Nur Suresi Medine'de
nazil olmuştur ve altmış dört âyettir.
Bu Sure-i Celile'de,
içtimai hayatımızın temelini teşkil eden aile hayatının esaslan ve kadın erkek
münasebetleri beyan ediliyor. İnsanoğlunun içine düşeceği en büyük
tehlikelereden biri olan gayr-ı meşru ilişkilere ve onlara verilecek cezalara
yer veriliyor.
Zina eden erkek ve
kadına verilecek ceza ile iffetli kadınlara zina iftirasında bulunanlara
tatbik edilecek ceza beyan ediliyor. Hanımlarına zina suçunu isnad edip te bunu
ispat edemeyenlerin durumu açıklanıyor.
Hz. Aişe (r.anh.)
validemize yapılan iftira hadisesi ve bizzat Kur'anı Kerim âyetleriyle temize
çıkarılması açıklanıyor.
Günlük hayatımızda
karşılıklı ziyaret münasebetlerimiz ve ziyaret etmek istediğimiz çeşitli
yerlere nasıl gireceğimizin esaslan belirtiliyor.
Mahremiyet meselesinin
esaslarını vaz eden Sure-i Celüe, hangi kadınların hangi erkeklere mahrem
olduklarını, hangi kadınların, erkeklerden kimlere karşı örtülü olmak zorunda
olduklarını, kimlerin yanında, belli ölçüleri muhafaza etmek kaydıyla örtünme
zorunda olmadıklarını beyan ediyor.
Sure-i Celilede bundan
sonra, evlilik müessesesinin ehemmiyetine temas ediliyor ve evlenme çağına
gelen kız ve erkek evlatlarla, müminlerin emir ve idareleri altında bulunup ta
evlenme çağına gelen bekârların evlendirilmeleri emrediliyor.
İman eden ve salih
amel işleyenlerin mükâfatlandırılacaklar!, inkarcıların ise yaptıklarının
karşılığını görecekleri tekraren beyan edildikten sonra, Allah Teala'mn,
bulutlan sevkederek biz insanlara rahmet gönderdiği ve gökten indirilen su ile
canlılara hayat verdiği beyan ediliyor.
Yine günlük
hayatımızda her an karşılaştığımız, hayatımızla iç içe olan meselelerden
bahisle, çocukların, günün hangi saatlerinde anne ve babalannın odalarıma
giremeyecekleri, hangi zamanlarda ise izin alarak girebilecekleri açıklanıyor.
Sure-i Celile,
daha.birçok meseleye temas ettikten sonra Müminlerin vasıflarını beyan ederek
sona eriyor.
İçtimaî hayatımız için
ölümsüz esaslar vaz eden Sure-i Celilede bulunan âyetlerin işte teker teker ve
etraflıca izahı...[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
1- 8u,
indirdiğimiz ve hükümlerini üzerinize farz kıldığımız bir suredir. Biz onda
düşünüp öğüt alasınız diye apaçık âyetler indirdik.
Bu âyet-i kerimede iki
kıraat şekli vardır. Bunlardan birine göre âyetin mânâsı, mealde izah edildiği
gibidir. İkinci kıraat şekline göre ise şöyledir: "Bu indirdiğimiz ve
içinde hükümleri açıkladığımız bir suredir. Biz bu Surede hakkı gösteren apaçık
âyetler indirdik ki düşünüp ibret ve öğüt alasınız ve bu surenin Allah katından
geldiğini anlayasınız.
Burada açıklandığı
ifade edilen hükümler, helaller, haramlar, emirle, yasaklar ve cezalar gibi
hükümlerdir. [2]
2- Zina eden
kadın ve erkeğin her birerine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe
iman ediyorsanız, Allah'ın dinini tatbik hususunda onlara acıyacağınız
tutmasın. Müminlerden bir topluluk ta onların cezalarına şahit olsun.
Bu âyet-i kerime, zina
yapan erkek veya kadının bu dünyadaki cezasının ne olduğunu beyan etmektedir.
Zina yapan kimse ya
evli olur veya bekâr. Bekar olarak zina yapan erkek veya kadının cezası burada
zikredilmiştir. O da yüz değnek vurmaktır. Hanefi dışındaki diğer mezheplere
göre, bekâr olarak zina yapan kimseye yüz değnek vurmakla, birlikte bir yıl da
sürgün cezası verilir. Hanefıler ise sürgün etme cezasının Halifenin takdirine
bırakıldığını söylemişlerdir.
Zina yapan kimse evli ise
recmedilir. Yani taşlanarak öldürülür. Bu ceza, Resulullah'm, fiilen uygulaması
ile sabittir.
Ebu Hureyre ve Zeyd
b.Halit (r.a.) diyorlar ki:
"Biz,
Resulullah'm yanında bulunuyorduk. Orada bulunan bir adam ayağa kalkıp
"Allah hakkı için sana soruyorum. Aramızda mutlaka Allah'ın kitabıyla
hüküm ver," dedi. Bunun üzerine, hakkında şikâyetçi olduğu adam ayağa
kalktı. Bu adam, şikâyetçi olandan daha anlayışlıydı. Ve şöyle dedi:
"Aramızda Allah'ın kitabıyla hükmet. Bana da izin ver meseleyi
anlatayım." Resulullah "Anlat" dedi. Adam şunları söyledi:
"Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi. Bunun karısıyla zina etti. Ben
buna yüz koyun bir de hizmetçi fidye vererek oğlumu kurlardım. Sonra ilim
adamlarına sordum. Bana, oğluma yüz sopa vurulması ve bir yıl da sürgün
edilmesi, bunun karısının ise recmedilmesi gerektiğini söylediler." Bunu
üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Hayatım kudret elinde olan
Allah'a yemin olsun ki, ben, sizin aranızda yüce Allah'ın kitabıyla hüküm
vereceğim. Yüz koyun ve hizmetçi sana geri verilecektir. Oğluna yüz sopa
vurulması bir yıl da sürgün edilmesi gerekir." (Resuluilah, Ensar'dan birisine
seslenerek) "Ey Üneys, bu adamın kansına git. Eğer itiraf ederse onu
rec-met?" dedi.
Üneys kadına gitti.
Kadın itiraf etti. Üneys de onu recmetti.[3]
Ebu Hureyre (r.a.)
diyor ki:
"Bir gün
Resulullah (s.a.v.) Mescitte iken ona bir adam getirildi. (Diğer rivayetlerde
bildirildiğine göre bu adamın ismi Mâiz b.Mâlik el-Eslemî'dir.) O kişi
Resulullah'a seslenerek ve kendisini kastederek: "Ey Allah'ın Resulü, ben
zina ettim." dedi. Resulullah bundan yüzünü çevirdi. Adam, Resulullah'm
yüzünü çevirdiği tarafa geçti ve tekrar: "Ey Allah'ın Resulü, ben zina
ettim." dedi. Resulullah yine ondan yüzünü çevirdi. Adam tekrar
Resulullah'm yüzünü çevirdiği tarafa geçti. Bu kişi zina ettiğine dair dört
defa itirafta bulununca Resulullah onu çağırdı ve ona şöyle dedi: "Sen
deli misin?" Adam: "Hayır ey Allah'ın Resulü" dedi. Resulullah
"Evli misin?" diye sorUu. Adam da: "Evet, ey Allah'ın
Resulü." dedi. Bunun üzerine Rasululiah: "Alın bunu götürün ve
recmedin." dedi. Cabir diyor ki: "Ben onu rec medeni erden biriydim.
Biz onu namazgahta rec-mettik. Taşlar onu acıtınca kaçtı. Biz ona
"Harre" denilen yerde kavuştuk ve onu recmettik. [4]
Hz. Büreyde diyor ki:
"Cüheyne
kabilesinin "Gâmid" kolundan bir kadın Resulullaha'a geldi ve:
"Ey Allah'ın Resulü ben zina ettim beni temizle." dedi. Resulullah
onu geri çevirdi. Ertesi gün kadın tekrar geldi ve "Ey Allah'ın Resulü
beni niçin geri çevirdin? Belki de beni, Mâiz'i geri çevirdiğin gibi
çeviriyorsun. Allah'a yemin olsun ki ben hamileyim." dedi. Resulullah:
"Eğer mutlaka ısrar ediyorsan çocuğu do-ğuruncaya kadar git." dedi.
Kadın çocuğu doğurdu ve onu bir parça beze sararak Resulullah'a geldi."
İşte bu, onu doğurdum." dedi. Resulullah "Git onu, sütten kesilinceye
kadar emzir." dedi. Kadın çocuğu sütten kesince, çocuğun elinde bir ekmek
parçası bulunduğu halde Resulullah'a geldi ve "Ey Allah'ın Resulü, işte
bu, sütten kestim. Artık yemek yer oldu." dedi. Resulullah (s.a.v.) çocuğu
Müslümanlardan birine teslim etti. Kadın için, göğsüne kadar gömüleceği bir
çukur kazılmasını emretti ve insanlara onu recmetmelerini söyledi. İnsanlar da
onu recmetüler. Halid b.Velid bir taşla gelip kadının kafasına attı. Oradan
Halid'in yüzüne kan sıçradı. Halid kadına sövdü. Resulullah, Halid'in kadına
sövdüğünü işitti ve ona: "Yavaş ol Halid, hayatım, kudret elinde olan
Allah'a yemin olsun ki bu kadın öyle bir tevbe etti ki, şayet vergi memuru
böyle tevbe etmiş olsaydı affedilirdi." Sonra Resulullah emretti kadının
cenazesi kılındı ve defnedildi.
Diğer bir rivayette
Hadisin sonu şöyledir: "Resulullah onun cenazesini kıldırdı. Ömer:
"Ey Allah'ın Resulü, zina eden bir kadının cenaze namazını kıldırıyorsun.""
dedi. Resulullah: "O kadın Öyle bir tevbe etti ki, onun tevbesi Medine
halkından yetmiş kişiye dağıtılacak olsaydı onlar için yeterdi. Sen, kişinin
canını Allah için feda etmesinden daha üstün bir tevbe bulabilir misin?"
dedi. [5]
Abdullah b.Abbas diyor
ki:
"Bir Cuma günü
Ömer minbere çıktı. Müezzin ezanı bitirince ayağa kalktı. Allah'ı layık olduğu
şekilde övdü. Sonra şöyle dedi; "Şimdi ben sizlere, bana söyleme imkânı
verilen bir söz söyleyeceğim. Bilmiyorum, belki de bu söz, benim, ecelim
gelmeden söyleyeceğim son sözdür. Kim bunu anlar ve ezberlerse, bineğinin
varacağı yerlere kadar bunu anlatsın. Kim de bunu anlayamayacağından korkarsa
bilsin ki kimsenin bana karşı yalan söylemesine müsaade etmem. Şüphesiz ki
Allah, Muhammed'i hak olarak gönderdi. Ona kitap indirdi. Allah'ın indirdiği
âyetlerden biri de "Recm" âyet idi. Biz onu okuduk anladık ve muhafaza
ettik. Bu sebeple Resulullah (s.a.v.) Recm cezasını uyguladı. Ondan sonra biz
de uyguladık. Korkarım ki aradan uzun zaman geçer ve insanların içinden biri
çıkıp: "Vallahi biz, Allah'ın kitabında Recm âyetini bulamıyoruz."
der. Böylece Allah'ın indirdiği bir hükmü terkederek sapmış olurlar. Erkek
olsun kadın olsun, evli olduğu halde zina edenin recmedilmesi, Allah'ın
kitabında var olan bir hükümdür. Yeter ki buna dair şahit bulunsun, veya
hamimelik olsun yahut itiraf bulunsun. [6]
Hz. Ömer (r.a.) bu
sözüyle, hıfzı neshedilip Kur'an-ı Kerim'de yer almayan fakat mânâsı kalan
Recm âyetini kastetmektedir. Yani Recm âyeti böyle bir âyettir. Lafzı Kur'an-ı
Kerim'de olmadığı aide mânâsı var olan ve hükmü tatbik edilmiş olan âyettir.
Âyet-i kerimede, zina
eden erkek ve kadına zina ceası uygulanırken "Onlara karşı acıyacağınız
tutmasın." ifadesi geçmektedir. Bazı müfessirlere göre bu ifadeden maksak,
"Zina edenlere, Allah'ın koymuş olduğu cezayı uygulamayarak onlara
acımanız tutmasın." demektir. Mücahid, Atâ, İbn-i Cüreyc, İbn-i Zeyd ve
Ubeydullah bu görüştedirler. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Diğer bazı müfesirlere
göre ise bu ifadeden makat, zina cezasını tatbik ederken, darbeleri
hafifleterek onlara acımanız tutmasın." demektir.
Katade, Hasan-ı Basrî,
Saîd b.el-Müseyyeb ve Hammad bu görüştedirler. Âyet-i Kerimenin sonunda:
"Müminlerden bir topluluk ta onların cezalanna şahit olsun."
buyurulmaktadır. Bazı müfessirlere göre Recm cezası sırasında tek bir kişinin
olaya şahit olması yeterlidir. Taberi de bu görüştedir.
Bazılarına göre en az
iki, diğer bazılarına göre en az üç, bazılarına göre ise en az dört kişinin
Recm olayına şahit olması gereklidir. [7]
3- Zina eden
erkek, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Zina
eden kadın da, ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkekle
evlenebilir. Böyle bir cvllik, müminlere haram kılnmıstır.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimeyi çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir.
Abdullah b.Amr, Said
b.el-müseyyeb, Mücahid, Atâ, Zührî, Katade ve Abdullah b.Abbas, bu âyet-i
kerimeyi izah ederlerken şöyle demişlerdir: Bu âyet-i Kerime, bazı sahabîlerin,
Resulullah'tan, fahişeliği ile meşhur olan müşrik kadmarla evlenmeyi sormaları
üzerine nazil olmuştur. Bu kadınlar, özel alâmetler taşıyorlar ve kendilerini
kiralıyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i Kerime'yi indirdi ve o
kadınların müminlere haram olduğunu bildirdi.
Abdullah b.Amr diyor
ki:
"Müslümanlardan
bir adam, Ümmi Mahzul adında bir kadınla evlenmek için izi nistedi. Bu kadın,
fahişelik yapıyor ve karşılığında da kendisine bakılmasını şart koşuyordu. Bu
adam bu kadınla evlenmek için Resulullah'tan izin istedi. Veya bu kadının
durumu bir başkası tarafından Resulullah'a anlatıldı. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.): "Zina eden kadınla ancak zina etfen bir erkek
veya bir müşrik erkek evlenir. âyetini
okudu.
Amr b.Şuayb'm dedesi
Abdullah b.Amr b.el-Ass diyor ki: [8]
"Sahabilerden bir
kişi vardı, adı Mersed b.Ebi Mersed idi. Bu şahıs Mekke'de esir düşen
Müslümanları kaçırıp Medine'ye getirirdi. Mekke'de "Anak" isminde
fahişe bir kadın vardı. Bu kadın o adamın dostuydu. Bir gün Mersed, Mekke'deki
esirlerden birini kaçırmayı vaadetmişti. İşte bu Mersed diyor ki:
"Mekke'ye vardım, Ay'ın ısıttığı bir gecede Mekke'nin bahçelerinden birinin
gölgesine vardım," "Anak" ismindeki kadın geldi. Bahçenin
kenarında benim gölgemi gördü. Kadın yanıma gelince beni tanıdı ve "Sen
Mersed'sin değil mi?" dedi. "Evet, Mersed'im" dedim. Kadın:
"Merhaba hoş geldin. Gel bu gece bizde kal." dedi. Ben de dedim ki:
"Ey Anak, Allah, zinayı haram kıldı." Bunun üzerine Anak: "Ey
çadır halkı, bu adam gelmiş esirlerinizi kaçırıyor." diye bağırdı. Bunun
üzerine beni sekiz kişi kovaladı. Ben, dağa doğru tırmandım ve nihayet bir
mağaraya vardım ve onun içine girdim. Adamlar gelip benim başucumda durdular
ve içeriye doğru idrarlarını yaptılar. İdrarları başımı ıslattı. Fakat Allah
onları kör etti. Beni göremediler. Sonra dönüp gittiler. Ben, kaçırmak
istediğim arkadaşıma döndüm. Onu sırtıma yüklendim. Ağır bir adamdı. Onu,
"İzhir" denen yere kadar taşıdım. Orada onun bağlarını çözdüm. Ben
onu taşıyordum o da bana yardımcı oluyordu. Nihayet Medine'ye geldik.
Resulullah'a vardım ve
dedim ki: "Ben, Anak ile evleneyim mi?" Resu-lullah durdu ve bana
hiçbir cevap vermedi ve nihayet: "Zina eden kadın, ancak zina eden veya
Allah'a ortak koşan bir erkekle evlenebilir." âyeti nazil oldu. Ve
Resulullah şöyle buyurdu: "Ey Mersed, zina eden bir erkek ancak zina eden
bir kadınla veya müşrik bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadın da ancak zina
eden bir erkekle veya müşrik bir erkekle evlenir. Sen, bu kadınla evlenme. [9]
Saîd b.Cübeyr ve
İkrime gibi diğer bir kısım âlimler ise bu âyet-i kerimeyi şöyle izah
etmişlerdir: "'Zina eden bir çrkek ancak zina eden bir kadınla veya müşrik
bir kadınla zina eder. Zina eden bir kadın da ancak zina eden bir erkekle veya
müşrik bir erkekle zina eder. Zina etmek müminlere haram kılınmıştır."
Saîd b.el-Müseyyeb'in,
bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah ettiği ve bu âyet-i kerimenin
neshediltliğini söylediği nakledilmektedir. "Zina eden bir erkek
ancak zina eden bir kadınla veya müşrik
bir kadınla evlenebilir. İffetli olan bir mümin kadınla evlenemez. Zina eden
kadın da ancak zina eden bir erkekle veya müşrik bir erkekle evlenebilir. Bu da
iffetli bir mümin erkekle evlenemez.
Said b.el-Müseyyeb'e
göre bu şekilde yorumlanan bu âyet-i kerimenin hükmü şu âyetle neshedilmiştir.
"İçinizden bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden saîih olanları
evlendirin. Eğer fakirlerse, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, geniş
lütuf sahibidir. Herşeyi çok iyi bilendir. [10]
Âyet-i Kerimede geçen
"Bekârlar" kelimesi genel mânâdadır. Yani, zina eden bekan istisna
etmemektedir. [11]
4- İffetli
kadınlara zina isnad edip tc sonra (Bu iddialarını doğrulayacak) dört şahit
getiremeyenlere seksen değnek vurun. Onların şahitliklerini de ebediyyen kabul
etmeyin. İşte onlar, fâsıklarin ta kendileridir.
Bu âyet-i Kerime, hür
ve iffetli mümin kadınlara zina iftirasında bulu-nanlaın cezasını beyan
etmektedir. Erkeğe de zina iftira edildiğinde yine aynı şekilde, iftira edene
iftira cezası uygulanır. Bu hususta âlimler arasında herhangi bir ihtilaf
yoktur.
Bu âyet-i Kerime, zina
iftirasında bulunan kimse için üç hüküm getirmektedir. Zina iftirasında
bulunan kimse, doğru söylediğine dair dört şahit getiremediği takdirde ona
seksen sopa vurulur. Onun şahitliği bir daha kabul edilmez (Bu husus
ihtilaflıdır. İzahı gelecektir). O kimse fâsik bir insan olur. Adalet sıfatını
kaybetmiş olur.
Bir kimseye zina
iftirasında bulunmak, açık bir ifade ile olabildiği gibi kinayeli bir ifadeyle
veya îmâ yoluyla da olabilir. Açık bir ifade ile zina iftirası "Zina
ettin." "Fahişe" vb. sözlerle olur. Bunların yoruma ihtiyacı
yoktur.
Kinayeli ifade ile
zina iftirası "Fâsık." "Fâcir" "Habis"
"Haram mahsulü çocuk." vb. sözlerle olur. Bu ifadeleri kullanan
kimsein, karşı tarafın zina ettiğini söyleme kastında bulunması gerekir. Bu
itibarla bu çeşit sözleri söyleyen kisiye niyetinin ne olduğu sorulur ve ona
göre muamele yapılır.
İmâ ile zina iftirası
ise "Benim annem fahişe değil" "Anlaşıldı anlaşıldı senin annen
temiz bir kadınmiş" vb. sözlerle olur.
Ebü Hanife ve Şafiî'ye
göre bu çeşit îmâlı konuşmalar zina iftirası sayılmaz İmam Mâlik ise bu çeşit
sözleri de zina iftirası saymıştır. İmam Ahmed b.Hanbel ise, kızgınlık halinde
söylendiği takdirde bunları zina iftirası saymış normal durumlarda İse
saymamıştır. [12]
5- Ancak
bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. (Bu hükmün dışındadır) Çünkü
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Bundan önceki âyette
üç hüküm zikredilmiştir. Bu hükümler, zina iftirasında bulunana, dört şahit
getiremediği takdirde seksen sopa vurulması, şahitliğinin ebedî olarak kabul
edilmemesi ve fâsık bir kimse olmasıdır.
Bu âyette ise, tevbe
edip kendilerini düzeltenlerin müstesna oldukları beyan edilmiştir. Bütün
müfessirler, önceki âyetin birinci hükmünün, yani, seksen sopa vurulması
hükmünün istisna edilemeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Bu itibarla zina
iftirasında bulunan kimse tevbe etse dahi kendisine seksen sopa vurulması
hükmü kaldınlmaz.
Önceki âyetin ikinci
hükmünün, yani, zina iftirasında bulunanın şahitliğinin ebedi olarak kabul
edilmemesi hükmünün ise bu istisnaya girip girmediği hususunda ihtilaf vardır.
Saîd b.el-Müseyeb,
Şa'bî, Âmir, Ata, Tâvûs, Mücahid, Katade, Mesruk, Saîd b. Cübeyr, Ömer,
b.Abdülaziz, Abdullah b.Utbe, Dehhak, Zührî vb. âlimlere göre zina iftirasında
bulunan kimse, kendisine ceza uygulandıktan sonra tevbe eder ve kendisini
düzeltirse artık'şahitliği kabul edilir. Zira bu âyet-i kerime bunu ifade
etmektedir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
İmam Mâlik, İmam Ahmet
b.Hanbel ve İmam Şafiî bu görüştedirler. Kadı Şüreyh, İbrahim en-Nehaî, Said
b.el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî vb. âlimlere göre ise, zina iftirasında bulunanın,
iftira cezası uygulandıktan sonra, tevbe edip kendisini düzeltse dahi şahitliği
kabul edilmez. Ebu Hanife de bu görüştedir.
Önceki âyetin üçüncü
hükmünün, yani, zina iftirasında bulunanın "Fâsık" oluşu hükmünün bu
istisnaya girdiği ittifakla kabul edilmektedir. Yani bir kimse bir iffetli
kadına zina iftirasında bulunur sonra da doğru söylediğine dair şahit getiremez
ve cezalandırılır ve böylece "Fâsık" olur, daha sonra da tevbe edip
kendisini düzeltirse, hakkındaki "Fâsık" hükmü kalkar.
Bazı âlimlere göre,
zina iftirasında bulunanın tevbesi, yalan söylediğini itiraf etmesiyle olur.
Diğer bazılarına göre ise bu şahsın tevbesi, yaptıklarından vazgeçmesi ve
Allah'tan bağışlanmasını dilemesiyle olur. Yalan söylediğini itiraf etmesine
lüzum yoktur.
Taberi bu görüşü
tercih etmiş ve "İftirada bulunana sopa vurularak kul hakkı alınmıştır.
Ortada sadece Allah Teala'nm hakkı bulunmaktadır. Bu hakkın ifa edilmesinin
şartı ise, kul'un tevbe etmesidir" demiştir. [13]
6-
Hanımlarına zina isnad edip tc, kendilerinden başka şahitleri olmayanların
şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahit tutup
yemin etmesiyle olur. [14]
7- Beşinci
defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerinde
olmasını diler. [15]
8- Kadının da kocasının, yalancılardan olduğuna
dair, Allah'ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. [16]
9- Beşinci
defasında, kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerinde
olmasını diler. [17]
10- Ya üzerinizde Allahın lütfü ve merhameti
olmasaydı ve Allah, tevbeleri çokça kabul eden yegane hüküm ve hikmet sahibi
olmasaydı, haliniz ne olurdu?
Bu âyet-i kerimeler,
karısını iffetsizlikle suçlayıp buna dair dört şahit bulamayan kocalara, zina
iftirası cezasından kurtulma ve kadından ayrılma için bir çare getirmektedir. O
çare, "Mülaane"dir. Bu da şöyle olur: Hafife, karısını zina suçuyla
itham eden kocayı ve karısını çağırır. Önce erkekten, şahitler huzurunda doğru
söylemiş olduğuna dair dört defa Allahı şahit tutarak yemin etmesini ister.
Beşinci defasında da, şayet yalan söylüyorsa, Allah'ın lanetinin kendi üzerine
olmasını dilemesini ister. Erkek bunları yerine getirirse karısı kendisinden
boş olur ve kendisine ebediyyen haram olur. Kadına ise zina cezası gerekir.
Buna karşılık kadının,
bu cezanın kendisinden düşmesi için kocasının yalan söylediğine dair, Allah'ı
şahit tutarak dört defa yemin etmesi beşinci defasında ise, şayet kocası,
doğru söyleyenlerden ise, Allahı'n gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi
gerekir. Kadın da bunları söylerse Halife bunların boşanmasına karar verir.
Böylece "Mülaane" tahakku etmiş olur.
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında şu Hadîs-i Şerif rivayet edilmektedir: "Abdullah
b.Abbas diyor ki:
"Hilal b.Ümeyye,
Resulullah (s.a.v.)in yanında, karısını, Şerik b.Semha ile zina yapmakla
suçladı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ona: "Ya şahit getirirsin
yahut sırtına sopa vurulacaktır." buyurdu. Hilal b.Ümeyye; "Ey
Allah'ın Resulü, bizden birimiz, karısının üzerinde bir adam gördüğünde gidip
te şahit mi arayacak?" dedi. Resulullah: "Ya şahit getirirsin, yahut
da sırtına sopa vurulacaktır." Buyurdu. Hilal: "Seni hak ile
gönderene yemin olsun ki ben doğru söylüyorum. Elbette ki Allah, benim sırtımı
sopadan kurtaracak bir hüküm gönderecektir." dedi. Bunun üzerine Cebrail
geldi ve Resulullah'a: "İffetli kadınlara zina iftira edip te..."
âyetinden devamla "Kadın, şayet kocası doğru söylüyorsa, Allah'ın
gazabının kendi üzerine olmasını diler..." âyetine kadar indirdi. Resulullah
da bu âyetleri okudu. Bundan sonra Resulullah oradan ayrıldı. Kadının peşine
adam gönderdi. Hilal, kadınla beraber geldi. Allah'ı şahit tutarak yemin etti.
Resulullah o anda şöyle diyordu: "Şüphesiz ki Allah, ikinizden birinin yalancı
olduğunu biliyor, İkinizden hanginiz tevbe edeceksiniz?" Sonra kadın kalkıp
Allah'ı şahit tutarak yemin etti. Beşinci defasına varınca kadının konuşmasını
kestiler ve ona: "Senin bu sözün Allah'ın gazabını gerektirir."
dediler.
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Kadın biraz durakladı, konuşmaktan vazgeçer gibi oldu. Öyle ki
bizler, kadının, iddiasından döndüğünü sandık. Sonra kadın şöyle dedi:
"Ben, kavmimi hiçbir gün rezil etmem." ve yemininde devam etti[18]Böylece
kan koca boşanmış oldular.
Sehlb.Sa'd diyor ki:
"Üveymir adında
bir kişi, Adan oğullarının efendisi olan Âsim b.Adiy'e geldi ve ona,
"Karısını başka bir erkekle yakalayan bir kişi için ne diyorsunuz? O onu
öldürür siz de onu Öldürür müsünüz? Yoksa ne yaparsınız? Bu meseleyi benim için
Resulullah'tan sor." dedi. Âsim Resulullah'a geldi ve ona: "Ey Allah'ın
Resulü" dedi. Resulullah, kendisine mesele sorulmasını hoş karşılamadı.
Uveymir ise Âsım'a gelip meselenin ne olduğunu sordu. Âsim da:
"Resulullah, meselenin kendisine sorulmasını hoş karşılamadı ve bunu
ayıpladı." dedi. Üveymir: "Allaha yemin olsun ki ben bunu
Resulullah'a sormaktan vazgeçmem." dedi. Ve Resulullah'a gelip: "Ey
Allah'ın Resulü, bir erkek, karısını başka bir erkekle yakalarsa ne
yapmalıdır?" O, o erkeği öldürür siz de onu mu öldürürsünüz? Yoksa ne
yapmalıdır?" dedi. Resulullah: "Allah senin hakkında da eşin hakkında
da âyet indirdi." dedi ve Allanın, Kur'an-ı Kerim'de isimlendirdiği şekilde
"Mülaane" yapmalannı emretti. Erkek, kadınıyla Mülaane yaptı ve
sonra: "Ey Allahın Resulü, eğer ben bunu nikâhımda tutacak olursam buna
zulmetmiş olurum." dedi ve kadını boşadı. Bu boşama, bundan sonra yapılan
"Mülaane"ler için ömek uygulama oldu. [19]
Abdullah b.Ömer diyor
ki:
Resulullah'ın zamanında bir adam, karısını
zina etmekle suçladı ve çocuğun, kendisinden olduğunu kabul etmedi. Bunun
üzerine Resulullah, Allah Teala'nın buyurduğu gibi, aralarında
"Mülaane" yapılmasını emretti. Çocuğun kadına teslim edilmesine,
Mülaane yapan kan ile kocanın da boşanmalarına karar verdi. [20]
11- O
uydurma haberi getirip iftira atanlar, içinizden bir topluluktur. -Onu
kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için hayırdır. İftirada
bulunanlardan herbirinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan, iftira
suçunun çn büyük payını yüklenene ise büyük bir azap vardır.
Buradan itibaren on
ayet, münafıkların, Hz. Aişe (r.anh.) aleyhinde uydurdukları ve bir kısım
Müslümanları da içine ittikleri "Çirkin iftira"yı yalanlamakta,
Resulullah'm ailesinin bu iftiralardan beri olduğunu ortaya koymaktadır.
Urve b.Zübeyr, Said
b.el-Müseyyeb, Alkame b.Vakkas ve Ubeydullah b.Abdullah b.Utbe, Hz, Aişe
(r.anh)nm bu iftira olayını şu şeklide anlattığını rivayet etmektedirler. Hz.
Aişe diyor ki:"
"Resulullah
sefere çıkarken hanımları arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime çıkarsa Resulullah
sefere onunla giderdi. Yine bir seferde (Beni Mustalik gazvesinde) Resulullah
aramızda Kur'a çekti ve bana çıktı. Ben, Resulullah ile birlikte yola çıktım.
Bu olay, kadınların örtünmelerini emreden âyet indikten sonra idi. Ben devemin
üzerindeki "Hevdec"ime bindiriliyor ve indiriliyordum. Yola bu
şekilde devam ettik. Resulullah o seferdeki savaşı bitirip geri döndüğünde Medine'ye
yaklaşınca geceleyin hareket edilmesini emretti. Hareket emri ilan edilince
ben kalkıp def-i hacet için gittim. Birlikten uzaklaştım. İhtiyacımı
iderdik-ten sonra bineğime yöneldiğimde elimi göğsüme attım ki, Zefar şehri
boncuğundan yapılmış olan gerdanlığım kopup düşmüş. Tekrar geri döndüm, gerdanlığımı
aramaya başladım. Onu ararken geç kaldım. Beni, devenin üzerine
"Hev-dec'Ie bindirenler gelmişler, hevdeeimi devenin üzerine yükleyip yola
devam etmişler. Onlar, benim, hevdecin içinde olduğumu sanmışlar. Zaten o
sıralarda kadınlar hafifti. Onlar şişmanlamazdı. Çünkü onlar az yemek yerlerdi.
Bu nedenle hevdeci kaldırıp yükleyenler onun hafifliğini yadırgamamışlar, ben
o zaman genç bir kadındım. Onlar deveyi çekip gitmişler. Ben, gerdanlığımı
bulduğumda ordu hareket edip gitmişti. Ordunun konakladığı yere geldim ki
orada hiç kimse yok. Daha önce oturduğum yere gittim. Ordunun beni arayarak
tekrar gelip alacağını düşünüyordum. İşte ben orada otururken uyku bastırdı ve
uyudum.
Safvan b.Muattaî
es-Sülemîez-Zevkânî, orduyu geriden takibetmekle görevliydi. Benim bulunduğum
yere gelmiş orada bir insan karartısı görmüş, sonra beni görünce tanımış. Zira
o, örtünme âyeti gelmeden evvel beni görmüştü, beni görünce: "İnna Lillahi
ve tnna İleyhi Râciûn." derken ben uyandım. Çarşafımla yüzümü örttüm.
Allah'a yemin olsun ki bana bir kelime konuşmadı. Ben de ondan "İnna
Lillahi ve İnna İleyhi Râciûn." sözünden başka bir şey işitmedim. Safvan
devesini çökertti, Ön ayaklarına bastı, ben kalkıp deveye bindim. Safvan deveyi
çekerek birlikte orduya kavuştuk. Onlar, öğlenin şiddetli sıcağında bir yere
konaklamışlardı. İşte o sırada iftira edenler helak oldular. Bu iftiranın en
büyük payını, Abdullah b.Übeyy b.Selûl üstlenmişti.
Medine'ye vardık. Ben,
o arada bir ay hasta yattım. İnsanlar, iftira edenler hakkında çeşitli şeyler
söylüyorlarmış. Ben ise hiçbir şey hissetmiyordum. Ancak ben, hastalığım
sırasında, diğer hastalıklarımda gördüğüm nezâket ve ilgiyi görmüyordum. Bu
beni kuşkulandırıyordu. Zira Resulullah (s.a.v.) yanıma girince selam veiyor
sonra "Nasılsınız?" diyor ve sonra çıkıp gidiyordu. Doğrusu bu beni
şüphelendiriyor fakat şerrin ne olduğunu hissetmiyordum.
Nihayet hastalıktan
iyileşmeye başlayınca dışan çıktım. Mıstah'ın annesiyle birlikte
"Menasi" denen yere doğru çıkmıştım. Burası bizim def-i hacet
ye-rimizdi. Bizler oraya ancak geceden geceye çıkıyorduk. Bu, evlerimizin
yakınında tuvalet yapmadan evvelki bir haldi. Bizler, tuvalet hususunda, çölde
yaşa-, yan önceki Araplar gibiydik. Evlerimizin yakınına tuvalet yapmaktan
rahatsız olurduk. Ben ve Mistahın annesi yürüyüp gittik. Mıstah'ın annesi,
Muttalip b.Abd-i Menafin oğlu Ebi Rühm' ün kızı idi., Kadının annesi de Sahr b,
Âmir'in kızı idi. bu kadın, Ebumesir es-Sıddıykın teyzesi id, Bunun oğlu Mıstah
ise Üsase b. Abbad b, Muttahibin oğlu idi. Ben ve Mıstah'ın annesi, işimiz
bittikten sonra evime doğru yöneldik Mıstahın annesi ayağı çarşafına takılarak
düştü ve şöyle dedi: "Mıstah yüzükoyun sürünsün." Dedim ki: "Ne
kötü bir söz söyledin. Bedir savaşına katılan bir adama hakaret mi
ediyorsun?" Mıstah'ın annesi: "Ey kızım, onun, senin hakkında
söylediğini işitmedin." dedi. Dedim ki: "Ne dedi?" İşte bunun
üzerine Mıstahın annesi, iftiracıların ne söylediklerini bana haber verdi.
Benim hastalığım daha da arttı. Evime dönünce Resulullah (s.a.v.) yanıma gedi.
Selam verdi sonra "Nasılsınız?" dedi. Ben de ona dedim ki:
"Benim, anne ve babama gitmem için izin verir misin?" Ben, haberi
kesin olarak onlardan öğrenmek istiyordum. Resulullah bana izin verdi. Anneme
vanp dedim ki: "Anne, insanlar neyi konuşuyorlar?" Annem dedi ki:
"Yavrum üzülme. Allah'a yemin olsun ki, güzel bir kadın, kendisini seven
bir erkeğin nikâhı altında bulunsun, onun kumalan olsun da onun aleyhinde
çokça konuşmuş olmasınlar. Bu pek enderdir." Dedim ki "Sübhanallah.
İnsanlar bunu konuştular ha?"
O gece sabaha kadar
ağladım. Gözüme hiç uyku girmedi. Sabaha ağlayarak çıktım. Resulullah (s.a.v.)
vahyi beklemesi uzayınca Ali b.Ebi Talib ile Üsa-me b.Zeyd'i çağırdı. Onların
bu konuda görüşlerini alıyor ve onlarla istişare ediyordu. Üsame,
Resulullah'ın ailesinde bildiği temizliği ve kendi gördüğünü söyledi ve dedi
ki: "Ailen hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz. Ali ise: "Ey
Allah'ın Resulü, Allah seni daraltmış değildir. Bunun dışında kadınlar pek çoktur.
Sen, hizmetçiye sor, o sana doğruyu söyler." dedi. Bunun üzerine Resulullah,
"Berire" adlı cariyeyi çağırdı ve ona: "Ey Berire, sen, seni
şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" dedi. Berire: "Seni hak
Peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, ben onda, kendisini ayıplayacağım
bir şey görmedim. Ne var ki o, yaşı genç bir kadın. Ailesinin hamurunun
üzerinde uyuyor. Evcil hayvanlar gelip hamurunu yiyorlar." dedi. Bunun
üzerine Resulullah kalkıp gitti ve minbere çıktı. Abdullah b.Übey'i kastederek:
"Ey Müslümanlar topluluğu, benim ailemde, bana eziyet etmek isteyen kimse
Jıakkında kim beni mazur görür? (Beni kınamayıp bana yardım edecek kimdir?)
Allah'a yemin olsun ki ben, ailemde hayırdan başka bir şey görmedim. Onlar
öyle bir adam söylüyorlar ki, ben o adamda hayırdan başka bir şey görmedim. O
ancak ben olduğum zaman evime girer."
Bunun üzerine Abdül
Eşhel oğullarının kardeşi Sa'd b.Muaz ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın
Resulü, ben seni mazur görürüm. Eğer sana eziyet veren kimse Evs kabilesinden
ise ben onun boynunu vururum. Şayet o kimse Hazreçli kardeşlerimizdense bize
emredersin biz de emrini yerine getiririz." Bunun üzerine Hazreç
kabilesinin reisi olan ve İtle (İftira) hadisesine katılan Hassan b.Sabit'in
annesinin amcasının oğlu olan Sa'd b.Ubade ayağa kalktı. Bu zat, daha Önce
sa-lih bir kişiydi. Fakat kabilecilik taassubu onu, buna şevketti. Sa'd
b.Ubade, Sa'd b.Muaz'a şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki yalan söyledin.
Zira sen ne o adamı öldürüşün ne de onu öldürmeye gücün yeter. O, senin
kabilenden biri olsaydı J onun öldürülmesini istemezdin."
Bunun üzerine, Sa'd
b.Muaz'ın amcasının oğlu olan Üseyd b.Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b.Ubadeye:
"Allah'a yemin olsun ki sen yalan söyledin. Biz onu mutlaka Öldürürüz. Sen
münafıksın münafıktan savunuyorsun." dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazrec
kabilesine mensup olanlar ayaklandı. Resululah minberin üzerindeyken
birbirlerini öldürmeyi kastettiler. Resululhıh onları hep yatıştırmaya
çalıştı. Nihayet sustular. Resululluh da sustu. Ben o gün de devamlı ağladım.
Gözyaşlarını hiç dinmedi. Gözüme hiç uyku girmedi. Öyİe ki, ben, ağlamaktan
ciğerlerimin parçalanacağım zannettim. Annem babam yanımda oturuyor ve ben de
ağlıyorken, Ensardan bir kadın yanıma girmek için izin istedi. Ona izin
verdim. İçeri girdi, oturdu. Benimle beraber ağlamaya başladı. Biz bu durumda
iken Resulullah yanımıza girdi. Selam verdi sonra oturdu. Aleyhime dedikodu
yapıldığından beri yanıma hiç oturmamıştı.
Resulullah bir ay
beklemiş benim hakkımda kendisine hiçbir vahiy gelmemişti. Resulullah oturunca
şehadet getirdi sonra şöyle dedi: "Ey Aişe, senin hakkındabana şunlar
ulaştı. Eğer sen, beri isen, Allah senin beri olduğunu ortaya koyacaktır.
Şayet sen bir günah işlemeyi kastetmiş idiysen Allah'tan af dile ve ona tevbe
et. Zira kul, günahını itiraf eüer sonra tevbe ederse Alah onun tev-besini
kabul eder."
Resulullah sözlerini
bitirince gözyaşlarını kurudu. Artık gözlerimden bir damla dahi düştüğünü
hissetmez oldum. Ve babama dedim ki: "Resulullah'ın söylediklerine benim
yerime cevap ver." Babam: "Vallahi ben, Resulullah'a karşı ne
söyleyeceğimi bilemiyorum." dedi. Bu defa ben, anneme: "Resulullahın
bana söylediklerine sen cevap ver." dedim. Annem de: "Vallahi
Resulullah'a karşı ne söyleyeceğimi bilemiyorum" dedi.
Ben, genç bir
kadındım. Çokça Kuran okumamıştım. Dedim ki: "Vallahi ben anladım ki siz
bu sözü işittiniz, kafanızda yer etti. Siz buna inanır oldunuz. Yemin olsun ki
ben, beri olduğumu söylesem de sizler bana inanmayacaksınız. Yemin olsun ki
eğer size birşeyler itiraf eder gibi olsam sizler bana inanacaksı-. nız.
Halbuki Allah biliyor ki ben bundan beriyim. Allah'a yemin olsun ki ben,
benimle size ancak Yusufu ve onun babasını misal olarak buluyorum. Zira onun
babası, "Artık bana düşen güzelce bir sabırdır, iddialarınız karşısında ancak
Allah'tan yardım istenir, [21]demiştir.
Sonra döndüm yatağıma
uzandım. Allah, benim beri olduğumu biliyordu. Benim beri olduğumu da ortaya
koyacaktı. Fakat, ben vallahi, hakkımda Alla-hı'm okunan bir vahiy indireceğini
beklemiyordum. Benim hakir nefsim hakkın- . da Allah'ın birşey konuşmasını
beklemiyordum. Fakat ben, Resulullah'ın bir rüya görebileceğini ve rüyasında
Allah'ın, benim beri olduğumu ona bildireceğini bekliyordum.
Allah'a yemin olsun ki
Resulullah, oturduğu yerden kalkmadan ve ev halkından herhangi bir kimse
çıkmadan Resulullah'a vahiy indi. Resulullah'a her zamanki gibi sıkıntı geldi.
Öyle ki yüzünden inci taneleri gibi ter dökülüyordu. Halbuki kış günlerinden
birinde idik. Bu sıkıntı, ona indirilen vahyin ağırlığından idi. Resulullah
nihayet açıldı. O, gülüyordu. Onun ilk konuştuğu söz şu oldu: "Ey Aişe
Allah senin beri olduğunu açıkladı." Annem bana: "Kalk ona git."
dedi. "Hayır vallahi ben ona gitmem. Ben ancak Allah Teala'ya
hamdederim." . dedim, işte o zaman Allah: "O uydurma haberi getirip
iftira atanlar içinizden bir topluluktur..." âyetinden itibaren on âyet
indirdi ve bu âyetlerde benim beri olduğumu beyan etti."
(Babam) Ebubekîr,
akrabası olan ve fakir durumda bulunan Mıstah b.Üsase'ye yardımda bulunuyordu.
(Bu olaylar üzerine) dedi ki: "Vallahi Mıstah, Aişe hakkında
söylediklerini söyledikten sonra ben ona hiçbirşey vermeyeceğim." Bunun
üzerine Allah Teala: "İçinizden fazilet ve mal sahipleri, akrabalara,
fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere yardım yapmamak için yemin
etmesinler. Bağışlasınlar, müsamahalı davransınlar. Allah'ın sizi affetmesini
sevmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır ve çok merhametli
olandır."(Nur:22) âyetim indirdi. Ebubekir de dedi ki: "Evet, vallahi
Allah'ın beni affetmesini istiyorum." Ondan sonra Ebubekir, Mıstah'a
yaptığı yardımlarını yine devam ettirdi ve "Vallahi ben, yardımı bundan kesmeyeceğim."
dedİ. [22]
Ayet-i Kerime'nin
başında: "O uydurma haberi getirip iftira atanlar, içinizden bir
topluluktur." buyurulmaktadır. Bu ifade, iftira olayına bazı Müslümanların
da katıldıklarını göstermektedir ki, bunlar Hassan b.Sabit, mıstah b.Üsase ve
Hanne binti Cahş'dır.
Yine âyetin devamında:
"Onu, kendiniz .için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir
hayırdır." buyu rul m aktadır. Bu ifade, iftira olayının, Ebubekir ailesi
için bir şer değil bir hayır olduğunu beyan etmektedir. Zira bu hadise, Ebubekir
ailesinin, daha bu dünyada iken hayır ile anılmasına ve iffetli olduğunun ortaya
çıkmasına vesile olmuştur.
Ahirette ise bu
ailenin büyük sevaplara nail olacağına bir sebeptir.
Ayetin sonunda:
"iftira suçunun en büyük payını yüklenenlere ise büyük
bir azap vardır." buyurulmaktadır.
Burada, iftiranın büyük payını yüklenen kimseden maksat, tercih edilen görüşe
göre, Abdullah b.Übey b.Selui'dür. Bu şahsın, iftirada en büyük payı olan kişi
sayılmasının sebebi, ilk önce söylentiyi bunun çıkarması ve onu yaymasıdır. [23]
12- İftirayı
işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadınların, birbirine hüsn-i zanda
bulunup ta "Bu apaçık bir iftiradır." demeleri gerekmez miydi?
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, müminlere, Hz. Aişe hakkındaki iftiraya ihtimal vermeleri yüzünden
sitem etmekte ve onlan böyle davranışlardan sakınmaya davet etmektedir. Hz.
Aişe, müminlerden biri, hattâ onların annesi olduğu halde, onun, böyle birşey
yaptığını düşünmek, müminlere yakışmayan bir davranıştır. Nitekim sahabilerden,
Halid b.Zeyd Eba Eyyub el-Ensârî'ye hanımı: "İnsanların, Aişe hakkında ne
söylediklerini duymadın mı?" deyince Eba Eyyub, "Evet duydum. Bu bir
yalandır. Ey Eyyub'un annesi sen böyle, bir şey yapar mısın?" demiş,
hanımı da: "Hayır vallahi yapmam." cevabını vermiştir. Bunun üzerine
Eba Eyyub: "Vallahi Aişe senden daha hayırlıdır." demiştir. [24]
13- Bir de
dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki bu şahitleri getiremediler, o
halde onlar, Allah nezdinde, yalancıların ta kendileridir.
Bu âyet-i kerime, bir
iftira ile doğru sözün birbirinden ayırdedilmesinin yolunu öğretiyor ve bunun,
olay hakkında, kendilerine güvenilir dört şahit ile
olayın doğruluğunun tesbiti olduğunu
beyan ediyor. Bu hadisede, iftirada bulunanlar, iddialarına dair herhangi bir
şahit getiremediklerinden onların yalancı oldukları ortaya çıkıyor. [25]
14- Eğer
Allah'ın lütfü ve merhameti, dünyada ve âhirette üzerinizde olmasaydı, içine
daldığınız fitne yüzünden size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.
Ey, Aişe hakkında
dedikoduya dalanlar, eğer Allah'ın dünyada iken tev-benizi kabul edip âhirete
imanla gitmenizi sağlama lütfü olmasaydı, içine daldığınız iftiradan dolayı
büyük bir azaba uğratıl irdiniz.
Âyet-i kerimede işaret
edilen, dedikoduya dalanlar ve tevbeleri kabul edilerek Allah'ın merhametine
nail olanlar arasına Hassan b.Sabit, Mıstah b.Üsase, Hanne binti Cahş gibi
müminler ve Abdullah b.Übey b.Selul gibi münafıklar girmemişlerdir. [26]
15- Siz o
iftirayı dilden dile dolaştırıyorsunuz. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız
şeyi ağzınızla söylüyor ve onu, önemsiz birşey sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah
nezdinde büyük bir günahtır.
Bir zaman sizler, Aişe
ile ilgili iftirayı birbirinize anlatıyordunuz. Sizler,, anlattığınız o hadise
hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığınız halde bunu ağzınızla
söylemekten çekinmiyor "Aişe'nin şöyle şöyle yaptığını işittik."
diyordunuz. Bu sözlerinizin basit bir şey olduğunu, bundan dolayı günaha
girmeyeceğinizi sanıyordunuz. Halbuki bu sözünüz, Allah katında büyük bir
sözdür. Zira sizler, bununla Allah'ın Resulüne ve onun ailesine eziyet
ediyordunuz. [27]
16- O
asılsız sözü duyduğunuz zaman: "Bunu konuşmak bize yakışmaz. Hâşâ bu,
büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?
Ey, iftira hadisesine
dalan insanlar, sizler bu hadiseyi, söyleyenlerden işittiğiniz zaman:
"Bizim bunu konuşmamız haramdır. Bunu konuşmak bize yakışmaz. Ey
rabbimiz, bu adamların ortaya attıkları iftiraya inanmaktan uzak durur sana
sığınırız. Hiç böyle bir şey olur mu? Bu söz, büyük bir iftiradan başka bir şey
değildir." demeniz gerekmez miydi?
Bu ve bundan sonra
gelen âyetler müminlere, birbirlerine karşı nüsn-ü zan'da bulunmalarını ve
birbirleri hakkında hayır söylemelerini öğretiyor. Birtakım fitne ve
vesveselere kapılmamalarını emrediyor. [28]
17- Allah, eğer gerçek müminlcrscnîz, böyle bir
günâha ebediyyen dönmemenizi öğütler. [29]
18- Allah,
size âyetlerini açıklıyor. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
Allah sizlere,
kitabında indirdiği âyetleriyle öğüt verir ve izlerin, Aişe hakkında
söylediklerinize bir daha dönmenizi yasaklar. Şayet sizler, Allah'ın
öğütlerinden ibret alan, emirlerini tutup
yasaklarından kaçman müminlerseniz, Allah, âyetlerini size böyle açıklar ki bir
daha böyle şeyler yapmayasınız. Ve böylece içinizden kimin itaatkâr, kimin de
isyankâr olduğu ortaya çıksın. Allah, sizleri ve yaptıklarınızı çok iyi
bilendir. Yaratıklarını sevk ve idarede ve onları yükümlü kıldığı amellerde
hüküm sahibidir. Onun dediği mutlaka olur. Hikmet sahibidir. Yaptıklarını yerli
yerince yapar. [30]
19- İmar.
edenler arasında hayasızlığın yayılmasını isteyenlere ,işte onlara, dünyada da
âhirette de acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Allah ve Resulüne iman
edenler arasında zinanın yayılmasını arzulayanlara, dünyada ve âhirette de can
yakıcı bir azap vardır. Onlara, dünyada iffetli kadınlara iftira etme cezası
uygulanır ve seksen sopa vurulur. Şayet tevbe etmeden ölürlerse, âhiretîe
cehenneme atılarak cezalandırılırlar. İftira olayına katılanların doğru veya
yalan söylediklerini ancak Allah bilir, siz bilemezsiniz. Zira, gaybı bilmek
ancak Allah'a aittir. O halde birtakım insanlardan duyduğunuz sözleri derhal
yaymaya kalkmayın.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlara
eziyet etmeyin, onları ayıplamayın, onların gizliliklerini araştırmayın. Zira
kim, mümin kardeşinin ayıplarım araştırmaya girişecek olursa. Allah da onun
gizliliklerini araştırır. Allah, kimin de gizliliklerini araştınrsa
onu rüsvay eder. İsterse o kişi, evinin
içinde saklanmış olsun. [31]
20- Ya
üzerinizde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı ve Allah, çok şefkatli ve çok
merhametli olmasaydı, haliniz ne olurdu?
Eğer Allah, bir lütuf
olarak bunu size beyan etmeseydi ve o iftira atanları derhal cezalandırsaydı
helak olurdunuz. Fakat Allah, kullarına karşı çok şefkatlive çok
merhametlidir. [32] |
21- Ey iman
edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim, şeytanın adımlarına uyarsa, şüphesiz
ki o, ona mutlaka hayasızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer üzerinizde Allah'ın
lütfü ve rahmeti olmasaydı, İçinizden hiçbiri ebediyyen temize çıkamazdı.
Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır, Allah, herşeyi çok iyi işitendir, çok
iyi bilendir.
Ey, Allah'a ve
Peygamberine iman edenler, iffetli kadınlar hakkımla yapılan iftiralara
aldanarak şeytanın adımlarına uymayın. Onun yolunu tutmayın. Zira sizden kim,
şeytanın yolunu tutacak olursa, şüphesiz ki şeytan ona, fuhuşu ve kötülüğü
emreder. Çünkü şeytan kendini buna adamıştır.
Ey insanlar, eğer
Allah'ın sizlere lütfü ve merhameti olmasaydı sizden hiçbiriniz, günahlarından
ve inkârından arınmış olamazdı. Hayın serden seçemezdi. Fakat Allah,
kullarından dilediğini maddi ve manevî kirlerden arındırır. Allah, herzeyi
işiten ve herşeyi bilendir. [33]
22-
İçinizden fazilet ve mal sahipleri, akrabalara, fakirlere ve Allah yolunda
hicret edenlere yardım yapmamak için yemin etmesinler, bağışlasınlar,
müsamahalı davransınlar. Allah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Allah, çok
bağışlayandır ve çok merhametli olandır.
Bu âyet-i kerimenin,
Hz. Ebubekir hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Hz. Ebubekir,
teyzesinin oğlu Mtstah'a, fakir olduğu için yardımlarda bulunuyordu, Mıstah,
Hz.Aişe'ye yapılan iftira dedikodusuna katılmıştı. Bu sebeple Hz. Ebubekir,
Mıstah'a anık yardım etmeyeceğine dair yemin etmişti. İşte bunun üzerine bu
âyet nazil oldu ve yardımın kesilmemesi emredildi.Hz. Ebubekir: "Allah'ın
sizi affetmesini sevmez misiniz?" ifadesini duyunca: "Evet, Allah'ın
beni affetmesini severim" dedi ve yardımına devam etti[34]
23- İffetli,
hiçbirşeyden habersiz mümin kadınlara zina isnad edenler, şüphesiz dünyada da
âhirette de lanetlenmişlerdir. Onlar İçin büyük bir azap vardır.
Âyet-i kerimede
zikredilen: "İffetli, hiçbir şeyden habersiz mümin ka-üınlar"dan
maksat, bazı müfessirlere göre, Hz. Aişe'dir. Ancak âyetin beyan ettiği
sıfatlan taşıyan herkes için bu hüküm geçerlidir. Böyle kadınlara zina îsnad
edip te sonra tevbe etmeyenler, dünya ve âhirette lanete uğratılmış olurlar.
Bazılarına göre ise bu
âyet, sadece Resulullah'ın hanımları için inmiştir. Resulullah'ın hanımlarına
dil uzatanların tevbeleri kabul değildir. Bunlar, dünya ve âhirette lanete
uğratılmışlardır.
Diğer bir kısım
müfessirlere göre ise bu âyet-i kerime, Resulullah'ın hanımları hakkında nazil
olmuş sonra bu surenin baş tarafındaki dördüncü ve beşinci âyetler inmiş,
iffetli hanımlara zina isnad edenlere seksen sopa vurulmasını ve bunlar için
tevbe kapısının açık olduğunu beyan etmişlerdir. [35]
24- Kıyamet
günü onların dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir.
Kıyamet gününde, bu
günahları işleyenler, dünyada böyle bir günah işlediklerini itirf etmeyince
Allah onların ağızlanın mühürleyecek, onların yaptıklarına, elleri ve ayaklan
şahitlik edecektir.
Said b.Cübeyr diyor
ki: "Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü, kâfire,
yaptığı amel gösterilir. Kâfir onu inkâr eder ve tartışmaya girişir. Ona:
"Şunlar senin komşuların, senin aleyhinde şehadette bulunuyorlar."
denir. Kâfir: 'Onlar yalan söylüyorlar." der. Ona: "Ailen, eşin
dostun da böyle söylüyorlar." denir. O da: "Onlar da yalan
söylüyorlar" der. Kâfirlere yemin ettirilir. Onlar yemin ederler. Sonra
Allah onları sağır yapar. Elleri ve ayakları aleyhlerine şahitlik eder. Onlar
da cehennem azabına atılırlar." [36]
25- O gün
Allah onlara hak ettikleri cezayı tam olarak verecek ve onlar Allah'ın apaçık
hak olduğunu bileceklerdir.
Ağızlarının
mühürlenip, el ve ayaklarının, aleyhlerine şahitlik ettikleri kıyamet gününde,
iffetli mümin kadınlara dil uzatanlara, Allah, hak ettikleri cezav, verecektir.
Ve onlar, Allah'ın hak olduğunu ve herşeyi dünyada açıklamış olduğunu
bileceklerdir. Artık o .münafıkların, Allah'ın varlığından şüphe etmeler,
mümkün olmayacaktır. [37]
26- Kötü
kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara temiz kadınlar temiz
erkeklere, temiz erkekler temiz kadınlara yakışır, işte o temiz olanlar,
onların attıkları ifiradan çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve bol rızık
vardır.
Aburrahman Zeyd
b.Eslem bu âyet-i kerimeyi mealde verildiği şekilde izah etmiş ve bundan
maksadın, Hz. Aişe gibi temiz bir kadının, Resulullah gibi temiz bir zata
yaraştığı, Abdullah b.Übey b.SeluI gibi murdar bir kişiye ise murdar bir
kadının yaraştığı anlamına geldiğini söylemiştir.
Abdullah b.Abbas,
Mücahid, Ata, Saîd b.Cübeyr, Şa'bî, Hasan-ı Basit ve Dehhak ise bu âyet-i
kerimeyi şu şeklide izah etmişlerdir. "Kötü sözler kötü erkeklere, kötü
erkekler de kötü sözlere layıktırlar. Güzel sözler güzel erkeklere, güzel
erkekler de güzel sözlere yaraşırlar. Haklarında iftira edilen temiz insanlar,
murdarların söyledikleri murdar sözlerden beridirler. İşte bOnlara af.ve bol
nzık vardır." [38]
27- Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka
evlere, izin almadan ve sakinlerine selam vermeden girmeyin. Düşünseniz bu
sizin için daha hayırlıdır. [39]
28- Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin
verilmedikçe içeriye girmeyin. Eğer size "Geri dünün" denilirse,
hemen dönün. Bu davranış sizin için daha temizdir. Allah, yaptıklarınızı çok
iyi bilir.
Bu âyet-i kerime,
Allah Teala'nm, mümin kullarına öğrettiği terbiye ve âdaptan birini beyan
etmektedir. O da, başkasının evine girerken sahibinden izin istemek ve izin
verdiği takdirde, ev halkına selam vererek içeri girmektir.
Bir Müslüman başka
birinin evine gittiğinde, en fazla üç kere kapıyı vurmak, zil çalmak vb.
şekillerde izin ister. Eğer izin verilirse, selam vererek içri girer. Yoksa
dönüp gider.
Ebu Sait! el-Hudrî
diyor ki:
"Ben, Ensann
toplantılarından birinde bulunuyordum. O anda Ebu Musa el-Eş'arî, sanki
birşeyden korkmuşça.sına çıkıp geldi ve şöyle dedi; "Ben, Ömer'in yanına
girmek için üç defa izin istedim. Bana izin verilmedi. Bunun üzerine dönüp
gittim. Ömer daha sonra beni çağırdı ve bana "Senin, benim yanıma gelmene
engel olan neydi?" dedi. Ben de: "Üç defa izin istedim bana izin
verilmedi. Bunun üzerine dönüp gittim. Çünkü Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
"Sizden biriniz üç defa izin ister de ona izin verilmezse geri
dönsün." bunun üzerine Ömer bana şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki,
buna dair mutlaka şahit getireceksin." (Şimdi sizden soruyorum) İçinizde
Resulullah'tan bunu işiten herhangi biriniz var mı?" Bunun üzerine Übey
b.Kâ'b şöyle dedi: "Vallahi seninle beraber bu insanların en küçüğü
gelecektir. (Gelip şahitlik edecektir)
Ebu Said el-Hudrî
diyor ki: "Ben orada bulunanların en küçüğü idim. Kalkıp Ebu Musa
el-Eş'arî ile beraber gittim ve Ömer'e, Resulullah'ın bunu söylediğini haber
verdim. [40]
Âyet-i kerimede
zikredilen izin istemenin ne şekilde olacağı hakkında iki görüş
zikredimektedir. Bir kısım âlimlere göre bu izin, selam verildiken sonra sözle
olur. Taberi bu görüşü tercih etmektedir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise,
izin isteme, öksürme, seslenme vb. şeylerle olur.
Kimlerin izin istemek
zorunda oldukları hususuna gelince, erginlik çağına girmiş olan herkesin, eşi
dışında herkesten izin istemesinin gerekli olduğu beyan edilmektedir. Kişi,
kardeşinin ve annesinin yanına gimek için dahi izin istemek zorundadır. Çünkü
onları, müsait olmayan bir vaziyette görmesi doğru
değildir. [41]
29- İçinde
eşyanız bulunan boş binalara izinsiz girmenizde bir mahzur yoktur. Allah,
sizin açığa vurduğunuzu da bilir, gizlediğiniz» de.
Âyette zikredilen
"Boş binalar" ifadesi, herkesin serbestçe han, kahve, lokanta vb.
yerleri de kapsamına almaktadır. Ayrıca yıkık, çokuve terkedilmiş, yeni
yapıldığı halde henüz içine kimse girmemiş binalar da "Boş yer"
sayılır. [42]
30- Ey
Muhummcd, mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, edep
yerlerini korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha
hayırlıdır. Şüphesiz ki Allah, yaptilarmızdan haberdardır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, mümin erkeklerin, gözlerini haramdan sakınmalarını ve avret
mahallerini zinadan ve başkalarının görmesinden korumalarını emretmektedir.
Mümin kimse kendisine
haram kılınan birşeye bakamaz. Şayet iradesi dışında haram olan birşeyi
görürse derhal gözünü ondan çevinnekle mükelleftir.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.)çlen şu Hadis-i Şerifler rivayet edilmektedir:
"Cerirb.Abdullahel-Bücelî diyor ki:
"Ben, Resulullah
(s.a.v.)den, anî bakışların (Gözün, istemeden görmesinin) hükmünü sordum, O
bana, gözümü çevimlemi emretti. [43]
Peygamber efendimiz
diğer bir Hadis-i Şerifinde Hz. Ali'ye şöyle buyurmuştur:
"Ey Ali, birinci
bakışına ikinci bakışını ekleme. Zira senin birinci defa bakmaya hakkın vardır.
Bunun dışında bakmaya hakkın yoktur. [44]
Ebu Said el-Hudrî
diyor ki:
"Bir gün
Resulullah şöyle buyurdu: "Sakın yollar üzerine oturmayın." Bunun
üzerine orada bulunanlar: "Başka çaremiz yok. Yollar bizim toplantı yerlerimiz.
Oralarda oturup konuşuyoruz." dediler. Resulullah da şu cevabı verdi:
"Eğer mutlaka oturacaksanız yolun hakkını verin." Onlar: "Yolun
hakkı nedir?" diye sorunca Resulullah: "Gözü kapamak, eziyet etmemek,
selam almak, iyiliği emretmek ve kötülüğe mani olmaktır." buyurdu. [45]
Taberi, bu âyet-i
kerimede zikredilen "Edep yerlerini korusunlar" ifadesinden
maksadın, edep yerlerini insanların bakışlarından korumaları olduğunu söylemiş
ve buna dair görüşleri zikretmiştir. [46]
31- Ey
Muhammcd, mümin kadınlara söyle, gözlerini (Haramdan) sakınsınlar. Edep
yerlerini korusunlar. Görünmesi zaruri olanlar hariç, zi-netlcrîni
güstcrmcsinler. Başörtülerini, yakalarının zerine doğru örtsünler. Zinctlcrini
kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi
oğullarından veya kocalarının oğularından veya kendi kardeşlerinden veya
kardeşlerinin oğullarından veya ki/kardeşlerinin oğullarından veya
kadınlarından veya sahip oldukları cariyelerden veya cinsî iktian olmayan
hizmetçilerden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan
çocuklardan başkasına göstermcsinler. Gizledikleri süslerini başkalarına
bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe
edin ki kurtuluşa cresiniz.
Âyet-i kerimede mümin
kadınların, gözlerini haramdan sakınmaları emredilmektedir. Müfess iri erin
çoğu bu âyet-i kerimeye bakarak, kadınların, mahremleri olmayan erkeklere
bakmalarının caiz olmadığını söylemişler ve kadınların bakışlarının şehvetle
olup olmamasının fark etmediğini ifade etmişlerdir. Bu âlimler, görüşlerine
delil olarak şu Hadi.s-i Şerifi zikretmişlerdir.
Peygamberimizin hanımı
Ümmü Seleme diyor ki:
"Ben ve Meymune,
Resulullah'ın yanındaydık. Bizlere örtünmemiz emredildikten sonra Abdullah
İbn-i Ümm-i Mektum bize geldi. Resuİullah bize: "Onun yanında
örtünün." buyurdu., Biz: "Ey Allah'ın Resulü, bu kişi âmâ değil mi? O
bizi ne görüyor ne de tanyor." dedik. Resuİullah: "Sizler de âmâ
mısınız? Siz onu görmüyor musunuz?" buyurdu. [47]
Diğer bir kısım
âlimler ise, kadınların, kendilerine mahrem olmayan kişilere şehvet gözüyle
olmadıkça bakabileceklerini söylemişlerdir. Bunlar da görüşlerine delil olarak
şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir.
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"Bir bayram günü
Habeşliler, ellerinde kalkan ve ımzraklarıyla oynuyorlardı. Ya ben,
Resulullah'tan onlara bakmama izin vermesini istedim. Veya Resuİullah bana:
"Onlara bakmak ister misin?" dedi. Ben de: "Evet." dedim.
Resuİullah beni arkasına durdurdu. Yüzüm yüzüne değiyordu, Resuİullah onlara:
"Devam edin Habeşliler." buyurdu. Ben bakmaktan usanınca Resuİullah
"Yeter mi?" dedi. Ben de: "Evet." dedim. Resuİullah:
"O halde içeri git." dedi. [48]
"Edep yerlerini
korusunlar"
Saîd b.Cübeyr ve
Mukatil diyorlar ki: "Bundan maksat, kadınların, edep yerlerini zinadan
korumalarıdır. Kataüe ve Süfyan es-Sevrî ise, bundan maksatlın, kadınların
edep yerlerini haramdan korumalarıdır." demişlerdir. Ebul Aliye veTaberi
ise, bu ifadeden maksadın, kadınların edep yerlerini kapatacak elbiseler
giyerek onları mahrem olmayan erkeklerin bakışlarından korumak olduğunu
söylemişlerdir.
Görülmesi zaruri olan
yerler dışında, zinet yerlerini göstermeinler. Görülmesi zaruri olun yerlerden neyin kastedildiği
hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır.
Abdullah b.Mes'ud,
Hasan-ı Basrî, İbrahim en-Nehaî, îbn-i Şîrîn ve benzeri âlimler, buradaki
"Görünmesi zaruri olan zinet yerlerinden maksadın, kadınların giydikleri
dış elbiseler olduğunu söylemişlerdir.
Saîd b.Cübeyr,
Abdullah b.Abbas ve benzeri âlimler ise burada zikredilen "Görünmesi
zaruri olan yerler"den maksadın, sürmenin görüldüğü yüz, kına, yüzük ve
bileziklerin görüldüğü eller olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü destekleyen Mürsel
bir Hadis-i Şerifte şunlar zikredilmektedir:
Halid b.Düreyk diyor
ki: "Aişe (r.anh)üan şunları söylediği rivayet edilmiştir.
"Birgün
Ebubekir'in kızı Esma (kızkardeşjm), üzerinde bulunan ince bir elbise ile
Resulullah'ın yanına girdi. Resulullah (s.a.v.) ondan yüz çevirdi ve ona şöyle
dedi: "Ey Esma, kadın, âdet görme çağına varınca, onun ancak şurası ve
şurası görülebilir." "Resulullah böyle derken, yüzünü ve ellerini
işaret [49]
Ebu Davud bu Hadisi
rivayet ettikten sonra, Hadis'in mürsel oduğunu, Halid b.Düreyk'in, Hz. Aişe'yi
görmediğini söylemiştir.
Başörtülerini
yakalarının üzerine doğru örtsünler."
Hz. Aişe (r.anh.)
diyor ki:
"Bu âyet-i Kerime
inince, önce hicret eden kadınlar, peştemallannı dile-rek başörtüsü ed indiler. [50]
Burada geçen "Yaka" ifadesinden maksat, boyun ve göğüslerdir.
Zinctlcrini kendi
kocalarından veya babalarından veya kendi oğula-rından başkasına göstermesini
er.
Âyet-i kerimede,
kadınların zinetlerini, kocalarından ve mahremleri olan diğer kişilerden
başkalarına göstermemeleri emrediliyor. Buradaki "Zinef'den maksat, küpe,
halhal, kolye, vb. zinet eşyalarının takıldığı yerlerdir. Kadının buralarını,
mahremleri dışındaki insanlara göstermeleri haramdır.
Âyet-i kerimede,
Müslüman kadının, zinet yerini kendi kadınlarına göse-rebileceği ifade
ediliyor. Burada geçen, "Kendi kadınlarına" ifadesinden maksat,
Müslüman kadınlardır. Bu itibarla bir Müslüman kadının, Müslüman olmayan
kadınlara da zinet yerlerini göstermesi caiz değildir.
Hz. Ömer (r.a.) Ebu
Ubeyde b.el-Cerrah'a mektup yazarak şöyle demiştir: "Bana gelen haberlere
göre bazı Müslümanların kadınları, müşriklerin kadınlarıyla bilikte hamamlara
gidiyorlarmış. Bu senin bölgende oluyor. Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir
kadının avret mahallerine, kendi dininden olmayan bir kadının bakması haramdır.
Âyet-i kerimede,
Müslüman kadınların, mahrem yerlerini, sahip oldukları kölelerden saklamak
zorunda olmadıkları zikrediliyor. Taberi, buradaki "Köleler"
ifadesinden maksadın, müşrik olan cariyeler olduğunu söylemiştir. Buna göre mümin
kadınlar, mümin olmayan kadınlara avret yerlerini gösteremezler. Ancak, mümin
olmayan cariyeler bu hükmün dişındadırlar.
Fakat müfessirlerin
çoğunluğu, âyette zikredilen "Köleler" ifadesine, cariyeler yanında
erkek kölelerin de dahil olduğunu ve mümin bir kadının erkek olsun kadın olsun
kölelerine karşı örtünmek mecburiyetinde olmadığını söylemişlerdir.
Bu hususta Enes
b.Mâlik, diyor ki:
"Resulullah,
Faüma'ya hediye ettiği bir köleyi getirdi. Fatıma'nın üzerinde bir elbise
bulunuyordu. Onunla başını örttüğünde ayaklarına yetişmiyordu, ayaklarım
örttüğünde de başına yetişmiyordu. Resulullah (s.a.v.) Fatıma'nın bu haline
görünce ona şöyle dedi: "Bunda senin için bir mahzur yoktur. Zira burada
senin baban ve kölen vardir. [51]
Âyet-i kerimede,
kadınların, zinet yerlerini, cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerden saklamak
mecburiyetinde olmadıkları beyan edilmektedir. Burada söz konuş olan
hizmetçilerin, kadınlara yaklaşma ihtiyacı hissetmemeleri ya da cinsel
iktidarsızlıklarından veya geri zekâlılıklarından yahut da karnını doyurmaktan
başka bir şey düşünmeyen tufeylilik vb. şeylerden olabileceği zikredilmektedir.
Ancak, Resulullah
(s.a.v.), Hunsa, yani, hem erkeklik hem de kadınlık organı bulunan bir
kimsenin, hanımlarının yanına girmesini yasaklamış ve: "Bu bir daha sizin
yanınıza girmesin." buyurmuştur. [52]
Veya kadınların mahrem
yerlerini henüz anlayacak çağda olmayan çocuklar.
Bu ifadeden maksat,
erginlik çağına yaklaşmamış olan küçük çocuklardır. Zira bunlar, kadınların
tavır ve hareketlerinden herhangi bir şey anlamazlar. Bu sebeple kadınların
yanlarına girmelerinde bir mahzur yoktur. Fakat erginlik çağına >aklanmış
olan ve kadınlarla ilgili meseleleri anlamaya başlayan çocuklara, kadınların,
zinet yerlerini göstermeleri caiz değildir.
Gizledikleri süslerini
başkalarına bildirmek için ayaklarını da vurmasınlar.
Cahil i ye döneminde
kadınlar ayaklarına "Halhal" denen, halka şeklinde bilezikler ve
boncuklar takarlar ve yürürken bunlarla ses çıkararak dikkatleri çekerlermiş.
Allah Teala, mümin kadınların bu şekilde davranmalarını yasaklamıştır.
Kadınların, evlerinin
dışında başkalarına'hissettirmeleri haram olan şeylerden biri de, üzerlerine
sürmüş olduktan kokulardır. Bu hussuta Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:
"Herhangi bir
kadın koku sürünür sonra da kokusunu hissetsinler diye bir topluluğun yanından
geçecek olursa o kadın zina etmiştir. [53]
32-
İçinizden bekârları kölelerinizden ve ccrayilcrini/dcn salih olanları
evlendirin. Eğer fakirler Allah onları lütuyla zenginleştirir. Allah, geniş
lütuf sahibidir, herşeyi çok iyi bilendir.
Abdullah b.Abbas, bu
âyeti kerimeyi izah ederken şöyle demiştir: "Allah Teala evlenmeyi
emretmiş ve onu teşvik etmiştir. Müminlere, hür olanlarını da kölelerini de
evlendirmelerini emretmiş ve bu evlilik neticesinde unlan
zen-ginleştirebileceğini vaadetmişlir.
Abdullah b.Mes'ud ise
şöyle demiştir: "Zenginliği evlenmekte arayın. Zira Allah Teata:
"Evlenenler şayet fakir iseler Allah onları lütfuyla zenginleştirir."
buyurmuştur."
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmuştur.
"Allah'ın üç
kimseye yardım etmesi haktır: Allah yolunda cihad edene, borcunu ödemek isteyen
mükâtep köleye (Hürriyetine kavuşmak için efendisiy-le sözleşme yapmış olan
köleye), iffetini korumak için evlenmek isteyene. [54]
33- Evlenme
imkânı bulamayanlar, Allah'ın, kendilerini lütfuyla zenginleştirmesine kadar
iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerinizin, azad olmak için bedel
vermek isteyenlerin, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız hemen bedel
vermelerini kabul edip mükâtebe akdi yapın. Azad olmalarına yardımcı olmak
için, Allah'ın size verdiği mallardan onlara da verin. Dünya hayatının geçici
menfaatini kazanma hırsıyla, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa
zorlamayın, kim onİarı fuhşa zorlarsa, şüphesiz ki Allah da, fuhşa
zorlanmalarından sonra o cariyelere karşı çok bağışlayandır ve çok merhametli
olandır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede dört şeyi emretmektedir. Bunlardan biri, evlenme imkânı olmayanın,
haramlara karşı iffetini korumasıdır. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
şöyle buyurmaktadır:
"Ey gençler
topluluğu, sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Zira evlenmek, gözü
daha fazla kapatır, namusu daha iyi korur. Kimin de evlenmeye gücü yetmezse
oruç tutsun. Zira oruç, o kişinin şehvetini kırar. [55]
İkinci emir ise
"Sahip olduğunuz kölelerinizden, azad olmak için bedel vermek isteyenlerin
,eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen bedel vermelerini kabul edip
mükâtebe akdi yapın." ifadesindeki emirdir.
Kölelerinde hayır
gören efendilerin, kölelerinin mükâtebe akdi yapmak istemeleri halinde bu akdi
yapmalarının farz veya mendup olduğu hakkında iki görüş zikredilmektedir.
Şa'bî, mukatil,
Hasan-ı Basrî ve İbn-i Zeyd, buradaki emrin mendup olduğunu, kölenin
efendisinin mükâtebe akdi yapıp yapmamakta serbest olduğunu söylemişlerdir.
Ebü Hanife, İmam Mâlik, Sevrî ve son görüşüyle İmam Şafiî de bu görüştedirler.
Ata b.Ebi Rebah,
Dehhak ve Sîrîn'e göre ise bu akdi yapmak farzdır. Köleden teklif geldiği
takdirde efendi böyle bir akdi yapmaya mecburdur. Taberi de, âyetteki
"Mükâtebe" akdi yapın." emrinin farziyet ifade ettiği kanaatiyla
bu görüşe katılmaktadır.
"Eğer
kölelerinizde bir hayır görüyorsanız onlarla mükâtebe akdi yapmayı kabul
edin" ifadesinde geçen "Hayır"dan neyin kastedildiği hususunda
çeşitli görüşler zikredilmiştir. Bazı müfessirlere göre bu hayırdan maksat,
kölelerin çalışıp kazanma gücünde olmaları ve taahüt ettikleri borcu
ödeyebilme kudretinde olmalarıdır. Böylece köleler, hürriyete kavuşma
imkânlarını kendileri sağlarmış olurlar ve Müslümanlara yük olmazlar.
Bazılarına göre ise
kölelerde görülecek hayırdan maksat, sadakat, vefakârhkve ödeme gücünde
olmalarıdır.
Diğer bazılarına göre
ise kölelerde görülecek hayırdan maksat, kölenin, borcunu ödeyecek kadar
malının bulunmasıdır.
Taberi, buradaki
hayınn. birinci ve ikinci gürümle zikredilen şeylerin hepsini kapsadığını
söylemiş, üçüncü görüşte zikredilen malın ise söz konusu olamayacağını ifade
etmiştir.
Âyeıi kerimede
zikredilen üçüncü emir i.se "Azad olmalarına yardımcı olmak i^in, Allah'ın
size verdiği mallardan onlara verin." emridir. Burada, kölelere hangi
mallardan verileceği hakkında iki görüş zikredilmiştir. Birinci görüşe göre
onlara verilecek mallardan maksat, kölelerin, hürriyetlerine kavuşması için
ödemeleri şart koşulan maldır. Bu görüşe göre köleyi azad eden efendisi, kölenin
borcundan bir miktarını bağışlamalı, o mikum almamalıdır. İhn i Kesir bu görüşü
tercih etmektedir. Ancak bağışlanacak bu miktar, hazıkının yöre borcun dörtte
biri, bazılarına göre üçle biri. bazılarına göre yarısı, bazlr.nına göre ile
herhangi bir miktarıdır.
İkinci görüşe göre bu
tür kölelere verilecek maldan maksai, /ek..:i;.n verilecek bir miktardır.
Zira, Allah Teala, zekâtın verileceği yerleri belirtirken köleleri de
zikretmiş, zekâttan onlara da verilebileceğini beyan etmiştir. .
Hasan-i Basrî, Zeyd
b.Eslem, Abdurrahman b.Zeyd ve mukatil bu görüştedirler. Taberi de bu görüşü
tercih etmiştir.
Âyet-i Kerimede
zikredilen dördüncü emir ise: "Dünya hayatının geçici menfaatini kazanma
hırsıyla, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
eniridir.
Cahiliye döneminde
cariyeleri olan efendiler, onları zina yapmaya zorlar ve zinadan elde ettikleri
kazançtan pay alırlardı. İslam gelince bu çirkin âdeti yasakladı, kimsenin,
iffetli cariyesini zina yapmaya zorlama yetkisinin olmadığını beyan etti.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimenin nüzul sebebinin, Abdullah b.Übey b.Se-lulün, cariyelerini fuhşa
zorlaması olduğunu söylemişlerdir. Zira o adam, kazanç elde etmek, cariyelerin
doğuracakları çocuklardan istifade etmek ve liderliğini korumak maksadıyla
cariyelerini zina etmeye zorluyordu. [56]
34- Yemin
olsun ki biz si/x, açıklayıcı âyetler, sizden önce gelip geçenlerden misaller
ve nıüttakilere öğütler indirdik.
Allah teala bundan
önceki âyetlerde çeşitli hükümler zikrettikten sonra bu âyet-i kerimede de,
Kur'an-ı Kerim'de apaçık âyetler indirdiğini, geçmiş ümmetlerin halini özet
olarak zikrettiğini ve bunların, Allah'tan korkanlar için bir öğüt olduğunu
beyan etmektedir. [57]
35- Allah,
göklerin ve yerin nurudur. Onun nuru, içinde kandil bulunan bir kandil yuvası
gibidir. Kandil cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır.
Ne tam doğuda, ne de dam batıda olan mübarek bir zeytin ağacının yağıyla
tutuşturulur. Yağ, neredeyse ateş değmeden bile lu-1 tuşup ışık verecek kadar
saf ve parlaktır. Bu, nur üstüne nurdur. Allah, dilediğini nuruna kavuşturur.
Allah, insanlara misaller verir, Allah, herşeyi çok iyi bilendir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, nurunun herşeyi ku\aıiığım beyan ediyor ve biz müminlerin kendisine
boyun eğmemizi istiyor. Ancak bu âyeıi kerimeyi gerçek anlamıyla kavramak pek
kolay değildir. Bununla beraber müfessirler bu âyet-i kerimenin çeşitli
bölümlerini çeşitli şekillerde izaha çalışmışlardır. Bunları şu şekilde özetlemek
mümkündür:
"Allah, göklerin
ve yerin nurudur."
Abdullah b.Abbas
ve'Enes b.Mâlik'ten nakledilen bir görüşe göre, âyetin bu bölümünün mânâsı
şöyledir: "Allah, göklerde ve yerde bulunan doğru yola
iletendir. Oralarda bulunanlar, Allah'ın
nuruyla doğru yolu bulmuş olurlar. Ta-beri bu görüşü tercih etmiştir.
Mücahidden nakledilen
bir görüşe göre ise bu âyetin mânâsı şöyledir: "Allah, gökleri e yeri sevk
ve idare edendir. Üvey b. Kâ'b dan nakledilen bir görüşe göre ise âyetin
manası şöyledir. "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Yani, onları
aydınlatandır. Buradaki aydınlatan nurdan maksat, gerek maddi, gerekse manevî
her türlü ışıktır. Yani, her türlü karanlığın zıddıdır. Kişlerin vicdanlarında
ve basiretlerinde ve çevrelerinde hissettikleri aydınlığın tamamıdır.
"Onun nuru,
içinde kandil bulunan bir kandil yuvası gibidir."
Ayetin bu bölümü
birkaç şekilde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre, âyetin mânâsı şöyledir:
"Kalbinde iman ve Kur'an bulunan müminin nuru, içinde lamba bulunan,
arkası kapalı bir pencere gibidir." Bu izah şekline göre Allah Teala, önce
kendi nurunun bütün kâinatı maddeten ve manen aydınlattığını beyan etmiş daha
sonra müminin kalbindeki nuru, çevresini aydınlatan bir kandile benzetmiştir.
Übey b.Kâ'b, Said
b.Cübeyr ve Dehhak, âyetin bu kısmını bu şekilde izah etmişlerdir.
Kâ'bul Ahbar ise
âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmiştir. "Allah'ın nuru olan Muhammed,
içinde kandil bulunan bir kandil yuvasına benzer. Çevresini aydınlatır."
Hasan-i Basrî,
Abdurrahman b.Zeyd, Zeyd b. Eşlem ve İbn-i Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre
ise âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Allah'ın nuru olan Kur'an,
içinde kandil bulunan bir kandil yuvası gibidir."
Abdullah b.Abbas'tan
nakledilen başka bir görüşe göre ise âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir:
"Allah'ın nuru olan itaat, içinde kandil bulunan bir kandil yuvası
gibidir.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Kandil yuvası" diye tercüme edilen "Mişkât" kelimesi,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazılarına göre
"Mişkâf'tan maksat, arkası kapalı olan kör bir penceredir, bazılarına göre
ise bu kelimenin mânâsı "Kandil"dir. Diğer bazılarına göre, kandilin
takılı olduğu kancadır,
Allah teala'mn bu
misalden neyi kastettiğine gelince, bazılarına göre burada anlatılan, Hz.
Muhammed'dir. Resulullah bir kandil yuvasına, kalbi bir kandile, göğsü de
parlayan bir yıldıza benzetilmiştir.
Yine Resulullah
(s.a.v.) ne doğuda ne de batıda olan mübarek bir ağaca benzedtilmiştir. Öyle ki
o ağacın meyvesinden çıkan yağ, neredeyse ateş değmeden bile tutuşacak ve
çevreyi aydınlatacaktır. Resulullah, bütün vücuduyla hakkı temsil ettiği için
hiç konuşmasa dahi onun Peygamber okluğu anlaşılır. "Ateş değmese bile
tutuşup ışık verecektir." ifadesi bunu beyan etmektedir. Ve Resulullah
(s.a.v.) nur üstüne nurdur.
Diğer bir kısım
âlimlere göre ise burada "Kandil yuvası"ndan maksat, müminin göğsü,
"Orada yanan kandü"den maksat "Kur'anı Kerim ve müminin
İmanı." Kandilin "içinde bulunduğu canTdan maksat ise "Müminin
kalbidir." Müminin kalbi, çevreyi aydınlatan bir yıldıza benzer. Bu kalb,
aydınlığını, mübarek bir ağaç durumunda olan kelime-i Tevhidden, Allah'a
ihlasla kulluk yapmaktan ve ona ortak koşmamaktan almaktadır. Mümin, nur
üstüne nurdur. Zira onun özü de, işi de, gidişi de, gelişi de, önü de, sonu da
nurdur.
Bazılarına göre ise
"Allah'ın nurundan" maksat, Kur'an-ı Kerim'dir. mümin, arkası kapalı
bir pencereye, onun kalbinde olan Kur'an-ı Kerim kandile, göğsü de kandilin
içine konduğu bir cam'a benetilmiş, ayrıca müminin, Kur'an'la aydınlatılmış
göğsü, parlak bir yıldıza benzetilmiştir.
Kandilin, ışığını, ne
doğuda ne de batıda mübarek bir ağacın yağından aldığı ifade edilmektedir.
Bundan maksat ise, Kur'an'ın, Allah Katından olduğunun beyanıdır.
Yine o mübarek ağacın
yağına ateş dokunmasa dahi tutuşup aydınlatacak gibi olduğu ifade edilmektedir.
Bundan maksat ise, Kur'an'ın nurunun, âlemde düşünen ve düşünmeyen herşeyi
aydınlatmasıdır.
Mübarek ağacın
yağının, nur üstüne nur olduğu beyan edilmektedir. Bundan maksat, Kur'an'm,
Allah'ın varlığına delalet eden diğer bütün kâinata ilaveten bir nur
olduğudur. [58]
36- Bu
kandil, Allah'ın, imar edilip yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına
izin verdiği evlerdedir. Orada insanlar sabah akşam Allah ı teşbih ederler.
Âyet-i Kerimede
zikredilen "Evler"den maksat, mescitlerdir, insanlar sabah akşam
orada rablerini teşbih ve tenzih ederler. Orada ezan okurlar, Kur'an okurlar. [59]
37- Onlar öyle kişilerdir ki, onları ne bir
ticaret ne bir alışveriş, Allah'ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât
vermekten alıko-yar. Onlar, (dehşetinden) kalblcrin ve gözlerin ters döneceği
günden korkarlar. [60]
38- Onlar,
Allah'ın kendilerini işlediklerinin en
güzcliylc mükâfatlandırması ve lütftından kendilerine daha da fazlasını
ihsan etmesi için böyle yaparlar. Allah, dilediğine hesapsız nzik verir.
Allah'ın,
yükseltilmesine izin verdiği o mescitlerde Allah'ı anan o kişileri, ticaret,
alışveriş gibi şeyler, Allah'ı devamlı anmalarından, kendilerine farz kılınan
namazlarını kılmalarından ve mallarından farz olan zekâtı vermelerinden
alıkoymaz. Zira onlar, kalblerin ve gözlerin ters döneceği kıyamet gününün
dehşetinden korkarlar. Böylece Allah onları dünyada yaptıkları amellerin en
gü-zeliyle âhirette mükâfatlandırdın ve lütfundan da daha fazlasını versin.
Zira Allah, dilediğine hesapsız nzık verir. [61]
39- İnkâr
edenlerin amelleri, düz bir arazideki serap gibidir. Susayan onu su zanneder.
Fakat oraya vardığında umduğundan hiçbir şey bulamaz. Yanında sadece Allah'ı
bulur. O da onun hesabını eksiksiz görüverir. Allah, hesabı süratli olandır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, kâfirlerin, insanları inkarcılığa davet eden ileri gelenlerini bir
misalle beyan ediyor. Onlann, amellerinin ve inançlarının bir değeri olduğunu
sandıklarını, aslında ise hiçbir değeri olmadığını açıklıyor. Onlann
amellerini düz bir ovadaki seraba benzetiyor. Susuz insan bu serabı gördüğünde
onu su zanneder ve yanma koşar. Fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz. İşte
kâfir de böyledir. Bir kısım amelleri işler ve yaptığı bu amellerin kendisine fayda
sağlayacağını zanneder. Fakat kıyamet gününde Allanın huzuruna çıkınca,
yaptığı amellerin hiçbir değeri olmadığını anlar. Allah ona. amellerinin
cezasını derhal verir. Zira Allah, hesap görmesi çok süratli olandır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifi'nüe şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde
Yahudiler çağırılır. Onlara: "Siz kime tapıyordunuz diye sorulur. Onlar da
"Allah'ın oğlu Üzeyir'e tapıyorduk." derler. Bu sefer de onlara:
"Siz yalan söylüyorsunuz, Allah'ın ne eşi vardır ne de çocuğu. Şimdi ne
istiyorunuz denir? Onlar: "Susadık rabimiz, sen bize su ver." derler.
Onlara işaret edilir "Su içmeye gelmez misiniz?" denir. Onlar,
cehennem atehinde toplanırlar. Cehennem ateşi sanki seraptır. Birbirini yeyip
bit ilinektedir. Onlar bu ateşe düşerler.. [62]
40- Veya
inkâr edenlerin amelleri, derin bir denizdeki karanlıklara benzer. Bir deniz
ki, onu üstüste dalgalar örtmüş, dalgaların üstünde de bulutlar, ve böylece
birbiri üstüne yığılmış kat kat karanlıklar. İnsan, elini çıkaracak olsa
neredeyse onu bile görcmcycck. Kime ki Allah nur vermedi, artık onun nuru
yoktur.
Allah Teala bu âyet-İ
kerimede de inkarcıların önderlerini taklit eden cahil kâfirlerin yapmış
oldukları amelleri bir misalle açıklıyor. Onların amellerini "Karanlık
içinde karanlık" olarak vasıflandırıyor. Zira böyle kâfirlerin, konuştukları
karanlık, yaptıkları karanlık, gittikleri karanlık, varacakları sonuç karanlıktır. [63]
41- Göklerde
ve ycrdckilcrin, kanatlarını çırparak sıra sıra uçan kuşların, Allah'ı teşbih
ettiğini görmez misiniz?'Hcrbiri kendi niyaz ve teşbihini bilir. Allah ta
onların yaptıklarını çok iyi bilir. [64]
42- Göklerin
ve yerin mülkü ancak Allahındır. Dönüş te Allah'adır.
Ey Muhammed, görmez
misin ki, göklerde ve yerde bulunan Melekler, insanlar, cinler, hayvanlar,
hatta cansız varlıklar, saf saf olmuş, kuşlar Allah'ı teşbih ederler, onu,
kendisine layık omayan sıfatlardan arındırırlar. Bunların herbiri, Allah'a
nasıl dua edeceğini ve onu nasıl teşbih edeceğini bilir ve bilerek
yapar.Allah, onların yaptıklarını çok iyi
bilendir. Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah'a aittir. Dönüş te onadır.
Yaratıklar, öldükten sonra onun huzuruna varıp hesap vereceklerdir. [65]
43- Görmez
misin ki? Allah, bulutları sevkeder. Sonra onları bir araya getirip birbirine
kenetler, daha sonra da üstüste yığıp sıkıştırır. Bir de bakarsın ki
aralarından yağmur yağıyor. Allah, gökteki dağ gibi bulut kümelerinden dolu
indirir de onu dilediğine uğratır, dilediğinden de uzaklaştırır. Şimşeğinin
parıltısı da neredeyse gözleri kapıp alır. [66]
44- Allah, geceyi gündüze, gündüzü geceye
çevirir. Şüphesiz ki bunda, basiret sahipleri için nice ibretler vardır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, gökte oluşturduğu bulutlardan yağdırdığı yamğurun bir lütuf olduğunu
ve aynı bulutlardan, dilediğinde dolu da yağdırarak istediği yere isabet
ettirdiğini, böylece dilediğinde nimeti felakete çevireceğini beyan
etmektedir. Aynca şimşeklerin çakmasından çıkan güçlü ışıkların, neredeyse
gözleri kör edecek güçte olduğunu ve bunu kendisinin meydana getirdiğini açıklıyor.
Allah Teala ayrıca
geceyi gündüze gündüzü de geceye çevirdiğini, bunları uzatıp kısalttığını
beyan ediyor ve bütün bunlarda, basiret sahibi olan insanlar için, Allah'ın
büyüklüğünü gösteren bir delil olduğunu bildiriyor. [67]
45- Allah,
bütün canlıları su'dan yaratmıştır. Onlardan kimi, karnı üzerinde sürünerek
yürür, kimi iki ayağı üstünde yürür. Kimi de dört ayak üstünde yürür. Allah,
dilediğini yaratır. Şüphesiz Allah, herşeye kadirdir.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimde kudretinin büyüklüğünü beyan ediyor ve bütün canlıları su'dan
yarattığını bildiriyor.
Burada ifade edilen
"Su"dun maksat, ya meni'dir, yahut da herşeyin aslının su'dan
olduğuna işarettir. Allah Teala su'dan yarattığı varlıkların bazılarını
sürüngenler şeklinde, bazılarım iki ayaklı diğer bazılarını ise dört ayaklı
olarak yarattığım bildiriyor ve âyetin sonunda kendisinin herşeye kadir
olduğunu beyan ediyor. [68]
46- Yemin
olsun ki biz, açıklayıcı âyetler indirdik. Allah, dilediğini dosdoğru bir yola
iletir.
Ey insanlar, şüphesiz
ki biz, hak yolu gösteren alâmetler ve hidayeti bildiren âyetler indirdik.
Allah, yarattıklarından dilediğini dosdoğru yol olan İslâm'a iletir de o kim.se
Müslüman olur. [69]
47-
Münafıklar: "Allah'a ve Resulüne iman ettik ve itat ettik."1 derler.
Sonra da içlerinden bir zümre bunun ardından yine yüz çevirir. İşte bunlar
mümin değillerdir. [70]
48- Onlar,
aralarında Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne davet edildikleri
zaman bir de bakarsın ki, içlerinden bir zümre hemen yüz çevirivermişlerdir. [71]
49- Eğer
kendileri haklı olurlarsa, Peygambere boyunlarını bükerek gel irer.
Münafıklar,
"Allah'a ve Peygamberine iman ettik ve onların emirlerine itaat
etük." derler. Sonra da içlerinden bir gurup yüz çevirir uzaklaşır.
Böylece sözleri davranışlarına uymaz. Yapmayacakları birşeyi söylerler. Bu
sebeple onlar, mümin değillerdir. Bu münafıklar, anlaşmazlığa düştükleri
hususlarda, Mu-hammed'in, aralarında hüküm vermesi için, Allah'ın kitabına ve
Resulünün hakemliğine davet edildikleri zaman, içlerinden bir gurup hakkı
kabulden yüz çevirir ve Resulullah'ın verdiği hükme razı olmaz. Halbuki
bunlar, haklı oldukları durumlarda, Resululluh'ın kendilerini haklı
göstereceğini anladıklarında onun hükmüne boyun eğerek koşa koşa gelirler.
Evet, bunlar, haksız
oldukları zaman, Resulullah'ın, haklarında verecek olduğu hükümden kaçar, haklı
okluklarında ise boyun eğerek gelirler. Bu da onların, gerçketen iman
etmediklerini, sırf maddi çıkar için- Müslüman göründüklerini gösterir.' . [72]
50-
Kalblcrindc bir hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Yahut, Allah'ın ve
Rcsulü'nün, kendilerine haksızlık yapacağından mı korktular? Hayır, hayır.
Bunlar, zalimlerin ta kendileridir.
Allah'ın kitabına ve
Resulü nün hakemliğine davet edildiklerinde, haksız oldukları zaman yüz çeviren
ve haklı oldukları zaman da boyun eğerek gelen bu insanların ya kalblerinde
nifak hastalığı vardır, bu nedenle razı olmazlar yahut da din hususunda şüphe
içindedirler. Veya Allanın kitabı ve Resulullah m hükmüne başvurduklarında,
Allah'ın ve Resulü'nün onlara haksızlık yapacağını zalimlerdir. Allah ve
Resulü, bunların kötü düşüncelerinden beridirler. [73]
51-
Aralarında Peygamberlerin hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne davet edildikleri
zaman müminlerin sözü ise ancak: "İşittik ve itaat ettik." olur. işte
bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. [74]
52- Kim,
Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve ona sığınıp korunursa,
işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimelerle, haklarında bundan Önceki âyetlerin indiği kişileri kınamakta ve
mümin olanların ne gibi sıfatlar taşımaları gerektiğ-gini beyan etmektedir.
Müminler, aralarındaki anlaşmazlıklarda Allah'ın kitabına ve Resululluh'ın
hakemliğine çağrıldıkları zaman, verilecek hükmün lehlerine veya aleyhlerine
olabileceğini hesaba katmadan: "Davetini kabul ettik ve teslim
olduk." derler. İşte kurtuluşa erecek olanlar bunlardır. Zira kim, Allah'a
ve Resulü'ne itaat eder, Allah'ın emirlerine karşı gelmekten korkar ve onun
cezalandı rmasından çekinirse, işte kurtuluşa erecek olanlar onlardır. [75]
53- Ey
Muhammcd, münafıklar, kendilerine emrettiğin takdirde, mutlaka cihada
çıkacaklarına dair en ağır ycminleriyle Allah'a yemin ettiler. Sen onlara:
"Yemin etmeyin, nasıl itaat ettiğiniz malumdur. Şüphesiz ki Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır." de.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, münafiklann. cihada gittikleri takdirde can ve mallarının tehlikeye düşeceği endişesiyle
cihaddan kaçındıklarını bununla beraber, münafık oldukları belli olmasın ve
korktukları anlaşılmasın diye en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiklerini
beyan ediyor ve Resulullah'a, onların tatlarının nasıl olduğunun bilindiğini,
boşuna yemin etmemeleri grektığı-ni söylemesini emrediyor. Zira Allah onların
yaptıklarından haberdardır. [76]
54- Ey
Muhammcd, "Allah'a itaat edin, Resulüne tabi olun."dc. Eğer yüz
çevirirseniz, Peygamber ancak kendisine yükletilen vazifeden, siz de ancak
kendinize yükletilen vazifeden mes'ulsünüz. Eğer ona itaat ederseniz doğru yolu
bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece apaçık bir tebliğdir.
Ey Muhammed, en büyük
yeminleriyle yemin eden o münafıklar ve onların dışında olanlara de ki:
"Allah'ın size emrettiği ve yasakladığı husularda ona itaat edin. O emir
ve yasaklan tebliğ eden Peygambere de itaat edin. Şayet sizler, Allah'a ve
Peygamberine itaattan yüz çevirecek olursanız, bilin ki Peygamberin vazifesi,
kendisine yüklenen tebliğ görevini yerine getirmektir. Sizin vazifeniz ise
Allahın sizlere yüklediği emir ve yasaklarına saygı göstermektir. Şayet
peygambere itaat edecek olursanız işte o zaman doğru yolu bulmuş olursunuz.
Şunu da bilin ki, Peygambere düşen ancak kendisine gönderilen emir ve yasaklan
tebliğ etmektir. O sizi zorla doğru yola iletemez. Size düşen ise ancak dinlemek
ve itaat etmektir. [77]
55- Allah,
içinizden iman edip salih amel işleyenlere vaadetmiştir ki, mutlaka
kendilerinden öncekileri misarçı kıldığı gibi kendilerini de yeryüzünde
mirasçı kılacak, kendileri için razı olup seçtiği dinlerini iyice yerleştirecek
ve kendilerini korkularından sonra emniyete kavuşturacaktır. Onlar, bana ibadet
ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşma/ar. Artık bundan sonra kim inkâr
ederse, işte onlar, fâsıklurın ta kendileridir.
Allah Teaia bu âyet-i
kerimede, Muhammed ümmetini yeryüzünde halifeler yapacağını. İslam dinini
oraya yerleştireceğini, korkulu balerini giderip müminleri güvene
kavuşturacağını beyan ediyor, bunun sebebinin ise, müminlerin hiçbir şeyi
kendisine oıtak koşmayarak sadece ona kulluk etmeleri olduğunu bildiriyor ve
âyetin sonunda, iman ellikten sonra tekrar inkâra düşenlerin, hak yoldan
ayrılan fâsıklar olduğunu beyan ediyor.
Allah Tealamn
bildirmiş olduğu bu vaadi gerçekleşmiştir. Muhanımcd ümmeti yeryüzünde
yaşanılan bütün yerlere ulaşmıştır. Yeryüzünün büyük bir kısmını İslâm'ın
hakimiyetine sokmuş ve tebliği ise hemen tüm insanlığa duyurmuştur. Bu husuta
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i şerifimle şöyle buyurmaktadır:
"Allah, yeryüzünü
katlayarak bana gösterdi. Ben onun doğusunu da batısını da gördüm. Şüphesiz ki
ümmetimin iktidarı, benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır. Bana.
kırmızı ve beyaz hazineler verildi. [78]
Resuluiİah (s.a.v.)
Mekke'de yatırken, insanları, hak din olan İslâm'a ba-zan gizli bazan açık bir
şekilde davet ediyor ve müşriklerin çeşitli saklın ve işkencelerinden hem
kendisi hem de sahabileri yekiniyorlardı. Bu nedenle Resu-lullah ve sahabileri
Mekke'yi bırakıp Medine'ye hicret etmişler, cihad emri geldikten onra uzun
müddet silah taşımak zorunda kalmışlardır. Daha sonra Allah Teala onları
selamete erdirmiş, düşmanlarına galip getirmiş ve bu ayet-ı edilenin beyan
ettiği gibi onlar, yeryüzünün halifeleri olmuşlardır. [79]
56- Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet ediksiniz.
Ey iman edenler,
namazı gereği gibi kılın, onu eksik yapmayın. Allah'ın size farz kıldığı zekatı
layık olanlara verin ve rabbinizin size gönderdiği Peygamberin emrine itaat
edin ki, rabbiniz size merhamet etsin, azabına uğratmasın. [80]
57- Ey
Muhammed, sakın, yeryüzünde kâfirlerin Allah'ı âciz bırakacaklarını sanma.
Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir dönüş yeridir.
Ey Muhammed,
kâfirlerin, Allah'ın kendilerini helak etmeyi dilemesi haline onu âciz
bırakacaklarını sakın zannetme. Âhirette onların sığınacakları yer ise cehennem
azabıdır. O ne kötü bir yerdir. [81]
58- Ey iman
edenler, sahip olduğunuz köleler ve sizden henüz buluğ çağına ermemiş çocuklar,
şu üç vakitte yanınıza girmek için sizden izin istesinler: Sabah namazından
önce, öğle sıcağı da elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından
sonra. Bunlar, avret yerlerinizin açılabileceği üç halvet vaktidir. Bunun
dışındaki vakitlerde sizin için de onlar için de hiçbir mahzur yoktur. Çünkü
onlar sizin yanınıza çokça girip çıkmak zorundadırlar. Siz de birbirinize sık
sık gider gelirsiniz. İşte Allah, size âyetleri böyle açıklar. Allah, herşeyi
çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu âyet-i kerime,
akrabaların ve aynı evde yaşayan insanların, birbirlerinin yanlarına girmeleri
halinde izin istemeleri hükmünü getirmektedir. Bundan önce geçen yirmiyedi,
yirmisekiz ve yirmidokuzuncu âyetlerde ise, yabancıların birbirlerinin
evlerine girmeleri halinde izin istemeleri hükmünü ihtiva etmekte idi.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimede, müminlere, hizmetçilerinin, kölelerinin ve erginlik çağına ermemiş
çocuklarının şu üç vakitte yanlarına girmeleri halinde izin istemelerini
emretmektedir.
Bu vakitlerden biri,
sabah namazından önceki vakittir. Bu vakitte insanlar uykudadırlar, avret
mahallerinin kapalı olup olmadığını bilemezler. Bu sebeple yanlarına izinsiz
girilemez, ikinci vakit ise öğle sıcağındaki dinlenme vaktidir. Bu vakitte de
bir kısım insanlar dinlenme anında elbiselerini soyunabilirler. Veya uykuda
olabilirler. Bu vakitlerden üçüncüsü ise, yatsı namazından sonraki vakittir. Bu
vakitte de insanlar uykuda olurlar. Fakat bu vakitlerin dışında, gerek
hizmetçilerin, gerek küçük çocukların gerekse köle ve cariyelerin izin istemeden
erkek ve kadınların yanlarına girmelerinde bir mahzur görülmemiştir. Zira
bunlar çokça gezip dolaşmaktadırlar. Bunlara, bu vakitlerin dışında da izin
isteme mecburiyeti konduğu takdirde bunlar için zorluk olacaktır.
Abdullah b.Abbas,
insanların, muhkerh ölün bu âyetin hükmüyle amel etmediklerini görünce onlan
sert bir şekilde eleştirmiş ve onların bu âyete hakkıyla iman etmediklerini
söylemiştir. [82]
59- Sizin
hür çocuklarınız buluğ çağına erince, kendilerinden önceki büyükleri gibi,
evlere girmek için izin istesinler, işte Allah, âyetlerini size böyle açıklar,
Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bundan önceki âyette,
erginlik çağına gelmemiş olan çocukların, üç halvet vakti dışında,
akrabalarının yanına serbestçe girebilecekleri beyan edildikten sonra, bu
âyette de çocukların, erginlik çağına ermelerinden sonra anne, baba ve diğer
akrabalarının yanına girerken her zaman için izin istemek mecburiyetinde
oldukları beyan edilmektedir. Kölelerin çocuk ve büyükleri, hür çocukların
hükmüne tabi oldukları için, bu âyette zikredilen çocuklardan maksadın,
erginlik çağına ermiş hür çocuklar oldukları beyan edilmiştir. [83]
60- Evlenme
arzulan kesilmiş yaşlı kadınların zinçt yerlerini göstermemek kaydıyla dış
örtülerini bırakmalarında bir günah yoktur. Ama örtünüp sakınmaları kendileri
için daha hayırlıdır. Allah, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.
Çocuktan kesilen ve
evlenme arzusu bulunmayan kadınların, zinet yerlerini açıkça göstermemeleri
şartıyla, çarşaf vb. dış kıyafetlerini bırakmalarında onlar için bir günah
yoktur. Bununla beraber bu tür kadınların da dış örtülerini örtünüp iffetli
davranmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah, herşeyi hakkıyla işiten ve
hakkıyla bilendir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, bu surenin otuzbirinci âyeti celilesinde zikrettiği kadınlara ait
hükümlerden, çocuktan kesilen ve evlenme ümidi taşımayan kadınların dış
örtülerini üzerlerine alıp almamalarında serbest olduklarını beyan etmiştir. [84]
61- Kör için
bir güçlük yoktur, topal için bir güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur.
Sizin de kendi evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin
evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlcrinizin
evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya
dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya, anahtarları emanet
edilip tasarrufunuza verilen evlerde veya dostlarınızın evlerinde yemek
yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize selam verin,
Bu, Allah nezdinde mübarek ve temiz bir selamlaşmadır. Aklınızı kullanasınız
diye Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor.
Müfessirler bu âyet-i
kerimenin nüzul sebebi hakkında farkli görüşler zikretmişlerdir.
Abdullah b.Abbas ve
Dehhak'tan nakledilen bir görüşe göre bu âyeti kerime, Müslümanların, kör,
topal, hasta ve sakatlarla beraber yemek yemelisine izin vermek için nazil
olmuştur. Zira Müslümanlar, bu çeşit insanlarla beraber yemek yedikleri
takdirde Allah'ın: "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksızlıkla
yemeyin. [85]âyetiyle yasaklamış olduğu
bir işi yapmış olacaklarından korkarak bu gibi insanlarla yemek yemiyorlardı.
Çünkü kör, topal ve hastaların, sıhhatlılar kadar yemek yiyememeleri sebebiyle
onlann haklarını yemiş olabileceklerinden korkuyorlardı. Veya bu gibi
insanlarla yemek yemekten tiksiniyorlardı. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzi
oldu ve bu gibi kimselerle yemek yemenin bir mahzuru olmadığı beyan edildi.
Mücahide göre ise bu
âyet-i kerime, kör, topal ve hastaların, kendilerini yemeğe davet eden
kişilerin evlerinde veya babalarının evlerinde veya annelerinin evlerinde
yahut kardeşlerinin evlerinde veya kızkardeşlerinin evlerinde yahut
amcalarının evlerinde veya halalarının evlerinde yahut dayılarının evlerinde
veya teyzelerinin evlerinde yahut anahtarları kendilerine teslim edenlerin evlerinde
veya akrabalarının evlerinde yemek yemelerinde mahzur olmadığını beyan
etmektedir. Zira sahabe-i kiram, bu gibi sakat insanları davet ediyorlar, kendi
evlerinde yemek bulunmayınca da onlan alıp baba anne ve diğer yakınlarının
evlerine götürüyorlardı. Kendilerine yemek ikram edilmek istenen bu sakat insanlar
ise, ev sahiplerinin gönülsüz olabileceklerini düşünerek bu tür davetleri
kabulden sakınıyorlardı. İşte bu âyet-i kerime nazil oldu ve bunda bir mahzur
olmadığını beyan etti.
ZühiTnin, Ubeydullah
b.Abdullah'dan naklettiği bir görüşe göre ise, âyet-i kerime, körlerin,
topalların ve hastaların, cihada çıkan ve evlerini bunlara teslim eden
mcahıtlerin evlerinde yemek yemelerinin bir mahzuru olmadığnı beyan etmek için
nazil olmuştur. Zira bu gibi sakat insanlar, gazilerin evlerinde yemek yemekten
çekiniyorlar ve "Onlar burada yokken biz onlann evlerinde nasıl yemek
yeriz?" diyorlardı. îşte âyet-i kerime buna izin verdi.
Taberi de bu görüşü
tercih etmekte ve âyet-i kerimeye şöyle mânâ vermektedir: "Kör'e, topal'a
ve sizlere, kendi evlerinizde, babalarınızın evlerinde ve zikredilen diğer
akraba ve dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde bir günah yoktur. Onlar size
izin verdiği takdirde, evde bulunup bulunmamalarında bir fark yoktur."
İbn-i Zeyd'e göre ise
bu âyet-i kerimenin baş tarafı, kör, topal ve hastaların, cihada
gitmemelerinde bir mahzur olmadığını beyan etmektedir. Diğer böİümü ise,
evlerin, kapılarının bulunmadığı bir zurnanda, kişilerin, izin istemeden,
âyette zikredilen akrabalarının evlerinde yemek yiyebileceklerine izin vermiştir.
Daha sonra evlere kapılar takıldı ve kişinin, akrabalarının evlerinde yemek
yemesi, ev sahibinin izin vermesine kaldı.
Âyet-i kerimede geçen:
"Anahtarları emanet edilip tasarrufunuza verilen evlerde."
ifadesinden neyin kastedildiği hakkında da farklı izahlar yapılmıştır.
Abdullah b.Abbas'tan
nakledilen bir göıü^c göre buradaki, evlerin anahtarları kendilerine emanet
edilen kimilerden maksat, kişinin, evini veya arazisini, kendisine teslim
ettiği vekili veya kayyumudur. Bu gibi kimselerin, kendilerini vekil edenlerin
evlerinde bulunun peylerden ve bahçelerin meyvelerinden yemelerinde bir mahzur
yoktur.
Dehhak. Katade ve
Mücahide göıe ise burada, kendilerine evlerin anahtarları emanet edilen
kimselerden m at" .-.at, bizzat evin sahipleridir.
Âyet-i kerimenin:
"Birlikti1 veya ayrı ayrı yemenizde de mahzur yoktur." ifadesi
hakkında farklı izahlar yapılmıştır
Abdullah b.Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre bu âyet inmeden önce zenginler, fakirlerin hakkını
yerler korkusuyla onlarla beraber yemek yemezler-miş. "Biz zenginiz, siz
fakirsiniz sizin yemeğinizden nasıl yiyelim?" derlermiş. Âyet-i kerime
nazil olmuş ve zenginle fakirin beraber yemek yemelerinin mahzuru olmadığını
beyan etmiştir.
Bazı müfessirlere göre
ise bu âyet-i kerime, birlikte yemek yemeyi âdet haline getirip yalnız yemeyen
bir kısım insanların âdetlerini ortadan kaldırma hükmünü getirmektedir. Çünkü
Araplardan bazıları, beraber hiç yemek yemezlerken, diğer bir kısmı da hiç ayn
yemezlenniş. Âyet-i kerime işte bu hususlara işaret etmekte, insanların bir
arada veya ayn ayrı yemek yemelerinin mahzurlu olmadığını beyan etmektedir.
Bazılarına göre ise bu
âyet-i kerime, kendilerine misafir geldiği zaman mutlaka onunla birlikte yemek
yeme mecburiyeti hisseden kimseler hakkında nazil olmuş ve onlara, misafirlerle
birlikte yemek yemenin mecburi olmadığını beyan etmiştir. Taberi ise bu âyetin,
bütün bu sürüşleri kapsadığını söylemektedir.
Âyet-i kerimede:
"Evlerinize girdiğimiz zaman kendinize selam verin." buyurulmuktadır.
Buradaki "Kendinize" ifadesinden maksat: "Kendi evinize girdiğiniz
zaman aile efradınıza selam verin." veya "Camilere girdiğinizde orada
bulunanlara selam verin." demektir. Yahut "Müslümanlanndan herhangi
birinin evine girdiğinizde selam verin." demektir. Taberi bu görüşü tercih
etmiştir. Yahut bu ifadeden maksat, "Evlere girdiğiniz zaman orada kimse
bulunmazsa kendi kendinize selam verin." demektir. [86]
62- Gerçek
müminler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve resulüne îman ederler, toplanmayı
gerektiren bir meselede Peygamberle bir araya geldikleri zaman, Peygamberden
izin almadan ayrılmazlar. Senden izin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve
Resulüne iman edenlerdir. Eğer onlar bazı işleri için senden izin isterlerse,
içlerinden dilediğine izin ver. Onlara Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz ki
Allah, çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.
Gerçek müminler o
kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne hakkıyla iman etmiş olurlar. Peygamberle
birlikle olmayı gerektiren, savaş, istişarede bulunma ve Cuma namazı kılma gibi
hususlarda Peygamberin yanında bulunduklarında ondan izin almadan ayrılmazlar.
Peygamberi tek başına yalnız bırakmazlar.
Ey Muhammed, bir araya
gelmenizi gerektiren bu gibi hususlarda, yanında bulunup ta senden izin
almadan ayrılmayanlar var ya, işte onlar, Al I aha ve Peygamberine iman
ederler. Böyle samimi bir imana sahip olanlar bir kısım işleri için senden
izin istedikleri zaman sen onlara izin ver ve kendileri için af dile. Zira
Allah, kullarının günahını çokça bağışlayan ve tevbelerini kabul ederek çokça
merhamet edendir. [87]
63-
Peygamberin aranızdaki davetini, bazılarının diğerlerini çağırması gibi
tutmayın. Allah, içinizden, başkalarını siper edinerek sıvışıp gidenleri çok
iyi bilir. Onun emrine karşı gelenler, başlarına bir bela gelmesinden yahut
şiddetli bir azaba uğramalarından sakınsınlar.
Müfessirler bu âyet-i
kertmeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri, mealde
zikredildiği gibidir.
İkinci bir izah
şekline göre ise âyetin izahı şöyledir: peygamberi çağırmayı, birbirinizi
çağırır gibi yapmayın. Onu saygı ile çağırın, yani, "Ey Allah'ın
Resulü" gibi saygı ifade eden bir sözle çağırın.
Üçüncü bir izah
şekline göre de âyet mânâsı şöyledir: "Peygamberin bedduasını sizlerden
herhangi birinizin bedduası gibi sanmayın. Onu kızdıracak bir iş işlemeyin.
Zira o aleyhinize dua edecek olursa, helak olursunuz." Taberi bu görüşü
tercih etmektedir. [88]
64- iyi
bilinmelidir ki, göklerdeve yerdekiler mutlaka Allah'ındır. Allah, sizin
durumunuzu çok iyi bilir. Kendisine döndürülüp götürüldükleri gün, onlara
yaptıklarını haber verecektir. Allah, herşeyi çok iyi bilir.
İyi bilin ki göklerde
ve yerde bulunanların mülkiyeti ancak Allah'a aittir. O halde herşeyin
yaratıcısı olan Allah'ın emrine karşı gelerek cezasını hak etmeyin. Sizlerin
ne hal üzere bulunduğunuzu Allah çok iyi bilmektedir. İtaat ettiğinizi veya
isyan ettiğinizi tespit ettirmektedir. Allah'ın emrine karşı gelenler, kıyamet
gününde onun huzuruna çıkarılınca, Allah onlara yaptıklarını haber verecek ve
ona göre cezalandıracaktır. Allah, herşeyi çok iyi bilendir. [89]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/99-100.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/101.
[3] Bulıali.K.el-HuıluJ, b*:» K. es-Kulh, Bab: 5,
K.eİ-tyman, tul* 5 MtKİim, K. d-Dudıri b*- 25-HaıİK Na lfÖ7,I698/EbuD3vÛd, K.d-
HuJul.babc 25Hadis N>4445/nmıiâ,K.ei-Hıı<lud,bab; 8, lla.Es Nol433
[4] Bulıali.K.el-Hudud, bab: 29/Müslim, K.el-Hudud,Bab:
16, Hadis No 1691 Ebu davud, K. el-Hudud,K.el-Hudud,bab: 24 Hadis No 4419
[5] Müslim, K. eUIudud, batı: 22, Halis No Iö95,lö%/Ebu
DSvûd, K.eUIudud hah 25, Hadis No 4442
[6] Buhadi, K.el-Hudud, bcıb: 31/Müslim, K.cl-IIudud, hah:
15, Hadis No 1691/Ebu DSvÛd, K.el-Hudud, bab:23, Hadis No 4418/Tirmizî, K.
cllludud, Bab: 7, Hadis No 1432
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/101-107.
[8] Ahmed b. Hanbcl, Müsned, C.2 S. 159,225
[9] Tirimizi, K. tefsir el- Kur'an sure 24, bab: I, llmlis
no 3177
[10] Nur suresi, âyci: 32
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/107-110.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/110-111.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/111-112.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/112.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/112.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/113.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/113.
[18] Buharî, Tefsir ül-Kur'an sure: 24, bab: 2
[19] Buhadi, K. tefsir el-Kur'an, sure: 24, bab:l
[20] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure:24, Bab: 4
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/113-116.
[21] Yusuf suresi, âyet: 18
[22] Buhari, K. d-Megui, bab: 34, K. Tefsir el-Kur'an,
bab:6 Müslim, K. et- Tevbe, Bab: 56, Hadis No 2770
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/116-126.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/126.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/126-127.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/127.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/127-128.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/128.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/128.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/128-129.
[31] Tirmrzi, K. cl-birr, bab: 83, Hadis No 2O32/Ahmed b.
B. Hanbel, Müsned, C. 5S. 279
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/129-130.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/130.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/130.
[34] Buhari, K. cl-Megazi, Bab: 34. K. Tefsir el- Kuran,
hah: 6/Milslim, K. el- Tjvhı\ hah: . Hadis No 2770
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/131.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/131-132.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/132.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/132-133.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/133.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/134.
[40] Buhari, K. el- îsti'zan, bab: 13/Müslim, K. el- Âdâb,
bıb: 33-37, Hadis No: 2153
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/134-135.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/135-136.
[43] Müslim, K.el-Âdâh, bab: 45, Hadis No 2159/Ebu Dâvûd,
K. en-Nikâh, bab: 44 Hadis No 2148/Tirmizj K.el-Edib, bab: 28, Hadis no 2776
[44] Ebu DâvÛd, K. en- NikSh, bab: 44, Hadis no
2149/Timıtzî, K. el- Edeb-bab: 28 Hadis No 2777
[45] Buhadi, K. el-Mezalim. bab: 22/Müslim, K.d-Übas, bab:
114 Hadis no 2121/Ebu DâvÛd. K. el- Edcb, bab: 13, Hadis No 4815
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/136-137
[47] Ebu Dâvıl, K.el-Lihas, bab: 37, Hadis n» 7112/rirmizî,
K.cl Hdd\ hah: 29 Hadis no 2778
[48] Butıudi, K.el- Cihml, bub: Sl/Miisliın. K. Sulalül
lydcyn, hah: 19, Hadis mı 892
[49] Ebu Dâvûd, K.el- Libas, bab: 34, Hadis no 4104
[50] Buharı, K. Tefsir el-Kuran, sure: 24, bab: 12
[51] Ebu Davıd, K. el-Lihas, bab: 35, Hadis No 4016
[52] Bkz. Müslim , K. es-selam, bab: 32-33,Hadis No
2180,2181/Ebu Davud, K. el Libas bab: 36 Hadis No 4107
[53] Nesai, K. az-zinet bab: 35, Hadis No 5129/Ebu Davud,
K. et-Tereccül, bab: 7 Hadis No 4173/ Tirmizi, K. el-Edeb, bab: 35,Hadis No2786
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/138-143.
[54] tirrnizi, K. Fiıdail el- Cihad, bab: 20, Hadis N»
1655/Ncsai, K. e]-Cih;uİ bah: 12
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/143-.144.
[55] Buhari, K. es-Savm, bab: 10, K. en- Nikâh, b:ıb:
2,3/Müsiirn, K.en-Nikâh. bab: 1 Hadis No
1400
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/144-146.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/147.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/147-149.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/149-150.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/150.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/150.
[62] Buhadi, K. Tefsir el- Kur'an, sure 4 halı: 8/MUslim,
K. el- iman, bab: 302 Hadis No 183
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/151.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/152.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/152.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/152-153.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/153.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/153.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/154.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/154.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/155.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/155.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/155.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/155.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/156.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/156.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/156-157.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/157.
[78] Müslim, K.el- I-ilun, bab: 10, Hadis no 2889
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/158-159.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/159.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/159.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/160.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/161.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/161-162.
[85] Nisa suresi, âyet: 29
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/162-165.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/165.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/166.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/166.