Mekke'nin son
dönemlerine doğru nazil olmuş. Müslümanlara işkenceler epeyce yapılmaya
başlamış, tahammül göstermişler, dayanılmaz hale gelmiş, Habeşistan'a hicret
etmişler ve son dönemlere doğruda bu "Nahl" suresi nazil olmuştur.
Daha önce "igtera be tissa âtü ven şeggal gameru" âyet-i kerîmeleri
nazil olmuş, yani kıyamet yaklaştı, sizin azap vaktiniz yaklaştı, anlamında
âyet-i kerîmeler nazil olmuş, ama bakmışlar ki kıyamet koptuğu yok, azabın
geldiğide yok, bunun üzerine Muhammed (A.S.) Efendimize gelip; "Hani.!
bizim kıyametimiz yaklaşmıştı, bize azap yaklaşmıştı, niye gelmiyor Allah'ın
azabı bize, madem ki hak Peygambersin, hadi üzerimize taş yağsa ya" diye
Efendimizle alay etmeye başlıyorlar.[1]
1- Allah'ın
(müminlere zafer, kafirlere azab) emri geldi. Artık onu acele istemeyin. Allah
onların ortak koştuklarından uzaktır.
Kafirlerin Efendimizle alay
etmeye başlamaları üzerine Rabbim; "Etâ emrullahi fela testâcîlu, acele
etmeyin, siz Allah'ın azabını acele istemeyin, Allah'ın emri geldi."
buyuruyor. Yani hakkınızda hüküm verildi, manası verilmiş,
"Emrullahî"den kasıt, Allah'ın emri geldi. Yani Kur'ân'daki emirler,
yasaklar size bildirildi Siz Allah'ın azabını acele etmeyin, yani siz bu
emirlere uymadınız, yasaklarını çiğnediniz. Siz o azaba acele etmeyin mutlaka
sizin hakkınızda o azap görülecek ve gelecektir. "Allah (cc), onların
Allah hakkında söylediklerinden münezzehtir, temizdir ve onların şirk
koştuklarından da yücedir."
Yani Allah'ı (cc)
tanımayanlar, yaratılmışlar arasından bir ilah edinmek mecburiyetinde
kalıyorlar ve ona tapınıyorlar. Allah (cc) di-yorki: Allah onların tapınmakta
olduklarından, onların şirk koştuklarından yücedir, buyuruyor. Çünkü onların
taptıklarını da yaratan Allah (cc) dür.[2]
2- Kullarından
dilediğine kendi emrinden bir ruh (vahiy) ile Melekleri indirir. "Benden
başka ilah yoktur, benden sakının diye uyarınız" (der).
Hani Mekke'li insanlar
Peygamber Efendimiz (A.S.)'m peygamber olmasını da hafife alıyorlar.
"Allah peygamber gönderecekse niye seni göndersin ki, şu Mekke'nin ileri
gelen eşrafından bizler varız. Taifin eşrafından filanlar var. Adamın sürü sürü
develeri, sürü sürü koyunları, keçileri var. Mekke'de, Medine'de Taif de
çeşitli yerlerde, adı var şanı var, bunların kabilesi var. Yani güçlü kuvvetli,
paraya sahip insanlar. Allah onlara peygamberliği vermiyor da sana mı verecek.?
Sen ki bir yetimsin, yani çocukken annesi ve babası ölmüş, mali durumu da kötü
olmuş bir insansın,a yani Allah sana peygamberliği niye versin ki"
diyorlar.
Aynen günümüzün
insanının da söylediği gibi. Günümüzde öyle insanlar vardır ki, hani
"kepenek altında ne koç yiğitler yatar" derler. Adamın islâmî
bilgisi, Kur'ânla ilgili, hadisle ilgili, fıkıhla ilgili fevkalâde bilgileri
var ama maddi gücü yok. Bu adam hakkında bir başkası "yok canım onda ne
olacak. Onun akli olsa parası olur" diyor.
Yani bir adamda aklın
varlığıyla yokluğunun ölçüsü parası üzerinedir. Mantîken doğru gibidir ama
pratik hayatta bunun doğru olmadığı da gözler önüne seriliveriyor.
Türkiye'nin en zengin
iki insanının yanında çalışanlar, onlardan bin kat daha zeki insanlar, fakat
para bakımından onun vereceği aylığa bağlı çalışmaktadır.
O günün insanı da,
Efendimiz (s.a.v.) için peygamberliği münasip görmüyorlar. Kur'ân-ı Kerîm;
melekler vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (A.S.V.)'a Allah(cc) tarafından
indirilmiştir. Kime indiriliyor? Allah'ın dilediği kişiye, öyle sizin
belirlediğiniz insana değil. Şu adamın fazla malı var, şu adamın fazla siyasi
itibarı var, buna indireyim, öyle birşey yok. Allah dilediğine indiriyor.
Hani geçmişte gördük,
Musa (A.S.) ki annesi korkusundan evinden uzaklaştırma mecburiyetinde kalmış.
Suyun içerisinde bir sandalın içine koyuvermiş ve o da gitmiş. Firavun'un
evinde beslenip büyütülmüş bir insan. Kimi kimsesi yok, yalnız Firavun'un
himayesi altında büyümüş bir insan. Onların mantığına göre hareket etmiş olsak
yine peygamberlik Firavuna verilmesi gerekir. Otorite elinde, siyaset elinde,
para elinde, ordulara sahip öyle bir insana verilmiyorda, ordusu olmayan,
silahı parası olmayan bir insana veriliyor peygamberlik. Rabbim buna
dikkatimizi çekiyor.
En yüce makam
peygamberliktir. O Peygamberliği yücelten Allah'ın Ona verdiği kitap Kur'ân-ı
Kerîm'dir. Öyleyse biz iki dünyada da en yüce insan olmak istiyorsak Kur'ân-ı
Kerîm'i daha fazla öğrenmemiz gerekmektedir. Hz. Ömer (R.A.) öyle demiş;
"Ya mâ'şeral gurrâ" "Ey Kur'ân okuyanlar! başlarınızı dik
tutunuz, yolunuz size aydınlandı. Yolunuz apaçık, Kur'ânla yolunuzu
belirliyorsunuz. Kafalarınızı, başlarınızı dik tutun ve insanlara muhtaç
olmayın, yük olmayın" diyor.
Yani Kur'ânla, din
ticareti yapma tarafına gitmeyin. Geçiminizi başka yollardan temin edin diyor
Hz. Ömer. (R.A.) (Nevevi,Et-Tibyan fi adab-ı Hamelet-il-Kur'an, El bab-ül
hamiş, fiadab-ı Hamîl-il- Kur'an)
Peygamberler,
peygamber olarak görevlendiriliyor da, ne söylüyor insanlara.? Ey ahali! Dikkat
edin! Sakın başkalarının yolundan gitmeyin. Ancak ve ancak bizi yaratan Allah
(cc)'a inanın ve O'nun sözüne güvenin ve O'nun emrettiği ve yasakladığı şeylere
dikkat edin ve riayet edin ve yalnız Ondan sakının.
Yani
"Fettegûn" ki çokça izah etmeye çalışmıştık, "ittigâ"
dedik. Hz. Ömer "ittaga" nedir? diye sormuş, Sahâbe'den biri cevap
vermiş; "ittiga", dikenli bir yolda yalın ayak yürümektir. Dikenli
bir yolda yalın ayak yürümeyi, köyde yaşıyanlar iyi bilirler. Biz dikeni
olmayan yere ayağımızı basmaya çalışırdık, ayağımızı acıtmasın diye. Böylece
gözümüz çok fazla dikkat kesilirdi.Normal gördüğümüzün üzerinde görürdük.
Dikkatimizi tamamiyle oraya topluyoruz, ayağımıza diken batmasın diye.
İşte onun gibi bu
dünya hayatında da gözün harama değmesin, elin haramı tutmasın, kulağından kötü
söz girmesin, dilimden kötü söz çıkmasın diye dikkat etmeye "ittigâ"
derler. Yani insanın Kur'ân'a göre amel etmesine "ittigâ" diyoruz.
"Lâ ilahe illâ ene" imandır. "Fettegûni"de" ameldir.
Yani Allah (cc) bize; Önce iman etmeyi, sonra da amel etmeyi emrediyor
böylelikle. Günümüzde Allah'a inanamayanlar her hangi bir insana inanıyorlar.
Onun emir ve yasaklarını tutuyorlar, O'nun izinden yürüyorlar. Halbuki o
insanda doğmuş, büyümüş ve ölmüş, o da Allah'ın yarattığı birisi.[3]
3- Gökleri
ve yeri hak ile yarattı. Onların (müşriklerin) ortak koştuklarından uzaktır.
Ama bizim emrini ve
yasağını tutmaya yöneldiğimiz Allah (cc) ise " gökleri ve yeri hak ile
yarattı" yani bir hakikati var. Gerçektir bunlar, bir hikmete binaen
yaratılmıştır. Gökyüzü yaratılmış ama binlerce faydası vardır. Yeryüzü
yaratılmış sayamıyacağımız kadar faydaları vardır. Yani boşuna yaratılmamış.
Boşuna yaratılan bir şey yeryüzünde yoktur, diyor Allah (cc) Al-i İmran
suresinde geçmişti bu, "Ey Rabbimiz! Sen boş bir şey yaratmadın."[4]
Hani bize göre en boş
gibi görüneni 'domuz'dur. Ama domuz'a dahi boş yaratıldı, demek günahtır. Onun
etini, derisini, kemiğini kullanmak haramdır bize. Yoksa o da Rabbimin
yarattığı yaratıklardan biridir. Tabiata faydası ne kadardır? çiçekler ve
böcekler üzerindeki faydası nedir? tabiattaki dengeyi korurken nelere dikkat
ediyor? hangi görevleri yerine getiriyor? Onlar mutlaka ansiklopedilerde
yazılmıştır.
"Teâlâ amma
yüşrikun" ikinci defa geldi. Yukarıda da birinci âyet-i kerîmede de
"ve teâlâ amma yuşrikûn" Allah (cc) onların şirk koştuklarından
yücedir. Yani onlar, Allah'ı kabul ediyorlar, zaten şirk koşabilmek için
Allah'ı kabul etmek gerekir. Önce Allah'ı kabul ediyorlar, yeri ve göğü yaratan
olarak Allah'ı kabul ediyorlar ama diyorlar ki; Allah yeri göğü yaratmış,
çiçeklerle donatmış, işi bitmiş. Bizim işlerimize karışmasın, bizim yaratıklar
arasından şu ağabeyimiz,, şu atamız var, bunun dediğini tutarız biz. Allah'ın
dediğini tutmayız diyorlar.
Şimdi bu ikincisi, Allah'a
şirk, ortak oluyor. Bunları ortak yapıyorlar. Bu yeryüzünde çiçekleri açtıran,
rüzgarları estiren Allah (cc) ise, insanları da yöneten bizim ağabeyimiz,
atamız, dayımız, amcamız veya filan büyüğümüzdür, diyorlar, şirk koşuyorlar.
Rabbim ondan yücedir, niye? Onu yaratan O'dur da ondan. Yalnız insanın bu
ilahlığa.-kâlkîrıası, kendisini ilah gibi görmesi gayet abes birşey veya
insanın bir başkasını kendisine ilah kabul etmesi de çok günah birşey. Çünkü[5]
4- İnsanı
nutfe (meni) den yarattı. Bir de
bakarsın o açık bir hasım kesilmiş.
5- Davarları
da yarattı. Sizin
için onlarda ısınmanızı sağlayan şeyler ve daha bir çok
faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.
Adem (as), Havva
validemiz ve de İsa (as)'m bir özel durumu vardır: O'nun dışında ki bütün
insanları Allah(cc) meniden yarattı. İlim adamlarının ifadesine göre; bir meninin,
beş milyonda biri insana dönüşüyor. Doktorumuz altmış milyon diyor. Altmış
milyonda biri diyor. Bir meninin altmış milyonda biri çocuğa dönüşeni. Yani
gözünüzle görmeniz mümkün değil.
Böylesi küçük,
böylesine zayıf ve bir su iken, Allah seni yaratıyorda; sen nasıl ilahlığa
kalkışıyorsun.? Hani bir meninin altmış milyonda birinden meydana gelen adam,
bir de bakmışsın ki büyüyünce Allah'a karşı apaçık bir düşman kesilmiş, imansız
kesilmiş. İmansız haline bakmıyor, Anadolu'da öyle derler. "Haline bakmadan,
Hasan dağına oduna gider" derler. Yani geldiği yere bakmıyor, küçüklüğüne
bakmıyor, zayıflığına bakmıyor, Yaratanına karşı düşmanlığa kalkıveri-yor.
Düşmanlığa nasıl kalkar şimdi günümüzde, inanmamakla kalkar.
Yani "Allah (cc)
böyle demişse ben de böyle diyorum," kavganın başlangıcı ne ki, kavga ne?
Sen böyle dersen ben de böyle derim gibi. Bugünkü inkarcı da aynısını söylüyor;
"Allah bunu yasaklamışsa ben yasaklamıyorum, yasağı kaldırıyorum"
diyor. Bu Allah'a karşı bir düşmanlıktır.
Hani ağanın biri yolda
gidiyormuş, herkes ayağa kalkıyor, parası var, otoritesi var herkes ona saygı
duruşuna kalkıyorlar. Dervişin biri kalkmamış, köşenin başında oturuyormuş, ağa
gelmiş şöyle ayağının ucuyla dokunmuş; niye kalkmıyorsun,? demiş. Niye kalkayım
demiş oda. Tanımadın mı beni,? demiş. Tanımaz olurmuyum ağam, tanımaz
olurmuyum. Busefer ağa; Ben kimim,? demiş. Derviş de; "Vallahi evveline
baktım bir damla su idin, sonuyun da ne olacağını düşündüm kabirde toprağa
düşünce bir avuç ciife olacaksın." Sen önüne sonuna bakma, şimdiki halime
bak demiş Ağa. Şimdiki haline ne bakayım demiş. Karnına bir bıçak vursam
içinden gübre dökülür senin demiş. Sen bir gübre arabasısm. Sırtında şu
giydiğin kürke gelince; (ayı postundan yapılmış bir kürk varmış,) onu ayının
biri on sene giydi, ayılıktan kurtulamadı demiş.
Hani Nasreddin hoca
tenkid eder ya insanları, "ye kürküm ye" diye hikayesi vardır.
İnsanlara değer verirken, giydiği kürke bakmayın, orftıızundaki rütbeyede hiç
dikkat etmeyin, cebindeki parasına, kasasına da önem vermeyin, makam mevki,
şan ve şöhretine de hiç itibar etmeyin, insanlığına dikkat edin. En iyi insan
da en iyi Müslüman olandır. Önce Müslümanlığına, yani islâmî yaşantısına dikkat
edeceksiniz. O islâmî yaşayan adam ne olursa olsun ona fazlaca önem vereceksiniz.
Beşinci ayette de;
İnsanlara faydası için yaratılan hayvanlardan bahsediyor. Yününden ve
derisinden yararlanıp, yatak, yorgan, elbise gibi şeyler dokuduğumuza
dikkatimizi çekiyor. Bir de ısınmada faydalanırsınız ondan diyor. Yani
tezeğinden faydalanılır, tırnağı kullanılıyor, boynuzu başka bir işte
kullanılır, hani eskiden bıçak sapları onunla yapılırdı, boynuzu kullanılıyor,
bağırsağı kullanılıyor, gübresi kullanılıyor, kemiği kullanılıyor, kanı
kullanılıyor. Yani bir sığırın bir koyunun bir devenin, kullanılmayıp ta şöyle
atılıverdiği bir yeri yoktur. Vay biz kullanamıyoruz, atıyoruz hocam,
diyorsunuz da, ama başka toplayanı var onun. Bir başkası geliyor, onları
toplayıp gidiyor. Yani bunları yaratan Allah (cc)
"Ve'l en'ame"
derken yukarıya atfediyor, insanı yarattı, hayvanı da sizin için yarattı Allah
(cc). Peki yalnız yemek içmekmidir insanoğlunun derdi. Yani böyle karnını
doyuracak, sırtına onun derisini giyecek veya yününden elbise yapacak
faydalanacak. Yani batıl ekonomik sistemlerde bazı faydacılık akımları vardır.
İslâmiyette o yoktur. Faydalanmak var ama yalnız faydacılık hakim değildir
bizde.[6]
6- Akşam
getirirken sabah salıverirken sizin için bîr güzellik vardır.
O hayvanlarda sizin
için güzellikler de vardır. Akşamleyin yayılıp, evinize doğru gelirken,
sabahleyin de yaylaklara o hayvanlarınız giderken, onların çiçekler arasında,
otlar arasında gidişleri ve gelişleri ve yayılışları ve dönüşleri sizin için
ayrı bir güzel manzara oluşturur, diyor Allah (cc1).
Yani yalnız etine
bakmayacaksın olayın, diyor. Hani eskiden iyi misal veriyorduk, komünistlik
yıkıldı da biz de misal veremiyoruz. Eskiden hiç bülbülü görmemiş ve duymamış
komünist bir adama; bülbül çok güzel bir kuştur, diye söylesen ne kadar eti
çıkar derdi. Yani adam onu bir tavuk gibi veya şöyle hindi gibi birşey istiyor
ki etinden yararlansın Halbuki on iki kilo gelen veya on üç kilo gelen bir
hindi'den, bülbül daha pahalı . Değer mi? değer. Niye? Onun da kendine has güzel
bir sesi güzel bir görüntüsü vardır. Demek ki insanların mayasında yalnız
faydacılık yoktur.Yani güzel, estetik te hâkimdir.
Güzele karşı
hayranlık, bizim fıtratımızda vardır. O fıtratı da yaratan, gökyüzünü de
yaratan ve gökyüzünü yıldızlarla süsleyen Allah(cc)'dır.
İnsanı meniden yaratan,
yani suya şekil veren Allah (cc), bu insanın ısınması vede, yemesi içmesi için
hayvanlar yaratmış. Allah (cc), bu hayvanlarda bir de güzellikler yaratmış,
güzellik yaratmış ama, insanoğluna da güzelliği algılayabilecek fıtrat vermiş.
Bizim minibüs şoförleri de yabana atılacak adamlar değiller. Adam minibüsün
arkasına yazmış: "Güzelliğin neye yarardı, şu bendeki göz olmasa,"
diyor. Yani karşı tarafın güzelliği neye yarar ki, bakacak ve baktığından
anlayacak göz olmasa. Yani bu anlayışı yaratan Allah (cc). Buna dikkatimizi çekiyor.
Yani sevgilerimizi
yaratan Allah, nefretimizi yaratan Allah (cc)'dür.
Öyleyse bize düşen
görev, sevgimizi yöneltme. Sevgi var herkeste, nefrette var herkeste. Öyleyse
sevgiyi biz, Mevla'ya yönelteceğiz, başkalarının paraya yönelttiği gibi yapmayacağız.
Nefretimizi de biz kâfire yönelteceğiz. Müslümana karşı değil. Nefretimizi
dinimize düşman olana karşı yönelteceğiz. Yoksa her insanda nefret vardır.
İmansız da ne yapıyor? Müslümana karşı yöneltiyor nefretini. Onda da var
nefret, bizde de var nefret. Öyleyse biz imansıza karşı yönelteceğiz, o da
dinine karşı yöneltiyor zaten. Bu hayvanların bize faydası; bir yeme içme, bir
derilerinden vede diğer azalarından faydalanma, bir de manzara-i
umumiyelerinden faydalanmadır.[7]
7-
Canlarınızın yarısı tükenmeden varamayacağınız ülkelere ağırlıklarınızı
taşırlar.
O hayvanlarla
eşyalarınızı taşırsınız. Onlar sizin ağırlıklarınızı taşır, eşyanızı taşır. Bir
ülkeden başka bir ülkeye, o hayvanlar olmamış olsaydı, siz zorlukla
taşıyabilecektiniz. Allah'ın (cc) yarattığı bu hayvanlar size taşıyıveriyor.
Demek ki taşımacılıkta da kullanmamızı Allah (cc) bildirmiş oluyor. Peygamber
Efendimize bildirilmiş. Bu bildirmenin ne faydası var, denebilir. Çünkü daha
öncedende kullanılıyordu. Yani âyet nazil olmadan öncede, Mekke'de ve dünyanın
her tarafında insanlar deveyi ulaşım vasıtası olarak kullanıyorlardı. Allah
(cc) tâ Hz. Âdem döneminde, bu hayvanları yaratmıştı. Hz. Adem (A.S.)'a da,
Bakara sûresinde geçti (Bakara31) "Allah eşyanın ismini tamamıyla Adem'e
öğretti." Ayetin tefsirinde, Demişler ki: Allah Hz. Adem'in fıtratına şunu
verdi: Neyin, nerede nasıl kullanılacağını verdi ona ve oda bütün ihtiyaçlarını
bu tabiattan karşıladı, diyor." "Mutlaka senin Rabbin çok
merhametlidir, çok rahimdir. Çok şefkatlidir." Yarattıklarına dikkatimizi
çekiyor.[8]
8- Atları,
katırları ve merkepleri siz binesiniz ve zinetle-nesiniz diye (yarattı). Daha
bilmediklerinizide yaratır.
"Allah (cc), Atı
yarattı, katırı yarattı, merkebi yarattı, niçin? onlara binesiniz ve size zînet
olsun için yarattı. Hem biniyoruz, hem de bizim zînetimiz oluyor, süsümüz
oluyor. Hani günümüzde, bunlar pek görülmüyor ama var, maddî durumu yerinde
olan, şöyle çiftlik yeri olan bir adam, hem en büyük en kaliteli mersedes veya
daha kaliteli bir arabayı alıyor ona biniyor ama, mercedese para verdiği kadar
da ata para veriyor ve onun için bir ahır yaptırıyor, arada bir ona biniyor.
Yani atın kendine has bir güzelliği, bir süsü olduğunu günümüzde dahi
görüyoruz. Allah (cc) hem binesiniz hem de size süs olsun diye atı, katırı ve
merkebi yarattı.
O gün için bu binekler
varmış, Allah'da bunları söylemiş. Haşa geleceğin ne getireceğini bilememiş
olur mu..? "Günümüzde, arabalar var,
tayyareler var,
gemiler var, bunlardan bahsetmemiş. Öyle ise Kur'an 1400 sene öncesinin kitabıdır"
diyenler var.
Türkiye'nin en üst
makamına gelmiş bir yetkili, bir hoca arkadaşla görüştü, bizim sevdiğimiz hoca
efendilerden biriyle... Çağırtmış, Hoca görüştü geldi. Neyse, hocanın
karşısında mağlup duruma düşer, düşünce demişki: "Ama bak, Kur'ân-ı
Kerîm'de ne diyor?" Kur'ân-i Kerîm'de Mücadele suresinde "zıhar"
diye bir olay var. "Bir adam hanımının bacağını, göğsünü, annesinin
bacağına, göğsüne benzetirse, bir köle azad etmesi gerekir" der. Yani
hanımına, senin göğüslerin annemin göğüsleri gibi der se, bir köle azad etmesi
gerekir, diye bir âyet-i kerîme var." Demiş, "hadi bakalım biri bu
günahı işlemiş olsa, nerde bulacak köleyi.?" diyormuş. Kur'ân-ı Kerîm bunu
indirmiş ama günümüzde köle yok. Bir gün gelip de köleliğin kalkacağını
Kur'ân-ı Kerîm bilememiş diyor.
Hoca efendi demiş ki:
"Efendim, sizi yönlendiriyorlar, daha önce dedim, sizi yönlendiriyorlar
dedim. Size bilgi verenler eksik bilgi veriyorlar. O âyetin hemen alt
satırında, eğer köle bulamazsa altmış fakiri doyurur" diyor, âyet-i
kerîme. Şimdi altmış fakir bulamazmıyız? biz Türkiye'de demiş.
Beş milyon işsiz var,
haydi birgün, yani bundan 20 sene sonra 30 sene sonra, Türkiye'de ve dünya
genelinde, zekat verecek fitre verecek, fidye verecek adam kalmadı diyelim.
Dünya öyle bir seviyeye gelse, Ayet-i kerîmenin hükmü kalkar mı? Kalkmaz.
Üçüncü satırında, "o zaman 60 gün oruç tutar" demiş. Âyet-i kerîmede
60 gün oruç tutar buyuruyor. Bu güneş var olduğu müddetçe de Allah'ın günü
bulunur, deyince, ne içersin demiş. Soğuk bir su getirsinler demiş.
Herkesin mayasında
birşey var da, başkaları adamı sapıtıyorlar. İnsanı başkası saptırıyor. Şimdi
Allah (cc) atı, katın, merkebi binesiniz ve size süs olsun için yarattığını
haber verdikten sonra "Allah sizin bilmediğiniz daha nice vasıtalar yaratır,"
diyor. Yani ayet orda kalmamış Hocam ne olurdu?
Mesela saysaydı size
otomobil de verir Allah (cc), trende verir, tayyare de verir demiş olsaydı. O
zaman ayet-i kerime bu kadar kalmaması lazım gelirdi ve kıyamete kadar
yapılacak vasıtaları sayması gerekirdi. Ozaman kitabın hacmi bir şehre sığmaz
ve yalnız isimler kitabı olurdu, özetlemiş Rabbim. Bilmediklerinizi de
yaratır. Peki bunları saysaydı, bundan elli sene sonrasının adamı olan
tefsircisi derdi ki: Ooo hocam tren, uçak, gemi veya otomobil artık deve gibi
kaldı bu der. Yani "Allah sizin bilmediğiniz binekleri yaratır." Ne
zaman? Bin sene sonrasının bineğinin nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. Yüz
sene sonrasının hayal edemeyiz. Hatta teknoloji o kadar ileri gidiyor ki, beş
sene sonrasını hayal edecek durumda değiliz.
Onun için Allah (cc)
her çağın kendi bineğinin yaratılacağını haber veriyor. Ama hocam Allah
yaratmıyor ki,insanlar yapıyor, denilirse; İnsanlar yapıyor veya insanlar
yaratıyor diyebilmemiz için, İnsanın şöyle düz bir masası olacak, hiç tabiattan
birşey almadan yaparsa ben ona yarattı derim. Yok filan toprağın altındaki
demiri çıkartırsa, filan yerden çelik alırsa, filan yerden petrolü kazar
getirir se, filan yerden bilmem ne kimyasal maddesini getirirde bunları bir
araya monte eder se, buna yaratma denmez. Buna keşif denilir. İcat; bir yerde
var olanı bulmaktır.
İnsanoğlunun yaptığı
icattır veya keşiftir. Yoksa yoktan yaratmak değildir. Yaradan, onlar yarattı
diyorlarsa bile, aklı veren Allah'dır (cc). İnsanoğlu kendi aklını kendi
yaratacak olsa neler yapacak. Mesela dünyanın güzellik kraliçesi en zengin
fizik bilginine gitmiş, demiş ki; -Fizik bilgini de çok çirkinmiş gariban-
"gel seninle evlenelim, doğan çocuğumuz benim gibi güzel senin gibi akıllı
olsun." Bilgin de; ya tersi olursa? Yani benim gibi çirkin, senin gibi
gerizekalı olursa? Gerizekalı olmazsan bu teklifi bana yapmazsın zaten, demiş.[9]
9- Doğru
yolu bildirmek Allah'a aittir. Ondan sapan da var. Eğer Allah dileseydi sizin
hepinizi hidayete erdirirdi.
Yollar Allah'a gider,
diye de tercüme edelim. Doğru yolu göstermek Allah'a hastır, manası da vardır.
İnsanların insana doğru yolu göstermesi mümkün değildir. Ama insanlar hain
midir? Yoo, yani doğru yol gösteren bir insan hain midir? değildir. Çok iyi
niyetle çalışan insanlar vardır dünyada. Yani İngilizden de vardır,
Amerikalısından da vardır, Japonundan da vardır, İtalyanmdan da vardır.
Türkünden, Arabından, Aceminden de vardır.
Gerçekten iyi
niyetlerle insanlara doğru yolu göstereyim diye gayret gösteren insanlar vardır.
Art niyetli değiller, bütün malını mülkünü, servetini, şahmı şöhretini bu yola
koymuş adamlar vardır. Ancak, adamın aklı sınırlı, yarını görecek durumda
değildir. Kendince en doğru olanı insanlara takdim etmektedir. İşte bundan
giderseniz netice daha güzel olur, diyor adam. Halbuki yarın bir başka durum
meydana geliyor. Adamın söyledikleri geçersiz hale geliveriyor. Onun için doğru
yolu insanın göstermesi mümkün değil, doğru yol Allah'a aittir. Veya doğru
yolu göstermek Allah'a mahsustur.
Ama bir kısım yollarda
vardır ki, o yoldan başka yola meyletmektedir. Hani bir Allah'a giden yol
vardır, birde bu yoldan sapan yollar vardır. Bunu Peygamber Efendimiz (A.S.)
şöyle tarif etmiş; kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra sağ tarafına iki çizgi
çizdi, sonra sol tarafına iki çizgi çizdi, sonra orta çizginin üzerine
parmağını bastı ve dedi ki; "işte benim dosdoğru yolum, bu yola
uyunuz.""Şu yollara; yani sağdaki iki yola soldaki iki yolu
göstererek, şu yollara uymayınız, yoksa yolunuz sapar. Sizi saptırır, sizi paramparça
eder," diyor[10] ve[11]
Efendimiz bu ayeti kerimeyi okumuş ve elini orta çizgiye basmış. Yani bütün
davranışlarımızda orta yolu takip etmek esastır.
Allah iki yol veriyor;
Cehenneme giden yol, bir de Cennete giden yol cehenneme giden yola gitmeyin diye
uyarıcılar gönderiyor, Cennete gidin diye insanlara müjdeleyici gönderiyor,
peygamberler gönderiyor yoksa Rabbim dilemiş olsaydı hepimizi müslüman ederdi
Yani bunları yaratmasına ne gerek vardı.
Rabbim dileseydi
hepimizi Müslüman ederdi. Ama o zamanda imtihan denen şey ortadan kalkardı.
Başarılıyla baskısız ortadan kalkar. Başarılı insan mükâfatlandırılmamış
olurdu. Onun için Allah (cc) iki yoluda vermiş ama insana iradesini de vermiş.
İstediğin yola gidebilirsin fakat benim istediğim yola uy, Cennete git. Bak,
sana önde kılavuzlar da gönderiyorum. Sana öncülük yapacak Peygamberi
gönderiyorum demiş.[12]
10-
Gökyüzünden size suyu indiren O'dur. Sizin için onda içecek var ve ondan içinde
(hayvanlarınızı) otlattığınız ağaçlar vardır.
Gökyüzünden inen
yağmurdan sizin için içecekler vardır. Tatlı su kaynakları ve nehirler o
yağmurlardan oluşmaktadır. Yeryüzünde biten sebzeler, meyveler de o yağmurdan
oluşmaktadır. O meyve ve sebzelerin ağaçların olduğu yerlerde siz
hayvanlarınızı otlatırsınız diyor Allah (cc).
Yani hayvanlarınızın
otlaklarını yaratan O, oraya yağmuru indiren o otlaklarda yiyecek otları
yetiştiren de Allah (cc)'tır. Mülk sûresinin sonunda da öyle diyor.
"Söyleyin bakalım
Allah yerin tabanındaki suları çekivermiş olsa, size bu akarsuları kim getirebilir."
Yani İstanbul şehri susuz kalıyor, insanların yapabileceği birşey yok,
teknolojiyle yapabileceği bir şey yok milleti bir ara kandırdılar. Her tarafa
afiş astılar, işte gökyüzünden yağmur yağdırdık. Ee yağdırsana ondan sonra bir
daha, Rabbimin yağmuru geliyor, bulutlar hazır oluşuyor, o arada bir şeyler
atıyorlar. Buyursunlar, bütün dünya İsrail'in ihya olması için uğraşıyor. Eğer
bu fayda vermiş olsa, yoktan yağmur yağdırmış olsa, israil'i suya boğacaklar
yani, ama su yok. Oraya yağdıramıyorlar. Yani şartlar oluşmadan o atılan
bombanın faydası yok. Yani yağmur gelecek bulutlarla beraber gökyüzünde, size
in sem mi inmesem mi,? diye tereddüt ederken, in arkadaş diye bombayı o zaman
atıyorsun. Yoksa, o şartlar oluşmadan, o bombayı atmanın da faydası yok.[13]
11- O su ile
sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveler bitirir.
Düşünen toplum için bunda ibret vardır.
Yani herşey yağmura
bağlı, ziraî mahsûllerin tamamı, meyvelerin tamamı yağmurun yağmasına bağlı.
Bunları da yapan, bunları da yaratan Allah (cc) dür. Zeytini, hurmayı ve
üzümün adını zikrediyor. Ondan sonra da ve bütün meyveler diyor Rab'bim. Peki
niye bunları zikrediyor da diğerlerini saymıyor? Bunlar bütün dünya insanı
tarafından bilinen meyvelerdir de ondan. Yani, üzüm dedim mi, Japon bilir, Türk
bilir, Arap bilir, Acem bilir, Avrupalının tamamı bilir. Aynı şekilde zeytini
bütün dünya tanır ve bilir. Ama bazı meyveler vardır ki, yalnız Türkiye'de
vardır, diğer dünya ülkelerinde yoktur. Veya dünya ülkelerinin birinde olan
meyve yalnız oraya hastır, başkalarında yoktur. Onun ismini vermenin anlamı
yoktur. Çünkü Kur'ân evrenseldir.
Bütün dünya insanına
indirilmiş; öyle olunca, kullandığı isim ve kelime bütün dünya insanının
bildiği bir kelime olması gerekir. Onun için edebiyatta da kullandığımız
terimler, ıstılahlar bütün dünya insanının anlayacağı ıstılahlar olmalıdır,
kelimeler olmalıdır, öyle seçilmelidir.
Hani İbrahim'in bıçağı
gibi keskin deseniz, bütün dünya insanı anlar. Yani bir bıçağı tarif
ediyorsunuz; romanınızda veya şiirinizde, İbrahim'in bıçağı gibi keskin,
derseniz, bütün dünya insanı anlar. Çünkü İbrahim'i (a.s.) herkes tanır. Ama
bizim köylü, kara Ahmed'in bıçağı gibi keskin diyecek olursanız kimse anlamaz.
Kara Ahmed kim? Onun bıçağı nasıl? Onu bilmez. Ama İbrahim (A.S.)'ı ve onun
bıçağını bütün
dünya insanı tanır.
Yani evrensel kelimeler seçiyor Rabbim, Öyleyse biz de kullandığımız
üslubumuzda evrensel kelimeleri seçmeye dikkat etmemiz gerekiyor.[14]
12- Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı emrinize amade kıldı. Yıldızlarda onun emriyle boyun
eğdirilmişlerdir. Aklı başında olanlar için bunda ibretler vardır.
Yıldızlar da Allah'ın
emri ile yine insanların istifadesine sunuldu. Yani herşey insan için
yaratılmış, insan da Allah'a itaat, ibadet etsin için yaratılmıştır. Onun için,
insanın pahası çok büyük derler.
Hani maliyet vardır
ya, her hangi bir malın maliyeti vardır, fiyatı şu kadardır da, maliyeti ne
kadardır? o malı üreten maliyetini bilir. Peki insanoğlunun bir ferdi değil,
hepsi yani beş milyar insan varya; beş milyar insanın maliyeti, insanoğlunun
ürettiği kelimelerle ifade edilemez. Rakamlarla ifade edilemez.
Çünkü insanoğlunun
oluşmasında rüzgar, görevini yapıyor. Toprak görevini yapıyor, güneş görev
yapıyor, ay görev yapıyor, yıldız görev yapıyor. Bütün bunlar insan için
yaratılmış. Yani böylesine maliyeti büyük bir fabrikanın içinde biz
üretiliyoruz. Ve Rabbim bu kadar masraf ediyor; yani Rabbim için masraf yok ama
biz bizim açımızdan düşünüydoruzıbunu. Sırf kendisine ibadet eden bir kul olsun
için bunları veriyor.
Aklı başında olan
insanın da; bu kadar masraflı fabrikada üretildiğini bilip, kendisine bir değer
vermeli. Bu, kendisine verdiği değeri, kendisine Yaratan'a adamahdir. Ve
malıyla canıyla değerli olan varlığını da Allah'ına adamalıdır. Çünkü malını
yaratan Allah'dir, canını da yaratan Allah'dır. Onları Allah'ın rızası yolunda
kullanabilmelidir.
Aklı başında olan
toplumlar için bunlarda ibretler vardır, diyor. Yukarda; düşünen toplumlar
için, burada da aklı başında toplumlar için, ibretler vardır diyor Allah (cc).
Yarattıklarını anlatmaya devam ediyor:[15]
13- Sizin
için yeryüzünde çeşitli renklerdekileride (emrinize verdi) şüphesiz öğüt alan
toplum için bunda ibret vardır.
Yeryüzünde sizin için
rengarenk şeyler yarattı, diyor Rabbim. Rengarenk, "Elvan'ı"
tiirkçede kullanırız, değil mi? "Elvan çiçekleri takma başına" diye
Karacaoğlanın bir şiirinde var. Yani rengarenk, allı, morlu, yeşilli sarılı
renkleri başına takma diyor orda. Sizin için rengarenk şeyler yarattı diyor
Rabbim.
Yeryüzünde çiçek rengarenktir,
yiyecekler rengarenktir; Denizden çıkan mahsuller vardır, rengarenk, hayran
kalırsınız. Kapalıçarşıya gittiğinizde görürsünüz denizden çıkan incisi var,
mercanı var, yakutu var. Onlar su ürünlerinin rengarenk çeşitleridir. Ki
sahildeki şehirlerimizin birçoğunda sırf deniz ürünleri satılıyor ki
rengarenktir. Denizin içine girmeye gerek yok, gördüğümüz tabiat da
rengarenktir herşey. Her yiyeceğin kendine has bir rengi ve kendine has bir
kokusu vardır. Böyle rengarenk yaratan Allah (cc), sizin için yarattı, diyor.
"Bütün bunları
zikreden, hatırlayan toplumlar için bunlarda nasihat vardır, toplumlar için
bunlar ibrettir diyor.
"Kav"
bilirmisiniz, ağacın gövdesinde biter. Onu alırlar, çakmak taşma vurarak
eskiden ateş yakmak için onu kullanırlardı. Bizim köyde sigara tiryakileri onu
kullanırlardı ben görüyordum. Kav gibi, elmanın kuru ağacından Allah (cc) kavı
bitirdiği gibi elmayı bitirebilirdi. Sudan insanı yaradan, meni'den insanı
yaradan Rabbim; o ağacın kuru bağrından da elmayı bitirirdi ama öyle yapmamış;
evvela dallar yaş, yas dalların üzerinde bembeyaz çiçekler, göz zevkini alsın,
göz tadım alsın, onun yanı başında yemyeşil yapraklar, ondan sonra koruğa
dönüşen elma, sonrada tatlanan elma, ama elma da renksiz değil; beyaz elma.
sarı elma, kırmızı elma, yeşil elma. Böylece göz zevkini alacak. Yiyorsunuz,
gaye yalnız karın doyurma olmuş olsaydı, Rabbim koku vermeden, tatta vermeden,
hap gibi yapıverirdi, atardınız karnınıza do-yardi. Tat alsın diliniz, burnunuz
kokusunu alsın, gözünüzde zevkini alsın diyor Rabbim. Yani
"rengarenk" ifadesini kullanıyor Allah (cc).[16]
14- Ondan
taze et yemeniz ve ondan giyeceğiniz süs eşyasını çıkarmanız için denizi
(emrinize) müsahhar kılan O'dur.
Aman ya Rabbi; bize
rengarenk deniz ürünleri vermişsin, onlarla süs eşyaları yapıyoruz, onların
içerisinden balığın çeşitlerini yaratmışsın, taze taze etlerinden yiyoruz.
Nakliye işlerimizi denizden yapıyoruz. En ağır tonajlar, hani uçakla
götürülemeyenler, gemiyle götürülüyor. Yüz bin tonluk, iki yüz bin tonluk, üç
yüzbin tonluk, günümüzde sekizyüzbin tonluk gemiler yapılmıştır. Sekiz yüzbin
tonluk gemiler. Akıllara hayret verecek birşey.
Rabbim denize dikkat
çekiyor. Yani ağırlıkların taşınması konusunda denize dikkatimizi çekiyor ki,
şu anda deniz birinci derecededir, ağır yük taşımada. Onun için, yani süs
eşyaları, karnımızı doyuracak etler ve bir de eşyanızı, hani ticaretinizi
yapacak gemileri yüzdürmeniz için denizi emrinize verdi, diyor Allah (cc).
Bunlara bakıp bakıp şükretmemiz gerektiğini ifade ediyor.[17]
15- Sizi
sarsmasın diye yeryüzüne dağlar bıraktı, nehirler ve yollar bıraktı. Doğru yolu
bulaşınız.
Rabbimiz yeryüzünü
yarattı, yeryüzünde dağları da yarattı ama top gibi veya küre gibi dış yüzeyi
dümdüz olarak değil. Peki dümdüz olsaydı ne olurdu? Rabbimizin ifadesiyle;
Sizi sallamaması için
yeryüzünde dağlan yarattı diyor. Dağlar, denge unsuru oluyor. Bu günün ilim
adamları da öyle derler ya; dünyanın dönerken bizi sallamaması, hızlı
dönmesinden ve bir de dağların dengeyi sağlamasından derler. Allah (cc)'de
bizin çalkalanmamanız, yani olduğunuz yerde sallanmamanız için dağlan denge
unsuru olarak yarattı.
Bu âyet-i kerîmeyi,
dünyanın dönüşüne de delil olarak getirmişler Ve birde dağların faydasına
dikkat çekmişler.[18]
16-
Alametler (yarattı). Onlar yıldızlarlada yolları bulurlar.
Daha düne kadar
denizciler yollarını yıldızlardan takip ederlermiş, şimdi ise diyorlar ki:
"Yıldıza bakmıyoruz gayri. Gökyüzündeki uydular, her yarım saatte bir
veya istediğimiz zaman bize yerimizi belirtiveriyorlar.
Hemen bulunduğunuz
yeri öğrenmek istediğinizde; belirli tuşlara bastınızmı, şu anda filan enlemde,
filan boylamda veya kendi tabirleriyle, filan yerdesin, diyorlar. Bu
teknelojiyi elinde tutan devletler ise gemilerden veya sattığı malzemeyle
ücretini almış oluyor. Gemicilere şunu sormuştum; gökyüzü kapalı olsa,
kapkaranlık bir gecede, gökyüzünde bulutlar var, yıldızları da görmüyorsunuz.
O zaman ne yapacaksınız,? dediğimde, dedi ki; "zaten günümüzde yıldıza
bizim ihtiyacımız yok. Ama uydunun ihtiyacı vardır, o ayrı. Yani o bize
yerimizi belli ederken, o yine gökyüzünün yıldızları ve yeryüzündeki belirli
yerleri esas alarak bize bilgiyi veriyor. Kaptan olarak yıldıza ihtiyacımız
yok."
Eskiden yıldızlarla
yön tayini yapılırken, Rabbim'de ona dikkat çekiyor ki; yani uydunun
ayarlanması da yeryüzündekine bilgi verirken, mutlaka sabit bir nokta esas
almazsa tarifi mümkün değil.
Herhangi birine
evinizi tarif ediyorsunuz, ne diyorsunuz? Genelde halkımız, filan bankanın
biraz ilerisinde veya geri sinde, (bunu demeyin sakın bir daha) öyle
diyeceğinize; filan caminin ilerisinde veya gerisinde; banka kadar cami var.
Türkiye'de, İstanbul şehrinde. Filan caminin altında, filan caminin solunda,
filan caminin ilerisinde, diye tarif edeceksiniz. Yani bir yer tarifinde sabit
bir yeri esas alıyorsunuz. Aynı şekilde uyduda adres v.erirken mutlak bir sabit
noktayı esas alması gerekir ki, Allâhu-âlem oda yine yıldızlardır.
Şimdi bu yıldızların
bize bildirilen faydasından biri, bir diğeri ise; süstür. Dünyamızın süsü...
Hani Mülk sûresinde: "Dünya semasını yıldızlarla süsledik," diyor
Rabbim, süs görevi yapıyorlar. Üçüncü bir görevleri ise "gökyüzüne çıkmaya
çalışan, şeytanlara mani oluyorlar," diyor Rabbim.
Alimler de yeryüzünün
süsüdür diyorlar. Alimler de yıldıza benzer. Peygamber Efendimiz: "Benim
Ashabım yıldızlar gibidir," diyor. Alimler de yıldızlara benzer, öyleyse
alimler yeryüzünün süsüdür. Alimler yeryüzünde; dinine sataşan şeytanlara
yıldız gibi kayarak onları yakarlar. Alimin görevlerinden biride bu. Ve aynı
zamanda alimler, insanların küfür karanlığındaki yolculuklarında onlara ışık
tutarlar, onlara yol gösterirler.[19]
17- Yaratan,
yaratmayan gibi midir? Siz düşünmüyormu-sunuz?
Yani siz niye Allah'a ortak
koşup duruyorsunuz? Yahu, yaratan, yaratmayan gibi midir? diyor Rabbim. Bir
tarafta yaradan, ki buraya İcadar yarattıklarını anlattı. Gökyüzünü yarattı,
yeryüzünü yarattı. Yeryüzüne sular indiren, meyveler sebzeler yetiştiren,
hayvanlar yetiştiren, sizin nakliye vasıtalarınızı yapan, yeryüzünde çeşitli
renk de zînette eşyaları yaratan, zeytinden, hurmadan, üzümden ve binlerce
meyveyi ve sebzeyi yaratan Allah (cc), sizin kendisine itaatinizi istiyor.
Tutuyor insanlardan bir kısmı yaratılmışa itaat ediyor. Hiç yaratanla
yaratılan bir olurmu? Yaratamıyan la yaratan bir olur mu?
Hâlâ mı nasihat
almayacaksınız diyor. Peki Allah bunları saydı, nimetlerini bize saydı , bu
kadar mı? Rabbim:[20]
18- Allah'ın
nimetlerini saysanız, sayamazsınız. Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Allah'ın ni'metlerini
saymaya kalksanız sayamazsınız, diyor Rabbim. Bildiklerinizden hareket etseniz
yine de sayamazsınız.
Yani gördüğünüz alan
içerisinde, mesela İstanbul'da doğup İstanbul'da büyüyen bir adam, Allah'ın bu
İstanbul şehrindeki ni'metlerini saymaya kalksa, sayması mümkün değildir.
Yalnız kendi vücudun-dakileri saymakla bitiremez, Rabbimizin ni'metlerini.
Mutlaka Allah günahları affedicidir. Ve de Rabbim merhamet edicidir.
Yani ola ki içinizden
biri birinin peşinden gitmiştir, şirk'e girmiştir veya iman etmiştir de amel
etmemiştir. Ya ben bittim zaten, bu güne kadar gavur olarak yaşamışım, ateist
olarak yaşamışım, komünist olarak yaşamışım, benim günahım çok fazla demeyin.
Allah affedicidir, Allah merhamet edicidir, diyor Rabbim.
"Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmez ise onlar kâfirlerin tâ kendileridir," diyor
âyet-i kerîme.[21]
Bir başka ayette de;
"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, zalimlerin tâ kendisidir."
Birinde de, "fasıkların tâ kendisidir"diyor. Üç âyet ardarda geliyor.
Alimler, üçünü yorumlarken demişler ki: "Gerçekten insan, Allah'ın kanunlarını
beğenmiyerek, yeterli değil diyerek tatbik etmez se; o kâfirdir."
Beğeniyor.., iman da ediyor da, "vallahi şartlar müsait değil, yani ben
bunu yapıverecek olursam boynuma vuruverirler, elimden bu otoriteyi ahverirler,
daha güzel hizmet etmem gerekir benim" filan gibi nefsinin uydurduğu bazı
vesveselerin peşinden gidecek olursa, bu adam günahkârdır, zâlimdir, fâsıkdır
diye izah yapılmış.
Yani iman ediyor ki,
bu Kur'ân en büyüktür, bunun ahkâmı uygulanırsa daha iyidir. Buna inanıyor da,
uygulama tarafına gidemiyor. Buna mü'min deniliyor fakat zalim veya fasık
kelimesi de kullanılıyor.[22]
19- Allah
gizlediğinizide açıkladığınizıda bilir.
20-
Allah'dan başka çağırdıkları (tağutlar) yaratamazlar. Onların kendileri
yaratılıyor.
Onların Allah'tan
başka ibadet ettikleri, çağırdıkları, yalvardıklan kişiler, kendileri
yaratılmışlardır. Onlar birşey yaratamazlar ki diyor. Hani ey bu günleri bize
sağlayan.......... diyorlar ya, aynen..!!!
Allah'tan başka,
çağırdıkları diyor. Çağırma bizde nedir? "Ey Ali! gel buraya!" buna
çağırma diyoruz işte. Allah'tan başkasına çağırdıkları var ya, onlar birşey
yaratamazlar. Bu kadar yetmiyor mu? Onlar yaratılmışlar, yani kendisinin
ihtiyacı var. Yemeye ihtiyacı var, giymeye ihtiyacı var, Allah'ın yarattığı
rüzgara, havaya ihtiyacı var, Allah'ın yarattığı göze kulağa ihtiyacı var.
Yahu bu adama ne çağırırsın ki, hani güzel bir söz vardır: "Kendisi
muhtacı himmet bir dede; nerde kaldı gayrı ya, yani başkasına, himmet
ede."[23]
21- (O
tağutlar) ölüdürler, diri
değiller. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
Onlar ölüdürler, diri
değildirler. Şimdi burada, benim çok üzerinde durduğum bir konu var ki, Kur'ân
duruyor tabii, benim de anlatmaya çalıştığım; hani "Mekke döneminde putlar
varmış, taşlara tapınırlarmış." denilir. Yok öyle birşey tarifte. Rabbim,
onların tapındıkları ölülerdir, diri değil diyor. Yani bunların tapındıkları
adamlar, canlıyrmş bir zamanlar. Yani insana tapınma vardır, Tarih boyunca
tapınma insanadır.
Ama nasıl? Adam ölmüş
gitmiş, öldükten sonra da tapınma devam ediyor. Onun için Rabbim: "Onların
tapındıkları ölüdürler, diri değildirler." Ölmüş olanlar, ne zaman
diriltileceklerinide bilmezler." buyuruyor. Garibanlar Kabirlerinde yatıp
dururlar, azaplarını çekip dururlar. Ne zaman dirütileceklerini dâhi, yani
mahşerin ne zaman kurulacağını da bilmezler, ama bu dünyada binlerce adam
"Eeey ...!" derler.
Bu hareketleriyle de O
garibanın azabını artırırlar, azabını arttırırlar çünkü biraz sonra da o konuyu
açıklayan ayet-i kerime var; (25. Ayet) "O, kendisine çağrılan ilah, Hem
kendi günahlarını yüklenir hem de sapıttığı adamların günahını yüklenir,"
diyor âyet-i kerîmede. Şimdi onun tefsiri gelecek. Yani milyonların işlemiş
olduğu günahı hiç eksilmez, bu adamın günahı eksilmez, ona tapman adamın
günahı günahtır, onda yazılı, ama bu adamın günahı kadar da ona gider. Artık
düşünü-verin günahını çokluğunu.[24]
22- Sizin
ilahınız birtek ilandır. Ahîrete iman etmeyenlerin kalbleri inkarcıdır. Onlar
müstekbirlerdir.
23- Şüphesiz
Allah onların gizlediğinide açıkladığımda bilir. O müstekbirleri sevmez.
Büyüklük taslayan, yani
"kibirli" diyoruz buna. Allah;(cc) kendisine karşı kibirleneni de,
insanlara karşı kibirleneni de sevmez. Kibir her halükârda, nerdeyse küfür
olmuştur. Kibirlenme insana karşı yapılmışsa büyük günahlardan, Allah'a karşı
kibirlenmek ise, şirk olarak değerlendiriliyor. Yani Allah bu işi bilememiş
dediğinde. Bu müşrikliktir işte. Kâfir olmuştur bu adam.
Öbürüsü ise kendini
diğer insanlardan üstün görme. Kibirlenme dediğimiz şey: Kendini diğerinden
üstün görme, bu da büyük günahtır. Kimseden kendimizi üstün görmeyeceğiz, çünkü
kendimizi kendimiz yaratmadık. Başka üstün gördüğümüz adamlar var ya, onu da o
kendisi yaratmadı.
Mesela ben bir saat
yapsam, siz de bir saat yapsanız, ben derim ki: Benim yaptığım saat seninkinden
iyi, bunu deme hakkım var. Benim ürettiğim konfeksiyon malı seninkinden güzel,
bunu deme hakkım var, ama "benim ürettiğim çocuk, senin çocuğundan
üstündür" deme hakkına sahip değiliz. Çünkü bizim katkımız yok fazla.
Yani gözünün renginde, saçının telinde ve sayısında katkımız yok, bilmiyoruz
ki oğlumuzun saçının sayısını, yani katkımızın olmadığını ifade ediyorum. Hiç
bir şeyinde katkımız yok öyleyse, kibirlenme tarafına gitmeyeceğiz, büyük
günahtır. Allah kibirlenenleri sevmez diyor Rabbim.[25]
24- Onlara
"Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde: "Eskilerin masalları"
derler.
Bu inkarcı güruha, bu
kibirlenenlere, Rabbime karşı kibirlenenlere sorsalar, deseler ki; Yahu
Rabbiniz ne indirdi, âyet olarak ne indirdi? denilse; vallahi geçmişlerin
masallarını anlatıyor o kitap, derler.
Mekkeli müşrikler;
Peygamberimiz'e inanmayanlar var, Mekke'nin dışından da gelip; "yahu,
burada Peygamberim diyen biri varmış, bir görmek için geldik, neler
söylüyor?" diyorlar. Mesela Mekke'ye gelince bir arkadaşın evine misafir
oluyor. Diyor ki; yahu burda biri peygamberlik yapıyormuş, ne diyor bu adam?
diye soruyor. Geç canım dinlemeğe değmez, geçmişin masallarım anlatıyor,
diyor. Hikâye diyor, adam.
Aynı şeyi günümüzde de
söylüyorlar adamlar hani kitap olarak yayınlandı, bir imansızın kitabı,
bazılarının da makalesi yayınlandı, Kur'an-ı Kerim hakkında; "Efendim
geçmişin hikâyesi, Nuh'un hikâyesi, Nuh'un gemisinin masalı, Lût'un masalı
veyahutta Musa ile Firavun'un harbi anlatılıyor." gibi şeyler söylüyorlar.
Harp anlatılmıyor bizde.
Tarih kitaplarında harpler anlatılırken nasıl anlatılır? Filanla filan
arasında, filan yerde, filan tarihte der. Masal böyle anlatılır. Ama Kur'ân-ı
Kerîm'de yer ismi verilmez, tarih verilmez, komutanların anasının adı babasının
adı da verilmez. Peygamberin anasının adı babasının adı, Firavun'un veya
düşmanların anasının adı babasının adı, yani künyesi de verilmez. Peki ne
verilir? Onun sahip olduğu küfür mantığı verilir, berikinin imanı ve ona karşı
mantıklı verdiği cevaplar Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilir. Netice de
peygamberlerin
galip geldiği
bildirilir. Yani bize örnek olsun diye, tarihden örnekler verilir. Yoksa, masal
anlatılmaz bize...[26]
25- Kıyamet
gününde kendi günahları tam olarak, bilgisizce saptırdıkları kişilerin günahlarından
da yüklenmek için (böyle derler). Dikkat et ne kötü şey yükleniyorlar.
Allah, onların
gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilir. Niçin bunlar, bilginin ne faydası
olacaktır? Yarın kıyamet gününde, yüklendikleri bütün günahları çeksinler
diye. Yalnız kendi günahları değil, onların sapıttığı insanların, bilgisizce
sapıttığı insanların da günahlarını taşısınlar diye, diyor.
Uyanık olun diyor
şimdi bize de; "dikkat edin, uyanık olun, onların o taşıdıkları günahlar
ne kötü şeydir, Onların başına ne kötü belalar getirecek, ne kötü azaplar
verecek "diyor Allah (cc).daha Rabbim bu konuya dikkatimizi çekiyor. Ve
ahirette olacak olan şeyi olmuş gibi gösteriveriyor.
Bakara suresi 166ncı
Ayet-i kerîmesinde; "O gün uyulan kişiler, uyan kişilerden kaçıverecekler."diyor.
Yani küfrün önderleri, kendisine uyan adamlardan kaçıverecekler. Yani benim
günahım bana yeter, bir de sizin yüzünüzden bana günah gelmesin, nolur defolun
gidin benim yanımdan diye kaçıverecekmiş. Onlar da:
"Ya Rabbi! Biz,
bizim efendilerimize ve ileri gelen büyüklerimize uyduk, itaat ettik, bizim
yolumuzu bunlar sapıttı. Yolumuzu sapıtan bunlar "[27]
"Ya Rabbi bunların azabını iki kat et. Bir kendinden dolayı, bir de beni
sapıttığından dolayı." diyecekler. Yani kaç adam ona uymuşsa, o uyan adamların
günahı kadar da o adama günah ilave ediliyor.
İkisi de Cehenneme
gidecek hocam, ne farkeder? Yani günahının fazla olması ne farkeder? derseniz,
Onun Azabı şiddetli olur. İki tane kâfirdir, ama, hani bazen şöyle sorulur:
"Hocam bir kâfir var, Allah'a, peygamber'e inanmıyor ama, insanlığı çok
iyi bunların durumu aynımı? iyiliğin faydasını görecek o. Cehennemde azabı,
diğerinden daha hafif bir yerde azap görecektir. Ama yaptığı çoğaldıkça onun
azabı da daha fazla şiddetlenecektir, mutlak surette.
Allah o tür insanlarla
beraber olmaktan ve onlarla aynı yere varmaktan ve onların ardından gitmekten
bizi korusun. Peygamberinin yolunda yürütsün ve onların vardığı yere vardırsın.
(Âmîn)
Peygamber Efendimiz
aleyhisselatü vesselama o günün imansızları, hatırlarına gelebilen her türlü
işkenceyi yapmaya yönelmişlerdir. Ona iman eden, arkadaşlarına da ellerinden
geleni geriye bırakmamışlardır.
İnsanlık tarihi
işkence konusunda çok tecrübelidir. Tâ Kabil'le başlamış, Yahudilerin
Hristiyanlara ve daha sonra Musa (A.S.)'dan sonra gelen peygamberlere isyanıyla
devam etmiş; yakma, yok etme, asma, denize atıp boğma, ateşte yakma gibi
çeşitli işkence aletlerini' geliştirmişler, bugüne kadar getirmişler.
Şu anda dünyanın
çeşitli yerlerinde insanlar işkence görüyorlarsa, bu tarih içerisinde
insanların geliştirdiği işkencenin yirminci asırdaki görüntüsünden başka birşey
değil. Peygamber Efendimiz (A.S.)'a da aynı şeyleri yapıyorlar. Rabbim,
Efendimize ve bize diyor ki.[28]
26- Onlardan
öncekilerde (peygamberlerine) tuzak kurmuşlardıda Allah onların binalarına
temellerinden (azabıyla) geldi üstlerindeki tavan üzerlerine çöktü. Azap onlara
hissedemeyecekleri yerden geldi.
Ve onların
bilmedikleri, hissetmedikleri, akıl edemedikleri bir yerden Allah'ın azabı
onlara geliverdi, buyuruyor. Bir, bilinen azap vardır. Yani insanların tahmin
edebildikleri azap vardır. Bir de tahmin edemedikleri azap vardır. Onun için
Allah (cc), bir onların tahmin edebildikleri yerlerden azabını veriyor. Yani
insanın tahmin edebileceği azap; evi göçebilir, zelzele olabilir, yangın
çıkabilir gibi şeyler vardır. Bir de hiç hesap etmediği yerden gelenler vardır.
Mekkeli müşrikler hiç
hesap etmiyorlardı. Bir gün gelip, Peygamber Efendimiz (A.S.) güçlenir,
arkadaşlarıyla beraber bir devlet kurar ve onlarla gelip Mekke'yi fetheder,
hatırlarından ve de hayallerinden geçmiyordu. Çok şey hesap ediyorlardı ama,
hesap etmedikleri yerden, onlara Allah'ın azabı geliverdi. Peygamber
Efendimiz'e ihanet eden, sözleşmeyi bozan Beni Nadr Yahudileri kalelerine,
evlerine, silahlarına ve adamlarına
güvendiler. Allah onların
hiç hesap
etmedikleri yerden
geldi. Onların yüreklerine korku saldı. Bunun üzerine Yahudiler kendi evlerini
kendi elleriyle yıktılar.[29]
Dünyadaki azaptır bu, iman etmeyenlerine tabiiki. Ahiretteki azabı daha bir
başka olacaktır. Onu da beyan ediyor zaten, hemen yirmi yedinci âyet-i
kerîme'de.[30]
27- Sonra
kıyamet günü onları rüsvay eder ve derki: "Hani uğrunda düşman olduğunuz
ortaklarım nerede?1'. Kendilerine ilim verilenler: "Şüphesiz rüsvaylik ve
kötülük kafirleredir" dediler.
Sonra kıyamet gününde
onları rüsvây eder. Yani Türkçede; "elâ-leme rüsvây olduk," derler ya
öyle. Bir azabın içerisine girer ve yaptığı işler yüzüne öylesine vurulur ki,
orada hem azabı çekiyor. Hem de fiili olarak azap çekerken, etrafında kendini
tanıyıp ta bakanlarına karşı rüsvây olmanın azabı bir başkadır. Hani insan bir
dayak yer, acı duyar ama, bir de yaptığı bir kötülüğün, çok sevdiği ve
duymasını istemediği bir insan tarafından öğrenilmesinin verdiği azap vardır.
İşte Allah (cc) ikisini birden ifade ediyor: "hem azabı tadarlar, hem de
rüsvây olurlar kıyamet gününde."
Allah (cc), hani bana
ortak koşuyordunuz, yani benden başkasını benim gibi kabul ediyor, benim
emirlerime uyumuyor, onun emirlerine uyuyordunuz. Benim yasaklarımı çiğniyor
ama onun yasaklarını tutuyordunuz. Hani nerede onlar,? Allah'a ortak
koştuklarınız ve o konuda benimle ihtilafa düştükleriniz nerede? Yani Allah'a
baş kaldırıp, beriki adamı tutuyordunuz, ilâh diye tutuyordunuz. İlâh diye
tutuyordunuz denince, "bugün için biz ilâh tutmuyoruz" diyenler var.
Halbuki Allah'ın emrine karşı bir başkasının emrini, Allah'ın yasağına karşı
bir başkasının yasağını tercih eden adam, onu ilâh kabul etmiş demektir. Hani
onlar nerede? diye Allah (cc) sorar.
Kendilerine ilim
verilenler der ki: bugün rüsvâylık ve kötü azap ancak kâfirleredir.
Büyük günah işleyen
Müslümanlar, kâfirlerle denk olmayacaklardır. Hani büyük günah işleyenler, affa
uğramazlarsa, günahları kadar yanıp sonra Cennete çıkacaklardır. Onların
Cehennemde azap görecekleri yer de,
kâfirlerden yine ayrı olacaktır. Yani amelleri oranında bir azabı orada
görecekler. Burada kıyamet gününde rüsvaylık da, kötü azap da kâfirlere aittir.
Yalnız onlar o cezayı çekeceklerdir, diyor Allah (cc).
Benim dikkatimi şöyle bir
şey çekiyor Kur'ân-ı Kerîm'de. Görüyoruz ki; birinci derecede Allah'a iman
işleniyor, âyet-i kerîmelerde ağırlık bu. İkinci derecede ahiret işleniyor.
Biraz fazla gibi geliyor bana, yani ahi-rete iman, daha fazla çokça
tekrarlanmış olması, acaba fazla mı geliyor? ama, düşünüyorsun öyle değil.
Bakınız şimdi
işyerlerinde, 'dairede, dükkanlarda hep çalışıyorsunuz, niye çalışıyorsunuz?
işte altmışına yetmişine gelince, -yani kudretten düşünce, yapacak birşey
kalmayınca, tanınamaz hale gelince, elâleme muhtaç olmayalım, elâleme avuç
açmayalım, helal lokma yiyelim, çocuklarımıza helal lokma yedirelim, gayreti
vardır. Yani çalışmasanız da bu ömür geçer. Çalışsanız da geçer. Çünkü sınırlı
birşey, en fazla yaşasak seksen sene, doksan sene, yüz sene... Ama sonsuz bir
hayata iman ediyoruz biz. Öyleyse o hayat üzerine konuşmak, altmış senelik
hayat üzerine konuşmaktan fazla olmalıdır.
Akşama kadar
dairenizde veya dükkanlarınızda, işyerlerinizde ne konuşursunuz ki, çeklerin
karşılığı çıkmadı, senetler karşılıksız kalıyor. Efendim, filan yere malı
satamadık, filan adam söz verdi de almadı, işler kötü gidiyor veya işler iyi
gidiyor neyse, yani hep bu altmış senenin içerisinde yapacağımız, yiyeceğimiz
şeyi konuşu veriyoruz. Memurlarımız da maaşların derecesi şu kadar yükseldi, şu
kadar geldi, bu kadar gitti, şunu ev kirasına, şunu kasaba, şunu bakkala
verdik, elimizde birşey kalmadı hesabı oluyor. Yani, akşama kadar ağzımızdan
çıkan kelimeleri hesap etmiş olsak, yüzde doksanı, sekseni bu dünyaya ait gibi
geliyor. Halbuki sınırlı bîr dünya için yüzde seksen, yüzde doksan hisse
verilmemelidir. Çünkü sonu gelmez bir hayata başlayacağız biz ölümle beraber.
Öyleyse ağırlık o tarafa olmalıdır. Rabbim dünyayı da bize anlatıyor, dünya ile
ilgili bir çok âyet-i kerîme var. Ama ahirete oranla çok azdır.
Çünkü sonu gelmez
hayat orasıdır, oraya hazırlık yapılması gerekiyor. Ve orada köşk, orada
bahçe, orada bağ, orada çiçek, orada yiyecek, orada görülecek en güzel şeyleri
nasıl hazırlayabileceğimiz! Kur'ân-ı Kerîm'de bize tarif ediyor. O kâfirleri de
tarif ediyor Rabbim yirmi sekizinci âyet-i kerîmesinde:[31]
28-
Kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırken "Biz hiçbir kötülük
yapmadık" diyerek teslim olurlar. Hayır. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı
bilir.
O, nefislerine zulmeden
kişiler zulmettikleri durumda, zulmettikleri halde iken melekler onların canını
alıverir. Zalimler zulmederlerken melekler onların canını alıverir. Zalimler
başkalarına zulmederlerken, aslında kendilerine zulmediyorlar. Başkalarına
işkence yapanlar aslında kendilerine işkence yapıyorlar demektir. Başkalarının
ekmek kapılarını daraltırken aslında kendisinin ahiretteki, Cennetteki ni'met
kapısını daraltıyor demektir. Başkasının elinden bir şeyi kaparken, ahiretteki
ni'metini kaptırıyor demektir. Hem de bir misliyle demiyelim bir milyon katıyla
da demeyelim, çünkü sonu gelmez hayatın, bu dünya hayatıyla oranlamasında
rakamlar yetersiz kalır.
Onun için Rabbim,
"başkalarına zulmeden" ifadesi yerine, "kendilerine
zulmedenlerin canlarını melekler alırlar." buyuruyor. Bu sefer ne yapar
onlar? Meleklere teslim olurlar, kaçmaları mümkün değil, der. Ve teslim olurken
de, hani polis kovalıyor adamı kovalıyor, polis yetişemediği zamanlarda iyi
kaçıyor adam. Üç saat beş saat kovalamaca oynuyorlar, tam yetişti, "vallahi
birşey yapmadım," diyor. Hay oğlum yapmadıysan beş saattir niye kaçtın?
Kâfirler de:
"Kötü birşey
yapmadık biz" diyorlar.
Melek gelip: Yeter senin bu
zulmün gayrı, deyip de canını alırken, vallahi ben birşey yapmadım, diyormuş.
Evet, Allah sizin ne yaptığınızı
bilmektedir. Yani sen ne kadar inkâr edersen et, senin yetmiş senelik hayatında
nasıl koştuğunu nasıl kaçtığım, kime ne kötülükler yaptığını, kime ne iyilikler
yaptığını bilmektedir Allah (cc). İnkâr etme veya ikrar etme işi değiştirmiyor
buyuruyor.[32]
29- İçinde
ebedi olarak kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri
ne kötüdür.
Cehennem sahneleri Kur'ân-ı
Kerîm'de çokça veriliyor da, insan görmeyince fazla ürpermiyor. Hani daha çok
filmlerde görülür; Bir adamı bağlarlar bir bankın üzerine, derken bir fırına
atacaklar, firma doğru gidiyor, fırınında ateşini (filmin kameramanı
kabiliyetine göre) bütün dehşetiyle gösterebiliyorsa, milyonlarca metre uzakta
olan seyirciyi bile ürpertiyor oradaki ateş, yani televizyondaki ateş
ürpertiyor insanı. Yakacağı filan yok. Düğmenizi basıverseniz
söndürebilirsiniz. ama ürpertiyor.
Allah'ın (cc)
Cehennemde hazırladığı ateş ile bu dünya ateşinin mukayesesi hiç olmaz.
Hocalarımız, anlatımda kolaylık olsun diye şöyle derler; Cehennemden bir alev
yetmiş defa suda yıkandıktan sonra çıkarılmış, derler. Bu ifade benim hoşuma
gider. Böyle birşey yok da aslında, yani şiddetini anlatabilmenin yolu bu.
Hocalarımızdan biri iyi bulmuş bunu. Yetmiş defa suda yıkandıktan sonra
yeryüzüne çıkarılmış, bu evleri yakan, bir şehri tarumar eden veyahut da şu
kadar ormanı yakıp yıkan ateş te öyle bir ateşin yetmiş defa suyla yıkanıp ta
çıkmış halidir, derler.
Onun için "böyle bir
ateş, ne kötü bir yerdir" diyor Allah (cc), sakındırıyor. Orayı gözünüzün
önüne getirdikten sonra, kötülük yapmanız biraz zorlaşır. Hani geçmişte veli
olarak, evliya olarak tanınan bir zat varmış da, yine dürüst ermişliğe yakın
bir derecede bir kadın varmış, demiş ki; ben onu baştan çıkarırım. Kötülük
yapmak için gitmemiş ama iddia etmiş kocasıyla. Kocası demiş ki: "Yahu o
veli adamdır." karısıda demiş ki: "Ben onu yoldan çıkarırım. Müsâde
et sen." O adamda müsâde etmiş.
Gitmiş, çeşitli
nameler yapmış, O zat anlamış tabii, demiş ki; "bak, bir insan bir ateş
çukurunun kenarında olsa ve oraya düşmekte olsa ve tam o düşme esnasında senin
gibi bir güzelle yatma imkanı olsa, acaba bu işi yapabilir mi? demiş. Yapamaz
demiş kadın. İşte ben kendimi öyle hissediyorum. Yani Cehennemi görür gibiyim.
Onun için haram işlemekten kendimi sakındırıyorum ben." Yani beni
engelleyen bu bilgim, bu imamındır demiş. Sonra kadın demiş ki: Allah razı
olsun, biz de seni böyle biliyorduk. Aslında olmak isteseydi ben yapmazdım bu
işi, demiş ayrılmış diye bir kitapçık ta yazar.
Ayet veya hadis
değildir yalnız. Ayet veya hadis değil, bir olay diye nakledenler. Yani bir
insan ateşi görür gibi Cehenneme iman ederse, o ateşte yanmaz. Çünkü yapacağını
ona göre ayarlar.[33]
30-
(Allah'dan) sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde onlar
"(Rabbimiz) Hayır (indirdi)" dediler. Bu dünyada iyilik yapanlara
güzellik vardır. Ahiret yurdu daha hayırlıdır. Müttekilerin yurdu ne güzeldir.
"Hayır"
kelimesi birçok manaya geliyor. Hayır; islâm demektir. Hayır; nimet demektir.
Hayır; herşeyin en güzeli manasına geliyor. "Allah (cc) bize hayır
indirdi" derler. Yukarıda bir âyet-i kerîme de geçmişti[34]
kâfirlere soruluyor: "Allah size ne indirdi?" Denildiğinde!
"Geçmiştekilerin hikâyesi indirildi bize" diyorlar. Yani geçmişte
olan olayları bize anlatıyor bu peygamber, bizi uyutuyor gibi ifade
kullanıyorlar. Bunu Mekke insanı söylüyor. Mekke'de Peygamber Efendimiz (A.S.)
Peygamber olarak görevlendirildikten sonras Mekke çevresindeki insanlar da
duymuşlar. Meraklı insanlar Mekke'ye geliyorlar, imansız insanlara soruyorlar;
yahu bu peygamber nelerden bahsediyor size diyorlar. Diyorlar ki: Geçmişlerin
hikayesini anlatıyor bize, masal anlatıyor diyorlar.
Aynı adamlar iman eden
insanlara soruyorlar. "Rabbiniz size ne indirdi?" diyorlar "Bize
Rabbimiz hayır indirdi, Kur'ân-ı indirdi. Her türlü iyiliği o Kur'ânıyla
bildirdi ve biz bu Kur'ân'a imanla hayatımızı değiştirdik, bütün saadeti
kazandık, böylece hayrın içerisine girdik" diyorlar, Rabbimde diyor ki: Bu
dünyada iyilik yapanlar, ihsanda bulunanlar, ki ihsanı biliyorsunuz: Allah'ı görür
gibi Allah'a ibadet etmektir. Her ne kadar Allah'ı biz görmüyorsak da, Allah
bizi görüyor, inancı içerisinde hareket ederse bir adam, sözünü, davranışını,
yürüyüşünü, ticaretini, ziraatını, memuriyetini, her türlü hizmetini, Allah
için, Allah görüyor diyerek hareket edecek olursa, o insana bu dünyada
güzellikler vardır diyor. Yani Mü slü m ani ar'in mükâfatı yalnız ahirette
değil.
Bu dünyada iyilik
yapanlara, ihsanda bulunanlara, bu dünyada iyilik vardır. Yani karşılığını
alacaktır. Ama ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Yani Rabbim'in ahirette
vereceği güzellikler, hayırlar, bu dünyadakilerden daha güzel ve daha iyi
olacaktır. Allah (cc); "Müttakî insanların yurdu ne güzeldir," diyor.
Bu, Cennetin, ahiretin ardından geldiğinden, meallerde ve tefsirlerde genelde
şu mana verilmiş: "Ahiret yurdu müt-takîler için ne güzeldir"
denilmiş ama, Rabbim âyet-i kerîmede "ahiret" kelimesini
kullanmadan, "müttakî insanların
yurdu ne güzeldir,"
derken, ikisini de
ifade ediyor. Yanı "dünyada Müslümanlar'in kurduğu yurt ne güzeldir.
Ahirette Müslümanlar'ın, iman eden müttakî insanların, Cennette varacağı yurt
ne güzeldir." buyuruyor.
Şöyle diyoruz biz;
Dünya tarihinde, hele hele şu 1400 senelik zaman içerisinde insanların en
mutlu olduğu dönem, Peygamber Efendimiz (a.s.) Mekke'de kurduğu 13 senelik
devlette yaşayan insanların mutluluğudur, diyoruz. Fakat günümüzün insanına
bunu anlatmak biraz zordur. Adam der ki: Yahu hocam, günümüzde evlerimizin her
tarafı son model döşeniyor. Sıcak suyu, soğuk suyu hemen anında par-mağınının
altında, ateş, kibrit yakmaya bile gerek kalmadı. Çevirdi mi, tık, hatta
çevirmeye gerek yok, elin vardı mı sıcak su akıyor. Yani böylesine çeşmeler
yaptılar evlerimize. Böyle bir hayat günümüzde yaşanıyor, Diyelim ki bu
rahatlık bütün insanlara da umumileştirildi, genelleştirildi yine de yetmez.
Mutluluk denilen şey, apayrı bir şeydir.
Biz diyoruz ki;
dünyada insanların en mutlu olduğu dönem, "Asr-ı Saadet" dönemidir.
Peygamber Efendimiz (A.S.)'ın dönemine ve Ashabının yaşadığı döneme Asr-ı
Saadet yani, Türkçe karşılığı: "Mutluluk çağı" diyoruz. Niye mutluluk
çağı? Devlet başkanının evinde olan bir yiyecek, giyecek, kullanılan eşyanın
tamamı, halkın her .kesiminde var. Yani en fakir insanın evinde, devlet
başkanının evinde olanın aynısı var. En fakir insanın sofrasında olan şey,
devlet başkanının sofrasında olan şeydir. Bu arada zenginler var ayrı, ama
mutlulukta fakirle, devlet başkanı mukayese ediliyor.
Çünkü insanlar
mutluluk denen şeyi parayla yakalayamıyorlar. Mesela İstanbul'a geldiniz, dediniz
ki: "Ya Rabbi şöyle başımı sokacak bir yer istiyorum." (Sanki başını
sokacak bir yer buldun mu mutlu olacaksın.) Derken, iki oda bir salon veya bir
oda bir salonlu evi temin ediyorsunuz. Bu arada parayı da iyi kazanmaya
başlıyorsunuz. Olmadı o evde dar geliyor. Üç oda bir salonlu bir yer
alıyorsunuz. Derken çoluk çocuk filan, para da daha çok kazanılıyor, ama
istekler bitmeyince mutlu olamıyorsunuz.
Daha büyüğünü, daha
büyüğünü temin ediyor yine mutlu değil. "Vallahi çevremiz pek uygun
değil," deyip mahalleyi beğenmiyor bu sefer. Çocukların ahlâkı biraz
bozulacak, burayı değiştirmemiz gerekiyor. Sosyete semtine gitmezse huzur
bulamaz bu adam. Sosyete semtine gider, o semte uygun araba alacaktır. Arabayı
değiştirdi ama elin oğlu bilmem kaç milyar liralık bir araba almış, gelmiş evin
karşısında. Aslında Müslüman'a lazım bu araba. Hocam bu araba olsa, seni ben
evine o arabayla getirip götürsem olmaz mı? Niye bu namussuzlar binecek hep
buna? Adam taktı kafayı oraya, bunu da islâmîleştirecek gayri, peki tamammı
hayır. Yani, mutluluk denen şeyi yakalaması mümkün değil adamın. Olamaz da.!
rahatlık ayrı, mutluluk denen şey ayrıdır.
Mutluluk denen şeyi
Asr-ı Saadet'te Sahabe yakalamış. Hz. Ömer, Efendimiz (a.s.)'a bakmış; yattığı
yerdeki hasırın izi Peygamber Efendimiz'in bedenine geçmiş. Hz. Ömer ağlamaya
başlamış, "Ya Rasûlullah, vallahi ben Bizans devleti başkanıyla da
görüştüm, İran devlet başkanıyla da görüştüm, onların oturduğu kalktığı yerleri
gördüm, sen bizim efendimizsin, olur mu bu?" Yani böyle hasırın üzerinde
olur mu demiş. Efendimiz ne güzel cevap vermiş ona.[35]
Şimdi Medine'nin en uzak köşesindeki bir fakir, hasırın üzerinde yatar,
huzursuz ölür ama, gelir ki peygamberi de aynı şeyde yatıyor.
Bir gün zenginlik
onlara da gelmiş, ama Peygamber Efendimiz (a.s)'ın yediğinden bütün fakirler
yiyebiliyor, giydiğinden bütün fakirler giyebiliyorlar. Aynı hissi, aynı
heyecanı taşıyorlar. Bu insanlar mutlu olurlar. Ama korkunç fark, bugünkü
olduğu gibi, on kişinin yediğiyle, hani Allah rahmet eylesin şairimiz üstad N.
F. Kısakürek Öyle demiş ya:
"Allah'ın on
pulunu bekleye dursun on kul;
"Bir kişiye tam
dokuz, dokuz kişiye bir pul," diyor şair.
Yani böyle bir
ortamda, insanların huzur bulması, rahat etmesi mümkün değil. Rabbim: Muttaki
insanların ülkesi ne güzeldir, diyor. Müttakî insanların ahiretteki yurdu ne
güzeldir, diyor. Çünkü evine gelince, evinde pişenin aynısından komşusunda da
pişmesini isteyecektir, "komşuda pişer, bize de düşer sözü"
ondandır. Bunu zamanla ecdadımız sağlamaya çalışmış, gayret etmiş ve İslâm'ın
müttakî insanlarla yönetildiği dönemlerde sağlanmıştır. Ne zaman ki müttakî
olanlar orta yerden, güzel atlara binip çekip gitmişler, o zaman bozulma
başlamıştır.[36]
31- Altından
ırmaklar akan adn cennetlerine girerler. Onlar için orada diledikleri vardır.
Allah müttekileri işte böyle mükâfatlandırır.
Onlar için Adn Cenneti
vardır. Oraya girerler ve Onun altından ırmaklar akar. O Cennet'in altından
ırmaklar akar ve orada insanların bütün istedikleri vardır. Meşru olan bütün
istekleri orada yerine getirilecektir. Bedevinin biri sormuş: Ya Rasûlallah,
devemi pek severim, deve de olacak mı demiş.[37] Evet
olacak demiş, Peygamber Efendimiz; Deve de olacak demiş. İnsanın hoşuna gidecek
şey orada olacaktır. Ama o şey bu dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar
güzeldir.
İşte Allah (cc)
müttakî insanları da böyle mükâfatlandırır. O müt-takî insanlar ki.[38]
32- Melekler
iyi insanların canlarını alırken: " Selam size, yaptıklarınıza karşılık
girin cennete" derler.
O, iyi söyleyen, iyi
iman eden, iyi amel yapan, iyi işler yapan, iyi şeyler düşünen, iyi şeyler
gören insanların da ruhlarını melekler alır. Melekler derler ki:
"Selâm sizin
üzerinize olsun. Yaptığınız ameller sebebiyle buyrun Cennete girin"
derler. Bu âyetlerden, yukarıda Cehennemliklerin durumu, burada da
Cennetliklerin durumu anlatılır. Bu âyetlerden ve Peygamber Efendimiz (a.s.)'m
da bir hadisi şerifinden hareketle demişler ki alimlerimiz; kişi dünyada iken
ahirette Cehennem veya Cennetteki yerini görürmüş. Tam ölüm esnasında mü'min
Cennet'teki yerini, kâfir de Cehennem'deki yerini görürmüş.
Âyet-i Kerîme de
olduğu gibi, Kâfirlerin canlarını melekler çok zorlukla, azap ederek alırlar.
Bunu hocalarımız, eski hocalarımız (çok yaman adamlarmış), çalı dediğimiz
ağaçlar vardır, her tarafı dikendir. "vennâziâti"yi; Bütün vücudundan
canını alırken, "bütün hücrelerinden dikenli bir çalıyı çeker gibi
alır," diye anlatmışlar. "Vennâşitâti'yide," "sade yağdan
kıl çeker gibi" diye tarif etmişler. Bu âyetin ifadesi değil ama, hocalarımız
bu kolaylığı anlatacaklar; neyle anlatacaklar? İnsanların bildikleriyle
anlatacaklar.
Peki hocam ama diyor
bir kısım insanlar, gavurun ölüsünü biz görmedik ama, filmlerde gülerek
ölüyorlar diyor. Yani bunlar Cehennem'i görüyorlar mı acaba? Cehennemi görse
güler mi? diyorlar. Tabii ki film icabı gülerek ölürler. Hakikatte nasıl
öldüklerini, kaç yorgan gevdiklerini biz görmüyoruz, bilmiyoruz. Ama şu
vardır, evvela bir uyuşturucu verseler bir insana ve uyuşturucu var iken,
uyuşturucu etkisini devam ettirirken ölecek olur sa, dış görüntüde biz onun
azap duyduğunu bilemeyiz. Acı duyduğunu bilemeyiz. Adam ölür, büyük azap da
duymaktadır ama, azap duyduğunu vücudundan, gözünden, herhangi bir yerinden
anlayamayız. Bu şuna benzer; yatağında yatmakta olan adam, bakarsınız adam
böyle rahat rahat uyuyorve rüya görüyor, derken adam uyanıyor, diyor ki sana:
Yahu niye uyandırmadın beni? Hayrola! Yahu arkama bir tane ayı düştü, o beni
kovaladı ben kaçtım, o kovaladı ben kaçtım derken bir ateş yığınına vardım,
geçilecek gibi değil, ya yanacağım, ya arkadan gelecek o beni parçalayacak,
derken uyandım. Veya yılan her tarafımı sardı, beni boğmak üzereydi gibi.
Adamın tipine
bakıyorsunuz, hiç yılan görmüş gibi değil. Hiç ayı kovalamış gibi değil ama
azap çekiyor. Yani bu tür azap çekmeler olabilir.[39]
33-
Kendilerine (ölüm) meleklerinin veya Rabbiyin emrinin gelmesin imi
bekliyorlar? Onlardan öncekilerde böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi,
fakat onlar kendilerine zulmettiler.
Hani, Mekkelilere
soruyorlar: Yahu bu peygamber ne getiriyor size? Vallahi geçmişlerin hikayesini
getiriyor bize, diyorlar inanmıyorlar. Peygamber olduğuna inanmıyorlar. Onlar
melek bekliyorlar. Yani "melek gelmeli değil miydi?" diyorlar. Bir
başka âyet-i kerîmede: Bize Allah'ın meleği gelmeli değil miydi? Melek ona geliyor,
anlatıyor, o bize anlatıyor. Rabbim; "onlar ancak Allah'ın bir meleğini
bekliyorlar veya Allah'ın bir emrini bekliyorlar, azabını bekliyorlar."
buyuruyor.
Yalnız bunlar değil
bunu bekleyenler, bundan Öncekilerde aynı şeyi yapıyorlardı,. Hz. İsa'ya inanmayanlar
da, Hz. Musa'ya inanmayanlar da, daha önce gelenler de aynı şeyi yapıyorlardı.
"Haydi Allah'ın azabı varsa gelsin, Allah taş yağdıracaksa taşım yağdırsın
bizim üzerimize, veyahutta madem ki sen peygambersin, haydi sana âyet getiren
meleği biz de görelim" gibi itirazları daha öncekiler de yaptılar.
"Onlara Allah
zulmetmedi, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler" diyor. Yani, yarın
ahirette bunlar Cehennemde yanacaklarsa, bu dünyada azabı tattılar sa, yani Lût
(A.S.)'m kavmi yerin altı üstüne ge-livermesiyle yok oldular sa, Firavun'un
ordusu Firavun'la beraber denizde boğulup kaldıy sa, Nuh (A.S.)'m kavmi yağan
yağmurlarla boğulup kaldılarsa, Allah zulmetmiyor onlara, onlar kendilerine
zulmediyorlar. Bu kâinatın yaratıcısını inkâr ediyorlar. O'nun gönderdiği
Peygamberle alay ediyorlar, hakaret ediyorlar. Böylelikle, bu dünyada
yaptıkları kendi üzerlerine azap oluyor.
Peygamber Efendimiz'e
inanmayan Mekke insanının elinden kendi yurdu çıkıyor, onlara bir azaptır ama;
Kendi yurtlarının ellerinden çıkmasına sebep Mekke'nin kendi insanıdır. O
peygamberi peygamber olarak kabul etselerdi, ona iman etselerdi, o zaman kendi
yurtlarında mü'min olarak yaşayıp gideceklerdi. Yani kendilerine kendileri
zulmediyorlar.[40]
34-
Yaptıklarının cezası onlara isabet etti ve kendisiyle alay ettikleri şey (azab)
onları kuşattı.
Yaptıkları kötülükler
onlara isabet etti. "Eden bulur" diyoruz ya işte bu. Yaptıklarının
kötülükleri onlara isabet etti. Aynen Türkçe'de kullanıyoruz. (Feesâbehüm)
"Onlara isabet etti," hani kurşunu attığınızda hedefe varır ya,
onların hedefine, yani canlarına varan kötülük, kendi amelleriyle attıkları
kötülüktür. "Ebu Cehil kuyu eşer, kendi kuyusuna kendi düşer."
Yaptığı kötülük kendisine dokunuyor.
Ve onlara alay
ettikleri şeyler sebebiyle azap onları kuşattı ve onlara azap indi diyor Allah
(cc).[41]
35- Şirk
koşanlar: "Eğer Allah dileseydi ondan başka hiçbir şeye biz ve babalarımız
ibadet etmezdik. (Onun haram kıldıklarından) başka hiçbir şeyi haram
kılmazdık."
dediler. Onlardan
öncekilerde işte böyle yaptılar. Peygamberin üzerine ancak apaçık tepliğ
vardır.
"Eğer Allah
dilemiş olsaydı, Allah'tan başkasına biz ibadet yapmazdık." diyorlar
Yani, şu anda biz Ebu Cehil gibi, Ebu Süfyan gibi, Ebu Leheb gibi adamların
kanunlarına uyarak yaşıyorsak, Allah buna izin veriyor demektir. Eğer Allah
buna razı olmamış olsaydı, Allah bunu dilememiş olsaydı, biz bunlara
tapınamazdık, bunların kanunlarını uygulayamazdık.
Yani, Ebu Cehil'in,
Ebu Süfyan'in, Ebu Leheb'in koyduğu kanunlar; Allah'ın kanunlarına ters
düşseydi, Allah bunu kabul etmez, bunu yerle bir ederdi. Etmediğine göre Allah
bu işten razıdır, diyorlar. Mantık, aynen günümüzdeki insanların da mantığı;
Canım olur mu, bir kısmı Allah'ı kabul ediyor ya, günümüzde yaşayanlar da
Allah'ı kabul ediyorlar. Allah dilemeden birşey olmaz. Biz bunu kabul
ediyoruz, doğru. Ama bize Akaid kitaplarında bu âyetleri hülasa edivermişler.
"Emâli" diye bir Akaid kitabımız vardır. Manzum olarak yani şiir
halinde yazılmış.
"Müridül hayri
veşşerril gabîih" Allah, hayrı da diler, kötü olan şerri de diler. Zaten
Onun dilemesi olmadan birşey olmaz. Ama hayra razı olur, serden hoşnut olmaz,
razı değildir. Hani Amentü'de diyoruz ya sonunda: "Hayrihî ve şerrihî
minallâhî Teâlâ"; hayır da Allah'tandır. Şer de Allah'tandır, diyoruz.
Bize mantık oyunu yapıyor müşrikler, Allah dilemeden birşey olmaz değil mi?
Olmaz, diyoruz. Öyleyse bizim bu yaptıklarımızı Allah diliyor. Evet Allah
diliyor, "öyleyse biz yanlış yolda değiliz. Allah dilemeseydi bize müsâde
etmezdi" diyorlar. Evet, bu günde aynısını diyorlar: Allah dilemeseydi biz
bu işleri yapamazdık. Allah müsâde ettiğine göre, bu işler caizdir diyorlar.
Peki ama hırsızlık
yapana da, tam böyle elini uzatıp kasadan parayı alacakken, Allah eline
vurmuyor yani. Öyleyse Allah ona razı mı oluyor? Adam bir başka kötülük
yapıyor, orada da mani olmuyor. Demek ki Allah (cc) imtihan dünyasında serbest
bırakmış insanları. Yoksa insanın iradesini almış olurdu ki, o zaman
imtihandan çıkardı bu iş.
Biz de bu kötülükleri
yapmazdık Allah dilemeseydi, diyorlar, babalarımız da yapmazdı.
Diyorki bak eğer Allah
dilememiş olsaydı, Allah'tan başka hiçbirşeye biz ibadet yapamazdık. Allah'ın
yasağından başka biz bir yasak koyamazdık, diyorlar. Yani, İlah'Iik iddiasında
bulunanlar, putlar, haram koyma yetkisini elinde tutanlardır. Bu adamlar yasak
koyuyorlarsa, Allah'ın yasağından başka yasak koyuyorlarsa ve bunu da biz
uygulu-yorsak, Allah buna razı demektir, diye bir mantık oyununu bize karşı
kullanıyorlar.
Rabbim de diyor ki:
"Daha öncekiler de aynı şeyi yaptılar" diyor. Hani bu konuda küçük
bir kitapçık yayınladım "küfür cephesinde yeni birşey yok" diye.
Orada bu âyetleri topladım. Yani bu adamların, fikir planında, yaptıklarında,
ettiklerinde, söylediklerinde, feylesoflarından imansızlarının her çeşidine
kadar, ne söylüyor ne yapıyorlarsa, yeni birşey yapmadıklarını Kur'ân-ı
Kerîm'den delillerle vermiştik.
Peygamberlerin üzerine
düşen, apaçık tebliğden başka birşey değildir. Biz buna bir
"belagat" deriz. Edebiyatta kullandığımız, beyan, belagat kelimeleri
kullanırız da, belağ; onu ifade eder. Belağ: arabın dilinde, atın mahmuzunu
eline aldıktan sonra koşmasını süratlendirmek için çekip salıverme işine de
denirmiş. Belağ, arab'ın dilinde bülğa kelimesi, uzun yola gidecek olan
kişinin azık almasına da denirmiş. Yani bu kelime bunların hepsini
içermektedir. Çok gayret gösterme ve anlattığını çok fasih bir dille
anlatmadır derler. Bunun hepsini içerdiğini düşünelim,
Peygamberlere düşen
meşakkatlere katlanmak, İslâm'ın anlatılması için ata binip uzak mesafelere
gitmek ve anlatırken de edip olmaya dikkat etmek. Beliğ bir ifadeyle yani,
insanlara hem anlatırken açık olacak anlattığımız mesaj, hem de güze) olacak.
Hani bazıları derki:
Efendim, Söylediğin doğru olsun da isterse odun gibi olsun. Bu yanlıştır.
Söylediğiniz doğru olacak, ama güzel olacak. Hem doğru olacak hemde o doğru
olan şeyiniz güzel ifade edilecektir. Odun gibi ifade edilmeyecektir. Allah
(cc), bize çiçeklerini verirken güzellikler içinde, meyvelerini, sebzelerini
verirken güzellikler içerisinde veriveriyor. Onun için Rabbim: Peygamberlerin
görevi apaçık tebliğdir."buyuruyor. Emretme veya yasak koyma hakkı
Allah'mdır(cc) Peygamberlerin bu hakkı varsa da Rabbim tarafından verilen bir
haktır.[42]
36- Muhakkak
biz her ümmete: "Allah'a ibadet edin, ta-ğuttan kaçının" diye bir
peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmına hidayet etti, bir kısmından
dalalet hak oldu. Yeryüzünde dolaşında yalanlayanların sonu nasıl oldu görün.
Biz her ümmete bir
peygamber gönderdik diyor Rabbim. Türkiye'de ve dünyada bir kısım imansız
kişiler vardır ki, Hocam filan yere de acaba peygamber gönderildi mi?
Japonya'ya peygamber gönderildi mi? Amerika'ya peygamber gönderildi sorusunun
cevabı bu 36. âyet-i kerîmededir.
Biz, her ümmete bir
peygamber gönderdik diyor Rabbim. Milattan önce, Hz. İsa (a.s.)'dan önce eğer
Amerika'da adam varsa orada da peygamber vardır. Veya peygamberin bir elçisi
vardır. Hani bizim Türkiye'ye bir peygamber gelmedi ama, Mekke'de gönderilen
Peygamber Efendimiz (a.s.)'in elçileri vardır.
"El ulemâ ve
rasetul enbiya" buyurmuş Peygamber Efendimiz.[43] Yani
alimler, Peygamberlerin varisleridir. Ondan ne nazil olmuş, ne sadır olmuş sa
onu alırlar ve beri tarafta dağıtırlar. Her ümmete peygamber gönderildi. Niçin
ama? Peygamberlerin görevlerinin bel kemiğini ifade ediyor Rabbim.
Her ümmete Peygamber
şunun için gönderilmiştir:
"Allah'a kulluk
yapınız.Allah'a karşı baş kaldıran, sapkın ve azgın insanlardan uzaklasınız,
kaçınınız onlardan" diye peygamber göndermiştir Allah (cc). Anladık mı
peygamberin niçin gönderildiğini? Peygamber Efendimiz (a.s.) bize, yalnız
teşbih çekin, zikir yapın, "Lâilâhe illallah Muhammedürrasûlullah"
deyin, salavât-ı şerife'yi çok getirin, -bunlar yapılacak ama- bunun için
değil. Zaten bu söylediklerimizin dille tekrarıdır. Allah'a kulluk yapılacak,
tağut'tan kaçınılacak. Kaçınılacak derken, kaçılacak değil, ona itaat
edilmeyecek. Karşı gelinecek ona. Peygamberlerin gönderiliş gayesi bu. Özet
bu.
"Tağut";
arab'ın dilinde azgın, haddi aşan, azgın insan yani, kendi sınırında kalmayan,
mesela taşmak diyoruz ya "taşkın" kelimesi de bu kelimeyi ifade
ediyor. Taşkın nedir? Mesela kazan kaynarken, su taşıp sınırı aşıyor. Taşkın
insan da, kendi insan olarak yapması gerekenin dışına taşan kişi. Kendisinin
yapması gereken ne idi? Allah'ın yarattığı mekan üzerinde, Allah'ın verdiği bu
can ve ten ile Allah'ın verdiği emir ve yasaklara riâyet etmekti. Ama bu taşkın
diyorki: Yok, ben bu kadar şaşkını bulmuşken niye Allah'a ibadet yapacaklar?
Bana ibadet yapsınlar diyor.
Taşkın adam, hep şaşkın
adamları kullanır. O şaşkınlar da onun emrinde geliveriyorlar, gidiveriyorlar.
Zamanla şeytan da onlara güzel gösteriyor yaptıklarını, ya hakikaten bu
arkadaşın görüşleri, bu arkadaşın fikirleri, bu arkadaşın koyduğu kanunlar ne
kadar güzel işimize yaradı, çıkar çevrelerinin işine yarıyor ya ondan sonra ne
kadar işimize yaradı diye onlarda onu seviyor ve de destekliyorlar.
Onlardan bir kısmına
Allah (cc) hidâyet verdi. İnsanlardan o ümmetten ve bir kısmına da sapıklık
hak oldu diyor. Yani bir kısmıda yaptıkları kötülükler ve iradelerini kötüye
kullanmak sebebiyle sapıklık hak oldu. Peki sapıklık onlara hak olunca,
sapıklık hayatını sapkınca yaşayınca ne olur. Rabbim diyor ki; ne olacağına
dikkat edin.
"Yeryüzünde şöyle
bir dolaşın, seyahat edin. Allah'ı yalanlayanların, Peygamberlere
inanmayanların akibetlerinin ne olduğunu görünüz" diyor Allah (cc). Öyle
olunca hani bazen yurt içi veya yurtdışı seyahat-lara çıktığınızda gittiğiniz
yerleri ibretle, dikkatle seyredin. Burada kimler yaşamıştır. Hani şu İstanbul
şehrinde bile gezdiğinizde Beyazıt'ta, Sultanahmet'te ve çevrede
görüverdiğinizde, Allah'a isyan eden insanların yaptıkları hâlâ dikili.
Dikilitaş mesela; Dikilitaş ki; on tane tır o taşı taşıyamaz, o taş Mısır'dan
getirilmiş, Ordan buraya ta-şınıncaya kadar binlerce kölenin kanına mal
olmuştur o. kırbaç altında o insanlar can vermişler, oraya şaheseri dikebilmek
için. Onu göreceksiniz, zalimlerin zulmü olarak dikilidir onlar.
Bizim de eserlerimiz
var ama hemen yanıbaşmda Sultanahmet camii Araştırıcılarımız araştırıyorlar.
Sultanahmet'te veya Süleymaniye'de çalışan işçinin aldığı maaşlar biliniyor
günümüzde. Kim araştırıyor üniversiteden profesörler araştırıyor, araştıran
profesörün maaşını geçiyormuş; Vallahi diyor Süleymaniye'de çalışan işçi, bugünkü
hesaba vuruyor, o günkü aldığı parayı yani o adam o günkü aldığı altını bugün
eline verivermiş olsanız, profesörün üstünde maaş alıyor.
Yani bir tarafta zulüm
abidesi bir tarafta da İslam'ın adaleti içerisinde yapılmış bir şaheser.
Teferruata girmiyorum. Müslümanlar yalnız göze güzellik olsun diye değil aynı
zamanda ihtiyacı karşılasın diye de yapmışlar, ihtiyacı karşılarken
güzellikleri görsünler diye de yapmışlar bu işi. Öbürünün ki yalnız â â nasıl
diktiler ki bunu buraya demekten başka yapacak bir şeyi yok. Ama onun da bir
faydası var, biz görelim.
Yalanlayanların
akibetinin ne olduğunu görmek üzere oraları seyretmenin de ayrıca faydası var.
Bunları dikenler bile
bu dünyada kalamadılar. Allah'ın azabına uğradılar. Öyleyse yalanlayanlardan
olmayalım.[44]
37- Sen
onların hidayetine hırslı olsanda Allah sapıttığına hidayet vermez ve onlar
için yardımcıda yoktur.
Sen onların İslâm'a girmesi
için her ne kadar hırslı hareket etsen de Allah, sapıttığı kişileri hidâyete
erdirmez. Onlara hiç yardım edecek olan da yoktur buyuruyor. Şimdi bu bazı
arkadaşlar diyor ki iman etmeyecek olana acaba biz fayda verebilir miyiz? Yok
fayda veremeyiz. İman etmeyecek olan adama biz fayda veremeyiz. Ama kimin iman
etmiyeceğini biz bilemeyiz. Onun için bütün dünyadaki insanların kâfirlerin
iman edeceği ümidini taşıyarak İslâm'ı tebliğ edeceğiz biz. Hemen yukarıdaki
35. âyette Peygamberlere bütün Peygamberlere ancak o islâm'ı ulaştırmak vardır.
Yalnızca, ulaştırmak vardır. Öyleyse bizim görevimiz ulaştırmaktır. Hidâyet vermek
değil, Vallahi hocam, filana gittim anlattım anlattım adam reddetti. Reddetsin
ikinci gün yine gitmek görevimiz, üçüncü gün de, ölünceye kadar. O adamın canı
boğazından çıkıncaya kadar ümidi kesmeyeceğiz. Ve adam öldü. Biz tebliğimizin
sevabını alıyoruz.[45]
38- Onlar
yeminlerinin bütün şiddetiyle; "Öleni Allah diriltmez" (diye) yemin
ettiler. Hayır bu üzerine aldığı gerçek vaaddir. Ancak insanların birçoğu
bilmezler.
Adamlar bütün güçleriyle,
gayretleriyle Allah'a yemin ederler, derlerki: "Allah öleni
diriltmez" Yani ahireti inkar cemiyeti, yeni kurulmuş birşey değil,
günümüzde de buna benzer ahireti inkar cemiyeti Vardır Türkiye'de TV ile biraz
daha hızlandırdılar işi. Kendilerini televizyona daha çok getirebiliyorlar.
Efendim, Öldükten
sonra kalıp değiştiriliyor, diyorlar. Ankara'da bir asker arkadaşım var,
köylüdür ama efe köylülerden, Ankara'nın içinde bir dükkan açmış orada da bir
tanesi buna takmış, köylü bir delikanlı ama karşısına durana laf ettirmiyor,
yani mantığı fena değil.
Ben bir yanına vardım;
yahu dedi burda herifin biri îmanımızı çalmak için gayret gösteriyor, epey de
aklı başında, sununla bir görüştüreyim seni dedi. Gittik yanma vardığımızda
diyor ki; ona; "ey ruhu kaplumbağalarda hapis olasıca, hadi konuşacaksan
hocaya konuş" diyor.
Şimdi böyle bir
cemiyet var arkadaşlar Beyoğlu'nun orada yerleri de varmış bu garibanların,
onlardan biri birkaç defa geldi gitti bizim bu tefsir dersine. Dersten
çıktıktan sonra belirli yerlerde oturduk, aklı başında, edepli, terbiyeli bir
delikanlı. Dedim ki; bak âyetle filan ispat etmiyeceğim.
"Eğer biri ölüp
biri yerine geliyorsa, yani bir adam öldü suçluydu, mesela köşe dönücü bir
bakandı, ölünce kaplumbağa olarak geldi diye-lirnvPeki kaplumbağa olarak dürüst
yaşadı, ondan sonra tavşan olarak dünyaya geldi. Tavşan daha iyi dürüst yaşadı,
tekrar bir insan olarak geldi. Sonra derken hırsız oldu, yankesici oldu bilmem
ne oldu filan, döndü dolaştı vs. Peki dünya üzerinde yaşayan insanların
sayısının arttığına inanıyor musun.? dedim," "inanıyorum" dedi.
Yani evvelki sene dört milyar olan nüfûs, şimdi beş milyar oldu. Beş milyar
olan nüfus, beşbuçuk altı milyar oldu, diyorlar. Yani "artış var
mı.?" var. Öyleyse bu insanlar nereden geliyor.? daha önce bir milyardı.
Bir milyar olmadan önce, beşyüz milyondu. 500 milyon olmadan önce 100 milyondu,
bir milyondu derken, Hz. Adem'e inanıyorsanız bir kişiydi.
Hz. Adem Öldü, Hz.
Adem'in ruhu çocuğuna geçti diyelim veya hanımı öldü kızına geçti veya oğluna
geçti veya bir kaplumbağaya geçti yani dünyanın nüfusu artmaması gerekirdi.
Dünyada şu kadar vahşi
hayvan var, şu kadar kuş var, şu kadar kaplumbağa var, şu kadar ceylan var. Ama
iki tane de adam vardı. Adet değişmemesi gerekirdi ama değişti, değişiyor
artıyor boyuna, bunu nasıl açıklayabiliyorsunuz.? dedim. Dedi ki; cemiyete
sormam lazım ikinci hafta yine buraya tefsir dersine geldi, dersten sonra
biryer-lerde oturduk.
Demişler ki;
"Uzaydan gelenlerle artış sağlanıyor." Uzaylı dostları hep onlar
çıkarır zaten. Adamlar aynen bütün güçleriyle yeminle derler ki; öleni Allah
diriltmez. Yok öyle birşey diyorlar. Niye; bu ahiret inancı üzerinde
duruyorlar da Allah'ı inkâr üzerinde durmazlar, çünkü büyük tepki gelebilir.
Allah'ı inkâr ederse müslüman kesimden büyük tepki gelebilir.
Bütün dünyada Allah'ı
inkâr biraz zorlaşıyor. Şöyle veya böyle Allah'a inanma ihtiyacını hissediyor
insanlar. Bunlar da ahirete imanı ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar, bunu
sağladılar mı ahlâksızlığın her çeşidi meşru olacaktır.
Madem ki hesaba
çekilmek yoktur öyleyse yap yapabildiğin kadar, vur vurabildiğin kadar, kır
kırabildiğin kadar, yani edenin ettiği yanma kalacak inancını yerleştiriyorlar.
Evet ahiret'te
dirilmek Allah üzerine verilmiş bir vaad'dır, bir haktır. Yani Allah (cc)
ahirette dirilmeyi vaad etmiştir. Ve Allah (cc) üzerine bir haktır. Yani
olmaması mümkün değildir ama insanların bir çoğu bunu bilmezler diyor Allah
(cc).[46]
39- Hakkında
ihtilaf ettikleri şeyi açıklamak ve kafirlerin yalancı olduklarını bilmeleri
için (diriltecektir).
Niye Allah (cc)
ahireti yaratmış hesabı, kitabı, orada ihtilâf edenlere yani vardı, yoktu,
diyenlere göstermek. İman-edenİer vardı diyorlar görecekler, inkarcılar da
yoktu diyorlar, onlarda görecekler ve bir de kâfirler yalanladıkları şeyi
yakînen bilsinler diye Allah (cc) vaadini gerçekleştirecektir.[47]
40- Bir şeyi
(n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak "Ol" dememizdir. O
derhal oluverir.
Biz bir şeyi murad ettik
mi, o konuda ol dedik mi oluverir, diyor Allah (cc). Hani biz çok basitinden;
bir elbisenin yapılması için pamuk ekeceğiz, tohum ekeceğiz, bakacağız,
sulayacağız, büyüteceğiz, toplayacağız, harmanlayacağız, eğireceğiz,
dokuyacağız, dikeceğiz ondan sonra piyasaya süreceğiz. Yani binlerce insanın
elinden binbir meşakkatle elde ediyoruz. Allah (cc) bütün kainatın
yaratılışının yalnız "ol" deyi-vermekle olduğunu ifade ediveriyor.
Rabbimin gücünü
böylece hayal edebiliriz. Yoksa kendi hayallerimiz en büyük deyince, hani
benim oğlan soruyor, küçücük yavrum; gemiyi görmüş te; "Baba Allah
gemiden büyük müdür?" Gözüne çok büyük göründü galiba. "Oğlum, Allah
en büyüktür" diyorum. Çocuk aklı, mukayese etmek istiyor yani. İki
yaşındaki çocuğun mantığı, gözüne büyük görünüverince beraberinde gemiden büyük
mü diyor. Gayrı anlatmak zor, büyük diyeceksin, geçeceksiniz.
Oğlum bundan da büyük,
bak şu Çamlıca varya, şu dağ var ya ondan da büyük. Başka yolu yok onu
anlatmanın.
Bununla biraz daha biz
anlarız. Yani bütün bu kainat "ol" deyiver-mesiyle olmuştur. O
kainatın da inceliklerini düşünün yani.
Hani bir çiçeğin
oluşumundaki incelik o da "ol" deyivermekle olmuştur. Ona göre Allah
(cc) gücü hakkında bilgimiz az çok genişler, yoksa yine Onun büyüklüğünü
kavramak, bu akıl bu idrakla biraz zor.[48]
41- Zulüm
edildikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere
yerleştireceğiz. Ahiretin mükafatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
İşte bu 41. ve 42.
âyet-i kerîmelerde Allah (cc): Allah yolunda hicret eden kişiler zulme
uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişileri bu dünyada da güzel bir
yere yerleşir. Hani hutbelerimizde: İşte şöyle şöyle yaparsanız, ahirette şu
azapla, şu sevap vardır. Ahirette şu kadar makam vardır, mevki vardır, filan.
Hep ahireti hayallendiririz ama öyle değil. Kur'ân-ı Kerîm dünyada da
güzellikler vaad ediyor. "Zulme uğradıktan sonra Allah için hicret eden
kişiyi bu dünya hayatında da güzel yerlere yerleştiririz" diyor Allah
(cc).
Mantîken olmayacak
gibidir, ama şu dünya hayatında bile görüyoruz. Bir yerden sırf Allah rızası
için hicret eden insanlar, eski yerinden daha rahat hayat yaşıyorlar. Zulme
uğradıktan sonra oradan hicret edip başka yere göç edenler Allah rızası için
göç edenler ki; burada Allah rızası vardır. Allah yolunda hicret edenleri bu
dünyada daha güzel bir yere yerleştiririz diyor Allah (cc).
Hocam biz de hicret
edelim mi? diye bazen soru soranlar var. Nereye hicret edeceksin, niye hicret
edeceksin?...! Bizde Hicret edecek bir durum yok. Yaptığımız bir şey yok çünkü.
Yemeğimizi yiyoruz, elbisemizi giyiyoruz, onlar susun dediklerinde susuyoruz,
hatta konuşanı da susturuyoruz, "aman hocam biraz ileri
gitmiyormusun?" diyerek.
İstanbul'un hocaları
genelde cesaretlidir. Fakat Anadolu'dan bir vilâyet müftüsü gelmiş, bizim
buradaki bir müftü efendiye anlatıyor; "Vallahi filan camideydim, imam
hutbede konuşurken ben kendimi gizledim, beni görmesinler diye." Çünkü
sen nasıl onu dinledin diye hesaba çekerler.
Böyle bir korku
yüreklere salınmış durumdadır. Bu arkadaşın hicret etmesine gerek yok. Yani bu
arkadaş olduğu yerde kalsın, gider se korku götürür gittiği yere, gittiği yere
korku salarak gider. O kendi vilâyetinde imamlarına ağzını açtırtmıyor. Buraya
gelmiş bizim müftü efendiyi korkutmaya çalışıyor; "Yahu senin imamın ne
biçim öyle" diyor. Onun hicret etmemesi, daha iyidir.
Rabbim; "Bu
dünyada iyi yere yerleştiririz. Ama ahiretteki ücret, mükafat daha
büyüktür" diyor. Ama kime? "keşke bilselerdi," diyor Rabbim.
Keşke bilselerdi. Ahiretteki hayat, ahiretteki mükâfat daha büyüktür.
Mesela Peygamber
Efendimiz (A.S)'ın yanında iman ettiklerinden dolayı sahabeler, çeşitli
işkenceye tabii tutuldular. Ammar bin Yâsir gibi. Bilal-i Habeşi gibi,
Suheyb-i-Rumi gibi... Bunlar gariban takım, kimi kimsesi olmayan, arkası
olmayan insanlar bunlar iman ettiler, zulme uğradılar, dinlerinden dönmediler.
Ama Medine'ye varınca da, Peygamber Efendimiz (A.S.)'in, Kâinatın Efendisi'nin
yanında oturma, Onunla beraber aynı sofradan yemek şerefini elde ettiler. Ve
kıyamete kadar da "(R.A)'a" diye dua aldılar onlar. Bu dünyadaki
mükâfatları bunların.
Yahu böyle bir ni'met,
yani Bilal-i Habeşi'nin o kapkara, kupkuru kölenin edindiği makam bu. Biz;
"Bilal-i Habeşi (R.A.) efendimiz" diyoruz. Bu dünyada edindikleri
makamdır bu işte. Rabbim; "Bu dünyada güzel yerlere, güzel makamlara
onları yerleştiririz" diyor.
Bu ashabın herbirinin
bir evi vardı, ailesi vardı, Medine devleti içerisinde mutlu yaşıyorlardı.
Öyle bir yere yerleştirmiş Rabbim, bir de öyle bir makam vermiş ki, kıyamete
kadar millet Ona dua ediyor. Trilyonunuz olsa, bunu sağlayamazsınız.
Bundan 50 sene evveli
köyünüzün zenginlerini düşünün; onu tanımayanlar, yarın birkaç sene sonra
tanımayacak, kimse bilmeyecek ve yok olup gidecekler o adamlar. Şu anda
Türkiye'nin en zengini o iki adam öldü mü, yüz sene sonra adı, sanı silinir
ancak arşivlerdeki yazılarda. "Bir zamanların en zengin adamı bu iki
kişiymiş miş" denilir. Rahmet okuyacak hiç adamı olmaz onların. Yani
trilyonlarınızı verseniz, temin edemezsiniz bu işi.
Âyet-i Kerîme de zaten
bunu söylüyor. "Eğer yeryüzü dolusu altının olsaydı, bu insanların
gönüllerini bir araya getiremezdin" diyor. Kendini ve bu insanları
birbirine sevdiremezdin. Sizin hepinize para verseydim şurada ders dinlemek
için tutmam mümkün değil. Çünkü, birkaç arkadaş diyecek ki; benimle Mahmut Hoca
filanı aynı tuttu, ona da on altın verdi bana da on altın verdi diye.
Efendimiz (s.a.v.); insanların
rızasını kazanmak için değil Rabbin rızasını kazanmak için çalışmış. Zaten
Rabbin rızasını kazanmak için çalıştınız mı insanların maslahatınada uygun
hareket etmiş oluyorsunuz. Severse sevdirir Rabbim, severse sevdirir. Öyleyse
onun seveceği işleri yapmak gerekiyor.[49]
42- Onlar
sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
O muhacir olan yani
zulmedildikten sonra hicret eden, bu dünyada belirli makamlara yerleştirilen,
dün güzel makamlara yerleştirilen, ahi-rette büyük mükâfata kavuşan insanlar;
önce sabredenlerdir ve Rabb'e tevekkül edenlerdir diyor Allah (cc).
Yani evvela
sabrediyor, sonra da Allah (cc)'ye tevekkül ediyor. Yani Rabbim'den başka
dayanacak güvenilecek bir yerin olmadığını yüreğine yerleştiriyor. Bu en güzel
şekliyle İbn Kesir'de rivayet edilmiş, çok hoşuma gider benim, hadis biraz
zayıfça ama olay hoş: İbrahim (as) mancınıkla ateşe atılır, havada giderken
Cebrail yetişir ve; "Dile benden ne dilersen, sana nasıl yardım
edeyim?" "Kurtar de kurtarayım" diyor. İbrahim (as) diyor ki:
"Beni peygamber olarak gönderen Allah (cc)'tır, yardımı da Ondan beklerim
ben" diyor. Yani sende yaratılmışsın, benim gibi yaratılmıştan yardım
istemem ben, Rabbim'dir beni bu yola iten. Beni koruyacak olan da Odur der.
Rabbim de Onun ateşini gülistana çeviriverir.
Mesela ev yapacağız
mühendise ihtiyacımız var, işçiye ve ustaya ihtiyacımız var, hepsini
kullanacağız. Ama kesin zaferi Allah (cc)'dan bekleyeceğiz. "Senden
başkasından yardım talep etmem, bunların hepsi sebeptirler. Sebepleri yaratan
Sensin ya Rabbi" deyip Ona yöneleceğiz.
Tabii sabrı daha önce
anlatmıştık. Yalnız imansız caddeyi işgal ediyor, devlet dairesini işgal
ediyor, hani her şey elden gidiyor, din elden gitmiş, devlet elden gitmiş, sen;
"Allah sabredenlerle beraberdir, sabır ver ya Rabbi" diyorsun. Bu
sabır değil gayri, bununki kabir gibi birşey. Sabır; Bakara sûresinde geçmişti,
Talût-ûn orduları iman etmiş o azıcık ordu kılıçları çekmişler, harp düzeni
almışlar, hertürlü tedbire baş vurmuşlar, düşmanın çokluğuna da aldırış
etmiyorlar, tam harp başlayacak; "Ya Rabbi! Yüreklerimize sabır ver"
diye dua ediyor!ar.[50]
Sabır oradaki sabırdır. Ateş hattındaki sabırdır, yoksa evlerde kapıları
kilitleyip, pencereleri Örttükten sonra, çarşıyı imansıza teslim ettikten
sonra, sabretmek, o sabır değildir. Çünkü, biraz sonra imansız kapıyı da
çalacak veya kıracaktır.[51]
43- Biz
senden Önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak
göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir (kur'an) ehline sorun.
44- (Biz o
erkekleri) deliller ve kitaplarla (gönderdik) onlara ne indirildiğini İnsanlara
açıklayasın diye sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik. Taki iyice düşünsünler.
Eğer Allah'ın
âyetlerini ve kitaplarını bilmiyorsanız bilene sorun, mana bu. Fakat arkadaş
şuradan alıyor: Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun. Zikirden kasıt
Kur'ân-ı Kerîm'dir. Yukarıda geçti ya, zikri Biz indirdik, yani Kur'ân'ı Biz
indirdik, Kür1 ân11 koruyacak olan da biziz, diyor Rabbim.
Zikirden kasıt
Kur'ân'dır. Öyleyse bilmediklerinizi Kur'ân ehline sorun, diyor. Fakat okumayan
kesim, okumadan dervişlik yapmaya kalkı-yorlarlar ki, bunun için büyüklerimiz,
mezhep imamlarımız; "fıkh'ı öğrenmeden tasavvufa giren "zındık"
olur" diyorlar. Bir adam bir kere fıkh'ını bilecek, nasıl namaz
kılacağını, nasıl oruç tutacağını, akâid'ini gayet iyi bildikten sonra
tasavvufa girecektir diyorlar.
Buradaki zikri, zikir
ehli yani okuması yazması olmayan bir arkadaş, zikrediyor ya, ona sorun, zikir
ehline sorun diyor. Ayet-i kerîmeye muhaliftir bu. Rabbimin kitaplarını,
Rabbimin kitabını bilene sorun. Eğer siz kitabı bilmiyorsanız kitabı bilen
kişiye sorun diyor Allah (cc).
Bir arkadaşım vardı.
İngiltere'de filan tahsil yapmış, şöyle biraz helal azıkla değil de haramla
geçinen bir ailenin çocuğuydu. İslama bir dönüş yaptı. Onun için yayınlanmakta
olan güzel kitapları da ona verdik, okurken, camiye gitmeye başlayınca, orada
Kur'ân okumasını bile zor bilen, fazla bir fıkıh bilgisi de olmayan, babasından
mı kaldı, dedesinden mi kaldı, şeyhlik iddiasında bulunan birisi; Bir şeyh'e
sarılmadan Cennetin yolunu bulamazsın demiş. Adam da zaten Cennete gidebilmek
için herşeyi yapıyordu. Bağlanıvermiş ona. Ve o arkadaş şu anda delidir. O
şehrin delisidir.
Niye böyle oldu?
dedim. Bir akşam dedi, şeyhimiz Allah'ı görmeyi anlattı bize, O kadar kendimi
vermişim ki, ordan çıktım eve kadar yürüdüm, nasıl görürüm, görürsem nasıl
görürüm, nasıl birşeydir ki, kafayı taktım, taktım, taktım ve eve geldim,
yattım. Yataktan bir ses geldi; "Kalk, Allah'ın benim, gör beni,"
dedi diyor. Kalktım ve gördüm. Gördüm ama o anda kafayı üşüttüm. Ben Şeytanı
gördüm veya hayalimi gördüm, ama gitti kafa diyor. Adam şimdi bunu anlatır
fakat delidir, elinde içki şişesiyle şehrin içerisinde dolanır. Eski
tanıdıkları beş on kuruş para verirler.yaşayıp gider. Bu adam hâlâ yaşıyor.
Zikir ehli o değil,
zikir ehli Kur'ân'ı tanıyan, Kur'ân'ı bilen, manasını anlayan, Ona göre yaşayan
ve zikir de çeken yani "estağfirullahı'm, lâ-ilahe illallahı'nı, salavât-ı
şerîfelerini" de getiren, ama âyet Öyle dediği için getiren insanlardır
zikir ehli, Kur'ân'ı bilen kişi zikir ehlidir. "Bilmediğiniz konuları Ona
sorun" diyor Rabbim.
Bilmediğimiz şeyleri
ehline'soracağız. Dini konularda.da ehli kimdir? Kur'ân'ı en iyi bilendir.
Ahkâmıyla bilendir yalnız. Yani; bazı arkadaşlarımız var ki çok güzel okuyorlar,
hayranlıkla dinliyorum ve saygım da çok büyüktür o insanlara, güzel
okuduklarından dolayı. Ama hani, ne okuduğunu da bilse çok daha iyi olacak.
Yani zikirden kasıt
ne? Hemen âyet-i kerîme devam ediyor. 44. âyet-i kerîme'de; "sana zikri
indirdik Biz" Yani Kur'ân'ı indirdik biz, niye? "İnsanlara açıklaman
için biz sana Kur'ân'ı indirdik. Onlara indirilmeyen konularda o Kur'ân'ı
açıklayasin diye, sana zikri indirdik Biz. Ola ki böylece akıllarını başlarına
alırlar, biraz düşünürler" diyor Allah (cc).
Şimdi bu kadar uyarıya
rağmen hâlâ bu insanlar iman etmiyorlar ama bunda bizim de günahımız var. Çünkü
âyet-i kerîme Peygamber Efendimiz'e yönelik ama Peygamberimiz görevini yerine
getiriyor. Görevini yerine getirmiş. Tebligatını açık ifadelerle yapmış. Biz
ise bazı gerçekleri söyleriz de, dolandırarak söyleriz. Yani açıktan doğru
söyleyecek olursak belki filan maddeye takılır bu, diyerek üstü kapalı, siz
anlarsınız filan. Halbuki açık söylememiz istenmektedir. Âyet-i Kerîmede.
Peygamber Efendimiz de apaçık söylemiş bütün gerçekleri, gidecekleri yerin iyi
olanını, kötü olanım da. Yapılacakları şunu yapacaksınız diye onların
anlayacakları dilde ifade etmiş.
Biz ise bunu yapmadık.
Genelde camiye gelene yaptık. Camiye gelmeyenler bizi tanımıyorlar, biz de onları
tanımıyoruz. Adam şöyle bakıyor sağından, solundan da; "yahu Allah Allah,
demek böyle mi düşünüyor Müslümanlar" diye hayret içinde kalıyor. Yani
böyle bir kesim var bu memlekette. O adamlara İslâm'ın götürülmemesinden dolayı
ayrıca biz hesaba çekiliriz. Öbür dünyada dayak atarlar bize. Onlara iki
vururlarsa bize bir vururlar. Onlara iki vururlar, siz niye gitmediniz diye
bize bir vururlar. Siz onlara niye anlatmadınız diye vururlar. Anlattıktan
sonra iman etmiyorlarsa Rabbim; [52]
45- Kötü
tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yere batırmayacağindan veya
bilmedikleri bir yerden onlara azabın gelmesinden emin mi oldular?
O kişiler, hani bütün
kötülükleri işleyen, kötü tuzaklar kuran kişiler; kendi ayaklarının altından,
yeryüzünün Allah tarafından alınıvermesin-den eminler mi.? Yani birgün
evlerinin yerle bir oluvermesinden emniyet içerisindeler mi? diyor. Yoksa
bilmedikleri yerden bir azabın gelmesinden eminlerini bu adamlar ki;
imansızlıkta devam edip gidiyorlar.
O adamlar biraz
emniyet içerisinde olduklarını düşünüyorlar. Çünkü Allah'ın azabının nasıl
geleceğini bu adamlara biz anlatamadık. Bak bu imansızlığın devam ederse
Allah'ın azabı ansızın geliverir. Ansızın geliveren nedir? Bir kısmı diyor ki;
"hocam şöyle bir kırkma elline kadar vur patlasın çal oynasın gideyim de
ondan sonra bizde birşey düşünürüz" Ya ansızın ecelin geliverirse...! bak
mesela kalp sektesinden gitmeler çoğaldı.
Ya kalp sektesinden
ansızın gidersen tevbe etmeye veya iman etmeye fırsat bulamazsan ne olacak.?
Veyahutta hani emniyet içerisinde, çoluğunla çocuğunla akşam yattınız, bir
depremle uyanamayabilirsin. Veyahutta ansızın hiç hesab etmezken sabahleyin bir
uyandın ki radyo ve televizyondan bu günden itibaren, şu saatten itibaren
Müslümanlar yönetime elkoymuşlardır, diye uyamverirsen ne olur, ne olur, burda
hani hiç hissedemiyecekleri bilemeyecekleri, tahmin dahi yapamıyacaklan bir
yerden azabın onlara gelivermesinden eminmi oluyorlar diyor Allah (cc).[53]
46-Yahut
dönüp dolaşırken onları (azabın) alivermesin den (eminmi oldular?) Onlar
(Allah'ı) aciz bırakamazlar.
47- Yahut
onları korkutarak yakalayıvermesinden (eminini oldular?) Şüphesiz Rabbin çok
şefkatli, çok merhametlidir.
Veyahutta geziş
esnasında bir seyahat esnasında iken, veyahutta evinden dükkanına, dükkandan
evine giderken, yani hareket halinde iken Allah'ın onu ah vermesinden emin mi.?
Evden çıkıp geri dönmeme durumu var.
Yani böyle hareket
halinde iken, gidipte gelememe, gelipte gide-meme durumundan eminler mi o
adamlar, O imansızlar "Allah'ıda aciz bırakamazlar." Yani tedbir
alıpta Allah'ın bu azabının gelmesini engelleyemezler. Tedbiri nasıl alacak
diyelimki Fanus gibi çelikten birşey getirse kendisine Azrail nasılsa buraya
giremez gibi bir manide bulamazlar. Engelde yapamazlar. Yani "en güçlü
burçların içerisine de girseler ölüm oraya ulaşır." diyor Rabbim âyet-i
kerîmesinde. Yani kâfirler çelikten, ses geçirmez, silah geçirmez, hava
geçirmez, mikrop geçirmez, çelikten bir ev kursalar içerisine girseler, orayada
ecel gelir.[54]
48- Onlar
Allah'ın yarattıklarından herhangi bir şeye bakmadılar mı? Gölgeleri sağ ve
sollarından sürünerek, Allah'a secde ederek döner durur.
Allah'ın yarattığı
herhangi bir şeye bakmazlar mı? O herhangi bir şeyin gölgesi sağa sola meyledip
duruyor bunu görmezler mi? Bunlar niçin meyi eder? Eşyanın gölgesi dağların
ağaçların gölgesi Allah'a secde ederek Allah'ın (cc) huzurunda küçüklüklerini
ifade ederler. Yani bir ağacın yere uzanan gölgesi, bir insanın yere uzanıveren
gölgesi onun, Allah'a olan secde halidir. İşte her yaratılmışın, her varlığın
kendine has Allah'ı teşbih etmesi vardır.
Yine başka bir
ayettede "Siz onların teşbihini anlayamazsınız. Varlık sahnesinde olup
görülen ve görülmeyen herşey Allah'ı teşbih eder."[55] İşte
bu ayet de bu varlıkların görünen gölgeleri, onların secde hali olduğunu ifade
ediyor. Bir kısım alimler bu ayetin tefsirinde diyorlar ki; herşey yaratılış
doğrultusunda hareket ederse, Allah'a ibadet ve itaatim yerine getirmiş olur.
Daha sonraki ayetlerde
gelecek; Arı çiçekleri dolaşarak bal yapması için yaratılmış. İşte onun
çiçekleri dolaşması, onlardan çiçek tozlarım toplaması ve bal yapması Allah'a
karşı olan bir teşbihidir. İşte insanoğlu da ilk yaratılış fıtratı olan islam
fıtratı üzerine kalsaydı. Aklı başına geldiğinde inançsızların sözlerine
kanmayıp ilk yaratılış üzerine devam etseydi bu insanların her türlü hareketi
Rabbime bir ibadet ve teşbih olurdu.[56]
49- Göklerde
ve yerdekiler gerek canlı olsun gerek melekler olsun Allah'a secde ederler ve
onlar kibirlenmezler.
"Yerde ve gökteki
bütün canlılar, hareket edenler ve de melekler Allah'a secde ederler." bu
ayet ve Şura suresi 29. ayetinden hareketle gökyüzünde meleklerin dışında canlı
vardır, diye zamanla alimlerimiz yazmış.
M. Akif Merhumun, Eşref
edip beyle 1906 yıllarında çıkardıkları "Sıratı Müstakim" isimli
derginin 51,56,59,67,ve68. sayılarında o günün değerli ilim adamları konuyu
tartışmışlar. Özellikle Şura suresinin 29. ayeti üzerinde durmuşlar. Bu
tartışmaya Bolvadin'den, Selanik'ten, Kars'tan ilim adamları makaleleri ile
katılmışlar.
Yerde ve gökdeki bütün
canlılar ve de melekler kibirlenmeden Allah'a secde ederler buyrulmakta. Tabi
canlı denince insan, hayvan ve en küçük bir hücre bunun içine girer canlılık
alameti hareket eden her-şeydir.
Hayatta en geri zekalı
olarak gördüğüm insanlar Allah'a Peygambere iman etmeyenlerdir. Bunlardan daha
aşağılık ve geri zekalı adam yoktur. Yaratılmışın tamamı Allah'a secde
ederken, bunlar etmezler. Dağlar taşlar ağaçlar kadar hassasiyeti olmayan
insanlardır. Rabbim;"Onların kalbi taşlar gibi ve taştan da daha
katıdır." Yine "Nice taşlar vardır içinden sular fışkırtıp insanlara
hayat veriyor" buyurur.[57]
50-
Üstlerinden Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar.
Bu canlılar ve melekler
üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emr olunanı yaparlar. Bazı alimler burada
kast olunan meleklerdir demiş-lerse de açık bir ifade olmamakla beraber iman
eden müminler ve melekler rablerinden korkar ve emrolunanı yaparlar diye
tefsir etmişler. Bu ayetin anlamı, (meali) için birkaç meale baktım. Birinde
"fevkle-rindeki rablerinden korkarlar" diye yazılmış. Arapçada üst
manasında-dır. Bunu Türkçe olarak yazmış olsaydı; "üstlerindeki
rablerinden korkarlar" demesi gerekirdi. Ama tenkid geleceğini hesab
ediyorlar. Yahu Rabbim üstte mi? gibi bir durum ortaya çıkacak halbuki Allahu
Teala kendisi bizzat bu "üst" kelimesini kullanmış.
Elmalıh Merhumda güzel
bir tevcih yapmış bu ayetle ilgili olarak; "Müdür bey memurunun
üstünde" denildiğinde, memurun başı üstünde oturuyor mu anlaşılır? Elbette
hayır makam, mevki, yetki bakımından üsttedir diye anlaşılır. Bu ayetteki
"üst"den kasıtta örnekte olduğu gibi ki, Mülk süresindeki ayetin
tefsirinde de aynı şekilde bir yorum yapıyor. Makam mevki güç kudret ve
otorite bakımından üstün olan anlamındadır.
Allahu Teâlâ ki ilim,
hakimiyet, semi ve basar bakımından bizim kat kat üstümüzdedir ve mukayesesi
mümkün değildir. Bunu teyid eden Anadolu'da "üstümüzde Allah vardır"
tabiri ile de kastedilen yukarıdaki ifade edilenlerdir. Bu tabir iki kişi
arasındaki ihtilaf ve anlaşmalarda kullanılır. Bunun anlamı şudur , Yaptığımız
anlaşmaya bizden kat kat gücü fazla olan Allah şahittir demektir.
Bugünkü Suud
hükümetinin kurulmasında emeği geçmiş Muhammed b. Abdullah isimli bir zat
"Kitabu'-t tevhid" isimli eserinde "AJlah semadadır" diyor
ve Kur'an-ı Kerim'den birçok ayeti kerimeyi de delil olarak getiriyor.
Türkiye'den Suudi Arabistana giden talebelerimize "söyle bakalım Allah
göklerde midir değil midir?" diye de sorarlar. Biz onların iman
dairesinden çıktıklarını iddia etmiyoruz ama onlar bizim küfre düşdüğümüzü
iddia ediyorlar ve sebeb olarakta ayetleri inkar ediyorsunuz diyorlar. Zira
geçmişdeki alimlerimiz bundan kasıt ilim, otorite üstünlüğüdür. Alimlerin çoğu
da; "Allah bu konuda ne demiş ise, biz onu kabul ederiz, düşünmeye ve yer
tayin etmeye gitmeyiz." demişler işin doğrusu da budur. İmam Malikin
sözüdür ki, diğer mezheplerde onu nakl ederler.
Ehli kıbleyi tekfir
etmemek gerekir. Hele bu işte mantığımıza dayanarak yapılan suçlamalar belki
bazen ayet dayandırmaya çalışırız ama belki ayeti de yanlış anlamış veya ayeti
kendi fikrimize dayanak, destekçi getirmiş olabiliriz. Onun için kendi kanaat
ve fikrimizi ayete göre ayarlamamız gerekir. Ayeti kendi fikrimize göre
açıklamayacağız.[58]
51- Allah
dediki: "İki ilah edinmeyin O ancak birtek ikilidir. Ancak benden
korkun."
Allah buyururki;
"iki ilah edinmeyin. Sizin ilahınız ancak birtek ilah-dır. İki
edinmeyin" diyor da ayette üç, dört, beş niye denmiyor denilecek olsa
Allah, ilahınız bir tek olandır. İki dahi edinmeyin, tabi ki iki edinilmeyince
üç dört beş edinmeye de gerek kalmayacaktır. Ve "ancak benden korkun
sakının" diyor Allah (cc). Allah birdir iki ilah edinmeyin deyip kalsaydı
biz deriz ki; Yarabbi senin varlığını birliğini tanıyoruz ama bu dünyada
ilahiık yapmaya kalkanlar var ellerinde de silah var, otorite, siyasi
hakimiyet, mal ve servet var. Yani bunlardanda biraz korksak ne olur? Ben tek
ilah olarak varım ikinci bir ilah edinmeyin korkma konusuna gelince; "Ancak
benden korkun." Onlardan korkmayın, niye...?[59]
52- Göklerde
ve yerde ne varsa onundur. Din de devamlı onundur. Siz Allah'dan başkasından mı
korkuyorsunuz?
Yerde ve gökte ne
varsa ona aittir, ondan başkasına ilah diye sarılanlar ve ilah olarak kabul
edilenler de ona ait ve de onun yarattığıdır.
Küçük yaşta olan çocuk
en güçlü en bilgili en başarılı babasını bilip onun yanında kendim emniyette
hissederse, Allah'ın yurdunda gezen bir mümin de bu küçük çocuktan daha
emniyette olmalı ve kendini o şekilde hissetmelidir. Zira herşeyi yaratan
Allah'tan alıyoruz desdeği . Devamlı ve lazım olan din Allah'ın dinidir.
Tutunulması lazım gelen ve devam edecek olan din Allah'ın dinidir. Siz
Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? Bu insanlarda din uyduruyor kanunlar
koyuyor Yusuf suresinde geçmişti Melikin dini diye tabir ediliyor. Mısır
kralının kanunlarına uymayı Melik'in dini olarak kabul ediyor ve Melike'de rab
kelimesi kullanılıyor.
Bu surede de Allah'ın
bir cini var bu insanlarında bir dini var yani inanmayanlarda bir din
koymuşlar. Sakınha onları ilah edinip onların dinine uymayın devamlı ve tutı
nulacak olan din Allah'ın dinidir.
Hz. Peygamber
"Ben ve benden önceki peygamberlerin hali bir güzel binanın haline
benzer, bina çeşitli insanlar tarafından yapılmış, bitmiş. Fakat enson tepe
taşı kalrmş, işte peygamberliğin son taşı da benim. Benimle beraber bu din
binası tamamlandı"[60]
buyuruyor.
İşte bu tamamlanan din
kıyamete kadar devam edecektir. Bir başka ayette de; "Değerli olan
kıymetli ve sağlam olan din Allah'a aittir." buyruluyor ki,[61] O da
islam dinidir.[62]
53- Nimet olarak
neyiniz varsa Allah'(hindir. Sonra size bir zarar dokunduğunda ona
yalvarırsınız.
Nimetten sonra insana zaman
zaman zarar gelir. Nimet; Allah tarafından verilen bu dünyada faydalandığı
göz, burun, el, kol, dil nefes almak, sağlık gibi.....İşte bunlardan sonra
insana bir zarar geldimi, sihatini kaybettimi, elini, gözünü, kulağını
kaybettimi o zaman Rabbine yönelir ve onların değerini ancak o zaman anlar. Bu
sefer de bas bas bağırıp feryad edersiniz.[63]
54- Sonra
zararı giderdiğinde sizden bir kısmı Rablerine ortak koşarlar.
İşte burada insanın
değişken halini anlatıyor ayeti kerime. Bunlar imansız veya imanı zayıf
insanlardır. Yoksa gerçek müminler sabır ve tevekküle iyi sarılırlar.[64]
55- Onlara
verdiklerimize nankörlük etmek için (Allah'a ortak koşarlar). Öyle ise eğlene
durun yakında (gerçeği) bileceksiniz. Onların Allah'a şirk koşma sebebi
Allah'ın nimetlerine nankörlük içindir. Nimetlerden faydalanın bakalım ama
yakında siz neyin nasıl olacağını bileceksiniz. Yani nankörlüklerinizin, şirk
koştuklarınızın sonucunu mutlak surette göreceksiniz buyuruyor.[65]
56- Onlara
verdiğimiz rızkdan hiçbir şey bilmeyen (ilahlarına) pay ayırırlar. Allah'a
yemin olsunki yaptığınız iftiradan sorulacaksınız.
Bizim onlara
verdiğimiz azıklardan bir pay, hisse ayırarak, Allah'a şirk koştuklarına
verirler. O Allah'a şirk koştukları şahıslar, taşlar veya kuruluşlar da
verilenin mahiyetinin ne olduğunu bilmezler.
İnkarcılar, gerek
günümüz de, gerekse Mekke müşrikleri; "benim Allah'a inanmış olmam, O'nun
koyduğu ilahi kanunlara uyma mecburiyetimi gerektirmez" diyerek, kendi
yaratılışının Allah tarafından yapıldığım kabul etse bile; "insanın
hayvanlar gibi özgür yaşama imkânı niye yoktur?" diye itiraz ediyor.
Bugün bu tezi; eğitim
öğretim yuvası olan üniversitelerin hocaları söylüyor. Halbuki kendisinin o
makamı işgal etmesi, öğrencinin yanına nasıl girip, çıkacağını, nasıl sınıf
geçip, hangi durumda kalacağının kurallarını, kanunlarını yazıyor. Kendisi
bazı kanunlar koyuyor, onlara uyulmasını istiyor. İlahi kanunlara uymaya gelince
isyan ediyor.
Eğer hayvanlar gibi
özgür yaşamak isterseniz sonucuna katlanırsınız. Hayvanlar bir ahırda yem
yerken güçlü olan gelip öbürünü biraz boynuzladı veya itiverdimi onun yerine
kanuna yönetmeliğe uymadan Özgürce geçiveriyor. Peki milyonlar vererek
tapusunuda aldığın eve bir başkası zorla gelse otursa ne yaparsın? İşte o zaman
isyan eder.
İşte kendi menfaatleri
doğrultusunda kurallar koyarlar ama Allah'a isyan konusunda da yukarıda
bahsettiğimiz gibi mantıki yorumlar yaparlar, gayeleri Allah'a isyandır. İşte
bu onların geri zekalılıklarından kaynaklanır söylediğinin arkasından neyin
geleceğini bilmemekten kaynaklanır.
Kendilerine bir put
ediniyorlar. Onun kanunlarına uyuyorlar o kanunların yürürlükte kalabilmesi
için mallarından bir bölümünü ona veriyorlar. İşte bu, o putları edindikleri
dinleri için bir vergidir. O vergiyide Allah'ın verdiği nimetlerden verirler.
Allaha yemin olsun ki
şu yaptığınız iftiralardan dolayı mutlaka hesaba çekileceksiniz
sorgulanacaksınız. Allah'ın sorgulaması polis şubelerindeki sorgulamaya
benzemez. Onun bu iş için görevlendireceği melekler vardır.[66]
57- Kızları
Allah'a mal ediyorlar. ("Melekler Allah'ın kızlarıdır" diyorlar) Haşa
o münezzehdir. Çok istedikleri (erkek çocukları da) kendilerine mal ediyorlar.
Kızları Allah'a nisbet
ediyorlar. Tarihe şöyle bakacak olsak Mekke müşrikleri Melekler Allah'ın
kızları derlerdi. Eski Atina da tanrıçaları icad etmişlerdi. Güzellik tanrıçası
Aşk tanrıçası gibi... İşte bunları Allah'ın kızları olarak kabul ediyorlardı.
Ayeti kerime buna değiniyor. Kızları Allah'a hoşlarına giden oğlanları ise
kendilerine nisbet ediyorlar.[67]
58- Onlardan
biri kız çocuğuyla müjdelendiğinde yüzü kapkara kesilir ve o çok öfkelidir.
Onlardan biri
"kız çocuğun oldu" diye müjdeleniverse, yüzü simsiyah kesilir ve o,
kînini içine yutar. Ayetler müşriklerin haleti ruhiyesini açıklıyor. Tabi bu
Mekke müşriklerinde olduğu gibi günümüzde de birisine "kızın oldu"
denildiğinde yüzü biraz burkulup "bir oğlan doğurtturamadım" dedi mi,
bilin ki o kişinin içinde de cahiliyyeden kalma bir damar var demektir.
Cahiliyyeden maksat ta bilgisizlik değil, küfür cahili-yesi demektir. İnkârdan
bir damar var demektir.
Hz. Bilali Habeşi'yi
siyahlığından dolayı bazıları ayıplamıştı. Hz. Peygamber de "sizde hâlâ
cahiliyye daman görüyorum" buyurmuş sahabede de işte bu cahiliye damarı
zaman zaman kabanyordu. Ama Hz. Peygamberden aldıkları o terbiye ile o damarı
da yok etmeye çalışıyorlardı.
Bizde de bu olabilir.
İslami bir eğitimden geçmedik 7 cihetten üzerimize pislik akıyor. Ve o
pislikle beraber büyüyoruz mesela "erkek adamın erkek oğlu olur" gibi
şeyler köylerimize kadar yerleşmiştir. Peygamberimizin bile 4 kızı 3 tane erkek
çocuğu olmuştur. Onun için çocuğun erkek kız olması çocuğun olması veya
olmaması bizim elimizde olan bir olay değildir. Kimseyi ayıplamamak gerekir.[68]
59- Kendisine
verilen müjdenin kötülüğünden milletten gizlenir. Onu alçak bir şekilde
tutsunmu yoksa toprağami gömsün! Dikkat edin ne kadar kötü hüküm veriyorlar.
O müjdelendiği şeyin
kötülüğünden dolayı gizlenmeye çalışır. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı
taşıyacak yoksa toprağamı gömecek, bunu düşünür durur "verdikleri hüküm
ne kötüdür."
Gerek bu ayetlerin
tefsirlerinde, gerekse son zamanlarda Siret kitabı yazanlar veya bu konuda
vaaz edenlerin içine düştükleri bir hataya dikkatinizi çekerim. Diyorlar ki:
"Hz. Peygamberin Peygamberliği gelmeden önce, cahiliyye devrinde
imansızlar kızlarını diri diri toprağa gömüyorlardı." Burada öyle bir
ifade var ki, sanki bütün insanlar böyle yapıyor gibi. Peki böyle yapıyorlardı
da onların nesli nasıl devam edip çoğaldılar. Bu kötülüğü hepsi yapmıyordu.
Ayette de; bütün müşriklerin bunu yaptığını ifade etmiyor, "içlerinden
böyle yapanlar vardı" diyor.[69]
60- Ahirete
iman etmeyenler için kötü örnek olmak vardır. En yüce örnek Allah'a aittir. O
herşeye gücü yetendir, hükmedendir.
Kötü örnek (sıfat)
ahirete inanmayanlar içindir. Yani toplumun en kötü Örneği ahirete inanmayanlar
içindir, her durumda en ahlaksız insanlar ahirete inanmayanlardır. En yüce
örnekte Allah'a aittir. Herşeyiyle tam, bütün eksikliklerden münezzeh olan,
Kemâl sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan uzak olan Allah (cc)'dır. Bütün
kötülükler de ahirete inanmayanlardadır.
"O Allah, herşeye
gücü yeten hüküm koyan hükmünde hikmet sahibi olandır." Allah (cc)
mülkünde hikmet sahibi ve herşeye gücü yeter de niye kafirleri cezalandırmıyor?
Mesela bazıları "Allah varsa beni çarpsın" gibi sözler sarf ediyorlar
bunlar hakkında ne dersiniz?
Biz diyoruz ki, bu
sözler daha Önceki devirlerde de söylenmiş sözlerdir. Bunlar bu sözleri
bilmediklerinden dolayı söylerler. Mesela çocuk elektrik prizine parmağını
sokar, ona parmağım sokarken bunun öldüreceğini bilse elini sokmaz, fakat
bilmediği için bunu yapar. Anne babası da onu engeller zira onlar elektriğin
çarpıp onu öldüreceğini bilir. Biz Allah'tan korkuyorsak, Allah'ın varlığına
dair bilgimizin olmasındandır. Onlarda korkmuyorsa Allah hakkında bilgisi
olmadığındandır.
Allah'ın böyle kafir
kullarını küfürlerinden dolayı hemen cezalandırmaması bir ilahi imtihan
gereğidir. Eğer O, "varsa beni çarpsın" diyen adamı anında
cezalandirsa, anında azab etse artık insanlar Allah'a korkularından dolayı
iman ederler. Kötülüğün kötü olduğunu bildiklerinden dolayı kötülük yapmaktan
sakınma yerine, kötülük yaptıklarında anında cezalandırılmalarından korktukları
için yapmazlar.[70]
61- Eğer
Allah insanları, zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı yeryüzünde birtek
canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir. Onların
eceli geldiği zaman bir saat geri kalmaz ileri de gitmez.
Cezaların geri
bırakılmasının sebebi tevbe etmeleri içindir. Belki tevbe eder, zulüm ve
kötülüğünden vazgeçer diye. Zamanı da geldi rhi onlar ne bir an ileriye, ne de
geriye bırakılır. Ayette geçen zaman; bizim anladığımız bildiğimiz saat
manasındaki 60 dakika değil, zaman içerisinde "bir an" dediğimiz
şeydir.
Bazen şu husus çokça
sorulur mesela: Kafkaslardan göçüp gelip, burada Bursa'da yaşayan insanlar var.
Diyor ki; "benim dedelerimin Kafkaslardaki yaş ortalaması 100 idi, şimdi
ise burada insanlar ortalama 80 yaşma varmadan ölüyorlar" diyor. Ecelde
bir kısalma söz konusu mu?.. Dediği zahirde doğru, görünüşde ecelde bir
kısalma var gibi; ama Allahu Teala kafkasların iklim şartları ile Bursa'nın
iklim şartlarını bildiği için Kafkaslarda yaşayanın ecelim ortalama 100
Bursa'da yaşayan insanların ecelini de ortalama 70-80 olarak takdir ediyor.
İşte Rabbim o
kişilerin dedelerinin Bursa'ya hicret edeceklerini bildiği için dedelerden
sonra gelen torunların yaşlarını da, Bursa iklimi şartlarına göre takdir
ediyor. Meselenin açıklaması böyledir. Ama şunu iddia etseler "biz levhi
mahfuzda bunun yaşını 80 gördük, fakat biz tabanca ile onun kalbine kurşunları
sıktık adam 50 yaşında gitti" deseler, böylece ecelin değiştiğini isbat edebilseler,
oysa levhi mahfuzdaki takdir edilen ecelin ne kadar olduğunu öğrenmek mümkün
değildir.
İşte "Kötü misal,
sıfat ahirete inanmayanlarındır." ve "Zulmedenleri Allah
cezalandıracak olsaydı....." Şeklindeki ayetlerden sonra Ecel ile ilgili
ayetin zikredilmesinin sebebi hikmeti. Ecel nedeniyle insanlardan korkulmam ası
gerektiğini ifade içindir. Şöyle yaparsam bu zalimler beni öldürür, işte bu
insanın öyle yapması mümkün değil. İmani noktada bir
zayıflık söz konusu.
Çünkü ecelin Allah'ın elinde olduğunu ve Rabbim tarafından takdir edildiğine
kesinlikle iman etmiş olması gerekir.
Medine döneminde, Uhud
Savaşı için münafıklar; "gitmeselerdi ölmiyeceklerdi"[71]
derler. Peki münafıkların savaşa gitmedikleri halde yatağında ölenleri olmadı
mı onlar niye öldü? Ama netice harbe giden Allarr için ölüyor, diğeride
yatağında kendi nefsi için ölüyor.
Abdulhamit döneminde
"Ertuğrul" isimli bir gemi Japonya'ya gönderilmiş. İçinde de her
düzeyden ilim adamları, askeriyeden yüksek rütbede elemanlar, sanatkarlar varmış.
Yeni evlenmiş Yüzbaşının biri de bu gemide gitmesi gerekirken, bir torpil bulup
geri kalır. Gemi gittikten günler sonra, yüzbaşı da bir sandal keyfi için
İstanbul boğazına dolaşmaya çıkar. Bindiği sandalın içerisinde su içerken, su
genzine gider bir damla su da ölür. Defn ederler. Aradan bir kaç gün sonra
haber gelir; Japonya'ya giden filan gemi (ki onunda içinde bulunması gereken),
filan yerde dalgaya tutuldu. Şu kadar kişi öldü. Araştırılır. Yüzbaşının öldüğü
gün ve saat ile aynı gün olduğu rivayet edilir.[72]
62-
Hoşlanmadıklarını Allah'a ma! ederler. "En güzel sonuç onların" diye
dilleri de yalan söyler. Şüphesiz ateş onlar içindir ve onlar (ateş için) ileri
sürülenlerdir.
"Hoşa gitmeyen
şeyleri Allah'a nisbet ederler" yani kızlardan hoşlanmıyorlar, O
Allah'ındır diyorlar fakat dilleri hep yalanı anlatır. Buna rağmen de ahirette
cennet bizimdir derler. (Bakara suresinde ifade edildiğine görede) kafirler
cehennem de biz bir kaç gün kalırız ondan sonrada cennete gideriz diyorlar.[73]
Cehennem bizi ancak sayılı
günlerden başka yakmaz. O, sayılı günlerde 6-7 gün olarak tefsir edilmiş.
Yahudiler dünyanın en seçkin kulları olduklarını 7 günlük bir günahlarının
olduğunu ileri sürüyorlar.
Zulüm belirli bir
zirveye kadar ulaşır. Rabbim müsaade eder. O zirveye ulaştıkları an da hiç
hesab etmedikleri bir yer ve zamanda onların zulmünü aşağıya indirir. Tarihte
bu çok görülmüştür. Telaviv'deki Yahudiler bugün bunun farkındalar birgün bizim
başımıza bir zulüm gelecek ama nasıl gelir diye zaman zaman idarecilerini uyarır
mahiyette yürüyüşler yapıyorlar.
"Gerçekten onlar için
cehennem vardır. Onlar cehenneme gönderilmekte acele edilmiş kişilerdir. Yani
çok acele cehenneme ulaştırılacaklardır."[74]
63- Allah a
yemin olsun ki senden önce ümmetlere peygamber gönderdik. Şeytan onlara
yaptıklarını süsledi. O (şeytan) bugün onların dostudur. Onlar için acıklı bir
azap vardır.
Allah'a yemin olsun
ki, senden önceki ümmetlere elçiler gönderdik. Şeytan onların yaptıklarını
süsledi. Şu günde de şeytan onların dostudur velisi ve yöneticisidir. Onlar
için yakıcı azab vardır.
Bazen şöyle bir
hayrete düşeriz; bu adamlar bu yaptıklarının kötü olduğunu bilmiyorlar mı?.
Allahu Teala bu ayette; "şeytan onlara amellerini güzelleştiriverdi"
buyuruyor. Şeytan kafirlerin amellerini gü-zelleştirdiği gibi, müminlere de
güzelleştiriveriyor.
Hicri 7. Asırda
"Abdurrahman ibnul Cevzi "diye bir alim, "Telbisu-iblis"
diye bir eser yazmış. Eserinde, şeytanın tefsircilere hangi yollardan musallat
olduğunu, fıkıhcılara hangi yönlerinden yaklaştığını, ta-savvufcuları nasıl
aldattığını yazıyor. Hadisciye işte filan yerde hadis varmış onu al, filan
kaynaktan hadis al, gibi onu, o işlerle meşgul edip ibadet ve taatini engeller
diyor.
Türkiye'nin
yetiştirdiği bir Profösör; Hadis ve kaynakları konusunda dünyaca ün yaptı, ama
bunları araştırmaktan namaz kılmaya zamanı olmamış. Mevlana güzel anlatır;
"Bir fakir, kırk yılda kırk altını zor toplar. Derken bir vaiz efendiden;
"sadaka olarak verirseniz şöyle sevaptır " sözlerini dinler, Adam
vermeye niyetlenirken şeytan devreye girer. "Bunlar için kırk yıl
çalıştın, verme" der. Adam da; "sen beni mi engellemek
istiyorsun?" der ve her birini birer gün arayla fakirlere dağıtmaya
başlar. Şeytan mani olamayınca, bu sefer de; "hepsini bir fakire
versene" der. Adam; "hani bana verme diyordun.?" Şeytan da;
"Böyle vermekle sen beni hergün öldürüyorsun, bunların hepsini birgünde
ver de bir defa öleyim" der."
Yani şeytanın insana geliş
yollarına aklımızın hayalimizin erişmesi mümkün değildir. O, insanın sağından,
solundan, önünden, arkasından, her tarafından çeşitli kılık ve şekilde, insana
musallat olur, vesvest verir.[75]
64- Hakkında
ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman yol gösteren ve iman eden kavme
rahmet olması için bu ki tabı sana indirdik.
"Şu kitabı sana
indirdik" daha Önceki ayetlerde; "insanlar arasınd hükmedesin diye,
kanun yapasın diye indirdik" idi.[76]
Burad da "insanların ihtilaf ettikleri konuda açıklık getiresin diye
indirdik. Hangi konu olursa olsun dini konu olsun, dünyevi konu olsun,
hukuk konu olsun. İşte bu konulardaki
ihtilafı açıklayasın diye Kur'an-ı Kerir indirildi.
Bir de insanlara yol
göstermesi için ve insanlara rahmet olması içi indirildi. Peki insanlara nasıl
rahmet olur.? İslama göre yaşarlarsa ce henneme gitmeyecekler. İşte böylelikle
Kur'an onlara kendine uyup et henneme gitmelerini engellediği için rahamet
olacaktır. Onların ebec cehennem ateşinde yanmasını engelleyecek. Düşünün ki;
siz ateş atılmak üzere olan bir adamın, atılmasını nasıl engellemeye çalışırs;
nız, Kur'an da kendine tabi olan mü'minleri ebedi yanmaktan alıkoyacak.
Bir de Kur'anın
insanlar arasındaki ihtilafı giderdiğini unutmamam: gerekir. Bugün çoğu kişinin
evinde hatta imansızın evinde bile Kur'e var. Bazı cahil kişilerde cami
imamlarını evlerine götürüp senede b defa imamlara okutturuyorlarmış bu
yanlıştır. O Kur'an'ın sahifeleşm şeklidir ona biz "mushaf" diyoruz.
Asıl Kur'an; Fatiha'dan-Nas sun sine kadar olan kısımdır. Onun yani Kur'an'ın
her zaman evlerimize okunması gerekir. Kağıt üzerine yazılmış, sahife haline
gelmiş olma değil.[77]
65- Allah
gökyüzünden suyu- indirdi de onunla öldükten sonra yeryüzünü diriltti. Şüphesiz
bunda işiten bir kavim için bir ayet vardır.
Allah gökyüzünden yağmuru
indirdi ve yeryüzü öldükten sonra o yağmurla yeniden diriltti. Ahirete
inanmayan geri zekalı insanlar tabiata baksalar ölmüş çekirdekler yağmurun
yağmasıyla çiçekleniveriyor-lar. Güz mevsiminde ölüm halini alan yeryüzü,
baharın gelmesi, suların inmesi ile de tekrar eski canlılığına kavuşuyor. İşte
bunlar bize Ölümden sonra dirilmenin canlı şahidi ve ispatım yapmaktadır. İşte
o ahirete inanmayanlar bunlara dikkatli baksalar ibretler alırlar.
"İşte işiten
toplumlar için bunlarda ibretler vardır. İşitene ve anlayanadır, bu
ibretler."[78]
66-
Davarlarda (Deve, sığır, koyun, keçi de) sizin için ibret vardır. Onların
karınlarından, dışkı ile kan arasından içenler için, gayet kolay süt
içiriyoruz.
67- Hurma
ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden içki ve güzel rızık elde edersiniz.
İşte bunda aklını kullanan kavim için ayet vardır. Allah'ın yarattığı
deve koyun sığır... gibi hayvanlarda sizin için ibretler vardır. Sizi onun
karnındaki gübre ile kanın arasından gelen süt ile suluyoruz. Öyle süt ki;
içenler için katıksız, içimi gayet hoş. Bir tarafta pislik bir tarafta kırmızı
kan diğer taraftanda bembeyaz süt var içimide gayet güzel. Buz dolabına yemek
koyuyorsun buz gibi olmasına rağmen kokuları birbirine karışıyor. Ama sımsicak
vücutta bunların kokulan hiç birbirine karışmıyor. Renkleri farklı kan
kırmızı, süt bembeyaz, gübre daha değişik yani birbirine zıt olan şeyler hepsi
bir arada.
67. ayetde, hurmanın
ve üzümün meyvelerinden; sarhoşluk veren içkiler edininebildiğiniz gib; çok
güzel rızık da edinebilirsiniz diyor. Bu ayet Mekke döneminde daha içki haram
kılınmadan nazil olmuş bir
ayettir. Ama dikkat
çekiliyor içki yasağı olmamasına rağmen. Burada içki kelimesi için
"güzel" kelimesi kullanılmamış, ama üzüm olarak pekmez olarak yemeğe
şıra olarak içmeye güzel kelimesi kullanılıyor. Ayet yasaklamıyor ama hoş
olmadığına dikkat çekiyor. Hz. Peygamber asla içki içmemiş fıtratı bunu hiç
sevmemiş.
Önce "içkinin
zararı, faydasından kat kat fazladır,"[79]
ayeti nazil oldu ondan sonra "içkili iken namaza yaklaşmayın. En sonunda
da "içki, kumar, fal okları... şeytanın amelindendir, Onlardan
sakının."[80] ayeti gelmiştir. "Aklı
başında olan toplumlar için bunlarda ibretler vardır" diyor Allah (cc).[81]
68- Rabbin,
arıya şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve çardak (kovan)lardan evler
edin".
Yukarıdaki örneklerde
meyvelerden, bu ayette ise canlılardan örnek veriyor Rabbimiz. "Arıya
dağlarda, ağaçların kovuklarından ve insanların yapmış oldukları kovanlardan
(çardaklardan) ev edin diye vahyettik."
An dağlardaki yalçın
kayalar içindeki mağaraları ev edinir. Bazen de ulu ağaçların içi boşalır
onların içini ev edinir. İşte insanlar onları buralarda buldumu kendilerinin
yaptığı kovanlara alıştırır. Onları kendine ev edinir. Bu ayette geçen vahiyden
maksat, onun fıtratına verilmesi, iç güdüsünün verilmesi Onu da veren
Allah'dır. Bir insan kalemi eline alıp devamlı altıgen yapsa yaptığı
şekillerdeki altıgenlerin açıları farklı olur. Fakat arının peteğindeki
milyonlarca altıgenlerin hiç birinin açıları farklılık arz etmiyor hepside
aynı.[82]
69-
"Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbiyin yollarına boyun eğerek
yürü." Onların (anların) karınlarından çeşitli renklerde içecekler çıkar.
Onda insanlar için şiîa vardır. Düşünen kavim için bunda ayet vardır.
Burada emirler müennes
için yapılmış yani Kur'an 1400 yıl önceden arı beyinin dişi olduğuna dikkat
çekiyor.
Her hastalığa
olmamakla beraber birçok hastalığın şifasında kullanıldığını görüyoruz.
Eskiden buz dolabı yok
iken taze eti muhafaza için bal içine koyarlarmış 3 ay 6 ay tazeliğini muhafaza
edermiş.
Adam çölde
boğuluyormuş; "ne mutlu gölde Ölene," gölde ölende; "ne mutlu
çölde ölene" diyormuş. Altın kıymetli bir maden, her taraf altın olsaydı,
toprağımız altın olsaydı, evleri, yollan altın ile yapsaydık, o zaman gram gram
toprak alır saklardık.
Düşünen kavimler için
toplumlar için bunda ibretler vardı 65. ayette "işiten toplumlar için
ibret vardır." 67. ayette "aklını çalıştıranlar için ibretler vardır.
69. ayettede "düşünenler için ibretler" vardır buyurulu-yor.
İşte filan düşünürle
röportaj yaptık... O düşünse Allah'a inanır. Düşünür dediğin Allah'ın varlığını
birliğini kabul edip ayette ifade edildiği gibi onun ayetlerini topluma
anlatan Allah'ın alamet ve nimetlerini topluma hergün yansıtandır. Yoksa
islamin aleyhine düşünceler üreten düşünür değildir.
Ayet de; 'arı balında
bizim için şifa olduğunu ifade ediyor. İsra suresinde de Kur'an-ı Kerim'in
şifa olduğunu belirtiyor. Böylece Allah(cc); bize iki türlü şifa indirmiştir
biri tabii şifadır. Yiyecekler ve içeceklerin kullanım şekillerinin anlatımıyla
olan şifa, eczacıların yaptığı ilaçlar gibi. Bir de toplumsal hastalıklara,
hukuki hastalıkları bazen de ruhsal hastalıklara şifa olmak üzere Kur'an'ı
indirmiştir.
Eskiden hocalar kitap
okurlardı hadis tefsir okuturlar kılı kırka yarıp düşünüp inceledikten sonra
fetva verirlerdi. Bir yerde sohbet esnasında dedilerki; "hocam artık bal
yiyemiyoruz." Hayrola maddi sıkıntıdan mı? dedim. Hayır hocam, geçenlerde
bir bayan geldi balın haram olduğunu, sebebi olarak da arının başkalarının bağ
ve bahçesinden çiçekler topladığını bununda kul hakkına girdiğini söylediler.
Böyle bir tutum yanlıştır.
Eğer neyin haram neyin
helal olduğunu biz belirlemeye kalkarsak çok iyi niyetlerle çoğu helal olan
şeyler dahi haram olabilir. Hz. Peygamber zamanında da arılar başkalarının bağ
ve bahçelerinden çiçekler toplar başkalarının elma, kayısı, hurma ağaçlarına
giderlerdi. Bu Hz. Adem (AS) zamanında da aynıydı.[83]
70- Sizi
Allah yarattı. Sonra sizi o öldürecek. Bir kısmınızı birşey bildikden sonra
bir şey bilmez olsun diye ömrün en reziline (ihtiyarlığa, çaresizliğe)
döndürülür. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.
Allah(cc) sizi yarattı
sonra sizi öldürür. Yani yaratan da öldüren de O'dur. Bir kısmınızı hayatının
en zayıf, en rezil dönemine kadar ulaştırır ve bildiklerini bilmez hale
getirir. Yani hiçbirşey bilmez hale gelmesi için böyle Ömrünün en rezil
zamanına kadar yaşatır. Bu azab olsun diye değil. Müminin başına gelenlerin
nedenleri için şöyle diyebiliriz. Allah (cc) onun bazı günahlarını af etmek
için rahmet olarak vermiştir. Ahirette azab etmek istemediğinden bu dünyada
günahlarına keffaret olması için vermiş olabilir. Kıymetli halının tozunun
dökülmesi için değnekle vurulması gibi.
Bu ayette bize mesaj
olarak şu veriliyor: Yaratan Allah, öldüren de Allah (cc)'dır. Dünyaya gelme
ile ölümümüze kadar olan süre içinde bizim de bir gücümüz otoritemiz var,
bilgi, muhakeme ve mantığımız var. Biz de bu vasıflarımızla Allah'ın kitabına
muhtaç olmadan inkarcılara karşı birşeyler yapamazmıyız? İşte Allah-u Teâla
"En bilgininiz birgün hiçbirşeyi ve geçmişini hatırlamaz hale geliyor."
buyuruyor. Dediğimiz durum söz konusu oluveriyor.
İnsan Rabbimin ilmi
gücü karşısında benlik iddiasında bulunabilecek güçte değildir. En bilgin'en
cahil, en akıllının, ahmak duruma düşüverdiğini biz hayatımızda görüyoruz. Öyle
ise yaratan, öldüren, akıl ve ilmi veren O. Bunları da dilediği kişiden
dilediği zaman ve miktarda alan O'dur, İnsan bunu kabul etmesi gerekir.
Allah herşeyi bilendir
ve herşeye de gücü yetendir.[84]
71- Allah
rızik konusunda sizi birbirinize üstün kıldı. (Rizikda) Üstün kılınanlar,
ellerinin altındakilere; onlarla rizikda ortak olsunlar diye rızıklarını
vermiyorlar. Allah'ın ni'metini mi inkar ediyorlar?
"Allah (cc) rızık
konusunda bir kısmınızı diğerlerine üstün kıldı." Herkesin mali ve rızık
yönünden durumu birbirinden farklıdır. Üstün kılınıp zengin olanlar kendi
rızıklarını kendi emri altında olanlara verici değildir. Yani kendi emri
altında olan insanların rızkını onlar vermiyorlar. Onlar takdir etmiyor.
Zenginler ile fakirlerin rızkının takdir edilmesi konusunda ikisi de aynıdır,
eşittir. Yani zenginin de fakirin de rızkını veren Allah'dır. Zenginin işinde
çalışan fakirin rızkını zengin değil, Allah veriyor. O zengin sadece ortada bir
vesile ve sebeb olandır.
Bu ayeti bu şekilde
anlayıp, tefsir edenler olduğu gibi, özellikle kominizm fırtınasının estiği
dönemde Kur'ana meal yazanlar; (Türkiye'de olduğu gibi sosyalist Arab
ülkelerinde de kominizme şirin görünmek için) "Kur'an'da kominizmi
destekliyor" diye bu ayeti kendilerine delil getirmeye kalkıştılar ve
ayeti şu şekilde meal ve yorumunu yaptılar: "Allah bir kısmınızı
diğerinize rızık konusunda üstün kıldı. Zengin olanlar fakir olanların rızkını
vermiyor. Yani gasb ediyor. Halbuki onlar bu rızık konusunda eşittiler."
Yani tabiattaki bütün eşyayı ortak kullanmaları gerekirken bir kısım insanlar
kendi zimmetine geçirdi. Çalışanların, kölelerin mallarım onlara vermedi,
kendileri biriktirdiler diye mana verdiler.
Halbuki ayetin böyle
bir mana ve anlama ihtimali olmadığuırAllahu Teala şurada belirtiyor;
"Allah bir kısmınızı diğerine rızıkta üstün kıldı." Üstün kılan
Allah'tır. Nasıl ki üstün kılınan zengin malmda fakirin ortak olmasını
istemezse, Allah'da mülkünde başka bir ortak olmasını istemez. Yani siz ey
kafir zenginler; kendi kazandığınızda nasıl ortaklarınızın olmasını
istemiyorsanız. O halde O'nun mülkünde O'na nasıl ortaklar edinirsiniz.?
Allah'ın yarattığı bir
kulu ilah edinip, niye onun kanunlarını Allah'ın kanunlarına karşı savunur ve
böylelikle de ona şirk koşarsınız.?
Böyle yapmakla
Allah'ın nimetinimi inkar edersiniz. Nimetleri yaratan O, O'nun nimetini yiyor
başkasına ibadet ediyorsunuz. Bu şuna benzer Anne babasının evinde yiyip içip
onun evinde yatıp babasının imkanlarından faydalanıp, Ona hizmet edip hürmet ve
saygı göstermesi gerekirken, babasının sevmediği hoşlanmadığı veya düşmanı ile
işbirliği yapması, gibidir.[85]
72- Allah, nefislerinizde sizin için
eşler yarattı. Sizin için eşlerinizden oğullar ve torunlar
yarattı ve sizi güzel rızıklarla besledi. Batıla inanıyorlarda Allah'ın nimetini mi inkâr ediyorlar?
73- Göklerde
ve yerde hiçbir
rızka sahip olmayan
ve buna gücü de yetmeyen, Allah'dan başkasına ibadet ediyorlar.
Onlara gökyüzünden
veya yeryüzünden hiçbir şeyle rızık vermeye gücü yetmeyene ibadet ederler.
Allah'tan başka öyle bir ilaha ibadet ederler oysa O onlara ne yeryüzünden nede
gökyüzünden rızık verebilir. İkisinide yapamayana tapınırlar. (O ilahlarının
gücü hiçbirşeyede yetmez.)
Hani ilah diye seçilen
insanlar; Allah'ın kitabına, kanunlarına karşı, siz bizi yönetin, siz Allah'ın
yerine bize kanun ve kurallar koyun dediğiniz insanlarda, Allah'ın
azıklarından yiyorlar. Öyie ise Allah'ın rızkından yiyen insanlara; "seni
ilah yapalım, sen Allah'ın kitabı yerine yeni bir kitab yaz da ona göre hareket
edelim" demek Allah'ın nimetlerine nankörlük yapmaktır. Bunu yaptığınız
zaman Allah'a eş koşmuş olursunuz.[86]
74- Allah'a
benzerler bulmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.
"Allah'a eş
koşmayınız." Diğer bir ayettede "onun bir benzeri yoktur."[87] Ve
Allah'ın sıfatlarından biri de; "Muhalefettin lil havadis" yani:
Yerde ve gökte Dünya ve ahirette yaratılmışların tamamına benzemez.
Başkalarını Allah'a, Allah'ı da başkalarına benzetmeyin. "Allah herşeyi
bilir siz bilmezsiniz." Bundan sonraki ayette putperestlerin durumunu anlatıyor.[88]
75- Allah,
hiçbirşeye gücü yetmeyen, başkasının malı olan köle ile kendisine tarafımızdan
rızık verdiğimiz ve o rizıkdan gizlice ve açıkdan infak edeni misal verdi. Hiç
bunlar denk olur mu? Allah'a hamdolsun. Onların birçoğu bilmezler.
Allah bir köleyi misal
veriyor hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle var, öbür tarafda da Allah'tan güzel
rızıklar edinmiş ve rızıklar verilen kişi de gizli veya açık bir şekilde etrafa
sadakalar dağıtıyor. Hiçbirşeye gücü yetmeyen eli kolu bağlı köle mi daha hayırlı...?
Yoksa mal mülk kazanmış onu da Allah yolunda gece-gündüz, açık ve gizli bir
şekilde sadaka veren adam mı daha hayırlıdır.? Elbette kazanan daha hayırlıdır.
Bu iki kişi birbirine
denk midir? Bunlar denk değildir. Denk olmadığını, değil akıllı insanların
bilmesi, SultanAhmet meydanındaki deliler dahi bilir. Kimden para çıkar kimden
para çıkmaz bilirler ve onlara en iyi olan para verendir.
Allah (cc) de
buyuruyorki; Allah size herşeyi veriyor her türlü nimetlerini veriyor
böylesine her türlü nimetini veren mi daha hayırlı? Yoksa sizin gibi olan size
hiçbirşey veremiyen mi daha hayırlıdır? Bu hususta şunu söyleyecek olursanız.
Bazı imansız insanlar varki "onlar bize birşeyler veriyor biz ona (kulluk)
hizmet yaparsak karşılığını veriyor." derler O size kendi katından birşey
vermiyorki verdiklerini kendi yaratmıyorki Allah'ın yarattığı nimetleri surdan
alıp size veriyor. Allah (cc) verendir, yaratandır. Ona hiç birşey denk olmaz.
Allah'a hamd olsun imansızların mantığı sona ermiştir. Ama onların çoğu bunu
bilmezler. Gerçeği, hakikati bilmez ve ondan başkasına kulluk etmeye devam
ederler.[89]
76- Allah,
biri dilsiz olan, hiçbir şeye gücü yetmeyen, efendisine yük olan, nereye
gönderse bir hayır getirmeyenle adaleti emreden doğru yolda olan iki adamı
örnek verdi. Bu (köle öbürü ile) denkmidir?
Allah-u Teâlâ da bir
misal daha veriyor. İki adamdan birisi hiçbirşeye gücü yetmiyor aynı zamanda
da dilsiz(yani tat ), sahibi onu nereye gönderse iyi bir netice alamıyor.
Dilsiz olduğu için meramını ifade edemiyor ve bu adam sahibine yük olmaktan
başka birşey değil, işte böyle bir adamla, adaleti emreden, dosdoğru yolda
olan, her işi uygun düştüğü şekilde yapan insan denk midir? Denk değildir.
Allah (cc) insanlara
sıratı müstakimi veren, adaletle emr edendir. İnsanoğlu ise dilsiz ve iş
yapamayan adam gibidir. Bu ikisi nasıl denk olur. Birbirine nasıl eşit olur.
Öyle ise Allah ile, Allah'ın yarattığı insanı kendinize ilah edinmek suretiyle
eşit tutmayın.[90]
77- Göklerin
ve yerin gaybi Allah'a aittir. Kıyametin işi bir göz açıp kapama gibi veya daha
yakındır. Şüphesiz Allah herşeye gücü yeter.
"Yerin ve göğün
gaybı Allah'a aittir." Gaybı Allah bilir. Kıyamet gününün saati ne
zamandır bilemeyiz. Ne kadar sürer onu bize haber veriyor. "Bir göz açıp
kapayıncaya kadar veya ondan daha çabuktur."
Bazıları eğer kıyamet
kopacak olursa, biz kıyamet kopmaya başlayınca yıldızlar gezegenler birbirine
girinceye kadar "kelime-i şehadet ve Kelime-i tevhid" getirir, tevbe
istiğfar yaparız diyorlar. Ama Allah (cc), o kadar zaman tanı maz. Bir göz açıp
kapayıncaya kadar bu kısa bir süre içinde olur. Bu iş böyle olur mu? Olur.
Çünkü "Allah herşeye kadirdir gücü yetendir." Mademki bu kainatın
yaratılış "ol" emri ile olmuştur. Yok oluşuda bir göz açımından daha
kısa bir zamanda gerçekleşiverecektir.
Büyük kıyametin ne
zaman kopacağı bizce malum değil fakat küçük kıyamet dediğimiz kendi
kıyametimizin ne zaman olacağını aşağı yukarı tahmin edilir. En azından 90-100
veya 120-130 yıla kalmıyacağını biliriz önemli olan büyük kıyamet ne zaman
olacağım değil kendi kıyametimiz için hazırlıklı olmamız gerekir.[91]
78- Siz
hiçbir şey bilmezken Allah sizi annelerinizin karınlarından çıkardı. Sizin
için kulaklar, gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.
Bu ayet bize
geldiğimiz yeri ve bize verilen nimetleri hatırlatıyor. Siz hiçbir şey
bilmezken annelerinizin karınlarından çıkardı. Sizin için kulak, göz, dil ve
kalbler yarattı. Gözleriyle görsünler, dilleriyle tatsınlar, kulaklarıyla
işitsinler, birinci derecede nimetleri değil, nimetleri yaratanı görsünler.
Ayetin sonunda "şükredesiniz" ibaresi vardır. Şükredesiniz dile
kulak, göz, kalb ve dil verdik anlamındadır.
Güzele bakmak sevap
derler aslında, doğru bir sözdür fakat güzel deyince bir çoğunun aklına kadın
gelir. Kadında güzeldir ama, çiçekte güzeldir, tabiatta güzeldir. Önemli olan
güzeli değil, güzeli yaratanı görebilmektir. Onu idrak edebilmektir.
Şeyh Sadi Şirazi
anlatır; Birgün caddeden bir kadın geçerken dervişin birisi, "Allah
"der ve bayılır. Daha sonra arkadan akıllı biri gelir bakar ki derviş
bayılmış, sorar; "niye bayıldı?" işte yoldan bir güzel kadın
geçmişti onu görünce Allah'ı hatırladı ve bayıldı. Yalan söylüyorsunuz, bu da
yalan söylüyor. Niye? dediklerinde; "Allah'ın sanatını görerek bayılmış
olsaydı, bir çocuğun parmağını görünce de, bir devenin boynunu görünce de,
baygınlık geçirmesi lazımdı, bu gerçekten kadının aşkı ile bayılmış" der.
Onun için gözler
Allah'ın sanatının inceliklerini görecek kulaklar; bu sanattaki duyulması
gereken ses ahenk ve musikiyi duyacak kalb hissedecek ki ondan sonra şükür
olayı olabilsin yoksa şükürün yerine gelmesi mümkün değildir.
Resim galerisine gidip
sergiyi gezdikten sonra ressama teşekkür ve tenkitlerini çıkarken bildiriyor
yoksa resimlerin altına yazmıyor aynen insanda Rabbimin yarattığı bu tabiatta
gözleriyle görecekki ondan sonra rabbime şükür edebilsin. Bunları bizim- için
yaratmışsın sana şükürler olsun şeklinde ifadesini bulabilirsin.[92]
79-
Gökyüzünün boşluğunda emrine boyun eğdirilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları
Allah'dan başka kimse tutmaz. İşte bunda iman eden kavim için ayetler vardır.
Bu ayette de Allah gözlerin ne işe yaradığını değişik bir açıdan an latıyor
Görmezler mi? Kuşlara bakmazlarını, semanın, gökyüzünüı boşluğunda süzülerek
Allah'ın emrine itaat eden kuşlara bakmazla mı? onlan Allah'tan başka kimse
tutamaz Allah'tır onları uçuran "işti bunda iman eden toplumlar için
ibretler vardır."
Şimdi bu ayette
gökyüzünde kuşları tutan (yani havada uçma im kanını veren) Allah (cc) olduğu
ifade ediliyor. 1400 yılının evveli boyl idi. Ama bugün tabiat kanunları ile
izah ediliyor hava çekimi atmosfe basıncı, cisimlerin Özgül ağırlığı, hacimleri
suyun kaldırma kuvveti git şeyler bugün bulunmuş bu olaylar bunlarla izah
ediliyor.
Bunu kabul ediyoruz,
fakat onlardan bir adım daha ileride, bu tabii kanunlarının bir var edicisi
olduğuna da inanıyoruz. Mesela bir "6 anayasası, 82 anayasası"
denildimi akla gelen, o anayasayı bir yaz; nın, hazırlayanın, ortaya koyanın
olduğu kabul ediliyor.
İşte biz de inanıyoruz
ki; tabiatta şaşmayan değişmeyen nizam \ intizamlı bir kanun vardır. Onun da
bir koyucusu olması lazım. O' Allah'dır.
İşte bir insanın
yazdığı kanunların yürürlükte devam edebilmesi iç nasıl hakimler savcılar polis
ve diğer kamu kuruluşları çalışıyor: Allah'ın bu kanunlarının devam edebilmesi
yürürlükte kalabilmesi iç Mikail (as)ın mahiyetinde sayısını bilemediğimiz
melekler var.
Bu Allah'ın
kanunlarının ilmi bir izahını yapabiliyorlarsa biz bunh kabul ediyoruz zaten
ecdadımızdan birçok alimde bu konuda çalışmal yapmıştır. Allah'ın
"Teşrii" ve de "Tekvini" kanunları olmak üzere i kanunu
vardır. Teşrî kanunu; Kur'an-i Kerim'dir. Tekvini Kanunu'd Tabiat kanunlarıdır.
Teşrii kanunu tefsir etmek görevimizdir. İkisi Allah'ın kitabıdır. İkisini de
okumak ve insanlara açıklamak görevimdir. Tekvini kanunlarımda ortaya
çıkarmak-keşfetmek yine bizim görevimizdir.[93]
84- Kıyamet
günü her ümmetten bir şahid
göndereceğiz. Sonra kafirlere (özür dilemeye) İ2in verilmez. (Allah'ın rızasını
istemeye) fırsat verilmezler.
Biz her ümmete bir şahid
göndeririz, yani Peygamber göndeririz. Burada peygamberi "şahid"
kelimesi ile ifade ediyor. Peygamberler ümmetlerine şahiddir yani onlara
Allah'ın emir ve yasaklarının geldiğine Allah'ın varlığı ve birliğine
inanmaları gerektiğine şahiddir. Hatta veda Hutbesinde Hz. Peygamber
"tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? diye üç defa
tekrarlamış onlarda Tebliğ ettin ya rasu-lallah diyerek duyduk işittik ve
inandık demişler ve peygamber (as) de Allah'ı şahid tutmuştur."
İşte O peygamberin
ümmeti olarak biz de bugünkü insanlara şahidiz Allah'ın varlığını birliğini
Allah'ın kelamını insanlara duyurursak şahidîik görevimizi yerine getiririz.
Duyurmayacak olursak onların cezalandırıldığı gibi biz de cezalandırılırız.
"Her ümmete bir
şahid yani peygamber gönderilince; kıyamet gününde kafirlere özür beyan
etmeleri için izin verilmez. Senin varlığını ve birliğini bilmiyorduk, bize
anlatan olmadı bildirseydiler sana inanır ve diğer ibadet ve itaatlerimizi de
yerine getirirdik şeklinde bir itiraza izin verilmez. Ve onlar cezaya müstahak
iken mutluluğa erdirilmezler. Cezalarını çekerler.
Bu ayetlerin
tefsirinde alimlerimiz şu hususu izah etmişlerdir ki; çoğu zamanda bize sorulan
bir husustur. Diyelim ki; Afrikanın ortasında bir kadın doğum yapsa çocuğunu
taşıyamaz bir duruma gelirde onu ormanın içine bırakıverse Aslanın biri de
gelip emzirse yani aslan sütü ile büyüyüp hayvanlarla beraber yaşasa ve hiç
insan görmeden de ölse gitse bu kişinin durumu ne olur.? Maturidi mezhebine
göre; "Etrafına bakınıp bu güneşi düzenli bir şekilde hergün aynı yerden
çıkarıp, tekrar onun ters istikametinde yok eden, mevsimleri peşpeşine
sırasını değiştirmeden devam ettiren biri vardır" diye aklını kullanırsa
cennete girer diyor. Eşari de; "o kimse direk cennete girer" diyor.
Allah (cc); "Peygamber göndermediğimiz insanlara azab etmeyiz"[94]
diyor ayeti kerimesinde. Bu alimlerde bu ayetlere dayanarak böyle bir sözü
söylüyorlar.
Günümüzde biz şahidîik
görevimizi tam yapamıyoruz. Eskiden ecdadımız bu işi iyi yapıyorlardı hatta
müslüman olmayan memleketlere gidip oradaki insanlara islamı ulaştırıyorlardı.
Ama bugün müslüman memleketinizde islamdan haberi olmayan insanlar var.
Şöyle düşünün. Anne
baba kafir, çocuğunu yetiştirecek öğretmeni de Özellikle kafir olanım seçiyor.
Baş örtülü müslüman bir bayan veya müslüman bir erkekten de, yaban eşeğinin
aslandan kaçtığı gibi kaçı-
yor. İşte böyle
şartlarda büyüyen bir çocuk Afrikada hayvanlar arasında yaşayan çocuktan daha
kötü durumdadır. Zira Afrikada yaşayanın önüne. "Allah yoktur" diyen
çıkmaz. Ama bu saydığımız şartlarda büyüyen çocuğa heran ve saat içinde devamlı
küfür ve isyan telkin edilmektedir. Şu okullara gitme gerici olur, yobaz
olursun gibi telkinler.
Umreye gitmiştim,
yanımdaki arkadaşlardan birisi ne hurma ne de zemzem aldı, sadece Japon veya
İtalyan malları aldı dikkatimi çekti sordum "niçin böyle yapıyorsun?"
Dedi ki; hanımım beni Londraya gitti biliyor ve beni oradan gelecek diye
bekliyor. Şimdi zemzem veya hurma alırsam hanımım üzülür. Duyulursa çocuğumu da
kolejden almam gerekir diyor. Adam etrafındaki insanların kendisini gericilik
damgası ile damgalamalarından korkuyor, hemde Kabe'de ve diğer yerlerde ihlasla
dua eden biri. Malesef bir kısım müslümanların hali böyle çocukları da din
adına birşey bilmezler.
Ayette ifade edilen
"Peygamber" kelimesi yerine bizde kendimizi koyarak; bu imansızların
okullarına, meyhanelerine, gazinolarına, şirketlerine gidip islamı anlatmamız
gerekmekledir ki, Allah indindeki sorumluluğumuzu yerine getirmiş olalım.[95]
85- Zalimler
azabı gördüklerinde onlardan azap hafifletilmez ve onlara zamanda tanınmaz.7
86-
(Allah'a) ortak koşanlar, ortak koştuklarını gördüklerinde: "Rabbimiz,
işte bizim (sana) ortak koştuklarımız ki senden başka dûa ettiklerimiz
bunlar" dediler. Onlar (put adamlar): " Şüphesiz yalancılarsınız"
diye söz attılar.
Ahirette müşrik
insanlar tapındıkları adamları görünce "Ya Rabbi işte sana şirk koştuğumuz
adam budur," diyerek tapanlarla, kendisine tapilanlar birbirlerine
düşerler.
Bu seferde O kendisine
tapılan, onlara söz atar. "Siz yalan söylüyorsunuz ben öldükten sonra
benim heykelimi diktiniz, benim heykelim gelin bana ibadet edin dedi mi Mze?
Sizin dediklerinizi duydu mu? sizin
yazdıklarınızı -Yanma
geldik, huzuruna geldik diye- okudu mu? Yarabbi bunlar yalan söylüyorlar."
diyecek. Put deyince- aklınıza, dikilmiş bir taş gelmesin. O dikili taşlar;
daha önce yaşamış insanları temsil eder, insanlar onları ilah edinir. Yoksa
taşa tapınacak kadar geri zekalı değil bu insanlar. Mekke müşriği de taşlara
tapınmamış o yonttukları taşlar hayatta birini temsil eder kanunlarına
uydukları birini sembolize edermiş.[96]
87- O gün
onlar (müşrikler) Allah'a teslim olduklarını bildirdiler ve (o gün) bütün
uydurdukları onları bırakıp gitti. Ve hepsi beraber olup tapanlarla tapılanlar,
Allah'a teslim olurlar ve iftira ettikleri şeylerde ortadan kalkıp yok olur
gider. Uydurdukları, güç kuvvet verdikleri, otoriter olarak gördükleri şeyler,
ortadan kalkar ve Allah'a teslim olurlar.[97]
88-
Kafirlere ve Allah yolundan alıkoyanlara bozgunculuk yapmaları sebebiyle azap
üzerine azap artırdık.
Allah'ı inkar eden ve
insanları Allah yolundan engelleyen kişilerin, Yaptıkları bu bozgunculuk
sebebiyle, azabının üzerine azabı artırırız. Bir kısım inkarcılar vardır kendi
halinde, başkalarına küfrü sirayet etmez, başkalarını etkilemez. Bir de
inkarcı vardır ki küfrü başkasına da sirayet eder. Onların da inkarcı olması
için gayret gösterir bu insanlar. Birincilerine göre daha şiddetli daha
tehlikelidir. İşte bunların azabı üzerine azablannı artıracağını vaad ediyor
Allah (cc). Onun için ikisi arasındaki azablarında farklılık vardır. İşte bu
iki gurup ayette ayrı ayrı zikrediliyor.[98]
89- Kıyamet
günü her ümmet içinde onlara kendilerinden bir şahid gönderdiğimizde senide
bunlar üzerine şahid getirdik. Sana bu kitabı herşeyi açıklamak, yol
göstermek, rahmet olmak ve müslümanlan müjdelemek için indirdik.
Bu ayet 84. ayetin bir
benzeri gibidir. Her ümmete, her millete, kendilerinden bir şahid gönderdik.
"Seni de kıyamete kadar gelecek bu topluma şahid (peygamber)
gönderdik" Hz. Peygamber kıyamete kadar gelecek olan insanların şahidi
olarak gönderilmiş ve her topluma kendi cinsinden, yani meleklerden,
cinlilerden değil; insan cinsinden peygamber göndermiştir, "ve sana
herşeyi açıklamak üzere kitabı indirdik." Yani Kur'an'da başka bir ayetin
ifadesiyle "yaş kuru ne varsa Kur'an'da vardır."[99] Yani
geçmişin ve geleceğin bütün bilgilerini Kur'an'da bulabiliriz. Ama arayacak göz
gerekir.
Hz. Peygamberin Yemene
vali olarak gönderdiği Muaz b. Cebel hadisi vardır. "Hz. Peygamber Muaz'a
sorar "ey Muaz gittiğin yerde insanlara ne ile hükmedeceksin" O'da
"Allah'ın kitabıyla" cevabını verir. "Ya Allah'ın kitabında
bulamazsan" "Hz. Peygamberin sünneti ile hükmederim" "Ya
onda da bulamazsan" "o zaman kendi rey'imle ictihad ederim"
diyor.[100]
Bazıları İşte bu
yukarıda zikrettiğimiz ayetle bu hadisin birbirine ters düşdüğünü iddia
ediyorlar. Aslında herhangi bir terslik yok Hz. Peygamber ya Allah'ın kitabında
"yoksa" dememiş ya Allah'ın kitabında "bulamazsan" yani
var da sen bulamazsan demiş. İşte bu inceliği fark edemedikleri için, ikisinin
bir biriyle çeliştiğini iddia edip, ayeti değil de hadisin uydurma olduğuna
hükmederek meseleyi çözümlemeye çalışıyorlar, fakat yaptıkları yanlıştır.
Diyelim ki; odanın
içine toplu iğneyi düşürsek onu arayıp bulamayınca; toplu iğne yok demek mi
doğrudur? yoksa toplu iğneyi bulamadık mı? demek doğrudur. Uranyum madeni
keşfedilmeden önce yokmuydu? Allah'ın bu alemi yarattığı günden itibaren vardı,
ama bir zaman geldi bir alim onu keşfetti işte Kur'andaki hakikatler böyledir.
Tabiki o uranyumu
binlerce göz belki onu gördü ama onu keşfeden göz daha değişik bir gözle gördü.
Bazı hakikatlerinde ortaya çıkması için zaman önemlidir. İşte o hakikatler
zamanın getirdiği olaylarla açıklanıveriyor. "Hakikatleri açıklamak,
müminlere müjdelemek, müminleri doğru yola götürmek, onlara rahmet olmak üzere
Kur'an'ı indirdiğini" beyan ediyor. Allah (cc).[101]
90- Şüphesiz
Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder, fııhşiyatı ve kötülüğü
yasaklar. Öğüt alasınız diye size öğüt verir.
"Demek ki Allah
adaleti adaletle emreder. İyiliğide iyilikle emreder." Manada her ikiside
mevcuttur arapça bilenler bunu daha iyi anlayabilir. Biz ikisini birleştirip
az önce verdiğimiz sonucu çıkarıyoruz.
Günlük hayatımızda bu
ayete göre hareket etmeli ve yapacağımız bir iyiliği iyilikle yapmalıyız.
Kaşıkla yemek verip, sapıyla da göz çıkarma kabilinden olmamalı. Diyelim ki;
birine iyilik yapacağız ama bunu yaparken güler yüzle, tebessümle yapmalı. İşte
bu, iyiliği iyilikle yapmadır. Fakat kaşları çatık, sinirli öfkeli, nahoş bir
eda içinde yapılan iyiliktir ama yapılış tarzı pek hoş değildir. Başka bir
ifadeyle; adama misk kokusu ile sarımsak kokusu koklatma gibi bir durumdur.
Onun için Allah
adaleti adaletli bir şekilde, iyiliği iyilikle emreder. Yakın akrabayı gözetip,
onlara yardımda bulunmayı da emreder, fuhuştan yasaklar, fuhuş denince akla
zina gelir. Dille yapılan yalan iftira, sözden dönme, cimrilik, kumar da dilin
fuhuşudur. Arabın dilinde cimrilik fuhuştur. Buna göre; "Allah sizi
cimrilikten yalan söylemekten iftira atmaktan zina yapmaktan kumar oynamaktan
yasakladı." Bütün bunları Allah yasaklıyor. Bir de böyle haram olmayıp
iyi de olmayan hoşa gitmeyen şeyler vardır. Onları da yasaklıyor alimler.
Onlara mekruh demişler, müslümanın fuhuştan sakındığı gibi, hoş olmayan
münkerat-tan, haddi aşmaktan, zulmetmekten uzak durması sakınması gerekir.[102]
91- Andlaşma
yaptığınızda Allah'ın sözünü yerine getirin. Sağlamlaştıkdan sonra yeminleri
bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil kıldınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı
bilir.
Söz verdiğiniz zaman
Allah'a olan sözünüzüde yerine getiriniz. Yani Allah'a söz verdiğiniz
"Yarabbi senin sözün üzerine devam edeceğim" dediğimiz zaman ki;
ruhlar aleminde "ben sizin rabbiniz değil-miyim" denildiğinde bizde
"Evet" demiştik.[103]
İşte bu bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi yerine getirmemiz gerekir!
Birde insanlar arası
sözleşmemiz vardır. Bunları da yine Allah için yapıyoruz, bunlarıda yerine
getirmemiz gerekir. "Sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Siz
Allah'ı kendi üzerinize kefil kıldınız. Yani Allah'ı şah id tutarak yemin
ediyorsunuz sakın ha böylesine yemin ettikten sonra sözlerinizden dönmeyin
yeminlerinizi bozmayın.[104]
92- İpliğini
sağlamca eğirdikden sonra çözen kadın gibi olmayın. Bir ümmet (kafirler) diğer ümmetten
(müminlerden) daha çok diye yeminlerinizi aranızda (faydalı) bir giriş
edinirsiniz. Ancak Allah sizi O (kafirlerin çokluğuyla) imtihan eder ve
hakkında ihtilaf ettiklerinizi kıyamet günü size muhakkak açıklar.
"Şu kadına
benzemeyin." O günlerde Medine'de ahmak bir kadın varmış, bu kadın yünleri
ip haline getirir daha sonrada tekrar yün haline getirirmiş ve ömrü öyle
geçermiş. .
Sizinde bu dünyadaki
yaşantınız', söz verip bozmanız akşama kadar örüp de sabaha kadar çözüp eski
haline getiren kadına benzemesin "siz yeminleri kendi aranızda hileye
sebep kılıyorsunuz hilelerinizi yeminle kuvvetlendiriyorsunuz." Böyle
yapmayın ümmetin en güçlü ümmet olması için yeminlerinizi hile vesilesi
yapmayın yeminle yalana tevessül etmeyin. Allah (cc) bunlarla sizi imtihan
ediyor. Kimin haklı kimin haksız olduğu yerleri Allah kıyamet günü ortaya
çıkaracaktır.[105]
93- Eğer
Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Ancak o dilediğini saptırır,
dilediğini hidayete erdirir ve siz yaptıklarınızdan muhakkak sorguya çekileceksiniz.
Allah dilese idi sizi tek
ümmet yapardı. Ümmetinizi kabilenizi partinizi çoğaltmak içinde yalana ve
yemine baş vurmayın. Allah (cc) dilese idi Hz. Adem (as)'dan günümüze kadar
bütün insanları müslüman yapardı. Fakat Allah dilediğini dalalette, dilediğini
hidayette kılar siz elbette yaptıklarınızdan sorulacaksınız.
Ayet yarım kalsaydı şu
sonuç çıkardı Allah dilediğini hidayete dile-diğinide dalalette bırakır, o
zaman gavurun ne günahı var Allah onu kafir bizide müslüman yapmış sonucunu
çıkardı ama ayetteki ifade devam ediyor.
"Siz
yaptıklarınızdan sorulacaksınız" kişi kötülüğe meyletmiş Rabbim de
kötülüğün yollarını açmış, sapıtma budur, dalalet budur. Kişi hidayete
meyletmişse Rabbim de ona o yollan açmıştır, işte hidayete erdirme olayı da
budur. Kul'un da cüzi iradesini kullanma durumu söz-konusudur. Kul cüzi iradesi
ile kesb eder Allah'da onu fiiliyata geçirir.[106]
94- Yeminlerinizi
(fesada) bir giriş edinmeyin, yoksa sapasağlam bastıkdan sonra ayak kayıverir,
Allah yolundan saptığınız için azabı tadarsınız. Sizin için büyük azap vardır.
Bu ayet, daha önce
geçen 91. 92. ayetleriyle bağlantılı bir ayettir. 91. ayette "Allah'a olan
sözlerinizi ahidlerinizi yerine getiriniz. Yeminlerinizi bozmayınız"
Duyurulmakta idi. Yeminini bozan kimselerin bozuş sebebi olarakta devlet veya
fert olarak toplumunu artırmak veya karşı tarafın gücünü fazla görmesinden
dolayıdır. Her iki haldede yemininizden dönmeyiniz. Vermiş olduğunuz sözü
yerine getiriniz. Sözünüzüde yeminle tekid etmişseniz yeminlerinize sahip çıkınız.
Anlaşmalarınıza sahip çıkınız idi.
Eğer yeminlerinize
sahip çıkmazsanız, akşama kadar yün eğirip, sabaha kadar onu tekrar geri söken
kadının durumuna benzersiniz, buyurulmakta idi. İşte bu 94. ayette de bu konuya
devam ediliyor.
"Yeminlerinizi
aranızda hile vesilesi yapmayın" yani yemin ederek adamı inandırıyorsunuz
ama niyetiniz başka, böyle yapmayın Eğer böyle yaparsanız, İslama ısınmış
insanın, ayağının kaymasına sebep olursunuz, veya insanları dinden döndürmenin
cezasını çekersiniz.
Bunun açıklaması
şudur. Günlük hayatta çeşitli işlerle meşgul oluyoruz. Mesela ticaretle
uğraşan müslüman bir kişiyi düşünün karşısındaki kişilere ticaretini artırmak
için yalan söylüyor, onları aldatıyor ve birde bu yalanını yeminle
kuvvetlendiriyor. Şimdi burada yalan söylediği için bir ceza, yemin etmenin
cezası, birde onun dinden dönmesine sebeb olduğunuz için onun cezası vardır.
İşte çevresinde
müslüman, güvenilir insan olarak bilinen bazı kardeşlerimiz, "söz"
verir, sözünde durmazlar. "Çek" verirler zamanında çekinin karşılığı
çıkmaz, karşısındaki adamında biraz İslama meyli varsa sizin bu davranışınızdan
dolayı islamdan uzaklaşıyor. Bunu yapmakla da insanları dinden alıkoymanın
cezasını çekmiş olursunuz. Ve sizin için büyük bir azab vardır, buyuruyor Allah
(cc).
Bu ayet beni gerçekten
etkiledi. Eğer bu tefsir dersleri olmasaydı ben bu ayeti hatim yaparken, bir
dini kitab gibi okur, belki bu kadar anlamazdım. Hakikaten çok önemli bir
ayet, zira bugün günümüzde insanların İslama girmelerini engelleyenlerin başında
biz geliyoruz. Sözlerimiz, davranışlarımız, hareketlerimiz, tavır ve işlerimiz
insanların İslama girmesini engelliyor.
Merhum M. Akif
Almanya'ya gider oradaki gözlemlerini "Berlin hatıraları" diye şiir
şeklinde yazar. Batıyı anlatırken: Onların işleri bizim dinimiz; dinleri de,
bizim işimiz gibi der. Biz günümüzde önce;
1- kendimizle
(nefsimizle) mücadele edeceğiz.
2- İmansız
kesimle mücadele edeceğiz onlara islamı anlatacağız. İslamı götüreceğiz.
3-
Müslümanım dediği halde yalanla dolanla köşe dönme ile uğraşan insanlarla da
uğraşacağız.
30-35 yaşlarında
fabrikatör birisini anlattılar. Hergün beş vakit namazını kılar ama fuhuşunda
her çeşidini yapar diyorlar. Daha önce tefsiri geçtiği gibi; "Namaz
kişiyi fuhuştan ve münkerattan alıkoyar."[107]
Eğer alıkoymuyorsa o, artık bir eklem alışması dediğimiz bir olaydır ki:
Çocukluğundan itibaren ibadet kastıyla değilde adet kasdıyla yapılan bir
hareket olmaktan ileri gitmez.
Böyle insanlarada
islamı anlatmalıyız. Zira bu, şahsi suç olmakla beraber, kendi nefsine kötülük
etmekte ve bir başka insana da kötü örnek olmaktasın. Yani "hem namazını
kılıp hemde bu kötülükleri ya-pabilirmiş" kanaat ve imajını uyandırmış
oluyorsun.[108]
95- Allah'a
verdiğiniz sözü (Peygambere yaptığınız beyatı) az parayla satmayın. Eğer bilirseniz
Allah katındaki sizin için daha hayırlıdır.
"Az bir para
karşılığında Allah'ın ahdini satmayınız." Allah'ın ahdinden maksat 1.
Ruhların yaratılışında yanlız Allah'ı "Rab" olarak kabul etmiştik ve
söz de vermiştik. 2. Bu dünyaya gelince de, bu sözümüzü "Allah'tan başka
ilahlar tanımamak" suretiyle bozmayıp sözümüze sadık olmalıyız.
Az bir para karşılığında
yapmamalıyız. Peki akla şu soru gelse az bir para değilde çok para karşılığında
yapsak. Tabiin'in büyüklerinden birisi buna şöyle cevap vermiş "Dünyanın
tamamı bir tarafa gelse veya gökyüzünün tamamı bir tarafa gelse "Allah'ın
bir ayetine karşılık olmaz." Hiçbir şekilde Allah'ın ayet ve ahdi
satılmaz.
Bu adamlar size ne
verebilirki Allah'tan başka Rab kabul ettiğiniz adamlar size ne verebilir ki,
onların verdiği. Allah'ın verdiğinin yanında değeri çok azdır. Allah'ın verdiği
o sizin için daha hayırlıdır. İnsanlarda makam ve mevki verilebiliyor ama Allah
(cc) 96. ayetinde şöyle buyurur:[109]
96- Sizin
yanınızdakiler (dünyalık) tükenir, Allah katındaki ise bakidir. Biz
sabredenlerin mükafatını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.
"Sizin yanınızda
olanlar birgiin bitip sona erer, yok olur. Ama Allah katında olanların sonu
gelmez." Bu dünyada insan oğluna verilenlerin sonu vardır. Mutlaka bir gün
son bulur. Mesela para verilir ama bir gün gelir iflas eder, makam mevki
veriliyor. Daha sonra da o makam ve mevkiden kedinin yavrusunu boğup yediği
gibi verdiği makamı geri alıyor. Böylelikle o makam birgiin olup son bulmuş
oluyor. Ama Allah'ın verdiği makam bitmez ve sonda bulmaz.
İnsanların yaptığı küçük
veya büyük hizmetleri vardır. Küçük olsun büyük olsun Allah bu hizmetlerin de
mükafatını, en güzeline göre değerlendireceğini yani en büyüğüne veya en
küçüğüne göre demiyor. Düşününki iki adam biri çok miktarda yardımda bulunuyor
bulunurken de hakaret vari sözler sarf ediyor, öbürü de onun belki 10 da biri
veya yüzdebiri nisbetinde daha az yardımda bulunuyor ama güler yüzle tatlı
dille veriyor. Hangisi daha muteberdir. Tabiki az olsa bile, güler yüzle olan daha
muteberdir. İşte Allah katında da bu böyledir. İşin büyüklüğü veya küçüklüğü
önemli, değil en güzel olup olmaması önemlidir.
Mülk suresinde;
"hanginiz amel bakımından daha güzel olduğunu ortaya çıkarmak için"
diyor. "Hanginiz daha çok amel" demiyor. Mesela 100 rekat ne okuduğu,
nasıl kılındığı belirli olmayan namaz yerine, 4 rekat tadili erkan üzerine
kılman namaz daha hayırlıdır veya içi bozuk bin yumurta yerine, sağlam bir
yumurtanın daha iyi olması gibidir.[110]
97- Erkek
veya kadınlardan kim mümin olarak saiih amel işlerse onu (dünyada) güzel bir
hayatla yaşatırız ve onun (ahirette) mükafatını yaptıklarının en güzeliyle
veririz.
"Ameli
salih" her işi güzel yapmaktır. Mesela ev planı yapan mühendisin planını
müslümanların rahat edebileceği bir şekilde yapması ameli salihdir. Cadde planı
yapan mühendis de aynı şeye dikkat ederse ameli salih olur. Şehir ve Cadde
planında müslümanin rahatı nasıl olabilir dersiniz...? caddeleri Öyle bir
ayarlayıp evlerin pencerelerinin kıbleye gelmesi, müslüman için rahattır ama
aksi olacak olursa; bugünkü İstanbul'daki çoğu apartman ve binalarda görülen
rezalet gibi olur.
Evlerin kıblesi ya tam
köşeye veya odanın giriş kapısına doğru oluyor. Buda o evde oturanlara devamlı
bir eziyet ve zahmettir. İşte İstanbul'un yeni kurulan mahalle ve semtlerini
çizen mühendis biraz müslüman olur da buna dikkat ederse, bu da bir salih amel
olmuş olur.
İşleri düzgün yapmak,
teraziyi tam ölçmek ameli salihdir. "İman'ın" dışa taşmış
(çiçekleşmiş) şeklidir ameli salih. "Bunu kim yaparsa, yapsın ister erkek
ister kadın olsun mümin olması şartıyla bu dünyada da güzel hayat
yaşatırız" diyor.
Bu konuda da birçok
ayetler var. Bazıları; "dünya mümin'in değil, mümin olmayan, inançsız
insanların" diye düşünmektedir. İnsanların
çoğu bunu böyle bilir.
Ama ayet açık ve seçik "kim iman eder, iyi amel işlerse, ona iyi bir hayat
yaşatırız" buyuruyor. Eğer müslümanlar dünyada zillet içinde iseler, bu
da imanlarının amele dönüşmemesinden kaynaklanan bir durumdur.
"Ve yaptıklarını
en güzeli ile mükafatlandıracağız" buyuruyor, Allah (cc). Ayette geçen
"iyi hayat yaşatırızdan" maksat mutlu bir hayat yaşatırız. Yoksa
fakiri zengin, zengini de daha zengin yapar dünyalık her türlü imkanları
sağlarız anlamında değildir. İslamin en parlak dönemi olan Hz. Peygamberin'de
içinde bulunduğu "Asrı saadet dönemi" fakirlerinde, zenginlerin de
bulunduğu her iki gurubun saadet içinde yaşadığı bir dönemdir. :
Yine biri mümin biride
inanmıyan 4 nüfuslu aynı maddi imkanlara sahip iki aile düşünün bunların 24
saatini gözlem altında inceleyin gerçek mümin olan insanın evinde saadet ve
mutluluk öbüründe ise sitres ve sıkıntı olacaktır.
O zengin ve mümin
olmayan insanların hiçbir sorunu yoktur zannetmeyin. Maddi açıdan belki
problemleri yoktur ama, onların iç dünyası kendi kendisini kurdun yiyip
bitirdiği gibi yer kemirir bitirir. İşte filanca şu tabloyu aldı da ben niye
onu alamadım, falanca şuna sahib oldu da ben niye sahip olamadım. İzmir'de bir
doktor arkadaşım böyle birinin kendisine muracat ettiğini ve köpeğinin mama
yiyemediğinden dolayı üzüldüğünü söylemiştir.
Yine basından okudum.
Osmanlı paşası diye resimlen satılan paşalar genelde Ermeni paşalarıdır.
Müslüman olanlar günahdır düşüncesiyle resim çektirmemişler. Şu anda genelde
Osmanlı paşaları diye satılanlar Ermeni paşalarıdır. Tabi sosyete bunun pek
farkında değil.
Anadolu'dan gelip kısa
yoldan köşeyi dönen, boğazdan da köşk satın alan bu insanlar: "kendisinin
İstanbullu olduğunu" iddia ederler. İstanbullu olduğunu iddiasının
güçlenmesi için, bir de dede lazım. İşte böyle bir resim parayla alıp
"benim dedem" diye anlatırlar. İşte zengin olup imansız olan
insanların hali de böyle..[111]
98- Kur'an
okuduğunda (okumadan önce) koğulmuş şeytandan Allah'a sığın. ("Euzû
billahi inin eş şeytan irracim" de)
Kur'an okumaya ve de
bütün amellerimize başlarken çekilen "Euzu besmelenin" alındığı
ayettir. Bu ayetten alınarak Kur'an okumaya başlıyoruz. İşte Kur'an'da
herşeyin delili var diyoruz ya.
Kur'an okumak istediğin
zaman, "kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım de" diyor Allah
(cc). İbni Mesûd (r.a.) "Bu ayeti okuyunca Hz. Peygamberin yanında idim.
Ya Resulullah ben şöyle diyorum dedim, Peygamber efendimiz de "Euzu
billahi mineş şeytanir racim" şeklinde okumamı söyledi" ibni Mesûd'da
bize nakl etmiş bizde böyle diyoruz.
Ayette bunun dille
söylenmesi bizden istenmiyor "Kur'an okuduğun zaman kovulmuş şeytanın
şerrinden Allah'a sığın" diyor. "Oku" demiyor.
Biz bunu yine her
halükarda dille okuyacağız, ama ayette bizden istenen sığınmaktır. Bu da
Kur'an okumaya başlarken gönlümüzden, Yarabbi kitabını okuyorum, okumaya
başlıyorum diye onu anlama, öğrenme niyetiyle temiz bir kalb ve huşu içinde
anlamına dikkat ederek okumamız gerekmektedir. Aksi takdirde kafir de okuyor,
ama ben birşey anlamadım hocam diyor. Diğer taraftan Kur'an'ı okumaya başlamadan
Önce abdest alıp en güzel elbiselerimizi güzel kokuları sürünerek okumaya
başlamalı, yukarıda işaret ettiğimiz gibi kalbimizden de şeytani duygu ve
düşünceleri atmamız gerekmektedir.
İmam Malik (Muvatta,
isimli bir hadis kitabı vardır.) hadis okutacağı zaman talebelerinin huzuruna
çıkmadan önce, her zaman gusul ab-desti alır, okutacağı odayı güzel kokularla
süsler, en güzel elbiselerini giyer öyle hadis dersi okutmaya başlardı.
Peygamberin sözleri için gösterilen hürmet böyle işte, Allah'ın sözleri olan
"Kur'an'i" okuyacağımız zamanda abdestimizi alıp, edebimizi takınıp,
kıyafetimize de dikkat edip, şeytanın şerrinden de şeytandan da Allah'a
sığınarak okumalıyız.
Seyyit Kutub (rah)
güzel bir benzetme ile Kur'an'i geline benzetiyor. Kur'an, yüzündeki gelinliği
severek canı gönülden isteyerek okuyan insanlara açar ve onlara gülümser.[112]
99-
Çünkü onun, iman
edenler ve Rablerine
tevekkül edenler üzerinde otoritesi yoktur.
"İman edip,
yanliz Allah'a tevekkül edenler üzerinde, şeytanın hiçbir sultası
yoktur." Yani bedeninde ve ruhunda onu yönlendirme güç ve otoritesine
sahip değildir diyor. Onun için Allah'tan korkun, şeytan çarpmasından
korkmayın, ama şeytanın çarpması var mıdır. Bakara s resinde faiz ile ilgili
ayette vardır.[113]
Gözle görülmeyen verem
mikrobu, nasıl ağız veya kan yoluyla ij sana girip onu mahvediyorsa, insanın
bunu gözle görmesi de mümki olmayacak kadar küçük olan bu mikrop vucud içinde
şartlan oluştukte sonra, insanı şeytan çarpmışa döndüriiyorsa; işte şartları oluşmuş
veya başka bir sebeble "faiz yiyip cezayı hak eden insanlar içind Allah
teala şeytana müsade edip onları çarpacağını" beyan ediyoı Şeytanın da bu
çarpması kendine has bir olaydır. Ama "Allah'a ima; edip ona tevekkül
edenlerin üzerinde şeytanın hiçbir sultası olmayaca ğım" beyan ediyor
ayet.[114]
100- Ancak
onun (şeytanın) otoritesi onu (şeytanı) kendisine dost edinen ve onunla
(Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.
Şeytan, ancak onu dost
bilen, ona itaat eden kişiler üzerinde saltanatını sürdürür. Ve ona itaat
ederek Allah'a isyan eden ve şeytan sebebiyle müşrik olan insanlar üzerinde de
saltanatını sürdürür. Dikkat edecek olursanız şeytan çarpmış denilen insanlar
daha ziyade iradesi zayıf olan insanlardır.
Gerçek mümin kimlerin nasıl
ve hangi sebebden dolayı Allah'ın iradesi ve bilgisi dahilinde çarpılacağına
onun haricinde, hiçbir kişi ve gücün insanları çarpmayacağına inanan insandır.[115]
101- Biz bir
ayetin yerine bir ayet getirdiğimiz zaman ki; Allah neyi indirdiğini iyi bilir-
"Sen uyduruyorsun" dediler. Hayır onların bir çoğu bilmez.
Bu ayetlerin yer
değişiminden dolayı Peygamber Efendimiz (as)'a müşrikler, "sen
uyduruyorsun" derler. Halbuki Allah neyi indirdiğini daha iyi bilendü.
Bu ayetin tefsirinde
iki husus vardır. Birincisi diyelim ki: Musa (as)'ın kıssasının belirli bir
bölümü Ali imranda da diğer bir bölümü Bakara suresinde veyahutta aynı olay
değişik kelime ve ifadelerle ayrı ayrı yerlerde anlatılıyor.
Mesela Musa (as)'ın
Medyen'den Mısır'a dönerken soğuk ve karanlık bir gecede hanımı doğum yapar ve
ateşe ihtiyaçları olur ve Musa (as) ailesine "siz burada durun bir ateş
gördüm oradan size bir parça ateş getiririm" derken Taha suresi 10. ayette
"Bigabesin" kelimesi kullanılmış aynı olay Kasas suresinde
"Cezvetin" kelimesi ile ifade edilmiştir. İşte Mekkeli müşrikler bunu
"sen kendin uyduruyorsun eğer bunu Allah söylemiş olsaydı aynı kelimelerle
bütün Musa (as)'ın kıssasını birden anlatırdı" diyorlar.
İkinci olarakda,
Kur'an ayetleri bir önce gelen ayetlerin hükmünü aynı konuda gelen diğer ayetler
tarafından ya tamamen veya kısmen kaldırılmaktadır. Mesela içki ayeti önce
dikkat çekme, daha sonra dikkat çekmede açık açık ifade, ondan sonra içkili
iken namaza yaklaşmama en son olarakta tamamen haram etme gibi. İşte buna
benzer ayetlerde de olduğu gibi "sen niye çelişkili konuşuyorsun. Sen bu
ayetleri kendin uyduruyorsun" diye itirazlar etmişler. Allah (cc)'da bu
ayette "halbuki Allah indirdiğini gayet daha iyi bilir, ama onların birçoğu
bunu bilmezler." Tevrat ve İncilin hükmünün kaldırılıp yerine Kur'an-ı
Kerim'in getirilmesinin, yine Kur'an ayetlerinde de bazı ayetlerin kaldırılıp
yerine diğer ayetlerin getirilmesinin Allah katında birçok hikmetleri vardır.
Bunlar bizim içinde birer rahmettir. İnsanlar bunu bilmezler.
Günümüzdeki
imansızların bir de Kur'an'a şu yönden itirazları var. Kur'an'ın sistematik
olmadığını iddia ediyorlar. Yani namazla ilgili ayetlerin arka arkaya olması
gerekiyormuş veya Musa (as) kıssası Yusuf suresinde olduğu gibi değişik
surelerde değil bir surede verilmeliymiş, ceza ile ilgili ayetler bir arada
verilseydi gibi...
Aslında bu pekte
yabana atılacak cinsten olmayan ve de mantıklı gibi görünen bir durumdur. Fakat
onlar bizim kitap anlayışımızı şartlandırdılar, diyelim ki üniversite de bir
doktora tezi yazacaksınız, mukaddime şurada olacak, fihris şurada, dipnotlar
bu şekilde, konular şu şekilde gibi, bir sürü kural, ama Kur'an 1400 yıldan
beri bütün insanlığa ışık tutan bir kitap olduğu için, bir yerde namazdan
bahsederken, hemen arkasından kadınlara nasıl davranılacağım yazıyor.
Diğer biryerde
müminlere mükafattan bahsederken, genelde hemen arkasından kafirler içinde
hazırlanan cezalardan bahsediyor. İşte bunlar bu şekilde olduğu zaman bir
bütünlük arz eder ve bir fayda ortaya koyar. Diyelim ki; salata çok leziz bir
yemek çeşitidir ama, bu salatanın malzemelerini sistematik olarak sıraya
koysak, yani önce kıvırcıkları yesek, arkasından domates, soğan, tuz,
vs.....gibi. Bunun mu tadı. lezzeti fazladır..? yoksa hepsi kıyılmış, rengarenk
karışmış, üzerine limonu, tuzu, yağı ilave edilmiş, hem göze hemde damağa verdiği
lezzet başka olan mı?... İşte Kur'an'da bu şekilde sistematik değil gayri
sistematiktir. Tat ve lezzeti de o zaman ortaya çıkıyor. Sistematiği Rabbimizin
sistemidir.
Biz bu
sistematikleşmenin diğer kitaplarda ilmi eserlerde olmasına karşı çıkmıyoruz,
fakat bunu Kur'an'a uygulamaya kalkışmasınlar.[116]
102- Deki:
"İman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara hidayet ve müjde olmak üzere
onu (Kur'anı) hak ile Rabbinden Ruhul Kudüs (Cebrail) indirdi."
Kur'an'ı sen
uyduruyorsun diyenlere deki: "Onu Rabbimden indiren hak üzerine ruhul
kudusdur." Yani Cebrail (as)dır. iman edenlerin, imanda sebat etmeleri
için yani dayaktan, işkenceden, sürülmekden, hapse atılmaktan, yılmadan iman
üzerine kalmalarını sağlamak için.
Neyi nasıl ve neden
yapacaklarını öğretmek için ve müslümanlara müjde vermek için indirilen bir
kitabtır.
Bir de dünyada devleti
ahiretde de cenneti müjdelemek içindir.[117]
103-
Onların: "Ona (Muhammed'e) bir insan öğretiyor" dediklerini
biliyoruz. O kendisine saptıklarının (Muhammed'e öğretiyor dedikleri insanın)
dili yabancıdır. Bu (Kur'an) ise apaçık arapçadır.
Biz onların
"Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz.
Kafirler bu Kur'an'ı Muhammed'e bir beşer öğretiyor iddiasında bulunuyorlar
Kur'an Allah katından değil bir insan bu adama öğretiyor diyorlar bunu
günümüzde aynı şeyi iddia ediyorlar. Üniversitelerin hukuk fakültelerinde Roma
hukuku bölümü vardır orada Roma hukuku öğretirler islam hukuku bölümü yoktur
ama yenilerde konmaya başlandı isteyene orada islam hukuku ana hatlarıyla
öğretilmeye çalışılır. İşte bu Roma hukuku bölümünde islam hukuku Roma
hukukundan geçmiş iddiasında bulunurlar.
Hz. Peygamberin
çocukluğunda Suriye yolculuğu olmuş, Busra kasabasında "Bahira"
isimli bir papaz ile görüşmüştü işte islam hukukunu orada ondan aldı diyorlar,
yani "Küfür cephesinde yeni birşey yoktur" Peygamber
zamanındakilerle bugünün kafirleri arasında hiçbir fark yok, aynı şeyleri
değişik şekillerde iddia ediyorlar.
Bu konuda bizim birşey
söylememize gerek yok zira Kur'an da Hz. Allah buna en güzel cevabı şu şekilde
veriyor. ... "Hani bir adam, Muhammed (as)'a öğretiyor diyorlardı ya O,
öğretiyor dedikleri adam, arab olmayan bir yabancı idi Kur'an ise apaçık fasih
bir arapça, bu nasıl olur." Yani rahib Bahira Hz. Peygamberle görüştüğünde
Hz. Peygamber 12 yaşlarında bir çocuk, onda peygamber alametleri var Ebu
Talib'c; "Bunu geri götür, yalıudiler görürlerse bu çocuğa zarar verirler"
demiştir.
Günümüzde ki bu
kafirler de, Efendimizin bu görüşmede Roma hukukunu aldığı ve Mekke'ye
gelincede bunu yaymaya başladığı iddiasındalar. Bu mantığa ve akla uymayan bir
husustur. Hukuk fakültesinde bir adam 4 senede zor öğreniyor, hemde öğreneninde
öğretileninde dilinin Türkçe olmasına rağmen zor öğreniyor. Peygamberliğine
inanmadıkları bir insan Bahira ile şöyle dört veya beş saat içinde bütün Roma
hukukunu bir çırpıda öğreniverecek. Bugünün tekniği bilgisayar veya bilgileri
kayd edici aleti yok, ayrıca dilleri lisanları farklı, yani bunların hepsi
iftiradır.
Bu ayetin tefsirinde
müfessirler diyor ki; "Cebr ErRumi" Bizansdan gelmiş ve Mekke'de
birinin yanında çalışan bir köleymiş O Tevrat ve İncili iyi biliyormuş Mekkeli
müşrikler "Hz. Peygamber Onu dinliyor, dinliyor Kur'an'ı ondan öğreniyor daha
sonrada bize söylüyor." diyorlarmiş. Allah (cc) de bu ayette Kur'an, hiç
arapçayı sonradan öğrenmiş bir yabancının lisanına diline benziyor mu? Kur'an
fasih bir aıapçadır..[118]
104-
Allah'ın ayetlerine iman etmeyenleri Allah hidayete erdirmez ve onlar için
acıklı azap vardır.
105- Ancak
Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler yalan uydururlar. İşte onlar yalancıların
ta kendisidirler.
Bu yalanlan uyduranlar
Allah'a iman etmeyenlerdir. Ancak onlar yaparlar bu iftiraları. Allah'a iman
edenler böyle iftiraları yapamazlar. Çünkü Kur'an hakkında, onun sanatı,
mucizeliği hakkında bilgilen vardır. Bunun bir insan tarafından ortaya
konamıyacağını iman edenler bilir. Birazda insaflı olanlar bilir.
Seyyit Kutub bir hatıratını
şöyle anlatıyor: "Bir gün gemi ile ABD ye yolculuk yaparken, gemide
haylide araplar var, bir cuma vaktiydi. (Seyyit Kutub'un Prof. olduğunu da
öğrenince) ona bir hutbe okuda cuma namazı kılalım demişler ve geminin
güvertesine çıkıp başlamışlar namaz kılmaya, Seyyit Kutup farzdan önce arapça
hutbe okur. Gemideki insanlarda bunları çepe çevre kuşatıp seyrederler. Hutbe
bittikten sonra bir bayan yaklaşır, kendisini tanıttıktan sonra Ona
"Hutbeyi hangi dilde okudun" der oda "Arapça okuduğunu"
belirtir, kadın "ben dil konusunda uzman bir kişiyim, hayır siz üç ayrı
dilde okudunuz. Siz konuştuklarınızı tekrar edebilirmisiniz" diyor.
Ayetleri okuduğum zaman "bu ayrı bir dil," onları açıklamaya
çalıştığımda "şimdi başka bir dilden konuşuyorsunuz" Hadislerden
konuştuğum, hadis okuduğum zaman "bu da ayrı bir dil" diyor. Yani
Ayetler ayrı, Hadisler ayrı, Seyyid Kutup kendi lisanı ifadeleri ile konuşlumu
ayrı oluyor. İnsaflı ve de bu sahada uzman birisi Kur'anı diğer lisanlardan
şive ve lehçelerden apaçık fark edebiliyor. Günümüz Türkiyesinde ki konuşanlar,
bunu fark etmeyen ne olduğu (Akif in dediği gibi) belirli olmayanlardır.
"Şarka bakmaz,
Garbı bilmez, görgüden yok payesi Bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz büsbütün
sermayesi"[119]
106- Kim
imanından sonra Allah'ı inkâr ederse ve göğsünü küfre açarsa AMah'dan bir
gazab onların üzerinedir ve onlar için büyük bir azap vardır. Ancak kalbi
imanla mutmain iken inkara zorlananlar (kalbi imanlı iken diliyle inkar
edenler) hariç.
Kim, kalbi iman ile
mutmain olduğu halde, (zorlanan hariç), iman ettikten sonra Allah'ı inkar için
zorlanırsa, zorlanırda inkar ederse, kalbi de iman ile dopdolu olursa, yani
insanın zorlama ile güç gösterisi ile inkar etmesi isteniyor. Oda bakıyor işin
sonunda can tehlikesi var, o zaman küfür sözü söyleme ruhsatı verilmiştir.
Bu ayetin nüzul sebebi
de Ammar b. Yasir ve ailesidir. Yasir'in Anne ve babasına akla hayale gelmiyen
işkenceler yaparak öldürürler ve islamda ilk şehid olan bir anne ile bir
babadır. Ammar'm gözleri önünde yapıyorlar bunu, bu sefer sıra Ammara.gelince
oda "sizin dediğiniz gibi olsun der" ve kafirler onu öldürmezler. Bu
olayı görenler Hz. Peygambere gelip "Ammar kafir oldu" derler Hz.
Peygamberde "Ben Amman bilirim o tepeden tırnağa imanla doludur. İman onun
etine ve kanına işlemiştir" buyurur ve Ammar ağlayarak Hz. Peygambere
gelir Hz. Peygamber Ammar'a "o halde iken kalbin nasıldı" diye sorar
"kalbim imanla dop doluydu ya Resulallah" dediğinde "seni yine
zorlarlarsa yine sen de onların söylediğini söyleyiver" buyurur.[120] Bu
ayet bir ruhsattır. Dil ile inkar etmenin caiz olabileceğine bir delildir.
Bu hayati tehlike
olduğu zaman böyledir. Bir de azimet vardır ki, Ammar'm annesi ile babasının
yaptığı da odur. Bu yolda ölünür, daha doğrusu küfürü icab ettirecek sözleri
söylememektir. Ruhsatı tercih eden de günaha girmez. Yukarıda ifade ettiğimiz
gibi can tehlikesi olması lazım.
Kimde göğsünü kalbini
küfre açacak olursa Allah'ın gazabı onun üzerinedir. Ve onlar için büyük bir
azab vardır. Zorlama yok iken göğüslerini beyinlerini kalblerini küfre açan
insanlar bunu niye yaparlar? İşte diğer ayet bunu gayet açık bir şekilde ortaya
koyuyor.[121]
107- Bu,
onların dünya hayatını ahiretten daha fazla sevmeleri sebebiyledir. Allah kafir
kavme hidayet vermez.
Onlar ahirete karşı dünyayı
severler ve tercih ederler. Dünya sevgisi kişide olmamalı. Dünya sevgisi
ayrıdır. Dünyalık şeyleri kazanmak ayrıdır. Mevlana bu durumu şöyle ifade
ediyor. "Denizin üzerindeki gemi gibi olun. Deniz para gibidir. Gemide
üzerinde yüzer. Para da dışınızda dursun. Nasıl ki, gemide delik olur içine su
girer zamanla batarsa kişide deniz gibi dünya serveti ve malı içinde o şekilde
batar gider. Hz. Ömer (ra)'e sorarlar "hani zahid idiniz, dünyaya
meyletmiyordunuz. Şam'a kadar geldiniz, Irak ve Mısır'ı aldınız. Azerbaycan'ı
fet ettiniz." Hz. Ömer (RA) de; "mülk Allah'ındır. Bu Allah'ın
mülkünde Allah'ın kanunları cereyan edecektir. Haksız yere bir hurma
çekirdeğini dahi vermeyiz." Burada kafire mal vermeyiz anlamında değil,
kafirde hakkını alırken "Kur'an'a göre" hakkı olacaktır. Yoksa haksız
yere bir hurmanın çekirdeğini dahi kimseye kaptırmayız diyor.
Allah kafir toplumlara
hidayeti göstermez Buradan şu anlaşılmasın; Rabbim göstermiyor değil adam küfre
girdikçe İslama gözünü kapatır. Ve de hidayeti doğru yolu görmez.[122]
108- İşte
onlar öyle kimselerdirki Allah onların kalbleri, kulakları ve gözleri üzerine
mühür vurmuştur ve onlar gafillerin ta kendisidirler.
Bakara suresinde de
"Allah onların kalblerini kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine de perde
çekmiştir.[123] Gözlerin perdelenmesi
"ben senin gözünü perdeledim, sen artık göremezsin anlamında ve şeklinde
değildir, yaptıkları günahlar gözlerini perdelemiştir. Perdeleme günahlar
sebebiyledir.
Allah'a nisbet edilmesi ise
rabbinin koyduğu kanunlar içinde olduğu için, yani Rabbim diyorki "suç
işlerseniz neticesi budur". Hadisde de ifade edildiği üzere "Bir gür
ah işlendimi, kalb üzerinde siyah bir nokta belirlenir. Günahlar çoğaldıkça
siyah noktalar çoğalır, siyah noktaların çoğalması ilede kalb simsiyah olur ve
küflenir.[124] Ve kalb de böylelikle
mühürlenir. Kalbin mühürlenmesi sonucu, gözde artık hak ve hakikati görmez bir
duruma gelir.
Böylece de adam kendi
gözüne perdesini kendisi çekmiş demektir. Artık dini konulardan hak ve
hakikatten zevk almaz hale gelir veyahutta ahiret hayatı konuşulduğu zaman
"o konulara girmiyelim" diyor tıpkı gıdasızlıktan üşütüp hastalanan
adamın temiz ve faydalı gıdaları kustuğu veya onlardan tiksindiği gibi kaçınır.
Bize düşen görev bir doktor gibi davranıp onu tedavi yönünü tedavi metodlarına
uyarak onu islam gıdalarına alıştırmaktır.[125]
109-
Şüphesiz onlar ahirette hüsrana uğrayacakların ta kendisidirler.
110- Sonra
şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden sonra cihad edip
sabredenlerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bunlardan sonra Gafurdur, Rahimdir.
Bütün bela ve
musibetlerle imtihan edildikten sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad
eden, bütün eza ve cefalara sabr edenler var ya, işte bütün bunlardan sonra
Allah (cc) af edicidir ve de merhamet edicidir.
Kur'an'da Gafur ve
Rahim sıfatı çokça vurgulanıyor, ümidimizi Allah'ın rahmetinden kesmiyelim
diye. Kıyamet gününde Allah'ın rahmetine çok muhtacız biz, o günde mümin ile
kafiri birbirinden ayıran müminin azıcık ameline çok mükafatlar veren,
Allah'ın rahîm sıfatına işte o günde çok muhtacız.[126]
111- O gün
herkes kendi canını kurtarmak üzere gelir. Herkese yaptığının karşılığı verilir
ve onlara haksızlık yapılmaz.
O günde herkes kendi
derdine düşmüştür. Annesinin, babasının, kardeşinin, oğlunun ve hanımının
derdine bakamaz. O gün insanlarda öyle bir bela ve .sıkıntı var ki bu saydığımız
insanlarla uğraşamaz Abese suresinde de; "Kişi o günde kardeşinden,
anasından, babasından, hanımından. oğ]undan kaçar" buyruyor.[127]
Annesine bir kötülük yaptıysa gelir hakkını alır. Babasının öğrettiği sıratı
müstakim yolunda gitnıediyse, gelir yakama yapışır. Evlatlarına doğru hak ve
hakikati onlara öğretmediyse sen bize niye Öğretmedin diye gelip onların hesap
sormalarından davacı olmalarından kaçar.
İşte böyle bir günde
Allah'ın rahmetine daha çok muhtacız, o günde insanlara zulm olmaz. Herkese
yaptığının karşılığı verilir. Orada herkese işlediği günahın karşılığı kadar
ceza verilir. Ondan daha fazlası verilemez. İyilikler de ise Rabbim yapılan
iyiliğin karşılığını çokça verir.[128]
112- Allah
size güven içinde, huzurlu, rızkı heryerden bolca ona gelen bir şehri örnek
olarak anlattı. (O şehir halkı) Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettide
Allah onlara yaptıklarından dolayı açlık ve korkuyu tattırdı.
Mekkeli insanlar bir
taraftan Yemen ticareti, diğer taraftanda Şam ticareti yapıyorlar. Müslümanlar
ise sıkıntı içinde ve bu müşrikler diyorlar ki "biz hak yoldayız doğru
yoldayız zira müslüman olanlar sıkıntıda biz ise refah ve bolluk içindeyiz bu
da bizim doğru yolda olduğumuzu gösterir."
Allah'da bu duruma
şöyle bir misal veriyor. "O şehir herşeyden emniyette, açlık korkusu yok
ve durumları iyi. Kendilerine güvenleri var, her taraftan nzıklarıda bol bol
geliyor, Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları
şeylerden dolayı Allah onlara açlık ve korku elbisesini giydiriverdi. Hz. Peygamber
Medine devletini kurar, bu sefer korku Mekkelileri sarar ve derken açlıkta baş
gösterir. Ve Peygamber Efendimiz (as) develerle yiyecek maddesi gönderir. Ebu
Süfyan'da bu yardım ile "Hz. Muhammed gençlerimizin gönlünü çalıyor"
diyor.
İşte o Mekkeliler
yaptıkları şeyler sebebiyle bolluktan o darlığın içine diişiiverdiler. Her ne
kadar bu, Mekke'yi anlatsada tefsir usulünde bir kaide vardır. "Sebebi
nüzulün has olması mananın umumi olmasına engel teşkil etmez." Bu ayet
günümüzde de uygulanır. Zenginlik içinde, Allah'ın nimetlerini inkar ederek
yüzen insanlar birgün tersine dönüverir.
Devlet olarak ABD
bütün dünyanın nimetlerini yiyor. Canı fındık is-tedimi "oğlum Türkiye, şu
kadar fındık arkasından da şu kadar şeftali, pamuk vs. gönder, hemde bizimkinden
daha düşük fiyatla diyor. Canı da istemedimi, tamam sana kota
uyguladım....." diyorlar. Fakat bu çok geçmez birgün gelir bu tersine
dönüverir. Yaptıkları sebebiyle hani Rusya gibi...[129]
113-
Şüphesiz onlara onlardan bir peygamber geldi, onu yalanladılar. Bunun üzerine
onlar zalimler iken azap onları yakalayıverdi.
Onlara elçi geldi de onlar
yalanladılar Allah'ın azabı (zalim oldukları için), zulümleri sebebiyle onları
alıverdi. Bizim görevimizde, Peygamberin tebliğ ettiğini, onun görevinin bir
devamı olarak insanlara duyurmamız gerekmektedir. İçlerinden iman edenler
olabilir. Tabiki kafirler isyan edecekler müslümanı cezalandırmaya
kalkacaklar. Bu seferde bu Allah (cc)'ın gayretine dokunur, kendi velisine eza
edene Allah da eza ve cefa eder, yani azabını ona verir.[130]
114-
Allah'ın size verdiği rızıkdan helâl ve temiz olarak yiyiniz. Eğer ancak ona
ibadet ediyorsanız Allah'ın nimetine şükrediniz.
"Nimetin 2 sıfatı
vardır. 1. helal olması 2. temiz olmasıdır. Televizyonda temiz olması konusunda
toplumu uyarıyorlar şu şekilde temizleyin, bu şekilde temizleyin diye. Ama
helal olup olmaması konusunda halka herhangi bir şuur vermiyorlar AİDS 50
şekilde bulaşır. Ondan korunma yolu zina etmemektir. Bu nimetin helal yolu
nikahdır demiyorlarda efendim prezervatif kullanmayı tavsiye ediyorlar bir tane
yetmezse iki tane kullanılması gerektiği söyleniyor.
Mantık Öyle tersine
dönmüşki, ev sahibi hırsız muamelesi görüyor. "Zina etmeyin"
deyiverse gerici olup sanki hırsızlık suçu işlemiş ev sahibi durumuna düşmekten
çekiniyor. "Önce helal olmasına, sonrada temiz olmasına" zira
ayetteki sıralama o şekilde. Temiz olmayanından yersek mikrop kapar bu
dünyamız zarar.görür, ama haramından yiyecek olursak bu sefer ahiret hayatımız
mahvı perişan olur. "Ancak Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetlerine
şükredin" buyuruyor Allah (cc). [131]
115- Size
ancak ölüyü, kanı, domuz etini, Allhı'dan başkası için kesileni haram kıldı.
Kim (yemeye) mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, haddi aşmadan
(yesin) şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Allah size ölmüş olan
(leşi) hayvanı, kesilmeden öldürülmüş veya elektrik şokuyla öldürülmüş
olanları, kanı ve domuz etini haram kılmıştır. Bazıları ayette domuzuun eti
deniliyor, yağından söz edilmediği için yağı yenebilir şeklinde görüşler beyan
etmektedirler. Domuzun her şeysi haramdır. Allah'tan başkası için kesilenler de
haramdır. Allah adına değilde, onun ismi anılarak ondan başkası adına
kesilenler. Mesela gelin eve gelirken veya ev inşaatına başlamadan Önce kesilenler,
Allah'ın ismi anılarak kesilip yenebilir. Gelin eve gelirken kesilen gelin
adına değil Allah için onun rızası için böyle bir nimete kavuştuğundan dolayı
Allah'a şükür nişanesi olarak kesilir. Diğer hayırlı işler içinde kesilenler
bunun gibidir.
Yukarıda saydığımız
yasaklar zaruret halinde haddi aşmamak kaydıyla müsade edilmiştir. Kişi öyle
bir yerde ki domuz etinden başka bir yiyecek yok, ölmiyecek kadar yiyebilir.
Şaraptan başka içecek yok o zaman ölmiyecek kadar şarabı içecektir. Doyasıya
kanasıya değil.[132]
116-
Dilinizin yalan vasıflandırnıasiyla: "Şu helaldir, bu haramdır"
demeyin ki Allah'a yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan
uyduranlar felah bulmazlar.
Allah'a iftira ederek,
dilinizin anlattığı, dilinizin döndüğü, tarif ettiği şekliyle "şu
helaldir, şu haramdır" demeyin. Yani Helal veya haram koyma hakkı Allah'a
aittir. İnsanların böy]e bir hakkı yoktur, insanların Allah'ın yasakladıklarını
helale çevirme, helal koyduklarımda yasaklama hakkı ve selahiyeti yoktur. Öyle
bir kanun koyduklarında, ilahlık iddiasında bulunmuş veya yapana inanılırsa o
ilah kabul edilmiş olur.
"Allah'a iftira
isnad edenler, felah bulmazlar. Allah böyle helal ve haram kanunları koymuş
bizde bu kanunların aksini koyarız bizimkide ondan güzeldir diyenler kurtuluşa
eremezler felah bulamazlar."[133]
117- (Dünyada)
azıcık bir faydalanma
vardır. Acaklı azab onlar
içindir.
118- Yahudi
olanlara daha önce[134]
sana anlattıklarımızı haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar
kendilerine zulmediyorlar.
Müşrikler şöyle bir soru sormuşlar.
Burada haram olanlar belirtildi, yahudilere bu yukarıda sayılanların dışında
başka şeylerde haram kılınmıştı. Enam suresi 146. ayetinde "koyunun
keçinin iç yağlarını da onlara haram kıldık" diye bir ayet var tefsiri
geçmişti. Bunlar ne idi? İşte bu ayet bu soruya cevab olarak. Yahudilere haram
kılınanları anlattığımız ise; O kişilerin kendi nefislerine yaptıkları zulmün
neticesinde Allah'ın onlara olan bir cezasıydı. Haram olmadığı halde haram
kılmayı gerektiren işler yaptılar. AllalVda onlara haram kıldı.[135]
119- Sonra
şüphesiz Rabbin, bilmeden kötülük yapan, sonradajbunun ardından tevbe edip
ıslah edenlere şüphesiz Rabbİn Gafurdur, Rahimdir. Allah (cc) bu ayette de
kişinin bilmeden yaptığı kötülüklere sonra tevbe eder davranışlarını
hareketlerini düzeltirse yaptığı kötü ve yanlış hareketin doğrusunu yaparsa o
zaman af edeceğini bildiriyor.[136]
120-
Şüphesiz İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Allah'a itaatkâr (batıla
meyletmeyen) Hanif idi. Müşriklerden olmadı. İbrahim bir tek ümmetti, bir tek
şahıs ümmetti yani "bir mümin dünyaya bedeldir" diyoruz ya işte o
budur. Allah İbrahim (as) bir ümmetti ve Allah'a itaat edendi küfürden İslama
meyleden insandı ve o müşriklerden değildi buyuruyor.[137]
121-
Allah'ın nimetlerine şükredendi. (Allah) onu seçdi ve doğru yola iletti.
122- Ona
dünyada güzellik verdik. Ahirettede şüphesiz o salihlerdendir.
Tek başına dünyaya,
bütün imansızlara meydan okuyan ve tekbaşına bir ümmet olan İbrahim (as)'a
dünyada güzellik verdik buyuruyor. O da devlet olmadır. Ahirette de cenneti
verecek çünkü o salih insan ve peygamberdir.[138]
123- Sonra
sana: "İbrahim'in dinine hanif olarak uy, o müşriklerden olmadı" diye
vahyettik.
Yukarıda İbrahim (as)'ın
tekbir ümmet olması anlatılmıştı. Hz. Peygambere, sen de ibrahimin milletine
(dinine) uy. O müşriklerden değildir. İbrahim'in dinine uyun o tek bir ümmetti,
bizim de her birimiz tek bir ümmetiz, biraraya geldiğimizde ümmetler
topluluğunu meydana getirmiş oluyoruz. Onun için Allah'tan başka hiçbir şeyden
korkmamalıyız.[139]
124-
Cumartesi ancak onun hakkında ihtilaf edenler üzerine (farz) kılındı. Şüphesiz
Rabbim kıyamet gününde ihtilaf ettikleri konuda aralarında hükmedecektir.
Müşrikler soruyorlar
"niye yahudilere cumartesi günü mübarek gün oldu." "Onlar, o
konuda ihtilaf ettiklerinden oldu," buyuruyor. Yoksa Musa (as) onlara
"sizin bayramınız "cuma" gündür" dediği halde ihtilaf
ettiler "Cumartesi olsun" dediler. Bu ihtilaflarının sebebiyle böyle
oldu.
Zaman değişiyorda
düşüncesi değişmiyor. Rabbim de bu ümmete "cuma" demiş ve de
"cuma suresi" indirmiş. 1300 sene sonra biri gelmiş "cumayı
kaldırdım," Pazara döndürdüm" diyor. Ondan sonrada belimiz
doğrulmuyor. Tarihde Yahudiler yaptı, maymunluktan kurtulamadı. O günden bu
güne kadar Rabbim onlara "maymun olun" demiş. Bizde bunu yapmışız
taklidcilikten hâlâ kurtulamadık, sebeplerinden bir taneside budur. Buna rağmen
boşmu duracağız? Hayır Rabbim;[140]
125-
Rabbiyin yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et. Onlarla en güzeliyle mücadele
et. Şüphesiz Rabbin yolundan sapanı en iyi bilendir ve o hidayette olanida en
iyi bilendir.
Hikmetle Allah'ın yoluna
çağırın. Güzel nasihatla Rabbinin yoluna çağırın ve en güzel söz olan Kur'anla
onlarla mücadele edin. Kırıcı olmadan, yüreklerini yaralamadan, şahsiyet
yapmadan, mantıklı, ilmi, nakle dayalı, oturaklı ve de ikna edici bir usîubla
onlara anlat. "Senin Rabbin; yolu sapık olanla, hidayette olanı en iyi
bilendir" diyor Allah (cc). imansızlar müslümanlara zulm ederlerse
kötülük yaparlarsa harb ilan ederlerse müslümanlar ne yapacaklar.[141]
126- Eğer
ceza ile karşılık verecekseniz, size yapılan azabın benzeriyle cezalandırın.
Eğer sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır.
Eğer mutlaka
cezalandıracaksanız ki; cezalandırmadan başka yollar denenebilir. O zaman size
ne kadar ceza vermişlerse o kadar cezalandırın. Hz. Peygamber Amcası Hamza'nın
şehid edilmesini duyunca yemin etmiş. "Vallahi billahi onlardan 70
tanesinin karnını deşeceğim" demiş bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur.
Yani ayet cezalandırıldığınız kadar cezalandırın sizden bir kişi ise siz de
onlardan katili cezalandırırsınız. Bunun üzerine Hz. Peygamber keffaretini
vermiştir.
Eğer sabredecek
olursanız o, sabr edenler için daha hayırlıdır. Sabret sana sabrı verend.[142]
128-
Şüphesiz Allah iyi korunanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir.
Allah muttaki
olanlarla ve muhsin olanlarla beraberdir. Yani yapılan kötülüklerden dolayı
üzülmeyiniz, gönlünüzde daralmasın. Şeyh Sadi Şirazi diyorki: "Altın
kaseye bir taşı vursalar altın kase zedelenir. Ama bundan ne altının değeri
düşer, nede taşın değeri artar. Karga öterken bülbülün sesini bastırır. Ama
bülbül üzülmesin. Ne karganın değeri artar ne de bülbülün değeri eksilir.[143]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307-308.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/308-310.
[4] Ali İmran 191
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/310-311.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/311-312.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/312-313.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314-316.
[10] İbni Mace Mukaddime 1l
[11] En'am 153
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/316-317.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/317-318.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/318-319.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319-320.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/320-321.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321-322.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/322-323.
[21] Maide 44
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/323-324.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324-325.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/325-326.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/326-327.
[27] Ahzab 67
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/327-328.
[29] Bak Haşr 2
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/328-329.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/329-330.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331-332.
[34] Nahl 24
[35] İbni Mace K. Zühd bab 11
Hadis 4153
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/333-335.
[37] Tirmizi Cennet 11
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/335-336.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/336-337.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/337-338.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338-340.
[43] Ebu Nuaym, Deylemi ve Ibnü
Neccar'dan naklen Levamiul Ukul 11567
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/340-342.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/342-343.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/343-344.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/346-347.
[50] Bakara 249
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/348.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/349-351.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351-352.
[55] İsra 44
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/352-353.
[57]Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353.
Bakara 74
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353-355.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355.
[60] Tirmizi Edep 77
[61] Zümer 3
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355-356.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/357.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358-359.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/359-360.
[71] Al-i İmran 156
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/360-361.
[73] Bakara 180
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/361-362.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/362-363.
[76] Nisa 1105
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363-364.
[79] Bakara 1219
[80] Maide 190
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/364-365.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365-366.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367-368.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
[87] Şura 11
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/370.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371-372.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/372-373.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/373-374.
[94] Isra 115
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/375-377.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/377-378.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.
[99] Enam 159
[100] Eu Davud K. Ahdiye hah 11.
Ayrıca Şifa tefsiri 3/55, Enam 59
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378-379.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380.
[103] A'raf 1172
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380-381.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381-382.
[107] Ankebut 145
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/382-383.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384-385.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/385-386.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/386-387.
[113] Bakara 1275
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/387-388.
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388.
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388-390.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390-391.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/391-392.
[120] Hakim Müstedrek 3/357,
Beyhaki Süneni Kübra 8/209
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/392-393.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/393-394.
[123] Bakara 17
[124] İbni Mace K. Zühd, hah
29,Hadis 4244
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/394.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395.
[127] Abese 34,35,36
[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395-396.
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/396-397.
[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398.
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398-399.
[134] En'am 146
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.
[142] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.
[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.