NAHL SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Bazı Hayvanların Yenmesi, Bazılarının Da Binek Olarak Kullanılması Hususu  4

Ayet Konularının Değerlendirilmesi 4

Müşriklerin Yalvardıkları Ortakların Diriler Olmayıp Ölüler Olduğuna Dair Yorum   4

Kınama Ve Uyarma Hücumu. 5

Allah (C) Dilediğine Hidayet Verir, Dilediğini De Saptırır. 6

"Allah Yolunda Hicret Edenler". 7

Allah'ın (C) Uyarısına Muhatap Olanların Durumu. 10

Müşriklerin, Allah'la Birlikte, O'na Aracı Kıldıkları Ortakları 11

Müşriklerin "... En Güzel Olanın Kendilerinin Olduğu" Sözleri Hakkında  12

Sarhoşluk Veren Şeylerden İçecek Elde Etmek. 13

Balın Şifa Olması 14

Rızıkta Üstünlüğün Esası 15

Salih Mü'nıin İle Günahkâr Kâfir. 15

Akıllara Ve Kalplere Hitap Eden Nimet Ve İhsanlar. 16

Kıyamet Günü'nde Kafirlerin Durumu. 17

Kur'an'da Hcrşcy İçin Açıklayıcı Bilgi Bulunur. 17

Allah'ın Emir Ve Talimatları 18

Kur'an'da Ayet Değişikliği Karşısında Kafirlerin Tavrı 20

Kur'an'da Nesih Meselesi 20

Peygamberce Öğrettiği İddia Edilen Şahıs. 22

Ruhu'ı-Kudüs. 22

Seylan'dan Allah'a Sığınma Emri 22

Zorlamayla İnkar Etmenin Hükmü. 23

İbret İçin Örnek Verilen Ülke. 24

Helal Ve Haram Kılmanın Kaynağı 26

Hikmet Ve Güzel Öğütle Davet 27

İslam'a Davet Metodu. 27

"Misliyle Cezalandırmak" Üzerine. 28


NAHL SÛRESİ

 

Kur’an’daki Sırası      :16

Nüzul Sırası                :70

Ayet Sayısı                 :128

İndiği Dönem             :Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede çeşitli konular bulunmaktadır. Ancak en belirgin özelliği, Allah'ın nimetlerini sı­ralaması, büyüklüğünün görüntülerini sunmasıdır. Allah'ın çeşitli nzıkların elde edilme yol­larını insanlara kolaylaştırdığı ve evrenin kanunlarını insanlara boyun eğdirdiği gerçeğinin hatırlatması yapılarak, sadece kendisinin ibadete layık olduğu ispat edilmiş, kafir ve müş­rikler kınanarak uyarılmış ve şükreden mü'minler de övülerek, kendilerine güven verilmiş­tir.

Sûrede ferdi ve içtimaî, mükemmel ahlâki prensipler de yer almıştır. Allah'a davet es­nasında kullanmak üzere Peygamber (sl'e, genel olarak da müslümanlara çok değerli metodlar sunulmuştur. Sürede Arapların Allah'ın kızlar edindiğine dair olan inançlarına ve kız çocuklarını beğenmemelerine, müslümanların ilk hicretlerine, dinden irtidat olaylarıyla, bazı mürtedlerin İslam'a geri dönmelerine, kafirlerin "bir şahıs Peygamber'e öğretiyor" sözlerine, Kur'an'dan bir ayetin yerine başka bir ayet getirmek suretiyle değiştirme olayı­na, etlerden ve kesilen hayvanlardan Allah'ın haram kıldıklarına ve İbrahim {a)'İn milletine işaret edilmiştir.

Süre bölümlerinin birbiriyle olan alakasının kopuk olduğunu söylemek mümkün değil­dir. Aksine hepsinin veya bir çoğunun arasındaki ilişki ve uyum apaçık ortadadır. Bu da bütün bölümlerin peşpeşe inip, sonra da İndiği gibi, tamamlanıncaya kadar ard arda ya­zıldığı görüşünü haklı çıkarmaktadır.

126. ve 128. ayetlerin Medine'de indiği rivayet olunmuştur. Ancak üslûpları, içerik ve akış tarzları bu konuda, tereddüte sevketmekte ve Mekke'de indiklerine dair olan rivayeti tercih ettirmektedir.[1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1- Allah'ın emri geldi[2] artık onu acele istemeyin. Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.

2- Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kim­seye Ruh (vahiy)[3] ile, "Benden başka İlah olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun" diye gönderir.             

3- Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, şirk koştukları şeylerden yücedir.

4- İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşman kesıldı[4].

 

Ayetlerin içerdiği hükümleri şöylece sıralayabiliriz:

1- Hiç şüphe olmaksızın Allah'ın emrinin geleceği te'yid edilerek, işitenlerin bundan emin olması ve acele etmemeleri istenmiştir.

2- Müşriklerin kendisine ortak kıldıklarından Allah'ın uzak ve yüce olduğu vurgu­lanmıştır.

3- Allah'ın kanununun, kullarından seçtiği kimselerin üzerine vahyini^ dilediği mesaj ve kitaplarını melekleri vasıtasıyla göndermek şeklinde cereyan ettiği açıklanmış ve onlardan insanları uyarmaları, onlan sadece O'na inanmaya ve iyi ameller yapmak sure­tiyle O'ndan sakınmaya davet etmeleri istenmiştir.

4- Gökleri ve Yeryüzünü O'nun yarattığına dikkat çekilmiş ve bunu yapmaya gücü yeten zâtın da, hiçbir surette ortaklara ihtiyaç duymayıp bundan yüce olduğu belirtil­miştir.

5- Allah'ın basit bir damla sudan yarattığı insan, bu haliyle O'na karşı inatçı bir düş­man edasına bürünerek kibirle mücadele etmesinden dolayı azarlanmiştır.

Ayetlerin girişteki yapısı açıktır. Hitap her ne kadar genel olsa da ayetlerin ruhu ve içeriği hitabın müşrik kafirlere yönelik olduğunu ve onlan kınama anlamını kapsadığını göstermektedir. Allah'ın vaadinin acele olarak gelmesini istiyorlar, ayetleri hakkında tartışıyorlar ve karşısında inatçı düşman edasıyla duruyorlardı. İlk bakışta birinci ayetin, kafirlerden sadu' olan Allah'ın emrinin ve vaad edilen azabının acele olarak gelmesine karşı meydan okuma fiiline ve onunla alay etmeye cevap olarak geldiği anlaşılmaktadır. Hiç şüphesiz ki Allah'ın emri gelecektir.

Allah'ın yeryüzündeki kanununun nasıl cereyan ettiğini açıklayan ikinci ayet Al­lah'ın, Peygamberi'ne ulaştırdığı vahiy ve mesajın doğru olduğunu te'yid etmekte, ga­ripsemeyi ve kibirlenerek inkar etmeyi gerektirecek bir durum olmadığını açıklamakta­dır. Özellikle de peygamberin yaptığı bu tebliğ gayet açık ve sadedir. Sadece Allah'a kulluk etmeye ve iyi ameller işlemek suretiyle O'ndan sakınmaya davet etmektedir. [5]

 

5-  Hayvanları da O yarattı; sizin için onlarda ısınma[6] ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.

6- Akşamlan getirir[7], sabahları götürürken'[8] onlarda sizin için bir güzellik[9] vardır.

7-  Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere kat-lanarak[10] varabileceğiniz bîr memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir.

8-  Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (ya­rattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.

9-  Yolu doğrultmak'[11] Allah'a aittir, kimi yollar ise eğridir. Eğer o dileseydİ, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.

10-  Gökten suyu indiren O'dur. Ondan hem size içecek vardır, hem de hayvanlarınızı otlatacağınız'[12] bitkiler.

11-  Onunla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvaların her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda düşü­nebilen bir topluluk İçin İbret vardır.

12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı sizin hizmetinize ver-dİ. Yıldızlar da O'nun emriyle (size) boyun eğdİrilmiştir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.

13-  Yeryüzünde sizin için rengârenk yarattıklarında'[13] da öğüt alan bir toplum için gerçek bir ibret vardır.

14-  Denizi de sizin emrinize veren O'dur; ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmak­tasınız. Gemilerin denizde (suları) yara yara akıp gittiğini'[14] görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun lütfundan aramanız ve şükretmeniz İçindir.

15- Sizi sarsmaması[15] için yeryüzünde sağlam dağları, yo­lunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

16-  Daha nice alametler'[16] (yarattı). Onlar yıldızlarla da doğru yolu bulabilirler.

17-  O halde yaratan, hiç yaratmayan gibi olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz!

18-  Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu saya­mazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

 

Ayetlerin İçerdiği Konular;

 

Ayetlerde, Allah'ın insanlara bahşettiği nimetler sayılmış ve hayatlarını, geçimlerini :olaylaştıran vasıtalar ile evrende var olan kanunlar hatırlatılmıştır. Ayetlerin ifadeleri >aşka bir izaha gerek duymayacak şekilde açıktır. Önceki sûrelerde geçen açıkladığı­nız, yorumladığımız hususlar aynen burada da mevcuttur. Vahyin hikmeti gereği tutum 'e tavırların tekrarlanmasından dolayı bu gerçekler de tekrarlanmakta; hem vicdanlara ıem de akıllara hitap etmektedir. Buna ilave olarak da bağlayıcı tespitler ihtiva etmekte-lir. Nitekim bu gerçekleri işiten kimseler, bütün bu sayılan nimetleri Allah'ın yarattığı-ıa, onlara böyle bol bol lütuflarda bulunup, sonra da bu vasıtalardan istifade etmeyi ko-aylaştırdığına inanıp itiraf etmektedirler. Birçok ayet bu durumu onlardan nakletmiştir. âyetlerin üslubu da bu açıklamayı kapsamaktadır.

Ayetlerin hitabı mutlak, kayıtsız olmakla beraber 17. ayet kınama ifadesini içermek-edir. Bu kınama, büyük ihtimalle müşrik kafirlere yöneliktir. Buna göre bu ayetler de ;erek üslûp olarak, gerekse konu olarak önceki ayetlerin devamı mahiyetindedir.

Allah'ın bahşettiği nimetlerini, insanlara olan Iütuflannı hatırlatma ve dikkatlerini :âinatın içerisindeki olay ve kanunlara çekme, Kur'an'ın birçok sûresinde yer almakla beraber, bu ayetler kapsam ve güzellik bakımından Kur'an silsilesinin en uzununu oluş­turmaktadır.

Bu ayetlerin benzerlerini incelerken söylediğimizi burada da söylemekteyiz: Ayetle­rin üslubu, tüm sınıf ve tabakalara yönelik olarak gelmiş ve onîann gözetimleri altında, ulaşabilecekleri ve faydalanabilecekleri tarzda sunulmuştur. Öyle ki, Allah'ın insanlara verdiği nimetleri hatırlatma esnasında Allah'ın insanı diğer canlılardan ayrı olarak ya­rattı5!, evrenin kanunlarından çeşitli şekillerde yararlanabilecek, onlarla uyum sağlaya­bilecek güçte yeteneklerle donattığı övgüyle anlatılmış ve Allah'ın yarattığı varlıklar ve kanunları üzerinde düşünmeye bu büyük, mükemmel, en ince ayrıntısına kadar sapasağ­lam düzenlenip konmuş kanunların arkasında güçlü, hikmetle yönelten, varlığı vacip, sadece ona boyun eğilmesi gerekli; elçilerine, kitaplarına ve peygamberlerine vahyettîği şeriatlarda yer alan emir ve yasaklardan oluşan sınırlarına bağlı kalınması zorunlu olan yüce bir zatın varlığına kanaat getirmeye ulaşmak için teşvik edilmiştir.

İkinci olarak da: Allah'ın insanlarda yaratmış olduğu yetenek ve güçleri kullanarak, onlardan faydalanması için, zikredilen hususlarda düşünmeye teşvik edilmiştir.

Bu bölümde, diğer insanlardan önce ayetlerle muhatap oları Arapların faydalandık­ları nimetlerden kesitler sunulmuştur: Onların yaşantıları, Allah'ın onlara yenen ve yen­meyen hayvanlardan bahşettiği nimetler, deniz yolculukları; yıldızlar, dağlar ve gündüz aydınlığıyla yollarını bulmaları; balık avlamaları, denizden inci, mercan çıkartarak süs ve takılarında kullanmaları anlatılmıştır. [17]

 

Bazı Hayvanların Yenmesi, Bazılarının Da Binek Olarak Kullanılması Hususu

 

Bazı fakihler en'âm diye isimlendirilen, koyun, keçi, sığır türü hayvanların yenilebi­lir diye belirtilip; at, katır ve merkep türü hayvanların da binek için olduğunun belirtil­mesinden, bunların yenmesinin yasak olduğu hükmünü çıkartmışlardır. Bazı fakihler ise bunların haram olduğuna dair burada bir delil görmemektedir. Bu görüş doğruya daha yakındır. Çünkü ayetler sadece alışılagelmiş, bilinen uygulamayı aktarmaktadır. Ancak Kur'an'in susup hüküm beyan etmediği bir konuda, sünnet bir açıklamada bulunmuşsa o konuda yasa, şeriat o olur. Şayet o konuda sünnet de hüküm beyan etmemişse o tak­dirde pis ve zararlı şeylerden olmadığı kesinlikle biliniyorsa mubah sayılır. Müfessirler at etinin yenmesinin mubah, katır ve merkep etlerinin ise haram olduğu konusunda bir­takım hadisler nakletmişledir. Bu hadislerin bir kısmı, sahih addedilen hadis kitapların­da yer almıştır[18].

 

19- Allah gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz herzeyi bilir.

20- Allah'tan başka yalvardıkları (ilahlar) hiçbir şey yarata­mazlar, zaten kendileri yaratılmaktadırlar.

21- Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirilecekle­rini de bilmezler.

22-  Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirele inanmayanların kepleri ise inkarcıdır ve onlar büyüklük taslarlar.

23- Gerçekten[19] Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. O, büyüklük taslayanları sevmez.

 

Ayet Konularının Değerlendirilmesi

 

Ayetler, öncekilerle üslûp ve konu yönünden İrtibatlıdır. Allah'ın birliğini, ilminin genişliğini, insanlara istifadesini kolay laştudiği nimetleri kuşattığını, onların da bunu doğrudan itiraf ettiklerini açıklamakta ve Allah'ın yarattığı varlıklardan olup, hiçbir şeyi yalatmaya güçleri olmayan, hiçbir şey bilmeyen, kendilerinde hiç bir hayat ve his belir­tisi olmayan ölüleri O'na ortak koşmalarını kınamaktadır. Ayetlerde müşriklerin inkar edip kibirlenme tavrı İçine girme sebeplerinin, ahirette, öldükten sonra diriltilme ve yap­tıklarının karşılığını bulma gerçeğini yakinen bilmemeleri, buna inanmamaları olduğu belirtilmektedir. Allah bunun, onların içlerinde yer ettiğini bilmektedir. Çünkü o, gizle­dikleri şeyleri de, açığa vurduklarını da çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla onlar Allah'ın gazabını hak etmişlerdir. Çünkü o kibirlenenleri sevmez. [20]

 

Müşriklerin Yalvardıkları Ortakların Diriler Olmayıp Ölüler Olduğuna Dair Yorum

 

21. ayetin, müşriklerin Allah'tan başka yalvardıkları diye bahsettiği şeylerin ilk etapta putlar olduğu anlaşılmaktadır. Arapların Allah'tan başka ortak edindikleri varlık­lar, çoğunlukla meleklerdi. Daha önce örnekleri geçen birçok ayet de bunu göstermek­tedir. Ancak bunun yanısıra onlar çeşitli putlar edinerek ibadetlerini onlara yapıyor, kurbanlarını da yine onlara takdim ediyorlardı. Bu defa vasıf, sözkonusu putlara yönelik gelmiştir. Zira tercih edilen görüşe göre, Necm sûresinde de açıkladığımız gibi bu put­lar, melekler adına sembol olarak dikiliyordu.

"Ahirete İnanmayanların Kalpleri İse İnkâradır ve Onlar Büyüklük Taslarlar" Bu ifade, ortak koşan kafirlerin kendi kendileriyle tezata düşmelerinin nedenini orta­ya koymaktadır. Onlar Allah'ın varlığına, yaratıcının, nzik verenin, faydalı ve zararlı herşeyi tek başına düzenleyip tertip edenin o olduğuna inanmakta, ama bununla birlikte de ahirette diriltilmenin mümkün olmadığını zannetmektedirler. Felaketler esnasında Allah'a ibadet edip sadece O'na yönelmeleri -Örnekleri daha önce birçok ayetlerde geç­tiği gibi- ve O'na bazı ortaklar koşmaları, onların birtakım dünyevi arzulan elde etmek veya dünyada fayda elde edip zararı defetmek amacına yöneliktir. Zaten bu durum Pey­gamber ile kafirler arasında cereyan eden tartışma ve münakaşaların en önemlisini oluş­turmaktadır.

Kur'an'ın da Allah'ın kudretine delil sunarken en çok önem verdiği; gerek Mek­ke'de, gerekse Medine'de inen sûreleıdeki birçok ayetlerin de gösterdiği gibi Peygam-ber'in karşı karşıya kaldığı en önemli zorluklardan birisi de anlatılan bu durumdur. Ön­ceki sûrelerde geçen birçok münasebetlerde bu konuya dikkat çekmiştik.

Bu münasebetle önemli bir noktaya dikkat çekmek yerinde olur. Kur'an ve nebevi davet ahirette cennet ve cehennem va'dlerini tek araç olarak kullanmamıştır. Bu davete icabet edenlerin, daha dünya hayatında mutluluğa ulaşacakları, bunu inkar edenlerin ise yine dünyada iken kaybedip bedbaht olacakları haber verilmiştir. İşte ahirette va'd edi­lenlere ilave olarak bu tür va'dler de davetin kullandığı araçlar arasındadır. Önceki yer­de gelen örneklerdeki birçok ayet ile bu sûrede geçen ve yakında bahşedilecek diğer ör­nekler de bunu göstermektedir. Yine bu türden olarak Nûr sûresinin şu ayeti vardır: "Allah içinizden, inanıp iyi işler yapanlara va'detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hü­kümran kaldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğen­diği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkuların ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Aıtık bundan soma kim inkar ederse, işte onlar, yoldan çıkanlar."(Nur, 55)

Ve Ankebût sûresinin şu ayeti: "Nitekim hepsini günahıyla yakaladık. Onlardan ki­minin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini yere batırdık, kimini de boğduk..." (Ankebut, 40) ve Sebe sûresinin şu ayeti: "Ama (şükür­den) yüz çevirdiler; bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik; onların iki bahçesini buruk yemişli, acı meyveli ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevir-dik."(Sebe, 16). Ve Zümer sûresinin şu ayeti vardır: "(Resulüm) De ki: "Ey inanan kul­larım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Al­lah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatlan hesapsız ödenecektir. [21]

 

24-  Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" elendiğinde, "Evvelkile­rin masalları!" derler.

25-  Kıyamet gününde kendi günahlarının[22] tümünü ve bil­gisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenme­leri için. Bak ne kötü yük yükleniyorlar.

26-  Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı da Allah bi­nalarına, temellerinden gelmiş[23] üstlerindeki tavan, başla­rına çökmüştü! Ve azap onlara ummadıkları yerden gel­mişti.

27- Sonra Kıyamet günü de onları rezîl eder ve : "Hani uğ­runda kavga ettiğiniz'[24] ortaklarım nerede?" der. Kendileri­ne ilim verilmiş olanlar: "Bugün rezillik ve kötülük kafirle­redir" derler.

28- Nefislerine zulmederlerken, meleklerin canlarını aldığı kimseler; "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!" diye teslim olurlar'[25]. "Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı biliyor."

29-  Onun için, içinde sürekli kalmak üzere cehennemin kapılarına girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür.

 

Kınama Ve Uyarma Hücumu

 

1- Allah'ın Peygamberi (s) üzerine indirdiği Kur'an ayetleri hakkında sordukları za­man, kafirlerin söyledikleri sözlere işaret edilmiştir. "Bu ayetler önceki milletlere ait masal ve hikayelerdir" diyorlardı.

2-  Kendilerinden bilgisizce, delil olmaksızın sadır olan bu sözlerden dolayı onlar, gerçekte sadece Kıyamet günü hesaba çekilecekleri en ağır günahları, yükleri kendileri­ne yüklemektedirler. İnkarları nedeniyle, tam olarak yüklendikleri günahlarına ilave olarak, saptadıkları kimselerin günahlarını ve sorumluluklarını da yüklenecekler; bu da onların azaplarının arttırılmasına sebep olacaktır. Yüklendikleri günahlar ve varacakları akibetleri ne kadar kötüdür.

3- Daha önce geçen benzer durumlar hatırlatılmıştı]": Onlar da bunlar gibi aldatmak, tuzak kurmak, İnkar etmek, taciz etmek suretiyle tavu~ takınmışlar, Allah da başlarının üstüne evlerini yıkarak daha dünyadayken üzerlerine azabı musallat edivermişti. Buna ilave olarak da çok yakında, Kıyamet gününde onları bedbaht edecek ve onlara uğrunda mücadele edip düşmanlık yaptıkları ortaklan hakkında azarlayıcı acîz bırakıcı sorular so­racaktır ama cevap verecek bir söz bulamayacaklardır. Çünkü hak onlara galip gelmiş olacaktır. İşte o zaman hakkı tanıyan, kendilerine ilim verilmiş olan mü'minler de şöyle diyeceklerdir: Bugün hüsran da, kötülük de kafirler üzerine olacaktır.

4-  Ayetlerde kendilerine zulmedenlerin, aleyhlerine olacak suçlar işleyip şirk tehli­kesine düşenlerin durumlarının ne olacağı da anlatılmıştır: Çok yakında melekler onla­rın canlarını layık oldukları şekilde sertlikle, saldırarak alacaklarda. Onlar da teslimiyet­lerini bildirerek günahlarını bırakacaklardır ama bu onlara hiçbir fayda vermeyecektir. Zira melekler onları hakla mağlup edecekler ve onlara, Allah'ın yapmakta oldukları bü­tün işleri bildiğini, cehennem ateşini hak ettiklerini söyleyecekler, sonra da içinde ebedi kalmak üzere cehennem kapılarından içeri girmelerini emredeceklerdir. İşte orası -yüklenenlerin hak ettiği yerdir; ne kadar kötü bir yerdir orası.

Ayetler öncekilere bağlı olup, kınama ve uyan hücumunu devam ettirmektedir, üs­lûp ve muhtevaları çok güçlü ve korkutucudur. Ayetlerin gerçekleştirmeyi arzuladığı hedefler arasında müşrik kafirlerin kalplerinde korku, dehşet ve pişmanlık uyandırarak onları bu tavırlarından vazgeçirmeye zorlama da vardır.

".. Saptırdıklarının günahlarının bir kısmını.." ibaresi, hitabın özel olarak kafir lider­lerine yönelik olduğunu, onların tavır ve sözlerini açıkladığını, Mekke döneminde Pey-gambeı'in davetinin dar bir alanda kalmasının yegane sebebinin onlar olduğunu göster­mektedir. Kur'an'ın birçok yerinde daha önce örnekleri geçtiği gibi, bunun açıklaması bulunmaktadır. [26]

 

30- (Allah'tan) sakınanlara, "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayr" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzelik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlı­dır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

31-  Altlarından ırmaklar akan Adn cennetlerine girerler. Orada onlar için diledikleri her şey vardır. İşte Allah koru­nanları böyle mükâfatlandırır.

32-  Melekler, iyi insanlar olarak canlarını aldığı kimselere de; "Selam size, yaptıklarınıza karşılık cennete girin" der­ler.

 

Ayetlerin ifadesi gayet açıktır. Allah'ın indirdikleri karşısında muttaki mü'minlerîn takındığı tavır ile iman edip de güzel işler yapan kimselerin dünya ve ahirette varacak­ları güzel akibetin açıklamasını içermektedir. Buna mukabil de Kur'an'ın üslubuna uy­gun olarak kafirlerin tutumları açıklanmaktadır.

Ayetlerde mü'minler methedilip övülmüştür. Bunun yanısıra da onlar, ve onlar gibi olanların dünya ve ahirette ulaşacakları mutlu sonu elde etmeye teşvik edilmişlerdir. Burada da daha Önce geçen dünya ve ahirette ceza ve mükâfat vaadi hakkında yaptığı­mız yoruma te'yid bulunmaktadır.

"... Sakınanlara-takva sahiplerine....", "... güzel davranışta bulunanlara..." ifadele­ri mü'minler hakkında kullanılmış olsa da, imanın Allah'tan sakınmak ve güzel davra­nışlarda bulunmak fiilleriyle içice bulunması gerektiğini vurgulamaktadır. Dünya ve ahiretteki yüksek mevki ile vaadolunan mutluluk, bu bağlılığa dayanmaktadır. "Takva"; günahlardan, kötülüklerden, şehvetlerden ve inkardan sakınmak suretiyle Allah'tan korkmakür. "İhsan" ise; Allah'a ve kullarına karşı olan görevi yerine getirmek, O'nun emirlerini en üst derecede, mükemmel bir şekilde uygulamaktır. Bütün bunlar dünya ve ahirette vaadedilen yüksek mevki ve saadeti hiç şüphesiz gerçekleştirmek içindir. Bu da sürekli yapılmakta olan telkin ve nasihatin bir parçasıdır. [27]

 

33- (Küfre sapanlar) Kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar?[28]Onlardan öncekiler de Öyle yapmıştı. Allah on­lara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyor­lardı.

34- Böylece işledikleri kötülükleri kendilerine isabet etti ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp kuşatıverdi.

 

Ayetlerin İhtiva Ettiği Hususlar:

 

1- Kafirlerin yapılan davete icabet etmemeleri ve iman etmemelerinin sebebi inkar yoluyla sorgulanmaktadır. Bunun sebebi, meleklerin kendilerine gelmesini veya Al­lah'ın haklarında verdiği hüküm ve emrinin başlarına gelmesini beklemeleri midir?

2- Kendilerinden önce onlar gibi olup da bunun aynısını yapanların üzerine Allah'ın azabının, kötü işlerinin cezası olarak indiği, peygamberlerine karşı yaptıkları alayların kötü akibetinin onlara isabet ettiği hatırlatılmıştır. Onlar, bu şekilde kendi aleyhlerine olacak suçlar işlemekle sadece kendilerine zulmetmiş oldular, yoksa Allah onlara zulmet­medi, işledikleri fiillerle hak ettikleri cezayı adalet gereği onlara vererek cezalandırdı.

Ayetler önceki üslubu devam ettirmekte, kafirlerin uyarılmasına tekrar dönmektedir. Kafirlerin sözleri ile tutumlarının mü'minlerin sözieri ile tavırlarının ve bunların akibet-lerinin karşılaştırmasının yapıldığı konuya dönülmüştür. Kendilerinden Önce gelip, on­lar gibi tavır takınanların halinden ibret almaya davet edilmişlerdir. Onlar Peygamberin davetine alayla karşılık veriyorlar, azabın acele olarak inmesi ve meleklerin de gelmesi hususunda inkar ederek alayla meydan okuyorlardı. Önceki sûrelerde birçok örneklerde geçtiği gibi onların bu tavrı tekrar tekrar anlatılmıştır. [29]

 

35- Şirk koşmakta olanlar dediler ki: "Eğer Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O'nun dışında hiçbir şeye kulluk et­mezdik ve O'nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde elçilere düşen, apa­çık bir tebliğden başkası mı?   '

36- Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tâ-ğuttan[30] kaçının" diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimi­ne Allah hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların so­nu nasıl olmuş!

37-  Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar tutkuyla is-tesen de, Allah şüphesiz saptırdığına hidayet vermez, on­lar için yardım edecek yoktur.

 

Allah (C) Dilediğine Hidayet Verir, Dilediğini De Saptırır

 

Konu bakımından ayetlerin üslubu birbirine bağlıdır, ifadeleri de gayet açıktır.

Birinci ayetin anlatmış olduğu kafirlerin sözlerini En'am ve Zuhruf sûresinin bazı ayetleri de nakletmişti. Bu, onların bu tür sözleri sürekli tartışma, delillendirme; içinde bulundukları şirk ve bâtıl geleneklerinin doğru -olduğunu ispat etme yolunda tekrarla­dıklarını göstermektedir. Daha önce bu konuda yeterli miktarda yorum yapmıştık.

Ayetlerde onlara red mahiyetinde gelen cevaplar akla ve kalbe yönelmekte; kafirleri uyarıp, Peygamber (s)'i tatmin ederek tesellide bulunmaktadır. Bu söylenen söz, yeni birşey değildir. Onu, önceki ümmetlerin müşrik kafirleri de söylüyordu. Allah'ın genel kanunu da hakkı, bâtılı, helal ve haramı sadece Allah'a ibadet etmeniz; şirkten, putlar­dan kaçınmanız gereğini açıklamak için peygamberler göndermek şeklinde tecelli et­miştir. Çünkü insanlar bunu kendiliklerinden anlayanlayabilirler. Peygamberlerin göre­vi sadece tebliğ etmektir. Allah kimi hidayete erdirirse o doğru yolu bulur, kimin hakkında da sapıklığı takdir etmişse, o da doğru yoldan sapar. Son ayette Peygamber'i tat­min edip memnun etmek için iltifatta bulunulmuştur. Allah, onun helkesin hidayete er­mesi hususunda çok istekli olduğunu bilmektedir. Fakat Allah'ın, hakkında dalaleti sa­bit olup da sapıklığa düşmüş olan kimseyi doğru yola İletmesi mümkün değildir; bunun için kederlenip üzülmeye gerek yoktur. Onlar kendilerine ne bir yardımcı ne de bir kur­tarıcı bulamayacaklardır.

Mekke'deyken Peygamber'in mesajını inkar edip sapıklığa düşenlerin çoğunluğu daha sonra iman ettiler. Bu da bizim, ayetlerin Peygamber'i tatmin etmek için geldiği yolundaki tespitimizi doğrulamaktadır. Bunun içerisinde, daha önce benzer bir münase­betle kaydettiğimiz, ayetlerin nüzulü esnasında kafirlerin mevcut durumlarını açıklama maksadı yer almaktadır. Yoksa maksat doğru yolda sebatı ve başarıyı engelleme nokta­sındaki sapıklıkta ebedi kılmak değildir. Bu, sadece inkar edip sapıklığa düşen, sonra da bu şekilde ölenler İçindir.

Allah'ın hidayet ettiklerinin doğru yolu bulabileceklerine, Allah'ın saptırdıklarının da doğru yoldan sapacaklarına dair ayetlerin içerdiği ifadeler, aşağıdaki ayetlerdeki tah­sis ve vasıflar dikkate alınarak değerlendirilmelidir Bakara sûresinde 26. ayet: "(Allah) otlunla birçoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu (doğru) yola getirir. Onunla sadece fâsıkları saptırır", İbrahim sûresinde 27. ayet: "Allah zalimleri de saptırır", Ra'd sûre­sinde 27. ayet: "Allah dilediğini (bu tür sözlerle) saptırır. Yöneleni de kendisine İletir'7 Bu vasıflar dikkate alındığında ayetlerin zihinlerde oluşturabileceği yanlış anlamalar yok olur; kelamcılarm bu çerçevede söyledikleri sert ifadelere de mahal kalmaz. Önceki benzer münasebetlerde bu hususa dikkat çekmiştik. [31]

 

38- Olanca yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez"  diye ye­min ettiler. Hayır; bu O'nun üzerinde hak olan bir vaâddir, ancak insanların çoğu bilmezler.

39-  Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve inkar edenlerin yalancı olduklarını bilmesi için (diriltecek-tir).

40- Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten İbarettir; o da hemen oluverir.

 

Ayetler öncekilerle üslûp ve konu bakımından bağlıdır, ifadeleri de gayet açıktır. Akıl ve vicdanın her ikisi de ayetlerin içerdiği hikmet ve mantıklı açıklamayla muhatap alınmış; kafirlerin Allah'ın ölen kimseyi kesinlikle diriltmeyeceğine dair yaptıkları ye­minlerine cevap verilmiştir. Onlar bu sözleriyle inançlarım açığa vuruyorlar ve sürekli bir şekilde bunun imkansız olduğunu tekrar ediyorlardı. Esasen önceki münasebetlerde de kaydettiğimiz gibi Peygamber (s) ile onlar arasında cereyan eden en önemli tartışma ve delillendirme konusu buydu; Allah'ın kâinatı boş yere yaratması, iyilik yapanların mükâfatını, günahkârların da cezasını zayi etmesi kesinlikle ma'kul değildir. Dünya sa­dece deneme diyarı olup, bunun muhakkak hüküm ve karşılıkla tamamlanması gerekli­dir. Allah'a ve O'nun geniş gücüne inananların bu hikmeti idrak etmeleri ve Allah'ın verdiği her sözü hakkıyla yerine getireceğini kabul etmeleri gerekir. Allah'ın yapmayı is­tediği herhangi bir şey için sadece irade ve dilemesi yeterlidir. O hemen oluverir; bu çok yakında gerçekleşecek, kafirler onu görecekler ve yalancı olduklarını anlayacaklardır. [32]

 

41- Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden­leri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.

42- Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

 

Ayetlerde, Allah'ın hak dinine bağlandıkları için işkence görüp zulme uğradıkların­dan dolayı hicret eden kimseler övülmekte ve müjdelenmektedir. Çok yakında Allah onlara dünyada hayrı, başarıyı ve güvende olacakları güzel bir makamı, buna ulaşmayı kolaylaştıracak, sonra ahirette de mükâfatları daha büyük ve güzel olacaktır. Çünkü on­lar başlarına gelene sabretmişler, Allah yolunda, dini uğrunda vatanlarını terketmişler ve itimat ve güvenlerini sadece Allah'a hasretmişlerdir.

 

"Allah Yolunda Hicret Edenler"

 

ilk bakışta bu iki ayet ile öncesinde ve sonrasında gelen üslûp arasında ilişki olmadı­ğı gözükmektedir. Ancak bu iki ayetten sonra tekrar kafirleri kınama ve uyarma üslubu? na dönülmesi bu ayetlerin ara cümlesi olarak kafirlerin takındığı tavırlarının ve tuzakla­rının tesirini açıklamak, Allah'ın hak dini üzerinde sabit kalıp tüm zorluklara tahammül ettikten sonra dine bağlılıklarından dolayı hicret edenleri de övmek için gelmiştir. Bu durumda, bu iki ayetin üsluba uzak ve yabancı olmadığı anlaşılmaktadır.

Müfessirler bu iki ayetin, kavimleri tarafından Medine'ye hicret etmekten engelle­nip, hapsedilen ve dinlerinden dönmeleri için baskı altında tutulan bazı müslümanlar hakkında İndiğini nakletmektedir. Bu müslümanlar, gördükleri işkencelere karşı sabret­mişler, dinlerinden ayrılmamışlar ve sonra fırsat bulup hicret etmişlerdir[33]. Müfessirler aynı zamanda bu ayetlerin, iman ettikleri için müşrik kavimlerinin işkencesi arttığında Habeşistan'a hicret edenler hakkında indiğini de nakletmişlerdir[34] Bu rivayet doğruya daha yakındır. Çünkü birinci rivayet, ayetlerin Medine'de inmiş olmasını gerektirir. Oy­sa ayetlerin Mekke'de İndiği konusunda ihtilaf yoktur.

Bu sûreden az bir süre önce inen Zümer Sûresi'nin 10.ayeti de müslümanlan Al­lah'tan korkmaya teşvik etmekte, güzel işler yapanlara dünyada iyi bir akıbet ve hayır va'detmekte, yeryüzünün geniş olduğuna ve Allah'ın, sabredenlerin mükâfatını hesapsız olarak vereceğine dikkat çekmekte ve Allah'ın sadece kendisine ihlasla ibadet edilmesi­ni emrettiğini ilan etmektedir. Bu da göstermektedir ki bu ifadelerin altında müslüman-lardan zulmedilenlere hicret etmeleri için izin ve işaret bulunmakta ve onlara dinlerine bağlı kalmaları telkin edilmektedir. Bu iki ayette müslümanlardan bir grubun Allah'ın işaret ve iznine tâbi olarak onun dini yolunda, dünya ve ahirette büyük mükâfat, kurtu­luş ve hayır vaadine ulaşmak için muhacir olarak yola çıktıklarını haber vermek için gelmiştir.

Siyer-i Nebi rivayetlerinin kaydettiğine göre[35], İslam daveti başlayıp Kureyş'ten ina­nanların sayısı çoğaldığında müşrik kavimleri onlara çok büyük tepki göstermişler ve onlara işkence etmeye başlamışlar, İslam'dan geri döndürmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine Peygamber onların Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye ederek şöyle buyurdu: "Orada yanında zulüm görmeyeceğiniz bir kral bulunmaktadu." İlk seferde 11 erkek, 4 kadın hicret etti; bunların çoğunluğu Kureyş'in gençlerinden olup davete düşmanlık e-den müşrik liderlerin çocukları veya akrabalarıydı. Bir müddet sonra onlara müşriklerin inandığına dair bir haber ulaştı ve hemen geri döndüler; ancak ulaşan haberin doğru ol­madığını gördüler. Kavimleri yeniden zulmetmeye başladılar, onlar da tekrar hicret etti­ler. Bu sefer onlara başkaları da katılmıştı; sayıları 83 erkek ve 18 kadına ulaşmıştı. Ço­ğu Kureyş'ten olup, davete düşmanlık yapan müşriklerin çocukları veya yakınlarıydı­lar.[36] Orada hicretin 6. yılına kadar kaldılar. Bu esnada Peygamber ve müslümanlar Medine'de güçlenip kuvvetlenmişlerdi; hemen bulundukları yerden Medine'ye döndüler.

İnananlar arasında birçok fakir, yoksul, köle ve Mekke'de ikâmet eden kitap ehlin­den kimseler vardı. Habeşistan'a hicret edenlerin çoğunun Kureyş ailelerinden olup, ba­zılarının Kureyş'in ileri gelenlerinin çocukları veya akrabaları olduğunu ifade eden ri­vayetler, liderlerin baskı ve işkencelerinin birinci derecede daha ağır bir şekilde kendi çocuk ve akrabalarına, Kureyş ailelerinin çocuklarına yöneldiğini göstermektedir. Bu, onların inançlarının ilk etapta bu ailelerin çocuklarına da sirayet etme korkusundan kay­naklanmaktaydı. Bu da Mekke dönemi Sûret-i Nebi'deki gerçekleri açık bir şekilde orta­ya koymaktadır.

Bazı müsteşrikler (oryantalistler) muhacirlerin sabır ve tahammüllerini kötüleme ça­bası içine girmişler ve onların Peygamber'i yalnız bırakmak pahasına, sırf kendilerini kurtarmak arzusuyla hicret ettiklerini iddia etmişlerdir. Bu, kötü niyetten ve Peygam-ber'in yaşadığı çevre ve şartları bilmemezlikten kaynaklanan bir karalamadır.

Hicret eden kimseler iki seçenek arasındaydilar: Ya sinir sistemlerinin tahammül edemeyeceği şiddette işkenceye maruz kalıp sonunda dinlerinden dönmek; ya da sabre­dip; sabır sonunda hayatlarım feda etmek durumundaydı!ar. Rivayetlerin naklettiği üze­re bazı iman edenlerde bu iki seçenek de vuku bulmuştur. Burûc sûresinde, sonra da Nahl sûresinin bazı ayetlerinde -açıklaması ileride gelecek- buna işaret edilmiştir. Ölün­ceye kadar sabretmekte müslümanlann bir menfaati bulunmamaktadır. İşkence sonu­cunda sinirlerin zdelenmesi durumu da mevcuttur. Buna göre iki seçeneği de tercih et­mekten sakınmakta kötülenecek bir durum yoktur; aksine böyle bir tavırda muhacirlerin dinlerine ne kadar çok bağlı olduklarına, bu uğurda vatanlarını ve mallarını -ki İçlerinde zenginler vardı- içtenlikle feda etmelerine delil bulunmaktadır ve bu övülüp gıpta edil­mesi gereken bir durumdur. Hicret, Peygamber'in izni ve Kur'an'in işaretiyle olmuştur. Zaten ayetlerin üslubu da onların yaptıklarının gerçekten övgüye layık olduğunu göster­mektedir. Bu belirleyici bir hükümdür; çünkü o; Allah'ın Peygamberine tebliğ ettiği vahyidir.

Ne tuhaftır ki kötüle) enler; ilk insan nesillerinden günümüze ve daha Allah'ın takdir edeceği vakte kadar her ortam ve mekanda sürekli tekerrür eden vakıa gerçeğini kötüle­mek, saptırmak suretiyle nefislerinin kinini bastırmak için bilmemezlikten, görmemez-likten gelmektedirler. [37]

 

43-  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkek­lerden başkasını elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zi­kir ehline[38] sorun.

44-  (Onları) Apaçık deliller[39] ve kitaplarla'[40] (gönderdik). Sana da zikrİ[41] (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Hususlar:

 

1- Allah (c) Peygamber'den önce de insanlara sadece onun gibi erkekleri peygamber olarak göndermiş, onlara kitaplar, apaçık delil ve mu'cizeier vermiş, onlar vasıtasıyla insanlara hak yolu açıklamıştır. İşte Önceki peygamberler gibi Peygamber'i de insan ola­rak göndermiş, onlar gibi ona da insanlara doğru yolu açıklayıp ona davet etmesi için kitap indirmiştir ki, belki bu suretle düşünüp hidayete ererler.

2- Dinleyenlere kesin ve meydan okuyan bir ifadeyle hitap olunmuş, onlardan eğer gerçeği anlamıyor ve biliniyorlarsa İlim ve kitap ehline sormaları istenmiştir.

Her iki ayet de Peygamber'in mesajının ve Kur'an'in hak olduğunu, Allah'ın genel kanununa uygun olarak te'yid etmekte ve hicret ile ilgili ayetlerde olduğu gibi, kafirle­rin Peygamber'in mesajı karşısında takındıkları tavırları ele alan konular çerçevesinde bulunmaktadır. Ayetler güçlü bir üslûpla gelmiş olup, meydan okuyup muhataplarını a-ciz bırakmakta ve onların daha önce peygamberlerin insanlardan gönderilmesi ve onlara kitapların indirilmesi konusunda cereyan eden Allah'ın kanununu bildiklerini haber ver­mektedir. İşte bu noktada ta'ciz ve bağlayıcılık ön plana çıkmaktadır. Birçok ayet kafir­lerin bunu bildiklerini kaydetmektedir. Örneğin Kasas sûresinin 47. ayeti: "Kendi elle­riyle yapakları (günahları) yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman: 'Ey Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de ayetlerine uyup mü'minlerden olsaydık' diyecek olmasa­lardı (seni göndennezdik). Fakat onlara katımızdan hak gelince: 'Musa'ya verilenin bir benzeri, bana da verilmeli değilmiydi?' dediler". Enbiya sûresinin 5. ayeti: "Hayır dediler. (Bunlar karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi uydurmuştur; hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir mucize getirsin". En'am sûresi­nin 156. ayeti de şöyledir: "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik demeyesiniz".  -

Bu ayetin üslubu ve içerisindeki meydan okuma, zikir ehlinin şahitliğinin destekle­yici mahiyette geleceğini te'yid anlamını taşımakta ve aynı zamanda kitap ehlinin Arap­lar arasındaki itibarını açıkça ortaya koymaktadır. Tefsiri daha önce geçen İsra, En'am ve Furkan sûrelerinin birçok ayetinde bu hususa değinilmiştir.

"... Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıkiaya-sm..."

Bu cümle Peygamber'e indirilen Kur'an'ın sadece insanlara tebliğ edilmesini kas-detmemekte, aynı zamanda Kur'an'ın ihtiyaç duyduğu durumlarda izahının, yorumlan­masının ve açıklanmasının gereğini ifade etmektedir. Bu, Allah'ın bu konuda elçisinin yeteneğini bildiğine dair Rabbani bir duyurudur. Zaten mesajım tebliğ için onu seçmesi­nin sebebi de budur. Bu konuda ondan nakledildiği sabit olan her şeye tâbi olmak, Kur'an'da olduğu gibi vaciptir. Şu ayet bu mânâyı apaçık desteklemektedir: "... Pey­gamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının..." (Haşr; 7). Bu mânâyı te'yid eden başka birçok ayet daha vardır. Nisa sûresinin 13. ve 14. ayetleri gibi; "Bunlar Allah'ın sınırlandır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur". "Kim de Allah'a ve O'nun Elçisine karşı gelir, O'nun sınırlarını aşar­sa, Allah onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun için alçalöcı bir azâb vardır." "Ey İna­nanlar, Allah'a itaat edin, Resulüne ve sizden olan buyruk sahibine itaat edin. Eğer her­hangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resulüne götürün. Bu, daha İyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa, 59) "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi göndermedik." (Nisa, 80).

Nisa sûresinin 59. ayetindeki: "... Onu Allah'a ve Resulüne götürün.." cümlesi bu konuda çok önemlidir. Müslümanların görevi, ihtilaf ettikleri herhangi bir konuda Kur'an'a müracaat etmeleri; onda açık, kesin çözüm sunan bir nas bulamadıkları takdir­de, hayattayken Peygamber'in bizzat kendisine, vefatından sonra ise doğruluğu sabit, sözlü ve fiili sünnetine müracaat etmeleridir.

Bu münasebetle fakihlerin ve muhaddislerin çoğunluğunun ittifakla kabul ettikleri önemli bir konuya temas etmemiz yerinde olur. Sözlü olsun, fiili olsun Peygamberi-miz'in sahih sünneti Kur'an'ın kesinlik ifade eden açık hükümleriyle çatışmaz, çizdiği sınırların, prensiplerin, umumi telkin ve görüşlerin dışına çıkmaz. Sünnet'iıı Kur'an'ı izah eden, yorumlayan, açıklayan, tahsis eden mahiyeti olması yanısıra, Kur'an'ın susup hakkında hüküm beyan etmediği konularda yasamayı düzenleyen Özelliği de bulun­maktadır. Zaten "... İmanlara kendileri için indirileni açıklayasın..." ifadesinden mak­sadın da bu olduğu anlaşılmaktadır, "Allah daha iyi bilir." Fakihlerle muhaddisler ara­sında Peygamber'in sözlü ve fiili sünneti hakkında vuku bulan ihtilaflar yukarıda belirti­len konularda değildir. Sözkonusu ihtilaf, hadislerin dereceleri, metinleri, râvileri, teva­tür olup olmadıkları, nakilleri, Peygamber'e dayandırılmaları, münkatı (senedinin ko­puk) olup olmadıkları, sözlü olsun, fiili olsun kesinlik, vücup veya müstehaplık ifade edip etmedikleri hakkında nakledilen konularda vuku bulmuştur.

Bu münasebetle başka önemli bir hususa da dikkat çekmemiz yerinde olur. Peygam­ber, Allah'ın vahyi olan Kur'an'a karışmaması için, kendisinden Kur'an'dan başka bir şeyin yazılmasını ilk dönemlerde yasaklıyordu. Bu sebeple hayatında sözlü ve fiili sün­netinden ancak çok azı tedvin edildi. Sahabenin gençlerinden olan Abdullah b. Amr b. Âs'ın bazı hadisleri "sâdıka" veya "musaddika"' diye bilinen bir dosya veya defterde topladığı nakledilmektedir. Fetihler gerçekleştirildikten sonra çeşitli ülkelere sahabele­rin dağılması, Arap olanlardan ve olmayanlardan birçok nesillerin İslam'a girmesiyle Peygamber'in sünnetinin bilinmesine ihtiyaç doğdu ve hadisler ilk önce hicri birinci asırda dar bîr alanda tedvin edilmeye başlandı. Sonra ikinci ve üçüncü asırlarda tedvin alanı genişledi. Hatta o derece ki hadisler önceleri yüzler, binlerle ifade edilirken; yüz-binlerle ifade edilmeye başlandı. İlk üç asırda müslümanlar arasında çeşitli ayrılık ve ih­tilaflar doğmuştu. Bunun sonucunda da bu kadar çok hadis ortaya çıktı ve birçoğunun hafızalarda korunup sözlü olarak nakledilmesinden dolayı zayıf olan, sahih olanla karış­tı. Bu esnada bazı zındık ve taşıtların Rasulullah ve ashabı üzerine birçok hadisler uy­durdukları tespit edilmiştir. Ancak Allah (c) dinini koruması için ilk üç asırda birçok dü­rüst, ihlaslı insanlar çıkardı. Bunlar Sünnet ve hadisleri inceleyip ayıklamak ve tasnif et­mek İçin yoğun - çalışmaya girdiler ve sonunda sened yönünden, metin yönünden sa­hih ve doğru olan çok sayıda hadis ortaya çıkarmaya muvaffak oldular. Bu hadislerde Kıır'an ve nübüvvet nuru açıkça gözüküyordu. Kur'an'm sınırları, prensipleri ve hü­kümleriyle de çatişmayıp uyum içerisinde olanlar belirlenmeye çalışılıyordu. Bu çaba neticesinde Allah'a hamdolsun, "Peygamber'in sözlü ve fiili sünneti sağlam bir şekilde ulaşmadığından ondan istifade etmek mümkün değildir" iddiası karşılıksız kaldı. Sözlü olsun, fiili olsun birçok peygamber hadis ve sünnetinin sahih olarak sabit olmasından sonra bu tarzda konuşmaya devam eden kimse ya cahil ya da maksatlı davranmaktadır. Ve bu tavrıyla da İslam şeriatının önemli kaynaklarından birini yok etmeye çalışmakta­dır; gerek ibadetler gerekse muamelat-ınedeni konularda olsun Kur'an'ın hüküm beyan etmeyip sustuğu veya geniş açıklamasını yapmadığı durumlarda sünnetin beyanına baş­vurulmuş ve hüküm oradan öğrenilin iştir.

Ancak söylenebilecek husus şu olabilir. Peygamber sünnetini alırken ağırbaşlılıkla, teenniyle hareket etmeli, anlamını çok iyi kavramaya çalışmalı, senet ve metin yönünden çok iyi inceleyip genel olarak Kur'an ile uygunluğuna, çatışmamasına özen göste­rilmelidir. Sahih olarak sabit olan bazı hadisler normalde insan aklının idrak edemeye­ceği dünya ve ahiret konularında, önceki ümmet ve peygamberler hakkında, Kıyamete yakın vuku bulacak anlatımlar içerebilir. Bu tür kıssalar yüce Kur'an'da da bulunmakta­dır. Bu durumda müslümanm görevi, Kur'an'da yaptığı gibi, anlayamadığı hususu Al­lah'a havale etmektir. Yoksa rastgele, ölçüsüzce inkar etmesi caiz olmaz[42].

 

45-  Kötülük tuzakları kuranlar, Allah'ın kendilerini yere geçirmeyeceğinden, yahut hiç ummadıkları bir yerden kendilerine azabın gelmeyeceğinden emin midirler?

46- Yahut dönüp dolaşırlarken'[43] onun kendilerini yakala­mayacağından (emin midirler?) Onlar (Allah'ı) aciz bıraka­cak değillerdir.

47- Veya onları bir korku[44] üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler?) Doğrusu Rabbin çok şefkatli, pek merha­metlidir.

 

Allah'ın (C) Uyarısına Muhatap Olanların Durumu

 

1- Ayetlerde kınama ve uyarma anlamını içeren bir sorgulama yer almaktadır. Kötü­lük tuzakları kuranlar, Peygamber'e karşı inkar etme, tuzak kurma, aldatma tarzlarında tavır takınanlar Allah'ın ceza ve gazabından emniyette mi oldular? Halbuki Allah onları yerin dibine batırmaya veya bilmedikleri bir yerden üzerlerine ansızın bir felaket indir­meye; yahut korku, helak, azap, yolculuklarında zarara uğramalarına neden olacak, mal­ları ve canlanın yavaş yavaş eksiltip yok edecek bela sebeplerini başlarına musallat et­meye kadirdir.

2- Allah bütün bunlardan herhangi birisini hemen acele olarak yapmamışsa bu, hik­metinin ve sahip olduğu Rahmet ve Ra'fet (acıma, şefkatle davranma) sıfatlarının bir gereği olarak düşünmeleri, tefekkür etmeleri için onlara verdiği zamandan dolayıdır.

Ayetler öncekilerle bağlantılı olup, genel olarak üslûp ve konusuyla da uyum içeri­sindedir. Kafirlerin kalplerinde korku uyandırmayı amaçlamış ve onlara tekrar Allah'a dönmeleri fırsatını bahsetmiştir.

Üçüncü ayetin son bölümünde yer alan husus, bu sûreden önce geçen Kehf süresin­deki 58. ayette daha açık bir şekilde vurgulanmıştır: "Ama çok bağışlayan, esirgeyen Rabb'in, eğer onları yaptıklarıyla hemen cezalandıracak olsaydı, onlann azabım çabuk-laştınrdı. Fakat onlar için va'dedilen bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak biryer bulamayacaklardır". Aynı şekilde Fatır sûresinin 25. ayetinde şöyle denilmektedir: "Eğer Allah yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Va­kitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir".

Az sonra gelecek olan Nahl sûresinin başka bir ayetinde de aynı hususa değinilmiştir.

Nitekim Allah'ın uyarısına muhatap olan İnkar eden kimselerin çoğu iman etmiş ve böylece Allah'ın onlara mühlet vermesindeki hikmet ile Kur'an'm mucizesi ortaya çık­mış ve onlann uyarılmasının ve kınanmasının sadece kendilerinin maslahatı ve hidayet­leri maksadıyla yapıldığı anlaşılmış oldu. [45]

 

48- Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mî? O’nun gölgeleri küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa-sola döner'[46].

49- Göklerde ve yerde bulunan canlıların, meleklerin hep­si Allah'a secde ederler, onlar asla büyüklük taslamazlar.

50-  Onlar, üstlerindeki [47]Rablerİnden korkarlar ve kendi­lerine ne emrolunursa onu yaparlar.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Ayetlerde kınamayı içeren bir sorgulama vardır. Dikkatler Allah'ın evrende yarattığı varlıklara ve onların da Allah'a boyun eğmesine çekilmektedir. Allah'ın yarattığı, göl­gesi sağdan sola, soldan da sağa dönen herşey O'na boyun eğip itaat etmekte ve O'nun emrinden, kanunundan hiçbir surette çıkmamaktadır. Aynı şekilde göklerde ve yeryü­zünde bulunan her canlı ve melek de O'na boyun eğip itaat etmekte, O'ndan korkup çe­kinmekte ve büyüklenmeden, tereddüt etmeden tüm emirlerini yerine getirmeye koş­maktadır.

Ayetler nazım ve konu bakımından önceki üslubu devam ettirmektedir. Hitap, üs­lûpta sözkonusu edilen kafirlere yönelmiştir. Kainatta Allah'ın yarattığı tüm varlıklar­dan ayrılarak aykırı hareket ettiklerinden dolayı kınanmışlardır. Ayette meleklerin de zikredilmesinin sebebi herhalde kafirlerin onları kendilerine dost ve ortak kabul etmele­rinden olsa gerektir. Burada zikredilmek suretiyle onların da Allah'ın diğer varlıkların­dan O'na boyun eğmede, secde etmede ve emirlerim yerine getirmede ayrılmayacakları açıklanmış olmaktadır. Böylece uyarı ve tehdit daha şiddetli ve güçlü olmaktadır. [48]

 

51- Allah buyurdu ki: "İki ilah edinmeyin: O ancak tek bir ilahtır. Öyleyse yalnız benden korkun".

52-  Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. Din de yalnız[49] O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı kor­kuyorsunuz?

53- Size ulaşan her nimet Allah'tandır. Sonra size bir sıkın­tı dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız[50].

54- Sonra, sizden o sıkıntıyı kaldırdığı zaman içinizden bir grup, hemen Rablerine ortak koşarlar.

55- Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için. Öyleyse eğlenin, yakında bileceksiniz.

 

Müşriklerin, Allah'la Birlikte, O'na Aracı Kıldıkları Ortakları

 

Ayetlerdeki hitap, muhataplarına olduğu gibi işitenlere de yöneliktir. İlk üç ayet Al­lah'ın iki ilah edinmeyi, yani kendisiyle birlikte başka bir ilah daha edinilmesini yasak­ladığım ilan etmekte ve ilahın tek olup, O'nun da zâtı olduğunu açıklayarak, sadece kendisinden korkulmasını emretmektedir. Göklerin ve yeryüzünün hakimiyeti O'nun­dur, ibadet ve itaatte sadece O'nun için olmalıdır. Buna göre O'ndan başkasından sakın­mak nasıl doğru olabilir?! İnsanlara, istifade edip kullandıkları her türlü nimetleri o bah­setmiştir. O, insanlardı kendilerine bir zarar dokunup sıkıntıya düştüklerinde dua için, yardım istemek için seslerini sadece kendisine yönelttikleri zâttır. Dördüncü ayet bazı muhatapların durumunu anlatmaktadır ki, onlar kendilerine bir zarar dokunduğunda yar­dım isteyen, yakarışlarını sadece kendisine yaptıkları Allah, onların dualarını kabul edip sıkıntılarım giderdikten soma tekrar O'na ortak koşmaktan çekinmemekte, haya duyma­maktadırlar. Beşinci ayet ise bu tür inkarcı uyarmakta, onlara meydan okumaktadır. On­ların bu yaptıkları Allah'ın nimetine ve üzerlerine olan lütfüna karşı apaçık bir nankörlüktür. Bu nimetlerle biraz sefa sürsünler, çok yalanda bu küfrün ve inkarın akibetini göreceklerdir.

Ayetler öncekilerle üslûp ve konu bakımından irtibatlıdır. Ayetlerde müşriklerin inancı ve tenakuza düşmeleri şiddetle kınanmaktadır. Onlar, Allah'ın en yüce koruyucu ve en büyük yaratıcı olduğunu kabul ediyorlar, kendilerine bir zarar dokunduğunda, tehlikelerle her tarafları kuşatıldığında O'na sığınıp O'ndan yardım istiyorlar, sonra da onlardan zarar kaldırılıp tehlike uzaklaştırıldığında, tekrar şirklerine dönmekten utanıp çekinin i yorlardı. Bu mânâ, daha önce geçen birçok ayette tekrarlanmıştır. Ta'ciz etme ve kınama gücü birinci derecede bu yönden gelmektedir. Ayetlerde müşriklerin Allah ile birlikte, yönelme ve yakarışta O'na ortak kıldıkları başka varlıkları O'nun katında aracı ve şefaatçi olmaları için ortak koştukları açıklaması yer almaktadır. Bu açıklama, daha önce geçen birçok ayette de tekrarlanmıştır. [51]

 

56-  Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, hiçbir şey bilmeyenlere pay ayırıyorlar. Andolsun ki, Allah'a karşı düzmekte olduklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekile­ceksiniz.

57-  Onlar, kızların Allah'a ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâşâ! Allah bundan münezzehtir. Beğendikleri de (erkek çocuklar) kendilerinin oluyor.

58-  Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir.

59-  Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kav­minden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun[52], yoksa toprağa mı gömsün? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür!.

60-  Ahirete inanmayanların durumu kötüdür; en yüce ör­nekler ise Allah'a aittir. O güç sahibi olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

61-  Eğer Allah, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla ceza-landırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları, takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği za­man da ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Ayetlerde müşriklerin bazı inanç ve ibadetleri kınama, aşağılama ve uyarma şeklin­de güçlü, etkileyici bir üsiûpla anlatılmaktadır:

1-  Onlar Allah'ın kendilerine nzık olarak bahşettiklerinden bir kısmını bilgisizce, delile dayanmaksızın Allah'a ortak koştukları varlıklara tahsis etmektedirler.

2-  Kız edinmenin Allah'a ait olduğunu söylerken, kendileri onları İstememekte ve daha üstün gördükleri erkek çocuklarını kendilerine arzu etmektedirler. Diğer taraftan da içlerinden birisi kız çocuğu ile müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir, göğsü öfke­den daralır, insanlardan utanarak kaçar ve doğan kız çocuğuna ne yapacağını düşünme­ye başlar; toprağa gömüp ondan bu şekilde kurtulsun mu, yoksa onu aşağılık ve alçaklık duygusu İçerisinde yanında mı alıkoysun?

3- Çok yakında Allah, onlara hakkında yaptıkları iftiraları sorup hesaba çekecektir. Onların sahip oldukları inançlar, bağlandıkları gelenekler ne kadar kötüdür.

4- Onlar bu konuda Allah için çok kötü örnekler vermektedirler. Gerçekte kötü ör­nekler ahirete inanmayanlara aittir; güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah ise her konuda yüce örneklere sahiptir.

5- Şayet Allah'ın hikmeti suçluların, zalimlerin cezasını ilminde belirlenmiş bir vak­te kadar tehir etmeyi gerektirmeyip, insanları kendilerinden sadır olan günah ve suçları­na karşı hemen cezaîandırsaydı; onların hepsini yok ederdi, yeryüzünde dolaşan bir varlık kalmazdı. Fakat insanlar çok yakında belirlenen vakit geldiğinde O'na dönecekler­dir. Hiçbir kimse bu vakti ne geciktirebilecek, ne de biraz öne almaya güç yetirebilecek-tir.

Ayetler üslûp ve konu ile uyum İçerisinde bağlantılıdır. Birinci ayet müşriklerin ge­leneklerinden olan, sahip oldukları bazı hayvanlarım ve ürünlerini ortak koştukları var­lıklara tahsis etmelerine işaret etmektedir. Bu konu hakkında yaptığımız geniş yorum ve açıklama En'am sûresinde geçmiştir, burada tekrar etmeye lüzum yoktur. İkinci ve üçüncü ayetin kaydettiği, Arapların kız çocukların doğumlarına yönelik düşünceleri da­ha Önce açıklamaları yapılan Zuhruf ve Saffât sûrelerinde geçmişti; konu hakkında ye­terli yorumu oralarda yaptığımızdan, burada tekrar etmeye gerek yoktur.

"Eğer Allah, insanları, yaptıkları (her) haksızlıkla cezalandır saydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı" ayetini müfessirler yorumlarken şöyle söylemişlerdir: Bu cümle zali­min suç ve günahının cezasının sadece kendisine değil, aynı zamanda hemcinslerine ve diğerlerine de isabet edeceği açıklamasını içermektedir. Bu hususla ilgili Ebu Hürey-re'den bir rivayet naklettiler. Ebu Hüreyre bir adamın: "Zalim kimse, yaptığı ile sadece kendisine zarar verir" dediğini işittiğinde, hemen ona döndü ve şöyle dedi: "Evet ger­çekten toy kuşu bile -tavuğa benzer bir tür kuş- zalimin zulmüyle yuvasmdayken Ölür".

Bunda Enfal sûresinin 25. ayeti ile beraber mütalaa edildiğinde doğruluk payı var­dır: "Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere isabet etmekle kalmaz (hepinize isabet eder)".

Bununla beraber biz, ifadenin bilerek ve düşünerek zulmedip doğru yoldan çıkan İn­sanlarla birlikte, yeryüzündeki bütün canlıların helak edilmesini kastetmekten daha çok, zulmün ve zalimin günahının büyüklüğünü açıklayıcı bir üslûpta geldiğini görmekteyiz.[53]

 

62- Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a veri­yorlar, dilleri de yalan olarak en güzel olanın kendilerinin olduğunu söylemektedir. Şüphesiz onlar için sadece ateş vardır ve onlar (ateşe) sürüleceklerdir'[54].

63- Allah'a andolsun ki, senden önceki ümmetlere de (el­çiler) gönderdik, faka! Şeytan onlara yapıp ettikleri işlerini süslü gösterdi de (İman etmediler). O bugün de onların doslu oldu ve onlar için acı bir azab vardır.

64-  Bİz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi on­lara açıklaman için ve İman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

1- Birinci ayetin ilk bölümünde müşriklerin "Allah, onların hoşlanmadığı türden ço­cuklar edindi" şeklindeki İnançları bir kere daha kınanarak anlatılmaktadır.

2-  İkinci bölümünde ise, en güzel akibetin onların olacağına dair inançları -bunda yalancı da olsalar- kınanarak aktan (maktadır.

3- Ayetin geri kalan bölümünde İse, kesin ve uyarıcı bir üslûpla, onlara çok yakında içine atılıp bırakılacakları ateşin varlığı açıklanmaktadır.

4-  İkinci ayet de yeminle söze başlayarak hitabı Peygamber (s)'e yöneltmiş, ondan önce de geçmiş ümmetlere Peygamberler gönderdiğini fakat bu ümmetlere de yapmakta oldukları bâtıl işleri şeytanın süslü gösterdiğini ve onların dostu olduğunu açıklamıştır. Bugün de o Şeytan yine inkar eden müşriklerin dostudur, onlardan önceki benzerlerinin hakkında Allah'ın şiddetli azabı gerçekleştiği gibi, bunlar hakkında da gerçekleşmiştir.

5- Üçüncü ayet Peygamber'i teskin etmekte ve ona iman edenleri de övmektedir. Al­lah ona bu kitabı sadece insanlara ihtilaf ettikleri konularda hak ile bâtılı açıklaması, ni­yeti güzel olana, hak ve imana ulaşma arzusunda sadık olana hidayet ve rahmet olması için indirmiştir.

Ayetler öncekiler gibi geçmiş konu ve üslubun devamı mahiyetindedir. Bu ayetlerde yer alan bazı hususlar Önceki yerlerde ve sûrelerde geçmişti; biz de oralarda, burada tek­rar ve ziyadeye gerek duyulmayacak tarzda açıklamalarda bulunmuştuk.[55]

 

Müşriklerin "... En Güzel Olanın Kendilerinin Olduğu" Sözleri Hakkında

 

Birinci ayetin ikinci bölümündeki "en güzel" ifadesi müşriklerin kendileri hakkında söyledikleri bir sözdür. İçinde bulundukları Peygamber ve tâbilerinden daha güzel ve üstün durumlarından dolayı övünerek bunu söylüyorlar ve bunun Allah tarafından ken­dilerine özel bahsedildiğini zannediyorlardı. Tabiatiyle bu düşünce onların liderlerinden sâdır oluyordu, zaten çoğunlukla tartışma ve münakaşa da onlarla Peygamber arasında cereyan etmekteydi. Onların bu düşüncelerinin anlatımı, daha önce diğer sûrelerde de geçmişti.

Bu yaklaşıma ilave olarak müfessirler şöyle bir yaklaşımda daha bulunmuşlardır[56]: Övünerek, meydan okuyarak ileri sürdükleri bu düşüncelerinin diğer bir kaynağı da, şa­yet ahirette yeniden diriltilme gerçekleşirse, dünyada olduğu gibi orada da Allah katın­da en güzel akıbet onların olacaktır zannıdır. Bu da yerinde bir yorumdur; tefsiri yapılan birçok ayetlerde bu düşünce ve beklenti onlardan nakledilmiştir. Bütün bunlar inkarcı müşrik liderlerinin ne kadar İnatçı olduklarını, Kur'an uyanlarını işittikleri her münase­bette halleriyle Övünerek, meydan okuyarak mukabelede bulunduklarını ve içinde bu­lundukları, Allah'ın onlara bahşettiği geçici üstünlüklerine bakarak tavırlarında ne ka­dar ısrar ettiklerini göstermektedir.

Sözkonusu tutumun belli bir zamana has olmasıyla birlikte, Kuı'an'm bu kınamasın­da, insanların içinde bulundukları güzel ve üstün hale bakarak, bunun Allah tarafından kendilerine özel olarak verildiği zannıyla gurura kapılmaları sürekli olarak kötülenmiş ve bilhassa bir de buna Allah'a ve insanlara karşı olan görevlerini unutmaları eklendi­ğinde durumun vehametine dikkat çekilmiştir.[57]

 

65- Allah gökten su indirdi Ölümünden sonra yeri onunla  diriltti; İşİtebilen bir topluluk İçin bunda gerçekten bir ibret vardır.

66- Hayvanlarda da sizin İçin ibret vardır. Size, onların ka-rınlarındaki fışkı'[58] ile kan arasından (gelen), içenlerin bo­ğazlarından kolaylıkla[59] geçen halis bir süt içiriyoruz.

67-  Hurma ağaçlarının meyvalarından ve üzümlerden sar-hoşluk[60] verici içki ve güzel bir rızık[61] elde edersiniz. Şüp­hesiz bunda, aklını kullanan bir topluluk için ibret vardır.

68-  Rabbin bal arısına şöyle vahyerti[62] "Dağlardan, ağaç­lardan ve kurdukları çardaklardan'[63] evler edin."

69- Sonra meyvalarm her türünden ye ve Rabbi'nİn yolla­rında boyun eğerek[64]' yürü"! Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, ondan insanlar İçin şifa vardır. El­bette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Ayetlerde Allah'ın bazı mucize ve nimetlerine dikkat çekilmektedir:

1- Allah suyu gökten yeryüzüne indirir ve ölüp kuruduktan sonra oradan hayat fış­kırtır.

2- İnsanlara, hayvanların dışkı ve kanlan arasından içecek olarak tadı lezzetli süt çı­kartır.

3- Onlar için hurma ağacının meyvelerinden ve üzümlerden güzel, faydalı gıdalar ve içecekler olur.

4- Allah anyı hayrete düşürecek bir kanun üzerine yaratmıştır. O'nun ilhanlıyla dağ­larda, ağaçlarda, çardaklarda ve tavanlarda hücrelerini, peteklerini yapar, sonra oradan her yöne bütün meyvelerden gıdasını almak için çıkar ve oraya karnından çeşitli renk­lerde, içinde insanlaı a şifa ve fayda olan içecekler çıkarmak için geri döner.

Bütün bunlarda Allah'ın gücüne, büyüklüğüne, kâinatta koyduğu kanunların mü­kemmelliğine apaçık deliller vardır. Bunlar akh açık, kulağı güzel duyan, kalbini testim edip düşünen, akleden kimseler içindir.

Ayetler öncekilerle irtibat içindedir. Birinci ayette Allah'a ortak koşup, Peygambe­ri'ne (s) indirdiği apaçık ayetleri dinlemekten uzak durduklarından, kafirler teşhir edil­mektedir. Bu surette dikkatler Allah'ın mükemmel olarak yarattığı evrenin kanunlarında bulunan apaçık ayetlere-mucizelere çekilmekte, bunlardaki insanların faydasına olan şeyler, Allah'ın onlara bahşettiği nimetler gösterilmekte ve sadece O'nun ibadete, itaate layık olduğu kat'î delillerle sunulmaktadır. Bunları ancak niyeti güzel, hak ve hidayete rağbeti, arzusu düıüst olan kimse anlayabilir; bu değerleri yitiren de bunlara karşı -yüklenir. Ayetler insanları akıllarını kullanmaya, ayetleri ve mucizeleri üzerinde düşün­meye teşvik etmekte; bunun neticesinde Allah'a ve Resulüne inananları da Övmektedir. Geçen ayetlerin son bölümünde yer alan hususlar bunlardır.[65]

 

Sarhoşluk Veren Şeylerden İçecek Elde Etmek

 

Bu cümle Taberi tefsirinde ve diğerlerinde uzun bir inceleme konusu olmuştur. Bu­nunla ilgili Resulullah'in sahabelerinden olan İbn Abbas ve diğerlerinden, tabiilerden çeşitli görüşler nakledilmiştir. Özet olarak: Bazıları, Rabbani ihsanın hurma ve üzüm meyvalarindan çıkartılan içeceğin mutlak olarak helal olduğunu ifade ettiğini söylemiş­tir. Bazıları da, "Seker" (Sarhoşluk) anlamındaki kelimeden sarhoşluk veren hamrın-şa-rabın kapsamına girmektedir. Kur'an'ın bu cümlesinden maksat, sözkonusu meyvalar-dan çıkartılan şıradır; bu da sarhoşluk vermektedir. Sarhoşluk veren şuanın kapsamına girdiği hamr'm-şarabıiı haram kılınması medeni-sosyal bir kanundur. Haram kılınma­dan önce mubah olup müsliimanlar da, başkaları da kullanmaktaydı. Burada bu şekilde anlatımında vakıayla herhangi bir çatışma sözkonusu değildir. Özellikle de şarabın ha­ram kılınmasından önce, onda Peygamber'in çevresinde yaşayan insanlar için bazı eke-nomik faydaların olduğunun Kur'an'da açıklandığını gördüğümüzde bu açıkça anlaşılır. Bakara sûresinin 219. ayetinde görüldüğü gibi: "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: "O ikisinde büyük günah ve insanlara bazı yararlar vardır. Fakat onların günahla-n, yararından büyüktür..." Bu ayet Nisa sûresinde sarhoş haldeyken namaza yaklaşılma­sını yasaklayan ayetten Önce inmiştir. Nisa süresindeki 43. ayet: "Ey inananlar, sarhoş­ken namaza yaklaşmayın ki; ne dediğinizi bilesiniz". Bu ayet de şarabı kesin olarak ya­saklayan şu ayetlerden önce inmiştir: "Ey inananlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans ok­ları Şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoy­mak istiyor. Altık (bunlardan) vazgeçecek misiniz?1' (Maide, 90-91)

Bu ayetler; şarabın önceden müslümanlar tarafından da içecek ve ticaret malı olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Son görüş doğruya daha yakındır. Çünkü Nahl sûre­sinin sözkonusu ayetine dayanarak, sarhoşluk veren şırayı mubah görmek doğru değil­dir.

Sonuç olarak şu söylenebil^: Hurma ve üzüm meyvalanndan eide edilen sarhoşluk vermeyen içecekler 'nebîz-şıra'diye isimlendirilse de mubahtır. Çünkü Nebîz sözlükte; suyun İçine hurma ve üzüm meyvalarını koymak suretiyle elde edilen içecektir. Pey­gamber bu tür içeceği içiyordu. Nitekim bu Müslim, Ebu Davud ve Nesâi'nin İbn Ab-bas'tan naklettikleri bir hadisten anlaşılmaktadır. Bu hadiste yer aldığına göre, İbn Ab-bas Resulullah için suyun içine akşamdan kuru üzüm koyuyordu. O da onu ertesi gün, sonraki gün ve üçüncü günün akşamına kadar içiyordu; sonra da onun hemen dağıtılma­sını veya dökülmesini emrediyordu[66]. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Aişe valide­mizden naklettiği bir hadis de şu şekilde gelmiştir: "Biz Peygamber'e nebiz yapmak için ağzı bağlanan bir kabın içine (hurma veya üzüm) koyuyorduk; onu sabah koyuyorduk akşam içiyordu, akşam koyuyorduk sabah içiyordu[67]"

 

Balın Şifa Olması

 

"... Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için şifa vardır...". Mücahid'den nakledildiğine göre, "Onda İnsanlar için şifa vardır" cümle­sinden "Kur'an" kastedilmektedir. Fakat cumhura göre kastedilen, baldır. İbn Kesir Mü-cahid'in bu sözü hakkındaki yorumunda şöyle demiştir: Bu söz haddizatında doğrudur. Zira İsra sûresinde geçen bir ayette şöyle buyurulmuştur: "Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz..." Ancak ayetin açık üslubundan, kastolunanın bal olduğu anlaşılmaktadır.

Balın bir ilaç olarak faydası, birçok Peygamber hadisinde nakledilmiştir. Bunlardan bazıları: Buhari ve Müslim'in Ebu Saîd el-Hudri'den naklettiği bir hadiste: "Bir adam Resulullah'a gelerek şöyle dedi: 'Kardeşim ishal oldu', Peygamber şöyle buyurdu: 'Ona bal içir', o da gidip, ona bal içirdi, sonra gelip: 'Ey Allah'ın Resulü ona bal içildim fa­kat ishali daha da arttı' dedi. Peygamber tekrar 'git ona bai içir' buyurdu. Gitti ona bal  içirdi ve sonra yine gelerek: 'Onun ishalini daha da arttırdı' dedi. Bunun üzerine Resu-lullah şöyle buyurdu: 'Allah doğru söyledi, kardeşinin karnı ise yalan söylemektedir; git ona bal içir'. Gitti ona bal içirdi, hemen iyileşti"[68].

Ebu Hureyre'den nakledilen bir hadiste Allah'ın Resulü (s) şöyle buyurdu; "Kim her ayda üç sabah bal yalarsa (yerse) ona büyük bir bela-dert isabet etmez."[69] Cabir'den nakledilen bir hadiste de Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Sizin ilaçlarınızdan herhan­gi birinde fayda varsa şunlardır: Hacamat yaptırmakta veya bal içmekte, yahut hastalığa denk gelen ateşle yakmak; fakat ben ateşle dağlamaktan hoşlanmıyorum."[70]

Nebevi tıb'da, birçok ağır hastalıklarda balın büyük faydalan olduğu tespit edilmiş­tir. Bu da Kur'an'ı ve Peygamber hadislerini doğrulamaktadır.[71]

 

70- Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucu­na (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz Allah bilendir, her şeye gücü yetendir.

71- Allah rızıkla kiminizi kiminizden üstün kıldı. (Rızıkça) üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızık-larını verip de hepsi rızıkta eşit olmuyorlar. Allah'ın nime­tini mi inkar ediyorlar.

72-  Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı vt; eşleri­nizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel -zıklarla besledi. Böyle iken onlar bâtıla inanıp Allah'ın ni­metine nankörlük mü ediyorlar?

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

Bu ayetlerde Allah'ın lütutlan hatırlatılmakta, kafirlerin inkarı da değişik bir üslûpla kınanmaktadır.

Birinci ayette insanları yaratanın, öldürenin ve ömürlerini takdir edenin Allah oldu­ğu hatırlatılmaktadır. Onların bir kısmı genç yaşta ölür, bir kısmı da ihtiyarlayıp zayıf hale düşer, sahip olduğu gücünü kaybeder, bildiklerini unutur. Allah bütün bu hallerden münezzehtir. O, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ibadet ve itaate tek başına layık olandır.

İkinci ayette ise, Allah'ın insanlara olan lütfü hatırlatılmakta ve müşrikler özellik­le kınanmaktadır. Allah rızıkta onların bazısını bazısından üstün kılmıştır. Onlar sa­hip oldukları nzıklannda kölelerinin kendilerine ortak olup onlarla eşit seviyede ol­masını kabul etmezlerken, nasıl oluyor da Allah'a, kullarının ortak olmasını caiz gö­rebiliyorlar. Bu tutumda Allah'ın nimetini inkar bulunmaktadır.

Üçüncü ayette ise, dinleyenlere, kendilerine nimet verenin Allah olduğu, onlara ken­di nefislerinden eşler yarattığı, eşlerinden de oğullar ve torunlar yaratıp temiz nimetlerle rızıklandırdığı hatırlatılmıştır. Bütün bunları unutup, nasıl oluyor da Allah'ın nimetini inkar ediyorlar.

Ayetler öncekilerle, açıkça görüldüğü gibi üslûp ve konu bakımından bağlantılıdır. Ayetlerde yer alan delil de oldukça güçlü ve net olup, dinleyenlerin içinde bulunup itiraf ettikleri durumlarını kendilerine hatırlatmakta, şirk koşan kafirleri de içine düştükleri te-nakuzdan-tezattan dolayı kınamaktadır. Zira onlar diriltip Öldürenin, rızık verenin, her şeyi gücü altında tutanın, her şeyi düzenleyip yayanın Allah olduğuna inanmakta, sonra da bunu bilmemezlikten gelip başkalarını O'na ortak koşmakta, bâtıla inanmakta ve Al­lah'ın üzerlerindeki çeşitli nimetlerini inkar etmektedirler.

"(Rızıkça) üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi nzıklanm verip de hepsi rızıkta eşit olmuyorlar" cümlesi hakkında inüfesshier şöyle dediler: Bunun yoru­mu, insanlara nzıklarının hiçbirini unutmaksızm taksim edenin Allah olduğudur. Rızıkta bazılarını bazısına üstün kıldığına göre, herkes kendi nzkıyla yaşamaktadır; hatta sey-y idlerin-efendilerin kölelerine verdikleri bile gerçekte ve haddizatında onlar tarafından verilmiş bir rızık değildir. Bu yorum esas itibarıyla isabetli ve doğrudur; ancak müfes-sirlerin çoğu bu cümleyi bizim yukarıda yaptığımız yoruma uygun olarak açıklamıştır. Bu yorum sözkonusu cümlenin de geçtiği ayette kaydedilen, Allah'ın nimetini inkar et­menin kınanması karinesi uyarınca daha isabetlidir.[72]

 

Rızıkta Üstünlüğün Esası

 

Bu ifade, sözkonusu farklılığın ebedi olduğu anlamına gelmediği gibi, bu üstün kıl­ma, bir sınıfa diğerleri dışlanarak verilmiş Rabbani bir imtiyaz anlamına da gelmemektedir; hatta insanlardan bir grubun, rızikta birtakım insanlara nazaran Allah tarafından kesin bir surette üstün kılındıkları anlamına da gelmemektedir. Bu ifade, sadece var olan bir gerçeğin açıklamasıdır; bunun delili de nzık genişliğinin bolluğunun ve darlığı­nın sürekli olarak yer değiştirmesidir. Genellikle bir zaman rızkı bol ve geniş olan bir kimsenin, başka bir gün nzkı dar olabilmektedir; buna mukabil de birgün rızkı dar ola­nın, başka bir gün ya kendisinin ya da neslinin rızkının genişlediği görülebilmektedir. Bu da insanların hallerinde, hayatın ve çalışmanın şartlarında Allah'ın koyduğu kanun­lardan kaynaklanmaktadır.[73]

 

73-  Allah'tan başka, göklerden ve yerden kendileri için hiçbir rızık veremeyecek ve bunu asla yapamayacak olan şeylere mi tapıyorlar?

74-  Artık Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın[74]; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

75-  Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile; kendisine güzel nzık verdiğimiz, o rızık-tan gizli ve açık harcayan kimseyi misâl olarak anlattı. Hiç bunlar bir olurlar mı? Hamel Allah'a mahsustur, fakat çok­ları bilmezler.

76- Allah, şu iki adamı da örnek verdi: Onlardan birisi dil­sizdir[75], hiçbirşey yapamaz, efendisinin üzerine bir yük­tür'[76], (efendisi) onu nereye gönderse bir hayır getirmez.

Şimdi bu (adam) doğru yolda giderek adaleti emreden kimse gibi olur mu?

 

Salih Mü'nıin İle Günahkâr Kâfir

 

1- Ayetlerde, müşrik kafirlere, Allah'tan başka kendilerine göklerde ve yeryüzünde rızık sebeplerini veremeyen, bu konuda hiçbir faydası dokunamayan varlıklara tapmala­rından dolayı kınama işareti bulunmaktadır.

2-  İşitenlere veya müşrik kafirlere yönelik, Allah'a ortaklar ve benzerler kılmaya kalkmalalından dolayı sitemkâr bir yasaklama yer almaktadır. Allah'ın ortak ve benzeri olamaz; çünkü Allah herşeyi en güzel bir şekilde bilmekte, diğer insanlar ve putlar ise hiçbir şey bilmemektedirler. Bu tür bir girişim, hiçbir şeye sahip olmayan, bir şey yap­maya gücü yetmeyen köle bir adam ile, malında özgürce tasarrufta bulunmaya, dilediği gibi, hiçbir engelle karşılaşmadan gizli ve açık bir şekilde malından harcayabilen hür bir kimseyi eşit saymak gibidir. Yine böyle bir girişim sahibinin üzerine yük olmaktan baş­ka bir işe yaramayan, hiçbir faydası olmayan dilsiz bir köleyle, konuşkan, zeki, hareket­li, doğru yolda yürüyebilen, adaleti emredip hayırlı işlerde bulunan bir kimseyi eşit tut­mak gibidir. Bununla onun arasında yapılacak bir eşitleme; müşriklerin ortak koştuklan varlıklar ve putlar ile Allah arasında yapılacak bir eşitleme, ancak cehaletten ve sapık­lıktan kaynaklanabilir.

3- Ayetlerde, lütuflari ve bahşettiği nimetleri üzerine övgüye müstehak olanın sade­ce Allah olduğuna dair bir açıklama da bulunmaktadu'.

Dikkatle bakıldığında bu ayetler ile öncekiler arasında konu ve üslûp bakımından ir­tibatın devam ettiği görülecektir. Burada da önceki ayetlerde olduğu gibi, güçlü, etkile­yici bir sitem, kınama vardır.

Bazı müfessirlerin naklettiğine göre[77] her iki örnek de, salih mü'min ile günahkâr kâfir arasında yapılan üstünlük tartışması münasebetiyle verilmiştir. Bazıları da mü'min ve kafirlerden birtakım şahısları zikrederek, verilen iki örnekle onların kastedildiğini söylemiştir: Ebu Bekir ile Ebu Cehil; Osman b. Affan ile dilsiz bir köle gibi. Fakat bizim kanaatimiz, inkarcı müşrikler hakkındaki bu ayetlerin 73. ayetin de delalet ettiği gi­bi genel olduğu yönündedir.[78]

 

77-  Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kop­ması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zaman­dan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.

78-  Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın kar­nından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

79-  Göğün boşluğunda O'nun emrine boyun eğdirilmiş olan kuşları görmüyorlar mı? Onları Allah'tan başka tutan yoktur. Şüphesiz bunda, inanan bir topluluk için ayetler vardır.

80- Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yap­tı ve sizin için davar derilerinden[79] gerek göç gününüzde, gerekse konaklama gününüzde, kolayca taşıyacağınız hafif evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından[80] bir sü­reye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.

81-  Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağ­larda da sizin için barınaklar [81]yarattt. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı[82] işte Allah size nimetini böyle tamamlıyor ki, siz müslüman olup esenliğe eresiniz.

 

Akıllara Ve Kalplere Hitap Eden Nimet Ve İhsanlar

 

Ayetler, tekrar Allah'ın gücünü yüceltmeye; ayet ve lütuflarını sayıp hatırlatmaya dönmüştür. Belki bu suretle insanlar akıllanırlar da teslim olup şükrederler. Hitap, genel olarak işitenlere yöneliktir:

1-  Göklerin ve yeryüzünün insanlara gizli kalan her halinin bilgisi Allah katında mevcuttur.

2- Kıyametin kopma vakti çok yakın olup, mutlaka gelecektir; bunun süresi Allah'a göre göz açıp kapayıncaya kadar veya daha yakındır. O'nun her şeye gücü yetmektedir.

3- insanları annelerinin karınlarından hiçbir şey bilmez haldeyken çıkaran; sonra da Öğrenmeleri, düşünmeleri, işitmeleri ve görmeleri için onları kulaklar, gözler ve akıllar­la donatan O'dur. Bütün bunlar, onların sadece O'na şükredip, O'nu tanımalarım gerek­tirmektedir.

4- O'nun gücünün ve kâinatta koyduğu kanunlarının mükemmelliğinin delillerinden birisi de, göğün boşluğunda düşmeden uçma, hareket etme yeteneğine sahip kuşlar ya­ratmasıdır; bunda gerçekten iman etmeyi arzulayanlar için açık deliller mevcuttur.

5- Onlara, içinde dinlenip huzur bulmaları için evler yapma yollarını öğretip kolay­laşman O'dur. Onlara hayvan derilerinden, yerleşmelerinde ve taşınmalarında nakli ko­lay, hafif çadırlar yapma yollarını da O kolaylaştırıp öğretti ve yine onlara hayvanların yünlerinden, yapağılarından, kıllarından ihtiyaç duydukları ev eşyaları ve ticaret malla­rını yapma usulünü de o Öğretip kolaylaştırdı.

6- Onlara güneşin sıcaklığından korunmak için gölgelenecekleri ağaç ve dağlar ya­rattı; aynı maksat için içine sığınıp gölgelenecekleri dağlarda mağaralar yaptı. Soğuk ve sıcaktan korunmak için elbiseler yapma; savaş ve çatışma ortamlarında kendilerini ko­rumak için de zırhlar ve başka malzemeler yapma yollarını onlara kolaylaştırdı.

7- Böylece, onlara bahşettiği nimeti tamamlanmış olur; onlar da O'nun lütuf ve ihsa­nını itiraf ederek kendilerini sadece O'na teslim ederler.

Ayetlerle önceki üslûp arasındaki ilişki açık bir şekilde gözükmektedir. Hitap, etki­leyici bir üslûpla, hem akıllara hem de kalplere yapılmıştır. Yukarıda saydıklarımın Arapların hayat tarzlarından ve vasıtalarından alınması, onların uygulamalarına dayan-masındandir. Ancak ayetlerin Allah'ın insanlara bahşettiği nimetlerini, ihsanlarını ve kâinatta koyduğu kanunlarını hatırlatma girişimi, aynı şekilde, her zaman ve her yerde bütün insanlara yönelik olması daha uygundur.

Akıllan ve işitme duyularını koruma amacı; Allah'ın kudretine, her şeyi kuşatmış olmasına, kâinatın ve hayat sebeplerinin kanunlarını mükemmel bir şekilde koymuş ol­masına yapılan delillendirme oldukça kuvvetli ve açıktır. Aynı şekilde, insanların Al­lah'ın lütuflarmdan istifade etmeleri üzerinde düşünmeye, O'na şükretmeye ve teslim olup yönelmeye layık olanın da sadece O olduğuna dair yapılan açıklama da gayet açık ve kuvvetlidir.[83]

 

82-  Eğer yine yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen sadece açık bir şekilde duyurmaktır.

83-  Onlar, Allah'ın nimetini biliyorlar, sonra da inkar edi­yorlar; onların çoğu inkar edenlerdir.

Ayetlerin Temas Ettiği Hususlar:

Birinci ayet, teskin ve teselli etmek amacıyla Peygamber'e yönelik gelmiştir: Şayet işitenler arasında Allah'ın kudretine karşı büyiiklenip davetinden yüz çevirenler varsa, bu durumda onun görevi sadece tebliğ edip açıklamaktan ibarettir.

ikinci ayet ise, işiten kimselerin vakıalarının açıklamasını içermekte ve onları kına­maktadır; zira onlar istifade ettikleri tüm nimetlerin ve araçların Allah'ın bir lütfü ve kolaylaştırması sonucu olduğunu bilmekteler, ama bununla beraber yine de çoğu, sözle-ny'e, yaptıkları islerle Allah'ı ve nimetlerini inkar etmektedirler.

Her iki ayet de geçen bölümün tamamlayıcısı mahiyetindedir. İkinci ayetin delili, bağlayıcılığı ve kınaması gayet güçlüdür.

84-  Her ümmetten bir şahit[84] göndereceğimiz gün, artık ne kafir olanlara (özür dilemeleri için) izin verilir, ne de onların özür dilemeleri[85] istenir.

85-  O zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez, onlara mühlet de verilmez.

86-  Ortak koşanlar, ortak koştukları şeyleri gördükleri za­man: "Rabbimiz, seni bırakıp bizim taptığımız ortaklarımız bunlardır" diyecekler. (Onlar da) bunlara: "Siz gerçekten yalancılarsınız" diye söz atarlar[86].

87-  O gün Allah'a teslim olmuşlar[87] ve uydurup durdukla­rı şeyler kendilerinden kaybolup gitmiştir.

88-  İnkâr edip de Allah'ın yolundan[88] alıkoyanlar; biz, iş­ledikleri bozgunculuğa karşılık, onlara azab üstüne azab ilave ettik.

89-  Her ümmet içinde, kendi aralarında üzerlerine bir şa­hit getireceğimiz gün, seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Sana bu kitabı, herşeyi açıklayan ve müslü-manlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik.

 

Kıyamet Günü'nde Kafirlerin Durumu

 

O gün her ümmet mahkeme ve sorgulama alanında duracak, Peygamber'i de buna şahit olarak getirilecektir. Onlara tartışma izni verilmeyecek, özürleri de kabul edilme­yecektir. Çok yakında da onlardan hafifletilip te'hir edilmesine imkan olmayan şiddetli azaba atılacaklardır. Ortak koştukları varlıkları gördüklerinde bağırarak şöyle derler: Ey rabbimiz şunlar, onlar sebebiyle sapıklığa düştüğümüz ortaklardır; fakat ortak koştukla­rı şeyler ise onları yalanlayıp reddederler. O zaman hayal kırıklığına uğrayıp bütün ümitlerini kaybederler ve teslim olup, günahlarını itiraf etmekten başka çıkar bir yol bu­lamazlar. Çok yakında, kendileri inkar etmekle kalmayıp başkalarını da inkara  sevkeden kimselerin azabı, bozgunculuklarından ve Allah yolundan engellemelerinden dolayı kat kat arttırılacaktır. Allah (c) her ümmetin şahitlerini getirdikten sonra, Peygamber'i de ümmetine şahit olarak getirir.

Ayetler Peygamber'in görevini açıklayan son bölümle bitmektedir:

Allah ona kitabı, içinde her konuda doyurucu açıklamalarla, her sınırlamada yeterli izahlarda bulunarak indirmiştir ve bu suretle hiçbir kimsenin öne süreceği delil ve maze­ret bırakılmamışta. O kitapta Müslümanlar için hidayet, rahmet ve müjde vardır.

Ayetler öncekileri tamamlamakta ve üslûp açısından da ilişki devam etmektedir. Ayetlerin gerçekleştirmeyi amaçladığı hedefler arasında, kafirlerin uyarılması, korkutul­ması ve inkarlarından vazgeçmeye sevketme bulunmaktadır. Ahirette kurulacak mahke­me ve sorgulamanın tasviri, dünyada bilinen uygulamalardan esinlenerek zihinlere yak­laştırmak ve daha da tesirli kılmak amacıyla yapılmıştır.[89]

 

Kur'an'da Hcrşcy İçin Açıklayıcı Bilgi Bulunur

 

Bu sûreden sonra Kur'an'dan daha birçok ayetler inmiştir ve bunlar arasında birçok yasama kanunları, emirler, prensipler ve hâdise anlatımları bulunurken, burada ayetin son bölümünde yer alan cümlede "...Sana bu kitabı, herşeyi açıklayan ve müslümanîara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik" cümlesinde; "Kur'an'ın bu sûrenin indi­rilmesine kadarki kısmında herşey için açıklayıcı hükümlerin bulunduğu ifadesinin kul­lanılması nasıl doğru olabilir?" dîye sorulabilir. Bu ifadede herhangi bir sorun bulunma­maktadır; zira bu ayetin indirilmesinden önce, Allah varlığının, birliğinin ve sadece ken­disinin itaate layık olduğunun vücubunu gösteren birçok esaslar, prensipler, emirler, öğütler ve deliller indirmiştir. İşte bu suretle O'nun her şeyi açıklayan, müminler için y-ol gösterici, rahmet ve müjde içeren bir kitap olduğunu söylemek doğru olmaktadır. "Kitap" adı bu ayete kadar inen bölüme verildiği gibi, bütün hepsine de verilmektedir. Allah bu ayetten sonra inecek olanları çok iyi bilmektedir ve Allah'ın İlminde geçen-ge-len diye bir ayrım yoktur ki, bu tür bir sorun gündeme gelebilsin.

Cümlenin İçeriği hakkında şunu da söyleyebiliriz: Kur'an'ı derinlemesine, üzerinde düşünerek okuyan kimse, kendisinde hakka ulaşmak için gerçek bir arzu bulunuyorsa, içinde bityüklenme ve inat duygusu yoksa, ayetin ihtiva ettiği açıklamanın doğruluğunu görür; onda hakkı, bütün hidayet, rahmet, müjde ve herşeyin açıklamasını bulur. Al­lah'ın insanoğluna bahşettiği nimetin büyüklüğünü idrak eder; bu nimetin tamamı ola­rak da Allah'ın onu peygamberinin tebliğ ettiği gibi muhafaza ettiğini müşahade eder: "Bâtıl onun önünden de ardından da gelemez" (Fussilet, 42). Sürekli olarak bütün in­sanlığın içerisinde şifa, hidayet, rahmet, müjde, apaçık açıklama bulduğu berrak bir kay­nak olmaya devam eder. Cümlede aynı zamanda tüm insanlara yönelik, her zaman ve mekanda bütün bunları bulmaları için ona bakmaları daveti yer almaktadır. Müfessİrlerin çoğunluğu: "Herşeyi açıklayan" cümlesini şu anlamda yorumlamışlardır[90] İnsanla­rın ihtiyaç içinde bulundukları hidayet ve dalalet yollarını; hayır ve şerri; helal ve hara­mı; hak ve bâtılı; hadler ve hükümleri açıklayandır. Bu yorurn yerinde olup Kur'an'm hedefleriyle de uyum içerisindedir. Fakat cümlenin, öncesi ve sonrasıyla arasını ayırma­dan, bu çerçevede kalması gerekir. Onu evrende bulunan kanunların, varlıkların, hadise­lerin ve teorilerin açıklanması maksadına taşımamak gerekir. Nitekim bazı müslümanlar Kur'an'ın öğüt olarak, örnek olarak ve bir hatırlatma olsun diye sunduğu işaretlerden bunu çıkartmaktadırlar. Çünkü böyle bir davranış çoğunlukla isabetsiz olacağı gibi, Kur'an'ı kudretinden ve yüce gayelerinden de uzaklaştırmış olur.[91]

 

90- Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım et­meyi emreder; çirkin İşleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp turasınız diye size öğüt veriyor.

91- Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine ge­tirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Al­lah'ı üzerinize şahit yaptınız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.

92- Bir toplum diğer bir toplumdan {sayıca ve malca) daha çok[92] olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat [93]aracı edinerek, ipliğini sağlamca büktükten sonra çozüp-bozan (kadın)[94] gibi olmasın. Allah, bununla sizi imtihan etmek­tedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi Kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.

93-  Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı, fakat o, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptık­larınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.

94-  Yeminlerinizi aranızda fesada araç edinmeyin, sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah'ın yolundan alıkoy­duğunuz için kötülüğü tadarsınız ve büyük bir azaba uğ­rarsınız.

95-  Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güze-liyle biz muhakkak vereceğiz.

97- Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir ha­yatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güze-liyle muhakkak veririz.

 

Ayetler, önceki ayetlerin son kısmında işaret edilen, Allah'ın, Peygamberine Kitab'ı herşeyi açıklayıcı, müslümanlar için yol gösterici, Tahmet ve müjde olsun dîye indirdiği ifadesini geniş bir şekilde açıklamak için gelmiştir.

Birinci ayet mutlak ve açıklayıcı olarak gelmiştir. Allah adaleti, insafı ve eşitliği emretmektedir. Bunların da ötesinde her türlü iyiliği, akrabaya yardımda bulunmayı emreder. Sözlü olsun, fiili olsun kötü olan herşeyi, insanlara karşı her tür bozgunculuğu, düşmanlığı, haksızlığı ve zulmü yasaklar. Sonra hitab, ayetlerin muhtevasından da anla­şıldığı üzere, direkt olarak müslüman olan dinleyicilere yöneltilmektedir ve aşağıdaki emir ve talimatlar sunul maktadır.[95]

 

Allah'ın Emir Ve Talimatları

 

1- Onların Allah'a verdikleri sözde durmaları gerekir; O'nun adına sözlerini tutma­ya yemin etmişlerdir, bilhassa yeminleriyle Allah'ı kendilerine kefil kılmışlardır.

2- Daima Allah'ın onları murakabe altında tuttuğunu, bütün söyledikleri ve yaptıkla­rı işleri bildiğini hatırlamalıdırlar.

3- Eğirdiği ipi bükerek kuvvetli hale getirdikten sonra tekrar onu çözerek eski haline getiren ahmak kadın gibi olmasınlar.-

4-  Yeminlerini ve sözlerini aldatma ve hile vasıtası yapmasınlar; malca ve sayıca daha çok ve kuvvetli bir topluluk hesabına, başka bir topluluğa verdikleri yemin ve söz­lerini bozmasınlar.

5-  İyi bilsinler ki, Allah onların ahlâk ve davranışlarını karşılarına birtakım olaylar çıkartmak suretiyle imtihan etmektedir. Sonra Kıyamet günü yaptıkları işlerini onlara açıklayacak ve hak ettikleri karşılıklarını tam olarak verecektir.

6-  Yine iyi bilsinler ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanları bir tek hal ve düzen üzere yaratırdı; fakat hikmeti gereği onları, kendilerine bahşettiği seçme kabiliyetiyle başbaşa bıraktı; hidayeti dileyeni, bu yetenekle doğru yola iletir; sapıklığı isteyene de yine bu yetenekle sapıklığı verir. Bundan dolayı da Kıyamet gününde mutlaka onlara yaptıklarını sorup hesaba çekecektir.

7- Yaptıkları yeminlerini, verdikleri sözlerim kesinlikle -ikinci bir defa- aldatma ve saptırma vasıtası edinmesinler. Zira böyle yapıldığı takdirde, kalp huzuru ve güveni yok olup kaybolur; bunun neticesinde de Allah yolundan engellenilmiş olur. Çünkü bu tür davranış nedeniyle insanlar, onların birbirlerine Allah adını kullanarak yaptıkları ye­minlerine güven duymamaya başlarlar.

8- Onlan geçici menfaatler aldatıp da, Allah'ın adını kullanarak verdikleri sözlerini, ahitlerini kesinlikle bozmasınlar. Eğer bilinçliyseler bu onlar için daha hayırlıdır. Çünkü insanların yanındakiler ne kadar büyük olursa olsun sonunda tükenir, sürekli baki kalan ise Allah katında olandır. İnsanın -özellikle de müslümamn- yapması gereken, Allah ka­tında sürekli olanı, insanların yanındaki gelip geçici olanlardan üstün tutmaktır.

9-  Allah kendisine, hak üzerinde sabit kalıp ahitlerini tutanları, yaptıklarının en -zeliyle, hatta yaptıklarının değerini kat kat aşan bir mükâfatla ödüllendirmeyi[96] farz kıldı. Erkek olsun, kadın olsun iyi amel işleyen her mü'mine de dünyadayken güzel, mutlu bir hayat yaşatmayı; ahirette de amellerinin en güzeliyle değerlerini kat kat aşacak şekilde mükâfatlandırmayı vaadetti.

Taberi, ayetlerin tefsirini yaparken iki rivayet nakletmiştir. Birinci rivayete göre ayetler Kureyş müşriklerinin cahiliyye devrinde yaptıkları andlaşma hakkında inmiştir; Allah onlara İslam döneminde de yaptıkları o andlaşmaya uymalarım emretmiştir[97].

İkinci rivayette ise, ayetlerin Mekke'de, İslam üzere kalacaklarına dair Peygamber'e bey'at edip söz veren bir grubun, peygamber ve ashabının zayıflığını, müşriklerin de çokluğunu delil göstererek verdikleri sözü bozup geri dönmeleri endişesi üzerine indiği yönündedir. Nitekim bu ayetlerden sonra gelen ayetler de, ikinci rivayetin -ileride açık­layacağımız üzere- doğruluğunu ortaya koymaktadır.

Ancak bu, önceki ayetlerle bu ayetler arasında herhangi bir İrtibatın olmadığı anla­mına gelmez. Ahlâk ve davranışlar hususunda Allah'ın emrettiği ve yasakladığı birçok açıklamayı ihtiva etmektedir.

"Allah'a verilen sözü, az bir karşılığa değişmeyin" cümlesi bir söz olarak Allah'ın ahdini bozan kimseye insanlar tarafından gelecek karşılık ve menfaat ne kadar büyük olursa olsun, Allah katındakine nazaran çok küçük sayılacağını ifade etmektedir. Yoksa, Allah'ın ahdini az bir değer karşılığında satmaktan sakındırmayı değil.

Buradaki ayetler, ahlâki ve genel sosyal prensipler açısından Kur'an'ın şaheserleri arasında yer almaktadır. Kur'an her müslümanı bu prensipleri yerine getirmeye çağır­makta ve teşvik etmektedir. Verilen sözün tutulması ve iyilikle emredil meşinin gereğini içeren ayetlerin etkileyici telkini dikkate değerdir. İlk olarak hangi durumda olursa ol­sun, verilen sözün tutulup bozulmamasının Allah katındaki önemi, buna bağlı olarak da fert ve toplum hayatındaki önem ve etkisi, sonuç olarak ulaştırdığı saygınlık ve güzel akıbet ortaya konmuştur. İkinci olarak da, bir müslümana insanlarla kuracağı ilişkisinin müsamaha ve güzellik üzerine olmasının önemini hatırlatmaktadır. Hatta hak ve adaleti yerine getirmede vaciplik sınırında kalınmamalıdır; zira vacibi yapmak zaten zorunlu-

dur, bunun yerine getirilmesi de fazilet sayılmaz, bunu daha fazlasıyla yerine getirdiği takdirde ancak fazilet ve üstünlük olabilir.

Son ayet özellikle kayda değer bir önem arzetmektedir. İlk olarak; erkek olsun, ka­dın olsun iman edip de güzel amel işleyen kimseye ahiretteki büyük mükâfatından baş­ka, daha dünyadayken mutlu bir hayat yaşayacağına dair Allah'ın vaadi yer almaktadır. İkinci olarak, önceden birçok ayetin de ihtiva ettiği gibi, kadın ve erkeğin, yükümlülük­lerde ve bunların getirdiği sonuçlar da, dünya ve ahirette eşit olduklarının apaçık bir de­lili durumundadır. Daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, birçok ayette bu hususa işaret edilmiştir. Bunu daha sonra açıklayacağız; burada şunu söyleyebiliriz ki, bu husus kesin olarak Kur'an prensiplerinden birisidir.[98]

 

98- öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş Şeytan'-dan Allah'a sığın.

99- Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde, onun (Şeytan'ın) bir hakimiyeti yoktur.

100- Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır.

101-  Biz bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz[99] zaman -Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir- "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.

102-  De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanla-ra bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs'[100] indirmiştir."

103-  Andolsun ki biz, onların "Bunu kendisine ancak bir beşer öğretmektedir" dediklerini biliyoruz. Saparak kendi­sine yöneldikleri[101] (kİmse)nİn dili a'cemi (yabancı)dİr, bu İse açıkça Arapça olan bir dildir.

104-  Allah'ın ayetlerine inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için acı bir azab vardır.

105-Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uy­durur; işte onlar yalancıların ta kendileridir.

 

Ayetlerin Temas Ettiği Konular:

 

1- Ayetlerde Peygamber'e, Kur'an okuduğu zaman şeytanın vesveselerinden Allah'a sığınması emri vardır.

2- Allah'a inanıp, yalnız O'na tevekkül edenler üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyet ve tesirinin olmadığı, hakimiyet ve te'şirinin sadece, onu Allah'tan başka dost edinenle­rin vesveselerine boyun eğerek, ona Allah ile birlikte ortak koşanların üzerine olacağı te'yid edilmiştir.

3- Kafirlerin, Peygamber'i bir ayet yerine başka bir ayeti okurken işittiklerinde veya bir Kur'an emrini, yahut hükmünü veya haberini başkasıyla değiştirdiğini gördüklerinde söylediklerine işaret edilmiştir. Onlar şöyle söylüyorlardı: "Kur'an'ı icad eden, iftira ederek uyduran bizzat kendisidir." Bununla -anlaşıldığı üzere- şunu demek istiyorlar: "Şayet bu, Allah tarafından bir vahiy olsaydı, herhangi bir değiştirme ve tağyir olmaz­dı."

4-  Onlara şöyle cevap verildi: Allah, Peygamberi'ne vahyettiğini ve hikmetini çok daha iyi bilmektedir. O sözleri söyleyenlerin, Allah'ın vahyinin ve hikmetinin mahiyeti­ni anlamaya güçleri yetmez.

5- Peygamber'e okuduğu ayetlerin Rabbani bir vahiy olduğunu; onları, ister aslı ol­sun, isterse değiştirilmiş olsun, Allah'tan hak olarak Ruhu'l Kudüs'ün mü'minleri des­teklemek, müslümanlara da hidayet ve müjde olması için indirdiğini açıkça bildirmesi emrolunmuştur.

6- Kafirlerin başka bir sözüne de işaret edilmiştir; o da: "Peygamber (s)'e ancak be­lirli bir şahıs öğretmektedir" sözüdür. Onlara cevap olarak şöyle denmiştir: "O şahsın dili yabancıdır; Kur'an lugaü ise apaçık fasih Arapçadir". Bu fasih Arapça'nın o yabancı şahıs tarafından öğretilmesi ma'kul değildir.

7- Kafirler kınanarak şöyle uyarılmıştır: Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, hiçbir şe­kilde O'nun yardım ve desteğine nail olamayacaklardır, onlara O'nun yanında çok acık­lı bir azap vardır, yalancı iftiracılar da ta kendileridir. [102].

 

Kur'an'da Ayet Değişikliği Karşısında Kafirlerin Tavrı

 

Araştırmamıza rağmen bu ayetlerin nüzul sebebi olabilecek herhangi bir rivayet bu­lamadık. Ayetlerin bütün olarak genel havası, onların Kur'an ile alakalı bir olay netice­sinde indiği izlenimini vermektedir. Peygamber'e Kur'an okuduğunda Şeytan'dan Al­lah'a sığınması emri, Şeytan'ın mü'minler üzerinde bir hakimiyetinin olmadığı ve Kur'an'ın Allah katından Ruh'ul-Kuds vasıtasıyla Peygamber'e indiğinin teyid edilme­si, bu olayla ilişkili olduğunu göstermektedir.

Ayetler, Allah'ın bazı ayetler yerine geçecek başka birtakım ayetler vahyettiğini ifa­de etmektedir. Peygamber yeni ayeti okuyup önceki neshedilen ayeti bıraktığında, kafir­ler bunu fırsat olarak değerlendirmişler ve bunu Peygamber'in "Kur'an Rabbani bir va­hiydir" iddiasının yalan olduğuna delil göstermişler ve onu Allah'a iftira eden kişi ola­rak vasfetmişlerdir. Onların söyledikleri arasında; "O'na vesvese verip söz atan sadece Şeytan'dır, yoksa Allah'ın vahyi değildir, bu değiştirme bunun delilidir" sözü de bulun­maktadır.

Peygamber'e iman edip de, imanın kalplerinde yerleşmediği bazı kimseler de bu olaydan ve kafirlerin propagandalarından etkilenmişler ve dinden dönmüşlerdi. -Bu ayetlerden sonra gelen ayetler de bunu göstermektedir- Bunun üzerine, vahyin hik­meti gereği, onlara buradaki ayetlerde geldiği şekilde cevap verildi. Ve şeytanın Peygamber (s)'e etkisinin olabileceği reddedilip, O'na ondan Allah'a sığınması em­redilmiştir. Ayetler bütün olarak Peygamber'i ve mü'minleri teskin edip konumlarını sağlamlaştırmayı, kafirlere de cevap verip kınamayı hedeflemektedir.

Buraya kadar uzun vadede geçerli telkinler yer almaktadır. Şöyle ki; ister samimi mü'minleri şeytanın onlar üzerinde hakimiyeti olmadığı konusunda tatmin etmekte ol­sun; ister bir müslümanın Kur'an okuduğu zaman ondan Allah'a sığınmasının gerekli olduğu konusunda olsun veya Allah'ın kesinlikle kendilerini başarıya ulaştırmayacağı, mutlu etmeyeceği ve doğru yola iletmeyeceği kimselerin hakka, hidayete ve imana ulaş­ma arzulannı kaybetmiş olanlar olduğu ve Allah'a İftira etmeye de sadece bu tür kişile­rin cesaret edeceği konusunda olsun, açık ifadeler yer almıştır.

Kafirlerin Şeytan'i dost edinmelerinin vurgulanması ve onun etkisinin de sadece on­lar üzerinde olacağının açıklanması, reddetmek ve kötülemek amacına yöneliktir. Bu, birçok maksatla tekrarlanmıştır. Onlar Şeytan kelimesinin anlamını anlıyorlar ve onun çirkinliğini biliyorlardı -Tekvir sûresinin açıklamasında buna değinmiştik-. Bundan do­layı zikredilen delil ve kınama onlan bağlamış ve etkili olmuştur. [103].

 

Kur'an'da Nesih Meselesi

 

101. ayette, bir ayetin başka bir ayetin yerine getirilmesine işaret olunması ve Baka­ra sûresinin "Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir ayeti kaldırmaz veya unut­turmayız" ayeti, nesih ve Kur'an'da değiştirme hakkında inceleme konusu olmuştur[104].

Birinci derecede; bu ayetlerin zahirine dayanarak nesih konusunda aklî ve nakit her­hangi bir engel görmeyenler bulunmaktadır. Bunlar arasında rivayetlerin bir kısmına da­yanarak bazı ayetlerin tilavetinin neshedilip, hükümlerinin baki kaldığını söyleyen kim­seler de vardtf: Ömeğin metni konusunda ihtilaf edilen muhsan (evlenmiş) olarak zina edenlerin recm edilmelerini ifade eden ayet gibi. Ayet şu şekilde nakledilmiştir: "Yetiş­kin bir erkek ile yetişkin bir kadın zina ederlerse, onları Allah katında bir ceza olarak mutlaka celdediniz; Allah çok güçlü ve hükmünde hikmet sahibidir." Yahut: "Yetişkin bir erkek ile yetişkin bir kadın zina ederlerse, tattıkları lezzete karşılık onları mutlaka recm ediniz; Allah çok güçlü ve hükmünde hikmet sahibidir." Onlardan bir kısmı da ba­zı ayetlerin hükümlerinin neshedilip tilavetlerinin baki kaldığını söylemişler, ama bu ayetlerin tespitinde aralarında ihtilaf olmuştur; bazıları bunların sayısını arttırmakta, ba­zısı ise azaltmaktadır. Bu türe örnek olarak şu ayetler verilebilir: Bakara sûresinde ana-babaya vasiyet etmek ile ilgili 180. ayet: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) birakacaksa; anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur." Bu ayet Nisa sûresinde anne-baba için çocuklarının bıtaktiği mirastan bir pay tayin eden 11. ayette neshedilmiştir: "Allah size, çocuklarınız hakkında; erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) iki­den fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir his­sesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, ona üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer)...."

Yine örnek olarak, Mücadele sûresinde bulunan, müslümanlara Peygamber'in huzu­runa çıkıp konuşmalarından önce sadaka vermelerini emreden ayetler ile, onların aka­binde bu ayetlerin hükmünü kaldıran ayetler: "Ey iman edenler, Peygambere gizli bir şey arzedeceğiniz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için da­ha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (buna imkan) bulamazsanız, artık şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktu­nuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi affetti. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin Allah'a ve elçisine itaat edin. Allah yaptıklarınızı bilmektedir." (Mücadele, 12-13)

Yine Enfal süresindeki ayetlerde olduğu gibi, müslümanların kendilerinden on kat daha fazla olan topluluklarla savaşabilecekleri hükmü yer almışken, bu, iki kata kadar indirilerek hafifletilmiştir:

"Ey Peygamber, mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olsa, İ-ki yüz kafiri yenerler. Sizden yüz kişi olursa, kafirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü ka­firler, anlamaz bir topluluktur. Şimdi Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde zayıf­lık olduğunu bildi. Bundan böyle sizden sabreden yüz kişi olsa, iki yüz kafiri yenerler. Ve eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle iki bin kafiri yenerler. Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal, 65-66)

Bir kısmı da bazı rivayetlere dayanarak, bazı ayetler daha önce okunuyordu, sonra­dan hem tilaveti (okunuşu), hem de hükmü neshedildi demektedir. Bunlar Razâa' (em­zirme) ile ilgili ayetlerdir. Nakledildiğine göre Kur'an'da nikahlanmayı haram kılacak olan emme sayısını belirleyen bir ayet vardı: "Bilinen on kere emmek..." şeklinde... Sonra bu ayet "bilinen beş kere emme" hükmüyle neshedildi; daha sonra da hem tilave­ti, hem de hükmü kaldırıldı.

Bazıları da birtakım rivayetlere tutunarak şöyle demektedir: Okunan birtakım ayet­ler vardı, sonra bunlar neshedildi veya unutturuldu. Örneğin Beyyine sûresinde okundu­ğu nakledilen şu ayetler gibi:

Eğer insanoğlu bir vadi dolusu mal istemiş olsa ve o mal kendisine verilse, İkincisi­ni isterdi; ikincisini istediğinde o da verilse, üçüncüsünü isterdi; insanoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini muhakkak kabul eder. Allah ka­tında makbul olan din hanîf dinidir; yahudilik ve hristiyanlık değil; kim iyilik olarak bir ]Ş yaparsa ona nankörlük etmesin". Yine teşbih sûrelerinin birinde yer alan şu ayetler: ky inananlar! Yapmadıklarınızı söylemeyin, yoksa boyunlarınıza şahitlik yazılıp asılır ve Kıyamet gününde ondan sorguya çekilirsiniz". Yine bu türden şu nas vardır: "İlk başta yaptığınız cihad gibi cihad ediniz". Yine "İman edip hicret edenler ve Allah yo­lunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, sizlere müjdeler olsun, kurtuluşa erenler siz­lersiniz. Onları barındırıp, onlara yardım edenler ve onlar uğrunda Allah'ın üzerlerine gazap ettiği toplulukla mücadele edenler; işte onlar için hazırlanan göz kamaştırıcı ni­metleri hiçbir kimse bilemez. Bu, onların yaptıklarına karşılık bir mükâfattır". Yine bu türden olarak vitir namazında kunut olarak okunan, hm" ve hafd isimleriyle anılan başlı başına bir sûre vardı.

Bir kısım kimseler de yukarıda belirtilen bütün şekilleriyle neshin varlığını kabul et* memektedir ve bunu Allah'ın İlim ve hikmetine uygun görmemektedirler. Çünkü nesih olayında "bedâ", yani "Allah'a indirdiği ve takdir ettiği şeyden dönmek daha uygun gö­züktü" anlamı vardır demektedirler ve O'nu böyle bir şeyden münezzeh tutarak, gerçek­te hiçbir kuvvetli senede dayanmayan rivayetleri inkar etmektedirler. Burada sahih beş kitap sahibi, Buharı, Müslim, Ebu Davûd, Tirmîzî ve Nesâî tarafından nakledilen[105] recm rivayetini istisna ederek zahirinde nâsih ve mensûhu gösteren yönlerini te'vil etmekte­dirler. Ancak cumhura göre gerek akıl yönünden, gerekse nakil yönünden, tilavet olarak veya hüküm olarak neshin olmasına bir engel yoktur ve bu "bedâ" anlamına gelmez. Al­lah hükmünde hikmet sahibidir; dilediğini takdir ederek istediğini indirir, istediğini de hükmü gereği değiştirir ve bu, şartların değişmesiyle hükümlerin de değişmesini gerekli kılan Allah'ın hikmetine uygun düşmektedir.

Kanaatimize göre, buradaki ayet ile Bakara süresindeki 106. ayet bu görüşü destek-ler görünmektedir. Hatta Ra'd süresindeki 39. ayet de bunu te'yici edenler arasında sayı­labilir: "Allah dilediğini siler, (dilediğim) bırakır. Ana kitap O'nun yanındadır." Ortada prensip olarak neshin olabilirliğini engelleyecek bir delil yoktur; bu, ister tilavetin baki kalıp hükmün neshedilmesi olsun, isterse hem hükmün hem de tilavetin neshi olsun. Kur'an vahyi Peygamber (s)'in hayatında meydana gelen olaylar ve şartlarla irtibat ha­lindeydi, bu olaylar ve şartlar sürekli gelişiyor ve değişiyordu. Kur'an vahyinin de buna uygun olarak bu seyri takip etmesi tabii görülebilir.

Reşit Rıza'nın nesih konusunu incelerken, Bakara süresindeki ayeti, dolayısıyla da Peygamber'in unutması yoluyla vuku bulan neshi tevil ederken, Muhammed Abduh'un, Peygamber'in bazı ayetleri unutma ihtimaline karşı olan itirazını naklettiğini görüyoruz. Gerçekte ayet unutturmayı (İnsâ'yı) Allah'a nispet etmektedir; ister tehir ve ihmal anla­mında olsun, isterse unutma anlamında olsun, bu tür bir itiraza veya bunun Peygam­ber'in masumiyetine aykm olduğunu söylemeye mahal yoktur. Ancak biz bundan, tila­vetin neshedilip hükmün baki kaldığını söyleyen görüşü istisna etmekteyiz. Çünkü biz burada anlaşılabilir bir hikmet görememekteyiz. Bu türe örnek olarak verilen recin aye­tinin, sahih kitapların rivayet ettiği hadise rağmen çok büyük bir önemi bulunmaktadır. Biz, içerisinde çok Önemli bir hüküm bulunan recm ayetinin hükmü baki kalmasıyla birlikte neshedümesinin hikmetini anlama hususunda şaşkın bir vaziyetteyiz. Konu mü­nasebeti geldiğinde bu hususu incelemeye tekrar döneceğiz. [106].

 

Peygamberce Öğrettiği İddia Edilen Şahıs

 

"Andolsun ki, biz onların: 'Bunu kendisine ancak bir beşer öğretmektedir' dedikle­rini biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri (kimse)nin dili a'cemi (yabancı)dır, bu ise acık Arapça olan bir dildir" ayeti, kesin olarak Mekke'de Arap olmayan kimselerin de ikamet ettiğini ortaya koymaktadır. Kafirlerin Peygamber'e öğretme işini onlara nisbet etmelerinden, onlann biraz ilim sahibi oldukları anlaşılmaktadır; bundan ötürü de Pey­gamber'e öğrettikleri sanılmıştır. Kitap ehlinden ve ilim sahibi kimselerden bir grup in­sanın Mekke'de bulunduğunu başka birçok ayet de teyid etmektedir. Bazı ayetlerde on­ların iman etmeleri, Allah'tan korkmaları anlatılmış, İsra ve Kasas sûrelerinde bunlar geçmiştir. Müfessirler naklettikleri rivayetlere dayanarak ayette zikredilen şahsın birçok ismini kaydetmiştir. Bunlardan Âiş veya Yaiyş, Huvaytıb b. Abduluzza'nın kölesi olup kitap ve ilim sahibiydi. Cebrâ er-Rumî, Âmir b. Hadramî'nin kölesi olup kılıçlar yapı­yor, Tevrat ve İncil okuyordu. Peygamber ona uğradığında yanında durup, okuduğunu dinliyordu[107]. Rivayetlerin zikrettikleri arasında Bel'am da bulunmaktadır. Bel'am Mek­ke'de demircilik yapan bir hristiyandı. Peygamber (s) müşriklerin[108] gözleri önünde ba­zen onun yanına giriyordu. Anlaşıldığı üzere bu davranış müşrikleri, burada ve Fuıkan sûresi 4. ayette bahsedilen sözleri söylemeye sevketmişti.

Tabii olarak bu, müşriklerin söylediklerinin vakıaya mutabık olduğu anlamına gel­mez. Görüldüğü gibi ayetler onların sözlerini nakletmekte ve kesin bir ifadeyle cevap vermektedir. Bütün insanların ve sözleriyle bunu kasdeden herkesin duyabileceği şekil­de, bunu ilan etmektedir. Buna ilave olarak daha önce naklettiğimiz diğer ayetlerin de bahsettiği gibi onların, Muhammedi mesaja inanmalarını, Kur'an'ın Allah ve vahyi ile olan ilişkisinin doğruluğuna şahit olmalarını burada kaydedebiliriz. Çünkü onlar Pey-gamber'deki nübüvvet alametlerini görmüşler ve böylece nevadan, taassuptan ve şüphe­lerden kurtulmayı baş almışlardır. Müşrikler de bunu görüp i silmişlerdi. Bu, bahsedilen sözün çürütülmesi için yeterlidir. Misyoner ve karşıt görüş sahibi müsteşrikler (oryanta­listler) yersiz olarak kötü bir şekilde bu söylemi kullanmışlardır. Bu davranış gösteriyor ki, onlar Kur'an vahyinin ve Muhammedi mesajın boyutunu kavrayabilmiş değillerdir. Yahut her ikisi konusunda da büyüklenip mugalata (yanıltma) yapmaktadırlar. Fuıkan sûresinde yeterli olarak konuyla ilgili açıklamada bulunduk. Tekrara gerek görmüyoruz. [109].

 

Ruhu'ı-Kudüs

 

102. ayette geçen Ruhu'l-Kudüs kelimesini mtifessirler Cebrail meleği olarak açıkla­mışlardır. "Kudüs" kelimesi mukaddes, yüce ve temizlenmiş anlamında olup, bir ikram ifadesidir. "Cebrail" kelimesi açık olarak Bakara sûresinde Kur'an'ın Peygamber'in kal­bine indirmesini anlatan ayette geçmiştir: "De ki: Cebrail'e kim düşman olursa, (bilsin ki) gerçekten Kur'an'ı, Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O'dur," (Bakara- 2/97) Bu da, bu kelimenin bu anlamda açıklanmasını te'yid etmektedir. Şuara sûresinde de Kur'an'ın indirilmesinden bahsedilirken "Ruhu'1-Emîn" ifadesi geçmiştir. Burada da, orada da kastolunan aynıdır. [110].

 

Seylan'dan Allah'a Sığınma Emri

 

Buradaki ayet grubunun birisinde Şeytan'dan Allah'a sığınılması emrinin yer alması, bir diğerinde de Kur'an'ı Peygamber'e indirenin Ruhu'l-Kudüs olduğu açıklamasının geçmesi, herhalde şu hedefe yöneliktir; Sözkonusu bu olay münasebetiyle müşriklerin söylemeleri muhtemel olan, "Peygamber sadece cin veya şeytanlarıyla ilişkiye girmiştir, yOksa Allah ve melekleriyle değil" sözlerine bir cevap verilmektedir. Zira onların inanç­larına göre kâhinler, sihirbazlar ve usta şairler cin şeytanlanyla ilişkiye girmektedirler. Dikkat edilirse buna Şuara sûresinin 192-236 ayetlerinde değinilmiştir. Bu iki ayetin tef­sirlerinde yaptığımız açıklamalarda da belirttiğimiz üzere müşrikler, sürekli Peygam­ber'e .yönelik bu iftiralarını tekrarlıyorlar, Kur'an da onlara burada ve sözkonusu iki ayette olduğu gibi cevaplarım kuvvetli ve etkileyici bir şekilde veriyor.

Şeytan'dan Allah'a sığınmak, haddizatında başlı başına insan nefsinde sükûnet ve it-mi'nanı doğurmaktadır. Bunu yapma emri, Kur'an'ın birçok ayetinde tekrarlanmıştır: Araf sûresinin 200. ayeti ile Fussilet sûresinin 36. ayeti ve Mü'minun sûresinin şu ayet­lerinde: "Ve de ki: 'Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım' ve onların be­nim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım" (Mü'minun, 97-98). Bunlar müslüman için stres ve sıkıntı ortamlarında manevi bir tedavi içermekte olup, Kur'an'da değişik üslûp ve şekillerle birçok yerde, tekrarlanmıştır. [111].

 

106-  İman ettikten sonra Allah'ı inkar eden -kalbi iman ile dolu olduğu halde (İnkâra) zorlanan hariç- fakat kim kalbi­ni kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır.

107-  Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerin­den ve Allah'ın, inkar eden kavmi doğru yola iletmeyece­ğinden ötürü böyledir.

108-  Onlar, Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların  ta kendile­ridir.

109- Şüphesiz, onlar ahirette ziyana uğrayanlardır.

110- Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan son­ra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbİn, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.

111-  O gün, herkes kendi nefsi adına mücadele eder ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.

 

1- Ayetlerde iman ettikten sonra, zorlanarak değil de kasden-bilerek inkar eden kim­selerin üzerine olan Allah'ın gazabı bildirilmektedir.

2- Onlara Allah'ın büyük azabının uyarısı verilmektedir.

3- Onların bunu hak ettikleri açıklanmaktadır. Çünkü onlar, dünya hayatını ve geçici menfaatlerini arzuladıklarından ve bunları ahirete tercih ettiklerinden bu çirkin davra­nışta bulunmuşlardır.

4- Allah'ın onlar gibi inkarcıları hidayete erdirmeyeceği, sükunet ve mutluluk vesi­lelerini onlara kolaylaştırmayacağı açıklanmıştır. Zira onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiş; böylece onlar sağır, kör, dilsiz, hak ve hakikatten gafil kimseler durumuna düşmüşlerdir. Tabiatıyla onlar, ahirette de ziyana uğrayanlardan olacaklardır.

5-  Ayetlerde, dinlerinden dönmeleri için işkenceye uğradıklarından hicret edenlere, sonra da cihad edip sabredenlere övgüyle işaret edilmekte ve Kıyamet gününde Allah'ın unlan af ve rahmetiyle kuşatacağı açıklaması yapılmaktadır. O gün herkes kendini savu­nup, kendisi için mücadele edecektir ve herkes hayır ve serden ne yapmışsa onun karşı­lığını zulmedilmeden, haksızlığa uğramadan görecektir. [112].

 

Zorlamayla İnkar Etmenin Hükmü

 

Müfessirlerin naklettiğine göre[113] "Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse -kal­bi iman ile dolu olduğu halde (inkara) zorlanan başka-..." ayetinde yer alan istisna, Ammar b. Yâsir hakkında inmiştir. Müşriklerin ona şiddetli işkencesi sonucunda daya­namayıp inkar kelimesini telaffuz etmişti. Sonra Peygamber'e gelerek durumunu bildir­di, Peygamber de ona kalbini nasıl bulduğunu sordu, o da: "İman üzerine sabit buluyo­rum" dedi. Bunun üzerine Peygamber ona şöyle buyurdu: "Eğer (işkenceye) dönerlerse, sen de (inkara) dön." Bu rivayet, değişik şekillerde nakledilmiştir. Üçüncü bil" rivayette de Ammar'm yerine Âmir b. Hadramî'nin kölesi olan Cibir'in adı geçmektedir. Dördün­cü bir rivayette ise Habbab b. el-Art'ın adı geçmektedir. Yine naklettiklerine göre 110. ayet Medine'ye hicretten geri kalan bir grup insan hakkında inmiştir. Bunlar üzerine müşriklerin baskısı son derece arttığından, dinlerinden dönmüşlerdi. Sonra hicret edip Allah'ın Resulüne kavuşma imkanını yakaladıklarında da İslam'a geri dönmüşlerdi.

Bu rivayet başka bir ifadeyle nakledilmiştir. Ancak müfessirler görebildiğimiz kada­rıyla, inkar edip de gönüllerini küfre açan kimseler hakkında bir rivayet nakletmemişler-dir. Halbuki bu ayetler onlar hakkında inmiş ve yorumlanmıştır.

Burada zikredilen rivayetler veya aynı mânâyı ihtiva eden rivayetler başka ayetler hakkında da nakledilmiştir. 106. ayetin açıklamasında zikredilen Ammar b. Yasir olayı Peygamber efendimizin Peygamberlik görevine başladığı erken dönemlerde olmuştur. Bu sûre ise tahmin edildiği gibi Mekke döneminin birinci yarısından sonra inmiştir. Dikkat çeken diğer bir husus da, 110. ayetin açıklamasında nakledilen rivayetlerin Me­dine'ye hicretten sonra vuku bulmuş birtakım olaylardan bahsetmesidir. Halbuki ayetin Mekke döneminde indiği konusunda ihtilaf yoktur. Rivayetlerin genel olarak güçlü bir senedi bulunmamaktadır.

Herhâlükârda ayetlerin mefhumundan ve indikleri ortamın şartlarından, Habeşistan'a hicretten sonra Mekke'de meydana gelen olaylar hakkında indikleri anlaşılmaktadır. Müslümanlardan bir kısmı herhangi bir zorlama olmaksızın dinlerinden dönmüşler, bir kısmı da zorlama ve baskı sonucunda kalplerinde sapasağlam iman olduğu halde İs­lam'dan dönmüşlerdir. Bunların bir kısmı veya hepsi -birden fazla olabilirler- Mek­ke'den kaçmayı başararak hicret ettiler, emniyete kavuştuklarında da miislümanlıklarını açığa vurdular ve cihad ettiler, karşılaş tıkları meşakkat ve yokluklara sabrettiler. Bunun önceki ayetlerde işaret edilen bir kısım ayetleri diğerlerinin yerine getirerek değiştirme yapma olayıyla ilişkili olduğu anlaşılmaktadır.

Muhtemel olarak aykırılığın ve bozgunculuğun başını çekenler bu hadiseyi olumsuz propaganda için, karıştırmak ve şüphe uyandırmak için vesile yaptılar ve bazı müslü-manlan da etkileyerek dinlerinden dönmelerine sebep oldular. Belki de onları bazı dün­yevi menfaatlerle kandırdılar. Hatta bu, onların kesinlikle kullandıkları araçlardan biri­siydi. 107. ayet de bunu vurgulamakta ve onların dünya hayatını ahirete tercih ettikleri­ni ifade etmektedir. Muhtemel olarak bu liderler aynı şartlarda bazı müslümanlar üze­rinde dinlerinden dönmeleri için bir tür baskı ve işkence uygulamışlar, onlar da kalpleri imanla dolu olduğu halde vicdanları acı duyarak buna boyun eğmişler, nitekim bir fırsa­tını bulduklarında kaçıp hicret etmişler ve İslam'a geri dönmüşlerdir. Bu bağlamda ayetler birinci grubu kınamakta, diğerlerini ise övmektedir. 110. ayet özellikle Allah'ın affının, rahmetinin ve bağışlamasının onlar için olduğunu bildirmektedir. 110. ayet aynı zamanda herhangi bir zorlama olmaksızın dinlerinden dönen kimseler arasında, pişman olup hicret eden ve yeniden İslam'a dönen kimselerin bulunduğunu ifade etmektedir. Bütün bunlarda, Mekke'de Peygamber'in hayatı hakkında çeşitli örnekler bulunmakta­dır.

Herhangi bir zorlama olmaksızın dinden dönmek Allah'ın ahdini bozmak demektir. Bu bölümden önce geçen 91-97. ayetler Allah'a verilen sözün tutulmasının gereğini vurgulamaktadır. Allah'a inanmayı, daha güçlü ve çok olanın hoşnutluğunu kazanmak için kandırma ve aldatma vesilesi olarak kullanmaktan ve insanların yanındakileri Al­lah in katmdakine tercih etmekten kesinlikle sakındırmaktadır. İşte bu mânâlar, bizim bu ayetlerin Önceki bölümdeki ayetlerle ilişkili olduğu görüşünü, hatta mukaddime nite­liğinde olduğunu söylememize neden oldu.

Tabiatıyla bu hadisenin, Peygamber'in, mü'minlerin ve nebevi davetin seyri üzerin­de büyük etkisi olmuştur. İşte, zorlama olmaksızın dinlerinden dönüp inkarlarında sabit kalanlar üzerine yöneltilen kınama bu şekilde açıklanmaktadır. Son ayetin ihtiva ettiği teskin etme ve uyarma niteliği de bu şekilde açıklanabilir. Peygamber ve mü'minlere herhangi bir sorumluluk yoktur. Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah'ın ahdini bozanlar, yaptıklarıyla günahkar ve suçludurlar. Kıyamet gününde de herkes yaptığın­dan sorumlu olacak ve hak ettiği şekilde cezalandırılacaktır.

110, ayette geçen (...sonra cihat edenier...) ifadesinden maksat, güç ve çaba sarfet-mek, Allah ve dini yolunda meşakkat ve yokluklara katlanmaktır. Çünkü açıkça görül­düğü gibi "savaş cihadı" Medine'ye hicretten sonra olmuştur.

"Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse, kalbi iman ile dolu olduğu halde (in­kara) zorlanan başka" ayeti ile, akabindeki ayetler sürekli olarak telkinde bulunup bir­çok öğretiler ihtiva etmektedir: Allah, ne kadar büyük olursa olsun günah işlemeye zor­lanan kimseyi, özellikle de zorlama canı üzerinde ise sorumlu tutmamaktadır; pişman olanların, yanlış yola girip sonra dönenlerin tevbeîerini kabul etmekte ve onlan rahme-tiyle kuşatmaktadır. Zorlamanın bizzat can ile alakalı olmasının şart koşulması, ayetle­rin ruhundan çıkartılmıştır. Ancak Öldürme üzerine baskı ve zorlama, öldürmeyi meşru kılmaz. Yine zina üzerine zorlama da zinayı meşru kılmaz; çünkü zorlama ve baskının en son vardığı nokta öldürmedir. Ama inkar etme üzerine zorlama, daha hafif olarak da şarap İçme, domuz eti, lâşe ve akan kan yeme üzerine zorlama; namazı, orucu ve haccı terketme üzerine zorlama ise, zorlama-baskı kesin ve hakiki olarak varsa, zararını def etme miktarınca, sözkonusu zikredilen şeyleri meşru kılar. Zorlama, öldürme ve zina fi­ili dışında başkasıyla alakalı da olabilir ve baskı sonucu zarar veren fail, işlediği zararı baskı tehlikesi ortadan kalktıktan sonra tazmin ederse bu da meşruluk kapsamına girer. Bu, kişinin zorlama olmaksızın işlediği günahlardan tevbe etmesiyle çatışmamaktadır; yeter ki tevbe samimi ve sadık olsun, yapılan tahrip ve zarar düzeltilip tazmin edilsin. Bu konuyu geniş olarak Furkaıı sûresinde açıklamıştık. [114].

 

112-  Allah, (ibret için) bir ülkeyi Örnek verdi: (Halkı) Gü­venlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol[115] gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.

113- Andolsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmişti. fakat onu yalanladılar; böylece onlar, zulümlerine devam etmektelerken azap onları yakalayıverdi.

 

İbret İçin Örnek Verilen Ülke

 

Müfessirlerin çoğuna göre örnek, Mekke şehri ve kafir halkı hakkında verilmiştir: Mekke, Allah'ın türlü nimetlerle donattığı, güven ve huzur bahşettiği, nzık kapılarını kolaylaştırıp açtığı, her yerden bol bol rızıklann kolaylıkla geldiği bir şehirdir. Halkı, Allah'ın hakkını gözetmediler, bahşettiği nimet ve lütuflarma şükretmediler. Onlara el­çisi, hak yola davetçi olarak geldiğinde yalanlayıp ona karşı tavır aldılar; bu zulümlerin­den, suçlarından, inkarlarından ve azgınlıklarından dolayı da Allah'ın azabı onları yaka­ladı ve emniyetlerini korkuya, nzık genişliklerini kıtlık ve açlığa çevirdi, onları ibret alanlara ibret olsun diye, örnek alınacak bir hale soktu.

Ayetler, müfessirlerin de çoğunun üzerinde ittifak ettikleri gibi, kasaba halkının ve­ya Mekke halkının başına gelen azabı, darlığı, açlığı ve korkuyu hatırlatmayı içermekte­dir. Naklettiklerine göre[116], Peygamber hicret ettikten sonra onlara Yusuf(a)'a isabet e-den kıtlık gibi kıtlık felaketinin verilmesi için bedduada bulundu ve onların azık birik­tirmesine engel oldu. Bunun neticesinde aç kaldılar, hatta İaşeleri yemeye başladılar. Sonunda Peygamber'e elçiler göndererek yalvardılar, merhamet etmesini dilediler. O da onlara şefkat edip acıdı ve azık biriktirmelerine müsaade etti. Bu rivayet, ayetlerin Me­dine'de inmiş olmasını gerektirir; fakat biz bunu kaydeden bir rivayete rastlamadık.

Duhan sûresinin tefsirinde, Peygamber daha Mekke'deyken Mekke üzerine açlık ve kıtlık felaketinin geldiğini anlatan rivayetler nakletmiştik. Bu kıtlık onların korkmasına, endişe duymalarına sebep olmuş ve Mekke'nin ileri gelen bazıları Peygamber (s)'e gele­rek ona yalvarmışlar, azabın üzerlerinden kaldırılması için Allah'a dua etmesini istemiş­lerdi. Ama üzerlerinden azap kaldırıldıktan sonra tekrar düşmanca tavırlarına dönmüş­lerdi. Bunun üzerine Allah onları Duhan sûresinde büyük bir yakalamayla tehdit ederek uyardı. Anladığımız kadarıyla bu ayetlerde, onlara Duhan sûresinde anlatılan azgınlık ve zulümlerinden dolayı başlarına gelen felaket hatırlatılın aktadır. Zaten Duhan sûresinin inişi ile bu sûrenin inişi arasında uzun bir süre yoktur ve başlarına gelen felaketler de hâ­la devam etmektedir. Bu doğruysa -doğru olmasını arzu ediyoruz- bu ayetlerin öncekile-nyle ilişkisi apaçık ortaya çıkmaktadır. Önceki ayetlerde kafirlerin, özellikle de ileri ge­lenlerinin, Allah'ın elçisine karşı olan düşmanca tavırları, onu yalanlamaları, hakkında iftiralarda bulunmaları ve güçlerinin yettiği kimseleri İslam'dan döndürmek için baskı

ve işkenceler yapmalan kınanmıştır. Bu ayetler de onlara içinde bulundukları felaketi hatırlatmakta, bunun onlara Allah tarafından verilecek cezanın bir kısmı olduğunu bildir­mekte ve bu konuda Mekke'yi, ibret için "örnek şehir" olarak vermektedir.

Bu ayette önemli bir husus öğretilmekte, sürekli olarak kullanılabilecek sosyal bir Öğüt verilmektedir. Hangi toplum güç, izzet, güvenli bir hayat ve kolay bir rızık elde et­me kaynaklarını muhafaza etmek istiyorsa, Allah'ın çizdiği sınırlara ihlasla, samimiyet­le, adaletle, iyilikle ve her türlü güzel işlerle riayet ederek bağlı kalsın; O'nun lütuf ve ihsanına karşı boyun eğip O'nu zikretsin ve şükretsin. Her türlü haksızlığı yapmaktan, günahtan, azgınlıktan, kötülükten, sapıklıktan ve israftan uzak dursun. Eğer bunlara dik­kat etmeyip sının aşarsa düzeni bozulur, varlığı yok olur, bela ve felaketlere maruz kalır. [117].

 

114- Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz ola­rak yiyin; eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsa­nız onun nimetine şükredin.

115- Allah size Ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan baş­kasının adı anılarak kesilen hayvanları haram kıldı. Kİm mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, sınırı da aşmadan (bunlardan) yiyebilir. Şüphesiz Allah, bağışlayan ve esirgeyendir.

116-  Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla'[118] şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı ya­lan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uy­duranlar kurtuluşa eremezler.

117-  (Kazandıkları) pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem verici bir azap vardır.

118-  Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar ken­dilerine haksızlık ediyorlardı.

119-  Sonra gerçekten Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri bağışlayacaktır. Çünkü onlar tevbe ettikten sonra, Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

 

1- Ayetlerde muhataplara Allah'ın helal, hoş ve temiz olarak verdiği tüm rızıklardan faydalanıp yemeleri ve gerçekten O'na inanıp, sadece O'na kullak ediyorlarsa, bahşetti­ği nimetlerine şükretmeleri emredümektedir.

2- Kendilerine yenmesi haram kılınan şeylerin; ölmüş lâşe, kan, domuz eti ve kesi­lirken üzerine Allah'tan başka varlıkların adının anıldığı hayvanlar olduğu açıklanmış­tır.

3- Bununla birlikte, Allah'ın, zor durumda kalan kimsenin bu haram kılınan nesne­leri yemesini fazlaya kaçmamak, zaruret sınırını aşmamak kaydıyla bağışlayacağını ila­ve etmektedir.

4- Rabbinin bir buyruğuna dayanmaksızın bir şey için helaldir, haramdır diyerek bu­nu yalan yere Allah'a nisbet edip İftira etmeyi de yasaklamaktadır.

5- Bu tür davranışta bulunanlar, kınanmış ve azapla tehdit edilmiş olup, kurtuluşa ve mutluluğa eremeyeceklerdir. Az olan dünya hayatı ve menfaatinden sonra, oniarı ahiret-te bekleyen acıklı bir azap kaplayacaktır.

6- Ayetlerde bu sûreden önce Kur'an'da belirtilen, yahudilere haram kılınan bazı yi­yeceklerin Allah tarafından onlara, azgınlıklarından, inatlarından ve zulmetmelerinden dolayı yasak edildiğine, yoksa Allah'ın onlara zulmetmediğine işaret edilmiştir.

7-  Ayetlerde cahillikle, gafletle kötülük işleyip, sonra bundan pişmanlık duyarak tevbe edenlere ve hallerini düzelterek doğru yolda yürüyenlere Allah'ın rahmet ve affıy­la muamele edeceği açıklanmaktadır.

İlk üç ayetin İhtiva ettiği öğretiler Kur'an'm birçok yerinde yakın üslûplarla hem Mekke'de hem de Medine'de inen sûrelerde tekrarlanmıştır.

Tefsiri daha önce geçen En'am sûresinde, tekrar etmeye gerek duyulmayacak tarzda geniş yorumlarda bulunmuştuk. Ancak En'am sûresinin ayetlerinde "kan" kelimesi "mesfûh" (akmış) nitelemesi ile birlikte geçmiştir. Burada ise, bu niteleme zikredüme-miştir. Fakat açıklamasını yaptığımız bu ayetlerde de, bu nitelemenin takdir olunduğu üslûptan anlaşılmaktadır. Yalnız İbn Mâce'nin rivayet ettiği, Hakİm'in de sahih olduğu­nu söylediği İbn Ömer'den nakledilen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Bize iki (türlü) ölü ve iki (türlü) kan helal kılınmıştır; iki (türlü) ölüye gelince, bunlar balık ve çekirgedir; iki (türlü) kana gelince, bunlar da: ciğer ve dalaktaki kandır."[119] Bu öğretinin tekrarlanması, Araplar arasında yerleşik olan, hayvanlardan bir kısmını helal, bir kısmını da haram kılma eylemini ve bu konu çevresinde cereyan eden tartışmayı göstermektedir. Bunu En'am sûresinin 118-121,137-139, 142-147 ayetlerinin tefsirinde açıklamıştık.

Ayetlerin üslubu ve muhtevası, bir bütün olarak açıklama veya tartışma akışı içeri­sinde, etlerin ve kesilen hayvanların haram oluşları konusunda geldiğini ortaya koymak­tadır. Konu, belki bazı müslümanlar tarafından çıkartılmış veya bazılarının sözleri ve davranışları neticesinde gündeme gelmişti. Ayetler, bahsedilen dört tür nesnenin haram kılınmasından başka, haram kılınan başka nesnelerin de olduğunu ve bunun tartışıldığını göstermektedir. Vahiy hikmeti, bunun yahudilere özel bir ceza olduğunu, üzerine başka şeylerin kıyas edilemeyeceğini bildirmiştir.

Ayetler müstakil bir bölüm olarak, önceki bölümlerle ilişkileri yok gibi gözükmekte­dir. Ancak kafirler tartışma cephesinde ortak olduklarına göre, yahut bu bölümün, bazı ayetlerin diğer bazı ayetlerin yerine getirilerek değitirilmesi ile ilgili bölümle bir ilişki varsa ki, bunu kesin olarak tesbit etmek mümkün değildir. Çünkü konu ile ilgili bir riva­yet bulunmamaktadır; o takdirde bu bölümün ayetleriyle bağlantı kurup konuyu pekiş­tirmemiz mümkün olur; biz de zaten buna meyletmekteyiz. [120].

 

Helal Ve Haram Kılmanın Kaynağı

 

"Dillerinizin yalan yere nitelemesi dolayısıyla suna helal, buna haram demeyin..." ayetinin ihtiva ettiği konunun aslına ve zaruret prensibine yeni bir yorumda bulunmaya gerek görmüyoruz. Çünkü konu üzerinde En'am sûresinin tefsirinde yeterince yorumda bulunduk. Ancak biz burada, özellikle 116. ayette, uzun vadede çeşitli alanları kapsa­ması mümkün olabilecek, mutlak ifadesi nedeniyle sadece et ve yiyeceklerden haram olanlara mahsus olmadığını gösteren muhtevaya dikkat çekmek istiyoruz. Ayet, müslü-manları helal ve haram konusunda rastgele konuşmaktan, sonra da bunu düşünmeden ispat etmeden, mesnetsiz olarak Allah'a nispet etmekten men etmiştir. Böyle bir davra­nışta bulunmak Allah'a iftiradır; geniş kıldığını daraltmak, maslahat, akıl ve eşyanın ta­biatıyla uygunluk içerisinde cereyan eden Allah'ın hikmetini iptal etmektir. Bunun gibi tahlil (helal kılmak) ve tahrimin (haram kılmak) düşünmeden, delilsiz olarak Peygam-ber'e nispet edilmesinin de caiz olmayacağını söylemek yerinde olur. Böyle yapmakla, yasamanın ikinci kaynağı olan Allah'ın Resulüne iftira edilmiş olunur.

Son ayet de diğer ayetlerin konusuyla irtibat halinde olmakla ve konusunun bazı müslümanlar tarafından veya bazılarının davranışları neticesinde gündeme gelmiş olma­sıyla birlikte, muhtevasında Kur'ani tevbe prensibi te'yid edilmekte ve üslubunda umu­miyet ile kapsamhlik yer almaktadır. Bu prensip hakkında Furkan sûresinde yeterli mik­tarda yorum yaptık; tekrar etmeye gerek yoktur.

Ayetlerden, En'am sûresinin bu sûreden Önce indiği açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü yahudilere haram kılman şeyler o sûrede belirtilmiş, burada da oraya atıfta bulunulmuş­tur. Bu da bazı müsteşriklerin, tertipte En'am sûresini son inen sûreler arasında zikret­melerini yanhş çıkartırı aktadtf. [121].

 

120-  İbrahim gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir ümmeti[122]. Allah'a ortak koşanlardan değildi.

121-  O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

122-  Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahtrette de salihlerdendir.

123- Sonra sana: "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden değildi" diye vahyettik.

124-  Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere (farz) kılın­dı. Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkın-da Kıyamet günü aralarında hükmedecektir.

 

1- Ayetler, İbrahim (a)'in hak yolda Allah'a boyun eğerek, çizdiği sınırlara sapmak-sızın bağlı kalarak yürüyen, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan, O'nun nimetlerine sü­rekli şükreden bir önder olduğunu açıklamaktadır. Allah onu seçmiş, koruması altına al­mış; dosdoğru yolu göstererek, O'na dünyada her türlü iyilik, güvenlik, kurtuluş yolları­nı kolaylaştırmış, ahirette de onu en güzel mükâfata layık salihler arasına koymuştur.

2- Peygamber'e de Allah'ın, İbrahim (a)'in dinine ve hiçbir sapıklık ve şirk olmayan O'nun yoluna uymasını vahyettiği bildirilmiştir.

3-  Allah'ın Cumartesi gününü, onun hakkında ihtilaf edenlerin üzerine farz kıldığı ve çok yakında Kıyamet gününde de onlar arasında, ihtilaf ettikleri konuda hükmedece­ği açıklanmıştır.

Müfessirler bu ayetlerin ne hakkında indiği konusunda bir rivayet nakletmemişler-dir. Anladığımız kadarıyla -özellikle ilk dört ayet- önceki ayetlerle bağlantılıdır. Araplar onların dini gelenekler konusunda takip ettikleri yolu tenkit ediyorlardı; bunlar arasında İbrahim'in dinine kadar varan tahlil ve tahrim konusundaki gelenekler de bulunmaktay­dı. Ayetler, önceki ayetleri tamamlayıcı mahiyette onlara cevap verip, kınamak ve bu dinin özünü açıklamak maksadıyla gelmiştir; öyle ki bu dini Peygamber'e Allah vahyet-miştir. Kur'an'da geçen tahlil ve tahrim -özellikle hayvansal yiyecekler konusunda- bu dinden sahih olarak aktarılan hüküm olup aynen alınması gerekir.

Son ayet hakkında müfesirlerden birçok farklı görüşler aktarılmıştır[123]. Bir kısmı bazı rivayet ve hadislere dayanarak şöyle demiştir: Cuma günü bayram günü olarak kabul edilmesi gereken gündü. Çünkü Allah o günde kâinatın yaratılmasını tamamladı; ancak yahudiler bu konuda ihtilafa düştüler, sonra da Cumartesi gününü seçtiler. Çünkü o gün Allah'ın kâinatın yaratılmasını tamamlayıp -zanlanna göre- istirahate çekildiği gündü. Allah da o günü onlara farz yaptı ve o günde çalışmayı haram kıldı. Bazıları buna uydu­lar, bazıları da muhalefet ettiler. Bu görüşe sahip müfessirler, Buhari'nin Ebu Hureyre'den naklettiği bir hadisi aktardılar: "Bizler sonra gelip Kıyamet günü öne geçenleriz; farkımız onlar bizden önce kitap verilmiş olanlardır. Sonra Allah'ın onlara farz kıldığı sünde ayrılığa düştüler; Allah da onu bize nasip etti, bu konuda insanlar bize tabidir; yahudiler yarın, hristiyanlar ise yarından sonradır." Müslim'in Ebu Hureyre ve Huzey-fe'den naklettiği başka bir hadiste de: "Allah bizden önce gelenleri Cuma günü konu­sunda yanılttı. Yahudilerin Cumartesi, hristiyanlann ise Pazar günü oldu. Allah bizi ya­rattığında Cuma'yı da bize nasip etti. Kıyamet gününde onlar bize tâbi olacaklardır; biz Öne geçenler diğer yaratıklardan önce hesaplan görülenler olacağız."[124]

Bir kısmı da şöyle demiştir.[125] Ayet yahudilerin Cumartesi günü balık tutma konu­sunda kurdukları hileye ve Allah'ın da bu suçlan karşılığında onları cezalandmp suret­lerini değiştirmesine işaret etmektedir. Araf sûresinin 163-166. ayetleri buna temas et­miştir.

Biz de bu görüşü tahrirn ve tahlil konusuyla sıkı irtibatından dolayı tercih etmekte­yiz. Ayette, Allah'ın yahudileri cezalandırdığı gibi müslümanlan da cezalandırmaması için, onlara yahudilerin bu yolunda yürümemeleri konusunda uyarı ve tenbih vardır. Bu ayetle, önceki dört ayet arasındaki ilişki açıkça gözükmektedir; sonra bu beş ayetle ön­cekiler arasındaki ilişki de açıktır. Biz bu tercihle, yukarıda geçen Buhari ve Müslim'in naklettiği hadisler arasında herhangi bir çatışma görmüyoruz. Çünkü sözkonusu hadis­ler bu ayetin tefsiri ile ilgili değildir. [126]

125- Rabbimin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bi­lendir.

 

Hikmet Ve Güzel Öğütle Davet

 

Ayette Peygamber'e Allah yoluna davette, hikmetli güzel öğüt metoduna sarılması, insanlarla münakaşada en güzel üslubu seçmesi, bundan sonra da Allah'a tevekkül et­mesi emredil inektedir. Zira kimin doğru yoldan saptığını, kimin de hidayet üzere oldu­ğunu ancak o bilir.

Bu ayetin ne hakkında indiği konusunda bir rivayete rastlamadık; ancak Önceki ayet­ler ile arasındaki ilişki açıkça anlaşılmaktadır. Zira tahlil ve tahrim konusuyla, İbrahim (a)'in dini konusu üzerinde tartışma çok olmaktadır. Muhtemel olarak Peygamber de birtakım ortamlarda bu konular hakkında zor durumda bırakılıp öfkelendirilmiş olabilir. Dolayısıyla vahyin hikmeti gereği bu dinin hakikati açıklanıp, Allah'ın Peygamberi'ne uymasını vahyettiği hak yolu olduğu da anlaşıldıktan sonra, Allah'ın tahrim ve tahlil ko­nusunda vahyettiklerinin bu dinde yer alan hakikatler olduğu da bildirilmiş; daha sonra da Peygamber teskin edilerek bir yönden takip etmesi güzel olacak hikmetli metod ken­disine öğretilmiş, bir yönden de teselli edilmiştir. Güzel yetenek ve sağlıklı vicdan sa­hipleri mutlaka hakkı anlayıp doğru yola gireceklerdir. Aksi fıtratlara sahip olanlar ise bilerek ve inat ederek büyüklendiklerinden, gerçeği kavrayamazlar; onların sorumluluk­ları Peygamber'e ait değildir, û'nun görevi sadece Allah'ın yoluna hikmetle, güzel öğütle davet etmektir. Tartışma vuku bulduğunda da, bunun nazik, yumuşak ve güzel bir çerçevede cereyan etmesi gerekir. [127].

 

İslam'a Davet Metodu

 

"Rabhinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mü­cadele et" ayeti, önceki üslûp ve konuyla irtibat içinde olmakla beraber, ihtiva ettiği metod çok yüce değerde, mutlak ve genel olarak gelmiştir. Allah'ın yolu olan İslam'a davette de ulaşılamayacak derecede zirvede ufuklara sahiptir ve bu metodla İslam mesa­jı sonsuzluğa namzettir. Bu metod uzun vadede sürekli canlı olarak kullanılabilecek öğ­retiler sunmaktadır; müslümanlara her zaman ve mekanda İslam'a davetlerinde metod-lannın bu olması gerektiği vurgulanmaktadır. Hak ve iyilik prensiplerine, çağıran her davetçinin de bu metoda uyması gerekir. Bunlara davet ancak bu harikulade hikmetli üslûp kullanıldığı takdirde başarıya ulaşabilir. Baskıcı, zorlayıcı, sıkıştırıcı ve sertlik yanlısı metodların başarılı, sağlıklı sonuçlara götürmesi mümkün değildir.

Bazı müfessirlerin dediklerine göre[128] bu ayet savaş ayetleri tarafından neshedilmiş-tir. Misyoner ve müsteşriklerden bazı karşıt görüş sahipleri de şöyle demektedir: Pey­gamber kuvvetlenip gücü arttığında bu metoda aykın davranılmış ve bu metod terkedil­miştir.

Bizim gördüğümüz kadarıyla ne bu, ne de önceki görüş doğru değildir; her ikisi de büyük bir yanılgıdır. Medine'de inen kıtal (savaş) ayetleriyle buradaki metod tamamen uyum içerisindedir. Çünkü savaş; müslümanlara saldıranlara karşı meşru kılınmıştır; yoksa insanları zorla İslam'a sokmak için değil. Bu konuyu, geniş olarak "Kâfirûn" sûresinin tefsirinde açıkladık, yine yeri geldiğinde geniş açıklamada bulunacağız.

Peygamber'in ve Raşid halifelerin miitevatir -kesin olarak nakledilen- sîretleri (ya­şamları) bu metodun bozulduğuna dair aykırı bütün sözleri yalanlamaktadır. Aksine, gerçek olan, karşıt görüş sahibi kibirli kimseden başka hiçbir kimsenin şüphe duymaya­cağı tarzda, bunun daha bir dikkat ve titizlikle uygulandığıdır[129]..

 

 

126-  Eğer ceza verecekseniz[130], size verilen cezanın mis­liyle ceza verin ve eğer sabrederseniz; andolsun bu, sabre­denler için daha hayırlıdır.

127-  Sabret; sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için üzülme! Kurdukları tuzaklardan da sıkıntıya düşme.

128- Şüphesiz Allah korkup sakınanlarla ve iyilik edenler­le beraberdir.

 

1- Ayetlerde işiten muhataplara, bir kötülüğe ve düşmanlığa karşılıkta bulunmak is­tediklerinde, bunun kendilerine yapılan oranda, taşkınlık yapmadan, sınırı aşmadan ol­ması gerektiği bildirilmekte, bununla beraber eğer karşılıkta bulunmayıp sabrederlerse bunun daha faziletli olduğuna dikkat çekilmektedir. Çünkü sabırda, sabredenler için çok büyük hayır vardır.

2-  Peygamber'e sabretmesi, karşı karşıya bulunduğu kötülük ve hilekâr tutumlar karşısında hüzne ve gönül sıkıntısına teslim olmaması emredilmiştir.

3-  Sabrettiğinde itimadının Allah'a olduğu konusunda Peygamber'e güven veril­mekte ve Allah'ın kendisinden korkup sakınanları ve davranışlarını düzeltenleri destek­leyeceği bildirilmektedir. [131].

 

"Misliyle Cezalandırmak" Üzerine

 

Sözkonusu ayetin Mekki veya Medeni olup olmadığı hakkında tartışma vardır.

Bizim itimad ettiğimiz mushafta üç ayetin de Medine'de indiği rivayet edilmektedir. Taberi'nin A'tâ b. Yesâr'dan -tabiilerin tabii alimlerden birisi- naklettiğine göre, üç ayet de Medine döneminde, Uhud savaşından sonra inmiştir. Peygamber, Hamza (r) şe­hit edildiğinde çok kederlenmiş ve eğer Allah bize onlara karşı zafer nasip ederse biz de onlardan otuz kişiyi âleme ibret olacak şekilde öldüreceğiz diye yemin etmiş, müslü-manlar da bu sözü işittiklerinde şöyle demişlerdir: "Allah'a yemin olsun ki onlara karşı zafer kazandığımızda kesinlikle onları Araplardan hiçbirinin hiç kimseye yapmadığı bir şekilde âleme ibret olacak tarzda öldüreceğiz". Bunun üzerine Allah bu ayetleri indirdi. Taberi bu konuda başka rivayetler de nakletmiştir. Bu rivayetlerin hepsi, ayetlerin Me­dine döneminde indiğini açıkça te'yid etmektedir. Bununla beraber Taberi bazı tabiiler­den de şöyle nakletmiştir: Mekke'de bazı müslümanlar şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasu-! Eğer Allah bize izin verirse, muhakkak biz şu köpeklerden öcümüzü alır; onları mağlup ederiz. Bunun üzerine Allah bu ayetleri indirdi. Sonra da bunlar cihad ayetleriy-le neshedilmiştir. Bu rivayet, ayetlerin Medine döneminde indiğini ifade eden rivayetle çatışmaktadır. Bütün bunların yanısıra Taberi'nin bazı tabiilerden ve onların tabiilerin­den naklettiğine göre, ayetler mutlak olup bir kimseye, yaptığı zulmün karşılığı olarak misliyle mukabelede bulunmak dışında, aşırı gitmekten sakındirmakta ve mukabelede bulunulmadan sabretmenin ise daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlam­da ayetler mensuh olmayıp muhkemdir. Hükümleri baki ve açıktır. Taberi sonra şöyle demiştir: Doğru olan, Allah birinci ayette Peygamber'e ve mü'minlere, şayet ceza ver­meyi seçiyorlarsa, kendilerine ceza verenleri aynı cezayla cezalandırmalarını emretmiş­tir. Bununla beraber sabretmek daha faziletlidir. İkinci ve üçüncü ayette ise, Allah Pey-gamber'i kavminin davetinden yüz çevirmesinden, ona karşı olumsuz tavır takınmasın­dan ve bunun etkisiyle üzülüp gönlünün daralmasından dolayı teselli etmiştir. Diğer müfessirlerin görüşleri ve naklettikleri rivayetler, Taberi'nin naklinden farkh olmamış­tır[132]. Taberi'nin son olarak söylediği sözde doğruluk payı vardır; zira ne ayetlerin muh­tevasında, ne de üslubunda Medine döneminde indiklerini ifade eden rivayetleri destek­leyen bir karine bulunmamaktadır. Zaten bu rivayetin kapsamına uygun olarak, ayetlerin tertipte bu yere konmasının hikmeti de anlaşılır olamaz. Alî İmran sûresinde Uhud sava­şından biraz daha genişçe bahsedilmişti; eğer nakledilenler doğru olmuş olsaydı bu ayetlerin yeri o sûreler olurdu.

Ayetlerin üslûp ve kapsamı Mekke döneminde İndikleri görüşünü te'yid etmektedir. Bu ayetlerin kapsadığı hususlar, birçok kere Mekke'de inen ayetlerde yer almıştır. Ör­neğin Nemi sûresinde bir ayette, buradaki ikinci ayetin sonunda bulunan ifade aynen geçmektedir: "(Rasûlüm!) Onların yüzünden üzülme, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma."(Nemi, 70). Buradaki ifadeyle Peygamber'in amcasının şehit edil­mesinden dolayı kederlenmesi rivayeti arasında herhangi bir bağlantı yoktur. Çünkü ayet, onu, tutumlarından ve tuzaklarından dolayı üzülmekten nehyelmektedir. Ayetlerin Mekke'de indiğini tercih etmekle, önceki ayetlerle aralarındaki İlişki ortaya çıkmakta­dır. Hemen bunlardan önceki ayette, şayet ille de tartışmak gerekiyorsa, bunun en güzel surette olması ve Allah yoluna davetin de hikmetle ve güzel öğütle olması emredilmek-tedir. Bunun sonucu olarak üç ayetin de Önceki ayeti tamamlamak, üslûp ve konunun bir parçasını oluşturmak için geldiği akla gelmektedir. Sanki bu ayetle bütün hayrın, adı geçen metodu uygulamakta olduğuna dikkat çekilmekte; kafirlerden aşırıya gidip sertli­ğe başvuranlar olduğunda ise, eğer bazı müslümanlar karşılık vermenin gerekliliğine kanaat getirirlerse, bu karşılık misliyle, eşitlik sınırı içerisinde olsun denmek istenmek­tedir. Bununla beraber sabretmek daha faziletlidir. Peygamber'e ve müslümanlara yakı­şan, kendilerine sahip olarak itidal sınırını aşmamak, kafirlerin tuzaklarını, olumsuz ta­vırlarını ve inatlarını görerek üzülmemek, gönül darlığına düşmemektir. Onların vazife­si Allah'tan korkup sakınmak, O'nu razı edecek güzel davranışlarda bulunmaktır. Zira O, korkup-sakınanlar ve iyi davranışta bulunanlarla beraberdir.

Bu şekilde üç ayet de Önceki ayetin ihtiva ettiği mükemmel hikmetli metodu tamam­lamaktadır. O ayet -yerinde açıkladığımız üzere- sürekli devam edecek yüce öğretileri kapsadığı gibi, bu üç ayet de onun gibi sürekli devam edecek öğretileri kapsamaktadır. [133].

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/1.

[2] Etâ Gelecek ve kesinlikle vuku bulacak anlamındadır.

[3] Bir'Ruhi min Emrihi Allah'ın hikmetinin; emirlerin­den, mesajlarından ve kitaplarından vahyolunmasını gerektirdiği şey anla­mındadır.

[4] Hasım-un Mübîn İnatçı düşman, kuvvetle tartışan, cedelci.

[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/2-3.

[6] LekümfîM Difün Onlarda kendisiyle ısınabileceğiniz bir nesne yarattı. İlk bakışta ifadeden, giyildiğinde bedenlerde sıcaklık oluş­masını sağlayan elbiselerin yapıldığı hayvanların kıllarına, yünlerine ve tüy­lerine işaret olunduğu anlaşılmaktadır.

[7] Leküm fîha cemâl Anlatılmak istenen, hayvanların ge-lip-giderken oluşturdukları o güzel görünüm, manzara ve sıcak ünsiyettir. Özellikle de hayvanlann sahiplerinde oluşturdukları etki ve Kur'an ile ilk de­fa muhatab olan Arapların yaşadığı hayat tarzındaki yansıması bunu ortaya koymaktadır.

[8] Türîhûn Hayvanları otlattıktan sonra ağıllarına ve barınakları­na geri götürürsünüz.

[9] Tesrahûn Sabahleyin erkenden onları otlatmaya götürürsünüz.

[10] Lem tekûnu bâliğîhi illa bişikki'l-en-fus Eğer hayvanlar olmasaydı ulaşmak istediğiniz yerlere ancak çok büyük zorluklar sonunda varabilirdiniz.

[11] Ve aîellâhi kasdü's-sebîli ve minha -irun Doğru olan yolu tutmak anlamındadır. "Câir" ise, Doğru yoldan sapan eğri yol anlamındadır. Cümle iki yolun varlığını haber vermektedir; birisi dosdoğru olan yol, diğeri eğri olan yoldur. Allah birinci yola çağırıp ona hi­dayet etmektedir.

[12] Fîhi Tüsîmûn Orada hayvanlarınızı otlatacağınız, besleye­ceğiniz bitkiler vardır.

[13] Zerae Leküm Sizin için yarattı, büyüttü, çoğalttı veya size boyun eğdirdi.

[14] Mevahıra "Mahr" kökünden olup, denizde akıp gitmek, seyret­mek anlamındadır.

[15] En temîde biküm Sallanmaması için, hareket etmemesi için.

[16] Alâmât Yolcuların yolculukları esnasında yönlerini belirle­yecek nişanlar.

[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/6-7.

[18] Bkz. Taberi, Begavi, Hâzin ve ibn Kesir tefsirleri.

İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/7.

[19]Cerame Burada, hakikaten anlamındadır. Yemin yerinde kullanılmıştır. Bazı müfesirlerin Halil'den naklettiğine göre, bu tahkik keli­mesi olup, sadece bir cevap olarak gelir.

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/8.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/9-10.

[22] Evzârahum Ağırlıkları... Kinaye yoluyla işlemiş oldukları gü­nahlar ve kötülükler kastedilmiştir, yahut küfürlerinin ağırlığı anlamındadır.

[23] Fe atallahu bünyânehum min el-kavâid "Kaide" kelimesinin çoğulu olup, temel anlamındadır. Cümlenin anlamı ise, "binalarının temelini sarsmıştır" yani "onların evlerini altını üstüne getirerek üzerlerine yıkmıştır" şeklindedir.

[24] Tüşâkkûne fîhim Kendileri hakkında mücadele ettiğiniz, düşmanlık ve inadınız için vasıta kıldıklarınız...

[25] Feelkavü's-seleme mâkünnâ na'melümin sûin Tevazu ve teslimiyetlerini ortaya koydular ve kendilerine nisbet edilen kö­tü işlerden soyutlandılar.

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/14

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/14

[28] Helyenzurûne 'Bekliyorlar mı' anlamındadır. Zamir, an­laşıldığı gibi kafirlere dönmektedir.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[30] et-Tâğût Burada putlar ve şirk anlamındadır.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/15-17

[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[33] Bkz. Taberi ve Begavi tefsirleri,

[34] Bkz. a.g.e., İbn Kesir, Hâzin ve Tabresii tefsirleri.

[35] Bkz. İbn Sa'd, Tabakat kitabı c.1; İbn Hişam Sîret kitabı.

[36] Bkz. İbn Sa'd, Tabakat kitabı c.1; ibn Hişam, Sîrel kitabı.

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[38] Ehli'z-Zikr Kinaye yoluyla kitap enli anlamındadır.

[39] Beyyinât Açık deliller veya mucizeler anlamındadır.

[40] ez-Zübur "Zebur" kelimesinin çoğuludur; kitap veya kitaplar an­lamındadır.

[41] ez-Zikr Kinaye yoluyla Kur'an anlamında kullanılmıştır. Bir­çok ayetlerde Kur'an "zikir" olarak vasfedilmiştir. Bunların bir kısmı daha önce geçmişti.

[42]isleyen bu konuda Kasımî'nin Kavaidü't-Tahdis ve Sibâî'nin "es-Sünne" kitabını okusun.

İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/24.

[43] Fîtekallübihim Yeryüzünün uzaklarında dolaşırlarken, yol­culuk ederlerken...

[44] Alâ tahavvuf "Tahavvuf' yavaş yavaş azalma anlamındadır. "Infak (harcama) falancanın malım tahavvuf etti" denilir ve bundan infakın onun malını yavaş yavaş eksiltip sonunda da tükettiği kastedilmektedir. İfa­denin anlamı hakkında müfessirter şunu da söylemiştir: Allah felaketlerini onların üzerine canlarında, mallarında ve ürünlerinde art arda vererek etrafını yavaş yavaş eksiltir ve sonunda bütünüyle yok olup giderler.

[45] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/25.

[46] Yetefeyyeü zılaluhü.. Gölgeleri sağdan sola, soldan sağa doğru döner.

[47] Min fevkıhim İbareden maksadın, manevi yücelik olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Allafau Teala sınır ve yön içeren "fevkiyye"den mü­nezzehtir, uzaktır.

[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/26-27.

[49] Vâsıtan Lazımdır, sabittir, ona dayanır.

[50] Feileyhi Tec'erûn Yardım istemek, dua etmek için sesle­rinizi yalnız O'na yükseltirsiniz.

[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[52] Eyümsikühü ala hûn Kendi kendisine sorar: Acaba onu İstemeyerek, durumunu aşağılayarak diri olarak, bıraksın mı?

[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/28-29

[54] Müfratûn Kelimedeki "ra" harfi fetha, sükûn, esra ve şeddeli şekillerde okunmuştur. Birinci tür kıraate göre anlamı: Onlar ihmal edilerek, ateşte bırakılacaklardır veya onlar ateşe süratle sürüleceklerdir. İkinci kıraate (okunuşa) göre anlamı; onlar Allah'ın hakları konusunda ihmalkâr ve kusurlu davranırlar.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/30

[56] Bkz Taberİ ve Begavi Tefsirleri.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/31

[58] Fers İşkembe içerisindeki öğütülmüş yiyecekler.

[59] Sâigan Tadı lezzetli şey.

[60] Sekeran Cumhura göre, bu kelimeden yaş üzüm, hurma ve kuru üzümden elde edilen sarhoşluk verici şıra kastedilmektedir,

[61] Rızkan hasenan İyi bir gıda; yaş üzüm, yaş-taze hurma, kuru üzüm, kuru hurma gibi.

[62] Evhâ Rabbike ile'n-Nahli Ona ilham etti, yahut onu, işlerini ve hareketlerini düzenleyip yönlendirecek " kanun üzerinde ya­rattı.

[63] Mimmâ ya'rişûn Çatılan yükseltilerek yapılmış çardak ve gölgelikler. Bu kelime Araf sûresi 137. ayetinde inşa etmek, bina yapmak an­lamlarında kullanılmıştır.

[64] Zülülan "Zelül" kelimesinin çoğulu olup, yayılmış anlamındadır. Kelimenin buradaki anlamı; Gidilecek yol, boyun eğdirilmiş-yayılmış yol.

[65] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/32-33

[66] Bkz.Tâc, c.3, s.132. 34

[67][67] Bkz.Tâc, c.3, s.132. 34

[67]İzzet Derveze ,et-tefsiru’l-hadis,Ekin Yayınları:4/

[68] Bkz. jbn Kesir'de Tefsiri; Tâc, c.3, s.180-181.

[69] İbn Kesir Tefsiri

[70] Tâc, c.3, s. 180.

[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[74] Felâtedribûlillahi'l-emsâl Buradaki anlamı, Al­lah ile başkaları arasında benzerlik kurmayın; yahut O'na benzerler ve ortak­lar kılmayın.

[75] Eblcem Anadan doğma dilsiz olan.

[76] Kelîiin Başkalarına yük olan, faydasız kimsedir.

[77] Bkz. Taberi, Begavi ve İbn Kesir tefsirleri.

[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[79] Min cülûdi'l-en'âmibüyûtan Deriden çadırlar.

[80] Esvâfıha ve evbâriha ve eş'âriha Yün an­lamındadır. Koyun cinsinden hayvanların yünü; "Evbâr", develerin yapağısı; "Şa'r" ise, keçilerin kıllarıdır.

[81] Eknânan "Kinnü" kelimesinin çoğulu olup, sıcaktan içine sı­ğınılıp gölgelenilen yer anlamındadır.

[82] Serâbîle Ayetteki birinci "Serâbîle" kelimesiyle, insanın ko­runmak için giydiği elbiseler kastedilmektedir. Kelime bütün elbise çeşitleri için kullanılmaktadır. İkinci "Serâbîle" kelimesi kinaye yoluyla zırhlar ve sa­vunma malzemeleri anlamına gelmektedir.

[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[84] Şehidan Müfessirlerin çoğuna göre burada 'şahit'ten maksat peygamberlerdir. Bazı ayetler Kıyamet gününde onların, ümmetlerinin hesa­ba çekilmesine şahitlik etmek için hazır bulunacaklarını anlatmıştır; bunun örnekleri daha önce geçmişti.

[85]yüsta'îebûn Onlardan özür beyan etmeleri istenmez, yahut onlardan kötülükten vazgeçip, günahtan arınmak suretiyle hoşnut et­meye çalışmaları kabul edilmez.

[86] Fe elkav ileyhimii'I-kavte... "Attilar" anlamındaki kelime meleklere dönmektedir. Tercih olunan görüşe göre onlar­dan maksat meleklerdir. Bazı ayetler de Allah'ın Kıyamet gününde melekle­re, müşriklerin onlara ibadet edip etmediklerini sorduğu, meleklerin de cevap olarak bunu reddedip onları yalanladıkları anlatılmaktadır.

[87] Ve elkav ilallahi yevmeizin es-seleme Burada "Elkav" kelimesindeki zamir kafirlere dönmektedir. Teslimiyetlerini ilan edip günahlarını itirafla kabul ettikleri açıklanmaktadır. Daha önce örnekleri geçen birçok ayette onların bu durumu anlatılmıştır.

[88] Ve Saddû an sebîlillahi İnsanları Allah'ın yoluna girmekten engellediler.

[89] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

 

[90] Taberi, Begavi, İbn Kesir. Hâzır! Zanahşerî, Tabresî. Kâsimi tefsirleri.

[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[92] Erbû Daha çok, daha kuvvetli.

[93] Dehaleti Bozucu veya aldatan, yahut hile unsuru anlamlarına gelir.

[94] Kelleti nekazat gazlehâ.. Bükerek, düğüm ley erek kuvvetli hale getirdikten sonra, büktüğü ipleri çözüp Ön­ceki haline getiren kadın gibi.

[95] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[96] Kelleti nekazat gazlehâ.. Bükerek, düğüm ley erek kuvvetli hale getirdikten sonra, büktüğü ipleri çözüp Ön­ceki haline getiren kadın gibi.

[97] Burada zikredilen andlaşmadan maksat. Hılfü'l-Füdül diye bilinen. Kureyş kabileleri arasında Allah'ın haram kıldığı bölgede zulüm ve işkenceleri önlemek amacıyla yapılmış bir andlaşmadır. Bu andlaşmada Peygamber de hazır bulunmuş! ur. Bir hadiste şöyle nakledilmiştir: "İbn Ced anın evinde yapıldığına şahit olduğum bir andlaşmanın bozulması karşılığında birçok güzel devemin olmasını arzu etmem. Eğer bu tür bir andlaşmaya yeniden çağırılsam hemen kabul ederim." Bkz. İbn Sa'd tabakâtı: c.1, s.110, 111.

[98] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/

[99] İza beddelnâ âyeten. "Bir Kur’an ayetini başka bir ayetle değiştirdiğimiz zaman" anlamına geldiği söylenildiği gibi, bir hük­mü, yahut bir emri başka bir hüküm veya emirle değiştirmek anlamına geldi­ği de söylenmiştir.

[100] el-Kuds Pislikten uzak veya temizlenmiş anlamındadır.

[101] Yülhîdûne ileyh Burada, ona (Peygamber'e) Öğrettiğini nispet ediyorlar anlamındadır.

[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/51-52.

[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/52-55.

[104] Sözkonusu iki ayetin tefsiri için Taberi, Begavi, İbn Kesir, Hâzin, Tabrusi, Zemahşeri ve Kâsımî tefsirle­rine bkz.; Kasımı tefsirinden c.1, s.32'ye bkz; Suyuti, el-İîkanulumü'l-Kur'an, c.2, s.21-28: Nesih; Bir şeyi kaldırıp yerine başka bir şeyi koymak anlamındadır veya bir şeyîn ardından onun yerine gelen herşey anla­mında, yahut herhangi bir şeyden nakledilen herşey anlamındadır. "Nünsihâ" kelimesi iki şekilde okunmuş­tur; birisi mastarı nisyan olarak: "onu unutulmuş kılarız" anlamında, diğeri maştan insâ'dan "nünsihâ"; onu tehir ederiz veya bedelsiz olarak terkederîz anlamındadır.

[105] Hadisin metni şudur: İbn Abbas şöyle dedi: Allah Rasulünün minberi üzerindeyken Ömer b. Hattab şöyle dedi: "Allah Muhammed (s)'i hakla gönderdi, ona kitabı indirdi. O'na indirilenler arasında Recm ayeti de vardı; biz onu okuduk, kavradık ve anladık. Rasulullah recmetti, biz de ondan sonra recm ettik. Uzun zaman geçtikten sonra ben insanların şöyle demesinden korkuyorum: Allah'ın kitabında recmi göremiyo­ruz. Böylece Allah'ın İndirdiği bir farzın terkiyle sapıklığa düşerler. Şüphesiz ki recm, Allah'ın kitabında, ka­dın ve erkeklerden muhsan olup da zina eden ve üzerlerine şahitlerle sabit olan kimseler için veya hamile kalan, yahut itiraf edenler üzerinde uygulanması gereken bir haktır." Bkz. Tâc, c.3, s.3.

[106] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/55.

[107] Taberi ve Zamahşeri tefsirleri.

[108] Taberi ve Zamahşeri tefsirleri.

[109] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/56.

[110] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/56.

[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/57-58.

[112] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/58-60.

[113] Bkz. Taberi, Begavi ve Hazin tefsirleri.

[114] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/61-62.

[115] Ragadan Bol bol, kolaylıkla...

[116] Taberi, Begavi, Hâzin, Tabresii, İbn Kesir, Zamahşeri v.b.

[117] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/63-64.

[118] lulimâ tesifü elsinekümÜ'l-Kezibe.. Yalan olacak tarzda, kendi tarafınızdan "bu helaldir, şu haramdır" demeyin.

[119] Bkz. Tâc, c.3, s.85, Mesfûh (akmış) kan: bedenden akan kandır. Bu vasfın-nitelemenin anlamı tabii donmuş kabul edilmesiyle izah edilebilir. Buradaki balık, mutlak olarak her türlü balığı kapsar.

[120] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/64-65.

[121] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/66-67.

[122] Kâne Ümmeten Tâbi olunan bir önderdi; yahut "ümmet sahi­bi idi" anlamındadır.

[123] Bkz. Taberİ, İbn Kesir ve Begavi tefsirleri.

[124] Her iki hadisi de İbn Kesir ve Beğavi nakle tmiştir; ayrıca Bkz. Tâc, c.1, s.244-245.

[125] Zamahşeri, Keşşaf, Hâzin tefsiri.

[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/67-68.

[127] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/69.68-

[128] Beğavi tefsiri. Afi

[129] Bkz.kitabımız olan Tar'hul!-Cinsel-Arabi, c.6-7, "İslam"da Peygamber ve Raşid halifeler bayrağı altında Arapçılık başlığı; Bkz. kitabımız, Kur'an'dan Elçinin Sireti, c.2, s.49-305; Bkz. kitabımız, ed-Düstûr el-Kurâ- kıyası Sistem ve Cihad Sistemi bölümleri.

[130] Ve İn Âkabîüm Eğer bir davranışa aynıyla mukabelede bu­lunmak isterseniz anlamındadır. Kötülüğe ve düşmanlığa karşılıkta bulunmak anlamında kullanıla.

[131] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/69.

[132] Bkz. Beğavi, İbn Kesir, Hâzin ve Tabresi tefsirleri.

[133] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 4/70-71.