Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Seyyid Kutub'un Fî Zılâli'l-Kur'ân Adlı Tefsirinden İktibaslar
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Mekke'de inmiştir. 123
âyettir.
Hûd sûresi Mekke'de
inmiştir. İslaimn temel inançlarına, "Tevhid, ri-sâlet, Öldükten sonra
dirilme ve hesaba" ağırlık verir. Peygamber (s.a.v.)'in müşriklerden
gördüğü eziyetler dolayısıyle ona teseliî etmek için peygamberlerin kıssalarına
geniş şekilde yer verir. Rasuluilah (s.a.v.) özellikle amcası Ebu Tâlib'in ve
eşi Hz. Hatice'nin vefatından sonra geçirdiği o zor dönemde müşriklerden
eziyet görüyordu. Sabır ve sebat hususunda kendinden önceki peygamberlere
uyması için, âyetler ona, peygamber kardeşlerinin başlarına gelen çeşitli belâ
ve musibetleri anlatmak üzere iniyordu.
Bu mübarek sûre,
âyetleri muhkem kılınmış ve kendisine herhangi bir bozukluk ve çelişkinin
gelemeyeceği Kur'an-ı Kerim'in yüceliğini göstererek başlar. Çünkü Kur'an,
kulların yararına olan şeylerden hiçbirisi kendisine gizli kalmayan, herşeyi
bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın indirdiği bir kitaptır. Bundan sonra,
aklî deliller getirerek İslamî davetin unsurlarını arzeder. Bunu iki grup,
yani hidâyet ve dalâlet grupları arasında mukayese yaparak sunar. Bu iki grup
için misal getirir. Bu misalle, mü'min-lerle kâfirler arasındaki korkunç farkı
açıklar. Güneşin karanlıklarla aydınlık arasındaki farkı gösterdiği gibi, bu
iki grup arasındaki farkı gösterir : Bu iki grubun durumu, kör ve sağır ile
gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret
almıyor musunuz?[1]
Bundan sonra sûre,
mübarek peygamberlerden söz eder. Nûh tufanından, Hz. Nûh ve onunla beraber
gemiye binmiş olan mü'minlerden başka kurtulan olmadığı için, insanlığın ikinci
babısı sayılan Hz. Nuh'un kıssası ile konuya başlar. Bu tufanda, onlardan başka
yeryüzünde bulunan herkes boğuldu. Hz. Nûh, peygamberlerin en uzun ömürlüsü, en
çok belaya uğrayanı ve en çok sabredenidir.
Bundan sonra, Allah'a
davet hususundaki değerli gayretleri dola-yısıyle kendisini ebedîleştirmek için
bu mübarek sûreye adı verilmiş olan Hûd (a.s)'un kıssasını anlatır. Yüce Allah
onu, zorba ve kibirli olan Ad kavmine peygamber olarak göndermişti. Ad kavmi,
vücutlarının kuvvetine al-danarak: "Bizden daha kuvvetli kim var?"
dediler de Allah c.c. onları uğultulu azgın bir fırtına ile helak etti.
Kibirli ve zorbaların ibret ve nasihat almaları maksadıyle âyet-i kerimeler
onlardan geniş geniş bahseder:
İşte Âd kavmi!
Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; peygamberlerine âsî oldular ve inatçı her
zorbanın emrine uydular.. Biliniz ki, Ad kavmi Rablerini inkâr etti. Şunu da
bilin ki, Hûd'un kavmi Ad, Allah'ın rahmetinden uzak kılındı.[2]
Bundan sonra ardarda,
Allah'ın peygamberleri Salih (a.s), Lût (a.s), Şuayb (a.s), Mûsâ (a.s) ve Hârûn
(a.s)'ın kıssaları gelir. Allah onların hepsine rahmet ve bereketini ihsan
etsin. Bunları, bu kıssadaki öğüt ve ibretlerle doğrudan ilgili olarak Allah'ın
zalimleri helak etmesi konusu takip eder. İşte bu, halkı helak olmuş
memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta kalan
da vardır, biçilmiş gibi olan da vardır. Rabbin, haksızlık eden memleketleri
yakaladığında, onun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem
verici, pek çetindir![3]
Bu mübarek sûre,
peygamberlerin kıssalarını anlatmaktaki hikmeti açıklayarak sona erer. Bu,
geçmiş asırlarda peygamberleri yalanlayanların başlarına gelenlerden ibret
alınması ve bu sıkıntı ve musibetler karşısında peygamber (s.a.v.)'in
maneviyâtını yükseltmek içindir.
Peygamberlerin haberlerinden
senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak,
mü'minlere de bir öğüt, bir uyan gelmiştir.. Öyle ise ona kulluk et ve ona
dayan. Rabbin, sizin yaptıklarınızdan gafil değildir."[4] Başlangıcı ile bitişi birbirine uygun olsun
diye, sûre bu şekilde, tevhid ile başladığı gibi tevhid ile sona erer. [5]
Bismillâhirrahmânirrahim
1. Elif,
Lâm, Râ. (Bu), hikmet sahibi (ve) her şeyden
haberdar olan Allah
tarafından âyetleri
sağlamlaştıril- mış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.
2. Allah'tan
başkasına İbâdet etmemeniz için indirildi. Şüphesiz ki ben, onun tarafından
size gönderilmiş bir uyarıcı ve m üj del ey içiyim.
3. Ve
Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için indirildi. Eğer
bunu yaparsanız, Allah sizi, muayyen bir müddete kadar güzel bir şekilde
yaşatır ve iyi amel işleyen herkese amelinin karşılığını verir. Eğer
yüzçevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından
korkarım."
4. Dönüşünüz
yalnız Allah'adır. O, her şeye kadirdir.
5. Bilesiniz
ki, inanmayanlar ondan düşmanlıklarını gizlemeleri için göğüslerini bükerler.
İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahî, Allah onların
gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü o, kalblerin özünü
bilendir.
6.
Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın ü/erinedir. Allah o
canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi, açık bir
kitaptadır.
7. O,
hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için,
Arş'ı su üzerinde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki,
"Ölümden sonra muhakkak
diriltileceksiniz." desen, kâfir
olanlar derhal, "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir."
derler.
8. Andolsun
eğer biz onlardan azabı sayılı bir zamana kadar ertelesek, mutlaka "Onu engelleyen nedir?" derler.
Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak
değildir. Ve alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.
9. Eğer
insana tarafımızdan bir rahmet taddırır da sonra bunu ondan çekip alırsak,
tamamen ümitsiz ve nankör olur.
10. Eğer
kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet taddırırsak, elbette
"Kötülükler benden gitti." der. Çünkü o şımarıktır, kibirlidir.
11. Ancak
sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir
büyük mükâfat vardır.
12. Belki de
sen, "Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek
gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmım terk
edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise
her şeye vekildir.
13. Yoksa,
"Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru iseniz Allah'tan başka
çağırabil-diklerinizi çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre
getirin."
14. Eğer
size cevap vermiyorlarsa, bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve
O'ndan başka da tanrı yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?
15. Kim,
dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların işlerinin karşılığını
orada onlara tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar.
16. İşte
onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan
kimselerdir; yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler de
bâtıldır.
17. Rabbin
tarafından açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği,
ayrıca kendisinden önce, bir önder ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitâb'ı
elinde bulunan kimse inkarcılar gibi midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a)
inanırlar. Toplumlardan herhangi biri onu inkâr ederse işte onun varacağı yer
cehennem ateşidir. Bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından
bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.
18. Kim
Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim olabilir? Onlar Rablerine arz
edilecekler, şahitler de, "İşte bunlar Rablerine karşı yalan
söyleyenlerdir." diyecekler. Bilin ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin üzerinedir!
19. Onlar,
Allah'ın yolundan alıkoyan ve onu eğriltmek isteyenlerdir. Onlar özellikle
âhireti inkâr ederler.
20. Onlar
yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacak değiller ve onları Allah'ın
azabından koruyacak dostları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü
onlar, ne görebiliyorlar, ne de kulak verebiliyorlardı.
21. İşte
onlar kendilerine yazık ettiler. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden
kaybolup gitti.
22. Şüphesiz
onlar, âhirette en çok ziyana uğrayanlardır.
23. İnanıp
da güzel işler yapan ve Rablerine gönülden boyun eğenlere gelince, işte onlar
cennet ehlidirler. Onlar orada ebedî kalırlar.
24. Bu iki
zümrenin durumu kör ve sağır ile gören ve işiten kimselerin durumu gibidir.
Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?
Muhkem kılındı.
bozulmaya mâni olmaktır. Bir kimse bir şeyi, ona bozukluk veya fesat arız
olmayacak şekilde yaptığında, denir.
Onun barınağı.
Müstekar, dünyada sığınıp barınacağı yer demektir.
Varacağı yer. Müstevda;
öldükten sonra varacağı yer. Sayılı bir ümmet. Burada ümmet, zamandan bir süre,
yani yıllardan sınırları belirtilmiş bir süredir. Kurtubî şöyle der: Ümmet,
sekiz ayn mânâya kullanılan müşterek bir isimdir. Bu mânâlar : Cemaat, millet,
iyi özellikleri kendisinde toplayan adam, zaman, peygamberlere uyanlar ve
benzerleri.[6]
Mirye, kuşku ve şüphe
demektir.
Kayboldu, yok oldu.
Lâ cereme, bu ikisi
tek bir kelime olup hak manasınadır. Bu, Halîl ve Sîbeveyh'İn görüşleridir.
Boyun eğdiler. zillet
ve boyun eğmek manasınadır.
Esamm; işitmeyen,
kendisinde sağırlık olan kimse. [7]
Kurtubî, İbn Abbas'tan
gelen bir rivayette şöyle der: Ahnes b. Şureyk, tatlı dilli ve güzel konuşan
bir adam idi. Rasulullah (s.a.v.)'a, onun hoşuna giden şeyler söyler, kalbinde
ise onu üzecek inançlar saklardı. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyet-i kerimeyi
indirdi: Bilesiniz ki onlar, Allah'tan gizlenmek istedikleri için düşmanlıklarını
kalplerinde gizliyorlar.[8]
1. Elif,
lâm, râ. Bu, Kur'an'ın i'cazma ve onun bu harfler gibi heca harflerinden
meydana geldiğine bir işarettir. İbn Abba, bunun; "Ben Allah'ım,
görürüm" mânâsına geldiğini söyler. O, değeri yüce bir kitaptır, âyetleri
sağlam bir şekilde tanzim edilmiştir. Ona ne bir bozukluk ve ne bir çelişki
arız olmaz. Onda helâl, haram ve kulların dünya ve ahiret işlerinde muhtaç
oldukları şeyler açıklanmıştır. O, Allah katmdandır. Onu, işlerin nasıl
olduğunu ve her şeyden haberdar olan Allah açıklamıştır. İşte bunun içindir
ki, âyetleri en güzel bir şekilde muhkem kılındı ve en güzel bir şekilde
açıklandı. [9]
2. Allah'tan
başkasına ibadet etmemeniz için böyle yapıldı. Şüphesiz, ben, Yüce Allah
tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. İnkar ederseniz azabına
uğrayacağınızı size haber veriyorum? İman ederseniz, onun sevabını
kazanacağınızı size müjdeliyorum. [10]
3. Günahlardan
dolayı Rabbinizin affını istemeniz, samimiyetle tevbe etmeniz, Allah'a
yönelmek ve ona itaat etmek suretiyle tevbenizde dosdoğru devam etmeniz için
indirildi. Böyle yaparsanız Yüce Allah bu dünyada size, geniş rızık ve müreffeh
bir hayat gibi yüce menfaatler sağlar, Bu, belirli bir zamânâ yani ömürleriniz
sona erinceye kadar devam eder. O, güzel amel işleyen herkese, amelinin
karşılığını verir. Eğer iman etmek ve Allah'a itaat etmekten yüzçevirirseniz,Ben
cidden, size, büyük günün, yani kıyamet gününün azabının gelmesinden korkarım,
içinde şiddetli sıkıntılar bulunduğu için o, büyüklükle nitelendirildi. [11]
4. Ölümden
sonra dönüşünüz sadece Yüce Allah'adır. O sizi öldürmeye, sonra diriltmeye, yalanlayanları
cezalandırmaya, her şeye kadirdir. Hiç bir şey onu âciz bırakamaz. Bu âyette
büyük bir tehdit vardır. [12]
5. Bilesiniz
ki onlar Allah'tan gizlenmeleri için, peygambere ve mü'minlere olan
düşmanlıklarını kalplerinde gizliyorlar. Onlar bununla Allah'tan gizlenmek
istiyorlar ki, onları rezil etmesin. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet Ahnes b.
Şüreyk hakkında indi. Rasulullah (s.a.v.)'la sohbet eder ve onu gerçekten
sevdiğine dair yemin eder, kalbinde ise söylediklerinin aksini gizlerdi.[13] Kurtubî şöyle der: Yüce Allah müşriklerin,
hallerinin Allah'a gizli kalacağını zannederek peygambere ve mü'minlere düşmanlık
ettiklerini haber verdi.[14] İyi
bilin ki onlar, elbiseleriyle örtündüklerinde Allah, onların gizlediklerini de
bilir, açığa vurduklarını da bilir. Sanki âyet şöyle der : Elbiselerinizle
örtünüp kapanmanızın, sizi Allah'tan
gizleyeceğini sanmayın. Bilakis Allah, sırlarınızı ve açıkça yaptıklarınızı
bilir. Hallerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz. Şüphesiz O, kalplerde olanı
bilendir. [15]
6. Yeryüzünde
yürüyen insan veya hayvan ne varsa, Allah, hepsinin rızkım lütuf ve keremi ile
üzerine almıştır. Yaratıcı o olduğu gibi, rızık verendir de odur. Allah onun
durduğu yeri ve konulacağı yeri bilir. İbn Abbas şöyle der: Onun durduğu yer,
yeryüzünde barındığı yerdir. Konulacağı yer ise, ölüp gömüleceği yerdir.[16]
Rızıklar, kader ve ömürler, hepsi Levh-i Mahfûz'da yazılıdır. [17]
7. Gökleri
ve yeri, dünya günlerinden altı gün kadar bir zaman içersinde yaratan odur. Bu
âyette, kulları işlerinde
teenni ile hareket etmeye teşvik vardır. Zira kâinatı göz açıp kapayacak kadar
bir zaman içinde yaratmaya kadir olan Allah onu altı günde yarattı. O'nutı
Arş'ı, gökleri ve yeri yaratmadan önce su üzerinde idi. Zemahşerî şöyle der:
Onun altında mahlûkât yoktu. Burada Ar-ş'ın ve suyun göklerden ve yerden Önce
yaratılmış olduğuna delil vardır.[18] Onları
yüce bir hikmete binâen, sizi imtihan etmesi, böylece iyi ile kötünün ortaya
çıkması ve amellerinize göre sizi cezalandırması için yarattı. Ey Muhammed!
Eğer o Mekke kâfirlerinden olan inkarcılara, "Siz öldükten sonra mutlaka
hesap için diriltileceksiniz" desen, elbette, öldükten sonra dirilmeyi ve
haşri inkâr eden kâfirler, "Bu Kur'an apaçık bir sihirden başka bir şey
değildir" derler. [19]
8. Eğer
onlardan azabı kısa bir süre için ertelesek o zaman mutlaka alay ederek,
"O azabın inmesine engel olan ne?" derler. Bilsinler ki, kendilerine
azap geldiği gün, azap onlardan uzaklaştırılacak değildir. Alay etmekte
oldukları şeyin cezası indi ve onları kuşattı.
[20]
9. Eğer biz
insana türlü nimetleri yani sıhhat, emniyet, rızık ve benzeri nimetleri ihsan
etsek Sonra o nimetleri ondan çekip alsak, jyi Şüphesiz o, Allah'ın
rahmetinden ümit keser ve şiddetle onu inkâr eder. [21]
10. İnsanın
başına daha önce sıkıntı ve fakirlik, hastalık ve darlık gibi belâlar
geldikten sonra, biz ona nimet ihsan etsek, elbette, "Fakirlik, yoksulluk
ve musibetler artık kesildi. Bu günden sonra, asla onlar başıma
gelmeyecek" der. Şüphesiz ki o, nimetlere aldanmış ve şımarmıştır.
Kendisine verilen nimetlerle insanlara büyüklük taslar. Bu âyet, sıkıntılı
anlarda ümitsizliğe düşen ve nimetler ihsan edildiğinde de şımaran kimseleri
kınamaktadır. İnsanların âdeti budur. [22]
11. Ancak
sıkıntılı anlarda sabreden, bolluk anlarında da hayır işleyen mü'minler
müstesnadır. Onlar sımtılı hallerinde de, bolluk anlarında da iyi amel
işlerler. İşte bu güzel sıfatları taşıyanların günahları için bir af, âhirette de büyük bir mükâfaat,
yani cennet vardır. Ebu Hayyân şöyle der: Sevabın "büyük" diye
nitelenmesinin sebebi şudur: O, ebedî nimetleri, azaptan emin olmayı, Allah'ın
kendilerinden razı olmasını ve O'nun yüce zâtına bakmayı kapsar.[23]
12. Belki de
sen, sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını terkedeceksin. Müşrikler, Rasûlullah'a
(s.a.v.) bir hazine getirmesini veya kendisiyle beraber bir meleğin gelmesini
teklif ediyorlar ve Kur'an ile alay ediyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah
buyurdu ki: "Ey Muhammedi Belki de sen, onlar alay ettikleri için
Rabbinden sana indirilenin bir kısmını terkedip, onlara tebliğ etmeyeceksin.
Yalanlanır korkusuyla, Rabbinden sana inen âyetleri onlara tebliğ etmekten
ruhun daralır. Bundan maksat Rasulullah (s.a.v.)'ı risaleti tebliğe ve ona
düşmanlık edenlere aldırış etmemeye teşvik etmektir. Çünkü
onlar, "Ona çokça mal inse ya"
diyorlar. Yahut, "Teklif ettiğimiz gibi, onunla beraber onu tasdik eden
bir melek gelse ya" diyorlar. Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
görevini sınırlandırarak şöyle buyurdu Ey Muhammed! Sen, suçluları Allah'ın
azabından korkutan bir uyarıcıdan başkası değilsin. Allah ise her şeyin vekilidir.
Yani kulların işlerini yürütür, onların amellerini gözetir. [24]
13. Yoksa
onlar, "Bu Kur'an'ı Muhammed kendisi uydurdu" mu diyorlar. De ki,
"Eğer durum öyle ise, siz fasih Araplarsınız, fesahat ve belagatta onun
benzeri uydurulmuş on sûre getirin" Bu Kur'an'm uydurulmuş olduğu
hususunda doğru söylüyorsanız, Allah'tan başka dilediğinizi yardıma çağırarak
bunu yapın. [25]
14. Yardıma
çağırdıklarınız size icabet etmez ve bundan âciz kalırlarsa, bilin ki, ey
müşrikler! Bu Kur'an ancak Allah'tan bir vahiyle inmiştir, Bu mu'ciz Kur'an'ı
indiren Allah'tan başka bir rab ve ma'bûd olmadığını da bilin. Bu cümle lafzan
soru,, mânâ itibariyle emirdir. Yani, bu kesim delil ortaya çıktıktan sonra artık
müslüman olun. Çünkü sizin için buna mani olacak bir özür kalmadı. İbn Cüzey
şöyle der: Bu sorunun mânâsı, İslama çağırmak ve kâfirleri müslüman olmaya
zorlamaktır. Çünkü onların, Kur'an'ın benzerini getirmekten âciz kalmaları
İslamın doğruluğuna bir delil olmuştur.[26]
15. Kim
âhirete inanmadığı için, iyi amelleri ile sadece dünya nimetlerini elde etmek
istiyorsa, Onların amellerinin karşılığını, dünyada sevdikleri şeylerle yani
sıhhat, emniyet ve rızıkla eksiksiz olarak öderiz. Dünyada onların ücretlerinden
hiçbir şey eksik ödenmez. Katâde şöyle der: Kimin niyeti ve gayreti dünyayı
elde etmeye yönelikse, Allah onun iyi işlerinin karşılığını dünyada verir.
Sonra, karşılığı verilecek hiçbir iyiliği kalmaksızın ahirete gider. Mü'mine
gelince, iyi amellerinin karşılığı dünyada ona verilir. Âhirette de
ayrıca sevabı verilir.[27]
16. İşte
hedefleri bu dünya olan o kimseler var ya, âhirette onlar için cehennem ateşi
ve onun devamlı azabından başka bir şey yoktur, Onların işlemiş olduğu sâlih
ameller boşa çıkar. Çünkü onlar, amellerinin karşılığını dünyada tam olarak
aldılar. Bu cümle, önceki cümlenin tekididir. Yani, onların dünyada yapmış
olduğu hayırlar boşa çıkmıştır. [28]
17. Bu
sorunun cevabı mahfuzdur. Apaçık bir nur ve Allah tarafından kesin bir delil
üzerinde olan peygamber ve mü'minler, dünya hayatını isteyen gibi mi olur? Yüce
Allah bu ikisi arasında büyük bir fark olduğunu göstermek istiyor. Yani,
Allah'ı isteyen ile dünyayı ve onun zinetini isteyen eşit olamaz. Allah
tarafından onun doğruluğuna şahit olan bir kimse de onu takibeder. İbn Abbas
der ki: "Bu şahit Cebrail (a.s)'dir. Kur'an'dan önce de şahit olarak,
Allah'ın Mûsâ (a.s)'ya indirdiği hayırda önder ve indiği kimseler için bir
rahmet olan Tevrat vardır. İşte, Rablerinden bir nur üzerinde bulunmakla
nitelenmiş olan o kimseler,
Kur'an'ı tam mânâsıyle tasdik ederler,
Din mensuplarından kim Kur'an'ı inkâr ederse, onun için mutlaka gireceği bir
cehennem ateşi vardır. Sakın bu Kur'an hakkında bir şüpheye düşme. Şüphesiz o,
Allah tarafından indirilmiş değişmez gerçektir, Fakat insanların çoğu, onun
âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğine inanmaz. [29]
18. Allah'a
ortak ve çocuk nisbet etmek suretiyle onun hakkında yalan uydurandan daha azgın
ve daha zâlim hiç kimse yoktur, İşte onlar, kıyamet gününde, mahlûkâtla
beraber, kendilerini yaratan ve onlara sahip olan Allah'a arz edilirler.
Onların amellerine şahit olan mahlûkât ve melekler, "Bunlar Allah'a karşı
yalan söyleyenlerdir" derler. Bundan maksat, onların âhirette halkın
huzurunda ayapılarının ortaya çıkarılması ve rezil edilmeleri ve
cezalardırılmaları için teşhir edilmeleridir. Bilin ki, Allah'a karşı haksızlık
ve iftiralarından dolayı, Allah'ın laneti zalimleredir. Lanet, Allah'ın
rahmetinden kovulmak demektir. [30]
19. Onlar
hakka uymak ve Allah'a götüren hidâyet yoluna girmekten insanları alıkoyanlar
ve yolun eğri olmasını yani Allah'ın dininin kendi arzularına göre eğrilmiş
olmasını isteyenlerdir. Onlar âhireti inkâr eden, öldükten sonra dirilmeyi,
haşir ve neşri kabul etmeyenlerdir. [31]
20. Allah
onlara mühlit verse de, Allah'ın azabından kurtulacak değillerdir. Onlara
dostluk edecek veya onları Allah'ın azabından koruyacak kimseleri yoktur.
Suçları ve taşkınlıkları yüzünden onların azabı kat kat olur. Bu cümle,
müste'nefe cümlesidir, Onların azaplarının şiddetli ve kat kat olmasının sebebi şudur. Yüce Allah
onlara
kulak ve göz verdi.
Fakat onlar hakkı dinlememek için sağır, ona uymamak için de kör gibi
davrandılar. Allah'ın kendilerine lütfetmiş olduğu duyu organlarından
faydalanmadılar. [32]
21. İşte
onlar öyle kimselerdir ki, dünya ve âhiret saadetini kaybettiler, cehennem
ateşine girdikleri için rahatlarını yitirdiler. Şefaatlerine inandıkları
ilâhlar da kaybolup gitti. [33]
22. Gerçek
şu ki onlar, kıyamet gününde en çok zarara uğrayan insanlardandır. Ziyanları
onlardan daha açık olan hiçkimse göremezsin. Çünkü onlar geçici olanı ebedî
olana tercih ettiler ve cennetleri bırakıp onların yerine cehennem ateşini
aldılar. Yüce Allah bedbaht kâfirlerin durumunu anlattıktan sonra mutlu
mü'minlerin durumunu açıklayarak şöyle buyurdu: [34]
23. İman ile
salih ameli birleştiren ve Allah'a boyun eğenler var ya, İşte onlar cennet
ehlidir. Orada kendilerine nimetler verilecek ve oradan asla çıkarılmayacaklardır.
İhbât, Allah'a güvenip sükûnet bulmak, O'na boyun eğmek ve sadece O'na ibâdet
etmektir. [35]
24. Bu iki
grubun yani mü'minlerle kâfirlerin durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin
durumuna benzer. Ze-mahşerî şöyle der: Yüce Allah kâfirler grubunu körlere ve
sağırlara, mü1-minler grubunu da görenlere ve işitenlere benzetti. Bu, leff ve
tıbak sanat-larındandır.[36] Yani, bu iki grubun enteresan durumu,
kendisinde işitme ve görme duyuları bulunan kimsenin durumuna benzer, Bunların
durumu eşit olur mu? Bu soru inkâr ifade eder. Yani bu ikisinin durumu eşit
değildir. Hakkın nurunu gören ve onun ziyasıyle aydınlanan kimsenin durumu,
dalâlet karanlıklarında bocalayan ve saadet yolunu bulamayan kimsenin durumuna
benzemez. üıtel Hâlâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? Bundan maksat iman ve itaat
ehli ile inkâr ve isyan ehlini birbirinden ayırmaktır. [37]
1. Büyük bir
günün azabı." Azabın, büyük güne izafeti, azabın korkunçluğunu ve
şiddetini ifade eder.
2. Gizlediklerini
ve açıkladıklarını" Bu kelimeler arasında tıbak vardır. Aynı şekilde bolluk"
ile darlık ve uyarıcı ile
müjdeleyici" kelimeleri arasında tıbak vardır.
3. Aşırı
derecede ümitsizliğe düşen ve çok inkâr eden" Bu kelimeler mübalağa
sıygalarmdandır.
4. Kör ve
sağır gibi." Burada teşbih edatı mevcut fakat vecb-i şebeh mahzûf olduğu
için mürsel ve mücmel teşbih vardır. Yani, kâfir grubun durumu, görmemek ve
işitmemek hususunda kör ve sağırın durumuna benzer. Mü'min grubun durumu ise,
gören ve işiten kimsenin durumuna benzer. [38]
Salihlerden biri şöyle
der: Günahtan çekilmeksizin istiğfarda bulunmak yalancıların tevbesidir.[39]
Daha önce, Kur'an-ı
Kerim'in benzerinin getirilmesi için meydan okunmuşken, burada onun benzerinden
on sûre getirilmesi için meydan okundu. Zira müşrikler Kur'an'ın benzerini
getirmekten âciz kalınca, Kur'an, on sûrenin benzerinin getirilmesi için meydan
okudu. Onlar bundan da âciz kalınca belagat, fesahat, gayplardan haber verme,
kânun hükümleri koyma ve diğer hususlarda, Kur'an sûrelerine benzer bir sûre
getirilmesi için onlara meydan okudu. Teşriî hükümler ve benzerleri dokuz
çeşittir. Bazıları bunu nazım halinde şöyle söylemiştir:
Bilesiniz ki Kur'an
ancak dokuz harftir. Onları sana
usanmadan bir şiir beytiyle bildireceğim:
Helâl, haram, muhkem,
müteşebih, beşîr, nezîr, kıssa, öğüt ve meseldir.[40]
25. Andolsun
biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara, "Ben sizin için apaçık bir
uyarıcıyım," dedi.
26. Allah'tan
başkasına tapmayın! Çünkü ben, sizin için acıklı bir günün azabından
korkuyorum."
27. Kavminden
ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sâdece bizim gibi bir insan olarak
görüyoruz. Düşünmeden hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu
görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin
yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz".
28. Dedi ki:
"Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından açık bir delil üzerinde isem ve O
bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne
dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?
29. Ey
kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık
sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfaatım ancak Allah'a aittir. Ben
îman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat
ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum."
30. "Ey
kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan kim korur? Düşünmüyor musunuz?
31. Ben
size, "Allah'ın hazineleri benim yanımda-dır" da demiyorum. Sizin
gözlerinizi hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir hayır
vermeyecektir." diyemem. Çünkü onların kalblerinde olanı, Allah daha
iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben
gerçekten zâlimlerden olurum."
32. Dediler
ki: "Ey Nûh! Bizimle mücâdele ettin ve bize karşı mücâdelede çok ileri
gittin. Eğer doğrulardan isen, bize tehdit ettiğin azabı getir!"
33. Dedi ki:
"Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz Allah'ı âciz bırakacak
değilsiniz.
34. Eğer
Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size
fayda vermez. O sizin Rabbinizdir. Ve O'na döndürüleceksiniz."
35. Voksa,
"Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurduysam günahım
bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım."
36. Nuh'a
vahyolundu ki, "Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla
inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.
37. Gemiyi
vahyimizle gözümüzün önünde yap ve zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme!
onlar mutlaka boğulacaklardır!"
38. Nûh
gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, her uğradıkça onunla alay
ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle
alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ettinizse biz de sizinle alay
edeceğiz.
39. Kendisim
rezil edecek azabın kime geleceğini ve ebedî bir azabın kimin başına İneceğini
yakında bileceksiniz."
40. Nihayet
emrimiz gelip de tandır kaynayınca, Nuh'a dedik ki: "Her bir yaratıktan
iki çift ile aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında aileni ve îman edenleri
gemiye yükle!" Zâten onunla beraber pek azı îman etmişti.
41. Dedi ki:
"Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır.
Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan pek merhamet edendir."
42. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onlarla
beraber yüzüp gidiyordu. Nûh, gemiden uzakta bulanan oğluna, "Yavrucuğum!
bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!" diye seslendi.
43. Oğlu,
"Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi. Nûh: "Bugün
Allah'ın emrinden merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur"
dedi. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.
44. "Ey
yer suyunu yut! Ey gök sen de suyunu tut!" denildi. Su çekilip azaldı; iş
bitirildi, gemi de Cûdî üzerine yerleşti. Ve "O zâlimler topluluğu yok
olsun!" denildi.
45. Nûh
Rabbine duâ edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin
va'din ise elbette haktır. Sen Hâkimler Hâkimisin."
46. Allah
buyurdu ki: "Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü o, sâlih
olmayan bir amel sahibi idi. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden
isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye edirim!
47. Nûh dedi
ki: "Ey Rabbim! Ben, hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana
sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve merhamet etmezsen, ben ziyana uğrayanlardan
olurum!"
48. Denildi
ki: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selâm ve
bereketlerle in! Kendilerini faydalandıracağımız, sonra da kendilerine acıklı
azabımızın dokunacağı ümmetler olacaktır."
49. İşte
bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberle-rindendir. Bundan önce onları ne sen
biliyordun, ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç, sakınanlarındır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde Mekkeli kâfirlerin inatlarım, Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlamalarını
ve Kur'an'ı kendi uydurdu, diye onu itham etmelerini anlattıktan sonra burada
da Hz. Nuh'un, kâfir kavmi ile olan kıssasını anlattı ki, Peygamberi yalanlayan
ve inad eden kimselere bir Öğüt ve ibret olsun. Peygamberin kıssalarını ve
onların, kavimleriyle aralarında meydana gelen olayları anlattı ki Rasullullah
(s.a.v.)'a bir tesellî olsun. [41]
Mele; kavmin eşrafı ve
ileri gelenleri.
Erâzilüna, bizim aşağı
tabakada olanlarımız. Burada erâzilden maksat; fakirler, zayıflar ve
sefillerdir. Erâzil; iyilik ve hayırdan hiçbir nasibi olmayan ve yaptığına
aldırış etmeyen sefil mânâsına gelen erzel kelimesinin çoğuludur.
Karışık geldi. Bir şey
bir kimseye kanşık gelir, onu anlamaz ve o şeyin durumu ona kapalı
kalırsa, veya denilir.
Bizimle çok münakaşa
ettin. Arap dilinde cedel, münakaşada aşırı gitmektir.
Küçümsüyor.
Fûlk, gemi demektir.
Hem tekil, hem çoğul için kullanılır. Tennur, âteşin yandığı yer demektir.
Mûrsâha, onun
demirlemesi. Bir şey sabit olup durunca denir. Muzârii dur.
Asım, engel olan. Bir
kimse, bir şeye engel olduğunda denilir. Benim, kanlarını dökmemi engellemiş
olurlar[42] hadisinde
de bu mânâda kullanılmıştır.
Çekildi. Su kendi
kendine azaldığı zaman denilir. Suyu azaltan kimse de der.
Cûdî, Musul
yakınlarında bir dağdır. [43]
25. Yeryüzü
kâfirlerin şirki ve kötülükleriyle dolduktan sonra Nuh'u, kavmine peygamber
olarak gönderdik. Ben, inanmadığınız
takdirde sizi Allah'ın azabından sakındıncı ve sizin için bir uyarıcıyım, dedi. [44]
26. Onu
tevhide yani tek olan Allah'a ibadete çağırsın dîye gönderdik. Ondan başkasına
ibadet ederseniz sizin için elem verici şiddetli bir günün azabından korkarım. [45]
27. Nuh'un
kavminin ileri gelenleri dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi biri görüyoruz.
Senin bizden üstünlüğün yoktur. Zemahşerî şöyle der: Burada kendilerinin
Peygamberliğe Nuh'tan daha layık olduklarına ve Allah'ın, peygamberliği,
insanlardan birine vermek istediği takdirde mutlaka onu kendilerinden birine vereceğine tariz vardır.[46] Sana ancak insanların sefillerinin uyduğunu
görüyoruz. Ibn Cüzeyy şöyle der: Kâfirler câhil oldukları ve şerefin mal ve
makamla olduğuna inandıkları için, fakirliklerinden
dolayı mü'minleri bu şekilde
nitelendirdiler. Halbuki durum böyle değildir. Bilakis fakirliklerine ve
zayıflıklarına rağmen mü'minler onlardan daha şereflidir.[47] Bunlar hiç düşünmeden veya tefekkür etmeden,
görür görmez sana uyan sefil kişilerdir. Sende ve sana uyanlarda sizi
peygamberliğe ehil ve kendisine uyulmaya lâyık kılacak herhangi bir meziyet ve
bize karşı üstünlük görmüyoruz. Bilakis sizi iddianızda yalancılar sanıyoruz.
Onlar Hz. Nuh'a iki yönden galip gelmek istediler. Birincisi: Ona uyanlar
toplumun sefilleridir. Önder ve örnek olacak kimseler değillerdir. İkincisi:
Bununla beraber onlar Hz. Nuh'a düşünmeden uydular. Nuh'un getirdiğinin doğru
olup olmama hususunda enine boyuna düşünmediler. Düşünmeden ve tefekkür
etmeden hemen uydular. Onlar kendilerinden de Hz. Nuh'a iman edenler ve onu tasdik
edenlerin bulunduğuna dair aleyhlerinde bir delil getirilmesin diye böyle
söylüyorlardı. [48]
28. Hz. Nûh
imâna meylettirmek için onlara nezâketle hitap etti. Nûh (a.s) onlara dedi ki:
"Ey kavmim! Söyleyin bana, eğer benim, iddiamın doğruluğu hakkında
Rabbimden bir delilim varsa ve yaptığım iş apaçık ortada ise, Rabbim bana
katından özel bir hidâyet yani peygamberlik verdiyse, iman nuru ile sizin aranıza madde girdiği
için durum size kapalı kaldıysa, siz ondan hoşlanmadığınız halde biz sizi onu
kabul etmeye zorlayacak ve onunla hidâyete ermeye mecbur mu tutacağız? Bu soru
inkâr ifade eder. Yani, biz onu yapmayız. Çünkü dinde zorlama yoktur. [49]
29. Ey
kavmim! Daveti tebliğ için ben sizden ücret istemiyorum. Nasihatıma karşılık
mal talep etmiyorum ki, beni İtham edesiniz. Ben sevabımı sadece Allah'tan
isterim. Çünkü bana sevap ve mükâfaat verecek olan sadece odur. Ben bu zayıf
mü'minleri meclisimden uzaklaştıracak değilim. Sizin istediğiniz gibi onları
yanımdan da kovmam, Şüphesiz onlar Rablerine dönecekler ve onun yakınlığını
elde edeceklerdir. Ben onları nasıl kovarım? Fakat siz, onların kıymetini
bilmeyen bir kavimsiniz. Onların kovulmasını istiyor ve kendinizin onlardan
daha hayırlı olduğunu sanıyorsunuz. [50]
30. Kavmim!
Onları kovup da zulmettiğim takdirde, Allah'ın azabından beni kim korur.?
Düşünüp de görüşünüzün yanlış olduğunu anlayarak ondan vazgeçmiyor musunuz? [51]
31. Ben size
çok malım olduğunu söylemiyorum ki, zenginliğime bakarak bana uyağınız. Ben
size gayb: biliyorum da demiyorum ki, ben de bir ilâhhk olduğu zannnıa
kapılasınız Ben size, benim
meleklerden olduğumu ve size peygamber olarak gönderildiğini söylemiyorum ki,
iddiamda yalancı olayım. Ben, bana iman eden ve fakirliklerinden dolayı sizin
küçümsediğiniz bu zayıf kimselere, Allah'ın asla hidâyet ve
başarı nasip etmeyeceğini söylemiyorum.
Allah onların sırlarını ve kalplerinde olanları daha iyi bilir. Şüphesiz ben
bunu söylersem, azaba müstehak bir zalim olurum. [52]
32. Kavmi
Nûh (a.s)'a dedi ki: Sen bizimle mücadele ettin ve mücadeleyi çok uzattın.
Söylediğin hususta doğru isen, tehdit ettiğin azabı bize getir. [53]
33. Azabı
acele getirme işi bana ait değil, Allah'a aittir. Dilediği takdirde onu size
getirecek olan Allah'tır. Siz kaçıp Allah'tan kartulacak değilsiniz. Çünkü
O'nun mülkünde ve sultası altındasınız. [54]
34. Benim
hatırlatmam ve nasihat etmem de size fayda vermez. Eğer Allah sizi dalâlete
düşürmek isterse.. Bu cümle önce geçen kısmın şartıdır. Yani, Allah sizin
bedbaht olmanızı ve dalâlete düşmenizi istemişse, benim nasihatim size ne fayda
sağlar? Sizi yaratan ve işlerinizde tasarrufta bulunan odur. Dönüşünüz ve
varışınız sadece O'nadır. O,
yaptıklarınızın karşılığını vercektir. [55]
35. Yoksa
Kureyş kâfirleri, "Muhammed bu Kur'an'ı kendinden uydurdu" mu
diyorlar.[56] Ey Muhammed! Onlara de ki, "Eğer bu
Kur'an'ı ben uydurduysam vebalim ve günahım bana aittir. Benim suçumdan siz
sorumlu tutulmazsınız. Ben de sizin yalanlamanız ve inkâr etmeniz suretiyle
işlemiş olduğunuz suçunuzdan uzağım. Bu âyet Mekke müşrikleriyle alâkalı
durumun, inat ve yalanlama hususunda Nûh kavmi müşriklerinin durumuna
benzediğine işaret etmek için, Hz. Nûh'(s.a.) in kıssası içinde bir ara cümlesi
olarak gelmiştir. [57]
36. Allah,
Nûh (a.s.)'a, "Sana daha Önce iman etmiş olanlardan başkası uymayacak ve
senin risâletini tasdik etmeyecek" diye vahyetti. Onların inkârlarına ve
seni yalanlamalarına üzülme. Çünkü ben onları helak edeceğim.[58]
37. Bizim
gözetimimiz ve korumamız altında gemiyi yap. Bizim sana öğrettiğimiz gibi yap.
Mücâhid: "Bizim, sana emrettiğimiz gibi yap" şeklinde tefsir eder.
Zâlimler hakkında şefaat etme. Mutlaka ben onları helak edeceğim. Onlar
tufanda boğularak yok olacaklardır. [59]
38. Nûh
gemiyi yapar. Olayı zihinlerde canlandırmak için, geçmiş bir hal, şimdiki zaman
siygasjyla hikâye edilmiştir. Yani Rabbini-zin kendisine öğrettiği gibi gemiyi
yaptı. Kavminin ileri gelenlerinden bir grup her uğradıkça onunla alay edip güldüler.
Dediler ki: Ey Nûh! Sen dün bir peygamberdin, bugün bir marangoz oldun.! Hz.
Nûh şöyle cevap verdi: Bugün siz bizimle alay ediyorsanız, bilin ki, ilerde
boğulacağınız zaman, şimdi bizimle alay ettiğiniz gibi, biz de sizinle alay
edeceğiz. Siz alay edilmeye bizden daha lâyıksınız. [60]
39. Bu bir
tehdittir. Yani, yalanlamanın ve alay etmenin sonucunu ilerde göreceksiniz.
Kime, zelil eden ve hor düşüren azabın geleceğini göreceksiniz. Bu azap
boğulmadır. Ve kime devamlı ve kesilmeyen azabın ineceğini göreceksiniz. Bu da
cehennem azabıdır. [61]
40. Nihayet
bizim vadettiğimiz tufan gelip ve tandır kaynayınca, yani içinde ateşin yandığı
tandırdan su kaynayınca gemiyi yükle dedik. Alimler şöyle der: Yüce Allah
bunu, Nûh (a.s.) için bir alâmet, kavmi için de bir helak zamanı kıldı. İbn
Abbas şöyle der: Tennûr, yeryüzüdür. Taberî şöyle der: Araplar yerin yüzüne adını
verirler. Hz. Nuh'a denildi ki: Yerin yüzünde su gördüğün zaman sen ve seninle
beraber olanlar gemiye binin.[62] İbn Kesir der ki: Tennûr, yeryüzüdür.
Yani, arz fışkıran gözeler haline geldiğinde, ateş mahalli olan tandırlardan su
fışkırdığında ve yeryüzü su fışkırır hale geldiğinde...Bu, selefin ve halefin
cumhurunun görüşüdür.[63] dedik ki, mahlûkâtin her sınıfından erkek ve
dişi olarak iki tane gemiye yükle. Yakınlarını da, yani helak olacaklarına dair
Allah'ın hüküm verdiği kimseler hariç, çocuklarını ve hanımlarını da gemiye
bindir. Allah'ın, helak olmalarına dair hükmettiği kişiler, Nuh'un kâfir olan
oğlu Kenan İle karısı Vâile'dir. Senin halkından sana iman edenleri de gemiye
Nûh (a.s.) 950 sene gibi uzun bir süre aralarında kalmış olmasına rağmen ona çok
az kimse iman etti. İbn Abbas şöyle der: Nûh (a.s.)'a iman edenler, kadınları
ile birlikte 80 kişi idiler. Ka'b'ten gelen bir rivayete göre ise 72 kişi
idiler Bir görüşe göre de 10 kişi idiler.[64]
41. Nûh,
kendisine iman edenlere, "Gemiye
binin" dedi. Onun su yüzünde yüzmesi Allah'ın adıyla olacaktır.
Demirlemesi ve durması da Allah'ın adıyla olacaktır. Taberî şöyle der: Hareket
ettiği zaman da Allah'ın adiyle hareket eder, durduğu zaman da Allah'ın adıyla
durur.[65] Şüphesiz Rabbim, tevbe edenlerin günahını
bağışlayıcı, mü'minlere de merhamet edicidir. Zira onları boğulmaktan
kurtarmıştır. [66]
42. Gemi
onları, dağ gibi büyük ve yüksek dalgalar arasında, Allah'ın izni, lütfü ve
yardımıyle yürütüyordu. Sâvî şöyle der: Rivayete göre, Allah 40 gün 40 gece
yağmur yardırdı. Yeryüzünden de sular kaynaklar halinde çıktı. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmuştur. Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile
göğün kapılarını açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Su, kendisi için
takdir edilmiş seviyeyi buldu.[67] Yani su, en yüksek dağdan kırk zira' kadar
daha fazla yükseldi ve nihayet herşeyi boğdu.[68] Nûh, gemi hareket etmeden az önce, mü'minlerle
beraber binmeyip gemiden uzak, bir yerde duran oğlu Ken'an'a şöyle seslendi: bw
Ey oğulcuğum! Bizimle beraber bin. Boğulup kendini helak etme. Kâfirlerle beraber olma. Yani, onların
boğulacağı gibi boğulma. [69]
43. Oğlu
dedi ki: Bir dağın tepesine çıkıp boğulmaktan kendimi koruyacağım. O, suyun,
dağların tepesine kadar yükselmeyeceğini sanıyordu, Babası Nûh (a.s.) ona dedi
ki: Allah'ın merhamet ettikleri hariç, bugün onun azabından ne korunan olacak,
ne de kurtulan, etkili Nûh ile oğlu
arasına bir deniz dalgası girdi de oğlu boğuldu.[70]
44. Denildi
ki: Ey arz! Yarıl ve üzerindeki suyu yut. Ey gök! Yağmuru tut. Su, arzın derinliklerine
çekildi. Mücâhid: "Su azaldı" der. Ve Allah'ın, boğulması gerekenin
boğulması ve kurtulması gerekenin kurtulmasına dair emri tamamlandı. Gemi,
Musul yakınlarındaki Cudî dağı üzerine yerleşip kaldı. Allah'ı inkâr edenler
hüsrana uğrayıp helak olsun, denildi. Bu, bir beddua cümlesidir. Âlûsî şöyle
der: Âyet, kâfirlerin tümünün helak olduğunu açıkça gösterir. Hattâ, gemide
olanlar dışında, yeryü-zündekilerin hepsinin helak olduğuna delâlet eder. Şu
rivayet de bunu göstermektedir. Su yükselerek, yanında çocuğu bulunan bir
kadına ulaştı. Kadın çocuğu kucağına aldı. Su, kucağına kadar yükselince
omuzuna aldı. Su omuzuna yükselince, onu, elleriyle yukarı kaldırdı. Eğer Allah
yeryüzündekilerden birine acısaydı, mutlaka bu
kadına acırdı.[71]
45. Nuh
(a.s.) Rabbine yalvararak şöyle seslendi: Ey Rabbim! Oğlum Kenan benim aile
efradımdandır. Sen bana, onları kurtaracağını va'detmiştin. Şüphesiz senin
va'din haktır. Sen va'dindcn dönmezsin, Ey Allah'ım! Sen, hak ile hükmedenlerin
en âdilisin. [72]
46. Rabbi
ona dedi ki: Ey Nuh! Bu oğlun, sana kurtulacaklarını va'dettiğim aile
efradından değildir. Çünkü o kâfirdir. Mü"-min ile kâfir arasında velayet
yoktur. Şüphesiz onun ameli, salih olmayan kötü bir ameldir, Doğru olup olmadığını
bilmediğin bir şeyi benden isteme, Câhillerden olmaman için seni uyarıyor ve
sana nasihat ediyorum. İbnu'I-Cüzeyy şöyle der: Bu, Hz. Nuh'un cahillikle
tavsif edildiğini ifade etmez. Bilakis bunda, ona karşı iyi bir muamele ve
ihsan vardır.[73]
47. Nuh,
söylediği sözden dolayı Rabbinden özür dileyerek şöyle dedi: Ey Rabbim!
İstemesi bana yakışmayan bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer benim
hatamı bağışlamazsan ve bana rahmetinle muamele etmezsen, âhiretini ve
mutluluğunu kaybedenlerden olurum. [74]
48. Denildi
ki: Ey Nuh! Gemiden selâmet ve emniyetle in.Sana ve seninle beraber gemide
bulunanların zürriyetlerine ihsan ettiğimiz büyük hayırlarla in. Kurtubî şöyle
der: Kıyamete kadar gelecek olan bütün müminler bu hükme dâhildir.[75] Seninle beraber olanların zürriyetinden olan
diğer topluluklar da vardır ki, onları dünya hayatının metamdan faydalandırırız.
Onlar suçlu kâfirlerdir. Sonra âhirette onlara elem verici cehennem azabını
tattırırız. [76]
49. Bu kıssa
ve benzerleri, senin görmediğin gelmiş geçmiş gaip haberlerdendir. Ey Muhammed!
Onları vahy vasıtasıyle sana öğretiyoruz. Bu Kur'an gelmeden Önce ne senin, ne
de kavminden herhangi birinin o haberler hakkında bir bilgisi vardı. Nuh'un
sabrettiği gibi, sen de, Allah'ın, daveti tebliğ emrine sabret. Çünkü iyi
sonuç, Allah'tan korkanlar içindir. Burada, müşriklerin eziyetlerine karış
Rasulullah (s.a.v.)'a teselli vardır. [77]
1. Size kapalı
kaldı. Burada anlamadığı için hüccetle hidâyete eremiyen kimse, istiare-i temsiliyye yoluyla,
yollarını bilemediği bir çöle ve çölde kör bir rehbere tâbi olan kimseye
benzetildi.
2. Düşünmüyor
musunuz?" Bu soru inkar ve azarlama ifade eder.
3. Bizi
tehdit ettiğin şeyi bize getir." Bu emirle alay ve eğlence
kastedilmektedir.
4. Benim
günahım bana." Hazif yoluyla mecazdır. Yani, benim suçumun cezası bana,
demektir. Bunun faraziye yoluyla olduğunu açıklamak için, şüpheye delâlet eden
ile getirilerek Eğer ben onu uydurursam" denildi. Halbuki kâfirlerin suçu
buna benzemez, onların suçları kesindir. Nitekim, Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım" âyeti de
bunu vurgular.
5. Bizim
gözümüzün önünde gemiyi yap." Burada gözler, gözetmek ve korumaktan
kinayedir. Yolcuya, Allah'ın gözü seninle beraber olsun" denir. Yani
"Allah'ın gözetmesi ve koruması" demektir.
6. Ey yer!
Suyunu çek. Ey gök suyunu tut!" yerle gök arasında tıbak sanatı vardır.
"Çek" ile "tut" arasında da nakıs cinas vardır. Bunların
her ikisi de edebî sanatlardandır. [78]
Ibn Abbas, Şüphesiz o,
senin aile efradından değildir." Ayet-i kerimesi hakkında şöyle der: Nuh'un
oğlu, onun sulbünden idi, fakat mü'min değildi. Hiçbir peygamberin hanımı asla
âsi olmadı. Âyetin manası şöyledir: Şüphesiz ki o, seninle beraber kendilerini
kurtaracağımı va'dettiğim aile efradından değildir.[79]
Ben derim ki: Âyet,
Hz. Nuh'un aile efradının sâlih, önün dini ve şeriatına bağlı kişiler
olduğuna, salih olmayanın kurtulamayacağına, aile efradından olmanın
sebebinin, kan akrabalığı değil, din akrabalığı olduğuna dikkat çeker.
Onlar Kays ve Temim'e
bağlı olmakla iftihar ederken, ben derim ki, benim babam İslâmdır, benim ondan
başka babam yoktur. [80]
Rivayet olunduğuna
göre bir bedevi, âyetini işitince şöyle dedi: Bu kudret sahiplerinin sözüdür.
Yaratılmışların sözüne benzemiyor. Yine rivayet edilir ki, zamanının en fasihi
olan İbnu'l-Mukaffa, Kur'an'a muaraza yapmak istedi ve bir söz nazmetti. Onu
fasıllara ayırdı ve buna sûre
ismini verdi. Bir gün, bir Sabiînin yanından geçerken onun bu âyeti okuduğun
duydu. Bunun üzerine evine dönerek, yazmaya başlamış olduğu nazmı imha etti ve
şöyle dedi: Bunun asla bir benzerinin yapılamayacağına ve bunun beşer sözü
olmadığına şahidlik ederim.[81]
Bu âyet, i'cazm
sırlarının son merhalesine varmış, son derece güzel ifâdeleri kapsamış ve
edebiyatın ifâde etmekten âciz kaldığı lafzî ve ma1-nevî güzellikleri
kendisinde toplamıştır. Allâme Ebu Hayyân (Allah ona rahmet etsin ve toprağını
hoş etsin) onun sırlarını ve inceliklerini ortaya çıkarmak için önem vermiş ve
şöyle demiştir: Bu âyette 21 çeşit edebî sanat vardır.
1. kelimeleri
arasındaki münasebet,
2. Arz ve
semâ kelimeleri arasında tıbak.
3. da mecaz.
Zira maksat, semânın yağmurudur.
4. de
istiare,
5. da bir
çok mânâya işaret.
6. de
temsil. Helak olacakların helak edilmesini, kurtulacakların kurtulmasını
"emir" kelimesi ile ifâde etti.
7. de irdâf
vardır. Çünkü kelimesi tam bir kelâmdır. Bunun ardından, geminin Cûdî dağına
yerleştiğini vurgulamak için lafzım getirdi.
8. da talil.
Çünkü suyun çekilmesi, yerleşmenin sebebidir.
9. de
korunma (ihtiras). Bu aynı zamanda onları kınamayı ifâde eder.
10. îcâz. Az
lafızla çok mânâ ifâde edecek şekilde kıssayı anlatmaktır. Diğer edebî
sanatları şöyle sıralayabiliriz: Bunları izah, müsavat, hüsnü'n-nesak,
sihhatu't-taksîm, hüsnü'l-beyân, temkîn, tecnîs, teshîm, mukâbale, tehzîb ve
vasıfıdır.[82]
Burada, İslam Şehidi
Seyyid Kutub'un tefsirinden parçalar naklediyoruz. Allah ona rahmet etsin ve
ondan razı olsun. O şöyle demiştir:
Nûh kıssasının
kesildiği bu yerde, kelâmın akışı enteresan bir şekil o-larak, Kureyş
müşriklerinin bu tür bir kıssayı nasıl karşılayacaklarına geldi. Çünkü bu kıssa
onların Rasulullah (s.a.v.)'la olan kıssalarına ve "Bu kıssaları Muhanımed
uyduruyor" şeklindeki iddialarına benzemektedir".
Yoksa bunu uydurdu mu
diyorlar? De ki, onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz
günahtan uzağım." Uydurmak (iftira) bir suçtur. Onun cezası bana aittir.
Ben onun suç olduğunu biliyorum. Dolayısıyla onu yapmam mümkün değildir. Nûh
kıssası içindeki bu ara cümle, kıssanın Kur'an'daki akışına aykırı değildir.
Çünkü kıssa, belli bir maksadı yerine getirmek için gelmiştir. Sonra Nûh
kıssasındaki akış ikinci bir sahne sergilemektedir. Bu sahnede Nûh, Rabbinin
emrini ve vahyini almaktadır, Nuh'a vahyolundu ki, kavminden daha önce iman
etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak. Öyleyse onların işlemekte
olduklarından dolayı üzülme. Bizim gözetimimizde ve öğrettiğimiz gibi gemiyi
yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme". Onlar mutlaka
boğulacaklardır. Onların sonları belli oldu. Uyarma ve cedel sona erdi.
Kıssanın üçüncü sahnesi: Bu sahnede Nûh (a.s.) gemiyi yapmaktadır. Nûh gemiyi
yapar. Kavminden ileri gelenler ise, yanından her uğradıkça onunla alay
ederler". Olayın muzâri sıygası ile anlatılması sahneye canlılık ve
yenilik verir. Biz bu ifadenin ötesinde onu hayalimizde şekillenmiş olarak
görüyoruz. Kibirli kavmi ise onun yanından geçiyor ve onunla alay ediyorlar.
Kendilerine peygamber olduğunu söyleyen sonra da marangoz olarak bir gemi
yapan adamla alay ediyorlar. Dördüncü sahne: Beklenen an geldiğinde yükleme
sahnesi". Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayinca Nuh'a dedik ki:
Gemiye herbirinden iki çift yükle." Bundan sonra korkunç sahne, tufan
sahnesi gelir.Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. ..Derken aralarına dalga girdi.
Böylece o boğulanlardan oldu.," Burada birbiriyle karşılayan iki korku
vardır. Birisi donuk tabiattaki korku, ve beşeri ruhtaki korku. Biz binlerce
sene sonra, âyetin bu akışını takip ederken, kendimizi tutmaya çalışıyoruz.
Sanki o an sahneyi seyrediyor-muşuz gibi dehşete kapılıyoruz. Gemi, dağlar gibi
dalgalar arasında onları götürüyor." Üzüntülü baba Nûh durmadan sesleniyor,
mağrur genç oğlu ise bu çağrıya kulak asmıyor, korkunç dalga hızlı bir şekilde
bu sahneyi ortadan kaldırıyor. Derken aralarına dalga girdi ve o boğulanlardan
oldu". Artık herşey sona erer. Sanki ne davet olmuş, ne de cevap. Bu
durum, Kur'an'ın tasvirinde görülen açık bir alâmettir. Fırtına diner sükûnet
çöker ve iş biter. Bundan sonra akıllı yerine konularak yer ve göğe hitab
edilir. Her ikisi de bu kesin emre uyar; yer suyunu çeker, gök suyunu tutar.
Nihayet, "Ey yer suyunu yut, ey gök sen de suyunu tut." denildi. Su
çekildi. İş bitirildi. Gemi Cûdî üzerine yerleşti. Ve, "O zâlimler
topluluğu yok olsun." denildi." [83]
50. Âd
kavmine de kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin. Sizin O'n-dan başka İlâhınız yoktur. Sİz yalan uyduranlardan başkası
değilsiniz.
51. Ey
kavmim! Ben, ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni
yaratandan başkasına âid değildir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
52. Ey
kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü
bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katısn. Günahkârlar olarak yüz
çevirmeyin."
53. Dediler
ki: "Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle
ilâhlarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz."
54. Biz,
"İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış! demekten başka bir söz
söyleyemeyiz!" Hûd dedi ki:
"Ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki, ben sizin ortak
koştuklarınızdan uzağım.
55. O'ndan
başka taptıklarınızın hepsinden uzağım. Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra
da bana mühlet vermeyin!
56. Ben,
benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir
varlık yoktur ki, O, onun
perçeminden tutmuş olmasın.
Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır."
57.
"Eğer yüzçevirirseniz bana gönderilen şeyi ben size bildirdim. Rabbim
sizden başka bir kavmi yerinize
getirir de O'na
hiçbir zarar veremezsiniz. Şüphesiz benim Rabbim her şeyi
gözetendir."
58. Emrimiz
gelince, Hûd'u ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle
kurtardık, onları ağır bir azaptan kurtuluşa erdirdik.
59. İşte Âd!
Rabblerinin âyetlerini inkâr ettiler; onun peygamberlerine âsi oldular ve
inatçı her zorbanın emrine uydular.
60. Böylece
onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete tâbi tutuldular. Biliniz ki,
Âd Rabblerinin âyetlerini inkâr ettiler. Bilin ki Hûd'un kavmi Âd, Allah'ın
rahmetinden uzak kılındı.
61. Semûd
kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a
kulluk edin. Sizin O'ndan
başka ilâhınız yoktur. O sizi yerden yarattı. Ve sizi orada yaşatı. O halde
O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim çok yakındır
ve duaları kabul edendir."
62. Dediler
ki: "Ey Salih! Sen bundan önce İçimizde ümit beslenen birisiydin.
Babalaramızın taptıklarına tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu biz, bizi
kendisine çağırdığın şeyden ciddî bir şüphe içindeyiz."
63. Sâlİh
dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana
kendinden bir rahmet vermişse buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O'na âsi
olursam beni Allah'tan kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten başka bir
şey artırmazsınız.
64. Ey
kavmim! İşte bu size mucize olarak Allah'ın devesi.. Onu bırakın Allah'ın
arzında yesin. Ona herhangi bir kötülük yapmayın, sonra sizi yakın bir azap
yakalar."
65. Fakat
Semûd kavmi o deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Salih dedi ki:
"Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" Bu söz, yalanlanamayan bir
vaîddir.
66. Emrimiz
gelince, Salih'i ve onunla beraber iman edenleri, rahmetimizle o günün
zilletinden kurtardık. Çünkü senin Rabbin kuvvetlidir, galip gelendir.
67. 68.
Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi gerçekten Rable-rini
inkâr ettiler. Yine bilesiniz ki, Semûd kavmi rahmetten uzak kılındı.
69. Andolsun
ki elçilerimiz (melekler) İbrahim'e müjde getirdiler de, "Selâm"
dediler. O da, "Selâm" dedi ve çok geçmeden kızartılmış bir buzağı
getirdi.
70. Ellerini
yemeğe uzatmadıklarını görünce onları yadırgadı ve onlardan kalbine korku
girdi. Dediler ki: "Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik."
71. O esnada
hanımı ayakta idi ve güldü. Ona da İshâk'ı, İshâk'ın ardından Ya'kûb'u
müjdeledik.
72.
İbrahim'in karısı, "Vay hâlime! ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar
iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dedi.
73. Melekler
dediler ki: "Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey Ehl-i beyt! Allah'ın
rahmeti ve bereketîeri sizin üzerinîzdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır,
iyiliği boldur."
Bu kıssa, Yüce
Allah'ın bu mübarek sûrede anlattığı kıssaların ikincisidir. Bu Hûd (a.s.)'un,
kavmi Ad ile olan kıssasıdır. Yüce Aİlah bunu genişçe anlattı. Dolayısıyle bu
sûreye Hûd Suresi denildi. Bunun ardından Se-mûd kavminden söz edildi. Bu olay,
bu sûrede anlatılan üçüncü kıssadır, daha sonra da İbrahim (a.s.)'in kıssası ve
meleklerin ona İshak (a.s.)'ı müjdelemesi anlatılır. Bu da-dördüncü kıssadır. [84]
Midrâren; arka arkaya,
çok, yağmur bolca yağdığında denir. Muzârisi dür. Bu kelime, bundan alınmıştır.
Midrâr, çok akan demektir. Bu kalıp, aşırılık ifade eden kalıplardandır. Sana
isabet etti, çarptı.
Nasiyelehâ; onun perçemi.
Nâsiye, başın ön tarafındaki saçların bittiği yerdir.
Cebbar, kibirli, zorba
demektir.
Anîd, inatçı. Anîd;
hakkı kabul etmeyen ve ona boyun eğmeyen azgın kimse. Ebu Ubeyde şöyle der:
Anîd ve muânid kelimeleri, muhalefet ederek karşı çıkan, mân âl armadır.
Sizi oranın mimarları ve
sakinleri kıldı. Tahsir, saptırmak ve hayırdan uzaklaştırmak. Hanîz kızartılmış
demektir. "Koyunu kızarttım" manasına denir. Bu fiilin geniş zamanı
mastarı şeklindedir, Onları yadırgadı. kelimeleri, bir şeyi yadırgadı,
garipsedi manalarına gelir. Şair şöyle der:
Beni yadırgadı.
Halbuki onun yadırgadığı olay, ihtiyarlık ve saç dökülmesinden başka bir şey
değildir.[85] Şair bu beyitte, ile aynı manada kullandı.
Hissetti.: Ba'lt kocam
demektir. [86]
50. Ad
kabilesine de kendilerinden, Hûd adında bir peygamber gönderdik. Hûd dedi ki:
Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, onu birleyin. İlâhlara ve putlara tapmayı
bırakın. Sizin için O'ndan başka, kendisine ibadet edilmeye lâyık bir ilâh
yoktur, Siz Allah'tan başkasına ibadet etmekle, O'na karşı yalancılık etmekten
başka bir şey yapmıyorsunuz. Çünkü ondan başka ilâh yoktur. [87]
51. Ey
kavmim! Nasihat ve tebliğim için sizden bir ücret ve karşılık istemiyorum.
Benim ücretim ve amelimin karşılığı, beni yaratan Allah'ın üzerinedir. Bundan
gafil olup da, sizden ücret istemeksizin sizi iyiliğe çağıran kimsenin, sizin
için güvenilir bir nasibatçı olduğunu anlamıyor musunuz? Bu soru inkâr ve
azarlama ifade eder.[88]
52. Ey
kavmim! İnkar etmekten ve ortak koşmaktan dolayı, Allah'tan bağışlanmanızı
isteyin. Sonra itaat etmek, O'nun dini üzerine dosdoğru yürümek, imana ve
Allah'ı birlemeye sarılmak suretiyle O'na dönün, Böyle yaparsınız size bol bol
yağmur yağdırır. Rivayete göre, üç sene Âd kavmine yağmur yağdırılmadı.
Neredeyse yok olacaklardı. Bunun üzerine Hûd (a.s.) onlara tevbe etmelerini ve
Allah'tan af dilemelerini emretti ve buna karşılık onlara yağmur yağacağını
va'detti. Bu âyette tevbe etmenin ve af dilemenin rahmete ve yağmurun yağmasına
sebeb olduğuna delil vardır. Sizin için kuvvet üstüne kuvvet ve şeref üstüne
şeref verir. Mücâhid, "kuvvetinize kuvvet katar" diye tefsir
etmiştir.[89] Çünkü Ad kavmi son derece güçlü ve kuvvetli
idiler. Hattâ şöyle dediler: Kim bizden daha kuvvetlidir?[90] Suç
ve günah işlemekte ısrar edip de, sizi çağırdığım şeyden yüzçevirmeyin: [91]
53. Dediler
ki: Ey Hûd! Bize senin doğruluğunu gösteren açık bir delil getirmedin. Âlûsî şöyle
der: Onlar bunu aşırı inatlarından veya hakka karşı iyice kâr olduklarından
dolayı söylediler.[92] Sen söyledin diye biz putlara tapmayı
bırakacak ve senin peygamberliğine inanacak değiliz. Bu cümle, onların, Hûd (a.s.)'m
dinine gireceklerine dair hiçbir ümidin kalmadığını ifâde eder. Sonra Hûd'u
(a.s.) delilikle itham ederek şöyle dediler.[93]
54. Biz
sadece şunu deriz: Sen ilâhlarımıza sövdüğün ve onlara ibadet etmeyi engellemeye
çalıştığın için, ilâhlarımızdan biri seni çarpıp delirtmiş. Zemahşerî şöyle
der: Onların yukarda geçen cevapları gösteriyor ki, bu kavim kaba, katı yürekli
bir kavimdir. Nasihata iltifat etmezler, tabiatları doğruyu kabul etmez.
Onların son sözleri de, aşırı derecede câhil ve son derece aptal olduklarını
gösterir. Çünkü onlar taşların kendilerine yardım edeceğine ve düşmanlarından
intikam alacağına inanıyorlardı.[94] Hûd, ben kendime Allah'ı şahit tutuyorum"
dedi. [95]
55. Ey
kavmim! Ben, Allah'a ibadette ortak koştuğunuz putlardan uzak olduğuna dair
sizi de şahit tutuyorum. Siz ve
ilâhlarınız, beni yok etmek için tuzak kurunuz. Sonra, göz açıp kapayıncaya
kadar bana mühlet vermeyiniz. Ebus-suûd şöyle der: Bu, en büyük
mucizelerdendir. Çünkü Hûd (a.s.) Âd kavminin kibirli, kaba ve sert
kimselerinden oluşan büyük bir topluluk içinde tek bir kişi idi. İlâhlarını
ayıplamak suretiyle onları küçümsedi, tahrik etti ve onları kendisine karşı
çıkmaya teşvik etti, fakat onlar bir şey yapamadılar. Bu hususta,
çaresizlikleri açıkça ortaya çıktı.[96] Zemahşerî şöyle der: Bir tek kişinin, kendi
kanını dökmeye susadığı ve hepsinin kendisini hedef aldığı bir topluma karşı bu
sözleri söylemesi, on büyük mucizelerdendir. Çünkü o, Rabbine güveniyor ve
kendisini onlardan koruyacağına ve kendisine diş geçiremiyeceklerine
inanıyordu. Hz. Nuh (a.s.)'un şu sözü de bunun bir benzeridir: Siz ve
ortaklarının toplanıp ne yapacağınıza karar verin.[97]
56. Ben hem
benim hem de sizin sahibiniz olan Allah'a sığındım. İşlerimi ona havale ettim. Yeryüzünde
yürüyen ne kadar canlı varsa hepsi Allah'ın elinde ve kudreti altındadır. Allah
onun perçeminden tutmuştur. Perçeminden
tutmak, onun sahip ve mâlik olduğuna bir temsildir. Bu cümle Hz. Hûd'un Allah'a
kuvvetle tevekkül etmesinin ve mahlukata aldırış etmemesinin sebebini anlatır.
Şüphesiz Rabbim adaletlidir; iyilik yapana iyiliğinin, kötülük yapana da
kötülğünün karşılığını verir. Hiçkimseye bir şey eksik vermez. [98]
57. Eğer
çağrımı kabul etmekten yüz çevirirseniz, ey kavmim, bilin ki ben size Rabbimin
emrini ulaştırdım. Zaten peygamberin görevi, Allah'ın emrini ulaştırmaktan
başka bir şey değildir. Allah sizi helak edecek ve sizden başka bir kavmi
yerinize getirecektir. Bu, sert bir tehdittir. Ortak koşmanızla Allah'a bir zarar
veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim herşeyi gözetleyicidir. Bu, beni sizin
kötülüğünüzden ve tuzağınızdan korur. [99]
58. Bizim
azap emrimiz gelince, ki bu onlara inen şiddetli rüzgardır, onlara büyük bir
lütuf ve ihsanımızla o azaptan Hûd'u ve mü'minleri kurtardık. Onları bu
şiddetli azaptan kurtardık. Bu azap, binaları yıkan, düşmanların burunlarından
girip arkalarından çıkan ve onları yüzleri üzerine yıkıp da, içi boş hurma
kütükleri haline getiren helak edici rüzgardır. [100]
59. Bu,
onların kalıntılarına işaret eder. Yani işte bunlar Âd kavminin yalancılarının kalıntılarıdır. Onlar Allah'ı
ve O'nun birliğini gösteren iç ve dış delilleri inkâr edince, başlarına
neler geldiğine bir bakın. Onlar, Allah'ın peygamberi Hûd'a isyan ettiler.
Burada kelimesinin çoğul gelmesi, onların durumlarının korkunçluğunu göstermek ve
tam bir inat ve inkâr içinde olduklarını ortaya koymak içindir. Bunu, onların
Hûd (a.s.)'a isyanlarının, geçmiş ve gelecek bütün peygamberlere isyan olduğunu
açıklamak suretiyle yapar. Çünkü peygamberler Allah'ı birlemek hususunda
ittifak etmişlerdir. Onlar Allah'a karşı kibirli davranan, haktan uzaklaşan,
ona boyun eğmeyen ve kabul etmeyen herkesin emrine itaat ettiler. Bunlardan
maksat ileri gelenler ve reislerdir. [101]
60. Onlar
dünyada Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldı ve lanetlendiler. Kıyamet gününde
de İanetleneceklerdir. Râzî şöyle der: Dünyada da âhirette de lanet onların
peşine takıldı ve onlarla beraber kılındı. Lanet, Allah'ın rahmetinden ve her
türlü hayırdan uzaklaştırmak demektir.[102] Bilesiniz ki, Âd kavmi Rabbini inkâr etti.
Zira onlar Allah'tan başkasına İbadet ettiler ve peygamberini yalanlamakla,
nimetlerine küfr ettiler. Böylece dünyada da âhirette de lanet edilmeye lâyık
oldular. Bu onların inkârlarının adiliğini ve uyan edatını kullanmak ve Âd
ismini tekrarlamak suretiyle olayın korkunçluğunu ifade eder. Allah onları
hayırdan uzaklaştırsın ve onları toptan helak etsin. Bu, onların yok olmaları
ve lanetlenmeleri için bir beddua cümlesidir. [103]
61. Semûd
kavmine de kendilerinden bir peygamber, yani Salih'i gönderdik. Dedi ki: Ey
kavmim! Bir olan Allah'a ibadet edin. Sizin için ondan başka, kendisine ibadet
edilecek bir Rab yoktur, Sizi yerden yaratmaya başlayan O'dur. Âdem'i topraktan
yarattı, sonra onun soyunu da bir damla sudan yarattı. Sizi yeryüzünün
mimarları ve orada yerleşen sakinleri kıldı. O halde, ortak koşmanızdan dolayı
ondan af dileyin, sonra da itaat ederek O'na dönün, Şüphesiz Rabbimin rahmeti yakındır. O, duaları
kabul edicidir. [104]
62. Dediler
ki, ey Salih! Sen bu sözü söylemeden önce bizim liderimiz olacağını ümit
ediyorduk. Ancak sen bunu söyleyince, senin hakkındaki ümitlerimiz kesildi. Ey
Salih! Babalarımızın taptığı putlara tapmayı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz biz senin iddia ettiğin şey hususunda
şüpheliyiz. Senin işin, suçlamayı gerektiren kuşku verici bir iştir. [105]
63. Salih dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim,
Rabbimdan apaçık bir delil ve hüccetim varsa ne dersiniz ve Rabbim bana
peygamberlik vermişse! emrine isyan ettiğim takdirde, Allah'ın azabından beni
kim korur? Size uymak ve Allah'ın emrine isyan etmekle siz beni sapıklığa
düşürmek ve hayırdan uzaklaştırmaktan başka bir şey yapmazsınız. Zemah-şerî
şöyle der: Manası şudur: Amellerimi ziyana uğratmak ve onları boşa çıkartmaktan
başka bir şey yapmazsınız.[106]
64. Ey
kavmim! Bu deve, benim size getirdiğim mucizem ve doğruluğumun alâmetidir.
"Allah'ın devesi" şeklinde, devenin Allah'a izafeti, onun şerefli
olduğunu göstermek içindir. Çünkü deve, onların isteği üzerine Allah'ın
kudretiyle sert bir kayadan çıkmıştı. Onun rızkı size ait değildir. Onu
bırakın, Allah'a ait yeryüzünde yesin içsin, Ona herhangi bir kötülük
yapmayasımz. Sonra sizi çabucak azap yakalar. Size mühlet vermez. [107]
65. Deveyi
kestiler. Salih (a.s.) onlara dedi ki: Şehrinizde üç gün daha hayatın tadını
çıkarın. Sonra yok olacaksınız. Kurtubî şöyle der: Deveyi sadece bir kısmı
kesti. Ancak diğerlerinin rızâsıyle olduğu için bu suç hepsine isnat edildi.
Deve çarşamba günü kesildi. Salih'in kavmi Perşembe, Cuma ve Cumartesi
yaşadılar. Pazar günü azap gelerek onları yok etti.[108] İşte
bu, içinde yalan bulunmayan gerçek bir vaaddir. [109]
66. Onların
yok edilmesi ile ilgili emrimiz gelince Salih'i ve ona iman edenleri kurtardık,
Allah'ın büyük bir lütuf ve ihsanı ile kurtarıldılar. Onları, o günün horluk ve
zilletinten kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin kuvvetle yakalayandır ve mülkünde
izzet sahibidir. Hiç kimse ona galip gelemez. Kimse O'nu ezemez. [110]
67. Onları
gökten bir gürültü yakaladı; bundan dolayı kalpleri parça parça oldu da,
göğsünü yere yapıştıran kuş gibi hareketsiz sakin ölüler haline geldiler. [111]
68. Sanki
onlar yurtlarında kalmamışlar ve o yurtları imar etmemişlerdi. Ey kavim! Dikkat edin ve bilin ki,
Semûd kavmi Rablerinin âyetlerini inkar ettiler. Allah'ın gazabı onların
üzerine olsun. Onlar rahmetten uzak olsun, yok olsun ve lanete uğrasınlar. [112]
69. Bu,
dördüncü kıssadır. Bu, Lût (a.s.) ile, onu yalanlayan kavminin helak olması
kıssasıdır. Yani, Lût kavmini helak etmek için gönderdiğimiz melekler,
İbrahim'e, İshak'ı müjdeleme[113] üzere gelince ona selâm verdiler. Kurtubî
şöyle der: Yüce Allah Lût kavmine azap etmek için melekleri gönderdiğinde,
melekler İbrahim'e uğradılar. İbrahim (a.s) onların misafir olduklarını sandı.
Onlar Cebrâîl, Mîkâil ve İsrafil (a.s) idi. Bunu İbn Abbas söylemiştir. Süddî
şöyle der: Onlar güzel yüzlü oğlan çocukları suretinde onbir melek idi.[114] Ona selâm verdiler. İbrahim de onlara,
"selâm size olsun" dedi. Tefsirciler şöyle der: İbrahim (a.s) onlara,
onların selâmından daha güzeli ile selâm verdi. Çünkü o, selâmı isim cümlesi
kullanarak aldı. İsim cümlesi ise sürekli var olmayı ifade eder. İbrahim (a.s)
çok geçmeden, kızartılmış bir buzağı getirip onlara sundu. Zemahşerî şöyle der:
Sığır yavrusudur. Buna hasîl de denir. İbrahim (a.s)'in malı sığırdı. Hanîz,
ocakta kızgın taş üzerinde kızartılmış manasınadır. Bir rivayete göre hanîz
yağı damla yan demektir, Semiz bir dana,[115] âyeti de bu manayı destekler.[116]
70. Onların
yemeğe ellerini uzatmadıklarım ve yemediklerini görünce yadırgadı. Ve onlardan
korku hissetti. Katâde şöyle der: Araplara bir misafir geldiğinde, misafir
onların yemeklerinden yemezse onun hayır için gelmediğini, bir kötülük yapmak
niyeti ile geldiğini sanırlardı.[117] Melekler dediler ki: Korkma, biz Rabbinin
melekleriyiz, yemeyiz. Biz Lût kavmini helak etmek için gönderildik. [118]
71. İbrahim
(a.s.)'in Sâre adındaki hanımı da; perde arkasında ayakta duruyor ve onların
konuşmalarım dinliyordu. Lût kavminin helak olacağına sevindiği için güldü,
Melekler ona çocuk olarak İshak'ı müjdelediler. Onun peşinden de İshak'ın bir
çocuğu olacağını müjdelediler. Ki bu çocuk, Sare'nin oğlunun oğlu Yakup'tur. [119]
72. Sâre
hayret içinde dedi ki: Heyhat, şaşılacak şey! Ben mi doğuracağım? Ben yaşlı bir
kadın ve işte çok yaşlı ihtiyar
kocam İbrahim. Nasıl bizim çocuğumuz olur? Bu, garip bir iştir. Şimdiye kadar
böyle birşey olmamıştır." Mücâhid şöyle der: Sâre o gün 99; İbrahim ise
120 yaşında idi.[120]
73. Melekler
dediler ki: İhtiyar eşlerden çocuk yaratması hususunda Allah'ın kudretine ve
hikmetine mi şaşıyorsun? Bu, Allah'ın kudreti karşısında şaşılacak bir şey
değildir. Ey, İbrahim'in Ehl-i beyti! Allah size rahmet etsin ve size bereket
ihsan etsin. Şüphesiz Yüce Allah sıfatlarında ve zatında övülmüş ve yücedir.
Kullan tarafından övülmeye ve yüceltilmeye lâyıktır. Bu, yukardaki müjdenin
güzel bir sebebidir. [121]
1. Sizin
üzerinize semayı bol bol gönderir." Burada sema'dan maksat yağmurdur. Bu,
mecâz-ı mürseldir. Çünkü yağmur gökten iner.
lafzı aşırılık ifade eder, yani "çok çok akar" manasınadır.
2. Hepiniz
bana tuzak kurun". Bu, muhatabı
acze düşürme manâsında kullanılan bir emirdir.
3. Yeryüzünde
yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu perçeminden yakalamasın." Bu,
istiare-i temsiliyyedir. Allah'ın elinde mülkünde, gücü ve kudreti altında
olan mahlûkât, esire ve atm perçeminden çekildiği gibi, sahibi tarafından
perçeminden tutulup çekilen varlığa benzetilmiştir.
4. Rabbim,
doğru yol üzerindedir. Bu da, Yüce Allah'ın mülkündeki tam adaletinden güzel
bir istiaredir. O, kullarının işlerinden haberdardır. Onun elinden hiçbir zâlim kaçıp kurtulamaz,
ona sığınan hiçbir kimsenin hakkı, onun katında zayi olmaz.
5. Emrimiz
geldiğinde." Bu emir, azaptan kinayedir.
6. Hûd'u
kurtardık, Onları şiddetli bir azaptan kurtardık." Burada yani kurtarma
lafzının tekrarlanması, bu işin kolay ve basit değil, büyük ve zor olduğunu
açıklamak içindir. Bu sanata itnâb denir.
7. "Peygamberlerine
isyan ettiler." Yani, peygamberleri Hûd'a isyan ettiler. Burada onların
durumlarının korkunçluğu ifade edilmekte ve onların Hud'a isyanlarının, gelmiş
ve gelecek bütün peygamberlere isyan sayıldığı açıklanmaktadır. Bu, bütünü
söyleyip ondan bir cüzü kastetme babından bir mecaz-ı mürseldir.
8. Dikkat
edin, Âd kavmi... ve Dikkat edin, Âd
kavmi helak olsun. Burada uyarı harfi olan ve lafzının tekrarı, onların hallerinin son
derece korkunç olduğunu ifade eder. [122]
Hûd (a.s), Ben,
Allah'ı ve sizi şahit tutuyorum" demeyip de, Ben Allah'ı şahit tutuyorum.
Sizde, benim, sizin ortak koştuklarınızdan uzak olduğuna şahit olun" dedi.
İki şehâdetin ortak olmadığını ve aralarında eşitlik bulunmadığını ifade etmek
için böyle söyledi. Yüce Allah'ın şehâdeti nerde, hakîr kulun şehadeti
nerde?!... [123]
74.
İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizimle
mücâdeleye başladı.
75. Şüphesiz
İbrahim cidden yumuşak huylu, Çok acıyan, kendisini Allah'a vermiş biri İdi.
76. Melekler
dediler ki: Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri gelmiştir.
Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir."
77.
Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı
içine sıkıntı geldi de, "Bu, çetin bir gündür." dedi.
78. Lût'un
kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar.
Lût, "Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır sizin için onlar daha temizdir.
Allah'tan korkun ve misafirlerim hakkında beni rezil etmeyin! İçinizde aklı
başında bir adam yok mu?" dedi.
79.
Dediler ki: "Senin
kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen
bizim ne istediğimizi elbette bilirsin."
80. Lût,
"Keşke benim size karşı bir kuvvetim olsaydı veya güçlü bir yardımcıya
sığınabilseydim!" dedi,
81. Melekler
dediler ki: "Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla
dokunamazlar. Sen gecenin bir
kısmında ailenle yürü. Karından başka sizden hiçbiri geriye dönmesin. Çünkü
onlara gelecek olan şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan /amanı
sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"
82. Emrimiz
gelince, onların altını üstüne getirdik ve üzerlerine ateşte pişirilmiş taşları
ard arda yağdırdık.
83. O
taşlar, Rabbin katında işaretlenerek yağdırılmıştır. Onlar zâlimlerden uzak
değildir.
84. Medyen'e
de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin!
Sizin için ondan başka ilâh yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben
sizi bolluk içinde görüyorum. Ve ben gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün
azabından korkuyorum.
85. Ve ey
kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın insanlara eşyalarını eksik vermeyin;
yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.
86. Eğer
mü'min iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin
üzerinize bir bekçi değilim."
87. Dediler
ki: "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını bırakmamızı, yahut mallarımız
hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor?
Hakikaten sen yumuşak huylusun, çok akıllısın."
88. Dedi ki:
"Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir delil üzerinde isem ve
O bana, tarafından güzel bir rızık vermişse, buna ne dersiniz? Size yasak
ettiğim şeylerde aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sâdece
gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı
iledir. Yalnız O'na
dayandım ve yalnız O'na
döneceğim."
89. "Ey
kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut
Salih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût
kavmi sizden uzak değildir.
90.
Rabbinizden bağış dileyin; sonra O'na tövbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok
merhametlidir, çok sever."
91. Dediler
ki: "Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde seni cidden zayıf görüyoruz!
Eğer kabilen olmasa seni mutlaka taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün
değilsin."
92. Şuayb,
"Ey kavmim dedi, Size göre benim kabilem
Allah'tan daha mı
üstündür? Onu arkanıza atılmış bir şey kabul ettiniz.
Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.
93. Ey
kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek
azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz!
Bekleyin! Ben de sizinle beraber
bekliyorum."
94. Emrimiz
gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber îman edenleri rahmetimizle kurtardık;
zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında dizüstü
çökekaldılar.
95. Sanki
orada yaşamamışlardı. Biliniz ki, Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırıldığı gibi Med-yen halkı da rahmetten uzaklaştırıldı.
96,97. Andolsun
ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri
gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un
emri doğru değildi.
98. Zira
Firavun, Kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir.
Varacakları yer ne kötü yerdir!
99. Onlar
burada da, kıyamet gününde de lanete tâbi tutuldular. Onlara verilen bu
mükâfaat ne kötü mükâfaattır!
Âyetler, Hz. İbrahim
(a.s)'in misafirlerinin kıssasını anlatmaya devam eder. Bu misafirler, Lût
kavmini yok etmeye giderken Hz. İbrahim'e uğrayıp çocuğunun doğacağına dair
sevindirici müjdeyi veren meleklerdir. Âyetler, meleklerin Lût (a.s)'a
uğramalarını ve onun kavminin başına gelen azap ve helaki anlatmaktadır. Bu,
beşinci kıssadır. Bundan sonra da Şuayb (a.s)'ın Medyen halkı ile olan kıssası
ve Hz. Musa'nın Firavunla olan kıssası anlatılmaktadır. Bu kıssaların hepsinde
de büyük ibretler ve nasihatlar vardır. [124]
Rev1, korku demektir.
Münîb, dönen. dönmek ve tevbe etmek manasınadır. Asîb, son
derece kötü. Şair şöyle der:
Eğer sen Vail oğlu
Bekr'i razı etmezsen, Irak'ta seni çok kötü bir gün beklemektedir.
Koşuyorlar. Ferrâ
şöyle der: titreyerek koşmak demektir. Bir kimse soğuktan veya öfkeden
titreyerek koştuğu zaman denilir.[125]
Beni rezil
ediyorsunuz. Onu hor ve zelil kıldı demektir. Hassan şöyle der:
Ey Malik oğlu Uteyb!
Rabbim seni rezil etsin ve ölmeden önce seni, yok edici azaplardan birisiyle
karşılaştırsın.
Siccîl ve siccîn, sert
taş demektir. Ebu Ubeyde böyle der. Ferrâ ise, siccîl; pişirilip kerpiç haline
getirilmiş çamurdur, der. Mendûd, arka arkaya inen demektir.
Mûsevveme, damgalanmış
demektir. Alâmet manasına gelen sîmâ' kökündendir.
Şikâkî, bana
düşmanlık. Şikâk, düşmanlık demektir. Şâir şöyle der:
Dikkat edin! Benden
bir mektubu kim ulaştıracak. Düşmanlığın tadını nasıl buldunuz?[126]
Rahtuke, senin
aşîretin demektir. Kişinin rantı demek, kendileriyle kuvvet kazandığı aşîreti
demektir.
Vird, girilecek yer.
Rifd, bahşiş ve yardım
manasınadır. [127]
74.
Misafirlerin melek olduğunu anladığında, daha önce ibrahim'in, kendinde
hissettiği korku gidip de kalbi misafirlerine ısınınca, ve kendisine, çocuğu
olacağına dair müjde gelince Lût kavminin' helak edilmesi hakkında
meleklerimizle mücadele etmeye başladı. Maksadı, iman ederler ümidiyle onların
azabını erteletmekti. Tefsirciler şöyle der: Melekler, "Biz bu şehir
halkını helak edeceğiz"[128] deyince, İbrahim (a.s) onlara: "Ne
dersiniz, içlerinde elli müslüman varsa onları helak edecek misiniz?"
dedi. Melekler "Hayır" dediler. Hz. İbrahim "peki kırk kişi
varsa?" dedi. Melekler: "Hayır" dediler. Bu şekilde aşağı inmeye
devam etti. Nihayet onlara şöyle dedi: Eğer orda bir tek müslüman kişi varsa,
onları helak edecek misiniz, ne dersiniz?" Melekler "Hayır"
dediler. O zaman onlara, "İşte orada Lût var dedi. Melekler dediler ki:
Biz orada olanları daha iyi biliyoruz. Karısı hariç Lût'u ve ailesini kurtaracağız.
Karısı, geride kalacaklar arasındadır.[129]
75. Şüphesiz
İbrâhîm halimdir, yani kendisine kötülük edenden intikam alma hususunda acele
etmez. O, kalbinin inceliğinden dolayı çok üzülür ve ah vâh eder; O, Allah'a
çok itaat edicidir. [130]
76. Melekler
dediler ki: Ey İbrahim! Lût kavmi hakkında mücadeleyi bırak. Artık onlara azap
edileceğine dair hüküm kesinleşmiştir. Şüphesiz, onların helak edileceğine dâir
onların emri geldi, Şüphesiz onlara, geri çevrilmeyecek büyük bir azap
gelmektedir. [131]
77. Melekler
Lût'a gelince, onu fenalık ve sıkıntı bastı. Çünkü o melekleri insan olarak
gördü ve kavminin onlara bir şey yapmasından korktu. misafirlerin gelmesinden
dolayı, ahlâksız kavminin onlara bir kötülük yapmasından korkarak üzüldü.
"Bu, çok kötü bir gün" dedi. [132]
78. Kavmi,
misafirlere kötülük yapmak maksadıyle koşarak ona geldiler. Sanki onlar buna
itiliyorlardı. Bundan önce de onların âdeti erkeklerle zina etmek ve fuhuş yapmaktı.
Onun içindir ki, açıktan açığa fuhuş yapmak için koşarak" gelmekten utanmadılar.
Kurtubî şöyle der: Onların koşarak gelmelerinin sebebi şuydu: Lût'un kâfir
karısı misafirleri ve onların güzelliklerini görünce evden çıkarak kavminin
meclisine geldi ve onlara şöyle dedi: Bu gece Lût'un öyle genç misafirleri var
ki, ben onlar gibi güzelini görmedim. Bunu duyunca, hemen koşarak Lût'a
geldiler.[133] Lût onlara dedi ki: Ey kavmim! İşte şunlar, bu
beldenin kızlarıdır. Sizi onlarla evlendireyim. Bu «izin için daha temiz ve
daha iyidir. Her peygamber, şefkat ve terbiye hususunda ümmetinin babası olduğu
için, ümmetinin kadınlarına "kızlarım" dedi. Allah'ın azabından
korkun. Misafirlerimin yanında beni rezil edip küçük düşürmeyin, Bu soru, kınama
ifade eder. Yani, içinizde bu kötü fiile engel olacak aklı başında bir adam yok
mu? [134]
79. Kavmi
ona dedi ki: Ey Lût! Biliyorsun ki, bizim kadınlara ihtiyacımız yok. Onlara
karşı bir istek duymuyoruz. Şüphesiz sen bizim maksadımızı biliyorsun.
Maksatları, erkeklerle ilişkide bulunmaktı. Pis maksatlarını ona açıkça
söylediler. Allah onlara lanet etsin. [135]
80. Lût dedi
ki: Keşke benim sizin eziyetinizi onlardan savabilecek bir kuvvetim olsaydı,
veya size karşı bana yardım edecek bir aşirete ve yardımcılara sığınsaydım.
Burada edatının cevabı mahzûf olup takdiri: elbette sizi yakalayıp öldürürdüm.
Hadiste şöyle buyrulmuştur.: "Kardeşim Lut'a Allah rahmet etsin. Kuvvetli
bir yardımcıya sığınmıştı.[136] Rasulullah (s.a.v.) bu sözüyle şunu
kastediyor: Allah onun yardımcısı ve destekçisiydi. O, onun sağlam ve kuvvetli
bir dayanağıydı. Katâde şöyle der: Bize anlatıldığına göre Yüce Allah, Lût
(a.s)'ten sonra, akrabaları tarafından desteklenmeyen hiçbir peygamber
göndermedi.[137] Allah'ın melekleri Hz.
Lût'un zayıflığına ve yardımcısız
kaldığına üzüldüğünü görünce. [138]
81. Ona
dediler ki: Biz senin Rabbımn elçileriyiz. Onları helak etmek için gönderildik.
Onlar asla sana bir zarar veremez ve bir kötülük yapamazlar. Gecenin bir
bölümünde aile efradını çıkar. Taberî şöyle der: Gecenin son bölümünde sen ve ailen,
onların arasından çıkın.[139]
Sizden hiçkimse geri dönmesin. Ancak karın hâriç. O, diğerleri gibi helak olacaktır.
Vatanlarını terketmelerine üzülmemeleri için geriye dönüp bakmaları
yasaklandı. Kurtubî, şöyle der: Lût'un karısı azabın korkunç sesini işitince
döndü ve "Vah kavmim!" dedi. O anda bir taş gelip onu öldürdü.[140] Şüphesiz kavmin başına gelen azap, karısının
başına da gelecektir. Onların azap edilmeleri ve helak olmaları için
va'-dedilen zaman Sabah'tır. kavmine olan öfkesinden
dolayı, onların azabının çabuk gelmesini
istedi. Melekler ona: Sabah vakti yakın değil rni?" dediler. Tefsirciler
şöyle der: kavmi misafirlerin geldiğini işitince Lût (a.s)'a doğru koştular. O
da kapıyı kitledi ve kapının ardından kavmi ile mücâdele ederek melekleri
korumaya başladı. Duvarların üstüne çıktılar. Melekler Lût (a.s)'un sıkıntısını
görünce dediler ki: "Ey Lût! Kapıları aç, bizi onlarla başbaşa bırak.
Bunun üzerine Lût (a.s) kapıyı açtı, Cebrail (a.s) kanadıyle onlara vurdu ve
gözlerine silme çekti, kör oldular. "Bizi kurtarın" diyerek geri
döndüler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:" Onlar Lût'un
misafirlerine kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini kör
ettik.[141] Bundan sonra Lût (a.s), tan yeri ağarmadan önce, kendisiyle
beraber olanları yola çıkardı. Onlara azap edilme vakti gelince Yüce Allah
Cebrail'e emretti. O da Lût kavminin şehirlerini sınırları ile beraber
yeryüzünden söküp yukarı kaldırdı ve şehirleri içindekilerle beraber o derece
göğe yaklaştırdı ki, gök halkı horozların ötmesini ve köpeklerin ulumasını
işittiler. Bundan sonra Cebrail (a.s), o şehirleri ters çevirerek salıverdi.
Bunun arkasından da Yüce Allah üzerlerine taş yağdırdı. Bunun içindir ki, Yüce
Allah şöyle buyurdu[142]
82. Azap
zamanı gelince, onlarla beraber şehirleri ters çevirdik ve altını üstüne
getirdik. O şehirlerin halkı üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan oluşan
sert taşlar yağdırdık. Taşların çokluğu ve şiddetli yağmasından dolayı Yüce
Allah onları yağmura benzetti, Birbiri ardından, arka arkaya yağdırdık. [143]
83. O
taşlar, Rabbin katında bir işaretle damgalanmıştır. Rabî' şöyle
der: Her taşın üzerine, o taş kime
atılacaksa onun ismi yazılmıştı. Kurtubî şöyle der: "Rabbin
katında" ifadesi gösteriyor ki, taşlar, yeryüzü taşlarından değildir.[144] O
yok edilen şehirler[145]
senin kavmin olan Kureyş kafirlerinden uzakta değildir. Çünkü Kureyş, yolculuk
yaparken o şehirlere uğruyorlar. Hâlâ ibret almıyorlar mı? Tefsîrciler şöyle
der: O şehirlerin yeri, "Ölü Deniz" diye bilinen tuzlu bir deniz
oldu. Sularından hiçbir canlı yararlanmadığı için buraya Ölü deniz denilmiştir.
Burası "Lût Gölü" adıyla bilinir. Bu gölün çevresindeki arazi de
çorak olup hiçbir şey bitirmez. [146]
84. Bu,
kıssa, bu sûrede anlatılan kıssaların altıncısıdır. Yani, biz Medyen
kabilesine de, kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şuayb, aynı kabileden olduğu için
Yüce Allah "kardeşleri Şuayb'ı" dedi. Şuayb dedi ki: Ey kavmim! Bir
o,lan Allah'a kulluk edin. Ondan başka sizin Rabbiniz yoktur. Ölçü ve tartıda
insanların haklarını eksiltmeyin. Bu kavim, Ölçü ve tartıyı eksik yapmakla ün
yapmıştı. Ben sizin, ölçü ve tartıda eksik yapmaya ihtiyaç duymayacak kadar
zengin olduğunuzu görüyorum. Kurtubî şöyle der: Sizin rızkınızın bol ve
nimetlerinizin çok olduğunu görüyorum.[147] İnanmadığınız
takdirde helak edici bir günde, başınıza azabın gelmesinden korkarım. O azaptan
hiç kimse kurtulamaz. Bundan maksat, kıyamet günün azabıdır. [148]
85. Ey
kavmim! İnsanlar için ölçü ve tartıyı adaletle tam olarak yapın. İnsanların
haklarından herhangi bir şeyi eksiltmeyin, Yeryüzünde fesat çıkarmaya
çalışmayın. Fesadın en şiddetlisidir. [149]
86. Ölçüyü
tam yaptıktan sonra Allah'ın sizin için bıraktığı helâl mal, topladığınız
haramdan daha hayırlıdır. Allah'ın va'dine ve azabına inanıyorsanız bu
böyledir. Mücâhid şöyle der: Allah'a itaat etmek sizin için daha hayırlıdır.[150] Ben
sizin amellerinizi saklayıp da onların karşılığını size verecek bir
gözetleyici değilim. Ben sadece bir nasihatçı ve duyurucuyum. Uyarma görevini
yapmış olan mazurdur. [151]
87. Şuayb
(a.s) onlara, putlara ibadeti bırakıp Allah'a ibadet etmelerini, ölçü ve
tartıyı tam yapmalarını emredince, alay ve eğlence yoluyla ona cevap vererek
şöyle dediler: Bize Babalarımızın tapmış olduğu putlara ibadeti terketmeyi
emretmeye seni namazın mı çağırıyor. Bu, akıllı insanın yapacağı iş değil. Veya
mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terketmemizi, yani ölçü ve tartıda
eksik yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Fahreddin Râzî şöyle der:
Şuayb (a.s) onlara iki şey, yani Allah'ı birlemeyi, ölçü ve tartıda eksik
yapmayı bırakmalarını emretti. Onlar da şu iki şeyle onun emrini ayıpladılar.
Birincisi, Allah'ı birleme
emrine karşılık,
"babalarımızın taptığı" sözünü, ikincisi de "ölçü ve tartıda
eksik yapmayın" sözüne karşılık da,
"mallarımızda dilediğimizi yaparız" sözünü söylediler. Burada
namazdan maksadın "din" olma ihtimali de vardır. Buna göre manâ şöyle
olur: "Dinin mi sana bunu emrediyor?" Namaz, dinin en açık alâmeti
olduğu için dine "namaz" denilmiştir. Rivayete göre Şuayb (a.s) çok
namaz kılardı. Kavmi onun namaz kıldığını görünce birbirlerine göz kırpar ve
gülüşürlerdi. "Namazın mı sana emrediyor?" diyerek eğlenmek ve alay
etmek istediler. Nitekim bunamış bir kimsenin bazı kitaplar okuduğunu, sonra da
saçma sözler söylediğini gördüğünde: "Bu sözler o kitapları okumaktan mı
ileri geliyor? dersin.[152]
Şüphesiz sen akıllı, yumuşak huylu ve olgun bir kimsesin. Taberî şöyle der:
Onlar, Allah'ın düşmanları oldukları için Şuayb ile alay ediyorlar, alay etmek
maksadıyle ona bunları söylüyorlardı. Onlar bu sözleriyle sadece onun beyinsiz
ve câhil olduğunu vurgulamak istediler.[153]
88. Şuayb
(a.s) onlara dedi ki: Peki, ben Rabbim tarafından bir delil üzerinde isem yani
hidayet ve peygamberlikle görevlendirilmiş isem, ne dersiniz? ve Rabbim bana
helâl mal vermişse...?? Şuayb (a.s)'ın malı çoktu. Zemahşerî şöyle der: Bu
sorunun cevabı söylenmemiştir. Bu cevabın
ne olduğu manâdan anlaşılmaktadır. Yani, benim, Rabbimdan apaçık ve kesin bir
delilim varsa, ve ben gerçekten bir peygamber isem, bu takdirde putlara ibadeti
bırakmanızı ve masiyetlerden vazgeçmenizi söylememem doğru olur mu? Halbuki peygamberler
sırf bunun için gönderilirler.[154] Ben
bir şeyi kendim yaptığım halde onu size yasaklayacak değilim. Ben neyi
emrediyorsam size de onu emrediyorum. Ben size emrettiğim ve size yasakladığım
şeylerde, sadece gücüm yettiği kadar sizi ve işlerinizi düzeltmek istiyorum.
Hayır yapmayı başarmak sadece Allah'ın desteği ve yardımı ile olur. Bütün
işlerimde sadece Allah'a dayandım ve Tevbe etmek suretiyle sadece ona
dönüyorum. [155]
89. Ey
kavmim! Bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin boğularak, Hûd kavminin rüzgarla, Salih
kavminin de depremle helak olduğu gibi, başınıza bir azab getirmesin. Hasan-i
Basrî şöyle der: Yani, bana düşmanlığınız, sizi, imanı bırakmaya sevketmesin.
Sonra kâfirlerin başına gelen, sizin de başınıza gelir.[156] Lût
kavminden olan zâlimlerin yurdu uzak bir yerde değildir. Halâ öğüt ve ibret
almıyor musunuz? [157]
90. Bütün
günahlarınızdan dolayı Rabbinizden af dileyin, sonra sağlam bir tevbe ile O'na
dönün, Çünkü Rabbimin rahmeti büyük, tevbe edip O'na dönenler için sevgi ve
mahabbeti çoktur. [158]
91.
Peygamberleri Şuayb'ı küçümseyerek ona dediler kv. Bize söylediklerinin çoğunu
anlamıyoruz. Âlûsî şöyle der: Hadis-i Şerifte bildirildiği gibi, Şuayb (a.s),
"Peygamberlerin Hatîbi[159] olmasına rağmen onun hikmet, Öğüt, çeşitli
ilim ve bilgilerle dolu sözlerini, manâsı
anlaşılmayan, ne için
söylendiği bilinemeyen
karışık söz ve saçmalık türünden saydılar.[160] Şüphesiz biz seni aramızda zayıf biri olarak
görüyoruz, yani bizim aramızda senin güç ve kuvvetin yoktur. Eğer senin
aşiretin olmasaydı, mutlaka seni taşlıyarak öldürürdük. Bizim katımızda senin
değerin ve saygınlığın yoktur ki, seni taşlamaktan sakınalım. [161]
92. Şuayb
dedi ki: "Ey kavmim! Aşiretim, sizin katınızda Allah'tan daha mı
değerlidir. Bu, onları kınamadır. Yani, beni, Yüce Allah'ı ta'ziminizden dolayı
değil de kavmim için mi bırakıyorsunuz? Aşiretim, sizin katınızda Allah'tan
daha mı aziz ve değerlidir? İbn Abbas şöyle der: Şuayb (a.s)'ın kavmi ve
aşireti, onların katında Allah'tan daha aziz idi. Allah'ın şanı ise onların
katında daha düşüktü. Rabbimiz aziz ve sânı yücedir.[162] Allah'ı arkaya atılan ve kendisine değer
verilmeyen bir şey gibi sayıp arkanıza attınız. O'na ne itaat ediyorsunuz, ne
de saygı gösteriyorsunuz. Bu bir meseldir. Taberî şöyle der: Bir kimse birinin
ihtiyacını gidermediği zaman: "Onun ihtiyacını arkasına attı, yani onu
bıraktı, ona dönüp bakmadı" denilir.[163] Yüce Rabbim, sizin kötü amellerinizi ilmiyle
kuşatmıştır. Onların karşılığını size verecektir. [164]
93. Bu, sert
bir tehdittir. Yani, siz yolunuzda çalışmaya devam edin, ben de yolumda
çalışacağım. Şuayb (a.s) sanki şöyle der: içinde bulunduğunuz inkâr ve
düşmanlıkta devam edin. Ben de müslümanlık ve sabırda devam edeceğim, Kendisini
zillete ve horluğa düşürecek azabın kime geleceğini anlayacaksınız. Yalancının
kim olduğunu da anlayacaksınız. İşinizin sonunu bekleyin, ben de sizinle
beraber beklemekteyim. [165]
94. Onları
yok etme emrimiz geldiğinde, kendilerine olan büyük merhametimiz sebebiyle
Şuayb'ı ve onunla beraber olan mü'minleri kurtardık. O zâlimleri gürültü azabı
yakaladı. Kurtubî şöyle der: Cebrâîl (a.s) onlara öyle bir bağırdı ki, ruhları
bedenlerinden çıktı.[166]
Onlar yurtlarında hareketsiz, sakin ölüler haline geldiler. İbn Kesîr şöyle
der: Yüce Allah bu sûrede onlara sayha (gürültü), A'râf sûresinde recfe
(deprem), Şuarâ sûresinde ise "gölge gününün azabı" geldi dedi.
Halbuki onlar bir tek ümmetti. Ancak, kendilerine azap geldiği gün bu azapların
hepsi onlarda toplandı. Her birinde, kelâmın akışına uygun olan anlatıldı.[167]
95. Sanki
onlar bundan önce yurtlarında ikâmet edip yaşamamışlardı. Taberî şöyle tefsir
eder: Bilesiniz ki, Allah Medyen halkını, başlarına musibetini getirmek
suretiyle rahmetinden uzaklaştırdı. Nitekim onlardan önce de, kendilerine
Allah'ın hışmı inmesiyle, Semûd kavmi de Allah'ın rahmetinden uzaklaşmıştı.[168]
96. Bu,
yedinci kıssa olup, bu sûredeki kıssaların sonuncusudur. Yani, Andolsun ki, biz
Musa'yı şeriatler, hükümler ve ilahî yükümlülüklerle gönderdik. Onu,
"âsâ" ve "el" gibi, güçlü mucizeler ve apaçık delillerle
destekledik. Onu, Firavun'a ve kavminin ileri gelenlerine gönderdik. Onlar
Firavun'un emrine itaat
ettiler, Allah'ın emrine ise karşı çıktılar, Halbuki Firavun'un emri doğru
değildi. Çünkü bu emirde bir doğruluk ve bir hidayet yoktu. O, sadece cahillik
ve sapıklıktan ibaretti. [169]
98. Firavun,
dünyada kavminin önünde olduğu gibi kıyamet gününde de ateşe giderken onların
önünde olacaktır, Onları cehenneme sokacaktır. O cehennem, girilecek ne kötü
bir yerdir. [170]
99. Allah'ın
onlara hemen verdiği azaba ilâve olarak dünyada lanete uğratıldılar. Kıyamet
gününde başka bir lanete de uğratılacaklardır. Onlara yapılan bu yardım ve
verilen bahşiş ne kötüdür. Bu bahşiş, her iki dünyada onların
lanetlenmeleridir. [171]
1. korku
gitti" ve " ona geldi". Bu ikisi arasında edebî sanatlardan
tıbâk vardır.
2. Rabbinin
emri geldi". Bu, Allah'ın onlara verdiği azaptan kinayedir.
3. Sizden,
aklı başında bir adam yok mu?" Bu
soru, hayret ve kınama ifade eder.
4. Yahut,
sağlam bir güce dayansaydım." Şerif Râdî şöyle der: Bu, bir istiaredir.
Bundan maksat kavmi ve aşiretidir. İnsan, kabilesine sığındığı için, Lût (a.s)
onlan kendisine bir rükün, yani sığınılacak bir güç saydı. Binanın sağlam
temeli üzerine dayandığı gibi, insan da yardımcılarına dayanır. Ayetteki edatının
cevabı mahzuf olup takdiri şöyledir: Mutlaka niyetlendiğiniz kötülüğü önlerdim.
Burada hazif yapmak daha beliğ bir ifadedir. Çünkü bu hazif, cezanın büyük ve
şiddetli olduğunu düşündürüyor.
5. Üstünü
altına..." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır.
6. Kuşatan
günün azabı". Burada mecaz-ı aklî vardır. Çünkü "kuşatma" fiili
güne isnat edilmiştir. Halbuki gün, cisim değildir. Bu isnat, azabın o günde
olması itibariyle yapılmıştır. Bu, fiilin zamana isnadıdır.
7. Onu
arkanıza attınız." Burada istiare-i temsi-liyye vardır. Allah'ın emri
arkaya atılan ve kendisine değer verilmeyen bir şeye benzetilmiştir.
8. Onları
ateşe soktu." Burada istiâre-i mekniyye vardır. Çünkü vürûd fiili,
aslında, su olmak için suya gitme manâsında kullanılır. Burada ateş, alınmak
üzere kendisine gidilen suya benzetilmiştir. Müşebbehün bih hazfedilmiş, onunla
ilgili olan "vürûd" kelimesiyle ona işaret edilmiştir. Kavminin
önündeki haliyle Firavun, susuzluğu gidermek için suya gelmekte olanların önünde bulunan kimseye
benzetilmiştir. Orası, varılacak ne kötü yerdir" cümlesi ise, öncekinin
pekiştirmesidir. Çünkü varılacak yer olan su başına, susuzluğu gidermek ve
ciğerleri serinletmek için gidilir. Ateş ise susuzluğu arttırır, ciğerleri
parçalar. Cehennem ateşinden Allah'a sığınırız. [172]
100.
İşte bu, memleketlerin haberlerindendir. Onu sana anlatıyoruz,
onlardan (bugüne kadar izleri) ayakta kalan da vardır, biçilmiş ekin gibi yok
olan da vardır.
101. Onlara
biz zulmetmedik fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin emri
geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı,
ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
102. Rabbin,
haksızlık eden memleketleri yakaladığında, onun yakalayışı işte böyledir.
Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!
103. İşte
bunda, âhiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün
insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün hazır bulunduğu bir gündür.
104. Biz onu
sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz.
105. O
geldiği gün, Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi
bedbahttır, kimi mutlu.
106. Bedbaht
olanlar ateştedirler, onlar orada feci bir şekilde nefes alıp verirler.
107. Rabbinin
dilediği hariç, gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü
Rabbin istediğini hakkıyla yapandır.
108. Mutlu
olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve
yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu nimetler bitmez, tükenmez
bir lütuftur.
109. O halde
onların tapmakta oldukları şeylerden şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha
önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların nasiplerini mutlaka
eksiksiz olarak vereceğiz.
110.
Andolsun biz Musa'ya Kitâb'ı verdik; fakat onda ihtilâf edildi. Eğer Rabbinden
bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların
arasında hüküm verilmişti. Şüphesiz ki onlar, Kur'an'dan
şüphelendirici bir endişe içindedirler.
111. Onların
her biri henüz amellerinin karşılığını almadılar. Rabbin, onların amellerinin
karşılığını mutlaka ödeyecektir. O,
onların yapmakta olduklarından haberdardır.
112. O halde
seninle tevbe edenlerle beraber em-rolunduğun gibi dosdoğru ol! Ve aşırı
gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.
113.
Zulmedenlere meyletmeyin; sonra sizi ateş yakar. Sizin Allah'tan başka
dostlarınız yoktur. Sonra yardım göremezsiniz!
114.
Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde namazı
kıl. Çünkü iyilikler
kötülükleri giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bîr hatırlatmadır.
115. Sabırlı
ol, çünkü Allah güzel iş yapanların mükâfaatını zayi etmez.
116. Keşke,
sizden önceki asırlarda yeryüzünde bozgunculuktan alıkoyacak
faziletli kimseler bulunsaydı! Fakat onlardan, kurtuluşa
erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır. Zulmedenler ise, kendilerine verilen
refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.
117. Halkı
ıslahatçı olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helak etmez.
118. Rabbin
dileseydi bütün insanları bir tek millet yapmıştı. Fakat onlar ihtilâfa
düşmeye devam edecekler.
119. Ancak
Rabbinin rahmetine nail olanlar müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için
yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle toptan
dolduracağım." sözü yerini buldu.
120.
Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana
anlatıyoruz. Bunda sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.
121. İman
etmeyenlere de ki: "Elinizden geleni yapın! Biz de gerekeni yapanlarız!
122.
Bekleyin! Şüphesiz biz de bekleyenleriz!"
123.
Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle ise
Ofna kulluk et ve O'na dayan! Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde peygamberlerin bazı kıssalarını ve ümmetlerinin başına gelen azap ve
helaki anlattıktan sonra burada da, bu kıssaların anlatılmasından alınacak
ibreti anlatır. Bu ibret, kıssaları" yalanlayanların cezalarının çabuk
verildiğine ve onlardan hemen intikam alındığına şahit olması ve Allah'ın,
dostlarına ve peygamberlerine yardım ettiğine ve onları desteklediğine bir
delil olmasıdır. Âyetler, kıyamet gününü ve o günde insanların mutlular ve
bedbahtlar diye iki kısma ayrılacağını anlatır. Bu mübarek sûre, Rasulullah
(s.a.v)'a, eziyetlere karşı sabretmesini ve Yüce Allah'a tevekkül etmesini
emrederek sona erer. [173]
Hasîd, biçilmiş ekin
gibi kökü kesilmiş.
Tetbîb, ziyan vermek.
helak olmak ve ziyana uğramaktır. Şâir Lebîd şöyle der:
Ben eskidim. Her yeni
eskiyecektir. İşte zarara uğramak budur.
Zefir, hızlı koşmaktan
dolayı solumak. Nefesi dışarı çıkarmak.
Şehîk, nefesi içeri
çekmek. Leys şöyle der: Zefir, şiddetli üzüntü halinde kişinin ciğerlerini
nefesle doldurup dışarı çıkarmasıdır. Şehîk, bu nefesin şiddetle dışarı
çıkmasıdır.[174] Bazı dilciler şöyle der: Zefir, eşeğin
anırırken çıkardığı ilk sese benzer bir sestir. Şehîk de, son sese benzer bir
sestir.
Meczûz, kesilmiş
demektir. Bir kimse bir şeyi kestiğinde denir. Muzârii dür.
Meyledersiniz. Rükün,
bir şeye meyletmek ve ona razı olmak demektir.
Zülef, gecenin ilk
bölümünden belli bir sürenin adıdır. Sa'leb şöyle der: Zülfe, gecenin ilk
saatidir. Aslı, yakınlık manına gelen " dandır. Cennet yaklaştırıldı[175] âyetinde de bu manâda kullanılmıştır.
Şımartıldılar. Teref,
şımarıklık demektir. Nimet ve bolluk bir kimseyi şımarttığında, " Filan
şımarmıştır" denir.
Mirye, şek ve kuşku
manasınadır. [176]
İbn Mes'ud'dan rivayet
edildiğine göre, bir adam peygamber (s.a.v)'e gelerek şöyle dedi: Ben, şehrin
kenarında bir kadınla oynaştım. Cima etmeksizin ondan faydalandım. İşte ben
buradayım. Hakkımda, dilediğin hükmü ver. Hz. Ömer (r.a) ona dedi ki: Allah
senin suçunu gizlemiş, keşke onu sen de gizleseydin. Rasulullah (s.a.v),
herhangi bir cevap vermedi. Adam gitti. Bu olay üzerine şu âyet nazil oldu.
Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatle-rinde namazı kıl. Çünkü
iyilikler kötülükleri giderir.[177]
Rasulullah (s.a.v.) adamın
peşinden birini gönderip onu çağırdı ve ona bu âyeti okudu.[178]
100. İşte bu
kıssalar, inkârları ve pegyamberleri yalanlamaları sebebiyle halklarını helak
ettiğimiz şehirlerin haber-lerindendir. Ey Muhammed! Bu kıssaları sana vahiy
yoluyla anlatıyor ve haber veriyoruz, Bu şehirlerden, halkı yok olmuş fakat
bina-lan ayakta kalanlar vardır. Yine onlardan harap olup içindekilerle beraber
yok olan ve biçilmiş ekin gibi hiçbir izi kalmayanlar vardır. [179]
101. Günahları
olmadığı halde onları helak ederek zulmetmedik. Fakat onlar inkârları ve
masiyetleri sebebiyle kendilerine zulmettiler. Böylece Allah'ın azabına ve
musibetine müstehak oldular, Allah'ı bırakıp da tapmış oldukları ilâhlar
onlara bir fayda sağlamadı ve Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı.
Onlara azap edilmesi ile ilgili Allah'ın hükmü gelince, ilâhlarının bir faydası
olmadı, O ilâhlar onlara, helak olmalarını artırmaktan başka bir şey
sağlamadılar. [180]
102. Allah,
şehirlerin zâlim ve yalanlayıcı halkını yakalayıp helak ettiği gibi, kâfirleri
ve zâlimleri azabıyla yakalar. Âlûsî şöyle der: Âyette, zâlimin uyarıldığı
açıkça görülmektedir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah zâlime mühlet verir.
Nihayet onu yakaladığında, zâlim onun elinden kurtulamaz." Sonra Rasulullah
(s.a.v.) bu âyeti okudu.[181] Allah'ın azabı şiddetli ve elem vericidir. Bu,
şiddetli bir tehdittir. [182]
103. Bu
kıssa ve haberlerde, âhirette Allah'ın azabından korkanlar için elbette öğüt ve
ibret vardır. O gün, hesap, sevap ve ceza için mahlûkat toplanır, O günü iyiler
ve kötüler görür.[183]
104. Biz o
günü, yani kıyamet gününü sadece Allah'ın daha önce hükmettiği belirli bir
zaman için erteliriz. O zaman, ne ileri geçer, ne de geri kalır. [184]
105. O
korkunç gün geldiği zaman Allah'ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz,
Toplanma yerindekilerini bir kısmı bedbaht bir kısmı mutludur. Nitekim âyet-i
kerimede Bir gurup cennette: bir gurup da cehennemdedir.[185] buyurulmuştur. [186]
106. Daha
önce, bedbaht olacakları yazılmış olanlar var ya, işte onlar cehennem ateşinde
kalacaklardır. Onlar şiddetli sıkıntılardan dolayı içlerini çekip şiddetle
soluyacaklardır. Bazı tefsirciler şöyle der: Onların cehennemdeki bağırışları
eşek seslerine benzetildi. Taberî, Katâde'den yaptığı rivayette der ki: Kâfirin
cehennemde çıkardığı ses, eşek sesi gibidir. Bu sesin evveline zefir, âhirine
şehîk denir.[187]
107. Gökler
ve yer devam ettiği sürece onlar, sürekli olarak cehennemde kalacaklardır.
Taberî şöyle der: Araplar bir şeyin ebedî olarak sürekli
olduğunu anlatmak istediklerinde: "Bu, göklerin ve yerin devamlı olması
gibi devamlıdır, yani ebedî olarak devam eder." derler. Yüce Allah onlara
kendi aralarında kullandıkları kelimelerle hitap etti. İbn Zeyd şöyle der: Gök
gök olarak, yer yer olarak devam ettiği sürece, yani ebediyyen orada
kalacaklardır.[188]
Zemahşerî şöyle der: Burada iki mânâ vardır. Bunlardan birisi, âhiret gökleri
ve yerinin kasdedilmiş olmasıdır. Bunlar mahlûktur ve sonsuza kadar ebedîdir.
İkincisi, ebedî ve kesintisiz olduğunu anlatmaktır.[189] Rabbi'nin dilediği kimseler müstesna.
Buradaki istisna, Allah'ı birleyenler hakkındadır.[190] Çünkü, bedbaht olanlar" lafzı, kâfirleri
de günahkârları da kapsamaktadır. Yüce Allah, bedhabtların ebedî kalmasından,
âsî mü'minleri istisna etti. Çünkü onlar cehennem ateşinde temizlenecekler
sonra peygamberlerin efendisi (s.a.v.)'nin şefaatiyle oradan çıkacaklar ve
Allah onları cennete koyacaktır. Onlara şöyle denilecektir: Tertemiz oldunuz.
Artık ebedî kalmak üzere girin buraya.[191] Şüphesiz senin Rabbın istediğini yapar.
İstediği gibi merhamet eder ve azap eder. O'nun hükmünü bozacak ve geri
çevirecek hiç kimse yoktur. [192]
108. Bu,
iknici grubun yani mutlu kişilerin durumunu beyan eder. Allah'ım bizi
de onlardan kıl. Yani iyi ve mutlu
kimseler gelince onlar, cennette kalacaklar ve oradan asla çıkarılmayacaklar.
Göklerin ve yerin devam ettiği müddetçe orada devamlı kalacaklar. Veya Allah'ın
dilemesine göre cennetin gökleri ve yeri devam ettiği müddetçe onlar da orada
kalacaklardır. Yüce Allah onlar için ebediyet ve devamlılık dilemiştir, Bu,
kesilmeyen hattâ sonsuza kadar devam eden bir lutuftur. [193]
109. O
müşriklerin ibadetlerinin sapıklık olduğu hususunda şüphe etme. Yani onların
dinlerinin bozuk olduğu hususunda şüphe etme. Onlar delilsiz ve hüccetsiz
babalarını taklit ederek
peşlerinden gitmektedirler. Bu,
Rasûlullah (s.a.v.) için bir teselli ve onlardan intikam alıncağına dair
verilen bir sözdür. Çünkü onların hali, kendilerinden önceki sapıkların ve
yalanlayanların hali gibidir. Onların atalarının başlarına gelen sana
bildirildi. Onun bir benzeri de bunların başına gelecektir. Cezalarını tara ve
eksiksiz bir şekilde onlara vereceğiz. îbn Abbas şöyle der: Onlar için takdir
edilen hayrı da şerri de eksiksiz vereceğiz.[194]
110. Bu
âyetin tefsirinde Taberî şöyle der: Yüce Allah, kavminin müşriklerinin
peygamberi yalanlamaları karşısında onu teselli etmek maksadıyla şöyle
buyurur: Ey Muhammedi Onların seni yalanlamasına üzülme. Sana Kur'an'ı indirdiğimiz gibi Musa'ya da
Tevrat'ı indirmiştik. O kitapta da ihtilafa düştüler. Senin kavminin yaptığı
gibi, bazıları onu yalanladı, bazıları da tasdik etti.[195] Hesabın ve cezanın kıyamet gününe
ertelenceğine dair daha önce Allah hükmetmemiş olsaydı elbette dünyada iken
aralarında hükmedilir, iyiye iyiliğinin karşılığı, kötüye de kötülüğünün
karşılığı verilirdi. Fakat, daha önce cezanın kıyamet gününe erteleneceği
takdir edildi. Senin kavminin kâfirleri, Kur'an hakkında kendilerini şüpheye
düşüren bir endişe içindedirler. Çünkü onun hak mı, yoksa bâtıl mı olduğunu
anlayamıyorlar. [196]
111. Mü'min
ve kâfirlerden herbîri amellerinin karşılığını henüz almadılar. Rableri
onların karşılğını âhirette verecektir. Allah onların amellerinin hepsini,
küçüğünü ve büyüğünü bilmektedir. Ve onların karşılğını verecektir. [197]
112. Ey
Muhammed! Rabbinin sana emrettiği gibi Allah'ın emri üzerinde dosdoğru yürü.
Ebedî ve devamlı, bu istikamette yürü. İnkâr ve şirkten dönüp de, seninle
beraber iman edenler de dosdoğru yürüsünler, Haramları işlemek suretiyle
Allah'ın koyduğu sınırlan geçmeyin. Çünkü o, amellerinizden haberdardır ve
onların karşılığını size verecektir. [198]
113. Zâlim
idarecilere ve onların dışındaki diğer fâsiklara yakınlık göstermeyin. Sonra
sizi cehennem ateşi yakar. Beyzâvî şöyle der: Rükün, az eğilmektir. Yani onlara
doğru az bir şekilde dahi olsa yakınlık
göstermeyin. Sonra, yakınlık göstermeniz sebebiyle sizi ateş aykar. Kendisinde
zulüm denecek kadar bir şey bulunan kimseye,
birazcık eğilim göstermek böyle olursa,
zulüm ile damgalanmış zâlimlere
eğilim göstermek ve onlara tamamen yaklaşmak hususunda ne dersin?[199] Sizi, Allah'ın azabından koruyacak kimseniz
yoktur. Sonra bu belaya karşı size yardım edecek kimse de bulamazsınız. Kurtubî
şöyle der: Bu âyet, kâfirlerden ve isyankârlardan uzak durmak gerektiğine
delâlet eder. Çünkü onlarla beraber olmak, onlar gibi kâfir ve isyankâr
olmaktır. Zira onlarla beraber olmak, onlara sevgiden ileri gelir. Mecburî
hallerde zâlimle zahiren dost olmak, bu yasaklamanın dışındadır.[200]
114. Farz
olan namazı, gündüzün evvelinde ve sonunda tam ve mükemmel bir şekilde kıl.
Bundan maksat, sabah ve ikindi namazlarıdır. Çünkü bu iki vakit, gündüzün iki
tarafında bulunmaktadır.[201] Gecenin de gündüze yakın saatlerinde kıl.
Bundan maksat, akşam ve yatsı namazıdır.
Şüphesiz iyi ameller, küçük günahları örter.[202] Beş vakit namaz da bu iyi amellerdendir. Çünkü
hadiste şöyle buyurulmuştur: Büyük günahlardan sakınıldığı müddetçe, beş vakit
namaz, aralardaki günahları örter. Tefsirciler şöyle der: İyi amellerden
maksat, beş vakit namazdır. Bu âyetin sebeb-i nüzulünü buna delil getirirler.
Bu, cumhurun görüşüdür. Daha açık olan şudur: İyi amellerden maksat, genel
olarak bütün iyi amellerdir. Bu, İbn Kesir'in tercihidir. O şöyle der: İyi
ameller geçmiş günahları örter. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
Herhangi bir müslüman bir günah işler de sonra abdest alıp iki rekat namaz
kılarsa günahları bağışlanır.[203] Bu anlatılan doğru yolda bulunma ve namaza
devam etme, öğüt alanlar için bir nasihat, doğruyu bulmak isteyenler için de
bir yol göstermedir. [204]
115. Ey
Muhammedi Müşriklerden gördüğün eziyetlere ve kötülüklere sabret. Çünkü Allah
seninle beraberdir. O, güzıel iş yapanların sevabını zayi etmez. [205]
116. Sizden
önce geçmiş milletlerinden akıl ve
fazilet sahiplerini kötü kimselerin yeryüzünde fesat çıkarmalarını engelleyecek
seçkin bir toplum bulunsaydı ya! Bu, istîsnâ-i munkati'dir. Yani, fakat
onlardan az bir miktarı yeryüzünde fesat çıkarmayı engellediler ve kurtuldular.
Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyetteki edatı, üzüntü ve kederle birlikte teşvik
ifade eder. Bu, mânâyı ifâde etmede Ne kadar acınacak durumdadır kullar[206] âyetine
benzer. Bundan maksat Nûh, Ad, Semûd ve adı geçen diğer kavimler gibi, hidayete
eremeyen geçmiş milletlere üzülmektir. O zâlimler, şehevî arzularına uydular
ve kendilerine ihsan edilen mal ve lezzetlerle uğraşmaya başladılar. Onları
âhirete tercih ettiler, Onlar, ısrarla
suç işleyen bir kavimdi. [207]
117. Halkı iyi amel işleyen şehirleri zulüm ile helak etmek, Allah'ın
âdetinden değildir. Çünkü Allah zulümden uzaktır. Allah onları sadece, inkârları ve isyanları
yüzünden helak eder. [208]
118. Allah
dileseydi insanların hepsini İslam dinine inandırır ve onlar islama giden yola iletirdi. Fakat hikmetine
binaen bunu yapmadı. [209]
119. Onlar
devamlı olarak, yahudilik, hıristiyanhk ve ateşpherstlik gibi çeşitli dinlere
inanırlar. Ancak Allah'ın, lütfü ile doğru yola ilettiği insanlar hariç. Onfar
hak yolda bulunanlardır. Buradaki lâm, sonuç bildiren lamdır. Yani Allah onları
yarattı ki, sonunda mutlu ile mutsuz birbirinden ayrılsınlar. Taberî şöyle der:
Yani, bedbahtlık ve mutlulukta farklı olmaları için onları yarattı. Onlardan
bir grup cennete, bir grup da cehennemde olacaktır.[210] Allah'ın cehennemi cin ve insan kâfirlerinin
tümüyle dolduracağına dâir emri tamamlandı ve hükmü yerine getirildi. Âlûsî
şöyle der: Bu cümle yemin mânâsı kapsamaktadır. Bundan dolayı, kelimesinin
başına cevap lamı getirilmiştir.[211]
Sanki Yüce Allah şöyle buyurur: An-dolsun ki, cehennemi insan ve cinlerin
hepsinden İblis'e uyanlarla dolduracağım. [212]
120. Ey
Muhammedi Geçmiş peygamberlerle ilgili olarak sana anlattığımız bu haberler,
peygamberlik görevini yerine getirmen için senin kalbini teskin ve tatmin etmek
maksadıyla anlatılmaktadır. Bunları sana anlatıyoruz ki, geçmiş peygamberler
kardeşlerin sana bir örnek olsun da onlar gibi sen de sabredesin. Allah'ın
anlattığı bu haberlerde, sana doğru ve kesin bilgi gelmiştir.
Yine bu haberlerde,
ibret alacak kimseler için, ibret ve öğüt verici şeyler gelmiştir. Mü'minler,
Kur'an'm Öğütlerinden yararlandıkları için burada özellikle zikredildiler. [213]
121. İman
etmeyenlere de ki: Siz kendi yol ve usulünüze göre amel edin. Biz de kendi yol
ve usûlümüze göre amel edeceğiz. Bu, korkutma ve tehdit anlamı taşıyan bir
emirdir. [214]
122. Bu da
başka bir tehdittir. Yani, siz bize gelecek olanı bekleyin; biz de sizin
başmjza gelecek olan Allah'ın azabını
bekliyoruz. [215]
123.
Göklerde ve yerlerde gizli olan şeyleri bilmek yalnız Allah'a aittir. Bütün
bunlar O'nun kudreti ve ilmi dahilindedir. Her şey ancak O'na döndürülür; O,
karşı gelenlerden intikamını alır, itaat edenlerin de sevabını verir. Bu ifade
Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmekte ve kâfirleri kendilerinden intikam
alınmakla korkutmaktadır, Öyleyse,
sadece Rabbine kulluk et, İşini O'na bırak ve O'ndan başka hiç kimseye güvenme.
Çünkü O, kendisine güvenenlere yeter. Rabbin, sizin yaptıklarınızdan gafil
değildir. Kullarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, herkese
yaptığının karşılığını verir. [216]
1. O
şehirlerden ayakta kalanlar da var, ekin gibi biçilmiş olanlar da
var." Burada istiare-i mekniyye yoluyla şehirlerin kalıntıları ve
duvarları sapı üzerinde
dik duran ekine benzetilmiştir. Halkıyla birlikte yok olup
izi kalmayan şehirler ise tırpanla biçilmiş ekine benzetilmiştir.
2. Biz
onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler." Burada cümleleri
arasında tıbâk-ı selb vardır.
3. O
şehirleri yakaladığında." Bu şehirler halkından mecazdır. Yani, o
şehirlerin halkını yakaladığında, demektir.
4. Bedbaht
ve mutlu." Burada kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbak vardır.
5. Bedbaht
olanlara gelince...." ile Mutlu kılananlara gelince..." cümleleri arasında "leffi neşri müretteb" sanatı
vardır.
6. Daha önce
Rabbinin sözü geçmemiş olsaydı." Burada Rabbinin sözü kaza ve kaderden
kinayedir.
7. Şüphesiz
iyi ameller kötü amelleri giderir." Burada kelimesi ile kelimesi arasında
tıbak vardır.
8. Öğüt
alanlar için bir öğüttür." Burada ile arasında iştikak cinası vardır. [217]
Cennetliklerin
cennete; cehennemliklerin de cehennemde ebedî kalacakları çeşitli delillerle
kesin olarak sabittir. Bu sûrede "Allah'ın dilediği hariç" denilmesi
ise sübût ve süreklililk ifade etmek için Kur'an'da kullanılan üslûptur.
Burada Allah'ın dilemesini beyandaki nükte, bu işlerin Yüce Allah'ın dilemesi
ile olduğunu, O dilediği takdirde bunları değiştireceğini ve onun iradesinin
dışında hiçbir şeyin bulunmadığını açıklamaktır. İnanamak, inkâr etmek,
mutluluk, bedbahtlık, cennet veya cehennemde ebedî kalmak, yahut oralardan
çıkmak, bunların hepsi Yüce Allah'ın dilemesiyle olur. [218]
Eş-Şihab, burada
Kur'an'a ait güzel bir edebî nükteye işaret etmektedir. O da şudur: İyi
amelleri İşlemekle ilgili emirler her ne kadar mânâ yönünden umumî olsalar da
Sana emredildiği gibi dosdoğru ol." Namazı dosdoğru kıl." ve
Sabret." şeklindeki emir kipleri tekil olarak gelmiş ve sadece Peygamber
(s.a.v.)'e emredilmiştir. Yapılması yasaklanan amellerde ise, Taşkınlık
göstermeyin.", Zalimlik edenlere yakınlık göstermeyin." şeklinde emir
kipleri çoğul olarak getirilmiş ve bütün ümmete yasaklanmıştır,
"el-İnâye" adındaki kitapta böyle açıklanmıştır.[219]
Yüce Allah'ın
yardımıyla Hûd Sûresinin tefsiri tamamlandı. [220]
[1] Hûd sûresi, 1 i/24
[2] Hûd sûresi, 11/59-60
[3] Hûd sûresi, 11/100-102
[4] Hud sûresi, 11/120-123
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/69-70.
[6] Mûsâ orada insanlardan bir cemaat buldu. (Kasas
sûresi, 28/23) âyetinde cemaat; bir
zaman sonra hatırladı (Yusuf sûresi, 12/45) âyetinde zaman; Biz
babalarımızı bir din üzerinde bulduk (Zuhruf sûresi 43/22-23) âyetinde din ve
millet mânâsına kullanılmıştır.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/75-76.
[8] Kurtubî, 9/5
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/76.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/76.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/76.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/77.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/77.
[13] el-Bahru'1-muhît, 5/204
[14] Kurtubî, 9/5
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/77.
[16] el-Bahr, 5/204
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/77.
[18] Keşşaf, 2/380
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/77-78.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/78.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/78.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/78.
[23] el-Bahr, 5/206
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/78.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/78-79.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/79.
[26] Teshîl, 2/102
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79.
[27] Muhtasar-! İbn Kesir, 2/214
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/79.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/79-80.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/80.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/80.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/80.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/80-81.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/81.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/81.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/81.
[36] Keşşaf, 2/387
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/81.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/81-82.
[39] Kurtubî,9/3
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/82.
[40] Bu ıstılahların izahı için lügatçeye bakınız. (1.
Cild)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/82.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/87.
[42] Buhârî, İmân, 17; İ'lisâm, 28; Müslim, İman, 34,36.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/88.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/88.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/88.
[46] Keşşaf, 2/388
[47] et-Teshfl, 2/103
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/88-89.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/89.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/89.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/89.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/89-90.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90.
[56] Bu, tefsircilerin çoğunluğunun görüşüdür. İbn Atıyye
ve Ebu Hayyan, bu âyetin Hz. Nûh'un(a.s.) kıssası cümlesinden olduğu ve zamirin
Nûh kavmine gittiği görüşündedirler. Buna göre mânâ şöyledir: "Nûh, bu
haberleri kendiliğinden uydurdu" mu diyorlar.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/90-91.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/91.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/91.
[62] İmam Taberî, Tennûrdan maksadın ne olduğu hususunda
önceki âlimlerin görüşlerini naklettikten sonra der ki: Bize bu görüşlerin en
uygunu, "Tennûr, içinde ekmek pişirilen tandırdır" diyenlerin
görüşüdür. Çünkü Arap dilinde bilinen budur. Allah'ın kelamı, en. meşhur ve en
çok kullanılan mânâya yorumlanır (Taberî, 12/40).
[63] Muhtasar-j İbn Kesîr, 2/220
[64] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/220
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/91.
[65] Taberî, 12/44
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/91-92.
[67] Kamer sûresi, 54/11-1
[68] SâvîHâşiyesi,2/216
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/92.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/92.
[71] Rûhu'l-Meânî, 12/62
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/92-93.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/93.
[73] el-Teshîl, 2/106
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/93.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/93.
[75] Kurtubî, 9/42
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/93.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/93.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/93-94.
[79] Taberî, 12/51
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/94.
[81] Rûhu'l-meânî, 12/63
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/94-95.
[82] Ebû Hayyân, en-Nehnı'1-mâdd mine'1-bahr, 5/227
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/95.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/95-96.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/101.
[85] Kurtubî, 9/66
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/101.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/102.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/102.
[89] Taberî, 12/58
[90] Fussilel sûresi, 41/15
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/102.
[92] Âlûsî, 12/81
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/102.
[94] Keşşaf, 2/403
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/102-103.
[96] Ebussuûd, 3/15
[97] Yûnus sûresi, 10/71; Keşşaf, 2/403
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/103.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/103.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/103.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/104.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/104.
[102] Fahr-ı Râzî, 18/16
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/104.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/104.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105.
[106] Keşşaf, 2/408
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/105.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105.
[108] Kurtubî, 9/60
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/105-106.
[113] Büşrâ, çocuk müjdesi vermek demektir. Bir görüşe göre
de, Lût kavminin helakini müjdelemektir Zemahşerî, açık olan mânâ, çocuk
müjdesidir, der.
[114] Kurtubî, 9/62
[115] Zâriyat sûresi, 51/26
[116] Keşşaf, 2/409
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106.
[117] Taberî, 12/71
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/106.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/106.
[120] Beyzâvî, 253
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/106-107.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/107.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/107.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/108.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/113.
[125] Kurtubî, 9/74
[126] Burada Rasûl kelimesi, mektup manasınadır. Beyit
Ahtal'ındır. Kurtubî'de böyledir.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/114.
[128] Ankebût sûresi, 29/31
[129] Ankebut sûresi, 29/32. Bakınız, Taberî, 12/80
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/114-115.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/115.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/155.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/155.
[133] Kurtubî, 9/75
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/115.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/115-116.
[136] Buharî, Enbiya, 19,11 Tefsir XII/5; İbn Mace, Fiten,
23
[137] Ruhu'l-Meânî, 12/108
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/116.
[139] Taberî, 12/89
[140] Kurtubî; 9/80
[141] Kamer sûresi, 54/37
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/116-117.
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/117.
[144] Kurtubî, 9/83
[145] Bir görüşe göre,
zamiri, taşların yerini tutar, Yani, "o taşlar, zalim olan
hiçkimseden uzak bir şey değildir.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/117.
[147] Kurtubî, 9/85
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/117.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/117-118.
[150] Taberî, 12/100
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/118.
[152] Tefsir-i Kebîr, 18/42
[153] Taberî, 12/103
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/118.
[154] Keşşaf, 2/426
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/118-119.
[156] Kımubî, 9/90
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/119.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/119.
[159] Taberî 12/64 (1987) baskısı}; Kurtubî, 9/90
[160] Ruhu'l-Meanî, 12/123
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/119.
[162] Taberî, 12/106
[163] Taberî, 12/106
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/119-120.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/120.
[166] Kurtubî, 9/92
[167] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/231
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120.
[168] Taberî, 12/109
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/120.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/120-121.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/121.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/121.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/121-122.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/127.
[174] el-Bahr, 5/251
[175] Kâf sûresi, 50/31
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/127.
[177] Hûd sûresi, 11/114
[178] Kuitubî, 9/111
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/127-128.
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/128.
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/128.
[181] Buharî, Tefsirul-Kur'an, XI, 5; Müslim, Birr, 61;
Rûhu'l-meânî, 12/137
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/128.
[183] Kurtubî, 9/96
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/128.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/128-129.
[185] Şûra sûresi, 42/7
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/129.
[187] Taberî, 2/117
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/129.
[188] Taberî, 12/117
[189] Keşşaf, 2/43
[190] Bu, Taberî'nin tercih ettiği manâdır. Bu manâ tefsire
il erin, istisnanın manâsında anlattıkları on manâdan biridir. Bakınız.
Kurtubî, 9/99
[191] Zümer sûresi, 39/73
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/129.
[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/129-130.
[194] Taberî, 12/122
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/130.
[195] Taberî, 12/123
[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/130.
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/130.
[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/130-131.
[199] Beyzavî, 258
[200] Kurlubî, 9/108
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/131.
[201] Bu Hasan-ı Basrî ve Katâde'nİn görüşüdür. Taberî de,
bu namazların sabah ve İkindi namazı olduğu görüşü tercih eder. Bu, İbn
Abbas'tan rivayet olunmuştur.
[202] Müslim, Taharet, 14 (az farklı)
[203] İbn Mace, İkâme, 193 (az farklı); Muhtasar-ı İbn
Kesir, 2/235
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/131.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/131.
[206] Yasin sûresi, 36/30; el-Bahr, 5/271
[207] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/131-132.
[208] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/132.
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/132.
[210] Taberî, 12/144
[211] Ruhu'l-meânî, 12/165
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/132.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/132-133.
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/133.
[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/133.
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/133.
[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/133-134.
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/134.
[219] Şihâbuddîıı Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Hafâcî
İnâyetu'1-Kâdî ve Kifâyelıı'r-Râdî, Bakınız, Hûd, sûresi, 112-115 âyetlerin
tefsiri c... s... (Beyzâvî Tefsiri üzerine yapılmış sekiz ciltlik bir
haşiyedir, matbudur).
[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/134.