Bazı Hayvanların Yenmesi, Bazılarının Da Binek Olarak Kullanılması Hususu
Ayet Konularının Değerlendirilmesi
Müşriklerin Yalvardıkları Ortakların Diriler Olmayıp Ölüler Olduğuna Dair
Yorum
Allah (C) Dilediğine Hidayet Verir, Dilediğini De Saptırır
"Allah Yolunda Hicret Edenler"
Allah'ın (C) Uyarısına Muhatap Olanların Durumu
Müşriklerin, Allah'la Birlikte, O'na Aracı Kıldıkları Ortakları
Müşriklerin "... En Güzel Olanın Kendilerinin Olduğu" Sözleri
Hakkında
Sarhoşluk Veren Şeylerden İçecek Elde Etmek
Salih Mü'nıin İle Günahkâr Kâfir
Akıllara Ve Kalplere Hitap Eden Nimet Ve İhsanlar
Kıyamet Günü'nde Kafirlerin Durumu
Kur'an'da Hcrşcy İçin Açıklayıcı Bilgi Bulunur
Kur'an'da Ayet Değişikliği Karşısında Kafirlerin Tavrı
Peygamberce Öğrettiği İddia Edilen Şahıs
Seylan'dan Allah'a Sığınma Emri
Zorlamayla İnkar Etmenin Hükmü
Helal Ve Haram Kılmanın Kaynağı
"Misliyle Cezalandırmak" Üzerine
Kur’an’daki Sırası :16
Nüzul Sırası :70
Ayet Sayısı :128
İndiği Dönem :Mekke
Sûrede çeşitli konular
bulunmaktadır. Ancak en belirgin özelliği, Allah'ın nimetlerini sıralaması,
büyüklüğünün görüntülerini sunmasıdır. Allah'ın çeşitli nzıkların
elde edilme yollarını insanlara kolaylaştırdığı ve evrenin kanunlarını
insanlara boyun eğdirdiği gerçeğinin hatırlatması yapılarak, sadece kendisinin
ibadete layık olduğu ispat edilmiş, kafir ve müşrikler kınanarak uyarılmış ve
şükreden mü'minler de övülerek, kendilerine güven
verilmiştir.
Sûrede ferdi ve
içtimaî, mükemmel ahlâki prensipler de yer almıştır. Allah'a davet esnasında
kullanmak üzere Peygamber (sl'e, genel olarak da müslümanlara çok değerli metodlar
sunulmuştur. Sürede Arapların Allah'ın kızlar edindiğine dair olan inançlarına
ve kız çocuklarını beğenmemelerine, müslümanların ilk
hicretlerine, dinden irtidat olaylarıyla, bazı mürtedlerin İslam'a geri dönmelerine, kafirlerin "bir
şahıs Peygamber'e öğretiyor" sözlerine, Kur'an'dan
bir ayetin yerine başka bir ayet getirmek suretiyle değiştirme olayına,
etlerden ve kesilen hayvanlardan Allah'ın haram kıldıklarına ve İbrahim {a)'İn
milletine işaret edilmiştir.
Süre bölümlerinin
birbiriyle olan alakasının kopuk olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksine
hepsinin veya bir çoğunun arasındaki ilişki ve uyum apaçık ortadadır. Bu da
bütün bölümlerin peşpeşe inip, sonra da İndiği gibi,
tamamlanıncaya kadar ard arda yazıldığı görüşünü
haklı çıkarmaktadır.
126. ve 128. ayetlerin
Medine'de indiği rivayet olunmuştur. Ancak üslûpları, içerik ve akış tarzları
bu konuda, tereddüte sevketmekte
ve Mekke'de indiklerine dair olan rivayeti tercih ettirmektedir.[1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Allah'ın
emri geldi[2] artık
onu acele istemeyin. Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.
2- Allah
kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye Ruh (vahiy)[3] ile,
"Benden başka İlah olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden
korkun" diye gönderir.
3- Gökleri
ve yeri hak ile yarattı. O, şirk koştukları şeylerden yücedir.
4- İnsanı
bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşman kesıldı[4].
Ayetlerin içerdiği
hükümleri şöylece sıralayabiliriz:
1- Hiç şüphe
olmaksızın Allah'ın emrinin geleceği te'yid edilerek,
işitenlerin bundan emin olması ve acele etmemeleri istenmiştir.
2-
Müşriklerin kendisine ortak kıldıklarından Allah'ın uzak ve yüce olduğu vurgulanmıştır.
3- Allah'ın
kanununun, kullarından seçtiği kimselerin üzerine vahyini^ dilediği mesaj ve
kitaplarını melekleri vasıtasıyla göndermek şeklinde cereyan ettiği açıklanmış
ve onlardan insanları uyarmaları, onlan sadece O'na
inanmaya ve iyi ameller yapmak suretiyle O'ndan sakınmaya davet etmeleri
istenmiştir.
4- Gökleri
ve Yeryüzünü O'nun yarattığına dikkat çekilmiş ve bunu yapmaya gücü yeten zâtın
da, hiçbir surette ortaklara ihtiyaç duymayıp bundan yüce olduğu belirtilmiştir.
5- Allah'ın
basit bir damla sudan yarattığı insan, bu haliyle O'na karşı inatçı bir düşman
edasına bürünerek kibirle mücadele etmesinden dolayı azarlanmiştır.
Ayetlerin girişteki
yapısı açıktır. Hitap her ne kadar genel olsa da ayetlerin ruhu ve içeriği
hitabın müşrik kafirlere yönelik olduğunu ve onlan
kınama anlamını kapsadığını göstermektedir. Allah'ın vaadinin acele olarak
gelmesini istiyorlar, ayetleri hakkında tartışıyorlar ve karşısında inatçı
düşman edasıyla duruyorlardı. İlk bakışta birinci ayetin, kafirlerden sadu' olan Allah'ın emrinin ve vaad
edilen azabının acele olarak gelmesine karşı meydan okuma fiiline ve onunla
alay etmeye cevap olarak geldiği anlaşılmaktadır. Hiç şüphesiz ki Allah'ın emri
gelecektir.
Allah'ın yeryüzündeki
kanununun nasıl cereyan ettiğini açıklayan ikinci ayet Allah'ın, Peygamberi'ne
ulaştırdığı vahiy ve mesajın doğru olduğunu te'yid
etmekte, garipsemeyi ve kibirlenerek inkar etmeyi gerektirecek bir durum
olmadığını açıklamaktadır. Özellikle de peygamberin yaptığı bu tebliğ gayet
açık ve sadedir. Sadece Allah'a kulluk etmeye ve iyi ameller işlemek suretiyle
O'ndan sakınmaya davet etmektedir. [5]
5- Hayvanları da O yarattı; sizin için onlarda
ısınma[6] ve
yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.
6- Akşamlan
getirir[7],
sabahları götürürken'[8] onlarda
sizin için bir güzellik[9]
vardır.
7- Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak
güçlüklere kat-lanarak[10]
varabileceğiniz bîr memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek
merhametlidir.
8- Binmeniz ve süs için atları, katırları ve
merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.
9- Yolu doğrultmak'[11]
Allah'a aittir, kimi yollar ise eğridir. Eğer o dileseydİ,
sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.
10- Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size
içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlatacağınız'[12]
bitkiler.
11- Onunla size ekin, zeytin, hurmalıklar,
üzümler ve meyvaların her türlüsünden bitirir.
Şüphesiz bunda düşünebilen bir topluluk İçin İbret vardır.
12- Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ay'ı sizin hizmetinize ver-dİ. Yıldızlar da O'nun emriyle
(size) boyun eğdİrilmiştir. Şüphesiz bunda, aklını
kullanan bir toplum için ibretler vardır.
13- Yeryüzünde sizin için rengârenk
yarattıklarında'[13] da öğüt alan bir toplum
için gerçek bir ibret vardır.
14- Denizi de sizin emrinize veren O'dur; ondan
taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmaktasınız.
Gemilerin denizde (suları) yara yara akıp gittiğini'[14]
görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun lütfundan aramanız
ve şükretmeniz İçindir.
15- Sizi
sarsmaması[15] için yeryüzünde sağlam
dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.
16- Daha nice alametler'[16]
(yarattı). Onlar yıldızlarla da doğru yolu bulabilirler.
17- O halde yaratan, hiç yaratmayan gibi olur mu?
Hâlâ düşünmüyor musunuz!
18- Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu
sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Ayetlerde, Allah'ın
insanlara bahşettiği nimetler sayılmış ve hayatlarını, geçimlerini :olaylaştıran
vasıtalar ile evrende var olan kanunlar hatırlatılmıştır. Ayetlerin ifadeleri
>aşka bir izaha gerek duymayacak şekilde açıktır. Önceki sûrelerde geçen
açıkladığınız, yorumladığımız hususlar aynen burada da mevcuttur. Vahyin
hikmeti gereği tutum 'e tavırların tekrarlanmasından dolayı bu gerçekler de
tekrarlanmakta; hem vicdanlara ıem de akıllara hitap
etmektedir. Buna ilave olarak da bağlayıcı tespitler ihtiva etmekte-lir.
Nitekim bu gerçekleri işiten kimseler, bütün bu sayılan nimetleri Allah'ın
yarattığı-ıa, onlara böyle bol bol
lütuflarda bulunup, sonra da bu vasıtalardan istifade etmeyi ko-aylaştırdığına inanıp itiraf etmektedirler. Birçok ayet
bu durumu onlardan nakletmiştir. âyetlerin üslubu da bu açıklamayı
kapsamaktadır.
Ayetlerin hitabı
mutlak, kayıtsız olmakla beraber 17. ayet kınama ifadesini içermek-edir. Bu kınama, büyük ihtimalle müşrik kafirlere
yöneliktir. Buna göre bu ayetler de ;erek üslûp olarak, gerekse konu olarak
önceki ayetlerin devamı mahiyetindedir.
Allah'ın bahşettiği
nimetlerini, insanlara olan Iütuflannı hatırlatma ve
dikkatlerini :âinatın içerisindeki olay ve kanunlara
çekme, Kur'an'ın birçok sûresinde yer almakla beraber,
bu ayetler kapsam ve güzellik bakımından Kur'an
silsilesinin en uzununu oluşturmaktadır.
Bu ayetlerin benzerlerini
incelerken söylediğimizi burada da söylemekteyiz: Ayetlerin üslubu, tüm sınıf
ve tabakalara yönelik olarak gelmiş ve onîann
gözetimleri altında, ulaşabilecekleri ve faydalanabilecekleri tarzda
sunulmuştur. Öyle ki, Allah'ın insanlara verdiği nimetleri hatırlatma esnasında
Allah'ın insanı diğer canlılardan ayrı olarak yarattı5!, evrenin kanunlarından
çeşitli şekillerde yararlanabilecek, onlarla uyum sağlayabilecek güçte
yeteneklerle donattığı övgüyle anlatılmış ve Allah'ın yarattığı varlıklar ve kanunları
üzerinde düşünmeye bu büyük, mükemmel, en ince ayrıntısına kadar sapasağlam
düzenlenip konmuş kanunların arkasında güçlü, hikmetle yönelten, varlığı vacip,
sadece ona boyun eğilmesi gerekli; elçilerine, kitaplarına ve peygamberlerine vahyettîği şeriatlarda yer alan emir ve yasaklardan oluşan
sınırlarına bağlı kalınması zorunlu olan yüce bir zatın varlığına kanaat
getirmeye ulaşmak için teşvik edilmiştir.
İkinci olarak da:
Allah'ın insanlarda yaratmış olduğu yetenek ve güçleri kullanarak, onlardan
faydalanması için, zikredilen hususlarda düşünmeye teşvik edilmiştir.
Bu bölümde, diğer
insanlardan önce ayetlerle muhatap oları Arapların faydalandıkları nimetlerden
kesitler sunulmuştur: Onların yaşantıları, Allah'ın onlara yenen ve yenmeyen
hayvanlardan bahşettiği nimetler, deniz yolculukları; yıldızlar, dağlar ve
gündüz aydınlığıyla yollarını bulmaları; balık avlamaları, denizden inci,
mercan çıkartarak süs ve takılarında kullanmaları anlatılmıştır. [17]
Bazı fakihler en'âm diye
isimlendirilen, koyun, keçi, sığır türü hayvanların yenilebilir diye
belirtilip; at, katır ve merkep türü hayvanların da binek için olduğunun
belirtilmesinden, bunların yenmesinin yasak olduğu hükmünü çıkartmışlardır.
Bazı fakihler ise bunların haram olduğuna dair burada
bir delil görmemektedir. Bu görüş doğruya daha yakındır. Çünkü ayetler sadece
alışılagelmiş, bilinen uygulamayı aktarmaktadır. Ancak Kur'an'in
susup hüküm beyan etmediği bir konuda, sünnet bir açıklamada bulunmuşsa o
konuda yasa, şeriat o olur. Şayet o konuda sünnet de hüküm beyan etmemişse o
takdirde pis ve zararlı şeylerden olmadığı kesinlikle biliniyorsa mubah
sayılır. Müfessirler at etinin yenmesinin mubah, katır ve merkep etlerinin ise
haram olduğu konusunda birtakım hadisler nakletmişledir. Bu hadislerin bir
kısmı, sahih addedilen hadis kitaplarında yer almıştır[18].
19- Allah
gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz herzeyi bilir.
20-
Allah'tan başka yalvardıkları (ilahlar) hiçbir şey yaratamazlar, zaten
kendileri yaratılmaktadırlar.
21- Onlar
ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler.
22- Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirele inanmayanların kepleri ise inkarcıdır ve onlar
büyüklük taslarlar.
23-
Gerçekten[19] Allah, onların
gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. O, büyüklük taslayanları
sevmez.
Ayetler, öncekilerle
üslûp ve konu yönünden İrtibatlıdır. Allah'ın birliğini, ilminin genişliğini,
insanlara istifadesini kolay laştudiği nimetleri
kuşattığını, onların da bunu doğrudan itiraf ettiklerini açıklamakta ve
Allah'ın yarattığı varlıklardan olup, hiçbir şeyi yalatmaya güçleri olmayan,
hiçbir şey bilmeyen, kendilerinde hiç bir hayat ve his belirtisi olmayan
ölüleri O'na ortak koşmalarını kınamaktadır. Ayetlerde müşriklerin inkar edip
kibirlenme tavrı İçine girme sebeplerinin, ahirette,
öldükten sonra diriltilme ve yaptıklarının karşılığını bulma gerçeğini yakinen bilmemeleri, buna inanmamaları olduğu
belirtilmektedir. Allah bunun, onların içlerinde yer ettiğini bilmektedir.
Çünkü o, gizledikleri şeyleri de, açığa vurduklarını da çok iyi bilmektedir.
Dolayısıyla onlar Allah'ın gazabını hak etmişlerdir. Çünkü o kibirlenenleri
sevmez. [20]
21. ayetin,
müşriklerin Allah'tan başka yalvardıkları diye bahsettiği şeylerin ilk etapta
putlar olduğu anlaşılmaktadır. Arapların Allah'tan başka ortak edindikleri
varlıklar, çoğunlukla meleklerdi. Daha önce örnekleri geçen birçok ayet de
bunu göstermektedir. Ancak bunun yanısıra onlar
çeşitli putlar edinerek ibadetlerini onlara yapıyor, kurbanlarını da yine
onlara takdim ediyorlardı. Bu defa vasıf, sözkonusu
putlara yönelik gelmiştir. Zira tercih edilen görüşe göre, Necm
sûresinde de açıkladığımız gibi bu putlar, melekler adına sembol olarak
dikiliyordu.
"Ahirete İnanmayanların Kalpleri İse İnkâradır ve Onlar
Büyüklük Taslarlar" Bu ifade, ortak koşan kafirlerin kendi kendileriyle tezata düşmelerinin nedenini ortaya koymaktadır. Onlar
Allah'ın varlığına, yaratıcının, nzik verenin,
faydalı ve zararlı herşeyi tek başına düzenleyip
tertip edenin o olduğuna inanmakta, ama bununla birlikte de ahirette
diriltilmenin mümkün olmadığını zannetmektedirler. Felaketler esnasında Allah'a
ibadet edip sadece O'na yönelmeleri -Örnekleri daha önce birçok ayetlerde geçtiği gibi- ve O'na bazı ortaklar koşmaları, onların
birtakım dünyevi arzulan elde etmek veya dünyada fayda elde edip zararı
defetmek amacına yöneliktir. Zaten bu durum Peygamber ile kafirler arasında
cereyan eden tartışma ve münakaşaların en önemlisini oluşturmaktadır.
Kur'an'ın da Allah'ın kudretine delil sunarken en çok önem
verdiği; gerek Mekke'de, gerekse Medine'de inen sûreleıdeki
birçok ayetlerin de gösterdiği gibi Peygam-ber'in karşı karşıya kaldığı en önemli zorluklardan birisi
de anlatılan bu durumdur. Önceki sûrelerde geçen birçok münasebetlerde bu
konuya dikkat çekmiştik.
Bu münasebetle önemli
bir noktaya dikkat çekmek yerinde olur. Kur'an ve
nebevi davet ahirette cennet ve cehennem va'dlerini tek araç olarak kullanmamıştır. Bu davete icabet
edenlerin, daha dünya hayatında mutluluğa ulaşacakları, bunu inkar edenlerin
ise yine dünyada iken kaybedip bedbaht olacakları haber verilmiştir. İşte ahirette va'd edilenlere ilave
olarak bu tür va'dler de davetin kullandığı araçlar
arasındadır. Önceki yerde gelen örneklerdeki birçok ayet ile bu sûrede geçen
ve yakında bahşedilecek diğer örnekler de bunu göstermektedir. Yine bu türden
olarak Nûr sûresinin şu ayeti vardır: "Allah içinizden, inanıp iyi işler
yapanlara va'detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran
kaldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkuların ardından kendilerini (tam)
bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak
koşmayacaklar. Aıtık bundan soma kim inkar ederse,
işte onlar, yoldan çıkanlar."(Nur, 55)
Ve Ankebût
sûresinin şu ayeti: "Nitekim hepsini günahıyla yakaladık. Onlardan kiminin
üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini
yere batırdık, kimini de boğduk..." (Ankebut,
40) ve Sebe sûresinin şu ayeti: "Ama (şükürden)
yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini
gönderdik; onların iki bahçesini buruk yemişli, acı meyveli ve içinde biraz da
sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevir-dik."(Sebe,
16). Ve Zümer sûresinin şu ayeti vardır:
"(Resulüm) De ki: "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten
sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı)
yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatlan hesapsız ödenecektir. [21]
24- Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?"
elendiğinde, "Evvelkilerin masalları!" derler.
25- Kıyamet gününde kendi günahlarının[22]
tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri
için. Bak ne kötü yük yükleniyorlar.
26- Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da
Allah binalarına, temellerinden gelmiş[23]
üstlerindeki tavan, başlarına çökmüştü! Ve azap onlara ummadıkları yerden gelmişti.
27- Sonra
Kıyamet günü de onları rezîl eder ve : "Hani uğrunda kavga ettiğiniz'[24]
ortaklarım nerede?" der. Kendilerine ilim verilmiş olanlar: "Bugün
rezillik ve kötülük kafirleredir" derler.
28-
Nefislerine zulmederlerken, meleklerin canlarını aldığı kimseler; "Biz
hiçbir kötülük yapmıyorduk!" diye teslim olurlar'[25].
"Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı biliyor."
29- Onun için, içinde sürekli kalmak üzere
cehennemin kapılarına girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.
1- Allah'ın
Peygamberi (s) üzerine indirdiği Kur'an ayetleri
hakkında sordukları zaman, kafirlerin söyledikleri sözlere işaret edilmiştir.
"Bu ayetler önceki milletlere ait masal ve hikayelerdir" diyorlardı.
2- Kendilerinden bilgisizce, delil olmaksızın
sadır olan bu sözlerden dolayı onlar, gerçekte sadece Kıyamet günü hesaba
çekilecekleri en ağır günahları, yükleri kendilerine yüklemektedirler.
İnkarları nedeniyle, tam olarak yüklendikleri günahlarına ilave olarak,
saptadıkları kimselerin günahlarını ve sorumluluklarını da yüklenecekler; bu da
onların azaplarının arttırılmasına sebep olacaktır. Yüklendikleri günahlar ve
varacakları akibetleri ne kadar kötüdür.
3- Daha önce
geçen benzer durumlar hatırlatılmıştı]": Onlar da bunlar gibi aldatmak,
tuzak kurmak, İnkar etmek, taciz etmek suretiyle tavu~
takınmışlar, Allah da başlarının üstüne evlerini yıkarak daha dünyadayken
üzerlerine azabı musallat edivermişti. Buna ilave olarak da çok yakında,
Kıyamet gününde onları bedbaht edecek ve onlara uğrunda mücadele edip düşmanlık
yaptıkları ortaklan hakkında azarlayıcı acîz bırakıcı sorular soracaktır ama
cevap verecek bir söz bulamayacaklardır. Çünkü hak onlara galip gelmiş
olacaktır. İşte o zaman hakkı tanıyan, kendilerine ilim verilmiş olan mü'minler de şöyle diyeceklerdir: Bugün hüsran da, kötülük
de kafirler üzerine olacaktır.
4- Ayetlerde kendilerine zulmedenlerin,
aleyhlerine olacak suçlar işleyip şirk tehlikesine düşenlerin durumlarının ne
olacağı da anlatılmıştır: Çok yakında melekler onların canlarını layık oldukları
şekilde sertlikle, saldırarak alacaklarda. Onlar da teslimiyetlerini
bildirerek günahlarını bırakacaklardır ama bu onlara hiçbir fayda
vermeyecektir. Zira melekler onları hakla mağlup edecekler ve onlara, Allah'ın
yapmakta oldukları bütün işleri bildiğini, cehennem ateşini hak ettiklerini
söyleyecekler, sonra da içinde ebedi kalmak üzere cehennem kapılarından içeri
girmelerini emredeceklerdir. İşte orası bü-yüklenenlerin
hak ettiği yerdir; ne kadar kötü bir yerdir orası.
Ayetler öncekilere
bağlı olup, kınama ve uyan hücumunu devam ettirmektedir, üslûp ve muhtevaları
çok güçlü ve korkutucudur. Ayetlerin gerçekleştirmeyi arzuladığı hedefler
arasında müşrik kafirlerin kalplerinde korku, dehşet ve pişmanlık uyandırarak
onları bu tavırlarından vazgeçirmeye zorlama da vardır.
"..
Saptırdıklarının günahlarının bir kısmını.." ibaresi, hitabın özel olarak
kafir liderlerine yönelik olduğunu, onların tavır ve sözlerini açıkladığını,
Mekke döneminde Pey-gambeı'in davetinin dar bir
alanda kalmasının yegane sebebinin onlar olduğunu göstermektedir. Kur'an'ın birçok yerinde daha önce örnekleri geçtiği gibi, bunun açıklaması bulunmaktadır. [26]
30-
(Allah'tan) sakınanlara, "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayr" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda
bulunanlara güzelik vardır; ahiret
yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.
31- Altlarından ırmaklar akan Adn
cennetlerine girerler. Orada onlar için diledikleri her şey vardır. İşte Allah
korunanları böyle mükâfatlandırır.
32- Melekler, iyi insanlar olarak canlarını
aldığı kimselere de; "Selam size, yaptıklarınıza karşılık cennete
girin" derler.
Ayetlerin ifadesi
gayet açıktır. Allah'ın indirdikleri karşısında muttaki mü'minlerîn
takındığı tavır ile iman edip de güzel işler yapan kimselerin dünya ve ahirette varacakları güzel akibetin
açıklamasını içermektedir. Buna mukabil de Kur'an'ın
üslubuna uygun olarak kafirlerin tutumları açıklanmaktadır.
Ayetlerde mü'minler methedilip övülmüştür. Bunun yanısıra
da onlar, ve onlar gibi olanların dünya ve ahirette
ulaşacakları mutlu sonu elde etmeye teşvik edilmişlerdir. Burada da daha Önce
geçen dünya ve ahirette ceza ve mükâfat vaadi
hakkında yaptığımız yoruma te'yid bulunmaktadır.
"...
Sakınanlara-takva sahiplerine....", "... güzel davranışta bulunanlara..."
ifadeleri mü'minler hakkında kullanılmış olsa da,
imanın Allah'tan sakınmak ve güzel davranışlarda bulunmak fiilleriyle içice
bulunması gerektiğini vurgulamaktadır. Dünya ve ahiretteki
yüksek mevki ile vaadolunan mutluluk, bu bağlılığa
dayanmaktadır. "Takva"; günahlardan, kötülüklerden, şehvetlerden ve
inkardan sakınmak suretiyle Allah'tan korkmakür.
"İhsan" ise; Allah'a ve kullarına karşı olan görevi yerine getirmek,
O'nun emirlerini en üst derecede, mükemmel bir şekilde uygulamaktır. Bütün
bunlar dünya ve ahirette vaadedilen
yüksek mevki ve saadeti hiç şüphesiz gerçekleştirmek içindir. Bu da sürekli
yapılmakta olan telkin ve nasihatin bir parçasıdır. [27]
33- (Küfre
sapanlar) Kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden
başka bir şey mi gözlüyorlar?[28]Onlardan
öncekiler de Öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi
nefislerine zulmediyorlardı.
34- Böylece
işledikleri kötülükleri kendilerine isabet etti ve alaya aldıkları şey,
kendilerini sarıp kuşatıverdi.
1-
Kafirlerin yapılan davete icabet etmemeleri ve iman etmemelerinin sebebi inkar
yoluyla sorgulanmaktadır. Bunun sebebi, meleklerin kendilerine gelmesini veya
Allah'ın haklarında verdiği hüküm ve emrinin başlarına gelmesini beklemeleri
midir?
2-
Kendilerinden önce onlar gibi olup da bunun aynısını yapanların üzerine
Allah'ın azabının, kötü işlerinin cezası olarak indiği, peygamberlerine karşı
yaptıkları alayların kötü akibetinin onlara isabet
ettiği hatırlatılmıştır. Onlar, bu şekilde kendi aleyhlerine olacak suçlar
işlemekle sadece kendilerine zulmetmiş oldular, yoksa Allah onlara zulmetmedi,
işledikleri fiillerle hak ettikleri cezayı adalet gereği onlara vererek
cezalandırdı.
Ayetler önceki üslubu
devam ettirmekte, kafirlerin uyarılmasına tekrar dönmektedir. Kafirlerin
sözleri ile tutumlarının mü'minlerin sözieri ile tavırlarının ve bunların akibet-lerinin karşılaştırmasının yapıldığı konuya dönülmüştür.
Kendilerinden Önce gelip, onlar gibi tavır takınanların halinden ibret almaya
davet edilmişlerdir. Onlar Peygamberin davetine alayla karşılık veriyorlar,
azabın acele olarak inmesi ve meleklerin de gelmesi hususunda inkar ederek
alayla meydan okuyorlardı. Önceki sûrelerde birçok örneklerde geçtiği gibi onların bu tavrı tekrar tekrar
anlatılmıştır. [29]
35- Şirk
koşmakta olanlar dediler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz de, atalarımız da
O'nun dışında hiçbir şeye kulluk etmezdik ve O'nsuz
hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu
halde elçilere düşen, apaçık bir tebliğden başkası mı? '
36- Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tâ-ğuttan[30]
kaçının" diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet etti,
onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların
sonu nasıl olmuş!
37- Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar
tutkuyla is-tesen de, Allah şüphesiz saptırdığına
hidayet vermez, onlar için yardım edecek yoktur.
Konu bakımından
ayetlerin üslubu birbirine bağlıdır, ifadeleri de gayet açıktır.
Birinci ayetin
anlatmış olduğu kafirlerin sözlerini En'am ve Zuhruf sûresinin bazı ayetleri de nakletmişti. Bu, onların
bu tür sözleri sürekli tartışma, delillendirme;
içinde bulundukları şirk ve bâtıl geleneklerinin doğru -olduğunu ispat etme
yolunda tekrarladıklarını göstermektedir. Daha önce bu konuda yeterli miktarda
yorum yapmıştık.
Ayetlerde onlara red mahiyetinde gelen cevaplar akla ve kalbe yönelmekte;
kafirleri uyarıp, Peygamber (s)'i tatmin ederek tesellide bulunmaktadır. Bu
söylenen söz, yeni birşey değildir. Onu, önceki
ümmetlerin müşrik kafirleri de söylüyordu. Allah'ın genel kanunu da hakkı,
bâtılı, helal ve haramı sadece Allah'a ibadet etmeniz; şirkten, putlardan
kaçınmanız gereğini açıklamak için peygamberler göndermek şeklinde tecelli etmiştir.
Çünkü insanlar bunu kendiliklerinden anlayanlayabilirler.
Peygamberlerin görevi sadece tebliğ etmektir. Allah kimi hidayete erdirirse o
doğru yolu bulur, kimin hakkında da sapıklığı takdir etmişse, o da doğru yoldan
sapar. Son ayette Peygamber'i tatmin edip memnun etmek için iltifatta
bulunulmuştur. Allah, onun helkesin hidayete ermesi hususunda çok istekli
olduğunu bilmektedir. Fakat Allah'ın, hakkında dalaleti sabit olup da sapıklığa
düşmüş olan kimseyi doğru yola İletmesi mümkün değildir; bunun için kederlenip
üzülmeye gerek yoktur. Onlar kendilerine ne bir yardımcı ne de bir kurtarıcı
bulamayacaklardır.
Mekke'deyken
Peygamber'in mesajını inkar edip sapıklığa düşenlerin çoğunluğu daha sonra iman
ettiler. Bu da bizim, ayetlerin Peygamber'i tatmin etmek için geldiği yolundaki
tespitimizi doğrulamaktadır. Bunun içerisinde, daha önce benzer bir münasebetle
kaydettiğimiz, ayetlerin nüzulü esnasında kafirlerin mevcut durumlarını açıklama
maksadı yer almaktadır. Yoksa maksat doğru yolda sebatı ve başarıyı engelleme
noktasındaki sapıklıkta ebedi kılmak değildir. Bu, sadece inkar edip sapıklığa
düşen, sonra da bu şekilde ölenler İçindir.
Allah'ın hidayet
ettiklerinin doğru yolu bulabileceklerine, Allah'ın saptırdıklarının da doğru
yoldan sapacaklarına dair ayetlerin içerdiği ifadeler, aşağıdaki ayetlerdeki
tahsis ve vasıflar dikkate alınarak değerlendirilmelidir Bakara sûresinde 26.
ayet: "(Allah) otlunla birçoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu (doğru)
yola getirir. Onunla sadece fâsıkları saptırır",
İbrahim sûresinde 27. ayet: "Allah zalimleri de saptırır", Ra'd sûresinde 27. ayet: "Allah dilediğini (bu tür
sözlerle) saptırır. Yöneleni de kendisine İletir'7 Bu vasıflar dikkate alındığında
ayetlerin zihinlerde oluşturabileceği yanlış anlamalar yok olur; kelamcılarm bu çerçevede söyledikleri sert ifadelere de
mahal kalmaz. Önceki benzer münasebetlerde bu hususa dikkat çekmiştik. [31]
38- Olanca
yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez"
diye yemin ettiler. Hayır; bu O'nun üzerinde hak olan bir vaâddir, ancak insanların çoğu bilmezler.
39- Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara
açıklaması ve inkar edenlerin yalancı olduklarını bilmesi için
(diriltecek-tir).
40- Onu
istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol"
demekten İbarettir; o da hemen oluverir.
Ayetler öncekilerle
üslûp ve konu bakımından bağlıdır, ifadeleri de gayet açıktır. Akıl ve vicdanın
her ikisi de ayetlerin içerdiği hikmet ve mantıklı açıklamayla muhatap alınmış;
kafirlerin Allah'ın ölen kimseyi kesinlikle diriltmeyeceğine dair yaptıkları yeminlerine
cevap verilmiştir. Onlar bu sözleriyle inançlarım açığa vuruyorlar ve sürekli
bir şekilde bunun imkansız olduğunu tekrar ediyorlardı. Esasen önceki
münasebetlerde de kaydettiğimiz gibi Peygamber (s) ile onlar arasında cereyan
eden en önemli tartışma ve delillendirme konusu
buydu; Allah'ın kâinatı boş yere yaratması, iyilik yapanların mükâfatını,
günahkârların da cezasını zayi etmesi kesinlikle ma'kul
değildir. Dünya sadece deneme diyarı olup, bunun muhakkak hüküm ve karşılıkla
tamamlanması gereklidir. Allah'a ve O'nun geniş gücüne inananların bu hikmeti
idrak etmeleri ve Allah'ın verdiği her sözü hakkıyla yerine getireceğini kabul
etmeleri gerekir. Allah'ın yapmayı istediği herhangi bir şey için sadece irade
ve dilemesi yeterlidir. O hemen oluverir; bu çok yakında gerçekleşecek,
kafirler onu görecekler ve yalancı olduklarını anlayacaklardır. [32]
41- Zulme
uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir
biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha
büyüktür. Bilmiş olsalardı.
42- Onlar
sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
Ayetlerde, Allah'ın
hak dinine bağlandıkları için işkence görüp zulme uğradıklarından dolayı hicret
eden kimseler övülmekte ve müjdelenmektedir. Çok yakında Allah onlara dünyada
hayrı, başarıyı ve güvende olacakları güzel bir makamı, buna ulaşmayı
kolaylaştıracak, sonra ahirette de mükâfatları daha
büyük ve güzel olacaktır. Çünkü onlar başlarına gelene sabretmişler, Allah
yolunda, dini uğrunda vatanlarını terketmişler ve
itimat ve güvenlerini sadece Allah'a hasretmişlerdir.
ilk bakışta bu iki
ayet ile öncesinde ve sonrasında gelen üslûp arasında ilişki olmadığı gözükmektedir.
Ancak bu iki ayetten sonra tekrar kafirleri kınama ve uyarma üslubu? na dönülmesi bu ayetlerin ara cümlesi olarak kafirlerin
takındığı tavırlarının ve tuzaklarının tesirini açıklamak, Allah'ın hak dini
üzerinde sabit kalıp tüm zorluklara tahammül ettikten sonra dine
bağlılıklarından dolayı hicret edenleri de övmek için gelmiştir. Bu durumda, bu
iki ayetin üsluba uzak ve yabancı olmadığı anlaşılmaktadır.
Müfessirler bu iki
ayetin, kavimleri tarafından Medine'ye hicret etmekten engellenip, hapsedilen
ve dinlerinden dönmeleri için baskı altında tutulan bazı müslümanlar
hakkında İndiğini nakletmektedir. Bu müslümanlar,
gördükleri işkencelere karşı sabretmişler, dinlerinden ayrılmamışlar ve sonra fırsat
bulup hicret etmişlerdir[33].
Müfessirler aynı zamanda bu ayetlerin, iman ettikleri için müşrik kavimlerinin
işkencesi arttığında Habeşistan'a hicret edenler hakkında indiğini de
nakletmişlerdir[34] Bu rivayet doğruya daha
yakındır. Çünkü birinci rivayet, ayetlerin Medine'de inmiş olmasını gerektirir.
Oysa ayetlerin Mekke'de İndiği konusunda ihtilaf yoktur.
Bu sûreden az bir süre
önce inen Zümer Sûresi'nin 10.ayeti de müslümanlan Allah'tan korkmaya teşvik etmekte, güzel işler
yapanlara dünyada iyi bir akıbet ve hayır va'detmekte,
yeryüzünün geniş olduğuna ve Allah'ın, sabredenlerin mükâfatını hesapsız olarak
vereceğine dikkat çekmekte ve Allah'ın sadece kendisine ihlasla
ibadet edilmesini emrettiğini ilan etmektedir. Bu da göstermektedir ki bu
ifadelerin altında müslüman-lardan
zulmedilenlere hicret etmeleri için izin ve işaret bulunmakta ve onlara
dinlerine bağlı kalmaları telkin edilmektedir. Bu iki ayette müslümanlardan bir grubun Allah'ın işaret ve iznine tâbi
olarak onun dini yolunda, dünya ve ahirette büyük
mükâfat, kurtuluş ve hayır vaadine ulaşmak için muhacir olarak yola
çıktıklarını haber vermek için gelmiştir.
Siyer-i Nebi rivayetlerinin
kaydettiğine göre[35],
İslam daveti başlayıp Kureyş'ten inananların sayısı
çoğaldığında müşrik kavimleri onlara çok büyük tepki göstermişler ve onlara
işkence etmeye başlamışlar, İslam'dan geri döndürmeye çalışmışlardır. Bunun
üzerine Peygamber onların Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye ederek şöyle
buyurdu: "Orada yanında zulüm görmeyeceğiniz bir kral bulunmaktadu."
İlk seferde 11 erkek, 4 kadın hicret etti; bunların çoğunluğu Kureyş'in gençlerinden olup davete düşmanlık e-den müşrik
liderlerin çocukları veya akrabalarıydı. Bir müddet sonra onlara müşriklerin
inandığına dair bir haber ulaştı ve hemen geri döndüler; ancak ulaşan haberin
doğru olmadığını gördüler. Kavimleri yeniden zulmetmeye başladılar, onlar da
tekrar hicret ettiler. Bu sefer onlara başkaları da katılmıştı; sayıları 83
erkek ve 18 kadına ulaşmıştı. Çoğu Kureyş'ten olup,
davete düşmanlık yapan müşriklerin çocukları veya yakınlarıydılar.[36]
Orada hicretin 6. yılına kadar kaldılar. Bu esnada Peygamber ve müslümanlar Medine'de güçlenip kuvvetlenmişlerdi; hemen
bulundukları yerden Medine'ye döndüler.
İnananlar arasında
birçok fakir, yoksul, köle ve Mekke'de ikâmet eden kitap ehlinden kimseler
vardı. Habeşistan'a hicret edenlerin çoğunun Kureyş
ailelerinden olup, bazılarının Kureyş'in ileri
gelenlerinin çocukları veya akrabaları olduğunu ifade eden rivayetler,
liderlerin baskı ve işkencelerinin birinci derecede daha ağır bir şekilde kendi
çocuk ve akrabalarına, Kureyş ailelerinin çocuklarına
yöneldiğini göstermektedir. Bu, onların inançlarının ilk etapta bu ailelerin
çocuklarına da sirayet etme korkusundan kaynaklanmaktaydı. Bu da Mekke dönemi
Sûret-i Nebi'deki gerçekleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bazı müsteşrikler
(oryantalistler) muhacirlerin sabır ve tahammüllerini kötüleme çabası içine
girmişler ve onların Peygamber'i yalnız bırakmak pahasına, sırf kendilerini
kurtarmak arzusuyla hicret ettiklerini iddia etmişlerdir. Bu, kötü niyetten ve Peygam-ber'in yaşadığı çevre ve
şartları bilmemezlikten kaynaklanan bir karalamadır.
Hicret eden kimseler
iki seçenek arasındaydilar: Ya
sinir sistemlerinin tahammül edemeyeceği şiddette işkenceye maruz kalıp sonunda
dinlerinden dönmek; ya da sabredip; sabır sonunda
hayatlarım feda etmek durumundaydı!ar. Rivayetlerin naklettiği üzere bazı iman
edenlerde bu iki seçenek de vuku bulmuştur. Burûc
sûresinde, sonra da Nahl sûresinin bazı ayetlerinde
-açıklaması ileride gelecek- buna işaret edilmiştir. Ölünceye kadar
sabretmekte müslümanlann bir menfaati
bulunmamaktadır. İşkence sonucunda sinirlerin zdelenmesi
durumu da mevcuttur. Buna göre iki seçeneği de tercih etmekten sakınmakta
kötülenecek bir durum yoktur; aksine böyle bir tavırda muhacirlerin dinlerine
ne kadar çok bağlı olduklarına, bu uğurda vatanlarını ve mallarını -ki
İçlerinde zenginler vardı- içtenlikle feda etmelerine delil bulunmaktadır ve bu
övülüp gıpta edilmesi gereken bir durumdur. Hicret, Peygamber'in izni ve Kur'an'in işaretiyle olmuştur. Zaten ayetlerin üslubu da
onların yaptıklarının gerçekten övgüye layık olduğunu göstermektedir. Bu
belirleyici bir hükümdür; çünkü o; Allah'ın Peygamberine tebliğ ettiği
vahyidir.
Ne tuhaftır ki kötüle)
enler; ilk insan nesillerinden günümüze ve daha Allah'ın takdir edeceği vakte
kadar her ortam ve mekanda sürekli tekerrür eden vakıa gerçeğini kötülemek,
saptırmak suretiyle nefislerinin kinini bastırmak için bilmemezlikten,
görmemez-likten
gelmektedirler. [37]
43- Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Eğer
bilmiyorsanız zikir ehline[38]
sorun.
44- (Onları) Apaçık deliller[39] ve
kitaplarla'[40] (gönderdik). Sana da
zikrİ[41] (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni
açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.
1- Allah (c)
Peygamber'den önce de insanlara sadece onun gibi erkekleri peygamber olarak
göndermiş, onlara kitaplar, apaçık delil ve mu'cizeier
vermiş, onlar vasıtasıyla insanlara hak yolu açıklamıştır. İşte Önceki
peygamberler gibi Peygamber'i de insan olarak göndermiş, onlar gibi ona da
insanlara doğru yolu açıklayıp ona davet etmesi için kitap indirmiştir ki,
belki bu suretle düşünüp hidayete ererler.
2-
Dinleyenlere kesin ve meydan okuyan bir ifadeyle hitap olunmuş, onlardan eğer
gerçeği anlamıyor ve biliniyorlarsa İlim ve kitap ehline sormaları istenmiştir.
Her iki ayet de
Peygamber'in mesajının ve Kur'an'in hak olduğunu,
Allah'ın genel kanununa uygun olarak te'yid etmekte
ve hicret ile ilgili ayetlerde olduğu gibi, kafirlerin Peygamber'in mesajı
karşısında takındıkları tavırları ele alan konular çerçevesinde bulunmaktadır.
Ayetler güçlü bir üslûpla gelmiş olup, meydan okuyup muhataplarını a-ciz bırakmakta ve onların daha önce peygamberlerin
insanlardan gönderilmesi ve onlara kitapların indirilmesi konusunda cereyan
eden Allah'ın kanununu bildiklerini haber vermektedir. İşte bu noktada ta'ciz ve bağlayıcılık ön plana çıkmaktadır. Birçok ayet
kafirlerin bunu bildiklerini kaydetmektedir. Örneğin Kasas
sûresinin 47. ayeti: "Kendi elleriyle yapakları (günahları) yüzünden
başlarına bir felaket geldiği zaman: 'Ey Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin
de ayetlerine uyup mü'minlerden olsaydık' diyecek
olmasalardı (seni göndennezdik). Fakat onlara
katımızdan hak gelince: 'Musa'ya verilenin bir benzeri, bana da verilmeli değilmiydi?' dediler". Enbiya sûresinin 5. ayeti:
"Hayır dediler. (Bunlar karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi
uydurmuştur; hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi
bize de bir mucize getirsin". En'am sûresinin
156. ayeti de şöyledir: "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa
indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik demeyesiniz". -
Bu ayetin üslubu ve
içerisindeki meydan okuma, zikir ehlinin şahitliğinin destekleyici mahiyette
geleceğini te'yid anlamını taşımakta ve aynı zamanda
kitap ehlinin Araplar arasındaki itibarını açıkça ortaya koymaktadır. Tefsiri
daha önce geçen İsra, En'am
ve Furkan sûrelerinin birçok ayetinde bu hususa
değinilmiştir.
"... Sana da
zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri
için indirileni açıkiaya-sm..."
Bu cümle Peygamber'e
indirilen Kur'an'ın sadece insanlara tebliğ
edilmesini kas-detmemekte, aynı zamanda Kur'an'ın ihtiyaç duyduğu durumlarda izahının, yorumlanmasının
ve açıklanmasının gereğini ifade etmektedir. Bu, Allah'ın bu konuda elçisinin
yeteneğini bildiğine dair Rabbani bir duyurudur. Zaten mesajım tebliğ için onu
seçmesinin sebebi de budur. Bu konuda ondan nakledildiği sabit olan her şeye
tâbi olmak, Kur'an'da olduğu gibi vaciptir. Şu ayet
bu mânâyı apaçık desteklemektedir: "... Peygamber size ne verirse artık
onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının..." (Haşr; 7). Bu mânâyı te'yid eden
başka birçok ayet daha vardır. Nisa sûresinin 13. ve 14. ayetleri gibi;
"Bunlar Allah'ın sınırlandır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse Allah
onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlere sokar.
İşte büyük kurtuluş budur". "Kim de Allah'a ve O'nun Elçisine karşı
gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun
için alçalöcı bir azâb
vardır." "Ey İnananlar, Allah'a itaat edin, Resulüne ve sizden olan
buyruk sahibine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz;
-Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a
ve Resulüne götürün. Bu, daha İyidir ve sonuç bakımından da daha
güzeldir." (Nisa, 59) "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş
olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi
göndermedik." (Nisa, 80).
Nisa sûresinin 59.
ayetindeki: "... Onu Allah'a ve Resulüne götürün.." cümlesi bu konuda
çok önemlidir. Müslümanların görevi, ihtilaf ettikleri herhangi bir konuda Kur'an'a müracaat etmeleri; onda açık, kesin çözüm sunan
bir nas bulamadıkları takdirde, hayattayken Peygamber'in
bizzat kendisine, vefatından sonra ise doğruluğu sabit, sözlü ve fiili
sünnetine müracaat etmeleridir.
Bu münasebetle fakihlerin ve muhaddislerin
çoğunluğunun ittifakla kabul ettikleri önemli bir konuya temas etmemiz yerinde
olur. Sözlü olsun, fiili olsun Peygamberi-miz'in
sahih sünneti Kur'an'ın kesinlik ifade eden açık
hükümleriyle çatışmaz, çizdiği sınırların, prensiplerin, umumi telkin ve
görüşlerin dışına çıkmaz. Sünnet'iıı Kur'an'ı izah eden, yorumlayan, açıklayan, tahsis eden
mahiyeti olması yanısıra, Kur'an'ın
susup hakkında hüküm beyan etmediği konularda yasamayı düzenleyen Özelliği de
bulunmaktadır. Zaten "... İmanlara kendileri için indirileni
açıklayasın..." ifadesinden maksadın da bu olduğu anlaşılmaktadır,
"Allah daha iyi bilir." Fakihlerle muhaddisler arasında Peygamber'in sözlü ve fiili sünneti
hakkında vuku bulan ihtilaflar yukarıda belirtilen konularda değildir. Sözkonusu ihtilaf, hadislerin dereceleri, metinleri, râvileri, tevatür olup olmadıkları, nakilleri, Peygamber'e
dayandırılmaları, münkatı (senedinin kopuk) olup
olmadıkları, sözlü olsun, fiili olsun kesinlik, vücup
veya müstehaplık ifade edip etmedikleri hakkında
nakledilen konularda vuku bulmuştur.
Bu münasebetle başka
önemli bir hususa da dikkat çekmemiz yerinde olur. Peygamber, Allah'ın vahyi
olan Kur'an'a karışmaması için, kendisinden Kur'an'dan başka bir şeyin yazılmasını ilk dönemlerde
yasaklıyordu. Bu sebeple hayatında sözlü ve fiili sünnetinden ancak çok azı
tedvin edildi. Sahabenin gençlerinden olan Abdullah b. Amr
b. Âs'ın bazı hadisleri "sâdıka" veya
"musaddika"' diye bilinen bir dosya veya
defterde topladığı nakledilmektedir. Fetihler gerçekleştirildikten sonra
çeşitli ülkelere sahabelerin dağılması, Arap olanlardan ve olmayanlardan
birçok nesillerin İslam'a girmesiyle Peygamber'in sünnetinin bilinmesine
ihtiyaç doğdu ve hadisler ilk önce hicri birinci asırda dar bîr alanda tedvin
edilmeye başlandı. Sonra ikinci ve üçüncü asırlarda tedvin alanı genişledi.
Hatta o derece ki hadisler önceleri yüzler, binlerle ifade edilirken;
yüz-binlerle ifade edilmeye başlandı. İlk üç asırda müslümanlar
arasında çeşitli ayrılık ve ihtilaflar doğmuştu. Bunun sonucunda da bu kadar
çok hadis ortaya çıktı ve birçoğunun hafızalarda korunup sözlü olarak
nakledilmesinden dolayı zayıf olan, sahih olanla karıştı. Bu esnada bazı
zındık ve taşıtların Rasulullah ve ashabı üzerine
birçok hadisler uydurdukları tespit edilmiştir. Ancak Allah (c) dinini
koruması için ilk üç asırda birçok dürüst, ihlaslı
insanlar çıkardı. Bunlar Sünnet ve hadisleri inceleyip ayıklamak ve tasnif etmek
İçin yoğun bü- çalışmaya girdiler ve sonunda sened yönünden, metin yönünden sahih ve doğru olan çok
sayıda hadis ortaya çıkarmaya muvaffak oldular. Bu hadislerde Kıır'an ve nübüvvet nuru açıkça gözüküyordu. Kur'an'm sınırları, prensipleri ve hükümleriyle de çatişmayıp uyum içerisinde olanlar belirlenmeye
çalışılıyordu. Bu çaba neticesinde Allah'a hamdolsun,
"Peygamber'in sözlü ve fiili sünneti sağlam bir şekilde ulaşmadığından
ondan istifade etmek mümkün değildir" iddiası karşılıksız kaldı. Sözlü
olsun, fiili olsun birçok peygamber hadis ve sünnetinin sahih olarak sabit
olmasından sonra bu tarzda konuşmaya devam eden kimse ya
cahil ya da maksatlı davranmaktadır. Ve bu tavrıyla
da İslam şeriatının önemli kaynaklarından birini yok etmeye çalışmaktadır;
gerek ibadetler gerekse muamelat-ınedeni konularda
olsun Kur'an'ın hüküm beyan etmeyip sustuğu veya
geniş açıklamasını yapmadığı durumlarda sünnetin beyanına başvurulmuş ve hüküm
oradan öğrenilin iştir.
Ancak söylenebilecek
husus şu olabilir. Peygamber sünnetini alırken ağırbaşlılıkla, teenniyle
hareket etmeli, anlamını çok iyi kavramaya çalışmalı, senet ve metin yönünden
çok iyi inceleyip genel olarak Kur'an ile
uygunluğuna, çatışmamasına özen gösterilmelidir. Sahih olarak sabit olan bazı
hadisler normalde insan aklının idrak edemeyeceği dünya ve ahiret
konularında, önceki ümmet ve peygamberler hakkında, Kıyamete yakın vuku bulacak
anlatımlar içerebilir. Bu tür kıssalar yüce Kur'an'da
da bulunmaktadır. Bu durumda müslümanm görevi, Kur'an'da yaptığı gibi, anlayamadığı hususu Allah'a havale
etmektir. Yoksa rastgele, ölçüsüzce inkar etmesi caiz
olmaz[42].
45- Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın
kendilerini yere geçirmeyeceğinden, yahut hiç ummadıkları bir yerden
kendilerine azabın gelmeyeceğinden emin midirler?
46- Yahut
dönüp dolaşırlarken'[43] onun
kendilerini yakalamayacağından (emin midirler?) Onlar (Allah'ı) aciz bırakacak
değillerdir.
47- Veya
onları bir korku[44] üzerinde
yakalayıvermesinden (mi emindirler?) Doğrusu Rabbin çok şefkatli, pek merhametlidir.
1- Ayetlerde
kınama ve uyarma anlamını içeren bir sorgulama yer almaktadır. Kötülük
tuzakları kuranlar, Peygamber'e karşı inkar etme, tuzak kurma, aldatma tarzlarında
tavır takınanlar Allah'ın ceza ve gazabından emniyette mi oldular? Halbuki
Allah onları yerin dibine batırmaya veya bilmedikleri bir yerden üzerlerine
ansızın bir felaket indirmeye; yahut korku, helak, azap, yolculuklarında
zarara uğramalarına neden olacak, malları ve canlanın yavaş yavaş eksiltip yok edecek bela sebeplerini başlarına
musallat etmeye kadirdir.
2- Allah
bütün bunlardan herhangi birisini hemen acele olarak yapmamışsa bu, hikmetinin
ve sahip olduğu Rahmet ve Ra'fet (acıma, şefkatle
davranma) sıfatlarının bir gereği olarak düşünmeleri, tefekkür etmeleri için
onlara verdiği zamandan dolayıdır.
Ayetler öncekilerle
bağlantılı olup, genel olarak üslûp ve konusuyla da uyum içerisindedir.
Kafirlerin kalplerinde korku uyandırmayı amaçlamış ve onlara tekrar Allah'a
dönmeleri fırsatını bahsetmiştir.
Üçüncü ayetin son
bölümünde yer alan husus, bu sûreden önce geçen Kehf
süresindeki 58. ayette daha açık bir şekilde vurgulanmıştır: "Ama çok
bağışlayan, esirgeyen Rabb'in, eğer onları yaptıklarıyla
hemen cezalandıracak olsaydı, onlann azabım çabuk-laştınrdı. Fakat onlar için va'dedilen
bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak biryer
bulamayacaklardır". Aynı şekilde Fatır sûresinin
25. ayetinde şöyle denilmektedir: "Eğer Allah yaptıkları yüzünden
insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı.
Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince
(gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir".
Az sonra gelecek olan Nahl sûresinin başka bir ayetinde de aynı hususa
değinilmiştir.
Nitekim Allah'ın
uyarısına muhatap olan İnkar eden kimselerin çoğu iman etmiş ve böylece
Allah'ın onlara mühlet vermesindeki hikmet ile Kur'an'm
mucizesi ortaya çıkmış ve onlann uyarılmasının ve
kınanmasının sadece kendilerinin maslahatı ve hidayetleri maksadıyla yapıldığı
anlaşılmış oldu. [45]
48- Allah'ın
yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mî? O’nun gölgeleri küçülerek ve Allah'a
secde ederek sağa-sola döner'[46].
49- Göklerde
ve yerde bulunan canlıların, meleklerin hepsi Allah'a secde ederler, onlar
asla büyüklük taslamazlar.
50- Onlar, üstlerindeki [47]Rablerİnden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.
Ayetlerde kınamayı
içeren bir sorgulama vardır. Dikkatler Allah'ın evrende yarattığı varlıklara ve
onların da Allah'a boyun eğmesine çekilmektedir. Allah'ın yarattığı, gölgesi
sağdan sola, soldan da sağa dönen herşey O'na boyun
eğip itaat etmekte ve O'nun emrinden, kanunundan hiçbir surette çıkmamaktadır.
Aynı şekilde göklerde ve yeryüzünde bulunan her canlı ve melek de O'na boyun
eğip itaat etmekte, O'ndan korkup çekinmekte ve büyüklenmeden, tereddüt
etmeden tüm emirlerini yerine getirmeye koşmaktadır.
Ayetler nazım ve konu
bakımından önceki üslubu devam ettirmektedir. Hitap, üslûpta sözkonusu edilen kafirlere yönelmiştir. Kainatta Allah'ın
yarattığı tüm varlıklardan ayrılarak aykırı hareket ettiklerinden dolayı
kınanmışlardır. Ayette meleklerin de zikredilmesinin sebebi herhalde kafirlerin
onları kendilerine dost ve ortak kabul etmelerinden olsa gerektir. Burada
zikredilmek suretiyle onların da Allah'ın diğer varlıklarından O'na boyun
eğmede, secde etmede ve emirlerim yerine getirmede ayrılmayacakları açıklanmış
olmaktadır. Böylece uyarı ve tehdit daha şiddetli ve güçlü olmaktadır. [48]
51- Allah
buyurdu ki: "İki ilah edinmeyin: O ancak tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız
benden korkun".
52- Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur.
Din de yalnız[49] O'nundur. O halde
Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?
53- Size
ulaşan her nimet Allah'tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğu zaman da
yalnız O'na yalvarırsınız[50].
54- Sonra,
sizden o sıkıntıyı kaldırdığı zaman içinizden bir grup, hemen Rablerine ortak
koşarlar.
55-
Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için. Öyleyse eğlenin, yakında
bileceksiniz.
Ayetlerdeki hitap,
muhataplarına olduğu gibi işitenlere de yöneliktir. İlk üç ayet Allah'ın iki
ilah edinmeyi, yani kendisiyle birlikte başka bir ilah daha edinilmesini yasakladığım
ilan etmekte ve ilahın tek olup, O'nun da zâtı olduğunu açıklayarak, sadece
kendisinden korkulmasını emretmektedir. Göklerin ve yeryüzünün hakimiyeti O'nundur,
ibadet ve itaatte sadece O'nun için olmalıdır. Buna göre O'ndan başkasından
sakınmak nasıl doğru olabilir?! İnsanlara, istifade edip kullandıkları her
türlü nimetleri o bahsetmiştir. O, insanlardı kendilerine bir zarar dokunup
sıkıntıya düştüklerinde dua için, yardım istemek için seslerini sadece kendisine
yönelttikleri zâttır. Dördüncü ayet bazı muhatapların durumunu anlatmaktadır
ki, onlar kendilerine bir zarar dokunduğunda yardım isteyen, yakarışlarını
sadece kendisine yaptıkları Allah, onların dualarını kabul edip sıkıntılarım
giderdikten soma tekrar O'na ortak koşmaktan çekinmemekte, haya duymamaktadırlar.
Beşinci ayet ise bu tür inkarcı uyarmakta, onlara meydan okumaktadır. Onların
bu yaptıkları Allah'ın nimetine ve üzerlerine olan lütfüna
karşı apaçık bir nankörlüktür. Bu nimetlerle biraz sefa sürsünler, çok yalanda
bu küfrün ve inkarın akibetini göreceklerdir.
Ayetler öncekilerle
üslûp ve konu bakımından irtibatlıdır. Ayetlerde müşriklerin inancı ve tenakuza
düşmeleri şiddetle kınanmaktadır. Onlar, Allah'ın en yüce koruyucu ve en büyük
yaratıcı olduğunu kabul ediyorlar, kendilerine bir zarar dokunduğunda,
tehlikelerle her tarafları kuşatıldığında O'na sığınıp O'ndan yardım
istiyorlar, sonra da onlardan zarar kaldırılıp tehlike uzaklaştırıldığında,
tekrar şirklerine dönmekten utanıp çekinin i yorlardı.
Bu mânâ, daha önce geçen birçok ayette tekrarlanmıştır. Ta'ciz
etme ve kınama gücü birinci derecede bu yönden gelmektedir. Ayetlerde
müşriklerin Allah ile birlikte, yönelme ve yakarışta O'na ortak kıldıkları
başka varlıkları O'nun katında aracı ve şefaatçi olmaları için ortak koştukları
açıklaması yer almaktadır. Bu açıklama, daha önce geçen birçok ayette de
tekrarlanmıştır. [51]
56- Kendilerine rızık
olarak verdiklerimizden, hiçbir şey bilmeyenlere pay ayırıyorlar.
Andolsun ki, Allah'a karşı düzmekte olduklarınızdan
dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz.
57- Onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia
ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar)
kendilerinin oluyor.
58- Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği
zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir.
59- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden
dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun[52],
yoksa toprağa mı gömsün? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür!.
60- Ahirete
inanmayanların durumu kötüdür; en yüce örnekler ise Allah'a aittir. O güç
sahibi olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
61- Eğer Allah, insanları, yaptıkları (her)
haksızlıkla ceza-landırsaydı, yeryüzünde tek canlı
bırakmazdı. Fakat onları, takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri
geldiği zaman da ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
Ayetlerde müşriklerin
bazı inanç ve ibadetleri kınama, aşağılama ve uyarma şeklinde güçlü,
etkileyici bir üsiûpla anlatılmaktadır:
1- Onlar Allah'ın kendilerine nzık olarak bahşettiklerinden bir kısmını bilgisizce,
delile dayanmaksızın Allah'a ortak koştukları varlıklara tahsis etmektedirler.
2- Kız edinmenin Allah'a ait olduğunu söylerken,
kendileri onları İstememekte ve daha üstün gördükleri erkek çocuklarını
kendilerine arzu etmektedirler. Diğer taraftan da içlerinden birisi kız çocuğu
ile müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir, göğsü öfkeden daralır, insanlardan
utanarak kaçar ve doğan kız çocuğuna ne yapacağını düşünmeye başlar; toprağa
gömüp ondan bu şekilde kurtulsun mu, yoksa onu aşağılık ve alçaklık duygusu
İçerisinde yanında mı alıkoysun?
3- Çok
yakında Allah, onlara hakkında yaptıkları iftiraları sorup hesaba çekecektir.
Onların sahip oldukları inançlar, bağlandıkları gelenekler ne kadar kötüdür.
4- Onlar bu
konuda Allah için çok kötü örnekler vermektedirler. Gerçekte kötü örnekler ahirete inanmayanlara aittir; güçlü, hüküm ve hikmet sahibi
olan Allah ise her konuda yüce örneklere sahiptir.
5- Şayet
Allah'ın hikmeti suçluların, zalimlerin cezasını ilminde belirlenmiş bir vakte
kadar tehir etmeyi gerektirmeyip, insanları kendilerinden sadır olan günah ve
suçlarına karşı hemen cezaîandırsaydı; onların
hepsini yok ederdi, yeryüzünde dolaşan bir varlık kalmazdı. Fakat insanlar çok
yakında belirlenen vakit geldiğinde O'na döneceklerdir. Hiçbir kimse bu vakti
ne geciktirebilecek, ne de biraz öne almaya güç yetirebilecek-tir.
Ayetler üslûp ve konu
ile uyum İçerisinde bağlantılıdır. Birinci ayet müşriklerin geleneklerinden
olan, sahip oldukları bazı hayvanlarım ve ürünlerini ortak koştukları varlıklara
tahsis etmelerine işaret etmektedir. Bu konu hakkında yaptığımız geniş yorum ve
açıklama En'am sûresinde geçmiştir, burada tekrar
etmeye lüzum yoktur. İkinci ve üçüncü ayetin kaydettiği, Arapların kız
çocukların doğumlarına yönelik düşünceleri daha Önce açıklamaları yapılan Zuhruf ve Saffât sûrelerinde
geçmişti; konu hakkında yeterli yorumu oralarda yaptığımızdan, burada tekrar
etmeye gerek yoktur.
"Eğer Allah,
insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezalandır saydı, yeryüzünde tek canlı
bırakmazdı" ayetini müfessirler yorumlarken şöyle söylemişlerdir: Bu cümle
zalimin suç ve günahının cezasının sadece kendisine değil, aynı zamanda
hemcinslerine ve diğerlerine de isabet edeceği açıklamasını içermektedir. Bu
hususla ilgili Ebu Hürey-re'den bir rivayet naklettiler. Ebu
Hüreyre bir adamın: "Zalim kimse, yaptığı ile
sadece kendisine zarar verir" dediğini işittiğinde, hemen ona döndü ve
şöyle dedi: "Evet gerçekten toy kuşu bile -tavuğa benzer bir tür kuş-
zalimin zulmüyle yuvasmdayken Ölür".
Bunda Enfal sûresinin 25. ayeti ile beraber mütalaa edildiğinde
doğruluk payı vardır: "Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız
haksızlık edenlere isabet etmekle kalmaz (hepinize isabet eder)".
Bununla beraber biz,
ifadenin bilerek ve düşünerek zulmedip doğru yoldan çıkan İnsanlarla birlikte,
yeryüzündeki bütün canlıların helak edilmesini kastetmekten daha çok, zulmün ve
zalimin günahının büyüklüğünü açıklayıcı bir üslûpta geldiğini görmekteyiz.[53]
62-
Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a veriyorlar, dilleri de yalan
olarak en güzel olanın kendilerinin olduğunu söylemektedir. Şüphesiz onlar için
sadece ateş vardır ve onlar (ateşe) sürüleceklerdir'[54].
63- Allah'a andolsun ki, senden önceki ümmetlere de (elçiler)
gönderdik, faka! Şeytan onlara yapıp ettikleri işlerini süslü gösterdi de (İman
etmediler). O bugün de onların doslu oldu ve onlar
için acı bir azab vardır.
64- Bİz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara
açıklaman için ve İman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye
indirdik.
1- Birinci
ayetin ilk bölümünde müşriklerin "Allah, onların hoşlanmadığı türden çocuklar
edindi" şeklindeki İnançları bir kere daha kınanarak anlatılmaktadır.
2- İkinci bölümünde ise, en güzel akibetin onların olacağına dair inançları -bunda yalancı da
olsalar- kınanarak aktan (maktadır.
3- Ayetin
geri kalan bölümünde İse, kesin ve uyarıcı bir üslûpla, onlara çok yakında
içine atılıp bırakılacakları ateşin varlığı açıklanmaktadır.
4- İkinci ayet de yeminle söze başlayarak hitabı
Peygamber (s)'e yöneltmiş, ondan önce de geçmiş ümmetlere Peygamberler
gönderdiğini fakat bu ümmetlere de yapmakta oldukları bâtıl işleri şeytanın
süslü gösterdiğini ve onların dostu olduğunu açıklamıştır. Bugün de o Şeytan
yine inkar eden müşriklerin dostudur, onlardan önceki benzerlerinin hakkında
Allah'ın şiddetli azabı gerçekleştiği gibi, bunlar hakkında da gerçekleşmiştir.
5- Üçüncü
ayet Peygamber'i teskin etmekte ve ona iman edenleri de övmektedir. Allah ona
bu kitabı sadece insanlara ihtilaf ettikleri konularda hak ile bâtılı
açıklaması, niyeti güzel olana, hak ve imana ulaşma arzusunda sadık olana
hidayet ve rahmet olması için indirmiştir.
Ayetler öncekiler gibi
geçmiş konu ve üslubun devamı mahiyetindedir. Bu ayetlerde yer alan bazı
hususlar Önceki yerlerde ve sûrelerde geçmişti; biz de oralarda, burada tekrar
ve ziyadeye gerek duyulmayacak tarzda açıklamalarda bulunmuştuk.[55]
Birinci ayetin ikinci
bölümündeki "en güzel" ifadesi müşriklerin kendileri hakkında
söyledikleri bir sözdür. İçinde bulundukları Peygamber ve tâbilerinden daha
güzel ve üstün durumlarından dolayı övünerek bunu söylüyorlar ve bunun Allah
tarafından kendilerine özel bahsedildiğini zannediyorlardı. Tabiatiyle bu düşünce onların liderlerinden sâdır oluyordu,
zaten çoğunlukla tartışma ve münakaşa da onlarla Peygamber arasında cereyan
etmekteydi. Onların bu düşüncelerinin anlatımı, daha önce diğer sûrelerde de
geçmişti.
Bu yaklaşıma ilave
olarak müfessirler şöyle bir yaklaşımda daha bulunmuşlardır[56]:
Övünerek, meydan okuyarak ileri sürdükleri bu düşüncelerinin diğer bir kaynağı
da, şayet ahirette yeniden diriltilme gerçekleşirse,
dünyada olduğu gibi orada da Allah katında en güzel akıbet onların olacaktır
zannıdır. Bu da yerinde bir yorumdur; tefsiri yapılan birçok ayetlerde bu
düşünce ve beklenti onlardan nakledilmiştir. Bütün bunlar inkarcı müşrik
liderlerinin ne kadar İnatçı olduklarını, Kur'an
uyanlarını işittikleri her münasebette halleriyle Övünerek, meydan okuyarak
mukabelede bulunduklarını ve içinde bulundukları, Allah'ın onlara bahşettiği
geçici üstünlüklerine bakarak tavırlarında ne kadar ısrar ettiklerini göstermektedir.
Sözkonusu tutumun belli bir zamana has olmasıyla birlikte, Kuı'an'm bu kınamasında, insanların içinde bulundukları
güzel ve üstün hale bakarak, bunun Allah tarafından kendilerine özel olarak
verildiği zannıyla gurura kapılmaları sürekli olarak kötülenmiş ve bilhassa bir
de buna Allah'a ve insanlara karşı olan görevlerini unutmaları eklendiğinde
durumun vehametine dikkat çekilmiştir.[57]
65- Allah
gökten su indirdi Ölümünden sonra yeri onunla diriltti; İşİtebilen
bir topluluk İçin bunda gerçekten bir ibret vardır.
66-
Hayvanlarda da sizin İçin ibret vardır. Size, onların ka-rınlarındaki fışkı'[58] ile
kan arasından (gelen), içenlerin boğazlarından kolaylıkla[59]
geçen halis bir süt içiriyoruz.
67- Hurma ağaçlarının meyvalarından
ve üzümlerden sar-hoşluk[60]
verici içki ve güzel bir rızık[61] elde
edersiniz. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir topluluk için ibret vardır.
68- Rabbin bal arısına şöyle vahyerti[62]
"Dağlardan, ağaçlardan ve
kurdukları çardaklardan'[63]
evler edin."
69- Sonra meyvalarm her türünden ye ve Rabbi'nİn
yollarında boyun eğerek[64]'
yürü"! Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, ondan
insanlar İçin şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir
ibret vardır.
Ayetlerde Allah'ın
bazı mucize ve nimetlerine dikkat çekilmektedir:
1- Allah
suyu gökten yeryüzüne indirir ve ölüp kuruduktan sonra oradan hayat fışkırtır.
2-
İnsanlara, hayvanların dışkı ve kanlan arasından içecek olarak tadı lezzetli
süt çıkartır.
3- Onlar
için hurma ağacının meyvelerinden ve üzümlerden güzel, faydalı gıdalar ve
içecekler olur.
4- Allah anyı hayrete düşürecek bir kanun üzerine yaratmıştır. O'nun
ilhanlıyla dağlarda, ağaçlarda, çardaklarda ve tavanlarda hücrelerini,
peteklerini yapar, sonra oradan her yöne bütün meyvelerden gıdasını almak için
çıkar ve oraya karnından çeşitli renklerde, içinde insanlaı
a şifa ve fayda olan içecekler çıkarmak için geri döner.
Bütün bunlarda
Allah'ın gücüne, büyüklüğüne, kâinatta koyduğu kanunların mükemmelliğine
apaçık deliller vardır. Bunlar akh açık, kulağı güzel
duyan, kalbini testim edip düşünen, akleden kimseler
içindir.
Ayetler öncekilerle
irtibat içindedir. Birinci ayette Allah'a ortak koşup, Peygamberi'ne (s)
indirdiği apaçık ayetleri dinlemekten uzak durduklarından, kafirler teşhir edilmektedir.
Bu surette dikkatler Allah'ın mükemmel olarak yarattığı evrenin kanunlarında
bulunan apaçık ayetlere-mucizelere çekilmekte, bunlardaki insanların faydasına
olan şeyler, Allah'ın onlara bahşettiği nimetler gösterilmekte ve sadece O'nun
ibadete, itaate layık olduğu kat'î delillerle
sunulmaktadır. Bunları ancak niyeti güzel, hak ve hidayete rağbeti, arzusu düıüst olan kimse anlayabilir; bu değerleri yitiren de
bunlara karşı bü-yüklenir. Ayetler insanları
akıllarını kullanmaya, ayetleri ve mucizeleri üzerinde düşünmeye teşvik
etmekte; bunun neticesinde Allah'a ve Resulüne inananları da Övmektedir. Geçen
ayetlerin son bölümünde yer alan hususlar bunlardır.[65]
Bu cümle Taberi tefsirinde ve diğerlerinde uzun bir inceleme konusu
olmuştur. Bununla ilgili Resulullah'in
sahabelerinden olan İbn Abbas
ve diğerlerinden, tabiilerden çeşitli görüşler nakledilmiştir. Özet olarak:
Bazıları, Rabbani ihsanın hurma ve üzüm meyvalarindan
çıkartılan içeceğin mutlak olarak helal olduğunu ifade ettiğini söylemiştir.
Bazıları da, "Seker" (Sarhoşluk) anlamındaki kelimeden sarhoşluk
veren hamrın-şa-rabın kapsamına girmektedir. Kur'an'ın
bu cümlesinden maksat, sözkonusu meyvalar-dan
çıkartılan şıradır; bu da sarhoşluk vermektedir. Sarhoşluk veren şuanın
kapsamına girdiği hamr'm-şarabıiı
haram kılınması medeni-sosyal bir kanundur. Haram kılınmadan önce mubah olup müsliimanlar da, başkaları da kullanmaktaydı. Burada bu
şekilde anlatımında vakıayla herhangi bir çatışma sözkonusu
değildir. Özellikle de şarabın haram kılınmasından önce, onda Peygamber'in
çevresinde yaşayan insanlar için bazı eke-nomik
faydaların olduğunun Kur'an'da açıklandığını
gördüğümüzde bu açıkça anlaşılır. Bakara sûresinin 219. ayetinde görüldüğü
gibi: "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: "O ikisinde büyük
günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Fakat onların günahla-n, yararından
büyüktür..." Bu ayet Nisa sûresinde sarhoş haldeyken namaza yaklaşılmasını
yasaklayan ayetten Önce inmiştir. Nisa süresindeki 43. ayet: "Ey
inananlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki; ne dediğinizi bilesiniz". Bu
ayet de şarabı kesin olarak yasaklayan şu ayetlerden önce inmiştir: "Ey
inananlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları Şeytan işi birer pisliktir.
Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza
düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor.
Altık (bunlardan) vazgeçecek misiniz?1' (Maide,
90-91)
Bu ayetler; şarabın
önceden müslümanlar tarafından da içecek ve ticaret
malı olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Son görüş doğruya daha yakındır.
Çünkü Nahl sûresinin sözkonusu
ayetine dayanarak, sarhoşluk veren şırayı mubah görmek doğru değildir.
Sonuç olarak şu
söylenebil^: Hurma ve üzüm meyvalanndan eide edilen sarhoşluk vermeyen içecekler 'nebîz-şıra'diye isimlendirilse de
mubahtır. Çünkü Nebîz sözlükte; suyun İçine hurma ve
üzüm meyvalarını koymak suretiyle elde edilen
içecektir. Peygamber bu tür içeceği içiyordu. Nitekim bu Müslim, Ebu Davud ve Nesâi'nin
İbn Ab-bas'tan naklettikleri bir hadisten
anlaşılmaktadır. Bu hadiste yer aldığına göre, İbn
Ab-bas Resulullah için suyun içine akşamdan kuru üzüm
koyuyordu. O da onu ertesi gün, sonraki gün ve üçüncü günün akşamına kadar
içiyordu; sonra da onun hemen dağıtılmasını veya dökülmesini emrediyordu[66].
Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Aişe validemizden
naklettiği bir hadis de şu şekilde gelmiştir: "Biz Peygamber'e nebiz yapmak için ağzı bağlanan bir kabın içine (hurma veya
üzüm) koyuyorduk; onu sabah koyuyorduk akşam içiyordu, akşam koyuyorduk sabah
içiyordu[67]"
"... Onların
karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için şifa
vardır...". Mücahid'den nakledildiğine göre,
"Onda İnsanlar için şifa vardır" cümlesinden "Kur'an" kastedilmektedir. Fakat cumhura göre
kastedilen, baldır. İbn Kesir Mü-cahid'in
bu sözü hakkındaki yorumunda şöyle demiştir: Bu söz haddizatında doğrudur. Zira
İsra sûresinde geçen bir ayette şöyle buyurulmuştur: "Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri
indiriyoruz..." Ancak ayetin açık üslubundan, kastolunanın
bal olduğu anlaşılmaktadır.
Balın bir ilaç olarak
faydası, birçok Peygamber hadisinde nakledilmiştir. Bunlardan bazıları: Buhari ve Müslim'in Ebu Saîd el-Hudri'den naklettiği bir
hadiste: "Bir adam Resulullah'a gelerek şöyle
dedi: 'Kardeşim ishal oldu', Peygamber şöyle buyurdu: 'Ona bal içir', o da
gidip, ona bal içirdi, sonra gelip: 'Ey Allah'ın Resulü ona bal içildim fakat
ishali daha da arttı' dedi. Peygamber tekrar 'git ona bai
içir' buyurdu. Gitti ona bal içirdi ve
sonra yine gelerek: 'Onun ishalini daha da arttırdı' dedi. Bunun üzerine Resu-lullah şöyle buyurdu: 'Allah
doğru söyledi, kardeşinin karnı ise yalan söylemektedir; git ona bal içir'.
Gitti ona bal içirdi, hemen iyileşti"[68].
Ebu Hureyre'den nakledilen bir
hadiste Allah'ın Resulü (s) şöyle buyurdu; "Kim her ayda üç sabah bal
yalarsa (yerse) ona büyük bir bela-dert isabet etmez."[69] Cabir'den nakledilen bir hadiste de Peygamber şöyle
buyurmaktadır: "Sizin ilaçlarınızdan herhangi birinde fayda varsa
şunlardır: Hacamat yaptırmakta veya bal içmekte, yahut hastalığa denk gelen
ateşle yakmak; fakat ben ateşle dağlamaktan hoşlanmıyorum."[70]
Nebevi tıb'da, birçok ağır hastalıklarda balın büyük faydalan
olduğu tespit edilmiştir. Bu da Kur'an'ı ve
Peygamber hadislerini doğrulamaktadır.[71]
70- Allah
sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey
bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz Allah
bilendir, her şeye gücü yetendir.
71- Allah rızıkla kiminizi kiminizden üstün kıldı. (Rızıkça) üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara
kendi rızık-larını verip de
hepsi rızıkta eşit olmuyorlar. Allah'ın nimetini mi
inkar ediyorlar.
72- Allah size kendi nefislerinizden eşler
yarattı vt; eşlerinizden de size oğullar ve torunlar
yarattı ve sizi güzel rı-zıklarla
besledi. Böyle iken onlar bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü
ediyorlar?
Bu ayetlerde Allah'ın lütutlan hatırlatılmakta, kafirlerin inkarı da değişik bir
üslûpla kınanmaktadır.
Birinci ayette
insanları yaratanın, öldürenin ve ömürlerini takdir edenin Allah olduğu
hatırlatılmaktadır. Onların bir kısmı genç yaşta ölür, bir kısmı da
ihtiyarlayıp zayıf hale düşer, sahip olduğu gücünü kaybeder, bildiklerini
unutur. Allah bütün bu hallerden münezzehtir. O, her şeye gücü yeten, her şeyi
bilen, ibadet ve itaate tek başına layık olandır.
İkinci ayette ise,
Allah'ın insanlara olan lütfü hatırlatılmakta ve müşrikler özellikle kınanmaktadır.
Allah rızıkta onların bazısını bazısından üstün
kılmıştır. Onlar sahip oldukları nzıklannda
kölelerinin kendilerine ortak olup onlarla eşit seviyede olmasını kabul
etmezlerken, nasıl oluyor da Allah'a, kullarının ortak olmasını caiz görebiliyorlar.
Bu tutumda Allah'ın nimetini inkar bulunmaktadır.
Üçüncü ayette ise,
dinleyenlere, kendilerine nimet verenin Allah olduğu, onlara kendi
nefislerinden eşler yarattığı, eşlerinden de oğullar ve torunlar yaratıp temiz
nimetlerle rızıklandırdığı hatırlatılmıştır. Bütün
bunları unutup, nasıl oluyor da Allah'ın nimetini inkar ediyorlar.
Ayetler öncekilerle,
açıkça görüldüğü gibi üslûp ve konu bakımından bağlantılıdır. Ayetlerde yer
alan delil de oldukça güçlü ve net olup, dinleyenlerin içinde bulunup itiraf
ettikleri durumlarını kendilerine hatırlatmakta, şirk koşan kafirleri de içine
düştükleri te-nakuzdan-tezattan
dolayı kınamaktadır. Zira onlar diriltip Öldürenin, rızık
verenin, her şeyi gücü altında tutanın, her şeyi düzenleyip yayanın Allah
olduğuna inanmakta, sonra da bunu bilmemezlikten
gelip başkalarını O'na ortak koşmakta, bâtıla inanmakta ve Allah'ın
üzerlerindeki çeşitli nimetlerini inkar etmektedirler.
"(Rızıkça) üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara
kendi nzıklanm verip de hepsi rızıkta
eşit olmuyorlar" cümlesi hakkında inüfesshier
şöyle dediler: Bunun yorumu, insanlara nzıklarının
hiçbirini unutmaksızm taksim edenin Allah olduğudur. Rızıkta bazılarını bazısına üstün kıldığına göre, herkes
kendi nzkıyla yaşamaktadır; hatta sey-y
idlerin-efendilerin kölelerine verdikleri bile gerçekte ve haddizatında onlar
tarafından verilmiş bir rızık değildir. Bu yorum esas
itibarıyla isabetli ve doğrudur; ancak müfes-sirlerin çoğu bu cümleyi bizim yukarıda yaptığımız yoruma
uygun olarak açıklamıştır. Bu yorum sözkonusu
cümlenin de geçtiği ayette kaydedilen, Allah'ın
nimetini inkar etmenin kınanması karinesi uyarınca daha isabetlidir.[72]
Bu ifade, sözkonusu farklılığın ebedi olduğu anlamına gelmediği gibi,
bu üstün kılma, bir sınıfa diğerleri dışlanarak verilmiş Rabbani bir imtiyaz
anlamına da gelmemektedir; hatta insanlardan bir grubun, rızikta
birtakım insanlara nazaran Allah tarafından kesin bir surette üstün
kılındıkları anlamına da gelmemektedir. Bu ifade, sadece var olan bir gerçeğin
açıklamasıdır; bunun delili de nzık genişliğinin
bolluğunun ve darlığının sürekli olarak yer değiştirmesidir. Genellikle bir
zaman rızkı bol ve geniş olan bir kimsenin, başka bir gün nzkı
dar olabilmektedir; buna mukabil de birgün rızkı dar
olanın, başka bir gün ya kendisinin ya da neslinin rızkının genişlediği görülebilmektedir. Bu
da insanların hallerinde, hayatın ve çalışmanın şartlarında Allah'ın koyduğu
kanunlardan kaynaklanmaktadır.[73]
73- Allah'tan başka, göklerden ve yerden kendileri
için hiçbir rızık veremeyecek ve bunu asla
yapamayacak olan şeylere mi tapıyorlar?
74- Artık Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın[74];
çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve
başkasının malı olan bir köle ile; kendisine güzel nzık
verdiğimiz, o rızık-tan gizli ve açık harcayan
kimseyi misâl olarak anlattı. Hiç bunlar bir olurlar mı? Hamel Allah'a
mahsustur, fakat çokları bilmezler.
76- Allah,
şu iki adamı da örnek verdi: Onlardan birisi dilsizdir[75], hiçbirşey yapamaz, efendisinin üzerine bir yüktür'[76],
(efendisi) onu nereye gönderse bir hayır getirmez.
Şimdi bu (adam) doğru
yolda giderek adaleti emreden kimse gibi olur mu?
1-
Ayetlerde, müşrik kafirlere, Allah'tan başka kendilerine göklerde ve yeryüzünde
rızık sebeplerini veremeyen, bu konuda hiçbir faydası
dokunamayan varlıklara tapmalarından dolayı kınama işareti bulunmaktadır.
2- İşitenlere veya müşrik kafirlere yönelik,
Allah'a ortaklar ve benzerler kılmaya kalkmalalından
dolayı sitemkâr bir yasaklama yer almaktadır.
Allah'ın ortak ve benzeri olamaz; çünkü Allah herşeyi
en güzel bir şekilde bilmekte, diğer insanlar ve putlar ise hiçbir şey
bilmemektedirler. Bu tür bir girişim, hiçbir şeye sahip olmayan, bir şey yapmaya
gücü yetmeyen köle bir adam ile, malında özgürce tasarrufta bulunmaya, dilediği
gibi, hiçbir engelle karşılaşmadan gizli ve açık bir şekilde malından
harcayabilen hür bir kimseyi eşit saymak gibidir. Yine böyle bir girişim
sahibinin üzerine yük olmaktan başka bir işe yaramayan, hiçbir faydası olmayan
dilsiz bir köleyle, konuşkan, zeki, hareketli, doğru yolda yürüyebilen,
adaleti emredip hayırlı işlerde bulunan bir kimseyi eşit tutmak gibidir.
Bununla onun arasında yapılacak bir eşitleme; müşriklerin ortak koştuklan varlıklar ve putlar ile Allah arasında yapılacak
bir eşitleme, ancak cehaletten ve sapıklıktan kaynaklanabilir.
3-
Ayetlerde, lütuflari ve bahşettiği nimetleri üzerine
övgüye müstehak olanın sadece Allah olduğuna dair
bir açıklama da bulunmaktadu'.
Dikkatle bakıldığında
bu ayetler ile öncekiler arasında konu ve üslûp bakımından irtibatın devam
ettiği görülecektir. Burada da önceki ayetlerde olduğu gibi, güçlü, etkileyici
bir sitem, kınama vardır.
Bazı müfessirlerin
naklettiğine göre[77] her
iki örnek de, salih mü'min
ile günahkâr kâfir arasında yapılan üstünlük tartışması münasebetiyle
verilmiştir. Bazıları da mü'min ve kafirlerden
birtakım şahısları zikrederek, verilen iki örnekle onların kastedildiğini
söylemiştir: Ebu Bekir ile Ebu
Cehil; Osman b. Affan ile dilsiz bir köle gibi. Fakat
bizim kanaatimiz, inkarcı müşrikler hakkındaki bu ayetlerin 73. ayetin de
delalet ettiği gibi genel olduğu yönündedir.[78]
77- Göklerin ve yerin gaybı
Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir
zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
78- Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi
analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve
kalpler verdi.
79- Göğün boşluğunda O'nun emrine boyun
eğdirilmiş olan kuşları görmüyorlar mı? Onları Allah'tan başka tutan yoktur.
Şüphesiz bunda, inanan bir topluluk için ayetler vardır.
80- Allah,
evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve sizin için davar
derilerinden[79] gerek göç gününüzde,
gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız hafif evler; yünlerinden, yapağılarından
ve kıllarından[80] bir süreye kadar
(faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.
81- Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler
yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar [81]yarattt. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi
koruyacak zırhlar yarattı[82] işte
Allah size nimetini böyle tamamlıyor ki, siz müslüman
olup esenliğe eresiniz.
Ayetler, tekrar Allah'ın
gücünü yüceltmeye; ayet ve lütuflarını sayıp hatırlatmaya dönmüştür. Belki bu
suretle insanlar akıllanırlar da teslim olup şükrederler. Hitap, genel olarak
işitenlere yöneliktir:
1- Göklerin ve yeryüzünün insanlara gizli kalan
her halinin bilgisi Allah katında mevcuttur.
2- Kıyametin
kopma vakti çok yakın olup, mutlaka gelecektir; bunun süresi Allah'a göre göz
açıp kapayıncaya kadar veya daha yakındır. O'nun her şeye gücü yetmektedir.
3- insanları
annelerinin karınlarından hiçbir şey bilmez haldeyken çıkaran; sonra da
Öğrenmeleri, düşünmeleri, işitmeleri ve görmeleri için onları kulaklar, gözler
ve akıllarla donatan O'dur. Bütün bunlar, onların sadece O'na şükredip, O'nu
tanımalarım gerektirmektedir.
4- O'nun
gücünün ve kâinatta koyduğu kanunlarının mükemmelliğinin delillerinden birisi
de, göğün boşluğunda düşmeden uçma, hareket etme yeteneğine sahip kuşlar yaratmasıdır;
bunda gerçekten iman etmeyi arzulayanlar için açık deliller mevcuttur.
5- Onlara,
içinde dinlenip huzur bulmaları için evler yapma yollarını öğretip kolaylaşman
O'dur. Onlara hayvan derilerinden, yerleşmelerinde ve taşınmalarında nakli kolay,
hafif çadırlar yapma yollarını da O kolaylaştırıp öğretti ve yine onlara
hayvanların yünlerinden, yapağılarından, kıllarından ihtiyaç duydukları ev
eşyaları ve ticaret mallarını yapma usulünü de o Öğretip kolaylaştırdı.
6- Onlara
güneşin sıcaklığından korunmak için gölgelenecekleri ağaç ve dağlar yarattı;
aynı maksat için içine sığınıp gölgelenecekleri dağlarda mağaralar yaptı. Soğuk
ve sıcaktan korunmak için elbiseler yapma; savaş ve çatışma ortamlarında
kendilerini korumak için de zırhlar ve başka malzemeler yapma yollarını onlara
kolaylaştırdı.
7- Böylece,
onlara bahşettiği nimeti tamamlanmış olur; onlar da O'nun lütuf ve ihsanını
itiraf ederek kendilerini sadece O'na teslim ederler.
Ayetlerle önceki üslûp
arasındaki ilişki açık bir şekilde gözükmektedir. Hitap, etkileyici bir
üslûpla, hem akıllara hem de kalplere yapılmıştır. Yukarıda saydıklarımın
Arapların hayat tarzlarından ve vasıtalarından alınması, onların uygulamalarına
dayan-masındandir. Ancak ayetlerin Allah'ın insanlara
bahşettiği nimetlerini, ihsanlarını ve kâinatta koyduğu kanunlarını hatırlatma
girişimi, aynı şekilde, her zaman ve her yerde bütün insanlara yönelik olması
daha uygundur.
Akıllan ve işitme
duyularını koruma amacı; Allah'ın kudretine, her şeyi kuşatmış olmasına,
kâinatın ve hayat sebeplerinin kanunlarını mükemmel bir şekilde koymuş olmasına
yapılan delillendirme oldukça kuvvetli ve açıktır.
Aynı şekilde, insanların Allah'ın lütuflarmdan
istifade etmeleri üzerinde düşünmeye, O'na şükretmeye ve teslim olup yönelmeye
layık olanın da sadece O olduğuna dair yapılan açıklama da gayet açık ve
kuvvetlidir.[83]
82- Eğer yine yüz çevirirlerse, artık senin
üzerine düşen sadece açık bir şekilde duyurmaktır.
83- Onlar, Allah'ın nimetini biliyorlar, sonra da
inkar ediyorlar; onların çoğu inkar edenlerdir.
Ayetlerin Temas Ettiği
Hususlar:
Birinci ayet, teskin
ve teselli etmek amacıyla Peygamber'e yönelik gelmiştir: Şayet işitenler
arasında Allah'ın kudretine karşı büyiiklenip
davetinden yüz çevirenler varsa, bu durumda onun görevi sadece tebliğ edip
açıklamaktan ibarettir.
ikinci ayet ise, işiten
kimselerin vakıalarının açıklamasını içermekte ve onları kınamaktadır; zira
onlar istifade ettikleri tüm nimetlerin ve araçların Allah'ın bir lütfü ve
kolaylaştırması sonucu olduğunu bilmekteler, ama bununla beraber yine de çoğu,
sözle-ny'e, yaptıkları islerle Allah'ı ve nimetlerini
inkar etmektedirler.
Her iki ayet de geçen
bölümün tamamlayıcısı mahiyetindedir. İkinci ayetin delili, bağlayıcılığı ve
kınaması gayet güçlüdür.
84- Her ümmetten bir şahit[84]
göndereceğimiz gün, artık ne kafir olanlara (özür dilemeleri için) izin
verilir, ne de onların özür dilemeleri[85]
istenir.
85- O zulmedenler azabı gördüklerinde, artık
onlardan azap hafifletilmez, onlara mühlet de verilmez.
86- Ortak koşanlar, ortak koştukları şeyleri
gördükleri zaman: "Rabbimiz, seni bırakıp bizim taptığımız ortaklarımız
bunlardır" diyecekler. (Onlar da) bunlara: "Siz gerçekten yalancılarsınız"
diye söz atarlar[86].
87- O gün Allah'a teslim olmuşlar[87] ve
uydurup durdukları şeyler kendilerinden kaybolup gitmiştir.
88- İnkâr edip de Allah'ın yolundan[88]
alıkoyanlar; biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik.
89- Her ümmet içinde, kendi aralarında üzerlerine
bir şahit getireceğimiz gün, seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz.
Sana bu kitabı, herşeyi açıklayan ve müslü-manlara yol gösterici,
rahmet ve müjde olarak indirdik.
O gün her ümmet
mahkeme ve sorgulama alanında duracak, Peygamber'i de buna şahit olarak
getirilecektir. Onlara tartışma izni verilmeyecek, özürleri de kabul edilmeyecektir.
Çok yakında da onlardan hafifletilip te'hir
edilmesine imkan olmayan şiddetli azaba atılacaklardır. Ortak koştukları
varlıkları gördüklerinde bağırarak şöyle derler: Ey rabbimiz şunlar, onlar
sebebiyle sapıklığa düştüğümüz ortaklardır; fakat ortak koştukları şeyler ise
onları yalanlayıp reddederler. O zaman hayal kırıklığına uğrayıp bütün
ümitlerini kaybederler ve teslim olup, günahlarını itiraf etmekten başka çıkar
bir yol bulamazlar. Çok yakında, kendileri inkar etmekle kalmayıp başkalarını
da inkara sevkeden
kimselerin azabı, bozgunculuklarından ve Allah yolundan engellemelerinden
dolayı kat kat arttırılacaktır. Allah (c) her ümmetin
şahitlerini getirdikten sonra, Peygamber'i de ümmetine şahit olarak getirir.
Ayetler Peygamber'in
görevini açıklayan son bölümle bitmektedir:
Allah ona kitabı,
içinde her konuda doyurucu açıklamalarla, her sınırlamada yeterli izahlarda
bulunarak indirmiştir ve bu suretle hiçbir kimsenin öne süreceği delil ve mazeret
bırakılmamışta. O kitapta Müslümanlar için hidayet, rahmet ve müjde vardır.
Ayetler öncekileri
tamamlamakta ve üslûp açısından da ilişki devam etmektedir. Ayetlerin
gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefler arasında, kafirlerin uyarılması, korkutulması
ve inkarlarından vazgeçmeye sevketme bulunmaktadır. Ahirette kurulacak mahkeme ve sorgulamanın tasviri,
dünyada bilinen uygulamalardan esinlenerek zihinlere yaklaştırmak ve daha da
tesirli kılmak amacıyla yapılmıştır.[89]
Bu sûreden sonra Kur'an'dan daha birçok ayetler inmiştir ve bunlar arasında
birçok yasama kanunları, emirler, prensipler ve hâdise anlatımları bulunurken,
burada ayetin son bölümünde yer alan cümlede "...Sana bu kitabı, herşeyi açıklayan ve müslümanîara
yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik" cümlesinde; "Kur'an'ın bu sûrenin indirilmesine kadarki kısmında herşey için açıklayıcı hükümlerin bulunduğu ifadesinin kullanılması
nasıl doğru olabilir?" dîye sorulabilir. Bu ifadede herhangi bir sorun
bulunmamaktadır; zira bu ayetin indirilmesinden önce, Allah varlığının,
birliğinin ve sadece kendisinin itaate layık olduğunun vücubunu
gösteren birçok esaslar, prensipler, emirler, öğütler ve deliller indirmiştir.
İşte bu suretle O'nun her şeyi açıklayan, müminler için y-ol gösterici, rahmet
ve müjde içeren bir kitap olduğunu söylemek doğru olmaktadır. "Kitap"
adı bu ayete kadar inen bölüme verildiği gibi, bütün hepsine de verilmektedir.
Allah bu ayetten sonra inecek olanları çok iyi bilmektedir ve Allah'ın İlminde
geçen-ge-len diye bir ayrım
yoktur ki, bu tür bir sorun gündeme gelebilsin.
Cümlenin İçeriği
hakkında şunu da söyleyebiliriz: Kur'an'ı
derinlemesine, üzerinde düşünerek okuyan kimse, kendisinde hakka ulaşmak için
gerçek bir arzu bulunuyorsa, içinde bityüklenme ve
inat duygusu yoksa, ayetin ihtiva ettiği açıklamanın doğruluğunu görür; onda
hakkı, bütün hidayet, rahmet, müjde ve herşeyin
açıklamasını bulur. Allah'ın insanoğluna bahşettiği nimetin büyüklüğünü idrak
eder; bu nimetin tamamı olarak da Allah'ın onu peygamberinin tebliğ ettiği
gibi muhafaza ettiğini müşahade eder: "Bâtıl
onun önünden de ardından da gelemez" (Fussilet,
42). Sürekli olarak bütün insanlığın içerisinde şifa, hidayet, rahmet, müjde,
apaçık açıklama bulduğu berrak bir kaynak olmaya devam eder. Cümlede aynı
zamanda tüm insanlara yönelik, her zaman ve mekanda bütün bunları bulmaları
için ona bakmaları daveti yer almaktadır. Müfessİrlerin
çoğunluğu: "Herşeyi açıklayan" cümlesini şu
anlamda yorumlamışlardır[90]
İnsanların ihtiyaç içinde bulundukları hidayet ve dalalet yollarını; hayır ve
şerri; helal ve haramı; hak ve bâtılı; hadler ve hükümleri açıklayandır. Bu yorurn yerinde olup Kur'an'm
hedefleriyle de uyum içerisindedir. Fakat cümlenin, öncesi ve sonrasıyla
arasını ayırmadan, bu çerçevede kalması gerekir. Onu
evrende bulunan kanunların, varlıkların, hadiselerin ve teorilerin açıklanması
maksadına taşımamak gerekir. Nitekim bazı müslümanlar
Kur'an'ın öğüt olarak, örnek olarak ve bir hatırlatma
olsun diye sunduğu işaretlerden bunu çıkartmaktadırlar. Çünkü böyle bir
davranış çoğunlukla isabetsiz olacağı gibi, Kur'an'ı
kudretinden ve yüce gayelerinden de uzaklaştırmış olur.[91]
90- Muhakkak
ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin İşleri,
fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp turasınız diye size öğüt veriyor.
91- Antlaşma
yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra
yeminleri bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize şahit yaptınız. Şüphesiz Allah
yaptıklarınızı bilir.
92- Bir
toplum diğer bir toplumdan {sayıca ve malca) daha çok[92]
olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat [93]aracı
edinerek, ipliğini sağlamca büktükten sonra çozüp-bozan
(kadın)[94] gibi
olmasın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte
olduğunuz şeyi Kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.
93- Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet
yapardı, fakat o, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan
mutlaka sorumlu tutulacaksınız.
94- Yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin,
sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah'ın yolundan alıkoyduğunuz için
kötülüğü tadarsınız ve büyük bir azaba uğrarsınız.
95- Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın
katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güze-liyle biz muhakkak vereceğiz.
97- Erkek
olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir
hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güze-liyle muhakkak veririz.
Ayetler, önceki
ayetlerin son kısmında işaret edilen, Allah'ın, Peygamberine Kitab'ı herşeyi açıklayıcı, müslümanlar için yol gösterici, Tahmet
ve müjde olsun dîye indirdiği ifadesini geniş bir şekilde açıklamak için
gelmiştir.
Birinci ayet mutlak ve
açıklayıcı olarak gelmiştir. Allah adaleti, insafı ve eşitliği emretmektedir.
Bunların da ötesinde her türlü iyiliği, akrabaya yardımda bulunmayı emreder.
Sözlü olsun, fiili olsun kötü olan herşeyi, insanlara
karşı her tür bozgunculuğu, düşmanlığı, haksızlığı ve zulmü yasaklar. Sonra hitab, ayetlerin muhtevasından da anlaşıldığı üzere,
direkt olarak müslüman olan dinleyicilere
yöneltilmektedir ve aşağıdaki emir ve talimatlar sunul maktadır.[95]
1- Onların
Allah'a verdikleri sözde durmaları gerekir; O'nun adına sözlerini tutmaya
yemin etmişlerdir, bilhassa yeminleriyle Allah'ı kendilerine kefil
kılmışlardır.
2- Daima
Allah'ın onları murakabe altında tuttuğunu, bütün söyledikleri ve yaptıkları
işleri bildiğini hatırlamalıdırlar.
3- Eğirdiği
ipi bükerek kuvvetli hale getirdikten sonra tekrar onu çözerek eski haline
getiren ahmak kadın gibi olmasınlar.-
4- Yeminlerini ve sözlerini aldatma ve hile
vasıtası yapmasınlar; malca ve sayıca daha çok ve kuvvetli bir topluluk
hesabına, başka bir topluluğa verdikleri yemin ve sözlerini bozmasınlar.
5- İyi bilsinler ki, Allah onların ahlâk ve
davranışlarını karşılarına birtakım olaylar çıkartmak suretiyle imtihan
etmektedir. Sonra Kıyamet günü yaptıkları işlerini onlara açıklayacak ve hak
ettikleri karşılıklarını tam olarak verecektir.
6- Yine iyi bilsinler ki, eğer Allah dilemiş
olsaydı, insanları bir tek hal ve düzen üzere yaratırdı; fakat hikmeti gereği
onları, kendilerine bahşettiği seçme kabiliyetiyle başbaşa
bıraktı; hidayeti dileyeni, bu yetenekle doğru yola iletir; sapıklığı isteyene
de yine bu yetenekle sapıklığı verir. Bundan dolayı da Kıyamet gününde mutlaka
onlara yaptıklarını sorup hesaba çekecektir.
7-
Yaptıkları yeminlerini, verdikleri sözlerim kesinlikle -ikinci bir defa-
aldatma ve saptırma vasıtası edinmesinler. Zira böyle yapıldığı takdirde, kalp
huzuru ve güveni yok olup kaybolur; bunun neticesinde de Allah yolundan
engellenilmiş olur. Çünkü bu tür davranış nedeniyle insanlar, onların
birbirlerine Allah adını kullanarak yaptıkları yeminlerine güven duymamaya
başlarlar.
8- Onlan geçici menfaatler aldatıp da, Allah'ın adını
kullanarak verdikleri sözlerini, ahitlerini kesinlikle bozmasınlar. Eğer
bilinçliyseler bu onlar için daha hayırlıdır. Çünkü insanların yanındakiler ne
kadar büyük olursa olsun sonunda tükenir, sürekli baki kalan ise Allah katında
olandır. İnsanın -özellikle de müslümamn- yapması
gereken, Allah katında sürekli olanı, insanların yanındaki gelip geçici
olanlardan üstün tutmaktır.
9- Allah kendisine, hak üzerinde sabit kalıp
ahitlerini tutanları, yaptıklarının en gü-zeliyle, hatta yaptıklarının değerini kat kat aşan bir mükâfatla ödüllendirmeyi[96] farz
kıldı. Erkek olsun, kadın olsun iyi amel işleyen her mü'mine
de dünyadayken güzel, mutlu bir hayat yaşatmayı; ahirette
de amellerinin en güzeliyle değerlerini kat kat
aşacak şekilde mükâfatlandırmayı vaadetti.
Taberi, ayetlerin tefsirini yaparken iki rivayet
nakletmiştir. Birinci rivayete göre ayetler Kureyş
müşriklerinin cahiliyye devrinde yaptıkları andlaşma hakkında inmiştir; Allah onlara İslam döneminde de
yaptıkları o andlaşmaya uymalarım emretmiştir[97].
İkinci rivayette ise,
ayetlerin Mekke'de, İslam üzere kalacaklarına dair Peygamber'e bey'at edip söz veren bir grubun, peygamber ve ashabının
zayıflığını, müşriklerin de çokluğunu delil göstererek verdikleri sözü bozup
geri dönmeleri endişesi üzerine indiği yönündedir. Nitekim bu ayetlerden sonra
gelen ayetler de, ikinci rivayetin -ileride açıklayacağımız üzere- doğruluğunu
ortaya koymaktadır.
Ancak bu, önceki
ayetlerle bu ayetler arasında herhangi bir İrtibatın olmadığı anlamına gelmez.
Ahlâk ve davranışlar hususunda Allah'ın emrettiği ve yasakladığı birçok
açıklamayı ihtiva etmektedir.
"Allah'a verilen
sözü, az bir karşılığa değişmeyin" cümlesi bir söz olarak Allah'ın ahdini
bozan kimseye insanlar tarafından gelecek karşılık ve menfaat ne kadar büyük
olursa olsun, Allah katındakine nazaran çok küçük sayılacağını ifade
etmektedir. Yoksa, Allah'ın ahdini az bir değer karşılığında satmaktan
sakındırmayı değil.
Buradaki ayetler,
ahlâki ve genel sosyal prensipler açısından Kur'an'ın
şaheserleri arasında yer almaktadır. Kur'an her müslümanı bu prensipleri yerine getirmeye çağırmakta ve
teşvik etmektedir. Verilen sözün tutulması ve iyilikle emredil meşinin gereğini
içeren ayetlerin etkileyici telkini dikkate değerdir. İlk olarak hangi durumda
olursa olsun, verilen sözün tutulup bozulmamasının Allah katındaki önemi, buna
bağlı olarak da fert ve toplum hayatındaki önem ve etkisi, sonuç olarak
ulaştırdığı saygınlık ve güzel akıbet ortaya konmuştur. İkinci olarak da, bir müslümana insanlarla kuracağı ilişkisinin müsamaha ve
güzellik üzerine olmasının önemini hatırlatmaktadır. Hatta hak ve adaleti
yerine getirmede vaciplik sınırında kalınmamalıdır; zira vacibi yapmak zaten
zorunlu-
dur, bunun yerine
getirilmesi de fazilet sayılmaz, bunu daha fazlasıyla yerine getirdiği takdirde
ancak fazilet ve üstünlük olabilir.
Son ayet özellikle
kayda değer bir önem arzetmektedir. İlk olarak; erkek
olsun, kadın olsun iman edip de güzel amel işleyen kimseye ahiretteki
büyük mükâfatından başka, daha dünyadayken mutlu bir hayat yaşayacağına dair
Allah'ın vaadi yer almaktadır. İkinci olarak, önceden birçok ayetin de ihtiva
ettiği gibi, kadın ve erkeğin, yükümlülüklerde ve bunların getirdiği sonuçlar
da, dünya ve ahirette eşit olduklarının apaçık bir delili
durumundadır. Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, birçok ayette bu hususa
işaret edilmiştir. Bunu daha sonra açıklayacağız; burada şunu söyleyebiliriz
ki, bu husus kesin olarak Kur'an prensiplerinden
birisidir.[98]
98- öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş Şeytan'-dan Allah'a sığın.
99- Gerçek
şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde, onun
(Şeytan'ın) bir hakimiyeti yoktur.
100- Onun
hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.
101- Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti
getirdiğimiz[99] zaman -Allah neyi
indirdiğini daha iyi bilir- "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler.
Hayır, onların çoğu bilmezler.
102- De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanla-ra bir müjde ve hidayet
olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs'[100]
indirmiştir."
103- Andolsun ki biz,
onların "Bunu kendisine ancak bir beşer öğretmektedir" dediklerini
biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri[101] (kİmse)nİn dili a'cemi (yabancı)dİr, bu İse
açıkça Arapça olan bir dildir.
104- Allah'ın ayetlerine inanmayanları Allah
hidayete ulaştırmaz ve onlar için acı bir azab
vardır.
105-Yalanı,
yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur; işte onlar yalancıların ta
kendileridir.
1- Ayetlerde
Peygamber'e, Kur'an okuduğu zaman şeytanın
vesveselerinden Allah'a sığınması emri vardır.
2- Allah'a
inanıp, yalnız O'na tevekkül edenler üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyet ve
tesirinin olmadığı, hakimiyet ve te'şirinin sadece,
onu Allah'tan başka dost edinenlerin vesveselerine boyun eğerek, ona Allah ile
birlikte ortak koşanların üzerine olacağı te'yid
edilmiştir.
3-
Kafirlerin, Peygamber'i bir ayet yerine başka bir ayeti okurken işittiklerinde
veya bir Kur'an emrini, yahut hükmünü veya haberini
başkasıyla değiştirdiğini gördüklerinde söylediklerine işaret edilmiştir. Onlar
şöyle söylüyorlardı: "Kur'an'ı icad eden, iftira ederek uyduran bizzat kendisidir."
Bununla -anlaşıldığı üzere- şunu demek istiyorlar: "Şayet bu, Allah
tarafından bir vahiy olsaydı, herhangi bir değiştirme ve tağyir olmazdı."
4- Onlara şöyle cevap verildi: Allah,
Peygamberi'ne vahyettiğini ve hikmetini çok daha iyi
bilmektedir. O sözleri söyleyenlerin, Allah'ın vahyinin ve hikmetinin mahiyetini
anlamaya güçleri yetmez.
5-
Peygamber'e okuduğu ayetlerin Rabbani bir vahiy olduğunu; onları, ister aslı olsun,
isterse değiştirilmiş olsun, Allah'tan hak olarak Ruhu'l
Kudüs'ün mü'minleri desteklemek, müslümanlara
da hidayet ve müjde olması için indirdiğini açıkça bildirmesi emrolunmuştur.
6-
Kafirlerin başka bir sözüne de işaret edilmiştir; o da: "Peygamber (s)'e
ancak belirli bir şahıs öğretmektedir" sözüdür. Onlara cevap olarak şöyle
denmiştir: "O şahsın dili yabancıdır; Kur'an lugaü ise apaçık fasih Arapçadir".
Bu fasih Arapça'nın o yabancı şahıs tarafından öğretilmesi ma'kul
değildir.
7- Kafirler
kınanarak şöyle uyarılmıştır: Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, hiçbir şekilde
O'nun yardım ve desteğine nail olamayacaklardır, onlara O'nun yanında çok acıklı
bir azap vardır, yalancı iftiracılar da ta kendileridir. [102].
Araştırmamıza rağmen
bu ayetlerin nüzul sebebi olabilecek herhangi bir rivayet bulamadık. Ayetlerin
bütün olarak genel havası, onların Kur'an ile alakalı
bir olay neticesinde indiği izlenimini vermektedir. Peygamber'e Kur'an okuduğunda Şeytan'dan Allah'a sığınması emri,
Şeytan'ın mü'minler üzerinde bir hakimiyetinin
olmadığı ve Kur'an'ın Allah katından Ruh'ul-Kuds vasıtasıyla
Peygamber'e indiğinin teyid edilmesi, bu olayla
ilişkili olduğunu göstermektedir.
Ayetler, Allah'ın bazı
ayetler yerine geçecek başka birtakım ayetler vahyettiğini ifade etmektedir. Peygamber yeni ayeti okuyup
önceki neshedilen ayeti bıraktığında, kafirler bunu
fırsat olarak değerlendirmişler ve bunu Peygamber'in "Kur'an
Rabbani bir vahiydir" iddiasının yalan olduğuna delil göstermişler ve onu
Allah'a iftira eden kişi olarak vasfetmişlerdir.
Onların söyledikleri arasında; "O'na vesvese verip söz atan sadece Şeytan'dır,
yoksa Allah'ın vahyi değildir, bu değiştirme bunun delilidir" sözü de
bulunmaktadır.
Peygamber'e iman edip
de, imanın kalplerinde yerleşmediği bazı kimseler de bu olaydan ve kafirlerin
propagandalarından etkilenmişler ve dinden dönmüşlerdi. -Bu ayetlerden sonra
gelen ayetler de bunu göstermektedir- Bunun üzerine, vahyin hikmeti gereği,
onlara buradaki ayetlerde geldiği şekilde cevap verildi. Ve şeytanın Peygamber
(s)'e etkisinin olabileceği reddedilip, O'na ondan Allah'a sığınması emredilmiştir.
Ayetler bütün olarak Peygamber'i ve mü'minleri teskin
edip konumlarını sağlamlaştırmayı, kafirlere de cevap verip kınamayı
hedeflemektedir.
Buraya kadar uzun
vadede geçerli telkinler yer almaktadır. Şöyle ki; ister samimi mü'minleri şeytanın onlar üzerinde hakimiyeti olmadığı
konusunda tatmin etmekte olsun; ister bir müslümanın
Kur'an okuduğu zaman ondan Allah'a sığınmasının
gerekli olduğu konusunda olsun veya Allah'ın kesinlikle kendilerini başarıya
ulaştırmayacağı, mutlu etmeyeceği ve doğru yola iletmeyeceği kimselerin hakka,
hidayete ve imana ulaşma arzulannı kaybetmiş olanlar
olduğu ve Allah'a İftira etmeye de sadece bu tür kişilerin cesaret edeceği
konusunda olsun, açık ifadeler yer almıştır.
Kafirlerin Şeytan'i dost edinmelerinin vurgulanması ve onun etkisinin
de sadece onlar üzerinde olacağının açıklanması, reddetmek ve kötülemek
amacına yöneliktir. Bu, birçok maksatla tekrarlanmıştır. Onlar Şeytan
kelimesinin anlamını anlıyorlar ve onun çirkinliğini biliyorlardı -Tekvir sûresinin açıklamasında buna değinmiştik-. Bundan dolayı
zikredilen delil ve kınama onlan bağlamış ve etkili
olmuştur. [103].
101. ayette, bir
ayetin başka bir ayetin yerine getirilmesine işaret olunması ve Bakara
sûresinin "Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir ayeti
kaldırmaz veya unutturmayız" ayeti, nesih ve Kur'an'da
değiştirme hakkında inceleme konusu olmuştur[104].
Birinci derecede; bu
ayetlerin zahirine dayanarak nesih konusunda aklî ve nakit herhangi bir engel
görmeyenler bulunmaktadır. Bunlar arasında rivayetlerin bir kısmına dayanarak
bazı ayetlerin tilavetinin neshedilip, hükümlerinin
baki kaldığını söyleyen kimseler de vardtf: Ömeğin metni konusunda ihtilaf edilen muhsan
(evlenmiş) olarak zina edenlerin recm edilmelerini
ifade eden ayet gibi. Ayet şu şekilde nakledilmiştir: "Yetişkin bir erkek
ile yetişkin bir kadın zina ederlerse, onları Allah katında bir ceza olarak
mutlaka celdediniz; Allah çok güçlü ve hükmünde
hikmet sahibidir." Yahut: "Yetişkin bir erkek ile yetişkin bir kadın
zina ederlerse, tattıkları lezzete karşılık onları mutlaka recm
ediniz; Allah çok güçlü ve hükmünde hikmet sahibidir." Onlardan bir kısmı
da bazı ayetlerin hükümlerinin neshedilip
tilavetlerinin baki kaldığını söylemişler, ama bu ayetlerin tespitinde
aralarında ihtilaf olmuştur; bazıları bunların sayısını arttırmakta, bazısı
ise azaltmaktadır. Bu türe örnek olarak şu ayetler verilebilir: Bakara
sûresinde ana-babaya vasiyet etmek ile ilgili 180. ayet: "Birinize ölüm
geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) birakacaksa;
anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar
üzerine bir borçtur." Bu ayet Nisa sûresinde anne-baba için çocuklarının bıtaktiği mirastan bir pay tayin eden 11. ayette neshedilmiştir: "Allah size, çocuklarınız hakkında; erkeğe,
kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla
kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir
kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin
mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris
olmuş ise, ona üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda
bir (düşer)...."
Yine örnek olarak,
Mücadele sûresinde bulunan, müslümanlara Peygamber'in
huzuruna çıkıp konuşmalarından önce sadaka vermelerini emreden ayetler ile,
onların akabinde bu ayetlerin hükmünü kaldıran ayetler: "Ey iman edenler,
Peygambere gizli bir şey arzedeceğiniz zaman, gizli
konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha
temizdir. Şayet (buna imkan) bulamazsanız, artık şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir. Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten
korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi affetti. Artık namazı dosdoğru
kılın, zekâtı verin Allah'a ve elçisine itaat edin. Allah yaptıklarınızı
bilmektedir." (Mücadele, 12-13)
Yine Enfal süresindeki ayetlerde olduğu gibi, müslümanların kendilerinden on kat daha fazla olan
topluluklarla savaşabilecekleri hükmü yer almışken, bu, iki kata kadar
indirilerek hafifletilmiştir:
"Ey Peygamber, mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi
kişi olsa, İ-ki yüz kafiri yenerler. Sizden yüz kişi
olursa, kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü kafirler,
anlamaz bir topluluktur. Şimdi Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde zayıflık
olduğunu bildi. Bundan böyle sizden sabreden yüz kişi olsa, iki yüz kafiri yenerler. Ve eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle
iki bin kafiri yenerler. Allah, sabredenlerle
beraberdir." (Enfal, 65-66)
Bir kısmı da bazı
rivayetlere dayanarak, bazı ayetler daha önce okunuyordu, sonradan hem
tilaveti (okunuşu), hem de hükmü neshedildi
demektedir. Bunlar Razâa' (emzirme) ile ilgili
ayetlerdir. Nakledildiğine göre Kur'an'da
nikahlanmayı haram kılacak olan emme sayısını belirleyen bir ayet vardı: "Bilinen
on kere emmek..." şeklinde... Sonra bu ayet "bilinen beş kere
emme" hükmüyle neshedildi; daha sonra da hem
tilaveti, hem de hükmü kaldırıldı.
Bazıları da birtakım
rivayetlere tutunarak şöyle demektedir: Okunan birtakım ayetler vardı, sonra
bunlar neshedildi veya unutturuldu. Örneğin Beyyine sûresinde okunduğu nakledilen şu ayetler gibi:
Eğer insanoğlu bir
vadi dolusu mal istemiş olsa ve o mal kendisine verilse, İkincisini isterdi;
ikincisini istediğinde o da verilse, üçüncüsünü isterdi; insanoğlunun karnını
ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini muhakkak kabul eder. Allah katında makbul olan
din hanîf dinidir; yahudilik
ve hristiyanlık değil; kim iyilik olarak bir ]Ş
yaparsa ona nankörlük etmesin". Yine teşbih sûrelerinin birinde yer alan
şu ayetler: ky inananlar! Yapmadıklarınızı
söylemeyin, yoksa boyunlarınıza şahitlik yazılıp asılır ve Kıyamet gününde
ondan sorguya çekilirsiniz". Yine bu türden şu nas
vardır: "İlk başta yaptığınız cihad gibi cihad ediniz". Yine "İman edip hicret edenler ve
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler,
sizlere müjdeler olsun, kurtuluşa erenler sizlersiniz. Onları barındırıp,
onlara yardım edenler ve onlar uğrunda Allah'ın üzerlerine gazap ettiği
toplulukla mücadele edenler; işte onlar için hazırlanan göz kamaştırıcı nimetleri
hiçbir kimse bilemez. Bu, onların yaptıklarına karşılık bir mükâfattır".
Yine bu türden olarak vitir namazında kunut olarak
okunan, hm" ve hafd isimleriyle anılan başlı
başına bir sûre vardı.
Bir kısım kimseler de
yukarıda belirtilen bütün şekilleriyle neshin varlığını kabul et* memektedir ve bunu Allah'ın İlim ve hikmetine uygun
görmemektedirler. Çünkü nesih olayında "bedâ",
yani "Allah'a indirdiği ve takdir ettiği şeyden dönmek daha uygun gözüktü"
anlamı vardır demektedirler ve O'nu böyle bir şeyden münezzeh tutarak, gerçekte
hiçbir kuvvetli senede dayanmayan rivayetleri inkar etmektedirler. Burada sahih
beş kitap sahibi, Buharı, Müslim, Ebu Davûd, Tirmîzî ve Nesâî tarafından nakledilen[105] recm rivayetini istisna ederek zahirinde nâsih ve mensûhu gösteren
yönlerini te'vil etmektedirler. Ancak cumhura göre
gerek akıl yönünden, gerekse nakil yönünden, tilavet olarak veya hüküm olarak
neshin olmasına bir engel yoktur ve bu "bedâ"
anlamına gelmez. Allah hükmünde hikmet sahibidir; dilediğini takdir ederek
istediğini indirir, istediğini de hükmü gereği değiştirir ve bu, şartların
değişmesiyle hükümlerin de değişmesini gerekli kılan Allah'ın hikmetine uygun
düşmektedir.
Kanaatimize göre,
buradaki ayet ile Bakara süresindeki 106. ayet bu görüşü destek-ler görünmektedir. Hatta Ra'd
süresindeki 39. ayet de bunu te'yici edenler arasında
sayılabilir: "Allah dilediğini siler, (dilediğim) bırakır. Ana kitap
O'nun yanındadır." Ortada prensip olarak neshin olabilirliğini engelleyecek
bir delil yoktur; bu, ister tilavetin baki kalıp hükmün neshedilmesi
olsun, isterse hem hükmün hem de tilavetin neshi olsun. Kur'an
vahyi Peygamber (s)'in hayatında meydana gelen olaylar ve şartlarla irtibat halindeydi,
bu olaylar ve şartlar sürekli gelişiyor ve değişiyordu. Kur'an
vahyinin de buna uygun olarak bu seyri takip etmesi tabii görülebilir.
Reşit Rıza'nın nesih
konusunu incelerken, Bakara süresindeki ayeti, dolayısıyla da Peygamber'in
unutması yoluyla vuku bulan neshi tevil ederken, Muhammed Abduh'un,
Peygamber'in bazı ayetleri unutma ihtimaline karşı olan itirazını naklettiğini
görüyoruz. Gerçekte ayet unutturmayı (İnsâ'yı)
Allah'a nispet etmektedir; ister tehir ve ihmal anlamında olsun, isterse
unutma anlamında olsun, bu tür bir itiraza veya bunun Peygamber'in
masumiyetine aykm olduğunu söylemeye mahal yoktur.
Ancak biz bundan, tilavetin neshedilip hükmün baki
kaldığını söyleyen görüşü istisna etmekteyiz. Çünkü biz burada anlaşılabilir
bir hikmet görememekteyiz. Bu türe örnek olarak verilen recin
ayetinin, sahih kitapların rivayet ettiği hadise rağmen çok büyük bir önemi
bulunmaktadır. Biz, içerisinde çok Önemli bir hüküm bulunan recm
ayetinin hükmü baki kalmasıyla birlikte neshedümesinin
hikmetini anlama hususunda şaşkın bir vaziyetteyiz. Konu münasebeti geldiğinde
bu hususu incelemeye tekrar döneceğiz. [106].
"Andolsun ki, biz onların: 'Bunu kendisine ancak bir beşer
öğretmektedir' dediklerini biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri (kimse)nin dili a'cemi (yabancı)dır, bu
ise acık Arapça olan bir dildir" ayeti, kesin olarak Mekke'de Arap olmayan
kimselerin de ikamet ettiğini ortaya koymaktadır. Kafirlerin Peygamber'e
öğretme işini onlara nisbet etmelerinden, onlann biraz ilim sahibi oldukları anlaşılmaktadır; bundan
ötürü de Peygamber'e öğrettikleri sanılmıştır. Kitap ehlinden ve ilim sahibi
kimselerden bir grup insanın Mekke'de bulunduğunu başka birçok ayet de teyid etmektedir. Bazı ayetlerde onların iman etmeleri,
Allah'tan korkmaları anlatılmış, İsra ve Kasas sûrelerinde bunlar geçmiştir. Müfessirler
naklettikleri rivayetlere dayanarak ayette zikredilen şahsın birçok ismini
kaydetmiştir. Bunlardan Âiş veya Yaiyş,
Huvaytıb b. Abduluzza'nın
kölesi olup kitap ve ilim sahibiydi. Cebrâ er-Rumî,
Âmir b. Hadramî'nin kölesi olup kılıçlar yapıyor,
Tevrat ve İncil okuyordu. Peygamber ona uğradığında yanında durup, okuduğunu
dinliyordu[107]. Rivayetlerin
zikrettikleri arasında Bel'am da bulunmaktadır. Bel'am Mekke'de demircilik yapan bir hristiyandı.
Peygamber (s) müşriklerin[108]
gözleri önünde bazen onun yanına giriyordu. Anlaşıldığı üzere bu davranış
müşrikleri, burada ve Fuıkan sûresi 4. ayette
bahsedilen sözleri söylemeye sevketmişti.
Tabii olarak bu,
müşriklerin söylediklerinin vakıaya mutabık olduğu anlamına gelmez. Görüldüğü
gibi ayetler onların sözlerini nakletmekte ve kesin bir ifadeyle cevap
vermektedir. Bütün insanların ve sözleriyle bunu kasdeden
herkesin duyabileceği şekilde, bunu ilan etmektedir. Buna ilave olarak daha
önce naklettiğimiz diğer ayetlerin de bahsettiği gibi onların, Muhammedi mesaja
inanmalarını, Kur'an'ın Allah ve vahyi ile olan
ilişkisinin doğruluğuna şahit olmalarını burada kaydedebiliriz. Çünkü onlar
Pey-gamber'deki nübüvvet alametlerini görmüşler ve
böylece nevadan, taassuptan ve şüphelerden kurtulmayı baş almışlardır.
Müşrikler de bunu görüp i silmişlerdi. Bu, bahsedilen sözün çürütülmesi için
yeterlidir. Misyoner ve karşıt görüş sahibi müsteşrikler (oryantalistler)
yersiz olarak kötü bir şekilde bu söylemi kullanmışlardır. Bu davranış
gösteriyor ki, onlar Kur'an vahyinin ve Muhammedi
mesajın boyutunu kavrayabilmiş değillerdir. Yahut her ikisi konusunda da
büyüklenip mugalata (yanıltma) yapmaktadırlar. Fuıkan
sûresinde yeterli olarak konuyla ilgili açıklamada bulunduk. Tekrara gerek
görmüyoruz. [109].
102. ayette geçen Ruhu'l-Kudüs kelimesini mtifessirler
Cebrail meleği olarak açıklamışlardır. "Kudüs" kelimesi mukaddes,
yüce ve temizlenmiş anlamında olup, bir ikram ifadesidir. "Cebrail"
kelimesi açık olarak Bakara sûresinde Kur'an'ın
Peygamber'in kalbine indirmesini anlatan ayette geçmiştir: "De ki:
Cebrail'e kim düşman olursa, (bilsin ki) gerçekten Kur'an'ı,
Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve
müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur," (Bakara- 2/97) Bu da, bu
kelimenin bu anlamda açıklanmasını te'yid etmektedir.
Şuara sûresinde de Kur'an'ın
indirilmesinden bahsedilirken "Ruhu'1-Emîn" ifadesi geçmiştir. Burada
da, orada da kastolunan aynıdır. [110].
Buradaki ayet grubunun
birisinde Şeytan'dan Allah'a sığınılması emrinin yer alması, bir diğerinde de Kur'an'ı Peygamber'e indirenin Ruhu'l-Kudüs
olduğu açıklamasının geçmesi, herhalde şu hedefe
yöneliktir; Sözkonusu bu olay münasebetiyle müşriklerin
söylemeleri muhtemel olan, "Peygamber sadece cin veya şeytanlarıyla
ilişkiye girmiştir, yOksa Allah ve melekleriyle
değil" sözlerine bir cevap verilmektedir. Zira onların inançlarına göre
kâhinler, sihirbazlar ve usta şairler cin şeytanlanyla
ilişkiye girmektedirler. Dikkat edilirse buna Şuara
sûresinin 192-236 ayetlerinde değinilmiştir. Bu iki ayetin tefsirlerinde
yaptığımız açıklamalarda da belirttiğimiz üzere müşrikler, sürekli Peygamber'e
.yönelik bu iftiralarını tekrarlıyorlar, Kur'an da
onlara burada ve sözkonusu iki ayette olduğu gibi
cevaplarım kuvvetli ve etkileyici bir şekilde veriyor.
Şeytan'dan Allah'a
sığınmak, haddizatında başlı başına insan nefsinde sükûnet ve it-mi'nanı doğurmaktadır. Bunu yapma emri, Kur'an'ın
birçok ayetinde tekrarlanmıştır: Araf sûresinin 200. ayeti ile Fussilet sûresinin 36. ayeti ve Mü'minun
sûresinin şu ayetlerinde: "Ve de ki: 'Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından
sana sığınırım' ve onların benim yanımda bulunmalarından da sana
sığınırım" (Mü'minun, 97-98). Bunlar müslüman için stres ve sıkıntı ortamlarında manevi bir
tedavi içermekte olup, Kur'an'da değişik üslûp ve
şekillerle birçok yerde, tekrarlanmıştır. [111].
106- İman ettikten sonra Allah'ı inkar eden -kalbi
iman ile dolu olduğu halde (İnkâra) zorlanan hariç- fakat kim kalbini
kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap
vardır.
107- Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın, inkar eden kavmi
doğru yola iletmeyeceğinden ötürü böyledir.
108- Onlar, Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve
gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir.
109-
Şüphesiz, onlar ahirette ziyana uğrayanlardır.
110- Sonra
gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbİn, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır,
esirgeyendir.
111- O gün, herkes kendi nefsi adına mücadele eder
ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.
1- Ayetlerde
iman ettikten sonra, zorlanarak değil de kasden-bilerek
inkar eden kimselerin üzerine olan Allah'ın gazabı bildirilmektedir.
2- Onlara
Allah'ın büyük azabının uyarısı verilmektedir.
3- Onların
bunu hak ettikleri açıklanmaktadır. Çünkü onlar, dünya hayatını ve geçici menfaatlerini
arzuladıklarından ve bunları ahirete tercih
ettiklerinden bu çirkin davranışta bulunmuşlardır.
4- Allah'ın
onlar gibi inkarcıları hidayete erdirmeyeceği, sükunet ve mutluluk vesilelerini
onlara kolaylaştırmayacağı açıklanmıştır. Zira onların kalplerini, kulaklarını
ve gözlerini mühürlemiş; böylece onlar sağır, kör, dilsiz, hak ve hakikatten
gafil kimseler durumuna düşmüşlerdir. Tabiatıyla onlar, ahirette
de ziyana uğrayanlardan olacaklardır.
5- Ayetlerde, dinlerinden dönmeleri için
işkenceye uğradıklarından hicret edenlere, sonra da cihad
edip sabredenlere övgüyle işaret edilmekte ve Kıyamet gününde Allah'ın unlan af
ve rahmetiyle kuşatacağı açıklaması yapılmaktadır. O gün herkes kendini savunup,
kendisi için mücadele edecektir ve herkes hayır ve serden ne yapmışsa onun
karşılığını zulmedilmeden, haksızlığa uğramadan görecektir. [112].
Müfessirlerin
naklettiğine göre[113]
"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse -kalbi iman ile dolu olduğu
halde (inkara) zorlanan başka-..." ayetinde yer alan istisna, Ammar b. Yâsir hakkında inmiştir. Müşriklerin ona şiddetli işkencesi
sonucunda dayanamayıp inkar kelimesini telaffuz etmişti. Sonra Peygamber'e
gelerek durumunu bildirdi, Peygamber de ona kalbini nasıl bulduğunu sordu, o
da: "İman üzerine sabit buluyorum" dedi. Bunun üzerine Peygamber ona
şöyle buyurdu: "Eğer (işkenceye) dönerlerse, sen de (inkara) dön." Bu
rivayet, değişik şekillerde nakledilmiştir. Üçüncü bil" rivayette de Ammar'm yerine Âmir b. Hadramî'nin
kölesi olan Cibir'in adı geçmektedir.
Dördüncü bir rivayette ise Habbab b. el-Art'ın adı geçmektedir. Yine naklettiklerine göre 110. ayet Medine'ye
hicretten geri kalan bir grup insan hakkında inmiştir. Bunlar üzerine
müşriklerin baskısı son derece arttığından, dinlerinden dönmüşlerdi. Sonra
hicret edip Allah'ın Resulüne kavuşma imkanını yakaladıklarında da İslam'a geri
dönmüşlerdi.
Bu rivayet başka bir
ifadeyle nakledilmiştir. Ancak müfessirler görebildiğimiz kadarıyla, inkar
edip de gönüllerini küfre açan kimseler hakkında bir rivayet nakletmemişler-dir. Halbuki bu ayetler onlar hakkında inmiş ve
yorumlanmıştır.
Burada zikredilen
rivayetler veya aynı mânâyı ihtiva eden rivayetler başka ayetler hakkında da
nakledilmiştir. 106. ayetin açıklamasında zikredilen Ammar b. Yasir olayı
Peygamber efendimizin Peygamberlik görevine başladığı erken dönemlerde
olmuştur. Bu sûre ise tahmin edildiği gibi Mekke döneminin birinci yarısından
sonra inmiştir. Dikkat çeken diğer bir husus da, 110. ayetin açıklamasında
nakledilen rivayetlerin Medine'ye hicretten sonra vuku bulmuş birtakım
olaylardan bahsetmesidir. Halbuki ayetin Mekke döneminde indiği konusunda
ihtilaf yoktur. Rivayetlerin genel olarak güçlü bir senedi bulunmamaktadır.
Herhâlükârda ayetlerin mefhumundan ve indikleri ortamın
şartlarından, Habeşistan'a hicretten sonra Mekke'de meydana gelen olaylar
hakkında indikleri anlaşılmaktadır. Müslümanlardan bir kısmı herhangi bir
zorlama olmaksızın dinlerinden dönmüşler, bir kısmı da zorlama ve baskı
sonucunda kalplerinde sapasağlam iman olduğu halde İslam'dan dönmüşlerdir.
Bunların bir kısmı veya hepsi -birden fazla olabilirler- Mekke'den kaçmayı
başararak hicret ettiler, emniyete kavuştuklarında da miislümanlıklarını
açığa vurdular ve cihad ettiler, karşılaş tıkları
meşakkat ve yokluklara sabrettiler. Bunun önceki ayetlerde işaret edilen bir
kısım ayetleri diğerlerinin yerine getirerek değiştirme yapma olayıyla ilişkili
olduğu anlaşılmaktadır.
Muhtemel olarak
aykırılığın ve bozgunculuğun başını çekenler bu hadiseyi olumsuz propaganda
için, karıştırmak ve şüphe uyandırmak için vesile yaptılar ve bazı müslü-manlan da etkileyerek
dinlerinden dönmelerine sebep oldular. Belki de onları bazı dünyevi
menfaatlerle kandırdılar. Hatta bu, onların kesinlikle kullandıkları araçlardan
birisiydi. 107. ayet de bunu vurgulamakta ve onların dünya hayatını ahirete tercih ettiklerini ifade etmektedir. Muhtemel
olarak bu liderler aynı şartlarda bazı müslümanlar
üzerinde dinlerinden dönmeleri için bir tür baskı ve işkence uygulamışlar,
onlar da kalpleri imanla dolu olduğu halde vicdanları acı duyarak buna boyun
eğmişler, nitekim bir fırsatını bulduklarında kaçıp hicret etmişler ve İslam'a
geri dönmüşlerdir. Bu bağlamda ayetler birinci grubu kınamakta, diğerlerini ise
övmektedir. 110. ayet özellikle Allah'ın affının, rahmetinin ve bağışlamasının
onlar için olduğunu bildirmektedir. 110. ayet aynı zamanda herhangi bir zorlama
olmaksızın dinlerinden dönen kimseler arasında, pişman olup hicret eden ve
yeniden İslam'a dönen kimselerin bulunduğunu ifade etmektedir. Bütün bunlarda,
Mekke'de Peygamber'in hayatı hakkında çeşitli örnekler bulunmaktadır.
Herhangi bir zorlama
olmaksızın dinden dönmek Allah'ın ahdini bozmak demektir. Bu bölümden önce
geçen 91-97. ayetler Allah'a verilen sözün tutulmasının gereğini
vurgulamaktadır. Allah'a inanmayı, daha güçlü ve çok olanın hoşnutluğunu
kazanmak için kandırma ve aldatma vesilesi olarak kullanmaktan ve insanların
yanındakileri Allah in katmdakine tercih etmekten
kesinlikle sakındırmaktadır. İşte bu mânâlar, bizim bu ayetlerin Önceki
bölümdeki ayetlerle ilişkili olduğu görüşünü, hatta mukaddime niteliğinde
olduğunu söylememize neden oldu.
Tabiatıyla bu
hadisenin, Peygamber'in, mü'minlerin ve nebevi
davetin seyri üzerinde büyük etkisi olmuştur. İşte, zorlama olmaksızın
dinlerinden dönüp inkarlarında sabit kalanlar üzerine yöneltilen kınama bu
şekilde açıklanmaktadır. Son ayetin ihtiva ettiği teskin etme ve uyarma
niteliği de bu şekilde açıklanabilir. Peygamber ve mü'minlere
herhangi bir sorumluluk yoktur. Dünya hayatını ahirete
tercih edenler, Allah'ın ahdini bozanlar, yaptıklarıyla günahkar ve
suçludurlar. Kıyamet gününde de herkes yaptığından sorumlu olacak ve hak
ettiği şekilde cezalandırılacaktır.
110, ayette geçen
(...sonra cihat edenier...) ifadesinden maksat, güç
ve çaba sarfet-mek, Allah
ve dini yolunda meşakkat ve yokluklara katlanmaktır. Çünkü açıkça görüldüğü
gibi "savaş cihadı" Medine'ye hicretten sonra olmuştur.
"Kim iman
ettikten sonra Allah'ı inkar ederse, kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkara)
zorlanan başka" ayeti ile, akabindeki ayetler
sürekli olarak telkinde bulunup birçok öğretiler ihtiva etmektedir: Allah, ne
kadar büyük olursa olsun günah işlemeye zorlanan kimseyi, özellikle de zorlama
canı üzerinde ise sorumlu tutmamaktadır; pişman olanların, yanlış yola girip
sonra dönenlerin tevbeîerini kabul etmekte ve onlan rahme-tiyle kuşatmaktadır.
Zorlamanın bizzat can ile alakalı olmasının şart koşulması, ayetlerin ruhundan
çıkartılmıştır. Ancak Öldürme üzerine baskı ve zorlama, öldürmeyi meşru kılmaz.
Yine zina üzerine zorlama da zinayı meşru kılmaz; çünkü zorlama ve baskının en
son vardığı nokta öldürmedir. Ama inkar etme üzerine zorlama, daha hafif olarak
da şarap İçme, domuz eti, lâşe ve akan kan yeme
üzerine zorlama; namazı, orucu ve haccı terketme
üzerine zorlama ise, zorlama-baskı kesin ve hakiki olarak varsa, zararını def
etme miktarınca, sözkonusu zikredilen şeyleri meşru
kılar. Zorlama, öldürme ve zina fiili dışında başkasıyla alakalı da olabilir
ve baskı sonucu zarar veren fail, işlediği zararı baskı tehlikesi ortadan
kalktıktan sonra tazmin ederse bu da meşruluk kapsamına girer. Bu, kişinin
zorlama olmaksızın işlediği günahlardan tevbe
etmesiyle çatışmamaktadır; yeter ki tevbe samimi ve
sadık olsun, yapılan tahrip ve zarar düzeltilip tazmin edilsin. Bu konuyu geniş
olarak Furkaıı sûresinde açıklamıştık. [114].
112- Allah, (ibret için) bir ülkeyi Örnek verdi:
(Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol[115]
gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; böylece Allah
yaptıklarına karşılık olarak, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.
113- Andolsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmişti. fakat
onu yalanladılar; böylece onlar, zulümlerine devam etmektelerken
azap onları yakalayıverdi.
Müfessirlerin çoğuna
göre örnek, Mekke şehri ve kafir halkı hakkında verilmiştir: Mekke, Allah'ın
türlü nimetlerle donattığı, güven ve huzur bahşettiği, nzık
kapılarını kolaylaştırıp açtığı, her yerden bol bol rızıklann kolaylıkla geldiği bir şehirdir. Halkı, Allah'ın
hakkını gözetmediler, bahşettiği nimet ve lütuflarma
şükretmediler. Onlara elçisi, hak yola davetçi olarak geldiğinde yalanlayıp
ona karşı tavır aldılar; bu zulümlerinden, suçlarından, inkarlarından ve
azgınlıklarından dolayı da Allah'ın azabı onları yakaladı ve emniyetlerini
korkuya, nzık genişliklerini kıtlık ve açlığa
çevirdi, onları ibret alanlara ibret olsun diye, örnek alınacak bir hale soktu.
Ayetler, müfessirlerin
de çoğunun üzerinde ittifak ettikleri gibi, kasaba halkının veya Mekke
halkının başına gelen azabı, darlığı, açlığı ve korkuyu hatırlatmayı içermektedir.
Naklettiklerine göre[116],
Peygamber hicret ettikten sonra onlara Yusuf(a)'a isabet e-den kıtlık gibi
kıtlık felaketinin verilmesi için bedduada bulundu ve onların azık biriktirmesine
engel oldu. Bunun neticesinde aç kaldılar, hatta İaşeleri yemeye başladılar.
Sonunda Peygamber'e elçiler göndererek yalvardılar, merhamet etmesini
dilediler. O da onlara şefkat edip acıdı ve azık biriktirmelerine müsaade etti.
Bu rivayet, ayetlerin Medine'de inmiş olmasını gerektirir; fakat biz bunu
kaydeden bir rivayete rastlamadık.
Duhan sûresinin tefsirinde, Peygamber daha Mekke'deyken
Mekke üzerine açlık ve kıtlık felaketinin geldiğini anlatan rivayetler nakletmiştik.
Bu kıtlık onların korkmasına, endişe duymalarına sebep olmuş ve Mekke'nin ileri
gelen bazıları Peygamber (s)'e gelerek ona yalvarmışlar, azabın üzerlerinden
kaldırılması için Allah'a dua etmesini istemişlerdi. Ama üzerlerinden azap
kaldırıldıktan sonra tekrar düşmanca tavırlarına dönmüşlerdi. Bunun üzerine
Allah onları Duhan sûresinde büyük bir yakalamayla
tehdit ederek uyardı. Anladığımız kadarıyla bu ayetlerde, onlara Duhan sûresinde anlatılan azgınlık ve zulümlerinden dolayı
başlarına gelen felaket hatırlatılın aktadır. Zaten Duhan
sûresinin inişi ile bu sûrenin inişi arasında uzun bir süre yoktur ve başlarına
gelen felaketler de hâla devam etmektedir. Bu doğruysa -doğru olmasını arzu
ediyoruz- bu ayetlerin öncekile-nyle
ilişkisi apaçık ortaya çıkmaktadır. Önceki ayetlerde kafirlerin, özellikle de
ileri gelenlerinin, Allah'ın elçisine karşı olan düşmanca tavırları, onu
yalanlamaları, hakkında iftiralarda bulunmaları ve güçlerinin yettiği kimseleri
İslam'dan döndürmek için baskı
ve işkenceler yapmalan kınanmıştır. Bu ayetler de onlara içinde
bulundukları felaketi hatırlatmakta, bunun onlara Allah tarafından verilecek
cezanın bir kısmı olduğunu bildirmekte ve bu konuda Mekke'yi, ibret için
"örnek şehir" olarak vermektedir.
Bu ayette önemli bir husus
öğretilmekte, sürekli olarak kullanılabilecek sosyal bir Öğüt verilmektedir.
Hangi toplum güç, izzet, güvenli bir hayat ve kolay bir rızık
elde etme kaynaklarını muhafaza etmek istiyorsa, Allah'ın çizdiği sınırlara ihlasla, samimiyetle, adaletle, iyilikle ve her türlü
güzel işlerle riayet ederek bağlı kalsın; O'nun lütuf ve ihsanına karşı boyun
eğip O'nu zikretsin ve şükretsin. Her türlü haksızlığı yapmaktan, günahtan,
azgınlıktan, kötülükten, sapıklıktan ve israftan uzak dursun. Eğer bunlara dikkat
etmeyip sının aşarsa düzeni bozulur, varlığı yok olur, bela ve felaketlere
maruz kalır. [117].
114- Artık,
Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak
yiyin; eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız onun nimetine
şükredin.
115- Allah
size Ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen
hayvanları haram kıldı. Kİm mecbur kalırsa
(başkasının hakkına) saldırmadan, sınırı da aşmadan (bunlardan) yiyebilir.
Şüphesiz Allah, bağışlayan ve esirgeyendir.
116- Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi
dolayısıyla'[118] şuna helal, buna haram
demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı
yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.
117- (Kazandıkları) pek az bir menfaattir. Halbuki
onlar için elem verici bir azap vardır.
118- Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik,
fakat onlar kendilerine haksızlık ediyorlardı.
119- Sonra gerçekten Rabbin, cahillik sebebiyle
kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip
durumunu düzeltenleri bağışlayacaktır. Çünkü onlar tevbe
ettikten sonra, Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
1- Ayetlerde
muhataplara Allah'ın helal, hoş ve temiz olarak verdiği tüm rızıklardan
faydalanıp yemeleri ve gerçekten O'na inanıp, sadece O'na kullak
ediyorlarsa, bahşettiği nimetlerine şükretmeleri emredümektedir.
2-
Kendilerine yenmesi haram kılınan şeylerin; ölmüş lâşe,
kan, domuz eti ve kesilirken üzerine Allah'tan başka varlıkların adının
anıldığı hayvanlar olduğu açıklanmıştır.
3- Bununla
birlikte, Allah'ın, zor durumda kalan kimsenin bu haram kılınan nesneleri
yemesini fazlaya kaçmamak, zaruret sınırını aşmamak kaydıyla bağışlayacağını
ilave etmektedir.
4- Rabbinin
bir buyruğuna dayanmaksızın bir şey için helaldir, haramdır diyerek bunu yalan
yere Allah'a nisbet edip İftira etmeyi de
yasaklamaktadır.
5- Bu tür
davranışta bulunanlar, kınanmış ve azapla tehdit edilmiş olup, kurtuluşa ve
mutluluğa eremeyeceklerdir. Az olan dünya hayatı ve menfaatinden sonra, oniarı ahiret-te
bekleyen acıklı bir azap kaplayacaktır.
6- Ayetlerde
bu sûreden önce Kur'an'da belirtilen, yahudilere haram kılınan bazı yiyeceklerin Allah
tarafından onlara, azgınlıklarından, inatlarından ve zulmetmelerinden dolayı
yasak edildiğine, yoksa Allah'ın onlara zulmetmediğine işaret edilmiştir.
7- Ayetlerde cahillikle, gafletle kötülük
işleyip, sonra bundan pişmanlık duyarak tevbe
edenlere ve hallerini düzelterek doğru yolda yürüyenlere Allah'ın rahmet ve
affıyla muamele edeceği açıklanmaktadır.
İlk üç ayetin İhtiva
ettiği öğretiler Kur'an'm birçok yerinde yakın
üslûplarla hem Mekke'de hem de Medine'de inen sûrelerde tekrarlanmıştır.
Tefsiri daha önce
geçen En'am sûresinde, tekrar etmeye gerek
duyulmayacak tarzda geniş yorumlarda bulunmuştuk. Ancak En'am
sûresinin ayetlerinde "kan" kelimesi "mesfûh"
(akmış) nitelemesi ile birlikte geçmiştir. Burada ise, bu niteleme zikredüme-miştir. Fakat
açıklamasını yaptığımız bu ayetlerde de, bu nitelemenin takdir olunduğu
üslûptan anlaşılmaktadır. Yalnız İbn Mâce'nin rivayet ettiği, Hakİm'in
de sahih olduğunu söylediği İbn Ömer'den nakledilen
bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Bize iki (türlü) ölü ve
iki (türlü) kan helal kılınmıştır; iki (türlü) ölüye gelince, bunlar balık ve
çekirgedir; iki (türlü) kana gelince, bunlar da: ciğer ve dalaktaki
kandır."[119] Bu öğretinin
tekrarlanması, Araplar arasında yerleşik olan, hayvanlardan bir kısmını helal,
bir kısmını da haram kılma eylemini ve bu konu çevresinde cereyan eden
tartışmayı göstermektedir. Bunu En'am sûresinin
118-121,137-139, 142-147 ayetlerinin tefsirinde açıklamıştık.
Ayetlerin üslubu ve
muhtevası, bir bütün olarak açıklama veya tartışma akışı içerisinde, etlerin
ve kesilen hayvanların haram oluşları konusunda geldiğini ortaya koymaktadır.
Konu, belki bazı müslümanlar tarafından çıkartılmış
veya bazılarının sözleri ve davranışları neticesinde gündeme gelmişti. Ayetler,
bahsedilen dört tür nesnenin haram kılınmasından başka, haram kılınan başka
nesnelerin de olduğunu ve bunun tartışıldığını göstermektedir. Vahiy hikmeti,
bunun yahudilere özel bir ceza olduğunu, üzerine
başka şeylerin kıyas edilemeyeceğini bildirmiştir.
Ayetler müstakil bir
bölüm olarak, önceki bölümlerle ilişkileri yok gibi gözükmektedir. Ancak
kafirler tartışma cephesinde ortak olduklarına göre, yahut bu bölümün, bazı
ayetlerin diğer bazı ayetlerin yerine getirilerek değitirilmesi
ile ilgili bölümle bir ilişki varsa ki, bunu kesin olarak tesbit
etmek mümkün değildir. Çünkü konu ile ilgili bir rivayet bulunmamaktadır; o
takdirde bu bölümün ayetleriyle bağlantı kurup konuyu pekiştirmemiz mümkün
olur; biz de zaten buna meyletmekteyiz. [120].
"Dillerinizin
yalan yere nitelemesi dolayısıyla suna helal, buna haram demeyin..."
ayetinin ihtiva ettiği konunun aslına ve zaruret prensibine yeni bir yorumda
bulunmaya gerek görmüyoruz. Çünkü konu üzerinde En'am
sûresinin tefsirinde yeterince yorumda bulunduk. Ancak biz burada, özellikle
116. ayette, uzun vadede çeşitli alanları kapsaması mümkün olabilecek, mutlak
ifadesi nedeniyle sadece et ve yiyeceklerden haram olanlara mahsus olmadığını
gösteren muhtevaya dikkat çekmek istiyoruz. Ayet, müslü-manları helal ve haram konusunda rastgele
konuşmaktan, sonra da bunu düşünmeden ispat etmeden, mesnetsiz olarak Allah'a
nispet etmekten men etmiştir. Böyle bir davranışta bulunmak Allah'a iftiradır;
geniş kıldığını daraltmak, maslahat, akıl ve eşyanın tabiatıyla uygunluk
içerisinde cereyan eden Allah'ın hikmetini iptal etmektir. Bunun gibi tahlil
(helal kılmak) ve tahrimin (haram kılmak) düşünmeden,
delilsiz olarak Peygam-ber'e
nispet edilmesinin de caiz olmayacağını söylemek yerinde olur. Böyle yapmakla,
yasamanın ikinci kaynağı olan Allah'ın Resulüne iftira edilmiş olunur.
Son ayet de diğer
ayetlerin konusuyla irtibat halinde olmakla ve konusunun bazı müslümanlar tarafından veya bazılarının davranışları
neticesinde gündeme gelmiş olmasıyla birlikte, muhtevasında Kur'ani tevbe prensibi te'yid edilmekte ve üslubunda umumiyet ile kapsamhlik yer almaktadır. Bu prensip hakkında Furkan sûresinde yeterli miktarda yorum yaptık; tekrar
etmeye gerek yoktur.
Ayetlerden, En'am sûresinin bu sûreden Önce indiği açıkça
anlaşılmaktadır. Çünkü yahudilere haram kılman şeyler
o sûrede belirtilmiş, burada da oraya atıfta bulunulmuştur. Bu da bazı müsteşriklerin,
tertipte En'am sûresini son inen sûreler arasında
zikretmelerini yanhş çıkartırı aktadtf. [121].
120- İbrahim gerçekten Hakk'a
yönelen, Allah'a itaat eden bir ümmeti[122].
Allah'a ortak koşanlardan değildi.
121- O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) onu
seçmiş ve doğru yola iletmişti.
122- Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz
o, ahtrette de salihlerdendir.
123- Sonra
sana: "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden
değildi" diye vahyettik.
124- Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere
(farz) kılındı. Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkın-da
Kıyamet günü aralarında hükmedecektir.
1- Ayetler,
İbrahim (a)'in hak yolda Allah'a boyun eğerek, çizdiği sınırlara sapmak-sızın
bağlı kalarak yürüyen, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan, O'nun nimetlerine sürekli
şükreden bir önder olduğunu açıklamaktadır. Allah onu seçmiş, koruması altına
almış; dosdoğru yolu göstererek, O'na dünyada her türlü iyilik, güvenlik,
kurtuluş yollarını kolaylaştırmış, ahirette de onu
en güzel mükâfata layık salihler arasına koymuştur.
2-
Peygamber'e de Allah'ın, İbrahim (a)'in dinine ve hiçbir sapıklık ve şirk
olmayan O'nun yoluna uymasını vahyettiği
bildirilmiştir.
3- Allah'ın Cumartesi gününü, onun hakkında
ihtilaf edenlerin üzerine farz kıldığı ve çok yakında Kıyamet gününde de onlar
arasında, ihtilaf ettikleri konuda hükmedeceği açıklanmıştır.
Müfessirler bu
ayetlerin ne hakkında indiği konusunda bir rivayet nakletmemişler-dir. Anladığımız kadarıyla -özellikle ilk dört ayet- önceki
ayetlerle bağlantılıdır. Araplar onların dini gelenekler konusunda takip
ettikleri yolu tenkit ediyorlardı; bunlar arasında İbrahim'in dinine kadar
varan tahlil ve tahrim konusundaki gelenekler de
bulunmaktaydı. Ayetler, önceki ayetleri tamamlayıcı mahiyette onlara cevap
verip, kınamak ve bu dinin özünü açıklamak maksadıyla gelmiştir; öyle ki bu
dini Peygamber'e Allah vahyet-miştir.
Kur'an'da geçen tahlil ve tahrim
-özellikle hayvansal yiyecekler konusunda- bu dinden sahih olarak aktarılan
hüküm olup aynen alınması gerekir.
Son ayet hakkında müfesirlerden birçok farklı görüşler aktarılmıştır[123].
Bir kısmı bazı rivayet ve hadislere dayanarak şöyle demiştir: Cuma günü bayram
günü olarak kabul edilmesi gereken gündü. Çünkü Allah o günde kâinatın
yaratılmasını tamamladı; ancak yahudiler bu konuda
ihtilafa düştüler, sonra da Cumartesi gününü seçtiler. Çünkü o gün Allah'ın
kâinatın yaratılmasını tamamlayıp -zanlanna göre- istirahate çekildiği gündü. Allah da o günü onlara farz
yaptı ve o günde çalışmayı haram kıldı. Bazıları buna uydular, bazıları da
muhalefet ettiler. Bu görüşe sahip müfessirler, Buhari'nin
Ebu Hureyre'den naklettiği
bir hadisi aktardılar: "Bizler sonra gelip Kıyamet günü öne geçenleriz;
farkımız onlar bizden önce kitap verilmiş olanlardır. Sonra Allah'ın onlara
farz kıldığı sünde ayrılığa düştüler; Allah da onu
bize nasip etti, bu konuda insanlar bize tabidir; yahudiler
yarın, hristiyanlar ise yarından sonradır."
Müslim'in Ebu Hureyre ve Huzey-fe'den naklettiği başka bir
hadiste de: "Allah bizden önce gelenleri Cuma günü konusunda yanılttı.
Yahudilerin Cumartesi, hristiyanlann ise Pazar günü
oldu. Allah bizi yarattığında Cuma'yı da bize nasip etti. Kıyamet gününde
onlar bize tâbi olacaklardır; biz Öne geçenler diğer yaratıklardan önce
hesaplan görülenler olacağız."[124]
Bir kısmı da şöyle
demiştir.[125] Ayet yahudilerin
Cumartesi günü balık tutma konusunda kurdukları hileye ve Allah'ın da bu
suçlan karşılığında onları cezalandmp suretlerini
değiştirmesine işaret etmektedir. Araf sûresinin 163-166. ayetleri buna temas
etmiştir.
Biz de bu görüşü tahrirn ve tahlil konusuyla sıkı irtibatından dolayı tercih
etmekteyiz. Ayette, Allah'ın yahudileri
cezalandırdığı gibi müslümanlan da cezalandırmaması
için, onlara yahudilerin bu yolunda yürümemeleri
konusunda uyarı ve tenbih vardır. Bu ayetle, önceki
dört ayet arasındaki ilişki açıkça gözükmektedir; sonra bu beş ayetle öncekiler
arasındaki ilişki de açıktır. Biz bu tercihle, yukarıda geçen Buhari ve Müslim'in naklettiği hadisler arasında herhangi
bir çatışma görmüyoruz. Çünkü sözkonusu hadisler bu
ayetin tefsiri ile ilgili değildir. [126]
125-
Rabbimin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde
mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni
de bilendir.
Ayette Peygamber'e
Allah yoluna davette, hikmetli güzel öğüt metoduna sarılması, insanlarla
münakaşada en güzel üslubu seçmesi, bundan sonra da Allah'a tevekkül etmesi
emredil inektedir. Zira kimin doğru yoldan saptığını, kimin de hidayet üzere
olduğunu ancak o bilir.
Bu ayetin ne hakkında
indiği konusunda bir rivayete rastlamadık; ancak Önceki ayetler ile arasındaki
ilişki açıkça anlaşılmaktadır. Zira tahlil ve tahrim
konusuyla, İbrahim (a)'in dini konusu üzerinde tartışma çok olmaktadır.
Muhtemel olarak Peygamber de birtakım ortamlarda bu konular hakkında zor
durumda bırakılıp öfkelendirilmiş olabilir. Dolayısıyla vahyin hikmeti gereği
bu dinin hakikati açıklanıp, Allah'ın Peygamberi'ne uymasını vahyettiği hak yolu olduğu da anlaşıldıktan sonra, Allah'ın
tahrim ve tahlil konusunda vahyettiklerinin
bu dinde yer alan hakikatler olduğu da bildirilmiş; daha sonra da Peygamber
teskin edilerek bir yönden takip etmesi güzel olacak hikmetli metod kendisine öğretilmiş, bir yönden de teselli
edilmiştir. Güzel yetenek ve sağlıklı vicdan sahipleri mutlaka hakkı anlayıp
doğru yola gireceklerdir. Aksi fıtratlara sahip olanlar ise bilerek ve inat
ederek büyüklendiklerinden, gerçeği kavrayamazlar; onların sorumlulukları
Peygamber'e ait değildir, û'nun görevi sadece
Allah'ın yoluna hikmetle, güzel öğütle davet etmektir. Tartışma vuku bulduğunda
da, bunun nazik, yumuşak ve güzel bir çerçevede cereyan etmesi gerekir. [127].
"Rabhinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla
en güzel bir biçimde mücadele et" ayeti, önceki üslûp ve konuyla irtibat
içinde olmakla beraber, ihtiva ettiği metod çok yüce
değerde, mutlak ve genel olarak gelmiştir. Allah'ın yolu olan İslam'a davette
de ulaşılamayacak derecede zirvede ufuklara sahiptir ve bu metodla
İslam mesajı sonsuzluğa namzettir. Bu metod uzun
vadede sürekli canlı olarak kullanılabilecek öğretiler sunmaktadır; müslümanlara her zaman ve mekanda İslam'a davetlerinde metod-lannın bu olması gerektiği
vurgulanmaktadır. Hak ve iyilik prensiplerine, çağıran her davetçinin de bu
metoda uyması gerekir. Bunlara davet ancak bu harikulade hikmetli üslûp
kullanıldığı takdirde başarıya ulaşabilir. Baskıcı, zorlayıcı, sıkıştırıcı ve
sertlik yanlısı metodların başarılı, sağlıklı sonuçlara
götürmesi mümkün değildir.
Bazı müfessirlerin
dediklerine göre[128] bu
ayet savaş ayetleri tarafından neshedilmiş-tir.
Misyoner ve müsteşriklerden bazı karşıt görüş sahipleri de şöyle demektedir:
Peygamber kuvvetlenip gücü arttığında bu metoda aykın
davranılmış ve bu metod terkedilmiştir.
Bizim gördüğümüz
kadarıyla ne bu, ne de önceki görüş doğru değildir; her ikisi de büyük bir
yanılgıdır. Medine'de inen kıtal (savaş) ayetleriyle buradaki metod tamamen uyum içerisindedir. Çünkü savaş; müslümanlara saldıranlara karşı meşru kılınmıştır; yoksa
insanları zorla İslam'a sokmak için değil. Bu konuyu, geniş olarak "Kâfirûn" sûresinin tefsirinde açıkladık, yine yeri
geldiğinde geniş açıklamada bulunacağız.
Peygamber'in ve Raşid halifelerin miitevatir -kesin olarak nakledilen- sîretleri
(yaşamları) bu metodun bozulduğuna dair aykırı bütün sözleri yalanlamaktadır.
Aksine, gerçek olan, karşıt görüş sahibi kibirli kimseden başka hiçbir kimsenin
şüphe duymayacağı tarzda, bunun daha bir dikkat ve titizlikle uygulandığıdır[129]..
126- Eğer ceza verecekseniz[130],
size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz; andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
127- Sabret; sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için üzülme! Kurdukları
tuzaklardan da sıkıntıya düşme.
128-
Şüphesiz Allah korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.
1- Ayetlerde
işiten muhataplara, bir kötülüğe ve düşmanlığa karşılıkta bulunmak istediklerinde,
bunun kendilerine yapılan oranda, taşkınlık yapmadan, sınırı aşmadan olması
gerektiği bildirilmekte, bununla beraber eğer karşılıkta bulunmayıp
sabrederlerse bunun daha faziletli olduğuna dikkat çekilmektedir. Çünkü
sabırda, sabredenler için çok büyük hayır vardır.
2- Peygamber'e sabretmesi, karşı karşıya
bulunduğu kötülük ve hilekâr tutumlar karşısında hüzne ve gönül sıkıntısına
teslim olmaması emredilmiştir.
3- Sabrettiğinde itimadının Allah'a olduğu
konusunda Peygamber'e güven verilmekte ve Allah'ın kendisinden korkup
sakınanları ve davranışlarını düzeltenleri destekleyeceği bildirilmektedir. [131].
Sözkonusu ayetin Mekki veya Medeni
olup olmadığı hakkında tartışma vardır.
Bizim itimad ettiğimiz mushafta üç
ayetin de Medine'de indiği rivayet edilmektedir. Taberi'nin
A'tâ b. Yesâr'dan -tabiilerin
tabii alimlerden birisi- naklettiğine göre, üç ayet de Medine döneminde, Uhud savaşından sonra inmiştir. Peygamber, Hamza (r) şehit edildiğinde çok kederlenmiş ve eğer Allah
bize onlara karşı zafer nasip ederse biz de onlardan otuz kişiyi âleme ibret
olacak şekilde öldüreceğiz diye yemin etmiş, müslü-manlar da bu sözü işittiklerinde şöyle demişlerdir:
"Allah'a yemin olsun ki onlara karşı zafer kazandığımızda kesinlikle
onları Araplardan hiçbirinin hiç kimseye yapmadığı bir şekilde âleme ibret
olacak tarzda öldüreceğiz". Bunun üzerine Allah bu ayetleri indirdi. Taberi bu konuda başka rivayetler de nakletmiştir. Bu
rivayetlerin hepsi, ayetlerin Medine döneminde indiğini açıkça te'yid etmektedir. Bununla beraber Taberi
bazı tabiilerden de şöyle nakletmiştir: Mekke'de bazı müslümanlar
şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasu-lü!
Eğer Allah bize izin verirse, muhakkak biz şu köpeklerden öcümüzü alır; onları
mağlup ederiz. Bunun üzerine Allah bu ayetleri indirdi. Sonra da bunlar cihad ayetleriy-le neshedilmiştir. Bu rivayet,
ayetlerin Medine döneminde indiğini ifade eden rivayetle çatışmaktadır. Bütün
bunların yanısıra Taberi'nin
bazı tabiilerden ve onların tabiilerinden naklettiğine göre, ayetler mutlak
olup bir kimseye, yaptığı zulmün karşılığı olarak misliyle mukabelede bulunmak
dışında, aşırı gitmekten sakındirmakta ve mukabelede
bulunulmadan sabretmenin ise daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu
bağlamda ayetler mensuh olmayıp muhkemdir. Hükümleri
baki ve açıktır. Taberi sonra şöyle demiştir: Doğru
olan, Allah birinci ayette Peygamber'e ve mü'minlere,
şayet ceza vermeyi seçiyorlarsa, kendilerine ceza verenleri aynı cezayla
cezalandırmalarını emretmiştir. Bununla beraber sabretmek daha faziletlidir.
İkinci ve üçüncü ayette ise, Allah Pey-gamber'i kavminin
davetinden yüz çevirmesinden, ona karşı olumsuz tavır takınmasından ve bunun
etkisiyle üzülüp gönlünün daralmasından dolayı teselli etmiştir. Diğer
müfessirlerin görüşleri ve naklettikleri rivayetler, Taberi'nin
naklinden farkh olmamıştır[132]. Taberi'nin son olarak söylediği sözde doğruluk payı vardır;
zira ne ayetlerin muhtevasında, ne de üslubunda Medine döneminde indiklerini
ifade eden rivayetleri destekleyen bir karine bulunmamaktadır. Zaten bu
rivayetin kapsamına uygun olarak, ayetlerin tertipte bu yere konmasının hikmeti
de anlaşılır olamaz. Alî İmran sûresinde Uhud savaşından biraz daha genişçe bahsedilmişti; eğer
nakledilenler doğru olmuş olsaydı bu ayetlerin yeri o sûreler olurdu.
Ayetlerin üslûp ve
kapsamı Mekke döneminde İndikleri görüşünü te'yid
etmektedir. Bu ayetlerin kapsadığı hususlar, birçok kere Mekke'de inen
ayetlerde yer almıştır. Örneğin Nemi sûresinde bir ayette, buradaki ikinci
ayetin sonunda bulunan ifade aynen geçmektedir:
"(Rasûlüm!) Onların yüzünden üzülme, kurmakta
oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma."(Nemi, 70). Buradaki ifadeyle
Peygamber'in amcasının şehit edilmesinden dolayı kederlenmesi rivayeti
arasında herhangi bir bağlantı yoktur. Çünkü ayet, onu, tutumlarından ve
tuzaklarından dolayı üzülmekten nehyelmektedir.
Ayetlerin Mekke'de indiğini tercih etmekle, önceki ayetlerle aralarındaki
İlişki ortaya çıkmaktadır. Hemen bunlardan önceki ayette, şayet ille de
tartışmak gerekiyorsa, bunun en güzel surette olması ve Allah yoluna davetin de
hikmetle ve güzel öğütle olması emredilmek-tedir.
Bunun sonucu olarak üç ayetin de Önceki ayeti tamamlamak, üslûp ve konunun bir
parçasını oluşturmak için geldiği akla gelmektedir. Sanki bu ayetle bütün
hayrın, adı geçen metodu uygulamakta olduğuna dikkat çekilmekte; kafirlerden
aşırıya gidip sertliğe başvuranlar olduğunda ise, eğer bazı müslümanlar karşılık vermenin gerekliliğine kanaat
getirirlerse, bu karşılık misliyle, eşitlik sınırı içerisinde olsun denmek
istenmektedir. Bununla beraber sabretmek daha faziletlidir. Peygamber'e ve müslümanlara yakışan, kendilerine sahip olarak itidal
sınırını aşmamak, kafirlerin tuzaklarını, olumsuz tavırlarını ve inatlarını
görerek üzülmemek, gönül darlığına düşmemektir. Onların vazifesi Allah'tan
korkup sakınmak, O'nu razı edecek güzel davranışlarda bulunmaktır. Zira O,
korkup-sakınanlar ve iyi davranışta bulunanlarla beraberdir.
Bu şekilde üç ayet de
Önceki ayetin ihtiva ettiği mükemmel hikmetli metodu tamamlamaktadır. O ayet
-yerinde açıkladığımız üzere- sürekli devam edecek yüce öğretileri kapsadığı
gibi, bu üç ayet de onun gibi sürekli devam edecek öğretileri kapsamaktadır. [133].
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/1.
[2] Etâ Gelecek ve kesinlikle
vuku bulacak anlamındadır.
[3] Bir'Ruhi min
Emrihi Allah'ın hikmetinin; emirlerinden,
mesajlarından ve kitaplarından vahyolunmasını
gerektirdiği şey anlamındadır.
[4] Hasım-un Mübîn İnatçı
düşman, kuvvetle tartışan, cedelci.
[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/2-3.
[6] LekümfîM Difün
Onlarda kendisiyle ısınabileceğiniz bir nesne yarattı. İlk bakışta ifadeden,
giyildiğinde bedenlerde sıcaklık oluşmasını sağlayan elbiselerin yapıldığı
hayvanların kıllarına, yünlerine ve tüylerine işaret olunduğu anlaşılmaktadır.
[7] Leküm fîha
cemâl Anlatılmak istenen, hayvanların ge-lip-giderken oluşturdukları o güzel görünüm, manzara ve
sıcak ünsiyettir. Özellikle de hayvanlann
sahiplerinde oluşturdukları etki ve Kur'an ile ilk defa
muhatab olan Arapların yaşadığı hayat tarzındaki
yansıması bunu ortaya koymaktadır.
[8] Türîhûn Hayvanları
otlattıktan sonra ağıllarına ve barınaklarına geri götürürsünüz.
[9] Tesrahûn Sabahleyin erkenden
onları otlatmaya götürürsünüz.
[10] Lem tekûnu
bâliğîhi illa bişikki'l-en-fus Eğer hayvanlar olmasaydı ulaşmak istediğiniz yerlere
ancak çok büyük zorluklar sonunda varabilirdiniz.
[11] Ve aîellâhi kasdü's-sebîli ve minha câ-irun Doğru olan yolu tutmak
anlamındadır. "Câir" ise, Doğru yoldan
sapan eğri yol anlamındadır. Cümle iki yolun varlığını haber vermektedir;
birisi dosdoğru olan yol, diğeri eğri olan yoldur. Allah birinci yola çağırıp
ona hidayet etmektedir.
[12] Fîhi Tüsîmûn
Orada hayvanlarınızı otlatacağınız, besleyeceğiniz bitkiler vardır.
[13] Zerae Leküm
Sizin için yarattı, büyüttü, çoğalttı veya size boyun eğdirdi.
[14] Mevahıra "Mahr" kökünden olup, denizde akıp gitmek, seyretmek
anlamındadır.
[15] En temîde biküm Sallanmaması için, hareket etmemesi için.
[16] Alâmât Yolcuların
yolculukları esnasında yönlerini belirleyecek nişanlar.
[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/6-7.
[18] Bkz. Taberi,
Begavi, Hâzin ve ibn Kesir
tefsirleri.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin
Yayınları: 4/7.
[19] Lâ Cerame Burada, hakikaten
anlamındadır. Yemin yerinde kullanılmıştır. Bazı müfesirlerin
Halil'den naklettiğine göre, bu tahkik kelimesi olup, sadece bir cevap olarak gelir.
[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/8.
[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/9-10.
[22] Evzârahum Ağırlıkları...
Kinaye yoluyla işlemiş oldukları günahlar ve kötülükler kastedilmiştir, yahut
küfürlerinin ağırlığı anlamındadır.
[23] Fe atallahu
bünyânehum min el-kavâid "Kaide" kelimesinin çoğulu olup, temel
anlamındadır. Cümlenin anlamı ise, "binalarının temelini sarsmıştır"
yani "onların evlerini altını üstüne getirerek üzerlerine yıkmıştır"
şeklindedir.
[24] Tüşâkkûne fîhim Kendileri hakkında mücadele ettiğiniz, düşmanlık ve
inadınız için vasıta kıldıklarınız...
[25] Feelkavü's-seleme mâkünnâ na'melümin sûin Tevazu ve teslimiyetlerini ortaya koydular ve
kendilerine nisbet edilen kötü işlerden
soyutlandılar.
[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/14
[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/14
[28] Helyenzurûne 'Bekliyorlar
mı' anlamındadır. Zamir, anlaşıldığı gibi kafirlere dönmektedir.
[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[30] et-Tâğût Burada putlar ve
şirk anlamındadır.
[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/15-17
[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[33] Bkz. Taberi
ve Begavi tefsirleri,
[34] Bkz. a.g.e., İbn Kesir, Hâzin ve Tabresii
tefsirleri.
[35] Bkz. İbn
Sa'd, Tabakat kitabı c.1; İbn Hişam Sîret
kitabı.
[36] Bkz. İbn
Sa'd, Tabakat kitabı c.1; ibn Hişam, Sîrel
kitabı.
[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[38] Ehli'z-Zikr
Kinaye yoluyla kitap enli anlamındadır.
[39] Beyyinât Açık deliller veya mucizeler
anlamındadır.
[40] ez-Zübur "Zebur"
kelimesinin çoğuludur; kitap veya kitaplar anlamındadır.
[41] ez-Zikr Kinaye yoluyla Kur'an anlamında kullanılmıştır. Birçok ayetlerde Kur'an "zikir" olarak vasfedilmiştir.
Bunların bir kısmı daha önce geçmişti.
[42]isleyen bu konuda Kasımî'nin Kavaidü't-Tahdis ve Sibâî'nin "es-Sünne"
kitabını okusun.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin
Yayınları: 4/24.
[43] Fîtekallübihim Yeryüzünün
uzaklarında dolaşırlarken, yolculuk ederlerken...
[44] Alâ tahavvuf "Tahavvuf' yavaş yavaş azalma
anlamındadır. "Infak (harcama) falancanın malım tahavvuf etti" denilir ve bundan infakın onun malını
yavaş yavaş eksiltip sonunda da tükettiği
kastedilmektedir. İfadenin anlamı hakkında müfessirter
şunu da söylemiştir: Allah felaketlerini onların üzerine canlarında, mallarında
ve ürünlerinde art arda vererek etrafını yavaş yavaş
eksiltir ve sonunda bütünüyle yok olup giderler.
[45] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/25.
[46] Yetefeyyeü zılaluhü.. Gölgeleri sağdan sola, soldan sağa doğru döner.
[47] Min fevkıhim
İbareden maksadın, manevi yücelik olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Allafau Teala sınır ve yön içeren
"fevkiyye"den münezzehtir, uzaktır.
[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/26-27.
[49] Vâsıtan Lazımdır, sabittir, ona dayanır.
[50] Feileyhi Tec'erûn
Yardım istemek, dua etmek için seslerinizi yalnız O'na yükseltirsiniz.
[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[52] Eyümsikühü ala hûn Kendi kendisine sorar: Acaba onu İstemeyerek, durumunu
aşağılayarak diri olarak, bıraksın mı?
[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/28-29
[54] Müfratûn Kelimedeki "ra" harfi fetha, sükûn, esra ve şeddeli şekillerde okunmuştur. Birinci tür kıraate
göre anlamı: Onlar ihmal edilerek, ateşte bırakılacaklardır veya onlar ateşe
süratle sürüleceklerdir. İkinci kıraate (okunuşa) göre anlamı; onlar Allah'ın
hakları konusunda ihmalkâr ve kusurlu davranırlar.
[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/30
[56] Bkz Taberİ
ve Begavi Tefsirleri.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/31
[58] Fers İşkembe içerisindeki
öğütülmüş yiyecekler.
[59] Sâigan Tadı lezzetli şey.
[60] Sekeran Cumhura göre, bu
kelimeden yaş üzüm, hurma ve kuru üzümden elde edilen sarhoşluk verici şıra
kastedilmektedir,
[61] Rızkan hasenan
İyi bir gıda; yaş üzüm, yaş-taze hurma, kuru üzüm, kuru hurma gibi.
[62] Evhâ Rabbike
ile'n-Nahli Ona ilham etti,
yahut onu, işlerini ve hareketlerini düzenleyip yönlendirecek bü" kanun üzerinde yarattı.
[63] Mimmâ ya'rişûn
Çatılan yükseltilerek yapılmış çardak ve gölgelikler. Bu kelime Araf sûresi
137. ayetinde inşa etmek, bina yapmak anlamlarında kullanılmıştır.
[64] Zülülan "Zelül" kelimesinin çoğulu olup, yayılmış anlamındadır.
Kelimenin buradaki anlamı; Gidilecek yol, boyun eğdirilmiş-yayılmış yol.
[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/32-33
[66] Bkz.Tâc,
c.3, s.132. 34
[67][67] Bkz.Tâc,
c.3, s.132. 34
[67]İzzet Derveze ,et-tefsiru’l-hadis,Ekin Yayınları:4/
[68] Bkz. jbn
Kesir'de Tefsiri; Tâc, c.3, s.180-181.
[69] İbn Kesir Tefsiri
[70] Tâc, c.3, s. 180.
[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[74] Felâtedribûlillahi'l-emsâl
Buradaki anlamı, Allah ile başkaları arasında benzerlik kurmayın; yahut O'na benzerler
ve ortaklar kılmayın.
[75] Eblcem Anadan doğma dilsiz
olan.
[76] Kelîiin Başkalarına yük
olan, faydasız kimsedir.
[77] Bkz. Taberi,
Begavi ve İbn Kesir
tefsirleri.
[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin
Yayınları: 4/
[79] Min cülûdi'l-en'âmibüyûtan Deriden çadırlar.
[80] Esvâfıha ve evbâriha ve eş'âriha Yün anlamındadır.
Koyun cinsinden hayvanların yünü; "Evbâr",
develerin yapağısı; "Şa'r" ise, keçilerin
kıllarıdır.
[81] Eknânan "Kinnü" kelimesinin çoğulu olup, sıcaktan içine sığınılıp
gölgelenilen yer anlamındadır.
[82] Serâbîle Ayetteki birinci
"Serâbîle" kelimesiyle, insanın korunmak
için giydiği elbiseler kastedilmektedir. Kelime bütün elbise çeşitleri için
kullanılmaktadır. İkinci "Serâbîle"
kelimesi kinaye yoluyla zırhlar ve savunma malzemeleri anlamına gelmektedir.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[84] Şehidan Müfessirlerin çoğuna
göre burada 'şahit'ten maksat peygamberlerdir. Bazı ayetler Kıyamet gününde
onların, ümmetlerinin hesaba çekilmesine şahitlik etmek için hazır
bulunacaklarını anlatmıştır; bunun örnekleri daha önce geçmişti.
[85] Lâ yüsta'îebûn Onlardan özür
beyan etmeleri istenmez, yahut onlardan kötülükten vazgeçip, günahtan arınmak
suretiyle hoşnut etmeye çalışmaları kabul edilmez.
[86] Fe elkav
ileyhimii'I-kavte... "Attilar" anlamındaki kelime meleklere dönmektedir.
Tercih olunan görüşe göre onlardan maksat meleklerdir. Bazı ayetler de
Allah'ın Kıyamet gününde meleklere, müşriklerin onlara ibadet edip
etmediklerini sorduğu, meleklerin de cevap olarak bunu reddedip onları
yalanladıkları anlatılmaktadır.
[87] Ve elkav ilallahi
yevmeizin es-seleme Burada "Elkav"
kelimesindeki zamir kafirlere dönmektedir. Teslimiyetlerini ilan edip
günahlarını itirafla kabul ettikleri açıklanmaktadır. Daha önce örnekleri geçen
birçok ayette onların bu durumu anlatılmıştır.
[88] Ve Saddû an sebîlillahi İnsanları Allah'ın yoluna girmekten
engellediler.
[89] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[90] Taberi, Begavi,
İbn Kesir. Hâzır! Zanahşerî,
Tabresî. Kâsimi tefsirleri.
[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[92] Erbû Daha çok, daha
kuvvetli.
[93] Dehaleti Bozucu veya aldatan, yahut hile unsuru
anlamlarına gelir.
[94] Kelleti nekazat
gazlehâ.. Bükerek, düğüm ley erek kuvvetli hale getirdikten
sonra, büktüğü ipleri çözüp Önceki haline getiren kadın gibi.
[95] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[96] Kelleti nekazat
gazlehâ.. Bükerek, düğüm ley erek kuvvetli hale
getirdikten sonra, büktüğü ipleri çözüp Önceki haline getiren kadın gibi.
[97] Burada zikredilen andlaşmadan
maksat. Hılfü'l-Füdül diye
bilinen. Kureyş kabileleri arasında Allah'ın haram
kıldığı bölgede zulüm ve işkenceleri önlemek amacıyla yapılmış bir andlaşmadır. Bu andlaşmada
Peygamber de hazır bulunmuş! ur. Bir hadiste şöyle nakledilmiştir: "İbn Ced anın evinde yapıldığına
şahit olduğum bir andlaşmanın bozulması karşılığında
birçok güzel devemin olmasını arzu etmem. Eğer bu tür bir andlaşmaya
yeniden çağırılsam hemen kabul ederim." Bkz. İbn Sa'd tabakâtı:
c.1, s.110, 111.
[98] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/
[99] İza beddelnâ
âyeten. "Bir Kur’an
ayetini başka bir ayetle değiştirdiğimiz zaman" anlamına geldiği
söylenildiği gibi, bir hükmü, yahut bir emri başka bir hüküm veya emirle
değiştirmek anlamına geldiği de söylenmiştir.
[100] el-Kuds Pislikten uzak veya
temizlenmiş anlamındadır.
[101] Yülhîdûne ileyh Burada, ona (Peygamber'e) Öğrettiğini nispet
ediyorlar anlamındadır.
[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/51-52.
[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/52-55.
[104] Sözkonusu iki ayetin tefsiri
için Taberi, Begavi, İbn Kesir, Hâzin, Tabrusi, Zemahşeri ve Kâsımî tefsirlerine
bkz.; Kasımı tefsirinden c.1, s.32'ye bkz; Suyuti, el-İîkan fî ulumü'l-Kur'an, c.2, s.21-28: Nesih; Bir şeyi kaldırıp yerine başka
bir şeyi koymak anlamındadır veya bir şeyîn ardından onun yerine gelen herşey anlamında, yahut herhangi bir şeyden nakledilen herşey anlamındadır. "Nünsihâ"
kelimesi iki şekilde okunmuştur; birisi mastarı nisyan
olarak: "onu unutulmuş kılarız" anlamında, diğeri maştan insâ'dan "nünsihâ"; onu
tehir ederiz veya bedelsiz olarak terkederîz
anlamındadır.
[105] Hadisin metni şudur: İbn Abbas şöyle dedi: Allah Rasulünün
minberi üzerindeyken Ömer b. Hattab şöyle dedi:
"Allah Muhammed (s)'i hakla gönderdi, ona kitabı indirdi. O'na
indirilenler arasında Recm ayeti de vardı; biz onu
okuduk, kavradık ve anladık. Rasulullah recmetti, biz de ondan sonra recm
ettik. Uzun zaman geçtikten sonra ben insanların
şöyle demesinden korkuyorum: Allah'ın kitabında recmi
göremiyoruz. Böylece Allah'ın İndirdiği bir farzın terkiyle sapıklığa
düşerler. Şüphesiz ki recm, Allah'ın kitabında, kadın
ve erkeklerden muhsan olup da zina eden ve üzerlerine
şahitlerle sabit olan kimseler için veya hamile kalan, yahut itiraf edenler
üzerinde uygulanması gereken bir haktır." Bkz. Tâc, c.3, s.3.
[106] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/55.
[107] Taberi ve Zamahşeri tefsirleri.
[108] Taberi ve Zamahşeri tefsirleri.
[109] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/56.
[110] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/56.
[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/57-58.
[112] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/58-60.
[113] Bkz. Taberi,
Begavi ve Hazin tefsirleri.
[114] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/61-62.
[115] Ragadan Bol bol, kolaylıkla...
[116] Taberi, Begavi,
Hâzin, Tabresii, İbn Kesir,
Zamahşeri v.b.
[117] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/63-64.
[118] lulimâ tesifü
elsinekümÜ'l-Kezibe.. Yalan
olacak tarzda, kendi tarafınızdan "bu helaldir, şu haramdır" demeyin.
[119] Bkz. Tâc,
c.3, s.85, Mesfûh (akmış) kan: bedenden akan kandır.
Bu vasfın-nitelemenin anlamı tabii donmuş kabul edilmesiyle izah edilebilir.
Buradaki balık, mutlak olarak her türlü balığı kapsar.
[120] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/64-65.
[121] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/66-67.
[122] Kâne Ümmeten
Tâbi olunan bir önderdi; yahut "ümmet sahibi idi" anlamındadır.
[123] Bkz. Taberİ,
İbn Kesir ve Begavi
tefsirleri.
[124] Her iki hadisi de İbn Kesir
ve Beğavi nakle tmiştir;
ayrıca Bkz. Tâc, c.1,
s.244-245.
[125] Zamahşeri, Keşşaf, Hâzin
tefsiri.
[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/67-68.
[127] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/69.68-
[128] Beğavi tefsiri. Afi
[129] Bkz.kitabımız olan Tar'hul!-Cinsel-Arabi, c.6-7, "İslam"da Peygamber
ve Raşid halifeler bayrağı altında Arapçılık başlığı;
Bkz. kitabımız, Kur'an'dan
Elçinin Sireti, c.2, s.49-305; Bkz.
kitabımız, ed-Düstûr el-Kurâ- kıyası Sistem ve Cihad Sistemi bölümleri.
[130] Ve İn Âkabîüm Eğer bir
davranışa aynıyla mukabelede bulunmak isterseniz anlamındadır. Kötülüğe ve
düşmanlığa karşılıkta bulunmak anlamında kullanıla.
[131] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/69.
[132] Bkz. Beğavi,
İbn Kesir, Hâzin ve Tabresi
tefsirleri.
[133] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/70-71.