Kur'an-ı Kerimin 23. suresi olup 118 ayettir. Tamamı
Mekke'de nazil olmuştur. Surede ilk ayetlerde geçen ve kurtuluşa eren mü'minlerin ibadetlerinden ahlaki yaşantılarından ve nail
olacakları uhrevi nimetlerden bahsedildiği için "el Mü'minun"
ismini almıştır. Nitekim Abdullah b. Abbas'dan
rivayet edilen bir hadisde; Hz.
Peygamber (s.a.v.) bu ayetlerin inzalini müteakip, "Bana on ayet indi ki,
kim bunları yerine getirirse Cennete girecektir" buyurdu ve bu surenin
ilk ayetini okudu.[1]
1- Mü'minler muhakkak kurtuluşa erdiler.
Mü'minler felah bulmuşlardır, kurtuluşa ermişlerdir.
"Felah" kelimesi kurtuluşa erdi, kavuştu anlamındadır. Aynı zamanda
"Hayye alel Felah -
Haydin felaha" şeklinde, günde beş defa yüksek minarelerden yanık seslerle
insanlara ilan ettiğimiz bir kelimedir.
Arabın dilinde ise "Felah" kelimesi, engeli aşmak,
maniyi yarmak anlamında. Onun içindir ki çiftçiye de toprağı sabanla yardığı
için. "Fellah" kelimesi kullanılır. Terim anlamı da, kişinin
engelleri aşarak, kurtuluşa ermesi anlamındadır.
Ezani Muhammedide
de günde beş defa "Hayye alel
Felah-Haydin Felaha" derken; "namaz kılarsam makamımdan olurum"
düşüncesinde olan adama, "haydi..! makam engelini aş da gel". Ve buna
benzer para, mal, şan, şöhret gibi engellere takılmış kişilere, bu engelleri
aşın gelin... demektir.
Bu ayette Allah (c.c);
"Mii'minlerdir kurtulan, kurtuluşa eren"
diyor da, Araplar'dır, Türkler'dir,
Kürtler'dir, Japonlar'dır, Ruslar'dır......demiyor. Mii'minlerdir
kurtulanlar... buyruluyor. Yine zenginlerdir,
fakirlerdir demiyor. Fazilet, ne millet de, ne fakirlik de ve ne de
zenginliktedir. Fazilet "imanda"dır. İman
eden kişi ırkı, dili, rengi veya sosyal konumu ne olursa olsun kurtuluşa
ermiştir.
Tabii ki, Mü'minin sıfatları vardır. Birinci derecede aranacak olan
sıfat "iman" sıfatıdır. İkinci derecede ise o imanın görüntüsü olan
"namaz"dır.[2]
2- Onlar
namazlarında huşu'Iudurlar.
O Mü'min
olanlar öyle insanlardır ki; Onlar namazlarında huşu halindedirler. Huşu hali:
Kişinin, Allah'ın emirlerini yerine getirebilirmi-yim?, bir yasağım çiğnermiyim?
diye hassas bir noktada bulunmasıdır.
Bu kalbin huşuu'dur. Kalbde olan Huşû'un zahire çıkması gerekir ki; ona da
"fiili huşû'u" denir.
Hz. Peygamber laubali bir şekilde namaz kılan birini
görünce; "Bunun namazında huşu yoktur" buyurmuştur. Bu ayet nazil
olduktan sonra da sahabe Hz. Peygambere bakarak
namazlarını huşu içinde ve namaz esnasında sadece secde yerine bakarak namaz
kılmaya başlarlar. Daha Önce namazda sağa, sola, gökyüzüne de
bakabiliyorlarmış. Biz de Mü'min olarak namazımızı
huşu içinde vede Allah'ın ayetlerinin manasını
düşünerek kılmamız, dışda görünen el, ayak baş gibi
organlarımızı, düşündüğümüz manalara uygun olarak kullanmamız gerekir.[3]
3- Onlar boş
şeylerden yüz çevirirler.
O iman edenler, boş
söz ve davranışlardan kaçınırlar. Yani insanın dünyasına ve ahiretine
faydası olmayan söz ve davranışlardan kaçınırlar. Mü'min;
evinde, dükkanında, dostlarıyla olan ilişki ve davranışlarında, ister şahsi
ister toplumsal olaylar karşısında boş şeylerden uzak durarak dinimize,
dünyamıza faydalı olacak şeylerle uğraşmalıdır.[4]
4- Onlar
zekat için çalışırlar.
O Mü'minler
ki, zekat vazifelerini yerine getiren insanlardır, veya zekatları için çalışan
insanlardır. İki yönlü mana verilebilir. Biri zekatlarını veren insanlardır,
birde onlar zekat için faaliyet gösterirler.
Yani var olan
mallarının zekatını verirler, bir de zekat verebilecek hale gelmek içinde
çalışırlar. Mü'min çok zengin olayım diye değil, çok
zekat vereyim diye çalışmalı. İnsanın niyeti hem amelini etkiler, hemde sevabını artırır. Çok zekat vereyim niyetiyle çalışan
kişi, bunun neticesinde de çok mala ulaşacaktır. Ama çok zengin olayım diyen
ise sadece servete kavuşup sevabından mahrum kalacaktır. İşin en kârlısı çok
zekat vereyim niyetiyle çalışıp kazanmaktır. Bu niyet, kişinin helal yollardan
para kazanıp harama gitmesini de engeller.[5]
5- Onlar
ırzlarını korurlar.
O Mü'minler
ki namuslarını da, iffetlerini de korurlar. Kendi namuslarını korudukları
gibi, hanımlarının namuslarını da korur. Ayette kadın erkek ayrımı yapılmamış.
Kadınlar ayrı, erkekler ayrı olarak zikredilmemiş. Gösterilmesi haram olan
yerlerini, kadın erkeğe, erkek te kadına gösteremez.[6]
6- Ancak
eşleri yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. Çünkü onlar (eşleri ve
cariyeleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kınanmazlar.
Ancak eşleri ve
ellerinin sahip olduğu cariyeleri hariç. Kadının bedeni kocasına, kocasının
bedeni de hanımına serbesttir. Haram değildir. Bakıp birbirinden
faydalanabilirler. Bu faydalanmadan her ikisi de dinen ayıplanmış, kınanmış da
değillerdir.
Ayetin sonunda, dinen
"ayıplanmış da değillerdir," ifadesinin hikmetini biraz düşündüm de
şöyle bir sonuca vardım; İnsanın fıtratı evlilik ve eşlerin karşılıklı
birbirinden faydalanmasını gerektiriyor. Fakat bir kısım Hristiyan
rahipler Hz. İsa (a.s.)'a aşırı bağlılıklarından
dolayı, dini çok iyi yaşayacağız diye evlenmekten kendilerini alıkoymuşlardır.
Çok iyi niyetlerle
dinde bidat türeterek nikahtan uzak durup, kadının erkekten, erkeğin de kadın
nimetinden uzak kalmasına sebep olmuşlardır. Aslında bu çok büyük
fedakarlıktır. Ama övülecek birşey değildir.
Yaptıkları hem fıtrata, nemde dine uygun olmayan bir davranıştır.Bu insanlar
evlenenleri de hoş karşilamamışlardır.
İşte ayet bunlara
cevap olacak şekilde. Evli eşlerin birbirlerine mahrem, gizli, bakılması haram
olan yerleri yoktur. Ve bunlar birbirlerinden faydalanabilirler. "Bundan
dolayı da kınanmış değillerdir" buyu-rulmaktadır.
Hz. Aişe (r.a.) rivayet edilen
bir hadiste; "Ne Hz. Peygamber benim edep
yerimi gördü, ne de ben onun edeb yerini gördüm"
buyurmakta[7] Edeben
kadın kocasının, kocada kadının edeb yerine
bakmayabilir. Fakat bu haram değildir. Bu ayet buna delildir.[8]
7- Kim bunun
ötesini (eşinden başkasını) isterse işte onlar haddi aşanlardır.
Yani eşinden ve
cariyesinden başka birisiyle cinsel arzusunu tatmine kalkarsa, o insan haddi
aşmıştır. O haddi aşmada zinadır. Bu başka bir kadınla olduğu gibi, Lûtilik
dediğimiz eşcinsellik ve benzer-leride haddi
aşmaktır. Yahudilerin -ki tarih boyunca çokça yapıp- günümüzde de
yaygınlaştırmaya çalıştıkları bir kötü haslettir.
Birçok ayette geçmişti
ama ayet burada normal evliliğin dışında kalan bütün yollan haddi aşma olarak
nitelemektedir. Allah (c.c.) böyle sapıklıkların tarih boyunca olduğunu, bundan
sonrada olabileceğini işa-reten
bildirmekte. Ama bu haddi aşmanın yollarını ve şeklini bildirme-mekte. Çürrkü bunun şeklini ve
yollarım bildirmekte, ayrıca yaygınlaşmasına sebep olur. Başka bir ifadeyle
kötülüğün ve batılın reklamını yapmış olur. Buda saf zihinlerin, saf kalblerin bozulmasına sebeptir.[9]
8- Onlar
emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.
9- Onlar
namazlarını korurlar.
Onlar emanetlerini ve
sözlerini yerine getirirler, emanetlere riayet ederler. Sözlerine riayet
ederler. Emanet kelimesinin ifadesinin kapsamı geniştir. "Biz emaneti yer
ve göklere arz ettik" derken bu ayette geçen emanet kelimesi Kur'an anlamındadır. Bir de emanet; her hangi bir eşya,
veya değerli birşeyin belirli bir müddet için
korunması, muhafaza edilmesi için başka birine verilmesidir.
İnsan Allah'ın
yarattığı bir varlıktır. Kur'anda ona emanet
edilmiştir. İnsanoğlunun ençok dikkat edip
koruyacağı, muhafaza edip üzerinde duracağı emanet Kur'an
emanetidir. Tabii ki onu sayfalar arasında değil, okuyup manasını anlayıp,
gereği ile de amel etmek şekliyle olmalıdır.
Akıl nimeti de insana
verilen önemli emanetlerden biridir. Aklın da içki ve uyuşturucu gibi
maddelerin yanı sıra birde zehirli fikirlerden de korunması gerekir. Hatta bu
zehirli fikirler içkiden daha tehlikelidir . Mü'min
birisi içkiyi içip imanı ile ölse, ahirette Allah
(c.c.)'de af etmezse, cezasını çektikten sonra Cennete gider. Fakat kafirce,
zehirli fikirleri, beyninde taşıyarak ölen birisi ise Cennete gidemez. Emanete
hıyanetten bir defa birinci derecede yargılanır.
Emanet yukarıda
belirttiğimiz gibi, dini emanetler vardır. Kur'an,
Akıl, emaneti gibi. Birde dostların kendi aralarında eşya emaneti, bir sır
emaneti, para emaneti, mal emaneti gibi, bunlarada
riayet etmelidir.
Diyelim ki, bir kimse
malını başka birine emanet etmişse veya bir sırrını emanet edip, ama bunu
başkasına söyleme demişse, emanet edilen onu -velevki
en güvendiği insanlara bile olsa, ister hacı, ister hoca olsa bile kimseye
söylememesi gerekir. Söylediği zaman emanete ihanetlik etmiş olur.
"Onlar sözlerine de
riayet ederler" buyrulmakta. Mü'min
sözüne de riayet eder. Ruhlar aleminde Rabbine vermiş olduğu sözüne riayet ettiği
gibi, bu dünyada da insanlar arasında vermiş olduğu va'dlerini
de yerine getirirler.
"O Mü'minler namazlarım korurlar." Yani korurlar derken
namazlarını vaktin de kılarlar ve namazın şart ve rükûnlarına
riayet ederler. Nasıl ki, evi koruma ve muhafaza etme deyince onun temelinden,
direklerinden, çatısına varıncaya kadar koruma anlaşılıyorsa, namazı koruma
da aynı şekilde. Onun şartları ve rükûnları ile rükû,
secde, taharet, setrü-1 avret gibi hususları yerine
getirmektir.
Bazıları öyle rükû ve
secde yapıyor ki bu rükû ve secdelerde değil, üç defa bir defa bile "Sübhane Rabbiyel aziym veya Subhane Rabbiyel a'la" demek mümkün
değil. Buda tadili erkana aykırı bir durumdur.
Özetle Allah (c.c.) bu
ayete kadar Müminlerin vasıflarını sıralamıştır;
1- Rabbine
inanmıştır.
2- Namazında
haşyet içinde olup, acaba "kıldığım namaz hoşuna gitmezse" diye böyle
bir endişeyi taşır.
3- Boş söz
ve işlerden uzak dururlar, malayaniyi bırakırlar.
4-
Zekatlarını verirler, zekat verecek hale gelmek için çalışırlar.
5-
Namuslarını korurlar. Harama meyi etmezler.
6-
Emanetlerini ve sözlerini korurlar, onlara riayet ederler.
7-
Namazlarını vakitlerinde, rükûnlarına riayet ederek
kılarlar. Surenin başında da belirttiğimiz gibi "Kim bunları yaparsa
Cennete
gider" buyrulmuştur.
Hz. Aişe validemize;
"Allah Rasulünün ahlakı nasıldı?" diye
sorulduğunda "Onun ahlakı Kur'an'dı" dedi
ve "Kad'eflahadan" başladı "Yuhafizun'a" kadar okudu.[10]
10- işte
onlardır varisler.
11- Onlar Firdevs (cennetin)e varis olacaklar ve onlar orada ebedi
kalacaklar.
"Firdevs" Cennetin adıdır, bahçe anlamına gelir. 9-ve
10. ayetlerde "varis" kelimesi iki defa kullanılmıştır. Başka bir
ayette de Allah (c.c.) Mü'minleri "Yeryüzünün
varisleri kıldığını" ifade eder.[11] Yani
yeryüzünde yönetim hakkının Mü'minlere ait olduğunu
bildirir.
Bu surenin ilk 10
ayetinde de varis olacakların sıfatlan sayılmıştır. Yukarıda maddeler halinde
özetle belirtmiştik. O varis olacaklar, Mü'min olup,
namazını Allah'ın huzurunda kılarken haşyet içinde olacak ve boş söz ve boş
vakitlerini iyi değerlendirecektir.
Gazete okurken, iş
yaparken tek düşüncesi; İslamm hakim olması ve bunu
engelleyen düşmanların tuzaklarına karşı çareler aramak olmalıdır. Bugün
Müslümanların ençok meşgul olduğu bir hususta, bu boş
söz ve boş işlerle meşguliyet. Her halükarda bunlardan uzak durmalı.
Müslüman cemaatlerde
birbirleri aleyhinde yazılar yazıp, birbirlerinin faaliyetlerini
engellememeli. Aksine birbirini destekleyici sözler söyleyip faaliyetlerini de
buna göre ayarlamalı.
Allah rahmet etsin, Said Havva'ya İstanbul'dan birkaç genç bazı hususlarda
sorular sorup mektuplar gönderirler. Tabii ki sorulan cevaplandırdıktan sonra;
"zannedersem bu sorular sıcak bir sobanın başında, çay içilirken yazılmış
ama bu soruların konusu hareket halindeki ordunun başına gelebilecek mevzulardır.
Siz o harekete girin, girdikten sonra Allah hareket anında onun nasıl
yapılacağını size ilham eder" der.
O varis olacak Mü'minler zekatlarını da verirler ve verecek hale gelmeye
çalışırlar. Namuslarını korurlar. Günümüzde iyi kardeşlerimizin yolu bazen
para, bazen de kadınla kesilebiliyor. Her insanın gönlünde yatan bir putu
vardır. Kimisininki paradır, kimisininki kadın, kimisininki de makamdır. Kişi
bunları gördüğü zaman, -eğer imanı kuvvetli değilse-imani
noktada bir yan çizme olabilir,
O varis olacak Mü'minler emanete hıyanet etmezler. Devlet, akıl, din, Kur'an birer emanettir. Bütün bunları korurlar, riayet
ederler. Korumak deyince elde tutmak değildir. Onun asaletini değiştirmeden
dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruma vede
devamını sağlamaktır. Devamını sağlamakta bir emaneti, bir nesilden diğer bir nesile ve kuşağa aktarmaktır.
Onlar namazlarını da
muhafaza ederler. Namaz hususu iki defa tekrarlanmıştır. Önemine binaen
Allah'a imandan sonra üzerinde en fazla durulması gereken ibadet namazdır. Cihad içinde bile olunsa namaz terkedilmez.
Namaz ençok teselli bulduğumuz vede
Müslümanların ençok bir araya geldiği bir ibadettir.
Eskiden cuma namazları
için "musallalar" vardı. 15-20 bin Müslüman insan orada bir araya
gelir, topluca cuma namazlarını eda ederlerdi. Ama bir arkadaşınım makalesinde
okudum, bugün çoğunun yerine çeşitli uygunsuz şeyler yapılmış.
Böyle vasıflara sahip
insanları bir araya getirebilirsek işte bunlar yeryüzüne varis olur, yeryüzüne
varis olanlarda, Cennet'e varis olurlar. Orada hayat bitmez, "onlar orada
ebedidirler."[12]
12- Yemin olsunki biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.
Biz insanı bir
"sülaleden", çamurdan yarattık. Meallerde "sülale"
kelimesini; çamurun Özü manası vermişler. Sülale kelimesi; Türkçemizde
de kullanılmaktadır. Soy, sop, asıl anlamındadır. Ayette geçen sülale kelimesi
bizim Türkçede kullandığımız sülale anlamında
değildir.
Sülale, arabın dilinde; çekip çıkarma manasına gelir. Allah (c.c.)
ayette insanı topraktan çekip çıkardığını ifade ediyor.
İlk ayette Mü'minler kurtulmuştur, dedikten sonra yeryüzüne ve de
Cennete varis olacak olan bu kurtuluşa eren Mü'mirilerin
sıfatlarını, vasıflarını saydıktan sonra; insanın çamurdan çekilip
yaratılmasından bahsetmesinin hikmeti şudur. İnsanın hangi ırktan, hangi
nesilden vede hangi soydan geldiği önemli değildir.
İster ağa çocuğu
olsun, ister paşa, ister zengin, ister fakir. İnsanların Allah(cc) indindeki değer ve ölçüsü; imanları nisbetindedir.
Hoca çocuğu, müftü
kızı veya şeyh neslinde olmak veya Nemrut ve Firavun soyundan gelmek ayrıcalık
ve aşağılık değildir. İnsanlar İslama inanıp, ona
hizmet ettikleri müddetçe değerlidir ve değerlerini de bu hizmetin devamı
müddetince korurlar.
Irkımızın İslama olan hizmetlerinden dolayı iftihar ederiz. Ama dinime
inanmayan bir Türkle de iftihar etmiyoruz. Bunun yanı
sıra Türk «olmayan, Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer gibi bütün sahabeleri de sever, on-larlada övünürüz.
Bizi birbirimize
sevdiren, birinci derecede dinimizdir. Ondan sonra yakın akraba gelir. Onu
sevmek ve kollayıp gözetmekle görevliyiz.
Türkiyemiz de Müslümanlık mı önce gelir, Türklük mü? diye bazı
Müslümanlar arasında hayli tartışmalar olmakta. Bu tartışmalara girmenin bir
anlamı yoktur. Benim nazarımda Müslüman olmayan Türk'ün hiçbir değer ve kıymeti
yoktur. Müslüman olmuş bir Türk'ün de iki değeri vardır. Birisi, birinci
derecede Müslüman olduğundan dolayı, ikincisi de yakın akraba olduğundan
dolayıdır.
Onun için Allah (c.c), ilk
ayette Mü'min olanların kurtuluşa erdiğini belirtip,
onların vasıflarını da saydıktan sonra bu ayetle de; "birbirinize üstünlük
taslamanıza gerek yok. Bütün insanlar çamurdan yaratıldınız, sülaleniz yani
çekip çıkarıldığınız şey topraktır." buyuruyor.[13]
13- Sonra
onu sağlam bir yerde nutfe yaptık.
Sonra, onu sabit bir
yerde nutfe halinde kıldık. Nutfe;
meniden insan haline dönüşen en küçük parçaya denilir. Yani meninin ana rahmine
yerleştirilmiş olduğuna işaret ediyor.[14]
14- Sonra nutfeyi alaka yaptık. Alaka'yı da bir çiğnemlik et yaptık.
Bir çiğnemlik eti kemik yaptık, kemiğe de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir
yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir.
Sonra o nutfeyi,
yani çocuğa dönüşecek olan meninin en küçük parçasını alaka haline
dönüştürdük. Alaka: Arabın dilinde yapışkan anlamındadır.
Askıya, Allaka denmeside
duvara asılıp kendisine elbise asıldığından dolayıdır. Sülük'e "Alûk" denmesi insan vücuduna yapışmasından dolayıdır.
Alak, meninin ana rahmine girip, rahime
yapışması nedeniyle bu isim verilmiştir.
Allah (cc);
"Alakayı da bir et parçası haline dönüştürdük." buyuruyor. Meni ana
rahmine yapışıp orada bir müddet yaşamına devam ettikten sonra et parçasına
dönüşür, dönüşen bu et parçası önce kemikleşiyor. Sonra da o kemiğin dışında et
parçası giydiriliyor. Sonra da onu bir başka yaratılış ile inşa ettik buyuruyor
Rabbimiz.
Yani en güzel bir
şekil ve kıvama getiriliyor. Yaratıcıların en güzeli olan Allah (c.c.)'ün şanı
yücedir.
Bu ayette
yaratılışımıza dikkat çekilmiştir. İnsanın kibirlenmesine gerek yok, aslın
budur diyor.
Adamın biri
kibirlenerek gidiyormuş, ve de herkes onun için ayağa kalkıyormuş. Köşede
dervişin birinin ayağa kalkmadığını gören o kibirli kişi sorar; "Herkes
ayağa kalkarken niye sen ayağa kalkmadın?" der. Derviş de; "Evveline
baktım bir değersiz menidensin." Sonuna baktım "sonunda bir avuç
toprak olacaksın" der. Kibirli zengin,; "Sen şimdiye, şu halime
bak" der. Derviş de; "karnına bıçak soksam, pislik akacak. Pislik
arabası içinde ayağa kalkılmaz. Şu sırtında giydiğin kürke gelince, onu ayının
biri on yıl giydi de ayılıktan kurtulamadı" der.
Allah (cc), bizim insanlığımızı ünsiyetimizle değerlendirir.
Yaratıcıya olan ünsiyetimizle, Onun koymuş olduğu kurallar içinde, yaratılmışla
olan ünsiyetimizle insanlık makamına erişir. Yoksa insan Mevlana'nın dediği
gibi; "bedenin büyüklüğü ile adamlık olsaydı, fillere de adam denmesi
gerekirdi, En büyük beden onda. Kılların çokluğuyla adam olduğunu iddia edecek
olursan, bedenine oranla ençok kıllı olan faredir.
Fareye adam denilmesi gerekir." İnsan ünsiyeti ile, Rabbine olan bağhlığıyla insan olur.
İnsan Ahseni takvim üzerine yaratılmıştır. Yani insan^
yaratılmışlar içinde hakikaten en güzel şekil ve surettedir. Mesela bülbülün
sesi güzeldir ama insan yinede ençok insan sesini
dinler, ondan daha çok zevk alır.
"Tin"
suresinde de bildirildiği gibi yaratılanlar içinde en güzeli insandır.
Çiçekler de güzeldir ama bir çiçeğe elli sene bakamazsınız.
Halbuki evli çiftler
elli sene birbirlerinin gözlerine bakarlar da yinede doyamazlar. Birkaç günlük
hasrete dayanamazlar. İşte o kara topraktan mavi, siyah, kahverengi, yeşil
gözleri yaratana hamdolsun.[15]
15- Sonra
şüphesiz siz, bunun ardından öleceksiniz.
Bundan sonrada siz
mutlaka öleceksiniz. Meni iken bu kadar büyüdünüz, et haline dönüştünüz,
kemikleştiniz. En güzel kıvamda yeryüzüne setirildiniz.
Sonra da mutlaka öleceksiniz.[16]
16- Sonra
şüphesiz siz, kıyamet günü diriltileceksiniz.
Daha sonra gelecek olan ahireti inkar edenlere bu ayetler bir ön hazırlık
mahiyetinde. Siz ahireti inkar ediyorsunuz, tekrar
dirilmeyi inkar ediyorsunuz ama bu dünyada ikende
ölme ve dirilmeyi bizzat gözlerinizle görüyorsunuz. Meni halinden bu halinize
geliyor vede ölüyorsunuz. Hiç yok iken, sizi yoktan
var eden Allah (cc), ahirette
sizi niye diriltemesin.?[17]
17-
Üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yaratılandan gafil değiliz.
Allah(cc) ne yaratmışsa hepsini bilir, hiçbirinden de gafil,
bilgisiz değildir. Yerin derinliklerinden, gökyüzündeki herşey
ezeli ve ebedi ilmi dahilindedir. Hiçbirşey onun emri
ve bilgisinden uzak kalamaz. Mü'mini de bilir,
kafirin ne iş yaptığını da bilir.[18]
18- Gökden belirli mikdarda su
indirdik ve onu yeryüzüne yerleştirdik. Onu gidermeyede
bizim gücümüz yeter.
Yağmurun nereye ne
kadar ineceğini vede kaç tane yağmur tanesinin
indiğini Allah (c.c.) bilir. Ayet, suyunda gökyüzünden bir ölçü dahilinde
indirildiğini ifade etmekte.
Yeryüzünde belirli
miktarda bir su vardır. Bu dünya kurulalıdan bugüne kadar devamlı devir daim
yapmakta, ne eksilme var, nede artma vardır. Bu su dünyanın çeşitli yerlerinde
bulunmuştur. Mesela Cahiliyye dönemi şairlerinin
şiirlerinde Arabistan'da nehirlerin, ormanların ve ceylanların olduğunu haber
vermekte. Yine tarihin bize verdiğine göre Orta Asya'tan
Türklerin göçmelerinin sebebi kuraklıktır. Ama bugün ise Arabistan kupkuru;
Orta Asya ise o kadar kuraklık değil, normal yağışlı bir bölge.
Yağmuru artırmanın,
yani devir daimdeki suyun kendi bölgemize düşmesinin sebebi bol ormanlardır.
Karadeniz bölgesine bol yağışların olması, ormanın çok olmasından dolayıdır.
Her ne kadar bazıları, yağmur duasına karşı olup inanmasalar da, canlı ve
cansız herşey Allah'ı teşbih eder ayetinin ifadesine
göre o ormanlarda kendi lisanlanyla Allah'ı teşbih
edip ondan yağmur istemekteler.
"Yine o suyu, bu
yeryüzünden gidermeye biz kadiriz. Gücümüz yeter." O yeryüzüne suyu
koyan, yoktan var edip koyma gücüne sahip olan, koyduğu yerden suyuda alıp gider ve bunu da götürmeye de gücü yeter.
"Tekvir" suresinde de, Kıyamet
alametlerinden bahsederken; "..denizler çekilip kuruduğunda..."
şeklinde bahsediliyor.
İnsanlar bugün bu
sular nereye gider diye inkârını ortaya koyuyor. Ama nereden gelmişse oraya
gider. İnsan bunun en güzel örneğidir, bir damla sudan büyür, 80-90 kilogramlık
bir vücut haline gelir. Öldümü de bir avuç toprak
oluverir.
Ziraat fakültesi ders
kitabından okumuştum, bir yerde 3 tonluk toprağa çınar ağacı ekiyorlar ve ona
verilen günlük su miktarı da belli. 10 yıl büyütülüp kesildiğinde 3 ton
geliyor. Toprağı tarttıklarında 3 tondan, 57 gram eksilme olmuş. Sonra ağaç
kesilip, rendelenip bir yerde çürümeye bırakılır. Çürümenin sonunda da 57 gram
olduğu tesbit edilmiştir.[19]
19- Onunla
sizin için hurma ve üzümden bahçeler yaptık. Onlarda sizin için çok meyveler
vardır ve onlardan yersiniz.
20- Tur'i sinadan çıkan bir ağaç
yarattık ki, ondan yağ çıkar ve yiyenlere bir katık olarak biter.
Yağ denilince hemen
canlı hayvanlardan elde edilen yağ akla gelir ama hepimizin bildiği gibi Allah
(c.c.) öyle bitki ve ağaçlar yaratmıştır ki onlardan da yağ elde edilebiliyor.
Tefsir kitaplarında Tur-i Sinada yetişen bu ağacın
zeytin olduğunu söylüyorlar. Müfessirler bu ağacın ilk defa Sina dağında
çıktığını yazıyorlar. Hz.Peygamber bir hadisinde;
"Zeytin yiyiniz, yağıylada yağlanınız"
buyurmaktadır.[20]
21- Sizin
için davarlarda da ibret vardır. Onların karınlarında olandan size içiririz.
Onlarda sizin için çok faydalar vardır. Ve siz onlardan yersiniz.
Hayvanlar da bizim
için elbette ibretler vardır. Onların karınların-daki
gıdalardan, yani aldıkları besinler süt haline dönüştükten sonra bunu
içiriyoruz. Nahl suresinde geçen bir ayette;
"kan ve pislik arasından sütü çıkardığını" ifade ediyordu Allah
(c.c).(Ayet 66)
Yeşil ot veya yem, onu
yiyen hayvanın midesinde pislik oluyor da sonrada bağırsaklarında kana
dönüştükten sonra süt haline dönüştürülüyor.
Dünyanın dolarını,
markını, kısaca tüm paraları bir araya getirilse de böyle bir fabrika kurmak
istense mümkün değildir. Yani fabrika kurulup, fabrikaya bir taraftan otu yemi
verip, Öbür taraftan et ve süt, yün çıkacak.!! Mümkün değil.
Bu kadar ince
sanatları gördükten sonra hala iman etmeyen Ateist ve Allahsızlara ne demek
gerekir. İşte bu kadar ibretler galerisinde gezib
bunlardan ibret almayan insanlar dünyanın en değersiz, karaktersizleridir.
"Sizin için
onlarda çok menfaat vardır" diyor ayet ve bu menfaatleri saymıyor.
"Ve ondan da yersiniz" demekle de etine dikkatimizi çekiyor. Çok
menfaatlerden bazıları mesela: boynuzundan bıçak sapı yaparız, derisinden
elbise, ayakkabı, yine yününden elbise yapılır. Bağırsaklarından sucuk
muhafazası, kemiklerinden un yapıp kimya sanayiinde
kullanılmaktadır ve buna benzer daha nice menfaatler vardır.[21]
22- Onlar
üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız.
O hayvanlardan ve
gemilerden de taşınmada faydalanıyoruz. Sığır, katır, at ile gemileri de
insanoğlu taşımacılıkta, nakliyatta kullanmaktadır. Ayette, "gemi"
kelimesi kullanılıyor, bir de Araplar deveye; ("Kara gemisi"
anlamında) "fülk" yani gemi de diyorlar.
Başka bir ayette de;
"Allah sizin için katır, eşek ve at yarattı. Taşmasınız diye ve sizin için
daha bilmediğiniz birçok nakliye vasıtası da yaratır"buyruluyor.[22] Ayetde, bilmediğimiz birçok nakliye vasıtası, deyince biz
bugünkü kullandığımız uçak, gemi, tren, araba gibi vasıtaları anlıyoruz. Bizden
kimbilir kaç asır sonra icad
edilecek vasıtalar için de o günün alimleri, "bilmediğiniz şeyler
yaratır" ile kast edilen bunlardır şeklinde yorum yapacaktır.[23]
23- Andolsun biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. Dedi
ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet ediniz. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Sakmmazmısımz?"
Andolsun biz, Nuh'u kavmine gönderdik ve O kavmine: "Ey kavmimi
Allah'a kulluk yapınız. O'nu tanıyınız, O'ndan başka ilah tanımayınız"
dedi. Sizin gibi olan şu insanların emir ve yasaklarına değil, sizi ve beni
yaratan Allah (c.c.)'ün emir ve yasaklarına uyunuz. "Siz, Allah'dan sakınmazmısınız?"
deyince:[24]
24- Bunun
üzerine kafir kavminden kodamanlar: "Bu sizin gibi bir insandır. Sizin
üstünüze çıkmak istiyor. Eğer Allah dileseydi meleklerden gönderirdi. Biz
evvelki atalarımızdan bunu işitmedik" dediler.
Bu ayetin
açıklamasında M. Hamdi Yazır "Mele"
kelimesini "kodo-manlar"
diye açıklamıştır. Yani o kavmin ileri gelen liderler topluluğu, anlamındadır,
günümüz kafirlerinin durumu gibi; (zaten kafirlerin mantığı hiç değişmiyor.) Ahiret inancı olmadığı için yaptıklarında hep menfaat
gözetmişler, hep bir fayda aramışlardır. Onun için toplumda yaptığı işleri
ileride gelecek menfaati doğrultusunda yapmaya çalışır. Diyelim ki: Birinin bir
makama gelmesine vesile olmuşsa, ileride onun imzasından istifadeye kalkışır.
Kendileri böyle yaptığı için herkesi de kendileri gibi menfaat karşılığı
çalıştıklarını zannederler.
Allah için çalışan
Müslüman kuruluşlarının arkasında dış güçler aramaya çalışır. Peygamberler ve Mü'minler böyle çalışmalarının karşılığını Allah'dan bekleyince buna da inanamayıp "Bu sizin gibi
bir insandır. Beşerden başka birşey değildir. Size
üstün ve hakim olmak istiyor. Sizden herhangi bir ücret istemiyor ama Allah
dileseydi Peygamber olarak bunu değil melek gönderirdi" diyorlar.
Zahiren de biraz mantıklı
gibi. Niye melekden değilde
insandan Peygamber gönderilmiş denilebilir. Ama şayet melekden
gönderilse idi, verilen emir ve yasaklara riayet zor olurdu. Zira Melekler
yemezler, içmezler, uyumazlar, erkeklik ve dişilikleri yok. Melekden olan Peygamber Ey insanlar zina etmeyin deseydi,
itiraz ederlerdi. "Sen bunun tadının ne olduğunu bilmiyorsun, onun için
bizi yasaklaman kolay, içkiyi yasaklaman aynı şekilde kolay." derlerdi.
Ama insandan olup herşeyiyle de mükemmel olunca
yasaklarına ve emirlerine insanların diyecekleri birşey
kalmıyor artık.
Diğer bir mantıki
itirazları da "Biz, bunu daha önce babalarımızdan işitmedik. Biz
babalarının yolundan giden adamlarız. Babalarımızdan, insandan bir peygamber
geldiğini işitmedik." Diğer bir anlamı da kendi söylediklerinin
olmadığını, yani meleklerden de bir Peygamberin gelmesidir. "Bu adam
sizin üzerinize çıkmak, üstünlük sağlamak ve sizi yönetmek istiyor. Sakın ha
buna itaat etmeyin. Bu da sizin gibi adam" diyor toplumun kodomanları.[25]
25- "O,
kendisinde delilik olan bir adamdır. (Ayılacağı) bir zamana kadar bekleyin"
(dediler).
Bu yalnız kendisinde
delilik bulunan bir kimsedir. Yani delirmiş diyorlar. Tarih boyunca, (daha
önce de bahsettiğimiz gibi) küfür cehpe-sinde değişen
birşey olmamıştır. Müslümanları yıpratmak için daha
öncekilerin dediği gibi günümüzdekilerde; "Bu adamlar sizin üzerinize
hükmetmek için dini istismar ediyor" diyorlar.
Kendilerinin hakim
olmak istediklerini söylemiyorlar, zira kendileri hakim durumda. Halkı kendi
istekleri doğrultusunda istedikleri gibi yönetip kendileri dini istismar ediyor.
Müslümanlar buna karşı çıkınca da bunlar size hakim olacaklar sizi
yönetecekler, Onun için de din sömürüsü yapıyor, dini istismar ediyor
diyorlar.
Onu yani Nuh (a.s.)'ı
belirli bir zamana kadar gözetim altında tutun. Etraftaki insanlara inandırıcı
gelmesi için, "Belirli bir zamana kadar bekleyin, biraz daha şefkatle
yaklaşın." deyip Bu delidir dercesine bir ifade içindeler. Yoksa bu
delirmiş, tımarhaneye atın veya Öldürün de demiyorlar. Belki deliliği geçer
deyip onu hafife alıyorlar.
Çağdaş kafirlerde, İslami hizmette ileri gidenlere aynı yöntemi uygulayıp aciliyetten hastaneye kaldirtıp,
birde sahte deli raporu düzenlediler mi, bunu da basın yayın yoluyla halka
duyuruyorlar. Ve de halkın gözünde onu delirmiş birisi olarak gösteriyorlar.
Deli olmasa bu kadar güçlü ordu ve ekonomilere karşı neyine güvenerek başkaldınyor. Olsa olsa bu ancak
delilikten başka birşey değildir, diyorlar. Tabii ki
öyle ithamlar karşısında Nuh[26]
26- (Nuh)
dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."
Yani şu kafirleri
helak et der.[27] Başka bir ayette bu
duanın daha genişcesini verir. "Nuh dedi ki: Ya Rabbi yeryüzünde kafirlerden ayağı üzerinde dolaşacak
adam bırakma, eğer onları yeryüzünde bırakacak olursan bütün kullarını
sapıttırırlar. Bunların çocuklarından da ancak günahkar ve kafirler meydana
gelir." Onları helak et diye dua eder. Bu ayetlerde geçen "La tezer âlet erdi" daki
"elif ve lam" bütün yeryüzüne şamildir demişler ve Nuh tufanı bütün
yeryüzünde meydana gelmiştir diye fikir süren müfessirler var. Bazı müfessirler
bunun bölgesel olduğu kanaatindeler.[28]
27- Biz ona;
"Gözetimimiz altında ve vahyimizle bir gemi yap. Emrimiz gelip tandır kaynayinca, her cinsten ikişer tane ve aileni gemiye sok.
Ancak onlardan aleyhlerine söz geçmiş (Allah'ın azabını hak etmiş) olanları
bırak. Zalimler hakkında bana yalvarma. Onlar muhakkak boğulacaklar."
Bunun üzerine Allah(cc) Nuh'a şöyle vahyediyor:
"Denetimimiz gözetimimiz ve korumamız altında bir gemi yap." Ayetten
anlaşıldığına göre gemiyi dünyada ilk defa belki de Nuh (a.s.) yapmıştır.
Müfessirlerin tefsirlerinde; gemiyi denizde değil de, karada yaptığını ve
geminin ölçülerininde Cebrail (a.s.) tarafından vahiy
ile bildirildiği belirtiliyor.
Bundan şunu anlıyoruz,
Allah (c.c.) aynı zamanda Peygamberleri vasıtası ile kullarına çeşitli
sanatları da öğretmiştir.
Anadolu insanımızın
dilinde tekerleme halinde dolaşan şey; Gemicilerin piri Nuh (a.s.),
Demircilerin piri Davud (a.s.), Doktorların piri İsa
(a.s.) gibi ifadeler bunun halk ağzıyla anlatımıdır.
İmanımızın İslamdan uzaklaştırıldığı şu son günlerde, son yıllarda,
okullarda şu icadm mucidi, batılı filan, saatin
mucidi falan, suyun kaldırma kuvvetini bulan filan, matematikdeki
şu bağlantıyı bulan batılı şudur şeklinde hep batılı, hristiyan
birine dayandırma gayreti göze çarpmaktadır.
Sanki, Müslüman
düşünür ve bilim adamları, ilim dünyasında hiç bir yenilik ve buluş ortaya
koymamış. Bu konuda bildiğim kadarıyla, "Şark bilginleri etkisi altında
kalan batılı alimler" diye veya bu isme yakın bir isimle yazılmış bir eser,
hangi batılının, hangi doğu bilgininden etkilendiğinin kaynak ve delilleriyle
vermektedir.
Kısaca şunu hiç
unutmamak gerekir ki, insanların ihtiyacı olan çoğu sanat ve icadların öncüleri Peygamberlerdir.
"Bizim emrimiz
gelip tandır kaynaymca", yani kafirlerin helak
olması için suyun kaynaması, gökyüzünden yağmurların yağması geldiğinde vede ocak kaynayıverince. "Tennur"
kelimesi "ocak" anlamına gelir, buna şömine de denilmekte. Hz. Ali (r.a.); Tennur'un yeryüzü
olduğu görüşünde. İşte helak zamanı gelince Allah (c.c.) Nuh (a.s.)'a;
"Yeryüzünde yaşayan her cinsten iki tane, yani her cins hayvandan bir
erkek, ve de dişisini, bir de içlerinden daha Önce kendisi aleyhinde hüküm
verilmiş olanların dışında aileni de gemiye al. Zulmetmiş olanlar hakkında bana
dua etme! Onlar boğulacaklardır." buyuruyor.
Ayet Nuh (a.s.)'ın başından geçenleri anlatırken, diğer taraftan bize de;
zalimlere dua etmememiz gerektiğini bildiriyor. Burada kastedilen zalim,
Müslüman olup günah işlemek suretiyle nefsine zulmeden değil, iman etmeme
sebebiyle nefsine zulüm eden insandır. Ayette "Şirk büyük bir
zulümdür" buyruluyor.[29]
Hud suresinde de geçtiği gibi
Nuh (a.s.) kendisine iman etmeyen oğlu içinde dua eder. Allah (c.c.) ise;
"O, sana mademki iman etmedi, o, senin ailenden değildir" buyurur. Ve
onun için dua etmemesini ister.[30]
28- Sen ve
beraberinde olanlar geminiz üzerine çıktığında: "Bizi zalim kavimden
kurtaran Allah'a hamdolsun" de.
Bizim nerede, nasıl
dua edeceğimiz, 1- ayetlerden öğreniriz. 2- Hz.
Peygamberin hadislerinden. Bu konuda Nesei'nin
"Ameli yevmi-velleyli" bir gündüz ve gecede
kişinin duaları, Ibnü-Sünnünin
de Nesvi'den rivayet ettiği hadis kitabı, bir de Nevevi'nin "Kitab-ül Ezkarı" mevcuttur.
Bunlarda Müslümanın 24 saatinde hangi duaları, nasıl
ve ne şekilde okunması gerektiğini belirtirler. (Bu üç kitap arapca olarak yayınlanmıştır.Nesai
ile Nevevi'nin eserleri türkçeye
tercüme edilmiştir.)
Bu ayette de Nuh
(a.s.)'a Allah (c.c.) duayı öğretiyor. "Gemiye binince zalim toplumdan
bizi kurtaran Allah'a hamdolsun" de. Yani bu
kurtuluşu Rabbinden bil, kendinden değil. Şu şekilde de dua edilebilirdi.
"Benim düşmanlarımı suda boğan Allah'a hamdolsun."
Ama Rabbim bu şekilde dua ettirmemiş. "Bizi zalim toplumdan kurtaran
Allah'a hamdolsun" diye dua ettirmiştir. Yani
duada olumlu yön zikrediliyor, bizde o şekilde yapacağız.
Bir de Allah (c.c),
Nuh (a.s.)'m gemisinde Nuh (a.s.)'a inananlar olduğu halde sadece Nuh (a.s.)'a;
"Bizi zalim toplumdan kurtaran Allah'a hamdolsun,
de" diyor da, "Bizi zalim toplumdan kurtaran
Allah'a hamdolsun, deyiniz" şeklinde demiyor. Yani emir sadece
Nuh (a.s.)'a. Bundan şunu anlıyoruz bir liderin, imamın, önderin yapmış olduğu
dua aynı zamanda tebasi içinde geçerli olduğuna bir
işarettir. O imam, veya lider ona tabii olan bütün insanların yüreklerindeki
haleti ruhiyenin şekillenmiş halidir.
Zayıf bir hadis vardı ya;"Devlet başkanlarınız sizin amellerinizdir." O
insan sizin imanınızın, düşüncenizin, amelinizin şekillenmiş halidir. Onun
yaptığı toplumun yaptığıdır.[31]
29- Ve deki:
"Rabbim beni mübarek bir yere indir. Sen konuklayan-ların
en hayirlısısın."
Nuh suresinde de ifade
edildiği gibi, Nuh (a.s.)'ın gemisi, Türkiye'mizin
Mardin ili sınırları içinde bulunan, Cudi dağına
indiği belirtiliyor. Ayette "Cudi" dağı
deniliyor ama bu kastedilen Cudi yukarıda sözünü
ettiğimiz il sınırları içinde bulunan Cudi'midir, değilmidir? bu kesin değildir. Bunun araştırılması gerekir.
Bazıları da bu Cudi dağının Nahcivan bölgesinde
olduğunu hatta, bu Nahcivan isminin "Nuhcivan'dan" türetildiğini, zamanla Nuhcjvan'ın, Nahcivan'a döndüğünü
söylüyorlar.
Ayette Nuh (a.s.),
"beni bereketli yere indir" diye dua ediyor. Bu bereketten maksat,
birde İsra suresinin ilk ayetinde de geçmekte. Orada "Etrafını mübarek kıldığımız,
bereketli kıldığımız" denilmekte ki; kastedilen Mescid-i
Aksa'dır. Bereket denilince aklımıza hemen toprağı
verimli, meyveleri, sebzeleri, suları bol olan yer aklımıza gelir.
Buradaki bereketten
kasıt -Allah(cc) daha iyi bilir- İslamın
daha iyi yaşanması, daha iyi tanıtılmasıdır.
Meseleyi iki yönlü düşünmek
gerekir. Yani Kudüs hem maddi yönden; ekmeği, sebzesi, suyu bol. Hem de manevi
yönden; İslamın en iyi yaşanabildiği yer. Yani Mescid-i Aksa, bereketli olarak nitelendirilmekte ama
yeryüzünde oradan daha münbit yerler vardır. Ama çoğu
Peygamberler ve birçok din Kudüs ve çevresinde ortaya çıkıp insanlara tebliğ
edilmiştir.
Asıl bereket iki
dünyanın da cennet olmasıdır.[32]
30- Bunda
birçok ayet (mucize)ler vardır. Gerçekten biz imtihan
ediciyiz.
Dünya ve dünyadakiler
imtihan sorularıdır. Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşlerimiz, komşu ve
akrabalar, yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız, gördüğümüz ve göremediğimiz,
duyduğumuz, duyamadığımız. Kısacası etrafımızda var olan herşey
bir imtihan vesilesidir.
"Şunları yiyip
içip, şunlardan da uzak duracaksınız, şunlara inanıp, şunlara inanmayacaksınız.
Şunlara itaat edip, şunlara itaat etmeyeceksiniz." Şeklinde hergün imtihanla karşı karşiyayız.
Bu imtihan sorularında istenilenler yapılıp, yerine getirilir.
İstenilmeyenlerden de uzak durulur. Bütün bunlar yerine getirilmişse, imtihanı
başarmışız demektir.[33]
31- Sonra
onların ardından başka bir nesil yetiştirdik.
32- Biz
onlara: "Allah'a ibadet edin, ondan başka ilahınız yoktur, sakmmazmısınız?" diyen kendi aralarından bir peygamber
gönderdik.
Tabii ki zaman söylenirken
zamanın içindeki insanlar kastedilir. Nuh (a.s.)'dan sonra Ad, Semud, gibi nice kavimler getirilmiştir. Adem (a.s.) ve
Havva validemizle hayat başlatılmış.
Adem(a.s.) Mü'min idi vede aynı zamanda
Peygamberdi, Zaman içinde Kabil ile başlayan bir bozulma meydana geldi. Şit, İdris (a.s.) gibi
Peygamberler gönderildi. Sonra bu bozulmaları kökünden halletmek üzere Nuh
(a.s.) gönderildi vede imansızlardan hiçbiri
yeryüzünde bırakılmıyor. Tabii ki zaman içinde yine bozulma ve haktan sapmalar
meydana geliyor. Kur'anda Nuh (a.s.)'ın kavminin daha sonradan peşinden gidip tapındığı
putların isimlerini sayan ayetin tefsirinde alimlerimiz; bu (ved, suva, yeğus,
yeuk ve nesr) gibi putların
bir zamanlar Nuh (a.s.)'a iman etmiş, salih insanlar
olduğunu söylüyorlar.
O salih
insanlar vefat ettikten sonra, onları sevenler hatıraları kalsın diye heykeli
dikilen insanlardır. Zaman içinde hürmet, tapınmaya, ibadet etmeye dönüşmüş.
Bu konuda ibn-ül Kelebi'nin Hicri 3. asırda
yazılmış Kitab-ül Esnam
diye bir eseri mevcuttur, (ilahiyat fakültesi tarafından Türkçe ve Arapçasıyla neşredildi.) Eserde putçuluğun ne zaman, nasıl
ve ne şekilde başladığı hakkında geniş bilgiler verilmektedir.
Dinin birşey ilave edilmeye, eklenmeye ihtiyacı yoktur. İyi
niyetle de olsa dinde olmayan, dinle alakası bulunmayan şeylerden uzak durmak
gerekir. Allah (c.c.) dinini en güzel bir şekilde tamamlamıştır. Tam bir
şekilde de Rasulüne Kur'an'ı
İndirmiştir. Ve Kur'an'ı Kerim'imiz de kıyamete kadar
bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumdadır.
Nuh (a.s.)'dan sonra
gelen kavimlere de onların aralarından, kendilerine; "Allah'a kulluk
edin; çünkü sizin O'ndan başka bir ilahınız yoktur, hala Allah'tan korkmazmısınız?" diyen bir Peygamber gönderdi. Kur'an'ın özü budur. Yani Allah'ın varlığını, birliğini
tanıma ve ibadeti sadece ve sadece ona yapmaktır.[34]
33- Kavminin
ileri gelen kâfirleri, ahirete kavuşmayı yalanlayan
ve dünya hayatında bol nimetler verdiğimiz kodamanları dediler ki: "Bu
sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer."
Kur'an'da geçmiş Peygamberlerin kıssaları anlatılırken hemen hemen
birçoğunda bu "Melee" kelimesi geçer.
Mesela, "Firavun ve onun melei" yani
"Firavun ve onun etrafındaki kodoman
takımı" demektir. Bugünkü ifadesiyle yönetimde bulunan devlet ricali veya
bürokrat takımı da denilir.
O Peygamberin
kavminden, o kodomanlar, kafir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında Allah'ın
(c.c.) kendilerine refah verdiği kimseler, yani mal, mülk verdiği kişiler.
Tarih boyunca Peygamberleri yalanlayanlar, yönetimi elinde tutanlarla, ekonomik
gücü olup sermayeyi elinde tutanlardır. Bu gurupların kaybedecekleri birşey olduğundan dolayı, Peygamber iktidarı elde ederse,
Bunun neticesinde gayri meşru yollardan servet kazananlar bu sefer bu
servetleri kazanamayacaklar.
Onun için de tarih
boyunca yönetim kadrosuyla, sermaye kadrosu birlikte hareket edip,
Peygamberlere karşı durmuşlardır. Bunların da ortak özellikleri Peygamberi ve
ahire ti inkar etmektir. Peygamberi de insanların gözünden düşürmek için;
"Buda sizin gibi bir adam, sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden
içiyor." derler.[35]
34-
"Eğer sizin gibi bir insana uyarsanız o zaman siz muhakkak zarar
görürsünüz."
Eğer sizin gibi bir
adama itaat edecek olursanız, o zaman zararda olursunuz. Hüsrana düşersiniz.
Bunu halka yayarlar vede; "O da sizin aranızdan
sizin gibi biri. Sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor, sizin yediğinizden
yiyor, içtiğinizden içiyor." diyorlar.
Aynı şeyi günümüz
çağdaşları da İslam ülkeleri için söylüyorlar; Eğer müslümanların
eline yönetim verilirse, Cezayir halkı perişan olurmuş, Türkiye mahvolurmuş,
Afganistan ve hakeza diğer İslam ülkeleri de ortaçağ karanlığına gidermiş, vs.
Bu İslam ülkeleri
bundan daha fazla perişan olmaz, son perişanlık hallerine getirilmişler.
Aynı £afir mantığı bugün hala geçerli. Bunun bir sebebi de
dünyada tek akıllı kendilerini görmelerinden kaynaklanmaktadır. Yıllarca
Müslümanları yönetimlerden uzaklaştırdıkları içinde bu işi Müslümanlar yapamaz
deyip işin içinden çıkıyorlar. Elbette Müslümanlar yönetimden uzaklaştırıldığı
için, o kafirler Müslümanları iş başında, iş yaparken görmedikleri için bunu
böyle zannediyorlar.[36]
35-
"Siz ölüp, toprak ve kemik olduğunuzda muhakkak çıkacağınızı mı size va'dediyor.?"
36- "O va'dolunduğunuz (ahirette
dirilme) çok çok uzak."
37-
"Bizim dünya hayatımızdan başka birşey yoktur.
(Bir kısmımız) ölürüz, (bir kısmımız) yaşarız. Biz (ahirette)
diriltilecek değiliz."
38- "O,
Allah'a yalan iftira yapan bir adamdır. Biz ona iman etmeyiz."
Rabbimiz bu ayetlerle
bize, günümüzde belirli bir grubun söylediği sloganı, çok eski dönemlerdeki Ad
ve Semud kavmindeki kafirlerin de söylediğini haber
veriyor. İmansız yönetici kadro; "öldükten, vücudunuz toprak olduktan,
kemik yığını olduktan sonra tekrar sizin diriltilece-ğinizi mi vaadediyor.?"
diyorlar.
Yani ahiretin geleceğini mi vaad
ediyor. Bu size vaad edilen ne kadar uzak, olacak
şey değil. Dünya şu bizim hayatımızdır. Bu dünyada ölürüz, bu dünyada
diriliriz. Ahirette dirilmeyiz" diyorlar.
Bu fikri yukarıda
söylediğimiz gibi bir grub cemaat da aynı şekilde
tekrar etmekte. Ahiret diye birşey
yok diyorlar. Böyle bir cemaate üye birisi ile görüştüm. Adem (a.s.) ve Havva
validemizden türediğimize inanırmısm? dedim. Evet
dedi. O zaman insanların ölmeyip tekrar hayvan haline geldiğine, hayvanlarında
insan haline geldiğine inanıp bu dünya hayatından başka bir hayat da yok
diyorsunuz. Öyle ise insanların ve hayvan sayısının aynı olması ve artmaması
gerekmez mi? dediğimde çok mantıklı, bir liderimize sormamız gerekiyor
demişti. Daha sonra da; "Uzaydaki dostlarımızla alışveriş oluyormuş.
Meselenin onlara iletilmesi gerekiyormuş" diyordu.
İnsanları kötülüğe
düşürmenin en kestirme yolu, onlardan ahiret
inancının alınması, kaldırılmasıdır. Kişi veya toplumlar bu inancım yitirdiler
mi her türlü kötülüğü ve pisliği rahat bir şekilde işler.
Ahiret inancı olan insan ise; yaptıklarının karşılığını
mükafat veya ceza olarak göreceğine inandığı için, dikkatli olup, kötülüklerden
kendini uzak tutmaya çalışır. Böylelikle de otomatik bir kontrol meydana
gelir. İmansız kesim, Allah'ı inkardan daha ziyade, ahiret
gününü inkara yellenir, ahireti inkar eder.[37]
39-
(Peygamber) dedi: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım
et."
40- (Allah)
buyurdu: "Az sonra pişman olacaklar."
41- Derken
sayha onları hakkıyla alıverdi de biz onları süprüntü yapıverdik. Zalim kavim
(Allah'ın rahmetinden) uzaklaştı.
Nuh (a.s.)'dan sonra gelen
Peygamberler de aynı duayı yapıyor. "Ya Rabbi
beni yalanlamalarından dolayı bana yardım et" Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"Pek yakında onlar pişman olacaklar, o Peygamberlerini yalanlayanlar, ahireti inkar edip, biz bu dünyada doğar, bu dünyada ölürüz,
tekrar diriliriz, ahirette dirilme diye birşey yoktur. İnsan toprak olduktan sonra tekrar canlanırmıymış, diyen insanları bir sayha
yakalayıverdi." Allah'ın emri ile sayha yak alay iver dikten sonra, bu
kâfirlerin sel suyunun arkasından geride kalan bir çer çöp gibi yeryüzünde mah-volduklarmı haber veriyor.[38]
42- Sonra
onların ardından nice nesiller getirdik.
43- Hiç bir
ümmet kendi ecelini ne öne alabilir ne de geciktirebilir.
Başka bir ayette de
"Onların eceli geldiğinde ne bir an ileriye gider, nede bir an geriye
kalır." Bu ayet fertlere yönelik bir ayet. Bu 43. ayet ise topluma,
toplumlara yönelik bir ayettir.
Daha öncesinden toplumların
hayatından, onların helak olmasından bahsettiği için bir toplumun helaki ile
ilgili emir gelince, o toplumun eceli ne bir an ileri, nede geri bırakılmaz.
Zulümde ve küfürde
ileri giden A.B.D. gibi devletler niye yok olmuyor, diye düşündüğünde işte aklımıza
bu ayet geliyor. Onlarında bir zamanı eceli var, eceli gelmeden bu iş olmuyor.
Geldiği zamanda Rusya gibi bir an geri kalmıyor. Herşeyin
bir zamanı var, zamanın ne zaman olduğunu biz bilemeyiz. İki buçuk sene Öncesi
derslerimizde hep A.B.D. ve Rusya'yı beraber zikrediyorduk. Birgün
gelip yıkılacaklarını söylüyorduk fakat zaman tayin edemiyorduk. Bize düşen
görev A.B.D. ve Rusya'nın yıkılması değil, İslamm
yücelmesi. Biz bunun için çalışacağız. Onların zamanı geldiğinde de Allah
onları da birbir yıkacaktır. Rusya'yı yıktığı gibi.[39]
44- Sonra ardarda peygamberler gönderdik. Her ümmete peygamberi
geldiğinde Onu yalanladılar, Biz de onları birbir
ardından (helake) gönderdik ve onları efsane haline getirdik. İman etmeyen bir
kavim için (rahmetten) uzak kalmak vardır.
Ve o Peygamberleri
biz, tarih boyunca şanlı, efsanevi sayfalar halinde anlatılan olaylar kıldık. Nasılki halk arasında pek hakikatle bağdaşmayan efsanevi
kahramanlar varsa, bizde bu Peygamberlerimizi
hakiki yaşanmış
efsanevi kahramanlar yaptık, buyuruyor Rabbimiz. İman etmeyen kavim Allah'ın
rahmetinden ne kadar uzaktadır.[40]
45- Sonra
Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimiz ve apaçık delille peygamber olarak
gönderdik.
46-
Firavun'a ve kodamanlarına (gönderdik.) Onlar kibirlendiler ve onlar yükseklik
kompleksinde bir kavimdiler.
47- "Bizim
gibi iki adama mı, iman edeceğiz? Bu ikisinin kavmi bize ibadet / kölelik
ediyorlar" dediler.
Firavun ve
bürokratları şöyle diyor. "Onların kavmi, (Musa (a.s.) ile Harun (a.s.)'ın kavmi) bize ibadet ediyor, kölelik yapıyor. Düne kadar
işlerimizi gören, bize kölelik yapan, bizim kanunlarımıza uyan İsrailoğullarından iki kişiye mi inanacağız.?"
Ayette; "bize ibadet
ediyorlardı" ifadesinden maksat; karşılarına geçip
saygı duruşunda bulunmuyorlardı. Ama evlenmeden, boşanmaya, ziraattan, ticarete
varıncaya kadar da bütün davranışlarını Firavun'un koymuş olduğu kurallara göre
yaptıklarından dolayı, işte bu onlara bir ibadet etme anlamına gelir. Bugün de
bazı rejim yanlıları, rejim aleyhinde konuşan Müslümanlara "Sen bu
devletin topraklarında yaşıyorsun, rejimin okullarından, rejimin nimetlerinden
yararlanıyorsun, üstelik maaşını da alıp bir de bunun aleyhinde
konuşuyorsun" diyorlar.
Sahabeden Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Emevi
saltanatı zamanında devlet başkanlarından birine biat etmemiştir. Haber
gönderilir, "gelsin biat etsin, Hz. Ömer
zamanında bağlanan maaşını devam ettireyim" der. Abdullah b. Ömer;
"Biat etmem ama maaşı almaya devam ederim" der. Bu konuda "veren
el, alan elden üstündür" hadisini delil getiriyorlar.
Bu hadisi "Ebu Zeyd Eddebüsi"
isimli bir zat aynı zamanda Hanefi usulcülerindendir. "El Emed-ül Aksa" isimli
eserinde yeren elden maksat; Allah (c.c.)'dür, alanda; Onun kullarıdır diyor.
Yoksa veren el deyince bizim anladığımız anlamda değildir. Hz.
Peygamber Mü'minlerden hediyeler aldığı gibi,
inanmayanlardan da hediyeler almıştır. "O zaman alan Peygamber olunca,
veren inançsızları değerli de, alan Peygamberi değersiz mi kabul
edeceğiz." diyor. İşte Abdullah b. Ömer'de bu düşünceden hareketle,
"Maaşımı alırım, alırkende hiçbir aşağılık
duygusu duymam. Zira senin vereceğini de veren Allah (c.c.)'dür"diyor.[41]
48- O
ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular.
Biz Müslümanlar,
Peygamberlere varis olacak olursak, onlarda Peygamberleri yalanladıkları gibi,
bizi de yalanlayacaklar ve Firavun'un akibetine
onlarda uğrayıp helak olacaklardır. Yeterki biz
hakkıyla Peygamberlerin varisi olalım.[42]
49- Hidayete
ererler diye biz Musa'ya kitabı verdik.
Müfessir Zemahşeri'ye göre, ayette "onlar" zamiri ile
kastedilenler, Firavun ve adamları olmayıp, Hz. Musa
ile Filistin'den Mısır'a göç eden İsrailoğullarıdır.
Zira kitap, yani Tevrat Firavun ve adamları boğulduktan sonra vahyedilmişti.[43]
50- Biz
İsa'yı ve annesini bir ayet kıldık. Onları akar suyu olan, yerleşmeye uygun
yüksek bir yere yerleştirdik.
Yani İsa (a.s.) ile
Onun annesi bizim için bir ibrettir. Meryem validemiz kocasız İsa (a.s.)'ı
dünyaya getirmiştir. Bakara suresinde; "Onun misali de Adem (a.s.) misali
gibidir." buyruluyor. Adem (a.s.) annesiz,
babasız topraktan yaratıldığı gibi İsa (a.s.)'da babasız olarak yaratılmıştır.[44]
O birşeyi
istediğinde ona "ol der, o da oluverir." "İsa ile annesi
Meryem'i yüksek bir yere, sebze ve meyvesi bol, sulak bir yere yerleştirdik"
buyuruyor ve ayet bunların yerleştirildiği yere dikkatimizi çekiyor.[45]
51- Ey
elçiler güzel şeylerden yiyin ve salih amel işleyin.
Şüphesiz ben yaptıklarınızı bilirim.
Yu karıl ardak i geçen ayetlerde, inançsızlar
Peygamberlere itiraz ederek onlara inananlara; "Bu Peygamberlerde sizin
gibi yiyor, içiyor" diyorlardı. Allah (c.c.) de onlara cevaben, "Sizi
ve bu Peygamberleri yaratan benim, yiyip içmeleri için güzel yerlere
yerleştiren benim, onların yediğini de içtiğine de yaratan benim. Peygamber
olarak gönderen de benim, öyle ise Ey Peygamberler Allah'ın yarattığı temiz
yiyeceklerden yiyiniz." buyuruyor.
"Tayyib"den maksat, temiz, maddi pisliklerden uzak
olduğu kadarıyla, manevi pisliklerden de uzak, helal yollardan kazanılmış
yiyecekler anlamına da gelir.
Halbuki inançsızlar
tarafından bugüne kadar halka , yiyecek ve gıda maddelerinin temiz olması
tavsiye ediliyor da, helal olması tavsiye edilmiyor. Mikroplu yiyecekleri yiyen
hasta olur, nihayetinde de bu dünyadan ahirete gider.
Ama haram yiyenin ebedi hayatı mahvu perişan olur.
Birinci derecede helal olmasına, daha sonrada temiz, kir ve pisliklerden,
mikroplardan arınmış'olmasına dikkat etmek gerekir.
Ayette;"Salih
ameller yapınız." buyrulurken, dikkate- şayan
olan önce yiyecekten, yenilecek şeyin helal ve temiz olmasından bahsederek,
sonra amel söz konusu yapılıyor.
1- Zira amel
işleyebilmek için kişinin en azından amel yapabilecek kadar yiyip içmesi
gerekir.
2-
Düşünceden uzak herşeyi ile kendini ibadete
verebilmek için yine önce yemek yemelidir. "Sofra hazır iken, namaz
kılmanın mekruh olduğu" gibi.
3- ibadetin ihlas ve samimiyetiyle beraber kişiye manevi gıdanın temini
açısından da, yine kişinin helal olanlarla beslenmiş bir vücud
ile ibadet etmesi gerekir. Haram ile beslenen bedenle yapılan ibadetler kişiye
manevi bir haz ve gıda vermez. Salih amel yapmanın yolu, helal ve temiz
yiyeceklerden geçer.[46]
52- "Şu
ümmetiniz bir tek ümmettir. Bende sizin Rabbinizim. Benden sakının."
53- Onlar
işlerini aralarında kitaplar halinde parçaladılar. Her grup kendi yamndakiyle sevindi.
Yani İslami olmayan mezhepler ve gruplar kendileriyle övünürler.
Grublar karşılıklı birbirlerine üstünlük taslamaya
kalkıştılar mı hemen bu ayeti okuyup "Her grub.
kendisi ile övünür" şeklinde cevap verilmekte.
Birçok ayette;
"şeytan kişinin amellerini süsle-r, güzel gösterir" şeklinde geçmektedir. Ve kişi bunun etkisiyle de yaptıklarının en
doğru olduğuna inanır. Kendi görüşünü beğendimi, kişi
o görüşünün bütün insanlar tarafından da beğenilmesini ister. Buna direnen,
karşı koyan binlerce insanı öldürürken de çok hayırlı bir iş yaptığını
zanneder.[47]
54- Bir
zamana kadar onları gafletlerinde bırak.
Yani tebliği bırak
anlamında değil. Biz Allah'ın izni ile ileride iktidar olacağız, İslam olarak
devlet olacağız. Şimdilik sizi bu halinizle başbaşa
bırakıyoruz demektir. Biz devlet olunca devletin eğitim ve gücünü kullanır sizi
yola getiririz, biz getiremezsek zebaniler sizi yola getirir anlamı vardır.[48]
55- Mal ve
evlatla onlara yardım ettiğimi/imi zannediyorlar?
56- Onların
iyiliklerine mi koşuyoruz (zannediyorlar?) Hayır. (Bu mal ve evlat onlar için
imtihandır.) Ancak onlar farketmezler.
Sebe suresi 35. ayetinde; "Biz mal ve evlat
bakımından (ordular bakımından) biz daha fazlayız, onun için ahirette biz azaba uğramayız." Allah bizi sevmeseydi
bu mallan, evlatları bize vermezdi. Bize verdiğine göre bize layık görmüş
diyorlar.
Allah (c.c);
"Onlara, mal ve evlat vermişsek bunları kendileri için hayır mı
zannediyorlar.? Onlar işin vahametini bilmiyorlar. " buyuruyor.
Bazıları, inançsız
devletlerin ekonomide ileri gidip, bazı İslam ülkelerinin de geri kalmasını
ileri sürerek, işin içinden bir takım şeyler aramaya çalışıyorlar. Sanki geri
kalmalarının sebebi İslam dini imiş gibi göstermeye çalışıyprlar.
Fakat durum böyle değil. Günümüzde İslam ülkeleri kadar, hatta daha fazla Hristiyan olan ülkeler geri kalmış durumdadır, hatta bazı
İslam ülkelerinden de geri durumdadırlar.
Aksine insanlar İslama sarıldıkça ilerlemiş İslamdan
uzaklaştırıldıkça da o nisbette gerilemiştir.[49]
57- Şüphesiz
Rablerinin korkusundan titreyenler,
58-
Rablerinin ayetlerine iman edenler,
59-
Rablerine ortak koşmayanlar,
Surenin başından ilk
on ayette Mü'minlerin sıfatlarını saymıştı. Bu arada
bu ayetle onu devam ettiriyor. Onlar, Rablerinin haşyetinden, korkusundan, tirtir titrerler. Onlar, Allah'ın ayetlerine inanırlar.
Onlar, Rablerine ortak koşmazlar.[50]
60-
Verdiklerini, kalblerinin Rablerine döneceği korkusuyla
verenler.
61- İşte
bunlar hayırlarda yarış edenlerdir. Onlar hayırlarda Öne geçenlerdir.
Onlar hayırda
birbirleriyle yarış ederler. Ve onlar hayır konusunda da müsabaka ederler.
Yarışları, çok mal kazanmak için değil, veya kısa zamanda köşe dönmek için
değil hayır yapmadadır. Hayır ise; güzel olan, dini olan herşeydir.
Yani dinin emirlerinin yerine getirilip yasaklarından kaçınılmasıdır.[51]
62- Biz
hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemeyiz. Bizim katımızda hakkı
söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık yapılmaz.
Yani kişi bu dünyada
gücü oranında ne yapmışsa onun karşılığını görecektir. Hz.
Peygamber "bir dirhem, bin dirhemi geçti" buyurur. Sahabe; "Ya Rasulallah bu nasıl olur"
derler. Efendimiz de;"Adamın iki dirhemi vardı birini çıkardı, hayır
yaptı. Bunu gören bir zenginde gayrete geldi o da bin dirhem hayır yaptı. Bir
dirhem veren malının yarısını verdiğinden ve de bin dirhemin verilmesine sebep
olduğundan dolayı sevap yönünden bin dirhemi geçti" buyurur.[52]
Kişilerin hayırdaki
sevabı niyet ve ihlaslanyla beraber, mevcut
güçleriyle orantılıdır. Hayrın az veya çok olması önemli değil. Kişinin gücü
oranında vermesidir.[53]
63- Fakat önlarınıkalpleri bundan (yarışdan)
gaflettedir. Onların bunun dışında (kötü) işleri vardır. Onlar o kötü işleri yaparlar.
Yukarıda sayılan
özellikler Mü'minlere ait idi, Allah'a iman ederler,
O'nun haşyetinden titrerler, ve O'na şirk koşmazlar. Hayırda da birbirleriyle
güçleri oranında yarış ederler.[54]
İmansız kesim ise
cehalet ve kalpleri sapıklık içinde; onların yaptığı amellerden başka nice
amelleri var ki ona devam edip duruyorlar. Yani bir günahdan
diğerine devam edip duruyorlar.[55]
64- Onların
rahat yaşayanlarını azabla yakalayıverdiğimizde,
onlar feryad ederler.
"Cera"
kelimesi Arabın dilinde öküzün acılı zamandaki
böğürmesine denilir. Kafirin ecelinin gelip ahirette
Cehenneme doğru sürüklenmesi bir azabdır. Bir de,
bütün saltanatın ve yolsuzlukların onlara doğru aktığı bir zamanda, Müslüman
birinin çıkıp da bunların bu saltanat ve haksız kazançlarını kesivermesi,
bunlar için bir azabdır ve onların öküz gibi
bağırmalarına vesiledir.[56]
65- Bugün feryad etmeyin. Çünkü bizden size yardım yoktur.
Size dünyada
istediğiniz mal, evlat ve. diğer imkanlar verildi, bunların değerini
bilmediniz. Üstelik bunu kötüye kullandınız. Eğer Allah(cc)
bizi sevmeseydi, bunları bize vermezdi, deyip kendi sapıklığınıza delil
getirdiniz. Ama birgün gelip onları sizden almaya başladımı bağırmaya başlamayın.[57]
66-
Ayetlerim size okunurdu da siz ökçeleriniz üzerinde geri dönerdiniz.
67- Ayetlerime
karşı kibirlenerek, gece hezeyan larıyla
ayetlerimizden uzaklaşıyorsunuz.
O, Allah'ın vermiş olduğu
nimetlerle kibirleniyorlar. Gece toplantılarında ki, "müsamere" Arab'ın dilinde gece yapılan toplantı anlamında cahiliyye dönemi araplan ay
ışığında Kabe'nin etrafında toplanıp gece sohbet ederlerdi. Okullardaki
"müsamere" de bu kökden gelmektedir. İşte
kafirler bu toplantılarda Peygamberlerin aleyhinde konuşup hezeyan savururdu.
Biz günümüz müslümanlan da, bizi Allah'ın kitabından alıkoyan her çeşit
kitap ve sohbeti derhal terketmeliyiz.[58]
68- Onlar bu
sözü (Kur'anı) düşünmezler mi? Yoksa onlara öncek babalarına gelmeyen birşeymi
geldi?
69- Yoksa
onlar peygamberlerini tanımadılarda onun için mi
inkar ediyorlar.?
70- Yoksa
onda "bir delilik"mi var diyorlar? Hayır.
Onlara hak geldi, onların birçoğu hakdan
hoşlanmazlar.
Bu ayetlerde de Allah
(c.c), Hz.Peygamber zamanındaki müşriklerle,
günümüzün İslam'a itiraz edenlerine yönelik; (bir soru biçiminde) Kur'an'm ve Peygamberin hak olduğunu bize ifade ediyor.
"Onlar sözü
anlamıyorlar mı?" Yani anlıyorlarda
anlamamazlıktan geliyorlar. Arapçada buna;
"istifhamı inkarı" derler. Sözden maksatta Allah'ın sözü, kelamı olan
Kur'an-ı Kerimdir. Kur'an'm
Allah kelamı olduğunu anlıyorlar.
Hz. Peygamberi dinliyorlar, Onun yetişme tarzım bizzat
gözleriyle gördüler. Hz. Peygamberin şiire olan
kabiliyetini de biliyorlar, hayatında hiç şiir söylememiştir. Kur'anda da onun şair olmadığına dair ayetler var. Diğer
taraftan Hz. Peygamberin küçüklüğünden beri edebi
konuşmasını da biliyorlardı. Kur'an gibi edebiyat
harikası bir kelamı da işitince, kendi iç dünyalarında bu sefer; "Bu söz
buna ait olamaz" bunu biliyorlardı ama, bunu bilmemezlikten
geldiler. Kur'an'm Allah kelamı olduğunu anladılar
ama anlamamazlıktan geldiler.
Yoksa onlara bu gelen'
ayetler, babalarına gelen birşey değilmi?
Yani onlar; "Biz babalarımızın yolundan gideriz, babalarımıza
tabiiyiz" diyorlardı. Allah (c.c.); "Onların atalarına hiç Peygamber
gelmedi mi? Atalarına hiç kitap gönderilmedimi
ki?" buyuruyor.
Mekke müşrikleri Hz. İbrahim (a.s.)'ın soyundan
olduğunu iddia ediyorlardı ki; Allah (c.c.) Hz.
İbrahim'i Peygamber olarak göndermiştir vede kitap
vermiştir.
Yoksa onlar
kendilerine elçi olarak gönderilen Peygamberi tanımıyorlarda
onun için mi inkar ediyorlar? Hz. Peygamber 40 yıl
aralarında yaşadı. Buna rağmen sanki Peygamber(as) -aralarında yaşamadan-başka biryerden çıkıp gelip de; "Ben size gönderilmiş bir
Peygamberim" diyor.
Oysa onların
kültüründen kültür edinmiş, onlar gibi koyun gütmüş. Bir ana ve babadan dünyaya
gelmiş. Onlar gibi ticaretle meşgul olmuş bir insan vede
Allah(cc) tarafından Peygamberlikle görevlendirilmiş.
Onun için Hz. Peygamberi iyi tanıyorlardı. Peygamber
olmadan önce "Emin-Güvenilir" lakabını takmışlardı.
İşte böyle bir insan
40 yaşından sonra Peygamber olduğunu iddia edince; "yalan
söylüyorsun" diyemediler. Yalan söylemeyen, emin bir insan; ilahi vahyi
insanlara tebliğ edince; "bunu kendisi söylüyor" deselerdi,
tutmayacaktı. Zira o güne kadar hiçbir yalanı, ihaneti söz konusu olmamış.
"Muhammed'den
duyduğunuz kelimeler şeytanın ona verdikleridir. Bizim de bilmediğimiz,
bilemediğimiz güzellikte"dediler.. Öyle ise
bunda bir "delilik var" diyelim diye işi kurtarma tarafına gittiler.
Bu görüş müsteşriklerin yardımıyla Hz. Peygamberde
"Sara hastalığı" olduğu şeklinde yansıtılmıştı.
Batılı biri çıkıp da Kur'an'ı iyice inceleyip: "Ey modern dünyanın insanı,
madem siz; bunu 1400 yıl önce saralı biri söylüyor, diyorsunuz ama bugün siz
bunun hiçbirini de söyleyemiyorsunuz ?" deyiverse halleri nice olacaktır.
Müslüman olan Fransız
musikişinaslarından biri Kur'an-ı baştan sona dinler
ve Muhammed Hamidullah Bey'e: "Kur'an-ı baştan sona dinledim, ama şuranın musikisi
kulağıma hoş gelmedi" der. M. Hamidullah'da
oranın diğer kıraat imamlarına göre başka bir şekilde okunduğunu da söyleyince
adam şimdi oldu der. İşte batıda da müs-teşriklerinkinden
farklı olarak Kur'an-ı inceleyen bilim adamları da
mevcuttur.[59] Bilakis O, Allah'ın
Peygamberi onlara hak ile geldi. Hakkı getirdi, onlardan birçoğu da haktan yüz
çevirmişlerdir.[60]
71- Eğer hak
onların nevalarına uysaydı gökler, yer ve her ikisindekiler bozulurdu. Hayır
biz onlara zikirlerini verdik. Onlar ise zikirlerinden yüz çevirdiler.
Eğer hak onların kötü
arzularına ve isteklerine uysaydı, yer ile gökyüzünün düzeni bozulurdu.
"Hak" dan maksat Kur'andır. Allah'ın kelamıdır.
Peygamber Kur1 ana göre değilde, Mekke'li
müşriklerin kanunlarına, istek ve arzularına uysaydı, onların arzularıyla
hareket etseydi; Yedi kat semada da, yeryüzünde de vede
içinde bulunan canlılar ve cansızlarda da düzen bozulurdu.
Bu bozulma nasıl olur?
derseniz, bugün bunun canlı örnekleri mevcut. Hava kirliliği var, havada
canlılar ölüyor, ozon tabakası deliniyor, denizlerdeki balıklar ölüyor. Sebebi
insanların Allah'ın kanunlarına göre değil de kendi kanun ve istekleri
doğrultusunda hareket ettikleri için.
Allah'ın kanunlarına
uysalardı, yani yiyip içip israf etmemek, aşırı üretim vede
aşırı tüketim yapmamak, başkasına zarar verecek şeylerden kaçınmakla, bu
yukarıda saydığımız şeylerin hiçbiri olmayacak ve böylece ne yerde, nede
havada, nede denizde bozulma, kirlenme olmayacaktır.
"Biz onlara
onların zikriyle geldik." Yani zikirden maksat Kur'an'dır.
Veya "onlar Kur'an'a sarıldıkça biz onlara şan
ve şöhret verdik." "Onlar bu zikirden yüz çevirdiler."
Kur'an'a tabi olan sahabe Mekke'den Medine'ye hicret etti.
Medine devletini kurdu, Mekke'yi fethetti, sonra Arap yarım adasına hakim oldular.
İnsanların İslama girmelerine sebep oldular. Kur'an'a sarıldıkları oranda, yani zikre sarıldıkları
oranda unvanları şan ve şöhretleri de yü-celdi. Müfessirler; "Zikirden maksat Kur'an'dır, aynı zamanda Kur'an'a
sarılan insanların da isminin anılıp, hayırla yad edilmesi, şan ve şöhretlerinin
artmasıdır, "diyorlar.
Bakara sûresinde;
(Ayet 145) Efendimize hitap ederek; "Eğer bu ilim sana geldikten sonra
onların heva ve heveslerine uyarsan sen de
zalimlerden olursun" buyuruyor.
Yanlış terazinin
başına en doğru, en güvenilir insanı da koysanız oda yanlış ve eksik tartacaktir. Onun için Allah (cc)
Peygamberlerine vahiy göndererek, ilahi teraziye uymalarını istemiştir
Günümüzde adaletten
şikayet edenlerin çokluğu, aslında bozulmanın nereden kaynaklandığını açıkça
göstermektedir.
İslamı kabul etmemekle, o inkarcılar, şan ve şöhretlerinden
de yüz çevirmiş insanlardır. Bu ayet bizi de aynı şekilde uyarıyor. Eski şan ve
şöhretimize dönmemiz için Allah'ın ayetlerine dönmemiz gerekiyor. Merhum Mehmet
Akif Ersoy'un
Kapılmak istemezlerse seylabı eyyama, Rûcu etsinler
artık sadrı İslama. dizeleri bu konuyu güzel ifade
ediyor.[61]
72- Yoksa
onlardan vergimi işliyorsun: hayırlıdır. O rızık
verenlerin en hayırlısıdır.
Rabbinin vergisi daha
hayırlıdır. Rabbin senin mükafaatını verecektir.
Rabbim katından verilen mükafaat daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Hz.
Adem (a.s.)'dan Hz. Peygambere kadar bütün
Peygamberlerin müştereken söylediği üzerinde durduğu önemli hususlardan biri;
"Allah'tan başka ilahın olmadığı, ibadetin ancak ve ancak Allah'a
yapılacağı vede Allah'ın emirlerinin insanlara tebliği
karşısında onlardan ücret istememeleridir."
Bütün Peygamberler
ümmetlerine Allah'tan korkup sakınmalarını söylemiştir.
Tabiiki insanlar, toplumun karşısına çıkan kişilerin
etrafında toplanıp; acaba bu ne diyecek veya neyin reklamını yapacak, diye
merak ederler. Birşey satmayıp dinin reklamını
yaptığında da, bunun bundaki kârı nedir? Menfaati nedir? diye aklına biraz
düşünce gelebilir.
İşte Peygamberler
müştereken; "Biz sizden hiçbir menfaat beklemiyoruz. Bizim mükafaatımız Allah'a aittir" demişlerdir. Bu ayetlerde
de Allah (cc.) Hz.
Peygambere hitaben; "Acaba sen onlardan ücret mi istiyorsun da, onun için
mi yüz çeviriyorlar?... Ücrette istemiyorsun." buyurmaktadır.
İslam'a kendini adamış
insanların en çok üzerinde duracağı vede dikkat
edeceği konu budur.[62]
73- Şüphesiz
sen, onları sıratı müstakime davet edersin.
Gerçek şu ki, sen
onlardan ücret istemiyorsun, makam mevki istemiyorsun. Sen onları dosdoğru
yola davet ediyorsun. Bu dosdoğru yoldan başka yol varını? Bu ayette de ona
dikkatimizi çekiyor.[63]
74- Şüphesiz
ahirete iman etmeyenler elbette yoldan saparlar.
Ahirete iman etmeyen o kişiler ki; dostdoğru
yoldan yan çiziyorlar. Başka yollara kayıyorlar. Demek ki devlete ve Cennete
giden dosdoğru bir yol var. Bir de eğri büğrü yollar var. Onlarda kişiyi
zillete ve de Cehenneme götürür.
Hz. Peygamber birgün, kumun
üzerine bir çizgi çizer, birde o çizginin sağ ve sol tarafına ikişer çizgi
çizer, ortadakinin üzerine parmağını basar; "Şu benim dosdoğru yolumdur,
buna uyunuz. Şu sağdaki ve soldaki yollara uymayınız, sizi paramparça
eder." buyurur.
Mü'minin davet edip kendisinin de devam edeceği yol,
"Sırat-ı Müstakiym" yoludur. Onuda hergün Fatiha suresinde
günde kırk defa "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiğin kişilerin
yoluna ilet" diye söylüyoruz.[64]
75- Onlara
acıyıp da zararlarını kaldırırsak elbette azgınlıkları içinde bocalayıp
dururlar.
Bu ayetin tefsirinde
müfessirler, sapkınlık ve küfür içinde iken ölen insanlar, kabir azabını
görünce ahiretteki makamlarının farkına vardıklarında,
Allah'a: "Ya Rabbi keşke bizi dünyaya döndürsende sana iman edip vede
imanımız üzere ameli salih işlesek" demelerine
işaret ettiğini ifade ediyorlar.
Allah (c.c.)de;
"Onlara acısak, onlardan azabı giderip dünyaya döndürsek, onlar yine
sapkınlıklarına devam ederler. Şaşkın, şaşkın sapıklıkları üzerine dolaşır
dururlar." buyuruyor.
Gerçi biz bu dünyada
iken bunun canlı Örneğini yaşıyoruz. Annesini, babasını veya evladını kaybeden
kişi, gözleriyle de onun kabre konduğunu görünce artık ibadet yapmaya,
insanlara iyilik yapıp diğer kötülüklerden de kendini alıkoymaya çalışır.
Derken acının
unutulması, zamanın geçmesi, dünyanın çekiciliği o
kişiyi eski haline getirir. İşte Allah (c.c.) ayetinde bize bunu anlatmaya
çalışıyor. Kafirlerin halide bundan farksızdır diyor.[65]
76- Biz
onları azabla yakaladık da onlar yine Rablerine boyun
eğmediler ve yalvarmaddar.
Allah(cc) onlara açlık veya kıtlık gibi bir bela verdiğinde o
kafirler kibirlerinden Allah'a boyun eğmemeye ve yalvarmamaya çalışırlar.
Veya bu ahirette olacaktır. Kafirleri öyle bir azabla
azab edecek ki, orada ibadet yapacak mekan yok, vede duada edemeyecekler.[66]
77- Nihayet
üzerlerine şiddetli biz azab (kıtlık) kapısı açtık.
Birden ümitsiz ve şaşkınlık içindedirler.
Cehennemde azab edilirken, onlar üzerine azabı çok şiddetli olan
kapılar açılacak ki, azab üstüne azabla
cezalandırılacaklar. Orada o imansızlar ümitsiz vede
bitkin bir halde kalacaktır. Bundan sonraki ayette Allah (c.c.) bizim
üzerimizdeki nimetlere dikkatimizi çekiyor.[67]
78- O ki
sizin için kulağı, gözleri ve kalbleri inşaa etti. Nede az şükrediyorsunuz.
Bazı tabiat perestler herşeyi.tabiatın
yarattığını öne sürüyorlar. Ama tabiatın elinde insanın gözündeki yağ tabakası
yok. Ama Allah (c.c.) o tabiat üzerinde yetiştirdiği maddeleri, insanın mide ve
bağırsaklarında ayrışttırarak, beynin ihtiyacını
ayrı, kalbin ihtiyacını ayrı, gözün ve diğer organSarın
ihtiyacını ayrı ayrı gönderttirmektedir.
İnsanın, Allah'ın
varlığına inanmaya delil olarak, uzaklara gitmesine gerek yok. Kendi vücuduna
bakması vede onun çalışmasıyla beraber diğer
inceliklerini düşünmesi yeterde artar bile. Bu incelikleri toprağın, güneşin
ve diğer tabiat olaylarının yapması mümkün değildir.
Onun için Allah (c.c.)
verilen bu nimetlerle, kendisine şükretmemizi istiyor, ayet de buna dikkatimizi
çekiyor. Gözün şükrü; iyi şeyleri görüp, müslümanları
vede bütün dünya müslümanlannı
basın yayın yolu ile gözetlemek.
Kulağın şükrü, iyi
sözleri duyup, kötü şeylerden uzak tutmak. Allah'ın kelamını dinletmek veya
dinimizle ile ilgili konuşmaları almaktır.
Kalbin şükrüde iyi şeyler düşünüp, kötü düşünce ve tefekkürden
uzak durmaktır. Allah insana öyle bir kalb nimeti
vermiş ki, kalb deyince sol meme altında bulunan et
parçasını kast etmiyoruz. Onunlada alakasi olan şeffaf, insanın düşünme ve diğer fonksiyonlarını
yapma kabiliyeti veren, insanında bugün sırrını çözemediği bir şeydir. O kadar
kabiliyeti vardırki bir ömürlük bilgileri saklar ve
de anında çağırır. Diğer organlara çalışma düzeni verir.[68]
79- Sizi
yeryüzüne yayan O'dur ve O'na toplanacaksınız.
Teşbih veya gerdanlık
ipinin Kopup dağıldığı gibi, insanlarda yeryüzüne dağılmış bir vaziyette.
Kimisi Afrika kıyılarında, kimisi Amerika kıtalarında, kimisi Himalaya eteklerinde, kimisi de Toros
dağlatında. Birgün gelip
bunları tekrar toplayacağını haber veriyor Allah (c.c).
Nasıl ki onları
yeryüzüne yayan, yayma gücüne sahip olan, onları toplama gücüne de sahiptir.
Emrindeki bir tabur askeri bir düdük ile dağıtıp yine bir düdükle toplayan
komutan gibidir.[69]
80- Dirilten
ve öldüren O'dur. Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun içindir. Akıl etmiyormusunuz?
Başka ayetlerde de
"geceyi gündüze, gündüzü geceye girdiren" diye ifade ediliyor. Gece
gündüzü, gündüzde geceyi alırken, zaman zaman gece
kısalıp, gündüz uzamak suretiyle veya gündüz kısalıp, gece uzamak suretiyle
birbirlerine girmekte, birbirlerine ihtilaf ederek düzeni devam ettirmekteler.
Bunu da yapan Allah (c.c.)'dür.
"Halâ aklınız başamza gelmedi mi?" İnsanoğlu gece ile gündüzün
zamanlarını ne değiştirebilir ne de buna gücü yeter. Alîah'ın(cc) yarattığı şeyler ile insanların yaptıkları arasındaki
fark; yapay çiçekle, tabii çiçek arasındaki fark gibidir.
Allah'ın yarattığı
insan ile insanın yaptığı arasındaki fark, insan ile heykel arasındaki fark
gibidir. Heykel cansız, kış yaz, soğuk sıcak hareketsiz kalır, hiçbirşey isteyemez, derdini söyleyemez. Ama en akılsız
insan bile azda olsa hareket etmekte, kıpırdanıp nefes alıp vermektedir.
İşte inançsızlar bu
yaşatma öldürme vede gece ile gündüzün farklılığını,
tabiat yapıyor diyorlar. Allah (c.c.) cevaben:[70]
81- Hayır.
Onlar daha öncekilerin söyledikleri gibi söylediler.
Başka bir ayet'te;
"Bizi ancak zaman öldürür, zaman diriltir." Yani tabiat bu işi yapar.
Günümüz inançsızları da aynı şeyleri söylüyorlar. Yani bir önceki kafirlerin
dediklerini diyorlar.[71]
82-
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı biz diriltileceğiz? dediler.
Bunu Mekke dönemi
kafirleri söylediler ama, Allah (c.c); bunu sadece bunlar değil, bundan önceki
kafirlerde aynısını söylemişti buyuruyor.
Ben toprak olduktan
sonra beni nereden bulup çıkaracak diyorlar. Allah (c.c), hiç yok iken nereden buiup çıkardı ise, ayıu şekilde
de oradan bulup çıkaracak.[72]
83- Biz ve
bizden önceki atalarımız da korkutulduk. Bu (kıyamet) ancak evvelkilerin
uydurduğu efsaneden başka birşey değildir.
Mekke müşrikleri şöyle
diyor; hep bizi ahiretle korkutup dunıyorsu-nuz, onun varlığından bahsediyorsunuz ama bu daha önceki
atalarımıza da, babalarımıza da vaad olunan eskilerin
masallarıdır.
Günümüzde de; Eski
toplumlardaki yöneticilerin, yönettiği insanları emri altında tutmak için
uydurduğu, eskilerin kültürüdür" diyorlar.[73]
84- Deki:
"Eğer biliyorsanız yer ve yerdekiler kimin?"
85- Allah'a
aittir diyecekler. Deki: "düşünmezmisiniz?"
Yeryüzünü ve
yeryüzünde olanları kim yarattı.? Bunlar kime aittir? diye, onlara sor bakalım
deniliyor.
Diyelim ki;
"Elinizi kim yarattı" dediğimizde "Yediklerimizden oluyor"
derse, peki yiyecekler nereden meydana geldi? denince de "O yediklerim
topraktan,"diyor. Bu sefer de toprağı kim yarattı? sorusu çıkacak.
Sonunda diyecek ki: "İşte onu da AUah(cc) yarattı."
Zaten ilim adamları
tabiatta hiçbirşey tesadüf eseri değildir görüşündeler.
"Öyle ise siz halâ mı düşünüp, nasihat almazsınız.?"[74]
86- Deki:
"Yedi semanın Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir?"
87-
"Allah'ındır" diyecekler. O halde sakınmıyormusunuz?
O semayı ve azametli
arşı yaratan, onları tertib ve düzene koyan, onları
terbiye eden kimdir? diye sor o inançsızlara.
Dürbün ve teleskoplarla
hakkında hayli bilgiler edindiğiniz, dünyadan kaç misli büyük olduğunu tesbit ettiğiniz, adedini sayamadığınız, bu semadaki yıldız
ve gezegenlerin sahibi kimdir? Diyeceklerdir ki; "Allah(cc)" Öyle ise Allah'dan sakınmazmısınız, korkmazmısınız?"
de.[75]
88- Deki:
"Eğer biliyorsanız (söyleyin) herşeyin yönetimi
kime aittir? O'dur (azabdan) koruyan. O'nun
korumadığını kimse koruyamaz.
Elinizde tapusu
bulunan mülklerin sahibi bizden önce babalarımızdı, ondan önce de onların
babalan, derken bu ilk insan Adem (a.s.)'a kadar gidebilir. Ama ondan önce de
bu mülk, ahiret günününde
sahibi olan Allah (c.c.)'a aittir.
Mal sahibi, mülk
sahibi, hani bunun ilk sahibi, Malda yalan, mülkde
yalan, gel biraz da sen oyalan
diyen Yunus Emre'nin dediği
gibi, bizler elimizde tapusu bulunan malların geçici bekçileriyiz.
O Allah (c.c.) mani
olur, ama O'na engel olunamaz. Bizim yapacağımız veya yaptığımız herşeye mani olur ama O'nun yaptığı veya yapacağına kimse
engel olamaz. O, yardım eder, O'na yardım olunamaz.[76]
89-
"Allah'a aittir" diyecekler. Deki: "Nasılda
büyüleniyorsunuz?"
Ne güzel bir ifade,
yani göz boyacıları sizi kandırıyor. Allah (c.c.) önce; "yer kime
aittir?" diye Peygambere inanmayan insanlara sormasını istiyor.
Arkasından yedi kat
semanın ve arşın Rabbi kimdir diyor. Arkasından herşeyin
mülkiyeti kimindir? diyorlar. Hepsinde de "Allah(cc)"
cevabını veriyorlar. Öyle ise bu sorulara muhatap olanların yani soruların
cevabı olarak herşeyi yaratan, herşeyin
sahibi Allah(cc) diyen insanların, Müslüman olması
gerekir. Fakat yinede iman etmiyorlar. Zira Allah (c.c), Allah'tan kormazmısmız,? sakınmazmısınız,?
öğüt almazmısınız.? Nasıl olur da sihirlenirsiniz?
diyor.
Herşeyin yaratıcısının Allah olduğunu kabul edenler. Allah
yarattıktan sonra yönetimi bize bıraktı. Allah küçük şeylerle iştigal etmez,
biz yönetimi Allah'ın kanunlarına göre değil, kendi kanunlarımıza göre yaparız
diyorlar. Çünkü biz sizin gibiyiz. Allah -Haşa ve kella-
sizin seviyenize inemez vede sizin ihtiyaçlarınızı
bilemez. Sizin ihtiyacınızı en iyi biz biliriz diyorlar.
Diğer milyonlarca
insanlarda buna sinirlenip, büyülenip "doğru söylüyorlar" deyip
onların yoluna gidiyorlar.[77]
90- Biz
onlara doğruyu getirdik, onlar ise yalancıdırlar.
Yani Allah (c.c); "Biz
onlara sihire inanmayın, bu adamların sihirine ve sözüne kanmayın" diyor.
Hz. Peygamber; "Sözde sihir vardır" buyuruyor.
Bugünkü siyasiler ve basın yayın mensubu olan insanlar bu etkileme, sihirleme olayına, kamuoyu oluşturma diyorlar.
Bir meseleyi millete
kabul ettirebilmek için, onun öyle bir reklam ve tanıtımını yapıyorlar ki;
insanları daha önceki fikirlerinden vazgeçirip, o yeni düşünce, yorum veya
kanunu her ne ise onu kabul ettiriyorlar. İşte buda bir nevi sihirdir,
insanları etkilemekdir.[78]
91- Allah
hiçbir çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber herhangi
bir ilah da yoktur. (Eğer olsaydı) o takdirde herbir
ilah yarattığını alıp götürür ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırdı.
Allah onların tarifinden münezzehdir.
Tek ilah olarak O
vardır. Yarattığı hiçbir varlığa da ilahlık vermemiştir. Hz.
İsa'da ölümlü bir anneden dünyaya gelmiştir.[79]
92- Gizliyi
de açığı da bilendir. Onların ortak koştuklarından yücedir.
93- Deki:
"Rabbim, onların va'dolunduğunu bana
gösterirsen,
94- "Rabbinı, beni zalim kavim içinde kılma."
Bu her iki dünya
içinde geçerlidir. Yani hem bu dünyada, hemde
ahi-rette; "Zalim toplumlar arasında kılma." Biz Müslümanlarda, Rasüllullaha öğretildiği gibi dua edip, birde zalimler
arasında bulunmamaya gayret etmeliyiz. Adil olan adaletli insanlar arasında
olmaya çalışmalıyız.[80]
95- Onlara va'dettiğimizi sana göstermeye biz elbette kadiriz.
96- Kötülüğü
en güzel şekilde def et. Biz onların ne ile vasıflandıra* caklarım
biliyoruz.
İnsanlarla olan
ilişkilerimizi düzenleyen ayetlerden biri de bu ayettir. Onlara karşı
davranışlarımızın nasıl olması gerektiğini en güzel bir biçimde ifade etmiş.
Kötülüğü en güzel bir şekilde def et, uzaklaştır buyruluyor.
Anadoluda da bu; "Kanı kan ile değil, kanı su ile
yıkarlar" şeklinde ifadesini bulmuştur. Başk;ı
bir deyişle, "Taş atana ekmek at" Yani kötülüğü iyilikle gider.
Savaş hoş birşey değildir. Hz. Peygamber
"Savaşta adamı öldürürken, iyi öldürün." buyurunca Sahabe,
"Nasıl olur bu Ya Rasülaliah"
dediklerinde Hz. Peygamber de; "Adama eziyet
çektirmeden öldürün" buyurmuştur.[81]
97- Deki:
"Rabbim, şeytanların dürtmesinden sana sığınırım."
98-
"Yanımda bulunmalarından da Rabbim sana sığınırım."
Yani benim yanımda
bulunan şeytanlaşmış insanların şerrinden sığınırım de. Bir önceki ayette de
şeytanların şerrinden Allah'a sığınılması ifade ediliyor.[82]
99- Onlardan
birine ölüm geldiğinde "Rabbim, beni (dünyaya) geri döndür" der.
100-
"Belki ben terk ettiğim salihamelleri
işlerim." Hayır..Bu onun söylediği bir sözdür. Dirilecekleri güne kadar
önlerinde bir perde vardır.
Berzah aslında perde
anlamındadır. Evlerimizdeki perde gibi olmayan. Bir alem ki, insanların ruhu
oraya gidiyor. Oradan ahirete de gitmez, orada
kıyamete kadar bekler, ameli iyi ise "Kabri Cennet bahçelerinden bir
bahçe," ameli kötü ise "Cehennem çukurlarından bû- çukur" dur.
Bedeni ile birlikte azab duyarlar.[83]
101- Sur'a
üfürüldüğünde ogün aralarında akra'jal-k
bağı kalmaz. Birbirlerini (n halini) sormazlar. (Herkes kendi derdine düşer.)
İnsanın bu dünyada çok
sevdiği annesi, babası, eşi, evladı, eş ve dostları vardır. O günde yani Sur'a
üfürüldüğü günde herkes kendi derdine düşecek. Yani "o günde kişi
kardeşinden, annesinden, babasından kaçar."
Yaratılmışların en
merhametlisi insan, yine en gaddarı da insandır. Maymun üzerinde bir araştırma
yapılmış. Maymunu yavrusu ile bir kazana koyuyorlar. Ateşide
altından yakarlar, derken ateş yanıp kazan ısındıkça maymun, yavrusunu kucağına
alır, bir ayağı ile durmaya başlar. Ateş ısındıkça diğer ayağı ile
değiştirmeye başlar. Sonunda ayaklarının ikiside
yanmaya başlayınca yavrusunu altına alır ve onun üstüne çıkıp oturur.
Yani insanın bir
dayanma gücü vardır. Bu gücünü kaybettimi bu dünyada
iken bile kişi kendi derdine düşebilir. Hele Sur'a üfürülünce artık insanlar
arasında neseb davasıda
düşüverir.[84]
102- Kimin
tartısı ağır gelirse işte onlar felaha erenlerdir.
Kari'a suresinde açıklandığı gibi ölçü ve tartısında iyilikleri
ağır gelenler mutlu bir yaşantının içinde olacaklar ve kurtuluşa erecekler.
Gökyüzü, yer ve herşey bir ölçü üzerine
yaratılmıştır. Elimizin, gözümüzün, kulağımızın ayarını Kur'ana
göre yapalım. Ölçüyü kaçırmayalım.[85]
103- Kimin
tartısı hafif gelirse işte onlar cehennemde ebedi olarak kendilerine zarar
verenlerdir.
104-
Yüzlerini ateş yakar, (pişmiş kelle gibi) dişleri sırıtkr.
Aman ya Rabbi! Bu seven, gülen, güldüren, ümit veren, aşık eden
yüzler, gözler, yanaklar ve dudakların yanmasına, pişmiş kelle haline gelmesine
hiçbir yürek dayanmaz.
Ey canını, cananını,
evladını ve yaranını ve insanlığı sevenler! İnsanları cehenneme sevkeden ateist, inkarcı, sapık eğitimlerden vazgeçin. Bu
insanları yakmayın.[86]
105-
Ayetlerim size okunmadı mı?, siz onları yalanlamadınız mı?
Okunan ayetleri
yalanlayan, "Kur'ana göre yaşamak
istemiyoruz" diyen, "Yeryüzünün işine Allah karışmasın" diyen
imansızların yanan halini görür gibi oluyoruz bu ayetleri okuyunca. Onun için
imansızlar daha ölmeden onlara tevbe etmeleri için çabalamahyız.[87]
106-
Dediler: "Rabbimiz bedbahtlığımız bize galip geldi ve biz sapık bir kavim
olduk."
107-
"Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar (küfre) dönersek artık biz
zalimleriz."
Her insanın iyilik yapma
gücü var olduğu gibi kötülük yapma gücüde vardır. Fıtratındaki o gücü iyiye
veya kötüye kullanma kişinin edindiği kültürle olur. Kur'ana
iman edenler saadetlerini kuvvetlendirirler. İman etmeyenlerde şekavetlerini
artırırlar. Hiçbir kimse "ne yapayım talihim böyle imiş" diyemez. Biz
iradelerimizden sorumluyuz.[88]
108- (Allah)
Buyurur: "Sinin orada ve benimle konuşmayın."
109- Çünkü
kullarımdan bir grup "Rabbimiz biz iman ettik, bize mağfiret ver, ve bize
merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırl sm" demişlerdi de,
110- Siz
onları alaya almıştınız, hatta (bu alayınız) zikrimi size unutturdu. Siz
onlara gülüyordunuz.
Allah'dan yardım isteyen, yalnız Allah'a kulluk yapanlarla
dalga geçtiniz, onları alaya aldınız, güldünüz, güldürdünüz. Bu haliniz size
Allah'ı unutturdu. Defolun, sinin, konuşmayın diyerek azarlanıyorlar.
Gerçekten günümüzde
bir kısım yazar-çizer takımı, İslama teslim olan müslümanları hicveden şiir, roman, piyes, tiyatro eseri
yazıp oynatırken, kendilerini ihmal ediyorlar ve her nefesde
cehenneme yaklaşıyorlar. Bunlarada acıyın.[89]
111-
Sabırları sebebiyle bugün onları mükafatlandırdım. Başarılı olanlar şüphesiz
onlardır.
"Başarılı
adam" dendiğinde köşeyi dönmüş kısa zamanda haram-helal demeden villa
araba, helikopter sahibi olmuş insanlar hatıra gelir. Gençliğinde çalışan
köşeyi dönen bu insanlar tam herşeye sahip olduklarında
kollesterolü yükseldiği için yağlıyı yiyemez, şeker
hastalığı olduğu için tatlıları yasaklarlar. Köşesini yıktığı, ocağım
söndürdüğü insanların namlusunu ensesinde hissettiğinden rahat yaşayamaz.
Başarılı insan iki dünyasınıda cennet eden insandır.[90]
112-
Yeryüzünde yıl olarak ne kadar kaldınız? (diye sorulunca).
113- "Birgün veya yarım gün kaldık, sayanlara sor" dediler.
114- (Allah)
Buyurur: "Siz çok az bir zaman kaldınız (dünyada). Keşke (dünyanın azlığını)
bilmiş olsaydınız.
Şairin: "Zindanda
dakika farksızdır ay'dan" dediği gibi cehennemdeki bir an dünyada
kaldıkları yüz seneden uzun geldiğinden kafirler hesabın nasıl ve neye göre
yapılacağını bilemediklerinden bunu hakkıyla bilenlere sorulmasını isterler.
Bu dünyada her
adımını, her nefesinin sayılı olduğunu bilip ona göre harcayan mü'minler başarılı olacaktır.[91]
115- Sizi
boşuna yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi zannettiniz.
Bilgisayarı bulan ilim
adamı demişki: "Sıradan bir insanın beyninin yaptığını
yapabilecek bir bilgisayar makinası dünya
büyüklüğünde olur."
Yaşadığınız süre
içinde duyduğunuzu, gördüğünüzü, tuttuğunuzu, kokladığınızı beyninizde
koruyorsunuz. Gözünüz, gönlünüz, kulağınız boşuna yaratılmamıştır. Sözlerin en
güzeli Allah kelamını dinleyiniz, hayatınızı ona göre ayarlayınız.[92]
116- Gerçek
yönetici olan Allah yücedir. Ondan başka ilah yoktur. O, kerim olan arşın
Rabbîdir.
Herşeyi yaratan, yaşatan ve yöneten Allah'dır.
Sonsuz otorite O'na aittir. O'nun mülkünde O'nun verdiği el ve ayakla
dolaşıyoruz. Öyle ise O'nun koyduğu Kur'ani kurallarınada uyalım.[93]
117- Hiçbir
delili olmadığı halde kim Allah'la beraber başka bir ilaha dua ederse onun
hesabı Rabbi katındadır. Şüphesiz kafirler kurtuluşa eremezler.
O'na dua edelim. O'nu
yardıma çağıralım. O'nun dışında kimse bize yardım edemez. Hesabımızı görecek
olan Allah'dır. Öyle ise:[94]
118- Deki:
"Rabbim, mağfiret ve rahmet et. Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin.
Rabbimizin rahmetini
ve mağfiretini Rabbimizden istemeye devam edelim. Hergün
namazlarımızda selamdan önce okuduğumuz "Rabbena" diye başlayan
dualarımızı namaz dışındada okumaya devam edelim.[95]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/285.
Tirmizi ; Tefsim
sureti Muminun
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/285-286.
[3] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/286-287.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/287.
[5] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/287.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/288.
[7] Ahmet b. Hanbel,
Müsned 6/63,190
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/288-289.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/289.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/289-292.
Tefsirun Nesai 2/96, Hakim Müstedrek-2/392
[11] Ahzap
27
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/292-293.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/293-295.
[14] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/295.
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/295-297.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/297.
[17] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/297.
[18] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/297-298.
[19] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/298-299.
[20] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/299300.
Tirmizi Et'ime 43,
İbni Mace Et'ımes 34
[21] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/300-301.
[22] Nahl
8
[23] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/301.
[24] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/301-302.
[25] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/302-303.
[26] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/303-3041.
[27] Nuh suresi 25-26
[28] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/304-305.
[29] Lokman 13
[30] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/305-307.
[31] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/307-308.
[32] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/308-309.
[33] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/309.
[34] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/309-311.
[35] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/311-312.
[36] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/312-313.
[37] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/313-314.
[38] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/314-315.
[39] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/315-316.
[40] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/316-317.
[41] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/317-318.
[42] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/318.
[43] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/319.
[44] Ali imran
59
[45] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/319.
[46] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/319-321.
[47] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/321.
[48] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/321-322.
[49] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/322-323.
[50] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/323.
[51] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/23-324.
[52] Nesai,
Zekat 49 Babu-Cühd-ül-mukıl
[53] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/324.
[54] Muminun
57, 61
[55] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/325.
[56] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/325.
[57] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/325-326.
[58] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/326.
[59] Bakınız; Kur'anı
Kerim Tarihi, M.Hamidullah s. 62
[60] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/326-329.
[61] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/329-330.
[62] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/331.
[63] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/331-332.
[64] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/332.
[65] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/332-333.
[66] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/333.
[67] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/333-334.
[68] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/334-335.
[69] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/335.
[70] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/335-336.
[71] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/336.
[72] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/336.
[73] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/337.
[74] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/37-338.
[75] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/338.
[76] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/338-339.
[77] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/339.
[78] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/340.
[79] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/340.
[80] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/341.
[81] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/341-342.
[82] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/342.
[83] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/342-343.
[84] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/343-344.
[85] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/344.
[86] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/344-345.
[87] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/345.
[88] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/345.
[89] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/346.
[90] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/347.
[91] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/347-348.
[92] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/348.
[93] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/348.
[94] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/349.
[95] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 5/349.