FURKAN SURESİ
Bu
sûre-i celile Kur'ân-ı Kerîm'in 25. sûresi olup Mekke'de nazil olmuştur, 77
âyetten ibarettir. Bu mübarek sûrenin âyetleri hak ile bâtılı tefrik ettiği
için «Furkan» adını almıştır. Sûrenin ihtiva ettiği hususlar genel olarak
şunlardır: Kur'ân-ı Kerîm'in nüzûlünde-ki hikmetler, Hâlik-ı Mutlak'm bütün
noksan sıfatlardan münezzeh oluşu, risalet ve nübüvvet, kıyametin ahvali, sâlih
mü'minlerin nail olacakları nimetler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Hakkı bâtıldan ayırt eden Kur'an'ı kuluna bütün
alemleri uyarmak üzere indiren Allah yücelerin yücesidir.»
«Ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. O,
hiçbir evlât edinmemiştir. Mülkünde de ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, bir
ölçüye göre takdir buyurmuştur.»
Hakkı
bâtıldan, hayrı serden, iyiyi kötüden, haramı helâlden, imanı küfürden ayırt
eden Kur'an'ı kulu Muhammed'e bütün âlemleri uyarmak üzere indiren Allah'ın
şanı ne yücedir. O, göklerin ve yerin halikıdır. Hiçbir çocuk edinmemiştir.
Mülkünde de ortağı yok-
C. : IV — F. : 22
338 Furkan Sûresi (Cûz: 18. Ayet: 3-5)
tur.
O, her şeyi bir ölçüye göre yaratmış, ömrünü, ecelini, rızkını takdir etmiştir.
Her varlık kendisi için takdir edileni görecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «Hakkı bâtıldan ayırt eden Kur'an'ı kuluna bütün âlemleri uyarmak üzere
indiren Allah yücelerin yücesidir. Ki göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur.
O, hiçbir evlât edinmemiştir. Mülkünde de ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, bir
ölçüye göre takdir buyurmuştur.»
Allahü
Teâlâ. âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar,
O'nu bırakıp bir şey yaratmayan, aksine kendileri yaratılmış olan ve
kendilerine fayda veya zarar veremeyen, Öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra
tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen tanrılar edindiler.»
Kâfirler,
Allah'ı bırakıp elleriyle yaptıkları putlara tapınışlardır. Halbuki putları ne
bir iyiliği celbedebilir ve ne de bir kötülüğü giderebilir. Putlar hiçbir şeye
muktedir değillerdir. Her şeyi yoktan var eden, öldüren, dirilten,
rızıklandıran, besleyen, koruyan, dirilten Allah'tır. Her şey O'na muhtaç, O,
hiçbir şeye muhtaç değildir. Buna rağmen kâfirler Allah'ı bırakıp elleriyle
yaptıkları putlara ilâh diye tapınışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Onlar, O'nu bırakıp bir şey yaratmayan, aksine kendileri yaratılmış olan ve
kendilerine fayda veya zarar veremeyen, öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra
tekrar canlandırmaya gücü yetmeyen tanrılar edindiler.» Onlar şirk ve
küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Küfredenler,
«bu Kur'an, onun bir uydurmasıdır ve ona bu hususta bir başka topluluk yardım
etmiştir' diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular.»
«Ve
dediler ki: (Bu âyetler) onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah akşam
okunmakta olan, öncekilerin masallarıdır.»
(Cûz:
18. Âyet: 6-8) Fürkan Sûresi 339
Kâfirler
âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulünü ve Kur'ân-ı Kerim'i
yalanlayarak şöyle demişlerdir: «Bu Kur'an, onun bir uydurmasıdır ve ona bu
hususta bir başka topluluk yardım etmiştir. O, bunları Yahudilerin ileri
gelenlerinden ve şairlerinden bir guruba yazdırıp kendisine sabah akşam
okunmakta olan, öncekilerin masallarıdır. Muhammed bunları saklar, halkı
kendine çekmek için eskilerin masallarını ve hikâyelerini onlara anlatır.» Yüce
Allah onların bu iddialarını şu âyet-i celüesiyle reddetmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«De
ki: Onu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz ki O, çok
yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.»
«Ve
dediler ki: Bu nasıl peygamberdir ki yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Ona
beraberinde bulunup uyaran bir melek indiril-eeydi ya.»
«Yahut
kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya. O
zalimler dediler ki: Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.»
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.)'i yalanlayarak Kur'an'm eskilerin masalları olduğunu
söylemişler ve Hz. Peygamber için de şöyle demişlerdir: «Muhammed nasıl
peygamber olabilir? O da, bizim gibi yemek yer, su içer, sokaklarda gezer
dolaşır. Şayet peygamber olsaydı kendisini uyaran bir melek yanında bulunması
gerekirdi. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe
verilseydi de sıkıntı çekmeseydi daha iyi olmaz mıydı? Ne bir hazinesi var ve
ne de beslenebileceği bir bahçesi var.» Kâfirler bu asılsız iddialarıyla
beraber peygamberlerin melek olması gerektiğini veya halkın en zengini olması
lâzım geldiğini ifade etmek istemişlerdir. Halbuki bütün peygamberler beşerdir.
Beşer olmaları hasebiyle elbette yiyecek, içecek, gezecek, insanlarla beraber
konuşacak, çalışacak, evlenecek, çocuk sahibi olacak, alışveriş edecektir.
Bütün bunlar beşeriyetin gereğidir. Hem bugüne kadar, insanoğluna meleklerden
peygamber gönderilmemiştir. Hatta bütün peygamberler kendi kavimleri içinden
çıkmıştır. Görevleri itibariyle
340 Furkan Sûresi (Cûz: 18. Âyet: 9-10)
gönderildikleri
kavmin dilini en iyi şekilde bilmesi gerekir. Bir peygamber gönderildiği kavmin
dilini bilmezse, Allah'ın emir ve yasaklarını onlara nasıl tebliğ edecektir?
Peygamberlerin görevi Allah'tan aldıkları emir ve yasakları insanlara tebliğ
edip, onları dalâletten hidayete, küfürden imana, felâketten kurtuluşa,
karanlıktan aydınlığa, cehaletten ilme, serden hayıra, kötülüklerden iyiliğe,
düşmanlıktan kardeşliğe davet etmektir, Böyle mesuliyetli bir görev elbette
mahlûkatm en şereflisi ve en seçkini olan insanlara verilecektir. Yüce
Allah kâfirlerin bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle
buyurmuştur:
«Ya
Muhammed, de ki: Onu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz ki
O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.» Ve dediler ki: «Bu nasıl peygamberdir
ki, yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek
indirilseydi ya. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir
bahçe olsaydı ya?» O zalimler dediler ki: «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına
tâbi olmuyorsunuz.» Kâfirler, Allah Resulünü kehânet ve büyü ile itham ederek,
mü'minlere «siz büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz» diyerek
zemmetmişlerdir. Halbuki en çok zemmedilenler kendileridir. Çünkü Kur'ân-ı
Kerîm onları şöyle tasvir ediyor: «Onlar zalimlerin, fâşıkların, hüsrana
uğrayanların, esfel-i safiline düşenlerin, kâfirlerin ta kendileridir. İşte
onlar elim bir azaba uğrayacaklardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celiiesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor
«Bir
bak, sana nasıl misal getirdiler? Artık onlar sapmışlardır, bir daha yol
bulamazlar.»
«Dilerse
sana bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler verebilen ve
köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.»
Kâfirler,
Allah Resulünün peygamberliğini inkâr ederek «Muhammed, şayet peygamber olsaydı
hazineleri, bağ ve bahçeleri olurdu. Hem kendisinin peygamber olduğunu halka
bildiren beraberinde bir melek bulunurdu. Halbuki böyle bir şey yok, o da bizim
gibi yiyor, içiyor, geziyor, çarşı pazar dolaşıyor» demişlerdir. Yüce Halik
onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle
[Cüz:
18. Ayet: 11-14) Fürkan Sûresi 341
buyurmuştur:
*Ya Muhammed, bir bak, sana nasıl misal getirdiler? Artık onlar sapmışlardır,
bir daha yol bulamazlar.»
Allah'
sevgili Peygamberine bunlardan çok daha hayırlısını, iyisini ve üstününü
vermeye kadirdir. Onları peygamberine vermekten âciz değildir. Çünkü göklerin
ve yerin sahibi, maliki, yaratanı, koruyanı, var edeni ve yok edeni Allah'tır.
Her şey O'nundur. O, bunları kullarından istediğine verir. Kimse buna mani
olamaz. Hâ^ lik-ı Zülcelâl* bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor:
«Dilerse sana bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler
verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.» Ebû İmame/Peygamber
(s.a.v.)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: «Rabbim benim için Mekke
dağlarını altın edeceğim buyurdu. Ben onu istemedim, verdiğine şükrederek
şakirdlerden olmak için Rab-bime niyazda bulundum.» Ona ümmet olanın da hali
böyle olmalıdır. Tamah ve hırstan uzak olarak, Rabbinin verdiği nimetlere
şükredip dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını terketmemeli-dir.
Zaten hakiki mü'minin vasfı da budur. Şayet Hz. Peygamber di-Ieseydi, Allah
onun için Mekke'nin dağlarını altın yapacaktı. Fakat o istemedi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bilâkis onlar kıyamet saatini de yalanladılar. Biz
o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir ateş hazırladık ki.»
*Bu kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun
kaynayışım ve uğultusunu duyacaklardır.»
«Elleri boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden
atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi isterler.»
*Bir kere yok olmayı değil, birçok kereler yok
olmayı isteyin.»
Kâfirler,
yalnız Peygamberimiz (s.a.v.)'i inkâr etmekle kalmamışlar, kıyamet gününü de
inkâr etmişlerdir. Allah onlar için elim bir azap hazırlamıştır. Kendilerine
uzak bir yerden bu azap göste-rilince onun kaynayışını ve uğultusunu
duyacaklardır. Kâfirler, elleri boyunlarına bağlı olarak o ateşin içine
atıldıkları zaman, orada
342 Furkan Sûresi (Cûz: 18. Âyet: 15-16)
yok
olup gitmeyi isterler. Fakat onlar cehennemin azabını gördükçe bir değil, her
an yok olmak isteyeceklerdir. Ama hiçbir zaman yok olamayacaklar, aksine
azapları daha da artacaktır. Çünkü bu onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.
Nitekim Peygamberimiz (s. a.v.) «kim bana yalan isnad ederse, onun yeri
cehennemin iki gözünün arasıdır» buyurmuştur. Bunun üzerine sahabe «ey Allah'ın
Resulü, cehennemin iki gözü var mıdır?» diye sorarlar. Cevaben «evet,
Allahü
Teâlâ'nın . buyurduğunu işitmediniz mi?» demiştir. Yüce Halik kâfirlerin elim
bir azaba uğrayacaklarım beyan edip şöyle buyurmuştur: «Bilâkis onlar, kıyamet
saatini de yalanladılar. Biz o saatin geleceğini yalanlayanlara öyle çılgın bir
ateş hazırladık ki. Bu kendilerine uzak bir yerden gözükünce onun kaynayışını
ve uğultusunu duyacaklardır. Elleri boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden
atıldıkları zaman orda yok olup gitmeyi isterler. Bir kere yok olmayı değil,
birçok kereler yok olmayı isteyin.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«De
ki: 'Bu mu daha hayırlıdır, yoksa müttekîlere vaad olunan ebedî cennet mi daha
iyidir?' Ki bu, onlar için bir mükâfat, bir mer-cidir.»
«Onlar
için orada diledikleri her şey vardır. Ve ebediyen orada kalırlar. Bu Rabbinin
yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.»
,
Âhiret nimetleri, dünya nimetlerinden daha hayırlı, daha üstündür. Allahü Teâlâ
müttekî kullarına cennet nimetlerini vaadetmiştir. Onlar orada ebedi kalacaklar
ve arzu ettikleri her nimete nail olacaklar ve Rablerine «ey Rabbimiz,
peygamberlerin dilinden bize haber verip vaadettiğin nimetleri ver» diye niyaz
edeceklerdir. Bu, Rablerinin onlara vaadidir. Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan
ediyor: «Ya Muhammed, de ki: 'Bu mu daha hayırlıdır, yoksa müttekîlere vaad
olunan ebedî cennet mi daha iyidir?' Ki bu, onlar için bir mükâfat, bir
mercidir. Onlar için orada diledikleri her şey vardır. Ve ebediyen orada
kalırlar. Bu Rabbinin yerine getirilmesi istenen bir vaadidir.»
(Cûz:
18. Âyet: 17-19) Fürkan Sûresi 343
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıklarını
biraraya toplar ve 'şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan
saptılar?' der.»
«Onlar da derler ki: Hâşâ, seni bırakıp da başka
dostlar edinmek bize yaraşmaz. Ama sen onlara ve babalarına nimetler verdin de,
seni anmayı unuttular. Ve helaki hak eden bir kavim oldular.»
.
Allahü Teâlâ, kıyamet günü, kâfirleri ve taptıkları putları mahşer yerine
toplar ve putlara «şu kullarımı doğru yoldan siz mi saptırdınız, yoksa
kendileri mi yoldan saptılar?» diye sorar. Putlar da dile gelerek şöyle derler:
«Hâşâ, ey Rabbimiz, seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize asla yaraşmaz.
Fakat sen bunlara ve babalarına dünyada bol bol nimetler verip, sıhhat ve uzun
ömür verdin. Onlar da bu nimetleri gördükçe azdılar, gururlanıp kibirlendiler,
peygamberlerini ve âyetlerini inkâr edip seni anmayı unuttular ve putlara
tapmaya başladılar. Böylece helak olmayı hak ettiler.» Hâ-lik-ı Zülcelâl
kıyamet günü her şeyi konuşturacak, o zaman herkesin yaptığı karşısına
çıkacaktır. Ona göre hayır işleyenler mükâfatını, şer işleyenler de cezalarını
göreceklerdir.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde kâfirler hakkında şöyle buyuruyor:
-İşte sizi söyledikleriniz de yalancı çıkardılar.
Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım göremezsiniz. Sizden zulmedenlere
büyük bir azap tattıracağız.»
Kıyamet
günü kâfirlerin putları da kendilerini yalanlayacak ve onlara hiçbir faydası
olmayacaktır. Kıyamet günü kâfirlere putlarının hiçbir faydası olmadığı gibi,
bilâkis onların aleyhine şehadet-
344 Furkan Sûresi (Cûz: 18. Ayet: 20)
fce
bulunacaklardır. Allah'a şirk koşup nefsine zulmedenlere Allah büyük bir azap
tattıracaktir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «İşte sizi söyledikleriniz
de yalancı çıkardılar. Artık üzerinizden azabı çeviremez ve yardım
göremezsiniz. Sizden zulmedenlere büyük bir azap tattıracağız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de
şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi
bir-birinizle deneriz. Ve Rabbin her şeyi hakkıyla görendir» (*).
Kâfirler,
Peygamberimiz (sı.a.v.)'e ta'n ederek «Muhammed, nasıl peygamberdir? Bizim gibi
yer, içer, sokaklarda dolaşır; halbuki peygamberler yemez, içmez, sokaklarda
dolaşmaz» demişlerdir. Halbuki peygamberler de beşerdir, onların da yemeye,
içmeye, gezmeye, evlenmeye, istirahate, uykuya, çalışmaya, konuşmaya ihtiyacı
vardır. Allahü Teâlâ insanoğluna kendi cinsinden peygamber göndermiş, hatta her
millete kendi içinden peygamber göndermiş, hiçbir zaman meleklerden peygamber
göndermemiştir. Hâlik-ı Zülce-lâl bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed, senden
önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, sokaklarda
gezinirlerdi. Sabreder misiniz diye sizi birbirinizle deneriz. Ve Rabbin her
şeyi hakkıyla görendir.» Bütün peygamberler yerler, içerler, sokaklarda
gezinirler. Bu özellik sadece Hz. Muhammed'e mahsus değildir. Yukarda da ifade edildiği
gibi peygamberler de beşerdir. Beşerin ihtiyaç duyduğu şeylere onlar da ihtiyaç
duyacaktır. Bu bakımdan peygamberlerin yemesi, içmesi tabiidir.
Allahü
Teâlâ kullarını birbiriyle dener. Onlardan kimini fakirlikle, kimini
zenginlikle, kimini hastalıkla, kimini çeşitli musibetlerle, kimini
çocuklarıyla, kimini komşularıyla dener. Hâlik-ı Zül-celâl kullarını çeşitli
yollarla, muhtelif vasıtalarla imtihana tâbi tutar. Bu bakımdan kul her haline
hamd edip Allah'ın verdiği nimetlere şükretmelidir. Çünkü bizi var eden de, yok
eden de, bize veren de, alan da O'dur. Bize düşen, her halimize hamd etmek,
verilen nimetlere şükretmek ve Allah'tan gelene sabretmektir.
(*)
18. cüzün sonu.
(Cûz:
19. Âyet: 21-24) Fürkan Sûresi 345
AHahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Bizimle karşılaşmayı ummayanlar 'Bize melek
indirilmeli değil miydi veya Rabbimizi görmeli değil miydik?' derler. And olsun
ki, kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir.»
«Melekleri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara
hiçbir sevinç haberi yoktur. Melekler, onlara 'iyi haber size yasaktır, yasak'
derler.*
•Yaptıkları her işi ele alır ve onu toz duman
ederiz.»
Kâfirler,
kıyamet günü tekrar dirilip mahşer yerinde Allahü Te-âlâ'nın huzurunda
toplanmayı inkâr ederek şöyle demişlerdir: «Mu-hammed'in peygamber olduğunu
bize bir melek indirilip de haber verseydi veya biz Rabbimizi görsek de, O
haber verseydi, işte o zaman ■ peygamber olduğuna inanırdık. Şimdi
inanmayız.» Kâfirler böyle hareket etmekle kendi kendilerine büyüklenmişler ve
azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir. Azrail'i görecekleri gün, onlara hiçbir
sevinç haberi verilmeyecektir. Hatta melekler tarafından *şize iyi haber
yasaktır, yasak» denerek az arl anaç aklardır. Ve dünyada yaptıkları bütün
işleri toz olup yok olacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kâfirler
melekleri görecekleri gün, işte o gün günahkârlara hiçbir sevinç haberi yoktur.
Melekler, onlara 'iyi haber size yasaktır, yasak' derler ve yaptıkları her işi
ele alır ve onu toz duman ederiz.»
Âyette
geçen «hebâen mensurâ»yı Hz. Ali ile İbn Abbas (r.a.) farklı tefsir
etmişlerdir. Hz. Ali'ye göre «hebâen» güneşin hüzme-sindeki zerreciklerdir.
Bunlar el ile tutulmaz, gölgede görülmez. Mensura da toz olup dağılmış
şeylerdir. İbn Abbas (r.a.)'a göre «hebâen mensura» rüzgârın estiği zaman
havaya uçurduğu toz topraktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
346 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Âyet: 25-29}
«O gün cennet ehlinin kalacağı yer çok iyi,
dinlenecekleri yer çok güzeldir.»
«Ve o gün gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak,
melekler bölük bölük indirileceklerdir.»
«O gün, gerçek hükümdarlık Rahman'mdır. İnkarcılar
için yaman bir gündür o.»
Allahü
Teâlâ kıyamet günü bütün insanları mahşer yerine toplayacak ve hesaba
çekecektir. Cennetlik olanlar cennete, cehennemlik olanlar da cehenneme
sevkedilecektir. O gün cennet ehline müjde verilip mikatta duracakları yer çok
iyi, dinlenecekleri yer ise çok güzeldir. Kıyamet günü gök beyaz bulutlar
halinde parçalanacak, melekler bölük bölük yere indirileceklerdir. Önce birinci
gök yarılır, oradaki melekler yere indirilir. Onların sayısı yerdeki
insanlardan ve cinlerden daha çoktur. Sonra ikinci kat gök yarılır, oradaki
melekler de yere indirilirler. Onların sayısı ise birinci kat gökteki
meleklerin ve yerdekileriri sayısından daha çoktur. Böylece yedi kat gök
yarılır ve hepsindeki melekler yere indirilir. Sonra arşı yüklenen melekler
yere indirilir, onların sayısını ancak Allah bilir. îşte o gün hüküm sahibi
Allah'tır. O'ndan başka hüküm sahibi yoktur. O gün iman eden kullarını cennet
nimetleriyle, iman etmeyen kâfirleri de elim bir azap ile cezalandıracaktır. Bu
onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «O
gün gerçek hükümdarlık Rahmanındır. İnkarcılar için yaman bir gündür o.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O gün, zalim kimse iki elini ısırarak: 'Ne olurdu
ben de peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım?' diyecektir.» «Eyvah bana.
Keşke falancayı dost edinmeseydim?» «And olsun ki, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı
beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakıyor.*
Bu âyet-i
celileler Ukbe bin Muayt hakkında nazil olmuştur. Ukbe ticaretle uğraşır, bu
maksatla sefere çıkardı. Her seferden dö-
(Cûz:
19. Âyet: 29) Fürkan Sûresi 347
nüsünde,
Mekke'nin ileri gelenlerine büyük bir ziyafet verir, bu ziyafete Peygamberimiz
(s.a.v.)'i de davet ederdi. Ukbe iman etmemekle beraber sık sık Peygamberimizin
yanına gider, uzun müddet otururdu. Bu bakımdan Allah Resulünü de ziyafete
davet etmişti, Peygamberimiz davete iştirak eder, fakat yemek yemez ve «ey
Ukbe, sen Allah'ın birliğine ve benim peygamberliğime iman etmedikçe yemeğini
yemem» der. Bunun üzerine Ukbe Kelime-i Şe-hadet getirir, sonra Allah Resulü de
onun yemeğini yerdi. Müşriklerin ileri gelenlerinden Übey bin Halef, Ukbe'nin
arkadaşıdır. O, Ukbe'nin Kelime-i Şehadet getirdiğini duyunca hemen yanma gelir
«ey Ukbe, sen dinini bırakıp da bâtıl dine mi döndün?» der. Ukbe, müslüman
olmadığım ifade ederek şöyle der: «Hayır, vallahi dinimden dönmedim. Fakat
evime gelen bir kişi ben Kelime-i Şehadet getirmedikçe yemeğimi yemedi, onun
yemeğimi yemesi için Kelime-i Şehadet getirdim.» Ukbe'den bu sözleri duyan Übey
«demek ki sen bu sözü zalim birisinin sözü üzere söyledin» diyerek küfrünü bir
defa daha ilân eder. Ukbe, arkadaşının hatırı için İslâm'dan döner ve Bedir
savaşında Müslümanlara esir düşüp hapsedilir ve hapiste ölür. Übey bin Halef de
Uhud muharebesinde Resûlüllah tarafından katledilir. O, Ebû Cehiller gibi
İslâm'ın ve Müslümanların amansız düşmanı idi. Sonunda küfrünün ve
düşmanlığının cezasını gördü.
İmanı-ı
Dahhak'ın rivayetine göre Übey Uhud muharebesinde Peygamberimiz (s.a.v.)'e
tükürür, tükrüğü kendi yüzüne düşer ve düştüğü yeri ateş gibi yakar, orada bir
iz bırakır. Öldüğü zaman bile yüzündeki yanık eseri kendini gösterir. Yüce
Allah bu âyeti inzal edip şöyle buyurmuştur: «O gün zalim kimse iki
elini ısırarak: 'Ne olurdu ben de peygamberlerle beraber bir yol tutsaydım.
Eyvah bana. Keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki, bana gelen
Kur'an'dan o saptırdı beni. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımsız bırakıyor'.»
îşte Ukbe ve benzerleri kıyamet günü böylece pişmanlık duyacaklardır. Fakat
onların pişmanlığı asla kendilerine fayda vermeyecektir. Atâ, Ukbe hakkında
şöyle demiştir: •Ukbe, iki elini yiyecek, yedikçe eli eski haline dönecek ve
azabı böyle devam edecektir. Azabı böyle devam ederken iman etmediğine ve
Peygamber'in yolundan gitmediğine pişman olup 'keşke ben Muhammed'e tâbi olup
hidayete erseydim de, bu azabı çekmeseydim, bana yazıklar olsun. Ben neden
Übey'e tâbi oldum? Beni imandan alıkoyan, Muhammed'i ve Kur'an'ı inkâr ettiren
odur. Ben Mu-hammed'in peygamber olduğunu bildiğim halde şeytana uyup onu inkâr
ettim,. Şimdi bana yazıklar olsun'.» Kıyamet günü Ukbe ve benzerleri böyle
nadim olacaklardır.
348 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Âyet: 30-32)
Ukbe,
Übey bin Halefi şeytana benzetmiştir. Çünkü o, şeytanın görevini yapmıştır.
Şeytanın görevi de insanları Allah yolundan alıkoymaktır. İnsanları Allah
yolundan alıkoyanlar şeytanın ta kendisidir. Bu âyet her ne kadar Ukbe hakkında
indirilmiş ise de, hükmü umumidir. Ukbe gibi olanların hepsine şamildir. Bu
bakımdan arkadaş seçerken şeytan ruhluları değil de, dini bütün olanları tercih
etmek gerekir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Kişi arkadaşının
yolunda gider. Sizden herhangi biriniz arkadaşlık yapacağı insana iyi dikkat
etsin.» Akıl sahiplerinin bundan ibret alıp ona göre arkadaş seçmesi gerekir.
Kötü arkadaş insanı her türlü yola sevkeder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Peygamber dedi ki: Ey Rabbim, doğrusu kavmim bu
Kur'an'i bırakmıştı.»
«Böylece biz her peygambere suçlulardan bir düşman
peyda ettik. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.»
*O küfredenler derler ki: 'Kur'an ona bir kerede
indirilmeli değil miydi?' Halbuki biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için
böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.»
Mekke'li
müşrikler Kur'ân-ı Kerim'e iftira ederek, onun şiirr Peygamberimizin
de sihirbaz olduğunu söylemişlerdir. Buna çok üzülen Allah Resulü «Ey Rabbim,
doğrusu kavmim bu Kur'an'ı bırakmıştı» diyerek, onlardan müşteki olmuştur.
Bunun üzerine Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli ederek şöyle
buyurmuştur: «Ya Muhammed, böylece biz her peygambere suçlulardan bir düşman
peyda ettik. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin sana yeter.» Her
peygambere kavmi tarafından düşmanlık yapıldığı gibi, Peygamberimiz (s.a.v.)'e
de yapılmıştır. Allah'ın elçilerine her devirde düşmanlık yapılmış, hakaret
edilmiş ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmışlardır. Hâlik-ı Zülcelâl de
zulüm ve küfürleri yüzünden onlara düşmanlık yapanları helak etmiştir.
Kâfirler,
«Kur'an Muhammed'e neden bir defada indirilmedi, bir
[Cûz:
19. Âyet: 33-34) Fürkan Sûresi 349
defada
indirilse daha iyi değil miydi?» demişlerdir. Halbuki Kur'ân-ı Azimüşşan'm
peyderpey indirilmesinin birçok hikmetleri ve sebepleri vardır. Hz. Muhammed
(s.a.yj son peygamber olduğu gibi, Kur'ân-ı Kerim de son kitaptır. O, dünyanın
sonuna kadar gelecek olan bütün milletlerin ve toplumların ihtiyacına cevap verecektir.
Böyle bir kitabın gelişi elbette diğer kitapların gelişinden farklı olacaktır.
23 yılda tamamlanan Kur'ân-ı Kerîm'in her âyetinin gelişi bir hikmete mebnidir.
Peyderpey indirilen âyetlerin ezberlenmesi daha kolay olur". Kur'ân-ı
Azîmüşşan şayet bir defada indirilseydi, yeni müslüman olanlara hükmü ağır
gelecek ve belki de onlar müslü-man olmaktan vazgeçeceklerdi. Bütün bu sebepler
yüzünden Kur'ân-ı Kerîm bir defada indirilmemiş, peyderpey nazil olmuştur. Yüce
Allah, bunu şöyle beyan ediyor: «O kâfirler derler ki: 'Kur'an ona bir kerede
indirilmeli değil miydi? Halbuki biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için
böyle azar azar indirir ve ağır ağır okuruz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar
sana bir misal getirmeye dursun, biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana
getirdik.»
«Cehennemde
yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok
sapıktır.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'in düşmanları halkı İslâm'dan çevirmek için onlara çeşitli masallar ve
düzmeceler anlatarak «biz Muham-med'in söylediklerinden daha iyisini
söylüyoruz. Neden bize inanmıyor da, ona inanıyorsunuz?» diyerek halkı İslâm'a
girmekten alıkoymaya çalışmışlardır. Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını
reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Muhammed, onlar sana bir
misal getirmeye dursun, biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşılanını sana
getirdik.» İman etmeyenlerin hepsi biraraya gelseler, Kur'ân-ı Azimüşşan'm en
küçük âyetinin bile benzerini getirmeleri mümkün değildir. Beşerin kelâmı,
hiçbir zaman Allah'ın kelâmının benzeri olamaz. Kur'an'a dil uzatanlar mutlaka
cezalarını göreceklerdir. Onlar kıyamet günü yüz üstü süründürülerek cehenneme
atılacaklardır. Onların gidecekleri yer çok kötü ve yolları çok sapıktır.
Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Çenen-
350 Furkan Sûresi (Gûz: 19. Ayet: 35-40)
neme
yüzleri üstü toplanacak olanların, işte onların yeri çok kötü ve yolu çok sapıktır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîilesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki, biz Musa'ya kitap verdik. Kardeşi
Harun'u da kendisine vezir yaptık.»
«'Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin' dedik.
Neticede o kavmi yerle bir ettik.*
Allahü
Teâlâ, Musa Ca.sJ'ya Tevrat'ı indirmiş, kardeşi Harun (a.s.)'u da kendisine
vezir yapmıştır. Her ikisini de Firavun ve kavmini imana davet etmek için
görevlendirmiştir. Onlar da bu görevi yerine getirmek için, Firavun ve kavmini
imana davet etmiş, fakat onlar bu daveti kabul etmemişlerdir. Musa ve Harun Ca.
s.)'un davetini kabul etmeyen Firavun ve kavmi küfür ve zulümlerini daha da
artırmışlar, kendilerini Hakk'a davet edenlere düşman kesilmişlerdir. Yüce
Halik, inkâr ve zulümleri yüzünden onları helak etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl bunu
şöyle beyan ediyor: «And olsun ki, Musa'ya kitap verdik. Kardeşi Harun'u da
kendisine vezir yaptık. 'Âyetlerimizi yalanlayan kavme gidin' dedik. Neticede o
kavmi yerle bir ettik.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîilesinde şöyle buyuruyor:
«Nuh
kavmini de peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Kendilerini insanlar
için bir ibret yaptık. Zalimlere can yakıcı bir azap hazırladık.»
«Âd
ve Semûd'u da, Res eshabmı ve bunların arasında birçok nesilleri de (helak
ettik).»
(Cûz:
19. Âyet: 40) Fürkan Sûresi 351
«Her birine misaller vermiştik, ama dinlemedikleri
için hepsini kırıp geçirdik.»
«And olsun ki, onlar belâ yağmuruna tutulmuş olan
kasabaya uğramışlardır. Onu görmediler mi? Hayır onlar tekrar dirileceklerini
ummazlar.»
Allahü
Teâlâ, her kavme emir ve yasaklarını bildirmek ve onları imana davet etmek için
peygamberler göndermiştir. Hiçbir kavmi peygamber göndermeden mesul tutmamış ve
azap etmemiştir. Ancak kendilerine peygamber gelip ilâhî emirler ve yasaklar
bildirildikten sonra, imandan yüz çevirip zulmedenleri helak etmiştir. Nûh
(a.s.)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. Nûh (a.s.) kavmini yıllarca
imana davet etmiş, fakat kavminin içinden pek az kimse iman etmiş, diğerleri
küfürde diretmiştir. İman etmeyenler, zulüm ve küfürlerim daha da artırmışlar,
Yüce Allah da onları kendilerinden sonra gelenlere ibret olması için suda
boğarak helak etmiştir. Hâlik-ı Zülcelâl kâfirleri dünyada helak etmekle
bırakmamış, âhirette onlar için elim bir azap hazırlamıştır. Âd kavmine de
peygamber olarak Hûd (a.s.)u göndermiş, onlar da Nûh (a.s.)'un kavmi gibi
peygamberlerini yalanlamışlar, zulüm ve küfürlerini artırdıkça artırmışlardır.
Kendilerinden önce geçen kavimlerden ibret alıp iman etmedikleri için Allahü
Teâlâ onları da helak etmiştir. Sonra Semûd kavmine de Salih (a.s.)'i
göndermiş, o da kavmini imana davet etmiştir. Onun kavmi de diğer
peygamberlerin kavmi gibi kendisine iman etmemiş, küfür ve zulümlerinde ısrar
etmişlerdir. Onlar da zulüm ve küfürlerinin cezasını görmüşlerdir. Hâlik-ı
Mutlak, Res eshabına da Şuayb (a.s.)'ı göndermiştir. Kavmi de Şuayb (a.s.)'m
davetine icabet etmeyerek, putlara tapıp Allah'a şirk koşmuşlardır. Bunlar
varlıklarına güvenerek her geçen gün küfür ve zulümlerini artırmışlar, Hâlik-ı
Zülcelâl de küfür ve zulümlerinden dolayı onları helak etmiştir. Şuayb (a.s.)'m
kavminin davarları ve sığırları çok olduğundan onları sulamak için günün
muayyen ■ saatinde su kuyusunun başına toplanırlar ve onları sırayla
sularlardı. Yine böyle bir gün hayvanlarını sularlarken ilâhî azap gelip hepsini
yerin dibine batırmıştır. «Erresü» taşsız kuyu demektir. Bu bakımdan onlara Res
eshabı denmiştir. Helak olan kavimler sadece bunlardan ibaret değildir, daha
nice bilinmeyen milletler ve kavimler küfürleri ve zulümleri yüzünden helak
olmuşlardır. Yüce Allah. bunu şöyle beyan ediyor: «Âd ve Semûd'u da, R-es
eshabım ve bunların arasında birçok nesilleri de (helak ettik). Her birine
misaller vermiştik, ama dinlemedikleri için hepsini kırıp geçirdik.» Âyette de
belirtildiği gibi Kur'ân-ı Kerîm'de isimleri zikredilen ve zikredil-
352 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Âyet: 41-44)
meyen
kavimlerin helak oluş sebepleri, kendilerinden önce geçen peygamberlerin
ümmetlerinden ibret alıp Hakk'a dönmemeleridir. Şayet onlardan ibret alıp iman
ederek zulümden vazgeçselerdi, elbette helak olmazlardı. Halbuki onlar önceki
milletlerin yurtlarında gezip onların nasıl helak olduklarını görmüşler, buna
rağmen ibret alıp iman etmemişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «And
olsun ki, onlar belâ yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardır. Onu
görmediler mi? Hayır onlar tekrar dirileceklerini ummazlar.»
Kâfirler,
ticaret için sefere çıktıklarında Lût (a.s.)'un kavminin helak olan şehirlerini
görmüşler, bunlardan da ibret alıp Hakk.'a dönmemişlerdir. Lût (a.s.)'un
kavminin beş şehirden bir tanesi ayakta kalmış, diğerleri tarumar olmuştur.
Çünkü onların halkı çirkin fiillere tevessül etmişler, peygamberlerinin
uyarılarını asla dinlememişlerdir. Küfre dalıp çirkin işlerde bulunduklarından
dolayı helak olmuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Seni
gördükleri vakit 'bu mu Allah'ın gönderdiği elçi?' diye alaya almaktan başka
bir şey yapmazlar.»
«'Gerçekten
tanrılarımız üzerinde direnmeseydik bizi az kalsın onlardan saptiracaktı'
derler. Azabı gördükleri vakit kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.»
«Heva
ve hevesini kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi ona bekçi
olacaksın?»
«Yoksa
çoklarının söz dinlediklerini veya düşündüklerini mi sanırsın? Başka değil,
onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki yolları daha da sapıktır.»
Bu
âyet-i celile Ebû Cehil ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Onlar
Peygamberimiz (s.a.v.)'i gördükleri vakit alaya alır ve
(Cûz:
19. Ayet: 45-46) FÜrkan Sûresi 353
*bu
mu Allah'ın gönderdiği peygamber? Şayet tanrılarımız üzerinde ısrar edip
direnme şeydik, az kalsın bizi babalarımızın dininden ve ilâhlarımızdan
saptıracaktı» demişlerdir. .Onlar ilâhi azabı gördükleri vakit kimin yolunun
doğru, kimin yolunun sapık olduğunu göreceklerdir. İşte o zaman gerçeği
anlayacaklar, yaptıklarına pişman olacaklar, fakat bu nedametleri kendilerine
asla fayda vermeyecektir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«'Gerçekten
tanrılarımız üzerinde direnmeseydik, bizi az kalsın onlardan saptıracaktı'
derler. Azabı gördükleri vakit kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir. (Ya
Muhammed.) neva ve hevesini kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi
ona bekçi olacaksın? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya düşündüklerini mi
sanırsın? Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki yolları
daha da sapıktır.» Müşrikler neva ve heveslerini kendilerine put yapmışlardır.
Onlardan kimileri helvadan put yapıp tapmışlar, acıktıkları vakit de onu
yemişler, kimileri beğendikleri taşlara tapınışlardır. Kimileri elleriyle yaptıkları
putlara, kimileri de taştan yonttukları putlara tapınışlardır. Böylece heva ve
heveslerini kendilerine tanrı edinmişlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.), onların
iman etmeyerek bâtıl şeylere tapmasına çok üzülmüş, onları bu bâtıl şeylerden
vazgeçirmek için her türlü sıkıntıya ve güçlüğe göğüs germiştir. Fakat onlar
putlara tapmaktan yine vazgeçmemiştir. Yüce Allah sevgili Peygamberini teselli
için «Ya Muhammed, sen mi ona bekçi olacaksın?» buyurmuştur. Çünkü onların çoğu
söz dinlemezler ve Hakk'ı düşünmezler. Onlar tıpkı hayvanlar gibidir, belki
onlardan daha da sapıktırlar. Çünkü hayvan sahibini tanımaktadır, onlar ise
yaratanını, besleyenini, rızıklandıranını, koruyanını tanımamışlar, O'na isyan
etmişlerdir. Bu bakımdan onlar, hayvanlardan daha aşağıdır. Yüce Halik bunu
şöyle beyan ediyor: «Başka değil, onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Belki
daha da yolları sapıktır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Rabbinin
gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz
güneşi ona delil kıldık.»
«Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.»
Kâinatın sahibi ve maliki olan Allah her şeye
kadirdir. Güneşin doğup-batması, gece ile gündüzün birbirini takip etmesi,
birinin uzayıp birinin kısalması, bütün gezegenlerin kendi yörüngelerinde
seyretmeleri, yağmurun yağması, bulutların yer değiştirmesi hep Hâlik-ı
Zülcelâl'in dilemesi ve irade siyledir. Hiçbir şey kendiliğinden hareket
edemez. Bir zerre bile O'nun izni ve müsaadesi olmadan «yerinden hareket
edemez. Yüce Allah, bunu şöyle beyan buyuruyor: «Rabbinin gölgeyi nasıl
uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz güneşi ona delil
kıldık. Sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmişizdir.»
Allahü Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan ve gündüzü
çalışma zamanı yapan Allah'tır.»
«O'dur rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci
gönderen. Ve biz gökten tertemiz bir su indirdik.»
«Ki onunla Ölü toprağa can verelim ve yarattığımız
nice hayvan ve insanları sulayahm.»
Hâlik-ı Zülcelâl
yaratmış olduğu mahlûkat için geceyi bir örtü, istirahatlerini temin etmeleri,
yorgunluklarını gidermeleri için de uykuyu rahatlık kılmış, maişetlerini temin
ve ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla da gündüzleri çalışma zamanı yapmıştır.
Şayet geceler olmasaydı veya hiç
gündüz olmasaydı insanların hali ne olurdu? O, gökten su indirip ölü toprağı
dirilten, çeşit çeşit bitkiler, meyveler, sebzeler, mahsuller, bağlar,
bahçeler, meralar, otlaklar, ormanlar bitirendir. O, gökten indirdiği su ile
insanları ve hayvanları sulayan, yağmurun müjdecisi olan rüzgârı gönderendir.
O, gökleri ve yeri ayakta tutandır. Bütün bunlar sizin O'na şükretmeniz
içindir. Şayet siz şükrederseniz O üzerinizdeki nimetini artırır, nankörlük
ederseniz size vermiş olduğu nimetleri alır. İşte o zaman azaba uğrarsınız.
(Cüz:
J9. Âyet: 50-52] Fürkan Sûresi 355
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki, öğüt almaları için aralarında yer
yer, türlü türlü ondan yağdımuşızdır. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte
direnmişlerdir.»
*Eğer dileseydik her kasabaya bir uyarıcı
gönderirdik.» *O halde sen kafirlere uyma ve onlara karşı olanca gücünle
savaş.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, insanların öğüt almaları için yağmuru, memleketlere, kasabalara,
beldelere zaman zaman yer yer ve türlü şekillerde yağdırmıştır. Şayet yağmur
olmasaydı yeryüzünde hiçbir canlı yaşıyamaz, her yer çöle dönerdi. Canlıların
hayat damarı sudur, susuz canlıyı düşünmek mümkün değildir. Bunun için Allahü
Teâlâ yağmuru zaman zaman indirmiştir ki, insanlar bunlardan ibret alıp
nimetlerine şükretsinler. Buna rağmen insanların çoğu bu nimetleri unutarak
nankörlük etmişlerdir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun ki, öğüt
almaları için aralarında yer yer, türlü türlü ondan yağdırmışındır. Buna rağmen
insanların çoğu nankörlükte direnmişlerdir.»
İbn
Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir: Yel, yağmurun müjdecisidir. Allahü Teâlâ
yeryüzüne indirdiği yağmuru taksim eder ve bir ölçüye göre indirir. Kendisine
isyan eden toplumlardan o yağmuru çevirir, isyan etmeyenlerin üzerine gönderir.
Eğer bütün toplumlar isyan içindeyse, o zaman yağmuru halkın olmadığı yerlere
ve denize indirir. Böylece yeryüzündeki bitkiler ve canlılar zarara uğrar,
insanlar da azaba uğrar. Çünkü yağmur rahmettir, yokluğu ise azaptır. Rahmetin
olmadığı yerde azap başlar. Bazı tefsircilere göre âyette geçen «biz yağmuru
döndürürüz» ifadesinin anlamı şudur: İnsanların Allah'ın hikmet ve kudretini
düşünmeleri için ba-zan yağmuru çok, bazan da az yağdırır. Fakat kâfirler
Allah'ın hikmet ve kudretini hiçe sayarak yağmuru bulutların ve yıldızların
indirdiğini iddia ederler. Halbuki O'nun izni olmadan hiçbir zerre yerinden
oynamaz.
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Ya Mu-hammed, eğer dileseydik,
her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik. O halde sen kâfirlere uyma ve onlara
karşı olanca gücünle savaş.» Hâ-
356 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Âyet: 53-55)
lik-ı
Zülcelâl eğer dileseydi, her kasabaya bir peygamber gönderir, o kasaba halkını
imana davet ederdi. Fakat her kasabaya bir peygamber göndermemiş, bunun yerine
Hz. Muhammed (s.a.v.)'i son peygamber olarak, bütün milletlere göndermiştir. Bu
davet görevini de son peygambere vererek şöyle buyurmuştur: «O halde sen
kâfirlere uyma ve onlara karşı olanca gücünle savaş.» Âlemlere rahmet olarak
gönderilen peygamber, iman etmeyenlerle de sonuna kadar mücadele ve mücahede
etmek için Rabbinden emir almıştır. O, âlemlere rahmet olarak gönderildiği
gibi, imana davet görevi de kendisine verilmiştir. Bu ağır görevi yerine
getirmek için iman etmeyenlere karşı olanca gücü ile savaşacaktır. Bu, onları
huzura, rahmete, saadete, kurtuluşa, hidayete, mağfirete kavuşturmak içindir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin sebebi de budur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O'dur
birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerlerininki tuzlu ve acı olan iki deryayı
salıverip de aralarına karışmalarını Önleyen bir sınır koyan.»
«O'dur
insanı sudan yaratarak, ona soy sop veren. Ve Rabbin her şeye kadirdir.»
«Allah'ı
bırakıp kendilerine fayda ve zarar vermeyen şeylere kulluk edenler. Kâfir,
Rabbinin aleyhine yardımcıdır.»
Suyu
acı ve tatlı iki deryanın yanyana akmasını, birbirlerine karışmadan, cereyan
etmesini sağlayan O'dur. Tatlı su ile tuzlu suyun birbirinden ayrılmaması için
Allah aralarına bilinmeyen bir engel koymuştur. Aynı dağın altından çıkan suyun
birisi tatlı, birisi tuzlu, birisi de sıcak veya daha başka bir özelliğe
sahiptir. Bu ince takdir ölçüsü sayesinde bunlar birbirine karışmazlar ve her
birinin tadı, lezzeti ayrı ayrıdır. Bütün bunlar Allah'ın kudretinin eseridir.
Hem bu kadar nehirlerin, yağmurların akıp toplandığı denizler bunca zamandır
dolup boşaldıkları halde taşmazlar. Neden bunlar dolup taşmazlar? Bütün
bunların bir hikmeti olsa gerektir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur
birinin suyu tatlı ve serin-
(Cûz:
19. Âyet: 56-59) Fiirkan Sûresi 357
letici,
diğerininki tuzlu ve acı olan iki deryayı salıverip de aralarına karışmalarını
önleyen bir sınır koyan. Bu düzeni, bu plânı ve bu uygunluğu sağlayan ilâhi
kudrettir. İşte O kudrettir insanı sudan yaratıp ona soy sop veren. İnsanın
aslı bu sudur. Erkek olsun dişi olsun, ona soy sop bu sudan verilir. Hiç
şüphesiz, bu sudan meydana gelen insan hayatı, gökten inen sudan meydana gelen
bitkilerin hayatından çok daha farklıdır.
însan
suyunun bir damlasında gizli bulunan yüzbinlerce canlı hücreden birisi ana
rahmindeki yumurtacıkta birleşmekle, kâinatın en üstün yaratığı olan insan
meydana geliyor. Bir hücreden böyle mükemmel bir varlığın vücuda gelmesi Allah'ın kudretinin eseri değil de,
nedir? Elbette bu Allah'ın kudretinin eseridir. Çünkü O, her şeye kadirdir.
Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur insanı sudan yaratarak, ona soy
sop veren. Ve Rabbin her şeye kadirdir.» Buna rağmen kâfirler Allah'a eş
koşarak kendilerine zarardan başka bir faydası dokunmayan putlara taparlar.
Verdiği nimetlere şükretmezlerken, dinini yalanlayıp O'na savaş açarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah'ı bırakıp kendilerine fayda ve zarar vermeyen şeylere kulluk ederler.
Kâfir, Rabbinin aleyhine yardımcıdır.» Kâfir ve fâsıklarm Allah'a savaş açması,
dinine karşı çıkmaları ve emirlerini tanımamalarıdır. Yoksa hiçbir varlık
Allah'a savaş açamaz. Çünkü her şey O'nun yed-i kudretindedir. Bu ifade onların
amellerinin çirkinliğini ve uğrayacakları azabın şiddetini ortaya koyar.
Kâfirler, inkârlarının ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz seni sadece bir müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik.»
*De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret değil,
sadece Rabbi-
ne doğru bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı
istiyorum.»
«Ölümsüz diri olan Allah'a güven ve O'nu hamd ile
teşbih et.
Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi
yeter.»
358 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Âyet: 60-62)
«Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde
yaratan, sonra da arşa hükmeden Rahmân'dir. Bunu haberdar olana sor.»
Allahü
Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i emirlerine itaat eden kulları için müjdeci,
itaat etmeyen kulları için de uyarıcı ve korkutucu olarak göndermiştir. Bütün
peygamberlerin görevi, insanları Allah'ın dinine davet edip bu davete uyanları
mükâfatıyla müjdelemek, uymayanları da azabıyla korkutmaktır. Son peygamber de
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Buna karşılık o tebliğ görevini
yaparken onlardan bir ücret talep etmemiş, onları sadece Allah'ın dinine davet
edip emirlerini tebliğ etmiştir. Kâfirler ise, Allah Resulünün bu daveti bir
ücret karşılığı yaptığını ileri sürerek «Muhammed, yaptığı davetten dolayı
bizden bir ücret talep ediyor» demişlerdir. Halbuki o, kâfirlerin mallarım, makamlarını,
mevkilerini istememiş; sadece kendisine verilen görevi tebliğ etmiştir. O, bunu
yaparken Rabbine güvenip O'ndan yardım istemiş ve O'nu hamd ile teşbih
etmiştir. Çünkü O, kullarının yaptıklarından haberdardır. Gökleri, yeri ve
ikisinin arasmdakileri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden O'dur. Yüce
Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Biz seni sadece bir müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik. De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret değil, sadece Rabbine
doğru bir yol tutmak isteyen kimseler olmanızı istiyorum. Ölümsüz diri olan
Allah'a güven ve O'nu hamd ile teşbih et. Kullarının günahlarından haberdar
olarak kendisi yeter. Gökleri, yeri ve ikisinin arasmdakileri altı günde
yaratan, sonra da arşa hükmeden Rahmân'dır. Bunu haberdar olana sor.» Allah'tan
başka kâinatta ne varsa hepsi ölüme mahkûmdur. Ölmeyecek olan hiçbir varlık
yoktur. Bir gün gelecek, hepsi ölecektir. Ölmeyecek olan yalnız Allah'tır. Hamd
ve ibadet de yalnız O'na mahsustur. O'ndan başka hamd ve ibadete lâyık yoktur.
O, kullarının yaptığı her şeyden haberdardır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden
gizli değildir. Gökleri, yeri ve ikisi arasmdakileri altı günde yaratan, sonra
arşa hükmeden O'dur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
<Onlara 'Rahmân'a secde edin' denildiği zaman
'Rahman da ne-
(Cüz:
19. Ayet: 62) Fürkaıı Sûresi 359
dır? Senin bize emrettiğine nü secde edeceğiz'
derler. Ve bu, onların nefretini artırır» (*).
«Gökte burçlar yaratan, orda ışık saçan güneş ve
aydınlatan ayı var eden Allah yücelerin yücesidir.»
«O'dur iyice düşünüp ibret almak veya şükretmek
isteyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren.»
Âlemlere
rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.) kâfirleri imana davet edip,
«Rahmân'a secde edin» dediği zaman, onlar «Ya Muhammed, senin Rahman dediğin
kimdir? Bize emrettiğine mi secde edeceğiz? Biz Müs eyleme'den başka Rahman
tanımıyoruz, ondan başkasına da secde edemeyiz» demişlerdir. Küfürlerinin esiri
olan kâfirler, Allah Resulünün bu davetini işitince kendileri gibi küfür içinde
yüzen birisini «Rahman» ilân etmişlerdir. Halbuki Rahman gökte burçlar yaratan,
orada ışık saçan güneş ve ziya
veren ay'ı var edendir. O1 Rahman ki, yücelerin yücesidir. Hâ-lik-ı
Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Gökte burçlar yaratan, orada ışık saçan güneş
ve aydınlatan ay'ı var eden Allah yücelerin yücesidir. O'dur iyice düşünüp
ibret almak veya şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü
birbiri ardınca getiren.»
Buruç:
Lügatta burcun cem'idir. Yüksek makamlar, köşkler, saraylar demektir. İlim
adamlarına göre burcun sayısı on iki olup şunlardır: Hamel, Sevr, Cevza,
Seratan, Esad, Sümbüle, Mizan, Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hut adındaki
burçlardır. Onların da gökteki sıralanışı şöyledir: Hamel ile Akrep, Merih
yıldızının menzilleridir. Sevr ile Mizan, Zühre yıldızının menzilleridir. Cevza
ile Sünbüle, Utarit yıldızının menzilleridir. Seretan, Kamer'in menzilidir.
Esad, Güneşin menzilidir. Kavs ile Hut, Müşteri yıldızının menzilleridir. Cedi
ile Delv, Zühal yıldızının menzilleridir. Bu burçlar tabiat itibariyle de üçer üçer
olarak dört kısma ayrılmıştır. Ve şunlardır: Hamel, Esad ve Kevs burçları ateş
burcudur. Sevr, Sümbüle ve Cedi burçları yer burçlarıdır. Cevza, Mizan ve Delv
burçları Hevaiyye burçlarıdır. Seratan, Akrep ve Hut burçları da su burcudur.
Bütün bunlar Allahü Teâlâ'nın kudretiyle ve dilemesiyledir. Kullarının iyice
düşünüp ibret alarak nimetlerine şükretmeleri için gece ile gündüzü birbiri
ardınca getiren birini uzaltıp diğerini kısaltan O'dur. Her şey O'nun dilemesiyle vücuda
gelmiştir.
(•)
Secde âyeti.
360 Furkan Sûresi (Cûz: 19. Ayet: 63-67}
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sâlih kulları için şöyle buyuruyor:
«Ve
Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde
mütevazı olarak yürürler. Bilgisizler
kendilerine lâf attıkları zaman onlara güzel sözler söylerler.»
Yüce
Allah'ın rahmetine müstehak olan kullan yeryüzünde tevazu ve vakarla yürüyüp
gezerler. Asla kibirlenmezler, isyan etmezler, Rablerinin emirlerine itaat edip
yasaklarından sakınırlar. Kimseye kötülük düşünmezler. Bilgisizler, fâsıklar ve
zalimler kendilerine kötü söz söyledikleri zaman, onlara en güzel sözle
mukabele-ederler. Kötü söz söyleyip günaha girmezler. Onların bütün arzusu
Allah'ın rızasını kazanmaktır. Yüce Halik onları şöyle vasfediyor: «Ve
Rahmân'ın kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevâzi olarak yürürler. Bilgisizler
kendilerine lâf attıkları zaman onlara güzel sözler söylerler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onların vasıflarım şöyle beyan ediyor:
«Onlar ki, geceleri Rableri için kıyama durarak ve secdeye vararak
geçirirler.*
«Ve onlar ki, 'Rabbimiz, bizden cehennem azabını
uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır' derler.»
«Hakikat orası kötü bir yer ve kötü bir duraktır.»
«Onlar ki, infak ettikleri zaman ne israf ederler,
ne de cimrilik ve ikisi arasında orta bir yol tutarlar.»
Bu
âyet-i celilelerde sâlih kimselerin vasıfları zikredilmektedir. Onlar geceleri
boş yere geçirmezler, Rableri için namaz kılarlar, secdeye kapanırlar, zikir
ederler, niyaz ederler, yalvarırlar ve «Rabbimiz, bizden cehennem azabım
uzaklaştır. Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Çünkü orası kötü bir yer ve
kötü bir duraktır»
(Cûz:
19. Âyet: 68-71) Fürkan Sûresi 361
derler.
Onlar Allah yolunda infak ettikleri zaman israfa da dalmazlar, cimrilik de
yapmazlar. İkisinin ortası bir yol takip ederler. Nitekim Peygamberimiz:
(s.a.v.) «işlerin en hayırlısı orta olandır» buyurmuştur.
Fıkıhcılar,
günah ve masiyet işlenen yerlere harcanan her şeyin israf olduğunu
söylemişlerdir. Cimrilik ise Allah yolunda infak etmemektir. Orta yol da
sahabenin yoludur. Onlar açlıklarını giderecek kadar yerler, avret mahallerini
kapatmak için giyinirler. Ne midelerini çeşitli yemeklerle doldurmak için
yerler, ne de zinetle-rini göstermek için giyinirler. Bunu yaparken israftan
da, cimrilikten de sakınırlar. Çünkü her ikisi de yasaklanmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceülesinde sâlih kullan için şöyle buyuruyor :
«Onlar ki, Allah'ın yanında başka bir tanrıya tapıp
yalvarmaz-lar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina
etmezler. Kim de bunları yaparsa günaha girmiş olur.»
«Kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve orada
alçaltılarak ebediyen bırakılıra
«Ancak tevbe eden, iman edip sâlih amel
işleyenlerin, işte onların Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir, Allah çok
yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.»
«Kim de tevbe edip sâlih amel işlerse şüphesiz ki,
o, Allah'a gereği gibi yönelmiş olur.»
İman
edenler, Allah'tan başkasını tanrı edinip tapmazlar ve yardım beklemezler.
Yalnız Allah'a ibadet edip O'ndan yardım beklerler. Allah'ın haram kıldığı canı
haksız yere öldürmezler. Ancak üç sınıf müstesnadır. Onlar cezalarının
karşılığı olarak öldürülebi-lirler. 1 — Kasten adam öldürenler (kısasa kısas
olarak). 2 — Evli oldukları halde zina edenler (recm edilerek öldürülürler). 3
— Dininden dönen mürtedlerin ceza olarak Öldürülmesi. Allah'ın sâlih kul-
362 Furkan Seresi (Cûz: 19. Âyet: 72-74)
lan
zina etmezler, başkalarırun hakkına göz dikmezler ve haram yemezler. Kim
bunları yaparsa kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve onlar cehennemin «asam»
dienen kuyusunda ebedî zelil olarak kalırlar. Ancak tevbe edenlerin, iman
ederek günahlarından dönen ve sâlih ameller işleyenlerim. Allah kötülüklerini
iyiliklere çevirir, günahlarını affeder, kusurla-nm bağışlar. Çünkü O, çok
yarlığayıcı, çok esirgeyicidir. Tevbe edip sâlih ameller işleyerek kendisine
yönelenlerin mükâfatım kat kat verir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«Ancak tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyenlerin, işte onların Allah
kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir. Kim
de tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o, Allah'a gereği gibi yönelmiş
olur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sâlih kullarının vasıflarını şöyle beyan ediyor:
«Onlar
ki yalan yere şehadet etmezler. Boş ve kötü lâkırdıya rastladıkları zaman yüz
çevirip vakarla geçerler.»
«Onlar
ki, kendilerine Jtablerînin âyetleri okunduğu zaman onlara karşı kör ve sağır
davranmazlar.»
-Onlar
ki: 'Rabbimiz, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın et. Bizi
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara Önder yap' derler.»
Allah'ın
sâlih kulları yalan yere şehâdet etmezler, yalan söylemezler, başkasının
hakkına göz koymazlar, gıybet etmezler, koğu-culuk yapmazlar. Boş ve kötü
lâkırdıya rastladıkları zaman yüz çevirip uzaklaşırlar. Kumar, içki, çalgı
meclislerinden uzaklaşırlar. Küfür ve masiyet işlenen yerlere girmezler. Halkı
da daima hayra ve kurtuluşa davet ederler. Rablerinin âyetleri kendilerine
okunduğu zaman, onu can kulağıyla dinlerler, mânâsını düşünürler, gösterdiği
yoldan giderler, ömürlerini gaflet içinde geçirmezler. Her şeyde Allah'ın
rızasını ararlar. Rablerine sadece kendileri için değil, çocukları için de dua
ve niyazda bulunurlar ve şöyle yalvarırlar: «Rabbimiz, eşlerimiz ve
çocuklarımız hususunda gözümüzü ay-
(Cûz:
19. Âyet: 75-77) Fürkan Sûresi 363
din
et. Bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder yap.» Her ana babanın
çocuklarına dua etmesi, onların sâlih kimseler olmasını istemesi en güzel
olandır. Hayırlı evlâtların ana babasına dua etmeleri onların amel
defterlerinin açık kalmasına sebeptir.
AUahü
Teâlâ sâlih kulları için âyet~i celüesinde şöyle buyuruyor :
«İşte onlar sabrettiklerinden dolayı cennetin en
yüksek dereceleriyle mükâfatlandırılırlar. Ve orada sağlık ve selâmla
karşılanır lar.»
«Orada ebediyen kalırlar. Ne güzel bir yer ve ne
güzel bir duraktır orası.»
«De ki: Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir
miydi? Gerçekten yalanladınız. O halde azap yakanızı bırakmayacaktır.»
Allahü Teâlâ'nm
sâlih. kulları kendilerine yapılan zulümlere ve işkencelere sabrederek,
Allah'ın dininde sebat ettiklerinden dolayı cennetin en yüksek derecelerine
nail olacaklar, yakuttan ve mercandan inşa edilmiş köşklerde oturacaklardır.
Onlar orada melekler tarafından sağlık temennileri ve selâmla
karşılanacaklardır. Bu, onların dünyada yaptıkları amellerinin karşılığıdır.
Orası ne güzel bir yer, ne güzel bir duraktır. Onlar orada ebedî olarak
kalacaklardır. Yüce .Halik bunu şöyle beyan ediyor: «İşte onlar
sabrettiklerinden dolayı cennetin en yüksek dereceleriyle mükâfatlandırılırlar.
Ve orada sağlık ve selâmla karşılanırlar. Orada ebediyen kalırlar. Ne güzel bir
yer ve ne güzel bir duraktır orası.» İşte bu mükâfatlar iman edip sâlih ameller
işleyenlerindir. îman etmeyenler ise kıyamet günü daimî olarak elînı bir azaba
uğrayacaklardır. Çünkü onlar Allah'ın dinini yalanlayıp O'na eş koşmuşlardır.
Allah'a eş koşanlar, mutlaka cezalarını göreceklerdir.