibarla sizi her türlü şiddet ve dehşetten kurtaran odur, ona ortak koştuğunuz putlarınız değil. Sonra yinede sizler, birtakım yaratıkları Allaha ortak koşarsınız. [76]

 

65- De ki: "Üstünüzden yahut ayaklarınızın altından size azap gön­dermeye veya sizi parçalara bölüp bir kismızın kötülüğünü diğer bir kısmıniza tattırmaya kadir olan O'dur. Bak, âyetleri iyice anlasınlar diye nasıl açıklıyoruz?

Ey Muhammed, onlara de ki: "Allaha ortak koşmanız ve onun nimetleri­ne karşı nankörlük etmeniz sebebiyle üzerinize taş yağdırma veya yağmur yağ­dırarak tufan meydana getirme azabı gibi, yahut ayaklarınızın altından yeri ya-np sizi oraya geçirme veya zelzele meydana getirip bulunduğunuz yerleri başı­nıza yıkma azabı gibi ya da sizi birbirinize düşürüp çeşitli fırka ve hiziplere ayı­rarak bazınızı diğerine musallat edip sizi birbirinize öldürtme azabı gibi azapları size vermeye kadir olan Allahtır.

Ey Muhammed, bak biz, Allahın âyet ve delillerini anlayıp düşünmeleri için âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz.

Allah teâlâ, diğer âyet-i kerimelerde de, gökten insanların üzerine gele­bilecek azaba dikkati çekerek buyuruyor ki: "Gökte olanların, Allahın emriyle sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? O vakit bir de bakarsınız ki yeryüzü şiddetle sarsılıp çalkalanıyor." "Gökte olanların, Allahın emriyle, başı­nıza taş yağdırmayacağından emin misiniz? O vakit uyarmanın ne olduğunu bi­leceksiniz. [77]

Müfessirler, Allah tealanın bu âyet-i kerimede, insanların, üstlerinden ve ayaklarının altından gönderebileceğini beyan ettiği azaplardan ne gibi azaplar kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

Ebu Malik, Said b. Cübeyr ve Süddi'den nakledilen bir görüşe göre üstten gönderileceği bildirilen azaptan maksat, taş yağdırma veya yağmur yağdırarak tufan meydana getirme azaplarıdır. Ayakların altından gönderileceği beyan edi­len azaptan maksat ise yerin yarılarak insanların, o yerin içine geçirilmeleridir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğerir görüşe göre, burada üstten gön­derilebileceği beyan edilen azaptan maksat, kötü idarecilerdir. Ayakların altın­dan gönderilecek azaptan maksat ise, kötü hizmetçilerdir.

Taberi, bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, zira, âyetin mânâsına bu görüşün daha uygun olduğunu söylemiştir.

Ayet-i kerimede, "Sizi parçalara bölüp bir kısminizin kötülüğünü diğer bir kısmınıza tattırmaya kadir olan da O'dur" buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, insanların heva ve hevesleri yüzünden fırkalara ayrılmaları ve birbirle­rini öldürmeleridir.

Müfessirler, bu âyette zikredilen bu gibi insanlardan kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a) Bir kısım mıUessnlere göre bu âyette, heva ve heveslerine kapılarak bölünecekleri ve birbirlerini öldürecekleri beyan edilen insanlardan maksat, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden oian miislümanlardır. Müslümanlar, heva ve heveslerine kapıldıkları zaman bölük pörçük olacaklar ve birbirlerini öldürmeye girişeceklerdir.

Bu hususta Habbab b. Eret, diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) namaz kıldı. Onu uzattı. Dediler ki: "Ey Allanın Re­sulü, sen, daha önce kılmadığın şekilde bir namaz kıldın" Resulullah buyurdu ki. "Evet, bu, ümit ve korku namazı idi. Ben bu namazda rabbimden üç şey iste­dim. O, ikisini bana verdi. Birini ise vermedi. Ben ondan ümmetimi kıtlıkla he­lak etmemesini istedim. O, onu bana verdi. Yine ben ondan ümmetime, kendile­rinin dışından düşmanlar musallat etmemesini istedim. Bana onu da verdi. Ben ondan ümmetimin birbirlerine azaplarını tattırmamalarını istedim. İşte bunu ba­na vermedi. [78]

Cabir b. Abdullah diyor ki:

Ayetin, "Üstünüzden bir azap göndermeye kadir oian O'dur." bölümü inince ResuluHah dedi ki: "Ben senin himayene sığınırım" Âyetin "Veya ayak­larınızın altından bir azap gönderir" bölümü inince de Resuluilah yine dedi ki: "Ben senin himayene sığınının" Âyetin "Ve sizi parçalara bölüp de birbirinize düşürür" bölümü indiğinde ise buyurdu ki: Bu daha ehvendir. [79]

Şeddad b. Evs diyor ki:

Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki, Aziz ve Celil olan Allah, benim için yer­yüzünü toplayıp bir araya getirdi. Öyle ki ben, onun doğusunu ve batısını gör­düm. Şüphesiz ki, benim ümmetimin iktidarı, benim için toplanmış olan yerlere kadar ulaşacaktır. Bana, beyaz ve kırmızı iki hazine verildi. Ben, Aziz ve Celil olan rabbimden, ümmetimi, herkesi kuşatan bir kıtlık yılıyla helak etmemesini hepsini helak edecek bir düşmanı onlara musallat etmemesini ve onları bölük pörçük yaparak birbirlerine düşünnemesini istedim. O da dedi ki: "Ey Muham-med, ben, bir hüküm verdiğim zaman benim hükmüm geri çevirilmez. Ben sana ümmetini kuşatıcı bir kıtlık yılıyla helak etmeyeceğimi, onlara, kendilerinin ha­ricinden, hepsini helak edecek bir düşmanı musallat kılmayacağımı bir vaad olarak verdim ki böylece onların bir kısmı diğerlerini helak etsin. Onların bazı­ları diğerlerini Öldürsün ve bir kısmı diğerlerini esir alsın." Şeddat diyor ki: "Re-sulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben, ümmetim için herhangi bir şeyden korkmu-, yorum, sadece saptırıcı önderlerden korkuyorum. Ümmetimin boynuna bir kere-ılıç konunca artık kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. [80]

b) Diğerbir kısım müfessirlere göre ise, bu âyette, bölük pörçük olacakla­rı ve birbirlerine düşecekleri beyan edilen insanların bir kısmından maksat müş­rikler,-diğerlerinden maksat ise müslümanlardır.

Hasan-ı Basriye göre üstlerinden ve ayaklarının altlarından azap gönderi­lecek insanlardan maksat, müşriklerdir. Ayrılığa düşürülecek ve birbirlerini öl­dürecek kimselerden maksat ise müslümanlardır.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu konuda doğru olan görüş şudur: Allah, tea-la, bu âyet-i kerime ile, puta tapan müşrikleri tehdit etmekte ve onlara hitabet-mektedir. Çünkü bu âyet-i kerime, müşriklerden bahseden iki âyetin arasında bulunmaktadır. Ancak, müşriklerle birlikte onların bu haline düşen, Allaha ve Resulüne karşı gelen ve Allanın âyetlerini yalanlayan diğer bütün insanlar için de geçerlidir."

Taberi, sözlerine devamla diyor ki: "Resûlüllah'tan rivayet edilen, Al­lah'tan üç şey istemesi, onların ikisinin kendisine verilip birisinin verilmediği beyan edilen haberlere gelince, deriz ki: "Bu âyet, müşrikleri ve onlara benze­yenleri tehdit eder mahiyette inince Resulullah rabbinden, ümmetini, isyana dü­şerek bu gibi azaplara layık olan insanlardan kılmamasını dilemiş olabilir. Allah teala da, Resulullahın duası ile ümmetine bu azaplardan, iki büyüğünü hak ede­cekleri günahları işletmeyeceğini ve onları bu günahlardan koruyacağını vaadet-miş fakat diğer iki azabı hak edecekleri günahları işlemekten korumayacağını bildirmiştir. Bu âyette zikredilen bütün tehditlerin bu ümmete yapıldığını söyle­yen alimlerin görüşüne gelince onlar, bu ümmetten bir kısım insanların, geçmiş ümmetlerin işledikleri günahları işleyerek ve inkarcılığa düşerek Allahın gaza­bına uğrayacaklarını ve böylece geçmiş ümmetlerin başına gelen, gökten taş yağdırma, yeri yarıp içine geçirme gibi azaplara düşeceklerini söylemek iste­mişlerdir. Nitekim Ebul Âliye ve onun görüşünde olan insanlar, bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.

Ebul Âliye demiştir ki: "Bu âyette zikredilen tehditler dört tanedir. Onla-nn hepsi azaptır. Onlardan iki tanesi, Resulullahın vefatından yirmi beş sene sonra gerçekleşmiştir. Müminler, bölük pörçük olmuşlar ve birbirlerine acılarını tattırmışlardır. Bu azaplardan ikisi kalmıştır. Bunlar da mutlaka gerçekleşecek­tir. Yani, yere geçirilme ve başka yaratıklara çevirilme azapları henüz gerçek­leşmemiştir.

Taberi diyor ki: Resululiah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Bu ümmetin sonunda yere geçme, diğer hayvanların şekline döndürülme ve taşlanma hadiseleri vardır[81] Şüphesiz ki bu hadiseler, geçmiş ümmetlerden görülen hadiselerdir. Übey b. Kâ'b'den de, Ebul Âliyeden nakledilen bu görüşle­ri zikrettiği rivayet edilmiştir. [82]

 

66- Kavmin, hak olduğu halde Kur'anı yalanladı. De ki: "Ben, sizin üzerinize vekil değilim."

Kur'amn hak olduğunda hiçbir şüphe olmadığı halde, senin kavminden olan Mekkeli kafirler onu yalanladılar. Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Ben sizin vekiliniz, denetleyiciniz değilim. Ben ancak tebliğ edenim." [83]

 

67- Her haberin neticelenip kararlaşacağı bir vakit vardır. Yakında bileceksiniz.

Her haberin doğru veya yanlışlığının ortaya çıkacağı bir zaman vardır. Zamanı gelince Kur'amn vermiş olduğu haberlerin de ne olduğunu anlayacaksın: '

Bu âyet-i Kerime, Kur'an'a ve onun verdiği haberlere inanmayan kâfirleri tehdit etmektedir. [84]

 

68- Âyetlerimiz aleyhinde konuşmaya dalanları gördüğün zaman, başka bir söze geçmelerine kadar onlardan yüzçcvir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalim kavimle beraber oturma.

Bu âyet-i Kerime, Müslümanlardan herhangi bir kimsenin, Allanın âyetlerini alaya alanları gördüğü zaman onlardan uzak durmasını, şayet ona Şeytan bunu unutturursa hatırlar hatırlamaz hemen o zalimlerden ayrılmasını emretmektedir. Unutması halinde ise ona bir sorumluluk yoktur. Zira Peygam­ber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde:

"Şüphesiz ki Allah, ümmetimden hata etmenin, unutmanın ve kendisine zorla yaptırılan işin sorumluluğunu kaldırmıştır." buyurmaktadır. [85]

Bu hususta diğerir âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah, size Kur'anda "Allanın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman başka bir söze geçmedikleri müddetçe o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhak­kak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. [86]

 

 

69- Allahtan korkanlara, o zalimlerin hesabından sorumluluk yok­tur. Fakat bu bir hatırlatmadır. Gerekir ki sakınırlar.

Allahtan korkanlar, Allahın âyetlerine dil uzatanlarla oturap.kalkmadıkla-n ve onlardan uzak kaldıkları müddetçe, o zalimlerin günahlarından bunlara bir .sorumhıîıık yoktur. Fakat "Onlardan uzak durun" emrimiz. Allahtan korkanlara îmadır. Gerekir ki sakınırlar. [87]

 

70- Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Kişi, kazandığı amel yüzünden helake uğramasın diye Kur'an'la öğüt ver. O gün onun Allahtan başka ne bir dostu ne de bir şefaatçisi vardır. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte on­lar, yaptıkları amel yüzünden kendilerini helake teslim eden kimselerdir. Onlar için, inkâr ettiklerinden dolayı kaynar bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.

Ayet-i Celile, Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e, dinlerini oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatına kaptıran kâfirlerden yüz çevirmesini, onla­rın bu hallerinden tedirgin olmamasını, zira sonunda mutlak azaba uğrayacakla­rını bildirmektedir.

Yine âyet-i Ceiile, Resulullah (s.a.v.)'e, kazandıkları ameller yüzünden helake uğramasınlar diye insanlara, Kur'an'la öğüt vermesini emrediyor. Zari yat suresinin elli beşinci âyetinde buyuruluyor ki: "Sen hatırlat. Çünkü hatırlatma mutlaka müminlere fayda verir." [88]

 

71- Ey Muhammcd, de ki: " Allahi bırakarak bize bir fayda ve bir za­rar vermeyen şeylere mi tapalım da, Allah bizi hidayete erdirdikten sonra geriye döndürülmüş olalım? Şeytanın, yeryüzünde alçalttığı, şaşkınlık içe­risinde kalan arkadaşlarının kendisini doğru yola davet ederek "Bize gel" dedikleri kimse gibi mi olalım?" de ki: "Şüphesiz hidayet ancak Allanın hi­dayetidir. Biz, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle emrolunduk."

Ey Muhammed de ki: "Zarar ve fayda vermek ancak kendisine ait olan Allaha ibadeti bırakıp ta, bizlere herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yekmeyen taş ve ağaç ve benzeri şeylergibi putlara mı ibadet edelim? Allah bi­zi doğru yola kavuşturduktan sonra Lslamı bırakıp kâfir mi olalım? Bu takdirde bizler, şeytanın aldatmasına kapılmış ve Şeytan tarafından saptırılıp yeryüzünde şaşkına çevirilmiş bir insana benzeriz ki onun, kendisini doğru yola davet eden bir kısım arkadaşları vardır. Onlar ona "Bırak şeytanın yolunu gel bizimle bera­ber hak yol üzere ol." derler. Fakat bu şaşkın, arkadaşlarının davetini reddedip şeytanın davetine uyar.

Ey Muhammed, de ki: "Doğru yol, sizin, bizi davet ettiğiniz putlara tap­ma yolu değil, Allanın bize bildirdiği hak yoldur." Bizler, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle ve sadece ona ibadet etmekle emrolunduk.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, putları ve onlara davet edenlere Allaha davet edenleri tasvir eden bir âyettir. Allahı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir şaşkına benzetilmektedir. Bu şaşkın kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma götüren bir yola davet ediyor. Daha önceki arkadaşları ise doğru yola çağırıyorlar. Bu kimse, kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecektir. Doğru yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır.

Süddî diyor ki: "Müşrikler, Müslümanlara "Muhammedin dinini bırakın bize uyun" demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur. [89]

 

72- "Namazı kılın ve Allahtan korkun" diye emrolunduk. Huzurun­da toplanacağınız odur.

Allah bize namaz kılmamızı ve daima kendisinden korkmamızı emret­miştir. Kıyamet gününde hepimiz, yaptıklarımızın hesabını vermek üzere onun huzurunda toplanacağız. [90]

 

73- Gökleri ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bir şeye "ol" dediği gün hemen oluverir. Onun sözü Haktır. "Sur"a üfürüldüğü günde mülk ancak onundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

Gökleri ve yeri yerli yerince yaratan Allahtır. O, onları boş yere yaratma­mıştır. O, bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece "Ol" der. O şeyin olması için bu emir kâfidir. O şey hemen oluverir. Kıyamet gününde onun yanında hiç­bir kimse söz sahibi değildir. O, kullarının yaptıkları gizli ve açık hereyi bütün teferruatıyla beraber bilmektedir. O, hüküm ve hikmet sahibidir. Hükmetme yetkisi sadece ona aittir ve her şeyin en güzelini ve münasip olanını o yapar.

Diğer bMyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Biz göğü ve yeri ve aralarında bulunanları boşu boşuna yaratmadık[91]

Âyet-i kerimede geçen "Sur"un, kıyamet gününde İsrafilin üfleyeceği ve keyfiyetini bilmediğimiz bir âlet olduğu söylenmektedir.

Ebu Said el-Hudrî diyor ki:

"Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben nasıl rahat yaşayabilirim" Sur sahibi (İsrafil) Sur'u ağzına almış, alnını yere eğmiş, kulağını Allahın emrine vermiş ve Sur'a üflemek için üfleme emrini beklemektedir. [92]

 

74- Ey Muhammcd, onlara İbrahimin kıssasını hatırlat. Bir zaman İbrahim, babası Azcr'c: "Futaları ilahlar mı ediniyorsun?" Doğrusu ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum" demişti.

Ey Muhammed, sen putları hakkında seninle tartışan kavmine, yine put­ları hakkında kavmiyle tartışan dostum İbrahimin kıssasını anlat: Bir zaman İb­rahim, babası Azer'e, putlara ibadet etmelerini kınayarak: "Seni yaratan, düzgün bir şekle koyan ve nziklandırani bırakıp ta putları mı ilah ediniyor ve onlara ta­pıyorsun? Doğrusu ben seni de, seninle beraber putlara tapan milletini de doğru yoldan ayrılıp apaçık sapıklığa düşenler olarak görüyorum" demişti.

*Müfossirler, bu âyette zikredilen kelimesinin, bir isim mi yoksa bir \cy\n sıfatı mı, isim ise kimin ismi okluğu hususunda farklı görüşler

zikretmi

a)  Süddi, Muhammed b. İshak ve Said b. Abdiilaziz'den nakledilen bir görüşe göre "Azer" Hz. İbrahimin babasının adıdır. O, Irak'ta yaşamaktaydı.

b) Mücahid ve Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre, Azer, Hz. İbra­him'in babasının adı değil bir putun adıdır. Zirak onun babasının adı "Tarih"tir.

c) Diğer bir kısım âlimlere göre "Âzer" "Sövme ve ayıplama" ile ilgili bir sözdür. Mânâsı "Sakat, topal" demektir. Bunlara göre, Hz. İbrahim, babasını, sakat ve çarpık inançta olmakla vasıflandırmıştır.

Taberi diyor ki: Bu görüşlerden doğru olanı, Azer'in, İbrahim'in babası olduğunu söyleyen görüştür. Zira Kur'an-i Kerim bunun bu şekilde zikretmişilim adamları da bu mânâya geldiğini söylemişlerdir.

Eğer denilecek olursa ki: Nesep ilmiyle meşgul olan alimler, İbrahim'in babasının adının "Tarih" olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda onun babasının adının "Azer" olduğu nasıl söylenebilir?" Cevaben denilir ki: "Zamanımızın in­sanlarında olduğu gibi İbrahimin babasının da iki ismi olması mümkündür. Bunlardan birinin adı, diğerinin de lakabı olması muhtemeldir. [93]

 

75- Yakincn iman edenlerden olsun diye İbrahimc, göklerin ve yerin mülkünü öylece gösteriyorduk.

İbrahim'e din hususunda gerçekleri gösterdiğimiz gibi, ona göklerin ve yerin ve onlarda bsulunan ay, güneş, yıldız ve ağaçlar gibi Allahın mülkünün büyüklüğünü gösteren yaratıkları da gösterdik ki yakı nen iman edenlerden ol­sun.

Âyet-i kerimede geçen ve "Göklerin ve yerin mülkü" diye tercüme edilen ifadesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir:

a) Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu ifade­den maksat, "göklerin ve yerin nasıl yaratılmış olduklarını ona gösterdik." de­mektir.

b)  îkrime'ye göre bu ifadeden maksat, "Göklerin ve yerin mülkünü ona gösterdik" demektir.

c) Mücahid, Süddi, Said b. Cübeyr ve Selman-ı Farisî'den nakledilen di­ğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, "Biz İbrahime, gökleri gösterdik" de­mektir.

Bu hususta Mücahid demiştir ki: "İbrahime, Arşa varıncaya kadar yedi gök gösterilmiş, o da onlara bakmıştır. Yine ona yedi kat yer gösterilmiş, o da onlara bakmıştır.

Süddi de demiştir ki: "İbrahim, büyük bir kayanın üzerine çıkarılmış, gökler ona açılmış o da Allahın göklerdeki mülküne bakmış hatta Cennetteki yerini dahi görmüştür. Yine ona yeryüzünün perdeleri açılmış, o, yerin en dibini görmüştür.

d) Dehhak, Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat: "Biz, İbrahime yıldızlan, ayı ve güneşi gös­terdik" demektir.

Bu hususta Katade diyor ki: "İbrahim (a.s) zorbalardan bir zorbanın yü­zünden saklandı. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından biri­ni emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim dışarı çıkınca Allah ona, göklerin ve yerin mülkünü gösterdi. Bunlar da, güneş, ay ve yıldızlardı. Yine ona yerin mülkünü gösterdi. Bunlar da dağlar, ağaçlar ve denizlerdi."

Taberi diyor ki: Bu görüşlerden doğru olmaya daha yakın olanı, bu ifade­den maksadın, göklerin ve yerin mülkiyetinin gösterilmesi okluğunu söyleyen görüştür. Yani, Allah teala, Hz. İbrahim'e, göklerde ve yerde yarattığı güneşi, ayı, yıldızlan, ağaçları hayvanlım ve saltanatının azametini ifade eden diğer ya­ratıkları gösterdi. Böylece ona, hadiselerin dış yüzünü gösterdiği gibi, iç âlemlerini de öğretti."

Âyet-i kerimede "Yakinen iman edenlerden olsun diye" buyuruimaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Biz İbrahime, göklerin ve yerin mülkünü gösterdik ki o, Al lanı belirleyenlerden ve kavuşturukiuğu hidayetin gerçeğini bilenlerden, kavminin, putlara tapmalarının bir sapıklık olduğunu idrak edenlerden olsun." [94]

 

76- Kendisini gece bürüyünce bir yıldız gördü ve "İşte benim rabbim budur?" dedi. Yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem" dedi.

İbrahimi gece büriiyüp karanlık olunca, ortaya çıkan bir yıldız gördü. Allah'tan başkasına ibadet etmenin bâtıl olduğuna dair bir delil göstermek için kavmine "Bakın işte benim rabbim bu." dedi. Sonra yıldız kaybolunca da "Ben, kaybolup gidenleri sevmem." dedi.

Müfessirler, bu âyette zikredilen, Hz. İbrahimin yıldızlara "Rabbim" de­mesini ne maksatla söylemiş olduğu hususunda üç görüş zikretmişlerdir.

a) Abdullah b. Abbas ve Muhammetl b. İshak'tan rivayet edilen bir görü­şe göre Hz. İbrahim, Nemrut'un, erkek çocukları öldürmesi sebebiyle bir mağa­rada saklanıp büyüdükten sonra dışan çıkınca, yıldızı, ayı, güneşi, rabbi zannederek gerçekten onlara tapmış fakat onlann geçici olduklarını görünce, ilah ol­maya layık olmadıklarını anlamış ve hakiki mabud olan Allahi idrak etmiş ve ona iman ettiğini beyan etmiştir. Bu hususta İbn-i İshak'tan uzunca bir kıssa nakledilmiştir.

b) Diğer bir kısım âlimler ise yukarıda Abdullah b. Abbas'tan nakledilen birinci görüşü reddetmişler bir peygamberin böyle bir duruma düşmeyeceğini aksi hakle müşriklerle eşit duruma düşeceğini, Allah tealanın, böyle bir insanı Peygamber yapmasının ise mümkün olmayacağını söylemişlerdir.

Bunlar: Özetle şunları söylemişlerdir...

Hz. İbrahimin burada yıldıza "İşte benim rabbim budur" demesi, yıldızın gerçekten rab olduğunu kabul etliğinden değil, putlara tapan kavmine delil ge­tirmek istemesindendir. Zira ay ve güneş dahil bütün gezegenler, kavminin tap­mış olduğu putlardan daha parlak, daha güzel ve daha faydalı şeylerdir. Fakat buna rağmen tapilmaya layık değillerdir. Çünkü kalıcı değil bir süre sonra göz­den kaybolup giden şeylerdir.

Hz. İbrahim, kavmine demek istemiştir ki: "O halde bunlardan daha basit şeyler olan putların, tapılmaya layık okluklarını nasıl düşünebilirsiniz?

c) Diğer bir kısım âlimlere göre ise, Hz. İbrahim, yıldıza "İşte benim rab­bim budur" derken "Benim rabbim bu mudur?" demek istemiş ve kavminin, ge­lip geçici varlıkları putlar edinmelerini kınamış ve onlara karşı çıkmıştır.

Taberi, "bundan sonra gelen âyette zikredilen: "Eğer rabbim beni doğru yola sevketmeseydi, yemin olsun ki, sapık kavimden olurdum" dedi." ifadesini deiil göstererek birinci görüşün tercih edileceğini ima etmiştir. [95]

 

77- Ay'ı doğarken görünce: "Benim rabbim budur" dedi. O da kay­bolunca: "Eğer rabbim beni doğru yola sevketmeseydi yemin olsun ki sa­pık kavimden olurdum." dedi.

* Hz. İbrahim, yıldızdan sonra daha büyük ve parlak olan ay'ı görünce kavmine hitaben "Benim rabbim bu" yani, benim rabbimin bu olduğuna mı ihti­mal veriyorsunuz? dedi. Ve sözlerine devamla "Eğer rabbim bana, onun ilahlığını anlayacak bir idrak kabiliyeti vermemiş olsaydı yemin olsun ki ben de sa­pıklardan biri gibi olurdum" dedi ve bu gibi batıp kaybolan şeylerin tanrı olama­yacağını kavmine göstermek istedi. [96]

 

78- Güneşi doğarken görünce: "Benim rabbim budur, hu daha bü­yüktür" dedi. O da kaybolunca dedi ki: "Ey kavmim, ben sizin ortak koş­tuğunuz şeylerden uzağım."

Diğer gezegenlerden daha büyük ve daha parlak olan güneş de kaybolup gidince Hz. İbrahim, bunun da ilah olamayacağına işaretle kavmine "Sizin, tap­tığınız bu gibi şeylerden ben uzağım. Bilin ki bunlar ilah olamaz." diyerek onla­rı bir kere daha uyanniş oldu. [97]

 

79- Şüphesiz kî ben, hakka eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allaha ortak koşanlardan değilim.

Artık ben yüzümü, devamlı var olan, sonu olmayan ve gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Batılı bırakıp Hakka yöneldim. Ey müşrikler, ben artık sizin dininize giren müşriklerden değilim.

Bu âyet-i Celilede, Allah teala bize bildiriyor ki: Hz. İbrahim gerçeği görünce hakkı söylemekten geri durmadı. Batıla saplanmış olan müşrik kavmi­ne karşı çıkmaktan asla çekinmedi. Allah yolunda, kınayanın kınamasına asla aldırış etmedi. Bütün kavminin karşı çıkmasına rağmen doğruyu söyleyip onda ısrar etmeyi terketmetti. Onlara "Ey kavmim, beni de sizi de yaratmış olan Alla­ha kullukta, sizin ilah ve putlarınızı asla ona ortak kocamam. Ben ibadetimde yüzümü, gökleri ve yeri yaratan, evveli ve sonu olmayan, öldüren ve dirilten Allaha yönelttim. Gelip geçici olan, zarar veya menfaat vermeye gücü yetme­yen âciz varlıklara değil." dedi. [98]

 

80- Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da: "Beni doğru yola eriştir­diği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ona ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Ancak rabbimin dilediği şey müstesna. Rabbim, ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Düşünmez misiniz?'* dedi.

Kavmi, İbrahimle, Allah'ın birliği hususunda tartışmaya girişti. İbrahim onlara: "Siz benimle Allanın birliği hususunda tartışmaya mı girişiyorsunuz? Halbuki Allah beni, onun bir olduğunu bilmeme muvaffak kıldı ve bana hakkı gösterdi. Ben, sizin, Allaha ortak koştuğunuz şeylerin bana herhangi bir zarar vereceklerinden korkmam. Ancak rabbimin, bir şeyin olmasını dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ondan gizli değildir. Zarar ve menfaat vermeye gücü yetmeyen ve çeşitli şeylerden yapılmış olan bir kısım putlara tapmanızın yanlış okluğunu hiç düşünüp ibret almaz mısınız? [99]

 

81- Hakkında hiçbir delil indirmediği halde siz, Allah'a ortak koş­maktan korkmuyorsunuz da ben, sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korka­rım? Eğer bilirseniz söyleyin. Bu iki topluluktan hangisi emniyet içinde ol­maya daha layıktır?

Ben, sizin, Allaha ortak koştuğunuz, zarar ve menfaat vermeye gücü yet­meyen ilahlarınızdan nasıl korkarım? Sizler, sizi yaratıp nzıklandıran Allaha, elinizde hiçbir delil bulunmadığı halde ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Siz ve biz, bu iki gruptan Allahın azabından kurtularak güven içinde olmaya hangi­miz daha layıkız? Tek olan Allaha ibadet eden mi yoksa kendiliğinden rabler icadederek onlara tapanlar mı? Eğer bunu biliyorsanız söyleyin bana. [100]

 

82- İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar. İşte emni­yet içinde olma olanların hakkıdır. Onlar, doğru yoldadır.

Allah'a iman edip ibadeti sadece ona yapanlar, iman ve ibadetlerine şirk karıştırmayanlar var ya. İşte güven içinde olma bunlara mahsustur. Doğru yolu tutanlar da bunlardır.

Âyet-i kerimede, iman edenlerin ve imanlarına zulüm karıştırmayanların güven içinde olacakları ve hidayete erişmiş kimseler olacaklan zikredilmiştir.

Müfessirler, burada, imana karıştırılmaması istenen zulümden ne kaste­dildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a) Abdullah b. Mes'ud, A ikame, İbrahim en-Nehai, Ebubekir, Selman-ı Farisî, Huzeyfe, Abdullah b. Abbas, Übey b. KS'b, Ebu Meysere, Katade, Mü-cahid, Süddi İbn-i Zeyd ve İbn-i İshaktan nakledilen bir görüşe göre burada zik­redilen zulümden maksat, Allah'a ortak koşmaktır. Bunların izahına göre, âyetin mânâsı şöyledir: "Allah'a iman edip ibadeti sadece ona yapanlar, iman ve iba­detlerine şirk karıştırmayanlar var ya, işte güven içinde olma bunlara mahsustur. Doğru yolu tutanlar da bunlardır."

Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"İman edip imanlarını zulümle kanştırmayanlar..." âyeti gelince Resulul-lahın sahabileri üzülmüşler, güçlerine gitmiş ve Resulullaha şunu sormuşlardır. "Ey Allahin Resulü, bizden, kendisine zulmetmeyen kim var ki?" Resulullah

Bu, Allaha ortak koşmak manasınadır. Lokman'm, oğluna nasihatta bulunurken "Yavrum, hiçbir şeyi Allaha ortak koşma. Şüphesiz ki Allaha ortak koşmak bü­yük bir zulümdür. [101]dediğini duymadınız mı? [102]

Peygamber efendimiz (s.a.v.), iman ettikten hemen sonra ölen bir sahabe için de bu âyeti okumuş ve bu sahabe için: "İmanına zulmü karıştırmadan ölen kimse" demiştir.

Hadiseyi nakleden Ahmed b. Hanbel, Cerir b. Abdullahın şöyle dediğini rivayet eder

"Birgün Resulullah (s.a.v.) ile yola çıktık. Medineden ayrılınca bir binek-linin hızla bize doğru geldiğini gördük. Resulullah buyurdu ki: "Bu adam bize geliyor galiba." Adam gelip bize yetişti selam verdi. Selamını aldık. Resulullah (s.a.v.) ona "Nereden geliyorsun?" diye sordu. Adam: "Ailem, çocuklarım ve kabilemden geliyorum" dedi. Resulullah, "Nereye gitmek istiyorsun?" diye so­runca adam: "Resulullaha gitmek istiyorum" dedi. Resuluîlah da "Tam isabet et­tin." buyurdu. Adam: "Ey Ali ahin Resulü iman nedir?" bana Öğret dedi. "Resu­lullah: "İman, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammedin, Alkilim Re­sulü olduğuna şehadet getirmen, namazı kılman, zekatı vermen, Ramazanda oruç tutman ve Hac yapmandır" buyurdu. Adam da "Kabul ettim" diye cevap verdi. Sonra Devesinin ön ayağı, yerde açılmış olan bir fare deliğine girdi. Deve düştü ve adam da kafasının üzerine düşerek öldü. Resulullah: "Adamı bana geti­rin" buyurdu. Ammar b. Yâsir ve Huzeyfe b. Yeman hemen koşarak adamı kal­dırıp "oturttular ve "Ey Allanın Resulü adam ölmüş" dediler. Resulullah ise yü­zünü bunlardan çevirerek buyurdu ki: "Bu iki adamdan yüz çevirdiğimi görme­diniz mi? Çünkü ben, iki meleğin, bu kişinin ağzına cennet meyvelerinden bir-şeyler koyduklarını gördüm. Anladım ki adam aç olarak öldü." Resulullah (s.a.v.) sonra şöyle devam etti. "Allah'a yemin olsun ki işte bu adam, Allah tea-lanm, haklarında: "İman edenler ve imamlarını zulümle karıştırmayanlar, işte emniyet içinde olma onların hakkıdır. Onlar doğru yoldadır" buyurduğu kimse-lerdendir. [103]

b) Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyette zikredilen zulümden, mak­sat Allahın yasakladığı herhangi bir şeyi yapma veya yapmasını emrettiği her­hangi bir şeyi terketmeden dolayı ortaya çıkan herhangi bir zulümdür. Ancak bu âyet-i kerimeden bütün insanlar değil selef-i salihinden belli kimseler kastedil­miştir. Yani bu âyetin hitabettiği özel kimselerin herhangi bir zulüm yapmama­ları halinde, güven içinde olabilecekleri ve hidayete erişmiş olacakları beyan edilmiştir. Âyetin hitabettiği özel kimselerden maksat ise, İbrahim (a.s.)'dir. Ayet ona hitabetmiştir. İkrimeye göre ise Medine'ye hicret eden muhacirlerdir.' Ayet bütün müminlere değil sadece onlara hitabetmiştir. Taberi, Resulullahtan nakledilen sahih haberlere dayanarak birinci görüşü tercih etmiştir. [104]

 

83- Bu, İbrahimc, kavmine karşı verdiğimi/ deliümizdir. Biz, diledi­ğimizin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki rabbin, hüküm ve hikmet sahi­bidir, her şeyi iyi bilendir.

İşte bu, "Haklarında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koş­maktan korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?" âyeti, İbrahime, kavmini susturup bahanelerine yer bırakmaması için verdiğimiz bir delildir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. İbrahimi de kavmimin üze­rinde derecelerle yükselttik. Dünya ve âhirette onlardan üstün kıldık. Şüphesiz ki rabbin, yaptıklarında hüküm ve hikmet sahibidir, yarattıklarını çok iyi bilen­dir. [105]

 

84- Biz İbrahimc, İshakı ve Yakubıı bahşettik ve hepsini doğru yola şevkettik. Daha önce Nuh'u ve soyundan olan Davudu, Sülcymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu da doğru yola sevketmiştik. İşte biz, iyilikte bu­lunanları böyle mükafatlandırırız.

Biz İbrahime, şerefli kıldığımız ve kendilerine Peygamberlik verdiğimiz bir soy bahşettik. İbrahimin oğlu İshak ve İshak'ın oğlu Yakup bunlardandır. Daha önce Nuhu doğru yola ilettiğimiz gibi bunları da doğru yola ilettik. Nuhun soyundan olan Davudu, Süleymanı, Eyyubu, Yusufu, Musayı ve Harunu da doğru yola ilettik. Biz bunları, itaatlerinden dolayı iyilikle mükafaallandırdığı-mız gibi her iyilikte bulunanı da yine iyilikle mükafaatlandırınz.

Allah teâlâ bu âyet-i celilede Hz. İbrahim ve eşi Sare, yaşlanıp çocuk sa­hibi olmaktan ümitlerini kestikleri bir zamanda onlara oğul ve torunlar verdiği­ni, böylece lütufta bulunduğunu bildirmektedir. Nitekim başka bir âyet-i Celile­de de şöyle Duyurulmaktadır. "İbrahimin hanımı "Vay başıma gelen, ben bir ko­ca kan iken çocuk mu doğuracağım'? İşte kocam, o da ihtiyar. Cidden bu, hayret verici bir şeydir." dedi. Melekler hanıma "Allahın işine şaşıyor musun? Ey ev halkı, Allahın rahmeti ve bereketi üzerinizdedir. Şüphesiz ki o, övgüye çok la­yıktır, izzet ve şeref sahibidir." dediler[106]

 

85- Zekcriya, Yahya, İsa ve İlyası da hidayete erdirdik. Hepsi de sa-lih kullarımızdandı.

Nuh Peygamberin soyundan olan bunları da hidayete erdirdik. Bunların hepsi de saiih kullanmızdandır.

*Hz, İsanın, Nuh'un soyundan olduğunun zikredilmesi, annesi bakımın­dandır. Çünkü onun annesi Hz. Nuh'un soyundandır. [107]

 

86- İsmail, Elycsa, Yunus ve Lut'u da hidayete erdirdik. Hepsini de âlemlerden üstün kıldık.

Bunları da hidayete erdirdik. Ve hepsini, zamanlarındaki âlemlerden üs­tün kıldık. [108]

 

87- Babalarından, nesillerinden ve kardeşlerinden bazılarını da üs­tün kıldık. Onları seçtik ve doğru yola ilettik.

Biz, bunların babalarından, soylarından ve kardeşlerinden size haber ve­remediğimiz bir kısım insanları da üstün kıldık. Onları, gönderdiğimiz dini teb­liğ etmeleri için seçtik ve kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru olan İslam dinine ilettik. [109]

 

88- İşte bu, Allahm doğru yoludur. Kullarından dilediğini o doğru yola iletir. Eğer onlar, Allaha ortak koşsalardı yaptıkları büiün amelleri boşa giderdi.

Peygamberleri ulaştırdığımız bu hidayet, Allahm, kullarından dilediğine bahşettiği bir lütuf ve basandır. Şayet bu Peygamberler de Allah ile birlikte baş­ka şeylere taparak ona ortak koşsalardı, elbette ki onların da yaptıkları ameller boşa çıkmış olurdu. Çünkü Allah, kendisine ortak koşularak yapılan hiçbir ame­li kabul etmez.

Bu âyet-i kerime, Allaha ortak koşmanın korkunç bir .şey olduğunu, yü­ce mertebelerine rağmen. Peygamberler dahi böyle bir hale düşecek olsalar on­ların da amellerinin boşa gideceğini, Peygamber olmayan normal insanların ise böyle bir hale düştüklerinde hiçbir zaman kurtuluş yolu bulamayacaklarını bil­dirmektedir.

Ayet-i kerime, Peygamberlerin, Allah'a ortak koşmalarını bir faraziye olarak zikretmiştir. Yoksa günahlardan korunmuş olan Peygamberlerin böyle bir hale düşmeleri mümkün değildir. [110]

 

89- Kendilerine kitap, hüküm ve hikmet ve Peygamberlik verdikleri­miz işte bunlardır. Eğer o kâfirler, bu verdiklerimizi inkâr ederlerse bilsin­ler ki, bunları inkâr etmeyecek bir kavmi, o verdiklerimize vekil kılmışız-dır.

İşte Peygamber olarak gönderdiğimiz bunlara, ilahi kitapları, bu kitapları anlayıp onlardan hüküm çıkarma kabiliyetini ve Peygamberliği verdik. Senin kavminden olan bu müşrikler, verilen bu şeyleri inkâr ederlerse biz, bunları, inkâr etmeyecek bir topluluğa emanet etmişizdir,

Âyet-i kerimede: "Eğer o kâfirler, bu verdiğimiz kitapların ve Kur'ânm âyetlerini inkâr edecek olursa bilsinler ki biz onları, inkâr etmeyen bir kavme emanet etmişizdir" Duyurulmaktadır.

Müfessirler, bu âyette, Allahın âyetlerini inkâr edebilecekleri zikredilen­lerden kimlerin kastedildiği ve âyetlerin, kendilerine emanet edildiği kimseler­den de kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a)  Katade, Dehhak, Suddi, İbn-i Cüreyc ve Abdullah b. Abbastan nakle­dilen bir görüşe göre bu âyette, Allahın âyetlerini inkâr edebilecekleri bildirilen kimselerden maksat, Mekkeli Kureyş müşrikleridir. Ayetlerin kendilerine ema­net edildiği beyan edilen kimselerden maksat ise Medineli Ensar'dır.

Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki: Medine halkı, Resulullah ken­dilerine hicret etmeden önce, orayı yurt edinmişler ve imanı kalblerine yerleştir­mişlerdi. Allah îeala, bunlara âyetleri indirince Mekke halkı, âyetleri inkâra gi­riştiler. Allah teala da buyurdu ki: "Eğer şunlar, âyetleri inkâr ediyorlarsa bilsin­ler ki, biz o âyetleri, inkâr etmeyen bir topluluğa emanet etmişizdir,

b) Ebu Reca'ya göre ise, âyetleri İnkâr edecek kimselerden maksat, Mek­ke halkı, âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise meleklerdir.

c) Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre, âyetleri inkâr edecek kim-

selerden maksat Küreydiler, bu âyetler kendilerine emanet edilenlerden maksat ise, bundan önceki âyette zikredilen on sekiz Peygamberdir,

Taberi bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Çünkü bu âyetten önceki âyetler de, bundan sonraki âyet de Peyganberler hakkındadır. Bu âyetin de Peygamberler hakkında olduğunu söylemek, âyetleri birbirleriyle irti-batlandnma bakımından daha uygundur. [111]

 

90- İşte bunlar, Allahın, hidayete erdirdiği kimselerdir. Sen de onla­rın doğru yoluna uy. Ve de ki: "Sizden bu tebliğe karşılık bir ücret istemi­yorum. O Kur'an, âlemler için sadece bir hatırlatmadır, bir öğüttür."

İşte Allahın, hidayete kavuşturduğu kimseler bu Peygamberler ve onların atalarından, soylarından ve kardeşlerinden seçilmiş olan kimselerdir. Ey Mu-hammed, sen de bunların yolundan git. Ve bunları kendine örnek al. ve kavmi­nin müşriklerine de ki: "Kur'anı sizlere tebliğ etmeme karşılık sizden hiçbir üc­ret istemiyorum. Bu Kur'an, sizler de dahil, bütün âlemler için bir nasihattir, bir hatırlatictdır. Düşünüp ibret alasınız ve kötülüklerden el çekesiniz diye. [112]

 

91- O kâfirler: "Allah, hiçbir insana bir şey indirmedi." diyerek Al-lahı hakkıyla takdir etmediler. Ey Muhammcd, de ki: "Musanın, insanlar için bir nur ve hidayet rehberi olarak getiruiği Tcvratı kim indirdi? Siz onu, parça parça kağıtlar haline getirip bir kısmını açıklıyor, çoklarını da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir. De ki: "O kitabı Allah indirdi." Sonra bırak onları daldıkları sapıklıkta oyalanadursunlar.

O kâfirler, Allahı hakkıyla yüceltmediler. Onlar: "Allah herhangi bir ki­tap veya vahiy gibi birşey indirmedi." dediler. Ey Muhammed, sen onlara de ki: "Musanın getirdiği, sapıklık karanlıklarını aydınlatan ve insanlara hakkı göste­ren o Tevrati kim indirdi? "Ey Yahudi topluluğu siz o Tevratı ayrı ayrı sahifeler haline getirip o şekilde insanlara gösteriyorsunuz ve ondan, Muhammedin Pey­gamberliğini gösteren birçok şeyleri gizliyorsunuz.

Ey Yahudiler şimdi ise size Kuranda sizlerin ve alalarınızın bilmediği şeyler öğretilmektedir.

Taberi âyetin bu bölümündeki hitabın Müslümanlara yapıldığını beyan ederek buraya şöyle mânâ vermektedir: "Ey Müslümanlar, size de, sizin ve ön­ceki atalarınızın bilmediği, geçmiş ümmetlere ait haberler öğretildi."

Ey Muhammed o müşriklere de ki: "Musaya Tevratı Allah indirdi." Son­ra da onları, içine daldıkları bâtılda bırak. Alay etsinler, eğlenip dursunlar.

Bu âyet-i Kerime, müşrikleri tehdit etmektedir. Âyetin nüzul sebebi hak­kında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

a) Said b. Cübeyr ve İkrimeye göre bu âyet-i kerime,. Yahudi Malik b. Sayf hakkında nazil olmuştur. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: "Yahudiler­den Malik b. Sayf isimli bir adam gelip Resulullah ile tartışmaya girişti. Resu­lullah da ona: "Seni, Musaya Tevratı indiren Allaha yemin ettiriyorum. Söyle, sen Tevratta "Şüphesiz ki Allah, şişman din adamına buğuz eder." hükmünü görmedin mi?" Malik, şişman bir din adamıydı. Resuluilahm bu sonısu üzerine kızdı ve dedi ki: "Allaha yemin olsun ki, Allah, hiçbir insana hiçbir şey indir-memiştir." Arkadaşları ona "Vay haline, Mu.saya da mı indirmemiştir?" dediler. Malik tekrar: "Allaha yemin olsun ki Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiş-tir... dedi. İşte bunun üzerine Allah teala: "O kâfirler, "Allah, hiçbir İnsana bir şey indirmedi." diyerek Allah'ı, hakkıyla takdir etmediler. De ki: "Musanın in­sanlar için bir nur ve hidayet rehberi olarak getirdiği Tevrati kim indirdi, âyet-i kerimesini indirdi.

b) Süddiye göre İse bu âyet-i kerime "Finhas" isimli bir Yahudi hakkında nazil olmuştur. O, "Allah, Muhammede bir şey indirmedi" demiş ve bunun üze­rine de bu âyet nazil olmuştur.

e) Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi, Katade ve Abdullah b. Abbasa göre ise bu âyet-i kerime, Hz. Muhammed (s.a.v.)'den Hz. Musaya inen mucizelerin benzerini isteyen bir Yahudi topluluğu hakkında nazil olmuştur. Bu hususta Muhammed b. Kâ'b el-Kurezî diyor ki: Yahudilerden bir kısım insanlar Resu-lullaha geldi. Resulullah bir elbiseye bürünmüş vaziyette oturuyordu. Dediler ki: "Ey Ebul Kasım, Musanın, Allah tarafından alıp getirdiği levhalar gibi sen de gökten bize bir kitap getirmez misin?" Bunun üzerine Allah teala: "Kitap eh­li, gökten kendilerine bir kitap indirmeni islerler. Onlar Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi[113] âyetini indirdi. Yahudilerden bir adam, dizlerinin üzerine oturdu ve dedi ki: "Allah ne sana, ne Musaya ne İsaya ne de herhangi bir kimseye bir şey indirmiştir." dedi. Bunun üzerine Allah teala: "O kâfirler" Allah hiçbir insana bir şey indimıedi" diyerek Allahi hakkıyla takdir etmedi­ler..." âyetini indirdi.

d) Mücahit! ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet, Kureyş müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Allah teala bu âyetle Kureyş müşriklerinin "Allah, hiçbir beşere bir şey indinnemiştir." sözlerini bizlere bil­dirmiştir.

Taberi, bu son görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira, bundan önceki âyetler, müşrikler hakkındadır. Bu âyetin de onlardan bahseder olması daha münasiptir. Yahudilerin ise zikri geçmemiştir. Ayrıca Yahudilerin, "Allah herhangi bir beşere hiçbir kitap indirmemiştir" şeklinde bir inançları da yoktur. Çünkü onlar, Hz. İbrahime sabitelerin, Davuda Zebur'un ve Musaya, da Tevra-tın indiğine iman etmektedirler,

Abdullah b. Abbas ve Mücahide göre bu âyet, Kureyşli müşrikler hakkın­da nazil olmuştur. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Diğer bazı âlimlere göre ise bu âyet, Yahudilerden bir grup hakkında nazil olmuştur. İbn-i Kesir de, âyetin Mekkede nazil olması sebebiyle Kureyşliier hakkında nazil olduğu görüşünü tercih etmiştir. [114]

 

92- Bu Kur'an, kendinden önceki kitapları tasdik eden, Ünımül Kura (Mekke) ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz müba­rek bir kitaptır. Âhiret gününe iman edenler bu Kur'ana da iman ederler ve onlar namazlarına devam ederler.

Ey Muhammed, bu Kur'an-, sana indirdiğimiz bir kitaptır. Bu, hayır ve be­reketle dolu gmübarek bir kitaptır. Kendinden önce indirilen kitapları tasdik et­mektedir. Biz bu kitabı sana, bir de Mekke halkını ve çevresinde bulunan kafir­leri uyarasın diye indirdik. Âhirete iman edenler, sana indirdiğimiz bu Kur'ana da iman ederler. Onlar, namazlarına devam ederler. [115]

 

93- Allaha yalan uyduran, veya kendisine hiçbir şey vahynlunmadığı halde "Bana vahyolundu" diyen ve: "Allanın indirdiği kilap gibi bir kifap ta ben indireceğim" diye iddia edenden daha zalim kim olabilir? O zalimle­rin halini, ölüm şiddeti içindeyken bir görsen. Melekler onlara ellerini uza­tırlar ve "Ruhunuzu teslim edin. Bugün Allaha karşı haksız şeyler söyledi­ğinizden ve onun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız." derler.

Allaha karşı yalan uydurandan veya kendisine hiçbir şey indirilmediği halde "Bana vahiy geliyor" diyen, "Müseylimetül Kezzab, Esvedül Ansî gibi Peygamberlik iddia eden kâfirlerden ve "Ben de AHahın indirdiği gibi kilap in­diririm, Alhıhm kelamı gibi konuşabilirim" diyen müşriklerden daha zalim kim olabilir? Sen, zalimleri ölüm sarhoşluğu içinde, Melekler kendilerine azap et­mek için ellerini uzatmış halde "Verin canınızı, bugün, Allaha karşı bâtıl şeyler söylemeniz ve âyetlerine karşı böbürlenmeniz sebebiyle alçaltıcı bir azapla ce­zalandırılacaksınız." dedikleri zaman onların halini bir görsen.

Kâfirler can çekilirlerken, melekler onları, azapla, ceza ile, boyunlarına geçirilen halkalarla, zincirlerle, alevlerle, kaynar sularla ve Allanın gazabı ile müjdelerler. Bunun üzerine kafirlerin canlan bedenlerine yayılır, çıkmak iste­mez. Melekler onları, canlanın çıkarıp teslim etmeleri için döverler, ve şöyle derler: "Çıkarın canlarınızı."

Bu hususta diğer bir âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Ya Meleklerin, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken halleri nice olacak. [116]

Bu âyet-i kerime. Peygamberlik bakımından Resulullaha benzediklerini iddia etmiş olan Abdullah b. Said b. Ebi Sarh, Müseylimetül Kezzab ve Esve-dü'l Aıısi gibi bir kısım yalancılara inanan Arap müşriklerinin beyinsiz ve cahil kimseler olduklarını beyan etmektedir. Müfessirler bu âyetin, yukarıda zikredi­len kişilerden hangisi hakkında nazil okluğu hususu hakkında çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a) İkrimeye göre âyetin "Allaha yalan uyduran veya kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde "Bana vahyolundu" diyen..." bölümü, Müseylimetül Kezzab hakkında nazil olmuştur. Bu kişi, vezinli ifadelerle konuşuyor ve gaip­ten haberler vererek Peygamber olduğunu iddia ediyordu. Ayetin, "Allahın in­dirdiği gibi bir kitap ta ben indireceğim" diye iddia eden..." bölümü ise Abdul­lah b. Said b. Ebi Sarh hakkında nazil olmuştur. Bu, kişi müslümandi. Resulul-lahın vahiy katiplerindendi. Fakat daha sonra dinden çıkıp Mekke müşriklerine katıldı. Daha sonra ise Resullullah Mekkeyi fethetmeden önce "Merr" denen yerde iken tekrar müslüman oldu.

b) Süddiye göre ise bu âyet-i kerimenin tamamı Abdullah b. Said b. Ebi Sarh hakkında nazil olmuştur.

Katadeye göre ise bu âyet-i kerime sadece Müseylimetül Kezzab hakkın­da nazil olmuştur.

Abdullah b. Abbas, ResuIuUahm şöyle dediğinin kendisine anlatıldığını

söylemiştir.

"Ben uykuda iken iki elime altından iki bileziğin verildiğini gördüm. Bunlardan korktum ve hoş karşılamadım, bana izin verildi. Ben onlara üfledim. İkisi de uçup gittiler. Ben o iki bileziği, "Ortaya çıkacak iki yalancı" olarak yo-rumladım" Hadisi rivayet edenlerden Ubeydullah diyor ki: "Bunlardan biri, Feyruzun, Yemende öldürdüğü Esvedül Ansi'dir. Diğeri ise Müseylime'dir[117]Diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir:

"Bana, o iki bileziğe üflemem vahyedildi. Ben de onlara üfledim. Onların ikisi de uçup gittiler. Ben onlan, aralarında bulunduğum iki yalancıya yonımla-dım. Onlar da, San'a şehrinin yöneticisi ve Yemamenin idarecileridir[118]

Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime, umumi bir şekilde, Allaha karşı yalan uyduranları, kendisine bir şey vahyedümediği halde "Bana vahyedildi" diyenleri ve "Ben de Allah gibi kitap indiririm" diyenleri zikretmiştir. Bu itibarla, âyetin, yukarıda zikredilen bütün kişileri ve onlardan sonra gelip te aynı iddiada bulu­nan diğer kimseleri kapsadığım söylemenin âyetin umumi ifadesine daha uygun olacağını beyan etmiştir.

Âyet-i kerimede, zalimler ölüm sarhoşluğu ve sıkıntısı içindeyken melek­lerin onlara ellerini uzatacakları zikredilmiştir. Meleklerin ellerini uzatmaların­dan maksat, Abdullah b. Abbas ve Süddiye göre zalimleri dövmeleridir. Zira melekler, kafirlerin canlanın alırken onların yüzlerine ve arkalarına vuracakları başka bir âyette de zikredilmiştir. Dehhak ve Abdullah b. Abbasa göre ise, me­leklerin ellerini uzatmalarından maksat, ölüm sarhoşluğunda olan zalimlere azap etmeleridir. Bir kısım Kûfeli âlimlere göre ise onların canlarını istemeleri içindir. [119]

 

94- Şüphesiz ki bugün, i!k yarattığımız gibi teker teker huzurumuza geldiniz. Verdiğimiz herşeyi ardınızda bıraktınız. İçinizden, ortaklar ol­duklarını sandığınız şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Muhak­kak kî onlarla aranızdaki irtibat kesildi. Ortaklar olduklarını sandığınız şeyler sizi bırakıp kayboldular.

Allah, kıyamet gününde bu müşriklere diyecek ki: "Siz bugün sizi ilk ya­rattığı mızdaki gibi huzurumuza teker teker geldiniz. Şu anda, sizinle birlikte, dünyada kendileriyle iftihar ettiğiniz hiçbir şey yoktur. Dünyada size vermiş ol­duğumuz mal, mevki ve şeref gibi herşeyi arkanızda bırakıp geldiniz. Sizlerin, rabbinizin huzurunda kendinize şefaatçi olacağını sandığınız şeyleri, artık sizin­le görmüyoruz. Aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve Allaha ortak koştuğunuz şeyler kaybolup gitmişlerdir. [120]

 

95- Şüphesiz ki Allah, taneleri ve çekirdekleri yarandır. O, ölüden di­riyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkaran odur. İşte Allah budur. O halde nasıl Çcvirîliyorsunuz?

Şüphesiz ki Allah, taneleri yararak onlardan ekinleri, çekirdekleri yararak ta onlardan ağaçlan çıkarandır. O halde ey insanlar, hiçbir zarar ve menfaat ver­meyen putlara değil, bunları yaratan Allaha ibadet edin. O, ölü olan taneden diri olan başağı, Ölü olan çekirdekten diri olan ağacı, ölü olan meniden diri olan in­sanı çıkarır. Yine o, diri olan başaktan ölü olan taneyi, diri olan ağaçtan ölü olan çekirdeği ve diri olan insandan ölü olan meniyi çıkarandır. İşte bütün bunları ve benzerlerini yapan Allahtır. O halde haktan nasıl çeviriliyorsunuz? Ekinleri, bit­kileri ve bütün canlıları yaratan Allahı bırakıp, hiçbir şey yapamayan yaratıklara tapıyorsunuz. [121]

 

96- Karanlığı yarıp tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı ya­pan, güneşi ve ay'ı bir hesaba göre hareket ettiren O'dur. İşte bu, herşeye galip olan ve herşeyi bilen Allahın takdiridir.

Gecenin karanlığını yarıp sabahın aydınlığını getiren, geceyi dinlenme vakti yapan, güneşi ve ay'ı belli bir hesap çerçevesinde hareket ettiren ve insan­ların hesaplarına vasıta kılan Allahtır. Bütün bunlar, herşeye galip olan, yarat­tıklarının menfaatlerini çok iyi bilen Allahın takdiriyledir. [122]

 

97- Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulaşınız diye sizin için yıldızlan yaratan o'dur. Muhakkak ki biz, bilen bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

Karanın ve denizin karanlıklarında, kendileriyle yolunuzu bulaşınız diye yıldızlan sizin için yaratan o'dur. Şüphesiz ki biz âyetlerimizi, hakkı tanıyan bâtıldan kaçman bir topluluk için açıklanz.

AIlah teala diğer bir âyet-i kerimede de şöyle buyuruyor: "Biz, dünya semasını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların taşlanma­sını sa£ladık... [123]

 

98- Sizi bir tek candan yaratan o'dur. Sizin için karar kılınan ve emanet olarak kalınan yerler vardır. Anlayan bir kavim İçin, âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

Sizi, tek bir can olan Âdemin sulbünden meydana getiren Allahtır. Sizin için, ana rahmi, yeryüzü, kabir ve âhiret gibi karar kılacağınız yerler olduğu gi­bi, atalarınızın sulbü ve geçici dünya gibi emanet olarak kalacağınız yerler de vardır. Şüphesiz ki biz, âyetlerimizi ve delillerimizi, bunları anlayıp ibret alan birtopluhık için geniş bir şekilde açıkladık.

MüfessirIer, âyet-i kerimede geçen ve "karar.kılınan yer" diye tercüme edilen kelimesiyle, "Emanet olarak kalman yer." diye tercüme edilen kelimesinden neyin kastedildiği hususunda çeşitli gö-

rüşler zikretmişlerdir.

a)  Abdullah b. Mes'ud, İbrahim en-Nehai ve Muksem'e göre, "Karar kılı­nan yer"den maksat, annelerin rahimleridir. "Emanet olarak kalınan yer"den maksat ise kabirdir. Allah, insanları, annelerinin rahminde karar kıldırmış, ka­birlerinde de diril inceye kadar, emanet olarak bekletmiştir.

b)  Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar kılınan yer"den maksat, annelerin karınlan, yeryüzü ve yerin içi"dir. "Emanet olarak kalınan yer"den maksat ise babaların sulbleridir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen diğer bir görüşe göre "Karar kılman yer"den maksat, yeryüzü ve dünyadır. "Emanet edilen yer"den maksat ise, Aliahm huzurudur, âhirettir.

d) Yine Abdullah b. Abbas, İkrime, Mücaid Ata İbrahim en-Nehai, Süddî, Katade, Dehhak ve İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre, karar kılman yerden maksat, ana rahmi, emanet olarak kılınan yer"den maksat ise ba­baların sulbüdür.

e) Hasan-ı Basriye göre ise, karar kılınan yer"den maksat, kabir, emanet olarak kalınan yer'den maksat ise dünyadır. Çünkü dünyada bulunan kimse, ka­birde bulunan kardeşine kavuşmak üzere dünyada emanet olarak durmaktadır.

Taberi diyor ki "Bu hususta doğru olan söz, şunu söylemektir: "Allah tea­la bu âyette, insanları tek bir nefisten yarattığını ve onların, karar kılman ve emanet olarak kalınan yerlerde kaldıklarını, genel bir şekilde zikretmiştir. İnsan­ların bir kısmı, ana rahminde karar kılmakta, diğerleri babalarının sulbünde emanet olarak durmaktadırlar. Diğer bir kısmı, yeryüzünde veya yerin içinde karar kılmış halde, başka bir kısım insanlar ise, babalarının sulbünde emanet olarak bulunmaktadırlar. Bir kısım insanlar da, kabirde karar kılmış halde, bazı­ları da yeryüzünde emanet olarak bulunmaktadırlar. Bu itibarla, her karar kılı­nan yer ve emanet olarak kalınan yer, âyetin genel ifadesinde dahildir. [124]

 

99- Gökten suyu indiren O'dur. Biz o su ile herşey için gerekli bitkiyi çıkardık. Ondan da yeşillik meydana getirdik, yeşillikten ise, birbiri üzeri­ne yığılmış taneler çıkarırız. Hurmanın tomurcuğundan, sarkıp yere yakla­şan salkımlar çıkarırız. Ayrıca o su ile birbirine benzeyen ve benzemeyen, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri meydana getiririz. Herbirinin meyve verdiği zaman meyvesine ve onun olgunlaşmasına ibretle bakın. Şüphesiz ki bun­larda, iman eden bir kavim için birçok deliller vardır.

Gökten su indiren Allahtır. Biz o su ile, insanların, hayvanların ve bütün canlıların beslendikleri bitkileri çıkardık. Yeşil sebzeler ve ekinler bitirdik. O yeşilliklerden, birbiri üzerine yığılmış taneler çıkarırız. Hurma ağacının tomur­cuğundan da, sarkıp yere yaklaşan hurma salkımları çıkarırız. O su ile üzüm bahçeleri, yaprakları ve görünüşleri bakımından birbirine benzeyen fakat meyve ve tat bakımından birbirine benzemeyen zeytin ve nar ağaçları çıkardık. Bu ağaçlar meyve verdikleri zaman meyvelerine ve meyvelerinin nasıl olgunlaştığına bir bakın. Şüphesiz ki, suyun gökten indirilmesinde ve onunla çeşitli bitkile­rin çıkarılmasında, Allanın birliğini ve kudretini tasdik eden bir topluluk için büyük deliller vardır. [125]

 

100- Cinleri Allah yarattığı halde, kâfirler onları Allaha ortak koştu­lar. Ve hiçbir bilgiye dayanmadan Allaha oğullar ve kızlar isnad ettiler. Al­lah, onların uydurdukları sıfatlardan münezzehtir, yücedir.

Kâfirler, Cinleri Allaha ortak koştular. Halbuki o Cinleri Allah yaratmış­tır. Yine kâfirler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın, Allahın yüceliğini takdir edeme­yerek ona oğullar ve kızlar isnad ettiler. Allah, bu cahillerin yakıştırdığı sıfatlar­dan beridir, uzaktır

(Saffat Suresinin Yüz kırk dokuz ve Yüz ellinci âyetlerinin izahına bakı­nız.) [126]

 

101- O, gökleri ve yeri eşsiz bir şekilde yoktan var edendir. Onun eşi yokken çocuğu nasıl olabilir? Üstelik herşeyi yaratan da O'dur. O, herşeyi çok iyi bilendir.

Allah, gökleri ve yeri, daha Önceden benzerleri yokken var edendir. Onun eşi olmadığı halde çocuğu nasıl olur? Herşeyi o yaratmıştır. Ve o, herşeyi çok iyi bilendir. O halde nasıl olur da onun yarattıkları arasında, kendisine bir eş bu­lunur da o eşten çocuğu meydana gelir? [127]

 

102- İşte rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Hcrşcyin yaratıcısıdır. O halde ona itaat edin. O, herşeye vekildir.

Ey Allahı bırakıp ta putlara tapanlar, cinleri Allaha ortak koşanlar, ve ona çocuk isnad eden kafirler. İyi bilin ki, sizin rabbiniz Allahtir. Ondan başka hiç­bir ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısı odur. O halde kendilerine ve sizlere hiçbir zarar veya menfaat vermeyen putları bırakıp ta sadece Allaha kulluk edin. Al­lah, yarattığı herşeyin denetleyicisi ve koruyucusudur. [128]

 

103- Gözler onu görmez. O ise bütün gözleri görür. O, hcrşcyin ince­liklerini bilendir, her şeyden haberdardır.

Gözler onu kapsayumaz, o ise bütün gözleri kuşatır. O, kullarına lütufta bulunandır. Onların hak ve menfaatlerini çok iyi bilendir.

Müfessirler, âyette zikredilen "Gözler Allahı görmez, Allah ise bütün gözleri görür" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

a) Abdullah b. Abbas, Katade, Atiyye el-Avfı vb. âlimlerden rivayet edi­len bir görüşe göre bu ifadenin manası şudur: "Hiçbir göz, Allahı kuşatamaz. Allah ise bütün gözleri kuşatır." Bunlara göre, kıyamet gününde, şu âyette belir­tildiği gibi rablerine bakacaklar fakat onların gözleri, büyüklüğünden dolayı rablerini kuşatamayacaktir. Mü'minlerin, kıyamet gününde rablerini görecekle­rini beyan eden âyetler ise şunlardır. "O gün öyle yüzler vardsr ki pırıl pınl par­larlar. Rablerine bakarlar. [129]Bu görüşte olan âlimlere göre, âyette zikredilen ve "Görme" olarak tercüme edilen  fiili, "Gönnek" mânâsına de-

ğil "Kuşatmak" manasınadır. Zira bu fiil, Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde "Görnıe" dışındaki mânâlarda da kullanılmıştır. Mesela: Nihayet boğulma Fira­vunu yakalayınca o, "Gerçekten İsrailoğullannın inandığından başka ilah olma­dığına inandım. Ben de müslümanlardanım" dedi. [130] âyetinde zikredilen fiilinin mânâsı, "gönnek" değil "yakalamak" demektir. Zira, boğulma işinin, bir kimseyi gördüğünü söylemek mümkün değildir.

Yine "İki topluluk birbirini görünce "İşte yakalandık" dediler. [131] âyetindeki kelimesinin mânâsı "Gönnek" değil "yakalanmak" demektir. Bunlar da göstermektedir ki, bir şey diğer bir şeye ulaşır fakat onu göre-meyebilir. Birinci âyette durum böyledir. Yine bir şey diğer bir şeyi görebilir. Fakat ona ulaşamaz. Bundan da anlaşılıyor ki "Gözler Allahı idrak edemez" ifa-desindeki fiilinin mânâsı "Görmek" değildir, "İhata etmek ve kuşatmak" demektir.

Evet, müminler ve cennetlikler, rablerini gözleriyle görecekler fakat göz­leri onu kuşatamayacaktir. Zira, Allah tealayı herhangi bir şey tarafından kuşa­tılmakla vasıflandırmak caiz değildir. Allah tealayı "Görülmek"le vasıflandırır­ken görmenin kendisini kuşatamayacağı ile de vasıflandırmak, onu "Bilinmek­le" vasıflandırırken, bilmenin kendisini kuşatamaması ile vasıflandırmak gibi­dir. İlmimizle Allahı kuşatamıyacağımızı söylememiz, onu bilemeyeceğimiz anlamına gelmediği gibi, onu gönyemizle kuşat anlayacağımızı söylememiz de onu hiç göremeyeceğimiz anlamına gelmez. Nitekim yaratıklar, birtakım eşyayı bilirler fakat bilgileri o eşyayı tam kuşatamayabilir. İşte Allah tealayı görmek te böyle. Mümin kullan onu görürler, fakat görmeleri onu tam olarak ihata ede­mez.

Bu görüşte olan âlimler demişlerdir ki: Eğer denecek, olursa ki "Bu âyette geçen cümlesini "Gözler, Allahı kuşatamaz" yerine "Gözler Allahı göremez" şeklinde izah etmeye neden karşı çıktınız?" Cevaben deriz ki: "Aziz ve celil olan Allah, kitabının kıyamet suresinde bir kısım yüzle­rin kerndisine bakacağını beyan buyurmuş[132] Resulullah da ümmetine kıyamet gününde rablerini, ay'ın ondördünde görülmesi gibi, bulutsuz bir günde güneşin görülmesi gibi görüleceğini haber vermiştir. Madem ki, Allah teala, kitabının bir yerinde, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan etmiş, Resulullah da bunu sahih haberlerle haber vermiştir, o halde Allah tealamn, kıyamette, mü­minler tarafından görüleceğini söylemek te kaçınılmazdır. Zira, Allah tealamn kitabı, birbirini doğrulamakta ve desteklemektedir. Allah tealamn, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan ettiği haberiyle, gözlerin kendisini idrak edemeyeceğini beyan-ettiği haberlerinden herhangi birinin diğerini neshettiğini söylemek caiz değildir. Zira verilen haberlerde nesih caiz değildir. Bu da göster­mektedir ki "Gözler Allahı idrak edemez" haberi ile "Yüzler rablerine bakarlar" haberi farklı şeylerdir. Yani, cennetlikler kıyamet gününde gözleriyle rablerine bakacaklar fakat onu tam ihata edemeyeceklerdir. Bu iki âyetin bu şekilde izah edilmesi her iki âyeti de doğru bir şekilde anlamaktır. Her iki haberi de tasdik etmektir. Her iki surede gelen âyetlere de boyun eğmektir.

b) Süddi ve Hz. Aişeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikre­dilen cümlesindeki fiilinin mânâsı 

"Görmek" demektir. Cümlenin mânâsı ise "Gözler Aliahı göremez" demektir. Bu hususta Süddi demiştir ki "Bu cümlenin mânâsı" Allahı, yarattıklarından herhangi birisi göremez." demektir.

Mesruk diyor ki:

Ben, Aişe'ye (r.anh) dedim ki "Ey anneciğim, Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü mü?" Aişe de dedi ki: "Söylediğin sözden dolayı tüylerim ürperdi. Sen şu üç şeyden haberdar değil misin? Onları sana kim söylerse yalan söylemiş olur. Kim sana "Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü" derse şüphesiz ki o, yalan söyle­miş olur" Sonra Aişe "Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O her şeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini ve "Allah bir insanla an­cak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de iz­niyle ona dilediğini vahyeder.. [133] âyetlerini okudu ve dedi ki: "Kim sana, ya­rın ne olacağını bildiğini söylerse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur." Sonra, "Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez"[134] âyetini okudu ve dedi ki: "Kim sana, "Peygamber bir şeyi gizledi" derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur" Sonra: "Ey Peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, Al­lanın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun[135]âyetini okudu ve sözlerine devam ederek dedi ki: "Fakat Muhammed, Cebrail (a.s.)'ı iki defa asıl şeklinde görmüştür. [136]

Görüldüğü gibi Hz. Aişe, Allah tealanın, Resulullah tarafından dünyada iken- görülmediğini ifade etmek istemiştir. Ancak bir kısım âlimler Allah teala-nın, dünyada, görülemeyeceği gibi, âhirette de görülmeyeceğini iddia etmişler ve izah etmekte olduğumuz âyeti buna delil -göstermişlerdir ve demişlerdir ki: "Bu âyetteki kelimesinin mânâsı, "Gözle görmek" demektir.

Allah teala, kendisinin gözle görülemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da hem dün­ya hem de âhiret için geçerlidir.

Bu görüşü savunan insanlar kıyamet suresinde bazı yüzlerin rablerine ba­kacaklarını beyan eden âyeti te'vil etmişler, bu âyetten maksadın, "Bir kısım yüzler, rablerinin rahmetini ve sevabını beklerler." demek olduğunu söylemiş­lerdir. Bunlardan bazıları Resulullandan, âhirette müminlerin, rablerini görecek­lerine dair rivayet edilen sahih haberleri, bir kısım te'viİlerle te'yid etmişler, di­ğer bazıları ise bu haberlerin varid olduklarını inkâr etmişler, bu haberlerin, Re-sulullahın söylediği söz olamayacağını savunmuşlar ve Allahın görülemeyeceği hususunda akıllarını hakem tayin etmişlerdir. Bunlar, akıllarının, Allah tealanın gözle görülmesini imkânsız gördüğünü zannetmişler, bu hususta çeşitli yaldızlı sözler söylemişler, kendilerine delil bulmak için uzun uzadıya izahlarda bulun­muşlardır.

Bunların iddialarının doğru olduğunu ispatlayan ve en büyük delilleri ol­duğunu iddia ettikleri sözlerden biri de şudur. "İnsanların gözü, kendisine yapı­şık olan bir şeyi değil, görebileceği kadar uzaklıkta bulunan bir şeyi görebilir. Gözden uzak olan şey ile gözün arasında ise bir boşluk ve bir mesafe vardır. Şa­yet gözlerin âhirette Ali ahi dünyadaki eşyayı gördüğü gibi görecekleri söylenir­se Allah teala için bir sınır tayin edilmiş olur. Allah tealayı böyle bir sıfatla sı-fatlayan ise onu, cisimlerin sıfatlarıyla sifatlamış olur. Allah teala ise, yaratıkla­rına benzemekten münezzehtir. Diğer yandan, kulakların sesleri, koku alma du­yusunun, kokulan idrak ettikleri gibi gözlerin de renkleri görmeleri muhakkak­tır. Nasıl ki sesleri almayan bir duyu organı, kokuları koklamayan koku alma organı bulunacağına hüküm vermek fasit ise, renkleri görmeyen bir görme orga­nı bulunacağına hüküm vernıek te fasittir. Allah tealayı, herhangi bir renkle va­sıflandırmak caiz olmayacağına göre, onugörülebilir olmakla vasıflandırmak ta caiz delildir.

c) Diğer bir kısım âlimler de cümlesindeki fiilinin mânâsının "Görmek" olduğunu, âyeti kerimede, Allah tealanini görülmeyeceği beyan edildiğini, ancak bu görülmemenin, dünyada söz konusu olduğunu, âhirette ise, Allah tealanın müminler tarafından görüleceğini, zira başka bir âyette: "O gün, öyle yüzler vardır ki pırı! pınl parlarlar. Rablerine bakarlar. [137] buyuruIduğunu, Allah tealanın bildirdiği haberlerde tezat olması­nın mümkün olmadığını, bu itibarla, izah edilen âyetteki "Göıülmeme"nin sade­ce dünyaya mahsus olan bir görülmeme olduğunu söylemişlerdir.

Bunlardan bazıları demişlerdir.ki: "Bu âyette zikredilen fiili her ne kadar bazı yerlerde "Görmek" mânâsına gelmiyorsa da burada "Gör­mek" mânâsında kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin mânâlarından biri de "Gör-mek"tir. Kişi, gördüğü şeyi aynı zamanda idrak ta etmiş olur. Buradaki, "Gör­me" mânâsına gelen "İdrak etme" her zaman olacak bir idrak etme değil sadece dünyaya has olan bir idrak etmedir. Yani dünyada gözler Allahı göremezler. Al­lah ise o gözleri hem dünyada hem de âhirette görür" demektir.

Bu görüşte olan âlimlerden diğer bir kısmı da burada zikredilen ve "Gör­me" mhanâsına gelen "İdrak etme"nin, hususi bir görme ve idrak etmeyi ifade ettiğini söylemişler ancak bu hususiliğin çeşitli ihtimallere göre olacağını zik­retmişlerdir. Mesela: Âyetin mânâsının, "Allahı, zalimlerin gözü dünyada da görmez âhirette de görmez. Müminlerin ve velilerin gözleri ise onu görür." şek­linde olması caizdir. Keza âyetin mhanâsmın: "Gözler Allahı tam olarak kuşatı­cı bir şekilde görmezler. Fakat genel olarak görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allahı dünyada görmezler. Âhirette ise görür­ler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allahı, Allahın onlan gördüğü gibi göremezler. Zira yaratılanların gözü zayıftır. Allahın, görme gücü verdiği kadarıyla verirler. Allah tealanın ise görmesi herşeyi açık seçik olarak görmesi şeklindedir. Bunlar demişlerdir ki: "Gözler Allahı göremez" ifa­desinin özel bir göremezlik şekli olduğu ve Allahın dostlarının kıyamet günün­de kendisini görmelerinin kesin okluğu muhakkaktır. Ancak bu özel görmezli­ğin yukarıda zikredilen dört ihtimalden hangi çeşit görmezlik olduğu bizce belli değildir.

d) Diğer bir kısım âlimler ise cümlesindeki fiilin mânâsının "Görme" olduğunu, âyetin mânâsının ise "Gözler Allahı göre­mez" demek olduğunu ve buradaki görmeme'nin umumi anlamda her zaman görmeme okluğunu söylemişler ve demişlerdir ki "Hiçbir göz Allahı ne dünyada iken ne de âhirette iken görebilecektir. Ancak Allah, kıyamet gününde dostları için beş duyu organı dışında altıncı bir duyu organı yaratacak ve onlar, bu duyu

organlarıyla rablerini göreceklerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikret­mişlerdir: Allah teala bu âyette genel bir ifade ile, gözlerin kendisini görmeye­ceğini beyan etmiştir. Buradaki görmemenin, özel bir görmeme olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Bu itibarla bu görmeme, her zaman ve her yer için ge­çerlidir. Diğer yandan başka bir âyetinde, bir kısım yüzlerin kıyamet gününde rablerine bakacaklarını beyan etmiştir. Allah tealanm haberleri arasında tezat ol­mayacağına göre ve her iki haber de sahih olduğuna göre bunları birbirleriyle dağdaştırmak izah ettiğimiz şekilde olur. Bu görüşte olun âlimler, aklî delil ola­rak ta şunları söylemişlerdir: "Bizim âhirette Allahı bu gözlerimizle kuvvetlen­dirilerek görmemiz caiz olsa dünyada iken zayıf halleriyle de kısmen de olsa görmemiz icabeder. Çünkü herhangi bir fonksiyon için yaratılan bir organ, ta­mamen yok olmadıkça o fonksiyonunu az da olsa icra eder. Bu itibarla gözün, yaratıcısını herhangi bir haliyle veya herhangi bir zamanda görmesi mümkün kabul edilecek olursa bu gözün, dünyada iken zayıf olduğu halde de yaratıcısını görmesi gerekir. Gözlerimiz dünyada, yaratıcılarını görmediklerine bunların bu halleriyle âhirette de görmeleri mümkün değildir. Allah teala da âhirette, yüzle­rin, rablerine bakacaklarını bildirmiştir. O halde âhirette Allah teala, özel bir du­yu organı yaratacak biz de onunla kendisini göreceğiz.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta doğru olan görüş, Resulullah (s.a.v.)'den sağlam bir şekilde nakledilen haberlerin beyan ettikleri görüştür. Re­sulullah, kıyamet gününde müminlerin, rablerini ayın on dördünde onu gördük­leri ve bulutsuz bir zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, mümminler rablerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel oluna­caktır. Nitekim Allah teala bu hususta bir âyet-i kerimesinde: "Hayır, hayır o gün yalanlayanların önüne rablerine karşı perde çekilmiştir[138]buyurmuştur.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Kıyamet gününde Allah tealanın, gözle görüleceğini inkâr edenlere gelince bunlar, delil olarak şunu zikretmişler­dir. "Gözler ancak görülebilecek kadar uzak bir mesafede olanı görebilirler. Kendilerine yapışık olanı göremezler. Bu da gözle, görülen şeyin arasında bir boşluğun ve bir mesafenin bulunmasını icabettirir. Allah tealanın bu şekilde gö­rüleceğini söylemek te caiz değildir. Zira, bu takdirde Allah tealaya bir sınır ve nihayet biçilmiş olur ki bu da caiz değildir. O halde Allahı gözle görmek te mümkün değildir.

Taberi, bunlara cevap olarak özetle şunu söylemekte ve demektedir ki: "Allah tealanın herhangi bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzeîiîemez. Nasıl ki, Allah tealanın, her şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etme­lerine benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine benzemez. Allahın dışındaki sevk ve idare eden yaratıklar ya sevk ve idare et­tiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında bulunurlar. Allah teala ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bu­lunmaktadır.

Yaratıkların görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını ica-bettirirken Allah tealanın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir.

Taberi, bu meseleyi izah etmek için şunları söylemektedir: "Sizler, yaratı­cınız dışında sevk ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?" Şayet onlar böyle birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da im­kanları yoktur. Şayet, "Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara denilir ki "Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra etme sıfatlarına sahiptir. İşte Allah tealanın görülmesi  böyledir. Onun, görene te­mas eder halde olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, di-' ğer görülen şeylere benzetilemez.

Mutezile fırkası, bu âyet-i kerimeye dayanarak, Allah tealanın, dünyada görülemediği gibi âhirette de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lügat bakımından gerekse Şer't yönden, âyetin batıl bir te'vilidir. Allah tealanın âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass'lar ile bildirilmiştir.

Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki sizler, ay'ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz[139]

 

104- Şüphesiz size, rabbinizden, hakikati gösteren deliller gelmiştir. Kim onları görürse kendi lehinedir. Kim de onlara karşı kör olursa kendi aleyhinedir. Ben, sizin üzerinize bekçi değilim.

Şüphesiz ki sizlere, rabbiniz tarafından, hidayeti sapıklıktan, imanı inkârdan ayırdeden ve sizlere hakkı gösteren apaçık deliller gelmiştir. Kim bun­ları görür ve bunlarla doğru yolu bulursa, hayin kendi lehinedir. Kim de bunla­rın ifade ettiği şeylere karşı kör olur da bunları tasdik etmezse onun kötülüğü de kendisine aittir. Ben, sizin üzerinize bir denetleyici değilim ki yaptığınız amel­leri hesap edeyim. Ben ancak tebliğ edenim. [140]

 

105- Kâfirler: "Onu başkalarından öğrendin." desinler ve bilen bir kavme açıklayalım diye âyetleri geniş olarak işte böyle izah ederiz.

Müfessirler ve kıraat âlimleri bu âyette geçen ve "Başkalarından öğren­din" diye tercüme edilen kelimesini farklı şekillerde okumuşlar ve okunan kıraat şekline göre de farklı mânâlar vermişlerdir.

a)  Medine ve Küfe kurraları ile Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi ve Dehhakın bu kelimeyi Kur'anda tesbit edilmiş olan şekliyle şeklinde okudukları ve bunun mhanâsının, "Okudun ve öğrendin" demek oldu­ğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Taberi de bu kıraati ve bu izah tarzını tercih etmiştir. Çünkü şu âyette de belirtildiği gibi, müşrikler, Resulullahı, Kur'anı başkasından okuyup öğrenmekle itham ediyorlardı. "Şüphesiz ki biz, kafirlerin, "Bu Kuranı Muhammede bir adam öğretiyor" dediklerini çok iyi biliyoruz. Ku­ranı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur'an ise açık, fasih Arapça'dır. [141]

b)  Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, Dehhak ve bir kısım Basra Kurralan bu kelimeyi şeklinde okumuşlar, mânâsının da "Tartıştın, birbirinize okudunuz..." demek olduğunu söylemişlerdir. Yani, Kureyş müşrikleri, Resulullahı, ehl-i kitapla tartışarak ve onlarla karşılıklı ola­rak birbirlerine okuyarak öğrenmekle itham etmişlerdir.

c) Katadeden nakledilen başka bir görüşe göre bu kelime, şeklinde okunmuş manası ise "Sana okundu bildirildi" demektir.

d) Hasan-ı Basri ye Abdullah b. Mes'uddan nakledilen bir diğer görüşe göre bu kelime şeklinde okunmuştur. Mânâsı ise "Silinip git-

miştir, zamanı geçmiştir" demektir. Yani, müşrikler Resulullaha "Senin bu oku­duğun Kur'anın zamanı geçmiştir" demişlerdir. Bu âyeti "Biz bu âyetleri sana: "Sen bunu, başkalarından okuyup öğrendin" demesinler diye..." şeklinde izah edenler de vardır.

106- Rabbin tarafından sana vahyolunana tabi o!. Ondan başka ilah yoktur. Allaha ortak koşanlardan yüzçcvir.

Ey Muhammed, rabbinin sana vahyettiği emirlerine uy. Müşriklerin seni davet ettikleri putları bırak. Allahtan başka hiçbir ilah yoktur. Hakkıyla kulluk edilmeye ancak o layıktır. Allaha ortak koşanlarla tartışmayı bırak, onlardan yüzce vir. [142]

 

107- Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzeri­ne bekçi yapmadık. Sen onlara vekil de değilsin.

Eğer Allah dileseydi onları da hidayete kavuştururdu. Onlarda Allaha or­tak koşmazlardı. Ey Muhammed, biz seni, onların üzerine, yaptıkları amelleri denetleyen bir bekçi yapmadık. Sen onların vekilleri de değilsin ki onları müda­faa edesin. [143]

 

108- Kâfirlerin, Allahtan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşın giderek bilgisizce Allaha sövmesinler. Her ümmete, yaptığı işi böylece süslü gösterdik. Sonra onların varacakları yer, rablcrînin huzurudur. Rab-leri onlara yaptıklarını haber verecektir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler "Ey Muhammed, ya bizim ilah­larımıza hakaret etmekten vazgeçersin veya biz de senin rabbini alaya alırız." dediler ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."

Katade diyor ki: "Bu âyet-i Celilenin asıl nüzul sebebi, Müslümanların, kâfirlerin putlarına sövmeleri, kâfirlerin de haddi aşarak cahillikle Allah tealaya sövmeleridir.

Bu âyet-i Kerime, herhangi bir menfaatin, büyük bir zarara yo! açtığı tak­dirde terkedilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bir Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:

"Kişinin, anne ve babasına sövmesi, büyük günahlardandır." Sahabiler: "Ey Allahm Resulü, kişi nasıl olur da anne ve babasına söver?" diye sorunca Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kişi başkasının babasına söver, sövdüğü adam da onun babasına söver. Ve başkasının annesine söver o da onun annesine sö-ver. [144]

Bu âyetin izahında Süddinin şunları söylediği rivayet edilmiştir: Ebu Ta­libin ölümü esnasında Kureyşliler demişlerdir ki: "Haydin bu adamın yanına gi­delim. Kardeşinin oğlunun bize sataşmasını yasaklamasını isteyelim. Çünkü bizler, onun ölümünden sonra yeğenini öldürmekten utanırız. Çünkü Araplar di­yeceklerdir ki: Onu öldürmelerine Ebu Talip engel oluyordu. O ölünce yeğenini öldürdüler." Ebu Süfyan Ebu Cehil, Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef, Übey b. Halef, Ukbe b. Ebi Muayf, Amr b. el-Ass ve Esved bir araya gelip "Muttalip" isimli birini Ebu Talibe gönderdiler. Kendisini ziyaret için ondan izin istidiler. Adam Ebu Talibin yanına vardı ve ona "Bunlar kavminin ileri gelenleridir. Se­nin nin yanına gelmek istiyorlar" dedi. Ebu Talib izin verdi . İçeri girdiler ve ona dediler ki: "Ey Ebu Talib, sen bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Muhammed, bize de ilahlarımıza da eziyet etti. Onu çağırıp bizim ilahlarımıza sataşmaktan' vaz geçmesini, bizim de onu, ilahı ile başbaşa bırakmamızı emretmeni istiyo­ruz." Bunun üzerine Ebu Talib Resulullahı çağırdı. Resulullah geldi. Ebu Talib ona: "Bunlar senin kavmin ve amcalarının oğullarıdır." dedi. Resulullah: "Ne is­tiyorsunuz?" dedi. Onlar da: "Senin, bizi ve ilahlarımızı bırakmanı, bizim de se­ni ve ilahını bırakmamızı istiyoruz" dediler. Ebu Talib, Resulullaha "Kavmin sana insaflı davrandı. Onların bu tekliflerini kabul et" dedi. Resulullah da bu­yurdu ki: "Söyleyin bana, eğer ben, bu teklifinizi kabul edeceğime dair size söz verecek olsam sizler de, söylediğiniz takdirde Araplara hakim olacağınız ve Arap olmayanları da haraç alarak boyun eğdireceğiniz bir sözü söyleyeceğinize dair bana söz verir misiniz?" Ebu Cehil dedi ki: "Baban hakkı için evet söyleriz ve onun on mislini de söyleriz. O söz nedir?" Resulullah da dedi ki: "Lailahe il­lallah" deyin" müşrikler bunu kabul etmediler. Yüzlerini astılar. Ebu Talib de dedi ki: "Ey yeğenim, onun dışında başka bir söz söyle. Çünkü kavmin bu söz­den tedirgin oldu" Resulullah da dedi ki: "Ey amca, onlar güneşi getirip sağ eli­me koysalar, yine de ben bunun dışında bir söz söylemem.'1 Resulullah bunu söyleyerek müşriklerin beklentilerinden vazgeçip ümide kapılmamalarını istedi. Fakat onlar öfkelendiler, ve dediler ki "Ya ilahlarımıza sövmekten vaz geçersin veya biz de sana' ve sana emir gönderene söveriz.." İşte bu âyet bunu izah et­mektedir. [145]

 

109- Kendilerine bir mucize gelirse, ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır ycnımleriylc Allaha yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Al­lah katındadır." Onlara mucizeler geldiğinde dahi iman etmeyeceklerini sîz nereden bileceksiniz?

Âyet-i kerimedeki "Nereden bileceksiniz?., ifadesindeki muhatabın kim olduğu hakkında farklı izahlar yapılmıştır. Mücahide göre burada kendilerine hitabedilen kimseler müşriklerdir ve cümle burada sona ermektedir. Bundan sonra gelen cümle müstakil bir cümledir. Müminlere durumu haber vermektedir. Bu izaha göre âyetin bu kısmının mânâsı şöyledir: "Ey müşrikler, Allanın mucizeleri size geldiğinde iman edeceğinizi nereden biliyorsunuz?" "Ey mü­minler, o mucizeler onlara gelse de onlar iman etmeyeceklerdir."

Diğer bir kısım âlimler ise buradaki muhatapların müminler olduğunu söylemişlerdir. Zira müşrikler, kendilerine bir mucize geldiği takdirde iman edeceklerine dair yemin edince müminler Resulullaha demişlerdir ki: "EyAlla-hın Resulü, sen rabbinden bir mucize iste de müşrikler iman etsinler," Bunun üzerine Allah teala bu âyeti kerimeyi indirmiş ve müminlere buyurmuştur ki: "Ey müminler, o müşriklere, bu istedikleri mucizeler geldiğinde onların iman edeceklerini nereden biliyorsunuz?" âyet-i bu şekilde izah eden alimler cümlesinin başındaki bir pekiştirme edatı olduğunun ve olumsuzluk ifade etmediğini "Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıko­yan neydi[146] âyetindeki  gibi olduğunu söylemişlerdir.

Başka bir kısım âlimler ise buradaki hitabın müminlere yapıldığını ancak şüphesiz ki" ifadesinden maksadın "Belki de" mânâsında olduğunu söylemişler­dir. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve âyetin mânâsının şöyle olduğunu söylemistir: "Ey müminler ne biliyorsunuz? Belki de bu müşriklere mucizeler geldi­ğinde bunlar iman etmeyecekler böylece derhal cezalandırılacaklar, ertelenme­yeceklerdir."

Taberi, İbn-i Kâ'b'm şöyle dediğini rivayet ediyor: "Resulullah (s.a.v.), birgün Kureyşlilerle konuşuyordu, Onlar dediler ki: "Ey Muhammed, sen bizle­re, Musanın âsâsı bulunduğunu, onu taşa vurarak on iki göze fışkırttığını haber veriyorsun. Yine sen, İsanın, ölüleri dirilttiğini, Semud kavmine mucize olarak bir Deve verildiğini söylüyorsun. O halde sen de bize bazı mucizeler getir ki biz de seni tasdik edelim" Resulullah (s.a.v.) "Size ne getirmemi istersiniz? diye so­runca Kureyşliler: "Safa tepesini altın .yapmanı istiyoruz" dediler. Resulullah onlara: "Şayet bunu yaparsam beni tasdik eder misiniz?" diye sorunca dediler ki: "Evet, Allaha yemin olsun ki eğer bunu yaparsan hepimiz sana tabi oluruz." Resulullah (s.a.v.) Kalkıp dua etmeye başladı. Bunun üzerine Cebrail aleyhisse-lam geldi ve Resulullaha şöyle dedi: "Dileğin yerine getirilecek. İstersen Safa tepesi altın olacak. Fakat bir mucize gönderilir de buna rağmen iman etmezlerse biz onlan mutlaka azaba uğratınz. İstersen bırak onları da tevbe edip imana ge­lenler tevbe etmiş olsunlar." Resulullah (s.a.v.) bunun üzerine dedi ki: "O halde tevbe edenler tevbe etsin." İşte bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil oldu[147]

 

110- Biz onların kalblcrini ve gözlerini ters çevriririz de ilk defa ona iman etmedikleri gibi şimdi de İman etmezler. Onları azgınlıkları içerisinde bırakırız, bocalayıp dururlar.

Biz o müşriklerin kalblerini imandan, gözlerini hakkı görmekten çeviririz de, daha önce Allaha ve Resulüne iman etmedikleri gibi mucizeyi gördükten sonra da iman etmezler. Biz onlan, azgınlıkları içerisinde bırakırız, bocalayıp dururlar. Ne hakka ulaşırlar ne de doğruyu görürler. [148]

 

111- Eğer biz onlara, Melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle ko­nuşsaydı ve herşeyi karşılarında toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi, fakat onların çoğu, bu hususta cehalet içindedirler.

Şayet biz o müşriklere, gözleriyle görecekleri Melekleri indirseydik ve ölüleri diriltip te onlar da senin Peygamberliğinin doğruluğunu ispat için kendi­leriyle konuşmuş olsalardı ve herşeyi onların karşısına toplayacak olsaydık yine .de Allah dilemedikçe iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu, herşeyin, Al­lanın elinde olduğu hususunda cehalet içindedirler. îmanın, kendi ellerinde ol­duğunu zannederler. Diledikleri zaman iman edeceklerini, dilediklerinde de imandan çıkabilme hürriyetine sahip olduklarını sanırlar. Halbuki durum böyle değildir. Ve Allah dilemedikçe onlar imana erişemezler.

Kafirler, iman etmek için Resulullah (s.a.v.)'den çeşitli mucizeler gös-tennesini istemişlerdir. Şu âyet-i Kerimeler bu hususları beyan etmektedir: "Ka­firler şöyle derler: "Bizim için yerden, suyu kesilmeyen bir kaynak'çıkarmadık­ça sana iman etmeyeceğiz" "Veya içinde üzüm ve hurma bulunan bir bahçen ol­sun, ortasından şarıl şanl ırmaklar akıt. Yahut zannettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşür veya Allahı ve Melekleri karşımıza getir." "Yahut altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allahtan, Peygamber olduğunu yazan, okuyabildiğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız.., [149]

Görüldüğü gibi, açıklaması yapılan bu âyette, kâfirlerin bu işlekleri yeri­ne getirilse bile, Allah dilemedikçe yine de İman etmeyecekleri bildirilmektedir. [150]

 

112- Sana yaptığımız gibi her Peygamber için de insan ve cin şeytan­larından düşmanlar yaratmıştık. Bunlar birbirlerine, aldatmak için süslü sözler fısıldarlar. Eğer rabbin dilemiş olsaydı, bunu yapamazlardı. Onları iftiraları ile başbaşa bırak.

Ey Muhammed. kavminin müşriklerinden olan şu düşmanlarla seni imti­han ettiğimiz gibi senden önce gelen Peygamberleri de imtihan etmiş, onlara eziyet veren insan ve cin şeytanlarını onlara düşman yapmıştık. Bu şeytanların bir kısmı, süsledikleri batıl sözleri diğerlerine fısıldarlar ki bunları işitenler Al-lahin yolundan sapsınlar. Eğer rabbin dileyecek olsaydı elbette ki bunların, Pey­gamberlere karşı olan kötülük ve eziyetlerini bertaraf ederdi ve bunu yapamaz­lardı. Bırak onları, iftiralanyla başbaşa kalsınlar. Onlara tahammül et. Çünkü onların cezalandırılması bana aittir.

Müfessirler, bu âyette zikredilen "İnsan, ve Cin şeytanlarından" neyin kast edildiğini hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

Süddi ve İkrimeye göre, insanların şeytanlarından maksat, şeytanlardan, insanlara musallat olan ve onlarla beraber bulunan şeytanlardır. Cinlerin şeytan­larından maksat da, cinlere musallat olan ve onlarla beraber bulunan şeytanlar­dır.

Görüldüğü gibi bunlara göre şeytanlar, İblisin çocuklarıdır. İnsanların ve cinlerin herhangi bir türü, şeytan değildir.

Âyet-i kerimede, insanlara musallat olan şeytanlarla Cinlere musallat olan şeytanların, birbirlerine bir kısım yaldızlı sözleri fısıldadıkları ve Peygam­berlere her iki sınıfın da düşman kılındıkları bildirilmiştir.

Taberi bu izah şeklini anlamanın herhangi bir yolunun bulunmadığını söylemiştir. Çünkü İblis ve onun bütün çocukları, sadece Peygamberlerine değil Ademoğullarının hepsine düşmandırlar. Allah teala bu âyette, özellikle Peygam­berlere düşman olan şeytanları zikrettiğine göre buradaki şeytanlardan maksa­dın, sadece İblisin soyundan olan şeytanlar olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki, buradaki, insanların şeytanlarından maksat, insanların azgın­ları, cinlerin şeytanlarından maksat da cinlerin azgınlarıdır. Nitekim bu hususta Ebu Zer el-"Ğifarî'nin şöyle dediği rivayet edilir:

"Ben, Resuîullah (s.a.v.)'e geldim. Resulullah mescitte bulunuyordu. Ben de oturdum. Bana: "Ey Eba Zer, namaz kıldın mı?" buyurdu. "Hayır" dedim. "Kalk namazı kıl" dedi. Kalktım namaz kıldım sonra oturdum. Resulullah: "Ey Eba Zer, insanların ve Cinlerin şeytanlarından Allaha sığın." dedi. Dedim ki: "Ey Allanın Resulü, insanların da Şeytanı var mı?" Resulullah "Evet" buyurdu. [151]

 

113- Bir de âhirete iman etmeyenlerin kalblcri, o süslü söze meylet­sin, ondan hoşlansın ve işleyecekleri suçu işlesinler diye böyle yaparlar.

Bu insan ve Cin şeytanlarından bazdan, diğerlerine bâtıl sözleri süslü bir şekilde fısıldarlar ki. Peygamberlere tabi olan müminleri aldatıp yoldan çıkar­sınlar, âhirete iman etmeyenlerin kalbleri de o sözlere meyletsin, o sözler hoşu­na gitsin ve kötü amelleri işlemeye devam etsinler. [152]

 

114- Size kitabı genişçe açıklanmış olarak indirmişken, Allatılan baş­ka hakem mi ariyayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur'anın, ger­çekten rabbin tarafından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe edenlerden olma.

Ey Muhammed, bu müşriklere de ki: "Altahtan başka daha adeletli bir hakem mi ariyayım? Halbuki o size, hükümleri açıklayan Kur'ant gönderdi. Kendilerine Tevrat ve İncili verdiğimiz kitap ehli, Kur'an'in, rabbin tarafından indirilen bir gerçek olduğunu bilirler. O halde sen, sana anlattığımız şeyler hu­susunda şüphe edenlerden olma. [153]

 

115- Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamam oldu. Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Rabbinin sözü olan Kur'an âyetleri, vermiş olduğu haberlerin doğruluğu ve getirmiş olduğu hükümlerin adaletli olması bakımından tam kemale ermiştir. Rabbinin, kitabında bildirmiş olduğu sözlerini değiştirecek hiçbir güç yoktur. O, kullarının sözlerini çok iyi işiten ve hallerini çok iyi bilendir. [154]

 

116- Eğer ycryüzündckilcrin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolun­dan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "Zan'a uyarlar ve sadece tahmin yü­rütürler.

Bu âyet-i Kerime, yeryüzünde yaşayan insanların çoğunluğunun görü­şünün hakkı temsil etmediğini, çünkü bunların birtakım hayal ve kuruntulara dayandığını, bu itibarla çoğunluğun, doğru olmayan görüşüne uyuldtığu takdir­de, insanları Allanın yolundan saptıracaklarını bizlere Öğretmekte, azınlık tara­fından benimsenmiş olsa da, gerçeğe uymak gerektiğini bildirmektedir. O halde "Çoğunluk böyle düşünüyor öyleyse bu doğrudur" mantığı geçersizdir. [155]

 

117- Şüphesiz ki rabbin, yolundan kimin saptığını çok iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

Ey Muhammed, senin, putian Allaha denk tutan bu müşriklere uymanı yasaklayan rabbin, doğru yolundan kimlerin saptıklarını senden de diğer bütün yaratıklardan da çok iyi bilir. Doğru yolda olanları da herkesten daha iyi bilir. O halde ey Resulüm, sana emrettiklerime uy ve yasakladıklarımdan kaçın. Sana karşı çıkanlara aldırma. Zira ben, yarattıklarımı çok iyi bilmekteyim. [156]

 

118- Eğer, Allanın âyetlerine iman ediyorsanız, Allahin adı zikredile­rek kesilen hayvanlardan yeyin.

Ey Müminler, eğer gerçekten, Allanın âyetleri olan Kur'ana iman ediyor­sanız, üzerine Allanın ismi anılarak sizin tarafınızdan veya ehl-i kitap tarafından kesilen hayvanlardan yeyin. Putperestlerin kestiklerini yemeyin. [157]

 

119- Size ne oluyor da, üzerine Allanın adı zikredilerek kesilenlerden yemiyorsunuz? Halbuki o sîze, mecbur kalmanızın dışında haram olan şey­leri geniş olarak açıklamıştır. Doğrusu, birçokları heveslerine uyarak, hiç­bir ilme dayanmaksızın, insanları doğru yoldan saptırırlar. Muhakkak kî rabbin, haddi tecavüz edenleri çok iyi bilir.

Ey insanlar size ne oluyor da üzerine Allahm İsmi zikredilerek kesilen hayvanların etinden yemiyorsunuz? Halbuki Allah sizlere haram kılmış olduğu şeyleri genişçe açıklamıştır. Zaruret halinde bulunursanız haram olan şeylerden zaruret miktannea yemeniz caizdir. Birçokları hiçbir bilgiye dayanmadan sırf heva ve heveslerine uyarak insanları doğru yoklan saptırırlar. Leşlerin ve üzeri­ne Allanın adı anılmayarak kesilen hayvanların etlerinin helal olduğunu söyler­ler. Şüphesiz ki rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir. Ve onları ona güre cezalan­dıracaktır. [158]

 

120- Günahın açığını da gizlisini de terkedin. Şüphesiz ki günah ka­zananlar, yaptıklarından dolayı cezalandırılacaklardır.

Ey insanlar, gizli olsun açık olsun, Allaha karşı günah işlemekten kaçının Çünkü Allanın yasak kılmış olduğu günahları işleyenler, kıyamet gününde bu­nun cezasını göreceklerdir.

Müfessirler, burada zikredilen, günahın açığından hangi günahların ve gizlisinden hangi günahların kastedildiği hususunda farklı izahlarda bulunmuş­lardır.

a)  Said b. Cübeyre göre burada ifade edilen, açık günahlardan maksat, Allah tealanin, evlenmelerini Nisa suresinin yirmi ikinci ve yirmi üçüncü âyetlerinde haram kıldığı kadınlarla evlenmektir. Gizli olan günahlardan maksat ise zina etmektir.

b)  Süddi, Dehhak ve Mücahide göre ise açık günahtan maksat, cahil iye döneminde fuhuş yapmak için bayrak asıp açıkça ilan eden kadınlarla zina etmektir. Gizli günahtan maksat ise, bir kısım kadınları dost edinerek gizlice zina etmektir.

c) İbn-i Zeyd'e göre ise, açık günahtan maksat, Kabeyi tavaf ederken, so­yunmak ve avret mahallini Örtecek bir şey giymemektir. Gizli günahtan maksat ise zina etmektir.

Taberi, âyetin umumi ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığı gibi açık ve gizli yapılan diğer bütün günahları da kapsadığını söylemiştir. [159]

 

121- Kesilirken üzerine Allahm adı zikredilmeyen hayvanları yeme­yin. Bunu yapmak, Allahm yolundan çıkmaktır. Şüphesiz ki Şeytanlar, si­zinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara uyarsanız muhakkak ki Allaha ortak koşanlardan olursunuz.

Ey iman edenler, kendiliğinden ölmesi sebebiyle veya sizin yahut ehli ki­tabın kesmesi sebebiyle, kesilirken üzerine Allahm ismi anılmayan veya müş­rikler onları putları için kestiklerinden üzerlerine Allahm ismi anılmayan hay­vanlardan yemeyin. Üzerine Allahm ismi anılmayarak kesilen hayvanlardan ye­mek, Allaha itaatten ayrılmaktır, {'aşıklıktır. Şüphesiz ki bir kısım şeytanlar, kendi dostlarına vesveseliler verirler ki, o dostları sizinle, Allahm ismi anılma­yarak kesilen hayvanların yenebileceği hususunda tanışsınlar. "Kendi kestiğini­zi yiyorsunuz da Allahm öldürdüğünü niçin yemiyorsunuz?" şeklinde konuşsun­lar. Eğer sizler, şeytanlara ve dostlarına itaat edecek olursanız şüphesiz ki sizler, müşrikler olursunuz.

Müfessirlcr, kesilirken üzerlerinde Allahm ismi anılmayan hayvanların yenmelerini yasaklayan bu âyetle neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a) Ata'ya göre bu âyet-i kerime Arapların putları için kestikleri hayvanla­rın yenilmelerinin yasak olduğunu bildirmektedir.

b) Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyet, kesilmeden ölen hayvanların yenmelerinin yasak okluğunu bildirmektedir.

c) Muhammet! b. Şîrîn ve Abdullah b. Yezid el-Hitmî'ye göre bu âyet-i kerime kasıtlı olsun kasıtsız olsun, kesilirken üzerine Allanın ismi anılmayan bütün hayvanların yenilemeyeceklerini bildi mı iştir.

Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan görüş şudur: "Allah teala bu âyet-i kerime ile, putlar için kesilen hayvanları kendiliğinden ölen hayvanları ve kestiği yenmeyen bir kimse tarafından kesilen hayvanları kastetmiş ve bunların yenilmeyeceklerini beyan etmiştir.

Müslüman bir kimsenin, unutarak, besmele çekmeksizin kesmiş olduğu hayvanın etinin yenilemeyeceğini söyleyenlerin görüşüne gelince, bu görüş şaz bir görüş olduğundan ve güvenilir kimselerin bu şekilde kesilen hayvanların he­lal olduklarına dair olan ittifaklarına ters düştüğünden, itibar edilmeyen bir gö­rüştür.

Âyet-i kerimede, üzerine Aİlahm ismi anılmadan kesilen hayvanın veya leşin yenilmesinin fasıkiık olduğu zikredilmektedir.

Abdullah b. Abbasa göre buradaki faşıklıktan maksat, günahkar olmaktır. Diğer bir kısım âlimlere göre ise dinden çıkıp kafir olmaktır.

Âyet-i kerimede: "Şüphesiz ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, dostlarına fısıldarlar... Duyurulmaktadır.

Müfessirler burada zikredilen şeytanlardan ve şeytanların vesvese verdiği dostlarından kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşlerikretmişlerdir:

a) lkrimeye göre, burada zikredilen şeytanlardan maksat, insanlardır. Bunlar da Farslar ve onların dininde olan ateşperestlerdir. Şeytanların dostların­dan maksat ise Kureyş müşrikleridir. Farslar Kureş müşriklerine mektup yaza­rak Resulullahla şöyle tartışmalarını istemişlerdir. "Siz Ali ahin emrine uyduğu­nuzu zannediyorsunuz. Bununla birlikte Aİlahm altın bıçakla kesip öldürdüğünü yemiyor, kendi kestiğinizi yiyorsunuz. "İşte burada şeytanlık yapanlar Farslar-dır. Onların dostları ise kendileriyle antlaşmalı olan Kureyş müşrikleridir. Onla­ra söylenen yaldızlı sözler ise, "Aİlahm kestiğini yemiyor, kendi kestiğinizi yi­yorsunuz." şeklindeki sözleridir.

b) İkrime, Abdullah b. Abbas, Had remi, Dehhak, Mücahit!, Katade ve Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen şeytanlardan maksat,İblisin soyundan gelen gerçek şeytanlardır. Şeytanların dostlarından maksat ise onların vesveselerine uyan Kureyş müşrikleridir.

Bu hususta İkrime diyor ki: "Müşriklerden bazı-insanlar Resulullaha gel­diler ve ona dediler ki: "Söyler misin bize, ölen bir koyunu kim öldürmüştür? Resulü İlah da dedi ki: "Allah öltlümıüştür. "Müşrikler de dediler ki: "Sen, kendi öldürdüğü ve arkadaşlarının öldürdüğünü helal, Aİlahm Öldürdüğünü ise haram sayıyorsun ha?" İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Bir kısım insanlar Resulullaha geldiler ve dediler ki: "Ey Aliahın Resu­lü, biz kendi öldürdüğümüzü yiyor, Aliahın öldürdüğünü ise yemiyoruz." İşte bunun üzerine Allah teala bundan öncekini ve bu âyeti indirdi[160]

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre, burada zikredilen şeytanlardan maksat, gerçek şeytanlar, onların dostlarından maksat ise Yalnıdi-lerdir. Yahudiler, Resulullaha gelerek "Kendi öldürdüğümüzü yiyor, Aİlahm öl­dürdüğünü ise yemiyoruz, bu nasıl oluyor?" demişler, bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştur.

Taberi diyor ki: "Doğru olan görüş burada şunu söylemektir: "Allah teala* burada, leşin yenileceği hususunda müminlerle tartışmaları için, bazı şeytanla­rın, kendi dostlarına vesvese verdiklerini bildirmiştir. Bu şeytanlar, bir kısım az­gın insanlar olabilir, ki bunlar, insanlardan dost edindiklerine leşin yenileceği hususunda tartışmalar için onlara vesvese verirler. Bu şeytanlar, gerçek şeytan­lar da olabilirler ki bunlar da, insanlardan olan dostlarına bu gibi vesveseleri ve­rirler. Her iki cinsten olan şeytanların birbirleriyle yardımlaşmış olmaları da muhtemeldir. Nitekim bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır: "Sana yaptığımız gibi her peygamber için de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar yaratmıştık[161]

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerimenin mensuh olup olmadığı hususunda iki görüş zikredilmiştir:

Hasan-ı Basri ve İkrimeye göre bu âyet-i kerime mensuhtur Ehl-i Kitabın

kestiğinin yenileceğini belirten âyet bunu neshetmiştir.

Âlimlerin çoğunluğuna göre ise bu âyet-i kerime mensuh değildir, muh­kemdir. Ehl-i kitabın kestiklerinin yenilmesi, başka bir âyette zikredilmiş, o âyet ise bunu neshetmemiştir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki, "Doğru okın görüş, bu âyetin mensuh olmadığını söyleyen görüştür. Zira, ehl-i kitabın kestiğinin yenileceğini beyan eden âyetle bu âyet arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Çünkü Al­lah teala bu âyetle bizlere, leş'in ve pullar için kesilenlerin yenilemeyeceklerini bildirmiştir. Ehl-i kitap ise, kendilerine kitap verilen kimselerdir. Onlar bu ki­tapların hükümleriyle amel ederler. Müslümanlar hayvanları kendi dinlerine gö­re kestikleri gibi onlar da kendi dinlerine göre keserler. Kestikleri hayvanların üzerine besmele çekip çekmemeleri önemli değildir. Ancak, hayvanı kesen kim­se, kestiği hayvanın üzerine besmele çekmeyi. Allanın sıfatlarının bulunmadığı kanaatıyla veya AMahtan başka bir şeye taptığından dolayı terkedecek olursa. İş­te böyle bir kimsenin kestiğini yemek haramdır. Böyle bir kimse besmele çekse bile kestiği yenmez. [162]

 

122- Ölü iken (hidayetle) diriltip kendisine insanlar arasında yürüye­cek bir nur verdiğimiz bir kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan çıkmayan kimse gibi midir? İşte kâfirlere, yaptıkları böyle süslü gösterildi.

İnkâr içinde bulunduğundan, ölü gibi olduğu halde, kendisine iman nasip ederek dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında onunla yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, kâfirlikte devam ettiği için, inkârın karanlıkları içerisinde ka­lım, ondan çıkıp hidayete eremeyen kimse gibi midin? Elbette ki bunlar eşit de­ğildirler. Kafirlere, yapmış oldukları ameller süslü gösterilmiştir.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Ab­dullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet, Hz. Hamza ile Ebu Cehili anlatmaktadır. Zi­ra birgiin Ebu Cehil, Resulullahın üzerine Deve işkembesi atmış bu durum Hz. Hamzaya bildirilmiş, henüz Müslüman olmayan Hamza avdan döndüğü bir sıra­da imiş ve elinde ok ve yayı bulunuyormuş. Hamza Ebu Cehile gidip onu elin­deki yayla dövmeye başlamış. Ebu Cehil ise ona yalvararak demiştir ki: "Ey Ebu Ya'Iâ, Muhammedin, bizi geri zekalı olarak görmesini, ilahlarımıza sövme­sini, atalarımıza karşı çıkmasını görmüyor musun? Hamza da şu cevabı vermiş­ti: "Sizden daha beyinsiz kim var'? Allahi bırakıp tanrı diye taşlara tapıyorsunuz.

Ben şehadet ederim ki Allah tan başka ilah yoktur. Onun hiçbir ortağı yoktur. Muhammed de onun kulu ve Peygamberidir."

Mukatil, bu âyetin Resulullah ile Ebu Cehil hakkında indiğini, İkrivne de âyetin, Ammar b. Yâsir ile Ebu Cehil hakkında indiğini, Dehhak ise, Hz. Ömer ile Ebu Cehil hakkında indiğini söylemişlerdir.

Aslında âvetin hükmü «zencidir. Her Mümin ve kâfiri kapsamaktadır. [163]

 

123- Böylece biz, her ülkenin ileri gelenlerini oranın .suçluları yaptık ki orada tuzaklar kursunlar. Halbuki onlar sadece kendi aleyhlerine tuzak kurarlar. Fakat bunun farkında değildirler.

Biz, kafirlere, yaptıkların! süslü gösterdiğimiz gibi, her şehrin ileri gelen­lerini de oranın, Allaha ortak koşan ve isyan eden suçluları kıldık. Böylece in­sanları aldatsınlar, bâtıl sözleriyle ve tutarsız davranışlarıyla onları kandırmış olsunlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Allah onlan kontrol altında bulundurmaktadır. Onlar ise bunu hissetmezler. Allahın, kendi­leri için nasıl bir yakıcı azap hazırladığını nereden hissedecekler?

Nisaburî, "Garâibül Kuran" adlı tefsirinde, Zeccacm. memleketin ileri gelenlerinin suçlular olması durumunu şöyle izah ettiğini anlatıyor: "İleri gelen­ler suçludur. Çünkü ihanet etmeye, tuzak kurmaya, asılsız şeyleri insanlar ara­sında yaymaya, diğer insanlardan daha fazla güç yetirebilirler. Bir de kişinin malının çokluğu veya mevkiinin yüksekliği, onun azmasına ve bunları muhafa­za için her çareye başvurmasına, hatta, aldatma, ihanet etme, yalan söyleme, aleyhte konuşma, laf taşıma, yalan yere yemin etme gibi bir kısım ahlaksızlıkla­rı işlemesine sebep olur. Dolayısıyle ülkesinin azgınlarından olur.

Bu hususta Allah teala, îsra suresinin onaltmcı âyetinde şöyle buyuruyor: "Biz, bir ülkeyi yok etmeyi dilediğimizde oranın zevk düşkünlerine hakka uy­malarını emrederiz. Fakat onlar, dinlemeyip yoldan çıkarlar. Artık o ülke yok olmayı hak eder biz de o ülkeyi tamamen helak ederiz." [164]

 

124- Onlara bir âyet geldiği zaman: "Allahın Peygamberlerine veri­lenin aynısı bize de verilmedikçe iman etmeyiz" derler. Allah, Peygamber­liğini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suçlu olanlara, yaptıkları hiylclcrin-den dolayı, Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir.

O müşriklere, Allah tarafından, Muhammedin Peygamberliğinin doğru olduğunu gösteren bir delil geldiği zaman onlar: "Allahın Peygamberlerine veri­len mucizeler bize de verilmedikçe onun Peygamberliğine asla iman etmeyiz" derler. Kimin Peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve Peygamber­liğini ona verir. Peygambere iman etmeyen suçlulara ise, İslama ve Müslüman­lara karşı tuzak kurmaları sebebiyle Allah katında bir zillet ve şiddetli bir azap vardır. [165]

 

125- Allah, kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslama açar. Kimi de saptırmak isterse sanki göğe yükseliyormuş gibi gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. İşte böylece Allah, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdı­rır.

Allah, kimi doğru yola kavuşturmayı dilerse, gönlünü İslama açar, kalbi­ni onunla nurlandınr. Ve ufkunu onunla genişletir. Kimi de saptırmayı dilerse gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. Oraya iman nuru girmez, öğütler ulaşamaz. Böyle bir insan, çektiği sıkıntı bakımından sanki göğe yukarı tırmanan birisidir. İşte böylece Allah teala, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır. Şeytanı onlara musallat kılar, ve murdarlıklara ve belalara uğratır.

Âyet-i Kerimede, hidayete eriştirilen kimsenin göğsünün ve gönlünün İslama açılacağı zikredilmektedir. Sahabe-i Kiram bu âyetin mânâsını, Peygamber Efendimizden sorarak: "Ey Allahın Resulü, hidayete eren kişinin göğsü na­sıl açılır?" demişler, Resulullah da onlara şu cevabı vermiştir. "İslam bir nur olarak onların gönlüne konur, onların gönlü de bu nur ile açılır, huzura kavuşur. Sahabiler: "Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır Ey Allahın Resulü?" di­ye sormuşlar. Resulullah da: "Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" buyurmuştur."

Âyet-i Kerimede, Allahın Allahın saptırdığı kişinin, hırçın, ufku dar biri olacağı, âdeta göğe tırmanır bir halde olacağı beyan edilmektedir.

Âyet-i kerimenin sonunda "Rics" kelimesi geçmektedir. Abdullah b. Ab-bas bunun mânâsının "Şeytan" olduğunu söylemekte, Mücahit "Kendisinde her­hangi bir hayır bulunmayan şey" olduğunu bildirmekte, Abdurrahman b. Zeyd ise bundan maksadın, azap olduğunu söylemektedir. Taberi ise bu son görüşü tercih etmiştir.

Taberiye göre buradaki "Rics" kelimesinden maksat, "Necis" demektir. Çünkü Resulullah (s.a.v.) şu hadis-i şerifinde "Rics"i, Necis manasında kullan­mıştır. Resulullah buyurmuştur ki; "Sizden biriniz tuvalete girdiğinde şunu söy­lemekten üşenmesin: "Ey Allahım, murdar olan, necis olan, pis olan ve pislik­ten, o kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım." [166]

 

126- İşte rabbinin doğru yolu budur. Şüphesiz biz, hatırlayıp ibret alan bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

Rabbinin, kullan için seçtiği din işte budur. Dosdoğrudur. Bunda hiçbir eğrilik yoktur. Biz, âyet ve delillerimizi, düşünüp ibret alan bir topluluk için açıkladık.

Âyet-i Kerimede: "Hatırlayıp ibret alan bir kavim" zikredilmektedir. Çünkü Hakkı bâtıldan, gerçeği gerçek olmayandan ayıracak olanlar bu kavim­den olanlardır.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Bu Kıır'an, Allahın sağlam bir ipidir, hikmet dolu bir zikirdir. Ve dos­doğru bir yoldur. [167]

 

127- Rablerinin katında onlara güven yurdu olan Cennet vardır. Yaptıkları iyi amelden dolayı, Allah onların dostudur.

Allahın âyetlerini düşünen, onlardan ibret alan, onların ifade ettikleri mânâların inceliklerine inen o topluluk için, rableri katında. Selamet yurdu olan Cennet vardır. Allah, yapmış oldukları amellerden dolayı onların dostudur. [168]

 

128- Allah onların hepsini bir araya topladığı gün, cinlere: "Ey Cin topluluğu, insanların çoğunu yoldan çıkardınız." der. İnsanlardan, Cinle­rin dostu olanlar da şöyle derler: "Rabbimiz, biz birbirimizden faydalan­dık. Nihayet bize tayin ettiğin vademize ulaştık." Allah da: "Sizin durağı­nız Cehennemdir. Orada Allahın dilemesi müstesna, ebedî olarak kalacak­sınız." der. Şüphesiz rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi çok iyi bi­lendir.

Allah, kıyamet gününde müşrikleri, dostları olan Cin şeytanlarıyla bir araya topladığı zaman onlara: "Ey Cin topluluğu, şüphesiz ki insanlardan birço­ğunu saptırdınız." diyecektir. Cinlerin, insanlardan olan dostlun ise şöyle derler: "Ey rabbimiz, dünyada biz birbirimizden faydalandık ve senin, ölümümüz için tayin ettiğin vakte ulaştık. "Allah da onlara: "Sizin vanp kalacağınız yer Cehennem ateşidir, orada ebedi olarak kalacaksınız. Allahmdilemiş olduğu süre hariç. O da kabirlerinizden çırıp Cehennem ateşine varacağınız zamandır." der. Şüp­hesiz ki rabbin, yaratıklarının işlerini zevk ve idare etmekte hüküm ve hikmet sahibidir ve onları çok iyi bilmektedir.

Ayet-ı Kerimede geçen "Birbirimizden faydalandık." ifadesinden mak­sat, Şeytanların, insanlara şehvani şeyleri süslü göstermeleri ve haramları yal­dızlamalarıdır. Şeytanların insanlardan faydalanmaları ise, insanların kendileri­ne itaat etmeleri, sözlerini dinlemeleri ve şeytanların, insanları sevk ve idare-denler haline gelmeleridir. [169]

 

129- İşte biz böylece, kazandıkları günahlardım dolayı zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmının başına dikeriz.

İnsanların zarara uğrayanlarını, kemlilerini aldatan Cin taifesiyle dostlar kıldığımız gibi, zalimleri de zulüm ve azgınlıklarının'cezası olarak birbirlerine musallat ederiz. Onları birbirleriyle helak eder ve onlan birbirine düşürerek inti­kam alırız.

Diğer bir âyet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: "Kim, rahman olan Al-Uthf anmaktan yüzçevîrirse, biz ona. bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan her zaman onunla beraberdir. [170]

 

130- "Ey Cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi okuyan ve sizi, bugününüze kavuşacağınız hususunda uyaran Peygamberler gelmedi mi? Onlar: "Kendi aleyhimize şahidiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendi aleyhlerine, kâfir olduklarına dair .şahitlik ettiler.

Allah teala, kıyamet gününde cin ve insanların kafirlerini bir araya top­layarak onları kınamak için şöyle buyuracaktır: "Ey Cin ve İnsan topluluğu, size içinizden, âyetlerimi anlatan ve sizi bugünle karşılaşacağınız hususunda uyaran Peygamberler gelmedi mi? Yaptıklarınızın yanlış olduğuna dair sizi uyarmadı mı'.' A) ııı şekilde devam ettiğiniz takdirde azabımla karşılaşacağınızı sizlere bil-dirmed ler mi de hiç düşünüp ibret almadınız bı?

Hu iki topluluktan kâfirler şu cevabı vereceklerdir: "Evet, Peygamberleri­nin bize gelip senin emir ve yasaklanın tebliğ ettiklerini itiraf ediyor ve kendi aleyhin.ize şahitlik yapıyoruz"

I vet, bunları dünya hayatının süsleri aldatmıştır. Bunlar, kendi aleyhleri­ne, kâfi. oldukianna dair şahitlik etmiş olacaklar ve suçlanın itiraf edeceklerdir.

Müfessirler, cinlere bizzat kendilerinden Peygamberler gönderilip gön­derilmediği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a) Dehhaka göre, insanlara, insanlardan Peygamberler gönderildiği gibi Cinlere de cinlerden Peygamberler gönderilmiştir. Çünkü bu âyet-i kerimede "Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size, âyetlerimi okuyan ve sizi, bu günü­nüze kavuşacağınız hususunda uyaran, Peygamberler gelmedi mi?" buyurul-:nuş, onlar da geldiğini itiraf etmişlerdir.

b) İbn-i Cüreyce göre ise cinlere cinlerden peygamberle(gönderilmemiş-ti . Çtnkü Allah teala, cin taifesinden hiçbir peygamber göndermemiştir. Ancak ci.ilere. insar,!ara gönderilen peygamberler tarafından vazifelendirilen uyarıcılar gifnişt.r. Bunlar Kuranı işittikten sonra gidip kavimlerini uyarmışlardır. Bu iye tt\ cinlerden de Peygamberler gönderildiği zannına kapılmak mümkün ise . i aslıncuı onlardan peygamber gönderilmemiş, cin ve insan taifelerinin birin-tK n, ,ıer it i topluluğa da Peygamber gönderilmiş, bu nedenle cin ve insan birlik­te '.ik:edilmi§tir. [171]

 

131- Bu böjlcdir. Çünkü rabbin bir ülkeyi, halkı gaflette iken haksız yere helak edici değildir.

Bu iş I ylt-lı:'. Tiz, Peygamberler gönderdik. Bu Peygamberler vasıtasıy­la cinleri ve iivanlurı. Çünkü senin rabbin, halkı uyanîmamış olan gaf--let içindeki bir iı. eyi Ivks-z yere helak etmez.

Ayette geç  t "Rabbı.ı bir ülkeyi haksız yere helak edici değildir" ifadesi iki şekilde izah edilmiştir.

Birinci izah şöyledir "Rabbin kendisine ortak koşarak zulme düşen bir ül­keyi derhal helak etmez. Onlara peygamberler gönderir ve kendilerini uyarır. Eğer vazgeçmezlerse ondan sonra onları helak eder. Ta ki onlar, "Biz herhangi bir müjdeleyen ve uyaran gelmedi." demesinler. Bu izaha göre haksızlık yapma, ülkenin sıfatı olmaktadır.

İkinci izah şekli de şöyledir: "Rabbin, bir ülkeyi, peygamberler, mucize­ler ve ibretler gönderip uyarmadan önce o ülke halkını suçsuz olarak helak et­mez. Zira Allah, kullarına aslu zulmetmez." Bu izaha göre haksızlık yapma, Rabbin sıfatıdır.

Taberani birinci izah tarzının âyet-i kerimenin üslubuna daha uygun ol­duğunu ve bu itibarla da tercihe şayan olduğunu söylemiştir.

Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz. [172]Hiçbir ümmet yoktur ki içinde bir uyarıcı bulunmuş olmasın. [173]

 

132- Herkesin, yaptığı işlerden dolayı dereceleri vardır. Rabbin, on­ların yaptıklarından habersiz değildir.

Her amel edenin yaptığı hayır veya şer işlerine göre dereceleri vardır. Rabbin, bunların yaptıklarından gafil değildir. Ve herkesi ameline göre mükafa-atlandırstn veya cezalandırsın diye amellerini tesbit ettirmektedir. [174]

 

133- Rabbin hiçbir şeye muhtaç değildir. Merhamet sahihidir. Sizi, başka bir kavmin soyundan yetirdiği gibi, dilerse .sizi de yok edip, sizden sonra yerini/e dilediğini getirir.

Ey Muhammed, rabbin. yarattıklarına asla muhtaç değildir. Aksine o. ya­rattıklarına lütul'ta bulunmaktadır, merhamet sahibidir. Eğer rabbmizin emirleri­ne kan;] gelirseniz, sizden evvelki toplulukları yok edip yerlerine onların suyun­dan sizi getirdiği gibi, sizi de yok edip yerlerinize dilciliğini getirir.

Allah teakı. bu âyel-i Kerimede, mutlak kudret sahibi okluğunu, yarat­tıklarının kendisine muhtaç olduklarını ve dilediği zaman, yasamakta olan top­lulukları helak edip yerlerine yem topluluklar getirebileceğini beyan ediyor. Ve. kullannın, başıboş olmadıkları hususunda kendilerini uyarıyor.

Bu hususta başka âyetlerde de şöyle huyuruluyor. "İşte sizler, Allah yo­lunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsunuz. Amma içinizden kimisi cimri­lik ediyor. Kim. cimrilik ederse, kendine cimrilik etmiş olur. Allah, hiçbir s. e ye muhtaç değildir, amma sizler muhtaçsınız. Eğer haktan yuzçevirirseniz, Allah, yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar. [175]Ey in­sanlar, sizler. Allaha muhtaçsınız, Allah İse hiçbir şeye muhtaç değildir. Övül­meye layıktır." "Eğer dilerse sizi yok eder de yerinize yeni varlıklar gelirir. [176]

134- Size vaadediicn şeyier mutlaka gelecektir. Ve siz, Allahı âciz bı­rakamazsınız.

Şüphesiz ki âhirette size geleceği vuadedilen ceza veya mükafa:ıtlar. mut­laka gerçekleşecektir. Sizler bu hususta Allahı âciz bırakamazsınız. Çünkü siz­ler, onun hakimiyeti altındasınız. O, sizleri, ölüp çürümenizden sonra bile aynen diri İtecektir. Ve yaptıklannıza-göre hesaba çekecektir. [177]

 

135- Ey Mııhammcd, de ki: "Ey kavmim, gücünüzün yettiğini yapın. Muhakkak ki ben de yapacağım. Yakında o yurdun akıbetinin kimin ola­cağını bileceksiniz." Şüphesiz ki zalimler kurtuluşa eremezler.

Ey Muhammed, kâfirlere de ki: "Siz kendi yolunuzda gücünüzün yettiği­ni yapın. Ben de rabbimin bana emrettiğini yapıyorum. Ahire! yurdunda güzel akıbetin kimin olacağım, azabı gözünüzle görünce bilmiş olacaksınız. Şu da bir gerçektir ki. zalimler kurtuluşa eremezler. [178]

 

136- Allahın yarattığı ekin ve hayvanlardan ona pay ayırdılar ve kendi tutarsız zanlanna güre: "Ru Allahındır. Şu da ortak koştııklarımı-zındır." dediler. Ortakları için ayırdıkları, Allah için verilmezdi. Fakat Al­lah için ayırdıkları, ortaklar! için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü.

Allaha ortak koşanlar, Allahın yarattığı ekinlerden, hayvanlardan, Allah için belli paylar ayırdılar ve tutarsız zanlanna göre: "Şu pay Allaha aittir, bu da AHaha ortak koştuğumuz şeylere aittir." dediler. Ortak koştuklarının paylarına düşen şeyleri muhafaza ettiler, ondan herhangi bir şeyi Allahın payına karıştır­madılar. Allahın payına ayırdıkhın şeyler, ortak koştukları şeylerin paylarına karışınca da aldırış etmediler. Ve "Allahın buna ihtiyacı yok." dediler. Vermiş oldukları hüküm ve karar ne kötüdür.

Rivayet olunduğuna göre, müşrikleri elde ettikleri tarım ürünlerinden ve yetiştirdikleri hayvanlardan bir miktar Allah için bir miktar da diğer ilahları­na ayırırlardı. Allah için ayırdıklarını misafirîeree fakirlere, diğer ilahları itin ayırdıklarını da, o ilahların bakımına, onların huzurunda yapılacak âyine, kesile­cek kurbana ve hizmetçilere harcarlardı. Eğer, Allah için ayırdıkları ürün ve hayvanlar çoğalır ve gelişirse, onları değiştirerek ilahlarına verir fakat ilahlarına ayırdıkları çoğalır ve iyi gelişirse onları değiştirmez ilahlarına bırakırlardı. İbn-i Zeyd'demiştir ki: "Müşrikler, Ailaha ayırdıkları hayvanları kestiklerinde, onla-nn üzerine putların isimlerini anmadan yemezlerdi. Putları için kestiklerini ise.

Allahın ismini anmaksizın yerlerdi."

İşte âyet-i kerime, onların bu anlamsız ve çirkin işlerine işaret etmektedir. [179]

 

137- Yine ortak koştukları şeyler, müşriklerden çoğuna, çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdi ki, müşriklerin helak olmalarına ve dinlerinde şüpheye düşmelerine sebep olsunlar. Eğer Allah dileseydi bunu yapamaz­lardı. Ey Muhammcd, onları iftiraları ile başbaşa bırak.

Allaha ortak koşulan put ve şeytanlar, kendilerine tapanlara, ekin ve mal­larının bir kısmını Allaha bir kısmını da ortak koştuklarına ayırmalarını süslü gösterdikleri gibi yine bu şeytanlar ve putlar, müşriklerden çoğuna, yaşamaları­nı şerefsizlik saydıkların kızlarım, diri diri toprağa gömerek Öldürmelerini ve fa­kirlik korkusuyla çocuklarım katletmelerini süslü göstermiştir. Böyle yapıyor­lardı ki kendilerine tapan bu şaşkın insanlar helak olsunlar ve dinlerinde şüphe­ye düşüp doğru yoldan sapsınlar. Eğer Allah diteseydi, Allaha ortak koşanlar bunları yapamazlar, çocuklarını öidüremezlerdi. Fakat Allah onları serbest bı­raktı onlar da şeytana uydular ve bunları yaptılar. Ey Muhammed, sen onları, yaptıkları iftiralarla başbaşa bırak.

Müşrikler, bir taraftan, kızlarının kaçırılıp cariye yapılacaklarından ror-karak ve bu sebeple şereflerini korumak amacıyla kız çocuklarının doğmasını istemiyorlar, şayet kızları doğarsa- onları diri diri toprağa gömdükleri oluyordu.

Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Onlardan biri kız çocuğu ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar, yüzü simsiyah kesilir." "Kız çocuğunun kendisine müjdelenmesinden utanarak halktan gizlenmeye çalışır ve şöyle düşü­nür: Kız çocuğunu zillet ve ar pahasına korusun mu yoksa diri diri toprağa gö­müp öldürsün mü? Dikkat edin, verdikleri hüküm ne kötüdür. [180]

Diğer taraftan da ellerine fırsat geçtiğinde başkalarının kızlarına ve na­muslarına saldırmaktan geri durmuyorlardı.

İslâm nizamı gelince bu cahiliye âdetine son verdi. Masum olarak öldürü­len bu yavruların hesabının sorulacağını beyan etti. "Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman. [181] "Herkes önceden hazırlayıp gönderdiğini görecektir. [182]

Evet, bu cinayetlerin hesabı âhirette mutlaka sorulacaktır. [183]

 

138- Müşrikler, bâtıl zanlarıyla: "Şu hayvanlarla ekinler yasaktır. Onları sadece bizim istediklerimiz yiyecektir. Şu hayvanların da sırtları binmeye ve yüklemeye haram kılınmıştır." dediler. Ayrıca bir kısım hay­vanları da (keserken) Allaha iftira ederek Allahın adını onların üzerine zikretmezler. Allah onları, yaptıkları iftira sebebiyle cezalandıracaktır.

Bu cahil müşrikler, tutarsız zankınyla şöyle dediler. "Şunlar, haram olan hayvanlar ve ekinlerdir. Onlardan, ancak bizim istediğimiz kişiler yiyebilir."

Yine bunlar: "Şunlar da bir kısım hayvanlardır ki, sırtlarına binilmek ya­sak kılınmıştır," derlerdi. Yine Allaha iftira ederek bir kısım hayvanları da kes­tiklerinde üzerlerine Allahın ismini anmıyorlardı. Putlarının ismini anıyorlardı. Veya o hayvanların üzerine binerek Hacca girmiyorlardı yahut Allaha karşı ya­lan uydurarak tunları sağdıklarında veya üzerlerine bindiklerinde, Allahın adını anmıyorlardı. Allah onları, kendisine karşı uydunnuş oldukları yalanlar sebe­biyle cezalandıracaktır.

Müşrikler, "Şunlar, haram olan hayvan ve ekinlerdir", derken putlarına ayrıldıkları mallan veya "Bahire..." gibi hayvanları kastediyor. "Onlardan ancak bizim istediğimiz kişiler yiyebilir" derken de putlarını ve onların hizmetçilerini kastediyorlardı.

Yine müşrikler, "Şunlar da bir kısım hayvanlardır ki sırtlarına binilmek yasak kılınmıştır." diyorlardı ve bu hayvanları da, Bahîre, Sâibe, Vasile, ve Hâm diye isimlendiriyorlardı. Bu hususta daha geniş bilgi, muide suresinin yüz-çüncü âyetinde verilmiştir. Oraya bakılabilir. Üzerlerine Allanın adının anılma-dığı hayvanlaüan maksat ise, üzerlerine bbindiğinde Allanın atlı asla anılmayan ve kendilerine binilerek Hacca gidilmeyen hayvanlardır. [184]

 

139- O müşrikler: "Hu hayvanların karıniarmdaki şeyler sadece er­keklerimize ait olup hanımlarımıza haram kılınmıştır." dediler. Bununla beraber o ülü doğarsa o zaman hepsi onda ortaktır. Allah onların bu yanlış vasıflandırmalarının eczasını verecektir. Çünkü o, hüküm ve hikmet sahi­bidir, lıcrşcyi çok iyi bilendir.

O müşrikler, belirli hayvanları kastederek "Bu hayvanların karnında bu­lunan yavru ve sütler, erkeklerimize aittir, hanımlarımıza haram kılınmıştır." derier. Şayet onların kamında bulunanlar ölü doğar ya da hayvanlar ölürse, ka­dın erkek onların hepsi ölen bu hayvanı yemede ortak olurlardı. Allah bunları, kendisine karşı yalan uydurup, helali haram, haramı helal olarak vasıflandırma­larına karşılık cezalandıracaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi çok iyi bilendir.

Allah teaîa, müşriklerin bu huylarına. Nahl zuresinin yüz on altıncı âyetinde işaretle buyuruyor ki: "Dilinizin alıştığı yalanlarla "Bu helaldir, bu ha­ramdır." demeyin, Aksi halde bu sözlerinizle Allaha yalan isnad etmiş olursu­nuz. Şüphesiz ki Allaha yalan isnad edenler hiçbir zaman kurtuluşa eremezler." , Müşrikler, belli hayvanların karınlarında bulunanların, sadece erkekierea-it olduğunu söylemişlerdir. Bu hayvanlardan maksat, "Bahire" ve "Sâibe" gibi hayvanlardır. Bunların karınlarında bulunan şeylerden maksat ise, Abdullah b. Abbas, Katade ve Âmir eş-Şa'biye göre bu hayvanların sütleridir. Müşrikler, bu hayvanların sütlerini sadece erkeklerine yediriyor, kadınlarına haram olduğunu iddia ediyorlardı. Bu hayvanlar ölünce de, erkek katlın, hepsi birden onların etinden yiyorlardı.

Süddiye göre ise bu hayvanların karınlarında bulunandan maksat, hayvanlann karnında bulunan yavrularıdır. Bu yavrular, canlı olarak doğarsa onlar sadece .erkeklere ait olur, kadınlara yasak saydırdı. Ölü olarak doğunca da kadın erkek hep birlikte onu yerlerdi.

Taberİ, âyetin umumi olan ifadesinin hayvanların hem sütlerine hem de yavrularına şamil olduğunu, bunu sadece birine tahsis etmenin isabetli olmadı­ğını söylemiştir.

Âyette gecen ve "Hanımlar" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Mücahide göre "Kadınlar" demektir. İbn-i Zeyd'e göre "Kız­lar" demektir.

Taberi. bu kelimenin Arapcada "Kadınlar" mânâsına geldiğini, kızların da bu ifadeye dahil olduğunu söylemiştir. [185]

 

 

140- Hiçbir bilgiye dayanmadan beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allaha iftira ederek, onun, kendilerine verdiği rızkı haram kılanlar, mu­hakkak ki hüsrandadırlar. Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır. Hidayete erenler de değillerdir.

Bu âyet-i Celile, "Bahire" diye adlandırılan hayvanların etlerinin yenil­mesini haram sayan "Şaibe" diye adlandırılan hayvanlın başıboş salıveren ve kızlarını diri diri toprağa gömen insanlar hakkında nazil olmuştur.

Katade diyor ki: "Âyet-i Celilede zikredilen bu işler, cahiliye insanlarının davranışlanndandı. Onlar, kaçırılır veya fakirliğe sebep olurlar korkusuyla kız­larını öldürürler buna mukabil köpeklerini beslerlerdi."

Abdullah b. Abbasın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Arapların. İs-lamdan önce ne kadar cahil olduklarını öğrenmek istersen, En'am suresinin yüz otuzuncu âyetinden sonrasını oku. [186]

Evet. bu müşrikler, bu davranışlarıyla, dünyada çocuklarını öldürmek ve helal olan mallarım kendilerine haram kılmak suretiyle zarara uğramışlar, âhirette de: "Bunları AUah yapıyor." diyerek yapmış olduktan iftiralardan dolayi cehennem azabına sürüklenip hüsrana uğramışlardır. Nitekim diğer ayet-i Kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: "... Şüphesiz ki Atlaha yalan isnad edenler, hiç bir zaman kurtuluşa eremezler..." "Bu, dünyada az bir geçimdir. Ahirette onlara can yakıcı bir azap  [187]

 

141- Çardaklı ve çardaksız baylan, hurma ağaçlarını, çcşifli meyve­leri olan bitkileri, zeytin ve narları, birbirine benzeyen ve benzemeyen özelliklerde yaratan O'dur. Bunların herbiri mahsul verdiği zaman mah­sullerinden yeyin. Hasat zamanı da hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.

Sizler için çardaklı ve çardaksız bağlan ve kavun karpuz gibi yeryüzüne yayılmış, elma armut gibi yerden yükselmiş meyve ağaçlarını ve bahçeleri yok­tan var eden, hurma ağacını, çeşitli meyve ve taneleri olan bitkileri, zeytini ve Narı, görünüşleri, tatlan, renkleri ve büyüklükleri birbirine benzeyen ve benze­meyen şekilde yaratan Allahtır. Onların herbiri meyve verdikleri zaman meyve­lerinden yeyin. Hasat zamanı da üzerlerinde olan zekât ve benzeri haklan verin. İsraf etmeyin. Zira Allah, israf edenleri sevmez.

Ayet-i kerimede geçen ve "Hasat zamanı da hakkını verin" diye tercü­me edilen cümlesi, müfessirler tarafından çe­şitli şekillerde izah edilmiştir.

a) Enes b. Malik, Abdullah b. Abbas, Hz. Abbas, Cabirb. Zeyd, Hasan-ı Basri, Said b. el-Müseyyeb, Katade, Tavus, Muhammed b. el-Hanefiyye, Deh-hak ve İbn-i Zeyde göre "Hasat gününde de hakkını verin" ifadesinden maksat, "Mahsullerinizin zekâtını verin..." demektir. Mahsullerin zekâtı ise, sulama ile yetiştirilip elde edilen mahsullerden onda bir'in yansı, sulama yapılmadan elde edilen mahsullerden ise onda biridir.

Bu hususta Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Yağmurun, nehirlerin, pınarların suladığı veya yerin altından kendiliğin­den su alan mahsullerin zekâtı onda birdir. Deve ile veya kuyulardan su çekile­rek sulanan mahsulün zekâtı ise onda bir'in yansıdır.

Katade demiştir ki: "Bu zekât, ölçülen ürünlerdedir. Bu ürünler, beş vesk'e yani. üç yüz sa'a ulaşınca ondan zekât vermek farz oluyordu. Ancak, öl­çülmeyen ürünlerden de, ölçülenlerin miktarında zekât verilmesini müstehap görüyorlardı.

b) Cafer b. Ali, Ata, Hammad, Mücahid, İbn-i Ebi Neciyh, Abdullah b. Ömer, İbn-i Şîrîn, İbrahim en-Nehai, Yezid b. el-Esam, Rebi b. Enes, Said b. Cübeyr, ve Muhammed b. Kâ'b'a göre ise "Hasat gününde mahsullerin hakkım verin" ifadesinden maksat, "zekâtın haricinde, mahsullerden tasaddukta bulu­nun" demektir. Ancak bu âlimler, zekâtın haricinde, tasadduk edilecek miktarın ne kadar olacağı hususunda çeşitli izahlarda bulunmuştur.

Atâ'ya göre, mahsul sahibinin gönlünden kopacak olan bir miktardır. Ve­ya yiyecek maddelerinden bir avuçtur. İbrahim en-Nehaiye göre bir tutam mah­suldür, Rebi' b. Enese göre, yere dökülen başaklardır. Mücahide göre fakirlerin yemesi için mescitlere asılan hurma salkımıdır. Said b. Cübeyre göre, hayvanla­rın yiyeceğidir.

Mücahid demiştir ki: "Kişi ekinleri biçtiği zaman dilencilere başak verir, dövmeye götürdüğü zaman da onlara yine başaklardan verir. Dövüp sapından ayırınca da onlara yiyecek olarak verir, işini bitirip mahsulü ölçünce de zekâtını ayınr. Hurmaları toplarken de onların salkımlarından yedirir. Ölçerken de yedi-rir. Ölçmeyi bitirince de zekâtını ayırır.

Bu hususta Yezid b. el-Esam diyor ki: "Hurmalar toplanınca hurma sa­hipleri, ağaçlarından bir hurma salkımı getirip Resulullahin mescidine asarlardı. Fakirler gelir, dernekleriyle o salkıma vururlar ve düşenleri yerlerdi. Birgün Resulullah, Hasan veya Hüseyinle birlikte mescide geldi. Onlardan biri bir hur-

73/a    Ebu Davud, K. ez-Zekât bııb: 12, Hadis No: 1596

ma alıp ağzına götürdü. Resulullah o burmayı çekip ağzından aldı. Çünkü Resu-kıllah da, ehl-i beyti de sadaka yeriliyorlardı.

a) Abdullah b. Abbas. Said b. Ciibeyr, İbrahim en-Nehai, Ilasan-ı Ba.sri,

Süddü ve Atiyye'den nakledilen diğer bir görüşe göre, "Hasat gününde, mahsul­lerin hakkını verin" emri, daha Önce nazil olmuştu. Mahsullerin, zekâtını belir­ten emirler gelince bu âyet neshedümiş oldu. Artık hangi mal olunsa olsun, ekin ve ağaç ta olsa zekât dışında bunlardan bir miktar tasaddukta bulunmak farz de­ğildir. Çünkü, mahsullerin onda birinin veya onda yarımının zekât olarak veril­mesi farz kılınmıştır,                                             Taberi de bu son görüşü tercih etmiştir. Zira, bütün âlimler, ekinlerin zekâtlarının ancak dövülüp ianelerinin ayrılmasından sonra, hurmalann zekâtlarının da ağaçlarından toplanıp kurumalarından sonra verileceği hususun­da ittifak etmişlerdir Halbuki bu âyette, mahsullerin haklarının hasat gününde verilmesi emredilmektedir. Bu da göstermektedir ki bu emir neshedilmiştir.

Âyet-İ kerimenin sonunda "israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez." buyumlmaktadır.

Müiessirier. burada geçen "İsraf etmeyin" ifadesindeki muhataplardan kimlerin, israftan da neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişler--dir.

a)  Ebul Âliye, İbn-i Cüreyc ve Ataya göre buradaki israf yasağı, tarımla meşgul olan kimseleredir. O kimselerin israf etmelerinden maksat ise, mahsulle­rini ve diğer mallarını fazlaca dağıtıp yoksul hale düşmeleridir.

b) Said b. el-Miiseyyeb ve Muhammed b. Kâ'b el-Kureziye göre ise bura­daki muhataplar, tarımla meşgul olan insanlardır. İsraf etmelerinden maksat ise, mallarındaki, zekât ve sadaka hakkını vermeyerek günahkâr olmalarıdır. Bunla­ra göre israf etme, "Hakkı tecavüz etme" demektir.

c)  İbn-i Zeyd'e göre ise, burada, kendilerine, israf etmeleri yasaklanan kimselerden maksat, idarecilerdir. İsraf etmelerinden maksat, ise, idare ettikle­rinden, Ali ahin koyduğu sinirin üstünde mal almalarıdır. Allah teala, bu âyeti kelimesiyle, idare ettiklerinden zekâtları toplayan idarecilere, Allanın farz kıldı­ğı miktardan daha fazlasını almalarını yasaklamıştır.

Taberi diyor ki: "Bize göre. bu hususta söylenecek doğru söz şudur: "Al­lah teala bu âyet-i kerime ile, haddi aşma anlamına gelen bütün israfları yasak­lamıştır. Bu israf, Allanın koyduğu miktarın üstüne çıkmakla da olur, altına düş­mekle de olur. Bu israfa, bizzat mal sahipleri de düşmüş olabilir, idareciler de, Kur'an-ı kerimi, tahsis edici herhangi bir delil olmadıkça genel anlamıyla olmak elbette ki daha isabetlidir.

Mahsullerini toplarken fakirlerin haklarını vermeyenler hakkında Kalem suresinde şöyle buyumluyor:

"Bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz tzibi, bunları da imtihan ettik. Bir za­man bahçe sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerini devşirecek-lerine dair yemin etmişlerdi."

"Hiçbir istisnaya yer vermemişlerdi."

"Oniar daha uykudayken rabbin tarafından o bahçeyi bir beia sardı da simsiyah kesiliverdi."

"Sabah eıkenden birbirlerine "Haydi devireceksiniz mahsulünüzün başı­na erken gidin" diye seslendiler.

"Biıl'üıi hkhir yoksul. oıava girip yanınıza sokulmasın" diye aralarımla fısıldanarak bahçeye doğru yürüdüler."

"Onlar, fakirlere \ardını etmemeye güçlerimin yeteceğini zannederek git­tiler."

"Bahçevi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık." "H;i\ m hayır. bı/. mahrum edilmişiz"

"İçlerinden on insaflıları: "Ben size, tevbe edip Aüahı teshili etmeniz ge­rekir dememiş miydim dedi."

"Onlar ..:a 'Biz, rabbımi/i. layık olmadığı sıfatlarda;! tenzih ederiz. Şüphe­si/, biz. Zaümlermişi dediler."

"Birbirlerini kınamaya başladılar."

"Yazıklar olsun bize. şüphesiz biz. haddi aşanlar

"L'mukir ki rabbimiz, bı/e hu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz, herşe-yi yalnız labbimizden isteriz." dediler.

"Kte azap böyledir. Ahire! azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi." [188]

 

142- Hayvanlardan yük taşıyanları, etinden ve yününden istifade edi­lenleri de yaratan O'dur. AlUıhın, size rı/ik olarak vermiş olduğu şeylerden ycyin. Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

Hayvanlardan binilmeye müsait ve yük taşımaya elverişli olanları, kesip etinden istifade ettiğiniz, ayrıca yünlerinden ve tüylerinden faydalandıklarınızı yaratan Allahtır. Allah in size, nzık olarak vermiş olduğu ekinlerden, meyveler­den ve hayvanların etinden yeyin. Allanın size helal kıldığı temiz rizıkları ken­dinize haram kılarak Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü .şeytan, sizin apaçık düşmanmizdır. Sizin yok olmanızı ve Aİlahın yolundan alıkonulmanızı ister.

Âyet-i kerimede, bir kısım hayvanların yük taşıyan yani "Hamule" oldukları, diğerlerinin ise "Etinden ve yününden istifade edilen" Yani "fersen" oldukları zikredilmiştir. Miifessirler, bu iki kısım

hayvanlardan hangi hayvanların kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişler­dir.

Abbdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Hasan-i Basri'den nakledilen bir görüşe göre "Hamule" diye vasıflandırılan hayvanlardan maksat, gebe kalabilen ve sutlarında yük taşıyabilen büyük develerdir. "Ferşen"den maksat ise küçük develerdir.

Abdullah b. Abbas, Rebi b. Enes, Katade Süddi, Dehhak, Hasan-ı Basri ve İbn-i Zeyde göre ise, "Hamule"den maksat, sırtlarına binilebilen deve, at, ka­tır gibi hayvanlardır. "Ferşen"den maksat ise, koyunlar ve diğer hayvanların yavrularıdır. Taberi bu son görüşün tercihe şayan okluğunu söylemiştir.

Hayvanların, insanların istifadesi için yaratıldığını beyan eden diğer âyetlerde de Duyuruluyor ki:

"Onlar, kendileri için, bizzat kudretimizin eseri oiarak yarattığımız hay­vanları görmüyorlar mı? Üstelik o mallara sahiptirler."

"Biz, o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Bazılarına binerler, bazıla­rının da etini yerler."

"Kendileri için onlarda daha nice faydalar ve içecekler vardır. İliç şükret­mezler mi? [189]

"Sizler için hayvanlarda da ibret vardır. îşkembclerindeki yem artıklarıy­la kandan meydana gelen, saf, kolayca içilebilen sütü size içiririz."

"Allah, evlerinizi sizin için mesken kıldı. Hayvanların derilerinden, yol­culuğunuzda ve mukim olduğunuzda kolayca taşıyabildiğiniz barınaklar yarattı. Size bu hayvanların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından eşya ve belirli bir zamana kadar kullanılan ticaret mallan yarattı. [190]

 

143- Sekiz çifti yaratan da O'dur. ikisi koyun ikisi keçidir. Ey Mu-hammed, de ki: "Allah, o çiftlerden iki erkeği mi yoksa iki dişiyi mi yahut o her iki dişinin karındakilcri mi haram kılmıştır? Eğer doğru iseniz, bilgiye dayanarak bana haber verin."

Deve. sığır, koyun ve keçilerden dişi ve erkek olmak üzere sekiz tane çif­ti yaratan da Allahtır. Bunlardan ikisi, koyun ve koç ikisi de keçi ve tekedir. Ey Muhammed, kendilerine ekin ve hayvanlardan bazılarını yasaklayıp onu Alla-hın haram kıldığını iddia eden şu insanlara de ki: "Allah, o çiftlerden erkek olan koç ve tekeyi mi yoksa dişileri olan koyun ve keçiyi mi yahut koyun ve keçinin karnındaki kuzu ve oğlağı mı haram kıldı'? Eğer Aİlahın, bunları size haram kıl­dığı iddianızda doğru iseniz, ilme dayanarak, bunu bana bildirin."

Görüldüğü gibi Allah bu âyet-i kerime ile, helal kıldığı şeyleri kendile­rine çeşitli isimler takarak haram kılan müşrikleri kınamakta ve böyle bir yasağı kendisinin koymadığını beyan etmektedir. [191]

 

144. Geriye kalanın ikisi deve, ikisi de sığırdır. De ki: " Allah, bu çift­lerden iki erkeği mi yoksa iki dişiyi mi yahut o dişlerin karnındakilerı mı haram kılınıştır? Yoksa Allah bunu sîze emrederken huzurunda mı bulu­nuyordunuz?" Hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için Allaha karşı yalan uyduranlardan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, za­lim kavmi hidayete erdirmez.

Bunlardan ikisi erkek ve dişi deve, ikisi de erkek ve dişi sığırdır. Böylece hepsi sekiz çift eder. Ey Muhammed, yine onlara de ki: "Allah, erkek deve ve erkek sığın mı haram kıldı. Yoksa dişi Deve ve dişi sığırı mı? Yahut bu dişile­rin kannlanndaki yavruları mı haram kıldı? Yoksa rabbiniz bunları size emre­derken sizler orada hazır mı bulunuyor dunuz? Çünkü bu iddia etliğiniz şeyler, ya vahiy yoluyla yahut da kulaklarınızla işitmek suretiyle bilinir. Allah size bu hususta Peygamber gönderip onun vasıtasıyla vahiy mi indirdi? Yoksa siz biz­zat Allatılan kulağınızla mı duydunuz? Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, sırf ceha­leti ve beyiıısizüğiyle, insanları yoldan saptırmak için Al i aha karşı yalan uydu­ranlardan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalim kavmi hidayete er­dirmez.

Bu âyet-i kerime, taptıkları pullan Allaha denk tuian müşriklerin, bir kısım hayvanları "Bahire" "Sâibe" "Vasile" ve "Mâm" diye vasıflandırarak on­lardan faydalanmamalarını kınamakla ve bu cahiliye atletlerini reddetmektedir. [192]

 

145- Ey Muhammed, de ki: "Bana vahyolunanlardıı, yiyen bir kişi­nin yediği herhangi bir şeyin haram olduğuna dair bir hüküm bulamıyo­rum. Ancak leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -Ki o pistir- yahut doğ­ru yoldan çıkarak AMahtan başkası adına kesilen hayvanların yenmesi ha­ramdır. "Kim zaruret içinde kalırsa, haddi aşmamak ve başkasının hakkı­na tecavüz etmemek suretiyle bunlardan yiyebilir. Şüphesiz ki nıhhin çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Ey Muhammed, Allaha ortak koşan bu müşriklere ki: "Allahm kitabında bana vahyettiği hükümler içinde, sizin haram saydığınız şeylerin haram okluğu­nu görmüyorum." Ancak şunlar hariç. Bunlar haramdır. Bunlar da leş. akıtılmış kan, pis olduğundan doîayı domuz eti, Al!ahin adı anılmayıp Allahm dışındaki başka varlıkların adı anılarak kesilen hayvanların etidir. Kim mecbur kalır da zanıret halini aşmadan ve başkalarının hakkına tecavüz, etmeden bunlardan yer­se, bilsin ki rabbin çok affeden ve çok merhamet edendir. Mecbur kalanın bu haram şeylerden yemesine izin vermesi de onun merhametindendir.    -

Allah teala bu âyet-i kerime ile, ekinlerinden ve hayvanlanndan bir kıs­mını putlarına, bir kısmım da Allaha ayıran yine ekin ve hayvanlanndan bazıla-nnm sadece belli kimselere helal olup diğerlerine haram olduğunu iddia eden müşrikleri yalanlamakta ve buyurmaktadır ki: "Bunlann haram kılındığına dair, Allah tarafından size bir peygamber mi gelip te haber verdi. Yoksa sizler, bizzat Ali ahi görüp, haram kıldığını ondan işittiniz de onların haram okluklarınımı söylüyorsunuz? Sizler bu iddialarınızda yalancısınız.

Ey Muhammed de ki: "Bana gelen âyetlerde, ancak leşin, akıtılmış kanın, domuz etinin ve Allah'tan başka bir varlık adına kesilenin haram olduğu bildiril­di. Ey müşrikler, sizlerin, bir takım şeyleri kendi iftiralanmzla helal veya haram kılmanız, uydurulmuş yalandan başka bir şey değildir. Ona itibar edilmez. Zira, helâl ve haram kılma yetkisi ancak Allaha aittir.

Âyet-i kerimede, akıtılmış kanın haram kılındığı ifade edilmiştir. Bu iti­barla, kesilen hayvanın etinin üzerinde veya pişirildiği kabın ağzında görülen kan ve kırmızılıklar haram değildir.

Dini usullere riayet edilmeden kesilen ve leş olan hayvanın eti, hayvanı keserken akıtılmış olan kan, domuz eti, kesilirken, Allahm adı anılmayarak ke­silen hayvan, boğularak Ölen, dövülerek öldürülen, yüksek bir yerden düşerek ölen, birbirleriyle dövüşerek ölen hayvanların, eğitilmemiş yırtıcı av hayvanlan-nın, yakalayıp bir kısmını yedikleri hayvanın etleri haramdır. Bunlar yenmez.

Eğer boğulmakta olan, dövülen, yüksek yerden düşen, dövüşerek ölme durumuna gelen ve yırtıcı hayvanların saldınsına uğrayan hayvanlar henüz öl­meden yetişilip kesilirse etleri helaldir, yenir. Zira âyette "... Canı çıkmadan kestiğiniz hariç[193]buyurulmaktadır.

Bu konuda daha geniş bilgi için Maide suresinin üçüncü âyetinin izahına bakınız. [194]

 

146- Biz, Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara, sı­ğır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında, iç yağlarını da haram kıldık. Azgınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüp­hesiz kî biz doğru söyleyiniz.

Biz, bu zikredilen haram şeyler yanında, özellikle Yahudilere, her tek tır­naklı veya bitişik parmaklı deve, deve kuşu, ördek ve benzeri hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun da sırt veya bağırsak yahut, kemiklere karışık olanın dışındaki iç yağlarını haram kılmıştık. Bizim bunları, özellikle Yahudilere ha­ram kılmamız, onları, azgınlıkları yüzünden cezalandınnamızdandı. Şüphesiz ki biz, sözünde sadık olanlarız. Yahudiler ise: "Bunları Allah haram kılmadı, Ya-kup aleyhisselam kendi kendine haram kıldı. Biz de ona uyuyoruz." şeklindeki iddialarında da yalancıdırlar. [195]

 

147- Eğer seni yalanlarlarsa onlara şöyle de: "Rahbiniz geniş rahmet sahibidir. Fakat onun azabı da suçlu kavimden geri çevrilmez,

Ey Muhammed, eğer yahudiler seni yalanlarsa de ki: "Rabbim geniş rah­met sahibidir. Bu itibarla beni yalanlamanız suretiyle inkâra düşmenizden dola­yı sizin cezanızı derhal vermez. Belirli bir güne kadar erteler." Şunu da bilin ki, rabbimin azabı suç işleyen bir topluluktan geri çevrilmez. [196]

 

148- Allaha ortak koşanlar şöyle diyecektir: "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ona ortak koşardık. Ve ne de bir şeyi haranı kılardik. "Bunlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Nihayet azabımızı tat­tılar. Onlara de ki: "Meydana çıkararak bize göstereceğiniz bir bilgi var mı? Siz sadece Zann'a tâbi oluyorsunuz. Ve siz, yalan söylüyorsunuz.

Allah ortak koşanlar şöyle diyeceklerdir. "Eğer Allah bizim iman etme-, memizi dilemiş olsaydı, biz de atalarımız da iman eder, ona ortaklar koşmazdık. Sadece ona tapardık. Bir takım şeyleri de haram saymazdık. Fakat Allah, yap­tıklarımızdan razı olmaktadır.

Ey Muhammed, bu müşrikler, senin getirdiğin hakkı yalanladıkları gibi bunlardan önce gelen ataları da hakkı yalanlamışlar ve bizim azabımızı tatmış­lardır. Şayet bu iddialarında doğru olsalardı Allah onları cezalandırmaydı.

Ey Muhammed onlara de ki: "Bize gösterebileceğiniz bir itim var mı? Sizler ancak zann'a tâbi oluyorsunuz. Ve sadece yalan söylüyorsunuz." [197]

 

149- De ki: "En üstün delil Atlatandır. O dileseydi elbette hepimizi hidayete erdirirdi.Allah dileseydi bütün insanları zorla hidayete erdirdi. Fakat bunu dile­medi ve herkesi kendi iradesine bıraktı. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle bu-yurulmaktadır."... Allah dileseydi onlan hidayette birleştirirdi.,. [198]

"Ey Muhammed, sana da geçmiş kitapları tasdik eden ve onları muhafa­zası altına alan Kur1 anı hak ile indirdik. Aralarında Allanın indirdiği ile hükmet. Onların heva ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Herbiriniz için bir şeriat ve yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fa­kat sizi ümmetlere ayırması, verdikleriyle sizi imtihan etmek içindir. O halde iyiliklere koşuşun. Hepinizin dönüşü Allahadır. O, ihtilaf etmekte olduğunuz şe­yi size bildirecektir[199]

"Ey Muhammed, eğer rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi. O halde iman etsinler diye insanları zorluyor musun[200]

"Eğer rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat onlan ser­best bıraktı. Onlar da durmadan ihtilaf etmektedirler. [201]

 

150- De ki: "Haydi Allahın, bunu haram kıldığına dair şahitlik ede­cek şahitlerinizi getirin. "Şahitlik etseler de onları tasdik etme. Âyetlerimizi yalanlayan ve ahirde iman etmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Onlar, taptıklarını rablerinc denk sayarlar.

Ey Muhammed, Allaha karşı yalan uyduran bu müşriklere de ki: "Allahın belli ekin ve hayvanları size haram kıldığına dair şahitlik edecek olan şahitleri­nizi getirin. "Onlar şahit getirecek olsalar bile sen onlara inanma. Çünkü onlar, yalancı şahitlerdir. Hela! ve haram hakkındaki âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe iman etmeyenlerin heva ve heveslerine uyma. Bunlar, âhireti inkâr etmeleri yanında, put ve benzeri şeyleri rabierine denk tutan ve ona ortak koşan kimselerdir. [202]

 

151- De ki: "Gelin size rabbinizitı haram kıldıklarını okuyayım. Al­laha hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya iyilik yapın, fakirlikten dolayı çocuklarınızı öldürmeyin." Sizi de onları da biz nzıklandırırız. Hayasızlık­ların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allahın, öldürülmesini haram kıldığı bir cana, haklı bir sebep olmadıkça sakın kıymayın. Allah, aklınızı kul-lanasımz diye size bunları emretti.

Ey Muhammed, sadece kendi görüşlerine ve şeytanın vesveselerine kapı­larak Allahın, kendilerine vermiş olduğu nzıklardan bir kısmını haram sayan, çocuklarını öldüren ve Allaha eşler koşan şu müşriklere de ki: "Gelin, rabbini-zin size gerçekten haram kıldığı şeyleri bildireyim. Allaha hiçbir şeyi ortak koş­mayın. Anne ve babaya iyi davranın, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürme­yin. Sizi de çocuklarınızı da biz rıziklandırırız. Hayasızlıkların açığına da gizli-sine-de yaklaşmayın. Kısası hak etme, dinden çıkma, evli iken zina etme gibi, ölümü hak etme halleri müstesna, Allahın, öldürülmesini haram kıldığı kişiyi öldürmeyin. Allah size bunları emretti ki aklınızı kullarlasınız.

*Gürüldüğü gibi âyet-i kerime, Allah teaianın haram kıldığı ve ayrıca ya­pılmasını emrettiği beş hususu zikretmektedir. Abdullah b. Mes'ud'un bu âyeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Kim, Allahın Resulünün, üzerinde mühürü bulunan vasiyetini görmek isterse şu üç âyeti okusun. Bu âyetler, En'am suresinin yüz elli bir, yüz elli iki ve yüz elli üçüncü âyetleridir."

Bu âyette zikredilen beş hususa gelince:

a- Allaha oitak koşmak: Bu, en büyük günahtır, Nitekim şu âyette de bu-yuruluyor ki: "Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder. Kim Allaha ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur. [203]

b- Ana babaya iyilik yapmak: Allah teala, Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinde, kendisine itaat edilmesini emretmesinin hemen ardından anne babaya iyilikte bulunmayı emretmektedir. Bu hususta da şu âyetlerde de buyuruluyor ki:

"Rabbin kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin, anne ve baba­ya iyilik edin. Anne ve babadan biri veya her ikisi yanında yaşlanır ve düşkün-leşirse, bezginliğini hissettirir bir şekilde, onlara "Öf bile deme, azarlama, on­lara güzel ve tatlı sözler söyle. [204]

"Biz insana, ana-babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu kat kat meşakkat içinde kamında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Biz insana: "Bana ve anne babana şükret" dedik. Kıyamet günü dö­nüş ancak banadır. [205]

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"Resululiah (s.a.v.)'den "Ey Allahın Resulü, amellerin hangisi daha üs­tündür?" diye sordum. "Vaktinde kılınan namazdır." buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim, Resululiah (s.a.v.) "Anneye babaya iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum, Resululiah "Allah yolunda cihad etmektir." diye cevap verdi. Bundan sonra ben sustum. Şayet daha fazla soracak olsaydım onlara da cevap verecekti. [206]

c) Fakirlikten dolayı çocukları öldürmek: Fakirlik korkusuyla çocukları Öldürmenin de en büyük günahlardan okluğunu beyan a\en bir Hadis-i Şerifte buyumluyorki: "Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"Resulullah'tan, "Allah katında en büyük günah nedir?" diye sordum. Re­sululiah "Kendini yaratan Allaha ortak koşmandır." buyurdu. Dedim ki: "Şüp­hesiz ki bu büyük bir günahtır. Peki sonra hangisidir?" buyurdu ki: "Seninle bir­likte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu öldürmendir." Sonra hangisidir?" diye sordum. Resululiah: "Komşunun karısıyla zina etmendir." diye cevap ver-di. [207]

d- Hayasızlık yapmak: Buradaki hayasızlıktan maksat, zina ve benzeri fi­illeri işlemektir. Bu hususta Allah teala buyuruyor ki: "Sakın zinaya yaklaşma­yın. Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur." [208]

e- Allahın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymak: Allah teala bu hu­susta da buyuruyor ki: "Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası cehen­nemdir. Orada ebedî olarak katacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [209]

Peycamber efendimiz (s.a.v.) bir Müminin ancak şu sebeplerle öldürüle-bileceğini,"bunun dışında öldürmenin cinayet olacağını beyan etmekledir. Buyu­ruyor ki:

"Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim, Allahın peygamberi ol­duğuma dair şehadet getiren bir Müslümanın öldürülmesi şu üç kimse dışında helal değildir. Bunlar, haksız yere birini öldüren, evli olduğu halde zina eden ve dinden çıkıp cemaati terkedenlerdir. [210]

 

152- Yetim güçlenip rüşdüne erinceye kadar onun malına cn güzel yolun dışında yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın. Biz, kişiyi ancak gücünün yettiği ile nıcs'ul tutarız. Akrabanız dahi olsa, konuşurken adaletli olun. Ve Allahın ahdini yerine getirin. Allah, düşünesiniz diyesize bunları emretti.

Yetim büyüyerek rüşdüne erinceye kadar onun malına yaklaşmayın. An­cak ona faydalı olacak bir şekilde yaklaşın. Ölçü ve tartılarınızı adaletle yapın, insanların haklanın yemeyin. Biz, kişiyi, ancak gücünün yettiği ile mükellef tu-tanz. Kimseye gücünün yetmediği yükü yüklemeyiz.

Ey insanlar, aranızda hüküm verdiğiniz zaman hakkı söyleyin. Hakkında hüküm vereceğiniz kimse, akrabanız dahi olsa adaletli davranın, Allahın emirle­rini yerine getirin. Allah bunları size, düşünüp Öğüt alasınız diye emretti. [211]

 

153- İşte benim yolum budur. Dosdoğrudur. Ona uyun. Başka yolla­ra uymayın ki sizi, Allahın yolundan ayırmasın. Allah bunları size, sakına-siniz diye emretti.

Size göndermiş olduğum bu din, benim dosdoğru yolumdur. Onda hiçbir eğrilik yoktur. Ona uyun. Kendinize onu rehber edinin. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Putperestler gibi birçok yollar tutmayın ki sizi, Allahın yolundan ayırmasın­lar. Rabbiniz bunları size emreder ki onun azabından ve gazabından korkasınız.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

"Birgün Resulullah (s.a.v.) yere bir çizgi çizdi ve "Bu Allahın yoludur" dedi. Sonra bu çizginin sağında ve soluda başka çizgiler de çizdi ve şöyle buyurdu: "Bunlar da başka yollardır. Bunların herbirinin başında, kendisine çağı­ran bir Şeytan bulunmaktadır. "Sonra da bu fıyet-i kerimeyi okudu. [212]

Abdullah b. Abbasın da, bu mahiyetteki âyetleri şöyle izah ettiği rivayet edilir. "Allah, müminlere, cemaat halinde olmayı emretti. Ve onlara, ihtilafa düşmeyi ve bölük pörçük olmayı yasakladı. Ve kendilerinden önceki ümmetle­rin, Allahın dini hususunda tartışıp birbirlerine düşmeleri sebebiyle helak olduk­larını haber verdi. [213]

 

154- Sonra iyilik işleyenlere nimetimizi tamamlamak, herşeyi geniş bir şekilde açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olmak üzere Musaya kitabı verdik. Ki onlar rablcrinc kavuşacaklarına iman etsinler.

Allah teala, insanlara ve özellikle İsrailoğullarma neleri helal, neleri ha­ram kıldığını zikrettikten sonra, İsraiioğuIIarından olan Hz. Musaya, Jıerşeyi bü­tün incelikleriyle anlatan Tevratı verdiğini beyan ederek buyuruyor ki:

Sonra biz Musaya, dünyada yapmış olduğu iyiliklere ve rabbinin kendisi­ne yüklemiş olduğu vazifeleri ifa etmesine mukabil ona vermiş okluğumuz ni­metleri tamamlamak için Tevratı verdik. O Tevrat, dini hususlarda herşeyi izah ediyor, onlara doğru yolu gösteriyordu. O, tarafımızdan onlara verilmiş bir rah­metti. Böylece İsrailoğulları, rablerinin huzuruna çıkacaklarına iman etmiş ol­sunlar, inkârdan vaz geçsinler.

Müfessirler bu âyet-i kerimeyi birkaç şekilde tefsir etmişlerdir. Mücahid, Mealde tercih edilen görüşü ileri sürerek bu âyetin mânâsını: ... İyilik işleyenle­re nimetimizi tamamlamak..." şeklinde izah etmiştir.

Abdullah b. Mes'ud'un da bu âyet-i kerimeyi, bu mânâyı ifade edecek şe­kilde kıraat ettiği rivayet edilmektedir.

Rebi' b. Enes ise âyetin mânâsını ".. Dünyada iyilik işleyen Musaya ni­metimizi tamamlamak.,." şeklinde izah etmiştir.

İbn-i Zeyd de âyetin mânâsını, "Allahın, Peygamberlerine olan nimetlerini tamamlamak üzere..." şeklinde izah etmiştir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü âyetin metni buna daha müsaittir. [214]

 

155- İşte bu da bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ona uyun ve Allahtan korkun kî merhamet olunasmız.

Peygamberimiz Muhammede indirmiş okluğumuz bu Kıır'an da mübarek bir kitaptır. Siz Müminler ona tâbi olun. Onu rehber edinin kııdsiyetini ihlal ederek başka hükümlerle amel etmekten kaçının ki merhamet olunasmız ve Al-lahın azabından kurullasınız. [215]

 

156-157- Bu Kur'anı indirdik ki: "Kitap, bizden önceki Yahudi ve Hıristiyan taifelerine indirildi. Biz ise, onların kitabını okumaktan haber­sizdik." Veya: "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha doğru yolda olurduk." demeyisiniz. Şimdi ise, rabbinizden size apaçık bir delil, bir hi­dayet ve raHfact gelmiştir. Allanın âyetlerini yalanlayan ve onlardan yüzçe-virenden daha zalim kim olabilir? Âyetlerimizden yüzçcvirenlcri, yiizçcvir-diklcrindcn dolayı yakında en kötü bir azapla cezalandıracağız.

Ey Müşrikler topluluğu, "Bizden önceki Yahudi ve Hristiyan taifelerine kitap indi. Bize ise, tâbi olacağımız bir kitap inmedi. Biz bu iki taifenin okudu­ğu şeylerden habersiziz. Çünkü o kitaplar bizim lisanımızla değil." Demeyisiniz veya: "Yahudi ve Hıristiyanlara indirildiği gibi, şayet bizim üzerimize de kitap indirilmiş oisaydı biz onlardan daha fazla doğru yolda olurduk." demeyesiniz diye bu kitabı indirdik. Şüphesiz ki sizlere, rabbiniz tarafından açık bir delil, bir hidayet ve rahmet olan Kur'an geldi. Artık Ailahın âyet ve delillerini yalanla­yan ve onlardan yüzçevirip onlara iman etmeyenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüzçevirenSeri, yüzçevinneleri sebebiyle kötü bir azapla ceza­landıracağız. [216]

 

158- Onlar, kendilerine Meleklerin gelmesinden yahut rabbînin bazı alâmetlerinin gelmesinden başka bir şey mi beklerler? Rabbinin alâmetlerinden bir kısmının geldiği gün, daha önce inanmamış veya ima-nıyla bir iyilik kazanmamış olan bir nefse imanı fayda vermeyecektir. De ki: "Bekleyin, şüphesiz biz de bekliyoruz."

Ey Muhammed, bu müşrikler, kendilerine canlarını almak için Melekle­rin gelmesinden veya kıyamette hesaba çekmek için rabbinin gelmesinden ya­hut, güneşin batıdan doğması gibi, rabbinin kıyamet alâmetlerinin gelmesinden başka birşey mi beklerler? Rabbinin kıyamet alâmetlerinden bir kısmının geldi­ği gün, daha önce iman etmemiş veya imanı kendisine fayda vermemiş olan bir kişiye o gün imanı fayda vermeyecektir. O halde ASIahın, size gelecek olan ceza ve azabını bekleyin. Biz de sizinle beraber bekliyoruz.

Bu ayet-i kerimede Allah tealanm, kıyamet kopmadan önce göstereceği bazı alemetlerin ortaya çıkması halinde, ondan önce iman etmeyenlerin, o ala­met çıktıktan sonra iman etmelerinin, kendilerine herhangi bir fayda sağlamaya­cağı beyan edilmektedir. Bu alâmetin kıyamet alâmetlerinden hangisi olduğu hususunda iki görüş zikredilmiştir.

a) Ebu Said el-Hudrİ, Ebu Hiireyre, Ebu Zer.el-Ğifari, Safvan b. Assa!, Muaviye b. Ebi Süfyan, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Amr b. el-As ve Ab­dullah b. Abbasın, Resulullahdan rivayet ettiklerine göre bu alâmet, güneşin ba­tıdan doğmasıdır.

Abdullah b. Mes'ud, Katade, Ubeyd b. Umeyr, Dehhak, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî ve Abdullah b. Amr da bu görüştedirler.

Bu hususta Ebu Said el-Hudrî diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.), Aziz ve Celil olan Allah tealamn "... Rabbinizin alâmetlerinden bir kısmının geldiği gün daha önce inanmamış veya imanıyla bir iyilik kazanmamış olan bir nefse imanı fayda vermeyecektir..." âyetini okuduk­tan sonra buyurdu ki; "Bu alâmet, güneşin batıdan doğmasıdır. [217]

Bu hususta, Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki:

Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kop-mayacaktır. Güneşin batıdan doğduğunu görünce, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar iman edeceklerdir. Fakat o zaman daha önce inanmamış veya imanı kendisine bir fayda vermemiş olan kişiye, imanı fayda vermeyecektir. [218]

Ebu Zer el-Gifarî de diyor ki:

Bir gün Resulullah buyurdu ki:."Bu güneşin nereye gittiğini biliyor mu­sunuz?" Sahabiler de dediler ki: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" Resulullah bu­yurdu ki; "Bu güneş, .Arşın altındaki karargahına varıncaya kadar yoluna de­vam eder. Oraya varınca secdeye kapanır. Kendisine "Yukan kalk. Geldiğin ye­re geri dön." deninceye kadar secde halinde devam eder. Bundan sonra geriye döner, doğduğu yerden doğar, sonra yine Arş'ın altındaki karargahına varıncaya kadar yoluna devam eder. Oraya varınca secdeye kapanır. Kendisine "Yukan kalk. Geldiğin yere geri dön" deninceye kadar secde halinde devam eder. Bun­dan sonra geri döner. Doğduğu yerden doğar. Sonra insanlar o güneşte garip karşılayacakları bir değişiklik görmezler. Nihayet Arş'ın altındaki karargahına varır. Orada ona denir ki "Yukan kalk. Artık batıdan doğ." Güneş te batısından doğar. Siz biliyor musunuz bu ne zaman olacaktır?" Bu, daha önce iman etme­miş veya imamyla bir iyilik kazanmamış olan kimseye, imanının fayda verme­yeceği bir zamandır. [219]

Safvan b. Assâl diyor ki:

Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Güneşin battığı yerde, genişliği, yetmiş yıllık bir mesafede bulunan açık bir kapı vardır. Bu kapı, güneş batı yönünden doğuncaya kadar, tevbe için açıktır. Güneşin bu yönden doğduğu zamandan iti­baren ise daha önce iman etmeyen veya imanından hayır görmeyen herhangi bir kimsenin iman etmesi ona fayda vermeyecektir[220]

Abdullah b. Abbas diyor ki "Yatsılardan bir yatsı vaktinde Resulullah dı­şarı çıktı ve insanlara dedi ki; "Ey Aliahm kulları, Allaha tevbe edin. Çünkü siz­lerin, güneşin batıdan doğduğunu görmeniz yakındır. Güneş bunu yapınca tevbe kapısı kapanacak, amel defteri dürülecek ve İman etme imkanı sona ermiş ola­caktır." İnsanlar da dediler ki! "Ey Allahin Resulü, bunun bir alâmeti var mı­dır?" Resulullah da buyurdu ki: "Bunun, sîzin için alameti, üç gece kadar uza­yan bir gecedir. Rablerinden korkan insanlar uyanacaklar, rablerine namaz kıla­caklar. Namazlarını bitirecekler, gece bitmeyecek aynen devam edecektir. Sonra yataklarına varıp uyuyacaklar, uyandıklarında, gecenin aynen devam ettiğini görecekler. Bunu anlayınca büyük bir hadisenin, başlarına geleceğinden korka­caklar. Sabah olunca güneşin doğması uzayacak, onlar, güneşin doğmasını bek­lerken güneş onlara batı tarafından doğacak. Güneşin böyle yapmasından sonra, daha önce iman etmemiş olan kimsenin iman etmesi, kendisine herhangi bir fayda sağlamayacaktır.

b) Abdullah b. Mes'ud, Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Hasan-ı Basri ve Kat aile­den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette beyan edilen ve ortaya çıkması halinde, iman etmeyenin iman etmesinin fayda sağlamayacağı bildirilen bir kı­sım kıyamet alametlerinden maksat şu üç alamettir. Onlar da Dâbbetül Arz ile Ye'cûc ve Me'cûc'ün ortaya çıkması ve güneşin batıdan doğması alametleridir.

Bu hususta Ebu Hüreyre, Resıılullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir.

"Üç şey ortaya çıktığında, daha önce iman etmeyenin veya imanından ha­yır görmeyenin iman etmesi, artık kendisine fayda vermeyecektir. Bu üç şey de, güneşin batıdan doğması, Deccalin ve Dâbbetül Arz'ın ortaya çıkmalarıdır[221]

Tabeıi diyor ki: "Bu iki görüşten doğ m olmaya daha layık olanı, hakkın­da Resuhıllahtan birbirini destekleyen haberler rivayet edilen birinci görüştür. Yani, güneş batıdan doğduktan sonra artık herhangi bir kimsenin iman etmesi ona bir fayda sağlamayacaktır.

Evet, güneşin batıdan doğduğu zaman insanlar büyük bir paniğe kapıla­caklar, o günün dehşetini bizzat gözleriyle görecekler, artık düşünüp öğüt alma imkanları kalmayacaktır. İşte o anda ister istemez iman edenlerin imanlan ken­dilerine fayda vermeyecektir. Bunlar daha önce, ellerinde olan fırsatı kaçırdıkla­rından, bahaneleri de olmayacaktır. [222]

 

159- Ey Muhammcd, dinlerini parça parça edip fırkalara ayıranlarla artık senin bir alakan yoktur. Onların işi Allaha kalmıştır. Sonra Allah, yaptıklarını onlara bildirecektir.

Ey Muhammed, sen dinleri hakkında ihtilafa düşüp bölünerek fırka ve hi­ziplere ayrılan Yahudiler, Hıristiyanlar bid'atçilar, şüpheciler ve sapıklardan uzaksın. Sen, hak olan dininden ayrılan müşriklerden, putperestlerden, Yahudi­lerden, Hıristiyanlardan ve mürtedlerden değilsin. Onlar da senden değildir. On­ların cezalandırılmaları Allaha aittir. Sonra Allah ahirette onlara yaptıkları amelleri bildirecek ve ona göre hesaba çekecektir.

*Miifessirler, bu âyette, dinlerini parça parça ederek gruplara ayrılıldıkla-n beyan edilen, kişilerden kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmiş­lerdir:

a) Mücahid, Katade, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Dehhaka göre bunlar­dan maksat, Yahudi ve Hristiyaniardır. Çünkü bunlar, Resulullah gelmeden ön­ce dinlerini bölük pörçük etmişler ve ihtilafa düşmüşlerdir. Resulullah gelmce de bu âyetle halleri beyan edilmiştir.

b) Ebu Hüreyre'ye göre ise bu âyette, dinlerini parça parça edip ayrılığa düşmeleri beyan edilen insanlardan maksat, bu ümmetin bid'atçılan, Kuranm muhkem âyetlerini bırakarak müteşabih âyetlerine uyanlarıdır. Ebu Hüreyre, Resulullahın, bu âyeti bu şekilde izah ettiğini rivayet etmiştir.

Taberi, diyor ki; "Bana göre bu konuda doğru olan söz, Allah tealanın, bu âyetle hak dinini bölük pörçük eden ve ayrılığa düşen bütün insanları kastettiği­ni söyleyen sözdür. Resulullahın üzerinde bulunduğu Hanif dininden ayrılan putperest müşrikler de Yahudiler de Hıristiyanlar da, Hanif dinindeymiş gibi görünüp te bid'atlar icadedip insanları doğru yoldan saptıranlar da bu âyetin ge­nel ifadesine dahildirler."

Âyet-i kerimede "Senin, dinlerini parça parça edip fırkalara ayrılanlarla bir alakan yoktur" buyurulmaktadır.

Süddiye göre bu âyet-i Kerime, kâfirlerle savaşmanın farz kılınmasından önce inmiş, Resulullaha, kâfirlerle savaşmamalarını emretmiş, daha sonra ise tevbe suresinin, otuz altıncı âyetindeki "Ey müminler, müşriklerle topluca sava­şın" emriyle neshedilmiştir.

Ebul Ahves, Mâlik b. Miğvel ve Ümmti Selemeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime neshedürnemiştir. Zira bu âyet, Resulullahın vefa­tından sonra, islamda olmayan bir kısım şeyleri ihdas edecek olan kişilerden onun beri olduğunu beyan etmektedir.

Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan görüş şudur: Allah teala bu âyetle, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, ümmetinin bid'atçılanndan, inkarcılarından, kavminin müşriklerinden, yahudi vehıristiyanlardan beri oldu­ğunu bildirmektedir. Allah tealanın bunu bildirmesi, Resulullahın, onlarla sa­vaşmalarını yasaklamış olduğu mânâsına gelmemektedir. Bu itibarla âyetin mensuh olduğunu söylemek doğru değildir. Zira, bir âyetin mensuh olduğunu söyleyebilmek için ona dair sahih delillerin bulunması gerekir.

Mücahid, Katade, Dehhak. ve Süddî, bu âyetin, yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olduğunu söylemiştir. [223]

 

160- Kim bir iyilik ortaya koyarsa ona o iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse, sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlar, haksızlığa uğratılmazlar.

Kim, kıyamet gününde rabbinin huzuruna, yaptığı bir iyilikle gelirse, ona, yaptığı iyiliğin on katı sevap vardır. Kim de yaptığı bir kötülükle gelirse o da ancak yaptığı kötülük kadar bir cezaya çarptırılır. Böylece Allah, bunlardan hiçbirine zulmetmiş olmaz.

Ayet-i kerimede, iyilik yapana on katı mükafaat verileceği, kötülük yapa­na da ancak kötülüğü kadar ceza verileceği zikredilmiştir. Buradaki, iyilik ve kötülükten neyin kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir.

a)  Said b. Cübeyr, Abdullah b. Mes'ud, Şakiyk, Mücahid, Kasım, Ata, Muhammed b. Kâ'b, İbrahim en-Nehai, Ebu Salih, Dehhak, Hasan-ı Basri ve Abdullah b. Abbas'dan nakledilen bir görüşe göre, burada zikredilen iyilikten maksat, "Lailahe İUalah" demektir. Yani, Allanın varlığına ve birliğine iman et­mek ve peygamberini tasdik etmektir, kötülükten maksat ise Allaha ortak koş­mak ve kafir olmaktır. Taberi bu izahı tercih etmiştir.

b) Ebu Said el-Hudri, Abdullah b. Ömer ve Rebi b. Enese göre bu âyette zikredilen iyiliklerden maksat, Bedevilerin yaptıkları Salih amellerdir. Onlara, bu amellerinin karşılığında on kat sevap verilecektir. Muhacirlere ise bundan daha çok sevap verilecektir. Bu sevap yedi yüz kata kadar erişecektir.

Resulullah (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde buyurmuştur ki:

"Ameller altı türlü, insanlar da dört çeşittir. İki türlü amel vardır ki, onlar, karşılıklarını gerekli kılarlar. İki amel de vardır ki karşılıkları tam kendileri ka­dardır. Bir iyilik te vardır ki, karşılığında on misli sevap vardır. Bir iyilik te var­dır ki, karşılığında yedi yüz misli sevap vardır. Karşılıklarını gerekli kılan iki amelden biri, kişinin, ASIaha ortak koşmadan ölmesidir. Bu, o kişinin cennete girmesini gerekli kılar. Karşılıkları tam kendileri kadar olan iki amel ise şunlar­dır. İyilik etmeyi hissedip kalbiyle karar veren, Allah teaîa tarafından da bu hali bilinen kimsenin isteğidir. Onun bu isteğine karşılık tam kendisi kadar olan di­ğer amel ise bir kötülük yapanın amelidir. Ona o kötülüğü kadar günah yazılır. Karşılığında on sevap yazılan amel ise, güzel bir amel işleyenin amelidir. Karşı­lığında yedi yüz kat mükafaat verilecek amel ise, Allah yolunda in fakta buluna­nın  amelidir. [224]

 

161- De ki: "Şüphesiz rabbim beni, dosdoğru bir yola, dimdik ayakta duran bir dine, hakka yönelen ve müşriklerden olmayan İbrahimın dinine şevketti."

Ey.Mtıhammed de ki: "Şüphesiz ki rabbim beni, sağlam ve dosdoğru bir yol olan İslam dinine iletti. Bu din, sağlam bir dindir. Bâtılı bırakıp hakka yöne­len İbrahimın dinidir. İbrahim ise hiçbir zaman müşriklerden olmadı. O, MiLsiü-mandı. [225]

 

162- De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölü­müm, âlemlerin rabbi olan Allaha aittir.

Ey Muhammed de Jki: "Namazım, ibadetlerim ve ibadetlerimden olan Kurban kesmem, hayatım ve ölümüm, sizin, Allaha ortak koştuğunuz putlara değil, sadece, alemlerin rabbi olan Allaha aittir. [226]

 

163- Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum. Ve ben, Müslümanların ilkiyim.

Allanın hiçbir ortağı yoktur. O, âlemlerin rabbidir. Herşey onun emriyle var olmakta, onun bilgisi ve emri dışında hiçbir şey meydana gelmemektedir. Ben de bu ümmetin Müslümanlarının ilkiyim.

Cabir b. Abdullah diyor ki: "Resuluîlah (s.a.v.) Kurban bayramında iki koç kurban etti ve onları keserken şu âyetleri okudu:

"Ben, hakka eğilerek yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben, Allaha oıtak koşanlardan değilim. De ki: "Namazım, kurbanım, hayatını ve ölü­müm, ancak âlemlerin rabbi olan Allaha aittir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Ben, böyle emrolundum ve ben, Müslümanların ilkiyim. [227]

164- De ki: "Allah, herşeyin rabbi iken ondan başka bir rab mı ari­yayım? Herkesin kazandığı günah ancak kendi aleyhinedir. Hiçbir günah­kar kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz yine rab-binizedîr. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Ey Muhammed, de ki: "Allah, herşeyin terbiye edeni, yetiştireni ve sevk ve idare edeni iken ben, Allahtan başka bir rab mı ariyayım? Her günah işleyen, kendi aleyhine işlemiş olur. Çünkü o, günahından dolayı cezalandırılacaktır. Ve hiçbir kimse başkasının günahını yüklenmeyecektir. Eyinsanlar, sonunda dönü­şünüz ancak rabbinize olacak ve o size, dünyada ihtilaf ettiğiniz dinlerinizin . gerçeğini haber verecek ve amellerinize göre sizleri cezalandıracaktır.

Allah tealanın adaleti icabı, hiçbir kimse başkasının günahından sorumlu tutulmayacaktır. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadir:

"Hiçbir günahkâr başkasının günahım çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşımak için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşımaz. Ey Muhammed, sen ancak, görmedikleri halde rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim, günahlardan arınıp temizlenirse, kendisi için annıp temizlenmiş olur. Nihayet dönüş Allahadır. [228]

 

165- Verdiği şeylerle sizi imtihan etmesi için sizleri yeryüzünün Hali­feleri kılan ve sizi derecelerle birbirinizden üstün yapan O'dur. Şüphesiz ki rabin, cezalandırması sür'atli olandır. O, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Ey insanlar, Allanın size venniş olduğu rızıklarla sizleri imtihan edip, ita­at edenlerinizi isyankârlarınızdan ayırması için, sizlerden önceki ümmetleri he­lak edip, onların yerine sizleri, yeryüzünde Halifeler kılan O'dur. Sizin bir kıs­mınızı diğerlerinden mal, güç ve kuvvet gibi bazı derecelerle üstün kılan O'dur. Ey Muhammed, şüphesiz ki rabbin, cezalandırması sür'atli olandır, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, insanların bir kısmını diğerlerinden, n-zık, ahlak, güzellik ve renk gibi özellikler bakımından üstün kıldığı bildirilmek­tedir. Bu, onun hikmeti icabıdır. Bu hikmet, bu âyette belirtildiği gibi, kullarını imtihan edip, emirlerine uyanlarla uymayanları ortaya çıkarması olabileceği gi­bi, insanların psikolojik durumlarım tanıtması da olabilir. Nitekim başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyunıluyor:

"Ey Muhammed, onlar, rabbinin rahmetini mi paylaştırıyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimliliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerinden faydalansınlar diye, derece bakımından biz onların bazısını bazısına üstün kıl­dık. Rabbinin rahmeti, onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır. [229]

Peygamber efendimiz de bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:

Şüphesiz ki dünya tatlıdır, yeşildir, Allah, sizleri oraya halifeler kılmıştır. Nasıl ameller işleyeceğinize bakmaktadır. Dünyadan sakının. Kadınlardan sakı­nın. Zira İsrailoğullannın ilk fitnesi kadınlar olmuştur. [230]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/461-463.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/465.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/466.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/467.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/467.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/467.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/467.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/468.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/468.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/469.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/469.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/470.

[13] Buhârî, K. et-Tevhid, b. 15, 22, 55/Müslim k. ct-Taberi b. 14, 16, IÎ.N. 2751/rimıizî, K. ct-Davât b. 100 HN. 3541

[14] Müslim K. et-Tevbe b. 21 HN. 2753

[15] Müslim, k. et-Tevbe b. 19 HN. 2752

[16] Buharı, K. et-Tevhid, bab: 15, 22, 28, 55/Müslim, K. et-Tevbe, bab: 14,16, Hadis No: 2751, Timıizî, K. ed-Dâvât, bab: 100, Hadis No: 3541

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/470-472.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/472-473.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/473.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/473.

[20] Âl-i İmran suresi, ayet: 185

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/473-474.

[21] Buharı, K. el-İ'tisarn bab: 3, K. el-Kıuler, bab: 12 K. el-Da'vûl, bab: 18/Milslim, K. es-Sa-lah, bab: 194, 205, 206, Hadis No: 471, 477, 478.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/474.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/475.

[23] Bkz. FiZilalilKuran, c. 5, s. 127                                                        

Bu fiye t-i kerimeyi: "De ki "Şahitlik bakımından hangi şey şahittir" şeklinde tercüme eden­ler de vardır. Ancak biz,, Allah lafzından sonra bir "IIüvc" zamirinin takdir edilmesinin uy­gun olacağını söyleyen görüşü tercih ederek âyeti, "De ki: şahitlik yönünden hangi şey da­ha daha yücedir? "De ki "Allahlir. O, benimle sizin aranızda şahittir." şeklinde izah etmeyi tercih ettik.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/475.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/476.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/476.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/477.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/477.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/477-478.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/478.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/478-479.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/479.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/480.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/480.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/480-481.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/481.

[36] Hadid suresi, âyet: 20

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/482.

[37] el-Müstedrek, Hâkim, k. et-Tefsir sure el-En'am c. 2, s. 315.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/482-483.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/484.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/484-485.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/485.

[41] Furkan suresi, ayet: 7,8.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/485-486.

[42] Ahmed b. Hanheİ, MÜsned, c. 2, s. 235, 301

[43] Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 2, s. 390, c. 3, s. 29

[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 5, s. 162

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/486-488.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/488.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/488.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/489.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/489.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/489.

[51] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 145

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/490.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/490-491.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/491.

[54] En'am suresi, âyet: 82

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/491.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/492.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/492.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/492-493.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/493.

[59] Kehf suresi, 18/28

[60] Kehf suresi, âyet: 28

[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/493-496.

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/496.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/497.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/497.

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/498.

[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/498.

[67] Lokman suresi, fıyet: 34

[68] Biliniri, K. Tefsir el-Kıır'an sure 6, bab: 1, sure 3İ hah:

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/499-500.

[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/500.

[70] Ra'd suresi, âyet: 11

[71] Kal" suresi, âyei: 17

[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/500-501.

[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/501.

[74] İsra suresi, âyet: 67

[75] Yunus sûresi, âyet: 22, 23

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/501-502.

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/502.

[77] Mülk suresi, âyet: 16, 17

[78] Tirmizi, K. e!-Fiten bab: 14, HN. 2175

[79] Buhari, K. Tefsir cl-Kıır'iın Küre 6, bab: 2

[80] Ahmed b. HAnbel c. 4, s. 123/Müslim, K. el-Fiten, b. 19 H.N. 2889

[81] Tirmizi, K. el-Fiten bab: 21, HN: 2185

[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/502-507.

[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/507.

[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/507-508.

[85] İbn-i Mâce, k. el-T:ılak bab: 16, Hadis No: 2045

[86] Nisa sureyi, âyet: 140

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/508.

[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/509.

[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/509-510.

[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/510.

[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/511.

[91] Sa'd suresi, âyet: 27

[92] Tirmizî.K. Tefsir cl-Kıır an, sure 34, Hadis No: 3243

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/511-512.

[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/512-513.

[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/513-514.

[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/514-515.

[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/515-516.

[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/516.

[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/516.

[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/517.

[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/517.

[101] Buharı, K. el-Enbiya, batı: 41/Ahmcd b. IIAnbel, MÜsned, c. 1, s. 424

[102] Ahmed b. IIAnbel, Müsned, c. 4, s. 359

[103] Ahmed b. IIAnbel, Müsned, c. 4, s. 359

[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/518-520.

[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/521.

[106] Hud suresi, âyet: 72, 73.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/521.

[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/522.

[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/522.

[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/522.

[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/523.

[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/523-524

[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/524-525.

[113] Nisa suresi, 4/153

[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/525-527.

[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/527.

[116] Muhammini suresi, fıyet: 27

[117] Buhari K. et-Tabir bab: 40

[118] Buhari K. et-Tabir bab: 40

[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/528-530.

[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/530.

[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/531.

[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/531.

[123] Mülk suresi, ayet: 5

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/531-532.

 

[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/532-533.

[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/533-534.

[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/534.

[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/534.

[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/535.

[129] Kıyamet suresi, 75/22, 23

[130] Yunus suresi, 10/90

[131] Şuara suresi, 26/61

[132] Bkz. Kıyamet suresi, 75/22, 23

[133] Şura suresi, 42/51

[134] Lokman suresi, 31/34

[135] M:ıide suresi, 5/67

[136] Buhari, K. Tefsir el-Kııran sures 53, bab: 1

[137] Kıyamet suresi, 75/22, 23

[138] Multafifin sureyi: 83/15

[139] Buharı, K. el-Mevakıt, bab: İd, b:ıb: 26, K. el-Ezan, bab: 129, K. et-Tcfsir, .Sure 50, bab: 2, K. er-Rik:ık, bab: 52, K. et-Tevhid bab: 24/Ebu DâvÛ.İ, K. es-Sünne, bab: 19, Hadis No: 4729 Tirmizî, K. el-Cennet, bab: 16, Hadis No: 2551

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/535-541

[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/542.

[141] Nah! suresi, 16/103

[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/542-543.

[143] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/543.

[144] Müslim, K. el-îman, bab: 146, Hadis No: 90/Tirmizi, K. e!-Birr, bab: 4, Hadis No: 1902 Ahmed b. Hanbel, MUsncd c. 2, s. 164, 195, s. 214, 216.

[145] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/544-545.

[146] Araf suresi 7/12

[147] Taberi, c. 7, s. 2tO/İhn-i Kesir, c, 2, s. 164

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/545-546.

[148] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/547.

[149] İsta suresi, âyet: 90-93

[150] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/547-548.

[151] Nuseî, K. el-İKtinze, bab: 48/Ahmed b. Ilanbcl, MÜsncd, c. 5, .s. 178, 265

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/548-549.

[152] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/549.

[153] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/550.

[154] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/550.

[155] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/551.

[156] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/551.

[157] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/551.

[158] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/552.

[159] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/552-553.

[160] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an sure 6, UN. 3069

[161] En'am 6/112

[162] Üzerine Alkıhın ismi anılmadan kesilen hayvanların etlerinin yenip yenmeyeceğine dair geniş bilgi için, Maİde .süresinin üçüncü âyetinin izahına hıkınız

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/553-556.

[163] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/556-557.

[164] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/557.

[165] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/558.

[166] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/558-559.

[167] Tirmizî, K. el-Rıcl:ıil ei-Kur'an, hah: 14, Hadis No: 2lM)('ı/Dnri[nî, K. el-F;ıd;ıil, el-Kur'an büh: 1

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/559-560.

[168] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/560.

[169] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/560-561.

[170] Zuhrui" suresi, uyut: 36

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/561.

[171] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/561-562.

[172] İsra suresi, âyet: 15

[173] Fatır suresi, ûyet: 24

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/562-563.

[174] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/563

[175] Muhammed suresi, ayet: 38

[176] Fatır suresi, ayet: 15,16

[177] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/564.

[178] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/565

[179] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/565-536.

[180] Nahl suresi, 5yel: 53,59

[181] Tekvir suresi, âyet: 8,9

[182] Tekvir suresi, âyet: 14

[183] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/566-567.

[184] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/567-568.

[185] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/568-569.

[186] Buharı, K. d-Mcnukih, kıb: 12

[187] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/569-570.

[188] Kalcın suresi, âyet. 17-33

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/570-573.

[189] Yasin suresi, âyet: 71-73

[190] Nahl suresi, âyet: 66, 80

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/573-574.

[191] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/575.

[192] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/575-576.

[193] Muitte suresi, âyet 3                        

[194] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/576-577.

[195] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/578.

[196] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/578.

[197] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/578-579.

[198] En'am suresi, âyet: 35

[199] Mâide suresi, âyet: 48

[200] Yunus suresi, âyet: 09

[201] Hud suresi, âyet: 118

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/579.

[202] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/580.

[203] Nisa suresi, âyet: 48

[204] İsra suresi, nyot: 23

[205] Lokman suresi, fıyet; 14

[206] Buharı, K. cl-Cihad, bab: 1, K. et-Tevhid, h;ıb: 48/Müslim, K. cl-lmam, bnb: 137, Ilntlis No: 85

[207] Buhnri, K. Tefsir ei-Kur'im, Sum 2, bab: 3, sure 25, bah: 2/ Müslim, K. el-İman hah: 141, 142, Hadis No: 86

[208] îsra suresi, âyet: 32

[209] Nisa suresi, fiye t: 94

[210] Buharı, K. cd-Diyat, bab: 6/Mllslim, K. el-Knsame, bab: 25, 26, lhıdis No: 1676

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/580-583.

[211] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/583-584.

[212] İbn-i Mace, K. el-Mııkiidtlime hah: 1/Darimî, k. el-Mıtkatlcliınc, bab: 23

[213] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/584-585.

[214] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/585-586.

[215] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/586.

[216] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/586-587.

[217] Tirmizi K. Tefsir cl-Knr'an sure fi, Hadis No: 3071

[218] Buharı, K. Tefsir ol-Kur'an sure 6, b. 9 Müslim K. el-lman b. 248, UN. 157

[219] Mü.slim, K. el-İman b. 250. IIN: 159

[220] İbn-i M;ıce K. d-Filen bab: 32 IIN. 4070

[221] Müslim, K. el-tmıın b. 249,1!N: 158.

[222] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/587-591.

[223] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/591-592.

[224] Alımcı! h. î-hınbcl, Miisncd, c. 4, s. 346

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/593-594.

[225] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/594.

[226] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/594.

[227] En'am suresi, âyet: 79, 162, 163

[228] Fûtır suresi, âyet: 18

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/595-596.

[229] Zuhruf suresi, âyet: 32

[230] Müslim, k. ez-ZUcr, bab: 99, Hadis No: 2742yTirmizî, K. el-Fiten, b. 26, Hadis No: 2191/îbn-i Mâce, K. el-Fiten, bab: 19, Hadis No: 4000

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/596-597.