HUD SURESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 3

Nüzul Sebebi 4

Âyetlerin Tefsiri 4

Edebî Sanatlar. 6

Bir Nükte. 6

Bir Uyarı 7

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 8

Kelimelerin İzahı 8

Âyetlerin Tefsiri 8

Edebî Sanatlar. 11

Faydalı Bilgiler. 11

Bir Nükte. 11

Bir Uyarı 11

Seyyid Kutub'un Fî Zılâli'l-Kur'ân Adlı Tefsirinden İktibaslar. 12

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 13

Kelimelerin İzahı 13

Âyetlerin Tefsiri 13

Edebî Sanatlar. 16

Bir Uyarı 16

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 17

Kelimelerin İzahı 17

Âyetlerin Tefsiri 18

Edebî Sanatlar. 21

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 22

Kelimelerin İzahı 22

Nüzul Sebebi 23

Âyetlerin Tefsiri 23

Edebî Sanatlar. 25

Bir Uyarı 26

Faydalı Bilgiler. 26

 


HUD SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 123 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Hûd sûresi Mekke'de inmiştir. İslaimn temel inançlarına, "Tevhid, ri-sâlet, Öldükten sonra dirilme ve hesaba" ağırlık verir. Peygamber (s.a.v.)'in müşriklerden gördüğü eziyetler dolayısıyle ona teseliî etmek için peygamberlerin kıssalarına geniş şekilde yer verir. Rasuluilah (s.a.v.) özellikle am­cası Ebu Tâlib'in ve eşi Hz. Hatice'nin vefatından sonra geçirdiği o zor dö­nemde müşriklerden eziyet görüyordu. Sabır ve sebat hususunda kendinden önceki peygamberlere uyması için, âyetler ona, peygamber kardeşlerinin başlarına gelen çeşitli belâ ve musibetleri anlatmak üzere iniyordu.

Bu mübarek sûre, âyetleri muhkem kılınmış ve kendisine herhangi bir bozukluk ve çelişkinin gelemeyeceği Kur'an-ı Kerim'in yüceliğini gös­tererek başlar. Çünkü Kur'an, kulların yararına olan şeylerden hiçbirisi ken­disine gizli kalmayan, herşeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın indir­diği bir kitaptır. Bundan sonra, aklî deliller getirerek İslamî davetin unsur­larını arzeder. Bunu iki grup, yani hidâyet ve dalâlet grupları arasında mu­kayese yaparak sunar. Bu iki grup için misal getirir. Bu misalle, mü'min-lerle kâfirler arasındaki korkunç farkı açıklar. Güneşin karanlıklarla ay­dınlık arasındaki farkı gösterdiği gibi, bu iki grup arasındaki farkı gösterir : Bu iki grubun durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?[1]

Bundan sonra sûre, mübarek peygamberlerden söz eder. Nûh tufa­nından, Hz. Nûh ve onunla beraber gemiye binmiş olan mü'minlerden başka kurtulan olmadığı için, insanlığın ikinci babısı sayılan Hz. Nuh'un kıssası ile konuya başlar. Bu tufanda, onlardan başka yeryüzünde bulunan herkes boğuldu. Hz. Nûh, peygamberlerin en uzun ömürlüsü, en çok belaya uğraya­nı ve en çok sabredenidir.

Bundan sonra, Allah'a davet hususundaki değerli gayretleri dola-yısıyle kendisini ebedîleştirmek için bu mübarek sûreye adı verilmiş olan Hûd (a.s)'un kıssasını anlatır. Yüce Allah onu, zorba ve kibirli olan Ad kavmine peygamber olarak göndermişti. Ad kavmi, vücutlarının kuvvetine al-danarak: "Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler de Allah c.c. onları uğul­tulu azgın bir fırtına ile helak etti. Kibirli ve zorbaların ibret ve nasihat almaları maksadıyle âyet-i kerimeler onlardan geniş geniş bahseder:

İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; peygamberlerine âsî oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.. Biliniz ki, Ad kavmi Rablerini inkâr etti. Şunu da bilin ki, Hûd'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetin­den uzak kılındı.[2]

Bundan sonra ardarda, Allah'ın peygamberleri Salih (a.s), Lût (a.s), Şuayb (a.s), Mûsâ (a.s) ve Hârûn (a.s)'ın kıssaları gelir. Allah onların hepsi­ne rahmet ve bereketini ihsan etsin. Bunları, bu kıssadaki öğüt ve ibretlerle doğrudan ilgili olarak Allah'ın zalimleri helak etmesi konusu takip eder. İşte bu, halkı helak olmuş memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta kalan da vardır, biçilmiş gibi olan da vardır. Rabbin, haksızlık eden memleketleri yakaladığında, onun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem verici, pek çetindir![3]

Bu mübarek sûre, peygamberlerin kıssalarını anlatmaktaki hikmeti açıklayarak sona erer. Bu, geçmiş asırlarda peygamberleri yalanlayanların başlarına gelenlerden ibret alınması ve bu sıkıntı ve musibetler karşısında peygamber (s.a.v.)'in maneviyâtını yükseltmek içindir.

Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, mü'minlere de bir öğüt, bir uyan gelmiştir.. Öyle ise ona kulluk et ve ona dayan. Rabbin, sizin yaptıklarınızdan gafil değildir."[4]  Başlangıcı ile bitişi birbirine uygun olsun diye, sûre bu şekilde, tevhid ile başladığı gibi tevhid ile sona erer. [5]

 

Bismillâhirrahmânirrahim

1. Elif, Lâm, Râ. (Bu), hikmet sahibi (ve) her şeyden   haberdar   olan   Allah   tarafından   âyetleri sağlamlaştıril- mış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.

2. Allah'tan başkasına İbâdet etmemeniz için indi­rildi. Şüphesiz ki ben, onun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcı ve m üj del ey içiyim.

3. Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için indirildi. Eğer bunu yaparsanız, Allah sizi, muayyen bir müddete kadar güzel bir şe­kilde yaşatır ve iyi amel işleyen herkese amelinin karşı­lığını verir. Eğer yüzçevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım."

4. Dönüşünüz yalnız Allah'adır. O, her şeye ka­dirdir.

5. Bilesiniz ki, inanmayanlar ondan düşmanlık­larını gizlemeleri için göğüslerini bükerler. İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahî, Allah on­ların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü o, kalblerin özünü bilendir.

6. Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın ü/erinedir. Allah o canlının durduğu ye­ri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi, açık bir kitaptadır.

7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı husu­sunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, "Ölümden  sonra muhakkak diriltileceksiniz."   desen, kâfir olanlar derhal, "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir." derler.

8. Andolsun eğer biz onlardan azabı sayılı bir za­mana kadar ertelesek, mutlaka  "Onu engelleyen ne­dir?" derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay et­mekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.

9. Eğer insana tarafımızdan bir rahmet taddırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.

10. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet taddırırsak, elbette "Kötülükler benden gitti." der. Çünkü o şımarıktır, kibirlidir.

11. Ancak sabredip güzel iş yapanlar böyle de­ğildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.

12. Belki de sen, "Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötü­rü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmım terk edecek­sin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.

13. Yoksa, "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki:  "Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabil-diklerinizi çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin."

14. Eğer size cevap vermiyorlarsa, bilin ki, o an­cak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka da tanrı yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?

15. Kim, dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların işlerinin karşılığını orada onlara tam ola­rak veririz ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.

16. İşte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler de bâtıldır.

17. Rabbin tarafından açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca kendi­sinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitâb'ı elinde bulunan kimse inkarcılar gibi midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Toplumlardan herhangi biri onu inkâr ederse işte onun varacağı yer cehennem ateşidir. Bundan şüphen olmasın; zira bu, se­nin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat in­sanların çoğu inanmazlar.

18. Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâ­lim olabilir? Onlar Rablerine arz edilecekler, şahitler de, "İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir." diyecekler. Bilin ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerine­dir!

19. Onlar, Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğ­riltmek isteyenlerdir. Onlar özellikle âhireti inkâr ederler.

20. Onlar yeryüzünde  (Allah'ı)  âciz bırakacak değiller ve onları Allah'ın azabından koruyacak dost­ları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar, ne görebiliyorlar, ne de kulak verebiliyorlardı.

21. İşte onlar kendilerine yazık ettiler. Uydur­makta oldukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti.

22. Şüphesiz onlar, âhirette en çok ziyana uğra­yanlardır.

23. İnanıp da güzel işler yapan ve Rablerine gö­nülden boyun eğenlere gelince, işte onlar cennet ehli­dirler. Onlar orada ebedî kalırlar.

24. Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile gören ve işiten kimselerin durumu gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?

 

Kelimelerin İzahı

 

Muhkem kılındı. bozulmaya mâni olmaktır. Bir kimse bir şeyi, ona bozukluk veya fesat arız olmayacak şekilde yaptığında, denir.

Onun barınağı. Müstekar, dünyada sığınıp barınacağı yer de­mektir.

Varacağı yer. Müstevda; öldükten sonra varacağı yer. Sayılı bir ümmet. Burada ümmet, zamandan bir süre, yani yıllardan sınırları belirtilmiş bir süredir. Kurtubî şöyle der: Ümmet, sekiz ayn mânâya kullanılan müşterek bir isimdir. Bu mânâlar : Cemaat, millet, iyi özellikleri kendisinde toplayan adam, zaman, peygamberlere uyanlar ve benzerleri.[6]

Mirye, kuşku ve şüphe demektir.

Kayboldu, yok oldu.

Lâ cereme, bu ikisi tek bir kelime olup hak manasınadır. Bu, Halîl ve Sîbeveyh'İn görüşleridir.

Boyun eğdiler. zillet ve boyun eğmek manasınadır.

Esamm; işitmeyen, kendisinde sağırlık olan kimse. [7]

 

Nüzul Sebebi

 

Kurtubî, İbn Abbas'tan gelen bir rivayette şöyle der: Ahnes b. Şureyk, tatlı dilli ve güzel konuşan bir adam idi. Rasulullah (s.a.v.)'a, onun hoşuna giden şeyler söyler, kalbinde ise onu üzecek inançlar saklardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyet-i kerimeyi indirdi: Bilesiniz ki onlar, Allah'tan gizlenmek istedikleri için düşmanlık­larını kalplerinde gizliyorlar.[8]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Elif, lâm, râ. Bu, Kur'an'ın i'cazma ve onun bu harfler gibi heca harflerinden meydana geldiğine bir işarettir. İbn Abba, bunun; "Ben Al­lah'ım, görürüm" mânâsına geldiğini söyler. O, değeri yüce bir kitaptır, âyetleri sağlam bir şekilde tanzim edilmiştir. Ona ne bir bo­zukluk ve ne bir çelişki arız olmaz. Onda helâl, haram ve kulların dünya ve ahiret işlerinde muhtaç oldukları şeyler açıklanmıştır. O, Allah katmdandır. Onu, işlerin nasıl olduğunu ve her şeyden haber­dar olan Allah açıklamıştır. İşte bunun içindir ki, âyetleri en güzel bir şe­kilde muhkem kılındı ve en güzel bir şekilde açıklandı. [9]

 

2. Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için böyle yapıldı. Şüphesiz, ben, Yüce Allah tarafından size gön­derilmiş bir peygamberim. İnkar ederseniz azabına uğrayacağınızı size ha­ber veriyorum? İman ederseniz, onun sevabını kazanacağınızı size müjdeli­yorum. [10]

 

3. Günahlardan dolayı Rabbinizin affını is­temeniz, samimiyetle tevbe etmeniz, Allah'a yönelmek ve ona itaat etmek suretiyle tevbenizde dosdoğru devam etmeniz için indirildi. Böyle yaparsanız Yüce Allah bu dünyada size, geniş rızık ve müreffeh bir hayat gibi yüce menfaatler sağlar, Bu, belirli bir zamânâ yani ömürleriniz sona erinceye kadar devam eder. O, güzel amel işleyen herkese, amelinin karşılığını verir. Eğer iman etmek ve Allah'a itaat etmekten yüzçevirirseniz,Ben cidden, size, büyük günün, yani kıyamet gününün azabının gelmesinden korkarım, içinde şiddetli sıkıntılar bulunduğu için o, büyüklükle nitelendi­rildi. [11]

 

4. Ölümden sonra dönüşünüz sadece Yüce Allah'adır. O sizi öldürmeye, sonra diriltmeye, yalanlayanları cezalandırmaya, her şeye kadirdir. Hiç bir şey onu âciz bırakamaz. Bu âyette büyük bir tehdit vardır. [12]

 

5. Bilesiniz ki onlar Allah'tan gizlenme­leri için, peygambere ve mü'minlere olan düşmanlıklarını kalplerinde gizliyorlar. Onlar bununla Allah'tan gizlenmek istiyorlar ki, onları rezil etme­sin. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet Ahnes b. Şüreyk hakkında indi. Rasulullah (s.a.v.)'la sohbet eder ve onu gerçekten sevdiğine dair yemin eder, kalbinde ise söylediklerinin aksini gizlerdi.[13]  Kurtubî şöyle der: Yüce Allah müşrik­lerin, hallerinin Allah'a gizli kalacağını zannederek peygambere ve mü'­minlere düşmanlık ettiklerini haber verdi.[14] İyi bilin ki onlar, elbiseleriyle örtündüklerinde Allah, onların giz­lediklerini de bilir, açığa vurduklarını da bilir. Sanki âyet şöyle der : Elbis­elerinizle örtünüp kapanmanızın, sizi  Allah'tan gizleyeceğini sanmayın. Bilakis Allah, sırlarınızı ve açıkça yaptıklarınızı bilir. Hallerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz. Şüphesiz O, kalplerde olanı bilendir. [15]

 

6. Yeryüzünde yürüyen insan veya hayvan ne varsa, Allah, hepsinin rızkım lütuf ve keremi ile üzerine al­mıştır. Yaratıcı o olduğu gibi, rızık verendir de odur. Allah onun durduğu yeri ve konulacağı yeri bilir. İbn Abbas şöyle der: Onun durduğu yer, yeryüzünde barındığı yerdir. Konulacağı yer ise, ölüp gö­müleceği yerdir.[16] Rızıklar, kader ve ömürler, hepsi Levh-i Mahfûz'da yazılıdır. [17]

 

7. Gökleri ve yeri, dünya günle­rinden altı gün kadar bir zaman içersinde yaratan odur. Bu âyette, kulları işlerinde teenni ile hareket etmeye teşvik vardır. Zira kâinatı göz açıp ka­payacak kadar bir zaman içinde yaratmaya kadir olan Allah onu altı günde yarattı. O'nutı Arş'ı, gökleri ve yeri yaratmadan önce su üzerinde idi. Zemahşerî şöyle der: Onun altında mahlûkât yoktu. Burada Ar-ş'ın ve suyun göklerden ve yerden Önce yaratılmış olduğuna delil var­dır.[18] Onları yüce bir hikmete binâen, sizi imtihan et­mesi, böylece iyi ile kötünün ortaya çıkması ve amellerinize göre sizi ce­zalandırması için yarattı. Ey Muhammed! Eğer o Mekke kâfirlerinden olan inkarcılara, "Siz öldükten sonra mutlaka hesap için diriltileceksiniz" desen, elbette, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri inkâr eden kâfirler, "Bu Kur'an apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derler. [19]

 

8. Eğer onlardan azabı kısa bir süre için ertelesek o zaman mutlaka alay ederek, "O azabın inmesine engel olan ne?" derler. Bilsinler ki, kendile­rine azap geldiği gün, azap onlardan uzaklaştırılacak değildir. Alay etmekte oldukları şeyin cezası indi ve onları kuşattı. [20]

 

9. Eğer biz insana türlü nimetleri yani sıhhat, emniyet, rızık ve benzeri nimetleri ihsan etsek Sonra o nimetle­ri ondan çekip alsak, jyi Şüphesiz o, Allah'ın rahmetinden ümit keser ve şiddetle onu inkâr eder. [21]

 

10. İnsanın başına daha önce sıkıntı ve fa­kirlik, hastalık ve darlık gibi belâlar geldikten sonra, biz ona nimet ihsan etsek, elbette, "Fakirlik, yoksulluk ve musibetler artık ke­sildi. Bu günden sonra, asla onlar başıma gelmeyecek" der. Şüphesiz ki o, nimetlere aldanmış ve şımarmıştır. Kendisine verilen nimet­lerle insanlara büyüklük taslar. Bu âyet, sıkıntılı anlarda ümitsizliğe düşen ve nimetler ihsan edildiğinde de şımaran kimseleri kınamaktadır. İnsanla­rın âdeti budur. [22]

 

11. Ancak sıkıntılı anlarda sabreden, bol­luk anlarında da hayır işleyen mü'minler müstesnadır. Onlar sımtılı halle­rinde de, bolluk anlarında da iyi amel işlerler. İşte bu güzel sıfatları taşıyanların günahları  için bir af, âhirette de büyük bir mükâfaat, yani cennet vardır. Ebu Hayyân şöyle der: Sevabın "büyük" diye nitelenmesinin sebebi şudur: O, ebedî nimetleri, azaptan emin olmayı, Al­lah'ın kendilerinden razı olmasını ve O'nun yüce zâtına bakmayı kapsar.[23]

 

12. Belki de sen, sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını terkedeceksin. Müşrikler, Rasûlullah'a (s.a.v.) bir hazine getirmesini veya kendisiyle beraber bir meleğin gelmesini teklif ediyorlar ve Kur'an ile alay ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Mu­hammedi Belki de sen, onlar alay ettikleri için Rabbinden sana indirilenin bir kısmını terkedip, onlara tebliğ etmeyeceksin. Yalanlanır korkusuyla, Rabbinden sana inen âyetleri onlara tebliğ etmekten ruhun dar­alır. Bundan maksat Rasulullah (s.a.v.)'ı risaleti tebliğe ve ona düşmanlık edenlere aldırış etmemeye teşvik etmektir. Çünkü onlar, "Ona çokça mal inse ya" diyorlar. Yahut, "Teklif ettiğimiz gibi, onunla beraber onu tasdik eden bir melek gelse ya" diyorlar. Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.v.)'in görevini sınırlandırarak şöyle buyur­du Ey Muhammed! Sen, suçluları Allah'ın azabından korkutan bir uyarıcıdan başkası değilsin. Allah ise her şeyin ve­kilidir. Yani kulların işlerini yürütür, onların amellerini gözetir. [24]

 

13. Yoksa onlar, "Bu Kur'an'ı Muhammed kendisi uydur­du" mu diyorlar. De ki, "Eğer durum öyle ise, siz fasih Araplarsınız, fesahat ve belagatta onun benzeri uydurulmuş on sûre getirin" Bu Kur'an'm uydurulmuş ol­duğu hususunda doğru söylüyorsanız, Allah'tan başka dilediğinizi yardıma çağırarak bunu yapın. [25]

 

14. Yardıma çağırdıklarınız size icabet etmez ve bundan âciz kalırlarsa, bilin ki, ey müşrikler! Bu Kur'an ancak Allah'tan bir vahiyle inmiştir, Bu mu'ciz Kur'an'ı indiren Allah'tan başka bir rab ve ma'bûd olmadığını da bilin. Bu cümle lafzan soru,, mânâ itibariyle emirdir. Yani, bu kesim delil ortaya çıktıktan sonra artık müslüman olun. Çünkü sizin için buna mani olacak bir özür kalmadı. İbn Cüzey şöyle der: Bu sorunun mânâsı, İslama çağırmak ve kâfirleri müslüman olmaya zorlamaktır. Çünkü onların, Kur'an'ın benzerini getirmekten âciz kalmaları İslamın doğruluğuna bir delil olmuştur.[26]

 

15. Kim âhirete inanmadığı için, iyi amel­leri ile sadece dünya nimetlerini elde etmek istiyorsa, Onların amellerinin karşılığını, dünyada sevdikleri şeylerle yani sıhhat, emniyet ve rızıkla eksiksiz olarak öderiz. Dünyada onların ücretlerinden hiçbir şey eksik ödenmez. Katâde şöyle der: Kimin niyeti ve gayreti dünyayı elde etmeye yönelikse, Allah onun iyi işlerinin karşılığını dünyada verir. Sonra, karşılığı verilecek hiçbir iyiliği kalmaksızın ahirete gider.  Mü'mine  gelince, iyi amellerinin karşılığı dünyada ona verilir. Âhirette de ayrıca sevabı verilir.[27]

 

16. İşte hedefleri bu dünya olan o kimseler var ya, âhirette onlar için cehennem ateşi ve onun devamlı azabından başka bir şey yoktur, Onların işlemiş olduğu sâlih ameller boşa çıkar. Çünkü onlar, amellerinin karşılığını dünyada tam olarak aldılar. Bu cümle, önceki cümlenin tekididir. Yani, onların dünyada yapmış olduğu hayırlar boşa çıkmıştır. [28]

 

17. Bu sorunun cevabı mahfuzdur. Apaçık bir nur ve Allah tarafından kesin bir delil üzerinde olan peygamber ve mü'minler, dünya hayatını isteyen gibi mi olur? Yüce Allah bu ikisi arasında büyük bir fark olduğunu göstermek istiyor. Yani, Allah'ı isteyen ile dünyayı ve onun zinetini isteyen eşit olamaz. Allah tarafından onun doğrulu­ğuna şahit olan bir kimse de onu takibeder. İbn Abbas der ki: "Bu şahit Ceb­rail (a.s)'dir. Kur'an'dan önce de şahit olarak, Allah'ın Mûsâ (a.s)'ya indirdiği hayırda önder ve indiği kimseler için bir rahmet olan Tevrat vardır. İşte, Rablerinden bir nur üzerinde bulunmakla nitelenmiş  olan o kimseler, Kur'an'ı  tam mânâsıyle tasdik ederler, Din mensuplarından kim Kur'an'ı inkâr ederse, onun için mutlaka gireceği bir cehennem ateşi vardır. Sakın bu Kur'an hakkında bir şüpheye düşme. Şüphesiz o, Allah tarafından indirilmiş değişmez gerçektir, Fa­kat insanların çoğu, onun âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğine inanmaz. [29]

 

18. Allah'a ortak ve çocuk nisbet etmek suretiyle onun hakkında yalan uydurandan daha azgın ve daha zâlim hiç kimse yoktur, İşte onlar, kıyamet gününde, mahlûkâtla beraber, kendilerini yaratan ve onlara sahip olan Allah'a arz edilirler. Onların amellerine şahit olan mahlûkât ve melekler, "Bunlar Allah'a karşı yalan söyleyenlerdir" derler. Bundan mak­sat, onların âhirette halkın huzurunda ayapılarının ortaya çıkarılması ve re­zil edilmeleri ve cezalardırılmaları için teşhir edilmeleridir. Bilin ki, Allah'a karşı haksızlık ve iftiralarından dolayı, Allah'ın lane­ti zalimleredir. Lanet, Allah'ın rahmetinden kovulmak demektir. [30]

 

19. Onlar hakka uymak ve Allah'a götüren hidâ­yet yoluna girmekten insanları alıkoyanlar ve yolun eğri ol­masını yani Allah'ın dininin kendi arzularına göre eğrilmiş olmasını iste­yenlerdir. Onlar âhireti inkâr eden, öldükten sonra diril­meyi, haşir ve neşri kabul etmeyenlerdir. [31]

 

20. Allah onlara mühlit verse de, Allah'ın azabından kurtulacak değillerdir. Onlara dostluk edecek veya onları Allah'ın azabından koruyacak kimseleri yoktur. Suçları ve taşkınlıkları yüzünden onların azabı kat kat olur. Bu cümle, müste'nefe cümlesidir, Onların azaplarının şiddetli ve kat kat olmasının sebebi şudur. Yüce Allah onlara

kulak ve göz verdi. Fakat onlar hakkı dinlememek için sağır, ona uymamak için de kör gibi davrandılar. Allah'ın kendilerine lütfetmiş olduğu duyu or­ganlarından faydalanmadılar. [32]

 

21. İşte onlar öyle kimselerdir ki, dünya ve âhiret saadetini kaybettiler, cehennem ateşine girdikleri için rahatlarını yitir­diler. Şefaatlerine inandıkları ilâhlar da kaybolup git­ti. [33]

 

22. Gerçek şu ki onlar, kıyamet gününde en çok zarara uğrayan insanlardandır. Ziyanları onlardan daha açık olan hiçkimse göremezsin. Çünkü onlar geçici olanı ebedî olana tercih ettiler ve cennetleri bırakıp onların yerine cehennem ateşini aldılar. Yüce Allah bed­baht kâfirlerin durumunu anlattıktan sonra mutlu mü'minlerin durumunu açıklayarak şöyle buyurdu: [34]

 

23. İman ile salih ameli birleş­tiren ve Allah'a boyun eğenler var ya, İşte onlar cennet ehlidir. Orada kendilerine nimetler verilecek ve oradan asla çıkarıl­mayacaklardır. İhbât, Allah'a güvenip sükûnet bulmak, O'na boyun eğmek ve sadece O'na ibâdet etmektir. [35]

 

24. Bu iki grubun yani mü'minlerle kâfirlerin durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumuna benzer. Ze-mahşerî şöyle der: Yüce Allah kâfirler grubunu körlere ve sağırlara, mü1-minler grubunu da görenlere ve işitenlere benzetti. Bu, leff ve tıbak sanat-larındandır.[36]  Yani, bu iki grubun enteresan durumu, kendisinde işitme ve görme duyuları bulunan kimsenin durumuna benzer, Bunların durumu eşit olur mu? Bu soru inkâr ifade eder. Yani bu ikisinin durumu eşit değildir. Hakkın nurunu gören ve onun ziyasıyle aydınlanan kimsenin duru­mu, dalâlet karanlıklarında bocalayan ve saadet yolunu bulamayan kimse­nin durumuna benzemez. üıtel Hâlâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? Bundan maksat iman ve itaat ehli ile inkâr ve isyan ehlini birbirinden ayırmaktır. [37]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Büyük bir günün azabı." Azabın, büyük güne izafeti, azabın korkunçluğunu ve şiddetini ifade eder.

2. Gizlediklerini ve açıkladıklarını" Bu kelimeler arasında tıbak vardır. Aynı şekilde bolluk" ile darlık ve  uyarıcı ile müjdeleyici" kelimeleri arasında tıbak vardır.

3. Aşırı derecede ümitsizliğe düşen ve çok inkâr eden" Bu kelimeler mübalağa sıygalarmdandır.

4. Kör ve sağır gibi." Burada teşbih edatı mevcut fakat vecb-i şebeh mahzûf olduğu için mürsel ve mücmel teşbih vardır. Yani, kâfir grubun durumu, görmemek ve işitmemek hususunda kör ve sağırın du­rumuna benzer. Mü'min grubun durumu ise, gören ve işiten kimsenin duru­muna benzer. [38]

 

Bir Nükte

 

Salihlerden biri şöyle der: Günahtan çekilmeksizin istiğfarda bulun­mak yalancıların tevbesidir.[39]

 

Bir Uyarı

 

Daha önce, Kur'an-ı Kerim'in benzerinin getirilmesi için meydan okunmuşken, burada onun benzerinden on sûre getirilmesi için meydan okundu. Zira müşrikler Kur'an'ın benzerini getirmekten âciz kalınca, Kur'an, on sûrenin benzerinin getirilmesi için meydan okudu. Onlar bundan da âciz kalınca belagat, fesahat, gayplardan haber verme, kânun hükümleri koyma ve diğer hususlarda, Kur'an sûrelerine benzer bir sûre getirilmesi için onlara meydan okudu. Teşriî hükümler ve benzerleri dokuz çeşittir. Ba­zıları bunu nazım halinde şöyle söylemiştir:

Bilesiniz ki Kur'an ancak   dokuz harftir. Onları sana usanmadan bir şiir beytiyle bildireceğim:

Helâl, haram, muhkem, müteşebih, beşîr, nezîr, kıssa, öğüt ve meseldir.[40]

 

25. Andolsun biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara, "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım," dedi.

26. Allah'tan başkasına tapmayın! Çünkü ben, si­zin için acıklı bir günün azabından korkuyorum."

27. Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sâdece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Düşünmeden hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz".

28. Dedi ki: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tara­fından açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi ka­tından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?

29. Ey kavmim!  Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfaatım ancak Allah'a aittir. Ben îman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar­dır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk ola­rak görüyorum."

30. "Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Al­lah'tan kim korur? Düşünmüyor musunuz?

31. Ben size, "Allah'ın hazineleri benim yanımda-dır" da demiyorum. Sizin gözlerinizi hor gördüğü kim­seler için, "Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir." diyemem. Çünkü onların kalblerinde olanı, Allah daha iyi  bilir.  Onları kovduğum  takdirde ben  gerçekten zâlimlerden olurum."

32. Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle mücâdele ettin ve bize karşı mücâdelede çok ileri gittin. Eğer doğru­lardan isen, bize tehdit ettiğin  azabı getir!"

33. Dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz.

34. Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir. Ve O'na döndürüleceksiniz."

35. Voksa, "Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım."

36. Nuh'a vahyolundu ki, "Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak. Öyle ise on­ların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.

37. Gemiyi vahyimizle gözümüzün önünde yap ve zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme! onlar mut­laka boğulacaklardır!"

38. Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, her uğradıkça onunla alay ediyorlardı.  Dedi ki: "Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ettinizse biz de sizinle alay edeceğiz.

39. Kendisim rezil edecek azabın kime geleceğini ve ebedî bir azabın kimin başına İneceğini yakında bileceksiniz."

40. Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca, Nuh'a dedik ki: "Her bir yaratıktan iki çift ile aley­hinde söz geçmiş olanlar dışında aileni ve îman edenle­ri gemiye yükle!" Zâten onunla beraber pek azı îman etmişti.

41. Dedi ki: "Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan pek merhamet edendir."

42.  Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onlarla beraber yüzüp gidiyordu. Nûh, gemiden uzakta bulanan oğluna, "Yavrucuğum! bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi.

43. Oğlu, "Beni sudan koruyacak bir dağa sığına­cağım" dedi. Nûh: "Bugün Allah'ın emrinden merham­et sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur" de­di. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.

44. "Ey yer suyunu yut! Ey gök sen de suyunu tut!" denildi. Su çekilip azaldı; iş bitirildi, gemi de Cûdî üzerine yerleşti. Ve "O zâlimler topluluğu yok olsun!" denildi.

45. Nûh Rabbine duâ edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va'din ise elbette haktır. Sen Hâkimler Hâkimisin."

46. Allah buyurdu ki: "Ey Nûh! O asla senin ailen­den değildir. Çünkü o, sâlih olmayan bir amel sahibi idi. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye edirim!

47. Nûh dedi ki: "Ey Rabbim! Ben, hakkında bil­gim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve merhamet etmezsen, ben ziya­na uğrayanlardan olurum!"

48. Denildi ki: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm ve bereketlerle in! Ken­dilerini faydalandıracağımız, sonra da kendilerine acıklı azabımızın dokunacağı ümmetler olacaktır."

49. İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberle-rindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç, sakınanların­dır.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde Mekkeli kâfirlerin inatlarım, Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlamalarını ve Kur'an'ı kendi uydurdu, diye onu itham etmele­rini anlattıktan sonra burada da Hz. Nuh'un, kâfir kavmi ile olan kıssasını anlattı ki, Peygamberi yalanlayan ve inad eden kimselere bir Öğüt ve ibret olsun. Peygamberin kıssalarını ve onların, kavimleriyle aralarında meyda­na gelen olayları anlattı ki Rasullullah (s.a.v.)'a bir tesellî olsun. [41]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mele; kavmin eşrafı ve ileri gelenleri.

Erâzilüna, bizim aşağı tabakada olanlarımız. Burada erâzilden maksat; fakirler, zayıflar ve sefillerdir. Erâzil; iyilik ve hayırdan hiçbir na­sibi olmayan ve yaptığına aldırış etmeyen sefil mânâsına gelen erzel keli­mesinin çoğuludur.

Karışık geldi. Bir şey bir kimseye kanşık gelir, onu anlamaz ve o şeyin durumu ona kapalı kalırsa,  veya denilir.

Bizimle çok münakaşa ettin. Arap dilinde cedel, münakaşada aşırı gitmektir.

Küçümsüyor.

Fûlk, gemi demektir. Hem tekil, hem çoğul için kullanılır. Tennur, âteşin yandığı yer demektir.

Mûrsâha, onun demirlemesi. Bir şey sabit olup durunca denir. Muzârii dur.

Asım, engel olan. Bir kimse, bir şeye engel olduğunda de­nilir. Benim, kanlarını dökmemi engellemiş olurlar[42] hadisinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Çekildi. Su kendi kendine azaldığı zaman denilir. Suyu azaltan kimse de  der.

Cûdî, Musul yakınlarında bir dağdır. [43]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

25. Yeryüzü kâfirlerin şirki ve kötülükleriyle dol­duktan sonra Nuh'u, kavmine peygamber olarak gönderdik.  Ben, inanmadığınız takdirde sizi Allah'ın azabından sakındıncı ve sizin için bir uyarıcıyım, dedi. [44]

 

26. Onu tevhide yani tek olan Allah'a ibadete çağırsın dîye gönderdik. Ondan başkasına ibadet ederseniz sizin için elem verici şiddetli bir günün azabından korkarım. [45]

 

27. Nuh'un kavminin ileri gelenleri dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi biri görüyoruz. Senin bizden üstünlüğün yoktur. Zemahşerî şöyle der: Burada kendilerinin Peygamber­liğe Nuh'tan daha layık olduklarına ve Allah'ın, peygamberliği, insanlardan birine vermek istediği takdirde mutlaka onu  kendilerinden birine vereceğine tariz vardır.[46]  Sana ancak insanların se­fillerinin uyduğunu görüyoruz. Ibn Cüzeyy şöyle der: Kâfirler câhil olduk­ları ve şerefin mal ve makamla olduğuna inandıkları için, fakirliklerinden dolayı mü'minleri bu şekilde nitelendirdiler. Halbuki durum böyle değildir. Bilakis fakirliklerine ve zayıflıklarına rağmen mü'minler onlardan daha şereflidir.[47]  Bunlar hiç düşünmeden veya tefekkür etmeden, görür görmez sana uyan sefil kişilerdir. Sende ve sana uyan­larda sizi peygamberliğe ehil ve kendisine uyulmaya lâyık kılacak herhan­gi bir meziyet ve bize karşı üstünlük görmüyoruz. Bilakis sizi iddianızda yalancılar sanıyoruz. Onlar Hz. Nuh'a iki yönden galip gelmek istediler. Birincisi: Ona uyanlar toplumun sefilleridir. Önder ve örnek ola­cak kimseler değillerdir. İkincisi: Bununla beraber onlar Hz. Nuh'a düşün­meden uydular. Nuh'un getirdiğinin doğru olup olmama hususunda enine bo­yuna düşünmediler. Düşünmeden ve tefekkür etmeden hemen uydular. On­lar kendilerinden de Hz. Nuh'a iman edenler ve onu tasdik edenlerin bulun­duğuna dair aleyhlerinde bir delil getirilmesin diye böyle söylüyorlardı. [48]

 

28. Hz. Nûh imâna meylettirmek için onlara nezâketle hitap etti. Nûh (a.s) onlara dedi ki: "Ey kavmim! Söyleyin bana, eğer benim, iddiamın doğruluğu hakkında Rabbimden bir de­lilim varsa ve yaptığım iş apaçık ortada ise, Rabbim bana katından özel bir hidâyet yani peygamberlik verdiyse,  iman nu­ru ile sizin aranıza madde girdiği için durum size kapalı kaldıysa, siz ondan hoşlanmadığınız halde biz sizi onu kabul etmeye zorlayacak ve onunla hidâyete ermeye mecbur mu tutacağız? Bu soru inkâr ifade eder. Yani, biz onu yapmayız. Çünkü dinde zorlama yoktur. [49]

 

29. Ey kavmim! Daveti tebliğ için ben sizden ücret istemiyorum. Nasihatıma karşılık mal talep etmiyorum ki, beni İt­ham edesiniz. Ben sevabımı sadece Allah'tan isterim. Çün­kü bana sevap ve mükâfaat verecek olan sadece odur. Ben bu zayıf mü'minleri meclisimden uzaklaştıracak değilim. Sizin iste­diğiniz gibi onları yanımdan da kovmam, Şüphesiz onlar Rablerine dönecekler ve onun yakınlığını elde edeceklerdir. Ben onları nasıl kovarım? Fakat siz, onların kıymetini bilmeyen bir ka­vimsiniz. Onların kovulmasını istiyor ve kendinizin onlardan daha hayırlı olduğunu sanıyorsunuz. [50]

 

30. Kavmim! Onları kovup da zul­mettiğim takdirde, Allah'ın azabından beni kim korur.? Düşünüp de görüşünüzün yanlış olduğunu anlayarak ondan vazgeçmiyor musunuz? [51]

 

31. Ben size çok malım olduğunu söylemi­yorum ki, zenginliğime bakarak bana uyağınız. Ben size gayb: biliyorum da demiyorum ki, ben de bir ilâhhk olduğu zannnıa kapılasınız Ben size, benim meleklerden olduğumu ve size peygamber olarak gönderildiğini söylemiyorum ki, iddiamda yalancı olayım. Ben, bana iman eden ve fakirliklerinden dolayı sizin küçümsediğiniz bu zayıf kimselere, Allah'ın asla hidâyet ve başarı nasip etmeyeceğini söylemiyorum. Allah onların sırlarını ve kalplerinde olanları daha iyi bilir. Şüphesiz ben bunu söylersem, azaba müstehak bir zalim olurum. [52]

 

32. Kavmi Nûh (a.s)'a dedi ki: Sen bi­zimle mücadele ettin ve mücadeleyi çok uzattın. Söylediğin hususta doğru isen, tehdit ettiğin azabı bize getir. [53]

 

33. Azabı acele getirme işi bana ait değil, Al­lah'a aittir. Dilediği takdirde onu size getirecek olan Allah'tır. Siz kaçıp Allah'tan kartulacak değilsiniz. Çünkü O'nun mülkünde ve sultası altındasınız. [54]

 

34. Benim hatırlatmam ve nasihat et­mem de size fayda vermez. Eğer Allah sizi dalâlete düşürmek isterse.. Bu cümle önce geçen kısmın şartıdır. Yani, Allah sizin bedbaht olmanızı ve dalâlete düşmenizi istemişse, benim nasihatim size ne fayda sağlar? Sizi yaratan ve işlerinizde tasarrufta bu­lunan odur. Dönüşünüz ve varışınız sadece O'nadır.  O, yaptıklarınızın karşılığını vercektir. [55]

 

35. Yoksa Kureyş kâfirleri, "Muhammed bu Kur'an'ı ken­dinden uydurdu" mu diyorlar.[56]  Ey Muhammed! Onlara de ki, "Eğer bu Kur'an'ı ben uydurduysam vebalim ve günahım bana aittir. Benim suçumdan siz sorumlu tutulmazsınız. Ben de sizin yalanlamanız ve inkâr etmeniz suretiyle işlemiş olduğunuz suçunuzdan uzağım. Bu âyet Mekke müşrikleriyle alâkalı durumun, inat ve yalanlama hususunda Nûh kavmi müşriklerinin durumuna benzediğine işaret etmek için, Hz. Nûh'(s.a.) in kıssası içinde bir ara cümlesi olarak gelmiştir. [57]

 

36. Allah, Nûh (a.s.)'a, "Sa­na daha Önce iman etmiş olanlardan başkası uymayacak ve senin risâletini tasdik etmeyecek" diye vahyetti. Onların inkârlarına ve seni yalanlamalarına üzülme. Çünkü ben onları helak edeceğim.[58]

 

37. Bizim gözetimimiz ve korumamız altında gemiyi yap. Bizim sana öğrettiğimiz gibi yap. Mücâhid: "Bizim, sana emret­tiğimiz gibi yap" şeklinde tefsir eder. Zâlimler hakkında şefaat etme. Mutlaka ben onları helak edeceğim. Onlar tufanda boğularak yok olacaklardır. [59]

 

38. Nûh gemiyi yapar. Olayı zihinlerde canlandırmak için, geçmiş bir hal, şimdiki zaman siygasjyla hikâye edilmiştir. Yani Rabbini-zin kendisine öğrettiği gibi gemiyi yaptı. Kavminin ileri gelenlerinden bir grup her uğradıkça onunla alay edip gül­düler. Dediler ki: Ey Nûh! Sen dün bir peygamberdin, bugün bir marangoz oldun.! Hz. Nûh şöyle cevap verdi: Bugün siz bizimle alay ediyorsanız, bilin ki, ilerde boğulacağınız zaman, şimdi bizimle alay ettiğiniz gibi, biz de sizinle alay edeceğiz. Siz alay edilmeye bizden daha lâyıksınız. [60]

 

39. Bu bir tehdittir. Yani, yalanlamanın ve alay etmenin sonucunu ilerde göreceksiniz. Kime, zelil eden ve hor dü­şüren azabın geleceğini göreceksiniz. Bu azap boğulmadır. Ve kime devamlı ve kesilmeyen azabın ineceğini göreceksiniz. Bu da cehennem azabıdır. [61]

 

40. Nihayet bizim vadettiğimiz tufan gelip ve tandır kaynayınca, yani içinde ateşin yandığı tandırdan su kaynayınca ge­miyi yükle dedik. Alimler şöyle der: Yüce Allah bunu, Nûh (a.s.) için bir alâmet, kavmi için de bir helak zamanı kıldı. İbn Abbas şöyle der: Tennûr, yeryüzüdür. Taberî şöyle der: Araplar yerin yüzüne adını verirler. Hz. Nuh'a denildi ki: Yerin yüzünde su gördüğün zaman sen ve seninle be­raber olanlar gemiye binin.[62]     İbn Kesir der ki: Tennûr, yeryüzüdür. Yani, arz fışkıran gözeler haline geldiğinde, ateş mahalli olan tandırlardan su fışkırdığında ve yeryüzü su fışkırır hale geldiğinde...Bu, selefin ve halefin cum­hurunun görüşüdür.[63]  dedik ki, mahlûkâtin her sınıfından erkek ve dişi olarak iki tane gemiye yükle. Yakınlarını da, yani helak olacaklarına dair Allah'ın hüküm verdiği kimseler hariç, çocuklarını ve hanımlarını da gemiye bindir. Allah'ın, helak olmalarına dair hükmettiği kişiler, Nuh'un kâfir olan oğlu Kenan İle karısı Vâile'dir. Senin halkından sana iman edenleri de gemiye Nûh (a.s.) 950 sene gibi uzun bir süre aralarında kalmış olmasına rağmen ona çok az kimse iman etti. İbn Abbas şöyle der: Nûh (a.s.)'a iman edenler, kadınları ile birlikte 80 kişi idiler. Ka'b'ten gelen bir rivayete göre ise 72 kişi idiler Bir görüşe göre de 10 kişi idiler.[64]

 

41. Nûh, kendisine iman edenlere, "Gemiye binin" dedi. Onun su yüzünde yüzmesi Allah'ın adıyla olacaktır. Demirlemesi ve durması da Allah'ın adıyla olacaktır. Taberî şöyle der: Ha­reket ettiği zaman da Allah'ın adiyle hareket eder, durduğu zaman da Allah'ın adıyla durur.[65]  Şüphesiz Rabbim, tevbe edenlerin günahını bağışlayıcı, mü'minlere de merhamet edicidir. Zira onları bo­ğulmaktan kurtarmıştır. [66]

 

42. Gemi onları, dağ gibi büyük ve yüksek dalgalar arasında, Allah'ın izni, lütfü ve yardımıyle yürütüyordu. Sâvî şöyle der: Rivayete göre, Allah 40 gün 40 gece yağmur yardırdı. Yeryüzünden de sular kaynaklar halinde çıktı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur. Biz de derhal ne­hir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Su, kendisi için takdir edilmiş seviyeyi buldu.[67]  Yani su, en yüksek dağdan kırk zira' kadar daha fazla yükseldi ve nihayet herşeyi boğdu.[68]  Nûh, gemi hareket etmeden az önce, mü'minlerle beraber binmeyip gemiden uzak, bir yerde duran oğlu Ken'an'a şöyle seslendi: bw Ey oğulcuğum! Bizimle beraber bin. Boğulup kendini helak etme.  Kâfirlerle beraber olma. Yani, onların boğulacağı gibi boğulma. [69]

 

43. Oğlu dedi ki: Bir dağın tepesine çı­kıp boğulmaktan kendimi koruyacağım. O, suyun, dağların tepesine kadar yükselmeyeceğini sanıyordu, Babası Nûh (a.s.) ona dedi ki: Allah'ın merhamet ettikleri hariç, bugün onun azabından ne korunan olacak, ne de kurtulan,  etkili Nûh ile oğ­lu arasına bir deniz dalgası girdi de oğlu boğuldu.[70]

 

44. Denildi ki: Ey arz! Yarıl ve üzerindeki suyu yut. Ey gök! Yağmuru tut. Su, arzın derinliklerine çekildi. Mücâhid: "Su azaldı" der. Ve Allah'ın, boğulması gereke­nin boğulması ve kurtulması gerekenin kurtulmasına dair emri tamamlandı. Gemi, Musul yakınlarındaki Cudî dağı üzerine yerleşip kaldı. Allah'ı inkâr edenler hüsrana uğrayıp helak olsun, denildi. Bu, bir beddua cümlesidir. Âlûsî şöyle der: Âyet, kâfirlerin tümü­nün helak olduğunu açıkça gösterir. Hattâ, gemide olanlar dışında, yeryü-zündekilerin hepsinin helak olduğuna delâlet eder. Şu rivayet de bunu gös­termektedir. Su yükselerek, yanında çocuğu bulunan bir kadına ulaştı. Ka­dın çocuğu kucağına aldı. Su, kucağına kadar yükselince omuzuna aldı. Su omuzuna yükselince, onu, elleriyle yukarı kaldırdı. Eğer Allah yeryüzündekilerden birine acısaydı, mutlaka bu   kadına acırdı.[71]

 

45. Nuh (a.s.) Rabbine yalvararak şöyle seslendi: Ey Rabbim! Oğlum Kenan benim aile efradımdandır. Sen bana, onları kurtaracağını va'detmiştin. Şüphesiz senin va'din haktır. Sen va'dindcn dönmezsin, Ey Allah'ım! Sen, hak ile hükmedenlerin en âdilisin. [72]

 

46. Rabbi ona dedi ki: Ey Nuh! Bu oğlun, sana kurtulacaklarını va'dettiğim aile efradından değildir. Çünkü o kâfirdir. Mü"-min ile kâfir arasında velayet yoktur. Şüphesiz onun ameli, salih olmayan kötü bir ameldir, Doğru olup ol­madığını bilmediğin bir şeyi benden isteme, Câ­hillerden olmaman için seni uyarıyor ve sana nasihat ediyorum. İbnu'I-Cüzeyy şöyle der: Bu, Hz. Nuh'un cahillikle tavsif edildiğini ifade etmez. Bilakis bunda, ona karşı iyi bir muamele ve ihsan vardır.[73]

 

47. Nuh, söylediği sözden do­layı Rabbinden özür dileyerek şöyle dedi: Ey Rabbim! İstemesi bana ya­kışmayan bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer benim hatamı bağışlamazsan ve bana rahmetinle muamele etmezsen, âhiretini ve mutluluğunu kaybedenlerden olurum. [74]

 

48. Denildi ki: Ey Nuh! Gemiden selâmet ve emniyetle in.Sana ve seninle beraber gemide bulunanların zürriyetlerine ihsan ettiğimiz büyük hayırlarla in. Kurtubî şöyle der: Kıyamete kadar gelecek olan bütün müminler bu hükme dâhildir.[75]  Seninle beraber olanların zürriyetinden olan diğer topluluklar da vardır ki, onları dünya hayatının metamdan faydalandırırız. Onlar suçlu kâfirlerdir. Sonra âhirette onlara elem verici cehennem azabını tattırırız. [76]

 

49. Bu kıssa ve benzerleri, senin görmediğin gelmiş geçmiş gaip haberlerdendir. Ey Muhammed! Onları vahy vasıtasıyle sana öğretiyoruz. Bu Kur'an gelmeden Önce ne senin, ne de kavminden herhangi birinin o haberler hakkında bir bil­gisi vardı. Nuh'un sabrettiği gibi, sen de, Allah'ın, daveti tebliğ emrine sabret. Çünkü iyi sonuç, Allah'tan korkanlar içindir. Burada, müşriklerin eziyetlerine karış Rasulullah (s.a.v.)'a teselli vardır. [77]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Size kapalı kaldı. Burada anlamadığı için hüccetle hidâyete eremiyen kimse, istiare-i temsiliyye yoluyla, yollarını bilemediği bir çöle ve çölde kör bir rehbere tâbi olan kimseye benzetildi.

2. Düşünmüyor musunuz?" Bu soru inkar ve azarlama ifade eder.

3. Bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir." Bu emirle alay ve eğlence kastedilmektedir.

4. Benim günahım bana." Hazif yoluyla mecazdır. Yani, benim suçumun cezası bana, demektir. Bunun faraziye yoluyla olduğunu açıklamak için, şüpheye delâlet eden ile getirilerek Eğer ben onu uydurursam" denildi. Halbuki kâfirlerin suçu buna benzemez, onların suçları kesindir. Nitekim, Ben  sizin yaptıklarınızdan uzağım" âyeti de bunu vurgular.

5. Bizim gözümüzün önünde gemiyi yap." Burada gözler, gözetmek ve korumaktan kinayedir. Yolcuya, Allah'ın gözü seninle beraber olsun" denir. Yani "Allah'ın gözetmesi ve koruması" demektir.

6. Ey yer! Suyunu çek. Ey gök suyunu tut!" yerle gök arasında tıbak sanatı vardır. "Çek" ile "tut" arasında da nakıs cinas vardır. Bunların her ikisi de edebî sanatlardandır. [78]

 

Faydalı Bilgiler

 

Ibn Abbas, Şüphesiz o, senin aile efradından değildir." Ayet-i kerimesi hakkında şöyle der: Nuh'un oğlu, onun sulbünden idi, fakat mü'min değildi. Hiçbir peygamberin hanımı asla âsi olmadı. Âyetin manası şöyledir: Şüphesiz ki o, seninle beraber kendilerini kurtaracağımı va'dettiğim aile efradından değildir.[79]

Ben derim ki: Âyet, Hz. Nuh'un aile efradının sâlih, önün dini ve şeri­atına bağlı kişiler olduğuna, salih olmayanın kurtulamayacağına, aile ef­radından olmanın sebebinin, kan akrabalığı değil, din akrabalığı olduğuna dikkat çeker.

Onlar Kays ve Temim'e bağlı olmakla iftihar ederken, ben derim ki, benim babam İslâmdır, benim ondan başka babam yoktur. [80]

 

Bir Nükte

 

Rivayet olunduğuna göre bir bedevi, âyetini işitince şöyle dedi: Bu kudret sahiplerinin sözüdür. Yaratılmışların sözüne benzemiyor. Yine rivayet edilir ki, zamanının en fasihi olan İbnu'l-Mukaffa, Kur'an'a muaraza yapmak istedi ve bir söz nazmetti. Onu fasıllara ayırdı ve buna sûre ismini verdi. Bir gün, bir Sabiînin yanından geçerken onun bu âyeti okuduğun duydu. Bunun üzerine evine dönerek, yazmaya başlamış olduğu nazmı imha etti ve şöyle dedi: Bunun asla bir benzerinin yapılamayacağına ve bunun beşer sözü olmadığına şahidlik ederim.[81]

 

Bir Uyarı

 

Bu âyet, i'cazm sırlarının son merhalesine varmış, son derece güzel ifâdeleri kapsamış ve edebiyatın ifâde etmekten âciz kaldığı lafzî ve ma1-nevî güzellikleri kendisinde toplamıştır. Allâme Ebu Hayyân (Allah ona rahmet etsin ve toprağını hoş etsin) onun sırlarını ve inceliklerini ortaya çıkarmak için önem vermiş ve şöyle demiştir: Bu âyette 21 çeşit edebî sa­nat vardır.

1. kelimeleri arasındaki münasebet,

2. Arz ve semâ kelimeleri arasında tıbak.

3. da mecaz. Zira maksat, semânın yağmurudur.

4. de istiare,

5. da bir çok mânâya işaret.

6. de temsil. Helak olacakların helak edilmesini, kurtulacak­ların kurtulmasını "emir" kelimesi ile ifâde etti.

7. de irdâf vardır. Çünkü kelimesi tam bir kelâmdır. Bu­nun ardından, geminin Cûdî dağına yerleştiğini vurgulamak için lafzım getirdi.

8. da talil. Çünkü suyun çekilmesi, yerleşmenin sebebidir.

9. de korunma (ihtiras). Bu aynı zamanda onları kına­mayı ifâde eder.

10. îcâz. Az lafızla çok mânâ ifâde edecek şekilde kıssayı anlat­maktır. Diğer edebî sanatları şöyle sıralayabiliriz: Bunları izah, müsavat, hüsnü'n-nesak, sihhatu't-taksîm, hüsnü'l-beyân, temkîn, tecnîs, teshîm, mukâbale, tehzîb ve vasıfıdır.[82]

 

Seyyid Kutub'un Fî Zılâli'l-Kur'ân Adlı Tefsirinden İktibaslar

 

Burada, İslam Şehidi Seyyid Kutub'un tefsirinden parçalar naklediyo­ruz. Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun. O şöyle demiştir:

Nûh kıssasının kesildiği bu yerde, kelâmın akışı enteresan bir şekil o-larak, Kureyş müşriklerinin bu tür bir kıssayı nasıl karşılayacaklarına geldi. Çünkü bu kıssa onların Rasulullah (s.a.v.)'la olan kıssalarına ve "Bu kıssaları Muhanımed uyduruyor" şeklindeki iddialarına benzemektedir".

Yoksa bunu uydurdu mu diyorlar? De ki, onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işle­diğiniz günahtan uzağım." Uydurmak (iftira) bir suçtur. Onun cezası bana aittir. Ben onun suç olduğunu biliyorum. Dolayısıyla onu yapmam mümkün değildir. Nûh kıssası içindeki bu ara cümle, kıssanın Kur'an'daki akışına aykırı değildir. Çünkü kıssa, belli bir maksadı yerine getirmek için gelmiş­tir. Sonra Nûh kıssasındaki akış ikinci bir sahne sergilemektedir. Bu sah­nede Nûh, Rabbinin emrini ve vahyini almaktadır, Nuh'a vahyolundu ki, kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak. Öyleyse onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme. Bizim gözetimimizde ve öğrettiğimiz gibi gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme". Onlar mutlaka boğulacaklardır. Onların sonları belli oldu. Uyarma ve cedel sona erdi. Kıssanın üçüncü sahnesi: Bu sahnede Nûh (a.s.) gemiyi yapmak­tadır. Nûh gemiyi yapar. Kav­minden ileri gelenler ise, yanından her uğradıkça onunla alay ederler". Olayın muzâri sıygası ile anlatılması sahneye canlılık ve yenilik verir. Biz bu ifadenin ötesinde onu hayalimizde şekillenmiş olarak görüyoruz. Kibirli kavmi ise onun yanından geçiyor ve onunla alay ediyorlar. Kendilerine pey­gamber olduğunu söyleyen sonra da marangoz olarak bir gemi yapan adam­la alay ediyorlar. Dördüncü sahne: Beklenen an geldiğinde yükleme sahne­si". Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayinca Nuh'a dedik ki: Gemiye herbirinden iki çift yükle." Bundan sonra korkunç sahne, tufan sahnesi gelir.Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. ..Derken aralarına dalga girdi. Böylece o boğulanlardan oldu.," Burada birbiriyle karşılayan iki korku vardır. Birisi donuk tabiattaki korku, ve beşeri ruhtaki korku. Biz binlerce sene sonra, âyetin bu akışını ta­kip ederken, kendimizi tutmaya çalışıyoruz. Sanki o an sahneyi seyrediyor-muşuz gibi dehşete kapılıyoruz. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyor." Üzüntülü baba Nûh durmadan sesleni­yor, mağrur genç oğlu ise bu çağrıya kulak asmıyor, korkunç dalga hızlı bir şekilde bu sahneyi ortadan kaldırıyor. Derken aralarına dalga girdi ve o boğulanlardan oldu". Artık herşey sona erer. Sanki ne davet olmuş, ne de cevap. Bu durum, Kur'an'ın tasvirinde görülen açık bir alâmettir. Fırtına diner sükûnet çöker ve iş biter. Bundan sonra akıllı yerine konularak yer ve göğe hitab edilir. Her ikisi de bu kesin emre uyar; yer suyunu çeker, gök suyunu tutar. Nihayet, "Ey yer suyunu yut, ey gök sen de suyunu tut." denildi. Su çekildi. İş bitirildi. Gemi Cûdî üzerine yerleşti. Ve, "O zâlimler topluluğu yok olsun." denildi." [83]

 

50. Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'n-dan başka İlâhınız yoktur. Sİz yalan uyduranlardan baş­kası değilsiniz.

51. Ey kavmim! Ben, ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başka­sına âid değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

52. Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katısn. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin."

53. Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz."

54. Biz, "İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış! demekten başka bir söz söyleyemeyiz!"  Hûd dedi ki: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.

55. O'ndan başka taptıklarınızın hepsinden uza­ğım. Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!

56. Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki,  O,  onun  perçeminden  tutmuş  olmasın.  Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır."

57. "Eğer yüzçevirirseniz bana gönderilen şeyi ben size bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi ye­rinize   getirir   de   O'na   hiçbir   zarar   veremezsiniz. Şüphesiz benim Rabbim her şeyi gözetendir."

58. Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, on­ları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.

59. İşte Âd! Rabblerinin âyetlerini inkâr ettiler; onun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorba­nın emrine uydular.

60. Böylece onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Âd Rabbleri­nin âyetlerini inkâr ettiler. Bilin ki Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı.

61. Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i gönder­dik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden yarattı. Ve sizi orada yaşatı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; son­ra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim çok yakındır ve duaları kabul edendir."

62. Dediler ki: "Ey Salih! Sen bundan önce İçi­mizde ümit beslenen birisiydin. Babalaramızın taptık­larına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi kendisine çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe için­deyiz."

63. Sâlİh dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendin­den bir rahmet vermişse buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten başka bir şey ar­tırmazsınız.

64. Ey kavmim! İşte bu size mucize olarak Al­lah'ın devesi.. Onu bırakın Allah'ın arzında yesin. Ona herhangi bir kötülük yapmayın, sonra sizi yakın bir azap yakalar."

65. Fakat Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını kese­rek öldürdüler. Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün da­ha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir vaîddir.

66. Emrimiz gelince, Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, rahmetimizle o günün zilletinden kur­tardık. Çünkü senin Rabbin kuvvetlidir, galip gelendir.

67. 68. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç otur­mamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rable-rini inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi rah­metten uzak kılındı.

69. Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim'e müjde getirdiler de, "Selâm" dediler. O da, "Selâm" dedi ve çok geçmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.

70. Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce on­ları yadırgadı ve onlardan kalbine korku girdi. Dediler ki: "Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik."

71. O esnada hanımı ayakta idi ve güldü. Ona da İshâk'ı, İshâk'ın ardından Ya'kûb'u müjdeledik.

72. İbrahim'in karısı, "Vay hâlime! ben bir koca­karı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğura­cağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dedi.

73. Melekler dediler ki: "Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey Ehl-i beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketîeri sizin üzerinîzdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur."

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Bu kıssa, Yüce Allah'ın bu mübarek sûrede anlattığı kıssaların ikin­cisidir. Bu Hûd (a.s.)'un, kavmi Ad ile olan kıssasıdır. Yüce Aİlah bunu ge­nişçe anlattı. Dolayısıyle bu sûreye Hûd Suresi denildi. Bunun ardından Se-mûd kavminden söz edildi. Bu olay, bu sûrede anlatılan üçüncü kıssadır, daha sonra da İbrahim (a.s.)'in kıssası ve meleklerin ona İshak (a.s.)'ı müj­delemesi anlatılır. Bu da-dördüncü kıssadır. [84]

 

Kelimelerin İzahı

 

Midrâren; arka arkaya, çok, yağmur bolca yağdığında denir. Muzârisi dür. Bu kelime, bundan alınmıştır. Midrâr, çok akan de­mektir. Bu kalıp, aşırılık ifade eden kalıplardandır. Sana isabet etti, çarptı.

Nasiyelehâ;  onun perçemi.  Nâsiye, başın ön tarafındaki saçların bittiği yerdir.

Cebbar, kibirli, zorba demektir.

Anîd, inatçı. Anîd; hakkı kabul etmeyen ve ona boyun eğmeyen azgın kimse. Ebu Ubeyde şöyle der: Anîd ve muânid kelimeleri, muhalefet ederek karşı çıkan, mân âl armadır.

Sizi oranın mimarları ve sakinleri kıldı. Tahsir, saptırmak ve hayırdan uzaklaştırmak. Hanîz kızartılmış demektir. "Koyunu kızarttım" manasına denir. Bu fiilin geniş zamanı mastarı şeklindedir, Onları yadırgadı. kelimeleri, bir şeyi yadırga­dı, garipsedi manalarına gelir. Şair şöyle der:

Beni yadırgadı. Halbuki onun yadırgadığı olay, ihtiyarlık ve saç dö­külmesinden başka bir şey değildir.[85]  Şair bu beyitte, ile aynı manada kullandı.

Hissetti.: Ba'lt kocam demektir. [86]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

50. Ad kabilesine de kendilerinden, Hûd adında bir peygamber gönderdik. Hûd dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, onu birleyin. İlâhlara ve putlara tapmayı bırakın. Sizin için O'ndan başka, kendisine ibadet edilmeye lâyık bir ilâh yoktur, Siz Allah'tan başkasına ibadet etmekle, O'na karşı yalancılık etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz. Çünkü ondan başka ilâh yoktur. [87]

 

51. Ey kavmim! Nasihat ve tebliğim için siz­den bir ücret ve karşılık istemiyorum. Benim ücre­tim ve amelimin karşılığı, beni yaratan Allah'ın üzerinedir. Bun­dan gafil olup da, sizden ücret istemeksizin sizi iyiliğe çağıran kimsenin, sizin için güvenilir bir nasibatçı olduğunu anlamıyor musunuz? Bu soru inkâr ve azarlama ifade eder.[88]

 

52. Ey kavmim! İnkar etmekten ve ortak koşmaktan dolayı, Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Sonra itaat etmek, O'nun dini üzerine dosdoğru yürümek, imana ve Allah'ı birlemeye sarılmak sure­tiyle O'na dönün, Böyle yaparsınız size bol bol yağmur yağdırır. Rivayete göre, üç sene Âd kavmine yağmur yağdırılmadı. Neredeyse yok olacaklardı. Bunun üzerine Hûd (a.s.) onlara tevbe etmeleri­ni ve Allah'tan af dilemelerini emretti ve buna karşılık onlara yağmur yağacağını va'detti. Bu âyette tevbe etmenin ve af dilemenin rahmete ve yağmurun yağmasına sebeb olduğuna delil vardır. Sizin için kuvvet üstüne kuvvet ve şeref üstüne şeref verir. Mücâhid, "kuvvetinize kuvvet katar" diye tefsir etmiştir.[89]  Çünkü Ad kavmi son derece güçlü ve kuvvetli idiler. Hattâ şöyle dediler: Kim bizden daha kuvvet­lidir?[90] Suç ve günah işlemekte ısrar edip de, sizi çağırdığım şeyden yüzçevirmeyin: [91]

 

53. Dediler ki: Ey Hûd! Bize senin doğruluğunu gösteren açık bir delil getirmedin. Âlûsî şöyle der: Onlar bunu aşırı inatlarından veya hakka karşı iyice kâr olduklarından dolayı söylediler.[92]  Sen söyledin diye biz putlara tapmayı bırakacak ve senin peygamberliğine inanacak değiliz. Bu cümle, onların, Hûd (a.s.)'m dinine gireceklerine dair hiçbir ümidin kalmadığını ifâde eder. Sonra Hûd'u (a.s.) delilikle itham ederek şöyle dediler.[93]

 

54. Biz sadece şunu deriz: Sen ilâhla­rımıza sövdüğün ve onlara ibadet etmeyi engellemeye çalıştığın için, ilâhlarımızdan biri seni çarpıp delirtmiş. Zemahşerî şöyle der: Onların yukarda geçen cevapları gösteriyor ki, bu kavim kaba, katı yürekli bir kavimdir. Nasihata iltifat etmezler, tabiatları doğruyu kabul etmez. Onların son sözleri de, aşırı derecede câhil ve son derece aptal olduklarını gösterir. Çünkü on­lar taşların kendilerine yardım edeceğine ve düşmanlarından intikam ala­cağına inanıyorlardı.[94]  Hûd, ben kendime Allah'ı şahit tutu­yorum" dedi. [95]

 

55. Ey kavmim! Ben, Allah'a iba­dette ortak koştuğunuz putlardan uzak olduğuna dair sizi de şahit tutuyorum.   Siz ve ilâhlarınız, beni yok etmek için tuzak kurunuz. Sonra, göz açıp kapayıncaya kadar bana mühlet vermeyiniz. Ebus-suûd şöyle der: Bu, en büyük mucizelerdendir. Çünkü Hûd (a.s.) Âd kavmi­nin kibirli, kaba ve sert kimselerinden oluşan büyük bir topluluk içinde tek bir kişi idi. İlâhlarını ayıplamak suretiyle onları küçümsedi, tahrik etti ve onları kendisine karşı çıkmaya teşvik etti, fakat onlar bir şey yapamadılar. Bu hususta, çaresizlikleri açıkça ortaya çıktı.[96]  Zemahşerî şöyle der: Bir tek kişinin, kendi kanını dökmeye susadığı ve hepsinin kendisini hedef aldığı bir topluma karşı bu sözleri söylemesi, on büyük mucizelerdendir. Çünkü o, Rabbine güveniyor ve kendisini onlardan koruyacağına ve kendi­sine diş geçiremiyeceklerine inanıyordu. Hz. Nuh (a.s.)'un şu sözü de bunun bir benzeridir: Siz ve ortaklarının toplanıp ne yapacağınıza karar verin.[97]

 

56. Ben hem benim hem de sizin sahibiniz olan Allah'a sığındım. İşlerimi ona havale ettim. Yeryüzünde yürüyen ne kadar canlı varsa hepsi Allah'ın elinde ve kudreti altındadır. Allah onun perçeminden tutmuştur.   Perçeminden tutmak, onun sahip ve mâlik olduğuna bir temsildir. Bu cümle Hz. Hûd'un Allah'a kuvvet­le tevekkül etmesinin ve mahlukata aldırış etmemesinin sebebini anlatır. Şüphesiz Rabbim adaletlidir; iyilik yapana iyiliğinin, kötülük yapana da kötülğünün karşılığını verir. Hiçkimseye bir şey eksik vermez. [98]

 

57. Eğer çağrımı kabul etmekten yüz çevirirseniz, ey kavmim, bilin ki ben size Rabbimin emrini ulaştırdım. Zaten peygamberin görevi, Allah'ın emrini ulaştırmaktan başka bir şey de­ğildir. Allah sizi helak edecek ve sizden başka bir kavmi yerinize getirecektir. Bu, sert bir tehdittir. Ortak koş­manızla Allah'a bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rab­bim herşeyi gözetleyicidir. Bu, beni sizin kötülüğünüzden ve tuzağınızdan korur. [99]

 

58. Bizim azap emrimiz gelince, ki bu onlara inen şiddet­li rüzgardır, onlara büyük bir lütuf ve ihsa­nımızla o azaptan Hûd'u ve mü'minleri kurtardık. Onları bu şiddetli azaptan kurtardık. Bu azap, binaları yıkan, düşmanların burun­larından girip arkalarından çıkan ve onları yüzleri üzerine yıkıp da, içi boş hurma kütükleri haline getiren helak edici rüzgardır. [100]

 

59. Bu, onların kalıntılarına işaret eder. Yani işte bunlar Âd  kavminin yalancılarının kalıntılarıdır.  Onlar Allah'ı  ve O'nun birliğini gösteren iç ve dış delilleri inkâr edince, başlarına neler gel­diğine bir bakın. Onlar, Allah'ın peygamberi Hûd'a isyan ettiler. Burada kelimesinin çoğul gelmesi, onların durumlarının korkunçluğunu göstermek ve tam bir inat ve inkâr içinde olduklarını ortaya koymak içindir. Bunu, onların Hûd (a.s.)'a isyanlarının, geçmiş ve gelecek bütün peygamberlere isyan olduğunu açıklamak suretiyle yapar. Çünkü peygamberler Allah'ı birlemek hususunda ittifak etmişlerdir. Onlar Allah'a karşı kibirli davranan, haktan uzaklaşan, ona boyun eğmeyen ve kabul etmeyen herkesin emrine itaat ettiler. Bunlardan maksat ileri ge­lenler ve reislerdir. [101]

 

60. Onlar dünyada Allah'ın rahmetinden uzaklaş­tırıldı ve lanetlendiler. Kıyamet gününde de İanetleneceklerdir. Râzî şöyle der: Dünyada da âhirette de lanet onların peşine takıldı ve on­larla beraber kılındı. Lanet, Allah'ın rahmetinden ve her türlü hayırdan uzaklaştırmak demektir.[102]  Bilesiniz ki, Âd kavmi Rabbini inkâr etti. Zira onlar Allah'tan başkasına İbadet ettiler ve peygamberini ya­lanlamakla, nimetlerine küfr ettiler. Böylece dünyada da âhirette de lanet edilmeye lâyık oldular. Bu onların inkârlarının adiliğini ve uyan edatını kullanmak ve Âd ismini tekrarlamak suretiyle olayın korkunçluğunu ifade eder. Allah onları hayırdan uzaklaştırsın ve onları toptan helak etsin. Bu, onların yok olmaları ve lanetlenmeleri için bir beddua cümlesidir. [103]

 

61. Semûd kavmine de kendilerinden bir peygam­ber, yani Salih'i gönderdik. Dedi ki: Ey kav­mim! Bir olan Allah'a ibadet edin. Sizin için ondan başka, kendisine ibadet edilecek bir Rab yoktur, Sizi yerden yaratmaya başlayan O'dur. Âdem'i topraktan yarattı, sonra onun soyunu da bir damla sudan ya­rattı. Sizi yeryüzünün mimarları ve orada yerleşen sakinleri kıldı. O halde, ortak koşmanızdan dolayı ondan af dile­yin, sonra da itaat ederek O'na dönün,  Şüphesiz Rabbimin rahmeti yakındır. O, duaları kabul edicidir. [104]

 

62. Dediler ki, ey Salih! Sen bu sözü söylemeden önce bizim liderimiz olacağını ümit ediyorduk. Ancak sen bunu söyleyince, senin hakkındaki ümitlerimiz kesildi. Ey Salih! Babalarımızın taptığı putlara tapmayı bize yasaklıyor mu­sun?  Şüphesiz biz senin iddia ettiğin şey husu­sunda şüpheliyiz. Senin işin, suçlamayı gerektiren kuşku verici bir iştir. [105]

 

63.  Salih dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbimdan apaçık bir delil ve hüccetim varsa ne dersiniz ve Rabbim bana peygamberlik vermişse! emrine isyan ettiğim takdirde, Allah'ın azabından beni kim korur? Size uymak ve Allah'ın emrine isyan etmekle siz beni sapıklığa düşürmek ve hayırdan uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmazsınız. Zemah-şerî şöyle der: Manası şudur: Amellerimi ziyana uğratmak ve on­ları boşa çıkartmaktan başka bir şey yapmazsınız.[106]

 

64. Ey kavmim! Bu deve, benim size getirdi­ğim mucizem ve doğruluğumun alâmetidir. "Allah'ın devesi" şeklinde, de­venin Allah'a izafeti, onun şerefli olduğunu göstermek içindir. Çünkü deve, onların isteği üzerine Allah'ın kudretiyle sert bir kayadan çıkmıştı. Onun rızkı size ait değildir. Onu bırakın, Allah'a ait yeryü­zünde yesin içsin, Ona herhangi bir kötülük yapmayasımz. Sonra sizi çabucak azap yakalar. Size mühlet vermez. [107]

 

65. Deveyi kestiler. Salih (a.s.) onlara dedi ki: Şehrinizde üç gün daha hayatın tadını çıkarın. Sonra yok olacaksınız. Kurtubî şöyle der: Deveyi sadece bir kısmı kesti. Ancak diğerleri­nin rızâsıyle olduğu için bu suç hepsine isnat edildi. Deve çarşamba günü kesildi. Salih'in kavmi Perşembe, Cuma ve Cumartesi yaşadılar. Pazar günü azap gelerek onları yok etti.[108]   İşte bu, içinde yalan bulunmayan gerçek bir vaaddir. [109]

 

66. Onların yok edilmesi ile ilgili emrimiz gelince Salih'i ve ona iman edenleri kurtardık, Allah'ın büyük bir lütuf ve ihsanı ile kurtarıldılar. Onları, o günün horluk ve zilletinten kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin kuv­vetle yakalayandır ve mülkünde izzet sahibidir. Hiç kimse ona galip gele­mez. Kimse O'nu ezemez. [110]

 

67. Onları gökten bir gürültü yakaladı; bundan dolayı kalpleri parça parça oldu da, göğsünü yere yapıştıran kuş gibi hareketsiz sakin ölüler haline geldiler. [111]

 

68. Sanki onlar yurtlarında kalmamışlar ve o yurtları imar etmemişlerdi. Ey kavim! Dikkat edin ve bilin ki, Semûd kavmi Rablerinin âyetlerini inkar ettiler. Allah'ın gazabı onların üzerine olsun. Onlar rahmetten uzak olsun, yok olsun ve lanete uğrasınlar. [112]

 

69. Bu, dördüncü kıssadır. Bu, Lût (a.s.) ile, onu yalanlayan kavminin helak olması kıssasıdır. Yani, Lût kavmini helak etmek için gönderdiğimiz melekler, İbrahim'e, İshak'ı müjdeleme[113]  üzere gelince ona selâm verdiler. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah Lût kav­mine azap etmek için melekleri gönderdiğinde, melekler İbrahim'e uğradılar. İbrahim (a.s) onların misafir olduklarını sandı. Onlar Cebrâîl, Mîkâil ve İsrafil (a.s) idi. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Süddî şöyle der: Onlar güzel yüzlü oğlan çocukları suretinde onbir melek idi.[114]  Ona selâm ver­diler. İbrahim de onlara, "selâm size olsun" dedi. Tefsirciler şöyle der: İbrahim (a.s) onlara, onların selâmından daha güzeli ile selâm verdi. Çünkü o, selâmı isim cümlesi kullanarak aldı. İsim cümlesi ise sürekli var olmayı ifade eder. İbrahim (a.s) çok geçmeden, kızartılmış bir buzağı getirip onlara sundu. Zemahşerî şöyle der: Sığır yavrusudur. Buna hasîl de denir. İbrahim (a.s)'in malı sığırdı. Hanîz, ocakta kızgın taş üzerinde kızartılmış manasınadır. Bir rivayete göre hanîz yağı damla yan demektir, Semiz bir dana,[115]  âyeti de bu manayı destekler.[116]

 

70. Onların yemeğe ellerini uzat­madıklarım ve yemediklerini görünce yadırgadı. Ve onlar­dan korku hissetti. Katâde şöyle der: Araplara bir misafir geldiğinde, misa­fir onların yemeklerinden yemezse onun hayır için gelmediğini, bir kötülük yapmak niyeti ile geldiğini sanırlardı.[117]  Melek­ler dediler ki: Korkma, biz Rabbinin melekleriyiz, yemeyiz. Biz Lût kav­mini helak etmek için gönderildik. [118]

 

71. İbrahim (a.s.)'in Sâre adındaki hanımı da; perde arkasında ayakta duruyor ve onların konuşmalarım dinliyordu. Lût kavmi­nin helak olacağına sevindiği için güldü, Melekler ona çocuk olarak İshak'ı müjdelediler. Onun peşinden de İshak'ın bir çocuğu olacağını müjdelediler. Ki bu çocuk, Sare'nin oğlunun oğlu Yakup'tur. [119]

 

72. Sâre hayret içinde dedi ki: Heyhat, şaşılacak şey! Ben mi doğuracağım? Ben yaşlı bir kadın ve işte çok yaşlı ihtiyar kocam İbrahim. Nasıl bizim çocuğumuz olur? Bu, garip bir iştir. Şimdiye kadar böyle birşey olmamıştır." Mücâhid şöyle der: Sâre o gün 99; İbrahim ise 120 yaşında idi.[120]

 

73. Melekler dediler ki: İhtiyar eşlerden çocuk yaratması hususunda Allah'ın kudretine ve hikmetine mi şaşıyorsun? Bu, Allah'ın kudreti karşısında şaşılacak bir şey değildir. Ey, İbrahim'in Ehl-i beyti! Allah size rahmet etsin ve size bereket ihsan etsin. Şüphesiz Yüce Allah sıfatlarında ve zatında övülmüş ve yücedir. Kullan tarafından övülmeye ve yüceltilmeye lâyıktır. Bu, yukardaki müjdenin güzel bir sebebidir. [121]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Sizin üzerinize semayı bol bol gönderir." Burada sema'dan maksat yağmurdur. Bu, mecâz-ı mürseldir. Çünkü yağmur gökten iner.  lafzı aşırılık ifade eder, yani "çok çok akar" manasınadır.

2. Hepiniz bana tuzak kurun". Bu, muhatabı   acze dü­şürme manâsında kullanılan bir emirdir.

3. Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu perçeminden yakalamasın." Bu, istiare-i temsiliyyedir. Al­lah'ın elinde mülkünde, gücü ve kudreti altında olan mahlûkât, esire ve atm perçeminden çekildiği gibi, sahibi tarafından perçeminden tutulup çekilen varlığa benzetilmiştir.

4. Rabbim, doğru yol üzerindedir. Bu da, Yüce Allah'ın mülkündeki tam adaletinden güzel bir istiaredir. O, kullarının işle­rinden haberdardır.  Onun elinden hiçbir zâlim kaçıp  kurtulamaz,  ona sığınan hiçbir kimsenin hakkı, onun katında zayi olmaz.

5. Emrimiz geldiğinde." Bu emir, azaptan kinayedir.

6. Hûd'u kurtardık, Onları şiddetli bir azaptan kurtardık." Burada yani kurtarma lafzının tekrarlanması, bu işin kolay ve basit değil, büyük ve zor olduğunu açıklamak içindir. Bu sanata itnâb denir.

7. "Peygamberlerine isyan ettiler." Yani, peygamberleri Hûd'a isyan ettiler. Burada onların durumlarının korkunçluğu ifade edil­mekte ve onların Hud'a isyanlarının, gelmiş ve gelecek bütün peygamber­lere isyan sayıldığı açıklanmaktadır. Bu, bütünü söyleyip ondan bir cüzü kastetme babından bir mecaz-ı mürseldir.

8. Dikkat edin, Âd kavmi... ve  Dikkat edin, Âd kavmi helak olsun. Burada uyarı harfi olan ve  lafzının tekrarı, on­ların hallerinin son derece korkunç olduğunu ifade eder. [122]

 

Bir Uyarı

 

Hûd (a.s), Ben, Allah'ı ve sizi şahit tutuyorum" demeyip de, Ben Allah'ı şahit tutuyo­rum. Sizde, benim, sizin ortak koştuklarınızdan uzak olduğuna şahit olun" dedi. İki şehâdetin ortak olmadığını ve aralarında eşitlik bulunmadığını ifa­de etmek için böyle söyledi. Yüce Allah'ın şehâdeti nerde, hakîr kulun şehadeti nerde?!... [123]

 

74. İbrahim'den korku gidip kendisine müjde ge­lince, Lût kavmi hakkında bizimle mücâdeleye başladı.

75. Şüphesiz İbrahim cidden yumuşak huylu, Çok acıyan, kendisini Allah'a vermiş biri İdi.

76. Melekler dediler ki:  Ey İbrahim!  Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir."

77. Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onların yüzün­den üzüldü ve onlardan dolayı içine sıkıntı geldi de, "Bu, çetin bir gündür." dedi.

78. Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. Lût, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerim hakkında beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu?" dedi.

79. Dediler   ki:   "Senin   kızlarında   bizim   bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne iste­diğimizi elbette bilirsin."

80. Lût, "Keşke benim size karşı bir kuvvetim ol­saydı veya güçlü bir yardımcıya sığınabilseydim!" dedi,

81. Melekler dediler ki: "Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle yürü. Karından başka sizden hiç­biri geriye dönmesin. Çünkü onlara gelecek olan şüphe­siz ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan /amanı sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"

82. Emrimiz gelince, onların altını üstüne getirdik ve üzerlerine ateşte pişirilmiş taşları ard arda yağdır­dık.

83. O taşlar, Rabbin katında işaretlenerek yağdı­rılmıştır. Onlar zâlimlerden uzak değildir.

84. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin! Sizin için ondan başka ilâh yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yap­mayın. Zira ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ve ben gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından kor­kuyorum.

85. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle ya­pın insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

86. Eğer mü'min iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinize bir bekçi deği­lim."

87. Dediler ki: "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıkla­rını bırakmamızı, yahut mallarımız hususunda dilediği­mizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emredi­yor? Hakikaten sen yumuşak huylusun, çok akıllısın."

88. Dedi ki: "Ey kavmim! Eğer ben Rabbim ta­rafından apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana, ta­rafından güzel bir rızık vermişse, buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerde aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sâdece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın  yardımı  iledir.  Yalnız  O'na  dayandım  ve yalnız O'na döneceğim."

89. "Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Salih kavmi­nin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirme­sin! Lût kavmi sizden uzak değildir.

90. Rabbinizden bağış dileyin; sonra O'na tövbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, çok se­ver."

91. Dediler ki: "Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz! Eğer kabilen olmasa seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin."

92. Şuayb, "Ey kavmim dedi, Size göre benim ka­bilem  Allah'tan  daha    üstündür?   Onu  arkanıza atılmış bir şey kabul ettiniz. Şüphesiz ki Rabbim yap­makta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.

93. Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de ya­pacağım! Kendisini rezil edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin!   Ben de sizinle beraber bekliyorum."

94. Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber îman edenleri rahmetimizle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında dizüstü çökekaldılar.

95. Sanki orada yaşamamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldığı gibi Med-yen halkı da rahmetten uzaklaştırıldı.

96,97. Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi.

98. Zira Firavun, Kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varacak­ları yer ne kötü yerdir!

99. Onlar burada da, kıyamet gününde de lanete tâbi tutuldular. Onlara verilen bu mükâfaat ne kötü mükâfaattır!

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Âyetler, Hz. İbrahim (a.s)'in misafirlerinin kıssasını anlatmaya de­vam eder. Bu misafirler, Lût kavmini yok etmeye giderken Hz. İbrahim'e uğrayıp çocuğunun doğacağına dair sevindirici müjdeyi veren meleklerdir. Âyetler, meleklerin Lût (a.s)'a uğramalarını ve onun kavminin başına gelen azap ve helaki anlatmaktadır. Bu, beşinci kıssadır. Bundan sonra da Şuayb (a.s)'ın Medyen halkı ile olan kıssası ve Hz. Musa'nın Firavunla olan kıssası anlatılmaktadır. Bu kıssaların hepsinde de büyük ibretler ve nasihatlar vardır. [124]

 

Kelimelerin İzahı

 

Rev1, korku demektir.

Münîb, dönen.  dönmek ve tevbe etmek manasınadır. Asîb, son derece kötü. Şair şöyle der:

Eğer sen Vail oğlu Bekr'i razı etmezsen, Irak'ta seni çok kötü bir gün beklemektedir.

Koşuyorlar. Ferrâ şöyle der: titreyerek koşmak demektir. Bir kimse soğuktan veya öfkeden titreyerek koştuğu zaman denilir.[125]

Beni rezil ediyorsunuz. Onu hor ve zelil kıldı demektir. Hassan şöyle der:  

Ey Malik oğlu Uteyb! Rabbim seni rezil etsin ve ölmeden önce seni, yok edici azaplardan birisiyle karşılaştırsın.

Siccîl ve siccîn, sert taş demektir. Ebu Ubeyde böyle der. Fer­râ ise, siccîl; pişirilip kerpiç haline getirilmiş çamurdur, der. Mendûd, arka arkaya inen demektir.

Mûsevveme, damgalanmış demektir. Alâmet manasına gelen sîmâ' kökündendir.

Şikâkî, bana düşmanlık. Şikâk, düşmanlık demektir. Şâir şöyle der:

Dikkat edin! Benden bir mektubu kim ulaştıracak. Düşmanlığın tadını nasıl buldunuz?[126]

Rahtuke, senin aşîretin demektir. Kişinin rantı demek, kendile­riyle kuvvet kazandığı aşîreti demektir.

Vird, girilecek yer.

Rifd, bahşiş ve yardım manasınadır. [127]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

74. Misafirlerin melek olduğunu anladığında, daha önce ibrahim'in, kendinde hissettiği korku gidip de kalbi misafirlerine ısınınca, ve kendisine, çocuğu olacağına dair müjde gelince Lût kavminin' helak edilmesi hakkında meleklerimizle mücadele etmeye başladı. Maksadı, iman ederler ümidiyle onların azabını erteletmekti. Tefsirciler şöyle der: Melekler, "Biz bu şehir halkını helak edeceğiz"[128]  deyince, İbrahim (a.s) onlara: "Ne dersiniz, içlerinde elli müslüman varsa onları helak edecek misiniz?" dedi. Melekler "Hayır" dediler. Hz. İbrahim "peki kırk kişi varsa?" dedi. Melekler: "Hayır" dediler. Bu şekilde aşağı inmeye devam etti. Nihayet onlara şöyle dedi: Eğer orda bir tek müslüman kişi varsa, onları helak edecek misiniz, ne dersiniz?" Melek­ler "Hayır" dediler. O zaman onlara, "İşte orada Lût var dedi. Melekler de­diler ki: Biz orada olanları daha iyi biliyoruz. Karısı hariç Lût'u ve ailesini kurtaracağız. Karısı, geride kalacaklar arasındadır.[129]

 

75. Şüphesiz İbrâhîm halimdir, yani kendisine kötülük edenden intikam alma hususunda acele etmez. O, kalbinin ince­liğinden dolayı çok üzülür ve ah vâh eder; O, Allah'a çok itaat edicidir. [130]

 

76. Melekler dediler ki: Ey İbrahim! Lût kavmi hakkında mücadeleyi bırak. Artık onlara azap edileceğine dair hüküm kesinleşmiştir. Şüphesiz, onların helak edileceğine dâir on­ların emri geldi, Şüphesiz onlara, geri çevrilmeye­cek büyük bir azap gelmektedir. [131]

 

77. Melekler Lût'a gelince, onu fenalık ve sıkıntı bastı. Çünkü o melekleri insan olarak gördü ve kavminin onlara bir şey yapmasından korktu. misafirlerin gelmesinden dolayı, ahlâksız kavminin onlara bir kötülük yapmasından korkarak üzüldü. "Bu, çok kötü bir gün" dedi. [132]

 

78. Kavmi, misafirlere kötülük yapmak maksadıyle koşarak ona geldiler. Sanki onlar buna itiliyorlardı. Bundan önce de onların âdeti erkeklerle zina etmek ve fuhuş yap­maktı. Onun içindir ki, açıktan açığa fuhuş yapmak için koşarak" gelmekten utanmadılar. Kurtubî şöyle der: Onların koşarak gelmelerinin sebebi şuydu: Lût'un kâfir karısı misafirleri ve onların güzelliklerini görünce evden çıkarak kavminin meclisine geldi ve onlara şöyle dedi: Bu gece Lût'un öyle genç misafirleri var ki, ben onlar gibi güzelini görmedim. Bunu duyunca, hemen koşarak Lût'a geldiler.[133]  Lût onlara dedi ki: Ey kavmim! İşte şunlar, bu beldenin kızlarıdır. Sizi onlarla evlen­direyim. Bu «izin için daha temiz ve daha iyidir. Her peygamber, şefkat ve terbiye hususunda ümmetinin babası olduğu için, ümmetinin kadınlarına "kızlarım" dedi. Allah'ın azabından korkun. Misa­firlerimin yanında beni rezil edip küçük düşürmeyin, Bu soru, kınama ifade eder. Yani, içinizde bu kötü fiile engel olacak aklı başında bir adam yok mu? [134]

 

79. Kavmi ona dedi ki: Ey Lût! Biliyor­sun ki, bizim kadınlara ihtiyacımız yok. Onlara karşı bir istek duymuyoruz. Şüphesiz sen bizim maksadımızı biliyorsun. Maksatları, er­keklerle ilişkide bulunmaktı. Pis maksatlarını ona açıkça söylediler. Allah onlara lanet etsin. [135]

 

80. Lût dedi ki: Keşke benim sizin eziyetinizi onlar­dan savabilecek bir kuvvetim olsaydı, veya size karşı bana yardım edecek bir aşirete ve yardımcılara sığınsaydım. Burada edatının cevabı mahzûf olup takdiri: elbette sizi yakalayıp öldürürdüm. Hadiste şöyle buyrulmuştur.: "Kardeşim Lut'a Allah rahmet et­sin. Kuvvetli bir yardımcıya sığınmıştı.[136]  Rasulullah (s.a.v.) bu sözüyle şunu kastediyor: Allah onun yardımcısı ve destekçisiydi. O, onun sağlam ve kuvvetli bir dayanağıydı. Katâde şöyle der: Bize anlatıldığına göre Yüce Allah, Lût (a.s)'ten sonra, akrabaları tarafından desteklenmeyen hiçbir pey­gamber göndermedi.[137] Allah'ın melekleri Hz. Lût'un  zayıflığına ve yardımcısız kaldığına üzüldüğünü görünce. [138]

 

81. Ona dediler ki: Biz senin Rabbımn elçileriyiz. Onları helak etmek için gönderildik. Onlar asla sana bir zarar veremez ve bir kötülük yapamazlar. Gecenin bir bölümünde aile efradını çıkar. Taberî şöyle der: Gecenin son bölümünde sen ve ailen, onların arasından çıkın.[139] Sizden hiçkimse geri dönmesin. Ancak karın hâriç. O, diğerleri gibi helak ola­caktır. Vatanlarını terketmelerine üzülmemeleri için geriye dönüp bakma­ları yasaklandı. Kurtubî, şöyle der: Lût'un karısı azabın korkunç sesini işitince döndü ve "Vah kavmim!" dedi. O anda bir taş gelip onu öldürdü.[140]  Şüphesiz kavmin başına gelen azap, karısının başına da gelecektir. Onların azap edilmeleri ve helak olmaları için va'-dedilen zaman Sabah'tır. kavmine olan öfkesinden dolayı, onların azabının çabuk gelmesini istedi. Melekler ona: Sabah vakti yakın değil rni?" dediler. Tefsirciler şöyle der: kavmi misafirlerin geldiğini işitince Lût (a.s)'a doğru koştular. O da kapıyı kitledi ve kapının ardından kavmi ile mücâdele ederek melekleri korumaya başladı. Duvarların üstüne çıktılar. Melekler Lût (a.s)'un sıkıntısını görünce dediler ki: "Ey Lût! Kapıları aç, bizi onlarla başbaşa bırak. Bunun üzerine Lût (a.s) kapıyı açtı, Cebrail (a.s) kanadıyle onlara vurdu ve gözlerine silme çekti, kör oldular. "Bizi kurtarın" diyerek geri döndüler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­muştur:" Onlar Lût'un misafirlerine kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini kör ettik.[141]  Bundan sonra Lût (a.s), tan yeri ağarmadan önce, kendisiyle beraber olanları yola çıkardı. Onlara azap edilme vakti gelince Yüce Allah Cebrail'e emretti. O da Lût kavminin şehirlerini sınırları ile beraber yeryüzünden söküp yukarı kaldırdı ve şehirleri içindekilerle beraber o derece göğe yaklaştırdı ki, gök halkı horozların ötmesini ve köpeklerin ulumasını işittiler. Bundan sonra Cebrail (a.s), o şehirleri ters çevirerek salıverdi. Bunun arkasından da Yüce Allah üzerlerine taş yağdırdı. Bunun içindir ki, Yüce Allah şöyle buyurdu[142]

 

82. Azap zamanı gelince, onlarla beraber şehirleri ters çevirdik ve altını üstüne getirdik. O şehirlerin  halkı  üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan oluşan sert taşlar yağdırdık. Taşların çokluğu ve şiddetli yağmasından dolayı Yüce Allah on­ları yağmura benzetti, Birbiri ardından, arka arkaya yağdırdık. [143]

 

83. O taşlar, Rabbin katında bir işaretle damgalanmıştır. Rabî'   şöyle  der:  Her taşın üzerine,  o  taş  kime  atılacaksa onun ismi yazılmıştı. Kurtubî şöyle der: "Rabbin katında" ifadesi gösteriyor ki, taşlar, yeryüzü taşlarından değildir.[144] O yok edilen şehirler[145] senin kavmin olan Kureyş kafirlerinden uzakta değildir. Çünkü Kureyş, yol­culuk yaparken o şehirlere uğruyorlar. Hâlâ ibret almıyorlar mı? Tefsîrciler şöyle der: O şehirlerin yeri, "Ölü Deniz" diye bilinen tuzlu bir deniz oldu. Sularından hiçbir canlı yararlanmadığı için buraya Ölü deniz denilmiştir. Burası "Lût Gölü" adıyla bilinir. Bu gölün çevresindeki arazi de çorak olup hiçbir şey bitirmez. [146]

 

84. Bu, kıssa, bu sûrede anlatılan kıssaların altıncı­sıdır. Yani, biz Medyen kabilesine de, kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şuayb, aynı kabileden olduğu için Yüce Allah "kardeşleri Şuayb'ı" dedi. Şuayb dedi ki: Ey kavmim! Bir o,lan Allah'a kulluk edin. Ondan başka sizin Rabbiniz yoktur. Ölçü ve tartıda insanların haklarını eksiltmeyin. Bu kavim, Ölçü ve tartıyı eksik yapmakla ün yapmıştı. Ben sizin, ölçü ve tartıda eksik yapmaya ihtiyaç duymayacak kadar zengin olduğunuzu görüyorum. Kurtubî şöyle der: Sizin rızkınızın bol ve nimetlerinizin çok olduğunu görüyorum.[147] İnanmadığınız takdirde helak edici bir günde, başınıza azabın gelmesinden korkarım. O azaptan hiç kimse kurtulamaz. Bundan maksat, kıyamet günün azabıdır. [148]

 

85. Ey kavmim! İnsanlar için ölçü ve tartıyı adaletle tam olarak yapın. İnsanların haklarından herhangi bir şeyi eksiltmeyin, Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmayın. Fesadın en şiddetlisidir. [149]

 

86. Ölçüyü tam yaptıktan sonra Allah'ın si­zin için bıraktığı helâl mal, topladığınız haramdan daha hayırlıdır. Allah'ın va'dine ve azabına inanıyorsanız bu böyledir. Mücâhid şöyle der: Allah'a itaat etmek sizin için daha hayırlıdır.[150] Ben sizin amelleri­nizi saklayıp da onların karşılığını size verecek bir gözetleyici değilim. Ben sadece bir nasihatçı ve duyurucuyum. Uyarma görevini yapmış olan mazurdur. [151]

 

87. Şuayb (a.s) onlara, putlara ibadeti bırakıp Allah'a ibadet etmelerini, ölçü ve tartıyı tam yapmalarını emredince, alay ve eğlence yoluyla ona cevap vererek şöyle dediler: Bize Babalarımızın tapmış olduğu putlara ibadeti terketmeyi emretmeye seni namazın mı çağırıyor. Bu, akıllı insanın yapacağı iş değil. Veya mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terketmemizi, yani ölçü ve tartıda eksik yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Fahreddin Râzî şöyle der: Şuayb (a.s) onlara iki şey, yani Allah'ı birlemeyi, ölçü ve tartıda eksik yapmayı bırakmalarını emretti. Onlar da şu iki şeyle onun emrini ayıpladılar. Birincisi,  Allah'ı  birleme   emrine   karşılık, "babalarımızın taptığı" sözünü, ikincisi de "ölçü ve tartıda eksik yap­mayın" sözüne karşılık da,  "mallarımızda dilediğimizi yaparız" sözünü söylediler. Burada namazdan maksadın "din" olma ihtimali de vardır. Buna göre manâ şöyle olur: "Dinin mi sana bunu emrediyor?" Namaz, dinin en açık alâmeti olduğu için dine "namaz" denilmiştir. Rivayete göre Şuayb (a.s) çok namaz kılardı. Kavmi onun namaz kıldığını görünce birbirlerine göz kırpar ve gülüşürlerdi. "Namazın mı sana emrediyor?" diyerek eğlen­mek ve alay etmek istediler. Nitekim bunamış bir kimsenin bazı kitaplar okuduğunu, sonra da saçma sözler söylediğini gördüğünde: "Bu sözler o kit­apları okumaktan mı ileri geliyor? dersin.[152] Şüphesiz sen akıllı, yumuşak huylu ve olgun bir kimsesin. Taberî şöyle der: Onlar, Allah'ın düşmanları oldukları için Şuayb ile alay ediyorlar, alay etmek maksadıyle ona bunları söylüyorlardı. Onlar bu sözleriyle sadece onun be­yinsiz ve câhil olduğunu vurgulamak istediler.[153]

 

88. Şuayb (a.s) onlara dedi ki: Peki, ben Rabbim tarafından bir delil üzerinde isem yani hidayet ve peygamber­likle görevlendirilmiş isem, ne dersiniz? ve Rabbim bana helâl mal vermişse...?? Şuayb (a.s)'ın malı çoktu. Zemahşerî şöyle der: Bu sorunun cevabı söylenmemiştir. Bu cevabın ne olduğu manâdan anlaşıl­maktadır. Yani, benim, Rabbimdan apaçık ve kesin bir delilim varsa, ve ben gerçekten bir peygamber isem, bu takdirde putlara ibadeti bırakmanızı ve masiyetlerden vazgeçmenizi söylememem doğru olur mu? Halbuki pey­gamberler sırf bunun için gönderilirler.[154] Ben bir şeyi kendim yaptığım halde onu size yasaklayacak değilim. Ben neyi emrediyorsam size de onu emrediyorum. Ben size emrettiğim ve size yasakladığım şeylerde, sadece gücüm yettiği kadar sizi ve işlerinizi düzeltmek istiyorum. Hayır yapmayı başarmak sadece Allah'ın desteği ve yardımı ile olur. Bütün işlerimde sadece Allah'a dayandım ve Tevbe etmek suretiy­le sadece ona dönüyorum. [155]

 

89. Ey kavmim! Bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin boğularak, Hûd kavminin rüzgarla, Salih kavminin de depremle helak olduğu gibi, başınıza bir azab getirmesin. Hasan-i Basrî şöyle der: Yani, bana düşman­lığınız, sizi, imanı bırakmaya sevketmesin. Sonra kâfirlerin başına gelen, sizin de başınıza gelir.[156] Lût kavminden olan zâlimlerin yurdu uzak bir yerde değildir. Halâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? [157]

 

90. Bütün günahlarınızdan dolayı Rabbinizden af dileyin, sonra sağlam bir tevbe ile O'na dönün, Çünkü Rabbimin rahmeti büyük, tevbe edip O'na dönenler için sevgi ve mahabbeti çoktur. [158]

 

91. Peygamberleri Şuayb'ı küçümseyerek ona dediler kv. Bize söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Âlûsî şöyle der: Hadis-i Şerifte bildirildiği gibi, Şuayb (a.s), "Peygamberlerin Hatîbi[159]  ol­masına rağmen onun hikmet, Öğüt, çeşitli ilim ve bilgilerle dolu sözlerini, manâsı  anlaşılmayan,  ne  için  söylendiği  bilinemeyen karışık  söz  ve saçmalık türünden saydılar.[160]  Şüphesiz biz seni aramızda zayıf biri olarak görüyoruz, yani bizim aramızda senin güç ve kuvvetin yok­tur. Eğer senin aşiretin olmasaydı, mutlaka seni taşlıyarak öldürürdük. Bizim katımızda senin değerin ve saygınlığın yoktur ki, seni taşlamaktan sakınalım. [161]

 

92. Şuayb dedi ki: "Ey kavmim! Aşire­tim, sizin katınızda Allah'tan daha mı değerlidir. Bu, onları kınamadır. Yani, beni, Yüce Allah'ı ta'ziminizden dolayı değil de kavmim için mi bırakıyorsunuz? Aşiretim, sizin katınızda Allah'tan daha mı aziz ve değerlidir? İbn Abbas şöyle der: Şuayb (a.s)'ın kavmi ve aşireti, onların katında Allah'tan daha aziz idi. Allah'ın şanı ise onların katında daha düşüktü. Rabbimiz aziz ve sânı yücedir.[162]  Allah'ı arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen bir şey gibi sayıp arkanıza attınız. O'na ne itaat ediyorsunuz, ne de saygı gösteriyorsunuz. Bu bir meseldir. Taberî şöyle der: Bir kimse birinin ihtiyacını gidermediği zaman: "Onun ihtiyacını arkasına attı, yani onu bıraktı, ona dönüp bakmadı" denilir.[163]  Yüce Rabbim, sizin kötü amellerinizi ilmiyle kuşatmıştır. Onların karşılığını size verecektir. [164]

 

93. Bu, sert bir tehdittir. Yani, siz yolu­nuzda çalışmaya devam edin, ben de yolumda çalışacağım. Şuayb (a.s) san­ki şöyle der: içinde bulunduğunuz inkâr ve düşmanlıkta devam edin. Ben de müslümanlık ve sabırda devam edeceğim, Kendisini zillete ve horluğa düşürecek azabın kime geleceğini anlaya­caksınız. Yalancının kim olduğunu da anlayacaksınız. İşinizin sonunu bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim. [165]

 

94. Onları yok etme emrimiz geldiğinde, kendilerine olan büyük merhametimiz sebebiyle Şuayb'ı ve onunla beraber olan mü'minleri kurtardık. O zâlimle­ri gürültü azabı yakaladı. Kurtubî şöyle der: Cebrâîl (a.s) onlara öyle bir bağırdı ki, ruhları bedenlerinden çıktı.[166] Onlar yurt­larında hareketsiz, sakin ölüler haline geldiler. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah bu sûrede onlara sayha (gürültü), A'râf sûresinde recfe (deprem), Şuarâ sûresinde ise "gölge gününün azabı" geldi dedi. Halbuki onlar bir tek ümmetti. Ancak, kendilerine azap geldiği gün bu azapların hepsi onlarda toplandı. Her birinde, kelâmın akışına uygun olan anlatıldı.[167]

 

95. Sanki onlar bundan önce yurtlarında ikâmet edip yaşamamışlardı. Taberî şöyle tefsir eder: Bilesiniz ki, Allah Medyen halkını, başlarına musibetini getirmek suretiyle rahme­tinden uzaklaştırdı. Nitekim onlardan önce de, kendilerine Allah'ın hışmı inmesiyle, Semûd kavmi de Allah'ın rahmetinden uzaklaşmıştı.[168]

 

96. Bu, yedinci kıssa olup, bu sûredeki kıssaların sonuncusudur. Yani, Andolsun ki, biz Musa'yı şeriatler, hükümler ve ilahî yükümlülüklerle gönderdik. Onu, "âsâ" ve "el" gibi, güçlü mucize­ler ve apaçık delillerle destekledik. Onu, Firavun'a ve kav­minin ileri gelenlerine gönderdik. Onlar Firavun'un emrine itaat ettiler, Allah'ın emrine ise karşı çıktılar, Halbuki Firavun'un emri doğru değildi. Çünkü bu emirde bir doğruluk ve bir hidayet yoktu. O, sadece cahillik ve sapıklıktan ibaretti. [169]

 

98. Firavun, dünyada kavminin önünde olduğu gibi kıyamet gününde de ateşe giderken onların önünde olacaktır, On­ları cehenneme sokacaktır. O cehennem, girilecek ne kötü bir yerdir. [170]

 

99. Allah'ın onlara hemen verdiği azaba ilâve olarak dünyada lanete uğratıldılar. Kıyamet gününde başka bir lanete de uğratılacaklardır. Onlara yapılan bu yardım ve verilen bahşiş ne kötüdür. Bu bahşiş, her iki dünyada onların lanetlenmeleridir. [171]

 

Edebî Sanatlar

 

1. korku gitti" ve " ona geldi". Bu ikisi arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır.

2. Rabbinin emri geldi". Bu, Allah'ın onlara verdiği azap­tan kinayedir.

3. Sizden, aklı başında bir adam yok mu?"  Bu soru, hayret ve kınama ifade eder.

4. Yahut, sağlam bir güce dayansaydım." Şerif Râdî şöyle der: Bu, bir istiaredir. Bundan maksat kavmi ve aşiretidir. İnsan, kabilesine sığındığı için, Lût (a.s) onlan kendisine bir rükün, yani sığınıla­cak bir güç saydı. Binanın sağlam temeli üzerine dayandığı gibi, insan da yardımcılarına dayanır. Ayetteki edatının cevabı mahzuf olup takdiri şöyledir: Mutlaka niyetlendiğiniz kötülüğü önlerdim. Burada hazif yapmak daha beliğ bir ifadedir. Çünkü bu hazif, cezanın büyük ve şiddetli olduğunu düşündürüyor.

5. Üstünü altına..." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır.

6. Kuşatan günün azabı". Burada mecaz-ı aklî vardır. Çünkü "kuşatma" fiili güne isnat edilmiştir. Halbuki gün, cisim değildir. Bu isnat, azabın o günde olması itibariyle yapılmıştır. Bu, fiilin zamana is­nadıdır.

7. Onu arkanıza attınız." Burada istiare-i temsi-liyye vardır. Allah'ın emri arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen bir şeye benzetilmiştir.

8. Onları ateşe soktu." Burada istiâre-i mekniyye vardır. Çünkü vürûd fiili, aslında, su olmak için suya gitme manâsında kullanılır. Burada ateş, alınmak üzere kendisine gidilen suya benzetilmiştir. Müşebbehün bih hazfedilmiş, onunla ilgili olan "vürûd" kelimesiyle ona işaret edilmiştir. Kavminin önündeki haliyle Firavun, susuzluğu gidermek için suya gelmekte olanların önünde bulunan kimseye benzetilmiştir. Orası, varılacak ne kötü yerdir" cümlesi ise, öncekinin pekiştirmesidir. Çünkü varılacak yer olan su başına, susuzluğu gidermek ve ciğerleri se­rinletmek için gidilir. Ateş ise susuzluğu arttırır, ciğerleri parçalar. Cehen­nem ateşinden Allah'a sığınırız. [172]

 

100. İşte   bu,   memleketlerin   haberlerindendir. Onu sana anlatıyoruz, onlardan (bugüne kadar izleri) ayakta kalan da vardır, biçilmiş ekin gibi yok olan da vardır.

101. Onlara biz zulmetmedik fakat, onlar kendile­rine zulmettiler. Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ı bı­rakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlama­dı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

102. Rabbin, haksızlık eden memleketleri yaka­ladığında, onun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!

103. İşte bunda, âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün hazır bulunduğu bir gündür.

104. Biz onu sadece sayılı bir müddete kadar bek­letiriz.

105. O geldiği gün, Allah'ın izni olmadan hiç kim­se konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu.

106. Bedbaht olanlar ateştedirler, onlar orada feci bir şekilde nefes alıp verirler.

107. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer dur­dukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin iste­diğini hakkıyla yapandır.

108. Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedir­ler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça on­lar da orada ebedî kalacaklardır. Bu nimetler bitmez, tükenmez bir lütuftur.

109. O halde onların tapmakta oldukları şeylerden şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce baba­larının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.

110. Andolsun biz Musa'ya Kitâb'ı verdik; fakat onda ihtilâf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı,  elbette  onların  arasında  hüküm  verilmişti. Şüphesiz ki onlar, Kur'an'dan şüphelendirici bir endi­şe içindedirler.

111. Onların her biri henüz amellerinin karşılığı­nı almadılar. Rabbin, onların amellerinin karşılığını mutlaka   ödeyecektir.   O,   onların   yapmakta   olduk­larından haberdardır.

112. O halde seninle tevbe edenlerle beraber em-rolunduğun gibi dosdoğru ol! Ve aşırı gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.

113. Zulmedenlere meyletmeyin; sonra sizi ateş yakar. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!

114. Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde  namazı  kıl.  Çünkü  iyilikler  kötülükleri giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bîr hatırlatmadır.

115. Sabırlı ol, çünkü Allah güzel iş yapanların mükâfaatını zayi etmez.

116. Keşke, sizden önceki asırlarda yeryüzünde bozgunculuktan  alıkoyacak  faziletli  kimseler  bulun­saydı! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır. Zulmedenler ise, kendilerine veri­len refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.

117. Halkı ıslahatçı olduğu halde Rabbin, haksız­lıkla memleketleri helak etmez.

118. Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek mil­let yapmıştı. Fakat onlar ihtilâfa düşmeye devam ede­cekler.

119. Ancak Rabbinin rahmetine nail olanlar müs­tesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rab­binin, "Andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle top­tan dolduracağım." sözü yerini buldu.

120. Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.

121. İman etmeyenlere de ki: "Elinizden geleni yapın! Biz de gerekeni yapanlarız!

122. Bekleyin! Şüphesiz biz de bekleyenleriz!"

123. Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle ise Ofna kulluk et ve O'na dayan! Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde peygamberlerin bazı kıssalarını ve ümmetlerinin başına gelen azap ve helaki anlattıktan sonra burada da, bu kıssaların anlatılmasından alınacak ibreti anlatır. Bu ibret, kıssaları" yalanlayanların cezalarının çabuk verildiğine ve onlardan hemen intikam alındığına şahit olması ve Allah'ın, dostlarına ve peygamberlerine yardım ettiğine ve onları desteklediğine bir delil olmasıdır. Âyetler, kıyamet gününü ve o günde insanların mutlular ve bedbahtlar diye iki kısma ayrılacağını anlatır. Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v)'a, eziyetlere karşı sabretmesini ve Yüce Allah'a tevekkül etmesini emrederek sona erer. [173]

 

Kelimelerin İzahı

 

Hasîd, biçilmiş ekin gibi kökü kesilmiş.

Tetbîb, ziyan vermek. helak olmak ve ziyana uğramaktır. Şâir Lebîd şöyle der:

Ben eskidim. Her yeni eskiyecektir. İşte zarara uğramak budur.

Zefir, hızlı koşmaktan dolayı solumak. Nefesi dışarı çıkarmak.

Şehîk, nefesi içeri çekmek. Leys şöyle der: Zefir, şiddetli üzün­tü halinde kişinin ciğerlerini nefesle doldurup dışarı çıkarmasıdır. Şehîk, bu nefesin şiddetle dışarı çıkmasıdır.[174]  Bazı dilciler şöyle der: Zefir, eşeğin anırırken çıkardığı ilk sese benzer bir sestir. Şehîk de, son sese benzer bir sestir.

Meczûz, kesilmiş demektir. Bir kimse bir şeyi kestiğinde denir. Muzârii dür.

Meyledersiniz. Rükün, bir şeye meyletmek ve ona razı olmak demektir.

Zülef, gecenin ilk bölümünden belli bir sürenin adıdır. Sa'leb şöyle der: Zülfe, gecenin ilk saatidir. Aslı, yakınlık manına gelen " dandır. Cennet yaklaştırıldı[175]  âyetinde de bu manâda kul­lanılmıştır.

Şımartıldılar. Teref, şımarıklık demektir. Nimet ve bolluk bir kimseyi şımarttığında, " Filan şımarmıştır" denir.

Mirye, şek ve kuşku manasınadır. [176]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, bir adam peygamber (s.a.v)'e gelerek şöyle dedi: Ben, şehrin kenarında bir kadınla oynaştım. Cima etmeksizin ondan faydalandım. İşte ben buradayım. Hakkımda, dilediğin hükmü ver. Hz. Ömer (r.a) ona dedi ki: Allah senin suçunu gizlemiş, keşke onu sen de gizleseydin. Rasulullah (s.a.v), herhangi bir cevap vermedi. Adam gitti. Bu olay üzerine şu âyet nazil oldu. Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatle-rinde namazı kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.[177] Rasulullah (s.a.v.) adamın peşinden birini gönderip onu çağırdı ve ona bu âyeti okudu.[178]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

100. İşte bu kıssalar, inkârları ve pegyamberleri yalanlamaları sebebiyle halklarını helak ettiğimiz şehirlerin haber-lerindendir. Ey Muhammed! Bu kıssaları sana vahiy yoluyla anlatıyor ve haber veriyoruz, Bu şehirlerden, halkı yok olmuş fakat bina-lan ayakta kalanlar vardır. Yine onlardan harap olup içindekilerle beraber yok olan ve biçilmiş ekin gibi hiçbir izi kalmayanlar vardır. [179]

 

101. Günahları olmadığı halde onları helak ederek zulmetmedik. Fakat onlar inkârları ve masiyetleri sebebiyle kendi­lerine zulmettiler. Böylece Allah'ın azabına ve musibetine müstehak oldu­lar, Allah'ı bırakıp da tapmış oldukları ilâhlar onlara bir fayda sağlamadı ve Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara azap edilmesi ile ilgili Allah'ın hükmü gelince, ilâhlarının bir faydası olmadı, O ilâhlar onlara, helak olmalarını artırmaktan başka bir şey sağlamadılar. [180]

 

102. Allah, şehirlerin zâlim ve yalanlayıcı halkını yakalayıp helak ettiği gibi, kâfirleri ve zâlimleri azabıyla yakalar. Âlûsî şöyle der: Âyette, zâlimin uyarıldığı açıkça görülmektedir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:  "Şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Nihayet onu yakaladığında, zâlim onun elinden kurtulamaz." Sonra Rasulullah (s.a.v.) bu âyeti okudu.[181]  Allah'ın azabı şiddetli ve elem vericidir. Bu, şiddetli bir tehdittir. [182]

 

103. Bu kıssa ve haberlerde, âhirette Allah'ın azabından korkanlar için elbette öğüt ve ibret vardır. O gün, hesap, sevap ve ceza için mahlûkat toplanır, O günü iyiler ve kötüler görür.[183]

 

104. Biz o günü, yani kıyamet gününü sadece Allah'ın daha önce hükmettiği belirli bir zaman için erteliriz. O zaman, ne ileri geçer, ne de geri kalır. [184]

 

105. O korkunç gün geldiği zaman Allah'ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz, Toplanma yerindekilerini bir kısmı bedbaht bir kısmı mutludur. Nitekim âyet-i kerimede Bir gurup cennette: bir gurup da cehennemdedir.[185] buyurulmuştur. [186]

 

106. Daha önce, bedbaht olacak­ları yazılmış olanlar var ya, işte onlar cehennem ateşinde kalacaklardır. Onlar şiddetli sıkıntılardan dolayı içlerini çekip şiddetle soluyacaklardır. Bazı tefsirciler şöyle der: Onların cehennemdeki bağırışları eşek seslerine benzetildi. Taberî, Katâde'den yaptığı rivayette der ki: Kâfirin cehennemde çıkardığı ses, eşek sesi gibidir. Bu sesin evveline zefir, âhirine şehîk denir.[187]

 

107. Gökler ve yer devam ettiği sürece onlar, sürekli olarak cehennemde kalacaklardır. Taberî şöyle der: Araplar bir şeyin ebedî olarak  sürekli  olduğunu  anlatmak  istediklerinde:   "Bu, göklerin ve yerin devamlı olması gibi devamlıdır, yani ebedî olarak devam eder." derler. Yüce Allah onlara kendi aralarında kullandıkları kelimelerle hitap etti. İbn Zeyd şöyle der: Gök gök olarak, yer yer olarak devam ettiği sürece, yani ebediyyen orada kalacaklardır.[188] Zemahşerî şöyle der: Burada iki mânâ vardır. Bunlardan birisi, âhiret gökleri ve yerinin kasdedilmiş ol­masıdır. Bunlar mahlûktur ve sonsuza kadar ebedîdir. İkincisi, ebedî ve ke­sintisiz olduğunu anlatmaktır.[189]  Rabbi'nin dilediği kimseler müstesna. Buradaki istisna, Allah'ı birleyenler hakkındadır.[190]  Çünkü, bedbaht olanlar" lafzı, kâfirleri de günahkârları da kapsamaktadır. Yüce Allah, bedhabtların ebedî kalmasından, âsî mü'minleri istisna etti. Çünkü onlar cehennem ateşinde temizlenecekler sonra peygamberlerin efendisi (s.a.v.)'nin şefaatiyle oradan çıkacaklar ve Allah onları cennete koyacaktır. Onlara şöyle denilecektir: Tertemiz oldunuz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.[191]  Şüphesiz senin Rabbın istediğini yapar. İstediği gibi merhamet eder ve azap eder. O'nun hükmünü bozacak ve geri çevirecek hiç kimse yoktur. [192]

 

108. Bu, iknici grubun yani mutlu kişilerin durumunu beyan eder. Allah'ım bizi de onlardan kıl. Yani iyi ve mutlu kimseler gelince onlar, cennette kalacak­lar ve oradan asla çıkarılmayacaklar. Göklerin ve yerin devam ettiği müddetçe orada devamlı kalacaklar. Veya Allah'ın dilemesine göre cenne­tin gökleri ve yeri devam ettiği müddetçe onlar da orada kalacaklardır. Yüce Allah onlar için ebediyet ve devamlılık dilemiştir, Bu, kesilmeyen hattâ sonsuza kadar devam eden bir lutuftur. [193]

 

109. O müşriklerin ibadetlerinin sapıklık olduğu hususunda şüphe etme. Yani onların dinlerinin bozuk olduğu husu­sunda şüphe etme. Onlar delilsiz ve hüccetsiz babalarını  taklit ederek peşlerinden  gitmektedirler.  Bu,  Rasûlullah (s.a.v.) için bir teselli ve onlardan intikam alıncağına dair verilen bir sözdür. Çünkü onların hali, kendilerinden önceki sapıkların ve yalanlayan­ların hali gibidir. Onların atalarının başlarına gelen sana bildirildi. Onun bir benzeri de bunların başına gelecektir. Ceza­larını tara ve eksiksiz bir şekilde onlara vereceğiz. îbn Abbas şöyle der: Onlar için takdir edilen hayrı da şerri de eksiksiz vereceğiz.[194]

 

110. Bu âyetin tefsirinde Taberî şöyle der: Yüce Allah, kavminin müşriklerinin peygamberi yalanlamaları karşı­sında onu teselli etmek maksadıyla şöyle buyurur: Ey Muhammedi Onların seni yalanlamasına üzülme.  Sana Kur'an'ı indirdiğimiz gibi Musa'ya da Tevrat'ı indirmiştik. O kitapta da ihtilafa düştüler. Senin kavminin yaptığı gibi, bazıları onu yalanladı, bazıları da tasdik etti.[195]  Hesabın ve cezanın kıyamet gününe ertelenceğine dair daha önce Allah hükmetmemiş olsaydı elbette dünyada iken aralarında hükmedilir, iyiye iyiliğinin karşılığı, kötüye de kötülüğünün karşılığı verilirdi. Fakat, daha önce cezanın kıyamet gününe erteleneceği takdir edildi. Senin kavminin kâfirleri, Kur'an hakkında kendilerini şüpheye düşüren bir endişe içindedirler. Çünkü onun hak mı, yoksa bâtıl mı olduğunu anlayamıyorlar. [196]

 

111. Mü'min ve kâfirlerden herbîri amel­lerinin karşılığını henüz almadılar. Rableri onların karşılğını âhirette vere­cektir. Allah onların amellerinin hepsini, küçüğünü ve büyüğünü bilmektedir. Ve onların karşılğını verecektir. [197]

 

112. Ey Muhammed! Rabbinin sana emrettiği gibi Allah'ın emri üzerinde dosdoğru yürü. Ebedî ve devamlı, bu istikamette yürü. İnkâr ve şirkten dönüp de, seninle beraber iman edenler de dosdoğru yürüsünler, Haramları işlemek suretiyle Allah'ın koyduğu sınırlan geçmeyin. Çünkü o, amellerinizden haberdardır ve onların karşılığını size verecektir. [198]

 

113. Zâlim idarecilere ve onların dışındaki diğer fâsiklara yakınlık göstermeyin. Sonra sizi cehennem ateşi yakar. Beyzâvî şöyle der: Rükün, az eğilmektir. Yani onlara doğru az bir şekilde dahi olsa  yakınlık göstermeyin. Sonra, yakınlık göstermeniz sebe­biyle sizi ateş aykar. Kendisinde zulüm denecek kadar bir şey bulunan kim­seye,  birazcık eğilim göstermek böyle olursa,  zulüm  ile damgalanmış zâlimlere eğilim göstermek ve onlara tamamen yaklaşmak hususunda ne dersin?[199]   Sizi, Allah'ın azabından koru­yacak kimseniz yoktur. Sonra bu belaya karşı size yardım edecek kimse de bulamazsınız. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, kâfirlerden ve isyankârlardan uzak durmak gerektiğine delâlet eder. Çünkü onlarla beraber olmak, onlar gibi kâfir ve isyankâr olmaktır. Zira onlarla beraber olmak, onlara sevgiden ileri gelir. Mecburî hallerde zâlimle zahiren dost olmak, bu yasaklamanın dışındadır.[200]

 

114. Farz olan namazı, gündüzün evvelinde ve so­nunda tam ve mükemmel bir şekilde kıl. Bundan maksat, sabah ve ikindi namazlarıdır. Çünkü bu iki vakit, gündüzün iki tarafında bulunmaktadır.[201]  Gecenin de gündüze yakın saatlerinde kıl. Bundan maksat, akşam ve yatsı namazıdır.  Şüphesiz iyi ameller, kü­çük günahları örter.[202]  Beş vakit namaz da bu iyi amellerdendir. Çünkü hadis­te şöyle buyurulmuştur: Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, beş vakit namaz, aralardaki günahları örter. Tefsirciler şöyle der: İyi amellerden maksat, beş vakit namazdır. Bu âyetin sebeb-i nüzulünü buna delil getirir­ler. Bu, cumhurun görüşüdür. Daha açık olan şudur: İyi amellerden maksat, genel olarak bütün iyi amellerdir. Bu, İbn Kesir'in tercihidir. O şöyle der: İyi ameller geçmiş günahları örter. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyurul­muştur: Herhangi bir müslüman bir günah işler de sonra abdest alıp iki re­kat namaz kılarsa günahları bağışlanır.[203]  Bu anlatılan doğ­ru yolda bulunma ve namaza devam etme, öğüt alanlar için bir nasihat, doğruyu bulmak isteyenler için de bir yol göstermedir. [204]

 

115. Ey Muhammedi Müşriklerden gördüğün eziyetlere ve kötülüklere sabret. Çünkü Allah seninle beraberdir. O, güzıel iş yapanların sevabını zayi etmez. [205]

 

116. Sizden önce geçmiş milletlerinden akıl ve fazilet sahiplerini kötü kimselerin yeryüzünde fesat çıkarmalarını engelleyecek seçkin bir toplum bulunsaydı ya! Bu, istîsnâ-i munkati'dir. Yani, fakat onlardan az bir miktarı yeryüzünde fesat çıkarmayı engellediler ve kurtuldular. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyetteki edatı, üzüntü ve kederle birlikte teşvik ifade eder. Bu, mânâyı ifâde etmede Ne kadar acınacak durumdadır kullar[206] âyetine benzer. Bundan maksat Nûh, Ad, Semûd ve adı geçen diğer kavimler gibi, hidayete eremeyen geçmiş milletlere üzülmek­tir. O zâlimler, şehevî arzularına uydular ve kendi­lerine ihsan edilen mal ve lezzetlerle uğraşmaya başladılar. Onları âhirete tercih  ettiler, Onlar, ısrarla suç işleyen bir kavimdi. [207]

 

117. Halkı iyi amel işleyen şehirleri zulüm ile helak etmek, Allah'ın âdetinden değildir. Çünkü Allah zulümden uzaktır.  Allah onları sadece, inkârları ve isyanları yüzünden helak eder. [208]

 

118. Allah dileseydi insanların hepsini İslam dinine inandırır ve onlar  islama giden yola iletirdi. Fakat hikmetine binaen bunu yapmadı. [209]

 

119. Onlar devamlı olarak, yahudilik, hıristiyanhk ve ateşpherstlik gibi çeşitli dinlere inanırlar. Ancak Allah'ın, lütfü ile doğru yola ilettiği insanlar hariç. Onfar hak yolda bulunanlardır. Buradaki lâm, sonuç bildiren lamdır. Yani Allah onları yarattı ki, sonunda mutlu ile mutsuz birbirinden ayrılsınlar. Taberî şöyle der: Yani, bedbahtlık ve mutlulukta farklı olmaları için onları yarattı. Onlardan bir grup cennete, bir grup da cehennemde olacaktır.[210]    Allah'ın cehennemi cin ve insan kâfirlerinin tümüyle dolduracağına dâir emri tamamlandı ve hükmü yerine getirildi. Âlûsî şöyle der: Bu cümle yemin mânâsı kapsamaktadır. Bundan dolayı, kelimesi­nin başına cevap lamı getirilmiştir.[211] Sanki Yüce Allah şöyle buyurur: An-dolsun ki, cehennemi insan ve cinlerin hepsinden İblis'e uyanlarla doldura­cağım. [212]

 

120. Ey Muhammedi Geçmiş peygamberlerle ilgili olarak sana anlattığımız bu haberler, peygamberlik görevini yerine getirmen için senin kalbini teskin ve tatmin etmek mak­sadıyla anlatılmaktadır. Bunları sana anlatıyoruz ki, geçmiş peygamberler kardeşlerin sana bir örnek olsun da onlar gibi sen de sabredesin. Allah'ın anlattığı bu haberlerde, sana doğru ve kesin bilgi gelmiştir.

Yine bu haberlerde, ibret alacak kimseler için, ibret ve öğüt verici şeyler gelmiştir. Mü'minler, Kur'an'm Öğütlerinden yarar­landıkları için burada özellikle zikredildiler. [213]

 

121. İman etmeyenlere de ki: Siz kendi yol ve usulünüze göre amel edin. Biz de kendi yol ve usûlümü­ze göre amel edeceğiz. Bu, korkutma ve tehdit anlamı taşıyan bir emirdir. [214]

 

122. Bu da başka bir tehdittir. Yani, siz bize gelecek olanı bekleyin; biz de sizin başmjza gelecek olan  Allah'ın azabını bekliyo­ruz. [215]

 

123. Göklerde ve yerlerde gizli olan şeyleri bilmek yalnız Allah'a aittir. Bütün bunlar O'nun kudreti ve ilmi dahilinde­dir. Her şey ancak O'na döndürülür; O, karşı gelenlerden in­tikamını alır, itaat edenlerin de sevabını verir. Bu ifade Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmekte ve kâfirleri kendilerinden intikam alınmakla korkutmak­tadır,  Öyleyse, sadece Rabbine kulluk et, İşini O'na bırak ve O'ndan başka hiç kimseye güvenme. Çünkü O, kendisine güvenenlere ye­ter. Rabbin, sizin yaptıklarınızdan gafil değildir. Kul­larının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, herkese yaptığının karşılığını verir. [216]

 

Edebî Sanatlar

 

1. O şehirlerden ayakta kalanlar da var, ekin gibi biçilmiş olanlar da var."  Burada istiare-i  mekniyye yoluyla şehirlerin kalıntıları  ve  duvarları  sapı  üzerinde  dik  duran ekine  benzetilmiştir. Halkıyla birlikte yok olup izi kalmayan şehirler ise tırpanla biçilmiş ekine benzetilmiştir.

2. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler." Burada cümleleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

3. O şehirleri yakaladığında." Bu şehirler halkından me­cazdır. Yani, o şehirlerin halkını yakaladığında, demektir.

4. Bedbaht ve mutlu." Burada kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbak vardır.

5. Bedbaht olanlara gelince...." ile Mutlu kılananlara gelince..."  cümleleri arasında  "leffi neşri müretteb" sanatı vardır.

6. Daha önce Rabbinin sözü geçmemiş olsaydı." Burada Rabbinin sözü kaza ve kaderden kinayedir.

7. Şüphesiz iyi ameller kötü amelleri giderir." Burada kelimesi ile kelimesi arasında tıbak vardır.

8. Öğüt alanlar için bir öğüttür." Burada ile arasında iştikak cinası vardır. [217]

 

Bir Uyarı

 

Cennetliklerin cennete; cehennemliklerin de cehennemde ebedî kala­cakları çeşitli delillerle kesin olarak sabittir. Bu sûrede "Allah'ın dilediği hariç" denilmesi ise sübût ve süreklililk ifade etmek için Kur'an'da kul­lanılan üslûptur. Burada Allah'ın dilemesini beyandaki nükte, bu işlerin Yüce Allah'ın dilemesi ile olduğunu, O dilediği takdirde bunları değiştire­ceğini ve onun iradesinin dışında hiçbir şeyin bulunmadığını açıklamaktır. İnanamak, inkâr etmek, mutluluk, bedbahtlık, cennet veya cehennemde ebedî kalmak, yahut oralardan çıkmak, bunların hepsi Yüce Allah'ın dile­mesiyle olur. [218]

 

Faydalı Bilgiler

 

Eş-Şihab, burada Kur'an'a ait güzel bir edebî nükteye işaret etmekte­dir. O da şudur: İyi amelleri İşlemekle ilgili emirler her ne kadar mânâ yönünden umumî olsalar da Sana emredildiği gibi dosdoğru ol." Namazı dosdoğru kıl." ve Sabret." şeklindeki emir kip­leri tekil olarak gelmiş ve sadece Peygamber (s.a.v.)'e emredilmiştir. Yapılması yasaklanan amellerde ise, Taşkınlık göstermeyin.", Zalimlik edenlere yakınlık göstermeyin." şeklinde emir kipleri çoğul olarak getirilmiş ve bütün ümmete yasaklanmıştır, "el-İnâye" adındaki kitapta böyle açıklanmıştır.[219]

Yüce Allah'ın yardımıyla Hûd Sûresinin tefsiri tamamlandı. [220]

 



[1] Hûd sûresi, 1 i/24

[2] Hûd sûresi, 11/59-60

[3] Hûd sûresi, 11/100-102

[4] Hud sûresi, 11/120-123

[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/69-70.

[6] Mûsâ orada insanlardan bir cemaat buldu. (Kasas sûresi,  28/23) âyetinde cemaat; bir zaman sonra hatırladı (Yusuf sûresi, 12/45) âyetinde zaman;  Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk (Zuhruf sûresi 43/22-23) âyetinde din ve millet mânâsına kullanılmıştır.

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/75-76.

[8] Kurtubî, 9/5

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/76.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/76.

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/76.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/77.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/77.

[13] el-Bahru'1-muhît, 5/204

[14] Kurtubî, 9/5

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/77.

[16] el-Bahr, 5/204

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/77.

[18] Keşşaf, 2/380

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/77-78.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78.

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78.

[23] el-Bahr, 5/206

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78-79.

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79.

[26] Teshîl, 2/102

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79.

[27] Muhtasar-! İbn Kesir, 2/214

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79.

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79-80.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/80.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/80.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/80.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/80-81.

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/81.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/81.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/81.

[36] Keşşaf, 2/387

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/81.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/81-82.

[39] Kurtubî,9/3

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/82.

[40] Bu ıstılahların izahı için lügatçeye bakınız. (1. Cild)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/82.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/87.

[42] Buhârî, İmân, 17; İ'lisâm, 28; Müslim, İman, 34,36.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/88.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/88.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/88.

[46] Keşşaf, 2/388

[47] et-Teshfl, 2/103

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/88-89.

[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/89.

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/89.

[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/89.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/89-90.

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90.

[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90.

[56] Bu, tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür. İbn Atıyye ve Ebu Hayyan, bu âyetin Hz. Nûh'un(a.s.) kıssası cümlesinden olduğu ve zamirin Nûh kavmine gittiği görüşündedirler. Buna göre mânâ şöyledir: "Nûh, bu haberleri kendiliğinden uydurdu" mu diyorlar.

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90.

[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90.

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/90-91.

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/91.

[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/91.

[62] İmam Taberî, Tennûrdan maksadın ne olduğu hususunda önceki âlimlerin görüşlerini naklettikten sonra der ki: Bize bu görüşlerin en uygunu, "Tennûr, içinde ekmek pişirilen tandırdır" diyenlerin görüşüdür. Çünkü Arap dilinde bilinen budur. Allah'ın kelamı, en. meşhur ve en çok kullanılan mânâya yorumlanır (Taberî, 12/40).

[63] Muhtasar-j İbn Kesîr, 2/220

[64] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/220

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/91.

[65] Taberî, 12/44

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/91-92.

[67] Kamer sûresi, 54/11-1

[68] SâvîHâşiyesi,2/216

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/92.

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/92.

[71] Rûhu'l-Meânî, 12/62

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/92-93.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.

[73] el-Teshîl, 2/106

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.

[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.

[75] Kurtubî, 9/42

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93-94.

[79] Taberî, 12/51

[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/94.

[81] Rûhu'l-meânî, 12/63

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/94-95.

[82] Ebû Hayyân, en-Nehnı'1-mâdd mine'1-bahr, 5/227

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/95.

[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/95-96.

[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/101.

[85] Kurtubî, 9/66

[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/101.

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/102.

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/102.

[89] Taberî, 12/58

[90] Fussilel sûresi, 41/15

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/102.

[92] Âlûsî, 12/81

[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/102.

[94] Keşşaf, 2/403

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/102-103.

[96] Ebussuûd, 3/15

[97] Yûnus sûresi, 10/71; Keşşaf, 2/403

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/103.

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/103.

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/103.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/104.

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/104.

[102] Fahr-ı Râzî, 18/16

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/104.

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/104.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[106] Keşşaf, 2/408

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[108] Kurtubî, 9/60

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.

[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105-106.

[113] Büşrâ, çocuk müjdesi vermek demektir. Bir görüşe göre de, Lût kavminin helakini müjdelemektir Zemahşerî, açık olan mânâ, çocuk müjdesidir, der.

[114] Kurtubî, 9/62

[115] Zâriyat sûresi, 51/26

[116] Keşşaf, 2/409

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106.

[117] Taberî, 12/71

[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106.

[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106.

[120] Beyzâvî, 253

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106-107.

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/107.

[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/107.

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/108.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/113.

[125] Kurtubî, 9/74

[126] Burada Rasûl kelimesi, mektup manasınadır. Beyit Ahtal'ındır. Kurtubî'de böyledir.

[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/114.

[128] Ankebût sûresi, 29/31

[129] Ankebut sûresi, 29/32. Bakınız, Taberî, 12/80

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/114-115.

[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/115.

[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/155.

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/155.

[133] Kurtubî, 9/75

[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/115.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/115-116.

[136] Buharî, Enbiya, 19,11 Tefsir XII/5; İbn Mace, Fiten, 23

[137] Ruhu'l-Meânî, 12/108

[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/116.

[139] Taberî, 12/89

[140] Kurtubî; 9/80

[141] Kamer sûresi, 54/37

[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/116-117.

[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/117.

[144] Kurtubî, 9/83

[145] Bir görüşe göre,  zamiri, taşların yerini tutar, Yani, "o taşlar, zalim olan hiçkimseden uzak bir şey değildir.

[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/117.

[147] Kurtubî, 9/85

[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/117.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/117-118.

[150] Taberî, 12/100

[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/118.

[152] Tefsir-i Kebîr, 18/42

[153] Taberî, 12/103

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/118.

[154] Keşşaf, 2/426

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/118-119.

[156] Kımubî, 9/90

[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/119.

[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/119.

[159] Taberî 12/64 (1987) baskısı}; Kurtubî, 9/90

[160] Ruhu'l-Meanî, 12/123

[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/119.

[162] Taberî, 12/106

[163] Taberî, 12/106

[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/119-120.

[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120.

[166] Kurtubî, 9/92

[167] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/231

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120.

[168] Taberî, 12/109

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120.

[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120-121.

[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/121.

[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/121.

[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/121-122.

[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/127.

[174] el-Bahr, 5/251

[175] Kâf sûresi, 50/31

[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/127.

[177] Hûd sûresi, 11/114

[178] Kuitubî, 9/111

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/127-128.

[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128.

[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128.

[181] Buharî, Tefsirul-Kur'an, XI, 5; Müslim, Birr, 61; Rûhu'l-meânî, 12/137

[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128.

[183] Kurtubî, 9/96

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128.

[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128-129.

[185] Şûra sûresi, 42/7

[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/129.

[187] Taberî, 2/117

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/129.

[188] Taberî, 12/117

[189] Keşşaf, 2/43

[190] Bu, Taberî'nin tercih ettiği manâdır. Bu manâ tefsire il erin, istisnanın manâsında an­lattıkları on manâdan biridir. Bakınız. Kurtubî, 9/99

[191] Zümer sûresi, 39/73

[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/129.

[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/129-130.

[194] Taberî, 12/122

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/130.

[195] Taberî, 12/123

[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/130.

[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/130.

[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/130-131.

[199] Beyzavî, 258

[200] Kurlubî, 9/108

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/131.

[201] Bu Hasan-ı Basrî ve Katâde'nİn görüşüdür. Taberî de, bu namazların sabah ve İkindi na­mazı olduğu görüşü tercih eder. Bu, İbn Abbas'tan rivayet olunmuştur.

[202] Müslim, Taharet, 14 (az farklı)

[203] İbn Mace, İkâme, 193 (az farklı); Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/235

[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/131.

[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/131.

[206] Yasin sûresi, 36/30; el-Bahr, 5/271

[207] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/131-132.

[208] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/132.

[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/132.

[210] Taberî, 12/144

[211] Ruhu'l-meânî, 12/165

[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/132.

[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/132-133.

[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/133.

[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/133.

[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/133.

[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/133-134.

[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/134.

[219] Şihâbuddîıı Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Hafâcî İnâyetu'1-Kâdî ve Kifâyelıı'r-Râdî, Bakınız, Hûd, sûresi, 112-115 âyetlerin tefsiri c... s... (Beyzâvî Tefsiri üzerine yapılmış sekiz ciltlik bir haşiyedir, matbudur).

[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/134.