NAHL SURESİ 2

 


NAHL SURESİ

 

Mekke'nin son dönemlerine doğru nazil olmuş. Müslümanlara iş­kenceler epeyce yapılmaya başlamış, tahammül göstermişler, dayanıl­maz hale gelmiş, Habeşistan'a hicret etmişler ve son dönemlere doğ­ruda bu "Nahl" suresi nazil olmuştur. Daha önce "igtera be tissa âtü ven şeggal gameru" âyet-i kerîmeleri nazil olmuş, yani kıyamet yak­laştı, sizin azap vaktiniz yaklaştı, anlamında âyet-i kerîmeler nazil ol­muş, ama bakmışlar ki kıyamet koptuğu yok, azabın geldiğide yok, bu­nun üzerine Muhammed (A.S.) Efendimize gelip; "Hani.! bizim kıya­metimiz yaklaşmıştı, bize azap yaklaşmıştı, niye gelmiyor Allah'ın azabı bize, madem ki hak Peygambersin, hadi üzerimize taş yağsa ya" diye Efendimizle alay etmeye başlıyorlar.[1]

 

1- Allah'ın (müminlere zafer, kafirlere azab) emri geldi. Artık onu acele istemeyin. Allah onların ortak koştukların­dan uzaktır.

Kafirlerin Efendimizle alay etmeye başlamaları üzerine Rabbim; "Etâ emrullahi fela testâcîlu, acele etmeyin, siz Allah'ın azabını acele istemeyin, Allah'ın emri geldi." buyuruyor. Yani hakkınızda hüküm ve­rildi, manası verilmiş, "Emrullahî"den kasıt, Allah'ın emri geldi. Yani Kur'ân'daki emirler, yasaklar size bildirildi Siz Allah'ın azabını acele etmeyin, yani siz bu emirlere uymadınız, yasaklarını çiğnediniz. Siz o azaba acele etmeyin mutlaka sizin hakkınızda o azap görülecek ve ge­lecektir. "Allah (cc), onların Allah hakkında söylediklerinden münez­zehtir, temizdir ve onların şirk koştuklarından da yücedir."

Yani Allah'ı (cc) tanımayanlar, yaratılmışlar arasından bir ilah edinmek mecburiyetinde kalıyorlar ve ona tapınıyorlar. Allah (cc) di-yorki: Allah onların tapınmakta olduklarından, onların şirk koştukların­dan yücedir, buyuruyor. Çünkü onların taptıklarını da yaratan Allah (cc) dür.[2]

 

2- Kullarından dilediğine kendi emrinden bir ruh (vahiy) ile Melekleri indirir. "Benden başka ilah yoktur, benden sakının diye uyarınız" (der).

Hani Mekke'li insanlar Peygamber Efendimiz (A.S.)'m peygamber olmasını da hafife alıyorlar. "Allah peygamber gönderecekse niye seni göndersin ki, şu Mekke'nin ileri gelen eşrafından bizler varız. Taifin eşrafından filanlar var. Adamın sürü sürü develeri, sürü sürü koyunları, keçileri var. Mekke'de, Medine'de Taif de çeşitli yerlerde, adı var şanı var, bunların kabilesi var. Yani güçlü kuvvetli, paraya sahip insanlar. Allah onlara peygamberliği vermiyor da sana mı verecek.? Sen ki bir yetimsin, yani çocukken annesi ve babası ölmüş, mali durumu da kötü olmuş bir insansın,a yani Allah sana peygamberliği niye versin ki" diyorlar.

Aynen günümüzün insanının da söylediği gibi. Günümüzde öyle in­sanlar vardır ki, hani "kepenek altında ne koç yiğitler yatar" derler. Adamın islâmî bilgisi, Kur'ânla ilgili, hadisle ilgili, fıkıhla ilgili fevkalâde bilgileri var ama maddi gücü yok. Bu adam hakkında bir başkası "yok canım onda ne olacak. Onun akli olsa parası olur" diyor.

Yani bir adamda aklın varlığıyla yokluğunun ölçüsü parası üzerine­dir. Mantîken doğru gibidir ama pratik hayatta bunun doğru olmadığı da gözler önüne seriliveriyor.

Türkiye'nin en zengin iki insanının yanında çalışanlar, onlardan bin kat daha zeki insanlar, fakat para bakımından onun vereceği aylığa bağlı çalışmaktadır.

O günün insanı da, Efendimiz (s.a.v.) için peygamberliği münasip görmüyorlar. Kur'ân-ı Kerîm; melekler vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (A.S.V.)'a Allah(cc) tarafından indirilmiştir. Kime indiriliyor? Allah'ın dilediği kişiye, öyle sizin belirlediğiniz insana değil. Şu adamın fazla malı var, şu adamın fazla siyasi itibarı var, buna indireyim, öyle birşey yok. Allah dilediğine indiriyor.

Hani geçmişte gördük, Musa (A.S.) ki annesi korkusundan evinden uzaklaştırma mecburiyetinde kalmış. Suyun içerisinde bir sandalın içine koyuvermiş ve o da gitmiş. Firavun'un evinde beslenip büyütülmüş bir insan. Kimi kimsesi yok, yalnız Firavun'un himayesi altında büyümüş bir insan. Onların mantığına göre hareket etmiş olsak yine peygamberlik Firavuna verilmesi gerekir. Otorite elinde, siyaset elinde, para elinde, ordulara sahip öyle bir insana verilmiyorda, ordusu olmayan, silahı parası olmayan bir insana veriliyor peygamberlik. Rabbim buna dikkatimizi çekiyor.

En yüce makam peygamberliktir. O Peygamberliği yücelten Allah'ın Ona verdiği kitap Kur'ân-ı Kerîm'dir. Öyleyse biz iki dünyada da en yüce insan olmak istiyorsak Kur'ân-ı Kerîm'i daha fazla öğrenmemiz gerekmektedir. Hz. Ömer (R.A.) öyle demiş; "Ya mâ'şeral gurrâ" "Ey Kur'ân okuyanlar! başlarınızı dik tutunuz, yolunuz size aydınlandı. Yolunuz apaçık, Kur'ânla yolunuzu belirliyorsunuz. Kafalarınızı, başla­rınızı dik tutun ve insanlara muhtaç olmayın, yük olmayın" diyor.

Yani Kur'ânla, din ticareti yapma tarafına gitmeyin. Geçiminizi başka yollardan temin edin diyor Hz. Ömer. (R.A.) (Nevevi,Et-Tibyan fi adab-ı Hamelet-il-Kur'an, El bab-ül hamiş, fiadab-ı Hamîl-il- Kur'an)

Peygamberler, peygamber olarak görevlendiriliyor da, ne söylüyor insanlara.? Ey ahali! Dikkat edin! Sakın başkalarının yolundan gitme­yin. Ancak ve ancak bizi yaratan Allah (cc)'a inanın ve O'nun sözüne güvenin ve O'nun emrettiği ve yasakladığı şeylere dikkat edin ve riayet edin ve yalnız Ondan sakının.

Yani "Fettegûn" ki çokça izah etmeye çalışmıştık, "ittigâ" dedik. Hz. Ömer "ittaga" nedir? diye sormuş, Sahâbe'den biri cevap vermiş; "ittiga", dikenli bir yolda yalın ayak yürümektir. Dikenli bir yolda yalın ayak yürümeyi, köyde yaşıyanlar iyi bilirler. Biz dikeni olmayan yere ayağımızı basmaya çalışırdık, ayağımızı acıtmasın diye. Böylece gözü­müz çok fazla dikkat kesilirdi.Normal gördüğümüzün üzerinde görürdük. Dikkatimizi tamamiyle oraya topluyoruz, ayağımıza diken batma­sın diye.

İşte onun gibi bu dünya hayatında da gözün harama değmesin, elin haramı tutmasın, kulağından kötü söz girmesin, dilimden kötü söz çık­masın diye dikkat etmeye "ittigâ" derler. Yani insanın Kur'ân'a göre amel etmesine "ittigâ" diyoruz. "Lâ ilahe illâ ene" imandır. "Fettegûni"de" ameldir. Yani Allah (cc) bize; Önce iman etmeyi, sonra da amel etmeyi emrediyor böylelikle. Günümüzde Allah'a inanamayan­lar her hangi bir insana inanıyorlar. Onun emir ve yasaklarını tutuyor­lar, O'nun izinden yürüyorlar. Halbuki o insanda doğmuş, büyümüş ve ölmüş, o da Allah'ın yarattığı birisi.[3]

 

3- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Onların (müşriklerin) ortak koştuklarından uzaktır.

Ama bizim emrini ve yasağını tutmaya yöneldiğimiz Allah (cc) ise " gökleri ve yeri hak ile yarattı" yani bir hakikati var. Gerçektir bunlar, bir hikmete binaen yaratılmıştır. Gökyüzü yaratılmış ama binlerce fay­dası vardır. Yeryüzü yaratılmış sayamıyacağımız kadar faydaları var­dır. Yani boşuna yaratılmamış. Boşuna yaratılan bir şey yeryüzünde yoktur, diyor Allah (cc) Al-i İmran suresinde geçmişti bu, "Ey Rabbimiz! Sen boş bir şey yaratmadın."[4]

Hani bize göre en boş gibi görüneni 'domuz'dur. Ama domuz'a dahi boş yaratıldı, demek günahtır. Onun etini, derisini, kemiğini kullanmak haramdır bize. Yoksa o da Rabbimin yarattığı yaratıklardan biridir. Tabiata faydası ne kadardır? çiçekler ve böcekler üzerindeki faydası nedir? tabiattaki dengeyi korurken nelere dikkat ediyor? hangi görevleri yerine getiriyor? Onlar mutlaka ansiklopedilerde yazılmıştır.

"Teâlâ amma yüşrikun" ikinci defa geldi. Yukarıda da birinci âyet-i kerîmede de "ve teâlâ amma yuşrikûn" Allah (cc) onların şirk koştuk­larından yücedir. Yani onlar, Allah'ı kabul ediyorlar, zaten şirk koşa­bilmek için Allah'ı kabul etmek gerekir. Önce Allah'ı kabul ediyorlar, yeri ve göğü yaratan olarak Allah'ı kabul ediyorlar ama diyorlar ki; Allah yeri göğü yaratmış, çiçeklerle donatmış, işi bitmiş. Bizim işleri­mize karışmasın, bizim yaratıklar arasından şu ağabeyimiz,, şu atamız var, bunun dediğini tutarız biz. Allah'ın dediğini tutmayız diyorlar.

Şimdi bu ikincisi, Allah'a şirk, ortak oluyor. Bunları ortak yapıyorlar. Bu yeryüzünde çiçekleri açtıran, rüzgarları estiren Allah (cc) ise, insanları da yöneten bizim ağabeyimiz, atamız, dayımız, amcamız veya filan büyüğümüzdür, diyorlar, şirk koşuyorlar. Rabbim ondan yücedir, niye? Onu yaratan O'dur da ondan. Yalnız insanın bu ilahlığa.-kâlkîrıası, kendisini ilah gibi görmesi gayet abes birşey veya insanın bir başka­sını kendisine ilah kabul etmesi de çok günah birşey. Çünkü[5]

 

4- İnsanı nutfe (meni) den  yarattı. Bir de bakarsın  o açık bir hasım kesilmiş.

5- Davarları da  yarattı.  Sizin  için  onlarda  ısınmanızı sağlayan şeyler ve daha bir çok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.

Adem (as), Havva validemiz ve de İsa (as)'m bir özel durumu var­dır: O'nun dışında ki bütün insanları Allah(cc) meniden yarattı. İlim adamlarının ifadesine göre; bir meninin, beş milyonda biri insana dönü­şüyor. Doktorumuz altmış milyon diyor. Altmış milyonda biri diyor. Bir meninin altmış milyonda biri çocuğa dönüşeni. Yani gözünüzle görme­niz mümkün değil.

Böylesi küçük, böylesine zayıf ve bir su iken, Allah seni yaratıyorda; sen nasıl ilahlığa kalkışıyorsun.? Hani bir meninin altmış mil­yonda birinden meydana gelen adam, bir de bakmışsın ki büyüyünce Allah'a karşı apaçık bir düşman kesilmiş, imansız kesilmiş. İmansız haline bakmıyor, Anadolu'da öyle derler. "Haline bakmadan, Hasan dağına oduna gider" derler. Yani geldiği yere bakmıyor, küçüklüğüne bakmıyor, zayıflığına bakmıyor, Yaratanına karşı düşmanlığa kalkıveri-yor. Düşmanlığa nasıl kalkar şimdi günümüzde, inanmamakla kalkar.

Yani "Allah (cc) böyle demişse ben de böyle diyorum," kavganın başlangıcı ne ki, kavga ne? Sen böyle dersen ben de böyle derim gibi. Bugünkü inkarcı da aynısını söylüyor; "Allah bunu yasaklamışsa ben yasaklamıyorum, yasağı kaldırıyorum" diyor. Bu Allah'a karşı bir düş­manlıktır.

Hani ağanın biri yolda gidiyormuş, herkes ayağa kalkıyor, parası var, otoritesi var herkes ona saygı duruşuna kalkıyorlar. Dervişin biri kalkmamış, köşenin başında oturuyormuş, ağa gelmiş şöyle ayağının ucuyla dokunmuş; niye kalkmıyorsun,? demiş. Niye kalkayım demiş oda. Tanımadın mı beni,? demiş. Tanımaz olurmuyum ağam, tanımaz olurmuyum. Busefer ağa; Ben kimim,? demiş. Derviş de; "Vallahi ev­veline baktım bir damla su idin, sonuyun da ne olacağını düşündüm ka­birde toprağa düşünce bir avuç ciife olacaksın." Sen önüne sonuna bakma, şimdiki halime bak demiş Ağa. Şimdiki haline ne bakayım de­miş. Karnına bir bıçak vursam içinden gübre dökülür senin demiş. Sen bir gübre arabasısm. Sırtında şu giydiğin kürke gelince; (ayı postundan yapılmış bir kürk varmış,) onu ayının biri on sene giydi, ayılıktan kurtu­lamadı demiş.

Hani Nasreddin hoca tenkid eder ya insanları, "ye kürküm ye" diye hikayesi vardır. İnsanlara değer verirken, giydiği kürke bakmayın, orftıızundaki rütbeyede hiç dikkat etmeyin, cebindeki parasına, kasa­sına da önem vermeyin, makam mevki, şan ve şöhretine de hiç itibar etmeyin, insanlığına dikkat edin. En iyi insan da en iyi Müslüman olandır. Önce Müslümanlığına, yani islâmî yaşantısına dikkat edecek­siniz. O islâmî yaşayan adam ne olursa olsun ona fazlaca önem vere­ceksiniz.

Beşinci ayette de; İnsanlara faydası için yaratılan hayvanlardan bahsediyor. Yününden ve derisinden yararlanıp, yatak, yorgan, elbise gibi şeyler dokuduğumuza dikkatimizi çekiyor. Bir de ısınmada fayda­lanırsınız ondan diyor. Yani tezeğinden faydalanılır, tırnağı kullanılıyor, boynuzu başka bir işte kullanılır, hani eskiden bıçak sapları onunla yapılırdı, boynuzu kullanılıyor, bağırsağı kullanılıyor, gübresi kullanılı­yor, kemiği kullanılıyor, kanı kullanılıyor. Yani bir sığırın bir koyunun bir devenin, kullanılmayıp ta şöyle atılıverdiği bir yeri yoktur. Vay biz kullanamıyoruz, atıyoruz hocam, diyorsunuz da, ama başka toplayanı var onun. Bir başkası geliyor, onları toplayıp gidiyor. Yani bunları yaratan Allah (cc)

"Ve'l en'ame" derken yukarıya atfediyor, insanı yarattı, hayvanı da sizin için yarattı Allah (cc). Peki yalnız yemek içmekmidir insanoğlu­nun derdi. Yani böyle karnını doyuracak, sırtına onun derisini giyecek veya yününden elbise yapacak faydalanacak. Yani batıl ekonomik sis­temlerde bazı faydacılık akımları vardır. İslâmiyette o yoktur. Faydalanmak var ama yalnız faydacılık hakim değildir bizde.[6]

 

6- Akşam getirirken sabah salıverirken sizin için bîr gü­zellik vardır.

O hayvanlarda sizin için güzellikler de vardır. Akşamleyin yayılıp, evinize doğru gelirken, sabahleyin de yaylaklara o hayvanlarınız giderken, onların çiçekler arasında, otlar arasında gidişleri ve gelişleri ve yayılışları ve dönüşleri sizin için ayrı bir güzel manzara oluşturur, diyor Allah (cc1).

Yani yalnız etine bakmayacaksın olayın, diyor. Hani eskiden iyi mi­sal veriyorduk, komünistlik yıkıldı da biz de misal veremiyoruz. Eskiden hiç bülbülü görmemiş ve duymamış komünist bir adama; bül­bül çok güzel bir kuştur, diye söylesen ne kadar eti çıkar derdi. Yani adam onu bir tavuk gibi veya şöyle hindi gibi birşey istiyor ki etinden yararlansın Halbuki on iki kilo gelen veya on üç kilo gelen bir hindi'den, bülbül daha pahalı . Değer mi? değer. Niye? Onun da kendine has gü­zel bir sesi güzel bir görüntüsü vardır. Demek ki insanların mayasında yalnız faydacılık yoktur.Yani güzel, estetik te hâkimdir.

Güzele karşı hayranlık, bizim fıtratımızda vardır. O fıtratı da yara­tan, gökyüzünü de yaratan ve gökyüzünü yıldızlarla süsleyen Allah(cc)'dır.

İnsanı meniden yaratan, yani suya şekil veren Allah (cc), bu insa­nın ısınması vede, yemesi içmesi için hayvanlar yaratmış. Allah (cc), bu hayvanlarda bir de güzellikler yaratmış, güzellik yaratmış ama, in­sanoğluna da güzelliği algılayabilecek fıtrat vermiş. Bizim minibüs şo­förleri de yabana atılacak adamlar değiller. Adam minibüsün arkasına yazmış: "Güzelliğin neye yarardı, şu bendeki göz olmasa," diyor. Yani karşı tarafın güzelliği neye yarar ki, bakacak ve baktığından anlayacak göz olmasa. Yani bu anlayışı yaratan Allah (cc). Buna dikkatimizi çe­kiyor.

Yani sevgilerimizi yaratan Allah, nefretimizi yaratan Allah (cc)'dür.

Öyleyse bize düşen görev, sevgimizi yöneltme. Sevgi var herkeste, nefrette var herkeste. Öyleyse sevgiyi biz, Mevla'ya yönelteceğiz, başkalarının paraya yönelttiği gibi yapmayacağız. Nefretimizi de biz kâfire yönelteceğiz. Müslümana karşı değil. Nefretimizi dinimize düş­man olana karşı yönelteceğiz. Yoksa her insanda nefret vardır. İmansız da ne yapıyor? Müslümana karşı yöneltiyor nefretini. Onda da var nefret, bizde de var nefret. Öyleyse biz imansıza karşı yöneltece­ğiz, o da dinine karşı yöneltiyor zaten. Bu hayvanların bize faydası; bir yeme içme, bir derilerinden vede diğer azalarından faydalanma, bir de manzara-i umumiyelerinden faydalanmadır.[7]

 

7- Canlarınızın yarısı tükenmeden varamayacağınız ülkelere ağırlıklarınızı taşırlar.

O hayvanlarla eşyalarınızı taşırsınız. Onlar sizin ağırlıklarınızı taşır, eşyanızı taşır. Bir ülkeden başka bir ülkeye, o hayvanlar olmamış olsaydı, siz zorlukla taşıyabilecektiniz. Allah'ın (cc) yarattığı bu hayvanlar size taşıyıveriyor. Demek ki taşı­macılıkta da kullanmamızı Allah (cc) bildirmiş oluyor. Peygamber Efendimize bildirilmiş. Bu bildirmenin ne faydası var, denebilir. Çünkü daha öncedende kullanılıyordu. Yani âyet nazil olmadan öncede, Mekke'de ve dünyanın her tarafında insanlar deveyi ulaşım vasıtası olarak kullanıyorlardı. Allah (cc) tâ Hz. Âdem döneminde, bu hayvanları yaratmıştı. Hz. Adem (A.S.)'a da, Bakara sûresinde geçti (Bakara31) "Allah eşyanın ismini tamamıyla Adem'e öğretti." Ayetin tefsirinde, Demişler ki: Allah Hz. Adem'in fıtratına şunu verdi: Neyin, nerede nasıl kullanılacağını verdi ona ve oda bütün ihtiyaçlarını bu tabiattan karşıladı, diyor." "Mutlaka senin Rabbin çok merhametlidir, çok rahimdir. Çok şefkatlidir." Yarattıklarına dikkatimizi çekiyor.[8]

 

8- Atları, katırları ve merkepleri siz binesiniz ve zinetle-nesiniz diye (yarattı). Daha bilmediklerinizide yaratır.

"Allah (cc), Atı yarattı, katırı yarattı, merkebi yarattı, niçin? onlara binesiniz ve size zînet olsun için yarattı. Hem biniyoruz, hem de bizim zînetimiz oluyor, süsümüz oluyor. Hani günümüzde, bunlar pek görül­müyor ama var, maddî durumu yerinde olan, şöyle çiftlik yeri olan bir adam, hem en büyük en kaliteli mersedes veya daha kaliteli bir arabayı alıyor ona biniyor ama, mercedese para verdiği kadar da ata para veri­yor ve onun için bir ahır yaptırıyor, arada bir ona biniyor. Yani atın kendine has bir güzelliği, bir süsü olduğunu günümüzde dahi görüyoruz. Allah (cc) hem binesiniz hem de size süs olsun diye atı, katırı ve merkebi yarattı.

O gün için bu binekler varmış, Allah'da bunları söylemiş. Haşa ge­leceğin ne getireceğini bilememiş olur mu..? "Günümüzde, arabalar var,

tayyareler var, gemiler var, bunlardan bahsetmemiş. Öyle ise Kur'an 1400 sene öncesinin kitabıdır" diyenler var.

Türkiye'nin en üst makamına gelmiş bir yetkili, bir hoca arkadaşla görüştü, bizim sevdiğimiz hoca efendilerden biriyle... Çağırtmış, Hoca görüştü geldi. Neyse, hocanın karşısında mağlup duruma düşer, dü­şünce demişki: "Ama bak, Kur'ân-ı Kerîm'de ne diyor?" Kur'ân-i Kerîm'de Mücadele suresinde "zıhar" diye bir olay var. "Bir adam ha­nımının bacağını, göğsünü, annesinin bacağına, göğsüne benzetirse, bir köle azad etmesi gerekir" der. Yani hanımına, senin göğüslerin anne­min göğüsleri gibi der se, bir köle azad etmesi gerekir, diye bir âyet-i kerîme var." Demiş, "hadi bakalım biri bu günahı işlemiş olsa, nerde bulacak köleyi.?" diyormuş. Kur'ân-ı Kerîm bunu indirmiş ama günü­müzde köle yok. Bir gün gelip de köleliğin kalkacağını Kur'ân-ı Kerîm bilememiş diyor.

Hoca efendi demiş ki: "Efendim, sizi yönlendiriyorlar, daha önce dedim, sizi yönlendiriyorlar dedim. Size bilgi verenler eksik bilgi veri­yorlar. O âyetin hemen alt satırında, eğer köle bulamazsa altmış fakiri doyurur" diyor, âyet-i kerîme. Şimdi altmış fakir bulamazmıyız? biz Türkiye'de demiş.

Beş milyon işsiz var, haydi birgün, yani bundan 20 sene sonra 30 sene sonra, Türkiye'de ve dünya genelinde, zekat verecek fitre vere­cek, fidye verecek adam kalmadı diyelim. Dünya öyle bir seviyeye gelse, Ayet-i kerîmenin hükmü kalkar mı? Kalkmaz. Üçüncü satırında, "o zaman 60 gün oruç tutar" demiş. Âyet-i kerîmede 60 gün oruç tutar buyuruyor. Bu güneş var olduğu müddetçe de Allah'ın günü bulunur, de­yince, ne içersin demiş. Soğuk bir su getirsinler demiş.

Herkesin mayasında birşey var da, başkaları adamı sapıtıyorlar. İnsanı başkası saptırıyor. Şimdi Allah (cc) atı, katın, merkebi binesiniz ve size süs olsun için yarattığını haber verdikten sonra "Allah sizin bilmediğiniz daha nice vasıtalar yaratır," diyor. Yani ayet orda kalma­mış Hocam ne olurdu?

Mesela saysaydı size otomobil de verir Allah (cc), trende verir, tayyare de verir demiş olsaydı. O zaman ayet-i kerime bu kadar kal­maması lazım gelirdi ve kıyamete kadar yapılacak vasıtaları sayması gerekirdi. Ozaman kitabın hacmi bir şehre sığmaz ve yalnız isimler ki­tabı olurdu, özetlemiş Rabbim. Bilmediklerinizi de yaratır. Peki bunları saysaydı, bundan elli sene sonrasının adamı olan tefsircisi derdi ki: Ooo hocam tren, uçak, gemi veya otomobil artık deve gibi kaldı bu der. Yani "Allah sizin bilmediğiniz binekleri yaratır." Ne zaman? Bin sene sonrasının bineğinin nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. Yüz sene sonrasının hayal edemeyiz. Hatta teknoloji o kadar ileri gidiyor ki, beş sene sonrasını hayal edecek durumda değiliz.

Onun için Allah (cc) her çağın kendi bineğinin yaratılacağını haber veriyor. Ama hocam Allah yaratmıyor ki,insanlar yapıyor, denilirse; İnsanlar yapıyor veya insanlar yaratıyor diyebilmemiz için, İnsanın şöyle düz bir masası olacak, hiç tabiattan birşey almadan yaparsa ben ona yarattı derim. Yok filan toprağın altındaki demiri çıkartırsa, filan yerden çelik alırsa, filan yerden petrolü kazar getirir se, filan yerden bilmem ne kimyasal maddesini getirirde bunları bir araya monte eder se, buna yaratma denmez. Buna keşif denilir. İcat; bir yerde var olanı bulmaktır.

İnsanoğlunun yaptığı icattır veya keşiftir. Yoksa yoktan yaratmak değildir. Yaradan, onlar yarattı diyorlarsa bile, aklı veren Allah'dır (cc). İnsanoğlu kendi aklını kendi yaratacak olsa neler yapacak. Mesela dünyanın güzellik kraliçesi en zengin fizik bilginine gitmiş, demiş ki; -Fizik bilgini de çok çirkinmiş gariban- "gel seninle evlenelim, doğan çocuğumuz benim gibi güzel senin gibi akıllı olsun." Bilgin de; ya tersi olursa? Yani benim gibi çirkin, senin gibi gerizekalı olursa? Gerizekalı olmazsan bu teklifi bana yapmazsın zaten, demiş.[9]

 

9- Doğru yolu bildirmek Allah'a aittir. Ondan sapan da var. Eğer Allah dileseydi sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

Yollar Allah'a gider, diye de tercüme edelim. Doğru yolu göstermek Allah'a hastır, manası da vardır. İnsanların insana doğru yolu göster­mesi mümkün değildir. Ama insanlar hain midir? Yoo, yani doğru yol gösteren bir insan hain midir? değildir. Çok iyi niyetle çalışan insanlar vardır dünyada. Yani İngilizden de vardır, Amerikalısından da vardır, Japonundan da vardır, İtalyanmdan da vardır. Türkünden, Arabından, Aceminden de vardır.

Gerçekten iyi niyetlerle insanlara doğru yolu göstereyim diye gay­ret gösteren insanlar vardır. Art niyetli değiller, bütün malını mülkünü, servetini, şahmı şöhretini bu yola koymuş adamlar vardır. Ancak, adamın aklı sınırlı, yarını görecek durumda değildir. Kendince en doğru olanı insanlara takdim etmektedir. İşte bundan giderseniz netice daha güzel olur, diyor adam. Halbuki yarın bir başka durum meydana geliyor. Adamın söyledikleri geçersiz hale geliveriyor. Onun için doğru yolu in­sanın göstermesi mümkün değil, doğru yol Allah'a aittir. Veya doğru yolu göstermek Allah'a mahsustur.

Ama bir kısım yollarda vardır ki, o yoldan başka yola meyletmek­tedir. Hani bir Allah'a giden yol vardır, birde bu yoldan sapan yollar vardır. Bunu Peygamber Efendimiz (A.S.) şöyle tarif etmiş; kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra sağ tarafına iki çizgi çizdi, sonra sol tara­fına iki çizgi çizdi, sonra orta çizginin üzerine parmağını bastı ve dedi ki; "işte benim dosdoğru yolum, bu yola uyunuz.""Şu yollara; yani sağ­daki iki yola soldaki iki yolu göstererek, şu yollara uymayınız, yoksa yolunuz sapar. Sizi saptırır, sizi paramparça eder," diyor[10] ve[11] Efendimiz bu ayeti kerimeyi okumuş ve elini orta çizgiye basmış. Yani bütün davranışlarımızda orta yolu takip etmek esastır.

Allah iki yol veriyor; Cehenneme giden yol, bir de Cennete giden yol cehenneme giden yola gitmeyin diye uyarıcılar gönderiyor, Cennete gidin diye insanlara müjdeleyici gönderiyor, peygamberler gönderiyor yoksa Rabbim dilemiş olsaydı hepimizi müslüman ederdi Yani bunları yaratmasına ne gerek vardı.

Rabbim dileseydi hepimizi Müslüman ederdi. Ama o zamanda imti­han denen şey ortadan kalkardı. Başarılıyla baskısız ortadan kalkar. Başarılı insan mükâfatlandırılmamış olurdu. Onun için Allah (cc) iki yoluda vermiş ama insana iradesini de vermiş. İstediğin yola gidebilir­sin fakat benim istediğim yola uy, Cennete git. Bak, sana önde kılavuz­lar da gönderiyorum. Sana öncülük yapacak Peygamberi gönderiyo­rum demiş.[12]

 

10- Gökyüzünden size suyu indiren O'dur. Sizin için onda içecek var ve ondan içinde (hayvanlarınızı) otlattığınız ağaçlar vardır.

Gökyüzünden inen yağmurdan sizin için içecekler vardır. Tatlı su kaynakları ve nehirler o yağmurlardan oluşmaktadır. Yeryüzünde biten sebzeler, meyveler de o yağmurdan oluşmaktadır. O meyve ve sebze­lerin ağaçların olduğu yerlerde siz hayvanlarınızı otlatırsınız diyor Allah (cc).

Yani hayvanlarınızın otlaklarını yaratan O, oraya yağmuru indiren o otlaklarda yiyecek otları yetiştiren de Allah (cc)'tır. Mülk sûresinin so­nunda da öyle diyor.

"Söyleyin bakalım Allah yerin tabanındaki suları çekivermiş olsa, size bu akarsuları kim getirebilir." Yani İstanbul şehri susuz kalıyor, insanların yapabileceği birşey yok, teknolojiyle yapabileceği bir şey yok milleti bir ara kandırdılar. Her tarafa afiş astılar, işte gökyüzünden yağmur yağdırdık. Ee yağdırsana ondan sonra bir daha, Rabbimin yağ­muru geliyor, bulutlar hazır oluşuyor, o arada bir şeyler atıyorlar. Buyursunlar, bütün dünya İsrail'in ihya olması için uğraşıyor. Eğer bu fayda vermiş olsa, yoktan yağmur yağdırmış olsa, israil'i suya boğacaklar yani, ama su yok. Oraya yağdıramıyorlar. Yani şartlar oluşmadan o atılan bombanın faydası yok. Yani yağmur gelecek bulutlarla beraber gökyüzünde, size in sem mi inmesem mi,? diye tereddüt ederken, in arkadaş diye bombayı o zaman atıyorsun. Yoksa, o şartlar oluşmadan, o bombayı atmanın da faydası yok.[13]

 

11- O su ile sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveler bitirir. Düşünen toplum için bunda ib­ret vardır.

Yani herşey yağmura bağlı, ziraî mahsûllerin tamamı, meyvelerin tamamı yağmurun yağmasına bağlı. Bunları da yapan, bunları da yara­tan Allah (cc) dür. Zeytini, hurmayı ve üzümün adını zikrediyor. Ondan sonra da ve bütün meyveler diyor Rab'bim. Peki niye bunları zikrediyor da diğerlerini saymıyor? Bunlar bütün dünya insanı tarafından bilinen meyvelerdir de ondan. Yani, üzüm dedim mi, Japon bilir, Türk bilir, Arap bilir, Acem bilir, Avrupalının tamamı bilir. Aynı şekilde zeytini bütün dünya tanır ve bilir. Ama bazı meyveler vardır ki, yalnız Türkiye'de vardır, diğer dünya ülkelerinde yoktur. Veya dünya ülkele­rinin birinde olan meyve yalnız oraya hastır, başkalarında yoktur. Onun ismini vermenin anlamı yoktur. Çünkü Kur'ân evrenseldir.

Bütün dünya insanına indirilmiş; öyle olunca, kullandığı isim ve ke­lime bütün dünya insanının bildiği bir kelime olması gerekir. Onun için edebiyatta da kullandığımız terimler, ıstılahlar bütün dünya insanının anlayacağı ıstılahlar olmalıdır, kelimeler olmalıdır, öyle seçilmelidir.

Hani İbrahim'in bıçağı gibi keskin deseniz, bütün dünya insanı anlar. Yani bir bıçağı tarif ediyorsunuz; romanınızda veya şiirinizde, İbrahim'in bıçağı gibi keskin, derseniz, bütün dünya insanı anlar. Çünkü İbrahim'i (a.s.) herkes tanır. Ama bizim köylü, kara Ahmed'in bıçağı gibi keskin diyecek olursanız kimse anlamaz. Kara Ahmed kim? Onun bıçağı nasıl? Onu bilmez. Ama İbrahim (A.S.)'ı ve onun bıçağını bütün

dünya insanı tanır. Yani evrensel kelimeler seçiyor Rabbim, Öyleyse biz de kullandığımız üslubumuzda evrensel kelimeleri seçmeye dikkat etmemiz gerekiyor.[14]

 

12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı emrinize amade kıldı. Yıldızlarda onun emriyle boyun eğdirilmişlerdir. Aklı ba­şında olanlar için bunda ibretler vardır.

Yıldızlar da Allah'ın emri ile yine insanların istifadesine sunuldu. Yani herşey insan için yaratılmış, insan da Allah'a itaat, ibadet etsin için yaratılmıştır. Onun için, insanın pahası çok büyük derler.

Hani maliyet vardır ya, her hangi bir malın maliyeti vardır, fiyatı şu kadardır da, maliyeti ne kadardır? o malı üreten maliyetini bilir. Peki in­sanoğlunun bir ferdi değil, hepsi yani beş milyar insan varya; beş mil­yar insanın maliyeti, insanoğlunun ürettiği kelimelerle ifade edilemez. Rakamlarla ifade edilemez.

Çünkü insanoğlunun oluşmasında rüzgar, görevini yapıyor. Toprak görevini yapıyor, güneş görev yapıyor, ay görev yapıyor, yıldız görev yapıyor. Bütün bunlar insan için yaratılmış. Yani böylesine maliyeti bü­yük bir fabrikanın içinde biz üretiliyoruz. Ve Rabbim bu kadar masraf ediyor; yani Rabbim için masraf yok ama biz bizim açımızdan düşünüydoruzıbunu. Sırf kendisine ibadet eden bir kul olsun için bunları veriyor.

Aklı başında olan insanın da; bu kadar masraflı fabrikada üretildiğini bilip, kendisine bir değer vermeli. Bu, kendisine verdiği değeri, kendisine Yaratan'a adamahdir. Ve malıyla canıyla değerli olan varlığını da Allah'ına adamalıdır. Çünkü malını yaratan Allah'dir, canını da yaratan Allah'dır. Onları Allah'ın rızası yolunda kullanabilmelidir.

Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler vardır, diyor. Yukarda; düşünen toplumlar için, burada da aklı başında toplumlar için, ibretler vardır diyor Allah (cc). Yarattıklarını anlatmaya devam ediyor:[15]

 

13- Sizin için yeryüzünde çeşitli renklerdekileride (emrinize verdi) şüphesiz öğüt alan toplum için bunda ibret vardır.

Yeryüzünde sizin için rengarenk şeyler yarattı, diyor Rabbim. Rengarenk, "Elvan'ı" tiirkçede kullanırız, değil mi? "Elvan çiçekleri takma başına" diye Karacaoğlanın bir şiirinde var. Yani rengarenk, allı, morlu, yeşilli sarılı renkleri başına takma diyor orda. Sizin için renga­renk şeyler yarattı diyor Rabbim.

Yeryüzünde çiçek rengarenktir, yiyecekler rengarenktir; Denizden çıkan mahsuller vardır, rengarenk, hayran kalırsınız. Kapalıçarşıya git­tiğinizde görürsünüz denizden çıkan incisi var, mercanı var, yakutu var. Onlar su ürünlerinin rengarenk çeşitleridir. Ki sahildeki şehirlerimizin birçoğunda sırf deniz ürünleri satılıyor ki rengarenktir. Denizin içine girmeye gerek yok, gördüğümüz tabiat da rengarenktir herşey. Her yi­yeceğin kendine has bir rengi ve kendine has bir kokusu vardır. Böyle rengarenk yaratan Allah (cc), sizin için yarattı, diyor.

"Bütün bunları zikreden, hatırlayan toplumlar için bunlarda nasihat vardır, toplumlar için bunlar ibrettir diyor.

"Kav" bilirmisiniz, ağacın gövdesinde biter. Onu alırlar, çakmak ta­şma vurarak eskiden ateş yakmak için onu kullanırlardı. Bizim köyde sigara tiryakileri onu kullanırlardı ben görüyordum. Kav gibi, elmanın kuru ağacından Allah (cc) kavı bitirdiği gibi elmayı bitirebilirdi. Sudan insanı yaradan, meni'den insanı yaradan Rabbim; o ağacın kuru bağrın­dan da elmayı bitirirdi ama öyle yapmamış; evvela dallar yaş, yas dal­ların üzerinde bembeyaz çiçekler, göz zevkini alsın, göz tadım alsın, onun yanı başında yemyeşil yapraklar, ondan sonra koruğa dönüşen elma, sonrada tatlanan elma, ama elma da renksiz değil; beyaz elma. sarı elma, kırmızı elma, yeşil elma. Böylece göz zevkini alacak. Yiyorsunuz, gaye yalnız karın doyurma olmuş olsaydı, Rabbim koku vermeden, tatta vermeden, hap gibi yapıverirdi, atardınız karnınıza do-yardi. Tat alsın diliniz, burnunuz kokusunu alsın, gözünüzde zevkini alsın diyor Rabbim. Yani "rengarenk" ifadesini kullanıyor Allah (cc).[16]

 

14- Ondan taze et yemeniz ve ondan giyeceğiniz süs eş­yasını çıkarmanız için denizi (emrinize) müsahhar kılan O'dur.

Aman ya Rabbi; bize rengarenk deniz ürünleri vermişsin, onlarla süs eşyaları yapıyoruz, onların içerisinden balığın çeşitlerini yaratmış­sın, taze taze etlerinden yiyoruz. Nakliye işlerimizi denizden yapıyo­ruz. En ağır tonajlar, hani uçakla götürülemeyenler, gemiyle götürülü­yor. Yüz bin tonluk, iki yüz bin tonluk, üç yüzbin tonluk, günümüzde sekizyüzbin tonluk gemiler yapılmıştır. Sekiz yüzbin tonluk gemiler. Akıllara hayret verecek birşey.

Rabbim denize dikkat çekiyor. Yani ağırlıkların taşınması konu­sunda denize dikkatimizi çekiyor ki, şu anda deniz birinci derecededir, ağır yük taşımada. Onun için, yani süs eşyaları, karnımızı doyuracak etler ve bir de eşyanızı, hani ticaretinizi yapacak gemileri yüzdürmeniz için denizi emrinize verdi, diyor Allah (cc). Bunlara bakıp bakıp şük­retmemiz gerektiğini ifade ediyor.[17]

 

15- Sizi sarsmasın diye yeryüzüne dağlar bıraktı, nehirler ve yollar bıraktı. Doğru yolu bulaşınız.

Rabbimiz yeryüzünü yarattı, yeryüzünde dağları da yarattı ama top gibi veya küre gibi dış yüzeyi dümdüz olarak değil. Peki dümdüz olsaydı ne olurdu? Rabbimizin ifadesiyle;

Sizi sallamaması için yeryüzünde dağlan yarattı diyor. Dağlar, denge unsuru oluyor. Bu günün ilim adamları da öyle derler ya; dünya­nın dönerken bizi sallamaması, hızlı dönmesinden ve bir de dağların dengeyi sağlamasından derler. Allah (cc)'de bizin çalkalanmamanız, yani olduğunuz yerde sallan­mamanız için dağlan denge unsuru olarak yarattı.

Bu âyet-i kerîmeyi, dünyanın dönüşüne de delil olarak getirmişler Ve birde dağların faydasına dikkat çekmişler.[18]

 

16- Alametler (yarattı). Onlar yıldızlarlada yolları bulur­lar.

Daha düne kadar denizciler yollarını yıldızlardan takip ederlermiş, şimdi ise diyorlar ki: "Yıldıza bakmıyoruz gayri. Gökyüzündeki uydu­lar, her yarım saatte bir veya istediğimiz zaman bize yerimizi belirtiveriyorlar.

Hemen bulunduğunuz yeri öğrenmek istediğinizde; belirli tuşlara bastınızmı, şu anda filan enlemde, filan boylamda veya kendi tabirle­riyle, filan yerdesin, diyorlar. Bu teknelojiyi elinde tutan devletler ise gemilerden veya sattığı malzemeyle ücretini almış oluyor. Gemicilere şunu sormuştum; gökyüzü kapalı olsa, kapkaranlık bir gecede, gökyü­zünde bulutlar var, yıldızları da görmüyorsunuz. O zaman ne yapacak­sınız,? dediğimde, dedi ki; "zaten günümüzde yıldıza bizim ihtiyacımız yok. Ama uydunun ihtiyacı vardır, o ayrı. Yani o bize yerimizi belli ederken, o yine gökyüzünün yıldızları ve yeryüzündeki belirli yerleri esas alarak bize bilgiyi veriyor. Kaptan olarak yıldıza ihtiyacımız yok."

Eskiden yıldızlarla yön tayini yapılırken, Rabbim'de ona dikkat çe­kiyor ki; yani uydunun ayarlanması da yeryüzündekine bilgi verirken, mutlaka sabit bir nokta esas almazsa tarifi mümkün değil.

Herhangi birine evinizi tarif ediyorsunuz, ne diyorsunuz? Genelde halkımız, filan bankanın biraz ilerisinde veya geri sinde, (bunu demeyin sakın bir daha) öyle diyeceğinize; filan caminin ilerisinde veya geri­sinde; banka kadar cami var. Türkiye'de, İstanbul şehrinde. Filan ca­minin altında, filan caminin solunda, filan caminin ilerisinde, diye tarif edeceksiniz. Yani bir yer tarifinde sabit bir yeri esas alıyorsunuz. Aynı şekilde uyduda adres v.erirken mutlak bir sabit noktayı esas alması gerekir ki, Allâhu-âlem oda yine yıldızlardır.

Şimdi bu yıldızların bize bildirilen faydasından biri, bir diğeri ise; süstür. Dünyamızın süsü... Hani Mülk sûresinde: "Dünya semasını yıldızlarla süsledik," diyor Rabbim, süs görevi yapıyorlar. Üçüncü bir görevleri ise "gökyüzüne çıkmaya çalışan, şeytanlara mani oluyorlar," diyor Rabbim.

Alimler de yeryüzünün süsüdür diyorlar. Alimler de yıldıza benzer. Peygamber Efendimiz: "Benim Ashabım yıldızlar gibidir," diyor. Alimler de yıldızlara benzer, öyleyse alimler yeryüzünün süsüdür. Alimler yeryüzünde; dinine sataşan şeytanlara yıldız gibi kayarak on­ları yakarlar. Alimin görevlerinden biride bu. Ve aynı zamanda alimler, insanların küfür karanlığındaki yolculuklarında onlara ışık tutarlar, on­lara yol gösterirler.[19]

 

17- Yaratan, yaratmayan gibi midir? Siz düşünmüyormu-sunuz?

Yani siz niye Allah'a ortak koşup duruyorsunuz? Yahu, yaratan, yaratmayan gibi midir? diyor Rabbim. Bir tarafta yaradan, ki buraya İcadar yarattıklarını anlattı. Gökyüzünü yarattı, yeryüzünü yarattı. Yeryüzüne sular indiren, meyveler sebzeler yetiştiren, hayvanlar ye­tiştiren, sizin nakliye vasıtalarınızı yapan, yeryüzünde çeşitli renk de zînette eşyaları yaratan, zeytinden, hurmadan, üzümden ve binlerce meyveyi ve sebzeyi yaratan Allah (cc), sizin kendisine itaatinizi isti­yor. Tutuyor insanlardan bir kısmı yaratılmışa itaat ediyor. Hiç yara­tanla yaratılan bir olurmu? Yaratamıyan la yaratan bir olur mu?

Hâlâ mı nasihat almayacaksınız diyor. Peki Allah bunları saydı, ni­metlerini bize saydı , bu kadar mı? Rabbim:[20]

 

18- Allah'ın nimetlerini saysanız, sayamazsınız. Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.

Allah'ın ni'metlerini saymaya kalksanız sayamazsınız, diyor Rabbim. Bildiklerinizden hareket etseniz yine de sayamazsınız.

Yani gördüğünüz alan içerisinde, mesela İstanbul'da doğup İstanbul'da büyüyen bir adam, Allah'ın bu İstanbul şehrindeki ni'metle­rini saymaya kalksa, sayması mümkün değildir. Yalnız kendi vücudun-dakileri saymakla bitiremez, Rabbimizin ni'metlerini. Mutlaka Allah günahları affedicidir. Ve de Rabbim merhamet edicidir.

Yani ola ki içinizden biri birinin peşinden gitmiştir, şirk'e girmiştir veya iman etmiştir de amel etmemiştir. Ya ben bittim zaten, bu güne kadar gavur olarak yaşamışım, ateist olarak yaşamışım, komünist ola­rak yaşamışım, benim günahım çok fazla demeyin. Allah affedicidir, Allah merhamet edicidir, diyor Rabbim.

"Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmez ise onlar kâfirlerin tâ kendile­ridir," diyor âyet-i kerîme.[21]

Bir başka ayette de; "Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, zalimlerin tâ kendisidir." Birinde de, "fasıkların tâ kendisidir"diyor. Üç âyet ardarda geliyor. Alimler, üçünü yorumlarken demişler ki: "Gerçekten insan, Allah'ın kanunlarını beğenmiyerek, yeterli değil diyerek tatbik etmez se; o kâfirdir." Beğeniyor.., iman da ediyor da, "vallahi şartlar müsait değil, yani ben bunu yapıverecek olursam boynuma vuruverirler, elimden bu otoriteyi ahverirler, daha güzel hizmet etmem gerekir benim" filan gibi nefsinin uydurduğu bazı vesveselerin peşinden gidecek olursa, bu adam günahkârdır, zâlimdir, fâsıkdır diye izah yapılmış.

Yani iman ediyor ki, bu Kur'ân en büyüktür, bunun ahkâmı uygula­nırsa daha iyidir. Buna inanıyor da, uygulama tarafına gidemiyor. Buna mü'min deniliyor fakat zalim veya fasık kelimesi de kullanılıyor.[22]

 

19- Allah gizlediğinizide açıkladığınizıda bilir.

20- Allah'dan başka çağırdıkları (tağutlar) yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıyor.

Onların Allah'tan başka ibadet ettikleri, çağırdıkları, yalvardıklan kişiler, kendileri yaratılmışlardır. Onlar birşey yaratamazlar ki diyor. Hani ey bu günleri bize sağlayan.......... diyorlar ya, aynen..!!!

Allah'tan başka, çağırdıkları diyor. Çağırma bizde nedir? "Ey Ali! gel buraya!" buna çağırma diyoruz işte. Allah'tan başkasına çağırdıkları var ya, onlar birşey yaratamazlar. Bu kadar yetmiyor mu? Onlar yara­tılmışlar, yani kendisinin ihtiyacı var. Yemeye ihtiyacı var, giymeye ih­tiyacı var, Allah'ın yarattığı rüzgara, havaya ihtiyacı var, Allah'ın ya­rattığı göze kulağa ihtiyacı var. Yahu bu adama ne çağırırsın ki, hani güzel bir söz vardır: "Kendisi muhtacı himmet bir dede; nerde kaldı gayrı ya, yani başkasına, himmet ede."[23]

 

21-  (O  tağutlar)  ölüdürler,  diri  değiller.  Ne  zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Onlar ölüdürler, diri değildirler. Şimdi burada, benim çok üzerinde durduğum bir konu var ki, Kur'ân duruyor tabii, benim de anlatmaya çalıştığım; hani "Mekke döneminde putlar varmış, taşlara tapınırlarmış." denilir. Yok öyle birşey tarifte. Rabbim, onların tapındıkları ölülerdir, diri değil diyor. Yani bunların tapındıkları adamlar, canlıyrmş bir za­manlar. Yani insana tapınma vardır, Tarih boyunca tapınma insanadır.

Ama nasıl? Adam ölmüş gitmiş, öldükten sonra da tapınma devam ediyor. Onun için Rabbim: "Onların tapındıkları ölüdürler, diri değildir­ler." Ölmüş olanlar, ne zaman diriltileceklerinide bilmezler." buyuruyor. Garibanlar Kabirlerinde yatıp dururlar, azaplarını çekip dururlar. Ne zaman dirütileceklerini dâhi, yani mahşerin ne zaman kurulacağını da bilmezler, ama bu dünyada binlerce adam "Eeey ...!" derler.

Bu hareketleriyle de O garibanın azabını artırırlar, azabını arttırırlar çünkü biraz sonra da o konuyu açıklayan ayet-i kerime var; (25. Ayet) "O, kendisine çağrılan ilah, Hem kendi günahlarını yüklenir hem de sapıttığı adamların günahını yüklenir," diyor âyet-i kerîmede. Şimdi onun tefsiri gelecek. Yani milyonların işlemiş olduğu günahı hiç eksil­mez, bu adamın günahı eksilmez, ona tapman adamın günahı günahtır, onda yazılı, ama bu adamın günahı kadar da ona gider. Artık düşünü-verin günahını çokluğunu.[24]

 

22- Sizin ilahınız birtek ilandır. Ahîrete iman etmeyenle­rin kalbleri inkarcıdır. Onlar müstekbirlerdir.

23- Şüphesiz Allah onların gizlediğinide açıkladığımda bilir. O müstekbirleri sevmez.

Büyüklük taslayan, yani "kibirli" diyoruz buna. Allah;(cc) kendisine karşı kibirleneni de, insanlara karşı kibirleneni de sevmez. Kibir her halükârda, nerdeyse küfür olmuştur. Kibirlenme insana karşı yapılmışsa büyük günahlardan, Allah'a karşı kibirlenmek ise, şirk olarak değerlendiriliyor. Yani Allah bu işi bilememiş dediğinde. Bu müşrikliktir işte. Kâfir olmuştur bu adam.

Öbürüsü ise kendini diğer insanlardan üstün görme. Kibirlenme de­diğimiz şey: Kendini diğerinden üstün görme, bu da büyük günahtır. Kimseden kendimizi üstün görmeyeceğiz, çünkü kendimizi kendimiz yaratmadık. Başka üstün gördüğümüz adamlar var ya, onu da o kendisi yaratmadı.

Mesela ben bir saat yapsam, siz de bir saat yapsanız, ben derim ki: Benim yaptığım saat seninkinden iyi, bunu deme hakkım var. Benim ürettiğim konfeksiyon malı seninkinden güzel, bunu deme hakkım var, ama "benim ürettiğim çocuk, senin çocuğundan üstündür" deme hak­kına sahip değiliz. Çünkü bizim katkımız yok fazla. Yani gözünün ren­ginde, saçının telinde ve sayısında katkımız yok, bilmiyoruz ki oğlumu­zun saçının sayısını, yani katkımızın olmadığını ifade ediyorum. Hiç bir şeyinde katkımız yok öyleyse, kibirlenme tarafına gitmeyeceğiz, büyük günahtır. Allah kibirlenenleri sevmez diyor Rabbim.[25]

 

24- Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde: "Eskilerin masalları" derler.

Bu inkarcı güruha, bu kibirlenenlere, Rabbime karşı kibirlenenlere sorsalar, deseler ki; Yahu Rabbiniz ne indirdi, âyet olarak ne indirdi? denilse; vallahi geçmişlerin masallarını anlatıyor o kitap, derler.

Mekkeli müşrikler; Peygamberimiz'e inanmayanlar var, Mekke'nin dışından da gelip; "yahu, burada Peygamberim diyen biri varmış, bir görmek için geldik, neler söylüyor?" diyorlar. Mesela Mekke'ye gelince bir arkadaşın evine misafir oluyor. Diyor ki; yahu burda biri peygam­berlik yapıyormuş, ne diyor bu adam? diye soruyor. Geç canım dinle­meğe değmez, geçmişin masallarım anlatıyor, diyor. Hikâye diyor, adam.

Aynı şeyi günümüzde de söylüyorlar adamlar hani kitap olarak ya­yınlandı, bir imansızın kitabı, bazılarının da makalesi yayınlandı, Kur'an-ı Kerim hakkında; "Efendim geçmişin hikâyesi, Nuh'un hikâyesi, Nuh'un gemisinin masalı, Lût'un masalı veyahutta Musa ile Firavun'un harbi anlatılıyor." gibi şeyler söylüyorlar.

Harp anlatılmıyor bizde. Tarih kitaplarında harpler anlatılırken nasıl anlatılır? Filanla filan arasında, filan yerde, filan tarihte der. Masal böyle anlatılır. Ama Kur'ân-ı Kerîm'de yer ismi verilmez, tarih verilmez, komutanların anasının adı babasının adı da verilmez. Peygamberin anasının adı babasının adı, Firavun'un veya düşmanların anasının adı babasının adı, yani künyesi de verilmez. Peki ne verilir? Onun sahip olduğu küfür mantığı verilir, berikinin imanı ve ona karşı mantıklı ver­diği cevaplar Kur'ân-ı Kerîm'de haber verilir. Netice de peygamberlerin

galip geldiği bildirilir. Yani bize örnek olsun diye, tarihden örnekler verilir. Yoksa, masal anlatılmaz bize...[26]

 

25- Kıyamet gününde kendi günahları tam olarak, bilgi­sizce saptırdıkları kişilerin günahlarından da yüklenmek için (böyle derler). Dikkat et ne kötü şey yükleniyorlar.

Allah, onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilir. Niçin bunlar, bilginin ne faydası olacaktır? Yarın kıyamet gününde, yüklendikleri bü­tün günahları çeksinler diye. Yalnız kendi günahları değil, onların sa­pıttığı insanların, bilgisizce sapıttığı insanların da günahlarını taşısınlar diye, diyor.

Uyanık olun diyor şimdi bize de; "dikkat edin, uyanık olun, onların o taşıdıkları günahlar ne kötü şeydir, Onların başına ne kötü belalar geti­recek, ne kötü azaplar verecek "diyor Allah (cc).daha Rabbim bu konuya dikkatimizi çekiyor. Ve ahirette olacak olan şeyi olmuş gibi gösteriveriyor.

Bakara suresi 166ncı Ayet-i kerîmesinde; "O gün uyulan kişiler, uyan kişilerden kaçıverecekler."diyor. Yani küfrün önderleri, kendisine uyan adamlardan kaçıverecekler. Yani benim günahım bana yeter, bir de sizin yüzünüzden bana günah gelmesin, nolur defolun gidin benim yanımdan diye kaçıverecekmiş. Onlar da:

"Ya Rabbi! Biz, bizim efendilerimize ve ileri gelen büyüklerimize uyduk, itaat ettik, bizim yolumuzu bunlar sapıttı. Yolumuzu sapıtan bunlar "[27] "Ya Rabbi bunların azabını iki kat et. Bir kendin­den dolayı, bir de beni sapıttığından dolayı." diyecekler. Yani kaç adam ona uymuşsa, o uyan adamların günahı kadar da o adama günah ilave ediliyor.

İkisi de Cehenneme gidecek hocam, ne farkeder? Yani günahının fazla olması ne farkeder? derseniz, Onun Azabı şiddetli olur. İki tane kâfirdir, ama, hani bazen şöyle sorulur: "Hocam bir kâfir var, Allah'a, peygamber'e inanmıyor ama, insanlığı çok iyi bunların durumu aynımı? iyiliğin faydasını görecek o. Cehennemde azabı, diğerinden daha hafif bir yerde azap görecektir. Ama yaptığı çoğaldıkça onun azabı da daha fazla şiddetlenecektir, mutlak surette.

Allah o tür insanlarla beraber olmaktan ve onlarla aynı yere var­maktan ve onların ardından gitmekten bizi korusun. Peygamberinin yolunda yürütsün ve onların vardığı yere vardırsın. (Âmîn)

Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselama o günün imansız­ları, hatırlarına gelebilen her türlü işkenceyi yapmaya yönelmişlerdir. Ona iman eden, arkadaşlarına da ellerinden geleni geriye bırakmamış­lardır.

İnsanlık tarihi işkence konusunda çok tecrübelidir. Tâ Kabil'le baş­lamış, Yahudilerin Hristiyanlara ve daha sonra Musa (A.S.)'dan sonra gelen peygamberlere isyanıyla devam etmiş; yakma, yok etme, asma, denize atıp boğma, ateşte yakma gibi çeşitli işkence aletlerini' geliş­tirmişler, bugüne kadar getirmişler.

Şu anda dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar işkence görüyorlarsa, bu tarih içerisinde insanların geliştirdiği işkencenin yirminci asırdaki görüntüsünden başka birşey değil. Peygamber Efendimiz (A.S.)'a da aynı şeyleri yapıyorlar. Rabbim, Efendimize ve bize diyor ki.[28]

 

26- Onlardan öncekilerde (peygamberlerine) tuzak kurmuşlardıda Allah onların binalarına temellerinden (azabıyla) geldi üstlerindeki tavan üzerlerine çöktü. Azap onlara hissedemeyecekleri yerden geldi.

Ve onların bilmedikleri, hissetmedikleri, akıl edemedikleri bir yer­den Allah'ın azabı onlara geliverdi, buyuruyor. Bir, bilinen azap vardır. Yani insanların tahmin edebildikleri azap vardır. Bir de tahmin edeme­dikleri azap vardır. Onun için Allah (cc), bir onların tahmin edebildikleri yerlerden azabını veriyor. Yani insanın tahmin edebileceği azap; evi göçebilir, zelzele olabilir, yangın çıkabilir gibi şeyler vardır. Bir de hiç hesap etmediği yerden gelenler vardır.

Mekkeli müşrikler hiç hesap etmiyorlardı. Bir gün gelip, Peygamber Efendimiz (A.S.) güçlenir, arkadaşlarıyla beraber bir devlet kurar ve onlarla gelip Mekke'yi fetheder, hatırlarından ve de hayallerinden geç­miyordu. Çok şey hesap ediyorlardı ama, hesap etmedikleri yerden, onlara Allah'ın azabı geliverdi. Peygamber Efendimiz'e ihanet eden, sözleşmeyi bozan Beni Nadr Yahudileri kalelerine, evlerine, silahlarına  ve  adamlarına  güvendiler.  Allah  onların  hiç  hesap

etmedikleri yerden geldi. Onların yüreklerine korku saldı. Bunun üzerine Yahudiler kendi evlerini kendi elleriyle yıktılar.[29] Dünyadaki azaptır bu, iman etmeyenlerine tabiiki. Ahiretteki azabı daha bir başka olacaktır. Onu da beyan ediyor zaten, hemen yirmi yedinci âyet-i kerîme'de.[30]

 

27- Sonra kıyamet günü onları rüsvay eder ve derki: "Hani uğrunda düşman olduğunuz ortaklarım nerede?1'. Kendilerine ilim verilenler: "Şüphesiz rüsvaylik ve kötülük kafirleredir" dediler.

Sonra kıyamet gününde onları rüsvây eder. Yani Türkçede; "elâ-leme rüsvây olduk," derler ya öyle. Bir azabın içerisine girer ve yaptığı işler yüzüne öylesine vurulur ki, orada hem azabı çekiyor. Hem de fiili olarak azap çekerken, etrafında kendini tanıyıp ta bakanlarına karşı rüsvây olmanın azabı bir başkadır. Hani insan bir dayak yer, acı duyar ama, bir de yaptığı bir kötülüğün, çok sevdiği ve duymasını istemediği bir insan tarafından öğrenilmesinin verdiği azap vardır. İşte Allah (cc) ikisini birden ifade ediyor: "hem azabı tadarlar, hem de rüsvây olurlar kıyamet gününde."

Allah (cc), hani bana ortak koşuyordunuz, yani benden başkasını benim gibi kabul ediyor, benim emirlerime uyumuyor, onun emirlerine uyuyordunuz. Benim yasaklarımı çiğniyor ama onun yasaklarını tutu­yordunuz. Hani nerede onlar,? Allah'a ortak koştuklarınız ve o konuda benimle ihtilafa düştükleriniz nerede? Yani Allah'a baş kaldırıp, beriki adamı tutuyordunuz, ilâh diye tutuyordunuz. İlâh diye tutuyordunuz denince, "bugün için biz ilâh tutmuyoruz" diyenler var. Halbuki Allah'ın emrine karşı bir başkasının emrini, Allah'ın yasağına karşı bir başka­sının yasağını tercih eden adam, onu ilâh kabul etmiş demektir. Hani onlar nerede? diye Allah (cc) sorar.

Kendilerine ilim verilenler der ki: bugün rüsvâylık ve kötü azap an­cak kâfirleredir.

Büyük günah işleyen Müslümanlar, kâfirlerle denk olmayacaklardır. Hani büyük günah işleyenler, affa uğramazlarsa, günahları kadar yanıp sonra Cennete çıkacaklardır. Onların Cehennemde azap görecekleri yer de,  kâfirlerden yine ayrı olacaktır. Yani amelleri oranında bir azabı orada görecekler. Burada kıyamet gününde rüsvaylık da, kötü azap da kâfirlere aittir. Yalnız onlar o cezayı çekeceklerdir, diyor Allah (cc).

Benim dikkatimi şöyle bir şey çekiyor Kur'ân-ı Kerîm'de. Görüyoruz ki; birinci derecede Allah'a iman işleniyor, âyet-i kerîmelerde ağırlık bu. İkinci derecede ahiret işleniyor. Biraz fazla gibi geliyor bana, yani ahi-rete iman, daha fazla çokça tekrarlanmış olması, acaba fazla mı geli­yor? ama, düşünüyorsun öyle değil.

Bakınız şimdi işyerlerinde, 'dairede, dükkanlarda hep çalışıyorsu­nuz, niye çalışıyorsunuz? işte altmışına yetmişine gelince, -yani kudretten düşünce, yapacak birşey kalmayınca, tanınamaz hale gelince, elâleme muhtaç olmayalım, elâleme avuç açmayalım, helal lokma yiyelim, çocuklarımıza helal lokma yedirelim, gayreti vardır. Yani çalışmasanız da bu ömür geçer. Çalışsanız da geçer. Çünkü sınırlı birşey, en fazla yaşasak seksen sene, doksan sene, yüz sene... Ama sonsuz bir hayata iman ediyoruz biz. Öyleyse o hayat üzerine konuş­mak, altmış senelik hayat üzerine konuşmaktan fazla olmalıdır.

Akşama kadar dairenizde veya dükkanlarınızda, işyerlerinizde ne konuşursunuz ki, çeklerin karşılığı çıkmadı, senetler karşılıksız kalıyor. Efendim, filan yere malı satamadık, filan adam söz verdi de almadı, iş­ler kötü gidiyor veya işler iyi gidiyor neyse, yani hep bu altmış senenin içerisinde yapacağımız, yiyeceğimiz şeyi konuşu veriyoruz. Memurlarımız da maaşların derecesi şu kadar yükseldi, şu kadar geldi, bu kadar gitti, şunu ev kirasına, şunu kasaba, şunu bakkala verdik, elimizde birşey kalmadı hesabı oluyor. Yani, akşama kadar ağzımızdan çıkan kelimeleri hesap etmiş olsak, yüzde doksanı, sekseni bu dün­yaya ait gibi geliyor. Halbuki sınırlı bîr dünya için yüzde seksen, yüzde doksan hisse verilmemelidir. Çünkü sonu gelmez bir hayata başlaya­cağız biz ölümle beraber. Öyleyse ağırlık o tarafa olmalıdır. Rabbim dünyayı da bize anlatıyor, dünya ile ilgili bir çok âyet-i kerîme var. Ama ahirete oranla çok azdır.

Çünkü sonu gelmez hayat orasıdır, oraya hazırlık yapılması gereki­yor. Ve orada köşk, orada bahçe, orada bağ, orada çiçek, orada yiye­cek, orada görülecek en güzel şeyleri nasıl hazırlayabileceğimiz! Kur'ân-ı Kerîm'de bize tarif ediyor. O kâfirleri de tarif ediyor Rabbim yirmi sekizinci âyet-i kerîmesinde:[31]

 

28- Kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırken "Biz hiçbir kötülük yapmadık" diyerek teslim olurlar. Hayır. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.

O, nefislerine zulmeden kişiler zulmettikleri durumda, zulmettikleri halde iken melekler onların canını alıverir. Zalimler zulmederlerken melekler onların canını alıverir. Zalimler başkalarına zulmederlerken, aslında kendilerine zulmediyorlar. Başkalarına işkence yapanlar as­lında kendilerine işkence yapıyorlar demektir. Başkalarının ekmek kapılarını daraltırken aslında kendisinin ahiretteki, Cennetteki ni'met kapısını daraltıyor demektir. Başkasının elinden bir şeyi kaparken, ahi­retteki ni'metini kaptırıyor demektir. Hem de bir misliyle demiyelim bir milyon katıyla da demeyelim, çünkü sonu gelmez hayatın, bu dünya ha­yatıyla oranlamasında rakamlar yetersiz kalır.

Onun için Rabbim, "başkalarına zulmeden" ifadesi yerine, "kendile­rine zulmedenlerin canlarını melekler alırlar." buyuruyor. Bu sefer ne yapar onlar? Meleklere teslim olurlar, kaçmaları mümkün değil, der. Ve teslim olurken de, hani polis kovalıyor adamı kovalıyor, polis yetişe­mediği zamanlarda iyi kaçıyor adam. Üç saat beş saat kovalamaca oy­nuyorlar, tam yetişti, "vallahi birşey yapmadım," diyor. Hay oğlum yapmadıysan beş saattir niye kaçtın? Kâfirler de:

"Kötü birşey yapmadık biz" diyorlar.

Melek gelip: Yeter senin bu zulmün gayrı, deyip de canını alırken, vallahi ben birşey yapmadım, diyormuş.

Evet, Allah sizin ne yaptığınızı bilmektedir. Yani sen ne kadar inkâr edersen et, senin yetmiş senelik hayatında nasıl koştuğunu nasıl kaçtığım, kime ne kötülükler yaptığını, kime ne iyilikler yaptığını bilmektedir Allah (cc). İnkâr etme veya ikrar etme işi değiştirmiyor buyuruyor.[32]

 

29- İçinde ebedi olarak kalmak üzere cehennemin kapı­larından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.

Cehennem sahneleri Kur'ân-ı Kerîm'de çokça veriliyor da, insan gör­meyince fazla ürpermiyor. Hani daha çok filmlerde görülür; Bir adamı bağlarlar bir bankın üzerine, derken bir fırına atacaklar, firma doğru gi­diyor, fırınında ateşini (filmin kameramanı kabiliyetine göre) bütün dehşetiyle gösterebiliyorsa, milyonlarca metre uzakta olan seyirciyi bile ürpertiyor oradaki ateş, yani televizyondaki ateş ürpertiyor insanı. Yakacağı filan yok. Düğmenizi basıverseniz söndürebilirsiniz. ama ür­pertiyor.

Allah'ın (cc) Cehennemde hazırladığı ateş ile bu dünya ateşinin mukayesesi hiç olmaz. Hocalarımız, anlatımda kolaylık olsun diye şöyle derler; Cehennemden bir alev yetmiş defa suda yıkandıktan sonra çıkarılmış, derler. Bu ifade benim hoşuma gider. Böyle birşey yok da aslında, yani şiddetini anlatabilmenin yolu bu. Hocalarımızdan biri iyi bulmuş bunu. Yetmiş defa suda yıkandıktan sonra yeryüzüne çıka­rılmış, bu evleri yakan, bir şehri tarumar eden veyahut da şu kadar or­manı yakıp yıkan ateş te öyle bir ateşin yetmiş defa suyla yıkanıp ta çıkmış halidir, derler.

Onun için "böyle bir ateş, ne kötü bir yerdir" diyor Allah (cc), sa­kındırıyor. Orayı gözünüzün önüne getirdikten sonra, kötülük yapmanız biraz zorlaşır. Hani geçmişte veli olarak, evliya olarak tanınan bir zat varmış da, yine dürüst ermişliğe yakın bir derecede bir kadın varmış, demiş ki; ben onu baştan çıkarırım. Kötülük yapmak için gitmemiş ama iddia etmiş kocasıyla. Kocası demiş ki: "Yahu o veli adamdır." karısıda demiş ki: "Ben onu yoldan çıkarırım. Müsâde et sen." O adamda müsâde etmiş.

Gitmiş, çeşitli nameler yapmış, O zat anlamış tabii, demiş ki; "bak, bir insan bir ateş çukurunun kenarında olsa ve oraya düşmekte olsa ve tam o düşme esnasında senin gibi bir güzelle yatma imkanı olsa, acaba bu işi yapabilir mi? demiş. Yapamaz demiş kadın. İşte ben kendimi öyle hissediyorum. Yani Cehennemi görür gibiyim. Onun için haram işlemekten kendimi sakındırıyorum ben." Yani beni engelleyen bu bil­gim, bu imamındır demiş. Sonra kadın demiş ki: Allah razı olsun, biz de seni böyle biliyorduk. Aslında olmak isteseydi ben yapmazdım bu işi, demiş ayrılmış diye bir kitapçık ta yazar.

Ayet veya hadis değildir yalnız. Ayet veya hadis değil, bir olay diye nakledenler. Yani bir insan ateşi görür gibi Cehenneme iman ederse, o ateşte yanmaz. Çünkü yapacağını ona göre ayarlar.[33]

 

30- (Allah'dan) sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde onlar "(Rabbimiz) Hayır (indirdi)" dediler. Bu dünyada iyilik yapanlara güzellik vardır. Ahiret yurdu daha hayırlıdır. Müttekilerin yurdu ne güzeldir.

"Hayır" kelimesi birçok manaya geliyor. Hayır; islâm demektir. Hayır; nimet demektir. Hayır; herşeyin en güzeli manasına geliyor. "Allah (cc) bize hayır indirdi" derler. Yukarıda bir âyet-i kerîme de geçmişti[34] kâfirlere soruluyor: "Allah size ne indirdi?" Denildiğinde! "Geçmiştekilerin hikâyesi indirildi bize" diyorlar. Yani geçmişte olan olayları bize anlatıyor bu peygamber, bizi uyutuyor gibi ifade kullanıyorlar. Bunu Mekke insanı söylüyor. Mekke'de Peygamber Efendimiz (A.S.) Peygamber olarak görevlendirildikten sonras Mekke çevresindeki insanlar da duymuşlar. Meraklı insanlar Mekke'ye geli­yorlar, imansız insanlara soruyorlar; yahu bu peygamber nelerden bah­sediyor size diyorlar. Diyorlar ki: Geçmişlerin hikayesini anlatıyor bize, masal anlatıyor diyorlar.

Aynı adamlar iman eden insanlara soruyorlar. "Rabbiniz size ne indirdi?" diyorlar "Bize Rabbimiz hayır indirdi, Kur'ân-ı indirdi. Her türlü iyiliği o Kur'ânıyla bildirdi ve biz bu Kur'ân'a imanla hayatımızı değiştirdik, bütün saadeti kazandık, böylece hayrın içerisine girdik" diyorlar, Rabbimde diyor ki: Bu dünyada iyilik yapanlar, ihsanda bulunanlar, ki ihsanı biliyorsunuz: Allah'ı görür gibi Allah'a ibadet etmektir. Her ne kadar Allah'ı biz görmüyorsak da, Allah bizi görüyor, inancı içerisinde hareket ederse bir adam, sözünü, davranışını, yürüyüşünü, ticaretini, ziraatını, memuriyetini, her türlü hizmetini, Allah için, Allah görüyor di­yerek hareket edecek olursa, o insana bu dünyada güzellikler vardır di­yor. Yani Mü slü m ani ar'in mükâfatı yalnız ahirette değil.

Bu dünyada iyilik yapanlara, ihsanda bulunanlara, bu dünyada iyilik vardır. Yani karşılığını alacaktır. Ama ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Yani Rabbim'in ahirette vereceği güzellikler, hayırlar, bu dünyadakilerden daha güzel ve daha iyi olacaktır. Allah (cc); "Müttakî insanların yurdu ne güzeldir," diyor. Bu, Cennetin, ahiretin ardından geldiğinden, meallerde ve tefsirlerde genelde şu mana verilmiş: "Ahiret yurdu müt-takîler için ne güzeldir" denilmiş ama, Rabbim âyet-i kerîmede "ahiret" kelimesini kullanmadan,  "müttakî insanların yurdu ne güzeldir,"

derken, ikisini de ifade ediyor. Yanı "dünyada Müslümanlar'in kurduğu yurt ne güzeldir. Ahirette Müslümanlar'ın, iman eden müttakî insanların, Cennette varacağı yurt ne güzeldir." buyuruyor.

Şöyle diyoruz biz; Dünya tarihinde, hele hele şu 1400 senelik za­man içerisinde insanların en mutlu olduğu dönem, Peygamber Efendimiz (a.s.) Mekke'de kurduğu 13 senelik devlette yaşayan insan­ların mutluluğudur, diyoruz. Fakat günümüzün insanına bunu anlatmak biraz zordur. Adam der ki: Yahu hocam, günümüzde evlerimizin her ta­rafı son model döşeniyor. Sıcak suyu, soğuk suyu hemen anında par-mağınının altında, ateş, kibrit yakmaya bile gerek kalmadı. Çevirdi mi, tık, hatta çevirmeye gerek yok, elin vardı mı sıcak su akıyor. Yani böylesine çeşmeler yaptılar evlerimize. Böyle bir hayat günümüzde ya­şanıyor, Diyelim ki bu rahatlık bütün insanlara da umumileştirildi, ge­nelleştirildi yine de yetmez. Mutluluk denilen şey, apayrı bir şeydir.

Biz diyoruz ki; dünyada insanların en mutlu olduğu dönem, "Asr-ı Saadet" dönemidir. Peygamber Efendimiz (A.S.)'ın dönemine ve Ashabının yaşadığı döneme Asr-ı Saadet yani, Türkçe karşılığı: "Mutluluk çağı" diyoruz. Niye mutluluk çağı? Devlet başkanının evinde olan bir yiyecek, giyecek, kullanılan eşyanın tamamı, halkın her .kesi­minde var. Yani en fakir insanın evinde, devlet başkanının evinde ola­nın aynısı var. En fakir insanın sofrasında olan şey, devlet başkanının sofrasında olan şeydir. Bu arada zenginler var ayrı, ama mutlulukta fa­kirle, devlet başkanı mukayese ediliyor.

Çünkü insanlar mutluluk denen şeyi parayla yakalayamıyorlar. Mesela İstanbul'a geldiniz, dediniz ki: "Ya Rabbi şöyle başımı sokacak bir yer istiyorum." (Sanki başını sokacak bir yer buldun mu mutlu ola­caksın.) Derken, iki oda bir salon veya bir oda bir salonlu evi temin ediyorsunuz. Bu arada parayı da iyi kazanmaya başlıyorsunuz. Olmadı o evde dar geliyor. Üç oda bir salonlu bir yer alıyorsunuz. Derken çoluk çocuk filan, para da daha çok kazanılıyor, ama istekler bitmeyince mutlu olamıyorsunuz.

Daha büyüğünü, daha büyüğünü temin ediyor yine mutlu değil. "Vallahi çevremiz pek uygun değil," deyip mahalleyi beğenmiyor bu sefer. Çocukların ahlâkı biraz bozulacak, burayı değiştirmemiz gereki­yor. Sosyete semtine gitmezse huzur bulamaz bu adam. Sosyete sem­tine gider, o semte uygun araba alacaktır. Arabayı değiştirdi ama elin oğlu bilmem kaç milyar liralık bir araba almış, gelmiş evin karşısında. Aslında Müslüman'a lazım bu araba. Hocam bu araba olsa, seni ben evine o arabayla getirip götürsem olmaz mı? Niye bu namussuzlar bi­necek hep buna? Adam taktı kafayı oraya, bunu da islâmîleştirecek gayri, peki tamammı hayır. Yani, mutluluk denen şeyi yakalaması mümkün değil adamın. Olamaz da.! rahatlık ayrı, mutluluk denen şey ayrıdır.

Mutluluk denen şeyi Asr-ı Saadet'te Sahabe yakalamış. Hz. Ömer, Efendimiz (a.s.)'a bakmış; yattığı yerdeki hasırın izi Peygamber Efendimiz'in bedenine geçmiş. Hz. Ömer ağlamaya başlamış, "Ya Rasûlullah, vallahi ben Bizans devleti başkanıyla da görüştüm, İran devlet başkanıyla da görüştüm, onların oturduğu kalktığı yerleri gördüm, sen bizim efendimizsin, olur mu bu?" Yani böyle hasırın üzerinde olur mu demiş. Efendimiz ne güzel cevap vermiş ona.[35] Şimdi Medine'nin en uzak köşesindeki bir fakir, hasırın üzerinde yatar, huzursuz ölür ama, gelir ki peygamberi de aynı şeyde yatıyor.

Bir gün zenginlik onlara da gelmiş, ama Peygamber Efendimiz (a.s)'ın yediğinden bütün fakirler yiyebiliyor, giydiğinden bütün fakirler giyebiliyorlar. Aynı hissi, aynı heyecanı taşıyorlar. Bu insanlar mutlu olurlar. Ama korkunç fark, bugünkü olduğu gibi, on kişinin yediğiyle, hani Allah rahmet eylesin şairimiz üstad N. F. Kısakürek Öyle demiş ya:

"Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;

"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul," diyor şair.

Yani böyle bir ortamda, insanların huzur bulması, rahat etmesi mümkün değil. Rabbim: Muttaki insanların ülkesi ne güzeldir, diyor. Müttakî insanların ahiretteki yurdu ne güzeldir, diyor. Çünkü evine ge­lince, evinde pişenin aynısından komşusunda da pişmesini isteyecek­tir, "komşuda pişer, bize de düşer sözü" ondandır. Bunu zamanla ecdadımız sağlamaya çalışmış, gayret etmiş ve İslâm'ın müttakî insanlarla yönetildiği dönemlerde sağlanmıştır. Ne zaman ki müttakî olanlar orta yerden, güzel atlara binip çekip gitmişler, o zaman bozulma başlamıştır.[36]

 

31- Altından ırmaklar akan adn cennetlerine girerler. Onlar için orada diledikleri vardır. Allah müttekileri işte böyle mükâfatlandırır.

Onlar için Adn Cenneti vardır. Oraya girerler ve Onun altından ır­maklar akar. O Cennet'in altından ırmaklar akar ve orada insanların bü­tün istedikleri vardır. Meşru olan bütün istekleri orada yerine getirile­cektir. Bedevinin biri sormuş: Ya Rasûlallah, devemi pek severim, deve de olacak mı demiş.[37] Evet olacak demiş, Peygamber Efendimiz; Deve de olacak demiş. İnsanın hoşuna gidecek şey orada olacaktır. Ama o şey bu dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar güzeldir.

İşte Allah (cc) müttakî insanları da böyle mükâfatlandırır. O müt-takî insanlar ki.[38]

 

32- Melekler iyi insanların canlarını alırken: " Selam size, yaptıklarınıza karşılık girin cennete" derler.

O, iyi söyleyen, iyi iman eden, iyi amel yapan, iyi işler yapan, iyi şeyler düşünen, iyi şeyler gören insanların da ruhlarını melekler alır. Melekler derler ki:

"Selâm sizin üzerinize olsun. Yaptığınız ameller sebebiyle buyrun Cennete girin" derler. Bu âyetlerden, yukarıda Cehennemliklerin du­rumu, burada da Cennetliklerin durumu anlatılır. Bu âyetlerden ve Peygamber Efendimiz (a.s.)'m da bir hadisi şerifinden hareketle demiş­ler ki alimlerimiz; kişi dünyada iken ahirette Cehennem veya Cennetteki yerini görürmüş. Tam ölüm esnasında mü'min Cennet'teki yerini, kâfir de Cehennem'deki yerini görürmüş.

Âyet-i Kerîme de olduğu gibi, Kâfirlerin canlarını melekler çok zor­lukla, azap ederek alırlar. Bunu hocalarımız, eski hocalarımız (çok ya­man adamlarmış), çalı dediğimiz ağaçlar vardır, her tarafı dikendir. "vennâziâti"yi; Bütün vücudundan canını alırken, "bütün hücrelerinden dikenli bir çalıyı çeker gibi alır," diye anlatmışlar. "Vennâşitâti'yide," "sade yağdan kıl çeker gibi" diye tarif etmişler. Bu âyetin ifadesi değil ama, hocalarımız bu kolaylığı anlatacaklar; neyle anlatacaklar? İnsanların bildikleriyle anlatacaklar.

Peki hocam ama diyor bir kısım insanlar, gavurun ölüsünü biz gör­medik ama, filmlerde gülerek ölüyorlar diyor. Yani bunlar Cehennem'i görüyorlar mı acaba? Cehennemi görse güler mi? diyorlar. Tabii ki film icabı gülerek ölürler. Hakikatte nasıl öldüklerini, kaç yorgan gevdikle­rini biz görmüyoruz, bilmiyoruz. Ama şu vardır, evvela bir uyuşturucu verseler bir insana ve uyuşturucu var iken, uyuşturucu etkisini devam ettirirken ölecek olur sa, dış görüntüde biz onun azap duyduğunu bile­meyiz. Acı duyduğunu bilemeyiz. Adam ölür, büyük azap da duymak­tadır ama, azap duyduğunu vücudundan, gözünden, herhangi bir yerin­den anlayamayız. Bu şuna benzer; yatağında yatmakta olan adam, ba­karsınız adam böyle rahat rahat uyuyorve rüya görüyor, derken adam uyanıyor, diyor ki sana: Yahu niye uyandırmadın beni? Hayrola! Yahu arkama bir tane ayı düştü, o beni kovaladı ben kaçtım, o kovaladı ben kaçtım derken bir ateş yığınına vardım, geçilecek gibi değil, ya yanaca­ğım, ya arkadan gelecek o beni parçalayacak, derken uyandım. Veya yılan her tarafımı sardı, beni boğmak üzereydi gibi.

Adamın tipine bakıyorsunuz, hiç yılan görmüş gibi değil. Hiç ayı ko­valamış gibi değil ama azap çekiyor. Yani bu tür azap çekmeler olabilir.[39]

 

33- Kendilerine (ölüm) meleklerinin veya Rabbiyin emri­nin gelmesin imi bekliyorlar? Onlardan öncekilerde böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendile­rine zulmettiler.

Hani, Mekkelilere soruyorlar: Yahu bu peygamber ne getiriyor size? Vallahi geçmişlerin hikayesini getiriyor bize, diyorlar inanmıyor­lar. Peygamber olduğuna inanmıyorlar. Onlar melek bekliyorlar. Yani "melek gelmeli değil miydi?" diyorlar. Bir başka âyet-i kerîmede: Bize Allah'ın meleği gelmeli değil miydi? Melek ona geliyor, anlatıyor, o bize anlatıyor. Rabbim; "onlar ancak Allah'ın bir meleğini bekliyorlar veya Allah'ın bir emrini bekliyorlar, azabını bekliyorlar." buyuruyor.

Yalnız bunlar değil bunu bekleyenler, bundan Öncekilerde aynı şeyi yapıyorlardı,. Hz. İsa'ya inanmayanlar da, Hz. Musa'ya inanmayanlar da, daha önce gelenler de aynı şeyi yapıyorlardı. "Haydi Allah'ın azabı varsa gelsin, Allah taş yağdıracaksa taşım yağdırsın bizim üzerimize, veyahutta madem ki sen peygambersin, haydi sana âyet getiren meleği biz de görelim" gibi itirazları daha öncekiler de yaptılar.

"Onlara Allah zulmetmedi, ancak onlar kendi nefislerine zulmetti­ler" diyor. Yani, yarın ahirette bunlar Cehennemde yanacaklarsa, bu dünyada azabı tattılar sa, yani Lût (A.S.)'m kavmi yerin altı üstüne ge-livermesiyle yok oldular sa, Firavun'un ordusu Firavun'la beraber de­nizde boğulup kaldıy sa, Nuh (A.S.)'m kavmi yağan yağmurlarla boğu­lup kaldılarsa, Allah zulmetmiyor onlara, onlar kendilerine zulmediyor­lar. Bu kâinatın yaratıcısını inkâr ediyorlar. O'nun gönderdiği Peygamberle alay ediyorlar, hakaret ediyorlar. Böylelikle, bu dünyada yaptıkları kendi üzerlerine azap oluyor.

Peygamber Efendimiz'e inanmayan Mekke insanının elinden kendi yurdu çıkıyor, onlara bir azaptır ama; Kendi yurtlarının ellerinden çık­masına sebep Mekke'nin kendi insanıdır. O peygamberi peygamber olarak kabul etselerdi, ona iman etselerdi, o zaman kendi yurtlarında mü'min olarak yaşayıp gideceklerdi. Yani kendilerine kendileri zulme­diyorlar.[40]

 

34- Yaptıklarının cezası onlara isabet etti ve kendisiyle alay ettikleri şey (azab) onları kuşattı.

Yaptıkları kötülükler onlara isabet etti. "Eden bulur" diyoruz ya işte bu. Yaptıklarının kötülükleri onlara isabet etti. Aynen Türkçe'de kullanıyoruz. (Feesâbehüm) "Onlara isabet etti," hani kurşunu attığınızda hedefe varır ya, onların hedefine, yani canlarına varan kötülük, kendi amelleriyle attıkları kötülüktür. "Ebu Cehil kuyu eşer, kendi kuyusuna kendi düşer." Yaptığı kötü­lük kendisine dokunuyor.

Ve onlara alay ettikleri şeyler sebebiyle azap onları kuşattı ve on­lara azap indi diyor Allah (cc).[41]

 

35- Şirk koşanlar: "Eğer Allah dileseydi ondan başka hiçbir şeye biz ve babalarımız ibadet etmezdik. (Onun haram kıldıklarından) başka hiçbir şeyi haram kılmazdık."

dediler. Onlardan öncekilerde işte böyle yaptılar. Peygamberin üzerine ancak apaçık tepliğ vardır.

"Eğer Allah dilemiş olsaydı, Allah'tan başkasına biz ibadet yap­mazdık." diyorlar Yani, şu anda biz Ebu Cehil gibi, Ebu Süfyan gibi, Ebu Leheb gibi adamların kanunlarına uyarak yaşıyorsak, Allah buna izin veriyor demektir. Eğer Allah buna razı olmamış olsaydı, Allah bunu dilememiş olsaydı, biz bunlara tapınamazdık, bunların kanunlarını uygulayamazdık.

Yani, Ebu Cehil'in, Ebu Süfyan'in, Ebu Leheb'in koyduğu kanunlar; Allah'ın kanunlarına ters düşseydi, Allah bunu kabul etmez, bunu yerle bir ederdi. Etmediğine göre Allah bu işten razıdır, diyorlar. Mantık, ay­nen günümüzdeki insanların da mantığı; Canım olur mu, bir kısmı Allah'ı kabul ediyor ya, günümüzde yaşayanlar da Allah'ı kabul ediyor­lar. Allah dilemeden birşey olmaz. Biz bunu kabul ediyoruz, doğru. Ama bize Akaid kitaplarında bu âyetleri hülasa edivermişler. "Emâli" diye bir Akaid kitabımız vardır. Manzum olarak yani şiir halinde ya­zılmış.

"Müridül hayri veşşerril gabîih" Allah, hayrı da diler, kötü olan şerri de diler. Zaten Onun dilemesi olmadan birşey olmaz. Ama hayra razı olur, serden hoşnut olmaz, razı değildir. Hani Amentü'de di­yoruz ya sonunda: "Hayrihî ve şerrihî minallâhî Teâlâ"; hayır da Allah'tandır. Şer de Allah'tandır, diyoruz. Bize mantık oyunu yapıyor müşrikler, Allah dilemeden birşey olmaz değil mi? Olmaz, diyoruz. Öyleyse bizim bu yaptıklarımızı Allah diliyor. Evet Allah diliyor, "öy­leyse biz yanlış yolda değiliz. Allah dilemeseydi bize müsâde etmezdi" diyorlar. Evet, bu günde aynısını diyorlar: Allah dilemeseydi biz bu iş­leri yapamazdık. Allah müsâde ettiğine göre, bu işler caizdir diyorlar.

Peki ama hırsızlık yapana da, tam böyle elini uzatıp kasadan parayı alacakken, Allah eline vurmuyor yani. Öyleyse Allah ona razı mı olu­yor? Adam bir başka kötülük yapıyor, orada da mani olmuyor. Demek ki Allah (cc) imtihan dünyasında serbest bırakmış insanları. Yoksa in­sanın iradesini almış olurdu ki, o zaman imtihandan çıkardı bu iş.

Biz de bu kötülükleri yapmazdık Allah dilemeseydi, diyorlar, baba­larımız da yapmazdı.

Diyorki bak eğer Allah dilememiş olsaydı, Allah'tan başka hiçbirşeye biz ibadet yapamazdık. Allah'ın yasağından başka biz bir yasak koyamazdık, diyorlar. Yani, İlah'Iik iddiasında bulunanlar, putlar, haram koyma yetkisini elinde tutanlardır. Bu adamlar yasak koyuyorlarsa, Allah'ın yasağından başka yasak koyuyorlarsa ve bunu da biz uygulu-yorsak, Allah buna razı demektir, diye bir mantık oyununu bize karşı kullanıyorlar.

Rabbim de diyor ki: "Daha öncekiler de aynı şeyi yaptılar" diyor. Hani bu konuda küçük bir kitapçık yayınladım "küfür cephesinde yeni birşey yok" diye. Orada bu âyetleri topladım. Yani bu adamların, fikir planında, yaptıklarında, ettiklerinde, söylediklerinde, feylesoflarından imansızlarının her çeşidine kadar, ne söylüyor ne yapıyorlarsa, yeni birşey yapmadıklarını Kur'ân-ı Kerîm'den delillerle vermiştik.

Peygamberlerin üzerine düşen, apaçık tebliğden başka birşey de­ğildir. Biz buna bir "belagat" deriz. Edebiyatta kullandığımız, beyan, belagat kelimeleri kullanırız da, belağ; onu ifade eder. Belağ: arabın di­linde, atın mahmuzunu eline aldıktan sonra koşmasını süratlendirmek için çekip salıverme işine de denirmiş. Belağ, arab'ın dilinde bülğa ke­limesi, uzun yola gidecek olan kişinin azık almasına da denirmiş. Yani bu kelime bunların hepsini içermektedir. Çok gayret gösterme ve an­lattığını çok fasih bir dille anlatmadır derler. Bunun hepsini içerdiğini düşünelim,

Peygamberlere düşen meşakkatlere katlanmak, İslâm'ın anlatılması için ata binip uzak mesafelere gitmek ve anlatırken de edip olmaya dik­kat etmek. Beliğ bir ifadeyle yani, insanlara hem anlatırken açık olacak anlattığımız mesaj, hem de güze) olacak.

Hani bazıları derki: Efendim, Söylediğin doğru olsun da isterse odun gibi olsun. Bu yanlıştır. Söylediğiniz doğru olacak, ama güzel ola­cak. Hem doğru olacak hemde o doğru olan şeyiniz güzel ifade edile­cektir. Odun gibi ifade edilmeyecektir. Allah (cc), bize çiçeklerini verir­ken güzellikler içinde, meyvelerini, sebzelerini verirken güzellikler içe­risinde veriveriyor. Onun için Rabbim: Peygamberlerin görevi apaçık tebliğdir."buyuruyor. Emretme veya yasak koyma hakkı Allah'mdır(cc) Peygamberlerin bu hakkı varsa da Rabbim tarafından verilen bir haktır.[42]

 

36- Muhakkak biz her ümmete: "Allah'a ibadet edin, ta-ğuttan kaçının" diye bir peygamber gönderdik. Allah onlar­dan bir kısmına hidayet etti, bir kısmından dalalet hak oldu. Yeryüzünde dolaşında yalanlayanların sonu nasıl oldu gö­rün.

Biz her ümmete bir peygamber gönderdik diyor Rabbim. Türkiye'de ve dünyada bir kısım imansız kişiler vardır ki, Hocam filan yere de acaba peygamber gönderildi mi? Japonya'ya peygamber gönderildi mi? Amerika'ya peygamber gönderildi sorusunun cevabı bu 36. âyet-i kerî­mededir.

Biz, her ümmete bir peygamber gönderdik diyor Rabbim. Milattan önce, Hz. İsa (a.s.)'dan önce eğer Amerika'da adam varsa orada da peygamber vardır. Veya peygamberin bir elçisi vardır. Hani bizim Türkiye'ye bir peygamber gelmedi ama, Mekke'de gönderilen Peygamber Efendimiz (a.s.)'in elçileri vardır.

"El ulemâ ve rasetul enbiya" buyurmuş Peygamber Efendimiz.[43] Yani alimler, Peygamberlerin varisleridir. Ondan ne nazil olmuş, ne sadır olmuş sa onu alırlar ve beri tarafta dağıtırlar. Her ümmete peygamber gönderildi. Niçin ama? Peygamberlerin görevlerinin bel kemiğini ifade ediyor Rabbim.

Her ümmete Peygamber şunun için gönderilmiştir:

"Allah'a kulluk yapınız.Allah'a karşı baş kaldıran, sapkın ve azgın insanlardan uzaklasınız, kaçınınız onlardan" diye peygamber gönder­miştir Allah (cc). Anladık mı peygamberin niçin gönderildiğini? Peygamber Efendimiz (a.s.) bize, yalnız teşbih çekin, zikir yapın, "Lâilâhe illallah Muhammedürrasûlullah" deyin, salavât-ı şerife'yi çok getirin, -bunlar yapılacak ama- bunun için değil. Zaten bu söyledikleri­mizin dille tekrarıdır. Allah'a kulluk yapılacak, tağut'tan kaçınılacak. Kaçınılacak derken, kaçılacak değil, ona itaat edilmeyecek. Karşı geli­necek ona. Peygamberlerin gönderiliş gayesi bu. Özet bu.

"Tağut"; arab'ın dilinde azgın, haddi aşan, azgın insan yani, kendi sınırında kalmayan, mesela taşmak diyoruz ya "taşkın" kelimesi de bu kelimeyi ifade ediyor. Taşkın nedir? Mesela kazan kaynarken, su taşıp sınırı aşıyor. Taşkın insan da, kendi insan olarak yapması gerekenin dışına taşan kişi. Kendisinin yapması gereken ne idi? Allah'ın yarattığı mekan üzerinde, Allah'ın verdiği bu can ve ten ile Allah'ın verdiği emir ve yasaklara riâyet etmekti. Ama bu taşkın diyorki: Yok, ben bu kadar şaşkını bulmuşken niye Allah'a ibadet yapacaklar? Bana ibadet yapsın­lar diyor.

Taşkın adam, hep şaşkın adamları kullanır. O şaşkınlar da onun emrinde geliveriyorlar, gidiveriyorlar. Zamanla şeytan da onlara güzel gösteriyor yaptıklarını, ya hakikaten bu arkadaşın görüşleri, bu arka­daşın fikirleri, bu arkadaşın koyduğu kanunlar ne kadar güzel işimize yaradı, çıkar çevrelerinin işine yarıyor ya ondan sonra ne kadar işimize yaradı diye onlarda onu seviyor ve de destekliyorlar.

Onlardan bir kısmına Allah (cc) hidâyet verdi. İnsanlardan o üm­metten ve bir kısmına da sapıklık hak oldu diyor. Yani bir kısmıda yap­tıkları kötülükler ve iradelerini kötüye kullanmak sebebiyle sapıklık hak oldu. Peki sapıklık onlara hak olunca, sapıklık hayatını sapkınca yaşayınca ne olur. Rabbim diyor ki; ne olacağına dikkat edin.

"Yeryüzünde şöyle bir dolaşın, seyahat edin. Allah'ı yalanlayanla­rın, Peygamberlere inanmayanların akibetlerinin ne olduğunu görünüz" diyor Allah (cc). Öyle olunca hani bazen yurt içi veya yurtdışı seyahat-lara çıktığınızda gittiğiniz yerleri ibretle, dikkatle seyredin. Burada kimler yaşamıştır. Hani şu İstanbul şehrinde bile gezdiğinizde Beyazıt'ta, Sultanahmet'te ve çevrede görüverdiğinizde, Allah'a isyan eden insanların yaptıkları hâlâ dikili. Dikilitaş mesela; Dikilitaş ki; on tane tır o taşı taşıyamaz, o taş Mısır'dan getirilmiş, Ordan buraya ta-şınıncaya kadar binlerce kölenin kanına mal olmuştur o. kırbaç altında o insanlar can vermişler, oraya şaheseri dikebilmek için. Onu görecek­siniz, zalimlerin zulmü olarak dikilidir onlar.

Bizim de eserlerimiz var ama hemen yanıbaşmda Sultanahmet camii Araştırıcılarımız araştırıyorlar. Sultanahmet'te veya Süleymaniye'de çalışan işçinin aldığı maaşlar biliniyor günümüzde. Kim araştırıyor üniversiteden profesörler araştırıyor, araştıran profesörün maaşını geçiyormuş; Vallahi diyor Süleymaniye'de çalışan işçi, bu­günkü hesaba vuruyor, o günkü aldığı parayı yani o adam o günkü aldığı altını bugün eline verivermiş olsanız, profesörün üstünde maaş alıyor.

Yani bir tarafta zulüm abidesi bir tarafta da İslam'ın adaleti içeri­sinde yapılmış bir şaheser. Teferruata girmiyorum. Müslümanlar yalnız göze güzellik olsun diye değil aynı zamanda ihtiyacı karşılasın diye de yapmışlar, ihtiyacı karşılarken güzellikleri görsünler diye de yapmışlar bu işi. Öbürünün ki yalnız â â nasıl diktiler ki bunu buraya demekten başka yapacak bir şeyi yok. Ama onun da bir faydası var, biz görelim.

Yalanlayanların akibetinin ne olduğunu görmek üzere oraları sey­retmenin de ayrıca faydası var.

Bunları dikenler bile bu dünyada kalamadılar. Allah'ın azabına uğ­radılar. Öyleyse yalanlayanlardan olmayalım.[44]

 

37- Sen onların hidayetine hırslı olsanda Allah sapıttı­ğına hidayet vermez ve onlar için yardımcıda yoktur.

Sen onların İslâm'a girmesi için her ne kadar hırslı hareket etsen de Allah, sapıttığı kişileri hidâyete erdirmez. Onlara hiç yardım edecek olan da yoktur buyuruyor. Şimdi bu bazı arkadaşlar diyor ki iman etme­yecek olana acaba biz fayda verebilir miyiz? Yok fayda veremeyiz. İman etmeyecek olan adama biz fayda veremeyiz. Ama kimin iman etmiyeceğini biz bilemeyiz. Onun için bütün dünyadaki insanların kâfir­lerin iman edeceği ümidini taşıyarak İslâm'ı tebliğ edeceğiz biz. Hemen yukarıdaki 35. âyette Peygamberlere bütün Peygamberlere ancak o islâm'ı ulaştırmak vardır. Yalnızca, ulaştırmak vardır. Öyleyse bizim görevimiz ulaştırmaktır. Hidâyet vermek değil, Vallahi hocam, filana gittim anlattım anlattım adam reddetti. Reddetsin ikinci gün yine git­mek görevimiz, üçüncü gün de, ölünceye kadar. O adamın canı boğazın­dan çıkıncaya kadar ümidi kesmeyeceğiz. Ve adam öldü. Biz tebliğimi­zin sevabını alıyoruz.[45]

 

38- Onlar yeminlerinin bütün şiddetiyle; "Öleni Allah diriltmez" (diye) yemin ettiler. Hayır bu üzerine aldığı ger­çek vaaddir. Ancak insanların birçoğu bilmezler.

Adamlar bütün güçleriyle, gayretleriyle Allah'a yemin ederler, derlerki: "Allah öleni diriltmez" Yani ahireti inkar cemiyeti, yeni kurulmuş birşey değil, günümüzde de buna benzer ahireti inkar cemiyeti Vardır Türkiye'de TV ile biraz daha hızlandırdılar işi. Kendilerini televizyona daha çok getirebiliyorlar.

Efendim, Öldükten sonra kalıp değiştiriliyor, diyorlar. Ankara'da bir asker arkadaşım var, köylüdür ama efe köylülerden, Ankara'nın içinde bir dükkan açmış orada da bir tanesi buna takmış, köylü bir delikanlı ama karşısına durana laf ettirmiyor, yani mantığı fena değil.

Ben bir yanına vardım; yahu dedi burda herifin biri îmanımızı çalmak için gayret gösteriyor, epey de aklı başında, sununla bir görüştüreyim seni dedi. Gittik yanma vardığımızda diyor ki; ona; "ey ruhu kaplumba­ğalarda hapis olasıca, hadi konuşacaksan hocaya konuş" diyor.

Şimdi böyle bir cemiyet var arkadaşlar Beyoğlu'nun orada yerleri de varmış bu garibanların, onlardan biri birkaç defa geldi gitti bizim bu tefsir dersine. Dersten çıktıktan sonra belirli yerlerde oturduk, aklı ba­şında, edepli, terbiyeli bir delikanlı. Dedim ki; bak âyetle filan ispat etmiyeceğim.

"Eğer biri ölüp biri yerine geliyorsa, yani bir adam öldü suçluydu, mesela köşe dönücü bir bakandı, ölünce kaplumbağa olarak geldi diye-lirnvPeki kaplumbağa olarak dürüst yaşadı, ondan sonra tavşan olarak dünyaya geldi. Tavşan daha iyi dürüst yaşadı, tekrar bir insan olarak geldi. Sonra derken hırsız oldu, yankesici oldu bilmem ne oldu filan, döndü dolaştı vs. Peki dünya üzerinde yaşayan insanların sayısının arttığına inanıyor musun.? dedim," "inanıyorum" dedi. Yani evvelki sene dört milyar olan nüfûs, şimdi beş milyar oldu. Beş milyar olan nü­fus, beşbuçuk altı milyar oldu, diyorlar. Yani "artış var mı.?" var. Öyleyse bu insanlar nereden geliyor.? daha önce bir milyardı. Bir milyar olmadan önce, beşyüz milyondu. 500 milyon olmadan önce 100 milyondu, bir milyondu derken, Hz. Adem'e inanıyorsanız bir kişiydi.

Hz. Adem Öldü, Hz. Adem'in ruhu çocuğuna geçti diyelim veya ha­nımı öldü kızına geçti veya oğluna geçti veya bir kaplumbağaya geçti yani dünyanın nüfusu artmaması gerekirdi.

Dünyada şu kadar vahşi hayvan var, şu kadar kuş var, şu kadar kaplumbağa var, şu kadar ceylan var. Ama iki tane de adam vardı. Adet değişmemesi gerekirdi ama değişti, değişiyor artıyor boyuna, bunu nasıl açıklayabiliyorsunuz.? dedim. Dedi ki; cemiyete sormam la­zım ikinci hafta yine buraya tefsir dersine geldi, dersten sonra biryer-lerde oturduk.

Demişler ki; "Uzaydan gelenlerle artış sağlanıyor." Uzaylı dostları hep onlar çıkarır zaten. Adamlar aynen bütün güçleriyle yeminle derler ki; öleni Allah dirilt­mez. Yok öyle birşey diyorlar. Niye; bu ahiret inancı üzerinde duruyorlar da Allah'ı inkâr üzerinde durmazlar, çünkü büyük tepki gelebilir. Allah'ı inkâr ederse müslüman kesimden büyük tepki gelebilir.

Bütün dünyada Allah'ı inkâr biraz zorlaşıyor. Şöyle veya böyle Allah'a inanma ihtiyacını hissediyor insanlar. Bunlar da ahirete imanı ortadan kaldırmak için uğraşıyorlar, bunu sağladılar mı ahlâksızlığın her çeşidi meşru olacaktır.

Madem ki hesaba çekilmek yoktur öyleyse yap yapabildiğin kadar, vur vurabildiğin kadar, kır kırabildiğin kadar, yani edenin ettiği yanma kalacak inancını yerleştiriyorlar.

Evet ahiret'te dirilmek Allah üzerine verilmiş bir vaad'dır, bir haktır. Yani Allah (cc) ahirette dirilmeyi vaad etmiştir. Ve Allah (cc) üzerine bir haktır. Yani olmaması mümkün değildir ama insanların bir çoğu bunu bilmezler diyor Allah (cc).[46]

 

39- Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi açıklamak ve kafirlerin yalancı olduklarını bilmeleri için (diriltecektir).

Niye Allah (cc) ahireti yaratmış hesabı, kitabı, orada ihtilâf eden­lere yani vardı, yoktu, diyenlere göstermek. İman-edenİer vardı diyorlar görecekler, inkarcılar da yoktu diyorlar, onlarda görecekler ve bir de kâfirler yalanladıkları şeyi yakînen bilsinler diye Allah (cc) vaadini ger­çekleştirecektir.[47]

 

40- Bir şeyi (n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz an­cak "Ol" dememizdir. O derhal oluverir.

Biz bir şeyi murad ettik mi, o konuda ol dedik mi oluverir, diyor Allah (cc). Hani biz çok basitinden; bir elbisenin yapılması için pamuk ekece­ğiz, tohum ekeceğiz, bakacağız, sulayacağız, büyüteceğiz, toplayaca­ğız, harmanlayacağız, eğireceğiz, dokuyacağız, dikeceğiz ondan sonra piyasaya süreceğiz. Yani binlerce insanın elinden binbir meşakkatle elde ediyoruz. Allah (cc) bütün kainatın yaratılışının yalnız "ol" deyi-vermekle olduğunu ifade ediveriyor.

Rabbimin gücünü böylece hayal edebiliriz. Yoksa kendi hayalleri­miz en büyük deyince, hani benim oğlan soruyor, küçücük yavrum; ge­miyi görmüş te; "Baba Allah gemiden büyük müdür?" Gözüne çok büyük göründü galiba. "Oğlum, Allah en büyüktür" diyorum. Çocuk aklı, mukayese etmek istiyor yani. İki yaşındaki çocuğun mantığı, gözüne büyük görünüverince beraberinde gemiden büyük mü diyor. Gayrı anlatmak zor, büyük diyeceksin, geçeceksiniz.

Oğlum bundan da büyük, bak şu Çamlıca varya, şu dağ var ya on­dan da büyük. Başka yolu yok onu anlatmanın.

Bununla biraz daha biz anlarız. Yani bütün bu kainat "ol" deyiver-mesiyle olmuştur. O kainatın da inceliklerini düşünün yani.

Hani bir çiçeğin oluşumundaki incelik o da "ol" deyivermekle olmuş­tur. Ona göre Allah (cc) gücü hakkında bilgimiz az çok genişler, yoksa yine Onun büyüklüğünü kavramak, bu akıl bu idrakla biraz zor.[48]

 

41- Zulüm edildikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükafatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

İşte bu 41. ve 42. âyet-i kerîmelerde Allah (cc): Allah yolunda hic­ret eden kişiler zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişi­leri bu dünyada da güzel bir yere yerleşir. Hani hutbelerimizde: İşte şöyle şöyle yaparsanız, ahirette şu azapla, şu sevap vardır. Ahirette şu kadar makam vardır, mevki vardır, filan. Hep ahireti hayallendiririz ama öyle değil. Kur'ân-ı Kerîm dünyada da güzellikler vaad ediyor. "Zulme uğradıktan sonra Allah için hicret eden kişiyi bu dünya haya­tında da güzel yerlere yerleştiririz" diyor Allah (cc).

Mantîken olmayacak gibidir, ama şu dünya hayatında bile görüyo­ruz. Bir yerden sırf Allah rızası için hicret eden insanlar, eski yerinden daha rahat hayat yaşıyorlar. Zulme uğradıktan sonra oradan hicret edip başka yere göç edenler Allah rızası için göç edenler ki; burada Allah rı­zası vardır. Allah yolunda hicret edenleri bu dünyada daha güzel bir yere yerleştiririz diyor Allah (cc).

Hocam biz de hicret edelim mi? diye bazen soru soranlar var. Nereye hicret edeceksin, niye hicret edeceksin?...! Bizde Hicret edecek bir durum yok. Yaptığımız bir şey yok çünkü. Yemeğimizi yiyoruz, elbi­semizi giyiyoruz, onlar susun dediklerinde susuyoruz, hatta konuşanı da susturuyoruz, "aman hocam biraz ileri gitmiyormusun?" diyerek.

İstanbul'un hocaları genelde cesaretlidir. Fakat Anadolu'dan bir vilâyet müftüsü gelmiş, bizim buradaki bir müftü efendiye anlatıyor; "Vallahi filan camideydim, imam hutbede konuşurken ben kendimi giz­ledim, beni görmesinler diye." Çünkü sen nasıl onu dinledin diye he­saba çekerler.

Böyle bir korku yüreklere salınmış durumdadır. Bu arkadaşın hicret etmesine gerek yok. Yani bu arkadaş olduğu yerde kalsın, gider se korku götürür gittiği yere, gittiği yere korku salarak gider. O kendi vilâ­yetinde imamlarına ağzını açtırtmıyor. Buraya gelmiş bizim müftü efendiyi korkutmaya çalışıyor; "Yahu senin imamın ne biçim öyle" di­yor. Onun hicret etmemesi, daha iyidir.

Rabbim; "Bu dünyada iyi yere yerleştiririz. Ama ahiretteki ücret, mükafat daha büyüktür" diyor. Ama kime? "keşke bilselerdi," diyor Rabbim. Keşke bilselerdi. Ahiretteki hayat, ahiretteki mükâfat daha büyüktür.

Mesela Peygamber Efendimiz (A.S)'ın yanında iman ettiklerinden dolayı sahabeler, çeşitli işkenceye tabii tutuldular. Ammar bin Yâsir gibi. Bilal-i Habeşi gibi, Suheyb-i-Rumi gibi... Bunlar gariban takım, kimi kimsesi olmayan, arkası olmayan insanlar bunlar iman ettiler, zulme uğradılar, dinlerinden dönmediler. Ama Medine'ye varınca da, Peygamber Efendimiz (A.S.)'in, Kâinatın Efendisi'nin yanında oturma, Onunla beraber aynı sofradan yemek şerefini elde ettiler. Ve kıyamete kadar da "(R.A)'a" diye dua aldılar onlar. Bu dünyadaki mükâfatları bunların.

Yahu böyle bir ni'met, yani Bilal-i Habeşi'nin o kapkara, kupkuru kölenin edindiği makam bu. Biz; "Bilal-i Habeşi (R.A.) efendimiz" diyoruz. Bu dünyada edindikleri makamdır bu işte. Rabbim; "Bu dün­yada güzel yerlere, güzel makamlara onları yerleştiririz" diyor.

Bu ashabın herbirinin bir evi vardı, ailesi vardı, Medine devleti içe­risinde mutlu yaşıyorlardı. Öyle bir yere yerleştirmiş Rabbim, bir de öyle bir makam vermiş ki, kıyamete kadar millet Ona dua ediyor. Trilyonunuz olsa, bunu sağlayamazsınız.

Bundan 50 sene evveli köyünüzün zenginlerini düşünün; onu tanı­mayanlar, yarın birkaç sene sonra tanımayacak, kimse bilmeyecek ve yok olup gidecekler o adamlar. Şu anda Türkiye'nin en zengini o iki adam öldü mü, yüz sene sonra adı, sanı silinir ancak arşivlerdeki yazı­larda. "Bir zamanların en zengin adamı bu iki kişiymiş miş" denilir. Rahmet okuyacak hiç adamı olmaz onların. Yani trilyonlarınızı verse­niz, temin edemezsiniz bu işi.

Âyet-i Kerîme de zaten bunu söylüyor. "Eğer yeryüzü dolusu altının olsaydı, bu insanların gönüllerini bir araya getiremezdin" diyor. Kendini ve bu insanları birbirine sevdiremezdin. Sizin hepinize para verseydim şurada ders dinlemek için tutmam mümkün değil. Çünkü, birkaç arkadaş diyecek ki; benimle Mahmut Hoca filanı aynı tuttu, ona da on altın verdi bana da on altın verdi diye.

Efendimiz (s.a.v.); insanların rızasını kazanmak için değil Rabbin rızasını kazanmak için çalışmış. Zaten Rabbin rızasını kazanmak için çalıştınız mı insanların maslahatınada uygun hareket etmiş oluyorsu­nuz. Severse sevdirir Rabbim, severse sevdirir. Öyleyse onun seve­ceği işleri yapmak gerekiyor.[49]

 

42- Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

O muhacir olan yani zulmedildikten sonra hicret eden, bu dünyada belirli makamlara yerleştirilen, dün güzel makamlara yerleştirilen, ahi-rette büyük mükâfata kavuşan insanlar; önce sabredenlerdir ve Rabb'e tevekkül edenlerdir diyor Allah (cc).

Yani evvela sabrediyor, sonra da Allah (cc)'ye tevekkül ediyor. Yani Rabbim'den başka dayanacak güvenilecek bir yerin olmadığını yü­reğine yerleştiriyor. Bu en güzel şekliyle İbn Kesir'de rivayet edilmiş, çok hoşuma gider benim, hadis biraz zayıfça ama olay hoş: İbrahim (as) mancınıkla ateşe atılır, havada giderken Cebrail yetişir ve; "Dile benden ne dilersen, sana nasıl yardım edeyim?" "Kurtar de kurtarayım" diyor. İbrahim (as) diyor ki: "Beni peygamber olarak gönderen Allah (cc)'tır, yardımı da Ondan beklerim ben" diyor. Yani sende yaratılmış­sın, benim gibi yaratılmıştan yardım istemem ben, Rabbim'dir beni bu yola iten. Beni koruyacak olan da Odur der. Rabbim de Onun ateşini gülistana çeviriverir.

Mesela ev yapacağız mühendise ihtiyacımız var, işçiye ve ustaya ihtiyacımız var, hepsini kullanacağız. Ama kesin zaferi Allah (cc)'dan bekleyeceğiz. "Senden başkasından yardım talep etmem, bunların hepsi sebeptirler. Sebepleri yaratan Sensin ya Rabbi" deyip Ona yöne­leceğiz.

Tabii sabrı daha önce anlatmıştık. Yalnız imansız caddeyi işgal edi­yor, devlet dairesini işgal ediyor, hani her şey elden gidiyor, din elden gitmiş, devlet elden gitmiş, sen; "Allah sabredenlerle beraberdir, sabır ver ya Rabbi" diyorsun. Bu sabır değil gayri, bununki kabir gibi birşey. Sabır; Bakara sûresinde geçmişti, Talût-ûn orduları iman etmiş o azıcık ordu kılıçları çekmişler, harp düzeni almışlar, hertürlü tedbire baş vurmuşlar, düşmanın çokluğuna da aldırış etmiyorlar, tam harp başlayacak; "Ya Rabbi! Yüreklerimize sabır ver" diye dua ediyor!ar.[50] Sabır oradaki sabırdır. Ateş hattındaki sabırdır, yoksa evlerde kapıları kilitleyip, pencereleri Örttükten sonra, çarşıyı imansıza teslim ettikten sonra, sabretmek, o sabır değildir. Çünkü, biraz sonra imansız kapıyı da çalacak veya kıracaktır.[51]

 

43- Biz senden Önce kendilerine vahyettiğimiz erkekler­den başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmi­yorsanız zikir (kur'an) ehline sorun.

44- (Biz o erkekleri) deliller ve kitaplarla (gönderdik) onlara ne indirildiğini İnsanlara açıklayasın diye sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik. Taki iyice düşünsünler.

Eğer Allah'ın âyetlerini ve kitaplarını bilmiyorsanız bilene sorun, mana bu. Fakat arkadaş şuradan alıyor: Eğer bilmiyorsanız, zikir eh­line sorun. Zikirden kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir. Yukarıda geçti ya, zikri Biz indirdik, yani Kur'ân'ı Biz indirdik, Kür1 ân11 koruyacak olan da biziz, diyor Rabbim.

Zikirden kasıt Kur'ân'dır. Öyleyse bilmediklerinizi Kur'ân ehline so­run, diyor. Fakat okumayan kesim, okumadan dervişlik yapmaya kalkı-yorlarlar ki, bunun için büyüklerimiz, mezhep imamlarımız; "fıkh'ı öğ­renmeden tasavvufa giren "zındık" olur" diyorlar. Bir adam bir kere fıkh'ını bilecek, nasıl namaz kılacağını, nasıl oruç tutacağını, akâid'ini gayet iyi bildikten sonra tasavvufa girecektir diyorlar.

Buradaki zikri, zikir ehli yani okuması yazması olmayan bir arka­daş, zikrediyor ya, ona sorun, zikir ehline sorun diyor. Ayet-i kerîmeye muhaliftir bu. Rabbimin kitaplarını, Rabbimin kitabını bilene sorun. Eğer siz kitabı bilmiyorsanız kitabı bilen kişiye sorun diyor Allah (cc).

Bir arkadaşım vardı. İngiltere'de filan tahsil yapmış, şöyle biraz helal azıkla değil de haramla geçinen bir ailenin çocuğuydu. İslama bir dönüş yaptı. Onun için yayınlanmakta olan güzel kitapları da ona ver­dik, okurken, camiye gitmeye başlayınca, orada Kur'ân okumasını bile zor bilen, fazla bir fıkıh bilgisi de olmayan, babasından mı kaldı, dede­sinden mi kaldı, şeyhlik iddiasında bulunan birisi; Bir şeyh'e sarılma­dan Cennetin yolunu bulamazsın demiş. Adam da zaten Cennete gi­debilmek için herşeyi yapıyordu. Bağlanıvermiş ona. Ve o arkadaş şu anda delidir. O şehrin delisidir.

Niye böyle oldu? dedim. Bir akşam dedi, şeyhimiz Allah'ı görmeyi anlattı bize, O kadar kendimi vermişim ki, ordan çıktım eve kadar yürü­düm, nasıl görürüm, görürsem nasıl görürüm, nasıl birşeydir ki, kafayı taktım, taktım, taktım ve eve geldim, yattım. Yataktan bir ses geldi; "Kalk, Allah'ın benim, gör beni," dedi diyor. Kalktım ve gördüm. Gördüm ama o anda kafayı üşüttüm. Ben Şeytanı gördüm veya haya­limi gördüm, ama gitti kafa diyor. Adam şimdi bunu anlatır fakat delidir, elinde içki şişesiyle şehrin içerisinde dolanır. Eski tanıdıkları beş on kuruş para verirler.yaşayıp gider. Bu adam hâlâ yaşıyor.

Zikir ehli o değil, zikir ehli Kur'ân'ı tanıyan, Kur'ân'ı bilen, manasını anlayan, Ona göre yaşayan ve zikir de çeken yani "estağfirullahı'm, lâ-ilahe illallahı'nı, salavât-ı şerîfelerini" de getiren, ama âyet Öyle dediği için getiren insanlardır zikir ehli, Kur'ân'ı bilen kişi zikir ehlidir. "Bilmediğiniz konuları Ona sorun" diyor Rabbim.

Bilmediğimiz şeyleri ehline'soracağız. Dini konularda.da ehli kim­dir? Kur'ân'ı en iyi bilendir. Ahkâmıyla bilendir yalnız. Yani; bazı arka­daşlarımız var ki çok güzel okuyorlar, hayranlıkla dinliyorum ve saygım da çok büyüktür o insanlara, güzel okuduklarından dolayı. Ama hani, ne okuduğunu da bilse çok daha iyi olacak.

Yani zikirden kasıt ne? Hemen âyet-i kerîme devam ediyor. 44. âyet-i kerîme'de; "sana zikri indirdik Biz" Yani Kur'ân'ı indirdik biz, niye? "İnsanlara açıklaman için biz sana Kur'ân'ı indirdik. Onlara indi­rilmeyen konularda o Kur'ân'ı açıklayasin diye, sana zikri indirdik Biz. Ola ki böylece akıllarını başlarına alırlar, biraz düşünürler" diyor Allah (cc).

Şimdi bu kadar uyarıya rağmen hâlâ bu insanlar iman etmiyorlar ama bunda bizim de günahımız var. Çünkü âyet-i kerîme Peygamber Efendimiz'e yönelik ama Peygamberimiz görevini yerine getiriyor. Görevini yerine getirmiş. Tebligatını açık ifadelerle yapmış. Biz ise bazı gerçekleri söyleriz de, dolandırarak söyleriz. Yani açıktan doğru söyleyecek olursak belki filan maddeye takılır bu, diyerek üstü kapalı, siz anlarsınız filan. Halbuki açık söylememiz istenmektedir. Âyet-i Kerîmede. Peygamber Efendimiz de apaçık söylemiş bütün gerçekleri, gidecekleri yerin iyi olanını, kötü olanım da. Yapılacakları şunu yapa­caksınız diye onların anlayacakları dilde ifade etmiş.

Biz ise bunu yapmadık. Genelde camiye gelene yaptık. Camiye gelmeyenler bizi tanımıyorlar, biz de onları tanımıyoruz. Adam şöyle bakıyor sağından, solundan da; "yahu Allah Allah, demek böyle mi dü­şünüyor Müslümanlar" diye hayret içinde kalıyor. Yani böyle bir kesim var bu memlekette. O adamlara İslâm'ın götürülmemesinden dolayı ay­rıca biz hesaba çekiliriz. Öbür dünyada dayak atarlar bize. Onlara iki vururlarsa bize bir vururlar. Onlara iki vururlar, siz niye gitmediniz diye bize bir vururlar. Siz onlara niye anlatmadınız diye vururlar. Anlattıktan sonra iman etmiyorlarsa Rabbim; [52]

 

45- Kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yere batırmayacağindan veya bilmedikleri bir yerden onlara azabın gelmesinden emin mi oldular?

O kişiler, hani bütün kötülükleri işleyen, kötü tuzaklar kuran kişiler; kendi ayaklarının altından, yeryüzünün Allah tarafından alınıvermesin-den eminler mi.? Yani birgün evlerinin yerle bir oluvermesinden emni­yet içerisindeler mi? diyor. Yoksa bilmedikleri yerden bir azabın gel­mesinden eminlerini bu adamlar ki; imansızlıkta devam edip gidiyorlar.

O adamlar biraz emniyet içerisinde olduklarını düşünüyorlar. Çünkü Allah'ın azabının nasıl geleceğini bu adamlara biz anlatamadık. Bak bu imansızlığın devam ederse Allah'ın azabı ansızın geliverir. Ansızın ge­liveren nedir? Bir kısmı diyor ki; "hocam şöyle bir kırkma elline kadar vur patlasın çal oynasın gideyim de ondan sonra bizde birşey düşünü­rüz" Ya ansızın ecelin geliverirse...! bak mesela kalp sektesinden git­meler çoğaldı.

Ya kalp sektesinden ansızın gidersen tevbe etmeye veya iman et­meye fırsat bulamazsan ne olacak.? Veyahutta hani emniyet içerisinde, çoluğunla çocuğunla akşam yattınız, bir depremle uyanamayabilirsin. Veyahutta ansızın hiç hesab etmezken sabahleyin bir uyandın ki radyo ve televizyondan bu günden itibaren, şu saatten itibaren Müslümanlar yönetime elkoymuşlardır, diye uyamverirsen ne olur, ne olur, burda hani hiç hissedemiyecekleri bilemeyecekleri, tahmin dahi yapamıyacaklan bir yerden azabın onlara gelivermesinden eminmi oluyorlar diyor Allah (cc).[53]

 

46-Yahut dönüp dolaşırken onları (azabın) alivermesin den (eminmi oldular?) Onlar (Allah'ı) aciz bırakamazlar.

47- Yahut onları korkutarak yakalayıvermesinden (eminini oldular?) Şüphesiz Rabbin çok şefkatli, çok mer­hametlidir.

Veyahutta geziş esnasında bir seyahat esnasında iken, veyahutta evinden dükkanına, dükkandan evine giderken, yani hareket halinde iken Allah'ın onu ah vermesinden emin mi.? Evden çıkıp geri dönmeme durumu var.

Yani böyle hareket halinde iken, gidipte gelememe, gelipte gide-meme durumundan eminler mi o adamlar, O imansızlar "Allah'ıda aciz bırakamazlar." Yani tedbir alıpta Allah'ın bu azabının gelmesini engel­leyemezler. Tedbiri nasıl alacak diyelimki Fanus gibi çelikten birşey getirse kendisine Azrail nasılsa buraya giremez gibi bir manide bula­mazlar. Engelde yapamazlar. Yani "en güçlü burçların içerisine de gir­seler ölüm oraya ulaşır." diyor Rabbim âyet-i kerîmesinde. Yani kâfirler çelikten, ses geçirmez, silah geçirmez, hava geçirmez, mikrop geçirmez, çelikten bir ev kursalar içerisine girseler, orayada ecel gelir.[54]

 

48- Onlar Allah'ın yarattıklarından herhangi bir şeye bakmadılar mı? Gölgeleri sağ ve sollarından sürünerek, Allah'a secde ederek döner durur.

Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye bakmazlar mı? O herhangi bir şeyin gölgesi sağa sola meyledip duruyor bunu görmezler mi? Bunlar niçin meyi eder? Eşyanın gölgesi dağların ağaçların gölgesi Allah'a secde ederek Allah'ın (cc) huzurunda küçüklüklerini ifade ederler. Yani bir ağacın yere uzanan gölgesi, bir insanın yere uzanıveren gölgesi onun, Allah'a olan secde halidir. İşte her yaratılmışın, her varlığın ken­dine has Allah'ı teşbih etmesi vardır.

Yine başka bir ayettede "Siz onların teşbihini anlayamazsınız. Varlık sahnesinde olup görülen ve görülmeyen herşey Allah'ı teşbih eder."[55] İşte bu ayet de bu varlıkların görünen gölgeleri, onların secde hali olduğunu ifade ediyor. Bir kısım alimler bu ayetin tefsirinde diyorlar ki; herşey yaratılış doğrultusunda hareket ederse, Allah'a ibadet ve itaatim yerine getirmiş olur.

Daha sonraki ayetlerde gelecek; Arı çiçekleri dolaşarak bal yap­ması için yaratılmış. İşte onun çiçekleri dolaşması, onlardan çiçek tozlarım toplaması ve bal yapması Allah'a karşı olan bir teşbihidir. İşte in­sanoğlu da ilk yaratılış fıtratı olan islam fıtratı üzerine kalsaydı. Aklı başına geldiğinde inançsızların sözlerine kanmayıp ilk yaratılış üzerine devam etseydi bu insanların her türlü hareketi Rabbime bir ibadet ve teşbih olurdu.[56]

 

49- Göklerde ve yerdekiler gerek canlı olsun gerek melekler olsun Allah'a secde ederler ve onlar kibirlenmezler.

"Yerde ve gökteki bütün canlılar, hareket edenler ve de melekler Allah'a secde ederler." bu ayet ve Şura suresi 29. ayetinden hareketle gökyüzünde meleklerin dışında canlı vardır, diye zamanla alimlerimiz yazmış.

M. Akif Merhumun, Eşref edip beyle 1906 yıllarında çıkardıkları "Sıratı Müstakim" isimli derginin 51,56,59,67,ve68. sayılarında o günün değerli ilim adamları konuyu tartışmışlar. Özellikle Şura suresinin 29. ayeti üzerinde durmuşlar. Bu tartışmaya Bolvadin'den, Selanik'ten, Kars'tan ilim adamları makaleleri ile katılmışlar.

Yerde ve gökdeki bütün canlılar ve de melekler kibirlenmeden Allah'a secde ederler buyrulmakta. Tabi canlı denince insan, hayvan ve en küçük bir hücre bunun içine girer canlılık alameti hareket eden her-şeydir.

Hayatta en geri zekalı olarak gördüğüm insanlar Allah'a Peygambere iman etmeyenlerdir. Bunlardan daha aşağılık ve geri ze­kalı adam yoktur. Yaratılmışın tamamı Allah'a secde ederken, bunlar etmezler. Dağlar taşlar ağaçlar kadar hassasiyeti olmayan insanlardır. Rabbim;"Onların kalbi taşlar gibi ve taştan da daha katıdır." Yine "Nice taşlar vardır içinden sular fışkırtıp insanlara hayat veriyor" buyurur.[57]

 

50- Üstlerinden Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar.

Bu canlılar ve melekler üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emr olunanı yaparlar. Bazı alimler burada kast olunan meleklerdir demiş-lerse de açık bir ifade olmamakla beraber iman eden müminler ve me­lekler rablerinden korkar ve emrolunanı yaparlar diye tefsir etmişler. Bu ayetin anlamı, (meali) için birkaç meale baktım. Birinde "fevkle-rindeki rablerinden korkarlar" diye yazılmış. Arapçada üst manasında-dır. Bunu Türkçe olarak yazmış olsaydı; "üstlerindeki rablerinden kor­karlar" demesi gerekirdi. Ama tenkid geleceğini hesab ediyorlar. Yahu Rabbim üstte mi? gibi bir durum ortaya çıkacak halbuki Allahu Teala kendisi bizzat bu "üst" kelimesini kullanmış.

Elmalıh Merhumda güzel bir tevcih yapmış bu ayetle ilgili olarak; "Müdür bey memurunun üstünde" denildiğinde, memurun başı üstünde oturuyor mu anlaşılır? Elbette hayır makam, mevki, yetki bakımından üsttedir diye anlaşılır. Bu ayetteki "üst"den kasıtta örnekte olduğu gibi ki, Mülk süresindeki ayetin tefsirinde de aynı şekilde bir yorum yapı­yor. Makam mevki güç kudret ve otorite bakımından üstün olan anla­mındadır.

Allahu Teâlâ ki ilim, hakimiyet, semi ve basar bakımından bizim kat kat üstümüzdedir ve mukayesesi mümkün değildir. Bunu teyid eden Anadolu'da "üstümüzde Allah vardır" tabiri ile de kastedilen yukarı­daki ifade edilenlerdir. Bu tabir iki kişi arasındaki ihtilaf ve anlaşma­larda kullanılır. Bunun anlamı şudur , Yaptığımız anlaşmaya bizden kat kat gücü fazla olan Allah şahittir demektir.

Bugünkü Suud hükümetinin kurulmasında emeği geçmiş Muhammed b. Abdullah isimli bir zat "Kitabu'-t tevhid" isimli eserinde "AJlah semadadır" diyor ve Kur'an-ı Kerim'den birçok ayeti kerimeyi de delil olarak getiriyor. Türkiye'den Suudi Arabistana giden talebeleri­mize "söyle bakalım Allah göklerde midir değil midir?" diye de sorarlar. Biz onların iman dairesinden çıktıklarını iddia etmiyoruz ama onlar bi­zim küfre düşdüğümüzü iddia ediyorlar ve sebeb olarakta ayetleri inkar ediyorsunuz diyorlar. Zira geçmişdeki alimlerimiz bundan kasıt ilim, otorite üstünlüğüdür. Alimlerin çoğu da; "Allah bu konuda ne demiş ise, biz onu kabul ederiz, düşünmeye ve yer tayin etmeye gitmeyiz." demişler işin doğrusu da budur. İmam Malikin sözüdür ki, diğer mezheplerde onu nakl ederler.

Ehli kıbleyi tekfir etmemek gerekir. Hele bu işte mantığımıza daya­narak yapılan suçlamalar belki bazen ayet dayandırmaya çalışırız ama belki ayeti de yanlış anlamış veya ayeti kendi fikrimize dayanak, destekçi getirmiş olabiliriz. Onun için kendi kanaat ve fikrimizi ayete göre ayarlamamız gerekir. Ayeti kendi fikrimize göre açıklamayacağız.[58]

 

51- Allah dediki: "İki ilah edinmeyin O ancak birtek ikilidir. Ancak benden korkun."

Allah buyururki; "iki ilah edinmeyin. Sizin ilahınız ancak birtek ilah-dır. İki edinmeyin" diyor da ayette üç, dört, beş niye denmiyor denile­cek olsa Allah, ilahınız bir tek olandır. İki dahi edinmeyin, tabi ki iki edinilmeyince üç dört beş edinmeye de gerek kalmayacaktır. Ve "ancak benden korkun sakının" diyor Allah (cc). Allah birdir iki ilah edinmeyin deyip kalsaydı biz deriz ki; Yarabbi senin varlığını birliğini tanıyoruz ama bu dünyada ilahiık yapmaya kalkanlar var ellerinde de silah var, otorite, siyasi hakimiyet, mal ve servet var. Yani bunlardanda biraz korksak ne olur? Ben tek ilah olarak varım ikinci bir ilah edinmeyin korkma konusuna gelince; "Ancak benden korkun." Onlardan korkmayın, niye...?[59]

 

52- Göklerde ve yerde ne varsa onundur. Din de devamlı onundur. Siz Allah'dan başkasından mı korkuyorsunuz?

Yerde ve gökte ne varsa ona aittir, ondan başkasına ilah diye sarı­lanlar ve ilah olarak kabul edilenler de ona ait ve de onun yarattığıdır.

Küçük yaşta olan çocuk en güçlü en bilgili en başarılı babasını bilip onun yanında kendim emniyette hissederse, Allah'ın yurdunda gezen bir mümin de bu küçük çocuktan daha emniyette olmalı ve kendini o şekilde hissetmelidir. Zira herşeyi yaratan Allah'tan alıyoruz desdeği . Devamlı ve lazım olan din Allah'ın dinidir. Tutunulması lazım gelen ve devam edecek olan din Allah'ın dinidir. Siz Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? Bu insanlarda din uyduruyor kanunlar koyuyor Yusuf suresinde geçmişti Melikin dini diye tabir ediliyor. Mısır kralının ka­nunlarına uymayı Melik'in dini olarak kabul ediyor ve Melike'de rab ke­limesi kullanılıyor.

Bu surede de Allah'ın bir cini var bu insanlarında bir dini var yani inanmayanlarda bir din koymuşlar. Sakınha onları ilah edinip onların dinine uymayın devamlı ve tutı nulacak olan din Allah'ın dinidir.

Hz. Peygamber "Ben ve benden önceki peygamberlerin hali bir gü­zel binanın haline benzer, bina çeşitli insanlar tarafından yapılmış, bitmiş. Fakat enson tepe taşı kalrmş, işte peygamberliğin son taşı da benim. Benimle beraber bu din binası tamamlandı"[60] buyuruyor.

İşte bu tamamlanan din kıyamete kadar devam edecektir. Bir başka ayette de; "Değerli olan kıymetli ve sağlam olan din Allah'a aittir." buyruluyor ki,[61] O da islam dinidir.[62]

 

53- Nimet olarak neyiniz varsa Allah'(hindir. Sonra size bir zarar dokunduğunda ona yalvarırsınız.

Nimetten sonra insana zaman zaman zarar gelir. Nimet; Allah ta­rafından verilen bu dünyada faydalandığı göz, burun, el, kol, dil nefes almak, sağlık gibi.....İşte bunlardan sonra insana bir zarar geldimi, sihatini kaybettimi, elini, gözünü, kulağını kaybettimi o zaman Rabbine yönelir ve onların değerini ancak o zaman anlar. Bu sefer de bas bas bağırıp feryad edersiniz.[63]

 

54- Sonra zararı giderdiğinde sizden bir kısmı Rablerine ortak koşarlar.

İşte burada insanın değişken halini anlatıyor ayeti kerime. Bunlar imansız veya imanı zayıf insanlardır. Yoksa gerçek müminler sabır ve tevekküle iyi sarılırlar.[64]

 

55- Onlara verdiklerimize nankörlük etmek için (Allah'a ortak koşarlar). Öyle ise eğlene durun yakında (gerçeği) bileceksiniz. Onların Allah'a şirk koşma sebebi Allah'ın nimetlerine nankörlük içindir. Nimetlerden faydalanın bakalım ama yakında siz neyin nasıl olacağını bileceksiniz. Yani nankörlüklerinizin, şirk koştuklarınızın sonucunu mutlak surette göreceksiniz buyuruyor.[65]

 

56- Onlara verdiğimiz rızkdan hiçbir şey bilmeyen (ilahlarına) pay ayırırlar. Allah'a yemin olsunki yaptığınız iftiradan sorulacaksınız.

Bizim onlara verdiğimiz azıklardan bir pay, hisse ayırarak, Allah'a şirk koştuklarına verirler. O Allah'a şirk koştukları şahıslar, taşlar veya kuruluşlar da verilenin mahiyetinin ne olduğunu bilmezler.

İnkarcılar, gerek günümüz de, gerekse Mekke müşrikleri; "benim Allah'a inanmış olmam, O'nun koyduğu ilahi kanunlara uyma mecburi­yetimi gerektirmez" diyerek, kendi yaratılışının Allah tarafından yapıl­dığım kabul etse bile; "insanın hayvanlar gibi özgür yaşama imkânı niye yoktur?" diye itiraz ediyor.

Bugün bu tezi; eğitim öğretim yuvası olan üniversitelerin hocaları söylüyor. Halbuki kendisinin o makamı işgal etmesi, öğrencinin yanına nasıl girip, çıkacağını, nasıl sınıf geçip, hangi durumda kalacağının ku­rallarını, kanunlarını yazıyor. Kendisi bazı kanunlar koyuyor, onlara uyulmasını istiyor. İlahi kanunlara uymaya gelince isyan ediyor.

Eğer hayvanlar gibi özgür yaşamak isterseniz sonucuna katlanırsı­nız. Hayvanlar bir ahırda yem yerken güçlü olan gelip öbürünü biraz boynuzladı veya itiverdimi onun yerine kanuna yönetmeliğe uymadan Özgürce geçiveriyor. Peki milyonlar vererek tapusunuda aldığın eve bir başkası zorla gelse otursa ne yaparsın? İşte o zaman isyan eder.

İşte kendi menfaatleri doğrultusunda kurallar koyarlar ama Allah'a isyan konusunda da yukarıda bahsettiğimiz gibi mantıki yorumlar ya­parlar, gayeleri Allah'a isyandır. İşte bu onların geri zekalılıklarından kaynaklanır söylediğinin arkasından neyin geleceğini bilmemekten kaynaklanır.

Kendilerine bir put ediniyorlar. Onun kanunlarına uyuyorlar o ka­nunların yürürlükte kalabilmesi için mallarından bir bölümünü ona veri­yorlar. İşte bu, o putları edindikleri dinleri için bir vergidir. O vergiyide Allah'ın verdiği nimetlerden verirler.

Allaha yemin olsun ki şu yaptığınız iftiralardan dolayı mutlaka he­saba çekileceksiniz sorgulanacaksınız. Allah'ın sorgulaması polis şu­belerindeki sorgulamaya benzemez. Onun bu iş için görevlendireceği melekler vardır.[66]

 

57- Kızları Allah'a mal ediyorlar. ("Melekler Allah'ın kızlarıdır" diyorlar) Haşa o münezzehdir. Çok istedikleri (erkek çocukları da) kendilerine mal ediyorlar.

Kızları Allah'a nisbet ediyorlar. Tarihe şöyle bakacak olsak Mekke müşrikleri Melekler Allah'ın kızları derlerdi. Eski Atina da tanrıçaları icad etmişlerdi. Güzellik tanrıçası Aşk tanrıçası gibi... İşte bunları Allah'ın kızları olarak kabul ediyorlardı. Ayeti kerime buna değiniyor. Kızları Allah'a hoşlarına giden oğlanları ise kendilerine nisbet ediyor­lar.[67]

 

58- Onlardan biri kız çocuğuyla müjdelendiğinde yüzü kapkara kesilir ve o çok öfkelidir.

Onlardan biri "kız çocuğun oldu" diye müjdeleniverse, yüzü simsi­yah kesilir ve o, kînini içine yutar. Ayetler müşriklerin haleti ruhiyesini açıklıyor. Tabi bu Mekke müşriklerinde olduğu gibi günümüzde de biri­sine "kızın oldu" denildiğinde yüzü biraz burkulup "bir oğlan doğurtturamadım" dedi mi, bilin ki o kişinin içinde de cahiliyyeden kalma bir da­mar var demektir. Cahiliyyeden maksat ta bilgisizlik değil, küfür cahili-yesi demektir. İnkârdan bir damar var demektir.

Hz. Bilali Habeşi'yi siyahlığından dolayı bazıları ayıplamıştı. Hz. Peygamber de "sizde hâlâ cahiliyye daman görüyorum" buyurmuş sa­habede de işte bu cahiliye damarı zaman zaman kabanyordu. Ama Hz. Peygamberden aldıkları o terbiye ile o damarı da yok etmeye çalışıyor­lardı.

Bizde de bu olabilir. İslami bir eğitimden geçmedik 7 cihetten üze­rimize pislik akıyor. Ve o pislikle beraber büyüyoruz mesela "erkek adamın erkek oğlu olur" gibi şeyler köylerimize kadar yerleşmiştir. Peygamberimizin bile 4 kızı 3 tane erkek çocuğu olmuştur. Onun için çocuğun erkek kız olması çocuğun olması veya olmaması bizim eli­mizde olan bir olay değildir. Kimseyi ayıplamamak gerekir.[68]

 

59- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden milletten gizlenir. Onu alçak bir şekilde tutsunmu yoksa toprağami gömsün! Dikkat edin ne kadar kötü hüküm veriyorlar.

O müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı gizlenmeye çalışır. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı taşıyacak yoksa toprağamı göme­cek, bunu düşünür durur "verdikleri hüküm ne kötüdür."

Gerek bu ayetlerin tefsirlerinde, gerekse son zamanlarda Siret ki­tabı yazanlar veya bu konuda vaaz edenlerin içine düştükleri bir hataya dikkatinizi çekerim. Diyorlar ki: "Hz. Peygamberin Peygamberliği gel­meden önce, cahiliyye devrinde imansızlar kızlarını diri diri toprağa gömüyorlardı." Burada öyle bir ifade var ki, sanki bütün insanlar böyle yapıyor gibi. Peki böyle yapıyorlardı da onların nesli nasıl devam edip çoğaldılar. Bu kötülüğü hepsi yapmıyordu. Ayette de; bütün müşriklerin bunu yaptığını ifade etmiyor, "içlerinden böyle yapanlar vardı" diyor.[69]

 

60- Ahirete iman etmeyenler için kötü örnek olmak var­dır. En yüce örnek Allah'a aittir. O herşeye gücü yetendir, hükmedendir.

Kötü örnek (sıfat) ahirete inanmayanlar içindir. Yani toplumun en kötü Örneği ahirete inanmayanlar içindir, her durumda en ahlaksız in­sanlar ahirete inanmayanlardır. En yüce örnekte Allah'a aittir. Herşeyiyle tam, bütün eksikliklerden münezzeh olan, Kemâl sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan uzak olan Allah (cc)'dır. Bütün kötülük­ler de ahirete inanmayanlardadır.

"O Allah, herşeye gücü yeten hüküm koyan hükmünde hikmet sa­hibi olandır." Allah (cc) mülkünde hikmet sahibi ve herşeye gücü yeter de niye kafirleri cezalandırmıyor? Mesela bazıları "Allah varsa beni çarpsın" gibi sözler sarf ediyorlar bunlar hakkında ne dersiniz?

Biz diyoruz ki, bu sözler daha Önceki devirlerde de söylenmiş söz­lerdir. Bunlar bu sözleri bilmediklerinden dolayı söylerler. Mesela ço­cuk elektrik prizine parmağını sokar, ona parmağım sokarken bunun öl­düreceğini bilse elini sokmaz, fakat bilmediği için bunu yapar. Anne ba­bası da onu engeller zira onlar elektriğin çarpıp onu öldüreceğini bilir. Biz Allah'tan korkuyorsak, Allah'ın varlığına dair bilgimizin olmasın­dandır. Onlarda korkmuyorsa Allah hakkında bilgisi olmadığındandır.

Allah'ın böyle kafir kullarını küfürlerinden dolayı hemen cezalandır­maması bir ilahi imtihan gereğidir. Eğer O, "varsa beni çarpsın" diyen adamı anında cezalandirsa, anında azab etse artık insanlar Allah'a kor­kularından dolayı iman ederler. Kötülüğün kötü olduğunu bildiklerinden dolayı kötülük yapmaktan sakınma yerine, kötülük yaptıklarında anında cezalandırılmalarından korktukları için yapmazlar.[70]

 

61- Eğer Allah insanları, zulümleri sebebiyle cezalan­dırmış olsaydı yeryüzünde birtek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir. Onların eceli geldiği zaman bir saat geri kalmaz ileri de gitmez.

Cezaların geri bırakılmasının sebebi tevbe etmeleri içindir. Belki tevbe eder, zulüm ve kötülüğünden vazgeçer diye. Zamanı da geldi rhi onlar ne bir an ileriye, ne de geriye bırakılır. Ayette geçen zaman; bizim anladığımız bildiğimiz saat manasındaki 60 dakika değil, zaman içerisinde "bir an" dediğimiz şeydir.

Bazen şu husus çokça sorulur mesela: Kafkaslardan göçüp gelip, burada Bursa'da yaşayan insanlar var. Diyor ki; "benim dedelerimin Kafkaslardaki yaş ortalaması 100 idi, şimdi ise burada insanlar orta­lama 80 yaşma varmadan ölüyorlar" diyor. Ecelde bir kısalma söz ko­nusu mu?.. Dediği zahirde doğru, görünüşde ecelde bir kısalma var gibi; ama Allahu Teala kafkasların iklim şartları ile Bursa'nın iklim şartlarını bildiği için Kafkaslarda yaşayanın ecelim ortalama 100 Bursa'da yaşa­yan insanların ecelini de ortalama 70-80 olarak takdir ediyor.

İşte Rabbim o kişilerin dedelerinin Bursa'ya hicret edeceklerini bil­diği için dedelerden sonra gelen torunların yaşlarını da, Bursa iklimi şartlarına göre takdir ediyor. Meselenin açıklaması böyledir. Ama şunu iddia etseler "biz levhi mahfuzda bunun yaşını 80 gördük, fakat biz ta­banca ile onun kalbine kurşunları sıktık adam 50 yaşında gitti" deseler, böylece ecelin değiştiğini isbat edebilseler, oysa levhi mahfuzdaki takdir edilen ecelin ne kadar olduğunu öğrenmek mümkün değildir.

İşte "Kötü misal, sıfat ahirete inanmayanlarındır." ve "Zulmedenleri Allah cezalandıracak olsaydı....." Şeklindeki ayetlerden sonra Ecel ile ilgili ayetin zikredilmesinin sebebi hikmeti. Ecel nedeniyle insanlardan korkulmam ası gerektiğini ifade içindir. Şöyle yaparsam bu zalimler beni öldürür, işte bu insanın öyle yapması mümkün değil. İmani noktada bir

zayıflık söz konusu. Çünkü ecelin Allah'ın elinde olduğunu ve Rabbim tarafından takdir edildiğine kesinlikle iman etmiş olması gerekir.

Medine döneminde, Uhud Savaşı için münafıklar; "gitmeselerdi ölmiyeceklerdi"[71] derler. Peki münafıkların savaşa git­medikleri halde yatağında ölenleri olmadı mı onlar niye öldü? Ama ne­tice harbe giden Allarr için ölüyor, diğeride yatağında kendi nefsi için ölüyor.

Abdulhamit döneminde "Ertuğrul" isimli bir gemi Japonya'ya gön­derilmiş. İçinde de her düzeyden ilim adamları, askeriyeden yüksek rütbede elemanlar, sanatkarlar varmış. Yeni evlenmiş Yüzbaşının biri de bu gemide gitmesi gerekirken, bir torpil bulup geri kalır. Gemi gittik­ten günler sonra, yüzbaşı da bir sandal keyfi için İstanbul boğazına dolaşmaya çıkar. Bindiği sandalın içerisinde su içerken, su genzine gi­der bir damla su da ölür. Defn ederler. Aradan bir kaç gün sonra haber gelir; Japonya'ya giden filan gemi (ki onunda içinde bulunması gere­ken), filan yerde dalgaya tutuldu. Şu kadar kişi öldü. Araştırılır. Yüzbaşının öldüğü gün ve saat ile aynı gün olduğu rivayet edilir.[72]

 

62- Hoşlanmadıklarını Allah'a ma! ederler. "En güzel sonuç onların" diye dilleri de yalan söyler. Şüphesiz ateş onlar içindir ve onlar (ateş için) ileri sürülenlerdir.

"Hoşa gitmeyen şeyleri Allah'a nisbet ederler" yani kızlardan hoş­lanmıyorlar, O Allah'ındır diyorlar fakat dilleri hep yalanı anlatır. Buna rağmen de ahirette cennet bizimdir derler. (Bakara suresinde ifade edildiğine görede) kafirler cehennem de biz bir kaç gün kalırız ondan sonrada cennete gideriz diyorlar.[73]

Cehennem bizi ancak sayılı günlerden başka yakmaz. O, sayılı günlerde 6-7 gün olarak tefsir edilmiş. Yahudiler dünyanın en seçkin kulları olduklarını 7 günlük bir günahlarının olduğunu ileri sürüyorlar.

Zulüm belirli bir zirveye kadar ulaşır. Rabbim müsaade eder. O zir­veye ulaştıkları an da hiç hesab etmedikleri bir yer ve zamanda onların zulmünü aşağıya indirir. Tarihte bu çok görülmüştür. Telaviv'deki Yahudiler bugün bunun farkındalar birgün bizim başımıza bir zulüm gelecek ama nasıl gelir diye zaman zaman idarecilerini uyarır mahi­yette yürüyüşler yapıyorlar.

"Gerçekten onlar için cehennem vardır. Onlar cehenneme gönderil­mekte acele edilmiş kişilerdir. Yani çok acele cehenneme ulaştırılacak­lardır."[74]

 

63- Allah a yemin olsun ki senden önce ümmetlere pey­gamber gönderdik. Şeytan onlara yaptıklarını süsledi. O (şeytan) bugün onların dostudur. Onlar için acıklı bir azap vardır.

Allah'a yemin olsun ki, senden önceki ümmetlere elçiler gönderdik. Şeytan onların yaptıklarını süsledi. Şu günde de şeytan onların dostu­dur velisi ve yöneticisidir. Onlar için yakıcı azab vardır.

Bazen şöyle bir hayrete düşeriz; bu adamlar bu yaptıklarının kötü olduğunu bilmiyorlar mı?. Allahu Teala bu ayette; "şeytan onlara amellerini güzelleştiriverdi" buyuruyor. Şeytan kafirlerin amellerini gü-zelleştirdiği gibi, müminlere de güzelleştiriveriyor.

Hicri 7. Asırda "Abdurrahman ibnul Cevzi "diye bir alim, "Telbisu-iblis" diye bir eser yazmış. Eserinde, şeytanın tefsircilere hangi yollar­dan musallat olduğunu, fıkıhcılara hangi yönlerinden yaklaştığını, ta-savvufcuları nasıl aldattığını yazıyor. Hadisciye işte filan yerde hadis varmış onu al, filan kaynaktan hadis al, gibi onu, o işlerle meşgul edip ibadet ve taatini engeller diyor.

Türkiye'nin yetiştirdiği bir Profösör; Hadis ve kaynakları konusunda dünyaca ün yaptı, ama bunları araştırmaktan namaz kılmaya zamanı olmamış. Mevlana güzel anlatır; "Bir fakir, kırk yılda kırk altını zor toplar. Derken bir vaiz efendiden; "sadaka olarak verirseniz şöyle se­vaptır " sözlerini dinler, Adam vermeye niyetlenirken şeytan devreye girer. "Bunlar için kırk yıl çalıştın, verme" der. Adam da; "sen beni mi engellemek istiyorsun?" der ve her birini birer gün arayla fakirlere da­ğıtmaya başlar. Şeytan mani olamayınca, bu sefer de; "hepsini bir fa­kire versene" der. Adam; "hani bana verme diyordun.?" Şeytan da; "Böyle vermekle sen beni hergün öldürüyorsun, bunların hepsini birgünde ver de bir defa öleyim" der."

Yani şeytanın insana geliş yollarına aklımızın hayalimizin erişmesi mümkün değildir. O, insanın sağından, solundan, önünden, arkasından, her tarafından çeşitli kılık ve şekilde, insana musallat olur, vesvest verir.[75]

 

64- Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman yol gösteren ve iman eden kavme rahmet olması için bu ki tabı sana indirdik.

"Şu kitabı sana indirdik" daha Önceki ayetlerde; "insanlar arasınd hükmedesin diye, kanun yapasın diye indirdik" idi.[76] Burad da "insanların ihtilaf ettikleri konuda açıklık getiresin diye indirdik. Hangi konu olursa olsun dini konu olsun, dünyevi konu olsun, hukuk  konu olsun. İşte bu konulardaki ihtilafı açıklayasın diye Kur'an-ı Kerir indirildi.

Bir de insanlara yol göstermesi için ve insanlara rahmet olması içi indirildi. Peki insanlara nasıl rahmet olur.? İslama göre yaşarlarsa ce henneme gitmeyecekler. İşte böylelikle Kur'an onlara kendine uyup et henneme gitmelerini engellediği için rahamet olacaktır. Onların ebec cehennem ateşinde yanmasını engelleyecek. Düşünün ki; siz ateş atılmak üzere olan bir adamın, atılmasını nasıl engellemeye çalışırs; nız, Kur'an da kendine tabi olan mü'minleri ebedi yanmaktan alıkoyacak.

Bir de Kur'anın insanlar arasındaki ihtilafı giderdiğini unutmamam: gerekir. Bugün çoğu kişinin evinde hatta imansızın evinde bile Kur'e var. Bazı cahil kişilerde cami imamlarını evlerine götürüp senede b defa imamlara okutturuyorlarmış bu yanlıştır. O Kur'an'ın sahifeleşm şeklidir ona biz "mushaf" diyoruz. Asıl Kur'an; Fatiha'dan-Nas sun sine kadar olan kısımdır. Onun yani Kur'an'ın her zaman evlerimize okunması gerekir. Kağıt üzerine yazılmış, sahife haline gelmiş olma değil.[77]

 

65- Allah gökyüzünden suyu- indirdi de onunla öldükten sonra yeryüzünü diriltti. Şüphesiz bunda işiten bir kavim için bir ayet vardır.

Allah gökyüzünden yağmuru indirdi ve yeryüzü öldükten sonra o yağmurla yeniden diriltti. Ahirete inanmayan geri zekalı insanlar tabi­ata baksalar ölmüş çekirdekler yağmurun yağmasıyla çiçekleniveriyor-lar. Güz mevsiminde ölüm halini alan yeryüzü, baharın gelmesi, suların inmesi ile de tekrar eski canlılığına kavuşuyor. İşte bunlar bize Ölüm­den sonra dirilmenin canlı şahidi ve ispatım yapmaktadır. İşte o ahirete inanmayanlar bunlara dikkatli baksalar ibretler alırlar.

"İşte işiten toplumlar için bunlarda ibretler vardır. İşitene ve anla­yanadır, bu ibretler."[78]

 

66- Davarlarda (Deve, sığır, koyun, keçi de) sizin için ib­ret vardır. Onların karınlarından, dışkı ile kan arasından içenler için, gayet kolay süt içiriyoruz.

67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden içki ve güzel rızık elde edersiniz. İşte bunda  aklını  kullanan kavim için ayet vardır. Allah'ın yarattığı deve koyun sığır... gibi hayvanlarda sizin için ib­retler vardır. Sizi onun karnındaki gübre ile kanın arasından gelen süt ile suluyoruz. Öyle süt ki; içenler için katıksız, içimi gayet hoş. Bir ta­rafta pislik bir tarafta kırmızı kan diğer taraftanda bembeyaz süt var içimide gayet güzel. Buz dolabına yemek koyuyorsun buz gibi olmasına rağmen kokuları birbirine karışıyor. Ama sımsicak vücutta bunların ko­kulan hiç birbirine karışmıyor. Renkleri farklı kan kırmızı, süt bembe­yaz, gübre daha değişik yani birbirine zıt olan şeyler hepsi bir arada.

67. ayetde, hurmanın ve üzümün meyvelerinden; sarhoşluk veren içkiler edininebildiğiniz gib; çok güzel rızık da edinebilirsiniz diyor. Bu ayet Mekke döneminde daha içki haram kılınmadan nazil olmuş bir

ayettir. Ama dikkat çekiliyor içki yasağı olmamasına rağmen. Burada içki kelimesi için "güzel" kelimesi kullanılmamış, ama üzüm olarak pekmez olarak yemeğe şıra olarak içmeye güzel kelimesi kullanılıyor. Ayet yasaklamıyor ama hoş olmadığına dikkat çekiyor. Hz. Peygamber asla içki içmemiş fıtratı bunu hiç sevmemiş.

Önce "içkinin zararı, faydasından kat kat fazladır,"[79] ayeti nazil oldu ondan sonra "içkili iken namaza yaklaşmayın. En sonunda da "içki, kumar, fal okları... şeytanın amelindendir, Onlardan sakının."[80] ayeti gelmiştir. "Aklı başında olan toplumlar için bunlarda ibretler vardır" diyor Allah (cc).[81]

 

68- Rabbin, arıya şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve çardak (kovan)lardan evler edin".

Yukarıdaki örneklerde meyvelerden, bu ayette ise canlılardan örnek veriyor Rabbimiz. "Arıya dağlarda, ağaçların kovuklarından ve insanla­rın yapmış oldukları kovanlardan (çardaklardan) ev edin diye vahyettik."

An dağlardaki yalçın kayalar içindeki mağaraları ev edinir. Bazen de ulu ağaçların içi boşalır onların içini ev edinir. İşte insanlar onları bu­ralarda buldumu kendilerinin yaptığı kovanlara alıştırır. Onları kendine ev edinir. Bu ayette geçen vahiyden maksat, onun fıtratına verilmesi, iç güdüsünün verilmesi Onu da veren Allah'dır. Bir insan kalemi eline alıp devamlı altıgen yapsa yaptığı şekillerdeki altıgenlerin açıları farklı olur. Fakat arının peteğindeki milyonlarca altıgenlerin hiç birinin açıları farklılık arz etmiyor hepside aynı.[82]

 

69- "Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbiyin yolla­rına boyun eğerek yürü." Onların (anların) karınlarından çeşitli renklerde içecekler çıkar. Onda insanlar için şiîa vardır. Düşünen kavim için bunda ayet vardır.

Burada emirler müennes için yapılmış yani Kur'an 1400 yıl önceden arı beyinin dişi olduğuna dikkat çekiyor.

Her hastalığa olmamakla beraber birçok hastalığın şifasında kul­lanıldığını görüyoruz.

Eskiden buz dolabı yok iken taze eti muhafaza için bal içine koyarlarmış 3 ay 6 ay tazeliğini muhafaza edermiş.

Adam çölde boğuluyormuş; "ne mutlu gölde Ölene," gölde ölende; "ne mutlu çölde ölene" diyormuş. Altın kıymetli bir maden, her taraf altın olsaydı, toprağımız altın olsaydı, evleri, yollan altın ile yapsaydık, o zaman gram gram toprak alır saklardık.

Düşünen kavimler için toplumlar için bunda ibretler vardı 65. ayette "işiten toplumlar için ibret vardır." 67. ayette "aklını çalıştıranlar için ibretler vardır. 69. ayettede "düşünenler için ibretler" vardır buyurulu-yor.

İşte filan düşünürle röportaj yaptık... O düşünse Allah'a inanır. Düşünür dediğin Allah'ın varlığını birliğini kabul edip ayette ifade edil­diği gibi onun ayetlerini topluma anlatan Allah'ın alamet ve nimetlerini topluma hergün yansıtandır. Yoksa islamin aleyhine düşünceler üreten düşünür değildir.

Ayet de; 'arı balında bizim için şifa olduğunu ifade ediyor. İsra su­resinde de Kur'an-ı Kerim'in şifa olduğunu belirtiyor. Böylece Allah(cc); bize iki türlü şifa indirmiştir biri tabii şifadır. Yiyecekler ve içeceklerin kullanım şekillerinin anlatımıyla olan şifa, eczacıların yaptığı ilaçlar gibi. Bir de toplumsal hastalıklara, hukuki hastalıkları bazen de ruhsal hastalıklara şifa olmak üzere Kur'an'ı indirmiştir.

Eskiden hocalar kitap okurlardı hadis tefsir okuturlar kılı kırka yarıp düşünüp inceledikten sonra fetva verirlerdi. Bir yerde sohbet esnasında dedilerki; "hocam artık bal yiyemiyoruz." Hayrola maddi sıkıntıdan mı? dedim. Hayır hocam, geçenlerde bir bayan geldi balın haram olduğunu, sebebi olarak da arının başkalarının bağ ve bahçesinden çiçekler topladığını bununda kul hakkına girdiğini söylediler. Böyle bir tutum yanlıştır.

Eğer neyin haram neyin helal olduğunu biz belirlemeye kalkarsak çok iyi niyetlerle çoğu helal olan şeyler dahi haram olabilir. Hz. Peygamber zamanında da arılar başkalarının bağ ve bahçelerinden çi­çekler toplar başkalarının elma, kayısı, hurma ağaçlarına giderlerdi. Bu Hz. Adem (AS) zamanında da aynıydı.[83]

 

70- Sizi Allah yarattı. Sonra sizi o öldürecek. Bir kısmı­nızı birşey bildikden sonra bir şey bilmez olsun diye ömrün en reziline (ihtiyarlığa, çaresizliğe) döndürülür. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.

Allah(cc) sizi yarattı sonra sizi öldürür. Yani yaratan da öldüren de O'dur. Bir kısmınızı hayatının en zayıf, en rezil dönemine kadar ulaştırır ve bildiklerini bilmez hale getirir. Yani hiçbirşey bilmez hale gelmesi için böyle Ömrünün en rezil zamanına kadar yaşatır. Bu azab olsun diye değil. Müminin başına gelenlerin nedenleri için şöyle diyebiliriz. Allah (cc) onun bazı günahlarını af etmek için rahmet olarak ver­miştir. Ahirette azab etmek istemediğinden bu dünyada günahlarına keffaret olması için vermiş olabilir. Kıymetli halının tozunun dökülmesi için değnekle vurulması gibi.

Bu ayette bize mesaj olarak şu veriliyor: Yaratan Allah, öldüren de Allah (cc)'dır. Dünyaya gelme ile ölümümüze kadar olan süre içinde bizim de bir gücümüz otoritemiz var, bilgi, muhakeme ve mantığımız var. Biz de bu vasıflarımızla Allah'ın kitabına muhtaç olmadan inkarcı­lara karşı birşeyler yapamazmıyız? İşte Allah-u Teâla "En bilgininiz birgün hiçbirşeyi ve geçmişini hatırlamaz hale geliyor." buyuruyor. Dediğimiz durum söz konusu oluveriyor.

İnsan Rabbimin ilmi gücü karşısında benlik iddiasında bulunabile­cek güçte değildir. En bilgin'en cahil, en akıllının, ahmak duruma düşüverdiğini biz hayatımızda görüyoruz. Öyle ise yaratan, öldüren, akıl ve ilmi veren O. Bunları da dilediği kişiden dilediği zaman ve miktarda alan O'dur, İnsan bunu kabul etmesi gerekir.

Allah herşeyi bilendir ve herşeye de gücü yetendir.[84]

 

71- Allah rızik konusunda sizi birbirinize üstün kıldı. (Rizikda) Üstün kılınanlar, ellerinin altındakilere; onlarla rizikda ortak olsunlar diye rızıklarını vermiyorlar. Allah'ın ni'metini mi inkar ediyorlar?

"Allah (cc) rızık konusunda bir kısmınızı diğerlerine üstün kıldı." Herkesin mali ve rızık yönünden durumu birbirinden farklıdır. Üstün kılınıp zengin olanlar kendi rızıklarını kendi emri altında olanlara ve­rici değildir. Yani kendi emri altında olan insanların rızkını onlar vermi­yorlar. Onlar takdir etmiyor. Zenginler ile fakirlerin rızkının takdir edil­mesi konusunda ikisi de aynıdır, eşittir. Yani zenginin de fakirin de rızkını veren Allah'dır. Zenginin işinde çalışan fakirin rızkını zengin değil, Allah veriyor. O zengin sadece ortada bir vesile ve sebeb olan­dır.

Bu ayeti bu şekilde anlayıp, tefsir edenler olduğu gibi, özellikle kominizm fırtınasının estiği dönemde Kur'ana meal yazanlar; (Türkiye'de olduğu gibi sosyalist Arab ülkelerinde de kominizme şirin görünmek için) "Kur'an'da kominizmi destekliyor" diye bu ayeti kendi­lerine delil getirmeye kalkıştılar ve ayeti şu şekilde meal ve yorumunu yaptılar: "Allah bir kısmınızı diğerinize rızık konusunda üstün kıldı. Zengin olanlar fakir olanların rızkını vermiyor. Yani gasb ediyor. Halbuki onlar bu rızık konusunda eşittiler." Yani tabiattaki bütün eş­yayı ortak kullanmaları gerekirken bir kısım insanlar kendi zimmetine geçirdi. Çalışanların, kölelerin mallarım onlara vermedi, kendileri birik­tirdiler diye mana verdiler.

Halbuki ayetin böyle bir mana ve anlama ihtimali olmadığuırAllahu Teala şurada belirtiyor; "Allah bir kısmınızı diğerine rızıkta üstün kıldı." Üstün kılan Allah'tır. Nasıl ki üstün kılınan zengin malmda faki­rin ortak olmasını istemezse, Allah'da mülkünde başka bir ortak olma­sını istemez. Yani siz ey kafir zenginler; kendi kazandığınızda nasıl or­taklarınızın olmasını istemiyorsanız. O halde O'nun mülkünde O'na nasıl ortaklar edinirsiniz.?

Allah'ın yarattığı bir kulu ilah edinip, niye onun kanunlarını Allah'ın kanunlarına karşı savunur ve böylelikle de ona şirk koşarsınız.?

Böyle yapmakla Allah'ın nimetinimi inkar edersiniz. Nimetleri yara­tan O, O'nun nimetini yiyor başkasına ibadet ediyorsunuz. Bu şuna benzer Anne babasının evinde yiyip içip onun evinde yatıp babasının imkanlarından faydalanıp, Ona hizmet edip hürmet ve saygı göstermesi gerekirken, babasının sevmediği hoşlanmadığı veya düşmanı ile işbir­liği yapması, gibidir.[85]

 

72-  Allah, nefislerinizde sizin  için  eşler  yarattı.  Sizin için eşlerinizden oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel rızıklarla besledi. Batıla inanıyorlarda Allah'ın  nimetini mi inkâr ediyorlar?

73-  Göklerde  ve  yerde  hiçbir  rızka  sahip  olmayan  ve buna gücü de yetmeyen, Allah'dan başkasına ibadet ediyor­lar.

Onlara gökyüzünden veya yeryüzünden hiçbir şeyle rızık vermeye gücü yetmeyene ibadet ederler. Allah'tan başka öyle bir ilaha ibadet ederler oysa O onlara ne yeryüzünden nede gökyüzünden rızık verebi­lir. İkisinide yapamayana tapınırlar. (O ilahlarının gücü hiçbirşeyede yetmez.)

Hani ilah diye seçilen insanlar; Allah'ın kitabına, kanunlarına karşı, siz bizi yönetin, siz Allah'ın yerine bize kanun ve kurallar koyun dedi­ğiniz insanlarda, Allah'ın azıklarından yiyorlar. Öyie ise Allah'ın rızkın­dan yiyen insanlara; "seni ilah yapalım, sen Allah'ın kitabı yerine yeni bir kitab yaz da ona göre hareket edelim" demek Allah'ın nimetlerine nankörlük yapmaktır. Bunu yaptığınız zaman Allah'a eş koşmuş olur­sunuz.[86]

 

74- Allah'a benzerler bulmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz.

"Allah'a eş koşmayınız." Diğer bir ayettede "onun bir benzeri yok­tur."[87] Ve Allah'ın sıfatlarından biri de; "Muhalefettin lil ha­vadis" yani: Yerde ve gökte Dünya ve ahirette yaratılmışların tama­mına benzemez. Başkalarını Allah'a, Allah'ı da başkalarına benzetme­yin. "Allah herşeyi bilir siz bilmezsiniz." Bundan sonraki ayette putpe­restlerin durumunu anlatıyor.[88]

 

75- Allah, hiçbirşeye gücü yetmeyen, başkasının malı olan köle ile kendisine tarafımızdan rızık verdiğimiz ve o rizıkdan gizlice ve açıkdan infak edeni misal verdi. Hiç bunlar denk olur mu? Allah'a hamdolsun. Onların birçoğu bilmezler.

Allah bir köleyi misal veriyor hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle var, öbür tarafda da Allah'tan güzel rızıklar edinmiş ve rızıklar verilen kişi de gizli veya açık bir şekilde etrafa sadakalar dağıtıyor. Hiçbirşeye gücü yetmeyen eli kolu bağlı köle mi daha hayırlı...? Yoksa mal mülk kazanmış onu da Allah yolunda gece-gündüz, açık ve gizli bir şekilde sadaka veren adam mı daha hayırlıdır.? Elbette kazanan daha hayırlı­dır.

Bu iki kişi birbirine denk midir? Bunlar denk değildir. Denk olmadı­ğını, değil akıllı insanların bilmesi, SultanAhmet meydanındaki deliler dahi bilir. Kimden para çıkar kimden para çıkmaz bilirler ve onlara en iyi olan para verendir.

Allah (cc) de buyuruyorki; Allah size herşeyi veriyor her türlü ni­metlerini veriyor böylesine her türlü nimetini veren mi daha hayırlı? Yoksa sizin gibi olan size hiçbirşey veremiyen mi daha hayırlıdır? Bu hususta şunu söyleyecek olursanız. Bazı imansız insanlar varki "onlar bize birşeyler veriyor biz ona (kulluk) hizmet yaparsak karşılığını veri­yor." derler O size kendi katından birşey vermiyorki verdiklerini kendi yaratmıyorki Allah'ın yarattığı nimetleri surdan alıp size veriyor. Allah (cc) verendir, yaratandır. Ona hiç birşey denk olmaz. Allah'a hamd ol­sun imansızların mantığı sona ermiştir. Ama onların çoğu bunu bilmez­ler. Gerçeği, hakikati bilmez ve ondan başkasına kulluk etmeye devam ederler.[89]

 

76- Allah, biri dilsiz olan, hiçbir şeye gücü yetmeyen, efendisine yük olan, nereye gönderse bir hayır getirmeyenle adaleti emreden doğru yolda olan iki adamı örnek verdi. Bu (köle öbürü ile) denkmidir?

Allah-u Teâlâ da bir misal daha veriyor. İki adamdan birisi hiçbir­şeye gücü yetmiyor aynı zamanda da dilsiz(yani tat ), sahibi onu ne­reye gönderse iyi bir netice alamıyor. Dilsiz olduğu için meramını ifade edemiyor ve bu adam sahibine yük olmaktan başka birşey değil, işte böyle bir adamla, adaleti emreden, dosdoğru yolda olan, her işi uygun düştüğü şekilde yapan insan denk midir? Denk değildir.

Allah (cc) insanlara sıratı müstakimi veren, adaletle emr edendir. İnsanoğlu ise dilsiz ve iş yapamayan adam gibidir. Bu ikisi nasıl denk olur. Birbirine nasıl eşit olur. Öyle ise Allah ile, Allah'ın yarattığı insanı kendinize ilah edinmek suretiyle eşit tutmayın.[90]

 

77- Göklerin ve yerin gaybi Allah'a aittir. Kıyametin işi bir göz açıp kapama gibi veya daha yakındır. Şüphesiz Allah herşeye gücü yeter.

"Yerin ve göğün gaybı Allah'a aittir." Gaybı Allah bilir. Kıyamet gü­nünün saati ne zamandır bilemeyiz. Ne kadar sürer onu bize haber ve­riyor. "Bir göz açıp kapayıncaya kadar veya ondan daha çabuktur."

Bazıları eğer kıyamet kopacak olursa, biz kıyamet kopmaya başla­yınca yıldızlar gezegenler birbirine girinceye kadar "kelime-i şehadet ve Kelime-i tevhid" getirir, tevbe istiğfar yaparız diyorlar. Ama Allah (cc), o kadar zaman tanı maz. Bir göz açıp kapayıncaya kadar bu kısa bir süre içinde olur. Bu iş böyle olur mu? Olur. Çünkü "Allah herşeye kadirdir gücü yetendir." Mademki bu kainatın yaratılış "ol" emri ile olmuştur. Yok oluşuda bir göz açımından daha kısa bir zamanda gerçekleşiverecektir.

Büyük kıyametin ne zaman kopacağı bizce malum değil fakat küçük kıyamet dediğimiz kendi kıyametimizin ne zaman olacağını aşağı yu­karı tahmin edilir. En azından 90-100 veya 120-130 yıla kalmıyacağını biliriz önemli olan büyük kıyamet ne zaman olacağım değil kendi kıya­metimiz için hazırlıklı olmamız gerekir.[91]

 

78- Siz hiçbir şey bilmezken Allah sizi annelerinizin ka­rınlarından çıkardı. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz.

Bu ayet bize geldiğimiz yeri ve bize verilen nimetleri hatırlatıyor. Siz hiçbir şey bilmezken annelerinizin karınlarından çıkardı. Sizin için kulak, göz, dil ve kalbler yarattı. Gözleriyle görsünler, dilleriyle tatsın­lar, kulaklarıyla işitsinler, birinci derecede nimetleri değil, nimetleri ya­ratanı görsünler. Ayetin sonunda "şükredesiniz" ibaresi vardır. Şükredesiniz dile kulak, göz, kalb ve dil verdik anlamındadır.

Güzele bakmak sevap derler aslında, doğru bir sözdür fakat güzel deyince bir çoğunun aklına kadın gelir. Kadında güzeldir ama, çiçekte güzeldir, tabiatta güzeldir. Önemli olan güzeli değil, güzeli yaratanı gö­rebilmektir. Onu idrak edebilmektir.

Şeyh Sadi Şirazi anlatır; Birgün caddeden bir kadın geçerken der­vişin birisi, "Allah "der ve bayılır. Daha sonra arkadan akıllı biri gelir bakar ki derviş bayılmış, sorar; "niye bayıldı?" işte yoldan bir güzel ka­dın geçmişti onu görünce Allah'ı hatırladı ve bayıldı. Yalan söylüyorsu­nuz, bu da yalan söylüyor. Niye? dediklerinde; "Allah'ın sanatını göre­rek bayılmış olsaydı, bir çocuğun parmağını görünce de, bir devenin boynunu görünce de, baygınlık geçirmesi lazımdı, bu gerçekten kadının aşkı ile bayılmış" der.

Onun için gözler Allah'ın sanatının inceliklerini görecek kulaklar; bu sanattaki duyulması gereken ses ahenk ve musikiyi duyacak kalb his­sedecek ki ondan sonra şükür olayı olabilsin yoksa şükürün yerine gelmesi mümkün değildir.

Resim galerisine gidip sergiyi gezdikten sonra ressama teşekkür ve tenkitlerini çıkarken bildiriyor yoksa resimlerin altına yazmıyor aynen insanda Rabbimin yarattığı bu tabiatta gözleriyle görecekki ondan sonra rabbime şükür edebilsin. Bunları bizim- için yaratmışsın sana şü­kürler olsun şeklinde ifadesini bulabilirsin.[92]

 

79- Gökyüzünün boşluğunda emrine boyun eğdirilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları Allah'dan başka kimse tutmaz. İşte bunda iman eden kavim için ayetler vardır. Bu ayette de Allah gözlerin ne işe yaradığını değişik bir açıdan an latıyor Görmezler mi? Kuşlara bakmazlarını, semanın, gökyüzünüı boşluğunda süzülerek Allah'ın emrine itaat eden kuşlara bakmazla mı? onlan Allah'tan başka kimse tutamaz Allah'tır onları uçuran "işti bunda iman eden toplumlar için ibretler vardır."

Şimdi bu ayette gökyüzünde kuşları tutan (yani havada uçma im kanını veren) Allah (cc) olduğu ifade ediliyor. 1400 yılının evveli boyl idi. Ama bugün tabiat kanunları ile izah ediliyor hava çekimi atmosfe basıncı, cisimlerin Özgül ağırlığı, hacimleri suyun kaldırma kuvveti git şeyler bugün bulunmuş bu olaylar bunlarla izah ediliyor.

Bunu kabul ediyoruz, fakat onlardan bir adım daha ileride, bu tabii kanunlarının bir var edicisi olduğuna da inanıyoruz. Mesela bir "6 anayasası, 82 anayasası" denildimi akla gelen, o anayasayı bir yaz; nın, hazırlayanın, ortaya koyanın olduğu kabul ediliyor.

İşte biz de inanıyoruz ki; tabiatta şaşmayan değişmeyen nizam \ intizamlı bir kanun vardır. Onun da bir koyucusu olması lazım. O' Allah'dır.

İşte bir insanın yazdığı kanunların yürürlükte devam edebilmesi iç nasıl hakimler savcılar polis ve diğer kamu kuruluşları çalışıyor: Allah'ın bu kanunlarının devam edebilmesi yürürlükte kalabilmesi iç Mikail (as)ın mahiyetinde sayısını bilemediğimiz melekler var.

Bu Allah'ın kanunlarının ilmi bir izahını yapabiliyorlarsa biz bunh kabul ediyoruz zaten ecdadımızdan birçok alimde bu konuda çalışmal yapmıştır. Allah'ın "Teşrii" ve de "Tekvini" kanunları olmak üzere i kanunu vardır. Teşrî kanunu; Kur'an-i Kerim'dir. Tekvini Kanunu'd Tabiat kanunlarıdır. Teşrii kanunu tefsir etmek görevimizdir. İkisi Allah'ın kitabıdır. İkisini de okumak ve insanlara açıklamak görevimdir. Tekvini kanunlarımda ortaya çıkarmak-keşfetmek yine bizim göre­vimizdir.[93]

 

84- Kıyamet günü her ümmetten bir  şahid göndereceğiz. Sonra kafirlere (özür dilemeye) İ2in verilmez. (Allah'ın rı­zasını istemeye) fırsat verilmezler.

Biz her ümmete bir şahid göndeririz, yani Peygamber göndeririz. Burada peygamberi "şahid" kelimesi ile ifade ediyor. Peygamberler ümmetlerine şahiddir yani onlara Allah'ın emir ve yasaklarının geldi­ğine Allah'ın varlığı ve birliğine inanmaları gerektiğine şahiddir. Hatta veda Hutbesinde Hz. Peygamber "tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? diye üç defa tekrarlamış onlarda Tebliğ ettin ya rasu-lallah diyerek duyduk işittik ve inandık demişler ve peygamber (as) de Allah'ı şahid tutmuştur."

İşte O peygamberin ümmeti olarak biz de bugünkü insanlara şahi­diz Allah'ın varlığını birliğini Allah'ın kelamını insanlara duyurursak şahidîik görevimizi yerine getiririz. Duyurmayacak olursak onların ce­zalandırıldığı gibi biz de cezalandırılırız.

"Her ümmete bir şahid yani peygamber gönderilince; kıyamet gü­nünde kafirlere özür beyan etmeleri için izin verilmez. Senin varlığını ve birliğini bilmiyorduk, bize anlatan olmadı bildirseydiler sana inanır ve diğer ibadet ve itaatlerimizi de yerine getirirdik şeklinde bir itiraza izin verilmez. Ve onlar cezaya müstahak iken mutluluğa erdirilmezler. Cezalarını çekerler.

Bu ayetlerin tefsirinde alimlerimiz şu hususu izah etmişlerdir ki; çoğu zamanda bize sorulan bir husustur. Diyelim ki; Afrikanın orta­sında bir kadın doğum yapsa çocuğunu taşıyamaz bir duruma gelirde onu ormanın içine bırakıverse Aslanın biri de gelip emzirse yani aslan sütü ile büyüyüp hayvanlarla beraber yaşasa ve hiç insan görmeden de ölse gitse bu kişinin durumu ne olur.? Maturidi mezhebine göre; "Etrafına bakınıp bu güneşi düzenli bir şekilde hergün aynı yerden çı­karıp, tekrar onun ters istikametinde yok eden, mevsimleri peşpeşine sırasını değiştirmeden devam ettiren biri vardır" diye aklını kullanırsa cennete girer diyor. Eşari de; "o kimse direk cennete girer" diyor. Allah (cc); "Peygamber göndermediğimiz insanlara azab etmeyiz"[94] diyor ayeti kerimesinde. Bu alimlerde bu ayetlere dayanarak böyle bir sözü söylüyorlar.

Günümüzde biz şahidîik görevimizi tam yapamıyoruz. Eskiden ec­dadımız bu işi iyi yapıyorlardı hatta müslüman olmayan memleketlere gidip oradaki insanlara islamı ulaştırıyorlardı. Ama bugün müslüman memleketinizde islamdan haberi olmayan insanlar var.

Şöyle düşünün. Anne baba kafir, çocuğunu yetiştirecek öğretmeni de Özellikle kafir olanım seçiyor. Baş örtülü müslüman bir bayan veya müslüman bir erkekten de, yaban eşeğinin aslandan kaçtığı gibi kaçı-

yor. İşte böyle şartlarda büyüyen bir çocuk Afrikada hayvanlar ara­sında yaşayan çocuktan daha kötü durumdadır. Zira Afrikada yaşaya­nın önüne. "Allah yoktur" diyen çıkmaz. Ama bu saydığımız şartlarda büyüyen çocuğa heran ve saat içinde devamlı küfür ve isyan telkin edilmektedir. Şu okullara gitme gerici olur, yobaz olursun gibi telkinler.

Umreye gitmiştim, yanımdaki arkadaşlardan birisi ne hurma ne de zemzem aldı, sadece Japon veya İtalyan malları aldı dikkatimi çekti sordum "niçin böyle yapıyorsun?" Dedi ki; hanımım beni Londraya gitti biliyor ve beni oradan gelecek diye bekliyor. Şimdi zemzem veya hurma alırsam hanımım üzülür. Duyulursa çocuğumu da kolejden almam gerekir diyor. Adam etrafındaki insanların kendisini gericilik damgası ile damgalamalarından korkuyor, hemde Kabe'de ve diğer yerlerde ihlasla dua eden biri. Malesef bir kısım müslümanların hali böyle çocukları da din adına birşey bilmezler.

Ayette ifade edilen "Peygamber" kelimesi yerine bizde kendimizi koyarak; bu imansızların okullarına, meyhanelerine, gazinolarına, şir­ketlerine gidip islamı anlatmamız gerekmekledir ki, Allah indindeki sorumluluğumuzu yerine getirmiş olalım.[95]

 

85- Zalimler azabı gördüklerinde onlardan azap hafifle­tilmez ve onlara zamanda tanınmaz.7

86- (Allah'a) ortak koşanlar, ortak koştuklarını gördük­lerinde: "Rabbimiz, işte bizim (sana) ortak koştuklarımız ki senden başka dûa ettiklerimiz bunlar" dediler. Onlar (put adamlar): " Şüphesiz yalancılarsınız" diye söz attılar.

Ahirette müşrik insanlar tapındıkları adamları görünce "Ya Rabbi işte sana şirk koştuğumuz adam budur," diyerek tapanlarla, kendisine tapilanlar birbirlerine düşerler.

Bu seferde O kendisine tapılan, onlara söz atar. "Siz yalan söylü­yorsunuz ben öldükten sonra benim heykelimi diktiniz, benim heykelim gelin bana ibadet edin dedi mi Mze? Sizin dediklerinizi duydu mu? sizin

yazdıklarınızı -Yanma geldik, huzuruna geldik diye- okudu mu? Yarabbi bunlar yalan söylüyorlar." diyecek. Put deyince- aklınıza, dikilmiş bir taş gelmesin. O dikili taşlar; daha önce yaşamış insanları temsil eder, insanlar onları ilah edinir. Yoksa taşa tapınacak kadar geri zekalı değil bu insanlar. Mekke müşriği de taşlara tapınmamış o yonttukları taşlar hayatta birini temsil eder kanunlarına uydukları birini sembolize edermiş.[96]

 

87- O gün onlar (müşrikler) Allah'a teslim olduklarını bildirdiler ve (o gün) bütün uydurdukları onları bırakıp gitti. Ve hepsi beraber olup tapanlarla tapılanlar, Allah'a teslim olurlar ve iftira ettikleri şeylerde ortadan kalkıp yok olur gider. Uydurdukları, güç kuvvet verdikleri, otoriter olarak gördükleri şeyler, ortadan kalkar ve Allah'a teslim olurlar.[97]

 

88- Kafirlere ve Allah yolundan alıkoyanlara bozguncu­luk yapmaları sebebiyle azap üzerine azap artırdık.

Allah'ı inkar eden ve insanları Allah yolundan engelleyen kişilerin, Yaptıkları bu bozgunculuk sebebiyle, azabının üzerine azabı artırırız. Bir kısım inkarcılar vardır kendi halinde, başkalarına küfrü sirayet et­mez, başkalarını etkilemez. Bir de inkarcı vardır ki küfrü başkasına da sirayet eder. Onların da inkarcı olması için gayret gösterir bu insanlar. Birincilerine göre daha şiddetli daha tehlikelidir. İşte bunların azabı üzerine azablannı artıracağını vaad ediyor Allah (cc). Onun için ikisi arasındaki azablarında farklılık vardır. İşte bu iki gurup ayette ayrı ayrı zikrediliyor.[98]

 

89- Kıyamet günü her ümmet içinde onlara kendilerinden bir şahid gönderdiğimizde senide bunlar üzerine şahid ge­tirdik. Sana bu kitabı herşeyi açıklamak, yol göstermek, rahmet olmak ve müslümanlan müjdelemek için indirdik.

Bu ayet 84. ayetin bir benzeri gibidir. Her ümmete, her millete, kendilerinden bir şahid gönderdik. "Seni de kıyamete kadar gelecek bu topluma şahid (peygamber) gönderdik" Hz. Peygamber kıyamete ka­dar gelecek olan insanların şahidi olarak gönderilmiş ve her topluma kendi cinsinden, yani meleklerden, cinlilerden değil; insan cinsinden peygamber göndermiştir, "ve sana herşeyi açıklamak üzere kitabı indirdik." Yani Kur'an'da başka bir ayetin ifadesiyle "yaş kuru ne varsa Kur'an'da vardır."[99] Yani geçmişin ve geleceğin bütün bilgilerini Kur'an'da bulabiliriz. Ama arayacak göz gerekir.

Hz. Peygamberin Yemene vali olarak gönderdiği Muaz b. Cebel hadisi vardır. "Hz. Peygamber Muaz'a sorar "ey Muaz gittiğin yerde insanlara ne ile hükmedeceksin" O'da "Allah'ın kitabıyla" cevabını ve­rir. "Ya Allah'ın kitabında bulamazsan" "Hz. Peygamberin sünneti ile hükmederim" "Ya onda da bulamazsan" "o zaman kendi rey'imle ictihad ederim" diyor.[100]

Bazıları İşte bu yukarıda zikrettiğimiz ayetle bu hadisin birbirine ters düşdüğünü iddia ediyorlar. Aslında herhangi bir terslik yok Hz. Peygamber ya Allah'ın kitabında "yoksa" dememiş ya Allah'ın kita­bında "bulamazsan" yani var da sen bulamazsan demiş. İşte bu inceliği fark edemedikleri için, ikisinin bir biriyle çeliştiğini iddia edip, ayeti değil de hadisin uydurma olduğuna hükmederek meseleyi çözümle­meye çalışıyorlar, fakat yaptıkları yanlıştır.

Diyelim ki; odanın içine toplu iğneyi düşürsek onu arayıp bulama­yınca; toplu iğne yok demek mi doğrudur? yoksa toplu iğneyi bulamadık mı? demek doğrudur. Uranyum madeni keşfedilmeden önce yokmuydu? Allah'ın bu alemi yarattığı günden itibaren vardı, ama bir zaman geldi bir alim onu keşfetti işte Kur'andaki hakikatler böyledir.

Tabiki o uranyumu binlerce göz belki onu gördü ama onu keşfeden göz daha değişik bir gözle gördü. Bazı hakikatlerinde ortaya çıkması için zaman önemlidir. İşte o hakikatler zamanın getirdiği olaylarla açıklanıveriyor. "Hakikatleri açıklamak, müminlere müjdelemek, mü­minleri doğru yola götürmek, onlara rahmet olmak üzere Kur'an'ı indir­diğini" beyan ediyor. Allah (cc).[101]

 

90- Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi em­reder, fııhşiyatı ve kötülüğü yasaklar. Öğüt alasınız diye size öğüt verir.

"Demek ki Allah adaleti adaletle emreder. İyiliğide iyilikle emre­der." Manada her ikiside mevcuttur arapça bilenler bunu daha iyi anla­yabilir. Biz ikisini birleştirip az önce verdiğimiz sonucu çıkarıyoruz.

Günlük hayatımızda bu ayete göre hareket etmeli ve yapacağımız bir iyiliği iyilikle yapmalıyız. Kaşıkla yemek verip, sapıyla da göz çı­karma kabilinden olmamalı. Diyelim ki; birine iyilik yapacağız ama bunu yaparken güler yüzle, tebessümle yapmalı. İşte bu, iyiliği iyilikle yapmadır. Fakat kaşları çatık, sinirli öfkeli, nahoş bir eda içinde yapılan iyiliktir ama yapılış tarzı pek hoş değildir. Başka bir ifadeyle; adama misk kokusu ile sarımsak kokusu koklatma gibi bir durumdur.

Onun için Allah adaleti adaletli bir şekilde, iyiliği iyilikle emreder. Yakın akrabayı gözetip, onlara yardımda bulunmayı da emreder, fuhuş­tan yasaklar, fuhuş denince akla zina gelir. Dille yapılan yalan iftira, sözden dönme, cimrilik, kumar da dilin fuhuşudur. Arabın dilinde cimri­lik fuhuştur. Buna göre; "Allah sizi cimrilikten yalan söylemekten iftira atmaktan zina yapmaktan kumar oynamaktan yasakladı." Bütün bun­ları Allah yasaklıyor. Bir de böyle haram olmayıp iyi de olmayan hoşa gitmeyen şeyler vardır. Onları da yasaklıyor alimler. Onlara mekruh demişler, müslümanın fuhuştan sakındığı gibi, hoş olmayan münkerat-tan, haddi aşmaktan, zulmetmekten uzak durması sakınması gerekir.[102]

 

91- Andlaşma yaptığınızda Allah'ın sözünü yerine geti­rin. Sağlamlaştıkdan sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil kıldınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.

Söz verdiğiniz zaman Allah'a olan sözünüzüde yerine getiriniz. Yani Allah'a söz verdiğiniz "Yarabbi senin sözün üzerine devam edeceğim" dediğimiz zaman ki; ruhlar aleminde "ben sizin rabbiniz değil-miyim" denildiğinde bizde "Evet" demiştik.[103] İşte bu bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi yerine getirmemiz gerekir!

Birde insanlar arası sözleşmemiz vardır. Bunları da yine Allah için yapıyoruz, bunlarıda yerine getirmemiz gerekir. "Sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Siz Allah'ı kendi üzerinize kefil kıldınız. Yani Allah'ı şah id tutarak yemin ediyorsunuz sakın ha böylesine yemin ettikten sonra sözlerinizden dönmeyin yeminlerinizi bozmayın.[104]

 

92- İpliğini sağlamca eğirdikden sonra çözen kadın gibi olmayın. Bir ümmet (kafirler) diğer ümmetten (müminlerden) daha çok diye yeminlerinizi aranızda (faydalı) bir giriş edinirsiniz. Ancak Allah sizi O (kafirlerin çokluğuyla) imtihan eder ve hakkında ihtilaf ettiklerinizi kı­yamet günü size muhakkak açıklar.

"Şu kadına benzemeyin." O günlerde Medine'de ahmak bir kadın varmış, bu kadın yünleri ip haline getirir daha sonrada tekrar yün haline getirirmiş ve ömrü öyle geçermiş. .

Sizinde bu dünyadaki yaşantınız', söz verip bozmanız akşama kadar örüp de sabaha kadar çözüp eski haline getiren kadına benzemesin "siz yeminleri kendi aranızda hileye sebep kılıyorsunuz hilelerinizi yeminle kuvvetlendiriyorsunuz." Böyle yapmayın ümmetin en güçlü ümmet olması için yeminlerinizi hile vesilesi yapmayın yeminle yalana tevessül etmeyin. Allah (cc) bunlarla sizi imtihan ediyor. Kimin haklı kimin haksız olduğu yerleri Allah kıyamet günü ortaya çıkaracaktır.[105]

 

93- Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Ancak o dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir ve siz yaptıklarınızdan muhakkak sorguya çekileceksiniz.

Allah dilese idi sizi tek ümmet yapardı. Ümmetinizi kabilenizi par­tinizi çoğaltmak içinde yalana ve yemine baş vurmayın. Allah (cc) di­lese idi Hz. Adem (as)'dan günümüze kadar bütün insanları müslüman yapardı. Fakat Allah dilediğini dalalette, dilediğini hidayette kılar siz elbette yaptıklarınızdan sorulacaksınız.

Ayet yarım kalsaydı şu sonuç çıkardı Allah dilediğini hidayete dile-diğinide dalalette bırakır, o zaman gavurun ne günahı var Allah onu ka­fir bizide müslüman yapmış sonucunu çıkardı ama ayetteki ifade devam ediyor.

"Siz yaptıklarınızdan sorulacaksınız" kişi kötülüğe meyletmiş Rabbim de kötülüğün yollarını açmış, sapıtma budur, dalalet budur. Kişi hidayete meyletmişse Rabbim de ona o yollan açmıştır, işte hidayete erdirme olayı da budur. Kul'un da cüzi iradesini kullanma durumu söz-konusudur. Kul cüzi iradesi ile kesb eder Allah'da onu fiiliyata geçirir.[106]

 

94- Yeminlerinizi (fesada) bir giriş edinmeyin, yoksa sa­pasağlam bastıkdan sonra ayak kayıverir, Allah yolundan saptığınız için azabı tadarsınız. Sizin için büyük azap var­dır.

Bu ayet, daha önce geçen 91. 92. ayetleriyle bağlantılı bir ayettir. 91. ayette "Allah'a olan sözlerinizi ahidlerinizi yerine getiriniz. Yeminlerinizi bozmayınız" Duyurulmakta idi. Yeminini bozan kimselerin bozuş sebebi olarakta devlet veya fert olarak toplumunu artırmak veya karşı tarafın gücünü fazla görmesinden dolayıdır. Her iki haldede yemininizden dönmeyiniz. Vermiş olduğunuz sözü yerine getiriniz. Sözünüzüde yeminle tekid etmişseniz yeminleri­nize sahip çıkınız. Anlaşmalarınıza sahip çıkınız idi.

Eğer yeminlerinize sahip çıkmazsanız, akşama kadar yün eğirip, sabaha kadar onu tekrar geri söken kadının durumuna benzersiniz, buyurulmakta idi. İşte bu 94. ayette de bu konuya devam ediliyor.

"Yeminlerinizi aranızda hile vesilesi yapmayın" yani yemin ederek adamı inandırıyorsunuz ama niyetiniz başka, böyle yapmayın Eğer böyle yaparsanız, İslama ısınmış insanın, ayağının kaymasına sebep olursunuz, veya insanları dinden döndürmenin cezasını çekersiniz.

Bunun açıklaması şudur. Günlük hayatta çeşitli işlerle meşgul olu­yoruz. Mesela ticaretle uğraşan müslüman bir kişiyi düşünün karşısın­daki kişilere ticaretini artırmak için yalan söylüyor, onları aldatıyor ve birde bu yalanını yeminle kuvvetlendiriyor. Şimdi burada yalan söyle­diği için bir ceza, yemin etmenin cezası, birde onun dinden dönmesine sebeb olduğunuz için onun cezası vardır.

İşte çevresinde müslüman, güvenilir insan olarak bilinen bazı kar­deşlerimiz, "söz" verir, sözünde durmazlar. "Çek" verirler zamanında çekinin karşılığı çıkmaz, karşısındaki adamında biraz İslama meyli varsa sizin bu davranışınızdan dolayı islamdan uzaklaşıyor. Bunu yapmakla da insanları dinden alıkoymanın cezasını çekmiş olursunuz. Ve sizin için büyük bir azab vardır, buyuruyor Allah (cc).

Bu ayet beni gerçekten etkiledi. Eğer bu tefsir dersleri olmasaydı ben bu ayeti hatim yaparken, bir dini kitab gibi okur, belki bu kadar an­lamazdım. Hakikaten çok önemli bir ayet, zira bugün günümüzde insanların İslama girmelerini engelleyenlerin başında biz geliyoruz. Sözlerimiz, davranışlarımız, hareketlerimiz, tavır ve işlerimiz insanla­rın İslama girmesini engelliyor.

Merhum M. Akif Almanya'ya gider oradaki gözlemlerini "Berlin ha­tıraları" diye şiir şeklinde yazar. Batıyı anlatırken: Onların işleri bizim dinimiz; dinleri de, bizim işimiz gibi der. Biz günümüzde önce;

1- kendimizle (nefsimizle) mücadele edeceğiz.

2- İmansız kesimle mücadele edeceğiz onlara islamı anlatacağız. İslamı götüreceğiz.

3- Müslümanım dediği halde yalanla dolanla köşe dönme ile uğra­şan insanlarla da uğraşacağız.

30-35 yaşlarında fabrikatör birisini anlattılar. Hergün beş vakit na­mazını kılar ama fuhuşunda her çeşidini yapar diyorlar. Daha önce tef­siri geçtiği gibi; "Namaz kişiyi fuhuştan ve münkerattan alıkoyar."[107] Eğer alıkoymuyorsa o, artık bir eklem alışması dediğimiz bir olaydır ki: Çocukluğundan itibaren ibadet kastıyla değilde adet kasdıyla yapılan bir hareket olmaktan ileri gitmez.

Böyle insanlarada islamı anlatmalıyız. Zira bu, şahsi suç olmakla beraber, kendi nefsine kötülük etmekte ve bir başka insana da kötü ör­nek olmaktasın. Yani "hem namazını kılıp hemde bu kötülükleri ya-pabilirmiş" kanaat ve imajını uyandırmış oluyorsun.[108]

 

95- Allah'a verdiğiniz sözü (Peygambere yaptığınız beyatı) az parayla satmayın. Eğer bilirseniz Allah katındaki sizin için daha hayırlıdır.

"Az bir para karşılığında Allah'ın ahdini satmayınız." Allah'ın ah­dinden maksat 1. Ruhların yaratılışında yanlız Allah'ı "Rab" olarak ka­bul etmiştik ve söz de vermiştik. 2. Bu dünyaya gelince de, bu sözü­müzü "Allah'tan başka ilahlar tanımamak" suretiyle bozmayıp sözü­müze sadık olmalıyız.

Az bir para karşılığında yapmamalıyız. Peki akla şu soru gelse az bir para değilde çok para karşılığında yapsak. Tabiin'in büyüklerinden birisi buna şöyle cevap vermiş "Dünyanın tamamı bir tarafa gelse veya gökyüzünün tamamı bir tarafa gelse "Allah'ın bir ayetine karşılık ol­maz." Hiçbir şekilde Allah'ın ayet ve ahdi satılmaz.

Bu adamlar size ne verebilirki Allah'tan başka Rab kabul ettiğiniz adamlar size ne verebilir ki, onların verdiği. Allah'ın verdiğinin yanında değeri çok azdır. Allah'ın verdiği o sizin için daha hayırlıdır. İnsanlarda makam ve mevki verilebiliyor ama Allah (cc) 96. ayetinde şöyle buyu­rur:[109]

 

96- Sizin yanınızdakiler (dünyalık) tükenir, Allah katın­daki ise bakidir. Biz sabredenlerin mükafatını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.

"Sizin yanınızda olanlar birgiin bitip sona erer, yok olur. Ama Allah katında olanların sonu gelmez." Bu dünyada insan oğluna verilenlerin sonu vardır. Mutlaka bir gün son bulur. Mesela para verilir ama bir gün gelir iflas eder, makam mevki veriliyor. Daha sonra da o makam ve mevkiden kedinin yavrusunu boğup yediği gibi verdiği makamı geri alı­yor. Böylelikle o makam birgiin olup son bulmuş oluyor. Ama Allah'ın verdiği makam bitmez ve sonda bulmaz.

İnsanların yaptığı küçük veya büyük hizmetleri vardır. Küçük olsun büyük olsun Allah bu hizmetlerin de mükafatını, en güzeline göre değerlendireceğini yani en büyüğüne veya en küçüğüne göre demiyor. Düşününki iki adam biri çok miktarda yardımda bulunuyor bulunurken de hakaret vari sözler sarf ediyor, öbürü de onun belki 10 da biri veya yüzdebiri nisbetinde daha az yardımda bulunuyor ama güler yüzle tatlı dille veriyor. Hangisi daha muteberdir. Tabiki az olsa bile, güler yüzle olan daha muteberdir. İşte Allah katında da bu böyledir. İşin büyüklüğü veya küçüklüğü önemli, değil en güzel olup olmaması önemlidir.

Mülk suresinde; "hanginiz amel bakımından daha güzel olduğunu ortaya çıkarmak için" diyor. "Hanginiz daha çok amel" demiyor. Mesela 100 rekat ne okuduğu, nasıl kılındığı belirli olmayan namaz yerine, 4 rekat tadili erkan üzerine kılman namaz daha hayırlıdır veya içi bozuk bin yumurta yerine, sağlam bir yumurtanın daha iyi olması gibidir.[110]

 

97- Erkek veya kadınlardan kim mümin olarak saiih amel işlerse onu (dünyada) güzel bir hayatla yaşatırız ve onun (ahirette) mükafatını yaptıklarının en güzeliyle veririz.

"Ameli salih" her işi güzel yapmaktır. Mesela ev planı yapan mü­hendisin planını müslümanların rahat edebileceği bir şekilde yapması ameli salihdir. Cadde planı yapan mühendis de aynı şeye dikkat ederse ameli salih olur. Şehir ve Cadde planında müslümanin rahatı nasıl ola­bilir dersiniz...? caddeleri Öyle bir ayarlayıp evlerin pencerelerinin kıb­leye gelmesi, müslüman için rahattır ama aksi olacak olursa; bugünkü İstanbul'daki çoğu apartman ve binalarda görülen rezalet gibi olur.

Evlerin kıblesi ya tam köşeye veya odanın giriş kapısına doğru olu­yor. Buda o evde oturanlara devamlı bir eziyet ve zahmettir. İşte İstanbul'un yeni kurulan mahalle ve semtlerini çizen mühendis biraz müslüman olur da buna dikkat ederse, bu da bir salih amel olmuş olur.

İşleri düzgün yapmak, teraziyi tam ölçmek ameli salihdir. "İman'ın" dışa taşmış (çiçekleşmiş) şeklidir ameli salih. "Bunu kim yaparsa, yapsın ister erkek ister kadın olsun mümin ol­ması şartıyla bu dünyada da güzel hayat yaşatırız" diyor.

Bu konuda da birçok ayetler var. Bazıları; "dünya mümin'in değil, mümin olmayan, inançsız insanların" diye düşünmektedir. İnsanların

çoğu bunu böyle bilir. Ama ayet açık ve seçik "kim iman eder, iyi amel işlerse, ona iyi bir hayat yaşatırız" buyuruyor. Eğer müslümanlar dün­yada zillet içinde iseler, bu da imanlarının amele dönüşmemesinden kaynaklanan bir durumdur.

"Ve yaptıklarını en güzeli ile mükafatlandıracağız" buyuruyor, Allah (cc). Ayette geçen "iyi hayat yaşatırızdan" maksat mutlu bir hayat ya­şatırız. Yoksa fakiri zengin, zengini de daha zengin yapar dünyalık her türlü imkanları sağlarız anlamında değildir. İslamin en parlak dönemi olan Hz. Peygamberin'de içinde bulunduğu "Asrı saadet dönemi" fakir­lerinde, zenginlerin de bulunduğu her iki gurubun saadet içinde yaşadığı bir dönemdir. :

Yine biri mümin biride inanmıyan 4 nüfuslu aynı maddi imkanlara sahip iki aile düşünün bunların 24 saatini gözlem altında inceleyin ger­çek mümin olan insanın evinde saadet ve mutluluk öbüründe ise sitres ve sıkıntı olacaktır.

O zengin ve mümin olmayan insanların hiçbir sorunu yoktur zan­netmeyin. Maddi açıdan belki problemleri yoktur ama, onların iç dün­yası kendi kendisini kurdun yiyip bitirdiği gibi yer kemirir bitirir. İşte filanca şu tabloyu aldı da ben niye onu alamadım, falanca şuna sahib oldu da ben niye sahip olamadım. İzmir'de bir doktor arkadaşım böyle birinin kendisine muracat ettiğini ve köpeğinin mama yiyemediğinden dolayı üzüldüğünü söylemiştir.

Yine basından okudum. Osmanlı paşası diye resimlen satılan paşa­lar genelde Ermeni paşalarıdır. Müslüman olanlar günahdır düşünce­siyle resim çektirmemişler. Şu anda genelde Osmanlı paşaları diye satılanlar Ermeni paşalarıdır. Tabi sosyete bunun pek farkında değil.

Anadolu'dan gelip kısa yoldan köşeyi dönen, boğazdan da köşk sa­tın alan bu insanlar: "kendisinin İstanbullu olduğunu" iddia ederler. İstanbullu olduğunu iddiasının güçlenmesi için, bir de dede lazım. İşte böyle bir resim parayla alıp "benim dedem" diye anlatırlar. İşte zengin olup imansız olan insanların hali de böyle..[111]

 

98- Kur'an okuduğunda (okumadan önce) koğulmuş şeytandan Allah'a sığın. ("Euzû billahi inin eş şeytan irracim" de)

Kur'an okumaya ve de bütün amellerimize başlarken çekilen "Euzu besmelenin" alındığı ayettir. Bu ayetten alınarak Kur'an okumaya baş­lıyoruz. İşte Kur'an'da herşeyin delili var diyoruz ya.

Kur'an okumak istediğin zaman, "kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım de" diyor Allah (cc). İbni Mesûd (r.a.) "Bu ayeti oku­yunca Hz. Peygamberin yanında idim. Ya Resulullah ben şöyle diyorum dedim, Peygamber efendimiz de "Euzu billahi mineş şeytanir racim" şeklinde okumamı söyledi" ibni Mesûd'da bize nakl etmiş bizde böyle diyoruz.

Ayette bunun dille söylenmesi bizden istenmiyor "Kur'an okuduğun zaman kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın" diyor. "Oku" demi­yor.

Biz bunu yine her halükarda dille okuyacağız, ama ayette bizden is­tenen sığınmaktır. Bu da Kur'an okumaya başlarken gönlümüzden, Yarabbi kitabını okuyorum, okumaya başlıyorum diye onu anlama, öğ­renme niyetiyle temiz bir kalb ve huşu içinde anlamına dikkat ederek okumamız gerekmektedir. Aksi takdirde kafir de okuyor, ama ben birşey anlamadım hocam diyor. Diğer taraftan Kur'an'ı okumaya başlama­dan Önce abdest alıp en güzel elbiselerimizi güzel kokuları sürünerek okumaya başlamalı, yukarıda işaret ettiğimiz gibi kalbimizden de şey­tani duygu ve düşünceleri atmamız gerekmektedir.

İmam Malik (Muvatta, isimli bir hadis kitabı vardır.) hadis okuta­cağı zaman talebelerinin huzuruna çıkmadan önce, her zaman gusul ab-desti alır, okutacağı odayı güzel kokularla süsler, en güzel elbiselerini giyer öyle hadis dersi okutmaya başlardı. Peygamberin sözleri için gösterilen hürmet böyle işte, Allah'ın sözleri olan "Kur'an'i" oku­yacağımız zamanda abdestimizi alıp, edebimizi takınıp, kıyafetimize de dikkat edip, şeytanın şerrinden de şeytandan da Allah'a sığınarak okumalıyız.

Seyyit Kutub (rah) güzel bir benzetme ile Kur'an'i geline benzeti­yor. Kur'an, yüzündeki gelinliği severek canı gönülden isteyerek oku­yan insanlara açar ve onlara gülümser.[112]

 

99- Çünkü  onun,  iman  edenler  ve  Rablerine  tevekkül edenler üzerinde otoritesi yoktur.

"İman edip, yanliz Allah'a tevekkül edenler üzerinde, şeytanın hiç­bir sultası yoktur." Yani bedeninde ve ruhunda onu yönlendirme güç ve otoritesine sahip değildir diyor. Onun için Allah'tan korkun, şeytan çarpmasından korkmayın, ama şeytanın çarpması var mıdır. Bakara s resinde faiz ile ilgili ayette vardır.[113]

Gözle görülmeyen verem mikrobu, nasıl ağız veya kan yoluyla ij sana girip onu mahvediyorsa, insanın bunu gözle görmesi de mümki olmayacak kadar küçük olan bu mikrop vucud içinde şartlan oluştukte sonra, insanı şeytan çarpmışa döndüriiyorsa; işte şartları oluşmuş veya başka bir sebeble "faiz yiyip cezayı hak eden insanlar içind Allah teala şeytana müsade edip onları çarpacağını" beyan ediyoı Şeytanın da bu çarpması kendine has bir olaydır. Ama "Allah'a ima; edip ona tevekkül edenlerin üzerinde şeytanın hiçbir sultası olmayaca ğım" beyan ediyor ayet.[114]

 

100- Ancak onun (şeytanın) otoritesi onu (şeytanı) ken­disine dost edinen ve onunla (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.

Şeytan, ancak onu dost bilen, ona itaat eden kişiler üzerinde salta­natını sürdürür. Ve ona itaat ederek Allah'a isyan eden ve şeytan se­bebiyle müşrik olan insanlar üzerinde de saltanatını sürdürür. Dikkat edecek olursanız şeytan çarpmış denilen insanlar daha ziyade iradesi zayıf olan insanlardır.

Gerçek mümin kimlerin nasıl ve hangi sebebden dolayı Allah'ın ira­desi ve bilgisi dahilinde çarpılacağına onun haricinde, hiçbir kişi ve gü­cün insanları çarpmayacağına inanan insandır.[115]

 

101- Biz bir ayetin yerine bir ayet getirdiğimiz zaman ki; Allah neyi indirdiğini iyi bilir- "Sen uyduruyorsun" dedi­ler. Hayır onların bir çoğu bilmez.

Bu ayetlerin yer değişiminden dolayı Peygamber Efendimiz (as)'a müşrikler, "sen uyduruyorsun" derler. Halbuki Allah neyi indirdiğini daha iyi bilendü.

Bu ayetin tefsirinde iki husus vardır. Birincisi diyelim ki: Musa (as)'ın kıssasının belirli bir bölümü Ali imranda da diğer bir bölümü Bakara suresinde veyahutta aynı olay değişik kelime ve ifadelerle ayrı ayrı yerlerde anlatılıyor.

Mesela Musa (as)'ın Medyen'den Mısır'a dönerken soğuk ve ka­ranlık bir gecede hanımı doğum yapar ve ateşe ihtiyaçları olur ve Musa (as) ailesine "siz burada durun bir ateş gördüm oradan size bir parça ateş getiririm" derken Taha suresi 10. ayette "Bigabesin" kelimesi kullanılmış aynı olay Kasas suresinde "Cezvetin" kelimesi ile ifade edilmiştir. İşte Mekkeli müşrikler bunu "sen kendin uyduruyorsun eğer bunu Allah söylemiş olsaydı aynı kelimelerle bütün Musa (as)'ın kıs­sasını birden anlatırdı" diyorlar.

İkinci olarakda, Kur'an ayetleri bir önce gelen ayetlerin hükmünü aynı konuda gelen diğer ayetler tarafından ya tamamen veya kısmen kaldırılmaktadır. Mesela içki ayeti önce dikkat çekme, daha sonra dik­kat çekmede açık açık ifade, ondan sonra içkili iken namaza yaklaş­mama en son olarakta tamamen haram etme gibi. İşte buna benzer ayetlerde de olduğu gibi "sen niye çelişkili konuşuyorsun. Sen bu ayetleri kendin uyduruyorsun" diye itirazlar etmişler. Allah (cc)'da bu ayette "halbuki Allah indirdiğini gayet daha iyi bilir, ama onların bir­çoğu bunu bilmezler." Tevrat ve İncilin hükmünün kaldırılıp yerine Kur'an-ı Kerim'in getirilmesinin, yine Kur'an ayetlerinde de bazı ayetle­rin kaldırılıp yerine diğer ayetlerin getirilmesinin Allah katında birçok hikmetleri vardır. Bunlar bizim içinde birer rahmettir. İnsanlar bunu bilmezler.

Günümüzdeki imansızların bir de Kur'an'a şu yönden itirazları var. Kur'an'ın sistematik olmadığını iddia ediyorlar. Yani namazla ilgili ayetlerin arka arkaya olması gerekiyormuş veya Musa (as) kıssası Yusuf suresinde olduğu gibi değişik surelerde değil bir surede verilmeliymiş, ceza ile ilgili ayetler bir arada verilseydi gibi...

Aslında bu pekte yabana atılacak cinsten olmayan ve de mantıklı gibi görünen bir durumdur. Fakat onlar bizim kitap anlayışımızı şart­landırdılar, diyelim ki üniversite de bir doktora tezi yazacaksınız, mu­kaddime şurada olacak, fihris şurada, dipnotlar bu şekilde, konular şu şekilde gibi, bir sürü kural, ama Kur'an 1400 yıldan beri bütün insanlığa ışık tutan bir kitap olduğu için, bir yerde namazdan bahsederken, he­men arkasından kadınlara nasıl davranılacağım yazıyor.

Diğer biryerde müminlere mükafattan bahsederken, genelde hemen arkasından kafirler içinde hazırlanan cezalardan bahsediyor. İşte bunlar bu şekilde olduğu zaman bir bütünlük arz eder ve bir fayda ortaya koyar. Diyelim ki; salata çok leziz bir yemek çeşitidir ama, bu salatanın malzemelerini sistematik olarak sıraya koysak, yani önce kıvırcıkları yesek, arkasından domates, soğan, tuz, vs.....gibi. Bunun mu tadı. lezzeti fazladır..? yoksa hepsi kıyılmış, rengarenk karışmış, üzerine limonu, tuzu, yağı ilave edilmiş, hem göze hemde damağa ver­diği lezzet başka olan mı?... İşte Kur'an'da bu şekilde sistematik değil gayri sistematiktir. Tat ve lezzeti de o zaman ortaya çıkıyor. Sistematiği Rabbimizin sistemidir.

Biz bu sistematikleşmenin diğer kitaplarda ilmi eserlerde olmasına karşı çıkmıyoruz, fakat bunu Kur'an'a uygulamaya kalkışmasınlar.[116]

 

102- Deki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara hidayet ve müjde olmak üzere onu (Kur'anı) hak ile Rabbinden Ruhul Kudüs (Cebrail) indirdi."

Kur'an'ı sen uyduruyorsun diyenlere deki: "Onu Rabbimden indiren hak üzerine ruhul kudusdur." Yani Cebrail (as)dır. iman edenlerin, imanda sebat etmeleri için yani dayaktan, işkenceden, sürülmekden, hapse atılmaktan, yılmadan iman üzerine kalmalarını sağlamak için.

Neyi nasıl ve neden yapacaklarını öğretmek için ve müslümanlara müjde vermek için indirilen bir kitabtır.

Bir de dünyada devleti ahiretde de cenneti müjdelemek içindir.[117]

 

103- Onların: "Ona (Muhammed'e) bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. O kendisine saptıklarının (Muhammed'e öğretiyor dedikleri insanın) dili yabancıdır. Bu (Kur'an) ise apaçık arapçadır.

Biz onların "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini bili­yoruz. Kafirler bu Kur'an'ı Muhammed'e bir beşer öğretiyor iddiasında bulunuyorlar Kur'an Allah katından değil bir insan bu adama öğretiyor diyorlar bunu günümüzde aynı şeyi iddia ediyorlar. Üniversitelerin hukuk fakültelerinde Roma hukuku bölümü vardır orada Roma hukuku öğ­retirler islam hukuku bölümü yoktur ama yenilerde konmaya başlandı isteyene orada islam hukuku ana hatlarıyla öğretilmeye çalışılır. İşte bu Roma hukuku bölümünde islam hukuku Roma hukukundan geçmiş iddiasında bulunurlar.

Hz. Peygamberin çocukluğunda Suriye yolculuğu olmuş, Busra ka­sabasında "Bahira" isimli bir papaz ile görüşmüştü işte islam huku­kunu orada ondan aldı diyorlar, yani "Küfür cephesinde yeni birşey yok­tur" Peygamber zamanındakilerle bugünün kafirleri arasında hiçbir fark yok, aynı şeyleri değişik şekillerde iddia ediyorlar.

Bu konuda bizim birşey söylememize gerek yok zira Kur'an da Hz. Allah buna en güzel cevabı şu şekilde veriyor. ... "Hani bir adam, Muhammed (as)'a öğretiyor diyorlardı ya O, öğretiyor dedikleri adam, arab olmayan bir yabancı idi Kur'an ise apaçık fasih bir arapça, bu nasıl olur." Yani rahib Bahira Hz. Peygamberle görüştüğünde Hz. Peygamber 12 yaşlarında bir çocuk, onda peygamber alametleri var Ebu Talib'c; "Bunu geri götür, yalıudiler görürlerse bu çocuğa zarar ve­rirler" demiştir.

Günümüzde ki bu kafirler de, Efendimizin bu görüşmede Roma hu­kukunu aldığı ve Mekke'ye gelincede bunu yaymaya başladığı iddiasın­dalar. Bu mantığa ve akla uymayan bir husustur. Hukuk fakültesinde bir adam 4 senede zor öğreniyor, hemde öğreneninde öğretileninde di­linin Türkçe olmasına rağmen zor öğreniyor. Peygamberliğine inanma­dıkları bir insan Bahira ile şöyle dört veya beş saat içinde bütün Roma hukukunu bir çırpıda öğreniverecek. Bugünün tekniği bilgisayar veya bilgileri kayd edici aleti yok, ayrıca dilleri lisanları farklı, yani bunların hepsi iftiradır.

Bu ayetin tefsirinde müfessirler diyor ki; "Cebr ErRumi" Bizansdan gelmiş ve Mekke'de birinin yanında çalışan bir köleymiş O Tevrat ve İncili iyi biliyormuş Mekkeli müşrikler "Hz. Peygamber Onu dinliyor, dinliyor Kur'an'ı ondan öğreniyor daha sonrada bize söylüyor." diyorlarmiş. Allah (cc) de bu ayette Kur'an, hiç arapçayı sonradan öğrenmiş bir yabancının lisanına diline benziyor mu? Kur'an fasih bir aıapçadır..[118]

 

104- Allah'ın ayetlerine iman etmeyenleri Allah hidayete erdirmez ve onlar için acıklı azap vardır.

105- Ancak Allah'ın ayetlerine iman etmeyenler yalan uydururlar. İşte onlar yalancıların ta kendisidirler.

Bu yalanlan uyduranlar Allah'a iman etmeyenlerdir. Ancak onlar yaparlar bu iftiraları. Allah'a iman edenler böyle iftiraları yapamazlar. Çünkü Kur'an hakkında, onun sanatı, mucizeliği hakkında bilgilen var­dır. Bunun bir insan tarafından ortaya konamıyacağını iman edenler bi­lir. Birazda insaflı olanlar bilir.

Seyyit Kutub bir hatıratını şöyle anlatıyor: "Bir gün gemi ile ABD ye yolculuk yaparken, gemide haylide araplar var, bir cuma vaktiydi. (Seyyit Kutub'un Prof. olduğunu da öğrenince) ona bir hutbe okuda cuma namazı kılalım demişler ve geminin güvertesine çıkıp başlamışlar namaz kılmaya, Seyyit Kutup farzdan önce arapça hutbe okur. Gemideki insanlarda bunları çepe çevre kuşatıp seyrederler. Hutbe bittikten sonra bir bayan yaklaşır, kendisini tanıttıktan sonra Ona "Hutbeyi hangi dilde okudun" der oda "Arapça okuduğunu" belirtir, ka­dın "ben dil konusunda uzman bir kişiyim, hayır siz üç ayrı dilde okudu­nuz. Siz konuştuklarınızı tekrar edebilirmisiniz" diyor. Ayetleri okudu­ğum zaman "bu ayrı bir dil," onları açıklamaya çalıştığımda "şimdi başka bir dilden konuşuyorsunuz" Hadislerden konuştuğum, hadis okuduğum zaman "bu da ayrı bir dil" diyor. Yani Ayetler ayrı, Hadisler ayrı, Seyyid Kutup kendi lisanı ifadeleri ile konuşlumu ayrı oluyor. İnsaflı ve de bu sahada uzman birisi Kur'anı diğer lisanlardan şive ve lehçelerden apaçık fark edebiliyor. Günümüz Türkiyesinde ki konuşan­lar, bunu fark etmeyen ne olduğu (Akif in dediği gibi) belirli olmayan­lardır.

"Şarka bakmaz, Garbı bilmez, görgüden yok payesi Bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz büsbütün sermayesi"[119]

 

106- Kim imanından sonra Allah'ı inkâr ederse ve göğ­sünü küfre açarsa AMah'dan bir gazab onların üzerinedir ve onlar için büyük bir azap vardır. Ancak kalbi imanla mutmain iken inkara zorlananlar (kalbi imanlı iken diliyle inkar edenler) hariç.

Kim, kalbi iman ile mutmain olduğu halde, (zorlanan hariç), iman ettikten sonra Allah'ı inkar için zorlanırsa, zorlanırda inkar ederse, kalbi de iman ile dopdolu olursa, yani insanın zorlama ile güç gösterisi ile inkar etmesi isteniyor. Oda bakıyor işin sonunda can tehlikesi var, o zaman küfür sözü söyleme ruhsatı verilmiştir.

Bu ayetin nüzul sebebi de Ammar b. Yasir ve ailesidir. Yasir'in Anne ve babasına akla hayale gelmiyen işkenceler yaparak öldürürler ve islamda ilk şehid olan bir anne ile bir babadır. Ammar'm gözleri önünde yapıyorlar bunu, bu sefer sıra Ammara.gelince oda "sizin dedi­ğiniz gibi olsun der" ve kafirler onu öldürmezler. Bu olayı görenler Hz. Peygambere gelip "Ammar kafir oldu" derler Hz. Peygamberde "Ben Amman bilirim o tepeden tırnağa imanla doludur. İman onun etine ve kanına işlemiştir" buyurur ve Ammar ağlayarak Hz. Peygambere gelir Hz. Peygamber Ammar'a "o halde iken kalbin nasıldı" diye sorar "kal­bim imanla dop doluydu ya Resulallah" dediğinde "seni yine zorlarlarsa yine sen de onların söylediğini söyleyiver" buyurur.[120] Bu ayet bir ruhsattır. Dil ile inkar etmenin caiz olabileceğine bir delildir.

Bu hayati tehlike olduğu zaman böyledir. Bir de azimet vardır ki, Ammar'm annesi ile babasının yaptığı da odur. Bu yolda ölünür, daha doğrusu küfürü icab ettirecek sözleri söylememektir. Ruhsatı tercih eden de günaha girmez. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi can tehlikesi ol­ması lazım.

Kimde göğsünü kalbini küfre açacak olursa Allah'ın gazabı onun üzerinedir. Ve onlar için büyük bir azab vardır. Zorlama yok iken gö­ğüslerini beyinlerini kalblerini küfre açan insanlar bunu niye yaparlar? İşte diğer ayet bunu gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor.[121]

 

107- Bu, onların dünya hayatını ahiretten daha fazla sevmeleri sebebiyledir. Allah kafir kavme hidayet vermez.

Onlar ahirete karşı dünyayı severler ve tercih ederler. Dünya sev­gisi kişide olmamalı. Dünya sevgisi ayrıdır. Dünyalık şeyleri kazanmak ayrıdır. Mevlana bu durumu şöyle ifade ediyor. "Denizin üzerindeki gemi gibi olun. Deniz para gibidir. Gemide üzerinde yüzer. Para da dı­şınızda dursun. Nasıl ki, gemide delik olur içine su girer zamanla ba­tarsa kişide deniz gibi dünya serveti ve malı içinde o şekilde batar gi­der. Hz. Ömer (ra)'e sorarlar "hani zahid idiniz, dünyaya meyletmiyordunuz. Şam'a kadar geldiniz, Irak ve Mısır'ı aldınız. Azerbaycan'ı fet ettiniz." Hz. Ömer (RA) de; "mülk Allah'ındır. Bu Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunları cereyan edecektir. Haksız yere bir hurma çekirdeğini dahi vermeyiz." Burada kafire mal vermeyiz anlamında değil, kafirde hakkını alırken "Kur'an'a göre" hakkı olacaktır. Yoksa haksız yere bir hurmanın çekirdeğini dahi kimseye kaptırmayız diyor.

Allah kafir toplumlara hidayeti göstermez Buradan şu anlaşılmasın; Rabbim göstermiyor değil adam küfre girdikçe İslama gözünü kapatır. Ve de hidayeti doğru yolu görmez.[122]

 

108- İşte onlar öyle kimselerdirki Allah onların kalbleri, kulakları ve gözleri üzerine mühür vurmuştur ve onlar ga­fillerin ta kendisidirler.

Bakara suresinde de "Allah onların kalblerini kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine de perde çekmiştir.[123] Gözlerin perdelen­mesi "ben senin gözünü perdeledim, sen artık göremezsin anlamında ve şeklinde değildir, yaptıkları günahlar gözlerini perdelemiştir. Perdeleme günahlar sebebiyledir.

Allah'a nisbet edilmesi ise rabbinin koyduğu kanunlar içinde olduğu için, yani Rabbim diyorki "suç işlerseniz neticesi budur". Hadisde de ifade edildiği üzere "Bir gür ah işlendimi, kalb üzerinde siyah bir nokta belirlenir. Günahlar çoğaldıkça siyah noktalar çoğalır, siyah noktaların çoğalması ilede kalb simsiyah olur ve küflenir.[124] Ve kalb de böylelikle mühürlenir. Kalbin mühür­lenmesi sonucu, gözde artık hak ve hakikati görmez bir duruma gelir.

Böylece de adam kendi gözüne perdesini kendisi çekmiş demektir. Artık dini konulardan hak ve hakikatten zevk almaz hale gelir veyahutta ahiret hayatı konuşulduğu zaman "o konulara girmiyelim" diyor tıpkı gıdasızlıktan üşütüp hastalanan adamın temiz ve faydalı gıdaları kustuğu veya onlardan tiksindiği gibi kaçınır. Bize düşen görev bir dok­tor gibi davranıp onu tedavi yönünü tedavi metodlarına uyarak onu is­lam gıdalarına alıştırmaktır.[125]

 

109- Şüphesiz onlar ahirette hüsrana uğrayacakların ta kendisidirler.

110- Sonra şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden sonra cihad edip sabredenlerin yanında­dır. Şüphesiz Rabbin bunlardan sonra Gafurdur, Rahimdir.

Bütün bela ve musibetlerle imtihan edildikten sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad eden, bütün eza ve cefalara sabr edenler var ya, işte bütün bunlardan sonra Allah (cc) af edicidir ve de merhamet edicidir.

Kur'an'da Gafur ve Rahim sıfatı çokça vurgulanıyor, ümidimizi Allah'ın rahmetinden kesmiyelim diye. Kıyamet gününde Allah'ın rahmetine çok muhtacız biz, o günde mümin ile kafiri birbirinden ayıran müminin azıcık ameline çok mükafat­lar veren, Allah'ın rahîm sıfatına işte o günde çok muhtacız.[126]

 

111- O gün herkes kendi canını kurtarmak üzere gelir. Herkese yaptığının karşılığı verilir ve onlara haksızlık yapılmaz.

O günde herkes kendi derdine düşmüştür. Annesinin, babasının, kardeşinin, oğlunun ve hanımının derdine bakamaz. O gün insanlarda öyle bir bela ve .sıkıntı var ki bu saydığımız insanlarla uğraşamaz Abese suresinde de; "Kişi o günde kardeşinden, anasından, babasın­dan, hanımından. oğ]undan kaçar" buyruyor.[127] Annesine bir kötülük yaptıysa gelir hakkını alır. Babasının öğrettiği sı­ratı müstakim yolunda gitnıediyse, gelir yakama yapışır. Evlatlarına doğru hak ve hakikati onlara öğretmediyse sen bize niye Öğretmedin diye gelip onların hesap sormalarından davacı olmalarından kaçar.

İşte böyle bir günde Allah'ın rahmetine daha çok muhtacız, o günde insanlara zulm olmaz. Herkese yaptığının karşılığı verilir. Orada herkese işlediği günahın karşılığı kadar ceza verilir. Ondan daha fazlası verilemez. İyilikler de ise Rabbim yapılan iyiliğin karşılığını çokça verir.[128]

 

112- Allah size güven içinde, huzurlu, rızkı heryerden bolca ona gelen bir şehri örnek olarak anlattı. (O şehir halkı) Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettide Allah onlara yaptıklarından dolayı açlık ve korkuyu tattırdı.

Mekkeli insanlar bir taraftan Yemen ticareti, diğer taraftanda Şam ticareti yapıyorlar. Müslümanlar ise sıkıntı içinde ve bu müşrikler di­yorlar ki "biz hak yoldayız doğru yoldayız zira müslüman olanlar sı­kıntıda biz ise refah ve bolluk içindeyiz bu da bizim doğru yolda oldu­ğumuzu gösterir."

Allah'da bu duruma şöyle bir misal veriyor. "O şehir herşeyden emniyette, açlık korkusu yok ve durumları iyi. Kendilerine güvenleri var, her taraftan nzıklarıda bol bol geliyor, Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah onlara açlık ve korku elbisesini giydiriverdi. Hz. Peygamber Medine devletini kurar, bu sefer korku Mekkelileri sarar ve derken açlıkta baş gösterir. Ve Peygamber Efendimiz (as) develerle yiyecek maddesi gönderir. Ebu Süfyan'da bu yardım ile "Hz. Muhammed gençlerimizin gönlünü çalıyor" diyor.

İşte o Mekkeliler yaptıkları şeyler sebebiyle bolluktan o darlığın içine diişiiverdiler. Her ne kadar bu, Mekke'yi anlatsada tefsir usu­lünde bir kaide vardır. "Sebebi nüzulün has olması mananın umumi olmasına engel teşkil etmez." Bu ayet günümüzde de uygulanır. Zenginlik içinde, Allah'ın nimetlerini inkar ederek yüzen insanlar birgün tersine dönüverir.

Devlet olarak ABD bütün dünyanın nimetlerini yiyor. Canı fındık is-tedimi "oğlum Türkiye, şu kadar fındık arkasından da şu kadar şeftali, pamuk vs. gönder, hemde bizimkinden daha düşük fiyatla diyor. Canı da istemedimi, tamam sana kota uyguladım....." diyorlar. Fakat bu çok geçmez birgün gelir bu tersine dönüverir. Yaptıkları sebebiyle hani Rusya gibi...[129]

 

113- Şüphesiz onlara onlardan bir peygamber geldi, onu yalanladılar. Bunun üzerine onlar zalimler iken azap onları yakalayıverdi.

Onlara elçi geldi de onlar yalanladılar Allah'ın azabı (zalim oldukları için), zulümleri sebebiyle onları alıverdi. Bizim görevimizde, Peygamberin tebliğ ettiğini, onun görevinin bir devamı olarak insanlara duyurmamız gerekmektedir. İçlerinden iman edenler olabilir. Tabiki ka­firler isyan edecekler müslümanı cezalandırmaya kalkacaklar. Bu se­ferde bu Allah (cc)'ın gayretine dokunur, kendi velisine eza edene Allah da eza ve cefa eder, yani azabını ona verir.[130]

 

114- Allah'ın size verdiği rızıkdan helâl ve temiz olarak yiyiniz. Eğer ancak ona ibadet ediyorsanız Allah'ın nimetine şükrediniz.

"Nimetin 2 sıfatı vardır. 1. helal olması 2. temiz olmasıdır. Televizyonda temiz olması konusunda toplumu uyarıyorlar şu şekilde temizleyin, bu şekilde temizleyin diye. Ama helal olup olmaması konu­sunda halka herhangi bir şuur vermiyorlar AİDS 50 şekilde bulaşır. Ondan korunma yolu zina etmemektir. Bu nimetin helal yolu nikahdır demiyorlarda efendim prezervatif kullanmayı tavsiye ediyorlar bir tane yetmezse iki tane kullanılması gerektiği söyleniyor.

Mantık Öyle tersine dönmüşki, ev sahibi hırsız muamelesi görüyor. "Zina etmeyin" deyiverse gerici olup sanki hırsızlık suçu işlemiş ev sahibi durumuna düşmekten çekiniyor. "Önce helal olmasına, sonrada temiz olmasına" zira ayetteki sıra­lama o şekilde. Temiz olmayanından yersek mikrop kapar bu dünyamız zarar.görür, ama haramından yiyecek olursak bu sefer ahiret hayatımız mahvı perişan olur. "Ancak Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetlerine şükredin" bu­yuruyor Allah (cc). [131]

 

115- Size ancak ölüyü, kanı, domuz etini, Allhı'dan baş­kası için kesileni haram kıldı. Kim (yemeye) mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, haddi aşmadan (yesin) şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.

Allah size ölmüş olan (leşi) hayvanı, kesilmeden öldürülmüş veya elektrik şokuyla öldürülmüş olanları, kanı ve domuz etini haram kılmış­tır. Bazıları ayette domuzuun eti deniliyor, yağından söz edilmediği için yağı yenebilir şeklinde görüşler beyan etmektedirler. Domuzun her şeysi haramdır. Allah'tan başkası için kesilenler de haramdır. Allah adına değilde, onun ismi anılarak ondan başkası adına kesilenler. Mesela gelin eve gelirken veya ev inşaatına başlamadan Önce kesilen­ler, Allah'ın ismi anılarak kesilip yenebilir. Gelin eve gelirken kesilen gelin adına değil Allah için onun rızası için böyle bir nimete kavuştu­ğundan dolayı Allah'a şükür nişanesi olarak kesilir. Diğer hayırlı işler içinde kesilenler bunun gibidir.

Yukarıda saydığımız yasaklar zaruret halinde haddi aşmamak kay­dıyla müsade edilmiştir. Kişi öyle bir yerde ki domuz etinden başka bir yiyecek yok, ölmiyecek kadar yiyebilir. Şaraptan başka içecek yok o zaman ölmiyecek kadar şarabı içecektir. Doyasıya kanasıya değil.[132]

 

116- Dilinizin yalan vasıflandırnıasiyla: "Şu helaldir, bu haramdır" demeyin ki Allah'a yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar felah bulmazlar.

Allah'a iftira ederek, dilinizin anlattığı, dilinizin döndüğü, tarif ettiği şekliyle "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Yani Helal veya haram koyma hakkı Allah'a aittir. İnsanların böy]e bir hakkı yoktur, insanların Allah'ın yasakladıklarını helale çevirme, helal koyduklarımda yasak­lama hakkı ve selahiyeti yoktur. Öyle bir kanun koyduklarında, ilahlık iddiasında bulunmuş veya yapana inanılırsa o ilah kabul edilmiş olur.

"Allah'a iftira isnad edenler, felah bulmazlar. Allah böyle helal ve haram kanunları koymuş bizde bu kanunların aksini koyarız bizimkide ondan güzeldir diyenler kurtuluşa eremezler felah bulamazlar."[133]

 

117-  (Dünyada)  azıcık  bir  faydalanma  vardır.  Acaklı azab onlar içindir.

118- Yahudi olanlara daha önce[134] sana an­lattıklarımızı haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar kendilerine zulmediyorlar.

Müşrikler şöyle bir soru sormuşlar. Burada haram olanlar belirtildi, yahudilere bu yukarıda sayılanların dışında başka şeylerde haram kı­lınmıştı. Enam suresi 146. ayetinde "koyunun keçinin iç yağlarını da onlara haram kıldık" diye bir ayet var tefsiri geçmişti. Bunlar ne idi? İşte bu ayet bu soruya cevab olarak. Yahudilere haram kılınanları anlattığımız ise; O kişilerin kendi ne­fislerine yaptıkları zulmün neticesinde Allah'ın onlara olan bir cezasıydı. Haram olmadığı halde haram kılmayı gerektiren işler yaptılar. AllalVda onlara haram kıldı.[135]

 

119- Sonra şüphesiz Rabbin, bilmeden kötülük yapan, sonradajbunun ardından tevbe edip ıslah edenlere şüphesiz Rabbİn Gafurdur, Rahimdir. Allah (cc) bu ayette de kişinin bilmeden yaptığı kötülüklere sonra tevbe eder davranışlarını hareketlerini düzeltirse yaptığı kötü ve yanlış hareketin doğrusunu yaparsa o zaman af edeceğini bildiriyor.[136]

 

120- Şüphesiz İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Allah'a itaatkâr (batıla meyletmeyen) Hanif idi. Müşriklerden ol­madı. İbrahim bir tek ümmetti, bir tek şahıs ümmetti yani "bir mümin dün­yaya bedeldir" diyoruz ya işte o budur. Allah İbrahim (as) bir ümmetti ve Allah'a itaat edendi küfürden İslama meyleden insandı ve o müşrik­lerden değildi buyuruyor.[137]

 

121- Allah'ın nimetlerine şükredendi. (Allah) onu seçdi ve doğru yola iletti.

122- Ona dünyada güzellik verdik. Ahirettede şüphesiz o salihlerdendir.

Tek başına dünyaya, bütün imansızlara meydan okuyan ve tekbaşına bir ümmet olan İbrahim (as)'a dünyada güzellik verdik buyuruyor. O da devlet olmadır. Ahirette de cenneti verecek çünkü o salih insan ve peygamberdir.[138]

 

123- Sonra sana: "İbrahim'in dinine hanif olarak uy, o müşriklerden olmadı" diye vahyettik.

Yukarıda İbrahim (as)'ın tekbir ümmet olması anlatılmıştı. Hz. Peygambere, sen de ibrahimin milletine (dinine) uy. O müşriklerden değildir. İbrahim'in dinine uyun o tek bir ümmetti, bizim de her birimiz tek bir ümmetiz, biraraya geldiğimizde ümmetler topluluğunu meydana getirmiş oluyoruz. Onun için Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmama­lıyız.[139]

 

124- Cumartesi ancak onun hakkında ihtilaf edenler üzerine (farz) kılındı. Şüphesiz Rabbim kıyamet gününde ihtilaf ettikleri konuda aralarında hükmedecektir.

Müşrikler soruyorlar "niye yahudilere cumartesi günü mübarek gün oldu." "Onlar, o konuda ihtilaf ettiklerinden oldu," buyuruyor. Yoksa Musa (as) onlara "sizin bayramınız "cuma" gündür" dediği halde ihtilaf ettiler "Cumartesi olsun" dediler. Bu ihtilaflarının sebebiyle böyle oldu.

Zaman değişiyorda düşüncesi değişmiyor. Rabbim de bu ümmete "cuma" demiş ve de "cuma suresi" indirmiş. 1300 sene sonra biri gel­miş "cumayı kaldırdım," Pazara döndürdüm" diyor. Ondan sonrada be­limiz doğrulmuyor. Tarihde Yahudiler yaptı, maymunluktan kurtula­madı. O günden bu güne kadar Rabbim onlara "maymun olun" demiş. Bizde bunu yapmışız taklidcilikten hâlâ kurtulamadık, sebeplerinden bir taneside budur. Buna rağmen boşmu duracağız? Hayır Rabbim;[140]

 

125- Rabbiyin yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et. Onlarla en güzeliyle mücadele et. Şüphesiz Rabbin yolundan sapanı en iyi bilendir ve o hidayette olanida en iyi bi­lendir.

Hikmetle Allah'ın yoluna çağırın. Güzel nasihatla Rabbinin yoluna çağırın ve en güzel söz olan Kur'anla onlarla mücadele edin. Kırıcı ol­madan, yüreklerini yaralamadan, şahsiyet yapmadan, mantıklı, ilmi, nakle dayalı, oturaklı ve de ikna edici bir usîubla onlara anlat. "Senin Rabbin; yolu sapık olanla, hidayette olanı en iyi bilendir" di­yor Allah (cc). imansızlar müslümanlara zulm ederlerse kötülük yapar­larsa harb ilan ederlerse müslümanlar ne yapacaklar.[141]

 

126- Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, size yapılan azabın benzeriyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır.

Eğer mutlaka cezalandıracaksanız ki; cezalandırmadan başka yollar denenebilir. O zaman size ne kadar ceza vermişlerse o kadar cezalan­dırın. Hz. Peygamber Amcası Hamza'nın şehid edilmesini duyunca yemin etmiş. "Vallahi billahi onlardan 70 tanesinin karnını deşeceğim" demiş bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Yani ayet cezalandırıldığınız ka­dar cezalandırın sizden bir kişi ise siz de onlardan katili cezalandırır­sınız. Bunun üzerine Hz. Peygamber keffaretini vermiştir.

Eğer sabredecek olursanız o, sabr edenler için daha hayırlıdır. Sabret sana sabrı verend.[142]

 

128- Şüphesiz Allah iyi korunanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir.

Allah muttaki olanlarla ve muhsin olanlarla beraberdir. Yani yapılan kötülüklerden dolayı üzülmeyiniz, gönlünüzde daralmasın. Şeyh Sadi Şirazi diyorki: "Altın kaseye bir taşı vursalar altın kase zedelenir. Ama bundan ne altının değeri düşer, nede taşın değeri artar. Karga öterken bülbülün sesini bastırır. Ama bülbül üzülmesin. Ne karganın değeri ar­tar ne de bülbülün değeri eksilir.[143]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/307-308.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/308-310.

[4] Ali İmran 191

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/310-311.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/311-312.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/312-313.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/314-316.

[10] İbni Mace Mukaddime 1l

[11] En'am 153

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/316-317.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/317-318.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/318-319.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/319-320.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/320-321.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/321-322.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/322-323.

[21] Maide 44

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/323-324.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/324-325.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/325-326.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/326-327.

[27] Ahzab 67

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/327-328.

[29] Bak Haşr 2

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/328-329.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/329-330.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/331-332.

[34] Nahl 24

[35] İbni Mace K. Zühd bab 11 Hadis 4153

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/333-335.

[37] Tirmizi Cennet 11

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/335-336.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/336-337.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/337-338.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/338-340.

[43] Ebu Nuaym, Deylemi ve Ibnü Neccar'dan naklen Levamiul Ukul 11567

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/340-342.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/342-343.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/343-344.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/345.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/346-347.

[50] Bakara 249

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/348.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/349-351.

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351.

[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/351-352.

[55] İsra 44

[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/352-353.

[57]Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353.

   Bakara 74

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/353-355.

[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355.

[60] Tirmizi Edep 77

[61] Zümer 3

[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/355-356.

[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.

[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.

[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/356.

[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/357.

[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.

[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358.

[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/358-359.

[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/359-360.

[71] Al-i İmran 156

[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/360-361.

[73] Bakara 180

[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/361-362.

[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/362-363.

[76] Nisa 1105

[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363.

[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/363-364.

[79] Bakara 1219

[80] Maide 190

[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/364-365.

[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365.

[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/365-366.

[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367.

[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/367-368.

[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.

[87] Şura 11

[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/369.

[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/370.

[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371.

[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/371-372.

[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/372-373.

[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/373-374.

[94] Isra 115

[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/375-377.

[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/377-378.

[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.

[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378.

[99] Enam 159

[100] Eu Davud K. Ahdiye hah 11. Ayrıca Şifa tefsiri 3/55, Enam 59

[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/378-379.

[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380.

[103] A'raf 1172

[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/380-381.

[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381.

[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/381-382.

[107] Ankebut 145

[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/382-383.

[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384.

[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/384-385.

[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/385-386.

[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/386-387.

[113] Bakara 1275

[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/387-388.

[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388.

[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/388-390.

[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390.

[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/390-391.

[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/391-392.

[120] Hakim Müstedrek 3/357, Beyhaki Süneni Kübra 8/209

[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/392-393.

[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/393-394.

[123] Bakara 17

[124] İbni Mace K. Zühd, hah 29,Hadis 4244

[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/394.

[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395.

[127] Abese 34,35,36

[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/395-396.

[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/396-397.

[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.

[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/397.

[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398.

[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/398-399.

[134] En'am 146

[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.

[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/399.

[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.

[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.

[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/400.

[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.

[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/401.

[142] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.

[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/402.