Mü'minûn Suresi, yüz
on sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu Sure-i Celile,
kurtuluşa erecek olan Müminlerin sıfatlarını beyan ederek başlıyor ve bu
sıfatların, namazlarını huşu ile ve devamlı kılmak, boş sözlerden yüz
çevirmek, zekâtlarını vermek, ırzlarını korumak, emanetlerine ve ahdle-rine
riayet etmek olduğunu bildiriyor ve işte bu sıfatlan taşıyan Müminlerin
Fir-devs cennetlerine vâris olacaktan ve orada ebedî olarak kalacakları ifade
ediliyor.
Daha sonra insanın ilk
yaratılışı hatırlatılıyor ve topraktan yaratılan insanın üremesi ve geçirdiği
evreler beyan ediliyor.
Gökten indirilen
yağmura ve onunla çıkarılan bitkilere işaret buyurulu yor. Hayvanlardan ve
gemilerden taşımacılıkta istifade edişimiz hatırlatılıyor.
Sure-i Celile'de Nuh
(a.s.)ın kıssasına kısaca yer veriliyor. Nuh (a.s.)m kavmini Allah'a ibadet
etmeye davet ettiği, kavminin ise, Allah'ın, bir insanı Peygamber
göndermeyeceği itirazıyla kendisine karşı çıktıkları anlatılıyor ve kavminin
kendisini yalanlaması karşısında Allah Teala'dan yardım isteyen Nuh (a.s.)a
şöyle buyuruluyor: "Biz Nuh'a şöyle vahyettik. Gemiyi murakabamız altında
ve vahyettiğimiz gibi yap. Nihayet emrimiz gelip tandır kaynaymca, her cinsten
ikişer çifti ve daha önce, helak olacakları bildirilenler hariç, aileni alıp
gemiye koy. Zulmedenler hakkında bana niyazda bulunma. Çünkü onlar boğulacaklardır."
(âyet: 27)
Sure-i Celilede,
bundan sonra, helak olan bu kavmin ardından gelen Âd ve Semud kavmi ve onların
ahvali anlatılıyor. Onların da Peygamberlerini yalanladıkları- ve sonunda
şiddetli bir sarsıntıyla helak olup gittikleri beyan ediliyor.
Hz.Musa'nın ve kardeşi
Harun'un, Firavun ve erkânına, Allah'ın emirlerini tebliğ etmek İçin
gönderildikleri fakat onların da bu Peygamberlerin davetini kabul etmedikleri
ve onları yalanladıkları ve sonunda helak edildikleri haber veriliyor.
Hz. İsa'nın ve
annesinin birer mucize oldukları beyan ediliyor.
Resulullah (s.a.v.)in,
dini tebliğ ederken, kendilerine tebliğde bulunduğu insanlardan bir.ücret
istemediği, ona rabbinin vereceği sevabın yeteceği ve bunun da her şeyden
hayırlı olduğu beyan ediliyor.
Müşriklere ve
inkarcılara, yeryüzünde olan varlıkların, yedi göğün ve arşın rabbinin kim
olduğunun sorulması emrediliyor, bu sorulara verilecek cevabın, bütün
İnsanlığın sahibinin Allah olduğunun itirafı olacağı açıklanıyor ve
buyuruluyorki: "O halde nasıl oluyor da aldanıyorsunuz? de." (âyet:
89)
Müşriklerden birine
ölüm geldiğinde, tekrar dünyaya dondürülmeyi isteyeceği fakat bunun bir daha
mümkün olmayacağı açıklanıyor.
Tekrar dirilişin artık
kıyamette Sur'un üfürüldüğü zamanda olacağı, orada herkesin, dünyada
yaptıklarının hesabını vereceği ve neticede ceza veya mükâfaata nail olacakları
haber veriliyor.
Allah Teala'nın,
âhirette kullarına, yeryüzünde ne kadar kaldıklarını soracağı, onların ise bir
gün veya bir günün az bir kısmı kadar kaldıklarını söyleyecekleri ifade
ediliyor.
Süre-i Celile'nin
sonunda Resululah (s.a.v.)in şöyle dua etmesi emrediliyor: "Ey Muhammed,
de ki: "Rabbim, bağışla. Merhamet et. Sen, merhamet edenlerin en
hayırlıstsm."(âyet: 118)[1]
Hz. Ömer (r.a.) diyor
ki:
"Resulullah'a
vahiy indiği zaman, yüzünde an vızıltısına benzer sesler işitilirdi. Bir gün
ona yine vahiy geldi. Biz biraz bekledik. Sonra Resulullah açılıp rahatladı.
Kabe'ye yönledi ellerini kaldırıp şöyle dua etti: "Ey Allahım, sen bizlere
nimetlerini artır, eksiltme. Bize ikram et, bizi zelil etme sen bize nimet
ver. Bizi mahrum etme, Bizi seç başkalannı bize tercih etme. Bizi razı et ve
bizden razı ol."
,
Resulullah devamla
şöyle buyurdu: "Bana on âyet indirildi. Kim bunların hükümlerini yerine
getirirse cennete girer." Sonra Resulullah (s.a.v.) Mü'minun Suresinin
başından on âyet okudu.[2]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Müminler
muhakkak kurtuluşa ermişlerdir.
Şu Müminler, cehennemin
azabından kurtulmuş ve Allah'ın vaadettiği "Firdevs" cennetine vâris
olmuşlardır. [3]
2- Öyle
müminler ki, onlar, namazlarında huşu içindedirler.
Namaz içinde
"Huşu" halinde olmaktan maksat, Allah'tan korkarak ve sükunet içinde
namaz kılmaktır. Bu da namaz kılanın, kalbini sadece namaza vermesi, namaz
dışındaki her şeyi kalbinden çıkarması ve namazı diğer bütün şeylere tercih
etmesiyle olur. İşte o zaman namaz kılan kişi, rahatlık hisseder ve kıldığı
namazdan zevk alır. İşte bu şeklide namaz kılan kimse hem kalben hem de vücutça
sükunet hisseder, huzur içinde olur. Âyet-i Kerime'de işte böyle bir müminin
kurtuluşa ereceği beyan edilmektedir.
Muhammed b.Sîrîn diyor
ki: "Resulullah'ın sahabileri namaza kalkarken, gözlerini göğe doğru
dikiyorlarmış. Bu âyet-i kerime inince artık gözlerini secde yerine
çevirmişlerdir. [4]
3- Onlar ki
boş sözlerden yüz çevirirler.
Âyet-i kerimede
zikredilen boş sözler, Allah'a ortak koşmayı, günah işlemeyi ifade eden
sözleri ve diğer boş söz ve davranışları kapsamaktadır. Müminin kurtuluşa
erebilmesi için bütün bu çeşit söz ve davranışlardan kaçınması gerekir. [5]
4- Onlar ki
zekâtlarını verirler.
Müminin kurtuluşa erme
şartlarından biri de, zekatını gereği gibi vermesidir. Burada ifade edilen
zekâttan maksat, fakirin, zenginin malı üzerindeki hakkıdır. Bu sure Mekke'de
nazil olmuştur. Hukukî anlamda zekât vermeyi emreden âyet ise Medine'de nazil
olmuştur. Bu sebeple bu âyette zikredilen zekâttan maksat "Fakirin,
zenginin malı üzerindeki hakkıdır." denmiştir. [6]
5- Onlar ki
ırzlarını korurlar. [7]
6- Ancak
eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hariç. Bundan (Bunlarla olan helal
ilişkilerinden) dolayı kınanamazlar. [8]
7- Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar,
haddi aşan mütecavizlerdir.
Müminlerin kurtuluşa
erme şartlarından biri de, ırzlarını, Allah'ın haram kıldığı şeylerden
korumalarıdır. Mümin, zina, Iivata ve benzeri şeylerden uzak olmalıdır. Ancak,
Allah'ın kendilerine helal kıldığı hammlanyla veya sahibi bulunduğu
cariyleryile olan münasebeti helaldir. Bunlarla ilişki kurmasından dolayi
kınanmaz. Kim, cariyeleriyle ve eşleri dışındakilerle münasebet kurmak isterse
işte onlar, Allah'ın koymuş okluğu sınırları aşmışlardır ve kurtuluşa
ereme-mişlerdir.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimenin de Mut'a nikâhının yasak olduğunu gösterdiğini söylemişlerdir. Zira,
Mut'a nikahıyla evlenilen kadın, kendisiyle evİenen erkeğin ne eşidir, ne de
cariyesi. Dolayısiyle böyle bir evlilik haramdır. [9]
8- Öyle
müminler ki onlar, emanetlerine ve vaadlcrinc riayet ederler.
Müminlerin kurtuluşa
erme şartlarından biri de, kendilerine verilen emanetleri muhafaza edip yerine
getirmeleri ve yaptıkları akitleri ifa etmeleridir. Bunlar, müminleri
münafıklardan ayıran sıfatlardandır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu hususta bir Hadis-i Şerifi'nde şöyle buyuruyor:
"Münafıkın
alâmeti üçtür. Konuştuğu zaman yalan söyler, kendisine bir şey emanet
edildiğinde emanete hıyanet eder. Bir şey vaadettiğinde vaadinden döner. [10]
9- Onlar ki
namazlarına devam ederler.
Müminin kurtuluşa erme
şartlarından biri de, namazlarını vaktinde eda etmesidir.
Allah Teala, mümini
kurtuluşa erdirecek sıfatlardan birincisi olarak ta sonuncusu olarak ta'namazı
zikretmiştir. Bu da namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) namazın önemini belirten bir Hadis-i Şerifinde Muaz b.Cebel'e şöyle
buyurmuştur:
"Ben sana bu işin
başını, direğini (be! kemiğini) ve zirvesini haber vereyim mi?" Muaz:
"Evet, ey Allah'ın Resulü." demiş ve Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Bu işin başı İslâm'dır. Direği namazdır, zirvesi decihaddır.. [11]
Diğer bir Hadis-i
Şerifte de şöyle buyuruluyor: "Abdullah b.Mes'ud diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.)e dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, amellerin hangisi Allah'a daha
sevimlidir?" Resulullah buyurdu ki: "Vaktinde kılınan namazdır."
"Sonra hangisidir?" diye sordum. Resulullah* "Anneye babaya
iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye
sordum. Resulullah "Allah yolunda cihad etmektir." buyurdu. [12]
10-11- İşte
Firdcvs cennetine varis olacak olanlar onlardır. Onlar orada ebediyyen
kalacaklardır.
Firdevs cenneti,
cennetlerin en üstünlerinden biridir. Peygamber Efendimiz bir Hadis-i
Şerifı'nde "Firdevs" cennetini överek şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
cennette yüz derece vardır. Allah onları, kendi yolunda cihad edenler için
hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır. Siz, Allah'tan
dilediğiniz zaman Firdevs cennetini dileyin. Zira o cennetlerin en
orta-sındadır ve en yücesidir. Onun üzerinde rahman olan Allah'ın arşı
bulunmaktadır ve cennetin ırmakları oradan fışkırmaktadır. [13]
Taberi bu âyet-i
kerimeyi izah ederken, Müminlerin, Firdevs cennetine mirasçı olmaları
ifadesinin şöyle izah edildiğini rivayet etmektedir: "Her insan için
cennet ve cehennemde bir yer vardır. Kâfirler cehenneme girince onların cenneteki
yerlerine müminler mirasçı olurlar ve o yerler de kendilerinin olur." [14]
12- Yemin
olsun ki biz insanı, süzülmüş özlü balçıktan yarattık.
Katade bu âyet-i
kerimeyi şu şekilde izah etmiştir. "Şüphesiz ki biz, insanların atası
Âdem'i, süzülmüş bir balçıktan yarattık."
Mücahid ve İbn-i Abbas
ise şöyle izah etmişlerdir: "Şüphesiz ki biz, Âdem'in evlatları olan
insanİan, topraktan yaratılan Âdem'in sulbünden süzülen sudan yarattık. [15]
13- Sonra
onu "Nutfc" halinde müstahkem bir karargâh olan rahme yerleştirdik.
Sonra biz insanı nutfe
halinde karar kılacağı ve çocuk için uygun bir yer kıldığımız anne rahmine
yerleştirdik. [16]
14- Sonra
"Nutfe"yi kan pıhtısı haline getirdik. Kan pıhtısını bir çiğnem et
yaptık. Bir çiğnem eti kemiklere çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra
onu bambaşka bir varlık yaptık. Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne
yücedir.
Sonra, anne rahmine
yerleştirdiğimiz nutfe'yi kan pıhtısına dönüştürdük. Kan pıhtısını da bir
çiğnem et yaptık. O bîr çiğnem eti kemiğe dönüştürdük. Sonra o kemikleri etle
kapladık. Sonra insanı bambaşka bir varlık haline getirdik. Zira ona ruh
üfledik. Ondan önce ise sadece bir şekilden ibaretti. Şekil verenlerin en
güzeli olan Allah ne kadar yücedir.
Âyet-i kerimede
"Sonra da onu bambaşka bir varlık yaptık" ifadesi geçmektedir.
Bundan maksat, cansız olan insana ruh üflenerek canlı hale gelmesidir. Veya
annesinin karnında olan insanın annesinden doğarak çeşitli aşamaları
geçirmesidir. Yahut çocukluk dönemini geçip güçlü kuvvetli hale gelmesidir. [17]
15- Sonra
siz, bunun ardından mutlaka ölürsünüz. [18]
16- Sonra da
hiç şüphesiz ki siz kıyamet günü diriltileceksiniz.
Ey İnsanlar, sizleri
apayn bir yaratık haline getirmemizden sonra, dünyada eceliniz dolunca mutlaka
öleceksiniz. Tekrar, sizi yarattığımız toprağa döneceksiniz. Kıyamet kopunca
da topraktan diriltileceksiniz ve herkes yaptığının karşılığını görecektir. [19]
17- Şüphesiz
biz, üzerinizde yedi yol (gök) yarattık. Biz, yarattığımız varlıklardan gafil
değiliz.
Müfessirlerin büyük
çoğunluğu bu âyette zikredilen "Yedi yof'dan maksadın, diğer âyetlerde de
zikredildiği gibi "Yedi gök" olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da
demişlerdir ki: "Göklerin "Yol" olarak ifade edilmesi, orada bulunan
gezegenlerin yörüngelerinin bulunması ve Meleklerin göklerde hareket etmel
erindendir,"
Bazı müfessirler de
burada ifade edilen "Yedi yol"u "Yedi tabaka" olarak izah
etmişlerdir. [20]
18- Biz,
gökten belli ölçüde su indirdik tc onu yeryüzünde durdurduk. Şüphesiz biz, onu
gidermeye de kadiriz.
Biz, gökten belli
miktarda yağmur indirdik. O yağmuru çokça yağdırarak yeryüzünü suya boğmadık.
Sonra o yağmurlun yeryüzünde depoladık. Nehirlerin, pınarların ve kuyuların
kaynağı yaptık. Şüphesiz ki biz, gökten indirdiğimiz bu yağmurları gidermeye de
kadiriz. Bunları giderdiğimiz takdirde sizler ve hayvanlarınız susuzluktan
Ölürsünüz, bitkileriniz bitmez olur: [21]
19- Biz o su
ile sizin için hurmave üzüm bahçeleri yarattık. O bahçelerde sizin için birçok
meyveler vardır. Siz, onlardan yersiniz.
Biz, gökten
indirdiğimiz o su ile, sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana
getirdik. O bahçe ve bağların içinde sizin için daha başka meyveler de vardır.
Sizler, o bahçelerin meyvelerinden yersiniz. [22]
20- Ayrıca o
su ile Tur-i Sina'da yetişen bir ağaç bitirdik ki, meyvesi yağlıdır, yiyenlere
katıktır.
Yine biz, gökten
indirdiğimiz o yağmurlarla, Sina dağında biten zeytin ağacını var ettik. O
zeytin ağacı, kendisinden yağ üretilen zeytin verir. Ve bu yağ, yiyenler için
bir katıktır.
Âyet-i Kerimede geçen
"Tur-i Sina" yani, Sina dağı, Abdullah b.Abbas ve İbn-i Zeyd'e göre,
Hz.Musa'nın üzerine çıkarak Allah Teala ile konuştuğu Sina çölünde bulunan
dağdır. Bu izaha göre zeytinin asıl vatanı bu dağdır. Taberi bu görüşü tercih
etmiştir.
Katade ve Dehhak'tan
rivayet edilen başka bir görüşe göre ise buradaki "Sina" kelimesi
"Güzel olan" anlamına gelmektedir.
Mücahid'den nakledilen
bir görüşe göre de burada zikredilen "Sina" kelimesi "Mübarek
kılınmış" anlamına gelmektedir.
Bu iki izah tarzına
göre âyetin mânâsı şöyle olur: "Biz, gökten indirdiğimiz yağmurla,
mübarek dağlarda biten veya güzel olan dağlarda biten zeytin ağacını var
ettik."
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde zeytinin kıymetine işaret ederek şöyie
buyurmaktadır:
"Zeytin yağım
yeyin ve onu sürünün. Zira o, mübarek bir ağaçtandır. [23]
21- Şüphesiz
sizin için hayvanlarda da ibretler vardır. Size, karınlarından çıkan sütlerden
içiririz. Sizin için onlarda daha birçok menfaatler vardır. Ayrıca onlardan
yersiniz de. [24]
22- Bir de
onların üzerinde ve gemilerin üstünde taşınırsınız.
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, hayvanlarda insanlar için ne gibi menfaatler var ettiğini beyan
ediyor, insanlann bunları düşünerek öğüt almalarını ve rablerine kullak
etmelerini istiyor.
İnsanlar, hayvanın kam
ile işkembesi arasından çıkan sütünü içerler. Onların yavrularından
faydalanırlar. Derilerinden, tüylerinden, yünlerinden ve kıllarından
menfaatlenîrlcr. Etlerinden yerler. Sırtlarına bîneler ve onlara çeşitli
yüklerini taşıtırlar.
Ayrıca insanlar,
denizde yüzen gemilerle de yüklerini taşırlar ve istedikleri yerlere giderler. [25]
23- Yemin
olsun ki biz Nuh'u, kavmine Peygamber olarak göndermiştik de onlara: "Ey
kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin, ondan bıışka hiçbir ilahınız yoktur. Hâlâ
korkmayacak mısınız?" demişti.
Allah Teala:, bundan
önceki âyetlerde, insanlığın var edilişini beyan edip onlara verdiği çeşitli
nimetleri saydıktan sonra bu âyet-i kerimede, insanların, rablerinin emrine
isyan ettikleri ilk dönem olan Hz. Nuh dönemini beyan ediyor ve buyuruyor ki:
"Şüphesiz ki biz Nuh'u, kavmine Peygamber olarak göndermiştik. Tâ ki
onları hakka davet etsin, bizden başka, taptıkln şeylerden uzaklaştırsm.
Nuh, kavmine şöyle
demişti: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin için Allah'tan başka
tapılmaya layık olan hiçbir ilah yoktur. O hakle hâlâ Allah'ı bırakıp ta başka
şeylere tapınmaktan kaçınmayacak mısınız? Bunu yaparken, Allah'ın sizi
cezalandırmasından korkmuyur musunuz? [26]
24- Bunun üzerine, kavminin ileri gelen kâfirleri
şöyle dediler: "Bu, sizin gibi beşer'den başka bir şey değildir.
Üzerinizde üstünlük sağlamak istiyor. Eğer Allah, Peygamber göndermek
isteseydi, mutlaka Melekleri gönderirdi. Biz, geçmiş atalarımızdan böyle bir
şey işitmedik. [27]
25- O, ancak kendisinde delilik bulunan bir
adamdır. Hele onu bir süreye kadar gözetleyin bakalım."
Nuh'un, kavmini hakka
davet etmesi üzerine, onların, insafa gelip, tevhid inancına yönelmeleri
gerekirken inkârlarında inatçılık etmişler ve kendilerini savunarak şu
gerçekleri ileri sürmüşlerdir. "Nuh size üstünlük sağlamak istiyor.
Halbuki aslında onun hiçbir üstünlüğü yoktur. Çünkü o da sizin gibi bir insandır
E«er Allah, Peygamber göndermek isteseydi, onun gibi bir insan değil, Meleklerden
bir Peygamber gönderirdi. Ayrıca bizler, bir insanın, Peygamber olarak
gönderildiğini atalarımızdan da duymadık. O hakle Nuh, deliden başka bir şey
değildir. Onun sonu kötüdür. Bekleyin bakalım ne olacaktır. [28]
26- Nuh:
"Rabbim, beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et." dedi.
Kavmini dokuz yüz elli
sene dine davet eden Nuh, iman etmelerinden ümidini kesince, rabbine sığındı ve
ona şöyle dua etti: "Ey rabbim, bunların beni yalanlamalarına karşılık
sen bana yardım et."
Diğer bir âyette de
Nuh aleyhisselamın duası şöyle beyan: edilmektedir; "Nuh da rabbine:
"Mağlup oldum bana yardım et." diye dua etmişti. [29]
27- Biz de
Nuh'a şöyle vahyettik: "Gemiyi murakabamız altında ve vahyettiğimiz gibi
yap. Nihayet emrimiz gelip tandır kaynayınca, her cinsten ikişer çifti ve daha
önce helak olacakları bildirilenler hariç, aileni alıp gemiye koy. Zulmedenler
hakkında bana niyazda bulunma. Çünkü onlar boğulacaklardır.
Nuh, kendini
yalanlayan kavmine karşı bizden yardım isteyince biz ona şöyle vahyettik:
"Sen, denetimimiz altında ve sana öğrettiğimiz şeklide gemiyi yap. sana,
kavmine helak etme emrimiz gelip tandırdan su fışkırttığı zaman da, her türlü
hayvandan bir çifti, bir de daha önce, helak edilecekleri hakkında hüküm
verilenler dışında aileni o gemiye bindir. Zalimler hakkında benden birşey
isteme. Zira onlar, mutlaka boğulacaklardır." [30]
28- Sen ve beraberindekiler
gemiye yerleşince: "Bizi, zalim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun"
de. [31]
29- Rabbim, beni hayırlı bir yere kondur. Sen,
konukîayanların en hayırlısısın."
Ey Nuh, sen ve
beraberinde gemiye aldığın varlıklar, geminin içinde tam olarak yerleştiğiniz
zaman, seni, zalim olan kavminden kurtaran rabbine hamd et, onu, layık olduğu
sıfatlarla öv. Gemi karaya oturup ondan çıkacağın zaman da; "Rabbim, sen
beni hayırlı bir yere indir. Sen, indirenlerin en hayırhsısın." diye dua
el. [32]
30- Şüphesiz
ki bunda nice ibretler vardır. Doğrusu biz, insanları imtihan ederiz.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki, Nuh'u yalanlayan kavmini suda boğup., Nuh'u ve ona iman edenleri
kurtarmamızda, senin kavmin için büyük ibretler vardır. Seni yalanlamaları
halinde onlarında akıbetleri perişan olacaktır. Şüphesiz ki biz, Peygamberler
göndererek ve geçmişteki yaptıklarımızı zikrederek insanları imtihan ederiz.
Onların ne yaptıklarını ortaya koyarız, ve ona göre yaptıklarının karşılığını
veririz. [33]
31- Sonra
onların ardından başka bir nesil yetiştirdik. [34]
32- Onlara
da kendilerinden bir Peygamber gönderdik. O da kavmine: "Allah'a ibadet
edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. Hâlâ korkmayacak mısınız?"
dedi,
Allah Teala bu
âyetlerde, Hz. Nuh'dan sonra gelen kavme de, kendilerinden bir Peygamber
gönderdiğini ve o Peygamberin de kavmini, Allah'a kulluk etmeye davet
ettiğini, ondan korkmaya çağırdığını zikretmektedir.
Taberi, burada açıkçe
ismi zikredilmeyen Peygamberin, Salih aîeyhisse-lam, kavmin de Semud kavmi
olduğunu söylemektedir. Bu kavmin, Âd kavmi, Peygaberin de Hud aleyhisselam
olduğunu söyleyenler de vardır. [35]
33- Kavminin, inkâr eden, âhirete kavuşmayı
yalanlayan ve dünya hayatında refah içinde yaşattığımız ileri gelenleri şöyle
dediler: "Bu, sizin gibi bir beşerden başka birşey değildir.
Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer. [36]
34- Yemin
olsun ki, eğer sizin gibi bir beşere itat ederseniz, o takdirde siz muhakkak
ki hüsrana uğrayanlardan olursunuz. [37]
35- Siz ölüp
toprak ve kemik olduğunuz zaman tekrar dirilip çıkarılacağınızı mı vaad
ediyor? [38]
36- Heyhat,
o vaadolunduğnuz şey ne kadar uzak! [39]
37- Dünya hayatından aşka hayatımız yoktur.
Ölürüz, yaşarız. Biz, diriltilecek değiliz. [40]
38- O Allah'a karşı yalan uyduran bir adamdan
başka bir şey değildir. Biz, ona inananlar değiliz."
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, Nuh aleyhisselamdan sonra gönderilen Peygamberin kavminin de,
zenginlikleriyle sımanın, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden, yaşamayı sadece
dünya hayatından ibaret sanan ve bunların aksini söyleyen Peygamberlerini
yalanlayan, hafife alan bir kavim olduğunu beyan ediyor. [41]
39- O
Peygamber: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."
dedi.
Nuh aleyhisselamdan
sonra Salih ve Hud Peygamber de kavminin inkarcılıkta ısrar ettiklerini görünce
onların düzelmelerinden ümidi kesmiş ve rabbine yönelerek kendisine yardım
etmesini dilemiştir. [42]
40- Allah
da: "Onlar az sonra mutlaka pişman olacaklar." dedi. [43]
41- Derken,
hak ettikleri çığlık onları kıskıvrak yakalayıvcrdi. Böylece biz onları çerçöp
haline getirdik. U/ak olsun Allah'ın rahmetinden o zalim kavim!
Peygamberin duası
üzerine Allah Teala ona şöyle dedi: "Pek yakında o inkarcılar pişman
olacaklardır. Kendilerine indireceğimiz azapla helak olup gideceklerdir."
Bunun üzerine o kavmi,
hak ettikleri bir çığlık ve şiddetle esen bir rüzgâr yakalayıverdi ve onları,
sel üzerinde sürüklenen çerçöp haline getirdi. Zira zalim olan bir kavim,
Allah'ın merhametinden uzaklaşmayı hak etmiştir. Allah da onlara merhamet
etmemiştir. [44]
42- Sonra
onların ardından başka nesiller yetiştirdik.
Ad veya Semud
kavminden sonra da Lut ve Şuayb aleyhisselamlann kavimleri gibi kavimler
gönderilmiştir. Bunlar da kendilerinden önceki ümmetler gibi şimarıp
inkârlarında ısrar etmişler ve onlar gibi çeşitli azaplarla helak
edilmişlerdir. [45]
43- Hiçbir
ümmet ecelini ne öne alabilir ne üc geciktirebilir.
Hiçbir ümmet, helak
edileceği vakitten evvel helak olmaz ve helak edileceği vakitten geri de
bırakılmaz. Herkes, kendisi için tayin edilen vakitte yok olur. Bu itibarla
derhal cezalandırılmayan kâfir ve müşrikler hiç cezalandırılmayacaklarım
sanmasınlar. Onların da bir zamanları vardır. O zaman gelince cezalandırılacaklardır.
Bu âyet-i kerime,
Resulullah'a iman etmeyen müşrikleri tehdit etmektedir: [46]
44- Daha
sonra Peygamberlerimizi peşpeşe gönderdik. Hangi ümmete Peygamber geldiyse,
onu yalanladılar. Biz de onları arka arkaya helak ettik. Onları birer kıssa
yaptık. Uzak olsun Allah'ın rahmetinden o iman etmeyen kavim!
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, çeşitli ümmetlere ard arda Peygamberler gönderdiğini, o ümmetlerin
de Peygamberlerini yalanladıklarını ve onlara iman etmediklerini, bu sebeple
Allah Teala'nın da onları helak ettiğini ve kendilerinden sonra gelen insanlar
için ibret alınacak birer kıssa haline geldiklerini beyan etmektedir.
Bu peygamberler ve
ümmetleri, Hud suresinde, A'raf suresinde ve-diğer surelerde daha teferruatlı
bir şekilde zikredilmişlerdir. [47]
45-46- Daha
sonra da Musa'yı ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkânına mucizelerimizle ve apaçık
bir kuvvetle gönderdik. Fakat onlar kibirlendiler. Zaten kendileri büyüklük
taslayan bir kavimdi.
Biz, bu
Peygamberlerden sonra da Musa'yı ve kardeşi Harun'u, Firavun'a ve ileri gelen
adamlarına delillerimizle ve âsâ vb. apaçık bir kuvvetle gönderdik. Fakat
Firavun ve kendisine tâbi olan adamları, bu deliller karşısında böbürlendiler,
Musa ve Harun'un Peygamberliklerine iman etmeyi gururlarına yediremedi-ler.
Zira onlar, büyüklük taslayan bir kavimdi. Zayıflara zulmederek onları ezerlerdi. [48]
47-"Kavimleri
bize kulluk edip dururken, şimdi biz kalkıp, bizim gibi iki beşere mi iman
cdccckmişiz?" dediler. [49]
48- Onlar,
Musa ve Harun'u yalanladılar. Böylece helak edilenlerden oldular.
Firavun ve adamları:
"Biz, kendimiz gibi bir beşer olan Musa ve Harun'un Peygamber olduklarına
iman mı edeceğiz? Halbuki onların kavimleri olan İsrailoğullan bizekulluk
ediyorlar. Böylece Firavun ve taraftarları. Musa ve Harun'u yalanladılar ve
sonunda suda boğularak dünyada helak oldular. [50]
49- Şüphesiz
biz Musa'ya, kavmi hidayete ersin diye Tevrat'ı verdik. Şüphesiz biz Musa'ya,
kavmi hidayete ersin diye Tevrat'ı verdik. [51]
50- Biz,
Mcryemoğlu İsa'yı ve annesini bir mucize yaptık. Her ikisini de oturmaya
elverişli, akarsulu, yüksekçe bir yerde barındırdık.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Hz. İsa ve annesinin kıssasına kısaca işaret etmekte, bunların her
ikisinin de birer mucize olduklarını beyan etmektedir. Zira Hz.İsa, babasız
olarak dünyaya getirilmiş ve Allanın yüce kudretini gösteren bir delil
olmuştur.
Aynca âyette, Hz. İsa
ve annesi Meryem'in akar suyu bulunan yüksek bir tepede barındırıldıkları beyan
edilmektedir,
Âyet-i kerimede
zikredilen ve Hz. İsa ile annesi Meryem'in üzerinde bulundukları ifade edilen
yüksek tepenin neresi olduğu açıkça zikredilmemiştir. Ebu Hureyre (r.a.)den bu
tepenin, Filistin'deki "Remle" şehri olduğu rivayet edilmiştir. Said
b.el-Müseyyeb'den ise bu tepenin, Kudüs olduğu rivayet edilmektedir. İbn-i
Kesir bu görüşü tercih etmiştir. [52]
51- Ey
Peygamberler, temiz ve helal rızıklardan yeyin, Salih ameller işleyin. Şüphesiz
ki ben, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilirim.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Peygamberlerine, temiz ve helal nzık-1 ardan yemelerini ve salih
ameller işlemelerini emretmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu âyet-i kerimeyi izah eden bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar,
şüphesiz ki Allah, temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder. Allah,
Peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretmiştir ve şöyle buyurmuştur:
"Ey Peygamberler, temiz ve helal nzıklardan yeyin. Salih ameller işleyin.
Şüphesiz ki ben, sizin yaptıklarınızı çok iyi bilirim." Ve yine
buyunmıştur ki: "Ey iman edenler, size verdiğimiz rıziklarm temiz
olanlarından yeyin. [53] Sonra Resulullah, uzunca
yolculuk yapan, saçı başı birbirine karışan, kendisini toz bürüyen bir adamdan
bahsetti. Bu adam, ellerini göğe kaldırır: "Ey rabbim, ey rabbim."
diye ona yalvarır. Halbuki onun yediği de haramdır içtiği de haram, giydiği de
haramdır ve haramla beslenmiştir. Artık onun duası nasıl kabul edile-cektir? [54]
52- İşte
sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de rabbinîzim. O halde benden korkun.
Bazı müfessirler bu
âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmişlerdir: "İşte sizin dininiz budur.
Tek bir dindir. Ben de sizin rabbinizim. O halde yalnızca benden korkun." [55]
53- Onlar,
dinlerini aralarında parça parça edip çeşitli kitaplara ayırdılar. Her fırka
kendi diniyle övünüp sevinir oldu.
Kendilerine Peygamber
gönderilen ümmetler, tek bir tün üzerine devam etmeleri yerine, dinlerini
çeşitli kitaplar şeklinde ayırdılar. Her fırka, elinde bulunan kitabı kabul
edip diğer fırkaya ait kitabı reddeder oldu. Her fırka kendi dinini beğenip
sevinir oldu.
Bu âyet-i kerime, hak
dinin tek olmasına rağmen, insanların, bunu parçalayıp birbirleriyle çelişen
dinler icad ettiklerini ve herkesin kendi dininden memnun olup diğerinin dinini
reddettiğini, böylece insanların da çeşitli fırkalara ayrıldığını beyan ediyor. [56]
54- Onları
belli bir süreye kadar, gaflet sarhoşluğu ile başbaşa bırak.
Ey Muhammed, dinlerini
bölük pörçük edip, Yahudi, Hıristiyan, Sâbiî gibi çeşitli guruplara ayrılan bu
insanları, rabbinin azabı gelinceye kadar, sarhoşlukları ve sapıkhklanyla
başbaşa bırak. [57]
55-56-
Onlar, kendilerine mal ve oğullar lütfederken iyiliklerine koştuğumuzu mu
zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller,
O, dinlerini bölük
pörçük edip fırkalara ayrılanlar, kendilerine geçici dünya hayatında verdiğimiz
mal ve çocuklardan dolayı kendilerine İyilik yaptığımızı ve bunu, iyi bir din
üzerinde bulunduklarından dolayı mı yaptığımızı zannediyorlar? Bilakis onlar
anlamıyorlar. Kendilerine verdiğimiz bu şeyler, onlar için bir oyalamadır.
Allah Teala bu
âyetlerde, İslâm dinine iman etmeyenlerin, kendilerine verilen nimetlerle
şımarmamalannı, Allah'ın kendilerine lütuftu bulunmasının onların buna layık
olmalarından değil, geçici dünya hayatında kendilerine bir fırsat verilmesi
oiduğunu beyan etmektedir. [58]
57-
Rablerinin korkusundan titreyenler, [59]
58- Rablerinin
âyetlerine iman edenler, [60]
59- Rablerine
ortak koşmayanlar, [61]
60- Başkalarına verdikleri şeyi, Rablcrinin
huzuruna çıkacaklarından kalblcri ürpererek verenler, [62]
61- İşte
onlar, hayırlı işlerde yarış ederler. Bu yolda önde giderler. * Hz. Aişe
(r.anh) diyor ki:
"Ben, Resulullah
(s.a.v.)den "Başkalarının verdikleri şeyi, rablerinin huzuruna
çıkacaklarından kalbleri ürpererek verenler." âyetinin mânâsını sordum ve
dedim ki: "Bunlar, içki içenler ve hırsızlık yapanlar mı?"
Resulullah: "Hayır Sıddîk'ın kızı, (Bunlar değil) bunlar, oruç tutan,
namaz kılan, sadaka veren insanlardır. Bunlar, yaptıklan amellerin kabul
olunmayacağından korkarlar, işte hayırda yanş yapanlar bunlardır."
buyurdu. [63]
62- Biz,
herkesi ancak gücünün yettiği ile mükellef kılarız. Nczdimiz-dc hakkı konuşan
bir kitap vardır. Onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
Biz, dünyada hiçbir
kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle mükellef kılmayız. Herkese gücünün yettiği
şeyleri emrederiz. Allah'ı birlemek, onun gönderdiği şeriatla amel etmek ve
Peygamberine itaat etmek, kulun gücünün yetmediği şeyler değildir. Bu itibarla
herkes yaptığından sorumludur. Ve yaptığından hesaba çekilecektir. Hiç kimse
yaptığını inkâr edemez. Zira bizim katımızda gerçekleri konuşan herkesin bir
amel defteri vardır. Kimseye yapmadığı şeyleri is-nad edilerek veya yaptıkları
eksiltilerek zulmedilmez. [64]
63- Ama
kâfirlerin kalblcri bundan gafildir. Onların, bunun dışında yapmakta oldukları
başka kotu işler de vardır.
Durum, kâfirlerin
düşündüğü gibi değildir. Biz onlara mal ve oğullar verirken, onlara iyilik
yapmak için vermedik. Fakat onların kaleleri bu Kur'ana karşı perdelidir.
Onlar, bu Kur'an'dan gafildirler. Kafirlerin, Allah'ın razı olmadığı amelleri
vardır. Onlar bütün bu amelleri işler dururlar. Veya kâfilerin, şimdiye kadar
yaptıkları amelleri dışında amelleri vardır. Onlar, bu amelleri de mutlaka
yapacaklardır. [65]
64- Sonunda,
zenginlerini azapla yakaladığımız zaman da hemen fer-yad ederler. [66]
65- Onlara
şöyle deriz; "Bugün feryad etmeyin. Zira siz, bizim tarafımızdan hiç
yardım görmeyeceksiniz, [67]
66- Size
âyetlerimiz okunurken arkanıza dönüyordunuz.
Kâfirlerin şımarık
zenginlerini ani olarak bir azabla yakaladığımız zaman onlar hemen bağırıp
çağırır, sızlanır feryad ederler. Yardımlarına koşulmasını isterler. O zaman
onlara şöyle denir: "Bugün feryad edip yardım istemeyin. Sizlere hak ettiğiniz
ceza verilmiştir. Artık sizler bizim tarafımızdan hiçbir yardım
görmeyeceksiniz. Sizlerin bu hususta hiçbir mazeretiniz de yoktur. Zira daha
önce âyetlerimiz size okunuyordu. Sizler ise onları yalanlıyor ve ökçeleriniz
üzerine dönüp gidiyordunuz. Kabe'nin
çevresinde yaşamakla böbüleniyordunuz. [68]
67-
Yaptıklarınızla böbürleniyor, geceleri toplantılarınızda Kur'an hakkında
hezeyanlarda bulunuyordunuz."
Bu âyet-i kerime
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri, mealde zikredilen
şekildir.
Diğer bir izah
şeklinde ise âyete şu mânâ verilmiştir. "Allah'ın mukaddes kıldığı harem
bölgesinde yaşamakla böbürleniyorsunuz "Biz Haremin sakinleriyiz bize
hiçbir şey dokunmaz." diyorsunuz. Geceleri çeşitli şekillerde Kabe'nin
etrafında eğleniyorsunuz ve Kur'an, Resullullah ye Kabe hakkında hezeyanlarda
bulunuyorsunuz." [69]
68- Onlar,
hak kelamı Kur'anı düşünmezler mi? Yoksa kendilerine, ünceki atalarına gelmeyenşey
mi geldi? [70]
69- Yoksa Peygamberlerini tanımadılar da onun
için mi onu inkâr ediyorlar? [71]
70- Yoksa
'Onda delilik var1 mı diyorlar? Hayır, o onlara hakkı getirmiştir. Fakat
onların çoğu haktan hoşlanmazlar.
Bu müşrikler, hiç
Allah'ın indirdiği kelamını düşünüp ondun ibret almadılar mı? Allah'ın, o
Kur'an'da zikrettiği delillerini görmediler mi? Yoksa onlara gelen Peygamber,
kendilerinden önce geçmiş atalarına gelmemiş midir ki Peygambere karşı
çıkıyor, onu reddediyorlar? Yoksa bu inkarcılar, Muhammed'in kendilerine
gönderilmiş bir Peygamber olduğunu idrak edemediler mi? Onun, güvenilen ve doğru
söyleyen bir kimse olduğunu bilmiyorlar mı? Ki onu reddediyorlar? Yoksa onlar
"Muhammed'de delilik var"mi diyorlar? Onun, mânâsız şeyler
konuştuğunu mu iddia ediyorlar?
Hayır, o böyle
değildir. Muhammed onlara gerçeği getirmiştir. Gerçeği söyleyen deli olur mu?
Fakat ne var ki bu kâfirlerin çoğu, hakkı çirkin görürler. Yoksa bunlar,
Muhammed'i de çok iyi tanıyorlar. Deli olmadığını da çok iyi biliyorlar. [72]
71- Eğer hak
onların heva ve heveslerine uysaydı, muhakkak gökler, yer ve onlarda bulunanlar
fesada uğrardı. Hayır, biz onlara mcdar-ı iftiharları olan Kur'anı verdik.
Fakat onlar, kendileri için bir iftihar vesilesi olan bu Kur'an'dan yüz
çeviriyorlar.
Şayet hak, müşriklerin
heva ve heveslerine uyacak olsa Allah, varlıkları onlann arzuladıkları gibi
sevk ve idare edecek olsa, elbette ki gökler, yer ve orada bulunanlar fesada
uğrardı ve bozulup giderdi. Zira müşrikler, neyin uygun olduğunu neyin uygun
olmadığını takdir edemezler. Böylece herşey karmakarışık olurdu. Bilakis biz
onlara, kendileri için bir şeref olan Kur'anı verdik. Zira Kur'an, onlann
içinden bir insana verilmiştir. Onlar, bununla iftihar etmelidirler. Halbuki
onlar, kendileri için şeref olan bu Kur'an'dan yüz çeviriyorlar.
Bu âyet-i kerimenin
son bölümü şöyle de izah edilmektedir: "Bilakis biz onlara, hakkı
açıklayan ve onlar için bir zikir olan Kur'an'ı verdik. Fakat onlar bundan yüz
çeviriyorlar. Ona uyarak emirlerini tutup yasaklarından kaçınmıyorlar. [73]
72- Ey Muhammed, sanki şen onlardan bir ücret mi
istiyorsun? Ra-binin ücreti daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en
hayırhsıdır. [74]
73- Şüphesiz
ki sen, onları, dosdoğru bir yola davet ediyorsun. [75]
74- Ama
âhirete iman etmeyenler, o dosdoğru yoldan saparlar.
Ey Muhammed, sen,
kavminden, İslâm'ı tebliğ etme karşılığında bir ücret mi istiyorsun ki onlar,
davetini kabul etmekten kaçınıyorlar? Sen onlardan ücret istemiyorsun. Zira
rabbinin sana vereceği sevap, dünyanın gelip geçici malından daha hayırlıdır.
Rabbin, rızık verenlerin en hayırhsıdır. Senin davetinin karşılığını en
hayırlı şekilde verecektir.
Ey Muhammed, şüphesiz
ki sen, kavminin müşriklerini, dosdoğru bir yol olan İslâm'a çağırıyorsun.
Ancak öldükten sonra dirilmeye ve âhirette hesaba çekileceklerine iman
etmeyenler, senin davet ettiğin, dosdoğru yol olan İslâm'dan yüz çevirirler.
Onu bırakıp başka yollara giderler. [76]
75- Biz
onlara merhamet edip başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, onlar yine de
azgınlıkları içinde bocalar dururlar.
Şayet biz, âhirete
iman etmeyen bu kâfirlere merhamet edip, başlarına gelen açlık ve kıtlık gibi
sıkıntıları giderecek olsak yine de onlar, azgınlıklarında ve rablerine karşı
isyanda bocalayıp dururlar. Yaptıklarından vazgeçip hakka yönelmezler, [77]
76- Doğrusu
biz onları azapla yakalamıştık da, onlar yine de rablcri-ne boyun eğmemişlerdi.
Zaten onlar, Allah'a yalvarinazlar.
Şüphesiz ki biz,
müşrikleri sıkıntılara sokarak, onlara kıtlık vererek, ileri gelenlerini
Öldürterek azapla yakalamıştık. Fakat onlar yine de rablerine boyun eğmediler.
Onlar, boyun eğecek adamlar da değillerdir.
Bu âyet-i kerimenin,
ResuluUah'ın, Kureyşlilerin kıtlığa düşmeleri için beddua etmesi, onların da
kıtlığa düşmeleri fakat buna rağmen inkârda ısrar etmeleri üzerine nâzi
lolduğu zikredilmektedir.
Abdullah b.Mesud diyor
ki:
"Şüphesiz ki
Allah, Muhammed (s.a.v.)i Peygamber olarak gönderdi ve ona buyurdu ki: "Ey
Muhammed, sen onlara şöyle de: "Ben, sizden herhangi bir ücret
istemiyorum. Ben, Özenerek, kendiliğinden bir şey yapan kimselerden değimli. [78]
Resulullah, buna
rağmen Kureyşl ilerin kendisine karşı çıktıklarını görünce şöyle dua etti:
"Ey Allahım, sen onlara karşı bana, Yusufun yedi kıtlık yılı gibi yedi
yılla yardım et." Bunun üzerine onları kıtlık yıllan yakaladı.
Herşeyle-rini alıp götürdü. Öyle ki kemikleri ve derileri yemeye başladılar.
Yeryüzünden göğe doğru duman gibi şeyler yükseliyordu.
Bunun üzerine
(Müşriklerin lideri) Ebu Süfyan Resulullah'a geldi ve şöyle dedi: "Ey
Muhammed, kavmin helak oldu. Allah'a dua et de onların felaketlerini
gidersin." Bunun üzerine Resulullah dua etti ve şöyle buyurdu:
"Tekrar bu duruma dönecek misiniz? (Tekrar inkâra dönecek misiniz?)
Diğer bir rivayette
şöyle buyuruluyor: "Müşrikler tekrar eski hallerine döndüler. Allah da
onlardan, Bedir savaşında intikam akh. [79]
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Ebu Süfyan Resulullah'a geldi ve ona "Allah hakkı için,
akrabalık bağı için. Biz, dağ kedilerini ve kan'lan yiyor olduk." dedi.
Bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. [80]
77- Nihayet
üzerlerine şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman da, hemen ümitsizliğe düşüp
donakalırlar.
Âyette zikredilen
"Şiddetli azap kapısf'ndan maksat, Abdullah b.Ab-bas'a göre, müşriklerin,
Bedir savaşında uğradıkları felakettir. Mücahide göre ise Mekkeli müşriklerin
geçirdikleri kıtlık yıllarıdır. Taberi, hadislere dayanarak bu görüşü tercih
etmiştir. [81]
78- Sizin
için kulaklar, gözler ve gönüller yaratan O'dur. Ne de az şükrediyorsunuz.
Ey öldükten sonra
dirilmeyi inkâr eden kâfirler, sizin işiten kulaklarınızı, gören gözlerinizi ve
idrak eden kalblerinizi yaratan Allah'tır. Bütün bunları yaratanın, öldükten
sonra sizi diriltmesi nasıl imkânsız olur? Siz, bunlara karşı ne de az
şükrediyorsunuz? [82]
79- Sizi, yeryüzünde yaratıp yayan O'dur. Siz,
ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız. [83]
80- Hayat veren de öldüren de O'dur. Gece ve
gündüzün değişmesi, O'nun cmriyİcdir. Hiç düşünmez misiniz?
Ey insanlar,
yeryüzünde sizi yaratan Allah'tır. Sizler kabirlerinizden diri-lip
çıkarıldıktan sonra hesap vermek için onun huzurunda toplanacaksınız. Yarattıklarına
can veren ve vadeleri geldiğinde onları öldüren de ancak Allah'tır. Geceyi ve
gündüzü değiştiren de O'dur, O halde ey insanlar, hiç düşünmez rnisi-nizki
varlıkları yoktan yaratan Allah, onları diriltmeye elbette ki kadirdir. [84]
81- Hayır,
onlar öncekilerin dediklerini deyip durdular. [85]
82- Şöyle dediler: "Ölüp toprak ve kemik
olduğumuz zaman mı, biz mi o zaman tekrar diriltilecek misiz? [86]
83- Şüphesiz
biz de, daha önce atalarımızın tehdit edildiği şeyle tehdit edildik. Bu, öncekilerin
efsanelerinden başka bir şey değildir.
Allah'a ortak
koşanlar, Allah'ın, kendilerine vermiş olduğu çeşitli nimetleri dünüşüp
onlardan öğüt almaları yerine, Peygamberleri yalanlayan geçmiş İlan sibi
konuşup durdular. "Bizler ölüp toprak ve kemik olduktan sonra mı? Bizler
mi aynen tekrar diriltileceğiz? Doğrusu sen bizleri, önceki atalarımızın,
kendilerine gönderildiklerini söyleyen Peygamberlerin tehditleriyle tehd.t ediyorsun
Bu tehditler eskilerden kalma masallardan başka birşey değıl.hr. dediler.
Allah Teala bu
âyetlerde, kâfirlerin, inkârlarında nasıl inat ettiklerini, kendilerinden önce
helak olan ümmetlerden ibret alma yerine onlan kendi bâtıl dâvalarına delil
yapmaya çalıştıklarını beyan ediyor. [87]
84- Ey
Muhammcd, de ki: "Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım, yer yüzü ve
oradakiler kimindir? [88]
85-
"Allah'ındır" diyecekler. "Öyleyse hiç ondan korkmaz mısınız de.
Ey Muhammed, kavminin,
âhireti yalanlayanlarına de ki: "Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım.
Yeryüzünün ve orada bulunanların sahibi kimdir? Onlar şöyle diyeceklerdir:
"Yeryüzü ve orada bulunanların mülkiyeti AlUıh'a"aittir." De ki:
"O halde hiç düşünmez misiniz? Bunlan hiç yoktan yaratanın, onları öldükten
sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu anlayamaz mısınız? [89]
86-
"Yedi göğün rabbi ve yüce arşın rabbi kimdir?" de. [90]
87- "Allah'tır" diyecekler.
"Öyleyse hiç ondan korkmaz mısınız?" de.
Ey Muhammed, yine
onlara de ki: "Yedi göğün rabbi ve onları kuşatan yüce arşın rabbi
kimdir?" de. Onlar sana: "Bütün bunların rabbi Allah'tır." diyeceklerdir.
Onlara de ki: "O halde sizler onu inkâr etmenizden, gönderdiği şeyleri ve
Peygamberini yalanlamanızdan dolayı sizi cezalandırmasından korkmaz mısınız? [91]
88-
"Her şey îçin hakimiyet ve mülkiyetini elinde tutan, dilediğini koruyan
fakat kendisinden hiçbir şey korunmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin."
de. [92]
89-
"Allah'tır" diyeceklerdir. "O aide nasıl aldanıyorsunuz?"
de.
Ey Muhammed, de ki:
"Herşeyin hazinesi ve mülkiyeti kimin elindedir? Kendisine kötülük
yapılmak isteneni koruyan ve kendisinin cezalandırmak istediğini de kimse
koruyamayan yüce kudret sahibi kimdir? Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım?
Onlar: "Her şeyin mülkiyeti elinde olan ve herşeye gücü yeten
Allah'tır." diyeceklerdir. Onlara de ki: "Hangi yönden Allah'ın
âyetlerinden yüz çeviriyor ve onun gönderdiği haberleri inkâr ediyor ve
Peygamberlerine karşı çıkıyorsunuz? Böylece âdeta sinirlenmiş gibi oluyorsunuz
da yalanı doğru gibi görüyorsunuz. [93]
90- Doğrusu
biz onlara hakkı getirdik. Fakat onlar yalancıdırlar.
Âyet-i kerimede,
getirildiği beyan edilen "Hak"tan maksat, Allah Tea-la'nm, Hz.
Muhammed (s.a.v.) ile gönderdiği İslâm dini ve onun nişanesi olan "Laüahe
İllallah"tır. Fakat müşrikler "Lailahe İllallah"i bırakıp, Allah
ile beraber başka ilahlar olduğunu iddia etmelerinde ve Allah'ın çocuk
edindiğini söylemelerinde yalancıdırlar. Allah'a karşı iftira etmektedirler. [94]
91- Allah,
çocuk edinmemiştir. Onunla birlikte başka bir ilah ta yoktur. Eğer öyle
olsaydı, her ilah kendi yarattığına hükmedip onu istediği yöne götürürdü.
Ayrıca onların bir kısmı diğerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah, müşriklerin
taktıkları sıfatlardan münezzehtir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede uluhiyet sıfatına ters düşen ve Allah'a ortak koşanlar tarafında ileri
sürülen iftiraları reddediyor, Allah'ın çocuk edinmediğini, böyle birşeyin
Allah'a yakışmayacağını, Allah ile beraber başka ilahlar bulunmadığını, aksi
takdirde her ilahın kendi yarattığı ile başbaşa kalması gerektiğini ve
ilahların birbiriyle çatışarak birbirlerine galip gelmeye çalışacaklarını
beyan ediyor ve Allah'ın bu tür sıfatlardan uzak
olduğunu belirtiyor. [95]
92- O, gaybı
da bilir, hazin da. Onların koştukları ortaklardan yücedir.
Allah, yaratıkların
bilip göremedikleri gayba ait olan şeyleri de bilendir, gözle görülebilecek şeyleri
de bilendir. Ve Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir. Ve
yüceler yücesidir.
Müşrikler,
söyledikleri sözlerin nereye vardığını bilememektedirler. Gaybı bilen Allah,
onların söylediklerinin bâtıl olduğunu ortaya koymaktadır. O halde müşriklerin
söylediklerini bırakın ve Allah'ın buyurduklarına yönelin. [96]
93- Ey Muhammcd, de ki: "Rabbim, eğer onlara
vaadolunan azabı bana mutlaka göstcrecckscn, [97]
94- Beni o
zalim kavmin arasında bulundurma rabbim."
Ey Muhammed, de ki:
"Rabbim, eğer sen şu müşriklere vaadettiğin azabı bana da gösterecek
olursan, beni de onları helak ettiğin azapla helak etme. Sen beni, o zalim
müşriklerin elinde bırakma. Kendilerinden razı olduğun dostlarının içine kat. [98]
95- Biz,
onlara vaadettiğimizi sana göstermeye elbette kadiriz.
Ey Muhammed, o
müşriklere vaadettiğimiz âcil azabı sana da göstermeye elbette kadiriz. Fakat
biz bu azabı, tayin ettiğimiz vakit gelinceye kadar erteliyoruz. O halde sen,
vaadedilen şeylerde, onların seni yalanlamalarından dolayı üzülme. [99]
96- Sen
kötülüğü en güzel şekilde önle. Biz, onların ne tür sıfatlar uydurduklarını
çok iyi biliriz.
Ey Muhammed, bu
müşriklerin sana yaptıkları kötülükleri en güzel şeklide önle. Biz onların,
Allah hakkında ne gibi şeyler uydurduklarını ve sana nasıl dil uzattıklarını
çok iyi biliriz. Biz onları, yaptıklarından dolayı cezalandıracağız.
Âyet-i kerimede
zikredilen "Kötülük"ten maksat, müşriklerin Resulul-lah'a yaptıkları
çeşitli eziyetler, onu yalanlanılan ve ona çeşitli adlar takmalarıdır. Müşriklerin
yaptıkları bu kötülükleri "En güzel şeklide Önlemek"ten maksat ise,
Mücahide göre, müşriklerin Resulullah'a yaptıklarına onun aldırış etmemesidir.
Mücahid'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise Resulullah'm onlara selam vermesidir. Hasan-ı Basrî'ye
göre ise, öfkesini yenmesidir. [100]
97- Ey
Muhammed, de ki: "Rabbim, şeytanların vesvesesinden sana sığınırım." [101]
98- Rabbim,
yanımda bulunmalarından da sana sığınırım."
Ey Muhammed, de ki:
"Rabbim, Şeytan1 in düıiüklemelerindcn sana sığınırım. Şeytan'ın,
işlerime karışmasından da sana sığınırım."
Allah Teala bu
âyetlerde, Resulullah'm, Şeytan'ın şerrinden kendisine sığınmasını
emretmektedir. Zira Şeytan'ın şerrinden emin olmak için herhangi bir maddi
tedbir alma imkânı yoktur. Ayrıca şeytanlar, güzel sözle bertaraf edilecek
varlıklar da değillerdir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) dua ederken Şeytanın
şerrinden rabbine sığınırdı ve şöyle dertli:
"Kovulmuş
Seylan'ın dürtüklemesinden, şişirmesinden ve üflemesinden, herşeyi işiten ve
bilen Alah'a sığınırım. [102]Peygamberimizin diğer bir
Hadis-i Şerifinde ise şöyle dua etliği rivayet edilmektedir.
"Ey Allahım,
üzerime bina yıkılmasından sana sığınırım. Yüksek bir yerden düşüp ölmekten
sana sığınırım. Boğulmaktan, yanmaktan ve ihtiyarlıktan sana sığınırım. Ölüm ânında
şeytanın beni çarpmasından sana sığınırım. Semn yolunda mücadele vermekten
kaçarak ölmekten sana sığınının. Isıtılarak ölmekten sana sığınırım. [103]
99-
Müşriklerin birine ölüm geldiği zaman şöyle der: "Rabbİm, beni dünyaya
geri gönderiniz, [104]
100- Ki,
terkettiğim dünyada salih amel işleyeyim. "Hayır, hayır. Bu bir laftır. O
bunu söylemektedir. Onların, dİriltilccckleri güne kadar, geçirecekleri bir
berzah alemi (kabir hayatı) vardır.
Müşriklerin birine
ölüm gelip çattığı zaman, Allah'ın azabına düşeceğini yakinen anlayınca,
geçmişteki yaptıklarına pişman olur ve şöyle der:
"Rabbim, beni
bırakınız da, gemişte yapmamış olduğum salih amelleri işleyeyim." Fakat
onun bu isteği kabul edilmez. Söylediği şeyler boş sözden öteye geçmez. O
ölür, kabir âlemine gider ve dirilinceye kadar orada kalır.
Katade bu âyet-i
kerimeleri izah ederken, şöyle demiştir: "Böyle söyleyen kişi dünyada
ailesine, kabilesine dönmek için veya dünya malını biriktirmek için yahut
şehvanî arzulanın gidennek için dönmek istememektedir. Salih amel işlemek için
istemektedir. Fakat o fırsat ona verilmeyecektir.
Abdurrahman b.Zeyd
diyor ki: "Ölüm halinde olan her zalim bu sözü söyleyecektir." [105]
101- Sur'a
üfürüldüğü zaman, aralarında soy bağı kalmaz ve bibirlc-rinc de birşey
soramazlar.
Sur'a iki defa
üflenecektir. Birinci üflenişinde dünya'hayatı ona erecek ve herşey yok
olacaktır. İkinci üflenişinde ise insanlar ve yükümlü olan diğer varlıklar
dirilip kabirlerinden çıkacaklar ve Allah'ın huzuruna varıp hesap
vereçeklerdir. Bu âyet-i kerimede zikredilen "Üfleme"den maksadın
birinci sur'a mı yoksa ikinci sur'a mı üflenme olduğu hakkında iki görüş
zikredilmiştir.
Said b.Cübeyr, Süddî
ve Abdullah b.Abbas'a göre buradaki sur'a üfle-mekten maksat, sur'a birinci
defa üflenmesidir. Said b.Cübeyr diyor ki: "Bir adam Abdullah b.Abbas'a
geldi ve ona: "Allah Teala'nm, bir âyet-i kerimede "O gün aralarında
soy bağı kalmaz ve birbirlerine de bir şey soramazlar." buyurduğunu,
başka bir âyette ise "Kullar birbirlerine yönelip sorarlar. [106]
buyurduğunu işittim." dedi. (Yani, birinci âyettehiç kimsenin kimseyle
ilgisinin olmayacağı, birbirlerine bir şey soramayacaklan belirtiliyor, ikinci
âyette ise insanların birbirlerine yönelip soru soracakları beyan ediliyor
bundan maksat nedir?) Abdullah b.Abbas ise ona şöyle cevap verdi: "O gün
onlar birbirlerine de birşey soramazlar." ifadesi, sur'a birinci defa
üflendiğinde kimsenin kimseye birşey sormayacağını beyan etmektedir. Zira
yeryüzünde hiçbirşey kalmayacak ki, soy bağı bulunmuş olsun veya insanlar birbirlerine
birşey sorabilsinler.
"Kullar
birbirlerine yönelip sorarlar." ifadesinde ise, cennete girdikten sonra
birbirlerine herhangi bir şey sorabileceklerini beyan eüer.
Abdullah b.Mes'ud'a
göre ise, bu âyetteki "Sur'a üflemek"ten maksat, sura ikinci defa
üflenmesidir. İşte o zaman bütün insanlar birbirlerinden kaçacaklar ve kimse
kimseyi tanımayacaktır. İnsan, en yakın dostundan ve akrabasından kaçacaktır. [107]
102- Kimlerin tartısı ağır gelirse, işte onlar,
kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. [108]
103- Kimlerin
de tartıları hafif gelirse, işte onlar, kendilerini ziyana sokanlardır.
Cehennemde ebediyyen kalacaklardır. [109]
104- Ateş
onların yüzlerini yalar. Onların orada yüzleri kavrulup, dişleri sırıtır kalır.
Kıyamet gününde
kulların amellerini tartan adaletli teraziler kurulacaktır, işte o gün kimin
sevabı günahından ağır galirse onlar kurtuluşa ereceklerdir. Cehennem azabından
kurtulup cennete konacaklardır. Kimin de kötülükleri iyiliklerinden ağır
gelişe işte onlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır. Onlar, cehennemde ebedi
olarak kalacaklardır. Yüzlerini cehennem ateşi yalayacak ve onlar orada,
cehennemin ateşiyle yüzler kavrulmuş olarak bulunacaklar, dişleri de sırıtıp
duracaktır.
Ebu Saîd el-Hudrî,
Resulüllah'ın, bu âyetin son bölümünü şöyle izah ettiğini rivayet etmektedir:
"Ateş,
cehennemlik kimsenin yüzünü pişirir. Böylece üst dudağı kasılır ve başının
ortasına vanr. Alt dudağı ise sarkar ve göbeğine değer." [110]
105- Allah:
"Âyetlerim size okundu da, siz onları yalanladınız değil mi?" der.
"Allah Teala:
"Bizi tekrar dünyaya dündür de salih ameller işleyelim." diyen
kâfirlere şöyle der: "Daha önce sizlere, Kur'an'da gönderdiğim âyetlerim
okunmamış mıydı? Onlarda bu durumlar size haber verilmişti, akat siz o halleri
yalanlıyordunuz." [111]
106- OnJar
şöyle derler: "Ey rabbimiz, bize kötülüğümüz galip geldi. Biz, sapık bîr
kavim olduk. [112]
107-
Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar inkâra dönersek, gerçekten zalimler
oluruz."
Bu âyet-i kerime şu
şekillerde izah edilmiştir: "Rabbimiz, bizim bedbahtlığımız bize galip
geldi de sapık bir kavim olduk."
"Rabbimiz, alın
yazımız bize galip geldi de sapık bi kavim olduk."
İbn-i Cüreyc diyor ki:
"Bize rivayet edildiğine göre, cehennemlikler önce cehennem zebanilerine
seslenerek: "Rabbinize dua edin de azabımızdan bir gün olsun
hafifletsin." derler[113]
Zebaniler, Allah'ın dilediği kadar susarlar ve belli bir zaman sonra onlara
şöyle cevap verirler: "Hadi dua edin." Kâfirlerin duası ise
sapıklıktan başka bir şey değildir. [114]
"Sonra cehennemlikler, cehennemin baş zebanisine seslenirler: Ey Mâlik,
hiç olmazsa rabbin, canımızı alsın." Mâlik ise onlara kırk yıl cevap
vermez. Sonra şöyle der: "Siz bu azapta bekletileceksiniz. [115]Sonra,
cehennemliklerin içinden bedbaht olanlar rablerine seslenirler ve şöyle derler:
"Ey rabbimiz, bize kötülüğümüz galip geldi. Biz, sapık bir kavim
olduk." "Ey rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer tekrar inkâra dönersek
gerçekten zalimler oluruz."
Allah onlara, dünyanın
var olduğu müddet kadar bir zaman cevap vermez. Sonra da onlara şu cevabı
verir; "Kesin sesi. Benimle konuşmayın." [116]
108- Allah
onlara şöyle der: "Kesin sesi, oturun yerinizde. Benimle konuşmayın. [117]
109-110-
Çünkü kullarımdan bir zümre vardı. Onlar: "Rabbimiz, biz iman ettik. Bizi
bağışla, bize merhamet et. Sen merhamet edenlerin en ha-yırlısısın."
derlerdi de siz onları alaya alırdınız. O kadar ki bu davranışınız, beni anmayı
unutturdu. Siz onlara hep gülüyordunuz. [118]
111- Bugün
de ben onları, sabırlarının karşılığı olarak kurtuluşa ermekle
mükâfatlandırdım."
Cehennemden çıkmak isteyen
kâfirlere, âhirette Allah Teala'nın cevabı şöyle olacaktır. "Cehennemin
içinde sinip kalın. Benimle konuşmayın. Zira kullarımdan bana iman eden gurup
dünyada iken şöyle diyorlardı: "Rabbimiz, biz sana, Peyamberlerine ve
Peygamberlerinin senin nezdinden getirdiklerine iman ettik. Sen bizim
günahlarımızı bağışla. Sen bize merhametli davran. Sen, merhamet edenlerin en
hayırlısısm. Sen bize azap etme."
Siz sapıklar ise
dünyada iken onları alaya alıyordunuz. Öyle ki onlan alaya almanız, beni
hatırlamayı bile size unutturuyordu ve sizler onlara güveniyordunuz.
Ey müşrikler, işte
bugün de ben onlan, dünyada çeşitli eziyet ve zahmetlere sabretmelerine
karşılık kurtuluşa ermekle mükâfaatlandinyorum. O da cennete erişmektir. [119]
112- Allah:
"Ycryüzühdc yıl olarak ne kadar kaldınız?" der. [120]
113- Onlar
da: Bir gün veya bir günün bir bölümü kadar kaldık. Hesaplayanlara sor."
derler. [121]
114- Allah
şöyle dedi: "Sadece az bir zaman kaldınız, keşke bilseydiniz. [122]
115- Sizi
boşuna yarattığımızı ve huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sandınız?"
Allah, cehennemlik
kâfirlere şöyle der: "Dünyada iken yeryüzünde kaç yıl kaldnız?" Onlar
ise âhiretteki azabın dehşetinden ve oradaki hallerin şiddetinden, dünyada
uzun bir zaman kaldıklarını unutacaklar, orada çok az bir zaman kaldıklarını
sanacaklar ve şu cevabı vereceklerdir: "Biz dünyada bir gün veya bir günün
bir bölümü kadar kaldık. Sen, bunları sayan Meleklere veya o zamanı hesap
edenlere sor."
Bunun üzerine Allah da
onlara şöyle diyecektir. "Şayet sizler, yeryüzünde ne kadar kaldığınızı
bilen kimseler olsanız anlardınız ki sizler orada, âhiret hayatına göre az bir
zaman kaldınız. Keşke bunu bilmiş olsaydınız. Geçici dünya hayatını, ebedi
olan âhirete tercih etmezdiniz. Böylece kötü davranışlarınızla Allah'ın
gazabını hak etmezdiniz.
Ey cehennemlikler,
sizleri boşuna yarattığımızı ve sizleri tekrar diriltip bir araya
getiremeyeceğimizi mi sanıyordunuz? [123]
116- Gerçek
hükümran olan Allah, pek yücedir. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, kerim olan
Arş'in rabbidir.
Herşeyin gerçek
hükümranı olan Allah, müşriklerin vasıflandırmalarından münezzehtir, yücedir.
Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, herşeyi kuşatan, rahmet ve hayınn kaynağı
olan Arş'ın rabbidir. O halde o nasıl çocuk edinir? Ondan başka nasıl bir ilah
olabilir? [124]
117- Kim,
Allah'la beraber bir başka ilaha taparsa ki, onun buna dair hiçbir delili
yoktur. Onun hesabı ancak rabbinin nezdindedir. Kâfirler, elbette kurtuluşa
eremezler.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, kendisine ortak koşanları tehdit ediyor ve onları, bizzat kendisinin
hesaba çekeceğini beyan ediyor. Kendisine ortak koşanların, ellerinde herhangi
bir delilleri bulunmadığım bildiriyor. [125]
118- Ey
Muhammcd, de ki: "Rabbim, bağışla, merhamet et. Sen, merhamet edenlerin en
hayırhsısın."
Ey Muhammed, de ki:
"Rabbim, sen, affmi a günahlarımı ört. Tevbemi kabul ederek ve
yaptıklarıma karşı beni cezalandırmayarak bana merhamet et. Zira sen, merhamet
edenlerin en hayırhsısın.
Allah Teala bu âyet-i
kerime ile Resulullah'a ve onun şahsında biz ümmetine, nasıl dua edeceğimizi
öğretiyor. [126]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/55-56.
[2] Tirmizi, K. Tefsir el-Kunın-Sure: 23, tutr 1,1 bdİs No
3173 Ahnvd h.ITanlvl-Milsncd, C. 15.34
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/56-57.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/59.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/59.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/60.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/60.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/60.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/60
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/60-61.
[10] Buharı, K. es-Şehadet, bab: 28 Müslim, K. ol- İman,
bab : 107,109 Iludis No 59
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/61.
[11] TirmiZÎ, K. el- iman, bab: 8, Hadis No 2616/ İbn- i
Mâce, K. el- filen bab: 12 Hadis No; 3973
[12] Buharı, K. el- Mevakit es- Salah, hah: 5JM(lslim, K.
el- îman, bab: 137, Hadis No 85
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/61-62.
[13] Buhadi, K. et- Tevhid, bab: 22, K. el- Cihad, bab; 4
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/63.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/63-64.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/64.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/64.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/65.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/65.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/65.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/66.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/66.
[23] Tırmizî,K.el4tlıbnü,hik43,II:ıdLsNüUS51/İl^iMâcc.K.d-Etıiımlxıb:
34, Hadis No 3319,3320
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/66-67.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/67.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/67-68.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/68.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/69.
[29] Kamer suresi, âyel: 10
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/69.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/70.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/70.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/70.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/71.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/71.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/71.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/72.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/73.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/73.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/73.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/73.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/74.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/74.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/75.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/75
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/75.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/75.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/76
[53] Bakara suresi, âyet: 172
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/76-77
[54] Müslim, K.ez-Zekat, bab: 65, Hadis No 115/Tirmizi, K.
Tevsiri el-Kur’an Sure 2 bab: 36, Hadis No 2989
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/77.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/77-78.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/78.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/78.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/79.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/79.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/79.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/79.
[63] Tirmizî, K. Tefsir el- Kuran, Sure: 23, bab: 3 Hadis
No 3175
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/79.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/80.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/80.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/81.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/81.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/81
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/81.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/82.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/82.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/82.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/82-83.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/83.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/83.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/83.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/84.
[78] Sa'd suresi, Ttayel: 86
[79] Buharı, KTcfsirey-Kui1 an, Suk:
44,Uık5,3A1ÜsIim,K.el-Münafiki,bab:4{},II:Kn.sNn23798
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/84-85.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/85.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/86-87.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/87.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/87.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/88.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/88
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/88.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/88.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/88-89.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/89.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/89.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/90
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/90.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/90.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/90.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/90.
[102] Ebu Dâvud, K. es- Sabah, bab:120, Hadis No 775/Tirmizi
K.es-salah, bab:655, Hadis No 242
[103] Ebu Dâvud, K. es- Sabah, bafc 367, Hadis No:
1552/Nesiî, K.el isüaze, M>: 61 Hadis No 553
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/91.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/91
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/92.
[106] Sâffât Suresi, âyet: 50
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/92-93.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/93.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/93.
[110] Tirmiî, K. Tefsir el- Kur'an, sure: 23- Hadis no 3176
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/94.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/94.
[113] Mümin suresi, âyet: 49
[114] Ra'd suresi, âyel: 14
[115] ZufruC suresi ayet: 77
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/95.
[117] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/96.
[118] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/96.
[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/96.
[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/97.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/97.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/97.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/97.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/97.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/98.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/98