MÜ'MİNUN SURESİ 2

 


MÜ'MİNUN SURESİ

 

Kur'an-ı Kerimin 23. suresi olup 118 ayettir. Tamamı Mekke'de nazil olmuştur. Surede ilk ayetlerde geçen ve kurtuluşa eren mü'minlerin ibadetlerinden ahlaki yaşantılarından ve nail olacakları uhrevi ni­metlerden bahsedildiği için "el Mü'minun" ismini almıştır. Nitekim Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilen bir hadisde; Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayetlerin inzalini müteakip, "Bana on ayet indi ki, kim bun­ları yerine getirirse Cennete girecektir" buyurdu ve bu surenin ilk aye­tini okudu.[1]

 

1- Mü'minler muhakkak kurtuluşa erdiler.

Mü'minler felah bulmuşlardır, kurtuluşa ermişlerdir. "Felah" keli­mesi kurtuluşa erdi, kavuştu anlamındadır. Aynı zamanda "Hayye alel Felah - Haydin felaha" şeklinde, günde beş defa yüksek minarelerden yanık seslerle insanlara ilan ettiğimiz bir kelimedir.

Arabın dilinde ise "Felah" kelimesi, engeli aşmak, maniyi yarmak anlamında. Onun içindir ki çiftçiye de toprağı sabanla yardığı için. "Fellah" kelimesi kullanılır. Terim anlamı da, kişinin engelleri aşarak, kurtuluşa ermesi anlamındadır.

Ezani Muhammedide de günde beş defa "Hayye alel Felah-Haydin Felaha" derken; "namaz kılarsam makamımdan olurum" düşüncesinde olan adama, "haydi..! makam engelini aş da gel". Ve buna benzer para, mal, şan, şöhret gibi engellere takılmış kişilere, bu engelleri aşın ge­lin... demektir.

Bu ayette Allah (c.c); "Mii'minlerdir kurtulan, kurtuluşa eren" diyor da, Araplar'dır, Türkler'dir, Kürtler'dir, Japonlar'dır, Ruslar'dır......demi­yor. Mii'minlerdir kurtulanlar... buyruluyor. Yine zenginlerdir, fakirlerdir demiyor. Fazilet, ne millet de, ne fakirlik de ve ne de zenginliktedir. Fazilet "imanda"dır. İman eden kişi ırkı, dili, rengi veya sosyal konumu ne olursa olsun kurtuluşa ermiştir.

Tabii ki, Mü'minin sıfatları vardır. Birinci derecede aranacak olan sıfat "iman" sıfatıdır. İkinci derecede ise o imanın görüntüsü olan "namaz"dır.[2]

 

2- Onlar namazlarında huşu'Iudurlar.

O Mü'min olanlar öyle insanlardır ki; Onlar namazlarında huşu ha­lindedirler. Huşu hali: Kişinin, Allah'ın emirlerini yerine getirebilirmi-yim?, bir yasağım çiğnermiyim? diye hassas bir noktada bulunmasıdır.

Bu kalbin huşuu'dur. Kalbde olan Huşû'un zahire çıkması gerekir ki; ona da "fiili huşû'u" denir.

Hz. Peygamber laubali bir şekilde namaz kılan birini görünce; "Bunun namazında huşu yoktur" buyurmuştur. Bu ayet nazil olduktan sonra da sahabe Hz. Peygambere bakarak namazlarını huşu içinde ve namaz esnasında sadece secde yerine bakarak namaz kılmaya başlar­lar. Daha Önce namazda sağa, sola, gökyüzüne de bakabiliyorlarmış. Biz de Mü'min olarak namazımızı huşu içinde vede Allah'ın ayetlerinin manasını düşünerek kılmamız, dışda görünen el, ayak baş gibi organ­larımızı, düşündüğümüz manalara uygun olarak kullanmamız gerekir.[3]

 

3- Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.

O iman edenler, boş söz ve davranışlardan kaçınırlar. Yani insanın dünyasına ve ahiretine faydası olmayan söz ve davranışlardan kaçınır­lar. Mü'min; evinde, dükkanında, dostlarıyla olan ilişki ve davranışla­rında, ister şahsi ister toplumsal olaylar karşısında boş şeylerden uzak durarak dinimize, dünyamıza faydalı olacak şeylerle uğraşmalıdır.[4]

 

4- Onlar zekat için çalışırlar.

O Mü'minler ki, zekat vazifelerini yerine getiren insanlardır, veya zekatları için çalışan insanlardır. İki yönlü mana verilebilir. Biri zekat­larını veren insanlardır, birde onlar zekat için faaliyet gösterirler.

Yani var olan mallarının zekatını verirler, bir de zekat verebilecek hale gelmek içinde çalışırlar. Mü'min çok zengin olayım diye değil, çok zekat vereyim diye çalışmalı. İnsanın niyeti hem amelini etkiler, hemde sevabını artırır. Çok zekat vereyim niyetiyle çalışan kişi, bunun neti­cesinde de çok mala ulaşacaktır. Ama çok zengin olayım diyen ise sa­dece servete kavuşup sevabından mahrum kalacaktır. İşin en kârlısı çok zekat vereyim niyetiyle çalışıp kazanmaktır. Bu niyet, kişinin helal yollardan para kazanıp harama gitmesini de engeller.[5]

 

5- Onlar ırzlarını korurlar.

O Mü'minler ki namuslarını da, iffetlerini de korurlar. Kendi namus­larını korudukları gibi, hanımlarının namuslarını da korur. Ayette kadın erkek ayrımı yapılmamış. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı olarak zikredil­memiş. Gösterilmesi haram olan yerlerini, kadın erkeğe, erkek te ka­dına gösteremez.[6]

 

6- Ancak eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kınan­mazlar.

Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri hariç. Kadının be­deni kocasına, kocasının bedeni de hanımına serbesttir. Haram değildir. Bakıp birbirinden faydalanabilirler. Bu faydalanmadan her ikisi de dinen ayıplanmış, kınanmış da değillerdir.

Ayetin sonunda, dinen "ayıplanmış da değillerdir," ifadesinin hik­metini biraz düşündüm de şöyle bir sonuca vardım; İnsanın fıtratı evlilik ve eşlerin karşılıklı birbirinden faydalanmasını gerektiriyor. Fakat bir kısım Hristiyan rahipler Hz. İsa (a.s.)'a aşırı bağlılıklarından dolayı, dini çok iyi yaşayacağız diye evlenmekten kendilerini alıkoymuşlardır.

Çok iyi niyetlerle dinde bidat türeterek nikahtan uzak durup, kadının erkekten, erkeğin de kadın nimetinden uzak kalmasına sebep ol­muşlardır. Aslında bu çok büyük fedakarlıktır. Ama övülecek birşey değildir. Yaptıkları hem fıtrata, nemde dine uygun olmayan bir davranıştır.Bu insanlar evlenenleri de hoş karşilamamışlardır.

İşte ayet bunlara cevap olacak şekilde. Evli eşlerin birbirlerine mahrem, gizli, bakılması haram olan yerleri yoktur. Ve bunlar birbirle­rinden faydalanabilirler. "Bundan dolayı da kınanmış değillerdir" buyu-rulmaktadır.

Hz. Aişe (r.a.) rivayet edilen bir hadiste; "Ne Hz. Peygamber be­nim edep yerimi gördü, ne de ben onun edeb yerini gördüm" buyur­makta[7] Edeben kadın kocasının, kocada kadının edeb yerine bakmayabilir. Fakat bu haram değildir. Bu ayet buna delildir.[8]

 

7- Kim bunun ötesini (eşinden başkasını) isterse işte onlar haddi aşanlardır.

Yani eşinden ve cariyesinden başka birisiyle cinsel arzusunu tat­mine kalkarsa, o insan haddi aşmıştır. O haddi aşmada zinadır. Bu başka bir kadınla olduğu gibi, Lûtilik dediğimiz eşcinsellik ve benzer-leride haddi aşmaktır. Yahudilerin -ki tarih boyunca çokça yapıp- gü­nümüzde de yaygınlaştırmaya çalıştıkları bir kötü haslettir.

Birçok ayette geçmişti ama ayet burada normal evliliğin dışında kalan bütün yollan haddi aşma olarak nitelemektedir. Allah (c.c.) böyle sapıklıkların tarih boyunca olduğunu, bundan sonrada olabileceğini işa-reten bildirmekte. Ama bu haddi aşmanın yollarını ve şeklini bildirme-mekte. Çürrkü bunun şeklini ve yollarım bildirmekte, ayrıca yaygınlaş­masına sebep olur. Başka bir ifadeyle kötülüğün ve batılın reklamını yapmış olur. Buda saf zihinlerin, saf kalblerin bozulmasına sebeptir.[9]

 

8- Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.

9- Onlar namazlarını korurlar.

Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler, emanetlere riayet ederler. Sözlerine riayet ederler. Emanet kelimesinin ifadesinin kap­samı geniştir. "Biz emaneti yer ve göklere arz ettik" derken bu ayette geçen emanet kelimesi Kur'an anlamındadır. Bir de emanet; her hangi bir eşya, veya değerli birşeyin belirli bir müddet için korunması, muha­faza edilmesi için başka birine verilmesidir.

İnsan Allah'ın yarattığı bir varlıktır. Kur'anda ona emanet edilmiştir. İnsanoğlunun ençok dikkat edip koruyacağı, muhafaza edip üzerinde duracağı emanet Kur'an emanetidir. Tabii ki onu sayfalar arasında de­ğil, okuyup manasını anlayıp, gereği ile de amel etmek şekliyle olmalı­dır.

Akıl nimeti de insana verilen önemli emanetlerden biridir. Aklın da içki ve uyuşturucu gibi maddelerin yanı sıra birde zehirli fikirlerden de korunması gerekir. Hatta bu zehirli fikirler içkiden daha tehlikelidir . Mü'min birisi içkiyi içip imanı ile ölse, ahirette Allah (c.c.)'de af et­mezse, cezasını çektikten sonra Cennete gider. Fakat kafirce, zehirli fikirleri, beyninde taşıyarak ölen birisi ise Cennete gidemez. Emanete hıyanetten bir defa birinci derecede yargılanır.

Emanet yukarıda belirttiğimiz gibi, dini emanetler vardır. Kur'an, Akıl, emaneti gibi. Birde dostların kendi aralarında eşya emaneti, bir sır emaneti, para emaneti, mal emaneti gibi, bunlarada riayet etmelidir.

Diyelim ki, bir kimse malını başka birine emanet etmişse veya bir sırrını emanet edip, ama bunu başkasına söyleme demişse, emanet edilen onu -velevki en güvendiği insanlara bile olsa, ister hacı, ister hoca olsa bile kimseye söylememesi gerekir. Söylediği zaman ema­nete ihanetlik etmiş olur.

"Onlar sözlerine de riayet ederler" buyrulmakta. Mü'min sözüne de riayet eder. Ruhlar aleminde Rabbine vermiş olduğu sözüne riayet et­tiği gibi, bu dünyada da insanlar arasında vermiş olduğu va'dlerini de yerine getirirler.

"O Mü'minler namazlarım korurlar." Yani korurlar derken namazla­rını vaktin de kılarlar ve namazın şart ve rükûnlarına riayet ederler. Nasıl ki, evi koruma ve muhafaza etme deyince onun temelinden, direk­lerinden, çatısına varıncaya kadar koruma anlaşılıyorsa, namazı ko­ruma da aynı şekilde. Onun şartları ve rükûnları ile rükû, secde, taha­ret, setrü-1 avret gibi hususları yerine getirmektir.

Bazıları öyle rükû ve secde yapıyor ki bu rükû ve secdelerde değil, üç defa bir defa bile "Sübhane Rabbiyel aziym veya Subhane Rabbiyel a'la" demek mümkün değil. Buda tadili erkana aykırı bir durumdur.

Özetle Allah (c.c.) bu ayete kadar Müminlerin vasıflarını sıralamış­tır;

1- Rabbine inanmıştır.

2- Namazında haşyet içinde olup, acaba "kıldığım namaz hoşuna gitmezse" diye böyle bir endişeyi taşır.

3- Boş söz ve işlerden uzak dururlar, malayaniyi bırakırlar.

4- Zekatlarını verirler, zekat verecek hale gelmek için çalışırlar.

5- Namuslarını korurlar. Harama meyi etmezler.

6- Emanetlerini ve sözlerini korurlar, onlara riayet ederler.

7- Namazlarını vakitlerinde, rükûnlarına riayet ederek kılarlar. Surenin başında da belirttiğimiz gibi "Kim bunları yaparsa Cennete

gider" buyrulmuştur.

Hz. Aişe validemize; "Allah Rasulünün ahlakı nasıldı?" diye sorul­duğunda "Onun ahlakı Kur'an'dı" dedi ve "Kad'eflahadan" başladı "Yuhafizun'a" kadar okudu.[10]

 

10- işte onlardır varisler.

11- Onlar Firdevs (cennetin)e varis olacaklar ve onlar orada ebedi kalacaklar.

"Firdevs" Cennetin adıdır, bahçe anlamına gelir. 9-ve 10. ayetlerde "varis" kelimesi iki defa kullanılmıştır. Başka bir ayette de Allah (c.c.) Mü'minleri "Yeryüzünün varisleri kıldığını" ifade eder.[11] Yani yeryüzünde yönetim hakkının Mü'minlere ait olduğunu bildirir.

Bu surenin ilk 10 ayetinde de varis olacakların sıfatlan sayılmıştır. Yukarıda maddeler halinde özetle belirtmiştik. O varis olacaklar, Mü'min olup, namazını Allah'ın huzurunda kılarken haşyet içinde olacak ve boş söz ve boş vakitlerini iyi değerlendirecektir.

Gazete okurken, iş yaparken tek düşüncesi; İslamm hakim olması ve bunu engelleyen düşmanların tuzaklarına karşı çareler aramak ol­malıdır. Bugün Müslümanların ençok meşgul olduğu bir hususta, bu boş söz ve boş işlerle meşguliyet. Her halükarda bunlardan uzak durmalı.

Müslüman cemaatlerde birbirleri aleyhinde yazılar yazıp, birbirleri­nin faaliyetlerini engellememeli. Aksine birbirini destekleyici sözler söyleyip faaliyetlerini de buna göre ayarlamalı.

Allah rahmet etsin, Said Havva'ya İstanbul'dan birkaç genç bazı hu­suslarda sorular sorup mektuplar gönderirler. Tabii ki sorulan cevap­landırdıktan sonra; "zannedersem bu sorular sıcak bir sobanın başında, çay içilirken yazılmış ama bu soruların konusu hareket halindeki ordunun başına gelebilecek mevzulardır. Siz o harekete girin, girdikten sonra Allah hareket anında onun nasıl yapılacağını size ilham eder" der.

O varis olacak Mü'minler zekatlarını da verirler ve verecek hale gel­meye çalışırlar. Namuslarını korurlar. Günümüzde iyi kardeşlerimizin yolu bazen para, bazen de kadınla kesilebiliyor. Her insanın gönlünde yatan bir putu vardır. Kimisininki paradır, kimisininki kadın, kimisininki de makamdır. Kişi bunları gördüğü zaman, -eğer imanı kuvvetli değilse-imani noktada bir yan çizme olabilir,

O varis olacak Mü'minler emanete hıyanet etmezler. Devlet, akıl, din, Kur'an birer emanettir. Bütün bunları korurlar, riayet ederler. Korumak deyince elde tutmak değildir. Onun asaletini değiştirmeden dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruma vede devamını sağla­maktır. Devamını sağlamakta bir emaneti, bir nesilden diğer bir nesile ve kuşağa aktarmaktır.

Onlar namazlarını da muhafaza ederler. Namaz hususu iki defa tek­rarlanmıştır. Önemine binaen Allah'a imandan sonra üzerinde en fazla durulması gereken ibadet namazdır. Cihad içinde bile olunsa namaz terkedilmez. Namaz ençok teselli bulduğumuz vede Müslümanların ençok bir araya geldiği bir ibadettir.

Eskiden cuma namazları için "musallalar" vardı. 15-20 bin Müslüman insan orada bir araya gelir, topluca cuma namazlarını eda ederlerdi. Ama bir arkadaşınım makalesinde okudum, bugün çoğunun yerine çeşitli uygunsuz şeyler yapılmış.

Böyle vasıflara sahip insanları bir araya getirebilirsek işte bunlar yeryüzüne varis olur, yeryüzüne varis olanlarda, Cennet'e varis olurlar. Orada hayat bitmez, "onlar orada ebedidirler."[12]

 

12- Yemin olsunki biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.

Biz insanı bir "sülaleden", çamurdan yarattık. Meallerde "sülale" kelimesini; çamurun Özü manası vermişler. Sülale kelimesi; Türkçemizde de kullanılmaktadır. Soy, sop, asıl anlamındadır. Ayette geçen sülale kelimesi bizim Türkçede kullandığımız sülale anlamında değildir.

Sülale, arabın dilinde; çekip çıkarma manasına gelir. Allah (c.c.) ayette insanı topraktan çekip çıkardığını ifade ediyor.

İlk ayette Mü'minler kurtulmuştur, dedikten sonra yeryüzüne ve de Cennete varis olacak olan bu kurtuluşa eren Mü'mirilerin sıfatlarını, vasıflarını saydıktan sonra; insanın çamurdan çekilip yaratılmasından bahsetmesinin hikmeti şudur. İnsanın hangi ırktan, hangi nesilden vede hangi soydan geldiği önemli değildir.

İster ağa çocuğu olsun, ister paşa, ister zengin, ister fakir. İnsanların Allah(cc) indindeki değer ve ölçüsü; imanları nisbetindedir.

Hoca çocuğu, müftü kızı veya şeyh neslinde olmak veya Nemrut ve Firavun soyundan gelmek ayrıcalık ve aşağılık değildir. İnsanlar İslama inanıp, ona hizmet ettikleri müddetçe değerlidir ve değerlerini de bu hizmetin devamı müddetince korurlar.

Irkımızın İslama olan hizmetlerinden dolayı iftihar ederiz. Ama di­nime inanmayan bir Türkle de iftihar etmiyoruz. Bunun yanı sıra Türk «olmayan, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi bütün sahabeleri de sever, on-larlada övünürüz.

Bizi birbirimize sevdiren, birinci derecede dinimizdir. Ondan sonra yakın akraba gelir. Onu sevmek ve kollayıp gözetmekle görevliyiz.

Türkiyemiz de Müslümanlık mı önce gelir, Türklük mü? diye bazı Müslümanlar arasında hayli tartışmalar olmakta. Bu tartışmalara gir­menin bir anlamı yoktur. Benim nazarımda Müslüman olmayan Türk'ün hiçbir değer ve kıymeti yoktur. Müslüman olmuş bir Türk'ün de iki de­ğeri vardır. Birisi, birinci derecede Müslüman olduğundan dolayı, ikin­cisi de yakın akraba olduğundan dolayıdır.

Onun için Allah (c.c), ilk ayette Mü'min olanların kurtuluşa erdiğini belirtip, onların vasıflarını da saydıktan sonra bu ayetle de; "birbirinize üstünlük taslamanıza gerek yok. Bütün insanlar çamurdan yaratıldınız, sülaleniz yani çekip çıkarıldığınız şey topraktır." buyuruyor.[13]

 

13- Sonra onu sağlam bir yerde nutfe yaptık.

Sonra, onu sabit bir yerde nutfe halinde kıldık. Nutfe; meniden insan haline dönüşen en küçük parçaya denilir. Yani meninin ana rahmine yerleştirilmiş olduğuna işaret ediyor.[14]

 

14- Sonra nutfeyi alaka yaptık. Alaka'yı da bir çiğnemlik et yaptık. Bir çiğnemlik eti kemik yaptık, kemiğe de et giydirdik. Sonra onu bam­başka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir.

Sonra o nutfeyi, yani çocuğa dönüşecek olan meninin en küçük par­çasını alaka haline dönüştürdük. Alaka: Arabın dilinde yapışkan anla­mındadır. Askıya, Allaka denmeside duvara asılıp kendisine elbise asıldığından dolayıdır. Sülük'e "Alûk" denmesi insan vücuduna yapış­masından dolayıdır. Alak, meninin ana rahmine girip, rahime yapışması nedeniyle bu isim verilmiştir.

Allah (cc); "Alakayı da bir et parçası haline dönüştürdük." buyuru­yor. Meni ana rahmine yapışıp orada bir müddet yaşamına devam et­tikten sonra et parçasına dönüşür, dönüşen bu et parçası önce kemikleşiyor. Sonra da o kemiğin dışında et parçası giydiriliyor. Sonra da onu bir başka yaratılış ile inşa ettik buyuruyor Rabbimiz.

Yani en güzel bir şekil ve kıvama getiriliyor. Yaratıcıların en güzeli olan Allah (c.c.)'ün şanı yücedir.

Bu ayette yaratılışımıza dikkat çekilmiştir. İnsanın kibirlenmesine gerek yok, aslın budur diyor.

Adamın biri kibirlenerek gidiyormuş, ve de herkes onun için ayağa kalkıyormuş. Köşede dervişin birinin ayağa kalkmadığını gören o kibirli kişi sorar; "Herkes ayağa kalkarken niye sen ayağa kalkmadın?" der. Derviş de; "Evveline baktım bir değersiz menidensin." Sonuna baktım "sonunda bir avuç toprak olacaksın" der. Kibirli zengin,; "Sen şimdiye, şu halime bak" der. Derviş de; "karnına bıçak soksam, pislik akacak. Pislik arabası içinde ayağa kalkılmaz. Şu sırtında giydiğin kürke gelince, onu ayının biri on yıl giydi de ayılıktan kurtulamadı" der.

Allah (cc), bizim insanlığımızı ünsiyetimizle değerlendirir. Yaratıcıya olan ünsiyetimizle, Onun koymuş olduğu kurallar içinde, ya­ratılmışla olan ünsiyetimizle insanlık makamına erişir. Yoksa insan Mevlana'nın dediği gibi; "bedenin büyüklüğü ile adamlık olsaydı, fillere de adam denmesi gerekirdi, En büyük beden onda. Kılların çokluğuyla adam olduğunu iddia edecek olursan, bedenine oranla ençok kıllı olan faredir. Fareye adam denilmesi gerekir." İnsan ünsiyeti ile, Rabbine olan bağhlığıyla insan olur.

İnsan Ahseni takvim üzerine yaratılmıştır. Yani insan^ yaratılmışlar içinde hakikaten en güzel şekil ve surettedir. Mesela bülbülün sesi güzeldir ama insan yinede ençok insan sesini dinler, ondan daha çok zevk alır.

"Tin" suresinde de bildirildiği gibi yaratılanlar içinde en güzeli in­sandır. Çiçekler de güzeldir ama bir çiçeğe elli sene bakamazsınız.

Halbuki evli çiftler elli sene birbirlerinin gözlerine bakarlar da yinede doyamazlar. Birkaç günlük hasrete dayanamazlar. İşte o kara toprak­tan mavi, siyah, kahverengi, yeşil gözleri yaratana hamdolsun.[15]

 

15- Sonra şüphesiz siz, bunun ardından öleceksiniz.

Bundan sonrada siz mutlaka öleceksiniz. Meni iken bu kadar büyü­dünüz, et haline dönüştünüz, kemikleştiniz. En güzel kıvamda yeryü­züne setirildiniz. Sonra da mutlaka öleceksiniz.[16]

 

16- Sonra şüphesiz siz, kıyamet günü diriltileceksiniz.

Daha sonra gelecek olan ahireti inkar edenlere bu ayetler bir ön hazırlık mahiyetinde. Siz ahireti inkar ediyorsunuz, tekrar dirilmeyi in­kar ediyorsunuz ama bu dünyada ikende ölme ve dirilmeyi bizzat göz­lerinizle görüyorsunuz. Meni halinden bu halinize geliyor vede ölüyor­sunuz. Hiç yok iken, sizi yoktan var eden Allah (cc), ahirette sizi niye diriltemesin.?[17]

 

17- Üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yaratılandan gafil değiliz.

Allah(cc) ne yaratmışsa hepsini bilir, hiçbirinden de gafil, bilgisiz değildir. Yerin derinliklerinden, gökyüzündeki herşey ezeli ve ebedi ilmi dahilindedir. Hiçbirşey onun emri ve bilgisinden uzak kalamaz. Mü'mini de bilir, kafirin ne iş yaptığını da bilir.[18]

 

18- Gökden belirli mikdarda su indirdik ve onu yeryüzüne yerleştir­dik. Onu gidermeyede bizim gücümüz yeter.

Yağmurun nereye ne kadar ineceğini vede kaç tane yağmur tanesi­nin indiğini Allah (c.c.) bilir. Ayet, suyunda gökyüzünden bir ölçü dahi­linde indirildiğini ifade etmekte.

Yeryüzünde belirli miktarda bir su vardır. Bu dünya kurulalıdan bu­güne kadar devamlı devir daim yapmakta, ne eksilme var, nede artma vardır. Bu su dünyanın çeşitli yerlerinde bulunmuştur. Mesela Cahiliyye dönemi şairlerinin şiirlerinde Arabistan'da nehirlerin, orman­ların ve ceylanların olduğunu haber vermekte. Yine tarihin bize verdi­ğine göre Orta Asya'tan Türklerin göçmelerinin sebebi kuraklıktır. Ama bugün ise Arabistan kupkuru; Orta Asya ise o kadar kuraklık değil, normal yağışlı bir bölge.

Yağmuru artırmanın, yani devir daimdeki suyun kendi bölgemize düşmesinin sebebi bol ormanlardır. Karadeniz bölgesine bol yağışların olması, ormanın çok olmasından dolayıdır. Her ne kadar bazıları, yağ­mur duasına karşı olup inanmasalar da, canlı ve cansız herşey Allah'ı teşbih eder ayetinin ifadesine göre o ormanlarda kendi lisanlanyla Allah'ı teşbih edip ondan yağmur istemekteler.

"Yine o suyu, bu yeryüzünden gidermeye biz kadiriz. Gücümüz ye­ter." O yeryüzüne suyu koyan, yoktan var edip koyma gücüne sahip olan, koyduğu yerden suyuda alıp gider ve bunu da götürmeye de gücü yeter. "Tekvir" suresinde de, Kıyamet alametlerinden bahsederken; "..denizler çekilip kuruduğunda..." şeklinde bahsediliyor.

İnsanlar bugün bu sular nereye gider diye inkârını ortaya koyuyor. Ama nereden gelmişse oraya gider. İnsan bunun en güzel örneğidir, bir damla sudan büyür, 80-90 kilogramlık bir vücut haline gelir. Öldümü de bir avuç toprak oluverir.

Ziraat fakültesi ders kitabından okumuştum, bir yerde 3 tonluk top­rağa çınar ağacı ekiyorlar ve ona verilen günlük su miktarı da belli. 10 yıl büyütülüp kesildiğinde 3 ton geliyor. Toprağı tarttıklarında 3 tondan, 57 gram eksilme olmuş. Sonra ağaç kesilip, rendelenip bir yerde çürü­meye bırakılır. Çürümenin sonunda da 57 gram olduğu tesbit edilmiştir.[19]

 

19- Onunla sizin için hurma ve üzümden bahçeler yaptık. Onlarda sizin için çok meyveler vardır ve onlardan yersiniz.

20- Tur'i sinadan çıkan bir ağaç yarattık ki, ondan yağ çıkar ve yi­yenlere bir katık olarak biter.

Yağ denilince hemen canlı hayvanlardan elde edilen yağ akla gelir ama hepimizin bildiği gibi Allah (c.c.) öyle bitki ve ağaçlar yaratmıştır ki onlardan da yağ elde edilebiliyor. Tefsir kitaplarında Tur-i Sinada yetişen bu ağacın zeytin olduğunu söylüyorlar. Müfessirler bu ağacın ilk defa Sina dağında çıktığını yazıyorlar. Hz.Peygamber bir hadisinde; "Zeytin yiyiniz, yağıylada yağlanınız" buyurmaktadır.[20]

 

21- Sizin için davarlarda da ibret vardır. Onların karınlarında olandan size içiririz. Onlarda sizin için çok faydalar vardır. Ve siz on­lardan yersiniz.

Hayvanlar da bizim için elbette ibretler vardır. Onların karınların-daki gıdalardan, yani aldıkları besinler süt haline dönüştükten sonra bunu içiriyoruz. Nahl suresinde geçen bir ayette; "kan ve pislik arasın­dan sütü çıkardığını" ifade ediyordu Allah (c.c).(Ayet 66)

Yeşil ot veya yem, onu yiyen hayvanın midesinde pislik oluyor da sonrada bağırsaklarında kana dönüştükten sonra süt haline dönüştürü­lüyor.

Dünyanın dolarını, markını, kısaca tüm paraları bir araya getirilse de böyle bir fabrika kurmak istense mümkün değildir. Yani fabrika kurulup, fabrikaya bir taraftan otu yemi verip, Öbür taraftan et ve süt, yün çıkacak.!! Mümkün değil.

Bu kadar ince sanatları gördükten sonra hala iman etmeyen Ateist ve Allahsızlara ne demek gerekir. İşte bu kadar ibretler galerisinde gezib bunlardan ibret almayan insanlar dünyanın en değersiz, karak­tersizleridir.

"Sizin için onlarda çok menfaat vardır" diyor ayet ve bu menfaatleri saymıyor. "Ve ondan da yersiniz" demekle de etine dikkatimizi çeki­yor. Çok menfaatlerden bazıları mesela: boynuzundan bıçak sapı yapa­rız, derisinden elbise, ayakkabı, yine yününden elbise yapılır. Bağırsaklarından sucuk muhafazası, kemiklerinden un yapıp kimya sanayiinde kullanılmaktadır ve buna benzer daha nice menfaatler var­dır.[21]

 

22- Onlar üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.

O hayvanlardan ve gemilerden de taşınmada faydalanıyoruz. Sığır, katır, at ile gemileri de insanoğlu taşımacılıkta, nakliyatta kullanmak­tadır. Ayette, "gemi" kelimesi kullanılıyor, bir de Araplar deveye; ("Kara gemisi" anlamında) "fülk" yani gemi de diyorlar.

Başka bir ayette de; "Allah sizin için katır, eşek ve at yarattı. Taşmasınız diye ve sizin için daha bilmediğiniz birçok nakliye vasıtası da yaratır"buyruluyor.[22] Ayetde, bilmediğimiz birçok nakliye vasıtası, deyince biz bugünkü kullandığımız uçak, gemi, tren, araba gibi vasıtaları anlıyoruz. Bizden kimbilir kaç asır sonra icad edilecek vasıta­lar için de o günün alimleri, "bilmediğiniz şeyler yaratır" ile kast edilen bunlardır şeklinde yorum yapacaktır.[23]

 

23- Andolsun biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet ediniz. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Sakmmazmısımz?"

Andolsun biz, Nuh'u kavmine gönderdik ve O kavmine: "Ey kav­mimi Allah'a kulluk yapınız. O'nu tanıyınız, O'ndan başka ilah tanıma­yınız" dedi. Sizin gibi olan şu insanların emir ve yasaklarına değil, sizi ve beni yaratan Allah (c.c.)'ün emir ve yasaklarına uyunuz. "Siz, Allah'dan sakınmazmısınız?" deyince:[24]

 

24- Bunun üzerine kafir kavminden kodamanlar: "Bu sizin gibi bir insandır. Sizin üstünüze çıkmak istiyor. Eğer Allah dileseydi melekler­den gönderirdi. Biz evvelki atalarımızdan bunu işitmedik" dediler.

Bu ayetin açıklamasında M. Hamdi Yazır "Mele" kelimesini "kodo-manlar" diye açıklamıştır. Yani o kavmin ileri gelen liderler topluluğu, anlamındadır, günümüz kafirlerinin durumu gibi; (zaten kafirlerin man­tığı hiç değişmiyor.) Ahiret inancı olmadığı için yaptıklarında hep menfaat gözetmişler, hep bir fayda aramışlardır. Onun için toplumda yaptığı işleri ileride gelecek menfaati doğrultusunda yapmaya çalışır. Diyelim ki: Birinin bir makama gelmesine vesile olmuşsa, ileride onun imzasın­dan istifadeye kalkışır. Kendileri böyle yaptığı için herkesi de kendileri gibi menfaat karşılığı çalıştıklarını zannederler.

Allah için çalışan Müslüman kuruluşlarının arkasında dış güçler ara­maya çalışır. Peygamberler ve Mü'minler böyle çalışmalarının kar­şılığını Allah'dan bekleyince buna da inanamayıp "Bu sizin gibi bir in­sandır. Beşerden başka birşey değildir. Size üstün ve hakim olmak is­tiyor. Sizden herhangi bir ücret istemiyor ama Allah dileseydi Peygamber olarak bunu değil melek gönderirdi" diyorlar.

Zahiren de biraz mantıklı gibi. Niye melekden değilde insandan Peygamber gönderilmiş denilebilir. Ama şayet melekden gönderilse idi, verilen emir ve yasaklara riayet zor olurdu. Zira Melekler yemezler, iç­mezler, uyumazlar, erkeklik ve dişilikleri yok. Melekden olan Peygamber Ey insanlar zina etmeyin deseydi, itiraz ederlerdi. "Sen bunun tadının ne olduğunu bilmiyorsun, onun için bizi yasaklaman ko­lay, içkiyi yasaklaman aynı şekilde kolay." derlerdi. Ama insandan olup herşeyiyle de mükemmel olunca yasaklarına ve emirlerine insanların diyecekleri birşey kalmıyor artık.

Diğer bir mantıki itirazları da "Biz, bunu daha önce babalarımızdan işitmedik. Biz babalarının yolundan giden adamlarız. Babalarımızdan, insandan bir peygamber geldiğini işitmedik." Diğer bir anlamı da kendi söylediklerinin olmadığını, yani meleklerden de bir Peygamberin gel­mesidir. "Bu adam sizin üzerinize çıkmak, üstünlük sağlamak ve sizi yönetmek istiyor. Sakın ha buna itaat etmeyin. Bu da sizin gibi adam" diyor toplumun kodomanları.[25]

 

25- "O, kendisinde delilik olan bir adamdır. (Ayılacağı) bir zamana kadar bekleyin" (dediler).

Bu yalnız kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Yani delirmiş di­yorlar. Tarih boyunca, (daha önce de bahsettiğimiz gibi) küfür cehpe-sinde değişen birşey olmamıştır. Müslümanları yıpratmak için daha ön­cekilerin dediği gibi günümüzdekilerde; "Bu adamlar sizin üzerinize hükmetmek için dini istismar ediyor" diyorlar.

Kendilerinin hakim olmak istediklerini söylemiyorlar, zira kendileri hakim durumda. Halkı kendi istekleri doğrultusunda istedikleri gibi yö­netip kendileri dini istismar ediyor. Müslümanlar buna karşı çıkınca da bunlar size hakim olacaklar sizi yönetecekler, Onun için de din sömü­rüsü yapıyor, dini istismar ediyor diyorlar.

Onu yani Nuh (a.s.)'ı belirli bir zamana kadar gözetim altında tutun. Etraftaki insanlara inandırıcı gelmesi için, "Belirli bir zamana kadar bekleyin, biraz daha şefkatle yaklaşın." deyip Bu delidir dercesine bir ifade içindeler. Yoksa bu delirmiş, tımarhaneye atın veya Öldürün de demiyorlar. Belki deliliği geçer deyip onu hafife alıyorlar.

Çağdaş kafirlerde, İslami hizmette ileri gidenlere aynı yöntemi uy­gulayıp aciliyetten hastaneye kaldirtıp, birde sahte deli raporu düzen­lediler mi, bunu da basın yayın yoluyla halka duyuruyorlar. Ve de halkın gözünde onu delirmiş birisi olarak gösteriyorlar. Deli olmasa bu kadar güçlü ordu ve ekonomilere karşı neyine güvenerek başkaldınyor. Olsa olsa bu ancak delilikten başka birşey değildir, diyorlar. Tabii ki öyle ithamlar karşısında Nuh[26]

 

26- (Nuh) dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."

Yani şu kafirleri helak et der.[27] Başka bir ayette bu duanın daha genişcesini verir. "Nuh dedi ki: Ya Rabbi yeryüzünde kafirlerden ayağı üzerinde dolaşacak adam bırakma, eğer onları yeryü­zünde bırakacak olursan bütün kullarını sapıttırırlar. Bunların çocukla­rından da ancak günahkar ve kafirler meydana gelir." Onları helak et diye dua eder. Bu ayetlerde geçen "La tezer âlet erdi" daki "elif ve lam" bütün yeryüzüne şamildir demişler ve Nuh tufanı bütün yeryüzünde meydana gelmiştir diye fikir süren müfessirler var. Bazı müfessirler bunun bölgesel olduğu kanaatindeler.[28]

 

27- Biz ona; "Gözetimimiz altında ve vahyimizle bir gemi yap. Emrimiz gelip tandır kaynayinca, her cinsten ikişer tane ve aileni gemiye sok. Ancak onlardan aleyhlerine söz geçmiş (Allah'ın azabını hak etmiş) olanları bırak. Zalimler hakkında bana yalvarma. Onlar muhakkak bo­ğulacaklar."

Bunun üzerine Allah(cc) Nuh'a şöyle vahyediyor: "Denetimimiz gözetimimiz ve korumamız altında bir gemi yap." Ayetten anlaşıldığına göre gemiyi dünyada ilk defa belki de Nuh (a.s.) yapmıştır. Müfessirlerin tefsirlerinde; gemiyi denizde değil de, karada yaptığını ve geminin ölçülerininde Cebrail (a.s.) tarafından vahiy ile bildirildiği be­lirtiliyor.

Bundan şunu anlıyoruz, Allah (c.c.) aynı zamanda Peygamberleri vasıtası ile kullarına çeşitli sanatları da öğretmiştir.

Anadolu insanımızın dilinde tekerleme halinde dolaşan şey; Gemicilerin piri Nuh (a.s.), Demircilerin piri Davud (a.s.), Doktorların piri İsa (a.s.) gibi ifadeler bunun halk ağzıyla anlatımıdır.

İmanımızın İslamdan uzaklaştırıldığı şu son günlerde, son yıllarda, okullarda şu icadm mucidi, batılı filan, saatin mucidi falan, suyun kal­dırma kuvvetini bulan filan, matematikdeki şu bağlantıyı bulan batılı şudur şeklinde hep batılı, hristiyan birine dayandırma gayreti göze çarpmaktadır.

Sanki, Müslüman düşünür ve bilim adamları, ilim dünyasında hiç bir yenilik ve buluş ortaya koymamış. Bu konuda bildiğim kadarıyla, "Şark bilginleri etkisi altında kalan batılı alimler" diye veya bu isme yakın bir isimle yazılmış bir eser, hangi batılının, hangi doğu bilgininden etki­lendiğinin kaynak ve delilleriyle vermektedir.

Kısaca şunu hiç unutmamak gerekir ki, insanların ihtiyacı olan çoğu sanat ve icadların öncüleri Peygamberlerdir.

"Bizim emrimiz gelip tandır kaynaymca", yani kafirlerin helak ol­ması için suyun kaynaması, gökyüzünden yağmurların yağması geldi­ğinde vede ocak kaynayıverince. "Tennur" kelimesi "ocak" anlamına gelir, buna şömine de denilmekte. Hz. Ali (r.a.); Tennur'un yeryüzü ol­duğu görüşünde. İşte helak zamanı gelince Allah (c.c.) Nuh (a.s.)'a; "Yeryüzünde yaşayan her cinsten iki tane, yani her cins hayvandan bir erkek, ve de dişisini, bir de içlerinden daha Önce kendisi aleyhinde hü­küm verilmiş olanların dışında aileni de gemiye al. Zulmetmiş olanlar hakkında bana dua etme! Onlar boğulacaklardır." buyuruyor.

Ayet Nuh (a.s.)'ın başından geçenleri anlatırken, diğer taraftan bize de; zalimlere dua etmememiz gerektiğini bildiriyor. Burada kastedilen zalim, Müslüman olup günah işlemek suretiyle nefsine zulmeden değil, iman etmeme sebebiyle nefsine zulüm eden insandır. Ayette "Şirk bü­yük bir zulümdür" buyruluyor.[29]

Hud suresinde de geçtiği gibi Nuh (a.s.) kendisine iman etmeyen oğlu içinde dua eder. Allah (c.c.) ise; "O, sana mademki iman etmedi, o, senin ailenden değildir" buyurur. Ve onun için dua etmemesini ister.[30]

 

28- Sen ve beraberinde olanlar geminiz üzerine çıktığında: "Bizi za­lim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun" de.

Bizim nerede, nasıl dua edeceğimiz, 1- ayetlerden öğreniriz. 2- Hz. Peygamberin hadislerinden. Bu konuda Nesei'nin "Ameli yevmi-velleyli" bir gündüz ve gecede kişinin duaları, Ibnü-Sünnünin de Nesvi'den rivayet ettiği hadis kitabı, bir de Nevevi'nin "Kitab-ül Ezkarı" mevcuttur. Bunlarda Müslümanın 24 saatinde hangi duaları, nasıl ve ne şekilde okunması gerektiğini belirtirler. (Bu üç kitap arapca olarak yayınlanmıştır.Nesai ile Nevevi'nin eserleri türkçeye tercüme edilmiştir.)

Bu ayette de Nuh (a.s.)'a Allah (c.c.) duayı öğretiyor. "Gemiye bi­nince zalim toplumdan bizi kurtaran Allah'a hamdolsun" de. Yani bu kurtuluşu Rabbinden bil, kendinden değil. Şu şekilde de dua edilebilirdi. "Benim düşmanlarımı suda boğan Allah'a hamdolsun." Ama Rabbim bu şekilde dua ettirmemiş. "Bizi zalim toplumdan kurtaran Allah'a ham­dolsun" diye dua ettirmiştir. Yani duada olumlu yön zikrediliyor, bizde o şekilde yapacağız.

Bir de Allah (c.c), Nuh (a.s.)'m gemisinde Nuh (a.s.)'a inananlar olduğu halde sadece Nuh (a.s.)'a; "Bizi zalim toplumdan kurtaran Allah'a hamdolsun, de" diyor da, "Bizi zalim toplumdan kurtaran

Allah'a hamdolsun, deyiniz" şeklinde demiyor. Yani emir sadece Nuh (a.s.)'a. Bundan şunu anlıyoruz bir liderin, imamın, önderin yapmış ol­duğu dua aynı zamanda tebasi içinde geçerli olduğuna bir işarettir. O imam, veya lider ona tabii olan bütün insanların yüreklerindeki haleti ruhiyenin şekillenmiş halidir.

Zayıf bir hadis vardı ya;"Devlet başkanlarınız sizin amellerinizdir." O insan sizin imanınızın, dü­şüncenizin, amelinizin şekillenmiş halidir. Onun yaptığı toplumun yap­tığıdır.[31]

 

29- Ve deki: "Rabbim beni mübarek bir yere indir. Sen konuklayan-ların en hayirlısısın."

Nuh suresinde de ifade edildiği gibi, Nuh (a.s.)'ın gemisi, Türkiye'mizin Mardin ili sınırları içinde bulunan, Cudi dağına indiği be­lirtiliyor. Ayette "Cudi" dağı deniliyor ama bu kastedilen Cudi yukarıda sözünü ettiğimiz il sınırları içinde bulunan Cudi'midir, değilmidir? bu kesin değildir. Bunun araştırılması gerekir.

Bazıları da bu Cudi dağının Nahcivan bölgesinde olduğunu hatta, bu Nahcivan isminin "Nuhcivan'dan" türetildiğini, zamanla Nuhcjvan'ın, Nahcivan'a döndüğünü söylüyorlar.

Ayette Nuh (a.s.), "beni bereketli yere indir" diye dua ediyor. Bu bereketten maksat, birde İsra suresinin ilk ayetinde de geçmekte. Orada "Etrafını mübarek kıldığımız, bereketli kıldığımız" denilmekte ki; kastedilen Mescid-i Aksa'dır. Bereket denilince aklımıza hemen top­rağı verimli, meyveleri, sebzeleri, suları bol olan yer aklımıza gelir.

Buradaki bereketten kasıt -Allah(cc) daha iyi bilir- İslamın daha iyi yaşanması, daha iyi tanıtılmasıdır.

Meseleyi iki yönlü düşünmek gerekir. Yani Kudüs hem maddi yön­den; ekmeği, sebzesi, suyu bol. Hem de manevi yönden; İslamın en iyi yaşanabildiği yer. Yani Mescid-i Aksa, bereketli olarak nitelendiril­mekte ama yeryüzünde oradan daha münbit yerler vardır. Ama çoğu Peygamberler ve birçok din Kudüs ve çevresinde ortaya çıkıp insanlara tebliğ edilmiştir.

Asıl bereket iki dünyanın da cennet olmasıdır.[32]

 

30- Bunda birçok ayet (mucize)ler vardır. Gerçekten biz imtihan ediciyiz.

Dünya ve dünyadakiler imtihan sorularıdır. Annemiz, babamız, ço­cuklarımız, eşlerimiz, komşu ve akrabalar, yediğimiz, içtiğimiz, kullan­dığımız, gördüğümüz ve göremediğimiz, duyduğumuz, duyamadığımız. Kısacası etrafımızda var olan herşey bir imtihan vesilesidir.

"Şunları yiyip içip, şunlardan da uzak duracaksınız, şunlara inanıp, şunlara inanmayacaksınız. Şunlara itaat edip, şunlara itaat etmeye­ceksiniz." Şeklinde hergün imtihanla karşı karşiyayız. Bu imtihan soru­larında istenilenler yapılıp, yerine getirilir. İstenilmeyenlerden de uzak durulur. Bütün bunlar yerine getirilmişse, imtihanı başarmışız demektir.[33]

 

31- Sonra onların ardından başka bir nesil yetiştirdik.

32- Biz onlara: "Allah'a ibadet edin, ondan başka ilahınız yoktur, sakmmazmısınız?" diyen kendi aralarından bir peygamber gönderdik.

Tabii ki zaman söylenirken zamanın içindeki insanlar kastedilir. Nuh (a.s.)'dan sonra Ad, Semud, gibi nice kavimler getirilmiştir. Adem (a.s.) ve Havva validemizle hayat başlatılmış.

Adem(a.s.) Mü'min idi vede aynı zamanda Peygamberdi, Zaman içinde Kabil ile başlayan bir bozulma meydana geldi. Şit, İdris (a.s.) gibi Peygamberler gönderildi. Sonra bu bozulmaları kökünden hallet­mek üzere Nuh (a.s.) gönderildi vede imansızlardan hiçbiri yeryüzünde bırakılmıyor. Tabii ki zaman içinde yine bozulma ve haktan sapmalar meydana geliyor. Kur'anda Nuh (a.s.)'ın kavminin daha sonradan pe­şinden gidip tapındığı putların isimlerini sayan ayetin tefsirinde alimle­rimiz; bu (ved, suva, yeğus, yeuk ve nesr) gibi putların bir zamanlar Nuh (a.s.)'a iman etmiş, salih insanlar olduğunu söylüyorlar.

O salih insanlar vefat ettikten sonra, onları sevenler hatıraları kal­sın diye heykeli dikilen insanlardır. Zaman içinde hürmet, tapınmaya, ibadet etmeye dönüşmüş.

Bu konuda ibn-ül Kelebi'nin Hicri 3. asırda yazılmış Kitab-ül Esnam diye bir eseri mevcuttur, (ilahiyat fakültesi tarafından Türkçe ve Arapçasıyla neşredildi.) Eserde putçuluğun ne zaman, nasıl ve ne şe­kilde başladığı hakkında geniş bilgiler verilmektedir.

Dinin birşey ilave edilmeye, eklenmeye ihtiyacı yoktur. İyi niyetle de olsa dinde olmayan, dinle alakası bulunmayan şeylerden uzak durmak gerekir. Allah (c.c.) dinini en güzel bir şekilde tamamlamıştır. Tam bir şekilde de Rasulüne Kur'an'ı İndirmiştir. Ve Kur'an'ı Kerim'imiz de kıyamete kadar bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumdadır.

Nuh (a.s.)'dan sonra gelen kavimlere de onların aralarından, kendi­lerine; "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka bir ilahınız yok­tur, hala Allah'tan korkmazmısınız?" diyen bir Peygamber gönderdi. Kur'an'ın özü budur. Yani Allah'ın varlığını, birliğini tanıma ve ibadeti sadece ve sadece ona yapmaktır.[34]

 

33- Kavminin ileri gelen kâfirleri, ahirete kavuşmayı yalanlayan ve dünya hayatında bol nimetler verdiğimiz kodamanları dediler ki: "Bu sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer."

Kur'an'da geçmiş Peygamberlerin kıssaları anlatılırken hemen he­men birçoğunda bu "Melee" kelimesi geçer. Mesela, "Firavun ve onun melei" yani "Firavun ve onun etrafındaki kodoman takımı" demektir. Bugünkü ifadesiyle yönetimde bulunan devlet ricali veya bürokrat ta­kımı da denilir.

O Peygamberin kavminden, o kodomanlar, kafir olup ahirete ulaş­mayı yalanlayan ve dünya hayatında Allah'ın (c.c.) kendilerine refah verdiği kimseler, yani mal, mülk verdiği kişiler. Tarih boyunca Peygamberleri yalanlayanlar, yönetimi elinde tutanlarla, ekonomik gücü olup sermayeyi elinde tutanlardır. Bu gurupların kaybedecekleri birşey olduğundan dolayı, Peygamber iktidarı elde ederse, Bunun neticesinde gayri meşru yollardan servet kazananlar bu sefer bu servetleri kazanamayacaklar.

Onun için de tarih boyunca yönetim kadrosuyla, sermaye kadrosu birlikte hareket edip, Peygamberlere karşı durmuşlardır. Bunların da ortak özellikleri Peygamberi ve ahire ti inkar etmektir. Peygamberi de insanların gözünden düşürmek için; "Buda sizin gibi bir adam, sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor." derler.[35]

 

34- "Eğer sizin gibi bir insana uyarsanız o zaman siz muhakkak zarar görürsünüz."

Eğer sizin gibi bir adama itaat edecek olursanız, o zaman zararda olursunuz. Hüsrana düşersiniz. Bunu halka yayarlar vede; "O da sizin aranızdan sizin gibi biri. Sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor, sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor." diyorlar.

Aynı şeyi günümüz çağdaşları da İslam ülkeleri için söylüyorlar; Eğer müslümanların eline yönetim verilirse, Cezayir halkı perişan olurmuş, Türkiye mahvolurmuş, Afganistan ve hakeza diğer İslam ül­keleri de ortaçağ karanlığına gidermiş, vs.

Bu İslam ülkeleri bundan daha fazla perişan olmaz, son perişanlık hallerine getirilmişler.

Aynı £afir mantığı bugün hala geçerli. Bunun bir sebebi de dünyada tek akıllı kendilerini görmelerinden kaynaklanmaktadır. Yıllarca Müslümanları yönetimlerden uzaklaştırdıkları içinde bu işi Müslümanlar yapamaz deyip işin içinden çıkıyorlar. Elbette Müslümanlar yönetimden uzaklaştırıldığı için, o kafirler Müslümanları iş başında, iş yaparken görmedikleri için bunu böyle zannediyorlar.[36]

 

35- "Siz ölüp, toprak ve kemik olduğunuzda muhakkak çıkacağınızı mı size va'dediyor.?"

36- "O va'dolunduğunuz (ahirette dirilme) çok çok uzak."

37- "Bizim dünya hayatımızdan başka birşey yoktur. (Bir kısmımız) ölürüz, (bir kısmımız) yaşarız. Biz (ahirette) diriltilecek değiliz."

38- "O, Allah'a yalan iftira yapan bir adamdır. Biz ona iman etme­yiz."

Rabbimiz bu ayetlerle bize, günümüzde belirli bir grubun söylediği sloganı, çok eski dönemlerdeki Ad ve Semud kavmindeki kafirlerin de söylediğini haber veriyor. İmansız yönetici kadro; "öldükten, vücudunuz toprak olduktan, kemik yığını olduktan sonra tekrar sizin diriltilece-ğinizi mi vaadediyor.?" diyorlar.

Yani ahiretin geleceğini mi vaad ediyor. Bu size vaad edilen ne ka­dar uzak, olacak şey değil. Dünya şu bizim hayatımızdır. Bu dünyada ölürüz, bu dünyada diriliriz. Ahirette dirilmeyiz" diyorlar.

Bu fikri yukarıda söylediğimiz gibi bir grub cemaat da aynı şekilde tekrar etmekte. Ahiret diye birşey yok diyorlar. Böyle bir cemaate üye birisi ile görüştüm. Adem (a.s.) ve Havva validemizden türediğimize inanırmısm? dedim. Evet dedi. O zaman insanların ölmeyip tekrar hay­van haline geldiğine, hayvanlarında insan haline geldiğine inanıp bu dünya hayatından başka bir hayat da yok diyorsunuz. Öyle ise insan­ların ve hayvan sayısının aynı olması ve artmaması gerekmez mi? de­diğimde çok mantıklı, bir liderimize sormamız gerekiyor demişti. Daha sonra da; "Uzaydaki dostlarımızla alışveriş oluyormuş. Meselenin on­lara iletilmesi gerekiyormuş" diyordu.

İnsanları kötülüğe düşürmenin en kestirme yolu, onlardan ahiret inancının alınması, kaldırılmasıdır. Kişi veya toplumlar bu inancım yi­tirdiler mi her türlü kötülüğü ve pisliği rahat bir şekilde işler.

Ahiret inancı olan insan ise; yaptıklarının karşılığını mükafat veya ceza olarak göreceğine inandığı için, dikkatli olup, kötülüklerden ken­dini uzak tutmaya çalışır. Böylelikle de otomatik bir kontrol meydana gelir. İmansız kesim, Allah'ı inkardan daha ziyade, ahiret gününü in­kara yellenir, ahireti inkar eder.[37]

 

39- (Peygamber) dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."

40- (Allah) buyurdu: "Az sonra pişman olacaklar."

41- Derken sayha onları hakkıyla alıverdi de biz onları süprüntü yapıverdik. Zalim kavim (Allah'ın rahmetinden) uzaklaştı.

Nuh (a.s.)'dan sonra gelen Peygamberler de aynı duayı yapıyor. "Ya Rabbi beni yalanlamalarından dolayı bana yardım et" Allah (c.c.) şöyle buyurdu: "Pek yakında onlar pişman olacaklar, o Peygamberlerini yalanlayanlar, ahireti inkar edip, biz bu dünyada doğar, bu dünyada ölü­rüz, tekrar diriliriz, ahirette dirilme diye birşey yoktur. İnsan toprak ol­duktan sonra tekrar canlanırmıymış, diyen insanları bir sayha yakalayıverdi." Allah'ın emri ile sayha yak alay iver dikten sonra, bu kâfirlerin sel suyunun arkasından geride kalan bir çer çöp gibi yeryüzünde mah-volduklarmı haber veriyor.[38]

 

42- Sonra onların ardından nice nesiller getirdik.

43- Hiç bir ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de geciktirebilir.

Başka bir ayette de "Onların eceli geldiğinde ne bir an ileriye gider, nede bir an geriye kalır." Bu ayet fertlere yönelik bir ayet. Bu 43. ayet ise topluma, toplumlara yönelik bir ayettir.

Daha öncesinden toplumların hayatından, onların helak olmasından bahsettiği için bir toplumun helaki ile ilgili emir gelince, o toplumun eceli ne bir an ileri, nede geri bırakılmaz.

Zulümde ve küfürde ileri giden A.B.D. gibi devletler niye yok olmu­yor, diye düşündüğünde işte aklımıza bu ayet geliyor. Onlarında bir zamanı eceli var, eceli gelmeden bu iş olmuyor. Geldiği zamanda Rusya gibi bir an geri kalmıyor. Herşeyin bir zamanı var, zamanın ne zaman olduğunu biz bilemeyiz. İki buçuk sene Öncesi derslerimizde hep A.B.D. ve Rusya'yı beraber zikrediyorduk. Birgün gelip yıkılacaklarını söylüyorduk fakat zaman tayin edemiyorduk. Bize düşen görev A.B.D. ve Rusya'nın yıkılması değil, İslamm yücelmesi. Biz bunun için çalışacağız. Onların zamanı geldiğinde de Allah onları da birbir yıka­caktır. Rusya'yı yıktığı gibi.[39]

 

44- Sonra ardarda peygamberler gönderdik. Her ümmete peygam­beri geldiğinde Onu yalanladılar, Biz de onları birbir ardından (helake) gönderdik ve onları efsane haline getirdik. İman etmeyen bir kavim için (rahmetten) uzak kalmak vardır.

Ve o Peygamberleri biz, tarih boyunca şanlı, efsanevi sayfalar ha­linde anlatılan olaylar kıldık. Nasılki halk arasında pek hakikatle bağ­daşmayan efsanevi kahramanlar varsa, bizde bu Peygamberlerimizi

hakiki yaşanmış efsanevi kahramanlar yaptık, buyuruyor Rabbimiz. İman etmeyen kavim Allah'ın rahmetinden ne kadar uzaktadır.[40]

 

45- Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimiz ve apaçık delille pey­gamber olarak gönderdik.

46- Firavun'a ve kodamanlarına (gönderdik.) Onlar kibirlendiler ve onlar yükseklik kompleksinde bir kavimdiler.

47- "Bizim gibi iki adama mı, iman edeceğiz? Bu ikisinin kavmi bize ibadet / kölelik ediyorlar" dediler.

Firavun ve bürokratları şöyle diyor. "Onların kavmi, (Musa (a.s.) ile Harun (a.s.)'ın kavmi) bize ibadet ediyor, kölelik yapıyor. Düne ka­dar işlerimizi gören, bize kölelik yapan, bizim kanunlarımıza uyan İsrailoğullarından iki kişiye mi inanacağız.?"

Ayette; "bize ibadet ediyorlardı" ifadesinden maksat; karşılarına geçip saygı duruşunda bulunmuyorlardı. Ama evlenmeden, boşanmaya, ziraattan, ticarete varıncaya kadar da bütün davranışlarını Firavun'un koymuş olduğu kurallara göre yaptıklarından dolayı, işte bu onlara bir ibadet etme anlamına gelir. Bugün de bazı rejim yanlıları, rejim aleyhinde konuşan Müslümanlara "Sen bu devletin topraklarında yaşıyorsun, rejimin okullarından, rejimin nimetlerinden yararlanıyorsun, üstelik maaşını da alıp bir de bunun aleyhinde konuşuyorsun" diyorlar.

Sahabeden Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Emevi saltanatı zamanında devlet başkanlarından birine biat etmemiştir. Haber gönderilir, "gelsin biat etsin, Hz. Ömer zamanında bağlanan maaşını devam ettireyim" der. Abdullah b. Ömer; "Biat etmem ama maaşı almaya devam ederim" der. Bu konuda "veren el, alan elden üstündür" hadisini delil getiriyor­lar.

Bu hadisi "Ebu Zeyd Eddebüsi" isimli bir zat aynı zamanda Hanefi usulcülerindendir. "El Emed-ül Aksa" isimli eserinde yeren elden mak­sat; Allah (c.c.)'dür, alanda; Onun kullarıdır diyor. Yoksa veren el de­yince bizim anladığımız anlamda değildir. Hz. Peygamber Mü'minlerden hediyeler aldığı gibi, inanmayanlardan da hediyeler almıştır. "O zaman alan Peygamber olunca, veren inançsızları değerli de, alan Peygamberi değersiz mi kabul edeceğiz." diyor. İşte Abdullah b. Ömer'de bu düşünceden hareketle, "Maaşımı alırım, alırkende hiçbir aşağılık duygusu duymam. Zira senin vereceğini de veren Allah (c.c.)'dür"diyor.[41]

 

48- O ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.

Biz Müslümanlar, Peygamberlere varis olacak olursak, onlarda Peygamberleri yalanladıkları gibi, bizi de yalanlayacaklar ve Firavun'un akibetine onlarda uğrayıp helak olacaklardır. Yeterki biz hakkıyla Peygamberlerin varisi olalım.[42]

 

49- Hidayete ererler diye biz Musa'ya kitabı verdik.

Müfessir Zemahşeri'ye göre, ayette "onlar" zamiri ile kastedilenler, Firavun ve adamları olmayıp, Hz. Musa ile Filistin'den Mısır'a göç eden İsrailoğullarıdır. Zira kitap, yani Tevrat Firavun ve adamları bo­ğulduktan sonra vahyedilmişti.[43]

 

50- Biz İsa'yı ve annesini bir ayet kıldık. Onları akar suyu olan, yerleşmeye uygun yüksek bir yere yerleştirdik.

Yani İsa (a.s.) ile Onun annesi bizim için bir ibrettir. Meryem vali­demiz kocasız İsa (a.s.)'ı dünyaya getirmiştir. Bakara suresinde; "Onun misali de Adem (a.s.) misali gibidir." buyruluyor. Adem (a.s.) annesiz, babasız topraktan yaratıldığı gibi İsa (a.s.)'da babasız olarak yaratılmıştır.[44]

O birşeyi istediğinde ona "ol der, o da oluverir." "İsa ile annesi Meryem'i yüksek bir yere, sebze ve meyvesi bol, sulak bir yere yer­leştirdik" buyuruyor ve ayet bunların yerleştirildiği yere dikkatimizi çekiyor.[45]

 

51- Ey elçiler güzel şeylerden yiyin ve salih amel işleyin. Şüphesiz ben yaptıklarınızı bilirim.

Yu karıl ardak i geçen ayetlerde, inançsızlar Peygamberlere itiraz ederek onlara inananlara; "Bu Peygamberlerde sizin gibi yiyor, içiyor" diyorlardı. Allah (c.c.) de onlara cevaben, "Sizi ve bu Peygamberleri yaratan benim, yiyip içmeleri için güzel yerlere yerleştiren benim, on­ların yediğini de içtiğine de yaratan benim. Peygamber olarak gönderen de benim, öyle ise Ey Peygamberler Allah'ın yarattığı temiz yiyecek­lerden yiyiniz." buyuruyor.

"Tayyib"den maksat, temiz, maddi pisliklerden uzak olduğu kada­rıyla, manevi pisliklerden de uzak, helal yollardan kazanılmış yiyecek­ler anlamına da gelir.

Halbuki inançsızlar tarafından bugüne kadar halka , yiyecek ve gıda maddelerinin temiz olması tavsiye ediliyor da, helal olması tavsiye edilmiyor. Mikroplu yiyecekleri yiyen hasta olur, nihayetinde de bu dünyadan ahirete gider. Ama haram yiyenin ebedi hayatı mahvu peri­şan olur. Birinci derecede helal olmasına, daha sonrada temiz, kir ve pisliklerden, mikroplardan arınmış'olmasına dikkat etmek gerekir.

Ayette;"Salih ameller yapınız." buyrulurken, dikkate- şayan olan önce yiyecekten, yenilecek şeyin helal ve temiz olmasından bahsede­rek, sonra amel söz konusu yapılıyor.

1- Zira amel işleyebilmek için kişinin en azından amel yapabilecek kadar yiyip içmesi gerekir.

2- Düşünceden uzak herşeyi ile kendini ibadete verebilmek için yine önce yemek yemelidir. "Sofra hazır iken, namaz kılmanın mekruh olduğu" gibi.

3- ibadetin ihlas ve samimiyetiyle beraber kişiye manevi gıdanın temini açısından da, yine kişinin helal olanlarla beslenmiş bir vücud ile ibadet etmesi gerekir. Haram ile beslenen bedenle yapılan ibadetler kişiye manevi bir haz ve gıda vermez. Salih amel yapmanın yolu, helal ve temiz yiyeceklerden geçer.[46]

 

52- "Şu ümmetiniz bir tek ümmettir. Bende sizin Rabbinizim. Benden sakının."

53- Onlar işlerini aralarında kitaplar halinde parçaladılar. Her grup kendi yamndakiyle sevindi.

Yani İslami olmayan mezhepler ve gruplar kendileriyle övünürler. Grublar karşılıklı birbirlerine üstünlük taslamaya kalkıştılar mı hemen bu ayeti okuyup "Her grub. kendisi ile övünür" şeklinde cevap veril­mekte.

Birçok ayette; "şeytan kişinin amellerini süsle-r, güzel gösterir" şeklinde geçmektedir. Ve kişi bunun etkisiyle de yaptıklarının en doğru olduğuna inanır. Kendi görüşünü beğendimi, kişi o görüşünün bütün in­sanlar tarafından da beğenilmesini ister. Buna direnen, karşı koyan binlerce insanı öldürürken de çok hayırlı bir iş yaptığını zanneder.[47]

 

54- Bir zamana kadar onları gafletlerinde bırak.

Yani tebliği bırak anlamında değil. Biz Allah'ın izni ile ileride iktidar olacağız, İslam olarak devlet olacağız. Şimdilik sizi bu halinizle başbaşa bırakıyoruz demektir. Biz devlet olunca devletin eğitim ve gücünü kullanır sizi yola getiririz, biz getiremezsek zebaniler sizi yola getirir anlamı vardır.[48]

 

55- Mal ve evlatla onlara yardım ettiğimi/imi zannediyorlar?

56- Onların iyiliklerine mi koşuyoruz (zannediyorlar?) Hayır. (Bu mal ve evlat onlar için imtihandır.) Ancak onlar farketmezler.

Sebe suresi 35. ayetinde; "Biz mal ve evlat bakımından (ordular bakımından) biz daha fazlayız, onun için ahirette biz azaba uğramayız." Allah bizi sevmeseydi bu mallan, evlatları bize vermezdi. Bize verdiğine göre bize layık görmüş diyorlar.

Allah (c.c); "Onlara, mal ve evlat vermişsek bunları kendileri için hayır mı zannediyorlar.? Onlar işin vahametini bilmiyorlar. " buyuruyor.

Bazıları, inançsız devletlerin ekonomide ileri gidip, bazı İslam ülke­lerinin de geri kalmasını ileri sürerek, işin içinden bir takım şeyler ara­maya çalışıyorlar. Sanki geri kalmalarının sebebi İslam dini imiş gibi göstermeye çalışıyprlar. Fakat durum böyle değil. Günümüzde İslam ülkeleri kadar, hatta daha fazla Hristiyan olan ülkeler geri kalmış du­rumdadır, hatta bazı İslam ülkelerinden de geri durumdadırlar.

Aksine insanlar İslama sarıldıkça ilerlemiş İslamdan uzaklaştırıl­dıkça da o nisbette gerilemiştir.[49]

 

57- Şüphesiz Rablerinin korkusundan titreyenler,

58- Rablerinin ayetlerine iman edenler,

59- Rablerine ortak koşmayanlar,

Surenin başından ilk on ayette Mü'minlerin sıfatlarını saymıştı. Bu arada bu ayetle onu devam ettiriyor. Onlar, Rablerinin haşyetinden, korkusundan, tirtir titrerler. Onlar, Allah'ın ayetlerine inanırlar. Onlar, Rablerine ortak koşmazlar.[50]

 

60- Verdiklerini, kalblerinin Rablerine döneceği korkusuyla veren­ler.

61- İşte bunlar hayırlarda yarış edenlerdir. Onlar hayırlarda Öne ge­çenlerdir.

Onlar hayırda birbirleriyle yarış ederler. Ve onlar hayır konusunda da müsabaka ederler. Yarışları, çok mal kazanmak için değil, veya kısa zamanda köşe dönmek için değil hayır yapmadadır. Hayır ise; güzel olan, dini olan herşeydir. Yani dinin emirlerinin yerine getirilip yasak­larından kaçınılmasıdır.[51]

 

62- Biz hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemeyiz. Bizim katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık yapılmaz.

Yani kişi bu dünyada gücü oranında ne yapmışsa onun karşılığını görecektir. Hz. Peygamber "bir dirhem, bin dirhemi geçti" buyurur. Sahabe; "Ya Rasulallah bu nasıl olur" derler. Efendimiz de;"Adamın iki dirhemi vardı birini çıkardı, hayır yaptı. Bunu gören bir zenginde gay­rete geldi o da bin dirhem hayır yaptı. Bir dirhem veren malının yarısını verdiğinden ve de bin dirhemin verilmesine sebep olduğundan dolayı sevap yönünden bin dirhemi geçti" buyurur.[52]

Kişilerin hayırdaki sevabı niyet ve ihlaslanyla beraber, mevcut güçleriyle orantılıdır. Hayrın az veya çok olması önemli değil. Kişinin gücü oranında vermesidir.[53]

 

63- Fakat önlarınıkalpleri bundan (yarışdan) gaflettedir. Onların bunun dışında (kötü) işleri vardır. Onlar o kötü işleri yaparlar.

Yukarıda sayılan özellikler Mü'minlere ait idi, Allah'a iman ederler, O'nun haşyetinden titrerler, ve O'na şirk koşmazlar. Hayırda da birbir­leriyle güçleri oranında yarış ederler.[54]

İmansız kesim ise cehalet ve kalpleri sapıklık içinde; onların yaptığı amellerden başka nice amelleri var ki ona devam edip duruyorlar. Yani bir günahdan diğerine devam edip duruyorlar.[55]

 

64- Onların rahat yaşayanlarını azabla yakalayıverdiğimizde, onlar feryad ederler.

"Cera" kelimesi Arabın dilinde öküzün acılı zamandaki böğürmesine denilir. Kafirin ecelinin gelip ahirette Cehenneme doğru sürüklenmesi bir azabdır. Bir de, bütün saltanatın ve yolsuzlukların onlara doğru aktığı bir zamanda, Müslüman birinin çıkıp da bunların bu saltanat ve haksız kazançlarını kesivermesi, bunlar için bir azabdır ve onların öküz gibi bağırmalarına vesiledir.[56]

 

65- Bugün feryad etmeyin. Çünkü bizden size yardım yoktur.

Size dünyada istediğiniz mal, evlat ve. diğer imkanlar verildi, bunla­rın değerini bilmediniz. Üstelik bunu kötüye kullandınız. Eğer Allah(cc) bizi sevmeseydi, bunları bize vermezdi, deyip kendi sapıklığınıza delil getirdiniz. Ama birgün gelip onları sizden almaya başladımı bağırmaya başlamayın.[57]

 

66- Ayetlerim size okunurdu da siz ökçeleriniz üzerinde geri döner­diniz.

67- Ayetlerime karşı kibirlenerek, gece hezeyan larıyla ayetlerimizden uzaklaşıyorsunuz.

O, Allah'ın vermiş olduğu nimetlerle kibirleniyorlar. Gece toplantıla­rında ki, "müsamere" Arab'ın dilinde gece yapılan toplantı anlamında cahiliyye dönemi araplan ay ışığında Kabe'nin etrafında toplanıp gece sohbet ederlerdi. Okullardaki "müsamere" de bu kökden gelmektedir. İşte kafirler bu toplantılarda Peygamberlerin aleyhinde konuşup heze­yan savururdu.

Biz günümüz müslümanlan da, bizi Allah'ın kitabından alıkoyan her çeşit kitap ve sohbeti derhal terketmeliyiz.[58]

 

68- Onlar bu sözü (Kur'anı) düşünmezler mi? Yoksa onlara öncek babalarına gelmeyen birşeymi geldi?

69- Yoksa onlar peygamberlerini tanımadılarda onun için mi inkar ediyorlar.?

70- Yoksa onda "bir delilik"mi var diyorlar? Hayır. Onlara hak geldi, onların birçoğu hakdan hoşlanmazlar.

Bu ayetlerde de Allah (c.c), Hz.Peygamber zamanındaki müşrik­lerle, günümüzün İslam'a itiraz edenlerine yönelik; (bir soru biçiminde) Kur'an'm ve Peygamberin hak olduğunu bize ifade ediyor.

"Onlar sözü anlamıyorlar mı?" Yani anlıyorlarda anlamamazlıktan geliyorlar. Arapçada buna; "istifhamı inkarı" derler. Sözden maksatta Allah'ın sözü, kelamı olan Kur'an-ı Kerimdir. Kur'an'm Allah kelamı ol­duğunu anlıyorlar.

Hz. Peygamberi dinliyorlar, Onun yetişme tarzım bizzat gözleriyle gördüler. Hz. Peygamberin şiire olan kabiliyetini de biliyorlar, haya­tında hiç şiir söylememiştir. Kur'anda da onun şair olmadığına dair ayetler var. Diğer taraftan Hz. Peygamberin küçüklüğünden beri edebi konuşmasını da biliyorlardı. Kur'an gibi edebiyat harikası bir kelamı da işitince, kendi iç dünyalarında bu sefer; "Bu söz buna ait olamaz" bunu biliyorlardı ama, bunu bilmemezlikten geldiler. Kur'an'm Allah kelamı olduğunu anladılar ama anlamamazlıktan geldiler.

Yoksa onlara bu gelen' ayetler, babalarına gelen birşey değilmi? Yani onlar; "Biz babalarımızın yolundan gideriz, babalarımıza tabiiyiz" diyorlardı. Allah (c.c.); "Onların atalarına hiç Peygamber gelmedi mi? Atalarına hiç kitap gönderilmedimi ki?" buyuruyor.

Mekke müşrikleri Hz. İbrahim (a.s.)'ın soyundan olduğunu iddia ediyorlardı ki; Allah (c.c.) Hz. İbrahim'i Peygamber olarak göndermiştir vede kitap vermiştir.

Yoksa onlar kendilerine elçi olarak gönderilen Peygamberi tanımıyorlarda onun için mi inkar ediyorlar? Hz. Peygamber 40 yıl aralarında yaşadı. Buna rağmen sanki Peygamber(as) -aralarında yaşamadan-başka biryerden çıkıp gelip de; "Ben size gönderilmiş bir Peygamberim" diyor.

Oysa onların kültüründen kültür edinmiş, onlar gibi koyun gütmüş. Bir ana ve babadan dünyaya gelmiş. Onlar gibi ticaretle meşgul olmuş bir insan vede Allah(cc) tarafından Peygamberlikle görevlendirilmiş. Onun için Hz. Peygamberi iyi tanıyorlardı. Peygamber olmadan önce "Emin-Güvenilir" lakabını takmışlardı.

İşte böyle bir insan 40 yaşından sonra Peygamber olduğunu iddia edince; "yalan söylüyorsun" diyemediler. Yalan söylemeyen, emin bir insan; ilahi vahyi insanlara tebliğ edince; "bunu kendisi söylüyor" dese­lerdi, tutmayacaktı. Zira o güne kadar hiçbir yalanı, ihaneti söz konusu olmamış.

"Muhammed'den duyduğunuz kelimeler şeytanın ona verdikleridir. Bizim de bilmediğimiz, bilemediğimiz güzellikte"dediler.. Öyle ise bunda bir "delilik var" diyelim diye işi kurtarma tarafına gittiler. Bu gö­rüş müsteşriklerin yardımıyla Hz. Peygamberde "Sara hastalığı" ol­duğu şeklinde yansıtılmıştı.

Batılı biri çıkıp da Kur'an'ı iyice inceleyip: "Ey modern dünyanın in­sanı, madem siz; bunu 1400 yıl önce saralı biri söylüyor, diyorsunuz ama bugün siz bunun hiçbirini de söyleyemiyorsunuz ?" deyiverse hal­leri nice olacaktır.

Müslüman olan Fransız musikişinaslarından biri Kur'an-ı baştan sona dinler ve Muhammed Hamidullah Bey'e: "Kur'an-ı baştan sona dinledim, ama şuranın musikisi kulağıma hoş gelmedi" der. M. Hamidullah'da oranın diğer kıraat imamlarına göre başka bir şekilde okunduğunu da söyleyince adam şimdi oldu der. İşte batıda da müs-teşriklerinkinden farklı olarak Kur'an-ı inceleyen bilim adamları da mevcuttur.[59] Bilakis O, Allah'ın Peygamberi onlara hak ile geldi. Hakkı getirdi, onlardan birçoğu da haktan yüz çevirmişlerdir.[60]

 

71- Eğer hak onların nevalarına uysaydı gökler, yer ve her ikisindekiler bozulurdu. Hayır biz onlara zikirlerini verdik. Onlar ise zikirlerinden yüz çevirdiler.

Eğer hak onların kötü arzularına ve isteklerine uysaydı, yer ile gök­yüzünün düzeni bozulurdu. "Hak" dan maksat Kur'andır. Allah'ın ke­lamıdır. Peygamber Kur1 ana göre değilde, Mekke'li müşriklerin kanun­larına, istek ve arzularına uysaydı, onların arzularıyla hareket etseydi; Yedi kat semada da, yeryüzünde de vede içinde bulunan canlılar ve cansızlarda da düzen bozulurdu.

Bu bozulma nasıl olur? derseniz, bugün bunun canlı örnekleri mev­cut. Hava kirliliği var, havada canlılar ölüyor, ozon tabakası deliniyor, denizlerdeki balıklar ölüyor. Sebebi insanların Allah'ın kanunlarına göre değil de kendi kanun ve istekleri doğrultusunda hareket ettikleri için.

Allah'ın kanunlarına uysalardı, yani yiyip içip israf etmemek, aşırı üretim vede aşırı tüketim yapmamak, başkasına zarar verecek şeyler­den kaçınmakla, bu yukarıda saydığımız şeylerin hiçbiri olmayacak ve böylece ne yerde, nede havada, nede denizde bozulma, kirlenme olma­yacaktır.

"Biz onlara onların zikriyle geldik." Yani zikirden maksat Kur'an'dır. Veya "onlar Kur'an'a sarıldıkça biz onlara şan ve şöhret verdik." "Onlar bu zikirden yüz çevirdiler."

Kur'an'a tabi olan sahabe Mekke'den Medine'ye hicret etti. Medine devletini kurdu, Mekke'yi fethetti, sonra Arap yarım adasına hakim ol­dular. İnsanların İslama girmelerine sebep oldular. Kur'an'a sarıldıkları oranda, yani zikre sarıldıkları oranda unvanları şan ve şöhretleri de -celdi. Müfessirler; "Zikirden maksat Kur'an'dır, aynı zamanda Kur'an'a sarılan insanların da isminin anılıp, hayırla yad edilmesi, şan ve şöhret­lerinin artmasıdır, "diyorlar.

Bakara sûresinde; (Ayet 145) Efendimize hitap ederek; "Eğer bu ilim sana geldikten sonra onların heva ve heveslerine uyarsan sen de zalimlerden olursun" buyuruyor.

Yanlış terazinin başına en doğru, en güvenilir insanı da koysanız oda yanlış ve eksik tartacaktir. Onun için Allah (cc) Peygamberlerine vahiy göndererek, ilahi teraziye uymalarını istemiştir

Günümüzde adaletten şikayet edenlerin çokluğu, aslında bozulma­nın nereden kaynaklandığını açıkça göstermektedir.

İslamı kabul etmemekle, o inkarcılar, şan ve şöhretlerinden de yüz çevirmiş insanlardır. Bu ayet bizi de aynı şekilde uyarıyor. Eski şan ve şöhretimize dönmemiz için Allah'ın ayetlerine dönmemiz gerekiyor. Merhum Mehmet Akif Ersoy'un

Kapılmak istemezlerse seylabı eyyama, Rûcu etsinler artık sadrı İslama. dizeleri bu konuyu güzel ifade ediyor.[61]

 

72- Yoksa onlardan vergimi işliyorsun: hayırlıdır. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.

Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. Rabbin senin mükafaatını verecek­tir. Rabbim katından verilen mükafaat daha hayırlıdır. O, rızık verenle­rin en hayırlısıdır. Hz. Adem (a.s.)'dan Hz. Peygambere kadar bütün Peygamberlerin müştereken söylediği üzerinde durduğu önemli husus­lardan biri; "Allah'tan başka ilahın olmadığı, ibadetin ancak ve ancak Allah'a yapılacağı vede Allah'ın emirlerinin insanlara tebliği karşısında onlardan ücret istememeleridir."

Bütün Peygamberler ümmetlerine Allah'tan korkup sakınmalarını söylemiştir.

Tabiiki insanlar, toplumun karşısına çıkan kişilerin etrafında topla­nıp; acaba bu ne diyecek veya neyin reklamını yapacak, diye merak ederler. Birşey satmayıp dinin reklamını yaptığında da, bunun bundaki kârı nedir? Menfaati nedir? diye aklına biraz düşünce gelebilir.

İşte Peygamberler müştereken; "Biz sizden hiçbir menfaat bekle­miyoruz. Bizim mükafaatımız Allah'a aittir" demişlerdir. Bu ayetlerde de Allah (cc.) Hz. Peygambere hitaben; "Acaba sen onlardan ücret mi istiyorsun da, onun için mi yüz çeviriyorlar?... Ücrette istemiyorsun." buyurmaktadır.

İslam'a kendini adamış insanların en çok üzerinde duracağı vede dikkat edeceği konu budur.[62]

 

73- Şüphesiz sen, onları sıratı müstakime davet edersin.

Gerçek şu ki, sen onlardan ücret istemiyorsun, makam mevki is­temiyorsun. Sen onları dosdoğru yola davet ediyorsun. Bu dosdoğru yoldan başka yol varını? Bu ayette de ona dikkatimizi çekiyor.[63]

 

74- Şüphesiz ahirete iman etmeyenler elbette yoldan saparlar.

Ahirete iman etmeyen o kişiler ki; dostdoğru yoldan yan çiziyorlar. Başka yollara kayıyorlar. Demek ki devlete ve Cennete giden dos­doğru bir yol var. Bir de eğri büğrü yollar var. Onlarda kişiyi zillete ve de Cehenneme götürür.

Hz. Peygamber birgün, kumun üzerine bir çizgi çizer, birde o çizgi­nin sağ ve sol tarafına ikişer çizgi çizer, ortadakinin üzerine parmağını basar; "Şu benim dosdoğru yolumdur, buna uyunuz. Şu sağdaki ve sol­daki yollara uymayınız, sizi paramparça eder." buyurur.

Mü'minin davet edip kendisinin de devam edeceği yol, "Sırat-ı Müstakiym" yoludur. Onuda hergün Fatiha suresinde günde kırk defa "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiğin kişilerin yoluna ilet" diye söylüyoruz.[64]

 

75- Onlara acıyıp da zararlarını kaldırırsak elbette azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.

Bu ayetin tefsirinde müfessirler, sapkınlık ve küfür içinde iken ölen insanlar, kabir azabını görünce ahiretteki makamlarının farkına vardık­larında, Allah'a: "Ya Rabbi keşke bizi dünyaya döndürsende sana iman edip vede imanımız üzere ameli salih işlesek" demelerine işaret etti­ğini ifade ediyorlar.

Allah (c.c.)de; "Onlara acısak, onlardan azabı giderip dünyaya döndürsek, onlar yine sapkınlıklarına devam ederler. Şaşkın, şaşkın sapık­lıkları üzerine dolaşır dururlar." buyuruyor.

Gerçi biz bu dünyada iken bunun canlı Örneğini yaşıyoruz. Annesini, babasını veya evladını kaybeden kişi, gözleriyle de onun kabre kondu­ğunu görünce artık ibadet yapmaya, insanlara iyilik yapıp diğer kötülük­lerden de kendini alıkoymaya çalışır.

Derken acının unutulması, zamanın geçmesi, dünyanın çekiciliği o kişiyi eski haline getirir. İşte Allah (c.c.) ayetinde bize bunu anlatmaya çalışıyor. Kafirlerin halide bundan farksızdır diyor.[65]

 

76- Biz onları azabla yakaladık da onlar yine Rablerine boyun eğ­mediler ve yalvarmaddar.

Allah(cc) onlara açlık veya kıtlık gibi bir bela verdiğinde o kafirler kibirlerinden Allah'a boyun eğmemeye ve yalvarmamaya çalışırlar.

Veya bu ahirette olacaktır. Kafirleri öyle bir azabla azab edecek ki, orada ibadet yapacak mekan yok, vede duada edemeyecekler.[66]

 

77- Nihayet üzerlerine şiddetli biz azab (kıtlık) kapısı açtık. Birden ümitsiz ve şaşkınlık içindedirler.

Cehennemde azab edilirken, onlar üzerine azabı çok şiddetli olan kapılar açılacak ki, azab üstüne azabla cezalandırılacaklar. Orada o imansızlar ümitsiz vede bitkin bir halde kalacaktır. Bundan sonraki ayette Allah (c.c.) bizim üzerimizdeki nimetlere dikkatimizi çekiyor.[67]

 

78- O ki sizin için kulağı, gözleri ve kalbleri inşaa etti. Nede az şük­rediyorsunuz.

Bazı tabiat perestler herşeyi.tabiatın yarattığını öne sürüyorlar. Ama tabiatın elinde insanın gözündeki yağ tabakası yok. Ama Allah (c.c.) o tabiat üzerinde yetiştirdiği maddeleri, insanın mide ve bağır­saklarında ayrışttırarak, beynin ihtiyacını ayrı, kalbin ihtiyacını ayrı, gözün ve diğer organSarın ihtiyacını ayrı ayrı gönderttirmektedir.

İnsanın, Allah'ın varlığına inanmaya delil olarak, uzaklara gitme­sine gerek yok. Kendi vücuduna bakması vede onun çalışmasıyla bera­ber diğer inceliklerini düşünmesi yeterde artar bile. Bu incelikleri top­rağın, güneşin ve diğer tabiat olaylarının yapması mümkün değildir.

Onun için Allah (c.c.) verilen bu nimetlerle, kendisine şükretmemizi istiyor, ayet de buna dikkatimizi çekiyor. Gözün şükrü; iyi şeyleri gö­rüp, müslümanları vede bütün dünya müslümanlannı basın yayın yolu ile gözetlemek.

Kulağın şükrü, iyi sözleri duyup, kötü şeylerden uzak tutmak. Allah'ın kelamını dinletmek veya dinimizle ile ilgili konuşmaları almak­tır.

Kalbin şükrüde iyi şeyler düşünüp, kötü düşünce ve tefekkürden uzak durmaktır. Allah insana öyle bir kalb nimeti vermiş ki, kalb de­yince sol meme altında bulunan et parçasını kast etmiyoruz. Onunlada alakasi olan şeffaf, insanın düşünme ve diğer fonksiyonlarını yapma kabiliyeti veren, insanında bugün sırrını çözemediği bir şeydir. O kadar kabiliyeti vardırki bir ömürlük bilgileri saklar ve de anında çağırır. Diğer organlara çalışma düzeni verir.[68]

 

79- Sizi yeryüzüne yayan O'dur ve O'na toplanacaksınız.

Teşbih veya gerdanlık ipinin Kopup dağıldığı gibi, insanlarda yeryü­züne dağılmış bir vaziyette. Kimisi Afrika kıyılarında, kimisi Amerika kıtalarında, kimisi Himalaya eteklerinde, kimisi de Toros dağlatında. Birgün gelip bunları tekrar toplayacağını haber veriyor Allah (c.c).

Nasıl ki onları yeryüzüne yayan, yayma gücüne sahip olan, onları toplama gücüne de sahiptir. Emrindeki bir tabur askeri bir düdük ile dağıtıp yine bir düdükle toplayan komutan gibidir.[69]

 

80- Dirilten ve öldüren O'dur. Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun içindir. Akıl etmiyormusunuz?

Başka ayetlerde de "geceyi gündüze, gündüzü geceye girdiren" diye ifade ediliyor. Gece gündüzü, gündüzde geceyi alırken, zaman zaman gece kısalıp, gündüz uzamak suretiyle veya gündüz kısalıp, gece uzamak suretiyle birbirlerine girmekte, birbirlerine ihtilaf ederek düzeni devam ettirmekteler. Bunu da yapan Allah (c.c.)'dür.

"Halâ aklınız başamza gelmedi mi?" İnsanoğlu gece ile gündüzün zamanlarını ne değiştirebilir ne de buna gücü yeter. Alîah'ın(cc) yarattığı şeyler ile insanların yaptıkları arasındaki fark; yapay çiçekle, tabii çiçek arasındaki fark gibidir.

Allah'ın yarattığı insan ile insanın yaptığı arasındaki fark, insan ile heykel arasındaki fark gibidir. Heykel cansız, kış yaz, soğuk sıcak ha­reketsiz kalır, hiçbirşey isteyemez, derdini söyleyemez. Ama en akıl­sız insan bile azda olsa hareket etmekte, kıpırdanıp nefes alıp vermek­tedir.

İşte inançsızlar bu yaşatma öldürme vede gece ile gündüzün farklılı­ğını, tabiat yapıyor diyorlar. Allah (c.c.) cevaben:[70]

 

81- Hayır. Onlar daha öncekilerin söyledikleri gibi söylediler.

Başka bir ayet'te; "Bizi ancak zaman öldürür, zaman diriltir." Yani tabiat bu işi yapar. Günümüz inançsızları da aynı şeyleri söylüyorlar. Yani bir önceki kafirlerin dediklerini diyorlar.[71]

 

82- Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı biz diriltile­ceğiz? dediler.

Bunu Mekke dönemi kafirleri söylediler ama, Allah (c.c); bunu sa­dece bunlar değil, bundan önceki kafirlerde aynısını söylemişti buyuru­yor.

Ben toprak olduktan sonra beni nereden bulup çıkaracak diyorlar. Allah (c.c), hiç yok iken nereden buiup çıkardı ise, ayıu şekilde de ora­dan bulup çıkaracak.[72]

 

83- Biz ve bizden önceki atalarımız da korkutulduk. Bu (kıyamet) ancak evvelkilerin uydurduğu efsaneden başka birşey değildir.

Mekke müşrikleri şöyle diyor; hep bizi ahiretle korkutup dunıyorsu-nuz, onun varlığından bahsediyorsunuz ama bu daha önceki atalarımıza da, babalarımıza da vaad olunan eskilerin masallarıdır.

Günümüzde de; Eski toplumlardaki yöneticilerin, yönettiği insanları emri altında tutmak için uydurduğu, eskilerin kültürüdür" diyorlar.[73]

 

84- Deki: "Eğer biliyorsanız yer ve yerdekiler kimin?"

85- Allah'a aittir diyecekler. Deki: "düşünmezmisiniz?"

Yeryüzünü ve yeryüzünde olanları kim yarattı.? Bunlar kime aittir? diye, onlara sor bakalım deniliyor.

Diyelim ki; "Elinizi kim yarattı" dediğimizde "Yediklerimizden olu­yor" derse, peki yiyecekler nereden meydana geldi? denince de "O ye­diklerim topraktan,"diyor. Bu sefer de toprağı kim yarattı? sorusu çıka­cak. Sonunda diyecek ki: "İşte onu da AUah(cc) yarattı."

Zaten ilim adamları tabiatta hiçbirşey tesadüf eseri değildir görü­şündeler. "Öyle ise siz halâ mı düşünüp, nasihat almazsınız.?"[74]

 

86- Deki: "Yedi semanın Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir?"

87- "Allah'ındır" diyecekler. O halde sakınmıyormusunuz?

O semayı ve azametli arşı yaratan, onları tertib ve düzene koyan, onları terbiye eden kimdir? diye sor o inançsızlara.

Dürbün ve teleskoplarla hakkında hayli bilgiler edindiğiniz, dünya­dan kaç misli büyük olduğunu tesbit ettiğiniz, adedini sayamadığınız, bu semadaki yıldız ve gezegenlerin sahibi kimdir? Diyeceklerdir ki; "Allah(cc)" Öyle ise Allah'dan sakınmazmısınız, korkmazmısınız?" de.[75]

 

88- Deki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin) herşeyin yönetimi kime aittir? O'dur (azabdan) koruyan. O'nun korumadığını kimse koruyamaz.

Elinizde tapusu bulunan mülklerin sahibi bizden önce babalarımızdı, ondan önce de onların babalan, derken bu ilk insan Adem (a.s.)'a kadar gidebilir. Ama ondan önce de bu mülk, ahiret günününde sahibi olan Allah (c.c.)'a aittir.

Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, Malda yalan, mülkde yalan, gel biraz da sen oyalan

diyen Yunus Emre'nin dediği gibi, bizler elimizde tapusu bulunan malların geçici bekçileriyiz.

O Allah (c.c.) mani olur, ama O'na engel olunamaz. Bizim yapaca­ğımız veya yaptığımız herşeye mani olur ama O'nun yaptığı veya yapa­cağına kimse engel olamaz. O, yardım eder, O'na yardım olunamaz.[76]

 

89- "Allah'a aittir" diyecekler. Deki: "Nasılda büyüleniyorsunuz?"

Ne güzel bir ifade, yani göz boyacıları sizi kandırıyor. Allah (c.c.) önce; "yer kime aittir?" diye Peygambere inanmayan insanlara sorma­sını istiyor.

Arkasından yedi kat semanın ve arşın Rabbi kimdir diyor. Arkasından herşeyin mülkiyeti kimindir? diyorlar. Hepsinde de "Allah(cc)" cevabını veriyorlar. Öyle ise bu sorulara muhatap olanların yani soruların cevabı olarak herşeyi yaratan, herşeyin sahibi Allah(cc) diyen insanların, Müslüman olması gerekir. Fakat yinede iman etmi­yorlar. Zira Allah (c.c), Allah'tan kormazmısmız,? sakınmazmısınız,? öğüt almazmısınız.? Nasıl olur da sihirlenirsiniz? diyor.

Herşeyin yaratıcısının Allah olduğunu kabul edenler. Allah yarattık­tan sonra yönetimi bize bıraktı. Allah küçük şeylerle iştigal etmez, biz yönetimi Allah'ın kanunlarına göre değil, kendi kanunlarımıza göre ya­parız diyorlar. Çünkü biz sizin gibiyiz. Allah -Haşa ve kella- sizin se­viyenize inemez vede sizin ihtiyaçlarınızı bilemez. Sizin ihtiyacınızı en iyi biz biliriz diyorlar.

Diğer milyonlarca insanlarda buna sinirlenip, büyülenip "doğru söylüyorlar" deyip onların yoluna gidiyorlar.[77]

 

90- Biz onlara doğruyu getirdik, onlar ise yalancıdırlar.

Yani Allah (c.c); "Biz onlara sihire inanmayın, bu adamların sihirine ve sözüne kanmayın" diyor.

Hz. Peygamber; "Sözde sihir vardır" buyuruyor. Bugünkü siyasiler ve basın yayın mensubu olan insanlar bu etkileme, sihirleme olayına, kamuoyu oluşturma diyorlar.

Bir meseleyi millete kabul ettirebilmek için, onun öyle bir reklam ve tanıtımını yapıyorlar ki; insanları daha önceki fikirlerinden vazgeçirip, o yeni düşünce, yorum veya kanunu her ne ise onu kabul ettiriyorlar. İşte buda bir nevi sihirdir, insanları etkilemekdir.[78]

 

91- Allah hiçbir çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. (Eğer olsaydı) o takdirde herbir ilah yarattığını alıp gö­türür ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırdı. Allah onların tari­finden münezzehdir.

Tek ilah olarak O vardır. Yarattığı hiçbir varlığa da ilahlık verme­miştir. Hz. İsa'da ölümlü bir anneden dünyaya gelmiştir.[79]

 

92- Gizliyi de açığı da bilendir. Onların ortak koştuklarından yüce­dir.

93- Deki: "Rabbim, onların va'dolunduğunu bana gösterirsen,

94- "Rabbinı, beni zalim kavim içinde kılma."

Bu her iki dünya içinde geçerlidir. Yani hem bu dünyada, hemde ahi-rette; "Zalim toplumlar arasında kılma." Biz Müslümanlarda, Rasüllullaha öğretildiği gibi dua edip, birde zalimler arasında bulun­mamaya gayret etmeliyiz. Adil olan adaletli insanlar arasında olmaya çalışmalıyız.[80]

 

95- Onlara va'dettiğimizi sana göstermeye biz elbette kadiriz.

96- Kötülüğü en güzel şekilde def et. Biz onların ne ile vasıflandıra* caklarım biliyoruz.

İnsanlarla olan ilişkilerimizi düzenleyen ayetlerden biri de bu ayet­tir. Onlara karşı davranışlarımızın nasıl olması gerektiğini en güzel bir biçimde ifade etmiş. Kötülüğü en güzel bir şekilde def et, uzaklaştır buyruluyor.

Anadoluda da bu; "Kanı kan ile değil, kanı su ile yıkarlar" şeklinde ifadesini bulmuştur. Başk;ı bir deyişle, "Taş atana ekmek at" Yani kö­tülüğü iyilikle gider.

Savaş hoş birşey değildir. Hz. Peygamber "Savaşta adamı öldürür­ken, iyi öldürün." buyurunca Sahabe, "Nasıl olur bu Ya Rasülaliah" dediklerinde Hz. Peygamber de; "Adama eziyet çektirmeden öldürün" buyurmuştur.[81]

 

97- Deki: "Rabbim, şeytanların dürtmesinden sana sığınırım."

98- "Yanımda bulunmalarından da Rabbim sana sığınırım."

Yani benim yanımda bulunan şeytanlaşmış insanların şerrinden sı­ğınırım de. Bir önceki ayette de şeytanların şerrinden Allah'a sığınıl­ması ifade ediliyor.[82]

 

99- Onlardan birine ölüm geldiğinde "Rabbim, beni (dünyaya) geri döndür" der.

100- "Belki ben terk ettiğim salihamelleri işlerim." Hayır..Bu onun söylediği bir sözdür. Dirilecekleri güne kadar önlerinde bir perde vardır.

Berzah aslında perde anlamındadır. Evlerimizdeki perde gibi olma­yan. Bir alem ki, insanların ruhu oraya gidiyor. Oradan ahirete de git­mez, orada kıyamete kadar bekler, ameli iyi ise "Kabri Cennet bahçe­lerinden bir bahçe," ameli kötü ise "Cehennem çukurlarından bû- çu­kur" dur. Bedeni ile birlikte azab duyarlar.[83]

 

101- Sur'a üfürüldüğünde ogün aralarında akra'jal-k bağı kalmaz. Birbirlerini (n halini) sormazlar. (Herkes kendi derdine düşer.)

İnsanın bu dünyada çok sevdiği annesi, babası, eşi, evladı, eş ve dostları vardır. O günde yani Sur'a üfürüldüğü günde herkes kendi der­dine düşecek. Yani "o günde kişi kardeşinden, annesinden, babasından kaçar."

Yaratılmışların en merhametlisi insan, yine en gaddarı da insandır. Maymun üzerinde bir araştırma yapılmış. Maymunu yavrusu ile bir ka­zana koyuyorlar. Ateşide altından yakarlar, derken ateş yanıp kazan ısındıkça maymun, yavrusunu kucağına alır, bir ayağı ile durmaya baş­lar. Ateş ısındıkça diğer ayağı ile değiştirmeye başlar. Sonunda ayaklarının ikiside yanmaya başlayınca yavrusunu altına alır ve onun üstüne çıkıp oturur.

Yani insanın bir dayanma gücü vardır. Bu gücünü kaybettimi bu dünyada iken bile kişi kendi derdine düşebilir. Hele Sur'a üfürülünce artık insanlar arasında neseb davasıda düşüverir.[84]

 

102- Kimin tartısı ağır gelirse işte onlar felaha erenlerdir.

Kari'a suresinde açıklandığı gibi ölçü ve tartısında iyilikleri ağır ge­lenler mutlu bir yaşantının içinde olacaklar ve kurtuluşa erecekler. Gökyüzü, yer ve herşey bir ölçü üzerine yaratılmıştır. Elimizin, gözü­müzün, kulağımızın ayarını Kur'ana göre yapalım. Ölçüyü kaçırmayalım.[85]

 

103- Kimin tartısı hafif gelirse işte onlar cehennemde ebedi olarak kendilerine zarar verenlerdir.

104- Yüzlerini ateş yakar, (pişmiş kelle gibi) dişleri sırıtkr.

Aman ya Rabbi! Bu seven, gülen, güldüren, ümit veren, aşık eden yüzler, gözler, yanaklar ve dudakların yanmasına, pişmiş kelle haline gelmesine hiçbir yürek dayanmaz.

Ey canını, cananını, evladını ve yaranını ve insanlığı sevenler! İnsanları cehenneme sevkeden ateist, inkarcı, sapık eğitimlerden vaz­geçin. Bu insanları yakmayın.[86]

 

105- Ayetlerim size okunmadı mı?, siz onları yalanlamadınız mı?

Okunan ayetleri yalanlayan, "Kur'ana göre yaşamak istemiyoruz" diyen, "Yeryüzünün işine Allah karışmasın" diyen imansızların yanan halini görür gibi oluyoruz bu ayetleri okuyunca. Onun için imansızlar daha ölmeden onlara tevbe etmeleri için çabalamahyız.[87]

 

106- Dediler: "Rabbimiz bedbahtlığımız bize galip geldi ve biz sapık bir kavim olduk."

107- "Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar (küfre) dönersek artık biz zalimleriz."

Her insanın iyilik yapma gücü var olduğu gibi kötülük yapma gücüde vardır. Fıtratındaki o gücü iyiye veya kötüye kullanma kişinin edindiği kültürle olur. Kur'ana iman edenler saadetlerini kuvvetlendirirler. İman etmeyenlerde şekavetlerini artırırlar. Hiçbir kimse "ne yapayım talihim böyle imiş" diyemez. Biz iradelerimizden sorumluyuz.[88]

 

108- (Allah) Buyurur: "Sinin orada ve benimle konuşmayın."

109- Çünkü kullarımdan bir grup "Rabbimiz biz iman ettik, bize mağfiret ver, ve bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırl sm" demişlerdi de,

110- Siz onları alaya almıştınız, hatta (bu alayınız) zikrimi size unut­turdu. Siz onlara gülüyordunuz.

Allah'dan yardım isteyen, yalnız Allah'a kulluk yapanlarla dalga geçtiniz, onları alaya aldınız, güldünüz, güldürdünüz. Bu haliniz size Allah'ı unutturdu. Defolun, sinin, konuşmayın diyerek azarlanıyorlar.

Gerçekten günümüzde bir kısım yazar-çizer takımı, İslama teslim olan müslümanları hicveden şiir, roman, piyes, tiyatro eseri yazıp oy­natırken, kendilerini ihmal ediyorlar ve her nefesde cehenneme yakla­şıyorlar. Bunlarada acıyın.[89]

 

111- Sabırları sebebiyle bugün onları mükafatlandırdım. Başarılı olanlar şüphesiz onlardır.

"Başarılı adam" dendiğinde köşeyi dönmüş kısa zamanda haram-helal demeden villa araba, helikopter sahibi olmuş insanlar hatıra gelir. Gençliğinde çalışan köşeyi dönen bu insanlar tam herşeye sahip olduk­larında kollesterolü yükseldiği için yağlıyı yiyemez, şeker hastalığı ol­duğu için tatlıları yasaklarlar. Köşesini yıktığı, ocağım söndürdüğü in­sanların namlusunu ensesinde hissettiğinden rahat yaşayamaz.

Başarılı insan iki dünyasınıda cennet eden insandır.[90]

 

112- Yeryüzünde yıl olarak ne kadar kaldınız? (diye sorulunca).

113- "Birgün veya yarım gün kaldık, sayanlara sor" dediler.

114- (Allah) Buyurur: "Siz çok az bir zaman kaldınız (dünyada). Keşke (dünyanın azlığını) bilmiş olsaydınız.

Şairin: "Zindanda dakika farksızdır ay'dan" dediği gibi cehennem­deki bir an dünyada kaldıkları yüz seneden uzun geldiğinden kafirler hesabın nasıl ve neye göre yapılacağını bilemediklerinden bunu hak­kıyla bilenlere sorulmasını isterler.

Bu dünyada her adımını, her nefesinin sayılı olduğunu bilip ona göre harcayan mü'minler başarılı olacaktır.[91]

 

115- Sizi boşuna yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi zannettiniz.

Bilgisayarı bulan ilim adamı demişki: "Sıradan bir insanın beyninin yaptığını yapabilecek bir bilgisayar makinası dünya büyüklüğünde olur."

Yaşadığınız süre içinde duyduğunuzu, gördüğünüzü, tuttuğunuzu, kokladığınızı beyninizde koruyorsunuz. Gözünüz, gönlünüz, kulağınız boşuna yaratılmamıştır. Sözlerin en güzeli Allah kelamını dinleyiniz, hayatınızı ona göre ayarlayınız.[92]

 

116- Gerçek yönetici olan Allah yücedir. Ondan başka ilah yoktur. O, kerim olan arşın Rabbîdir.

Herşeyi yaratan, yaşatan ve yöneten Allah'dır. Sonsuz otorite O'na aittir. O'nun mülkünde O'nun verdiği el ve ayakla dolaşıyoruz. Öyle ise O'nun koyduğu Kur'ani kurallarınada uyalım.[93]

 

117- Hiçbir delili olmadığı halde kim Allah'la beraber başka bir ilaha dua ederse onun hesabı Rabbi katındadır. Şüphesiz kafirler kurtuluşa eremezler.

O'na dua edelim. O'nu yardıma çağıralım. O'nun dışında kimse bize yardım edemez. Hesabımızı görecek olan Allah'dır. Öyle ise:[94]

 

118- Deki: "Rabbim, mağfiret ve rahmet et. Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin.

Rabbimizin rahmetini ve mağfiretini Rabbimizden istemeye devam edelim. Hergün namazlarımızda selamdan önce okuduğumuz "Rabbena" diye başlayan dualarımızı namaz dışındada okumaya devam edelim.[95]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/285.

   Tirmizi ; Tefsim sureti Muminun

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/285-286.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/286-287.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/287.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/288.

[7] Ahmet b. Hanbel, Müsned 6/63,190

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/288-289.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/289-292.

   Tefsirun Nesai 2/96, Hakim Müstedrek-2/392

[11] Ahzap 27

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/292-293.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/293-295.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/295.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/295-297.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/297-298.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/298-299.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/299300.

   Tirmizi Et'ime 43, İbni Mace Et'ımes 34

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/300-301.

[22] Nahl 8

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/301.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/301-302.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/302-303.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/303-3041.

[27] Nuh suresi 25-26

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/304-305.

[29] Lokman 13

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/305-307.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/307-308.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/308-309.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/309-311.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/311-312.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/312-313.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/313-314.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/314-315.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/315-316.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/316-317.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/317-318.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/318.

[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.

[44] Ali imran 59

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/319-321.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/321-322.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/322-323.

[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/323.

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/23-324.

[52] Nesai, Zekat 49 Babu-Cühd-ül-mukıl

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/324.

[54] Muminun 57, 61

[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325.

[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325.

[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/325-326.

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/326.

[59] Bakınız; Kur'anı Kerim Tarihi, M.Hamidullah s. 62

[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/326-329.

[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/329-330.

[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/331.

[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/331-332.

[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332.

[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/332-333.

[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333.

[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/333-334.

[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/334-335.

[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/335.

[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/335-336.

[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/336.

[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/336.

[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/337.

[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/37-338.

[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/338.

[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/338-339.

[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/339.

[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/340.

[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/340.

[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341.

[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/341-342.

[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/342.

[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/342-343.

[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/343-344.

[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344.

[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/344-345.

[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/345.

[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/345.

[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/346.

[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347.

[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/347-348.

[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.

[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/348.

[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.

[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/349.