Şuara Suresi, iki yüz
yirmi yedi âyettir. 187, 224 ve 227. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de
nazil olmuştur.
Bu mübarek sure, kâfirlerin
iman etmemelerine çok üzülen Peygamberimizi teselli ederek başlıyor ve
kâfirlerin inanmadıkları gerçeğin haberinin yakında onlara geleceğini beyan
ediyor.
Sure-i Celilede bundan
sonra Hz. Musa ile Firavun'un kıssası beyan ediliyor. Bu kıssa özetle şöyle
geçiyor: Allah Teaia Hz. Musa'ya nida ediyor ve o zalim kavme gidip dini
tebliğ etmesini emrediyor. Hz. Musa bunun üzerine "Rab-bim, beni
yalanlamalarından korkuyorum." diyor. Allah Teala da korkmamasını ve
kardeşi Harun'la beraber gitmelerini emrediyor. Hz. Musa Firavun'a gidiyor ve
onu Hak dine davet ediyor. Fakat Firavun, onu çocukken büyüttüğünü sonunda da
bir adam öldürerek gittiğini söylüyor. Hz. Musa ise o işi cahilken yaptığım
anlatıyor ve Firavunu, âlemlerin rabbi olan Allah'a iman etmeye davet ediyor.
Firavun buna karşı çıkıyor, Hz. Musa'nın deli olabileceğini söylüyor ve
kendisinden başka ilah edinmeleri halinde onları zindana atacağı tehdidinde bulunuyor.
Hz. Musa ona:
"Apaçık bir deli! getirsem de mi beni cezalandıracaksın?" diyor. Firavun
da: "O delili getir de görelim." diyor. Bunun üzerine Hz. Musa
asasını yere bırakıyor ve âsâ apaçık bir yılan oluyor. Elini koynundan
çıkarıyor, eli bembeyaz parlıyor. Firavun bu mucizeleri gördüğü halde onun
Peygamberliğine inanmıyor ve onu sihirbazlıkla suçluyor. Ve çevresindekilere
ne yapılması icab ettiğini soruyor. Onlar da sihirbazları toplamasını ve Hz.
Musa ile yarıştırmasını tavsiye ediyorlar.
Nihayet tayin edilen
gün ve yerde Sihirbazlarla Hz. Musa karşılaşıyor. Önce sihirbazlar sihirlerini
ortaya koyuyorlar sonra da Hz. Musa asasını yere bırakıyor ve âsâ onların
uydurdukları şeylerin hepsini yutuyor. Bunu gören sihirbazlar hemen iman
ediyorlar. Fakat Firavun onlara kızıyor, onların ellerini ve ayaklarını
çaprazlama kestireceğini söylüyor. Fakat iman eden sihirbazlar onun
bu tehdidine aldırmıyor ve imanlarından
vazgeçmiyorlar.
Sure- Celile'de bundan
sonra Firavun'un, Hz.Musa'yi takibedşinin kıssası beyan ediliyor. Hz. Musa
İsraüoğullanm geceleyin Mısır'dan alıp götürüyor. Onların gittiklerini öğrenen
Firavun, peşlerine düşüyor. Firavun ve ordusu Kızıldeniz'in kenarında Hz. Musa
ve îsrailoğullan'na yetişiyor. Hz. Musa ve îs-railoğullan, yanlan denizden
karşıya geçiyorlar. Firavun ve ordusu ise suda boğuluyor.
Sure-i Celilede,
Hz.Musa ve Firavun'un kıssasından sonra Hz. İbrahim'in kıssası beyan ediliyor.
Hz. İbrahim babasına ve kavmine dini tebliğ ediyor fakat onlar bu tebliği kabul
etmiyorlar.
Sure-i Celilede bundan
sonra, âhirette, bu dünyadayken, Allah'tan başka şeylere tapan insanlarla, kendilerine
tapınılan put ve benzeri şeylerin karşılaşacakları ve onlann, tapınılmaya
layık şeyler olmadıklarını görerek pişmanlıklarını dile getirecekleri ve
tekrar dünyaya dönerek iyi amel işleme isteğinde bulunacakları fakat artık
böyle bir isteğin kabul edilmesinin mümkün olmayacağın beyan ediliyor.
Bundan sonra Nuh
(a.s.)ın kıssasına temas ediliyor. Hz. Nuh, kavmini hidayete çağırıyor ve buna
mukabil kendilerinden bir ücret istemediğini beyan ediyor. Fakat onlar,
kendisine tabi olan halk tabakasından insanları yanından uzaklaştırmasını
istiyorlar. Hz.Nuh ise böyle bir şeyi yapamayacağını söylüyor ve kavminin
kendisini dinlemediğini ve aralarında hüküm vermesini Allah Teala'dan diliyor.
Bunun üzerine Hz. Nuh ve ona inananlar gemiye biniyorlar, inanmayanlar ise suda
boğulup yok oluyorlar.
Bundan sonra Sure-i
celilede, Âd kavmine Peygamer olarak gönderilen Hud (a.s.)m kıssası beyan
ediliyor. Hud Peygamber, kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine
karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini söylüyor, on-İan, yaptıkları
kötülüklerden vazgeçimıeye çalışıyor. Fakat onlar, Hz. Nuh'un kendilerini ikaz
etmesiyle etmemesinin bir farkı olmadığını söyleyerek onun davetini kabul
etmiyorlar. Bunun üzerine de Allah Teala onlan helak ediyor.
Bundan sonra, Semud
kavmine Peygamber olarak gönderilen Salih (a.s.)ın kıssası beyan ediliyor.
Salih (a.s.) kavmini doğru yola davet ediyor ve bu davetine karşılık onlardan
bir ücret istemediğini söylüyor, kavmini kötü davranışlardan alıkoymaya
çalışıyor. Fakat kavmi onun ikazlarım dinlemiyor ve ondan bir mucize
getirmesini istiyorlar. Salih (a.s.) da onlara bir mucize olarak taşın içinden
çıkan bir deve veriyor ve ona bir kötülük yapmamalarını söylüyor. Fakat o azgın
kavim bir gün o deveyi kesiyor ve bu sebeple de Allah'ın azabı onlan yakalayıp
yok ediyor.
Sure-i celilede bundan
sonra Lut (a.s.)m kıssası beyan ediliyor. Kavmini doğru yola davet eden Hz.Lut, onlan, kadınları
bırakarak erkek erkeğe cinsi temasta bulunma ahlaksızlığından vazgeçirmeye
çalışıyor. Fakat onlar, Hz.Lut'un bu ikazlarım dinlemedikleri gibi onu tehdit
ediyorlar. Hz. Lut da kendisini ve ailesini bu azgın kavimden kurtannasi için
Allah'a dua ediyor. Allah Teala da onlan helak ediyor.
Daha sonra, Eyke
halkına Peygamber olarak gönderilen Şuayb (a.s.)ın kıssası beyan ediliyor.
Şuayb (a.s.) kavmini doğru yola davet ediyor, davete karşılık onlardan bir
ücret istemediğini söylüyor ve ölçüyü tam yapmalarını, doğru terazi ile
tartmalarını ve insanlann haklarını kısarak yeryüzünde fesat çı-karmarnalannı
istiyor. Kavmi ise Şuayb (a.s.)ın ikazlarını dinlemiyor, onu büyülenmiş birisi
olarak görüyorlar ve üzerlerine gökten parçalar düşürmesini isteyerek meydan
okuyorlar ve işte bunun üzerine bir azap bulutu çöküveriyor üstlerine. Böylece
helak olup gidiyorlar.
Sure-i celilede bu
kıssalara özet olarak yer verildikten sonra, Resulullah (s.a.v.)e hitaben,
Kur'an'ın, onun kalbine Cebrail tarafından indirildiği, Kur'an'ın, Önceki
kitaplar tarafından da anıldığı, İsrailoğullan'nın âlimlerinin de bunu
bildikleri, inkarcıların, azabı görünceye kadar ona iman etmeyecekleri, azabın
ise onlara, hiç farkında olmadıkları bir zamanda geleceği, Allah Tea-la'nın
hiçbir memleketi, uyarıcı Peygamberler göndermeden helak etmediği,
Resulullah'ın, önce yakın akrabalarını uyarması gerektiği ve kendisine uyan müminlere
şefkat kanatlarını indirmesi icabettiği tavsiye ediliyor ve Allah'ın, her-şeyi
çok iyi bildiği ve herşeyi çok iyi işittiği beyan ediliyor.
Sure-i celilenin
sonunda, iftiracı günahkarlara şeytanların vesvese verdiği, bu azgınlann,
sapık şairlere de kulak verdikleri fakat iman edip salih amel işleyen ve
Allah'ı çokça zikredenlerin ve haksızlığa uğradıktan sonra haklanın geri
alanların böyle olmadıkları, zalimlerin, nasıl bir yıkılışla altüst
edileceklerini anlayacaktan beyan ediliyor ve Sure-i Celile bu âyetlerle sona
eriyor.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1-
Ta,Sin,Mim.
Bu harfler, mukatta'a
harfleridir. Mukatta'a harfleri hakkında, Bakara Suresinin başında açıklamalar
yapılmıştır. Ancak burada geçen "Tâ, Sin, Mim" için ayrıca şunlar
söylenmiştir: "Bu harfler, Allah Teala'nin isimlerindendir. Allah Teala
bu sureye, kendi ismine yemin ederek başlamıştır. Yahut bu harfler, Kur'an'ın
isimlerinden biridir. Allah Teala bu sureye Kur'an'in ismini zikrederek
başlamıştır. [2]
2- Bu
ayetler, Kur’an ın âyetleridir.
Bu surede Muhammed'c
indirdiğimiz âyetler, bundan önce ona indirdiğimiz Kur'an'ın apaçık
âyetlerindendir. Bunları düşünenler anlarlar. Akıllarım kullananlar, bunların,
Allah katından olduğunu, bunlan Muhammed'in kendiliğinden uydurmadığını
anlarlar. [3]
3- Ey
Muiiümmcd, iman etmiyorlar diye neredeyse kendini mahvedeceksin. [4]
4- Eğer
dilersek biz o inkâr, edenlerin başına gökten bir mucize indiririz de ona boyun
eğmekten başka çareleri kalmaz.
Bu âyetler, Resulullah
(s.a.v.)i. kendisine iman etmeyen kâfirlere karşı teselli etmekte ve onun,
kâfirlerin iman etmelerini ne kadar istediğini beyan etmektedir Kullar iman
edip etmemekte serbest bırakılmışlardır. Onları zorla iman ettirmeye Allah'tan
başka kimsenin gücü yetmez. Eğer Allah dilerse bir mucize göndererek, iman
etmeyenleri ister istemez boyun eğdirir. Ancak Allah, böyle bir şeyi
dilememiştir. Zira bu, kullan kendi iradeleriyle başbaşa bırakmaya ters bir
olaydır. [5]
5- Onlar, Rahman olan Allahtan kendilerine gelen
her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler. [6]
6- Onlar,
kendilerine getirdiğin gerçekleri yalanladılar. Alay ettikleri kokunç şeyin
haberi, yakında kendilerine ulaşacaktır.
Ey Muhammed, seni ve
sana rabbin katından gelen öğütleri yalanlayan bu müşriklere, senin hak
peygamber olduğunu gösteren deliller her geldiğinde onlardan yüz çevirirler.
Onlan düşünmezler. Bu müşrikler, rabbin katından sana gelen öğüt ve nasihatlan
yalanladılar. Yakında onlara alaya aldıkları hususların haberleri gelecektir. O
zaman gerçekleri anlayacaklardır. [7]
7- Onlar, yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Biz orada
her sınıftan nice bitkiler bitirdik. [8]
8- Şüphesiz ki bunda büyük bir delil vardır. Ne
var ki onların çoğu iman etmediler. [9]
9- Şüphesiz
ki rabbin, herşeye galiptir, çok merhamet edendir.
Öldükten sonra
dirilmeyi inkâr eden bu kâfirler, hiç yeryüzüne bakmazlar mı? Orası âdeta ölü
bir hale geldikten sonra biz orada nice bitkiler bitirdik şüphesiz ki bunda,
Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan müşrikler için, Allah'ın, ölenleri
dirilteceğine dair bir delil vardır. Fakat bu kâfirlerin çoğu iman edecek
değillerdir. Şüphesiz ki rabbin, bunları cezalandınnaya mutlak kudret
sahibidir. Kendisine iman edenlere ise çok merhametlidir. [10]
10- Hani
rabbin, Musa'ya şöyle nida etmişti: "O zalimler kavmine git. [11]
11- Firavun
kavmine. Onlar hiçl&rkmazlar mı?
Ey Muhammed, hatırla
bir zaman rabbin, İmran oğlu Musa'ya şöyle vah-yetti: "Kendi kendilerine
zulmeden bir kavme, Firavun kavmine git ve onlara de ki: "Hiç Allah'tan
korkmazlar mı?" [12]
12- Musa şöyle dedi: "Rabbim, beni
yalanlamalarından korkuyorum. [13]
13- Çok
üzülürüm. Dilim dönmez. Onun için Harun'a da Peygamberlik ver.- [14]
14- Hem ben onlara karşı suçluyum, beni
öldürmelerinden korkarım."
Musa ise rabbine şöyle
dedi: "Rabbim, ben, kendilerine gitmemi emrettiğin Firavun kavminin, beni
yalanlamasından korkarım. Şayet beni yalanlarlarsa çok canım sıkılır. Dilim,
onlara tebliğ etmemi emrettiğin şeyleri söyleyemez olur. Kardeşim Harun'u da
Peygamber olarak gönder. Ayrıca, ben onlardan bir kişiyi öldürdüğüm için
onların iddiasına göre ben suçluyum. Firavun ve kavminin, o kişi karşılığında
beni öldürmelerinden korkarım." [15]
15- Allah şöyle dedi: "Hayır korkma. İkiniz
de âyetlerimizle gidin. Biz sizinle beraberiz. Hcrşcyi işitiriz. [16]
16-17-
Doğruca Firavun'a varın. Ona, "Biz, âlemlerin rabbi olan Allanın
Peygamberiyiz. İsrailoğullarim bizimle serbest bırak" deyin.
Allah şöyle dedi:
"Hayır korkma. Firavun kavmi seni öldüremeyecektir. Sen ve kardeşin, sana
verdiğimiz delil ve mucizelerle ona gidin. Biz de sizinle birlikte Firavun ve
kavminin size ne söyleyeceklerini dinlemekteyiz. Sen ve kardeşin Harun,
Firavun'a gidin ve ona: "Biz, sana âlemlerin rabbi olan AHahın gönderdiği
Peygamberiyiz. İsrailoğullannı bizimle serbest bırak." deyin. [17]
18-19-
(Firavun'a varınca) o Musa'ya: "Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik
mi? Ömrünün birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Üstelik sonunda o
yapacağını da yaptın. Sen, nankörlerden birisin." dedi.
Musa ve Harun
Firavun'a vardılar. Rablerinin, Firavun'a tebliğ edilmesini emrettiği şeyi ona
tebliğ ettiler. Firavun ise onlara şu cevabı verdi: "Ey Musa, sen küçükken
biz seni büyütmedik mi? Ömrünün bir kısmını yanımızda geçir-medin mi? Sonra,
Kiptîlerden bir kişiyi öldürerek yapacağını yaptın. Şimdi de sen, kendine
yapılan iyiliklere karşı nankörlük ediyorsun veya benim fabl iği mı inkâr
ediyorsun. [18]
20-22- Musa:
"Ben o suçu işlediğim zaman cahillerden bîriydim. Sizden korkunca da
aranızdan kaçtım. Nihayet rabbi m bana hikmet lütfetti ve beni Peygamberlerden
kıldı. İsrailoğuliarını köleleştirmen karşısında, o başıma kaktığın da bir
nimet midir?" ddi.
Musa Firavun'a şu
cevabı verdi: "Evet sizden bir adamı öldürdüm. Fakat ben o zaman
cahillerdendim. Henüz bana, cana kıymanın haram olduğunu bildiren bir vahiy
gelmemişti. Ey Firavun topluluğu, o adamın karşılığında beni öldüreceğinizden
korkarak sizin aranızdan kaçtım gittim. Sonra rabbim bana, bir hikmet olan
Peygamberliği verdi ve beni, yaratıklarına gönderdiği Peygamberlerden biri
kıldı."
Yirmi ikinci âyet-i kerimede:
"tsrailoğullarmı köleleştirmen karşısında o başıma kaktığın da bir nimet
midir?" ifadesi zikredilmektedir. Bu âyet, müfessirler tarafında çeşitli
şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri, mealde zikredilendir.
Diğer bir izah şekline
göre, âyetin mânâsı şöyledir: "Başıma kakmış olduğun beni büyütme
nimetinin sebebi, İsrailoğuliarını köleleştinnendir. Zira sen onları
köleleştirmemiş olsaydın beni ailem büyütecek, suya atma zorunda kalmayacaktı,
O halde bu bir nimet değil yaptığın zulmün bir neticesidir."
Diğer bir izah şekli
de şöyledir: "O başıma kaktığın beni büyütme nimetini İsrailoğullanm
köleleştinnen karşılığında elde etmiştin. Zira sen, onlardan aldığın mallan
bana harcayarak beni büyüttün. Aynca benim bebeklik dönemimdeki bakımımı da
annem yaptı. O halde senin, benim üzerimde herhangi bir hakkın yoktur.
Başka bir izah şekli
de şöyledir; "Senin başıma kakmış olduğun beni büyütme ve bana iyilikte
bulunma nimetin, bütün İsrailoğuliarını köleleştirmen ve onları hizmetçiler
yapman karşısında önemli bir nimet değildir. Bütün bir kavme kötülük edip te
içlerinden sadece birine iyi davranman nimet midir?"
Taberi ise bu âyet-i
kerimenin şu şekilde izah edilmesini tercih etmiştir: "Hz. Musa, Firavun'a
şöyle demiştir: "Evet, senin beni büyütmen, bütün İsrailoğullanm
köleleştirdiğin halde beni köleleştinnemen, senden bana bir nimettir. Sen bunu
haklı olarak başıma kakıyorsun ancak ben sana, hak olan bir din getirdim. Ona
boyun eğmelisin"[19]
23- Firavun:
" Âlemlerin rabbi de nedir?" dedi.
Firavun'un bu sorusu,
onun, inkârının, cahillikten kaynaklanabileceğini göstermektedir. [20]
24- Musa-
"O, göklerin, yerin ve aralarında bulunan şeylerin rabbı-dir. Eğer
hakikati anlayan kimsclcrdcnscniz." (Bulun bilin) dedi.
Hz Musa da Firavun'a,
Allah Teala'nııv göklerin, yerin ve bu ikisinin arasında bulunan herşeyin
sahibi ve terbiye edeni olduğunu söylemiş ve gerdekten akıllarım kullanan
kimseler iseler düşünerek bunu idrak etmeleri gerektiğini söylemiştir. [21]
25- Firavun,
yanında bulunanlara: "Onun cevabını duymuyor musunuz?" dedi.
Firavun, Musa'm bu
cevabı karşısında kızarak çevresinde bulunanlara: "Musa'nın ne söylediğini
işitmiyor musunuz?" dedi. [22]
26- Musa:
"O, sizin de rabbinizdir. Geçmiş atalarınızın da rabbidir." dedi.
Hz. Musa da meseleyi
iyice açıklayarak Firavun'a ve kavmine dedi ki: "Benim sizi davet ettiğim
rab, sizi de önceki atalarınızı da yaratan rabbinizdir." [23]
27- Firavun,
çevresindekilere: "Size gönderilen bu Peygamberiniz, mutlaka
delidir." dedi.
Firavun, Hz. Musa ile
alay ederek: "Size gönderilmiş olan bu Peygamberiniz mutlaka delidir.
Zira o, duymadığınız ve anlayamadığınız birşeyler söylüyor. Çünkü benden başka
bir rab yoktur." dedi. [24]
28- Musa:
"O, doğunun, batının ve aralarında bulunan şeylerin de
rabbidir. Eğer düşünürseniz bunu
bilirsiniz" dedi.
Musa Firavun'a dedi
ki: "Benim, size kulluk etmeye davet ettiğim rab, Firavun gibi belli bir
ülkeye hakim olan ûciz bir kul değil, doğunun, batının ye onların aralarında
bulunan şeylerin rabbidir. Şayet sizler, söyleneni idrak eden ve gerçekleri
anlayan bir topluluksanız bunun böyle olduğunu bilmelisiniz. Zira, Rravun'un,
doğunun ve batının rabbi olmadığı açıkça ortadadır." [25]
29- Firavun:
"Yemin olsun ki, eğer benden başkasını ilah edinirsen seni, mutlaka
zindana atılanlardan yaparım." dedi.
Hz. Musa'nın delilleri
karşısında âciz kalan Firavun, tehdit savurmaya başlamış ve herTağutta
görüldüğü gibi zorbalığa başvuracağını söylemiş ve Hz. Musa'ya şöyle demiştir:
"Yemin olsun ki eğer sen, benden başka herhangi bir şeyi ilah edinecek olursan
ben seni zindana atılanlara katarım." [26]
30- Musa:
"Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?" dedi.
Musa dedi ki: "Ey
Firavun, sana, söylediklerimin doğru olduğunu ortaya koyan birşeyler getirmiş
olsam beni yine de zindana atılanlardan yapmak ister misin?"
Hz. Musa'nın böyle
söylemesinini sebebi, Firavun'u insaflı olmaya davet etmek ve kendisine
gerçekleri bir daha hatırlatmaktır. [27]
31- Firavun:
"Eğer doğru söylcycnlerdcnscn getir onu." dedi.
Firavun: "Eğer
sen, doğru söyleyen biriysen, söylediğinin hak olduğunu ispat edecek olan o
şeyi getir bakalım." dedi. Bunun üzerine Hz. Musa, iki mucize gösterdi.
Olay şöyle cereyan etti: [28]
32- Bunun
üzerine Musa, asasını yere attı. O, hemen apaçık bir yılan oluverdi. [29]
33- Elini
koynundan çıkardı. Bir de ne görsünler, bakanlara pırıl pırıl parlayan
bembeyaz bir el.
Hz. Musa'nın dokuz
mucizesinin en önemlilerinden biri, asası, diğeri de el'i idi. Hz. Musa'ya
verilen dokuz mucizenin neler oldukları, İsra suresinin yüz-birinci âyetinin
izahında zikredilmiştir. [30]
34-35-
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: "Gerçekten bu çok bilgili bir
sihirbaz. Büyüsüylc sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz?"
dedi.
Hz. Musa'nın
mucizelerini gören Firavun şaşkına döndü. İmansız olduğu için bunların bir
mucize olduğunu kabul etmedi. Onların birer sihir olduğunu söyledi ve
çevresinde bulunanlara: "Bu, bilgili bir sihirbaz. Sihir vasıtasıyla, sizin
çalıştırdığınız İsrailoğulîarmi bu topraktan çıkarıp zorla Şam topraklarına
götürmek istiyor, bölücülük yapıyor. Bunun hakkında ne buyurursunuz?"
dedi.
ibn-i Kesir bu son
âyeti şöyle izah etmiştir: "Firavun dedi ki: "Musa, sihir yaparak
insanların kalbini çelmek, taraftarlarım çoğaltmak böylece sızleie galip
gelerek sizi yurdunuzdan çıkarıp yerinize el koymak isüyor. Söyleyin bana, bunun
hakkında ne yapmalıyım? [31]
36-37- Onlar
da: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de sihirbazları toplayacak
kimseler gönder. Ne kadar çok bilgili sihirbaz varsa sana getirsinler."
dediler. [32]
38- Derken
sihirbazlar, belirtilen bir günün tayin edilen vaktinde bir araya toplatıldı. [33]
39-
İnsanlara: "Haydi toplanıyor musunuz?" denildi. [34]
40- İnsanlar
da: "Eğer sihirbazlar galip gelirse onlara uyarız." dediler.
Firavun'un ileri gelen
adamları: "Musa'yı ve kardeşini burada tut, onları serbest bırakma ve
şehirlere adamlar gönder. Her bilgili sihirbazı toplayıp sana
getirsinler." dediler. Firavun'un adamları çeşitli şehirlere dağıldılar.
Musa ile Firavun1 un kararlaştırdıkları bayram gününün kuşluk vaktinde Musa ile
karşılaşmak üzere sihirbazları bir araya getirdiler. İnsanlara: "İki
gurubun ne yapacağını ve kimin diğerine galip geleceğini görmek için toplanır
mısınız?" diye ilan edildi. İnsanlar: "Eğer sihirbazlar galip
gelirse biz dinimizde sabit kalacak ve onda devam edeceğiz." dediler.
Dikkat edilirse
insanlar: "Kim haklıysa ona tabi olacağız" dememişler, sihirbazlara
tabi olacaklarını söylemişlerdir. Zira insanlar, idarecilerinin dinleri
üzer indedirler. [35]
41-
Sihirbazlar gelince, Firavun'a: "Eğer galip gelen biz olursak, mutlaka bize
bir mükâfat var değil mi" dediler.
Firavun, taraftarları arasında kurduğu
tahtında otururken, sihirbazlar huzuruna vannış ve ondan, galip gelmeleri
halinde kendilerine ikramda bulunmasını ve özel bir şekilde
ödüllendirilmelerini istemişler, otoritesinin sarsılacağından korkan Firavun
ise, tahtını koruma uğruna herşeyi venneyi göze almış ve sihirbazlara şöyle
demiştir: [36]
42- Firavun:
"Evet, hem de o takdirde mutlaka bana yakın kimsler-den olacaksınız."
dedi.
Firavun dedi ki:
"Gayet tabi size mükâfat var. Ayrıca sizler bana çok yak-nı kimseler
olacaksınız." [37]
43- Musa
sihirbazlara: "Ortaya koyacağınız ne varsa koyun." dedi.
Sihirbazlar Musa'ya:
"Sen mi Önce maharetini ortaya koyacaksın? yoksa ilk önce biz mi
koyalım?" diye sorunca Musa da onlara dedi ki: "Ne hüneriniz varsa
gösterin. Ortaya koyacağınız siniri koyun." dedi. [38]
44- Onlar da
sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip
gelecek olan biziz." dediler.
Onlar da sihir
araçları olan ip ve sopalarını yere attılar. Firavun'un şerefine yemin ederek:
"Firavun hakkı için mutlaka galip gelenler biz olacağız." dediler. [39]
45- Musa da
asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, âsâ onların uydurdukları şeyleri hep
yutuyor. [40]
46- Bunu üzerine
sihirbazlar secdeye kapandılar. [41]
47-48-
"Âlemlerin rabbine, Musa'm ve Harun'un rabbinc iman ettik" dediler. [42]
49- Firavun:
"Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Meğer o, sîze sihir öğreten
büyüğünüzmüş. Yakında göreceksiniz, mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım." dedi.
Hz. Musa'nın âsâsı,
zamanının en güçlü sihirbazlarının sihirlerini bozup sihir araçlarını yutunca,
sihirbazlar, Hz. Musa'nın yaptıklarının hiçbir zaman bir sihir olamayacağını
anladılar ve kayıtsız şartsız Allah'a iman ettiler. Allah'ın, Hz. Musa'nın ve
Harun'un rabbi olduğu gibi bütün kâinatın da rabbi olduğunu idrak ettiler ve
"Âlemlerin rabbine, Musa'nın ve Harun'un rabbine iman ettik."
dediler. Bunu gören Firavun, kendisine taptırdığı halkm huzurunda fena bir
şekilde mağlup oldu. Hakka boyun eğip iman etme yerine sihirbazları tehdit ederek
şöyle dedi: "Benden izin almadan Musa'nın getirdiklerine iman ettiniz
ha?" Anlaşılıyor ki Musa sihirde sizin büyü günü zmüş. Bunun içindir ki hemen
ona iman ettiniz. Yakında sizi cezalandırınca; ona iman etmenizin nasıl yanlış
bir şey olduğunu anlayacaksınız. Ben, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama kestireceğim, sizi âleme ibret yapacağım. Sonra da hepinizi
astırarak hiçbirinizi hayatta bırakmayacağım."
Kalbleri ilahi nurla
aydınlanan sihirbazlar, büyük bir kararlılık ve sebat göstererek şımarık
Firavun'un huzurunda hakkı haykmnışlar ve ona şöyle demişlerdir: [43]
50- İman
eden sihirbazlar: "Zararı yok (Bizim için fark etmez) nasıl olsa biz,
rabbimizc döneceğiz. [44]
51- İman edenlerin ilki olduğumuzdan, rabbimizin,
hatalarımızı bağışlayacağını kuvvetle ümit ederiz." dediler.
İman eden sihirbazlar
şöyle cevap verdiler: "Tehdit ettiğin o cezalan verip vermemen bizim için
fark etmez. Zira bizler rabbimize dönüyoruz. O bizi, senin cezalandırmana karşı
sabretmemizden dolayı mükâfatlandıracak ve tevhid inancına bağlı kaldığımızdan
dolayı bize sevaplar verecektir. Zamanımızda ve buradaki insanlar arasında ilk
iman edenler olmamız dolayısiyle, rabbimizin bizlerin bundan önce işlemiş
olduğumuz hataları bağışlayacağını kuvvetle ümit ederiz."
Firavun'un, iman den
bu sihirbazların hepsini öldürttüğü rivayet edilmektedir. [45]
52- Biz,
Musa'ya: "Kullarımı geceleyin al götür, mutlaka takibcdilc-ceksiniz."
dîye vahyettik.
İnkarcılığında ısrar
eden Firavun'un getirdiği bütün deliller fayda vermeyince biz Musa'ya,
kullarım olan İsrailoğullannı alıp geceleyin Mısır ı terketme-îerini Firavun ve
ordusunun ise, onların Mısırt terketmelerine engel olmak için onlar,
takibedeceğini vahyettik. Bunun üzerine Musa, israiloğullannı alıp yola
koyuldu. [46]
53- Bu arada
Firavun, şehirlere asker toplayacak kimseler gönderdi. [47]
54- Onlara
şöyle dedi: "Bunlar basit ve sayısı çok az bir topluluktur. [48]
55- Ne var
ki bizi öfkelendiriyorlar. [49]
56- Biz ise
gerçekten ihtiyatlı ve uyanık bir kitleyiz.
Mısır'dan çıkmakta
olan İsrailoğullannın altıyüz yetmiş bin civarında odukları rivayet
edilmektedir. Bu sebepledir ki Firavun, onların soylannın az olduğunu
söylemiştir. Ayrıca İsrailoğullan Mısır'dan çıkarken komşuları olan
Kıptîlerden, bayram günü takınacakları gerekçesiyle bir kısım süs eşyalarını
emanet olarak almışlardır. Mısır'dan çıkarken bunları da beraberlerinde götürmüşlerdir.
Bu sebepledir ki Firavun: "Onlar bizi öfkelendiriyorlar." demiştir.
Ayrıca öfkenin sebeninin, Mısır'da hizmetçi olarak kullanılan İsrailoğullannın
hep birden Mısır'ı terketmeleri olduğunu söyleyenlerde vardır.
Firavun, güç ve
kuvvetinin, İsrailoğullanna göre büyük olduğunu, ihtiyatlı bir topluluk okluklarını
söylemiş ve ordusuna moral vererek şafak vakti Hz. Musa ve İsrailoğullan'nı
takibe girişmiştir. Fakat bu, Firavun'un ve ordusunun Mısır'dan son çıkışı
olmuştur. Çünkü onların hepsi denizde boğulmuş, bağ ve bahçeleri mal ve
makamları boş kalmıştır. [50]
57-58-
Nihayet biz, Firavun ve kavmini, bahçeleden, akar sulardan, hazinelerden ve
şerefli makamlardan çıkardık. [51]
59- İşte
böyle yaptık. Onlara, İsrailoğıılİarını mirasçı kıldık.
Buradaki son âyet-i
kerimede, Firavun ve ordusunun boğulmasından sonra geride kalan bağlann,
bahçelerin, pınarların, hazinelerin ve yüce makamların İsrailoğulalanna miras
kaldığı ifade edilmekledir. Bundan maksat, İsrailo-ğullannin tekrar dönüp
Mısır'da yaşamaları veya aynı nimetlere Şam topraklarında kavuşmalarıdır. [52]
60- Firavun
ve adamları, güneş doğarken onların ardına düştüler. [53]
61- İki topluluk yaklaşıp birbirini görünce,
Musa'nın taraftarları; "İşteyakalandık," dediler. [54]
62- Musa:
"Hayır, şüphesiz rabbim bcnimlcdir. Bana mutlaka kurtuluş yolunu
gösterecektir." dedi. [55]
63- Bunun
üzerine biz Musa'ya: "Âsânı denize vur." diye vahyettik. Bir anda
deniz yarıhvcrdi, her bir kısmı kocaman bir dağ gibiydi. [56]
64- Geriden
gelen Firavun ve adamlarını da oraya yaklaştırdık. [57]
65- Musa ve
beraberindekilerin hepsini sağ salim kurtardık. [58]
66- Sonra
diğerlerini de suda boğuverdik. [59]
67- Şüphesiz
ki bunda büyük ibret vardır. Fakat çokları yine de iman etmediler. [60]
68- Şüphesiz
senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Bu âyet-i kerimelerde,
Firavun ve ordusunun, Hz. Musa'yı nasıl takibet-tiği, Hz. Musa'nın
taraftarlarının, Firavun ve ordusunu görünce nasıl korktukları, Hz. Musa'nın
ise Allah'a güveninin büyük olduğu, asasını denize vurarak denizin yol haline
geldiği, böylece Hz. Musa ve arkadaşlarının kurtulduğu, Firavun ve
taraftarlarının ise boğuldukları, bu olayda ise büyük bir ibret bulunduğu beyan
edilmektedir.
Bu olaylar Tâ,Hâ
Suresinde geniş bir şekilde izah edilmiştir. [61]
69- Ey
Muhammcd, ümmetine İbrahim'in kıssasını anlat.
[62]
70- Bir
zaman İbrahim, babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti. [63]
71- Onlar
da: "Putlara tapıyoruz. Onlara ibadetten hiç ayrılmayacağız."
dediler. [64]
72-73-
İbrahim onlara: "Dua ettiğiniz zaman sizi duyarlar mı? Yahut size fayda
veya zarar verirler mi?" dedi. [65]
74- "Hayır,
atalarımızı böyle yapar bulduk." dediler.
Ey Muhammed, sen,
kavminin müşriklerine, İbrahim'in kıssasını anlat, zira bir zaman İbrahim,
putperest olan babasına ve kavmine: "Sizler böyle neye tapıyorsunuz?"
demişti. Onlar ise beyinsizce: "Putlara tapıyoruz, onlara ibadet ve
hizmetten ayrılmayacağız." demişlerdi, ibrahim ise onlun uyararak "Bu
putlar, sizler onlara dua ettiğinizde sizi işitiyorlar mı?" dedi. Bu soru
karşısında putperestler cevaptan âciz kaldılar. Sadece taklitçi olduklarını
söyleyerek şöyle dediler: "Hayır, bunlar bizim dualarımızı işitmiyorlar,
bize bir menfaat ve zarar da vermiyorlar. Ancak, biz, babalarımızın bunlara
taptıklarını gördük ve biz de öyle yapıyoruz." [66]
75-76-
İbrahim şöyle dedi: "Sizin ve eski atalarınızın nelere taptığını
görüyor musunuz? [67]
77- Onlar benim düşmanımdır. Ancak, âlemlerin
rabbi olan Allah müstesna. [68]
78- Beni o
yarattı vebana doğru yolu gösteren de O'dur. [69]
79- Beni
yediren de içiren de O'dur. [70]
80-
Hastalandığım zaman bana şifa veren de O'dur. [71]
81- Beni
öldürecek sonra diriltecek de O'dur. [72]
82- Ceza
gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.
Hz. İbrahim,
putperestlere, hiçbir gücü olmayan putlara tapmanın akıl işi olmadığını beyan
ettikten sonra bu âyetlerde, kendisinin kulluk ettiği yüce mevlanın bazı
sıfatlarını zikretmiştir: Yaratanın,, doğru yolu gösterenin, yedirenin,
içirenin, hastalara şifa verenin, öldürenin, diriltenin ve günahları affedecek
olanın Allah olduğunu beyan etmiş ve müşriklerden, putları bırakıp Allah'a ibadet
etmelerini istemiştir. Sonra da Allah'a yönelerek ondan şunu dilemiştir: [73]
83- Rabbim,
bana hikmet bahşet ve beni saühler zümresine kat.
Burada zikredilen
"Hikmet"ten maksat; Abdullah b.Abbas'a göre, ilim, İkrime'ye göre
Akıl, Mücahid'e göre Kur'an, Süddi'ye göre ise Peygamberliktir. Taberi de bu
son görüşü tercih etmiştir. [74]
84- Beni,
benden sonrakilere iyilikle yad ettir.
Hz. İbrahim, bu
duasıyla hayırlara öncü yapılmasını, kendisinden sonra gelecek insanlar
tarafındana iyilikle anılmasını istemiş, Allah Teala da ona isteklerini
bahsetmiştir. Zira Yahudi ve Hmstiyanlara birbirlerinin Peygamberlerini ve Hz.
Muhammed (s.a.v.)i inkâr etmelerine rağmen Hz. İbrahim'i dost olarak
görmüşlerdir. İslam dini ise Hz. İbrahim'i "Hanif" dininin peygamberi
olarak kabul, etmiş ve onu, Müslümanların atası saymıştır. [75]
85- Beni,
"Naim" cennetinin vârislerinden kıl.
Hz. İbrahim, dünyada
hayırlara öncü yapılmasını istediği gibi, âhirette de "Naim"
cennetinin mirasçısı kılınmasını istemiştir. [76]
86- Babamı
ela affet. Çünkü o, sapıklardandır.
Hz, İbrahimin, kâfir
olan babasının affedilmesini istemesi, daha önce bababasına, Allah'tan, affını
dileyeceğine dair vermiş olduğu sözden dolayıdır. Yoksa böyle bir Allah düşmanı
için af dilemesi mümkün değildir. Bu husus, diğer bir âyette şöyle beyan
edilmektedir: "İbrahim'in, babası için af dilemesi ise, sadece ona verdiği
sözü yerine getirmesi içindir. Fakat babasının, Allah'ın düşmanı olduğu ortaya
çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok niyaz eden ve çok
halim selim bir insandı.[77]
87-
Yaratılanların diriltileceği gün,bcni.zclil etme. [78]
88- O gün,
ne mal ne de oğullar fayda verir. [79]
89- Ancak
Allah'ın huzuruna, tertemiz bir kalblc çıkan müstesna.
Ey rabbim,
yaratılanların diriltilecekleri kıyamet gününde beni cezalandırarak zelil
etme. Zira o gün, ne mal fayda verir ne de evlat. O günün şerrinden, ancak
Allah'ın huzuruna halis bir kalble çıkan kimse kurtulur. [80]
90- O gün
cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. [81]
91- Cehennem
de, azgınlara aıkça gösterilir. [82]
92-93-
Onlara: "Allah'ı bırakıp taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı?
Yahut, kendilerine yardımları dokunuyor mu?" denilir. [83]
94-95-
Allah'tan başka taptıkları ilahlar, azgınlar ve İblis'in taraftarları, hepsi
tepetakla cehenneme atılırlar. [84]
96- Onlar
orada, taptıkları ilahlarla çekişerek şöyle derler.
Kıyamet gününde
cennet, dünyada Allaha itaat ederek, âhirette cezalandırmasından korkan takva
sahiplerine yaklaştırılacak, cehennem ise, hak yoldan sapan azgınlara
gösterilecek ve onlara şöyle denecektir: "Allah'ı bırakıp ta tapmış
olduğunuz putlar nerede? Bugün onlar size, Allah'ın azabına karşı yardım
edebiliyorlar mı? Hatta, kendilerini Allah'ın azabmdan kurtarabiliyorlar mı?
Allah'tan başka
kendilerine tapınılan şeyer, azgınlar ve İblis'in bütün ordusu cehenneme
tepetakla ve peşpeşe atılacaklardır. Onlar cehennemde yanarlarken, dünyada
taptıkları putlarıyla tartışarak şöyle diyeceklerdir; [85]
97-98-
"Allah'a yemin olsun ki^biz sizi, âlemlerin rabbi olan Allah ile bir
tuttuğumuz zaman büyük bir sapıklık içindeymişiz. [86]
99- Bizi
ancak mücrimler saptırdı. [87]
100- Artık
şimdi ne şefaatçilerimiz vardır. [88]
101- Ne de
yakın bir dostumuz. [89]
102- Keşke
dünyaya geri dönüşümüz olsa da iman edenlerden olsak."
Allah Teala, bu âyet-i
kerimelerde, cehennemliklerin gerek birbirleriyle gerekse tapmış oldukları
putlarla nasıl cedelleştiklerini, suçlan nasıl birbirlerine yüklemeye
çalıştıklarını beyan etmekte, bir daha dünyaya dönmeleri mümkün olduğu takdirde
iman edeceklerini ve iyi amel işleyeceklerini söylediklerini zikretmektedirler.
Ancak, âhiretten dünyaya bir daha dönüş yoktur ve orada kâfirlerin sızlanmaları
boşuna olacaktır. [90]
103-
Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman
etmediler. [91]
104-
Şüphesiz ki rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Şüphesiz ki
İbrahim'in, kavmine karşı beyan ettiği bu delillerde, ibret alan akıl sahipleri
için büyük bir ibret vardır. Bunlar, Allah'ın, süregelen kanunlarının bir
ifadesidir. Ne var ki İbrahim kavminin çoğu yine de iman etmediler. Ey
Muhammed, şüphesiz ki rabbinin, kâfirleri cezalandırması pek şiddetlidir.
Hiçbir kimse ona karşı gelemez. O, tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir. [92]
105- Nuh
kavmi, gönderilen Peygamberleri yalanladı. [93]
106- Bir zaman, kardeşleri Nuh, onlara şöyle
demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız? [94]
107-
Şüphesiz ben, size gönderilen "Emin" bir Peygamberim. [95]
108-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [96]
109- Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir
ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin rabbinc aittir." [97]
110: artık
Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
Nuh kavmi, Allah'ın,
kendilerine göndermiş olduğu Peygamberleri yalanladılar. Bir zaman,
kendilerine Peygamber olarak gönderilen Nuh onlara şöyle demişti: "Allah'ı
inkâr ederek ve Peygamberlerini yalanlayarak sizi cezalandırmasından hiç
korkmuyor musunuz? Şüphesiz ki ben, Allah tarafından size gönderilmiş ve ilahi
vahyi size tebliğ ile görevlendirilmiş bir Peygamberim. Ey kavmim, inkârınıza
karşı Allah'ın sizi cezalandırmasından korkun. Öğütlerimde
bana itaat edin. Ben sizden, hakkı tebliğ
etme karşılığında herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak
âlemlerin rabbi olan Allah'a aittir. O halde Allah'tan korkun ve bana itaat
edin."
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, Nuh (a.s.)in, kavmi ile arasında geçen olayların kıssasını beyan
etmektedir. Hz. Nuh, yeryüzünde inkarcılığın ilk meydana geldiği zamanda
gönderilmiş olan bir Peygamberdir. Kavmini, dokuz-yüz elli sene iman etmeye
davet etmesine rağmen kavmi inkarcılığında ısrar etmeye devam etmiş ve
neticede tufan hadisesiyle boğularak yok olmuşlardır. [98]
111- Onlar:
"Sana, rezil, bayağı kişiler tâbi olmuşken, biz sana iman edermiyiz?"
dediler, [99]
112- Nuh
şüye dedi: "Onların ne yaptıklarını ben ne bileyim? [100]
113- Onların
hesabı ancak rabbimc aittir. İyi düşünürseniz bunu bilirsiniz. [101]
114- Ben,
iman edenleri kovacak değilim. [102]
115- Ben ancak apaçık feir uyarıcıyım."
Nuh kavmi şımararak,
onun davetine şu karşılığı vermişlerdir. "Bayağı kişiler sana tabi olduğu
halde biz sana iman eder miyiz? Biz şerefli insanlar kendimizi rezillerle bir
mi tutacağız ?"
Nuh da onlara şu
cevabı vermiştir: "Bana tabi olanların yaptıklarının gerçek yüzünü ben
nereden bileyim?" "Ben, yapılanların dış görünüşüne bakmakla
mükelefım. Onların gerçek durumları rabbime aittir. Onlara, yaptıklarının
gerçek'durumuna göre ceza veya mükâfat verir. Sizler bunu keşke anlasanız. Ben,
Allah'a iman eden ve bana tabi olan müminleri kovacak değilim. Zira ben, ancak
Allah'ın azabıyla uyaran apaçık bir uyarıcıyım." [103]
116- Onlar:
"Eğer davetinden vazgeçmezsen ey Nuh, muhakkak taşlananlardan
olacaksın." dediler.
Kavmi, Nuh (a.s.)ın
delilleri karşısında âciz kalınca zora başvurmuşlar ve Nuh'u taşlamakla tehdit
etmişlerdir. Her âciz zorba işte böyle yapar. [104]
117- Nuh şöyle
dedi: "Rabbim, kavmim beni yalanladı. [105]
118- Benimle
onlar arasında hükmü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."
Nuh (a.s.) uzun süren
davetinin, kavmine hiçbir fayda vermeyeceğini anlayınca, onlara karşı Allah'tan
yardım istemiş ve âyette zikredilen bu istekte bulunmuştur. [106]
119- Bunun
üzerine biz de Nuh'u ve beraberindekileri o yüklü geminin içinde kurtardık. [107]
120- Sonra
da geride kalanları suda boğduk. [108]
121-
Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman
etmediler. [109]
122-
Şüphesiz ki rabbin, herşeyc galiptir, çok merhametlidir.
Biz de Nuh'u ve onunla
birlikte bulunan müminleri, içi dolu olan o büyük gemiyle kurtardık. Nuh'u
yalanlayan diğer insanları da suda boğarak helak ettik. Şüphesiz ki Nuh
kavminin bu kıssasında, ibret alanlar için büyük bir ders vardır Ne var ki
çokları yine de iman etmediler. Nuh kavminin kıssasından ibret amadılar.
Şüphesiz ki rabbin herzeye galiptir. Nuh kavmi gibi davrananları aynı şekilde
helak etmek istediğinde kimse ona karşı gelemez. Rabbin, tevbe edenlere karşı
ise çok merhametlidir. [110]
123- Âd
kavmi de gönderilen Peygamberleri yalanladı. [111]
124- Bir zaman kardeşleri Hud, onlara şöyle
demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" [112]
125-
Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir Peygamberim. [113]
126-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [114]
127- Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir
ücret istemiynrum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbinc aittir. [115]
128- Siz,
her tepeye bir bina kurup onunla eğlenir misiniz? [116]
129- Dünyada
ebedi kalacağınızı umarak sağlam köşkler mi edinirsiniz? [117]
130- Birini
yakaladığınız zaman ona zorbaca mı davranırsınız? [118]
131-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [119]
132- Size,
bildiğiniz nimetleri bol bol veren Allah'tan sakının. [120]
133-134- O
size bol bol hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar verdi. : [121]
135- Doğrusu
ben sizin için o büyük günün azabından korkuyorum." * Allah Teala bu
âyet-i kerimelerde, Yemen'in "Hadramut" şehrine yakın olan
"Ahkaf' bölesinde yaşayan Âd kavmine, kendilerinden biri olan Hz. Hud'u
Peygamber olarak gönderdiğini ve Hud'un, onları imana davet ettiğini beyan
ediyor.
Âd kavmi, Nuh (a.s.)ın
kavminden sonra gelen bir kavimdir. Bunlar, güçlü oluşları, zorbalıklan, mal
ve servet bakımından zengin oluşları yönünden emsali görülmemiş bir
topluluktu. Hud (a.s.) onlara, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber
olduğunu, davetine karşılık onlardan herhangi bir ücret istemediğini bildirmiş
ve onlara: "Sizler, her uğrak tepenin başına, herkes taralından görülebilecek
bir bina yapıyor, orada eğleniyor musunuz? Dünyada ebedi kalmak ümidiyle
köşkler m i, ediniyorsunuz? Birini yakaladığınız zaman onu öldürerek zorbaca mı
davranıyorsunuz?" demiş, Allah'ın, kendilerine venniş okluğu çeşitli
nimetlere karşı ondan korkmalarını istemiş, aksi takdirde büyük bir günün azabından
korktuğunu açıklamıştır. Hud (a.s.)ın bütün öğütlerine karşı kavmi ona şöyle
demiştir: [122]
136- Onlar
şöyle dediler: "Öğüt versen de öğüt verenlerden olinasan da bizce
birdir."
Âd kavmi,
Peygamberleri Hud'a iman etmediler ve ona ancak şu cevabı verdiler: "Senin
bize vaaz etmen veya etmemen bizim için eşittir." [123]
137- Bu
durum, öncekilerin geleneğinden başka birşey değildir.
Bu âyet-i kerime iki şekilde izah
edilmiştir:
Bir izah şekline göre
âyetin mânâsı şöyedir: "Ey Hud, senin bu söylediklerin, Öncekilerin
süregelen âdetleri ve efsaneleridir. Biz bunlara iman etmeyiz"
İkinci izah şekline
göre ise âyetin mânâsı şöyledir: "Ey Hud, senin bizi kınadığın, dağların
başında binalar yapmak, insanlara karşı zorbaca davranmak ve Allah'ın
nimetlerine karşı şükretmemek gibi davranışlar ve üzerinde bulunduğumuz din,
Önceki atalarımızdan bize gelen davranışlar ve dindir. Biz bunları sürdürmeye
devam edeceğiz." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir. [124]
138- Biz,
azaba uğratılacaklardan da değiliz."
Yani, biz, Öldükten
sonra tekrar diriltilmeyeceğiz. Bu itibarla azap görme diye bir şey
yoktur." Yahut: "Bizler, atalarımızdan kalan dinin gereğini yapıyoruz.
Vazifemizi yaptığımız için azap görmeyeceğiz." [125]
139- Böylece
Hud'u yalanladılar. Biz de kendilerini helak ediverdik. Şüphesiz bunda büyük
bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman etmediler. [126]
140-
Şüphesiz senin rabbin herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Böylece, Âd kavmi,
kendilerine Peygamber olarak gönderilen Hud'u yalanladılar. Bizde onları,
yalanlanmalarından dolayı helak ettik. Şüphesiz ki Âd kavminin helak
edilişinde, ibret alan bir topluluk için büyük bir öğüt vardır. Buna rağmen
onlar iman edecek değillerdi. Ey Muhammed, şüphesiz ki rabbin herşeye galiptir.
Kâfirleri cezalandırırken hiçbir kimse ona karşı gelemez. İnkârından vazgeçip
tevbe edenlere karşı ise çok merhametlidir.
Allah Teala başka
âyet-i kerimelerde de Âd kavminin nasıl helak edildiğini beyan ederek şöyle
buyuruyor: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve
şiddetli esen bir rüzgârla yok edildi." "Allah onlann köklerini
kazımak için o kasırgayı, yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada
olsaydın, onlann, kökünden sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere
serildiklerini görürdün." "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün
mü'? [127]
141- Scmud
kavmi, gönderilen Peygamberleri yalanladı. [128]
142- Bir zaman kardeşleri Salih onlara şöyle
demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" [129]
143-
Şüphesiz ben, size gönderilen emin bir Peygamberim. [130]
144-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [131]
145- Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir
ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbine aittir,
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, bugünkü Ürdün civarında ,"Hicr" denen bölgede yaşayan
"Semud" kavmi ile onlara Peygamber olarak gönderilen Salih (a.s.)ın
kıssasını anlatmaktadır.
Semud kavmi, Ad
kavminden sonra ve Hz. İbrahim'den önce gelen bir kavimdir. Salih (a.s.)
bunlan, Allah'tan korkmaya davet etmiş, kendisinin, bunlara peygamber olarak
gönderildiğini bildirmiş ve daveti sebebiyle onlardan herhangi bir ücret
istemediğin beyan etmiştir. Salih (a.s.) Semud kavmine, Al-iah'ın verdiği
nimetleri hatırlatarak onlara şöyle demiştir: [132]
146-148-
Buralarda, bahçelerin içinde, pınarların başına, ekinlerin ve salkımları
olgunlaşmış hurmalıkların arasında emin olarak bırakılacak mısınız? [133]
149- Sevinç ve maharetle dağları yontarak evler
yapmaya devam edebilecek misiniz? [134]
150- Artık
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [135]
151- Haddi
aşanların emrine itaat etmeyin. [136]
152- Onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar,
ıslah etmeye çalışmazlar."
Ey Semud kavmi,
rabbinizin, sizi bu dünyada güven içinde bırakacağını mı sanıyorsunuz?
Bahçelerin, pınarların, ekinlerin, salkımları olgunlaşmış hurmaların içinde
rahatça yaşatılacağınızı mı sanıyorsunuz? Dağlan maharetle yontup ferah evler
edinmeye devam edebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Allah'tan korkun, onun emirlerine
boyun eğin. Öğüt ve uyarılarımda bana itaat edin doğru yolu bulmuş olursunuz.
Allah'a isyan ederek yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ve Allah'a itaat etmek
suretiyle kendilerini düzeltmeyen israfçılann emrine uymayın.
Âyette zikredilen
"Haddi aşanlar" Semud kavminin ileri gelenlerinden dokuz kişidir.
Bunlar, başka bir âyet-i kerimede de şöyle açıklanmışlardır: "Salih:
"Ey kavmim, niçin iyilikten evvel hemen kötülüğün gelmesini istiyorsunuz?
Allah'tan bağışlanmanızı dileseniz ya. Belki merhamet edilirsiniz."
dedi." "Kavmi: "Senin ve beraberindekilerin yüzünden
uğursuzluğa uğradık." dediler. Salih de: "Uğursuzluğunuzun sebebi
Allah nezdindedir. Doğrusu siz, imtihana çekilen bir kavimsiniz."
dedi." "O şehirde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, ıslah edip düzeltmeye
çalışmayan dokuz kişi vardı. [137]
153- Kavmi
şöyle dedi: "Sen ancak büyülenmişlerden birisin." [138]
154- Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey
değilsin. Eğer sözünde sadık kimselerdensen bize bir mucize getir."
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, Semud kavminin, Salih (a.s.)a nasıl cevap verdiklerini beyan
ediyor ve buyuruyor ki: "Semud kavmi Salih'e şöyle demişti: "Sen
ancak büyülenmiş bir insansın. Sen de bizim gibi bir beşersin. Bizim
yediklerimizden yiyor, içtiklerimizden içiyor ve yaptıklarımızı yapıyorsun.
Sen, ne bir Krals\n ne de bir rab. O halde biz seni nasıl dinleriz? Eğer sen,
Alla-hm seni bize Peygamber olarak gönderdiği iddianda doğru isen bize bir
mucize getir de doğru söyfc" :ş olduğunu anlayalım." [139]
155- Salih şöyle dedi: "İşte mucize, bu, dişi
devedir. Onun belli bir gün su içme akkı vardır. Sizin de belli bir gün su içme
hakkınız vardır. [140]
156- Sakın
ona bir kötülük yapmayın. Yoksa büyük günün azabı sizi yakalar."
Semud kavmi, Salih
(a.s.)dan, Peygamber olduğuna dair bir mucize getirmesini istemesi üzerine,
Allah Teala, büyük bir kayayı yarıp Salih (a.s.)a kayanın içinden bir deve
çıkarmış ve onu mucize olarak ona vermiştir.
Deve çok büyük bir
hayvandı. İnsanların süt ihtiyaçlarını tamamen karşılıyordu. Fakat buna
mukabil de çok su içiyordu. Öyle ki, Semud kavminin suyunu bir gün tamamen
Deve içiyor bir gün de kendileri içiyorlardı. Semud kavminden bazı kişiler,
devenin bu durumuna katlanamayarak onu öldürmek istemişler. Salih (a.s.) ise
bunun, kendileri için bir felaket sebebi olacağını söylemişti. [141]
157- Nihayet
onlar deveyi kestiler. Fakat pişman da oldular. [142]
158- Bunun üzerine onları azap yakalaytvcrdi.
Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman
etmediler. [143]
159-
Şüphesiz senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Semud
kavminin.üzerinde yaşadığı yerlerde şiddetli bir sarsıntı olmuş ve onlara büyük
bir çığlık gelmiş, hepsi oldukları yerde çökekalmışlardır Bu husus başka
âyetlerde de şöyle açıklanmıştır. "Bunun üzerine onları şıdetlı bir
sarsıntı yakalayıverdi de evlerinde dizüstü kapanıp kaldılar. [144]
160- Lut
kavmi de gönderilen Peygamberleri yalanladı. [145]
161- Bir
zaman kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız: [146]
162-
Şüphesiz ben size gönderilen emin bir Peygamberim. [147]
163-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [148]
164- Ben, davetime karşılık sizden herhangi bir
ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin rabbine aittir.
Bu âyet-i kerimeler
Lut (a.s.) ve kavminin kıssasını anlatmaktadır.
Lut (a.s.) Hz.
İbrahim'in kardeşi, Haran b.Âzer'in oğludur. Allah Teala Hz. Lut'u, Hz. İbrahim
hayattayken, Peygamber olarak Sodom mevkınde yaşayan büyük bir kavme Peygamber
olarak göndermiştir.
Sodom, Kudüs'e yakın
bir yerde bulunan bir şehirdi. Hz. Lut, orada yaşayan kavmi, sadece Allah'a
ibadet etmeye, ona herhangi bir şeyi ortak koşmama-ya ve Allah tarafından
gönderilen kendisinin Peygamberliğim kabul etmeye da-ttftt etmu oni., kavimde görülmeyen cinsî sapıklıktan
vazgeçmeye çağırmıştır.
Fakat kavmi onu
dinlememiş, bilakis Lut'u taşlayarak öldürmeye kalkmıştır. Bunun üzerine Allah
Teala, Lut kavmine, gökten kızgın taşlar yağdırmış ve onları yok etmiştir.
Bugün o kavmin yaşadığı bölgede, etrafa pis kokular yayan ve adına "Lut
gölü" denen ölü bir göl bulunmaktadır.
Lut (a.s.) kavmini,
yapmış oldukları çirkin işten vazgeçimcye davet ederek şöyle diyor: [149]
165-166-
Rabbinİzin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp ta, bütün mahlukat
içerisinde crkeklcriylc temas eden kimseler mi oluyorsunuz? Doğrusu siz, haddi
aşan bir kavimsiniz?
Sizler, erkeklerle
cinsî temasta bulunuyor, rabbiniz olan Allah'ın, sizin için eşler yarattığı
hanımlarınızla teması bırakıyor musunuz? Doğrusu sizler, rabbinizin size helal
kıldığı şeyleri işlemenizle haddi aşan bir kavimsiniz. [150]
167- Onlar:
"Yemin olsun ki eğer davetine son vermezsen ey Lut, mutlaka sürülüp
çıkarılanlardan olacaksın." de.dilcr.
Lut kavmi, Hz. Lut'un,
kendilerini uyarmasına kulak asmamış, aksine ona karşı öfkelenmişler ve ona:
"Yemin olsun ki ey Lut, eğer bu sözlerden vazgeçmezsen sen bizim
aramızdan ve ülkemizden sürülüp çıkarılanlardan olursun." demişler ve
Lut'u tehdit etmişlerdir. [151]
168- Lut da şöyle dedi: "Doğrusu ben,
yaptığınız bu işe şiddetle kızanlardanım." [152]
169- Ey
rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar."
Lut da kavmine:
"Şüphesiz ki ben, sizin, erkeklerle temasta bulunma işinize şiddetle
karşı çıkan ve buna öfkelenen biriyim. Bana yapacağınız şeylerden dolayı boyun
eğmem. Rabbim, sen beni ve ailemi, bunların işledikleri bu çirkin işten kurtar."
dedi. [153]
170-171-
Bunun üzerine biz de, geride kalıp helak olanlardan bir yaşlı kadın dışında
Lut'u ve bütün ailesini kurtardık. [154]
172- Sonra
diğerlerini helak ettik. [155]
173- Üzerlerine öyle bir çeşit yağmur yağdırdık
ki, uyarılıp ta yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötüdür. [156]
174-
Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman
etmediler. [157]
175-
Şüphesiz ki senin rabbin, herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Burada zikredilen
"Geride kalan yaşlı kadın." Lut (a.s.)ın karışıdır. Bu husus diğer
âyetlerde açıklarım aktadır, Allah Teala, Lut (a.s.)a ve ona tabi olanlara,
sabahleyin erkenden giderken, çığlık sesi işittiklerinde geri dönüp bakmamalarını
emretmiş, Lut ve ona iman edenler bu emre uyarak yollarına devam etmiş, geri
dönüp bakmamışlar. Fakat Lut (a.s.)ın karısı geri dönüp bakmış bu sebeple
ilahi azaba o da yakalanmıştır. Allah Teaîa bu kavmin üzerine öyle bir yağmur
yağdırmıştır ki, bu yağmur başka âyetlerde şöyle beyan edilmiştir, "Azap
emrimiz gelince, yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rab-bin
tarafından işaretlenmiş kızgın taşlan sağanak halinde yağdırdık. Bu azap,
zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir. [158]
176- Eyke
halkı da gönderilen peygamberleri yalanladı. [159]
177- Bir
zaman Şuayb onlara şöyle derpişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?" [160]
178-
Şüphesiz ben size gönderilen emin bir Peygamberim. [161]
179-
Allah'tan korkun ve bana itaat edin. [162]
180- Ben,
davetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak,
âlemlerin rabbinc aittir.
Allah Teala Şuayb
(a.s.)ı da Medyen şehrinde yaşayan "Eyke" halkına
Peygamber olarak
göndermiştir.
"Eyke"
kelimesi "sık ormanlık" anlamına gelmektedir. Bunlara bu adın
verilmesi, ya ağaca tapmalarından veya ağaçlık bölgede yaşamalanndandir.
Şuayb (a.s.) bu kavmi
Allah'tan korkmaya davet etmiş ve kendisinin onlara Peygamber olarak
gönderildiğini bildirmiştir. O kavimde görülen en açık günahın, ölçü ve
tartılan eksik yapmaları ve bu yolla insanların haklarını yemeleridir. Şuayb
(a.s.) bu kavmi uyararak şöyle demektedir: [163]
181- Ölçüyü
tam yapın, eksik ölçenlerden olmayın, [164]
182- Doğru
terazi ile tartın. [165]
183- İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde
bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın. [166]
184- Sizi ve
daha önceki nesilleri yaratandan korkun."
Şuayb (a.s.)m
Peygamber olarak gönderildiği "Eyke" halkı, ölçü ve tartılan eksik
yaparak insanların haklarını yiyor, ayrıca yollan keserek eşkıyalık yapıyor,
yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlardı. Bu sebeple Şuayb (a.s.) onla-nn,
bozgunculuktan da vazgeçmelerini ihtar ediyor ve aksi takdirde Allanın,
kendilerim cezalandıracağını söylüyor.
Fakat bu kavim, Şuayb
(a.s.)ın öğüt ve-nasihatfarına uyma yerine, diğer şımank kâfirler gibi ona
karşı çıkıyor, Şuayb (a.s.)ı büyülenmiş olmakla ve yalancılıkla itham
ediyorlardı. [167]
185- Onlar
şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerden birisin. [168]
186- Sen bizim gibi bir beşerden başka birşey
değilsin. Öyle sanıyoruz ki sen yalancılardansın. [169]
187- Eğer sözüne sadık kimsclcrdcnscn üzerimize
gökten parçalar düşür."
Ey Şuayb, sen ancak
büyülenmiş birisin. Sen ne Melek ne de bir Kralsın. Sen de bizim gibi ancak bir
insansın. Bizim yediklerimizden yiyor, içtiklerimizden içiyorsun. Bizi davet
ettiğin ve bize haber verdiğin şeylerde senin yalancı olduğunu sanıyoruz. Şayet
söylediğin sözlerde doğru isen gökten üzerimize bir parça düşür de senin doğru
söylediğini anlayalım. [170]
188- Şuayb:
"Şüphesiz rabbim, yaptıklarınızı çok iyi bilir." dedi.
Bunun üzerine Şuayb
(a.s.) onlara şu cevabı verdi: "Sizin yaptıklarınızın ne olduğunu rabbim
daha iyi bilir. Şayet yaptıklarınızdan dolayı cezalandırılmayı hak etmişseniz
o sizi layık olduğunuz cezaya çarptırır. [171]
189- Fakat Şuayb'ı yalanladılar. Ardından onları
gölgeleyen bulut gününün azabı yakalayıvcrdi. Gerçekten o, büyük bir günün
azabı idi. [172]
190-
Şüphesiz ki bunda büyük bir ibret vardır. Ne var ki çokları yine de iman
etmediler. [173]
191-
Şüphesiz rabbîn, herşeye galiptir, çok merhametlidir.
Abdullah b.Ömer diyor
ki: "Şuayb (a.s.)m kavmi onu yalanlayınca Allah onlara şiddetli bir sıcak
musallat etti. Bu sıcak yedi gün devam etti. Sonra Allah bir bulut gönderdi.
Onun altında gölgelenen biri, kavminin diğer insanlarına da haber vererek
bulutun gölgesinin çok rahat okluğunu söyledi. Bütün kavim bulutun ölgesine
toplanınca bulut ateşlendi ve onların hepsini yaktı.
Taberi bu rivayetin
benzerini Abdullaha b.Abbas'tan nakletmektedir.
Evet, Allah herşeye
galiptir. Onun gönderdiği azaba kimse mâni olamaz. Allah, tevbe edenlere karşı
ise çok merhametlidir. [174]
192-
Şüphesiz ki bu Kur'an, âlemlerin rabbi farafından indirilmiştir. [175]
193-195- Ey
Muhammcd, uyarıcılardan olasın diye bu Kur'anı açık bir.Arapça lisanıyla senin
kalbine "Uuh'ul-cmin" olan Cebrail indirmiştir. [176]
196-
Şüphesiz Kur'an, evvelkilerin kitaplarında da anılmıştır. [177]
197- Beni İsrail âlimlerinin bunu bilmesi, onlar
için bir delil değil miydi? [178]
198-199-
Biz, Kur'anı, Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, o bunu onlara
okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. [179]
200- İşte
biz, inkârı, mücrimlerin kalbine böyle soktuk.
[180]
201- Onlar,
can yakıcı azabı görünceye kadar Kur'an'a iman etmezler.
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, Kur'an-ı Kerim'i, Cebrail vasıtasıyla apaçık bir Arapça lisanıyla
Hz. Muhammet! (s.a.v.)in kalbine bizzat kendisinin indirdiğini, bunu
indirmesinden maksadın ise Hz. Muhammeü (s.a.v.)in o Kur'an vasıtasıyla
insanları uyarması olduğunu beyan ediyor.
Yine Allah Teala bu
âyetlerde, önce indirilen ilahi kitapların, Kur'an-ı Kerim'in indirileceğine
işaret ettiklerini, İsrailoğullannın âlimlerinin bu hususu çok iyi
bildiklerini, bu itibarla Kur'an'a ilk defa onların iman etmelerinin
icabet-tiğini bildiriyor. Nihayet kâfirlerin, aniden gelip kendilerini
yakalayacak olan azabı görünceye kadar Kur'an'a iman etmeyeceklerini, Kur'an,
Arapça bilmeyen birine indrilmiş olsaydı bile yine de o kâfirlerin, iman
etmeyeceklerini bildiriyor. Böylece Hz. Muhammed (s.a.v.)i teselli etmiş
oluyor. [181]
202- O azap
onlara, hiç farkında degillcrkcn ansızın gclivcreccktir. [182]
203- O
zaman: "Acaba bize bir mühlet tanınır mı?" diyeceklerdir.
Kur'an'ı yalanlayan bu
kâfirlere azabımız ansızın gelecek, onlar ise ondan habersiz olacaklar ve şöyle
diyeceklerdir. "Acaba bize bir mühlet tanınır mı ki biz yaptıklarımızdan
vazgeçip Allafra tevbe edelim? Ona iman edip itaatta bulunalım?" [183]
204- Onlar,
azabımızın bir an ünce indirilmcini mi istiyorlar? [184]
205-206- Ey
Muhammcd, söylesene, biz onları yıllarca nimetler içinde yaşatsak, sonra
vaadolunduklan azap başlarına inse. [185]
207- O
nimetler içinde geçen yıllar kendilerine bir fayda sağlar mı?
Bu müşrikler:
"Göğü parça parça üzerimize indir." diyerek azabamızın derhal
kendilerine gelmesini mi isterler? Halbuki azap kendilerine geldikten sonra
onun ertelenmesini temenni ederler. O halde tahammül edemeyecekleri azabın
kendilerine gelmesini niçin isterler? Şayet biz onların azaplarını erteleyip
onlan yıllarca zevkü sefa içinde yaşatacak olsak sonra da onlara vaadedilen
azap gelecek olsa, yaşamış oldukları zevkü sefalı hayat onlara ne fayda verecektir?
Onlann sıkıntılarını eksiltmeyecek bilakis, daha fazla günah İşledikleri için
artıracaktır. [186]
208-209-
Biz, hiçbir memleketi, öğüt vermek için, uyarıcı Peygamberler göndermeden
helak etmedik. Biz, hiçbir zaman zulmetmeyiz.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, kullarına nasıl merhametli davrandığını, onlara uyancı
Peygamberler göndermedikçe cezalandırmadığını, herkese ancak hak ettiği cezayı
vediğini, hatta birçok günahlarını da affettiğini beyan ediyor. Böylece,
kendisini inkâr edenleri, düşünüp öğüt almaya teşvik ediyor. [187]
210- Kur'anı
Şeytanlar indirmedi. [188]
211- Bu
onlara yaraşmaz. Zaten güç te yetiremezler. [189]
212- Hem de
onlar, vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.
Allah Teala bu âyet-i
ke rimel erci e, hiçbir yerine hiçbirşey sokuşturula-mayan Kur'an-ı Kerim'in,
Hz. Muhammed (s.a.v.)e Cebrail vasısatıyla indirildiğini, Şeytanların bunu
indirmelerinin mümkün olmadığını beyan ediyor ve bu imkânsızlık için üç sebep
bildiriyor.
Kur'anı indirmek
Şeytanlara yaraşmaz. Zira Kur'an, iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan,
insanlara doğru yolu gösteren, onları cehaletin karanlıklarından çıkarıp
hakkın aydınlığına götüren bir kitaptır. Şeytanlar ise kullan saptıran, fitne
ve fesat yayan yaratıklardır. Kur'an gibi bir kitabı getirme onlara yaraşmaz.
Şeytanların, Kur'anı
getirmeye güçleri yetmez. Zira Kur'an bir dağa indirilecek olsa onun
ağırlığına dağ bile tahammül edemez. Bu hususta diğer bir ayette de şöyle
buyuruluyor: "Eğer biz bu Kur'anı bir dağa indirseydik Allah'ın
korkusundan o dağın, huşu ile boyun eğdiğini ve parça parça olduğunu görürdün.
Biz bu misalleri insanlara, düşünmeleri için veriyoruz. [190]
Diğer yandan,
Şeytanlar, ilahi kelamı işitmekten uzak tutulmuşlardır. Onlar, Kur'anı
dinlemeye yaklaştıkça ateşlerle uzaklaştırılmışlarıdır.
İşte bu üç Cihetten,
Kur'an'ın, Şeytanlar tarafından indirilmesi imkansızdır. [191]
213- Sakın,
Allah'ın yanında bir başka ilah edinme. Yoksa azaba uğrayanlardan olursun.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Resülullah'ın şahsında bütün kullarına seslenerek kendisine ortak
koşmamalarını emrediyor. Aksi takdirde azaba uğratılanlardan olacaklarını
beyan ediyor. [192]
214- Ey
Muhammed, ünce en yakın akrabalarını uyar. [193]
215- Sana
uyan müminlere, merhamet kanatlarını indir. [194]
216- Eğer
sana karşı gelirlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım." de. [195]
217- Sen,
herşeyc galip ve çok merhametli olan Allah'a güven. [196]
218-219- O,
senin namaza kalkmanı da, secde edenler arasındaki hareketlerini de görüyor. [197]
220-
Şüphesiz ki, o herseyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.
Abdullah b.Abbas diyor
ki:
"Ey Muhammed,
önce en yakın akrabalarını uyar." âyeti inince Resulul-lah (s.a.v.) Safa
tepesine çıktı ve oradan Kureyş kabilesinin kollarına şöyle seslendi. "Ey
Fihr oğulları, Ey Adiy oğullan," onlar da bunun üzerine toplandılar. Öyle
ki oraya şahsen gidemeyenler de -Ne olduğunu öğrenmek için- yerlerine başkasını
gönderiyorlardı. Ebu Leheb dahil Kureyşliler oraya gittiler. Resulul-lah
onlara: "Ben size, "Şu vadiden süvariler geliyor size baskın
yapacak" desem bana inanır mısmiz?" dedi. Kureyşliler: "Evet inanırız.
Çünkü senin hiç yalan söylediğini işitmedik." dediler. Bunun üzerine
Resulullah: "Ben sizi, şiddetli bir azapla uyarıyorum." dedi. Ebu
Leheb ise şöyle cevap verdi: "Bugün sona ermeden kahrolasın. Bunun için
mi bizi buraya topladın?" Bunun üzerine Tebbet Suresi indi. [198]
Ebu Hureyre (r.a.)
diyor ki:
"Allah Teala
"En yakın akrabanı uyar" âyetini indirince Resuluhıh ayağa kalktı ve
"Ey Kureyş topluluğu (veya buna benzer bir sözle) kendinizi kurtarın.
Benim, Allah'a karşı size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abd-i Menaf oğullan,
Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abdul Muttalib'in oğlu
Abbas, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam dokunmayacaktır. Ey
Resuhıl-lah'ın halası Safiyye, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam
olamayacaktır. Ey Muhammed'in kızı patıma, malımdan dilediğini iste, ancak
Allah'a karşı sana hiçbir faydam dokunmayacaktır." buyurdu. [199]
Görüldüğü gibi
Resulullah, kendisine vahiy gelince, bütün akrabalarını İslâm'a davet etmiş ve
İslâm'ı kabul etmedikleri takdirde, onlara, akraba olarak herhangi bir fayda
temin edemeyeceğini beyan etmiştir. Ona iman edenler, dünya ve âhiret
saadetine kavuşmuş, iman etmeyen Ebu Leheb gibileri ise hem dünyada hem de
âhirette hüsrana uğramışlardır. [200]
221- Ey müşrikler, şeytanların, kime inip vesvese
verdiklerini, size haber vereyim mi? [201]
222- Onlar,
her iftiracı günahkârın üzerine inerler.
Allah Teala bu
âyetlerde, Kur'an-ı KeYim'i Resulullah'ın uydurduğunu ve şeytanın vesvesesi ile
ortaya çıkardığını iddia eden müşriklere cevap veriyor. Şeytanların, ancak
iftiracı ve yalancı kişilere vesvese verebileceklerini, zira Şeytanların,
kendilerini dost edinenlere musallat olacaklarını beyan ediyor. Hz. Muhammed
(s.a.v.) ise yalandan, iftiradan uzak tertemiz bir zattır. Ona inen vahiy de
tertemiz bir Melek aracılığı ile Allah tarafından gönderilmiş hakkı açıklayan
Kur'an'dir, [202]
223-
İftiracı günahkârlar da onlara kulak verirler. Çokları yalancıdır.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeyi iki şekilde izah etmişlerdir. Bu izah şekillerinden biri, mealde
verildiği gibidir. Diğer bir izah şekline göre ise âyetin mânâsı şöyledir:
"Şeytanlar,
Meleklerin konuşmalarından çaldıkları bazı kelimeleri, kendilerini dost edinen
yalancı ve günahkâr kimselere aktarırlar. Onlar da Şeytanın ağzıyla konuşurlar.
Onların çoğu da yalancıdır. Zira şeytanlar, işittikleri bir doğru sözün yanına
yüz de yalan katarak onlara söylerler. Onlar da hemen insanlara aktan rl ar.
Bu hususta Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"...Kulak hırsızı
şeytanlar, yerden göğe kadar birbirlerinin üstünde, zincirleme dizilmiş ve
kuîak hırsızlığına hazırlanmış bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken,
Meleklerin konuşmasını işiten en üstteki Şeytan'a bir ateş parçası yetişip
altındaki şeytana o haberi ulaştıramadan o şeytanı yakabilir. Bazı kere de ateş
o şeytanı yakalamadan haberi bir sonraki şeytana ulaştırır. O da altındakine
ulaştırır... Böylece haber yeryüzüne
ulaşır, sihirbazların ve kâhinlerin ağzına düşer Onlar da bu haberin yanma yüz
yalan katarak insanlara söylerler. (Nihayet o ilahi emir yeryüzünde meydana
gelir) ve böylece de o sihirbaz veya kâhinin söylediği doğru çıkmış olur.
Onlardan bu haberi işiten taraftarları da derler ki: "Nasıl bunlar
vaktiyle şöyle şöyle olacak." diye bize haber vermemişler miydi? Gördünüz
ya, sihirbazların, gökten işiüldiğini söylediği sözün gerçek olduğu ortay. [203]
224-
Şairlere azgınlar uyar. Âyet-i
kerimede geçen "Şairler" ifadesinden maksat, Abdullah b.Ab-bas'a
göre, müşrik şairlerdir.
Ebu Said el-Hudrî
(r.a.) diyor ki:
"Biz bir gün
Resulullah (s.a.v.) ile birlikte "Araç" denen yerde yürüyorduk.
Orada karşımıza şiir okuyan bir şair çıktı. Resululhh, onun için şöyle buyurdu:
"Bu şeytanı tutun"(Diger bir rivayette) "Bu şeytanı yakalayın.)
bir kişinin içinin irinle dolması, şiirle dolmasından daha hayırlıdır. [204]
Âyet-i Kerimede geçen
"Azgın" ifadesinden maksat ise İkrime'nin, Abdullah b.Abbas'tan
rivayetine göre, şiirleri rivayet eden kimselerdir. Mücahid'e göre ise
şeytanlardır. İkrime'ye göre de Cinlerin isyankârlarıdır.
Abdullah b.Abbas'dan
nakledilen diğer bir rivayete göre ise, insanların beyinsizleridir. Abdullah
b.Abbas'dun nakledilen diğer bir görüşe göre de "Azgınlardan maksat, Cin
ve insanların sapıklarıdır.
Taberi bu âyet-i
kerimeyi izah ederken şöyle diyor; "Müşrik şairlere, insanların
azgınları, şeytanların azılıları ve Cinlerin de isyankârları uyar." [205]
225-226-
Onların, her sahaya dalıp çıktıklarını ve yapmadıkları şeyleri söylediklerini
görmez misin?
Ey Muhammed, sen
şairlerin her vadiye, susuz devenin koşması gibi dalıp çıktıklarını, birtakım
insanları haksız yere övüp, diğerlerini haklı oldukları halde yermelerini,
kendilerinin yapmadıkları şeyleri söylemelerini görmez misin?
Allah Teala bu âyeî-i
kerimelerde, şairlerin, söz ve davranışlarıyla, kendilerinin yapmadıktan
şeyleri yapıyorlarmış gibi davrandıklarını, böylece yalan söyleyen kimseler
olduklarını beyan etmektedir. [206]
227- Ancak
îman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa
uğratıldıktan sonra haklarını alanlar böyle değildir. O zalimler yakında nasıl
bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir.
Bu âyet-i kerimenin,
Resululahı savunan Hassan b.Sabit, Abdullah b.Revaha, Kâ'b, b.Mâlik gibi
şairleri, yukarıda zikredilen şairlerden istisna ettiği rivayet edilmiştir.
Âyet-i kerimede,
istisna edilen şairlerin, gerek konuşmalarında, gerekse şiirlerinde Allah'ı
açıkça zikrettikleri ve zulme uğradıktan sonra haklarını aldıkları
zikredilmektedir. Onların, haklanın almaları, Müslümanları kınayan kâfir
şairlere cevap vermeleriyle gerçekleşmiş olur.
Kâ'b b.Mâlik'ten
rivayet ediliyor ki, Allah Teala şairler hakkındaki âyetleri indirince o
Resulullah'a gitmiş ve ona: "Allah Teala'nın şiir hakkında ne indirdiğini
biliyorsun bu hususta ne buyurursunuz?" diye sormuş. Resulullah da:
"Mümin hem kılıcıyla hem de lisanıyla cihad eder." cevabını
vermiştir.
Diğer bir rivayette
ise:
"Hayatım, kudret
elinde olan Allah'a yemin olsun ki sizler söylemiş olduğunuz şiirlerle sanki
kâfirlere ok yağdırıyorsunuz." buyurmuştur[207]
Âyeti kerimenin son
bölümünde, zulmedenlerin akıbetlerinin korkunç olduğu beyan ediliyor. Zalimin,
sonunda, yaptığı zulmün cezasını çekeceği açıklanıyor.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifi'nde şöyle buyuruyor:
'Allah, zalime mühlet
verir. Fakat onu bir de yakalayınca artık bırakmaz. [208]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/205-207.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/208..
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/208.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/208.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/208-209.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/209.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/209.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/210.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/210.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/210.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/210.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/210.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/211.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/211.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/211.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/211.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/211.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/212.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/212-213.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/213.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/213-214.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/214.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/214.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/214.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/214-215.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/215.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/215.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/216.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/216.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/216.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/216-217.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/217.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/217.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/217.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/217.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/218.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/218.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/218.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/219.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/219.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/219.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/219.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/219-220.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/220.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/220.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/221.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/221.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/221.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/221.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/221.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/222.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/222.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/223.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/224-225.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/225.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/226.
[77] Tevbe Suresi, âyet: 114
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/226.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/226.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/226.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/226.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/227.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/227.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/227.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/227.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/227.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/228.
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/229.-230.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/230.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/230.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/230.
[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/230.
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/230-231.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/231.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/231.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/231.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/231.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/232.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/232.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/232.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[117] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[118] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[120] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/233.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/234.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/234.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/234.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/235.
[127] Hakka suresi, âyet: 6,8
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/235.
[129] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/236.
[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/236.
[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/236.
[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/236
[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/236.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237.
[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237.
[136] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237.
[137] Nemi .suresi, âyet: 46-48
[138] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237.
[139] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237.
[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/237-238.
[141] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/238.
[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/238.
[143] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/238.
[144] A'raf suresi, fıyct: 78
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/239.
[145] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/239.
[146] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/239.
[147] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/239.
[148] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/239.
[149] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/239-240.
[150] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/240.
[151] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/240.
[152] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241.
[153] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241.
[154] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241.
[155] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241.
[156] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241.
[157] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/241
[158] Ilud suresi, 3yct: 82,83
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/241-242.
[159] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/242
[160] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/242
[161] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/242
[162] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/242
[163] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/242-243.
[164] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/243
[165] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/243
[166] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/243
[167] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/243
[168] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/244.
[169] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/244.
[170] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/244.
[171] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/244.
[172] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/245
[173] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/245
[174] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/245
[175] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[176] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[177] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[178] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[179] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[180] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[181] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[182] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[183] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/246.
[184] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/247.
[185] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/247.
[186] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/247.
[187] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/247.
[188] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/248.
[189] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/248.
[190] Ilaşr suresi, âyet: 212
[191] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/248.
[192] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249.
[193] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249.
[194] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249.
[195] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249.
[196] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249.
[197] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/249-251.
[198] Buharı, K. InıTefsir el-Kur'an sure, 26, b:ıb: 2
[199] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, sure, 26, hah: 2
[200] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/251.
[201] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/251-252.
[202] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/252-253.
[203] Buharı, Tefsir el-Kur'an sure 15, bak 1 K. et-Tevhid
bab:32/Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an, sure, 34 bab: 2, Hadis No 3223
[204] Ahmüd b. Hanbcl. MUsncd. C.3 S. 8, 41
[205] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/253.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/254.
[206] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/254.
[207] Ahmed b. Hanbel, MUshed, C.3 S. 456,460
[208] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, sure 11, bab: 5/MUslim,
K.el-Birr bak 61, Hadis No 2583
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/254-255