ANKEBUT SURESİ 2

 


ANKEBUT SURESİ

 

Ankebut suresi altmış dokuz âyettir. 1-11. âyetleri Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sure-i Celile, insanların sadece "İnandım" demekle kurtulamayacak­larını, bunun dışında yaptıklarından veya yapmadıklarından hesaba çekilecekle­rini beyan ederek başlıyor.

Âyet-i kerimelerde, Allah tealamn daha önce gelip geçmiş bütün insanları imtihana tabi tuttuğu, kimin sözünde durduğunu kimin de durmadığını bildiği, sonunda hesabın görüleceği zamanın da mutlaka geleceği beyan ediliyor.

Cihad eden kimsenin ancak kendisi için cihad ettiği, Allah'ın ise hiçbir kimsenin cihadına veya herhangi bir şeyine ihtiyacı olmadığı açıklanıyor.

İnsanın, anne ve babasına iyi davranmasının emredildiği, ancak Allah'a isyanın bahis konusu olduğu yerde onlara itaat etmenin caiz olmadığı beyan ediliyor.

Sure-i Celilede bundan sonra Nuh (a.s.)m kıssası beyan ediliyor. Nuh (a.s.)» kavmi arasında dokuzyüz elli sene yaşıyor, fakat sonunda kavminin ken­disini dinlememesi sebebiyle Allah'ın bir cezası olarak Tufan olayı meydana ge­liyor, tufanda bütün kâfirler yok olup gidiyor ancak Nuh (a.s.) ve ona inananlar kurtuluyor.

Daha sonra İbrahim (a.s.)ın kıssası anlatılıyor. İbrahim (a.s.) kavmini, Al­lah'a ibadet etmeye davet ediyor. Putlara tapmayı bırakmalarını, kendilerini an­cak Allah'ın nzıklandırdığını söyleyerek kavmine nasihat ediyor.

Bundan sonra Allah teala, peygamberimize hitaben, insanlara, yeryüzün­de gezip dolaşmalarını ve Allah'ın, herşeyi nasıl var ettiğine bakarak inançlarım sağlamlaştırmalarını söylemesini emrediyor.

Bundan sonra yine Hz. İbrahim'in kıssasına devamla, cereyan eden olay­lar beyan ediliyor. Hz. İbrahim kavmini Tevhid inancına davet edince kavmi onu ateşin içine atıyor. Fakat Allah teala onu ateşten koruyor. Bu ara, Hz. İbra­him'in tebliğini Lut kabul ediyor ve ona iman ediyor. Sonra Hz. İbrahim oradan ayrılarak Allah tealanın emrettiği başka bir yere hicret ediyor.

Sure-i Celilede bundan sonra Hz. İbrahim'e, Hz. İshak'ın ve Hz. Ya-kub'un evlat ve nesil olarak verildiği beyan ediliyor.                                       

Bundan sonra Hz. Lut'un kıssası beyan ediliyor. Hz. Lut, kavminin, erkek erkeğe cinsî münasebette bulunma ahlaksızlığım ayıplayarak bu çirkin işten vazgeçmelerini söylüyor. Fakat kavmi onu istihza ile karşılıyor ve nasihatlanm tutmuyor. Hz. Lut da bu zalim kavme karşı rabbinden yardım istiyor.

Bunun üzerine, Allah'ın azabını tatbik edecek olan melekler Hz. İbra­him'e geliyor ve o ahlaksız kavmi yok edeceklerini söylüyorlar. Hz. İbrahim ise o kavmin içinde Lut'un da bulunduğunu söylüyor. Melekler de, karısı hariç, Lut'u kurtaracaklarını söylüyorlar. Lut (a.s.) kurtuluyor ve o ahlaksız kavim Al­lah'ın azabıyla yok olup gidiyor.

Sure-i Celilede bundan sonra, Medyen halkına Peygamber olarak gönde­rilen Şuayb (a.s.)m kıssası beyan ediliyor. Şuayb (a.s.) kavmine, Allah'a ibadet etmelerim, yeryüzünde bozgunculuk ve karışıklık çıkarmamalarını tebliğ edi­yor. Fakat onlar, Şuayb (a.s.)ı dinlemiyorlar ve böylece şiddetli bir deprem so­nunda evlerinin içinde dizüstü çöküp kalmak suretiyle helak olup gidiyorlar.

Bundan sonra Âd ve Semud kavimlerinin de, kendilerine tebliğ edilen ilahi emirlere uymamaları sebebiyle yok olup gittikleri beyan ediliyor.

Hz. Musa'nın getirdiği mucizelere inanmayan Karun'un, Firavun'un ve Hâmân'ın da yeryüzünde büyüklük taslamaları sebebiyle yok olup gittikleri be­yan ediliyor ve bunlara benzer isyankâr kavimlerin çeşitli şekillerde cezalandı­rıldıkları haber veriliyor.

Allah'ı bırakıp da başkalarını dost edinenlerin hali, kendisine yuva yapan örünceğin haline benzetiliyor. Evlerin en zayıfı ve dayanıksızı nasıl örümcek ağı ise, Allah'tan başkasını dost edinenleri dayandıktan şeyler de o derece zayıf ve güçsüzdürler. ANKEBUTu, yani Örümceğin evini hafif bir rüzgarın bile da­ğıtması gibi onların da dayanaktan dağılmaya ve yok olmaya mahkumdur. Su­re-i Celile "ANKEBUT" adını da buradan almaktadır.

Bundan sonra gelen âyet-i kerimelerde, Peygamberimize ve tabii bütün müminlere, namazı dosdoğru kılmaları, Yahudi vallıristiyanlarla güzel bir şe­kilde mücadele etmeleri emrediliyor.

Sure-i Celilede bundan sonra, herşeyin yaratıcısının ve her canlının rızkı­nı verenin Allah olduğu beyan edilip birçok ilahi emir ve hikmetlere temas edil­dikten sonra, Allah yolunda cihad edenlere mutlaka zafer yollarının gösterilece­ği ve Allah'ın, cihadda ve iyilikte bulunanlarla beraber olduğu beyan edilerek Sure-i Celile sona eriyor.[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

 

1- Elif, Lâm, Mim.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Suresinin birinci âyetinde izahat ve­rilmiştir. [2]                                                         

 

2- İnsanlar, sadece "İman ettik" demekle bırakılıp imtihan edilmeye­ceklerini mi sanıyorlar?

Ey Muhammed, sahabilerinden, müşriklerin eziyetleri karşısında çekip gidenler, sadece "İman ettik." demekle bırakılıp da imtihana tabi tutulmayacak­larını mı sanıyorlar? Öyle sanmasınlar. Biz onların s amim talanlarını, samimi olmayanl an ndan ayırmak için imtihan edeceğiz. [3]

 

3- Doğrusu biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah, elbette sözünde sadık olanları da bilir, yalancıları da bilir.

Biz, senin ashabından önce gelen İsa ve Musa'nın ümmetleri gibi ümmet­leri de çeşitli şekillerde itihan ettik. Allah onlardan "İman ettik." sözlerinde samimi olanları da ortaya çıkardı yalancı olanları da. Zira, Allah onların bu halle­rini biliyordu.

Abduliah b. Uyebd b. Umeyr, bu âyet-i edilenin, Allah yolunda işkence gören Ammar b. Yâsir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Şa'bî ise bu âyetin, Mekke'de müslüman olup da Medine'ye hicret etmeye kalktığında müşrikler tarafından engellenen ve bu sebeple Mekke'de kalmaya mecbur olan müslümanlar hakkında nâzü olduğunu söylemiştir. Bu âyet nazil olunca mucburi olarak Mekke'de kalan müslümanlar bu âyetten haberdar edil­mişler onlar da bütün engellere rağmen hicret etmişler, bu arada bazı müslü­manlar da müşrikler tarafından şehit edilmişlerdir. [4]

 

4- Yoksa kötülüklerde bulunanlar, bizden kaçıp kutulacaklarını mı sanıyorlar? Ne de kötü hüküm veriyorlar!

Yoksa Allah ile birlikte başka yaratıklara taparak Allah'a ortak koşan ve böylece kötü ameller işleyen müşrikler bizi âciz bırakıp, elimizden kaçıp kurtu­lacaklarını mı sanıyorlar? Bize ortak koşmalan karşılığında kendilerini cezalan­dırmayacağımızı da zannederler? Onların, bu tahminler doğrultusunda hüküm vermeleri ne kötüdür! [5]

 

5- Kim, Allah'a kavuşmayı arzuluyorsa, muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği vakit mutlaka gelecektir. O, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.

Kim, âhirette Allah'a kavuşmayı ve onun mükafaatma ermeyi ümid ede­rek iyi ameller işleyecek olursa, bilsin ki, Allah'ın, yaratıkları için tayin ettiği vade gelmektedir. O gün Allah, herkese yaptığının karşılığını verecektir. Zira o herşeyi işiten ve herşeyi bilendir. [6]

 

6- Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin hiçbir şeyine muhtaç değildir.

Kim, düşmanı olan kâfirlere karşı cihad edecek olursa şüphesiz ki o, ken­disi için cihad etmiş olur. Zira cihaddan kazanacağı sevap kendisine ait olur. Al­lah'ın, hiçbir kimsenin ameline ihtiyacı yoktur. Çünkü o, hiçbir kimseye muhtaç değildir. [7]

 

7- İman edip salih ameller işleyenlerin yaptıkları kötülükleri elbette affedeceğiz. Ve onları, işledikleri amellerin daha güzellcriyle mükafaatlan-dıracağız.

Allah'a ve Peygamberine iman eden ve Allah'ın, kendilerini imtihan et­mesi karşısında sabredip imanlarını sağlam tutan ve salih amel işleyenlerin daha önce işlemiş olduklan çeşitli günahları affedeceğiz. Ve onları, yaptıklarından daha güzeiiyle mükafaatlandıracağız. Zira iyilikte bulunana, yaptığının on katı mükafaat verilecektir. [8]

 

8- Biz insana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik (ve ona dedik ki) Eğer annen baban, seni bilmediğin birşeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, kendilerine itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Ben, muhak­kak yaptıklarınızı size haber vereceğim.

Biz, Peygamberimize indirdiğimiz hükümlerle insanlara anne ve babala­rına karşı iyi davranmalarını emrettik. Bununla beraber biz, insana dedik ki: "Şayet annen baban, benim ortağım olduğunu bilmediğin birşeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa sen onlara itaat etme. Bilakis onlara karşı çık. Be­nim rızama uygun davran." Kıyamet gününde dönüşünüz ancak banadır. Ben sizlere, dünyada yapmış olduğunuz amellerin ne olduğunu bildireceğim ve sizi, yapmış olduğunuz ameilere göre ceza veya mükafaatlandıracağım.

Katade ve Mus'b b. Sa'd, bu âyet-i kerimenin, Sa'd b. Ebi Vakkas hak­kında nazil olduğunu söylemişlerdir. Sa'd b. Ebi Vakkas, müslüman olup hicret edince annesi ona kızmış ve şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki sen geri dönmedikçe hiçbir evin gölgesi altına girmeyeceğim." Bunun üzerine Allah tea-la bu âyet-i kerimeyi indirmiş, insanın anne ve babasına itaat etmesini emret­miş, bununla beraber anne ve babası, Allah'a ortak koşmaya ve inkarcılığa zor­larlarsa artık onlara itaat edilmemesi lazım geldiğini bildirmiştir.

Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Benim hakkımda dört âyet inmiştir. Sa'd, bunlara dair kıssaları anlatır­ken şunları da söylemiştir.

Birgün annesi, ona şöyle demiş: "Allah, anneye babaya iyi davranmayı emretmiyor mu? Allah'a yemin olsun ki ölünceye kadar hiçbir şey yeyip içme­yeceğim yahut da sen, dininden döneceksin." Sa'd diyor ki: "Annesine yemek yedirmek istediklerinde onun ağzını zorla açar yedirirlermiş İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[9]

Evet, Allah'a isyan hususunda hiçbir yaratığa itaat yoktur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itaat yoktur. İtaat ancak iyiliktedir. [10]                                                                 

 

9- İman edip salih amel işleyenleri, biz onları mutlaka salihler arası­na katacağız.

Allah'a ve Peygamberine iman eden, Allah'ın emirlerini yerine getirip ya­saklarından kaçınarak salih amel işleyenleri, salih kulların girdikleri cennete ko­yacağız.  [11]                                                                                                  

 

10- İnsanların bir kısmı; "Allah'a iman ettik." der. Fakat Allah yo­lunda eziyet görünce, insanların yaptığı eziyeti Allah'ın azabı gibi kabul eder. Rabbinden müminlere bir zafer erişse yemin olsun ki münafıklar "Şüphesiz biz de sizinle beraberdik." derler. Allah, âlemlerin sinesinde ya­tan herşeyi en iyi bilen değil midir?

İnsanlardan bazılan vardır ki onlar: "Biz, Allah'ın varlığına ve birliğine iman ettik." derler. Ancak Allah'a iman etmeleri yüzünden müşrikler tarafından kendilerine eziyet edilince, dünyadayken insanların baştan çıkarmalarını, Al­lah'ın, âhiretteki azabı gibi kabul ederler de iman ettikten sonra tekrar inkarcılı­ğa dönerler.

Ey Muhammed, rabbin tarafından müminlere bir zafer erişince de, yemin olsun ki dinlerinden çıkan bu mürtedler o zaman da şöyle derler: "Ey Müminler, biz, sizinle beraberdik. Düşmanlarınıza karşı da size yardım ettik."

Ey yalancılar, Allah, âlemlerin sinesinde yatan şeyleri en iyi bilen değil midir? Siz, bu sözlerinizle kimi aldatmak istiyorsunuz?

*Dehhak, bu âyet-i kerimenin, Mekke'de, kendilerini mümin gibi göste­ren münafıklar hakkında nazil olduğunu söylemiş İbn-i Zeyd ise bu âyetin, bü­tün münafıkları beyan ettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas ise bu âyetin, Mekke'de iken müslüman olup hicret et­mek isteyen, daha sonra da müşrikler tarafından hicretleri engellenen ve dinden çıkmaya zorlanan ve bunun üzerine tekrar inkarcılığa dönen insanlar hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Allah teala başka bir âyette de bu tür insanlar hakkında şöyle buyurmak­tadır: "İnsanlardan Öylesi vardır ki, Allah'a yanm yamalak ibadet eder. Kendisi­ne bir iyilik dokunduğu zaman rahatlar. Başına bir bela gelince de tam tersine ödner. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık hüsran budur. [12]

 

11- Elbette Allah, iman edenleri de bilir, münafıkları da bilir.

Allah, insanları zorluklarla ve rahatlıklarla imti^^ hakkıyla iman ettiğini kimin de iman ettiğim söylediği halde ortaya çıkarır. [13]

 

12-  Kâfirler müminlere: "Bizim yolumuzu takip edin de, sizin gü­nahlarınızı biz yüklenelim." derler. Oysa onların günahlarından hiçbir şey yüklenmezler. Şüphesiz onlar yalancıdırlar. [14]

 

13- Onlar, kendi ağır günahlarını ve kendi ağır günahlarıyla birlikte daha nice ağır günahları yüklenecekler ve iftira ettikleri şeylerden de kıya­met günü mutlaka hesaba çekileceklerdir.

Allah'ı inkâr eden kâfirler, iman eden müminlere şöyle diyorlardı. "Siz de bizim yolumuzu takibedin. Öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini ve in­sanların hesaba çekileceğini yalanlayın. Şayet sizler bizim yolumuza tabi olduk­tan sonra Ölüp tekrar diriltilecek olursanız o zaman sizin günahlarınızı biz yük­leniriz" Halbuki o kâfirler, kendilerine tabi olanların günahlarından hiçbir şey-yüklemezler. Onlar bu iddialarında yalancıdırlar. Onlar hem kendi ağır günahla­rını yüklenecekler hem de saptırdıkları kimselerin ağır günahlarını yüklenecek­lerdir. Ve kıyamet gününde, dünyada uydurdukları yalanlardan mutlaka hesaba çekileceklerdir.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadır: "Böyle dernekle kıyamet gününde kendi günahlarının hepsini ve bilgisizce sapıttıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür! [15]

 

14- Şüphesiz ki biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında, clJi yıl hariç bin yıl kaldı. Sonunda, zulümlerinde devam eder­lerken tufan onları yakalayıvcrdi. [16]

 

15-  Fakat biz Nuh'u ve gemide bulunan müminleri kurtardık ve bu gemi hadisesini âlemlere ibret yaptık.

Allah teala bu âyet-i kerimede, Resulullah'a'iman eden müminleri yol­dan çıkarmaya çalışan Kureyş müşriklerini tehdit etmekte ve onlara, Nuh kav­minin uğradığı akıbeti misal vermektedir. Zira Hz. Nuh, kavmini dokuzyüz elli sene Allah'a davet etmiş onlar ise inkarcılıklarında ve azgınlıklarında ısrar et­mişlerdir. Allah teala bunlara uzun bir süre mühlet vermesine rağmen sonunda onları, dünyayı suya kaplattırarak boğmuştur. Fakat Nuh ve onunla birlikte iman edenleri gemide taşıtarak kurtarmış ve böylece gemi hadisesini âlemlere bir ibret kılmıştır. [17]

 

16- İbrahim'i de kavmine Peygamber olarak gönderdik. O, bir za­man kavmine şöyle demişti: "Allah'a ibadet edin ve ondan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. [18]

 

17- Siz, Allah'ı bırakıp ancak putlara tapıyor ve yalan uyduruyorsu­nuz. Doğrusu, Allah'tan başka taptığınız şeylcr'size rızık veremezler. Siz, rızkı ancak Allah'ın ne/.din de arayın. Ona kulluk edin ve ona şükredin. Siz, ancak ona döndürüleceksiniz.

Allah teala bu âyetlerde Hz. Muhammed (s.a.v.)e, ondan önce Hz. İbra­him'i kavmine Peygamber olarak gönderdiğini hatırlatıyor ve Hz. İbrahimin, kavmine şöyle dediğini beyan ediyor: "Putları bırakıp sadece Allah'a kulluk edin. Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirerek ondan korkun. Eğer hayırı serden ayırdedebüecek insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır. Sizler ancak Allah'ı bırakıp bir kısım putlara tapıyorsunuz. Putlarınız için çeşitli yalanlar uy­duruyorsunuz. Şüphesiz ki Allah'ın dışında tapmış olduğunuz şeyler size her­hangi bir rızık sağlamaktan âcizdirler. Siz, rızkı putlardan değil Allah'tan iste­yin. Allah'a kulluk edin ve size vermiş olduğu nimetlere karşı ona şükredin. Öl­dükten sonra Allah'a döndürüleceksiniz. O, sizi yaptıklarınızdan hesaba çekecek ve herkese, layık olduğu ceza veya mükafaatı verecektir. [19]

 

18- Eğer yalanlarsanız, bilin ki sizden önceki ümmetler de Peygam­berlerini yalanlamışlardı. Peygambere düşen, sadece apaçık tebliğdir.

Ey insanlar, şayet sizler, size Peygamber olarak gönderdiğimiz Muham-med'i yalanlayacak olursanız, sizden Önce geçen ümmetler de kendilerine gönderilen Peygamberleri yalanlamışlardır. Bu yüzden de Allah'ın azap ve gazabına uğratılmışlardır. Sizin de başınıza aynı şeyler gelir. Peygambere düşen ancak apaçık tebliğ etmektir. O, sizin yaptıklarınızdan sorumlu değildir. [20]

 

19-  Görmüyorlar mı? Allah, varlıkları önce nasıl yaratıyor. Sonra anları tekrar iade edecek. Şüphesiz ki bu, Allah'a çok kolaydır. [21]

 

20-  Ey Muhammcd, de ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın, varlıkları önce nasıl yarattığına bîr bakın. Sonra Allah, son diriltmeyi de böyle yapacaktır. Şüphesiz ki Allah herşeye kadirdir.

Peygamberlerini yalanlayanlar, Allah'ın yaratılan şeyleri nasıl meydana getirdiğini görmediler mi? Allah, yarattığı şeyleri, ölüp yok olduktan sonra tek­rar diri İtecektir. Bu, Allah'a pek kolaydır. Zira birşeyi ilk önce icad etmek onu tekrar meydana getirmekten daha zordur.

Ey Muhammed, sen, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlere de ki: "Yer­yüzünde gezip dolaşın. Allah'ın, varlıklarını nasıl yarattığını bir görün. Allah, yarattıklarını yok ettikten sonra tekrar meydana getirecektir. Şüphesiz ki Allah, herşeye kadirdir. Bütün yarattıklarını hiç yoktan yarattığı gibi, onları yok ettik­ten sonra da aynen var etmeye kadirdir. [22]

 

21- O, dilediğine azap eder, dilediğine merhamet eder. Hepiniz ona döndürüleceksiniz.

Allah, yarattıklarını yok edip tekrar dirilttikten sonra, onlardan dilediğine azap eder. Bunlar, dünyada hayattayken kötülük işleyenlerdir. Dilediğine ise merhamet eder. Bunlar da yapüiclan kötülüklerden ölmeyenlerdir. Sizler, âhirette AHah'a döndürüleceks.mz. Hesab.mz, o göreçektir.

übey b. Ka'b, Resulullah'm, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurduğunu ri-vayet etmiştir:

"Eğer Allah, göklerinde ve yerinde yaşayanlara azap edecek olsa o onlara zulmetmiş olmaz. Şayet Allah bunlara merhamet eüecek olsa, Allah'ın rahmeti onlar için yapmış oldukları amellerden daha hayırlıdır... [23]

 

22- Siz, yerde de gökte de Allahi hiçbir zaman âciz bırakamazsınız. Sizin, Allahtan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır.

İbn-i Zeyd bu âyet~i kerimeyi şöyle izah etmiştir: "Yeryüzünde yaşayan­lar orada isyana kalksa, gökte yaşayanlar da orada isyan etse Allah'ı, yaptıkları­nı tesbit etmektenâciz bırakamazlar."

İbn-i Zeyd, bu izahından sonra şu âyeti de okumuştur: "Kâfirler, kıyamet bize gelmeyecektir." dediler. Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Hayır, gaybı bilen rabbime yemin olsun ki kıyamet saati size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şey dahi ondan gizli değildir. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta mevcut olmasın. [24]

Âyetin son bölümündeki cümle ise şöyle izah edilmektedir: "Sizin, AI-lahtan başka, işlerinizi yürütecek ne bir veliniz ne de Allahm azabına karşı sizi koruyacak bir yardımcınız vardır." [25]

 

23- Allanın âyetlerini ve kıyamet günü ona kavuşmayı inkar edenler işte onlar, rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

AHahın delillerini inkar eden ve kıyamet gününde onun huzuruna çıkıp hesap vereceklerini reddedenler, âhirette, kendileri için hazırlanmış azabı gözle­riyle görünce, Allahın, kendilerine merhamet etmesinden ümitlerini kesecekler­dir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Allah teala Hz. İbrahim'in kıssasını beyan ederken ona ara vermiş ve altı âyet zikrettikten sonra tekrar kıssaya dönmüştür. Taberi bunun hikmetini şöyle izah etmektedir: Allah teala Kur'an-ı kerimde Nuh, İbrahim ve diğer peygam­berleri ve onların ümmetlerini anlatırken kıssalara bir ara verir ve muhatapları uyarır ve bu gibi ümmetlerin bazılarına gelen şeylerin onların da başlarına gel­mesinden sakındırır. Burada da böyle olmuş, Hz. İbrahim'in kıssası anlatılırken bir ara verilmiş ve Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisini yalanlayanlara karşı teselli edilmiş, kâfirlerin, Öldükten sonra dirilmeye iman etmeleri istenmiş, kâinata ba­karak bu olayın gerçekleşeceğine iman etmeleri emredilmiş, Allah'ın, dilediğine azap edip dilediğine merhamet etmekte serbest olduğu beyan edilmiş, göklerde ve yerdeki varlıkların Allahı âciz bırakamayacakları bildirilmiş ve kâfirlerin, âhirette Allahın rahmetinden ümitlerini kesecekleri anlatılmış ve tekrar Hz. İb­rahim'in kıssasına dönülmüştür.

ibn-i Kesir ise Taberi'nin bu görüşüne katılmamakta ve burada Hz. İbra­him'in kıssası arasında zikredilen altı âyetin, Hz. İbrahim'in, kavmine karşı zik­rettiği delilleri ihtiva ettiğini ve onun sözleri olduğunu açıklamıştır. [26]

 

24- İbrahim'in sözlerine kavminin cevabı ancak: "Onu öldürün veya yakın," demek oldu. Fakat Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için nice ibretler vardır.

ibrahim kavmine: "Yalnız Allah'a kulluk edin ve ondan korkun. Eğer bi­lirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." deyince kavminin ona cevabı ancak şöyle olmuştur: "Onu üldürün veya ateşte yakın." Onlar bu görüşte karar kıldıktan sonra büyük bir ateş yakıp İbrahim'i oraya atmışlar Allah da İbrahim'i ateşten kurtarmış ve o ateş İbrahim için serin ve selametlik bir hale gelmiştir. Şüphesiz ki İbrahim'in alev alev yanan ateşin içine atılmasına rağmen ondan kurtarılma­sında Allahın âyetlerine iman eden bir kavim için birçok delil ve ibretler vardır.

Ka'b diyor ki: "Ateş sadece İbrahim'i bağlayan bağlan yakmıştır."

Allah teala Hz. İbrahim'i birçok imtihanlardan geçirmiş Hz. İbrahim de bu imtihanları başarmıştır. İşte bu imtihanlardan biri de onun, Nemrut tarafın­dan ateşe atılmasıdır. Bu hususta Bakara Suresinin yüz yirmi dördüncü âyetinde izahat verilmiştir. [27]

 

25- İbrahi kavmine şöyle dedi: "Siz ancak dünya hayatında aranız­daki dostluğu devam ettirmek için Allahı bırakıp putlara ibadet ettiniz. Sonra kıyamet günü birbirinizi tanımayacaksınız ve birbirinize İanet oku­yacaksınız. Sığınacağınız yer ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.

İbrahim kavmini uyararak onlara şöyle demiştir: "Sizlerin dünya hayatın-dayken putlara tapmanızın sebebi, aranızdaki dostluğu ve sevgiyi o putlar vasıtaşıyla kurmak ve güçlendirmektir. Halbuki sizler kıyamet gününde putlara tap­manın cezasının cehennem olduğunu görünce o zaman birbirinizi tanımaz ola­caksınız. Hatta birbirinize lanet okuyacaksınız. Fakat bu durumunuz size bir fayda sağlam ayacaktır. Sığınacağınız yer cehennemdir. Ve size, Allah'ın azabı­na karşı yardım edecek hiçbir kimse de yoktur.

Allah teala bu hususta başka bir âyet-i celilede de şöyle buyurmaktadır: "O gün, dostlar birbirlerine düşman kesilirler. Ancak takva sahipleri böyle de­ğildir. [28]

 

26- Bunun üzerine Lut, İbrahim'e îman etti ve İbrahim şöyle dedi: "Ben, rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum. Şüphe yok ki o, herşeye ga­liptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Taberi dahil bazı müfessirler bu âyet-i kerimeyi mealde zikredildiği şe­kilde izah etmişlerdir. Diğer bazıları da şöyle açıklamışlardır: "İbrahim'e Lut iman etti ve Lut şöyle dedi..."

Hz. İbrahim önce Harran'a hicret etmiş, oradan Şam'a, oradan da Mısır'a ve oradan da tekrar Şam'a hicret etmiş Şam'da yaşarken bir ara Hicaz'a giderek orada oğlu İsmail ile beraber Kabe'yi inşa etmiştir. Hz. Lut ise Hz. İbrahim ile birlikte Harran ve Şam'a gittikten sonra Sodom halkına Peygamber olarak gön­derilmiştir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde, kıyametin kopmasına yakın zamanlarda insanların, Hz. ibrahim'in hicret ettiği yerlere hicret edecekle­rini beyan ederek şöyle buyurmuştur;

"Hicretten sonra tekrar hicret olacaktır. İnsanlar, ibrahim'in hicret ettiği yerlerde toplanacaklardır. Yerin üstünde yeryüzünün şerli insanlarından başka­ları kalmayacaktır. Bulundukları yerler bu insanları dışarıya atacak ve Allah bunları sevmeyecektir. Bir ateş bu insanları maymunlar ve domuzlarla biraraya getirecek, ateş bunlarla beraber yatıp beraber kalkacaktır. Bunların dinlendiği yerde o da dinlenecektir ve onlardan geri kalanı yiyecektir. [29]

 

27- Biz İbrahim'e, İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Peygamberliği ve kitabı onun soyundan gelenlere verdik. Kendisini dünyada mükafaatlan-dırdık. Şüphesiz o, âhirette de sal inlerdendir.

Biz İbrahim'e, dünyada oğlu İshak'ı ve torunu Yakubu bahşettik. Onlara Peygamberlik ve ilahi kitaplar verdik. Biz, İbrahim'in mükafaatmi daha dünya­dayken verdik. O, âhirette de salih kulların içinde olacak ve onların aldığı gibi mükafaatlar alacaktır.

Mücahid, Hz. İbrahim'e dünyada verilen müafaatm, her ümmet tarafın­dan övülmesi ve kendisine salih evlatlar verilmesi olduğunu söylemiştir. Aynı görüş Abdullah b. Abbas'tan da nakledilmiştir.

Katade ise: "Hz. İbrahim'e dünyada verilen mükafaat, onun afiyet üzere yaşaması, salih ameller işlemesi, ümmetler tarafından hayırla anılmasidır." de­miştir. [30]

 

28- Lut'u da Peygamber olarak gönderdik. O, bir zaman kavmine şöyle demişti: "Doğrusu siz, sizden önce, âlemlerden hiçbir kimsenin yap­madığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz."

Âyet-i kerimede zikredilen hayasızlıktan maksat, bir sonra gelen âyette de izah edildiği gibi Lut kaviminin, erkek erkeğe cinsî temasta bulunmalarıdır. Bu çirkin işi Lut kavminden Önce hiçbir kimse yapmamıştı. Bu itibarla bu işin adına "Lûtîlik" denilmiştir. [31]

 

29- Sizler hâlâ erkeklerle cinsî münasebette bulunacak, yol kesecek ve toplantı yerinizde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?" Kavmi­nin cevabı ancak: "Eğer sözüne sadık kimsclcrdcnscn bize Allahın azabını getir." demek oldu.

Lut, kavmini uyararak onlara şöyle demişti: "Sizler hâlâ erkek erkeğe cinsî müsabette bulunacak, yoldan geçen misafirlere de aynı şeyi yapmak için yol keserek sataşacak ve toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?

Lut kavminin, toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarından maksat, Hz. Aişe'den nakledilen bir görüşe göre, onların, sesli bir şekilde yellenmeleri­dir.

Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen bir görüşe göre ise, top­lantı yerlerinde edepsizce davranışlarından maksat, onların, birbirleriyle açıktan açığa cinsî münasebette bulunmalarıdır.

Ummühânî, Resulullah'ın: "Toplantı yerlerinde edepsizce davranışlarda bulunacak mısınız?" âyet-i kerimesini şöyle izah ettiğini söylemektedir: "Resu-lullah buyurdu ki:

"Lut kavmi toplantı yerlerinde bulunurken etraftan geçenlere küçük taşlar atarlar ve onlarla alay ederlerdi. [32]

Böylece edepsizce davranışlarda bulunurlardı. Taberi de, hakkında hadis bulunması sebebiyle bu görüşü tercih etmiştir.

Hz. Lut'un bu sözlerine karşılık kavmi ona şu cevabı vermiştir: "Eğer sen, söylediklerinde doğru olan ve vaaddettiğini yerine getiren birisi isen o vaa-dettiğin azabı bize getir de görelim." [33]

 

30- Lut: "Rabbim, bu bozguncu kavme karşı bana yardım et." dedi.

Hz. Lut, kavminin iman etmesinden ümit kesince rabbine yalvardı ve onlara karşı rabbinden imdat istedi. Allah teala da ona melekleri gönderdi. Me­lekler önce Hz. İbrahim'e uğrayıp ona, bir oğlu olacağını müjdelediler, Lut kav­mini de helak edeceklerini bildirdiler. Nihayet Cebrail (a.s.) Lut kavmim yaşa­dığı bölgeyi göğe kaldırıp altını üstüne çevirerek yere bıraktı ve Allah, bunların üzerine ateşten taş yağdırdı ve onların yerlerini pis kokan ölü bir göl haline ge­tirdi ve kıyamete kadar insanlara ibret olacak bir şekle soktu. [34]

 

31- Meleklerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman: "Biz bu ül­kenin halkını helak edeceğiz. Çünkü buranın halkı zalimdir." dediler.

Melekler, İbrahim'e oğlu İshak'ı müjdelemek için uğradıkları zaman ibra­him'e: "Biz, Lut'un yaşadığı Sodom ülkesinin halkım helak edeceğiz; Zira ora­nın halkı Allah'a karşı günah işleyerek kendilerine zulmeden bir topluluktur." dediler. [35]

 

32- İbrahim: "Orada Lut da var." deyince, melekler şöyle dediler: "Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Lut'u da ailesini de mut­laka kurtaracağız, yalnız helak edileceklerden olan karısı hariç,"

Melekler İbrahim'e, Sodom halkını helak edeceklerini bildirince ibrahim orada Lut'un da bulunduğunu hatırlatarak meleklere: "Sodom'da Lut da var." dedi. Melekler: "Biz orada kimin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Biz, Lut'u da ona iman eden ailesini de mutlaka kurtaracağız. Yalnız kansı kurtulamayacak­tır. Çünkü o, Lut'a iman etmeyip geride kalanlardan oldu. Bu sebeple helak ola­caktır." dediler. [36]

 

33- Meleklerimiz Lut'a gelince, Lut (Kavminin onlara sarkıntılık edeceğinden korkarak) fenalaştı ve sıkıntıya düştü. Melekler şöyle dediler: "Korkma, üzülme biz seni ve aileni mutlaka kurtaracağız. Yalnız geride kalıp helak edileceklerden olan karın hariç.

Misafir şeklinde gelen meleklerin Lut'un hoşuna gitmemesi ve sıkıntıya düşmesi, kavminin onlara sataşıp çirkin işlerini onlara da yapacaklarından kork-masındandir. Melekler Lut'un bu halini hissedince onun maneviyatım güçlendir­mişler, onun korkmamasını ve üzülmemesini bildirmişlerdir.

Başka bir âyette de beyan edildiği gibi Lut'un, Sodom şehrini terkederek, gecenin bir bölümünde oradan çıkıp gitmesini söyleçnişler ve ona iman edenler dışında kavmini helak edeceklerini bildirmişlerdir. [37]

 

34- Yapüklan fenalıklar yüzünden, biz bu ülke halkının üstüne gök-ten mutlaka bir azap indireceğiz."

Melekler sözlerine devamla şöyle demişlerdir: "Biz bu.ülke halkmır yüze­rine yapüklan hayas.zhg.n bir cezası olarak gökten b,r azap ve ülkelerinin altının üstüne çevm.mesıdı, [38]

 

35- Şüphesiz ki biz, aklını kullanan bir kavim için, helak ettiğimiz ül­kelerden geriye apaçık bîr ibret bıraktık.

Sodom halkından geriye kalan en belirgin ibret, çevresine pis kokular sa­çan ve "Ölü göl* diye adlandırılan Lut gölüdür. [39]

 

36- Medycn halkına da kardeşleri Şuayb'i Peygamber olarak gön­derdik. Şuayb onlara: "Ey kavmim, Allaha ibadet edin, âhîrct gününü ar­zu edin yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın." dedi. [40]

 

Allah teala bu âyet-i kerimede de Şuayb (a.s.)ı Medyende yaşayan kav­me Peygamber olarak gönderdiğini, Şuayb (a.s.)ın, kavmini, yalnızca Allaha kulluk etmeye ve âhiret gününün sevabını istemeye ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamaya davet etmiştir. Fakat kavmi onu dinlememiştir. [41]

 

37- Fakat onlar Şuayb'ı yalanladılar. Bunun üzerine şiddetli bir dep­rem onları yakalayıverdi de evlerinde dizüstü çökekaldılar.

Kavmi Şuayb (a.s.)ı yalanlayınca Allah onlan, çığlık koparan bir sarsıntı ile yakalayıverdi ve onlar bulundukları yurtlarında dizüstü çökekalıp öldüler. [42]

 

38- Biz, Âd ve Semud kavimlerini de helak ettik. Bu, geride kalanla­rın yerlerinden de size belli olmaktadır. Şeytan, yaptıkları kötülükleri ken­dilerine süsleyip güzel göstererek onları doğru yoldan uzaklaştırmıştı. Hal­buki kendileri bunu anlayacak durumdaydılar.

Ad kavmi, Yemen'de "Hadramut" şehrine yakın olan "Ahkaf' bölgesin­de yaşıyorlardı. Semud kavmi ise Mekke'ye yakın bir yerde bulunan "Hicr" böl­gesinde yaşıyorlardı.

Araplar, bu kavimlerin yaşadıkları yerleri iyi biliyor ve oralardan geçi­yorlardı. Ayet-i kerime, işte helak olan bu iki kavmi tekrar ibret nazarlarına sun­maktadır. [43]

 

39-  Biz Karun'u, Firavnu ve Hâmân'ı helak ettik. Doğrusu Musa kendilerine apaçık delillerle gelmişti de, yeryüzünde büyüklük taslamışlar-dı. Onlar, azabımızdan kaçıp kurtulamazlardı. [44]

 

40- Biz onların herbirini günahları yüzünden cezalandırdık. Kiminin üstüne taş yağdıran kasırga gönderdik, kimini korkunç bir çığlık yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Aslında Alan onlara zulmetmedi fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

Daha Önce geçen âyetlerde beyan edildiği gibi Karun, İsrailoğulların-dan, büyük bir servete sahibolan ve malından Aİlah yolundan harcamayan ve bu sebeple eviyle birlikte yerin dibine geçirilen bir kimsedir. Firavun ise Hz. Musa zamanında Mısır'ın kralı olan ve sonunda denizde boğulan birisidir. Hâmân da Firavunun veziridir. Firavun da Hâmân da Allahı inkâr eden Kıpti terdendir.

Âyet-i kerimede zikredilen ve üzerlerine taş yağdığı belirtilenler Lut kav­midir. Çığlıkla yakalananlar ise Semud kavmi ve Medyen halkıdır. Yere geçiri­len kimse Karun, Suda boğulan ise Nuh (a.s.)ın kavmi ve Firavundur.

Âyet-i kerimenin sonunda: "Aslında Allah onlara zulmetmedi fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler," Duyurulmaktadır. Bu ifade şöyle izah edilmekte­dir: "Allah teala yarattığı bu ümmetleri, başkalarının suçundan dolayı değil biz­zat kendilerinin işlemiş oldukları suçlardan dolayı helak etmiştir. Zira bunlar, rablerini ve rablerinin kendilerine vermiş olduğu çeşitli nimetleri inkâr etmişler ve Allah'ı bırakıp putlara tapınışlardır. [45]

 

41- Allahtan başka dostlar edinenler, kendine yuva yapan örünceğe benzerler. Eğer bilseler, evlerin en zayıfı örümcek evidir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, kendisini bırakıp putlara tapanları ve onlardan medet umanları, ihtiyaç hissedildiğinde hiçbir fayda görmeme bakı­mından, kendisine yuva yapan örümceğe benzetrnektedir. Zira örümcek bütün Çabasını harcayarak kendisine barınak yapar ve o bannağın kendisini koruyaca­ğını zanneder. Fakat korunması gerektiği bir anda o,bannağın ona hiçbir faydası olmaz. Allahı bırakıp başkalarını dost edinenler de tıpkı bu örümcek gibidirler.

Darda kaldıklarında bu dostlarının kendilerine yardımcı olacaklarını sanarlar. Fakat darda kaldıklarında bütün bunların kendilerinden uzaklaştıklarım görür­ler. [46]

 

42- Şüphesiz Allah onların, Allahı bırakıp da taptıkları şeyi çok iyi bilir. O, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah teala bu âyet-i kerimede de, kendisini bırakıp da başka varlıklara tapanları ve kendisine ortak koşanları tehdit etmekte ve onların bütün yaptıkları­nı bildiğini beyan etmekte ve onlan mutlaka cezalandıracağını haber vermekte­dir. Zira Allah, herşeye galiptir, yaptıklarında hikmet sahibidir. [47]

 

43- Biz bu misalleri insanlara açıklıyoruz. Bunları ancak âlimler an­lar.

AlIah teala Kur'an-i kerimde sivrisinek ve örümcek gibi bir kısım var­lıkları misal olarak zikredince Kurayş'in beyinsizleri bu âyetleri alaya alıyorlar­dı. Allah teala bu âyet-i kerimede, Kur'an-ı Kerimde zikrettiğini ancak ilmin de­rinliklerine inen âlimlerin anlayabileceklerini beyan etmiş ve cahillerin bunları anlamamasının Kur'an'ın bir eksikliği değil kendilerinin kusuru olduğunu ortaya koymuştur. [48]

 

44- Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Şüphesiz ki bun­da, müminler için büyük bir ibret vardır.

Allah teala bu âyet-i kerimede yüce kudretinden haber vererek gökleri ve yeri gerektiği gibi yarattığını ve bunların yaratılışında Allatan birliğini ve kudretini gösteren büyük bir delil bulunduğunu bu delili de müminlerin idrak edebileceklerini beyan ediyor.

 

45- Ey Muhammcd, sana vahyolunan kitabı oku. Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz, insanı fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyar. Allahı an­mak elbette en büyük ibadettir. Allah, ne yaptığınızı çok iyi bilir.

Ey Muhammed, Kur'andan sana indirilen âyetleri insanlara oku. Allahtn sana farz kıldığı namazı gereği gibi kıl. Şüphesiz ki namaz insanı hayasızlıktan ve çirkin şeylerden korur.

Kulu hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyan namazdan maksat, Abdullah b. Ömer'den nakledilen bir görüşe göre camilerde okunan Kur'andır. Ancak Ab­dullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud'dan nakledilen ve Taberi tarafından da tercih edilen kuvvetli görüşe göre ise burada zikredilen namazdan maksat, bili­nen namazdır.

Abdullah b. Abbas bu hususta şöyle demiştir: "Kıldığı namaz bir kimseyi hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymuyorsa o kişi,"namazıyla Allahtan uzaklaşı­yor demektir."

Abdullah b. Mes'ud da: "Kıldığı namaz bir kimsenin iyilik yapmasını sağlamıyor ve kötülükten alıkoymuyorsa o kişinin bu namazı onu ancak Allah­tan uzaklaştırır." demiştir.

Taberi, namazın kulu, hayasızlıktan ve kötülüklerden nasıl koruduğunu izah ederken özetle şöyle diyor: "Şayet namazın içinde, kulu, hayasızlıktan ve kötülüklerden men eden âyetler okunmasa bile kul en azından namazla meşgul olduğu anda hayasızlık ve kötülük yapmaktan beri olur.

Ayet-i kerimede: "Allahi anmak elbette en büyük ibadettir." buyurulmak-tadır. Âyet-i kerimenin bu bölümü, sahabi ve tabiin tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

Selman-i Farisi, Ümmü Derda ve Katade'den nakledilen görüşe göre âyet-i kerimenin manası, mealde verildiği gibidir. Ümmü Derda demiştir ki: "Allahı anmak elbette en büyük ibadettir. Çünkü namaz kılman Allahı anmaktır. Oruç tutman Allahı anmaktır. Yaptığın her hayırlı iş Allahı anmaktır. Kötülük­ten her kaçınman Allahı anmaktır. Allahı anmanın en efdali ise onu layık olma­dığı sıfatlardan arındırmaktır.

Selman-ı Fârisi, "Amellerin en üstünü hangisidir?" diye sorana: "Kur'anı okumuyor musun? Elbetteki Allahı zikretmek en üstün ibadettir. Onu zikret­mekten daha üstün bir ibadet yoktur." demiştir.

Abdullah b. Abbas, İkrime, Atiyye, Mücahid ve diğer bazı müfessirlere göre ise bu âyetin manası şöyledir: "Allanın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür." Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.,

Abdullah b. Rabia diyor ki: "Birgün Abdullah b. Abbas bana dedi ki: "Allahı anmak elbette en büyük ibadettir." ifadesini anlıyor musun?" Dedim ki "Evet anlıyorum." "O halde ne demektir?" dedi. Dedim ki: "Namazın içinde Al­lahı teşbih etmek, ona hamdetmek, onu yüceltmek ve ayrıca Kur'an okumak ve benzeri şeyler yapmaktır." Dedi ki: "Sen acaip şeyler söyledin." Bunun manası o değildir. Bunun manası şudur: "Allah birşeyi emredip veya yasaklar da sizler o emir ve yasağın icabını yaparken Allahı düşünürseniz, Allah sizi, sizin onu düşünmenizden daha çok düşünür."

Ebu Mâlik ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Namazın içinde Allanın kulu­nu anması namazdan daha büyüktür."

İbn-i Avn ise bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Kulun kıldığı namaz ve o na­mazın içinde Allahı anması, namazın o kulu, fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyma­sından daha büyüktür." [49]

 

46- İçlerinde zulmedenler hariç, kitap ehliyle en güzel şekilde müca­dele edin ve şöyle deyin: "Biz, bize indirilene de, size indirilene de iman et­tik. Bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir. Biz yalnız ona boyun eğeriz.

Ey iman edenler, siz, kitap ehli olan Yahudi ve Hiristiyanlarla güzel söz­lerle mücadele edin. Onları Allaha, ilahi delilleri ortaya koyarak davet edin. Ki­tap ehlinden, zulmedenlere ise bu şekilde davranmayın.

Kitap ehlinden zulmedenlerin kimler oldukları hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

Mücahid ve Said b. el-Müseyyeb'e göre kitap ehlinden zulmedenler, bo­yun eğerek müslümanlara cizye vermeyi kabul etmeyen ve onlara karşı savaşan­lardır. Kitap ehlinin böyle olanlarıyla artık güzel sözlerle tartışma yoktur. Bun­larla, müslüman oluncaya veya cizye vermeyi kabul edinceye kadar savaşılır. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

İbn-i Zeyd'e göre ise, kitap ehlinin zulmedenlerinden maksat, onların, İs­lama iman etmeyenleridir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey iman edenler, siz, kitap ehlinden, Allaha ve peygamberi Muhammed'e iman edenler­le, önceki dinlerinde mevcut olan meseleleri size anlattıklarında onlarla ancak en güzel bir şekilde mücadele edin. Zira onların size anlattıkları şeyler olabilir. Ancak kitap ehlinden, İslama iman etmeyen ve böylece zalim olanlarla ise sava­şın." Ayeti bu şekilde yorumlayanlar bu âyetin mensuh olmadığını, hükmünün halen yürürlükte olduğunu söylemişlerdir.

Katade'ye göre ise bu âyet-i celile mensuhtur. Bunu nesneden âyet ise Tevbe suresinin yirmidokuzuncu âyetidir. Bu âyette, artık kitap ehline boyun eğip cizye vermedikleri için onlara iyi davranılmayacağı, onlarla savaşılacağı emredilmektedir. Bu âyet inmeden önce ise, kitap ehlinin zalim olmayanlarına karşı iyi davranilması ve zalim olanlarına ise sert davranılması emredilmişti.

Ayet-i kerimenin son bölümünde Allah teala, müminlere şöyle emret­mektedir. "Kitap ehline deyin ki: "Biz, bize indirilen Kur'ana da size indirilen Tevrat ve İncile de iman ettik. Bizim ilahımız da sizin ilahınız da birdir biz, onun emirlerine boyun eğer ve yasaklanndan kaçınırız."

Ayet-i kerimenin bu bölümü, kitap ehlinin, kendi dinlerindeki malumatla­rı anlattıktan zaman, müminlerin o  anlatılanları tasdik veya inkar etmeksizin ihtiyatla karşılamalarını hükme bağlamaktadır. Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Kitap ehli Tevratı İbranice okuyor ve müslümanlara Arapça olarak açık­lıyorlardı. Bunun üzerine Resululah (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Siz, kitap ehlini ne tasdik edin ne de yalanlayın. Deyin ki: "Biz, Allaha ve bize indirilene iman et­tik... [50]

 

47- Ey Muhammcd, sana da kitap indirdik. Kendilerine kitap ver­diklerimiz ona iman ederler. Şunlardan da ona iman eden vardır. Bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkar eder.

Ey Muhammed, senden önce gelen peygamberlerden bir kısmına kitap indirdiğimiz gibi sana da bu kitabı indirdik. Senden tönce kendilerine kitap ver­diklerimiz sana indirdiğimiz bu kitaba iman ediyorlardı. Kitap ehlinden haliha­zırda mevcut olanların bir kısmı da sana indirilen kitaba iman eder. Bizim âyetlerimizi, ancak, nimetlerimize karşı nankörlük edenler ve bizim birliğimizi kabul etmeyenler inkar ederler. [51]

 

48- Sen, Kur'andan önce ne bir kitap okuyor ne de dinle yazıyordun. Öyle olsaydı batıla uyanlar, şüpheye düşerlerdi.

Ey Muhammed, sana indirdiğimiz bu kitaptan önce sen, okuyamıyordun ve yazı da yazmıyordun. Sen okur yazar olmayan biriydin. Şayet sen, bu kitap sana indirilmeden önce okuyan veya yazan birisi olsaydın senin peygamberliğin hakkında ve sana rabbin katından gönderilen vahiy hakkında batıla dalanlar şüpheye düşerlerdi. Sana vahyed ileni erin, kehanet, öncekilerin efsaneleri ve bir­takım kafiyeli sözler olduğunu söylerlerdi.

Tercih edilen görüşe göre, Peygamber efendimiz (s.a.v.) hayatının sonu­na kadar yazı yazmayı öğrenmemişti:

Bir kısım âlimler, Resulullahın, Hudeybiye musalahasmda, antlaşma met­ninin düzeltilen kısmını bizzat kendi eliyle yazdığını söylemişlerse de bu görüş kabule şâyân görülmemiş ve Resulullahın emriyle yapıldığı için o yazmış gibi ifade edildiği beyan edilmiştir. [52]

 

49- Bilakis Kur'an, kendilerine ilim verilenlerin kalblcrinde korunan apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkar eder.

Müfessirler bu âyet-i kerimeyi iki şekilde izah etmişlerdir. Bunlardan birisi, mealde verildiği gibidir. Diğeri ise şöyledir:

Abdullah b. Abbas, Dehhak, Katade ve İbn-i Cüreyc bu âyetin izahında şöyle demişlerdir: "Allah teala, Uz. Muhammed (s.a.v.)in sıfatlanın Tevrat ve incil'de beyan etmiş ve onları okuyanları bildirmiştir.

Resulullahın peygamberliğinin alametlerinin okur-yazar olmaması husu­su olduğu kitaplarda beyan edilmiştir. İşte bu beyanat bu kitapları okuyan insanlann kalbinde apaçık bir delildir. İşte bu âyet-i kerime bunu izah etmektedir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.   [53]

 

50- Kâfirler: "Ona da rabbindçn mucizeler indirilse ya." dediler. Onlara "Bütün mucizeler ancak Allah katindandır. Ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım," de.

Kureyş müşrikleri: "Salih'e deve verildiği, İsa'ya gökten sofra indirildiği gibi Muhammed'e de rabbi tarafından bir mucize indirilse de bize karşı delil gösterse ya." dediler. Ey Muhammed de ki: "Bütün mucizeler Allah kalındandır. Onun dışında mucize getirmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım. Ben sizleri, inkarcılığınız sebebiyle Allanın azabı ve şiddetiyle uyarıyorum." [54]

 

51- Sana indirdiğimiz ve sana okunup duran kitap, onlara yetmedi mi? Şüphesiz ki bunda, iman eden bir kavim için bir rahmet ve öğüt var­dır,

"Muhammed'e rabbi tarafından bir mucize indirilse ya." diyen müşrikle­re, sana indirdiğimiz ve kendilerine okunan Kur1 an mucize olarak yetmez mi? " Şüphesiz ki sana indirilen bu kitapta, kendisine iman edenler için rahmet ve öğüt vardır.

Taberi bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında Yahya b. Ca'de'den şunu rivayet etmektedir: "Bir kısım müslümanlar Yahudilerin söylediklerinden bazı şeyleri kitaplara yazarak Resulullah'a getirmişlerdir. Resulullah o kitaplara

bakmış ve onları kaldırıp atmıştır sonra onlara şöyle demiştir: "Bir kavmin, Pey­gamberinin getirdiğini bir tarafa bırakarak Peygamberleri dışındaki birinin baş­ka kavimlere getirdiği şeylere rağbet etmesi ahmaklık veya sapıklık olarak o kavme yeter." [55]

 

52- Sen onlara şöyle de: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerdekileri bilir. Bâtıla inanıp AUahı inkar edenler, İşte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Ey Muhammed, sana, "Rabbi tarafından ona bir mucize indirilse ya." di­yen kâfirlere de ki: "Benimle sizin aranızda lehime ve aleyhime şahit olarak Al­lah kâfidir. Çünkü o, bizlerden, kimin hak kimin de bâül üzere olduğunu çok iyi bilir. Zira o, göklerde ve yerde olanları bilir. Hiçbir şey ona gizli değildir. O, bizden, herbirimize layık olduğu karşılığı verecektir. Allah'a ortak koşma gibi bir bâtıla iman edip Allah'ı inkar edenler, işte onlar, zarara uğrayanlardır, hüs­rana düşenlerdir. Allah onları, kıyamet gününde, yaptıklarının karşılığı ile ceza­landıracaktır. [56]

 

53- Onlar senden azabın acele indirilmesini istiyorlar. Eğer tayin edi­len bir müddet olmasaydı azap onlara gelmişti. Şüphesiz ki azap onlara hiç haberleri olmadan ansızın gel i verecektir.

Ey Muhammed, sana bir mucize gelmesini isteyen bu müşrikler: "Ey Al-lahım eğer bu Kur'an, nezdinden indirilmiş hak bir küapsa gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yaktc bir azap ver. [57] şeklindeki sözleriyle, senin, kendilerine derhal bir azap getirmeni isterler. Şayet onlan helak etmek için ta­yin edilen bir vade olmamış olsaydı azap onlara, haberleri olmadığı bir anda aniden gelip onlan yakal ayı verirdi. [58]

 

54- Senden azabın biran önce inmesini istiyorlar. Halbuki cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır.

Ey Muhammed, bu müşrikler, senden, azabın acele gelmesini isterler. Cehennem ateşi onlan çepeçevre kuşatmaktadır. Onlann sadece onun içine gir­mekten başka bir çareleri olmayacaktır. [59]

 

55- O gün azap kendilerini tepelerinden ve ayaklarının altından sa­racak, Allah onlara "Yaptıklarınızın cezasını tadın," diyecektir.

Kıyamet gününde azap, kâfirleri üstlerinden ve ayaklannın altından sara­caktır. Ve onlara: "Dünyada işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olarak bu azabı ta­dın." diyecektir. İşte o zaman azabın ne olduğunu-anlayacak ve pişman olacak­lardır. Fakat pişmanlık bir fayda vermeyecektir. [60]

 

56- Ey îman eden kullarım, şüphesiz ki benim yeryüzüm geniştir. O halde sadece bana ibadet edin.

Allah teala bu âyet-i kerimede, mümin kullarına, dinî hükümleri rahatça yaşayamadıkları yerleri terkedip o hükümleri rahatça yaşayabilecekleri yerlere hicret etmelerini emrediyor ve yeryüzünün geniş olduğunu bildiriyor.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor; Ülkeler Allanın ülkesi, kullar Allahin kuludur. Sen nerede hayır görür­sen orada yerleş. [61]

Evet, geçmişte müminler, Allah tealamn bu emrine uyarak ülkeleri olan Mekke'yi bırakıp Habeşistan veya Medine gibi yerlere hicret etmiş oralarda din­lerinin hükümlerini rahatça yaşamışlardır. [62]

 

57- Her can mutlaka ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Allah teala bundan önceki âyette hicret etmeyi ve sadece kendisine kul­luk edilmesini emretmiş bu âyette ise hicret etmeye hiçbirşeyin engel olmaması gerektiğini açıklamıştır. Zira ister hicret etsin ister etmesin her canh ölümü ta­dacaktır ve Allanın huzuruna çıkarılarak hesap verecektir. Hicret etmeyenler, rahat yaşadıkları vatanlarında ebedi olarak kalmayacaklardır. [63]

 

58- İman edip salih ameller işleyenleri, cennette mutlaka altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Salih amel işleyenlerin mü ka fanti ne güzeldir. [64]

 

59- Onlar, sabreden ve rablerine tevekkül edenlerdir.

Allah teala bu âyet-i kerimelerde bizlere, kendisine itaatte sabredenlere, âhirette hazırladığı nimetleri haber vermektedir. [65]

 

60- Canlılardan niceleri vardır ki, kendi rızıklarını taşımaktan aciz­dirler. Onları da sizi de riziklandiran Allah'tır. O, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi bilendir,

Allah teala, Resulullahın sahabilerinden iman edenlere, hicret etmeleri­ni, Allah yolunda cihad etmelerini emrettikten sonra, her canlının mutlaka ölü­mü tadacağını, iman edenlerin âhirette büyük mükafaatlara ereceğini haber ver­miş bu âyette de hicret ve cihad etmeleri istenen müminlerin, fakirlikten ve nzık darlığından korkmamaları emredilmiştir. Zira yeyip içmeye muhtaç nice varlık­lar vardır ki onlar, rızıklarını biriktirip saklayacak güçte değillerdir. Bugünden yarının nzkıni saklamatan âcizdirler. Fakat Allah onlan da nztkl andın yor. Zira o, her yalvaranın dileğini işiten ve herşeyin halini bilendir.

Hz. Ömer (r.a.) diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:     

"Şayet sizler Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olursanız o sizleri, sabah­leyin aç kannla gidip akşama kannları dolu olarak dönen kuşlar gibi rızıklandırır. [66]

 

61- Yemin olsun ki eğer onlara: "Gökleri ve yeri yaratan , güneşi ve ayı hizmete âmâde kılan kimdir?" diye sorsan, muhakkak: " Allahtır." der­le. O halde nasıl döndürülüyorlar?

Ey Muhammed, yemin olsun ki sen, Ali aha ortak koşan kafirlere: "Gök­leri ve yeri kim yaratıp düzene soktu? Güneşi ve ayı kullarının hizmetine kim verdi? diye soracak olsan onlar, "Bunlan yaratan ve yapan Allahtır." diyecekler­dir. O halde onlara ne oluyor da, bunlan yaratan rablerine kulluk etmekten dön­dürülüyorlar? Başka şeyleri ona denk tutuyorlar? [67]

 

62- Allah, kullarından dilediğinin rızkını bol verir, dilediğinin rızkını da kıt verir. Şüphesiz Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, nzıkların kendi elinde olduğunu, yara­tıklarından dilediğinin rızkını-bol verip dilediğini daralttığını ve herkesin halini bildiğini beyan ediyor. Böylece nzık korkusuyla cihad ve hicret gibi dünyadaki ciddi amellerden geri durulmamasını bildiriyor. [68]

 

63- Yemin olsun ki eğer onlara; "Gökten su indirip onunla yeryüzü­ne öldükten sonra tekrar hayat veren kimdir? "-diye sorsan mutlaka "Al­lahtır." derler. Sen de: "Allaha hamdolsun." de. Fakat onların çoğu yine de akıllarını kullanıp düşünmezler.

Bu âyet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi, Allaha ortak koşan müşrikler, onun, herşeyin yaratıcısı olduğunu, rızıklan onun verdiğini, göklerden yağmur indirip onunla yeryüzünde çeşitli bitkileri kendisinin bitirdiğini kabul etmekte fakat bununla beraber Allaha yardımcı olurlar inancıyla bir kısım putlan ve ben­zeri şeyleri ona ortak koşmaktadırlar. Allah teala, şirkin her türlüsünü ortadan kaldırmak ve tevhid inancım sağlamlaştırmak için Resulullaha bu gibi âyetlerle telkinde bulunuyor ve onu, müşrikleri uyarmakla görevlendiriyor. [69]

 

64- Bu dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret bayatı ise, şüphesiz asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.

Müşrikleri zevkü sefa ile yaşamış oldukları bu dünya hayatı ancak bir eğ­lence ve oyundur. İnsanların nefsini zevklendirir. Sonra kısa bir zamanda gelip geçer. Âhiret yurdunda ise ölüm yoktur. O, devamlıdır. Bu itibarla asıl hayat, âhirette yaşanacak hayattır. Eğer müşrikler bunu idrak edecek olsalar Allaha or­tak koşmaktan vazgeçer ve sadece ona kulluk ederler. [70]

 

65- Onlar gemiye binip tehlikelerle yüzyüzc geldiklerinde dini sadece Allaha tahsis ederek ona yalvarmaya başlarlar. Fakat Allah kendilerini sağ salim karaya çıkarıp kurtarınca da hemen ona ortak koşmaya başlarlar.

Müşrikler, denizde gemiye bindikleri zaman orada boğulacaklarından ve helak olacaklarından korkunca yalnızca Allahtan yardım dilerler ve sadece ona boyun eğerler. Artık putlarından ve Allaha ortak,koştukları şeylerden yardım is­temeyi bırakırlar. Allah onian tehlikelerden kurtarıp karaya ulaştırınca da he­men Allaha ibadette ona ortaklar koşarlar ve putlarını da Allah ile birlikte rabler edinirler.

*Muhammed b. İshak diyor ki: "Resulullah Mekke'yi fethedince, henüz müslüman olmamış olan îkrime b. Ebu Cehl Mekke'den çıkıp Habeşistan'a doğ­ru yola çıkmıştır. Oraya gitmek için gemiye binmiş ve gemi fırtınaya yakalan­mış, gemide bulunanlar: "Ey insanlar, sadece rabbinize yalvarın zira sizi buradan ondan başka kimse kurtaramaz." demişlerdir. Bunun üzerine İkrime b Ebu cTh, şöy.e dektir: «AH*, yemin olsun ki biz.eri denizde kurtarıyorsa karada da ondan başka kimse kurtaramaz. Ey Allatan, sana ke Sı söz veriyorum, eğer beni buradan sag salim çıkaracak olursan gidip ehrm Muheline vereceğim ve onu şefkatli ve merhametli." Evet, İkrime dediğini yapm.ş Resulullah da ona bekled.g. git» davranrmştır. [71]

 

66- Onlar, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve ar-zul arınca eğlensinler bakalım. Yakında bileceklerdir.

Allah teala bu âyet-i kerimede, denizde fırtınalara tutulup boğulma teh­likesiyle karşı karşıya kalınca herşeyi unutup sadece Allaha yalvaran, karada se­lamete çıkınca da tekrar Allaha ortak koşmaya başlayan insanlar için buyuruyor ki:"Allahm kendilerine verdiği nimetlere nankörlük etsinler ve zevk-ü sefa için­de yaşasınlar bakalım,. Yakında, Alîahin kendileri için hazırladığı azabı görün­ce neyin ne olduğunu çok iyi bileceklerdir. [72]

 

67- Çevrelerinde, insanlar kaçırılıp zulmcdilirken, bizim, Mekke'yi mukaddes ve emin bir halde yaptığımızı görmediler mi? Bâtıla inanıp da Allahm nimetini inkar mı ediyorlar?

Kureyş müşrikleri, Allahm, kendilerine birtakım Özel nimetler verdiğini görmezler mi ki Muhammed'e iman etmiyorlar? Biz onların içinde yaşadıkları topraklan mukaddes ve güvenli bir bölge yapmadık mı? Halbuki çevrelerinde bulunan memleketler yağma ediliyor. İnsanlar kaçırılıp götürülüyorlar. Onlar, Allah'a ortak koşma gibi bir batıla iman ediyor da Allah'ın kendilerine verdiği bu Özel nimete karşı nankörlük mü ediyorlar? [73]

 

68- Allaha karşı yalan uydurandan veya kendine gelen hakkı yalan­layandan daha zalim kim olabilir? Kâfirlerin sanki cehennemde barınacak yeri mi yok?

Bir hayasızlık işlediklerinde: "Atalarımızı böyle bulduk. Bunu yapmamı­zı bize Allah emretti." diyerek Allaha karşı yalan uydurandan veya kendisine Allanın bir olduğu gerçeği geldiği halde onu yalanlayandan daha zalim kim ola­bilir? Sanki cehennemde kafirler için bir karargah ve bir barınak yok mudur? [74]

 

69- Uğrumuzda cihad edenlere, biz mutlaka yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, iyilik edenlerle beraberdir.

Allaha karşı yalan uyduran veya kendisine hak geldikten sonra onu ya­lanlayan kâfirlere karşı cihad edenlere doğru yollarımızı mutlaka gösteririz. Şüphesiz ki Allah, kâfirlere karşı savaşarak Allanın peygamberine ve dinine yardım edenlerle beraberdir. Onlan destekler ve onlara yardım eder. [75]

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/355-356.

[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/356.

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/257.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/257-258.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/258.

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/258.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/259.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/259.

[9] Tiimizî, K. Tefsir ei-Kur'an, Sure; 39, Hadis no: 3189

[10] Müslim, K İmara, bab: 39, Hadis no: 1840 / Ebu Davud, K.el-Cıhad, bab: 87 Hadis No 2625

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/360-361.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/361

[12] Hac suresi, âyel: 11

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/362.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/362-363.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/363.

[15] Nahl suresi, âyet; 25

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/363.

[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/364.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/364.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/364.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/365.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/365-366.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/366.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/366.

[23] Ebu Davud, K. es-Sünne, bab: 16, Hadis no: 4699/İbn-i Mâce, K. el-Mukaddime, hab: 10,1 indis no: 77

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/366-367.

[24] Sebe" Suresi, âyet:3

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/367-368.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/368.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/369.

[28] Zuhnıf suresi, âyet: 67

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/369-370.

[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2 S.199 / Ebu Davud, K. el-Cihad, bab: 3, Hadis no: 2482

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/370.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/371.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/371-372.

[32] Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 29, bab: 2, Hadis no: 3190

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/372-373.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/373.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/373.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/374.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/374.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/375.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/375.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/375.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/376.

[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/376.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/377.

[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/377.

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/377-378.

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/378.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/378.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/379.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/379-380.

[50] Buhari, K. Tefsir el-Kur'ari, Sure 2, bab: 11

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/381-382.

 

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/382.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/383.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/383-384

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/384

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/384-385.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/385.

[57] lînfal suresi, âyet: 32

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/385-386.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/386.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/386.

[61] Ahmed b. Hanbel, MUsned, c.l S. 166

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/387.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/387.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/387-388.

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/388.

[66] Tirmizî K. ez-Zühd, bab: 3, Hadis no: 2344 /îbn-i Mâce, K. ez-Zühd, bab:  14 Hadis no-4164 Ahmed b. Hanbel, Miisned, C.l S, 50-52

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/388.

 

[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/389.

[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/389.

[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/389-390.

[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/390.

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/390-391.

[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/391.

[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/391.

[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/392.

[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/392