51. DERS CAHİLİYETTE VE İSLAM'DA EVLAD EDİNMENİN
HÜKMÜ
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Peygamberlerden Günah Sadır Olur Mu?
İkinci Hüküm: Zihar Haram Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Evlad Edinme Caiz Midir?
Dördüncü Hüküm: Ayetteki «Hata» Ve «Taammüd» Kelimelerinden
Maksat Nedir?
Beşinci Hüküm: Birisine Itkardeşlm» Veya «Efendim» Demek
Caiz Midir?
52. DERS VERASETİN YALNIZ AKRABALIKLA OLMASI
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: İmam Üzerine, Muslüman Fakirlerin Borçlanru
Ödemek Vacib Midir?
Üçüncü Hüküm: Evlenmede Haramlık Resuluilohın Bütün
Zevcelerine Tesbit Edilir Mi?
Dördüncü Hüküm: Anne Tarafından Olan Akrabalar (Zevll
Erham) Mirasa Olurlar Mt?
53. DERS NİKAHLI BİR KADINI MÜNASEBETTE BULUNMADAN
BOŞAMANIN HÜKMÜ
Bu Âyetle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet:
Ayetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Bir Kadın Nikah Akdinden Önce Boşanabilir
Mi?
İkinci Hüküm: Evlenen Ciftin Yalnız Kalmaları Tddet Ve
Mehil Gerektirir Mi?
Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Mal Vermek Vaclb Midir?
54. DERS RESULULLAH (SAVI İN EVLENMESİ İLE İLGİLİ
HÜKÜMLER
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm:
«Ücret» Ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir Mi?
İkinci Hüküm : Resulullaha Nikahla Helal Olmak Tçin
Hicret Etmek Şart Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Resulullahın İndinde Kendisini Hibe Eden
Kadın Var Mıydı?
Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak
Resulullaha Da Farz Mıydı?
Resulullah (Sav)'In Çok Evlenmesinih Hikmetleri
9- Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiyye:
55. DERS DAVETE İCABETİN ADABI
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Bir Evde Davetsiz Yemek Yeme Caiz Midir?
İkinci Hüküm: Düğün Yemeği Yenildikten Sonra Oturmak Haram
Mıdır?
Üçüncü Hüküm: »Hicab Emri Yalnız Resulullahın Zevcelerin»
Mi, Yoksa Bütün Kadınlara Mıdır?
Dördüncü Hüküm: Resulullahın Vefatı İle Zevcelerinden
Nikah Kalkmış Mıdır?
56 DERS RESULULLAH
(SAV)'A SALATU SELAM GETİRMENİN ADABI VE HÜKMÜ
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin Fazileti
Birinci Hüküm: Rasulullah’a Salat Ve Selamın Okunuş Tarzı
Nosıt Olmalıdır?
İkinci Hüküm: Allah (Cc)'In Ve Meleklerin Resululloh
(Sav)'a Salat Okumalarının Manası Nedir?
Üçüncü Hüküm: Resuiullaha Salat Ve Selam Getirmek Farz
Mıdır, Sünnet Mi?
Dördüncü Hüküm: Namazda Resulullaha Salat Getirmek Vacib
Midir?
Beşinci Hüküm: Peygamberden Başkasına Salat Ve Selam
Okunması Caiz Midir?
57. DERS İSLÂM'DA
KADININ ÖRTÜNMESİ
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?
İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekil Nedir?
Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?
Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?
1- Ey peygamber, Allah
tan kork. Kafirler ve münafıklara İtaat etme. Şüphesiz ki Allah hakkıyla
bilendir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.
2- Sana Rabbinden ne
vahy olunursa ona uy. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.
3- Allah’a güvenip
dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.
4- Allah bir adamın
içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerinden «zl-har» yaptığınız karılarınızı o,
sizin analarınız (yerinde) tutmadığı gibi) ev-ladlıklartnızı da (öz)
oğullarınız (gibi) tanımadı. Bu, sizin ağızlannızdaki laftnızdır. Allah hakkı
söyler ve O, (doğru) yolu gösterir.
5- Onları babalarına
nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarınıfn kim
olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen)
dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır do. Hata ettiklerinizde
ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin (kasd ve) taammüd ettiğinde
(vebal) vardır. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
(Ittekıllahe):
Allah (cc)'a takva olmakta sebat ve de-
(El kâfirin):
Kafirin,
kafir kelimesinin çoğuludur.
Kafir, Allah (cc)'ın
nimetlerini inkâr eden demektir. Bazı alimler küfrün dört çeşit olduğunu
söylemişlerdir:
1.) Cehli
küfür. Allah (cc)'ı tanımamak, kalbi ve diliyle inkar etmek.
2.) İnkarı
küfür. Bildiği halde inkâr ederek kafir olmak. Kalbiyle bildiği halde lisanıyla
inkâr etmek. İblisin ve kitap ehlinin küfrü böyledir.
3.) İnadı
küfür. Kalbiyle bildiği, lisanıyla söylediği halde hasedinden dolayı inkâr
etmek. Ebu Cehil ve benzerlerinin küfrü gibi.
4.) Nifakı
küfür. Lisanıyla söylediği halde kalbiyle inkâr etmek. Söylediğine İnanmamak.
Münafıkların küfrü.
(Vekîlen):
Vekil, âyetteki manası, kutlarının rızıklarına kefil olan.
(Tuzâhlrûne);
Muzahere kökünden gelir. Bu da zevcesine, «Sen bana anamın sırtı gibisin.»
diyerek onu kendisine haram kılmadır.
(Ediyâeküm):
Edlyâ, daly kelimesinin çoğuludur.
Daly oğulluk
edinme. :
(Eksatü):
Kist
kökünden gelir. En adil manasın-
(Mevâliküm):
Mevla kelimesinin çoğuludur. Mevla, efendi demektir.
(Gafuren):
Gafur, günahları affeden, yarlığayıcı.
(Rahimen);
Rahim, esirgeyici.
;
Allahu taala kerim
peygamberine takvayı ve haramlardan Kaçınmayı emrederek kafirlere ve
münafıklara itaat etmeyi yasaklamıştır. Çünkü'onlar Allah (ccj'ın, Resul
(sav)'ünün ve müminlerin düşmanlarıdır. Onlara hiçbir şey emanet edilemez.
Onlarla herhangi bir işte İstişare de yapılamaz. Onların içi ayrı dışı ayrı,
suretleri ayrı, hakikatleri ayrıdır. Bu yüzden onlardan kaçınmak, onlara
uymamak lazımdır. Onlar fasıktırlar, Allah (cc)'-ın taatından
çıkmıştırlar.
Buradaki hitap
peygambere olmakla beraber ümmeti irşad içindir.' Ki, ümmet takva yolunda
yürüsün ve Kur'anın hidayetiyle hidayetlensin. '
Cahiliyet devrinde
dinin yasak ettiği birçok şeyler ihdas ederek bunların da din olduğunu İddia
ederlerdi. İşte Kur'an bunların bu icadlarım iptal etmiş, bütün hurafeleri hak
ile ortadan kaldırarak dini sağlam ve selim bir temel üzerine oturtmuştur.
Allahu taala Özetle
şöyle buyurmaktadır: Ey peygamber, muttaki ol. Allah (cc)'a itaat etmeye devam
et. Münafık ve kafirlerin çağırdığı yola gitme. Onlara itaat etme. Zira Allah
(cc) kullarının kalbini en İyi bilendir. Hiçbir şey O'ndan gizli değildir.
Rabbinden sana vahyolunanb uy. Hiçbir müşrikin tehdit ve eziyetinden korkma.
Çünkü Allah (cc) seninledir. Bütün İşlerinde O'na sığın. Yegan© koruyucu ve
yardımcı O'dur.
Allahu taala cahiliye
devrinin sapıklık ve ilhadlarını reddetmiştir. Bir şahsın içinde iki kalb nasıl
olmazsa, insanın zihar yaptığı zevci da annesi olmaz. Evlatlığı da onun öz
oğlu ofamaz. Çünkü anne insanı doğurandır. Nitekim Allahu taala, «İçinizden
«zihar» yapagelenlerln karıları onlann anaları değildir. Anala/ı kendilerini doğuranlardan başkası
değildir.» (Mücadele: 2) buyurmuştur. İnsanın hakiki oğlu da onun
sulbünden gelendir. Bir insanın iki babası olması mümkün değildir. Onlar
«zihar» yaptıkları karılarını nasıl anneleri yerine koyar, başkalarının
çocuklarını nasıl kendi oğullan kabul ederler? Cahiliyet dönemine ait bu
iddialar yalnızca yalan ve Allah (cc)'a iftiradır. Allah (cc) hakkı söyler ve
İnsanları en sağlam yola iletir.
Allahu taala evlad
edinilmiş kimselerin öz babalarına nisbet edilmesini emretmektedir. En doğru
olan da budur. Eğer evlad edindiklerinizin babalarını bilmiyorsanız onlar sizin
din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Onlarla konuştuğunuzda din kardeşliğini
ve dostluğu kasdederek «kardeşim» diye hitab ediniz. Şimdiye kadar yaptığınız
hatalardan dolayı size bir günah yoktur. Yalnız kalblerinizin kasdettiğine
günah vardır. Allah (cc) gafurdur, rahimdir.
Müfessirler bu
âyetlerin nüzulünde birçok sebeb saymışlardır. Biz bunların en sahih
olanlarını beyan edeceğiz.
1- Ebu
Süfyan bin Harb, İkrime bin Ebu Cehil ve El-Aver es-Sele-mî Hudeybiye
anlaşmasından sonra Medine'ye gelerek Abdullah bin Übey bin Selul. Muatteb bin
Kuşer, Ced bin Kay ile görüştüler. Sonra hep birlikte Resulullah (sav)'a
gelerek birtakım tekliflerde bulundular. Bunlardan birisi de. Resulullah
(sav)'ın Lat ve Uzza isimli putlar hakkında konuşmaması ve onların da şefaatçi
olduğunu kabul etmesi idi. Resulullah (sav) bu teklifi kerih görerek reddetti. Bunun üzerine,
«Ey peygamber, Allahtan kork.
Kafir ve münafıklara itaat etme...» âyeti nazil oldu.
[1]
2-
Kureyşîlerden' Cemil bin Ma'mer el-Fihrî, cok zeki ve her duyduğunu ezberleyen
bir kimse idi. Bu yüzden ona, «Bu adamın içinde iki kalb vardır.» derlerdi. O
da, «Evet benim içimde iki kalb vardır. Bunların her birisiyle Muhammed'in
düşündüğünden daha iyi düşünürüm. Onun bildiğinden daha iyi bilirim.»
derdi. Bedir savaşında yenilen
müşriklerin arasında olan Cemil, papuclarının biri elinde olduğu halde kaçarken
Ebu Süfyan'a rastlar. Ebu Süfyan ona ne yaptıklarını sorunca, «Bozguna uğradık,
yenildik.» cevabını verir. Ebu Süfyan, «Sana böyle ne oluyor? Pa-puçlarının
biri elinde, diğeri ayağında.» deyince,
«Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklarımda olduğunu sanıyordum.»
dedi. Bugünden sonra Kureyşîler onun iki kalbi olsaydı böyle ahmakça bir
yapmayacağını anladılar. Bu olaydan
hemen sonra da «Allah bir odamın içinde iki kaib yaratmadı...» âyeti nazil
oldu.
[2]
3- «Süyûti,
Mücahid'den şöyle ricayet etmiştir:
Resulullah (sav) Zeyd bin Harise
(ra)'yi evlad edinmişti. Vahiy gelmeden
önce de onu azad etmişti. Daha sonra Resulullah (sav) Zeynep binti Cahş
(r.anhüma)'-la evlenince yahudi ve münafıklar, «Muhammedi görüyor musunuz?
Oğu-lun karısıyla evlenmeyi yasakladığı halde kendisi oğlunun karısı İle evleniyor.»
dediler. Bunun üzerine, «...Evladlıklarınızı da (Öz) oğullarınızı (gibi} tanımadı.»
âyeti nazil oldu
[3]
4- Buhari,
Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Zeyd bin Harise (ra)'ye
«Onları babalarına nisbetle çağırın.» âyeti nazil oluncaya kadar Zeyd bin Muhammed
derdik.»
[4]
Birinci incelik: Allahu taala, peygamberine bazı âyetlerde «Ey resul» diye hitab ettiği
gibi burada da «nebi» lafzıyla hitab ediyor. Allahu taaia-nın peygamberini
«nebi ve resul» sıfatlarıyla çağırması Resulullah (sav)'in makamının yüceliğine
ve diğer peygamberlerden üstünlüğüne işaret etmektedir. Bu hitap ayrıca bize
Resuîullah (sav)'la nasıl konuşmamız gerektiğini de öğretmektedir. Biz onun
ismini andığımız zaman son derece hürmetli olmamız icabeder. Nitekim Allahu
taala «Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın.»
(Nur; 63) buyurmuştur.
Ebu Hayyan: «Allahu
taalanın Kur'andaki «Ey nebi, ey resul» hitab-lan onun faziletini ve
büyüklüğünü bildirmektedir. Onun dışındaki peygamberlerin, »Ey Adem, ey Nuh,
ey İbrahim...» gibi sadece İsimleri geçerken Resutullah (cav)'ın ismi saraheten
verilse bile hemen peşine «resul» vasfı da zikredilmiştir. İşte bu gösteriyor
ki, o, şüphesiz Allah (cc)'m resulüdür. Kur'anın bu üslubu bize de onu
konuşurken «resul» vasfıyla anmamızı telkin etmektedir. Kur"anda nerede
onun ismi kasdedilmişse onun nübüvvet ve risalet vasıfları geçer. Mesela,
«Andolsun size kendinizden Öyle bir resul gelmiştir ki siz'm sıkıntıya
uğramanız ona çok ağır ve güç gelir.» (Tövbe: 128), «Resul dedi ki: «Ey Rabbim,
kavmim hakikat şu Kur'anı metruk (birşey) edindiler.» (Furkan: 30), «O nebi,
müminlerin Öz nefislerinden evladır. Zevceleri anneleridir.» (Ahzab: 6)
âyetlerinde görüldüğü gibi Hz.
Peygamber Kur'anda
ismi ile değil nübüvvet veya risalet vasfıyla zikredil- j mistir. Bu da onun
diğer nebilerden üstünlüğüne delalet eder»
İkinci incelik:
Resulullah (sav)'in her hali takva üzere İken, âyette neden takva ile
emredilmiştir? Şüphesiz takvaya devam etmesi İçin. «Ey iman edenler... İman
edin.» (Nisa: 136) âyetindeki emir gibi. Bu âyetteki emir de «imanınızı devam
ettirin» şeklinde anlaşılmalıdır.
Bazı alimlere göre
âyetin başındaki hitap herne »kadar Resulullah (sav)'a İse de, aslında muhatab
Resulullah (sav)'ın ümmetidir. Çünkü İkinci âyetin sonundaki «Allah na
yaparsanız hakkıyla haberdardır.» çoğul ifadesi buna delalet etmektedir.
Fahreddin Razi: «Ancak
yapılmayan birşeyin yapılması emredilir. Halbuki Resulullah (sav)'ın her hali
takva idi. Öyleyse neden takva ile em-rolundu? Bu soruya İki şekilde cevap
verilebilir:
1- Takva ol
(Allahtan kork) emrinden maksat, yeniden takva ol demek değil, takvana devam et
demektir.
2-
Resulullah (sav)'ın ilim ve mertebesi her an yükselmektedir. Bu de Resulullah
(sav)'ın her an yeni bir takva derecesine ulaşmasını gerektirir. Âyetteki, «Ey
peygamber, Altahtan kork.» emrinden maksat,
daima terakki et demektir. Resulullah (sav)'ın her anı bir önceki andan
daha yüksek olduğu için ona yükselmesini devam-ettlrmesl için takva emredilmiştir.»
[5]
Üçüncü İncelik;
«Allah bir adamın İçinde İki kalb yaratmadı.» âyetinin işaret ettiği inancın,
cahlliyet devrindeki diğer inançlardan önce zikredilmesinin sı* ve hikmeti
şudur: Bu âyet bir örnek gibidir. Örneklerin daha açık ve vazıh olması
lazımdır. Bu âyet cahlliyetten üç batıl şeyi ibtal etmektedir. Birincisi bir
adamın içinde iki kalb olabileceği İtikadıdır. Halbuki hakikatta böyle birşey
yoktur. İkincisi, zihar yapılan kadını anneleri gibi ebediyyen haram kabul
etmeleri. Üçüncüsü, evladlıklarını bütün hükümlerde öz evladları gibi kabul
etmeleri idi. İşte bu üç şeyden hakikatten en uzak olanı bir adamın İki kalbe
sahip olabileceği inancıdır. Allah (cc) bu yüzden önce bunu zikrederek zihar
ile evlad edinmeye örnek göstermiştir. Sanki âyet, bir kimsenin iki kalbi nasıl
olmazsa zihar yapılan kgdın anne, evlad edinilen çocuk da öz evlad olamaz
demektedir.
Dördüncü incelik: «Bu sizin ağızlarımzdaki lafınızdır.» âyeti, tiu zün yalnız onların
ağzından çıktığına işaret etmektedir. Hakikatte y birşey yoktur.
Zemahşerî bu hususta
şöyie der; «Malumdur ki söz ancak ağızla söylenir. Âyetteki «sizin
ağızlarımzdaki» ifadesi, bunun hakikatten bir payı olmadığı, ancak onların
dilindeki kuru bir iddia ve batıl bir zan olduğunu bildirmektedir. Bu sözün
doğrulukla hiçbir ilgisi yoktur.»
[6]
Beşinci İncelik:
Âyetteki, «Allah hakkı söyler» ifadesi ile ilgili olarak Fahreddin Razi şöyle
der: «Bu âyette İnce bir işaret vardır. Akıllı kişi ya makul birşey veya
şeriattan konuşur. Evlad edinilen çocuk hakiki bir evlad olmadığı gibi,
şeriatta da böyle birşey varid olmamıştır. Cahiiiyet devrinde evladlığın
karısının babalığına haram olduğu kabul edilirdi. Halbuki Allahu taala onu helal
kılmıştır. Onların bu sözüne itibar edilemez. Çünkü onlar hakikatten
uzaktırlar. Bu sözde hayvanların ağzından çıkan bir ses gibi onların ağzından
çıkan anlamsız bir sestir. Allahu -taalanın sözü İse hak ve uyulması farz olan
sözdür. Onların kalbinden geçen sözlerden daha hayırlıdır. Onların kainlerinden
geçenden daha hayırlı olunca, ancak ağızlarından çıkan sözden haydi haydi
üstün ve daha hayırlıdır.»
[7]
Altıncı incelik:
Araplar zeki ve akıllı kimselerin iki kalbi olduğuna inanırlardı. Mekkeliler
arasında da Cemil »bin Ma'mer zekast, aklı ve kuvvetli hafızası jle meşhurdu.
Bu itibarla otfa iki kalbii adam derlerdi. Hatta şairler onu metheden şiirler
söylerlerdi. İşte bu cahil kişi, «Ben peygamberden daha zeki ve daha
anlayışlıyım.» derdi. Bedir savaşındaki yenilgilerinden sonra kendini
kaybederek papucunun biri elinde, diğeri ayağında kaçarken Ebu Süfyan ile
karşılaştı..Ebu Süfyan, «Sana ne oluyor böyle? Papuçlannın biri elinde, diğeri
ayağında.» deyince, «Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklanmda olduğunu
sanıyordum.» cevabını verdi. Onun bu durumu, halka, onun bir yalancı olduğunu
ve iki kalbi bulunmadığını gösterdi. Halk içinde rezil ve rüsvay oldu. Bundan
dolayı Allahu taala, «Allah bir odamın içinde iki kalb yaratmadı.» âyetiyle bu
iddia ve İnanışı tamamen İptal etti.
Malumdur ki
peygamberler günah işlemekten masundurlar. Çünkü onların bir sıfatı da «ismet»,
günah işlememektir. Şu halde onlardan günah sadır olması veya Allah (cc)'ın
emirlerine muhalif nareket ve sözler mümkün değildir. Çünkü onlar halkın
Önderidirler. Biz onlara uymakla emrolunmuşuzdur. Eğer peygamberlerden günah
sadır olsaydı onlara uymak farz olmazdı. Bundan ötürü Allahu taala onları
bütün günahlardan korumuştur. Hatta Hz. Peygamber vahye muhatab olmadan önce
de, dahc sonra Kur'anla yasaklanan ve günah sayılan herhangi birşeyi İşlememiştir.
Zahiren peygamberin ismetine muhalif görünen âyetleri doğru anlamak lazımdır.
Mesela, «Kajirler ve münafıklara İtaat etme.» âyetinden Re-sutullah (sav)'tn
onlara İtaat etmeye meylettiği, onların nifak ve sapıklıklarına muvafakat
etmeyi düşündüğü anlaşılmamalıdır. Çünkü bu âyet her-ne kadar surette
Resulullah (sav)'a hitab ediyorsa da hitap hakikatte ümmetedir. Yani ümmetin
kafir ve münafıklara itaat etmelerini ve uymalarını yasaklamaktadır. Çünkü
âyetin sonundaki, «Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.» ifadesi de bunu
açıkça ortaya koyar.
Âyet ziharın cahiliyet
adetlerinden olduğuna delalet etmektedir. Zlhaı cahiliyet devrinde talakın en
şiddetlisi idi. Çünkü zihar, kendisine helal olan karısını kocaya ebediyyen
haram kılardı. Hatta onların itikadına göre zihar yapılan kadın kocanın annesi
gibi olurdu. İslâm bu hükmü ibtal ederek bunun bir iftira ve bühtan olduğunu
beyan etti,
İslâm ziharı haram
kılmıştır.. Fakat buna rağmen yapılan ziharın hürmetini geçici olarak kabul
etmiştir. Zihar yapan kişi zihar kefaretini verdikten sonra bu haramlık
ortadan kalkar. Allahu taala, «İçinizden zihar yapagelenlerin karıları anaları
değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkaları değildir. Şüphe yok ki
onlar her halde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok
bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır. Kadınlardan zihar ite ayrılmak İsteyip de
sonra dediklerini geri alacaklar (İçin) birbiriyle temas etmezden evvel bir
köle azad etmek (lazımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne
yaparsanız hakkıyla haberdardır. Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle
temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse
altmış yoksul (doyursun)...1 (Mücadele: 2-3-4) âyetleriyle zihar hakkındaki
itikadlan ibtal ederek Islâ-mın hükmünü beyan etmiştir. İslâmda da neme kadar
ziharın hürmeti kabul ediliyorsa da kefaretle bu haramlık ortadan
kalkmaktadır. Zihar hü-' kümleriyle İlgili tafsilat 64. Derste gelecektir.
İslâm ziharı ibtal
ettiği gibi yine cahiliyete mahsus olan evladlığın öz çocuk gibi olduğu
itikadını da ibtal ederek haram kılmıştır. Cahiliyette ev-ladlık sanki öz
babasıymış gibi babalığına nisbet edilirdi. Bu şekildeki bir evlad edinme Allah
(ccj'ın azab ve lanetini icabettirir.
Bu hususta Buharî ve
Müslim, Saad bin Ebi Vakkos (ra)'tan Resulullah (sav)'ın şöyle dediğini
rivayet etmişlerdir: «Bir çocuğu babasından başkasına isnad edene Allah
(cc)'ın, meleklerin ve halkın laneti olsun. Allahu taala onun ne tövbesini kabul
eder, nede fidyesini.»
[9] Diğer
bir ha-disde de. «Her kim başka bir kimseye —babası olmadığını bile bile—
ne-seb iddia ederse, o kimseye cennet haram olur.»
[10]
buyurulmuştur.
Âyettin zahiri,
cahiliyet döneminde olduğu gibi herhangi bir kimsenin babasından başka birisine
isnad edilmesinin haram olduğuna delalet eder. Fakat sırf sevgi ve şefkatten
dolayı birisinin bir çocuğa «oğlum, evladım» demesi haram değildir.
[11]
İbni Kesir tefsirinde
şöyle der: «Bir kimsenin kendisinin olmayan bir çocuğa, sırf büyüklüğünden ve
sevgisinden dolayı «oğlum» demesi, âyetin haram kıldığı nisbet edinmeden
değildir. Bu hususta İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Biz
Abdülmuttalib oğullarının çocukları bize ait olan taşlık bir yeri
temizliyorduk. Taşlan sağa sola atyorduk. Resulullah (sav) yanımıza gelerek
«Oğulcuklarım, güneş doğuncaya kadar taşlan atmayın.» dedi. Yine İbni Abbas
(ra)'ın rivayetine göre Resulullah (sav) Enes'e, «Ey oğulcuğum» diye
seslenirdi. Resulullah (sav)'ın gerek Abdülmuttalib oğulları çocuklarına,
gerek Enes'e «oğulcuklarım» demesi, yalnızca onlara karşı duyulan sevgiden
ötürüdür.»
[12]
Allahu taala âyette
birisine hataen «oğlum» demenin günah olmadığını, fakat, yabancı bir çocuğu
kasıtlı olarak kendisine nisbet etmenin haram olduğunu bildirmektedir,
Müfessirler bu hususta
iki görüşe ayrılmışlardır.
Müfessirlerden Mücahid'e
göre âyetteki «hata»dan maksat, yasaklamadan evvelki evlad edinmelerdir.
«Taammüd» ise yasaklamadan sonraki evlad edinmeyi bildirmektedir.
Katade'ye göre ise,
«hata», birisine kasıtsız olarak «oğlum» veya, «baba» denilmesidir. Taberi, bu
âyetin tefsirinde Katade'den şöyle rivayet etmiştir: «Babasından başka bir
adamın ismiyle çağrılan ve bunun gerçek olduğunu zanneden kimsenin böyle
çağrılması «hata»dır. Bunda bir günah da yoktur. Yalnız, kasıtlı olarak ve bile
bile bir kimseyi babasından başka birisine İsnad ederek çağırmak günahtır.»
[13]
Birinci görüşe göre
âyetteki «hota»dan maksat, âyetin nüzulünden evvelki evlad edinmelerdir.
«Taammüd»den maksat da, âyetin nüzulünden sonra bile bile evlad edinme veya
babasından başka birisine nisbet edilmedir. Buna göre âyetin manası: «Size,
İslâmî hükümleri bilmeden önce, henüz cahiliyette iken evlad edindiklerinize
evladınız gibi muamele yapmanızda bir vebal yoktur. Yalnız İslâmın hükümleri
beyan edildikten sonra öz çocuğunuz olmayan birisini eskiden olduğu gibi evlad
edinmeniz günahtır.» olur.
İkinci görüşe göre
âyetteki «hata»dan maksat, birisini kasıtsız olarak babası olmayan bir adama
nisbet etmektir. «Taammüd» ise, birisini bile bile babası olmayan bir adama
nisbet etmektir. Buna göre de âyetin manası: «Hataen veya bilmeden bir çocuğu
babası olmayan birisine nisbet etmekte bir vebal yoktur. Fakat kesin bilindiği
halde bir çocuğu babası olmayan bir adama nisbet etmek günahtır.» olur.
Ebu Hayyan, Bahr-ı
Muhid İsimli tefsirinde ikinci görüşü tercih ederek birinci görüşün zayıf
olduğunu söylemiştir. Çünkü âyetteki «hata ettiklerinizde ise» ifadesini,
«Âyetin nüzulünden evvel yaptıklarınız için üzerinize bir vebal yoktur»
şeklinde anlamak doğru değildir. Zira âyetin nüzulünden Önce yapılanları
«hata» olarak vasıflandırmak doğru değil. Ama
lisanen, unutarak ve
kasıtsız olarak sırf sevgi ve şefkatten dolayı bir küçüğe «oğlum» demek, veya
sırf hürmet ve tazim için bir büyüğe «baba» demek günah değildir.
[14]
«Eğer babalarının kim
olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber)
dostlarınızda da.» âyetinin zahiri, babası bilinmeyen bir kimseye «kardeşim»
veya «dostum» demenin caiz olduğuna delalet eder. Ancak bu sözle din
kardeşliği kasdedilmelidir. Nese-ben kardeş oldukları değil. Zira Allahu taala,
«Müminler ancak kardeştir.» âyetiyle müminleri birbirine kardeş kılmıştır. İşte
bu âyet uyarınca bir müs-lümanm diğer bir müslümana «kardeşim» demesi caizdir.
Fakat bazı alimler
«kardeşim» denilen kimsenin fasık olmamasını şart koşmuşlardır. Çünkü
«kardeşim» veya «dostum» demek ona hürmeti gösterir. Fasıka hürmet etmek İse
haramdır. Allahu taala bunu bize yasaklamıştır. Fasık bir kimseye ismi
bilinmediği takdirde «Abdullah, sen vb» kelimeleriyle hitab edilir. Çünkü
Resulullah (sav), «Bir münafığa «efendi» demeyin. Zira bu sözünüz Allah (cc)'ı
gazablandırır.» buyurmuştur.
[15]
1- Takva
Allahu taalanın bütün ümmetlere
tavsiyesi ve müminin en iyi azığıdır.
2- Allah
(cc)'a tevekkül, her durumda Allah (cc)'a sığınma imanın şartlarındandır,
3- İslâm
şeriatında olmayan hurafelerden kaçınmak farzdır.
4- «Benim
İçimde iki kalb vardır.» demek hem akla, hem de şeriata muhalif batıl bir
iddiadır.
5- Zlhar
yapılan zevceyi anne gibi kabul etmek cahiliyet döneminden kalma cahilî bir
itikaddır.
6- Cahiliyet
adeti üzere bir çocuğu evlad edinme haramdır. Herkesin babasına nisbetle
çağrılması vacibtir.
7- Bir
müslümana din kardeşliğini kasdederek «kardeşim, dostum» t; demek caizdir.
8- Allahu
taala çok esirgeyicidir. Kullarını hataen sadır olan günah-i larından dolayı
cezalandırmaz.
Cahİliyet devrinde
evlad edinme :islâm güneşi insanlık üzerine doğduğunda Araplar hayatını
cahiliye-
tfn ve sapıklığın
karanlığında sürdürüyordu. Cahiliyet döneminde. Allahu * taalanın hiçbir
kitapta indirmediği, babadan oğula intikal eden asılsız hu-'t rafeler.e
İnanıyorlardı. Elbetteki İslâm onları bu sapık hayatta yaşamaya S; Terk
etmeyerek cehaletten, küfür ve sapıklıktan kurtaracaktı.
Allahu taala
rahmetlyle Arap toplumunu cahiliyetin pisliğinden, batıl İnanışlarından
kurtararak iman sütüyle besledi ve onları en hayırlı bir ümmet haline getirdi.
Cahiliyet döneminin en
açık hurafelerinden birisi de yabancı bir çocuğu evlad edinerek kendi öz
evladları yerine koymalarıydı. Buna da sanki dinî bir kuralmış gibi
inanırlardı. Bu sebeble değişmesi mümkün değil-' di. Zira bu onların
atalarından kalmış bir din haline gelmişti. Onların bu durumunu Allahu taala
Kur'anda şu şekilde beyan etmektedir: «Bilakis (şöyle) dediler; «Gerçek biz
atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bulduk. Biz de hakikaten onların
izleri üstünden doğruya erdirilmişleriz.» (Zuhruf: 22).
Cahiliyet döneminde
Araplar yabancı bir çocuğu evlad edinir, ona kendi oğulları olduğunu
söyler, oğulları gibi kendilerine varis yaparlar
fve onun malına da
kendileri varis olurdu. O çocuğa. İslâm şeriatının öz çocuğa tanıdığı irsiyet,
nikah, talak ve müsaheret hükümleri gibi
bütün hükümleri icra ederlerdi.
Allahu taala yalnız
kendisinin bileceği bir hikmete binaen şerefli el-\ çişi Hz. Muhammed'e henüz
peygamberlik vazifesi vermezden önce Arapların adeti üzere yabancı bir çocuğu
evlad edinmeyi ilham etmişti. Daha \
sonra böyle evlad edinmenin yasaklanma ve ibtalinde Peygamber (sav)'in
?* evladlığı ilk örnek olmaktadır.
Resulullah (sav),
bisetten önce Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edindi. Halk bundan sonra Zeyd bin
Muhammed diye çağırdı onu. Kur'an cahiliyet adetlerine göre evlad edinmeyi
haram kılana kadar da böyle sürdü. Âyet nazil olduktan sonra Resulullah (sav)
onu. evladlığından çıkardığını ilan etti. Halk da onu yeniden Zeyd bin Harise
olarak çağırmaya başladı.
Buharı ve Müslim İbni
Ömer (ra)'den rivayet ederler: «Zeyd bin Harise (ra) Resulullah (sav)'ın
azadlısı idi. Biz ona hep Zeyd bin Muhammed derdik.» «Onlcrı babalarına
nlsbetle çağırın. Bu Allah indinde daha doğrudur.» âyeti nazil olunca
Resulullah (sav) ona, «Sen Zeyd bin Harise bin Şercil'sin.» dedi.»
Resulullah (sav), cahiliyet
adetlerini çok çirkin gördüğü halde peygamberlikle görevlendirilmeden önce
Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edinmesinin sebeb ve hikmetini ancak Allah (cc)
bilebilir. Allah (cc) doğrusunu bilir ya, bu hikmetlerden birisi de Peygamberin
ve ümmetinin tabi tutulacağı bir imtihan olmalıdır. Bu imtihanın kıssası
özetle şöyledir:
Zeyd, annesiyle
beraber Beni Tayyi kabilesinde dayıları İle beraber kalıyordu. Bir kabile,
adıgeçen kabileye saldırarak cahiliyet adeti üzere matlarını talan ettiler,
çocuklarını da esir alarak götürdüler. Zeyd bin Harise (ra) de bu esir edilen
çocuklar arasındaydı. Esir çocuklar Mekke'de köle olarak satıldılar. Hatice
binti Huveylid (r.anhüma) de Zeyd (ra)'i satın aldı. Resulullah (sav) ile
evlendikten sonra zekasını ve işbilirliğini beğendiği Zeyd (ra)'i Resulullah
(sav)'a hibe etti. O tarihten itibaren Zeyd (ra), Resulullah (sav)'a hizmet
etti.
Zeyd (ra)'in babası
Harise bin Şercil, gece gündüz ağlayarak, şiirler söyleyerek oğlunu aramaya
başladı. Kurtubi, Harise'nin oğlu için söylediği şu iki mısrayı nakleder:
«Zeyd için ağlıyorum. Çünkü ne olduğunu bilmiyorum. Acaba sağ mıdır, yoksa ölü
mü? Güneşin doğuşu bana onun doğumunu, batışı da ölümünü düşündürüyor.»
Harise bin Şercil
sonunda oğlunun Mekke'de Muhammed bin Abdullah'ın yanında olduğunu öğrendi.
Kardeşiyle birlikte Resulullah (sav)'ın yanına geldi. Resulullah (sav)'a, «Siz
esirleri yediren ve azad eden Allah (cc)'ın beytinin komşularısınız. Oğlum Zeyd
senin yanındadır. Sen kavminin efendisisin. Oğlumu bana ver, karşılığında
istediğin kadar mal vereyim.» dedi. Resulullah (sav), «Ben size daha
hayırlısını teklif edeyim.» dedi. «O nedir?» dediler. Resulullah (sav), «Ben
onu sizin yanınızda muhayyer kılayım. Eğer sizi isterse, hiçbir şey vermeden
alır götürürsünüz. Yok eğer beni tercih ederse, ben onun bu tercihi karşısında
hiçbir mata razı olmam.» buyurdu. Onlar, «Allah (cc) sana daha hayırlısını
versin. Güzel birşey söyledin.» dediler.
Resulullah (sav), Zeyd
(ra)'i çağırarak, «Bunları tanıyor musun?» diye sordu. Zeyd, «Evet tanıyorum.
Babam ve amcam.» dedi. Resululfah (sav), «Bunlar baban ve amcan. Benim kim
olduğumu da biliyorsun. Bizden dilediğin tarafı tercih et.» dedi. Zeyd,
gözleri dolu dolu, «Ben sizden başkasını tercih etmem. Siz benim hem babam, hem
amcamsınız.» dedi. Babası ve amcası, «Hayret sana. Köleliği hürriyete tercih mi
ediyorsun?» dediler. Zeyd (ra), «Andolsun ki ben bundan çok büyük İyilikler
gördüm. Ondan ayrılmaya gücüm yetmez ve ebediyyen de ona bir başkasını tercih
edemem.» dedi.
Bunun üzerine
Resulullah (sav) Zeyd (ra)'i azad etti ve halkın İçine çıkarak «Şahid olun Zeyd
benim oğlumdur. O bana varis olacaktır, ben de ona.» dedi. Zeyd'in babast ve
amcası Resufullah (sav)'ın bu hareketinden çok memnun oldular. Böylece Resulullah
(sav)'ın onu ne kadar çok sevdiğini anladılar.
Bundan sonra, «Onları
babalarına nisbetle çağırır).» ve «Muhommed adamlarınızdan hiçbirinin babası
değildir. Fakat Allanın resulü ve peygamberlerinin sonuncusudur.» (Ahzab: 40}
âyeti nazil oluncaya kadar herkes ona Zeyd bin Muhammed dedi. Âyetler nazil
olduktan sonra onu herkes yeniden Zeyd bin Harise (ra) olarak anmaya başladı,
işte bu âyetlerle cahil iye t dönemindeki evlad edinmenin hükmü İslâmın ebedî
kanunlarıyla iptal edildi.
6- O peygamber,
müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri (müminlerin) analarıdır.
Akrabalar da Allah’ın kitabında birbirine diğer müminlerden ve muhacirlerden
daha yakındırlar. Şu kadar ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız
müstesna. Bu, kitabto yazılıdır.
(Ennebiyyü evlâ); Nebi, sizin nefislerinizden daha evladır.
'
(Ve ezvâcühü ümmühâtühüm): Resulullah
(sav)'ın zevceleri hürmet, tazim ve mahremiyet bakımından müminlerin
anneleridir.
(ve uıüi erhami): Akrabalar daha yakındırlar.
(Evlâ bi'ba'din): Verasette daha evladır.
.
(Fîkltabİltahİ): Kitaptan maksat Kur'andır.
(Evllyâlküm mo'rufen); Evliyadan maksat, âyette zikredilen mümin ve
muhacirlerdir. Ma'ruftan maksat İse vasiyettir.
(Mesturen):
Yazılı olarak tesbit edilmiştir.
Allahu taala, mümin
kullarına peygamberinin makam ve şerefinin yüksekliğini haber vererek şöyle
buyurur: Peygamberin hakkı, müminlerin öz nefislerinin hakkından daha büyüktür.
Onun emirleri bütün emirlere tercih edilmelidir. Onun sevgisi de bütün
sevgilerin üzerinde olmalıdır. Hiçbir şeyde ona isyan, ne büyük, ne küçük şeylerde
ona muhalefet edilemez. Zira onun bütün müslümanlar üzerinde umumi bir velayeti
vardır.
O müminleri cihada
çağırdığında anne ve babadan izin beklemeden acilen itaat etmek gerekir. Çünkü
Resulullah (sav) insana anne ve babasından daha hayırlıdır. İnsanlara verdiği
emirler de insanın dünya ve ahiret sevabı içindir.
Allahu taala nasıl
kerim elçisini şereflendirmiş, hakların en büyüğünün onun hakkj olduğunu beyan
etmişse onun temiz zevcelerini de, onun zevceleri olduklarından dolayı,
müminlere anne kılarak onlara tazim ve hürmeti farz kılmıştır. Resulullah
(sav)'o ikram ve gerek hayatında, gerek hayatından sonra ona ihtiramın
korunması için zevcelerinin herhangi bir erkekle nikahlanmalarını da haram
kılmıştır. Bu da Resulullah (sav)'a Allah (cc) tarafından verilen
hususiyetlerden biridir.
.Allahu taala, yakın
akrabaların birbirine mirasçı pfmalarını beyan e-derek neseben yakın olanların
bir yabancıdan verasete daha haklı olduğunu bildirmiştir. Ancak İnsanlar
hayatta iken dostu olan bir yabancıya blrşey vasiyet ederlerse, bu vasiyet
hususunda bu yabancı akrabalarından daha haklıdır. Zira varisler İçin vasiyet
yoktur. Bu hüküm, Allah <cc)'ın indirmiş olduğu kitabından olan adil bir
hükümdür. Bu öyle bir hükümdür ki, kitapta yazı ile tesbit edildiği İçin İnsanlar
tarafından yok edilmesi mümkün degîfdir. Allahu taala en İyi bilendir.
Bu âyetle, önceki
âyetler arasındaki münasebet
Önceki âyetlerde
Allahu taala, müminlere, evlad edinmekten vazgeçmelerini, evlad edinilen
çocukların kendi Öz babalarına nisbet edilerek çağırılmalarınremretmiştir.
Resulullah (sav) da Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edinmişti. Evlad edinmeden
vazgeçilmesi emredildiği zaman Zeyd (ra) Re-sululiah (sav)'ın ismi İle değil
babasına nisbet edilerek çağırılmaya başlandı. Bunun üzerine Zeyd'de bir
vahşet meydana geldi. O âyetlerden sonra gelen bu âyet Zeyd'i bir Ölçüde
teselli etti. Zira bu âyette Resulullah (sav)'ın bütün müminler üzerinde
şefkatli ve şümullü bir velayete sahip olduğu, bu bakımdan kendi öz
çocuklarıyla diğer müminlerin farklı olmadığı beyan ediliyordu. Resulullah
(sav)"m bu velayeti baki ve daimidir. Resulullah (sav) insanın her
yakınından daha yakın, onun hakkı İnsanların öz nefislerinin hakkından daha
üstündür. Çünkü o, halka ebedî mutluluğa ulaşmaları için emreder ve yasaklar. O
her mümin kadın ve erkeğin manevi babasıdır.
Onun temiz zevceleri
de müminlerin anneleridir. Öyleyse Resulullah (sav)'ın evladlıktan tahliye
ettiği mümin kimsenin mahzun olmaması lazımdır. Çünkü onun manevî babalığı
daimi ve bakidir. Bu sebeble müminler üzerine, Resulullah (sav)'ı kendi öz
nefislerinden daha çok sevmek ve onun emirlerini başkalarının emrinden daha
önce yerine getirmek farzdır. Onun haklarını, anne ve baba haklarına dahi
tercih etmeleri lazımdır. Çün- . kü Resulullah (sav), «Nefsim kudret elinde
olan Allah (cc)'a yemin ederim ki beni kendi öz nefislerinizden, anne, baba ve
eviadlarınızdan ve bütün halktan daha çok sevmedikçe imanınız kemale ermez.»
[16]
buyurmuştur.
Ya^Rabbi, bize onun
muhabbetini ve ona uymayı nasib et ve kıyamet günü onu bize şafaatcı kıl.
1-
Müfessirler şöyle rivayet ederler: Resulullah (sav), Tebük seferine
hazırlanarak halka da hazırlanmalarını emrettiler. Halkın bir kısmı, «Baba ve
annelerimizden izin alalım.» dediler. Bunun üzerine, «O peygamber müminlere öz
nefislerinden evladır...» âyeti nazil oldu.
[17]
2- Kurtubî
tefsirinde şöyle der: «Resulullah (sav) bir cenaze olduğunda «Onun bir borcu
var mıdır?» diye sorarlardı. Eğer borcu yoksa namazını kılardı. Borcu varsa,
«Gidin arkadaşınızın namazını kılın.» derdi. Fetihler çoğaldığı, hazine
zenginleştiği zaman Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de ahirette halkın
en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.»
âyetini okuyun. Hangi mümin öldükten sonra bir mal bırakırsa, o mal yakın
akrabalarınındır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim bırakırsa, onları bono
getirin. Çünkü o müminin ü en yakını benim.» buyurdu.»[18]
Birinci rivayet âyetin
nüzul sebebidir. Buhart'nin rivayet ettiği hadis İse, Resulultah (sav)'ın
velayetinin manasını göstermektedir.
Birinci İncelik: Âyetteki «evlaslık, herhangi birşeyle kayıtlanmayarak mutlak bir
şekilde zikredilmiştir. Bu, Resulullah (sav)'ın her hususta müminierin en
yakını ve en «evlausı olduğunu göstermektedir. Madem ki Resulullah (sav),
insanın öz nefsinden daha evladır, şu halde bütün Insanlardan evladır.
İkinci incelik;
Allahu taala, Resulullah (sav)'ın zevcelerinin müminlerin anneleri olduğunu
bildirmiştir. Buna göre, Resulullah (sav) da müminierin manevî babasıdır.
Resulullah (sav) zevcelerinin anneliği, hürmet,tazim ve haramlıktadır.
Bazı alimler, İmamın
üzerine, beytülmaiden fakirlerin borçlarını ödemesi farzdır demişlerdir.
Günkü İmam herşeyde Resulullah (sav)'a
uymak mecburiyetindedir. Resulullah (sav) ise, «Eğer öldüğünde geriye
borç
veya yetim bırakırsa
bana getirin. Çünkü o müminin en yakını
benim.» buyurmuştur. Yani Resulullah (sav) fakir bir müminin borcunu ödemek ve yetimlerine bakmak bana farzdır demiştir. İmam
da Resulullah (savj'tn
halifesi olduğuna
göre fakir müslümanların borçlarını
ödemesi farzdır.
Öyleyse devlet,
fakirlerin bütün ihtiyacını karşıladığı gibi, onların borçlarını ödeyecek ve
yetimlerine de bakacaktır.[19]
İbnü'l-Arabi: «Alimler
Resulullah (sav)'ın zevcelerinin bütün müminlerin mi, yoksa yalnız erkeklerin
mi anneleri olduğu hususunda ihtlfaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:
1-
Resulullah (sav)'ın zevceleri hem erkeklerin, hem de kadınların anneleridir.
2- Yalnız
erkeklerin anneleridirler. Sahih olan görüş de budur. Zira bu âyet Resulullah
(sav)'ın zevcelerinin haramlık bakımından erkeklerin anneleri gibi olduğuna
delalet etmektedir. Bu husus ise kadınlar İçin düşünülemez. Çünkü onlar zaten
kadınlardan örtünmüyorlardı. Hatta bir kadın Hz. Ayşe'ye anne deyince, Hz.
Ayşe ona, «Ben senin annen değilim. Biz yalnız sizin erkeklerinizin
anneleriyiz.» dedi.»
[20]
Kurtubî de şöyle der:
«Bu âyetin hükmünü yalnız erkeklere tahsis etmede bir fayda yoktur. Bana göre
onlar hem erkeklerin, hem de kadınların anneleridir. Çünkü onlara tazimde
bulunmak hem erkeklerin, hem de kadınların üzerine bir borçtur. Zira âyetin
başlangıcı da —«O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.»— buna delalet
eder. Bu başlangıç, hem kadınları, hem de erkekleri içine almaktadır.»
[21]
Kurtubî'nin görüşü,
İbnü'l-Arabî'nin görüşüne göre tercihe daha şayandır.
En doğrusunu Allah
(cc) bilir.
Alimler, mevzumuz
âyetle, «Sizin Al I ahin peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadıfğı gibi)
kendinden, sonra zevcelerini nikahta almanız da ebedi (caiz) değildir.» (Ahzab:
53) âyetine dayanarak, Resulullah (sav)'tan sonra, bütün zevceierlyle
evlenmenin haram olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu hükmün, onun bütün
zevcelerini, ister hayatında boşadığı, ister boşa madiği ve ister münasebette
bulunduğu, ister bulunmadığı bütün zevceleri içine alıp almadığı hususunda
ihtilaf edilerek İki aörüşe ayrılmışlardır:
1- İmam
Şafii (ra)'ye göre âyetteki «zevceleri»nden maksat, kendilerine Resulullah
(sav)'ın zevceliği isnad edilenlerdir. Resulullah (sav) hayatta iken ister
boşamış olsun, İster boşamasın. Bu haramhk hükmü hepsine sabittir. Çünkü
ayetin zahiri buna delalet etmektedir.
2-
İmamü'l-Harameyn'e göre İse, Resulullah (sav)'tan sonra ümmetine haram olan
zevcelerden maksat, Resulullah (sav)'ın yalnız münasebette bulunduğu
zevcelerdir. Çünkü, Hz. Ömer. hilafeti zamanında, Rö-sulullah (sav)'ın boşadığf
ve Mustaize ismiyle meşhur olan kadınla evlenen Eş'as bin Kays'ı recmetmeye
kalkıştı. Hz. Ömer'e, Resulullah (sav)'-ın onunla münasebette bulunmadığı haber
verilince Eş'as bin Kays'ı serbest bıraktı. Diğer bir rivayete göre kadın Hz.
Ömer'e «Benim kapıma ne perde asıldı, nede bana müslümanların annesi ismi
verildi. Bu adam neden recmedilsin.» demiş ve Hz. Ömer, Eş'as bin Kays'i
recmetmekten vazgeçmiştir.
Bu hususta sahih olan
görüş, İmamü'l-Harameyn'in görüşüdür. Kendileriyle evlenmek haram olan
zevceler, Resulullah (sav)'ın münasebette bulunduğu zevcelerdir. Resulullah
(sav), münasebette bulunduktan sonra talak-ı baîne İle boşasa bile, hickimse
ile evlenemez. Yalnız nikah akdi İse evlenmeyi haram kılmaz. İşte Mustaize adıyla
anılan kadın böyledir. Çünky Resulullah (sav), onunla nikoh akdi yaptıktan
sonra odasına girince kadın, «Senden Allaha sığınırım.» demiş, «Sen benden mi
Allana sığınıyorsun? Git ve ehline kavuş.» diyerek onu boşamıştı. Bundan sonra
kadın, «Ben şaki bir kadınım. Çünkü Resulullah (sav)'ın zevcesi olmak şerefinden
mahrum oldum.» demişti.»
[22]
((Akrabalar da Atlanın
kitabında birbirine diğer müminlerden v« muhacirlerden daha yakındırlar.»
âyetinden maksat, akrabalık derecesi ne olursa olsun, akrabalar, miras olmakta
yabancılardan daha yakındırlar. Daha evvel müslümantar din kardeşliği ve hicret
sebebiyle birbirlerine varis olurlardı. Bu âyet bu hükmü neshetmiştlr. Daha
önce bir muhacir, ölen ensari kardeşinin malına varis olurdu. Ensari de
muhacirin malına varis olurdu. Bu hüküm neshediterek verasetin ancak nesebîe
olabileceği bildirildi.
Bozt fokihler bu âyeti
delil alarak, ashab-ı furuz ve asabât denilen yakınları bulunmayan bir kimsenin
malının beytülmala kalmasından, zevit erham denilen dayı, teyze gibi kimselere
bırakılması daha uygun olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefi mezhebi ve fakihlerln
cumhuru bu görüştedir.
Fakihlerin bu
husustaki delilleri ise, mevzumuz âyettir. Çünkü bu â-yette, ölen kimsenin
yakınlarının —ftkhın feralz bahsinde beyan edilen oshab-ı furuz, asâbât ve anne
tarafından olon akrabalarının— mirasçı olmakta yabancılardan daha haklı
olduklarını bildirmektedir, ölen adam ile müslümanların beytülmalı arasında yalnız
dinkardeşliği bağı olduğu halde, ane tarafından olan akrabalarıyla hem din
kardeşliği bağı, hem de rahim bağı bulunmaktadır. Bu yüzden zevil erhamın iki
yakınlığı var demektir. Şu halde anne tarafından akrabaların mirasçı olmaları
beytülmal-dan daha haklıdır. Mesela: ölen bir insanın biri anne-baba bir
kardeşi, diğeri yalnız baba bir kardeşi olsa malının hepsi anne-baba bir olan
kardeşine düşer. Çünkü onun ölene yakınlığı İki yönlüdür. Bu yakınlık yalnız
babadan kardeşi olandan daha ^kuvvetlidir. Çünkü o, Wr yönlü bir akrabalığa
sahiptir. İşte zevil erham [da bunun gibi meytüimala göre İki yönlü bir
yakınlığa sahiptir.
İmam Şafii {ra) ise,
ölen kişinin ashab-t furuz ve asabâttan kimsesi yoksa onun malı anne tarafından
akrabalarına değil, beytülmala kalır görüşündedir. Zira verasette kitap* veya
sünnetten bir nassın bulunması lazımdır. Akıl ve görüş ile veraset verilmesi
mümkün değildir. Anne tarafından olan akrabalar hakkında kitap ve sünnetten
kesin bir nas olmadığı için ölen adamın malı beytülmala kalır.
Sahih olan Hanelilerle
fukahanın cumhurunun görüşüdür. Bu husustaki tafsilat fıkıh kitaplarının
feraiz bahsinde mevcuttur.
1-
Resulullah (sav)'ın tüm müminler üzerinde umumî bir velayeti vardır.
2-
Resulullah (sav)'ın şanına tazimen ondan sonra zevceleriyle evlenmek haramdır.
3-
Resulullah (sav)'a ve ehl-i beytine karşı müslümanların ikram ve ihtiramda
bulunmaları farzdır.
4- Din
kardeşliği ve hicret yoluyla veraset iptal edilmiştir. Veraset yalnızca
akrabalıkladır.
5- Şeriat-ı
garranın hükümleri Allah (cc) tarafından indirilmiş ve Kur'anda da tesbit
edilmiştir.
6- Sahih
olan kavle göre, zevil erham, beytülmaldan önce veraset hakkına sahiptir.
Allahu taalanın
hikmetlerinden birisi de İslâm toplumunun fertlerini birbirine akide ve din
bağlan ile bağlamasıdır. Bu bağlar İslâm toplumuna kuvvet ve izzet bahşederek
saadete erlştirmiştir.
İslâmın başlangıcında
veraset din kardeşliği ve hicret bağlarıyla olmaktaydı. Mesela; bir ensarî
muhacir kardeşini varis kılar, muhacir de kendi akrabalarını değil, ensari
kardeşini varis kılardı. Bu uygulama sonunda müminler arasında İman bağlan
'kuvvetlendi ve aralarında örnek bir İslâm kardeşliği teessüs etti. Müslümanlar
bir bina, tek bir gövde haline geldiler, islâm kardeşliği nesebi kardeşlikten,
din bağı, soy bağından daha sağlam oldu.
Daha sonra Allahu
taato din ve hicret yoluyla olan veraset hükmünü nesnederek verasetin ancak
neseb ve yakınlıkla olacağını beyan etti. İşte bu beyan İslâmın örnek
nazariyesi ite aile bağlarını kuvvetlendirdi. Çünkü kuvvetli bağlarla bağlanan
bir aile, faziletli bir toplumun temelidir. Aile içindeki alakaların
kuvvetlenmesi toplum yapısını da sağlamlaştırmakta* dır. Aile içindeki alakalar
çözüldüğü zaman ise cemiyette de çözülmeler olmaktadır.
Şu var ki, Allahu taala
her yakını varis kılmamıştır. Bir adamın varis olabilmesi için yakınlıkla
birlikte imanlı olması da jcabeder. Mesela; kafir olan bir oğul, müslüman
babasına varis olamaz. Müslüman olmayan bir kardeş, müslüman olan kardeşine
varis olamaz.
Allahu taalanın yakın
akrabalıkla beraber imanı esas alması, iman ile neseb arasında bir rabıta
meydana getirmiştir. Yakınlık ancak imanla menfaatlidir. Çünkü ailenin şerefi
din ile korunur. Kur'anın adli hükmü «Hısımlar Allanın kitabınca birbirine daha
yakındırlar. Allah herşeyl hakkıyla bilendir.» (Enfal: 75) ve «Akrabalar da
Allanın kitabında birbirine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha
yakındırlar.» âyetleriyle nazil olmuştur. Allahu taala bu âyetlerle hicret ve
din kardeşliği esasına dayalı veraseti neshederek verasetin ancak neseb yoluyla
olacağını beyan etmiştir.
Buharî'nin Ebu Hüreyre
(ra)'den yaptığı rivayete göre Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de
ahirette halkın en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminler öz
nefislerinden evladır.» âyetini okuyun. Hangi mümin öldükten sonra bir mal
bırakırsa, o mal yakın okrabalarımndır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim
bırakırsa, onları bana getirin. Çünkü o müminin en yakını benim.» buyurmuştur.
49- Ey iman edenler,
mümin kadınları nikahlayıp da sonra, kendilerine dokunmadan, onları
boşattığınız zaman sizin için üzerlerine sayacağınız bir İddetyoktur. O surette
onları faidelendirip kendilerini güzel bir şekilde salıverin.
(Nekahtüm):
Nikah, nikah akdine denildiği gibi cinsî münasebete de denir. Ayetteki manası,
nikah akdidir. *
(Temessuhünne):
Temessuh, mesh kökünden gelir. Buradaki manası fakihlerin icması ile elmadır.
(İddetin):
iddet, saymak anlamına gelir. Boşanan kadın, boşandıktan sonra günlerini sayar.
Şer'î ıstılahta ise, kadın rahminin boş ve temiz olduğu bilinecek kadar
beklemesi icabeden zamana denir. Bu zaman da üç aydır.
(Femettiuhünne): Mut'ot kökünden gelir. Mut'at.
İnsanın faydalandığı
mal veya elbiseye denir. Istılahı manası ise kişinin boşadığı kadına vereceği
maldır.
(Veserrihûhünne): Tasrih kökünden gelir. Bırşeyı salıvermek demektir. Buradaki manası
İse boşamaktır.
(Serâhen cemilen): Serah, boşamak, cemit, güzet demektir.
Allahu taala mümin
kullarına icmaien şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler, mümin kadınlarla nikah
akdi yaptıktan sonra onlara dokunmadan boşarsanız, o kadınlar üzerine
sayacağınız bir iddet yoktur. Çünkü siz onlara dokunmadan boşadınız. Soyunuza
saygı için evde oturup iddet beklemelerine lüzum yoktur. Onlara dokunmadığınız
için hamilelik ihtimali yoktur.
Bu durumda üzerinize
vacip olan, onların gönüllerini hoşnut etmek İçin bir miktar mal vermektir.
Zira boşamanızla onlarda bir vahşet meydana gelir. Vereceğiniz mal, hem o
vahşeti giderir, hem de halk içinde boşanmada suçsuz oldukları anlaşılır.
Onları boşadığımz zaman, onlan, üzerinizdeki haklarından mahrum etmediğiniz
gibi, söz veya fiille ezfyet de etmeyiniz. Zira bu sizin imanınızın
muktezasıdır, Allah (cc)"a itaatinizin bir nişanesldir.
En doğrusunu Allah
(cc) bilir.
Önceki âyetlerde
Resululiah (sav)'ın zevcelerinden bahsedilerek onlara hayatlarını, Allah
(cc)'a ve Resulüne itaatkar, dünyadan uzak, temiz ve kamil bir şekilde
sürdürmeleri icabettlği bildirilmiştir. Zira onlar diğer kadınlar gibi
değildirler. AHah tebarek ve taala onların yüksek şereflerini —ki Resululiah
(sav)'m zevceleri, müminlerin anneleri olmalarından gelmektedir— korumalarını
emretmektedir.
Bu âyette de
müminlere, kendilerine dokunmadan boşadıkları zevcelerinin hükümülerini beyan
ederek, bu boşamada müminlerin üzerine farz olanı bildirmektedir. İşte bu
İşaret ettiklerimiz, bu âyetle önceki âyetler arasındaki bağlantıyı temin
etmektedir.
[23]
Birinci İncelik: «Mümin kadınları nikahlayıp da...» âyeti, mümin bir erkeğin mümine ve
temiz bir kadınla evlenmesine işaret eder. Zira kadmırt-imanı onu iffetli kılar
ve onu ahlaksızlığa düşmekten korur. İmanlı bir kadın, kocasının namusunu o
yanında iken de, yanında olmadığı zaman da muhafaza eder. Allahu taala, «İman
eden bir cariye, müşrik bir kadından —bu, sizin hoşunuza gitse de— elbet daho
hayırlıdır.» (Bakara: 221) buyurmuştur.
İkinci İncelik:
«Sonra... onlan boşadığımz zaman...» âyetindekl «sümme» (sonra) kelimesi,
talakın uzun bir düşünceden sonra yapılmasına işaret eder. Zira talak, Allah
(cc)'tn buğzettiği işlerden birisidir. Çünkü talak, aile hayatını yıkmaktadır.
Hatta bazı faklhler bu âyetin talaktan kaçınmaya işaret ettiğini
söylemektedirler. Çünkü talak, ancak aile hayatının tamamen bozulması halinde
mubahtır. Buradaki hüküm, ister evlenir evlenmez, ister bir müddet sonra boşasm
değişmez.
Üçüncü İncelik: «Sizin İçin üzerlerine sayacoğınız bir İddet
yoktur.»
âyetinde «iddet»in
erkeklere isnad edilmesi, İddetin erkeğin hakkı olduğuna işaret etmektedir.
Öyleyse kadının «iddet» beklemesi, neslin temizliği ve korunması için vaciptir.
Çünkü her erkek çocuğunun temiz olmasını ister. Ektiği tohumunun başkalarının
suyu ile sulanmasını ise hic istemez.
Meşhur olan kavle göre
«iddet», insan ile Allah (cc) arasında müşterek bir haktır. Çünkü soyların
karışmasına ve bozulmasına mani olmak Allah (cc)'ın hakkıdır. Bundan dolayı
fakihler iddetin birçok hikmet ve sebebi olduğunu söylemişlerdir. Kadtn
rahminin temizlenmesi ve bunun Allah (cc)'ın bir emri olduğu için beklenmesi bu
hikmetlerdendir. •
Fakihler, «Mümin
kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunma-don, cnları boşadığımz
zaman...» âyetine dayanarak, talakın nikahtan Önce olamayacağında icma
etmişlerdir. Çünkü Allahu taala âyette evvela «nlkahn sonra «talaksı
zikretmiştir. Resululiah (sav) da «Nikahtan evvel talak yoktur.» buyurmuştur.
Yalnız, bir kimsenin,
«Ben falanla evlenirsem, o benden boştur.» veya «Evleneceğim kadın benden
boştur.» gibi sözlerle kadının talakını nikaha bağlaması halinde boşamanın vaki
olup olmayacağı hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır.
İmam Şafii (ra) ile
İmam Hanbel (ra)'e göre. bir kimse evleneceği bir kadının veya evleneceği
herhangi bir kadının talakını nikaha bağlaması ve sonra da o kadınla evlenmesi
halinde o kadın boşanmış sayılamaz. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet
edilmiştir.
İmam Ebu Hanife (ra)
ile İmam Malik (ra)'e göre İse evlenilmeden önce talak bir kadının nikahına
bağlanırsa —mesela, «Ben Hind İle evlenirsem, o benden boştur» denilirse— o
kadınla evlenildiği takdirde kadın hemen boş olur. Bu görüş de İbni Mes'ud'dan
rivayet edilmiştir.
Şafii ve Hanbelilerin
delilleri:
1- Nasıl
yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun» demekle talak vaki olmazsa, evlenilecek
bir kadına, evlenmeden önce, «Seninle evlenirsem benden boşsun.» denilmesiyle
de talak vaki olmaz. Zira talak İçin nikah mülkiyeti lazımdır. Böyle bir halde
ise nikah mülkiyeti yoktur.
2- Resulullah
(sav), «İnsan malik olmadığı birşeyi nezredemez. Malik olmadığı bir köleyi
azad edemediği gibi, malik olmadığı bir kadını da boşayamaz.» buyurmuştur.
[24]
Sahabe ve tabiinin
cumhuru da bu görüşte İdiler. Hatta imam Buharı. «Nikahtan evvel talak yoktur.»
bahsinde sahabi ve tabiinden 24 kişinin adını saymıştır. Bu görüş İbni Abbas
(ra)'tan da rivayet edilmiştir. İbni Abbas (rp)'a, «Bir adam evlenmeden önce
evleneceği kadının talakını nikah akdine bağlasa kadın boş olur mu?» diye
sorulunca, «Boş olmaz.» cevabını vermiştir.
İbni Abbas (ra)'a,
«İbni Mes'ud (ra) bu hususta sana muhalefet ederek böyle bir talakın vukuuna
hükmediyor.» denilince de, aAllah (cc) Ebu Ab-durrahman (ra)'ı affetsin. Eğer
onun dediği gibi olsaydı, Allahu laalanın «Ey iman edenler, mümin kadınları
-boşayıp da sonra nikahladığınız zaman...» demesi gerekirdi. Halbuki Allahu
taala öyle değil, «Ey iman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra...
boşadığınız zaman...» demektedir.» demiştir.
Hanefi ve Maliküerin
delilleri:
Hanefi ve Malikilere
göre. talakta hem nikah mülkiyetine, hem de talakın nikah mülkiyetine izafe
edilmesine itimad edilir. Şu var ki, talak nikah mülkiyetine izafe edildiği
zaman, mülkiyet tahakkuk edinceye, kadar askıda kalır. Mesela bir kimse bir
kadına, «Eğer seninle evlenirsem boşsun,» dese, adamın talakı nikah akdine
bağlaması sahihtir. Fakat talak o an vaki olmaz. Talak, ancak o kadınla
evlendikten sonra vaki olur.
Talakın nikaha
bağlanması, bir adamın karısına, «Eğer şu eve gidersen benden boşsun.» demesi
gibidir/Burada da talak, ancak kadının o eve gitmesi ile vaki olur. O eve
gitmediği takdirde talak vaki olmaz. Öyleyse bu meselede de taîak. adamın
kadınla evlenmesinden sonra vaki olur.
Hanefi ve Maliki
alimleri, Şafii ve Hanbelilerin yaptığı kıyas hakkında şöyle derler: Yabancı
bir kadına «Sen benden boşsun.» denilmesi ile, evlenilecek bir kadına
evlenilmeden önce, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.» denilmesi arasında açık
bir fark vardır. Çünkü bir adamın yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun.»
demesi lağv bir kelamdır. Bu nikahına malik olmadığı bir kadını boşamaktır ki,
talak vaki olmaz. Ama kişinin bir kadına, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.»
demesi, talakı evlenme akdine bağlaması demektir. Kİ, evlendiği takdirde talak
vaki olur. Bu ikisinin arasında açık bir fark vardır.
Bu görüşle de
alimlerden büyük bir topluluk hükmetmiştir. Bunlardan biri de İbni Mes'ud
(ra)'dur. Delili en kuvvetli olan ve en ihtiyatlı olan görüş de onun
görüşüdür. Bu hususa İbnü'l-Arabi ve Cessas da dikkat çekmişlerdir.
Özet olarak, nikahtan
sonra talak, bütün fakihlerin ittifakıyla vaki olur. Yine bütün fakihler
taalluksuz bir kadına «Sen benden boşsun.» demekle talak vaki olmayacağında
ittifak etmişlerdir.
Hanefiler ve Malikiler
nikah akdine bağlanılan talakın nikahla beraber vaki olacağına hükmetmişlerdir.
Şafii ve Hanbelllere göre İse böyle bir talak vaki olmaz.
«Herkesin (her kavim
ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yönet! vardır.» (Bakara: 148).
Âyetteki, «Mümin
kadınları nikahlayıp da sonra, kendilerine dokunmadan...» ifadesinin —ki
burada «dokunmak», cimadan kinayedir— zahirine göre çiftin bir arada kalmaları,
münasebetin icabettirdiği iddet ve mehri gerektirmez. İmam Şafii'nin görüşü
budur. Delili ise, Allahu taalanın kadının cinsi münasebetten evvel boşanması
halinde iddet olmadığını bildirmiş olmasıdır. Halvet, bir arada kalma cima
demek olmadığına göre, iddet ve mehir gerekmez.
Cumhur ise, halvet
halinin de münasebet gibi, mehrin tamamını ve iddeti İcabettirdiği
görüşündedir. Delilleri de şunlardır.
1- Dare
Kutni. Sevban'dan rivayet etmiştir: «Resulullah
(sav), «Her kim kadının başörtüsünü açıp bakarsa, ister münasebette
bulunsun. İster bulunmasın onun mehrini vermesi icabeder.» buyurmuştur.
2- Rivayet
edildiğine göre Hz. Ömer, «Bir kimse nikahlandığı kadınla perde asarak halvet
olur ve onun avretini görürse, o kadına iddet beklemek farz olduğu gibi
kocasına mirasçı da olur. Kocası onun mehrini de tam olarak vermelidir.» demiştir.
3- Zurore
bin Ebi Evfa'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Raşid halifeler, nikahlandığı
kadınla halvet olan bir adamın, o kadınla ister münasebette bulunsun, İster
bulunmasın, mehrini tam olarak vermesine ve kadının iddet beklemesinin farz
olduğuna hükmetmişlerdir»
Görüldüğü gibi
cumhurun delilleri daha kuvvetlidir. Çünkü bir adamın karısıyla bir sene aynı
yatakta yattığı halde münasebette bulunmaması mümkündür. Öyleyse icabeden o
adamın kadının mehrini tam olarak vermesi ve kadının da iddetinl beklemesidir.
Çünkü uzun zaman bir arada bulunmuşlardır. Aralarında çıkacak ihtilafı da ancak
bu hüküm halledebilir.
Ancak, halvetle
iddetin vacip olduğunu söyleyenler arasında ihtilaf vardır. Kimisine göre
kadının İddet beklemesi diyaneten değil, hükmen farzdır. Zira kadı zahirle
hükmeder. Kimilerine göre de kadının iddet beklemesi hem diyaneten, hem de
hükmen farzdır. Sahih olan görüş ikinci görüştür.
İmam Şafii (ra)'ye
göre kadının iddeti birinci talaktan itibaren sayılır. Yeniden iddet sayma yo
lüzum yoktur.
İmam Ebu Hanife (ra)
ve İmam Malik {ro)'e göre ise. kadının İddeti, kocanın ricattan sonra yaptığı
ikinci talaktan itibaren sayılır.
İmam Şafii'nin delili:
Boşanan kadının
iddeti, birinci .talaktan itibaren sayılır. İddetin, ricattan sonra yapılan
ikinci talaktan itibaren sayılmasına lüzum yoktur. Zira ikinci talakına iddet
yoktur. Çünkü talak ricattan sonra, münasebette bulunulmadan yapılmıştır.
İkinci talakın birinci talak İte icabeden İddeti iptal etmesi uygun değildir.
Çünkü adamın birinci talakı münasebetten sonra yapılmıştır. Bu sebeble şariin
İddet hükmüne uyulması vaciptir. Zira o adanvn karısına yaklaşmadan yaptığı
talak, ricat etmeden iddeti İçerisinde yapttğı talak hükmündedir. Öyleyse, bir
adam karısının her temizlenişinde bir talak vermiş olsa, üçüncü talakı
verişinde kadın ondan tamamen bos olur. İddet yenilenmez.
Hanefi ve Malikilerin
delilleri:
Kadının ikinci
talakından sonra yeniden iddet beklemesi gerekmektedir. Zira ikinci talak ile
ricat arasında herne kadar halvet ve temos yoksa da o talak münasebetten önce
yapılmış bir talak sayılamaz. O kadın ile daha önce münasebette bulunulmuştur.
Bundan ötürü o kadtn münasebette bulunulmuş bir kadın hükmündedir.
Kurtubi, İmam Malik
(ra)'ten naklen şöyle der: «Bu kadın yeniden Id-det beklemek zorundadır. Htm
erbabının ekserisinin görüşü de budur. Bu kadm nafakada, ev ve gîyîm
hususlarında münasebette bulunulmuş kadınlar hükmündedir. Basra, Küfe, Mekke;
Medine ve Şam fakihlerinin cumhuru bu görüştedir.»
«Onları
foidelendirirt.» âyetinin zahiri, temastan önce boşanan Kadınlara ister nikah
akdinde onlara bir mehir tayin edilsin, ister edilmesin, bir miktar mal
verilmesini icabettirir. «Boşanan kadınların fa meşru surette faldelenmelerl
haklarıdır ki bu, Allahtan korkanlar için bfr vazifedir.» (Bakara: 241) âyeti
de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Öyleyse ayet, boşanan her kadına bir miktar
ma! verilmesini gerektirmektedir.
Fakihler, boşanan her
kadına birmlktar mal verilmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir.
1- Verilecek
mal, boşanan her kadın için, ona nikah akdinde ister mshlr tayin edilsin, ister
edilmesin, farzdır. Çünkü âyetin zahiri bunu amirdir. Bu, Hasan-ı Basri'rrin
görüşüdür.
2-
Kendisiyle münasebette bulunulmadan boşanan kadına —ki ona nikah akdinde de bir
mehir tayin edilmemiştir— bir miktar mal verilmesi vaciptir. 8u da Hanefi ve
Şafjilerin görüşüdür. İbnİ Abbas (ra) da bu görüşle hükmetmiştir. Fakat bu
kadına nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, mal verilmesi vacib değil,
müstahabtır.
3- Bütün
boşanan kadınlara talaktan sonra bir mlktor mal verilmesi müstahabtır. Boşanan
hiçbir kadına talaktan sonra mehrinden başka bir mal vermek vacib değildir.
Malikilerin görüşü de budur.
Bize göre Hanefi ve
Şafiilerin görüşü daha tercihlidir. Çünkü Ibni Abbas'ın görüşü de budur.
1- Evlenecek
bir müslüman iffetli ve temiz bir mümin kadın seçmek zorundadır.
2- Talak
aile hayatını yıkar. Bu sebeble kadın, ancak şerlatin zaruri saydığı hallerde
boşanır.
3-
Münasebette bulunulmadan boşanan kadına Iddet beklemek, kitap ve icma ile farz
değildir.
4- Kocanın
boşadığı karısını hoşnut etmek için bir miktar mal vermesi lazımdır.
5- Erkeğin
boşayacağı karısına eziyet etmesi haramdır. Kocanın karısını en güzel surette,
salıvermesi lazımdır.
Allahu teala evliliği
insan soyunun bekası için meşru kılmıştır. Evlilik temellerini ve aile hayatını
en mukaddes bağlarla kuvvetlendirmiştir. Kan-koca'arasındaki hayatı konuşma,
yardımlaşma, sevgi ve muhabbet temelleri üzerine kurmuştur. «Size
nefislerinizden, kendilerine ısınmanız İçin zevceler yaratmış olması, oranızda
bir sevgi ve esirgeme yapması da O'nun âyetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda
fikrini iyi imal edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.» (Rum: 21)
İslâm, kadını boşamayı
ancak istisnai ve zaruri hallerde mubah kılmıştır. Çünkü insan karşılaştığı
müşküllerden talakla kurtulabilir ve mahrum olduğu saadete ulaşabilir. Buna
rağmen talak, Allah (cc) katında helallerin en çirkinidir. Çünkü talak ile
evler yıkılır, aileler zayolur, çocuklar bedbaht olur. Yalnız zaruret
hallerinde talaktan başka çare bulunamaz. Bu durumda bile boşama sebeblerlnin
çok açık olması gerekmektedir. E-ğer geçimsizlikten kurtulmak için başka çare
kalmamışsa talak o zaman yapılmalıdır.
İslâm bu geçimsizliğe
ve sebeb olduğu 'kötülüğe son vermek İçin talakı mubah kılmıştır. Ailesini
boşayacak kimse uzun uzun düşünmeli, geleceği hesab etmeli.ve kararını Öyle
vermelidir. Zira taiak ancak huzur ve saadet 'için yapılır. Geçimin acılığı,
hayatın zorluğu talakla giderilir.
Talak emin bir yolla
yapılmazsa aile emniyet ve istikrardan mahrum kalır. Çünkü talak iki ağızlı bir
kılıca benzer. İnson talakla yo zorluklan, kötülükleri defeder veya zorluk ve
kötülüklere düşer.
Bir erkek, nlkohlandığı
bir kadını, münasebette bulunmadan basarsa, onun yeniden evlenmesine mani
olmaya hakkı yoktur. Zira o kadın için iddet yoktur. İddet, kadın rahminin
temizliğinden emin olmak, soyların birbirine karışmasını önlemek için farz
kılınmıştır. Talak eğer cinsî temastan önce olursa, o zaman ne iddet vardır,
ne de kadının evlenmesine mani olunabilir. Kocasının onu iyilikle Salıvermesi
lazımdır. Koca iki kötülüğü bir araya toplamamalıdır. Bunlardan birisi,
karısından hiçbir şey görmeden boşaması, ikincisi, kadının evlenmesine mani
olmaktır. Bunun için Allahu taala, «O surette onları faidelendirip kendilerini
güzel şekilde salıverin.» buyurmuştur. Allahu taala kadının şerefini bu şekil
de koruduğu gibi erkeğin ona kötülük ve düşmanlık etmesine de mani olmaktadır.
Allahu taala herkesin
hakkını layıkıyla korur. Ne kadına zulmeder, ne de erkeklerin hukukuna tecavüz
ettirir. Allah (cc), erkeklere de, kadınlara da hayat sahasını geniş
yaratmıştır.
50- Ey peygamber,
mehirlerlnl verdiğin zevceleri ve Atlanın sana gonimet (olarak nasib)
ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle bercber (Medine'ye)
hicret eden amcanın kızlarım, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin
kızlarını, bir de eğer mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp da eğer
peygamber de nikahla atmak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer müminlere
değil, yalnız sana has olmak üzere— senin için helal kıldık. Öbür (mümln)lerin
zevceleri ve sağ ellerinin malik oldukları {cariyeleri) hakkında uhdelerine ne
farzetmiş olduğumuzu bildirdik. {Bağış suretiyle İzdivacın sana tahsisi) senin içtn hiçbir darlık olmaması içindir.
Atlah çok yartığayıcıdır, çok esirgeyicidir.
51- Onlardan kimi
dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nöbetinden) geri bıraktıklarından kimi
İstersen (nezdine almak)ta sana güçlük yoktur. Gözteri aydın olup tasalanmalarına
ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnud olmalarına en elverişli ofan budur.
Allah kalblertnizde olanı bilir. Allah (herşeyi) hakkıyla bitendir, uku-betts
acele etmeyendfr.
52- Bundan sonra
kadmlorO almanj ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna
gitse de sana helal olmaz. Sağ elinin ma-fflc olduğu (coriyeler) müstesna.
Allah herşeye hakkıyla nlgehbandır.
'°SAfctelnoî: Ihlol kökünden gelir, helal kılma dernektir.
(Ücurehünne): Nikah kesimleri, mehir.
(Meleket yominüke): Sağ elinin malik oldukları. yani cariyeler.
(Efâellahü):
Efâe, fey kökünden gelir, ganimet demektir. Âyetteki anlamı, Allah (cc)pın sana
harp vasıtasıyla verdiği demektir.
(Hacernemaake):
Hicret kökünden gelir. Göç etmek manasmdadır. Sertinle hicret edenler
demektir.
(Yestenkihehâ): İstinkah kökünden gelir. Nikah taleb etme
demektir.
(Hallsoten): Yalnız sana mahsustur.
(Mâferezno aleyhim): Müminlere dörtten fazlasıni (arz kılmadık.
leştîrmek demektir.
(Haracün): Sıkıntı,
darlık.
(Turcii):
Tehir, erteleme.
ı'vi): Eva
kökünden gelir, zammetmek, bir-
(Tegarra együnühünne):
Onlar hoşnut
olurlar,
(Allmen halimen): Herşeyi hakkıyla bilen ve hıc-kinuîoyo acilen ceza
vermeyen
Allahu taala sevgili
peygamberine çeşitli sınıflardan kadınları mubah kılmıştır. Bunlar, mehrini
vermek suretiyle aldığı kadınlar, kendilerini me-hfrslz olarak Resululloh
isavj'a hibe eden kadınlar, cariyeleri ve kendi akrabafarı olan Kureyş ve Beni
Zühre kabilesinden hicret eden kadınlardır. Allahu taala hiçkimseye tanımadığı
bazı hususi hak ve hükümleri Resulut-lah (sav)'a tanımıştır. Bunlar vasıtasıyla
da tebliğ ve risaletin yayılmasını kolaylaştırmıştır.
Resulullah {sovja has
olan bu hükümlerden bazıları, onun dört kadından fazla evlenmesi, kendilerini
mehirsiz olarak hibe eden kadınlarla evlenebilmesi, Resulullah (sav)'a kadınlar
arasındaki taksimatın farz olmamasıdır. Bunlar Resulullah (sav)'ı
şereflendirmek ve Allah (cc) katındaki makamının yüksekliğini göstermek için
verilmiştir.
Müslim, sahihinde Hz.
Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Ben kendilerini Resuluîlah (sav)'a hibe eden
kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten
haya etmez mi?» derdim, Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyeti
nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resulullah (sav)'a, «Görüyorum ki
Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiriyor,» dedim.»
[25]
Âyeti kerimelerin
manaları icmalen şöyle: Ey nebi, biz sana mehirle-rinl verdiğin zevcelerini,
sağ elinin malik olduğu harp esiri cariyelerini, amca, hala, dayı ve teyze
kızlarından seninle hicret eden kadınları sana helal kıld'k. Ayrıca sana, sırf
Allah (cc) ve Resul (sav) sevgisi için kendilerini hibe eden şaline kadınları
da mubah kıldık, Kendilerini hibe eden kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak
evlenebilirsin. Bu evlilik müminlere değil, yalnız sana mubah kılınmıştır.
Müminlere nikah akidlerinde nikah şartlarını farz kıldık. Onların sağ ellerinin
malik bulunduğu cariyelerin dışında mehir vermelerini de farz kıldık. Fakat
sana -kolaylık olması bakımından birçok hususiyetler tanıdık. Bunları sana bir
zorluk, bir darlık olmaması için tahsis ettik.
Ey Resul, dilediğinin
nöbetini erteler, dilediğini de yanına alabilirsin. Boşcfdıktnn sonra da
dilediğini ricat ederek geri alabilirsin. Sana verilen bu haklar, onların
kalblerinln rahatı için en uygun yoldur. Çünkü onlar, bu durumda yaptıklarını
Allah (cc)'ın emir ve ruhsatıyla yaptığını bilirler. Bu yüzden yaptıklarına
razı olurlar, gönül hoşluğu İle kabul ederler. Allahu îaola kq!blerin gizlediklerini
en iyi bilen, emirlerine muhalefet ederek İsyan edenleri de cezalandırmakta
acele etmeyendir.
«Ey peygamber,
zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişam)'mı arzu
ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle
salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olunca. Resulullah (sav)'ın zevceleri
boşanacaklarından korkarak, «Ya Resulullah, bize malından ve nefsinden
dilediğini ver, yalnız bizi nikahında bırak.» dediler. Bunun üzerine, «Onlardan
kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına
alabilirsin...» âyeti nazil oldu.
[26]
Birinci incelik: «İhlahıin manası helalliktir. Âyetteki, «senin için helal kıldık»
ifadesi, birşeyi haram veya helal kılmanın, teşriinin yalnız Allah (çç)'a
mahsus olduğuna delalet eder. Resul ise hükümleri kullara tebliğ edicidir.
Hiçkimse kanun yapma veya helal yada haram kılma hakkına sahip değildir. Çünkü
Allahu taala, «Hüküm a İlahtan başkasının değildir.» (Yusuf: 40) buyurmuştur.
İkinci incelik:
«...Mehirlerİni verdiğin zevceler...» âyeti, Allahu taala-nın peygamberine en
efdal ve ekmel olanı ihtiyar ettiğine işaret etmektedir. Zira mehri vermek,
ertelemekten daha hayırlıdır.
Bazı sahabiler,
evlenmeye güç yetiremediklerinden şikayet edince Resulullah (sav) onlara,
«Sizin zırhınız yok mu? Onu mehir edin » buyurmuştur. Mehrin bir kısmını
ertelemek veya yansını vererek diğer yarısını borca bırakmak sonradan Örf
haline gelmiştir. Bu da genç kızların geleceklerini teminat altına almak
düşüncesiyle mehrin çok yükseltilmesinin bir sonucudur.
Üçüncü incelik:
Âyetteki, «Allanın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden soğ elinin malik
olduğu kadınları...» ifadesindeki tahsis, satın alınan cariyelerden daha efdal
ve hayırlı olduklarına işaret etmektedir. Çünkü Daru'l-Harbten alınan
cariyelere «temiz cariye» ve anlaşma yoluyla alınan cariyelere de «pis cariye»
denilir. Allahu taala bu âyette de bildirdiği gibi peygamberine ancak temiz
olanları nasib etmiştir.
Dördüncü İncelik: Resulullah (sav)'ın âyette üç defa peşpeşe «peygamber» unvanıyla
anılması, Resulullaha has olan hükümlerin Allah (cc) tarafından verildiğini ve
onun peygamberliğinden dolayı olduğunu göstermektedtr. Ayrıca peygamberin
şanının büyüklüğünü ve onun bu şerefe layık olduğunu beyan etmektedir.
Fakihler, nikah
akdinin ancak «nikah» ve «evlenmek» gibi sarih lafızlarla yapılacağında
ittifak etmişlerdir. Zira Al fa hu taala, «...Onları sahiplerinin İzniyle
kendinize nikahlayın.» (Nisa: 25} buyurmuştur. Şu halde «nikah» ve «evienme»
kelimeleri kitap ve sünnette varid olmuştur.
Fakihler, mubah kılma,
helal kılma, emanet verme veya alma, rehin ve temettü kelimeleriyle nikah
akdinin caiz olmadığında.da ittifak etmişlerdir. Fukahanın cumhuruna göre
»Ücret» kelimesiyle de nikah akdi caiz değildir.
Ebu Hasan-ı Kerhî (ra)
ise, «icare» kelimesiyle nikah akdinin caiz olacağı görüşündedir. Zira Allahu
taala, «Ücretlerini (mehir) verdiğin kadınları» buyurmuştur. Görüldüğü gibi
Allahu taala «mehir» kelimesini «üc-rst» olarak isimlendirmiştir. Öyleyse
«ücret» ve «icare» lafızlarıyla tahakkuk eden nikah akdinde mehir verilmesi
vacibtlr. Şu halde «ücret» keli-mesiyie nt-kmh akdi yapılması sahihtir.
Kerhî'nin görüşünün
reddi: Şüphesiz «ücretsin manası nikah akdine muhaliftir. Zira nikah akdi ebedî
olarak yapıl.r. Ni.';ahta belirli bir vakit tayin ed&mesi nikahı ibîal
eder. İcare akdi ls=* muvakkat bir zaman için yap:iır. Hona bir zaman tayin
edilmeden yapılsa bile yine muvakkat olur. An be om yenilenir. MasıS olurda
ebedi bir akid olan nikah, böyle geçici bir akkHe tohakktufe eder?
İcare, bjrşeyin
menfaatinin karşılığında yapılan akiddir. Mehir ise bir-şeyin karş&ğı
değildir. Alla&u taalanın evliliğin ve kadının temizliğini ortaya koymak
için vocib ettiği bir hediyedir. İşte bunun ipin mehir zik-redilmekuzin yap:km
nikah okdi sahih olur. Mehirsiz yapılan nikah akdinden sonra karı koca
arasında münasebet olursa erkeğin karısına «mehr-i misil» (kadının annesinin,
teyzesinin, kız kardeşinin mehri kadar mehir} vermesi icabeder. Öyleyse «icare»
lafzıyla nikah sahih olmaz. Zira batıl olan Mut'a nikahı ile sahih nikah
birbirinden seçilemez. Bundan dolayı Hanefi fakihlerinden hiçbirisi bu hususta
Ebu Hasan-ı Kerhî (ra)'ye muvafakat etmemiştir.
«Hibe» lafzıyla nikah,
cumhura göre caiz değil. Hanefilere göre ise caizdir.
Hanefilerin
delilleri:
:
Hanefiler aşağıdaki delillere
dayanarak nikah akdinin «hibe» kelimesi ile yapılmasının caiz olduğuna
hükmetmişlerdir
1- «...Eğer
mümin bir kadın kendisini peygambere bağışlayıp (hibe) de eğer peygamber de
nikahta almak isterse...» âyetinde Allahu taala «hibe» lafzı ile yapılan akde
«nikah» ismi vermiştir. Bu isimlendirme nikahın «hibe» lafzıyla yapılmasının
caiz olduğuna delalet eder. «Hibe» lafzıyla yapılan nikah peygambere caiz
olunca bizim için de caiz olması lazımdır. Zira peygambere uymakla emrolunmuşuz.
2- Peygamber
ve ümmeti nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılmasında eşittirler. «...Diğer
müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere...» öyetinin işaret ettiği
hususiyet ise Peygamberin mehlrsiz olarak evlene-bilmeskllr. Çünkü bu âyet
Resulullah (sav)'a tanınan hususiyetin bir darlığı giderdiğine işaret
etmektedir. Buradaki sıkıntı ise mehrln lüzumunda-d.r. Mehri temin için
çalışmak lazımdır. Resulullah (sav) ise daima rlsalet vazifesiyle meşguldür.
Yoksa nikah akdinin «nikah» veya «evlenmek» la-fızlarıyla yapılmasında bir
zorluk yoktur ki, «hibe» lafzı Resululiah (sav)'a hasredilsin. Buna göre
mehirsiz nikahlamak yalnız Resulullaha has bir hükümdür.
3- Hz.
Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben kendilerini Resulullah hibe eden
kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten
haya etmez mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti
nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Re-suluilah (sav)'a, «Görüyorum ki
Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiriyor.» dedim.»
4- Sehi bin
Saad'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kadın, Resulullah (sav)'a gelerek, «Ya
Resuiullah, ben kendimi sona hibe etmek Icin geldim.» dedi. Resulullah (sav),
kadına bakarak tasvip etti. Sonra başını eğdi. Sahabilerden bir kişi, «Ya
Resuiullah, eğer bu kadına ihtiyacın yoksa benimle evlendir.» dedi. Resululloh
(sav) ona, «Maldan neyin var?» diye
sordu. Adam. «Hiçbir şeyim yok.» dedi. Resulullah (sav), «Kur'an-dan ne
biliyorsun?» diye sordu. O 6a, «Kur'andan şu ve şu sureleri biliyorum dedi.
Resulullah (sav), «Kur'andan ezberlemiş olduğunla bu kadını sana temlik ettim.»
buyurdu.» Oördüldüğü gibi Resulullah
(sav), nikah akdini «temtik» kelimesiyle yapmıştır. «Hibe» lafzı da
temlik lafızlarından olduğundan, nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılması da caizdir,
öyleyse temlike, delalet eden her lafızla nikah akdi yapmak caizdir.
[27]
Cumhurun delilleri:
Maliki, Şafii ve
Hanbeliler, aşağıdaki delillere dayanarak «hibe» lafzıyla nikah ekdinin caiz
olmadığına hükmetmişlerdir:
1- Allahu
taala, mehirsiz olarak ve «hibe»
lafzıyla nikahlanmayı Resulullah (sav)'a has kılmıştır. Zira Allahu
taala, «...Eğer mümin bir ko-dın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da eğer
peygamber de onu nikahta almak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer
müminlere değil yafnız sana has kılmak üzere senin için helal kıldık.»
buyurmuştur. Âyetteki. «...Mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp
(hibe) da...» ifadesi İle, «Diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak
üzere» ifadesi, bir kadının hibe yoluyla helal olmasının yalnız peygambere has
olduğuna delalet eder. öyleyse «hibe» lafzıyla evlenmek yalnız peygambere
mahsustur.
2- Cumhura
göre, peygambere mahsus olan birşeyde başkasının ona ortak olması caiz
değildir. Âyet de bunun (mehirsiz olarak, hibe yoluyla evlenmenin) peygambere
has olduğuna delalet etmektedir. Siz, «hl-bi»e lafzıyla evlenmenin Resulullah
(sav)'ın dışındakilere mubah olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?
3- Sehİ
bin Saad'dan rivayet edilen hadiste
Resulullah (sav)'ın, tKur'andan
ezberlemiş olduğunla bu .'kadını sana temlik ettim.» demesi, Hanefilerin iddia ettiği gibi «hibe»
lafzıyla nikah akdi yapılabileceğine delalet etmez. Çünkü bu
hadisin diğer rivayetinde, «Sen git, seni o kadınla evlendirdim.» ifadesi
vardır, öyleyse temlike delalet eden her lafızla nikah akdi yapılamaz. Çünkü
icare lafzı da temlike delalet ettiğ! halde, bütün fakihlerin ittifakı ile
onunla nikah akdi yapılamaz.
Tercih edilen görüş,
cumhurun görüşüdür, imam Cessas'ın da uzun uzun bahsettiği gibi, Hanefilerin
delilleri herne kadar kuvvetli ise de, «hibe» lafzıyla nikahın peygambere
mahsus olduğuna dair açık nas varid olmuştur. Zahir olan, hükümdeki İfadelerde
lafız ile mananın ortak olmasıdır. Yoksa lafız değil, yalnız manaya hamletmek
ndsdan gelecek bir delile muhtacdır. Nikahta kullanılacak kelimelerde kıyas
carî değildir. Buna göre cumhurun görüşü daha tercihlidir. İmam Malik'in de
dediği gibi, ehibe» nikah kabul edilse bile bu, peygamberden başkasına helai
değildir.
Allah (cc) en
doğrusunu bilir.
Âyetin zahirine göre,
kendisiyle hicret etmeyen kadınları Resuluflahın nikahlaması helal değildir.
Zira âyetin devamında, «...Seninle beraber (Me-dineye) hicret eden...» buyuru I
muştur. Alimlerden bazıları âyetin bu zahiri manasını aynen kabul etmişlerdir.
Kadı Ebu Ya'ia, «Âyetin zahiri, hicret etmeyen kadınların Resululîah (sav)'a
helal olmadığına delalet ediyon demiştir.
[28]
Ümmühani binti Ebu
Talib; «Resululîah (sav), bana düğür oldu. Ben ona özür beyan ettim. Özrümü
kabul etti. Sonra «Ey peygamber, mehir-lerini verdiğin zevceleri ve Allahın
sana ganimet (olarak nasib) eniklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları,
seninle beraber (Medİneye) hicret eden amcanın kızlarını, dayının kızlarını,
teyzenin kızlarını...» âyeti nazil olunca ben Resululîah (sav)'a haram oldum.
Çünkü ben, onunla Medine'ye hicret edenlerden değildim. Ben Mekke'nin fethinde
esir edildikten sonra serbest bırakılan (tulekâ) kadınlardandım.»
Müfessirlerin cumhuru
ise, hicret herne kadar âyette geçiyorsa da Resululîah (sav) ile evlenmenin
helal olma şartlarından olmadığı görüşündedir. Âyette «hicretsin zikredilmesi,
onun faziletini beyan etmek içindir. Âyet Resululîah (sav)'ın evleneceği
kadınların sınıflarını beyan etmektedir. Bunlardan hangi sınıfın daha
faziletli olduğunu beyan etmektedir.
Ebu Hayyan şöyle der:
«Âyetteki «...Seninle beraber (medineye) hicret eden...» tahsisi ise,
Resufuilah (sav) ile hicret eden akraba kadınlarının hicret etmeyenlerden daha
faziletli olduğunu beyan etmektedir. Yoksa diğer kadınları haram kılmak
manasında değildir»
[29]
Bu hususta Maverdî de
iki görüş nakletmiştir: Birincisi. Resululîah (sav) İle evlenen kadının helal
olması için mutlaka onunla hicret etmesi lazımdır. İkinci görüş ise, Resululîah
(sav) İle hicret etme şartı, âyette yakınlık dereceleri belirtilen akraba
kadınlarına mahsustur. Yabancı bir kadının hicret edip etmemesi mev2u-ı bahis
değildir.
Bu hususta sahih olan
görüş, cumhurun görüşüdür. Yani Resululîah (sav)'ın evlenmesinde, hicret eden
akraba kadınları diğerlerinden daha efdaidir.
Alimlerin ekserisine
göre birçok kadın kendilerini Resuiuilah (sav)'a hibe etmişlerdi. Kendilerini
hibe eden kadınların İsimleri hususunda kuvvetli veya zayıf birçok rivayet
vardır. Bunlardan bazılarının isimleri şöyledir: Ümmi Şerik, Havlete binti
Hakim, Leyla binti el-Hatim. Şu var ki. bunlardan hiçbirisi Resululîah (sav)
ile evli değildi. Zayıf bir rivayete göro de, Meymune binti el-Haris ile Zeynep
binti Huzeyme de kendilerini hibe eden kadınlardandı. Fakat sahih olan birinci
rivayettir. Yani bu İki kadın kendilerini hibe eden kadınlardan değildirler.
İbnü'i-Arabi'nin İbni
Abbas (ra) ve Mücahid (ra)'den yaptığı rivayete göre Resululîah (sav)'ın
nikahında, kendini hibe eden kadınların hiçbirisi yoktu.
[30]
İbni Kesir:
«Resulullaha kendilerini hibe eden kadınlar çoktu. Nitekim Buhari de Hz.
Ayşe'den bu hususta, «Ben kendilerini Resululîah (sav)'a~ hibe eden kadınları
kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez
mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil
oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resululîah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin
yalnız senin arzunu yerine getiriyor.» dedim.» hadisini rivayet etmiştir.»
[31]
Bazı alimlere göre,
zevceleri arasında taksimat yaparak buna riayet etmek Resululîah (sav)'a da
farzdı. Üstelik Resululîah (sav) bu taksimatı çok adil bir şekilde yapardı.
Zira o, akşam hangi hanımının yanında kalacaksa, «Allahım, bu benim gücümün
yettiği kadar yaptığım taksimattır. Eiimde olmayan ve gücümün yetmediği
birşeyle beni cezalandırma.» diye dua ederdi. Buradaki «gücümün yetmediğinden
maksat kalbî sevgidir. Bu alimlere göre, eğer taksimat Resulullah (sav)'a farz
olmasaydı, bir başkasının yanında kalmak için sırası olandan izin almazdı. Bu
hususta birçok sahih hadis de vartd olmuştur.
Alimlerin çoğu ise,
«Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.»
âyeti, Resulullah (sav)'a zevcelerinden dilediğinin yanında kalmasını mubah
kılmıştır, taksimat ona farz değildir gö-l( rüşündetfirler. Bununla beraber Resulullah
(sav), adil bir şekilde taksimat yapardı.
Cessas bu hususta
şöyle der: «Âyet, Resulullah (sav)'a zevceleri arasında taksimat yapmasının
farz olmadığına delalet eder. Buna göre Resulullah (sav) dilediğini terkeder,
dilediğinin yanında kalabilir.»
[32]
Ibnl Kesir de şöyle
der: «Şafii alimlerinin bir kısmı bu âyete dayanarak Resulullaha zevceleri
arasında taksimat yapmanın farz olmadığını söylerler. Buharı Muaz'dan, o da
Hz. Ayşe'den şöyte rivayet etmiştir: «Resulullah (sav), zevcelerinin birinin gününde
diğerinin yanında kalmak isterse, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de
dilersen yanına alabilirsin.» âyetinin nüzulünden sonra da izin isterdi. Bana
bir gün. aNe dersin, bana izin verir misin?» dedi. Ben de, «Eğer benim elimde
olsa İdi seni kimseye bırakmazdım.» dedim.»
[33]
Sahih olan, Resulullah
(sav)'a zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığı görüşüdür. Cumhurun
tercihi de budur.
İslâm düşmanlart
asırlardan beri birtakım yalanlar uydurarak İslâm Peygamberinin peygamberliğine
gölge düşürmek, lekelemek istemektedirler. Gayeleri, bu yolla müminleri dinde
şüpheye düşürmek, halkın Resulullah (sav)'a olan inançlarını sarsmaktır.
Peygamber ve resuller
hakkında düşmanları tarafında iftira ve bühtanlar uydurulmasında şaşılacak
birşey yoktur. Çünkü bu Allah (cc)'ın sünnetidir. Allah (cc)'ın sünnetini de
hiçbir şey değiştiremez. Zira Allahu taa-la, «Biz her peygambere günahkarlardan
böyle düşman(lar) peyda ettik.» (Furkan: 31) buyurmuştur.
Müminlerin temiz
zevceleri olon Resulullah (sav)'ın zevcelerinden bahsetmeden önce, kindar
İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan bir şüpheyi reddetmek istiyoruz.
Çünkü bu islâm düşmanları, en büyük peygamber olan Hz. Muhammed'i lekeleyerek
halkın İtikadını bozmak ve birçok hakikatleri gizlemek için birçok şüpheler
ortaya atmışlardır.
İslâm düşmanları şöyle
derler: Hz. Muhammed, şehvetperest bir erkek, arzularıyla şehvetinin peşinde
koşan bir kimsedir. Bu sebeble, ümmetini dört kadınla sınırladığı halde kendisi
bir veya dört kadınla yetinmeyerek on veya daha fazla kadınla evlenmiştir.
İşte bu, onun nefsanî arzularına uyarak şehvetinin peşinde gittiğini
göstermektedir. Hz. Muhammed İle Hz. İsa arasında çok büyük bir fark vardır.
Birisi nefsini yenmiş, arzularına galebe çalmıştır. Diğeri ise, şehvetinin
peşinde yürüyen bir kimsedir. Bunlar nasıl bir olabilir?
Allahu taala böyielerl
için şöyle buyurmaktadır: «Ağızlarından çtkan söz ne büyük! Onlar yalandan
başkasını söylemezler.» (Kehf: 5)
İslâm düşmanlarının
böyle söylemeleri, kindar ve yalancı olduklarından tabiidir. Fakat Hz.
Muhammed hiçbir zaman bir şehvetperest değildir. Ancak o, insanlar arasından
çıkarılmış bir peygamberdi. .İnsanların evlendiği gibi o da evlenmiştir.
Evlenme hususunda öa ümmetine önder olmuştur. O, hıristiyanların inandıkları
gibi ne ilahtır, ne de Allanın oğludur. O da ümmeti gibi bir beşerdir. Ancak
onu Allah (cc), vahiy ve risaietle şeref-lendirmiştir: «De ki: «Ben ancak sizin
gibi bir beşerim. (Şu kadar ki) bana yalnız tanrınızın bir tek Tanrı olduğu
vahyediliyor.» (Kehf: 110)
Resuiullah (sav),
diğer peygamberlerden, onların izinden çıkan vs sünnetlerine muhalefet eden
ayrı bir yol getirmemiştir. Zira Kur'an-ı Kerim büyük peygamberlerden örnekler
vermektedir. Mesela, «Andolsun ki biz senden öne© de peygamberler göndermişiz,
onlara da zevceler ve ev-ladlar vermişisizdir.» (Ra'd: 38) buyurulmuştur.
İslâm düşmanları son
Peygamber hakkında uyaurmuş oldukları iftiraları nereden çıkarıyorlar? Şairin
de dediği gibi, gözü ağrıyan kişi güneşin ışığını inkâr eder. Hasta bir kişinin
ağzı tatları nasıl inkar ederse bunlar da Resulullah (sav)'! öyle inkar ederek
iftiralardc bulunuyorlar. Zira Allahu taala «(Hiç de) yer (yüzün)de
dolaşmadılar mı ki, (bari) bu sebebim düşünecek kalblere, bu suretle işitecek
kulaklara malik olsun{lar). Fakat haklkol şudur ki, (yalnız maddi) gözlsr kör
olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalbler kör olur.» (Hac: 46)
buyurmaktadır.
Şüphenin reddi: Burada
iki temel nokta vardır. Bunlar Resul-ü ek. reme atılan şüpheleri defettikleri
gibi müfterilerin ağızlarını da bağlamak, tadır. Bu İki mühim noktayı, ileride
Resulullah (sav)'ın zevcelerinden ban. sederken de gözden uzak tutmamak
lazımdır. Bu iki nokta şunlardır:
1-
Resulullah (sav)'ın çok evlenmesi. İhtiyarlık vaktinde vaki olmuştur.
Resulullah (sav), bu evliliklerinin hepsin! 53 yaşından sonra yapmıştır.
2- Hz.
Ayşe'nin dışındaki bütün temiz, zevceleri; duf ve yaşlıdırlar Gene ve bakire
olarak aldığı tek zevceleri Hz. Ayşe'dir
İşte bu iki noktayı
gözorründe bulundurduğumuz takdirde müsteşrik lerin ortaya atmış oldukları
itham ve iftiraların yalan olduğunu kolayca anlarız. Çünkü eğer evlenmekten
maksat, şehvanî arzuları tatmin veya şehvanî arzuların peşinde koşmak olsaydı,
ResuJullah (sav), ihtiyarlığında değil, gençliğinde evlenirdi. Dul've yaşlı
kadınlarla değil, genç ve bakire kızlarla evlenirdi.
Birgün Cabir bin
Abdullah, (ra). güzel bir elbise giyinmiş ve kokular sürünmüş olarak Resulullah
(sav)'in yanına geldi. Resulullah (sav) ona, «Sen evfendin mi?» diye sordu.. O
da «Evet, evlendim.» dedi. «Evlendiğin kadın gene ve bakire midir, yoksa dul
mudur?» diye sordu. Cabir «Dul» cevabını verince Resulullah (sav), «Gülüşüp
oynaşacağınız bir bakire yok muydu?» buyurdu.
Bu hadise Resululiah
(sav)'ın evlenmeyi herkesten daha iyi bildiğini göstermektedir. Böyle bir kişi
nasıl olur da bakirelerle değil, yaşlı dullarla evlenir? Eğer onun maksadı
kadınlardan faydalanmak ve şehvanî arzularını tatmin etmek olsaydı,
gençliğinde tek kadınla yetinir miydi?
Sahabe-i kiram
Resulullah (sav)'a karşı, can ve mallarını feda edecek kadar cömerttiler. Eğer
ResuluHah (sav) gençliğinde evlenmek isteseydi, hiçbir sahabe, onu güzel bakire
kızlarla evlendirmekten çekinmezdi. Neden Resululldh (sav) gençliğinde,
hayatının baharında bir kadınla evlendiği halde sonradan birçok kadınla
evlenmiş ve bunları da yaşlı ve dul kadınlar arasından almıştır? Şüphesiz bu,
Resulullah (sav) hakkında atılan iftiraları reddetmeye kafidir. Demek ki
Resulullah (sav)'ın evlenmesi beşeri arzularını tatmin için değil, tersine
beşerin akıl erdiremeyeceği yüce hikmet ve hedefler için evlenmiştir. Eğer
onun düşmanları kor taassublannı bırakarak bu gerçeği kabul etseler, Resulullah
(sav)'ın evlenmelerindeki yüce hikmetleri görürlerdi. Çünkü Resulullah (sav),
başkasının maslahatı tein kendi rahatını feda edecek kadar rahimdi. İslâm
daveti yolunda akla gelmedik işkencelere maruz kaldığı halde bir an dahi
rahatını düşünmemiştir.
Resulullah (sav)'ın
çok evlenmesinin hikmetleri çok ve çeşitlidir. Biz buntarr icmaten aşağıya
aktarıyoruz ;
1- Talimi
hikmet
2- Teşriî
hikmet
3- İçtimaî
hikmet.
4- Siyasî
hikmet.
Bu hikmetlerden kısaca
baîısettikten sonra Resulullahın temiz zevceleri ve onlarla evlenme
hususldrını teker teker açıklayacağız. Ancak Allah (cc)'tcm yardım dileriz.
Resulullah (sav)'ın
çok evl'enmesindeki esas gaye, musluman olan kadınlara öğretmenler
yetiştirmekti. Şer'î hükümleri kadjnlara öğretecek o-lanlar yine kadınlardı
çünkü. Erkekler nasıl, mükellef ise-, kadınlar da öyle mükelleftirler ve
cemiyetin yansınr da kadinjar meydana getirmektedir Müslüman kadınlar, öğrenmek
istedikleri: şeyleri Resulullahtan sormaya utanırlardı. Bilhassa hayız, nifas.
cenabettik gibi kadınlık ve evlilik hallerini sormaktan haya ederlerdi. Ayrıca
Resululloh da tm hususları açıklarken rahatsız olurdu. Çünkü yaratılış
itibariyle kamil' bir haya sahibiydi. Hatta hadis kitapları Resulullah [savl'in
hayası hakkında,, «O,, evinden hiç çıkmamış bir bakireden daha hayatî kfU
demışlerdiir. Bu sebebfe- kadınlar tarafından sorulan sorulara tam bir
açıkltkfa cevap veremediği, için, kinaye yollu cevaplar verirdi. Kadınlar da
bu cevaplardan biirşey anlamazlardı.
Hz. Ayşe'den rivayet
edilen şu hadis bu hususa yeterince açıklık getirmektedir: «Ensarilerden bir
kadın ResuluHah (sav)'a adetten kesildiği ra-man nasıl gusledeceğini sordu.
Resutullah (sav) ona anlattıktan sonra, «İlaçlanmış bir pamukla temizlen.»
dedi. Kadın, «Ben onunla nasıl1 temizleneyim?» diye sordu. Resulullah (sav),
«Onunla temizlen.» dedi. Kadırt tekrar, «Ya ResuluHah, ben onunla nasıl
temizleneyim?» diye sordu Resulullah, «Sübhanallah, işte onunla temizlen.»
buyurdu.» Hz. Ayşe diyoı ki: «O zaman ben kadının elinden pamuğu alarak şunu
şuraya i*oy, diye açıkça konuştum.»
Resulullah (sav) böyle
sarahatle konuşmaktan haya ederdi. Utandıkları için birçok kadın da ondan
birşey soramazlardı. Buna bir örnek olarak Buharı ve Müslim'in Ümmü Seleme
(r.anh.)'den rivayet ettikleri şu hadisi gösterebiliriz: «Ebu Talha (ra)'nın
karısı Ümmü Süleym gelerek, «Ya Resulullah, Allah (cc) haktan utanmaz. Bir
kadın rüyasında thtilam olursa gusletmesi farz mıdır?» diye sordu. Resulullah
(sav). «Evet, su (meni) görürse farzdır.» dedi. Ben kadına, «Sen kadınları
rüsvay ettin. Nasıl olur da kadın ihtilam olur?» dedim. Bunun üzerine
Resulullah (sav), «Madem ki kadın ihtilom olmaz, çocuk annesine nasıl benzer?»
buyurdu.d Resulul-lah {savj'ın «nasıl benzer» sözünden muradı, ceninin erkek ve
kadının suyundan meydana gelmesidir. Bundan dolayı da çocuk annesine de benzer.
Allahu taala bu hususta, «Hakikat biz insanı birbiriyle karışık bir damla
sudan yarattık. Onu İmtihan ediyoruz. Bu sebeble onu işltici, görücü yaptık.»
(İnsan: 2) buyurmuştur.
İbni Abbas (ra) da,
«Ceninin meydana gelmesi için kadın ve erkeğin suyunun karışarak birleşmeleri
lazımdır.» demektedir.
İşte buna benzer
utanılacak soruları zevceleri Resuruılah {sav)"tan öğrenir ve diğer
kadınlara Öğretirlerdi. Hatta Hz. Ayşe, «Allah (cc) ensa-rilerin kadınlarına
rahmet etsin. Onların hayaları, fıkıh öğrenmelerine mani olmamıştır.»
demiştir. Ensarî kadınlar gecenin karanlığında gelip kadınlarla ilgili
meseleleri öğrenerek giderlerdi. Resulullah (sav)'ın zevceleri de onlara fıkhı
en iyi şekilde öğretiyorlardı.
Bilindiği gibi
Resulultah (sav)'ın sünneti onun yalnız sözleri değil, fiiliyatı ve takriri
(yani yapıldığına şahit olduğu halde sustuğu, itiraz etmediği şeyler) dir de.
Bunların hepsine ümmetin uyması farzdır. Resulullah (sav)'in temiz ve mübarek
zevceleri olmasaydı Resulullah (sav)'ın ev İçindeki sünnetini bize kim
bildirecekti? Şüphesiz kimsenin soramayacağı, kimsenin aklına gelmeyen
hususları zevceleri Resulullah (sav)'tan sormuş, dinlemiş ve sonra bu
öğrendiklerini ümmetin kadınlarına aktarmış, öğretmişlerdir.
Resulullah (sav)'ın
çok evlenmeslndeki teşrii hikmet, insafla bakıldıktan sonra, çok basit bir
gözle de görülebilir, anlaşılabilir. Teşrii hikmet, çirkin olan bazı cahiliye
adetlerinin iptali ile kendini göstermektedir. Buna örnek olarak Arapların
İslâmdan önceki evlad edinmelerini gösterebiliriz. O tarihlerde evlad edinmeyi
dini bir kural olarak kabul ederlerdi. Yabancı bir erkek çocuğu evlad edinerek
ona kendi öz çocukları gibi muamele ederlerdi. Öldükten sonra mirası ona
kalır, karısı onun annesi sayılır, cnun karısı da babanın kızı sayılırdı. Bu,
cahiliyet döneminde arapla-rın arasında yaygın ye meşhur olan bir hükümdü.
İslam elbetteki onları bu batıl inançlara, cehaletin karanlığına terkedecek
değildi. Bu adetin ibtali için evvela, Resulullaha henüz peygamber olmadan önce
bir evlad edinmesi ilham edildi. 8u üham üzerine Resulullah, cahiliye
araplannın adeti üzere, daha Önce kölesi olan Zeyd bin Harise'yl evlad edindi.
Resulullah (sav)'ın evlad edinme
sebebini müfessirler ve siyerciler uzun
uzun açıklamışlardır. Biz burada tafsilata girmeyeceğiz. Kısaca,
Resulullah (sav) Zeyd bin Harise (ra)'yt evlad edindi ve ona Zeyd bin Muhammed
denilmeye başlandı.
Buharı ve Müslim,
Abdullah bin Ömer (ra)'den şöyle rivayet ederler: «Zeyd bin Harise (ra).
Resulullah (sav)'ın azadlı kölesi idi. Resulullah (sav), arap adetlerine göre
onu evlad edindiği İçin, biz ona Zeyd bin Mu-hammed (ra) derdik. «Onları
babalarına nisbetle çağırın...» (Ahzab: 5) â-yeti nazil olduğu zaman Resulullah
(sav), «Seri Zeyd bin Harise bin Şercil'-sin.» dedi. Bundan sonra biz de onu
Zeyd bin Harise (ra) diye çağırdık.»
Resulullah (sav), Zeyd
bin Harise (ra)'yi halası kızı Zeynep binti Cahş (r.anha) tle evlendirmişti.
Zeynep onunla birzaman yaşadı. Ne yazık ki çok geçmeden aralarındaki alaka çok
kötü bir hale geldi. Çünkü Zeynep ona çok kaba konuşur, kendisinin ondan üstün
ve şerefli olduğunu söylerdi. Zira Resulullah (sav) onu evlad edinmeden önce
Zeyd bir köle idi. Zeynep ise soylu bir kadındı.
İşte yalnız Allahu
taalanın bileceği bir hikmetten dolayı Zeyd, Zeynep'i boşadı. Allah (cc) da
Resulullah {sav)'a, Zeynep'le evlenmesini emretti. Resulullah (sav) bu
evliliği ile Araplar arasında geçerli olan «Evlod-l:ğın karısı ile evlenilmez»
hükmünü ortadan kaldırıyor, İslâmın bu husustaki temelleri atılıyordu.
Şurası muhakkak ki,
Resulullah (sav), münafık ve kafirlerin dillerinden çekinerek —çünkü onlar
halkın arasında «Görüyor musunuz, Muhammed oğlunun karısı ile evlendi.» sö2ünü
yayacaklardı— bu evliliği bir müddet geciktirdi. Taki, «(Habİbim) hatırla o
zamanı kt Allahın kendisine nimet verdiği ve seninde yine kendisine lütufta
bulunduğun zata sen: «Zevceni uhdende tut. Allobtan kork.» diyordun da Allahın
açığa çıkarıcısı olduğu şeyi İçinde gizliyor, insanlar(ın dedikodusun)dan
korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimdi madem ki
Zeyd o kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Taki oğulluklarının
kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine
günah olmasın. Allahın emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37) âyeti nazil
olana kadar.
Bu âyet nazil olunca
Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'le evlendi. Resulullah (sav)'ın bu evliliği
ile evlad edinmenin hükmü iptal edilmiş oldu. Çünkü hiçbir kaynağa dayanmayan
cahili bir adetti. Bu âyetin teşriini tekid İçin şu âyet de nazil oldu:
«Muhammed adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir. Fakat Allahın resulü ve
peygamberlerinin sonuncusudur.» {Ahzab: 40), ...
Rasulullah (sav),
Zeynep'le Allah (cc)'tn emri üzere evlenmiştir. Bazı İslâm düşmanlarının
sandığı gibi beşeri arzu ve şehvetini tatmin için değil. Bu evlilik, Dahili bir
radetin iptali gibi çok şerefli bir gaye için yapılmıştır. Bu gayeyi Alla hu
taala sarih b\r İfade İle, «Taki oğulluklarının kendilerinden İlişkilerini
kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah ol--nnısıiu» âyetinde
bildirilmiştir.
Resulullah (sav)'ın
Zeynep'le evlenmesini bizzat Ailahu taalanın bil-tltrmesi Zeynep'i
gururlandırır -ve «Benim nikshımı Allah (cc) kestU derdi.
Açfkca ortadadır ki,
Resülullah ,[sav)'ın Zeynep (r.anha)'ie evlenmesi Jıerşeyi hakkıyla bilen,
faükünn »e hikmet sahibi Allah (cc)'ın emri iledir. Su spa şîikiu kssMü&e
îfoildiTime&tectrr ki, insan, nesebinden olmayan bir Gocuğu ©tftad datıi
tedinse, anıtı yanmela ibüyütse de öz evladı olamaz ve şer'î ftükümler
toakımtıadan da evlad gibi mnrras alma, mahremiyet gibi hükümleri fcazanamaz.
ftilafa (cEjptn emirlerinin <o kator mce ve derin hikmetleri vardır kî, afed,
değil ■mm tw I maktan, kavramaktan bile aciz kalır. Nitekim AJİahu taaia.
«Size az bîr ifimctes başkası «errümemiştir.» (İsrar 85} buyurmaktadır.
Resulullah (sav)'in
evliliklerindeki ictâmî hikmeöer, birinci halifesi olan Hz. Ebubekİr'İn tazı.
ikinci halifesi olan Hz. Ömerîn ki& ve diğer Ku-reyş kadınlarıyla
evlenmesinde en açık şekilde görülür. Resuiuliah (sav)'-ın bu kadınlarla
evlenmesi sonucu Kureyş aileleri arasında sağlam bağlar meydana gelmiş, kalbler
yekvücud olmuş ve Resulullahın iman daveti eî-rafmda birleşmişlerdir.
Resulullah (sav),
halktan en çok sevdiği kişi olan Hz. Ebubekİr'İn kızı ile evlendi. Hz.
Ebubekir, İslama girenlerin ilklerindendi. Malını ve canını Allah (cc)'ın
dinine yardım yolunda feda etmişti. İslâm yolunda çeşitli eziyet ve
işkencelere uğramıştı. Tirmİzİ'nin rivayetine göre Resululîah fsav) Hz.
Ebubekİr'İn fazileti hakkında şöyle demiştir: «Kim bize bir iyilik yapmışsa
onun karşılığını verdik. Ebubekir (ra) hariç. Onun bize öyle nimetleri vardır
ki, onların mükafatını Ailahu taala kıyamet günü verecektir. Ebubekir (ra)'in
metaından faydalandığım kadar kimsenin malından faydalanmadım. Her kimi İslama
davet ettim ise Ebubekir (ra) gibi tereddüt etmeden kabul edeni de görmedim.
Eğer ben bir dost edinse idim Ebubekir (ra)'i dost edinirdim. Haberiniz olsun,
sahibiniz Allah (cc)'ın dostudur.»
[34]
Resuhritah IsavJ, bu
üstün meziyetlerine karşı ona kızıyla evlenmekten başka bir mükafat bulamadı.
Hz. Ayşe ile evlenmekle kendisi ile Hz. Ebubekir arasında bîr dünürlük
yakınlığı meydana seldi, ©ji omların arasındaki bağlılığı biraz daha
sağlamlaştırdı.
Resulullah, Hz. Ayşe
ile hangi sebebîe evlendiyse, aym sebeble Hz. Ömer'in kızı Hofsa ile de
evlendi. Çünkü Hz. Ömer de ftesuhrilah (sav)'a dostluğu, ihlası ve kendini
İslâm yolunda feda edişi ile İslömı ve müsiu-manları aziz eden bir İslâm
pehlivanı kii. Aîlah (cc) İslâmı Hz. Ömer'le yükseltti. Hz. Ömer'in dünürlük
yoluyla Resuluftah (savj'a akraba olmasa onun İslâm yolunda yapmış olduğu
fedakarlığın en hayırlı mükafatıdır. Zira Resuiuliah (sav), evlenme hususunda
onunla Hz. Ebubekİr'İn orasını müsavi tutmuştur. Resulullah (sav)'ın bunlar-
kızları ile evlenmeleri, onlar İçin en büyük mükafat ve şereftir. Zaten bu
hayatta bundan daha yüce bir şerefle mükaflanmak da mümkün değildir. O ne
büyük siyaset, muhlis ve fedakar dostlarına da ne büyük bir vefakarlıktır.
Buna karşılık Resuiuliah (sav), Hz. Osman İle Hz. Ali'yi de kızlarını vermekle
mükafatlandırmıştır. İşte bu dördü sahabilerin en büyükleri ve Resulullah (sav)'tan
sonra onun dinini yaymak için halifeleridirler.
Resulullah (sav) bazı
kadınlarla evlenerek o kadınların ailelerini çevresinde toplamıştır. Herkesçe
bilinir ki, bir kabileden veya aşiretten bir kız alındığı zaman o kabile veya aşiretle
büyük bir yakınlık sağlanır. Tabii ki insanlar o yakınlarını yardımına ve
himayesine çağırır. İşte biz burada bu hikmetin daha İyi anlaşılabilmesi için
Resulullahın evliliklerinin arkasındaki hedefi bazı örneklerle izah edeceğiz.
1-
Resulullah (sav)'ın, Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlenmesi.
Haris, Beni Mustaltk
kabilesinin reisi İdi. Cüveyriye binti Haris, kavmi ile beraber esir düşmüştü.
Kendisini esaretten kurtarması İçin mal vermesi lazımdı. Resulullah (sav)'a
gelerek ondan bir miktar yardım istedi. Resulullah (sav) ona, «Benimle
evlenirsen seni azad ettiririm.» dedi. Cüveyriye kabul etti ve evlendiler.
Cüveyriye (r.anhaj'nin
Resulullah (sav) ile evlendiğini duyan sahabi-İer, Resulullah (sav)'ın
akrabalarını elimizde nasıl esir tutarız diyerek ellerindeki esirleri azad
ettiler. Bu insanlık ve cömertliği gören Beni Mus-talık kabilesi topyekun
müslüman olarak İslama girdi. Resufullah (sav)'ın Cüveyriye (r.anha) ile
evlenmesi hem ona, hem de kabilesine hayırlı bir sonuç getirdi. Çünkü hepsi'azad
edildiler ve müslüman oldular.
Buharî, Hz. Ayşe'den
şöyle rivoyet eder: «Resulultah (sav). Bent Mus-talık savaşında birçok kadını
esir almıştı. Bu esir kadınlar içinden humusu çıktıktan sonra kalanı halkın
arasında taksim etti. Atlıya İki, yayaya bir hisse verdi. Cüveyriye binti Haris
(r.anha) de Sabit bin Kays (ra)'a düşmüştü. Cüveyriye (r.anha) Resulullah
{sav}'a gelerek. «Ya Resulullah, ben kavminin efendisi olan Haris'in kızıyım.
Şu anda ne olduğumu biliyorsun. Sabit bin Kays (ra)'ın cariyesiyim. Onunla
dokuz vakiyye üzerine kitabet kestik. Bu parayı ödersem azad edileceğim. Bana
yardımda bulun da azad olayım.» dedi. Resulullah (sav). «Azad edilmekten daha
hayırlısı vardır.» buyurdu. «O nedir ya Resulullah?» deyince de, «Ben senin
kitabetini Öder ve seninle evlenirim,» buyurdu. Cüveyriye hemen kabul ederek
Resuiuilah ile evlendi.»
İşte bu haber
yayılınca müslümonlar, Resulullah (sav)'ın akrabaları köle edilir mi diyerek
Beni Mustalvk kabilesini azad ettiler.
2-
Resulullah (sov)'ın Soflyyo binti Huyey bin Ahteb (r.anha) ile evlenmesi.
Safiyye (r.anha) Hay6er savaşında esir edildi. Kocası da Hayber savaşı
sırasında öldürülmüştü. Esirler taksim edilince. Safiyye (r.anha) de birisine
düştü. Meşveret ve rey sahipleri, «Safiyye, Benî Kurayza'nın sey-yidesldir.
Ancak Resulullah (sav)'a yakışır.» dediler. Durumu da Resulullah (sav)'a
bildirdiler. Resulullah (sav), Safiyye (r.anha)'yi çağırarak, «Seni şu iki şey
arasında muhayyer kılacağım. Birincisi, azad edileceksin ve benimle
evleneceksin, ikincisi, azad edileceksin ve kavminin yanına gideceksin.»
buyurdu. Safiyye (r.anha), Resulullah (sav)ı'n yüce ahlak ve İnsanlığını
görünce onun zevcesi olmayı tercih etti. Onun İslâm oluşuyla kavminden de
birçok insan müslüman oldu.
Şöyle bir rivayet daha
vardır: Safiyye (r.anha) Resulullah (sav)'m yanına gelince Resulullah (sav)
ona «Allah (cc) babanı öldürünceye kadar en büyük düşmanım o idi.» dedi.
Safiyye {r.anha) şöyle cevap verdi: «Ya* Resulullah, Allah kitabında, «Günah
İşleyen hiçbir nefs başkasının günahını çekmez.» {Fatır: 18) buyuruyor.»
Resulullah (sav). «Dilediğini tercih et. Eğer İslâmı tercih edersen, seni
kendim tçsn alınm. Eğer yahudillği tercih edersen, seni azad ederim, kavminin
yanına gönderirim.» dedi. Sa-flyye (r.onha) «Ben islâmt sevdim. Sen beni buraya
çağırmadan önce ben seni tasdik ettim. Benim Yahudilikle İlgim kalmadı.
Onlardan ne babam, ne de kardeşim var. Sen beni İslâmla küfür arasında serbest
bıraktın. Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü azad edilerek kavmime dönmeye tercih
ederim.» dedi. Resulullah (sav), onu azad ederek evlendi.
3-
Resulullah (sav)'m Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan (r.anha) ila evlenmesi. Ebu
Süfyan o tarihlerde şirkin bayraktan ve Resululah (sav)'ın en amansız
düşmanıydı. Onun kızı Ümmü Habibe (r.anha) ise Mekke'de müslüman olmuş, ikinci
Habeşistan hicretine katılmıştı. Kocası Habeşistan'da vefat edince yalnız
kaldı. Ne arkadaşı, ne yardımcısı, ne de bir dostu vardı. Resuiuilah (sav),
onun bu halini Öğrenince, Habeşistan Kiralı Necaşi'ye bir mektup yazarak Ümmü
Habibe (r.anha) ile kendisini nikahlamasını istedi. Zira o babasının yanına
dönseydi, babası onu küfre cebreder, işkence ederdi. Ümmü Habibe (r.a) ile
Resulullah (sav)'ın nikahını kıyan Necaşİ, ona dörtyüz altın mehirle birlikte
birçok hediyeler verdi.
[35]
Medine'ye gelince de Resulultah (sav)'ın zevceliği şerefine ulaştı,
Ebu Süfyan bu haberi
duyunca, bu evliliği tasvib etti ve Resulullah (sav)'ın emsali olduğunu kabul
etti. islâm oluncaya kadar da Resulullah (sav) ile İftihar etti.
işte bu açıdan
bakıldığı zaman Resululiah (sav)'ın Ebu Süfyan'ın kızı ile evlenmesinin hikmeti
açık şekilde ortaya çıkar. Resulullah (sav)'ın bu evliliği, Ebu Süfyanın
müslümanlara yaptığı eziyetleri büyük ölçüde hafifletti. Çünkü artık
Resulullah (sav) ile akraba olmuşlardı. Halbuki o tarihlerde Ebu Süfyan,
Resulullah (sav)'a düşman olan Ümeyyeoğullarının en azılısı idi. Resulullah
(sav) onun kızı ile evlenince, onun ve kavminin kalbi Resulullah (sav) İle
birlikte müslümanlara bağlandı. Çünkü Resulullah (sav) kızını sırf imanından
dolayı kendine seçmişti. Çünkü o, yalnız dini için hicret etmişti.
- Resulullah (sav)'ın
çok evlenmesinin hikmetlerinden bahsettik. Şimdi de müminlerin temiz anneleri
olan Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında kısaca bilgi verelim. Allahu taala
onları seçkin elçisi olan Hz. Resulul-la ha nasib ederek müminlerin anneleri
olmak şerefi ile şereflendirdi. Bu sebeble, öz anneye karşı nasıl hürmet ve
tazim göstermek gerekiyorsa, onlara karşı da aynısını göstermek vacibtir.
Resulullah (sav)'tan sonra da onlarla evlenmek haramdır. Zira Allahu taala, «O
peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri de (müminlerin)
analarıdır.» (Ahzab: 6) ve «Sizin Atlatan peygamberine eza vermeniz (doğru)
olmadıfğı gibi) kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî (caiz)
değildir.» (Ahzab: 53) buyurmuştur.
Kurtubi tefsirinde
şöyle der: cAllahu taala Resul (sav)'ünün zevcelerini müminlere anne kılmakla
Resulullah (sav)'tan sonra onların herhangi bir erkekle nikahlanmasın) haram
kılmış ve onlara karşı öz anne gibi tazim göstermenin vacib olduğunu
bildirmiştir.»
[36]
Resulullah (sav)'ın
müminlerin temiz anneleri olan zevcelerinin isimleri şöyledir:
1- Huveylid
kızı Hz. Hatice.
2- Zem'a
kızı Hz. Sevde.
3- Ebubekir
kızı Hz. Ayşe.
4- Ömer kızı
Hz. Hafsa.
5- Cahş kızı
Hz. Zeynep.
6- Huzeyme
kızı Hz. Zeynep.
7- Ebu
Ümeyye kızı Hz. Ümmü Seleme.
8- Ebu
Süfyan kızı Hz. Ümmü Habibe.
9- Haris
kızı Hz. Meymune.
10- Haris
kızı Hz. Cüveyriye.
11-
Huyeykızı Hz. Saflyye.
Resulullah {sav)'ın
evlendiği ilk kadındır. Resulullah (sav) Hz. Hatice ite peygamberlik görevi ile
görevlendirilmeden 25 yaşında iken evlendi. O zaman dul ve 40 yaşlarında bir
kadındı. Daha önce Ebi Hale Ibni Zerare'-nin zevcesi idi. O öldükten sonra Atik
bin Aziz ile, o da öldükten sonra Resulullah (sav) ile evlendi. Resuluüah
(sav), onu çok zeki ve akıliı bir kadın olduğu İçin tercih etmişti. Bu evlilik
hikmet dolu bir evliliktir. Çünkü bu evlilik bir kadınla bir erkeğin biraraya
gelmesi değil, iki dehanın bir araya gelmesidir. Bu yüzden aralarındaki yaş
farkı evlenmelerine mani olmadı. Çünkü bu evliliğin maksadı, yalnızca beşeri
duyguların tatmini değildi. Yüksek bir insanlık hedef alınmıştı. Zira Allahu
taala, Resulünü ri-salet görevini almaya, halkı davet görevine hazırlamıştı.
Hz. Hatice de dini tebiiğ sırasında onun en büyük yardımcısı olacaktı.
Kadınlardan ilk iman
eden Hz. Hatice'dir. Onun aklının üstünlüğünü, görüşünün sağlamlığını
göstermeye şu rivayet kafidir: «Resulullah (sav) Hıra dağındaki mağarada iken
Cebrail aleyhisselam geldi. Resulullah (sav}, kalbi çarparak zevcesinin yanına
geldi. «Beni sarıp örtünüz. Beni sarıp örtünüz.»
dedi. Üstünü örttüler. Korkusu zail oluncaya kadar öylece kaldı. Daha sonra
hadiseyi Hz, Hatice'ye anlatarak, «Kendimden korktum.» dedi. Bunun üzerine Hz.
Hatice, «Öyle deme. Allah (cc)'a kasem ederim ki, Atlah (cc) seni hiçbir zaman
ulandırmaz. Çünkü sen akrabalarına bakarsın, işini görmekten aciz olanların
ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını
kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yolunda zuhur eden havadis ve
mühimmatta halka yardım edersin.» dedi.»
Resulullah (sav), gençlik
zamanını Hz. Halice ile geçirmiştir. Onun üslüne kimse ile evlenmemiş ve onu
sevdiği kadar kimseyi sevmemiştlr. Hz. Ayşe, onunla bir arada bulunmadığı halde
onu kıskanırdı. Hatta bir-Qün Resulullah (sav}, Hz. Hatice'den söz ederken Hz.
Ayşe, «O geçmişte kalan bir ihtiyardı. Allah (cc) sana ondan daha hayırlısını
verdi.» dedi. Resulullah (sav} Hz. Ayşe'ye kızarak, «Allah (cc) hiçbir zaman
bana ondan hayırlısını vermedi. Çünkü bana kimsenin inanmadığı günlerde bana o
inandı. Herkes beni yalanlarken o beni tasdik etti. Herkes beni mahrum ederken
o bana malıyla yardım etti. Allahu taala bana yalnız ondan çocuk verdi.»
buyurdu. Hz. Ayşe şöyle der: «Ben bundan sonra Hz. Hatice'yi küçültecek hiçbir
şey konuşmadım.»
Buharı ve Müslim Hz.
Ayşe'den şöyle rivayet ederler: «Ben Resulullah (sav)'ı, görmediğim halde Hz.
Hatice'den başka zevcesinden kıskanmıyordum. Çünkü Resululloh (sav) onu çok
konuşur ve onun hayrına koyun keserek etini dağıtırdı. Bir defasında ona
«Sanki dünyada ondan başka kadın yok mu?» dedim. Resulullah (sav), «Evet, onun
gibi iyi bir kadın yok. Benim ondan çocuklarım var.» buyurdu.
Resulullah (sav}, Hz.
Hatice ile 25 sene yaşadı. Bunun onbeş senesi peygamberlik görevinden önce. on
senesi de peygamberlik görevinden sonradır. Resulullah (sav) onun hayatında
başka bir kadınla evlenmedi. İbiahim'in dışındaki bütün çocukları da ondandır.
Hz. Hatice vefat edince Rûsulullah (sav) elli yaşlarındaydı. Başka bir hanımı
da yoktu. Resulullah (sgv), ancak onun vefatından sonra çok evlendi. Yukarıda da
açıkladığımız gibi bu evliliklerinin de birçok hikmetleri vardır. Allah (cc)
ondan razı olsun.
Resulullah (sav), Hz.
Hatice'nin vefatından sonra Hz. Şevde ile evlendi. Hz. Şevde Resulultah
(sav)'tan daha yaşlı dul bir kadındı. Resulullah (savpn onu tercih etmesinin
sebebi, Hz. Sevde'nin hicret eden mümin kadtnlardan olmasıydı. Kocası ikinci
Habeşistan hicretinden sonra vefat etmişti. Tek başına kalmıştı. Ona bakan ve
yardım eden yoktu. Eğer akrabalarının yanına gitmiş olsaydı, müşrik olması
için zorlayacak ve ona ağır İşkenceler yapacaklardı. Bu sebeble Resulullah
(sav) Hz. Sevde'yİ nikahlayarak yanına aldı. Sevde'nin iman ve ihfasının
bundan daha büyük bir karşılığı olamazdı.
Eğer Resuiullah
(sav)'ın maksadı, müfteri müsteşriklerin iddia ettikleri gibi şehvetini tatmin
olsaydı, ellibeş yaşına ulaşmış yaşlı ve dul bir kadınla evlenmez, bakirelerle,
evlenirdi. Yiğitlik ve cömertliğin en yüksek Örneği olan Resulullah (sav), Hz.
Şevde gibi yaşlı bir kadınla ancak onu korumak ve ona bakmak için evlenmiştir.
Resulullah (sav), Hz.
Ayşe'yi bakire olarak nikahlamıştır. O, temiz zevceleri arasında da Resulullah
(sav)'la evlenen tek bakire olmuştur.
Hz. Ayşe, Resulullah {savj'ın zevceleri içinde
en zekisi ve Kur'andan ençok ezbere bilendi. Hatta birçok erkekten daha bilgili
idi. Sahabilerin büyük alimlerinden bazı kimseler çözemedikleri meseleleri ona
götürür, o çözerdl.
Ebu Musa el-Eş'arî
(ra), «Biz Resulullahın sahabileri herhangi bir müşkilde kaldığımız zaman onu
Hz. Ayşe'ye sorar, gerekli bilgiyi alırdık.» der.
Ebu ed-Duka en-Mesruh
da şöyle der: «Ben Resulullah (sav)'ın asha- binin büyüklerini gördüm ki birçok
farzları Hz. Ayşe'den sorar, öğrenirlerdi.»
Urve bin Zübeyr (ra):
«Ben tıpta, fıkıhta ve şiirde Hz. Ayşe'den daha alimini görmedim.» demiştir.
Bunda hayret edilecek
birşey yoktur. Çünkü hadis kitapları, onun derin İlmine, üstün zekasına
şahitlik edecek nakillerle doludur. Çünkü sahih hadis kitaplarında Abdullah bin
Ömer (ra) ve Ebu Hüreyre (ra) dışındaki hiç kimseden Hz. Ayşe kadar çok hadis
rivayet edilmemiştir.
Resulullah (sav); onu
diğer zevcelerinden daha çok severdi. Fakat taksimatta adaletten ayrılmazdı.
Ancak şunu da söylerdi: «Yarabbi, ben gücümün yettiği taksimatı yapıyorum.
Malik olmadığım bir şeyle de (kalbimden geçen şeyle) beni muahaze etme.»
itf «Ey peygamber,
zevcelerine de ki: «Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişamdım arzu
ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle
salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olduğu zaman Resulullah (sav) önce Hz.
Ayşe'ye, «Sana birşey söyleyeceğim. Cevap vermekte acele etme. Anne-babana sor,
kararını sonra biidir.» dedi. Hz. Ayşe, Resuiullah (sav)'ın'da bildiğini çok
iyi biliyordu ki, anne ve babası Resulullah (savj'tan ayrılmasını hiçbir zaman
İstemezlerdi. Resu-lutlah (sav) bu âyeti okuyunca, Hz. Ayşe, «Anne ve babama bu
hususta mı sorayım. Şüphesiz ben Allah (cc)'ı, Resul (sav)'ünü ve ahireti
tercih ederim.» dedi. Çünkü Resulullah (sav)'ın Hz. Ebubekir'e dünür olmasından
daha büyük bir mükafat olamazdı onun İçin.
Bu evlilik, Resulullah
(sav)'ın sünnetinin yayılmasına vesile oldu. Bilhassa kadınlarla İlgili şer'i
hükümlerde. Nitekim bu hususu talim! hikmette açıkladık.
; Resulullah (sav) ile
evlendiğinde Hz. Hafsa da dul bir kadındı. Koca-sipHuneys bin Huzafe el-Ensarî
Bedir Savaşında şehid olmuştu. Tanınmış, pşhjivan, yiğit bir mücahiddi.
:' Hz. Ömer Hafsa'yt.
karısı Rukiyye'nin vefatından sonra Hz. Osman'a vermek istedi. Ama sonra onunla
Resulullah (sav) evlendi. Resululfah (sav)'m bu evliliği Hz. Ömer İçin en büyük
ikmm oldu.
Buhari'nin Abdullah
bin Ömer (ra)'den rivayetine göre Hz. Hafsa'nın kocası Huneys şehid olduktan
sonra Hz. Ömer, Hz. Osman'a, «Dilersen Ömer'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana
nikahlayayım.» dedi. Birkaç gün geçtikten sonra Hz. Osman, «Şu günümde
evlenmenin doğru olmadığını anladım.» diye olumsuz cevap verdi. Hz. Ömer, bu
defa Hz. Ebubekfr'e, «İstersen Ömer (ra)'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana nikah
edeyim.» dedi. Uz. Ebubekir sustu ve bir cevap vermedi. Sonra Hz. Hafsa'yı
Resulullah fcav) istedi ve nikahladı. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer'le karşılaştığında
şöyle dedi: «Sen bana Hafsa (r.anha)'yı teklif ettiğinde sustum. Bunun sebebi,
Resululfah (sav)'ın onunla evlenmek istediğini bilmemdi. Ben onun sırrını
açıklamak İstemedim.» dedi.
İşte akıt, zeka ve
erkeklik Hz. Ömer'in bu tavrında temayüz etmektedir. Çünkü o, ırzını korumak
istiyordu. Kızını uygun olan dengine teklif ediyordu. Çünkü evlilik sağlam bir
cemiyetin en hayırlı vesilesidir. Bizler neredeyiz, İslâm ahkamını bilenler
nerede? Şimdiki insanlar da kızlarını zengin bir adama vermek için bekletip
dururlar. Halbuki servet hiçbir zaman saadet getirmez.
Resulullah (sav), Hz.
Ömer'in kızı Hz. Hafsa'dan sonra Huzeyme kızı Hz. Zeynep'le evlendi. Zeynep
(r.anha), İslâmın ilk şehidierinden yiğit ve pehlivan Ubeyde bin Haris bin
Abdulmuttalib'in dui karısı idi. Ubeyde de Bedir Savaşında şehid olmuştu.
Zeynep (r.anha), kocası şehid düştü anda bile yaralılara yardım etmeyi,
yaralarını sarmayı terketmemişti. Kocasının şehid olması onun hizmetine mani
olmamıştı. Tak) müslümaniar girdikleri bu ilk savaşta zafere ulaşıncaya kadar.
Resulullah (sav),
Zeynep (r.anha)'in sabrını, cihadını ve İslama bağlılığını görünce, iddeti dolduktan
sonra onu nikahlayarak çocukları ite beraber himayesine aldı. Resulullah
(sav)'ın bu hareketi onun kırılan ümid-ierini yeniden canlandırmış ve onu
yeniden hayata döndürmüştür.
Şeyh Muhammed Mahmud
Savvaf, «Zevecâtü'n-Nebiyyi'n-Tahirât» isimli eserinde kocasının şehadetini ve
Zeynep (r.anha)'in büyüklüğünü anlattıktan sonra Resulullah (sav)'ın onunla
evlendiğinde yaşının altmış olduğunu söylemektedir. Zaten Resulullah ile iki
sene yaşayabilmiş, İki seneden sonra vefat etmiştir. Resuluilah (sav)'ın bu
evliliğine müfteri müsteşrikler ne diyecekler, nasıl bir iftirada
bulunacaklardır acaba?
Acaba Resulullah
(sav)'ın bu evliliğinde bir şehvet ve arzu eseri bulabilecekler mi? Yoksa tüm
insanlığın kurtuluşu için gönderilen son Peygamberin iffet, büyüklük, sevgi,
fazilet ve yardımseverliğini mi bulacaklardır. Müfteri müsteşrikler Allah
(cc)'tan korksunlar. İlim emanettir. Emanete kötü emeller için hıyanet
etmesinler. İslâmî ilimleri ibret için okusunlar. Hakkı inkar, yalan, iftira
ve halkı kandırmak için okumasınlar.
Resulullah (sav)
Zeynep (r.anha)'le evlendiğinde o da duldu. Halasının kızı idi. Daha evvel Zeyd
bin Harise (r.anha) ile evliydi. Zeyd (ra), Zeynep (r.anha)'i boşadı ve yüksek
bir hikmete binaen de Resulullah (sav) onu kendisine nikahladı.
Bu evlilikteki
hikmetlerden birisi, teşri'? hikmette geçtiği gibi, evlât] edinmenin ibtali ve
insanın kendi soyundan olmayan bir çocuğun öz evladı gibi olamayacağını beyan
etmektir. İşte bu mevzuda bazı garazkarlar, tsiâmı ve İslâm Peygamberini hiçi
sevmeyen müsteşriklerle, onların dlnden çıkmış kuyrukları Hesuluiian {sav)'ın
Hz. Zeynep'le evlenmesi mevzuunda o yüce peygambere tanetme kapısını aralamaya
çalışıyorlar.
Bu mevzuda çok
yanılmışlardır. Onlara göre. Resulullah (sav), Zeyd (ra)'in evinin önünden
geçerken Zeynep (r.anha)'i görmüş ve çok beğenmiş. Bunun üzerine «Kafbleri
çeviren Allah lcc)'ı tenzih ederim.» diyerek duygusunu dile getirmiş. Zeynep
(r.anha) de bunu duymuş ve kocasına söylemiş. Zeyd (ra), Resulutlah (sav)'ın
zevcesini beğendiği anlamış ve Resulullah (sav)'a giderek Zeynep (r.anha)'i
boşayaco'ğını söylemiş. Resulullah (sov), kalbi başka türlü olduğu haide, Zeyd
(ra)'e karısını boşa-mamasını söylemiş. Fakat Zeyd (ra), onunla Resulullah
(sav)'ın evlenmesi için karısını boşamış.
İbnü'l-Arabî, bu batıl
iddia hususunda şöyie der: «Zeynep (ra)'i gördüğünde onun sevgisinin
Resulullah (sav)'ın kalbine düştüğü iddiası batıldır. Çünkü Zeynep (r.anha)
Resulullah (sav)'ın halası kızı idi. Onu her zaman görebiliyordu. Daha o
tarihlerde kadınlar örtünmüyorlardı da. Nasıl olur da şöyle bir geçerken gözüne
çarpan Zeynep (r.anha)'e aşık olur? Üstelik de evli bir kadın olduğu halde.
Resulullah (sav), onu bekarlığında da müteaddld defalar görmüştü. Nasıl olur da
daha önceden olmayan sevgi ve arzu, sonradan ortaya çı-kar. O temiz kalbe böyle
fasit bir arzu ve İlgi nasıl girebilir?
«Aİtahu taala,
«Onlardan (kafirlerden) bir sınıfa kendilerini fitneye düşürmemiz İçin
(verdiğimiz ve) fatdelendirdiğimiz (bu) dünya hayatına ald ziynetlere ve
debdebelere sakın iki gözünü dikmo. Rabbtnin rızkı hem daha hayırlı, hem daha
süreklidir.» (Taha: 151) âyetiyle böyle bir durumun olmayacağını beyan
etmektedir.»
Arab!, sözlerinin
devamında İsraliî rivayetlerin asılsızlığını delilleriyle beyan etmiştir.
[37]
Zeynep (r.anha)'le
Zeyd (ra)'ln evliliklerine sathi bir bakışla bakıldığında bile, aralarındaki
geçimsizlik ve açık içtimaî dengesizlik rahatlıkla görülür. Zira Zeynep
(r.anha), soylu bir ailedendi. Zeyd ise, daha düne kadar köle idi. Allahu taala
Zeyd (ra) ile Zeynep (r.anha)'l evlendirerek İslâm gözünde soyun hiçbir önemi
olmadığını, önemli ve şerefli olanın dine bağlılık ve takva olduğunu
göstermiştir. Çünkü Allahu taala. «Sizin Allah nez-dlnde en şerefliniz takvaca
en ileri olanınızdır.» (Hucurat: 13) buyurmaktadır.
Resulullah {sav),
Zeynep (r.anha)'e kendisini Zeyd (ra)'le evlendireceğini söyleyince karşı
çıkmış ve «Ben soyluyum, o köledir. Ben onunla ev-lenemem.» demişti. Bunun
üzerine, «Allah ve peygamberi bir işe hükmettiği zaman gerek mümin olan bir
erkek, gerek mümin olan bir kadın içirt {ona aykırı olacak) işlerinde
kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allaha ve Resulüne İsyan ederse muhakkak ki
o, apaçık bir sapıklıkla yolunu saprt-rnıştır.o (Ahzab: 36) âyeti nazil oidu.
Zeynep (r.anha) boyun eğerek Zeyd (ra)'le evlendi. Fakat Zeynep (r.anha)'in
içinde devamlı bir sıkıntı ve hoşnutsuzluk vardı.
Resulullah (sav),
Zeynep (r.anha)'i küçüklüğünden beri tanıyordu. O-nunla evlenmek isteseydi kim
mani olabilirdi? Bir kimsenin bakire İken bir başkasıyla evlendirdiği kadına
sonradan ilgi duyacağını, onunla evlenmek isteyeceğini kim söyleyebilir? Şu
halde bu, akılsızca, düşüncesizce bir iddiadır. Onlar biimeJikleri şeyleri
iddia ediyorlar. Bunlar Resulullah (sav)'a iftiradan başka birşey değildir.
Müfteriler daha neler
söylüyorlar neler? Güya Resulullah (sav), Zeynep (r. anha)'l seviyormuş, fakat
gizlemiş. Böyle bir bühtan nasıl düşünülebilir? Zira âyet meseleyi bütün
açıklığı ile zikrederek Allahu taalanın Resul (sav)'ünün gizlediğini açıklayacağını
söyler: «Allanın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların
dedikodusundan korkuyordun.» (Ahzab: 37). Allah (cc) neyi açıkladı? Resulullah
(sav)'ın Zeynep (r. anhaj'e olan aşk ve muhabbetini mi açıkladı? Hayır. Allah
(cc) bu âyetle, Resulullah (sav)'ın Zeynep (r. anha)'le evlenmesi yolundaki
emrini gizlediğini a-çtkladı. Çünkü Resulullah (sav), münafıkların «Muhammed
oğlunun helali İle evlendi.» demelerinden korkuyordu. İşte Allahu taala,
Resulullah (sav)'-ın gizlediğini şu âyetle açıklamıştır: «Şimdi madem ki Zeyd o
kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Takl oğulluklarının
kendilerinden ilişiğini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah
olmasın. AH ahin emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37). İşte bu âyetler
müfterilerin İftira ve bühtanlarını ibtal ederek Resutuilah (sav)'ın İsmetine,
nezahet ve taharetine açıkça delalet etmektedir.
Resulullah (sav) Ümmü
Seleme (r.aha) ile Abdullah bin Abdülesed'den dul kaldıktan sonra evlendi. Abdullah
(ra), Islâmı ilk kabul edenlerden ve Habeşistan'a hicret edenlerdendi.
Habeşistan'a hicretleri sırasında kızları Seleme dünyaya geldi. Abdullah, Uhud
Savaşında şehid oldu. Ümmü Seleme, kocasının şahadetinden sonra dört çocuğu ile
sahipsiz ve himayesiz kalmıştı. Resulullah (sav) ona ve çocuklarına bakmak için
onu nikahına aldı.
Resulullah (sav) ona
dünür olduğu zaman, kendisinin yaşlı, dört yetim annesi ve kocasına karşı da
cok gayretli olduğunu söyleyerek özür beyan etmişti. Resulullah (sav) ona,
«Yetimlerini himayeme alır, Allah (cc)'tan da kalbinden kocanın gayretini
çıkarmasını dilerim.» demişti. Yaşını hiç nazar-ı itibare almayarak
muvafakatından sonra onu nikahlayarak çocuklarının bakım ve terbiyesini
üzerine aldı. Hatta öyle ki çocuklar babalarının yokluğunu bile
hissetmiyorlardı. Zira Allah (cc), onlara babalarından daha şefkatli, daha
merhametli birisini vermişti.
Hz. Ümmü Seleme de
İslama ilk girenlerden olmak ve Resulullah (sav)'a zevce olmak şerefiyle
şereflenmişti. Bu iki şerefin dışında onun bir diğer meziyeti daha vardır. Bu
da onun çok İyi bir rey sahibi olmasıdır. Bunun delili de Resulullah (sav)'ın
Hudeybiye anlaşmasında onunla istişare etmesidir. Resulullah (sav),
müslümanların müşriklerle yaptığı bu anlaşma sırasında çok müteessir olmuştu.
Çünkü bu anlaşmada müşriklerle on sene savaşılamayacağı öne sürülmüş ve
Resulullah (sav) da kabul etmişti. Müslümanlar bu anlaşmada haklarının
çiğnendiğini düşünüyorlardı. Kuvvetli oldukları halde haklarının çiğnenmesi
cok ağırlarına gittiği İçin, Resulullah (sav)'ın tıraş olmaları ve Medine'ye
dönmeleri yolundaki emirlerini yerine getirmiyorlardı. Resulullah (sav)
zevcesi Ümmü Seleme (r.anha)'ye, emrini yerine getirmedikleri için
müslümanların helak olacağını ifade etti. Ümmü Seleme (r.anha), «Sen çık,
onların karşılarında tıraş ol. Kesinlikte biliyorum ki, sana uymakta tereddüt
etmeyeceklerdir. Zira onlar tıraş olmanın Allah (cc)'ın kesin emri olduğunu
anlarlar» dedi. Gerçekten de Öyle oldu. Resulullah (sav), onların karşılarında
saçlarını kestirince adeta yarışırcasına Resulullaha uydular. Hepsi tıraş olarak
ihramdan çıktılar. Bu hadise Hz. Ümmü Seleme'nin rey sahibi zeki ve akıllı bir
kadın olduğunun canlı bir şahididir.
Resulullah (sav),
hicretin yedinci senesinde Hz. Ümmü Habibe ile evlendi. Habeşistan'a hicret
ederek orada ölen Abdullah bin Cahş (ra)'ın dul karısıydı. Resulullah (sav)'ın
isteği üzerine Habeşistan Kiralı Necaşî ona dörtbin dirhem gümüş mehir vererek
onu Resulullah (sav) ile nikahladı. Daha sonra da Şercil bin Hasene ile
Resulullah (sav)'a gönderdi. Bu husustaki tafsilat siyasi hikmet bahsinde
geçti.
.
Resulullah (sav),
Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlendiğinde o da duldu. Babası Haris, Beni
Mustalık kabilesinin reisi idi. Cüveyriye (r.anha) ite Safiyye (r.anha)'nin
evlenme hikmetleri siyasi hikmette tafsilatıyla geçmişti.
Asıl ismi Berre idi.
Resulullah (sav) ile evlendikten sonra Meymune olarak değiştirdi. Hz. Meymune,
Resuiullah (sav)'ın son zevcesldir. Hz. Ayşe onun hakkında, «Hepimizin en
takvası ve akrabalarına en çok şefkat gösterendi.» derdi. Hz. Meymune de
diğerleri gibi duldu. Resuluilah (sav) onunla evlenerek aşiretine büyük İkramda
bulunmuş oldu. Bu evlilikten sonra bütün kabilesi müsfüman olarak her hususta
Resulullah (sav)'a yardımct oldular.
Özet olarak Allah
(cc)'ın Resulullah (sav) ile sohoette bulunmayı na-sib ettiği müminlerin
anneleri olan temiz zevcelerinden söz ettik. A! la hu taafa bunlara hitabında,
«Ey peygamber kadınları, siz (diğer kadınlardan (herhangi) biri gibi
değilsiniz. Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere)
yumuşak söylemeyin. Sonra kendisinde bir maraz bulunanlar tamao düşer(ler).
Sözü maruf vech İl» (ve ağırbaşlı) söyleyin. (Vakar İle) evlerinizde oturun.
Evvelki câhiliyet (devri kadınlarının kınla döküle, süslerini göstere göstere)
yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekalı verin. Allaha ve
Resulüne itaat edin. Ey ehli beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi
tertemiz yapmak diler.» (Ahzob: 32-33) buyurmuştur.
Resulullah (sav)'ın
pak zevcelerlyle evlenmesinde birçok hikmetler vardır. Öu hikmetlerden
bazıları, kadınlar hakkındaki teşrii hükümlerin bildirilmesi ve bu evlilikler
sayesinde birçok kalbin kazanılarak Arap aşiret ve kabilelerinin müsfüman
olmalarıdır.
Resulullah (sav)'ın
zevceleri, Hz. Ayşe dışında, dul idiler. Resulullah (sav) bu evliliklerini
müslümanlar ile müşrikler arasındaki savaşların başlama tarihi olan hicretin
ikinci senesinden itibaren yapmıştır. Bu savaşlar hicretin ikinci yılından,
Aroblstanın tamamen İslâmlaşmasına kadar, yani hicretin sekizinci senesine
kadar devam etmiştir.
Resulultah (sav)'ın
evliliklerinin herhangi birisinin üzerinde araştırma yapıldığında, Resulullahın
dünyanın en yiğit, en düşünceli ve en hayırsever İnsanı olduğu açıkça görülür.
Eğer, ona iftira atan müsteşriklerin dedikleri gibi Resulullah (sav)'ın
kalbinde yalnız beşeri arzularını tatmin için evlenme duygusu olsaydı,
gençliğinde çokça evlenir, yaşlı ve dul kadınlar yerine de bakire genç
kızlarla evlenirdi. Kalblerine karabulut gibi çöken kin, onları kör etmiş,
güneş gibi parlayan hakkı göremez olmuşlardır. Nitekim Allahu taala böyieleri
için, «Hayır, biz hakkı batılın tepesine (indirip) atarız da o bunun beynini
parçalar. Bir de görürsünüz ki bu yok olup gitmiştir. (Allaha karşı) vasf (ve
fsnad) etmekte olduğunuz (İftiralardan dolayı yazıklar olsun size.» (Enbiya:
18) buyurmaktadır.
53 — Ey iman edenler
(bundan sonra) peygamberin evlerine —yemeğe davet olunmaksızın, vaktine (de)
bakmaksızın— girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz
zaman dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.
Çünkü bu, peygambere eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hakfkı
açıklamak) t an çekinmez. Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz
vakit perde ardından isteyin onlardan. Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların
kalb-ieri İçin daha temizdir. Sizin Allanın peygamberine eza vermeniz (doğru)
olmadı(ğı gibi) kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî caiz
değildir. Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günah) t ir.
(Yü'zene leküm): Yemeğe çağrılırsanız, davet Solunursanız girin.
(Nâzirine inahü): Onun (yemeğin) pişmesini beklemeyin. veya sohbet etmek için de izinsiz
girmeyin.
(Fenteşirû):
Çıkın ve dağılırı. '
(Müste'nisiyne Lihadisin): Söz dinlemek
(Inne zaliküm):
İzinsiz girmeniz eza verir.
(Fe/estahyi minküm):
Peygambersizden utanır. Allah
(cc) ise hakkı söylemekten utanmaz.
(Metâen):
Metodan maksat ihtiyaç, maddi ve manevi faydalanılan şeydir.
(Hicâbin): Örtmek
için çekilen perde.
(Etherü):
Sizin için daha temizdir.
Allahu teala, mümin
kullarına, isiâmî adab ve terbiye ile terbiyeleri-melerini ve onlara meşru
kıldığı din ve dünya salahetine vesile olacak tevcihatlara yapışmalarını
emretmiştir. Bilhassa da Resulullah (sav) ile anlaşmayı ve onun edebi ile
edeblenmeyi emretmiştir. Çünkü hiçbir makam nübüvvet makamı İle mukayese
edilemez. Resulullah (sav)'a söz veya fiille eziyet vermek İse Allah (cc)
katında en büyük günahtır. Allahu taala İslamın davet ettiği faziletli toplumun
meydana gelebilmesi için bize en faziletli adabı göstermekte ve ona uymamızı
emretmektedir.
Bu âyet iki büyük emri
ihtiva etmektedir:
1.)
Peygamberin evine girmek ve yemek yeme için izin isteme adabı me adabı).
2.)
Kadınlarla karışmamak ve onlarla konuşma adabı (şer'î hicab). Allahu taala
müminlere icmalen şöyle buyurmaktadır; Ey müminler, izin verilmedikçe peygamberin evine girmeyin.
Yemek vakitlerini gözeterek o vakitlerde girme izni İstemeyin. Girdikten sonra
da yemek vaktini beklemeyin. Ancak sizi hazırlamış olduğu bir düğün yemeğine
çağırırsa girin. Yemeği yedikten sonra da çıkarak dağıtın. Ye mektep sonra
oturarak peygambere rahatsızlık vermeyin. Zira onun hayası, size çıkın demesine
mani olmaktadır. Evinde oturmanıza karşı duyduğu rahatsızlığı ihsas ettirmemektedir.
Çünkü o yüksek bir ahlak sahibidir. Şerefli bir kalbi vardır. Ondan ancak sizi
sevindirecek söz ve fii! meydana gelir, öyleyse ona ağırlık ve eziyet vermeniz
doğru değildir.
Eğer peygamber
zevcelerinden birşey istemek mechuriyetinde katırsanız, perde arkasından
isteyin. Çünkü bu hem sizin, hem de onlar için
daha temizdir. Peygamber evine en yaraşanı bu olduğu gibi, şüphe ve
töhmetten en uzak olan da budur.
Ey müminler, Allah
(cc)'ın sizi kendisiyle hidayete davet, ettiği ve sizi cehaletin karanlıklarından" İslâmın
aydınlığına çıkardığı Resul (sav)'üne eziyet vermeyin. O sizin babanız gibidir.
Onun zevceleri de sizin anneleriniz gibidir. Bir müminin annesi İle evlenmesi
doğru olur mu? Öyleyse ne hayatında, ne de vefatından sonra Resulullah (sav)'ın
zevceleriyle evlenerek ona eziyet vermeyin. Resulultah (sav)'ın zevceleri ile
evlenerek ona eziyet vermek Ailah (cc)'ın ebediyyen affetmeyeceği büyük günahlardan
biridir.
Bu âyet iki büyük emri
ihtiva etmektedir. Birisi davet adabı, diğeri İse örtünmenin meşruiyetidir. Her
ikisinin de ayrı ayrı nüzul sebebi vardır.
1- Buharı ve
Müslim sahihlerinde Enes bin Malik (ra)'tan şöyle rivayet ederler: «Resulullah
(sav) evlenmiş ve zifaf yapmıştı. Annem Ümmü Süleym bu münasebetle hays (yağda
kızartılmış hurma) yemeği yaparak bana, «Ey Enes (ra}. bunu Resulullah (sav)'a
götür ve «Bunu annem gönderdi. Size selamı var. Ancak az birşey yapabildi de.»
dedi, Yemeği Re-sulutlah (sav)'a götürdüm ve annemin söylediklerini söyledim.
Resulullah (sav), «Onu şuraya koy ve şunları, şunları ve rastladıkları çağır,
gelsinler.» buyurdu. Ben de onun adlandırdıklarını ve karşılaştıklarımı
çağırdım. (E-nes'e gelenlerin kaç kişi olduğu soruldu. «Üçyüz kişi kadardı.
Çünkü Re-sulutlah (sav)'ın odası ile sofası dolmuştu» dedi.) Resululiah (sav),
«O çömleği getir.» dedi. Eve girdiler. Sofa ile oda doldu. Resulullah (sav),
«Onar onar oturun ve herkes kendi önünden yesin.» buyurdu, içeriye gurup gurup
girerek yemek yediler. Hepsi de doydu. Yemekten sonra Resulullah (sav), «Enes,
şu çömleği kaldır.» dedi. Çömleği aldım. İçinde hala yemek vardı ve
getirdiğimde mt daha çoktu, yoksa şimdi mi bilmiyorum. Gelenlerden bir gurup
Resulullah (sav)'ın evinde kaldı. Sohbet ediyorlardı. Resulullah (sav) da
oturuyordu. Zevcesi de yüzünü duvara çevirmiş oturuyordu. Bunların beklemesi
Resulullah (sav)'a ağırlık verdi. Bunun üzerine çıktı, diğer ailelerine selam
verip geri döndü. Oturanlar Resufulldh (sav)'a ağırlık verdiklerini anlayarak
çıkıp gittiler. Resullah (sav) odaya girdi ve ara yerdeki perdeleri çekti. Ben
hücremde oturuyordum. Odadan çok geçmeden çıktı. Sonra, «Ey İman edenler,
peygamberin evlerine.:.» âyeti nazil oldu.»
[38]
2- Buharı,
Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'a, «Ya
Resutilah, evinize İyi adamlar da, kötü adamlar da geliyor. Müminlerin
annelerine emretseniz de örtünseler. Bu daha hayırlı olur.» dedim. Bunun
üzerine, «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey İstediğiniz vakft perde
ardından isteyin onlardan...» âyeti nazil oldu.»
Bu âyet, Hz. Ömer'in
görüşlerine muvafık olarak nazit olan ÜC muvafakat âyetinden biridir. Bu
hususta Hz. Ömer'den "şöyle rivayet edilmiştir: «Üc şeyde Allah (cc) bana
muvafakat etti. Ben, «Ya Resulullah, İbrahim makamını namaz kılınacak yer
yap.» dedim, «Siz de İbrahimin makamından bir namazgah edinin.» (Bakara: 125)
âyeti nazil oldu. Ben kadınların örtünmesini istedim, «...Onun zevcelerinden
lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin...» âyeti nazil oldu.
Resulullah (sav)'ın eşleri birbirlerini kıskanıyorlardı. Onlara «Eğer
Resulullah (sav) sizi bo-şarsa Allah (cc) ona daha hayırlı eşler verir.» dedim.
Bunun üzerine, «Eğer
0 sizi boşarsa yerinize —Al lana itaatle teslim
olan, Allanın birliğini tasdik eden, namaz kılan, günahlardan tövbe ile
vazgeçen, İbadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızoğlan kızlar olmak
üzere— Rabbİnizin ona sizden daha hayırlılarını vermesi mamuldür.» (Tahrim: 5)
âyeti nazil oldu.»
[39]
Bu âyetin nüzul sebebi
olarak daha birçok rivayet vardır. Fakat bunlar, İbnü'l-Arabî'nin de dediği
gibi zayıf rivayetlerdir. Bu yüzden almıyoruz.
Birinci incelik: Âyetteki «...peygamberin evleri...» ifadesinde «evler»-in «peygambeme
izafe edilmesi hem teşrif, hem de Resuiullah (sav)'ın evlerine gösterilecek saygının
diğer evlerde olmadığını göstermek içindir. Bu âyette zikredilen hükümler de
bilhassa Resuiullah (sav)'a ikram için onun evlerine mahsustur.
ikinci İncelik:
«...Davet olunmaksızın... girmeyin.» âyeti, herhangi bir yemeğe davet
olunmaksızın gitmenin uygun olmadığına işaret etmektedir. Ancak sarih bir izin
olursa gidilmelidir. Bunu, bu âyetten sonraki. «Davet olunduğunuz zaman girin.»
âyeti de göstermektedir.
Üçüncü İncelik:
«Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağılın.» âyeti
şöyle bir incelik taşımaktadır: Fahreddin Razi'nin de dediği gibi, evlere
izinsiz girmeyi adet edinen bir kimseye izin alıp öyle girmesi söylendiği zaman
küser ve bir daha çağrılsa bile girmez, Fakat, «Siz müstenkiflerden olmayın.
Dinleyen ve itaat edenlerden olun. Girmeyin denildiği zaman girmeyin, davet
olunduğunuz vakit girin» de-nltlrse durum değişir. Kimse kırılmadığı gibi
maksada da ulaşılır.
[40]
Dördüncü İncelik: «Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.» âyeti,
düğün yemeği için gidilen evde daha fazla oturmanın doğru olmadığına İşaret
etmektedir. Zira oraya yemek için gidilmiştir. Yemek yenildiğine göre
dağılarak ev sahiplerini kendi başlarına bırakmak lazımdır. Yemekten sonra daha
fazla beklemek istenmeyen ve İnsanlara ağırlık yeren bir davranıştır.
Bazı alimlere göre bu
âyet, uzun süre oturarak usanç veren kimseler (sukalâ) hakkında nazil olmuştur.
Allahu taala bu asalak kimseleri terbiye İçin bu âyetin ifade ettiği hükmü
göndermiştir.
Hz. Ayşe ve İbni Abbas
(ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Şeriatin ağırlık veren kimselere ruhsat
vermemesi, asalaklığın ne kadar kötü olduğunu göstermeye kafidir.»
Beşinci incelik: «O sizden utanmaktadır. Allah İse hak(kı açıklamaktan çekinmez.»
âyeti, utanmanın şahıslardan değil, fiillerden olabileceğine İşaret
etmektedir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: «O sizi evinden çıkarmaktan
veya geri çevirmekten utanıyorsa da Allahu taala hakkı açıklamaktan utanmaz.»
Altıncı incelik: «Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri İçin daha temizdir.»
âyeti göz ite <kalb arasında bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Göz
arzuların yolu, bakış da şehvetin elclsidir. Göz görmedikçe kafb istemez,
öyleyse göz görmediği zaman kalb daha temiz olur, fitne ortaya çıkmaz.
Yedinci inceJik: «Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» âye-tindeki «busdan
maksat, Resuiullah (sav)'a eziyet vermek ve ondan sonra zevcelerini
nikahlamaktır.
Ebussuud Efendi şöyle
der: «Bu» (zaliküm) kelimesindeki uzaklık manası, Resuiullah (sav)'ın Allah
(cc) katında şer ve kötülükten uzak olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu âyet
Resuiullah (sav)'ıri şanının yüceliğini göstermekte, ona hem hayatında, hem de
hayatından sonra hürmet gösterme mecburiyetine İşaret etmektedir.»
[41]
Fakihler evlere
izinsiz girmenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Sarih veya işarı bir
İzin olmadan birisinin yemeğini yemek de caiz değildir. Çünkü Reş.ulullah
(sav), «Müslümanın malı ancak gönül hoşnutluğu ile helal olur.» buyurmuştur.
İzin, gönül hoşnutluğunu, İzin vermemek de gönül hoşnutluğu olmadığını
gösterir.
Bu âyet Resuluitah
(sav)'in evlerine izinsiz girmenin haram olduğuna, davet edilmeden düğün yemeği
yemenin de haram olduğuna delalet eder. öyleyse izinsiz olarak başkasının evine
girmek veya rızası olmadan birisinin yemeğini yemek de caiz değildir.
İbni Abbas (ra):
«Halktan bazıları Resuiullah (sav)'ın evinde yemek yapılmasını gözetler,
yemekten önce girerek yemeğin hazırlanmasını beklerlerdi. Yemeği yemeden de
çıkmazlardı. Resuiullah (sav) bu halden eziyet .duyardı, fşte bu âyet bunun
için nazil oldu.»
[42]
İbni Kesir de şöyle
der: «Allahu taala, müminlerin Resuiullah (sav)'ın evlerine İzinsiz olarak
girmelerini yasakladı. Çünkü onlar cahiliyet devrinde birbirlerinin evlerine,
İslâmın başlangıcında da Resuiullah (sav)'ın evlerine izinsiz oforgk.
girerlerdi. Allahu taala bir ikram olarak bu nizamı gönderdi. Buna pöre âyetin
manası, «Başkalarının evinde yemeğin pişmesini beklemeyin. Pişince de içeri
girmeyin. Başkasının evine İzinsiz olarak girmek ve onun yemeğini yemek Allah
(cc)'ın sevmediği ve zemmettiği bir haldir.» olur.»
[43]
«Yemeği yediğiniz
zaman doğılın.» âyeti, yemekten sonra ayrılmanın zarurî olduğuna delalet eder.
Bu, İslâmın müminlere getirdiği en yüksek terbiye kurallarından biridir. Ancok
yemekten sonra beklemek, oturmak haram değildir. Yalnız islâml terbiyeye
aykırıdır. Zira bu, ev sahiplerine eziyettir. Fakat bu oturuş az veya ev sahibinin
İzni ile olursa islâml terbiyeye aykırı değildir. Bununla birlikte çıkmak,
beklememek daha efdal-dir. Zira Ailahu taala, «Yemeği yediğiniz zaman
dağılırı.» buyurmuştur.
Âyeti kerime herne
kadar Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuşsa da hükmü bütün mümin
kadınları içine atmaktadır. Zira o hüküm-!i ler İçtimaî ahlak kuralları ve
İlahî irşad yollarıdır ki, bunlarda bütün halk ^ eşittirler. Yabancı kadın ve
erkeklerin birarada bulunmaması, yabancı bir \ kadından birşey isteneceği zaman
perde arkasından İstenmesi yalnız Re-[t sulullah (sav)'ın zevcelerine mahsus
değil, bütün mümin kadınlara alt umumi bir hükümdür. Resulullah (savj'ın
zevceleri müminlerin anneleri olduğu halde yabancı erkeklerle birarada bulunmamaları,
onlardan blrşey isteneceği zaman perde arkasından istenmesi, diğer rrtümin
kadınların da !' yabancı erkeklerle birarada bulunmalarının, onlarla
konuşmalarmın caiz olmadığına delalet eder. Çünkü her zaman ve yerde ahlakî
fitne kadın-„ larla erkeklerin Islâmî kurallar dışında birarada
bulunmalarından, konuş-malarından doğmaktadır.
Kadınların örtünmesi
emri de yalnız Resulullah (sav)'ın zevcelerine has bir hüküm değil, bütün mümin
kadınlara umumi bir emirdir. Zira Allahu taala bu surenin sonunda, «Ey peygamber
zevcelerin», kızlarına v& mu’mirilerin kadınlarına elbiselerini dıştan
Örten bir örtü giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.
Allah çok yariığayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (Ahzab: 59) buyurmaktadır. Hangi
mümin kadın bu hitabın dışında kalmıştır? Bu örtünme emri yalnız Resulullah
(sav)'ın zevcelerine mahsus mudur? Bazı sapıklar nasıl olur da örtünme emrinin
yalnız Resuiullah (sav)'m zevcelerine ait olduğunu iddia edebilirler? İnşaaüah
bu husustaki tafsilatı 57. Derste vereceğiz.
Bu hususta Kurtubî
şöyle der: «Alimler, Resulullah (sav)'ın vefatından sonra zevcelerinin nikahlarının
zail olup olmadığı, eğer zail olmuş ise iddet bekleyip beklemeyecekleri
hususunda İhtilaf etmişlerdir.
«Bazı alimlere göre
onların da Iddeti vardır. Çünkü onların da kocaları vefat etmiştir ve iddet
bir ibadettir.
aBazı alimlere göre
ise, onlar için İddet yoktur. Çünkü iddet, evlenmeyi mubah kılan bir bekleme
müddetidir.»
Kurtubî, sözlerine
şöyle devam eder: »İkinci görüş daha sahihtir. Çünkü Resulullah (sav), «Ben
vefatımdan sonraya ehlimin nafakasını bırakmadım.» buyurmuştur. «Ehil»
kelimesi zevcelere mahsus bir terimdir. Resulullah (sav)'tan sonra onların
nafakalarının beytülmal tarafından verilmesi gerekir. Çünkü onların başkaları
İle evlenmeleri haramdır. Nafakalarının beytülmaldan verilmesi ve Resulullah
(sav)'tan sonra evlenmelerinin haram oluşu, onların nikahlarının bekasına
delalet etmektedir. Madem ki nikahları bakidir, onlar İçin iddet de yoktur.
Çünkü onların ahlrette de Resulullah (sav)'ın zevceleri olduğu kafidir. Fakat
diğer kadınlar öyle değildir. Çünkü kimse ehliyle birlikte cennette mi, yoksa
cehennemde mi olacağını bilemez. Bazı kan-kocalar cennete ve cehenneme ayrı
ayrı giderek birbirinden ayrılacaktır. Bu sebeble diğer insanlar için vefatla
birlikte evlilik bağı koptuğu halde, Resulullah (sav) İçin devam etmektedir.
Nitekim Resuiullah (sav), «Bütün sebeb (nikah) ve nesebler birbirinden kopar,
benim sebeb ve nesebim kıyamete kadar devam eder.» buyurmuştur.»
1-
Resulullah (sav)'ın evlerine İzinsiz ve
davetsiz olarak girmek yasaktır.
2- Nikah
yemeği hazırlanmadan önce evlere girmek doğru olmadığı gibi, yemek yenildikten
sonra orada beklemek de uygun değildir.
3-
Resulullah (sav)'a hürmet ve tazimde bulunmak, onun emirlerini aynen yerine
getirmek vaciptir.
4-
Resulullah (sav)'a söz veya fiille eziyet vermek harqm, her durumda ona karşı
terbiyeli davranmak farzdır.
5-
Resulullah (sav)'tn vefatından sonra müminlerin anneleri olan zevcelerinin
evlenmeleri haramdır. Çünkü onlar yine Resulullah (sav)'ın zevceleridir.
6-
Resulullah (sav)'ın yüksek ahlakt, halka evimden çıkın demesine mani olduğu
için Resulullah (sav)'ın evinde ona ağırlık vermek haramdır.
7- Mümin
kadınların en güzel örnekleri olan Resulullah (sav) in zevceleri ile perde
arkasından konuşmak lazımdır.
8-
Kadınlarla karışmamak insanın nefsini temiz, kalbini salim, sırrı-'° nı saf ve
töhmetten uzak kılar.
9- Kur'an-ı
kerimin irşadıyla gösterilen edeb numunelerini harfiy--n yen uygulamak her
müsiümonvn görevidir.
Allahu taala
müminlere, şeref ve tazim için Resulullah (sav)'ın evlerine İzinsiz olarak
girmeyi yasaklamış, halkı Resulullah (sav)'a eziyet vermekten men etmiştir. Bu
eziyet, ister İzinsiz ve davetsiz evine girmek şeklinde olsun, ister yemekten
sonra oturmak, beklemek şeklinde olsun, haramdır. Ev sahibine ağırlık vermek,
izin almadan onun yemeğini yemek, müminlerin vasıfları değildir.
Resulullah (sav), son
derece haya sahibiydi. Hatta Hz. Ayşe Resulullah (sav)'ın hayosı hakkında, «O,
evinden dışarıya hiç çıkmayan bakire bir kız gibi hayalı idi.» demişti. Resululiah
(sav), bu hayasından ve yüksek ahlakından dolayı kendisine ne kadar eziyet
verilirse verilsin katlanırdı.
Gelen bir ziyaretçi ne
kadar uzun kalırsa kalsın ona gitmesini söylemezdi. Çünkü bunlar bir davetcinin
baş vasıflarıdır. Dünyanın en büyük davet-f
cisi de Resuluüah (sav)'tır. Bu hususta Allahu taala, «Sen Allahtan bir
esirgeme sayesindedir
ki onlara yumşak davran din. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar etrafından
her halde dağılıp gitmişlerdi bile.» (Al-i im-ran: 159) buyurmuştur.
İnsanlardan temiz
ahlaka ulaşmamış bazı kimseler Resuiullah (sav)'m yemek vakitlerini takip eder,
yemek hazırlanacağı zaman evine girerek beklerlerdi. Yemeği yedikten sonra do
evden çıkıp gitmezlerdi. İşte bu halkın yüksek bir ahlaka ihtiyacı vardı.
Onların insana noksanlık getirecek şeylerin yapılmasına mani olacak içtimai bir
şuura da ihtiyaçları vardı.'
Allahu taala bundan
dolayı ümmeti en doğru, en sağlam ve yüksek ahlak yoluna sevketmek için bu
âyeti inzal buyurdu. Hatta İsmail bin Ebi Hakim, «Bu âyet, Allah (cc)
tarafından asalakların terbiye edilmesidir.» demiştir.
Bazı münafıklar
vardılar ki, Resulullah (sav)'a sürekli söz ve fiilleriyle eziyet etmek
isterlerdi. Bunlardan bir tanesi, Resulullah (sav) Ümmü Seleme annemizle
evlenince, «Muhammed'e ne oluyor da bizim kadınlarımızı alıyor. Allaha
andolsun ki, eğer Muhammed ölürse onun kadınlarını aramızda kur'a ile taksim
ederiz.» demişti. İşte bunun, üzerine mevzumuz âyet nazil olarak Resulullah
(sav)'ın zevcelerinin başkaları ile nlkahlan-masını haram kıldı. Resulullah
(sav)'ın zevceleri, Resulullah (sav)'ın gönülleri hoşnut olsun diye müminlere
anne kılındı. Bu da Resulullah (savj'ın hususiyetlerinden biridir. Bu âyet
Resulullah (savj'ın mertebesini yükselttiği gibi, Resulullahın Attan (cc)
katındaki şerefini de göstermiş olmaktadır.
Şu halde hiçbir
müminin Resulullah (söv)'m ne nefsine, ne de ehline eziyet vermesi caiz
değildir. .Zira Resufullah (sav), müminlerin babasıdır. Hangi insan babasının
hanımı ile evlenir? Çünkü Kur'an nassı İle babanın hanımı insanin annesidir.
Resulullah (sav)'ın zevceleri de yine Kur'an nos-siyla müminlerin anneleridir.
Zira Aüahu taala, «Sizin Allanın peygamberine eza vermeniz (doğru) ofmadı(âi
gibi) kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedi caiz değildir. Bu
Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» buyurmuştur.
56- Şüphesiz ki Allah
ve melekleri o peygambere çok salat (ve tek-rim) ederler. Ey İman edenler, siz
de ona salct edin, tam bir teslimiyette de selam verin.
57- Hakikat Allah ve
Resulüne eza edenler (yok mu?) Allah onları dünyada da ahirette de rahmetinden
koğmuş, onlara horlayıcı bir azab da hazırlamıştır.
58- Erkek müminlerle
kadın müminlere İşlemedikleri (bir günah) yüzünden eza edenler de muhakkak bir
yalan ve apaçık bir günah yüklen-miş(ler)dir.
.
(Yüsellûne);
Salat kökünden gelen bir fiildir. Salat, lügatta dua, istiğfar ve rahmet
manalarındadır.
(En-nebiyyi):
Cevheri, Sahhâh'ında nebi kelimesini şöyle tarif eder: «Nebi, muhbir, haber
veren anlamındadır. Yani Allah (cc)'ın emirlerini bildiren demektir.»
(Yü'zûnellahe):
Allah (cc)'a eziyet vermek demektir. Buradaki manası O'nu layık olmayan
şeylerle vasıflandırmaktır.
(Leonehümullahü): Lean, lanet kökündün gelir. Lanet Allah (cc)'ın rahmetinden koğulmak,
uzaklaştırılmak demektir.
(Bühtonen):
İftira ve yalan demektir. (Mubînen):
Beyyine kökünden gelir, açık demektir.
Allahu taala Resul
(sav)'ünün büyük mevkisini, katındaki yüksek makamını haber vermiş, onun
kainatın efendisi ve makam-ı mahmudun sahibi olduğu bildirmiştir. Allahu taala
bu hususiyetleri Hz. Muhammed'den başka kimseye vermemiştir. Allahu taala
nebisine merhamet ederek onun şanını büyütmüş, mevkisini yüceltmiştir.
Allahu taalanın
melekleri Peygamber aleyhlsselotü vesselama dua eder, istiğfar ederler. Allah
(cc)'tan onun en yüksek mertebelere ermesini, dininin bütün dinlerden açık ve
üstün olmasını, en iyi mükafatın ona verilmesini ve onun hürmete şayan bir kul
ve peygamber olmasını taleb e-derler. Çünkü o, ümmetine en büyük hayrı ve en
cesim fazileti getirmiştir.
Ey müminler, siz de
ona salat ve selam getirin. Onun emirlerini yüceltin, şeriatine uyun. Zira
onun üzerinizdeki hakkı büyüktür. Ne yaparsanız onun hakkım ödeyemezsiniz. O
sizi sapıklıktan hidayete, cohiliyetin karanlığından İsiâmın nuruna çıkardı. O
öyle bir nurdur ki, sizin karanlıktan kurtulmanız için Allah (cc) onu kuluna
açık âyetler halinde inzal etmiştir. Muhakkak Allah (cc) çok bağışlayıcıdır,
çok esirgeyicidir. Öyleyse size de onun mübarek ismi anıldığı 2aman salat ve
selam getirin. Al-İah (cc)'tan ona büyük mükafatlar vermesini dileyin.
Allahu taala daha
sonra Allah ıccj'a ve Resulüne (sav), eziyet verenlerin Allanın gozab ve
lanetine müstahak olduklarını haber vermiştir. Allahu taala onlara ohirette
tahmin edilemeyecek şiddette bir azab hazırlamıştır. Mümin kullarına eza
verenleri de aynı azabla azablandıracağını bildirmektedir. Çünkü onlar,
müminlere, yapmadıklarını isnad ve İftira İle İtham ederek yalan
söylemişlerdir. İşte bunlara dünyada kazandıkları bu kötü amellerden dolayt
dünya ve ahirette elem verici bir azab vardır.
Bu âyetlerle. Önceki
âyetler arasındaki münasebet
önceki âyetlerde
Resulullah (sav)'ın evlerine izinsiz, girme ile kendisinden sonra zevceleri
ile evlenmenin haram olduğu beyan edilmiştir. Aynı âyetlerde müminlere
Resuiultah (sav)'a eziyet vermemeleri de emredilmişti. Çünkü Resulullah
(sav)'ın ümmeti üzerinde çok büyük bir hakkı vardır. Böylece Resulullah
(sav)'ın, Allah (cc) katındaki yüksek mevkisl gösteriliyordu.
Bu âyetlerde ise
Allahu taala peygamberine ikramda bulunduğunu ve onun hallerini yücelttiğini
beyan ediyor. Melekler de Allahu taolanın göstermiş olduğu yoldan giderek
peygamberin Allah (cc) katında faziletinin yücelmesini ve şerefinin artmasını
dilemektedirler. Allahu taala ve melekleri ona salat ve tekrim ederler de
müminler nasıl etmezler. Çünkü o, bütün tekrlm ve temcide layıktır. Allahu
taala müminlere hitabında sanki, sizin ona eziyet vermeniz doğru değildir.
Çünkü Allah (cc) ve melekleri ona çok salat ve tekrimde bulunurlar demek
İstemektedir.
Birinci incelik: «Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrlm) ederler.»
âyeti Resulullah (sav)'a yapılan salat ve tekrim İn süreklili-Uğine işaret
etmektedir..
İkinci incelik: Madem ki Aİlah (cc) ve melekler) Resulullah
(sav)'a
salat ve tekrlm
ediyorlar, bizim salat ve selamımıza ne ihtiyaç var denilebilir. Resulullah
(sav)'a salat ve selam getirilmesi onun İhtiyacından dolayı değildir. Ona
kalırsa, Allah (cc) Resulüne salat ve tekrim getirdikten son ra meleklerin
salat ve selamına da ihtiyaç kalmamaktadır. Bizim ona salat ve selam
getirmemiz, ona karşı olan hürmet ve tazimimizi izhar etmek ye buna karşılık
Allahu taaladan sevap almak içindir. Yoksa Resulullah (say)'tn ihtiyacından
dolayı değildir. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu, «Kim bana bir kere salat
ve selam ederse Aliahu taala ona on kere salat ve selam eder. Onun on günahını
siler, derecesini on kat artırır.» şerefli sözleriyle beyan etmiştir.
Üçüncü incelik:
İmam Fahreddin Razi: «Salat dua anlamına gelince Allah (cc)'ın
peygamberine dua etmesi düşünülemez. Zira Allah (cc), hiçkimseyedua etmez. Bu şekildeki
dua, üçüncü şahıstan bir menfaat taleb etmektir, Allahu taala için böyle bir
taleb mümkün değildir. Salat kelimesi dua anlamına geldiği gibi istiğfar
anlamına da gelmektedir. İmam Şafii'nin görüşüne göre Allah (cc)'ın
peygamberine saiat ve selamı ona rahmet indirmesi manasını taşır. Meleklerin
salat ve selamı da aynı rahmetin tahakkuku İçin Allah (cc)'tan talebîe bulunma
demektir.»
[44] der.
Dördüncü incelik; Allahu tabla bize, seçkin peygamberine salat ve selam okumamızı
emretmektedir. Bunun için, «Ona salat ve selam ederim» veya «Ona saiat ve selam
olsun» demek kafidir. Salat okurken, «Ey Alla-hım, Muhammed'e salat ver.»
dememizin sebebi nedir? Allahu taala, ona salat ve selam getirmemizi emretmiş,
ancak üzerimize vacib olan miktarı bildirmemiştir. İşte bu hususu Allahu
taalaya havale ederek. «Yarabbt, Muhammed'e sen salat getir. Çünkü ona layık
olanı en iyi bilen sensin. Biz onun hakktnı vermekten aciziz. Ona layık olduğu
meth v& senayı yapmaktan da aciziz. Ona yapılacak meth ve senayı sana
bırakıyoruz. Ona layık olanı sen yap.» demek istiyoruz.
Beşinci incelik: Bazı alimlere göre «Allahümme salli ala Muhamme-din...» dememizin
manası, «Yarabbi, onu dünyada isminin yüksekliği, davetinin izharı ve
şeriatinin ibkası ile yücelt. Ahirette de onu ümmetine şefaatçi, verilecek ecir
ve sevabın kat kat verilmesine vesile kıl. Ona maka m-1 mahmudu ver.»
demektir.
1- Ebu Talha
(ra)'dan: «Resulullah (sav) bir gün
yüzünde müjde alametleri olduğu halde
yanımıza geldi. «Ya Resulullah,
yüzünüzde bir müjde alâmeti görüyoruz, bu nedir?» dedik. Resulullah (savt,
«Bana bir melek geldi ve «Ey Muhammed, Rabbin diyor ki, sana kim bir kere salqt
getirirse ben ona on salat getiririm. Kim sana bir kere selam verirse ben ona
on kere selam veririm. İster misin?» dedi.»
[45]
2-
Resulullah (sav), «Kıyamet günü halkın yanımda en evlası, dünyada iken bana
encok salat getirendir.» buyurdu.
[46]
3-
Resulullah (sav), «Cimri'o kimsedir ki, onun yanında benim adım anılır da bana
salat getirmez.» buyurdu.
[47]
AHahım, salatını,
rahmetini, bereketini elcilerin efendisi, muttakilerin imamı, efendimiz Hz.
Muhammed'e, onun aline ve ashabına kıl. Muhakkak ki sen Işitici ve dualara
İcabet edicisin.
[48]
Peygamber
aieyhisseîatü vesselama selat okumanın slgası hakkında yine onun sünnetinde
birçok şekiller varid olmuştur. Müminler de ona salat ve selam okumanın çeşitli
suretlerini zikretmişlerdir. Salat ve selam şekillerindeki bu ihtilaf, salat ve
selamın özel bir şekilde yapılmayacağını göstermektedir. Resululloh (sav)'a
tazim ve sena edilsin de nasıl olursa olsun.
Biz, Resululiah
(sav)'a salat ve selam hususundaki rivayetlerden sahih olanlarını kısaca
aktarıyoruz. Bunların tamamını almak uzun sürer. Allah (cc)'tan yardım
dileyerek bu hususa başlıyorum :
1- Buharı ve
Müslim Ka'b bin Ucre'den şöyle rivayet
etmişlerdir: «Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah, sana selam vermeyi
biliyoruz. Fakat nasıl salat edeceğiz?! diye soruldu. Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: «Şöyle deyin: AHahümme satli ala Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Kema
sallayte alâ İbrahİme, Inneke hamîdün mecîd. AHahümme bank alâ Muhammedin ve
alâ ali Muhammed. Kema barekte alâ ali İbrahime inneke hamîdün mecîd. (Allahim,
İbrahim'e ve onun aline salat ve selam ettiğin gibi Muhammed'e ve aline de
salat ve selam eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin. AHahım, ibrahim'i ve alini
mübarek eylediğin gibi Muham-
'med'i ve alini de
mübarek eyle. Sen hamîd ve mecîdsin.)»
2- İmam
Malik (ra). İmam Hanbel (ra). Buharı ve Müslim Ebu Hâ-mid es-Samldî'den şöyle
rivayet etmişlerdir: «Ashabı kiram, «Ya Resulullah, sana nasıl salat getirelim?»
dediler. Resulullah (sav), «Allahümme salü alâ Muhammedin ve ezvacihi ve
zürriyetihi. Kema salleyte alâ İbrahime inneke hamîdün mecîd deyin.» buyurdu.»
3- Ebu Said
el-Hudrî (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a. «Sana selam
vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat getireceğiz?» dedik. Resulullah (sav),
«Şöyle deyin: Aiiahümme salü alâ Muhammedin abdike ve resulüke. Kema salleyte
alâ İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin. Kema barekte alâ
İbrahime fil alemine İnneke hamîdün mecîd.» buyurdu.»
4- Müslim,
Tirmîzî ve Nesaî, Ebu Mes'ud el-Bedri (ra)'den şöyle rivayet etmişlerdir; «Biz
Sa'd bin Ubâde (ra)'nin meclisinde otururken Resulullah (sav) geldiler. Beşir
bin Sa'd (ra) Resulullah (sav)'o, «Allah (cc) bize sana salat getirmemizi
emretti. Sana nasıl salat
getirelim?» diye sordu. Resulullah
(sav), sanki hiçbir şey sorulmamış gibi bir süre sustuktan sonra, «AHahümme
saili alâ Muhammedin kema saKeyte alâ İbrahime ve barik alâ İbrahime ve barik
alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin, Kema barekte alâ İbrahime inneke hamîdün
mecîd deyin» buyur.»
Diğer bir rivayette de
«Allahümmü saill alâ Muhammedin nebiyyl üm-rnlyyi.» şeklinde tarif edilmiştir.
Bunlardan başka daha
birçok rivayet vardır. Fakat bunların sıhhati naklettiklerimiz ölçüsünde
değildir. Bazı eksiklik ve fazlalıkları da bunlara muhaliftir.
Selamın şekli ise,
«Esselamü aleyke ya Resulullatutır. Yalnız namaz kılarken tahiyyetin İçinde,
«Esselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahme-tullahi ve berekatihü» şeklinde
okunur.
Selamın manası İse,
Resulullah (sav)'ın bütün afetlerden, belalardan ve hastalıklardan kurtulması
için duadır.
İbni Saib, «Selam
(teslim)in manası, peygambere boyun eğmek, mu. halefet etmemek, her halükarda
onun bütün emirlerini aynen yerine getirmektir.» der.
Yukarıda da geçtiği
gibi salat lügatta dua, meth ve sena manalarına gelmektedir. «Onlar, (o
teslimiyet ve istlrcoı gösterenler yok mu?) Rabbİn-den mağfiretler ve rahmet
hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola er-dirîlenlerln ta kendileridir.»
(Bakara: 157) âyetinde de «salat», temcld ve sena manasına gelmektedir.
Bazı alimlere göre
Allahu taalanın peygamberine solat getirmesinin manası, onu temcid ve Sena
etmesidir. Buharı de bu görüştedir. En açık olan görüş de budur.
Diğer bazı alimlere
göre ise, Allah {ccj'ın peygamberine salat getirmesinden maksat, ona rahmet ve
mağfirettir. Hasan-ı Basrî (ra) ve Safa bin Cübeyr (ra) de bu görüştedir.
[49]
Peygambere (sav),
meleklerin safat getirmesinden maksat ise, ona dua ve ümmetine mağfiret, taleb
etmektir. Bütün bu görüşlerden anlaşılıyor ki peygambere Allah (cc)'ın salatı
ile meleklerin salatı ayrı ayrı şeylerdir. «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o
peygambere çok salat (ve tekrim) ederler.» âyetinde salatı ifade eden
«yüsellûne» fitlinin çoğul gelmesi de peygambere Allah (cc)'ın salatı ile
meleklerin salatımn ayrı şeyler olduğuna delalet etmektedir.
Fakat müfessirler bu
âyetin tefsirinde ihtilaf ederek ayrı görüşler beyan etmektedirler:
1- Bazı
müfessirlere göre âyetin akışı bir kelimenin hazfedildiğine delalet etmektedir.
Buna göre âyetin manası, «Muhakkak Allah peygambere salat (ve tekrim) eder.
Melekler de dua eder.» şeklinde olur. O zaman «yüsellûne» kelimesinin çoğul olması yalnız
«melekler»den dolayıdır. Allah (cc)'ı ifade
etmez. Bu görüşü bazı kurranın âyetteki «melaiketehu» kelimesini «melaiketühü»
şeklinde okumaları da teyid eder.
2- Bazı
müfessfrlere göre ise, bu âyet hakikat ile meoazı bir arada ifade etmektedir.
Çünkü «salat» keiimesl hakiki manada «dua», mecazî manada da «rahmet» demektir.
Fahreddin Razi bu görüşü tercih etmiştir.
[50] İmam
Şafii (ra) de bu görüştedir, imam Şafii (ra)'ye göre iki manayı da ifade eden
bir kelimeyi her iki manada kullanmak caizdir. Buna göre «yüsellûne» kelimesi
hem «Allah»a, hem de «melekler»e racidir. Çünkü âyetin manası, «Allahu taaia
peygambere rahmet eder, melekler de dua ederler.» dir.
3- Alimlerin
bir kısımtna göre de âyetteki «yüseliûne» kelimesi kesin bir mecaz ifade
etmektedir. Yoksa mecazla hakikati birlikte ifade etmemektedir. Bunlara göre
mecazî manadan maksat. Resulııllah
(sav)'ın şanına, haline itina etmektir. Bu itina ise Allah (cc)'tan
başka, meleklerden başkadır. Ebussuud, Ebu Hayyan, Zemahşeri ve diğer bazı
meşhur müfessirler de bu görüştedir.
Ebussuud şöyle der: «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok
salat (ve tekrim) ederler.» âyetindeki
«Allahın sakıtı»ndan maksat rahmet,
«meleklerin salatandan maksat ise istiğfardır. İbnl Abbas (ra), «Allahu taala
peygamberine rahmet, melekleri de dua ederler.» demiştir. (öyleyse bu manaların
her. İkist de «safat» kelimesinin hakiki manasıdır.
Yani onlar Resulullah
(sav)'a hayır olanı ve işine uygun olanı yaptıkları gibi onun şerefini izhar ve
halini tazime de İhtimam etmektedirler. Buna göre Allah (cc)'ın «sakıt»!,
rahmet, meleklerin «salat»ı dua ve istiğfgrdır.»
[51]
Ebu Hayyan da şöyle
der: «Allah (cc)'ın peygamberine salatı, meleklerin sakıtından başkadır. Madem
ki başkadırlar öyleyse nasıl olur da
İkisini bir kelime
ifade eder. Bunun cevabı şudur: Aralarında müşterek bir nokta vardır ki bu,
hayrın ulaşmasıdır. Mesela; Allahu taala tarafından rahmet olan Salatın
ulaşmasıdır. Melekler ise istiğfar ederek hayrın yine
Resulullaha ulaşmasını
taleb etmektedirler.»
[52]
Allahu taala
müminlere, şerefli pebis) üzerine saiat ve salam okumayı emretmiştir. Emir ise
farzı gerektirir. Ulema da ömürde bir defa salat ve selam getirtmesinin farz
olduğunu söylemişlerdir. Bunda
icmaya yakın bir ittifak vardır.
Hatta Kurtubî, bu hususta icma olduğunu nakletmiştir. Çünkü âyetteki «Siz de
ona salat edin.» emri farz kılmak içindir. O zaman Resulullah (sav)'a salat
getirmek, kelime-i şehadet gibi Ömürde bir
defa için farzdır.
Alimler, her mecliste
ve peygamberin mübarek isimlerinin her zikredilmesinde salat ve selam
getirmenin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
1- Alimlerin
bazısına göre. Resulullah (sav)'ın isminin her geçişinde salat ve selam
getirmek farzdır.
2-
Bazılarına göre, bir mecliste Resulullah (sav)'ın ismi kaç kere geçerse geçsin,
bir defa salat ve selam getirmek farzdır.
3- Diğer
bazı alimlere göre de Resulullah (sav)'o çok selam ve salat getirmek —meclisi
ve sayısı ne olursa olsun— vacibtir. ömürde bir defa salat ve selam getirmek kafi
değildir.
Mecliste veya
Resulullah (sav)'ın isminin her geçişinde'salat ve selam getirmenin (arz
olduğunu söyleyenlerin delilleri, «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.»
âyetidir. Birşey hakkındaki' emir, o fiilin devamlı tekrarını ifade eder. Resulullah
(sav) da kendisine salat ve selamda bulunmayanlar hakkında şiddetli vaidlerde
bulunmuştur. Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: «Cimri o kimsedir ki, onun
yanında benim adım anılır da bana salat getirmez.a
[53] «Bir
kavim bir mecliste oturur ve Allah (cc)'ı zikretmeden, peygambere salat ve
selam getirmeden kalkarlarsa, kıyamet günü üzerlerine bir hasret çöker.»
Cebrail aleyhisselam da şöyle buyurmuştun «Yanında senin ismin anıldığı halde
sana salat ve selam getirmeyen uzaklaştırılmıştır.» Cebrail alsyhisselamın bu
sözüne Resulullah (sav), «Amin.» demiştir.
Âyetteki açı>k emir
ile Resulullah (sav)'ın hadisleri salat ve selamın her mecliste veya isminin
her anılışında vacib olduğuna delalet ederler.
Ulemanın cumhuruna
göre İse, Resulullah (sav)'a salat ve selam getirmek bir ibadet ve Allah
(cc)'a yaklaşma vesilesidir. Zikir ve teşbih gibi. Ancak ömürde bir defası
farzdır. Her mecliste veya isminin her antlısında salat ve selam getirmek
sünnettir. Resufullah (sav)'a çok çok salat ve selam getirmek uygundur. Zira
Resulullah (sav), «Her kim bana bir kere salat getirirse AHahu taala ona on
defa salat gstirir.»
[54]
buyurmuştur. ; Bu ve benzeri hadisler peygambere salatın fazjfetini
bildirmektedir. Bu hususta daha birçok meşhur hadis vardır. Şu var ki bunların
hiçbirisi salat ve selam getirmenin farz olduğuna delalet etmez. Ancak sünnet
olduğunu gösterir.
Ebussuud: «Resululiah
(sav)'ın şanının yüceliği, mübarek İsimlerinin her anılışında ihtiyaten salat
ve selam getirilmesini icabettirir.» der.
Cumhurun görüşü daha
sahih ve daha tercihlidir.
Fokihler, namazda
Resulullah (sav)'a salat ve selam getirmenin hükmü hususunda ihtilaf ederek
İki görüşe ayrılmışlardır:
1- Şafii ve
Hanbelilere göre, namazda salat ve selam okumak vaciptir. Salat ve selamsız
namaz sahih değildir.
2- Maliki ve
Hanefilere göre de namazda salat ve selam okumak sünnet-t müekkededir. Satat ve
selam okunmadan kılınan namaz kerahetle sahihtir.
Şafii ve Hanbelilerin
delilleri:
Şafii ve Hanbeliler,
aşağıda özetle nakledeceğimiz delillere dayanarak namazda Resulullah (sav)'a
salat ve selam okumanın farz olduğunu söylemişlerdir.
1- «Ey iman
edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetteki e-mir, salatın namazda
vacib olduğunu gösterir. Bu vücub da ancak teşeh-hüdde olur. Öyleyse namazda
salat ve selam getirmek vacibtir.
2- Ka'b bin
Ucre'den rivayet edilen, «Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah, sana selam
vermeyi biliyoruz. Fokat nasıl salat edeceğiz?ı diye soruldu. Resuluilah (sav)
şöyle buyurdu: «Şöyle deyin: Allahümme safil ala Muhammedin ve alâ ali
Muhammed. Kema salleyte ala ali İbrahime, Inne-ke hamîdün mecid. Allahümme
barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed. Kema barekte ala İbrahime İnneke
hamidün mecîd.» hadisidir.
İbni Kesir: «imam
Şafii (ra)'ye göre namaz kılan birisinin son teşeh-iiüdde Resuiullah (sav}'a
salat ve selam okuması vaciptir. Şayet salatı terkederse namazı sahih olmaz.
Âyetin zahiri de buna delalet eder. Saha-bilerden bir cemaatten de âyetin böyle
tefsir edildiği nakledilmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Cabir (ra) ve İbni
Mes'ud (ra) da bu görüştedir.»
[55]
demektedir.
Maliki ve Hanefilerin
delilleri:
Maliki ve Hanefiler
aşağıya özetle aktaracığımız delillere istinad etmektedirler :
1- «Ey iman
edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetin zahiri Resulutlah (sav)'a
salat getirmeyi emretmektedir. Bu emirden maksat da vücubtur. Ancak insan
günde bir defa salat getirirse
bu farzı
eda etmiş olur. Bu emir vücübu gerektirmekle birlikte tekrarı
gerektirmez.
2- İbni
Mes'ud (ra)'dan rivayet edilen, iResulullah vsav) ona teşehhüdü öğretirken,
«Sen şunu söyledin ve şunu yaptın mı namazın tamamdır. Dilersen kalkabilirsin.
Sonra dilediğin en temiz -kelamı seç.» buyuc-o du.» hadisidir.
[56]
Görülüyor ki Resulullah (sav) teşehhüdü öğretirken' sq$u latı emretmem iştir.
3-
Muaviyetü's-Selemî'den rivayet edilen, hadistir. Bu hadiste Resulullah (sav),
«Bizim namazımızda dünya halkının konuştuğundan bir söz konuşulmaz. Ancak
namazda teşbih, tehlil ve Kur'an kıraati vardır.m buyurmuştur. Görülüyor ki,
Resulullah (sav), salatı zikretmemiştlr. Eğer salat va-cib olsaydı zikretmesi
gerekirdi.
4- Birçok
sahabiden yapılan rivayete göre onlar teşehhüdde yalnız, «Esselamü afeyke
eyyühennebiyyi ve rahmetullahi ve berekatihU İle iktifa ederlerdi. İbrahim
aleyhisselama teşbih edilen salat ve selamı okumazlardı.
Cessas da «İmam Şafii
(ra)'nin namazda peygambere salat ve selam okumanın farz olduğu yolundaki
iddiası delilsiz bir iddiadır. Bizim bildiğimiz kadarıyla hiçbir alim bunu
iddia etmemiştir. Üstelk bu İddia Peygamber (sav)'den varid olan hadislere de
aykırıdır.» der.
Bazı alimlere göre
peygamberlerden başkasına da salat ve selam okunur. Çünkü salat duadır. Dua
ise herkese yapılır. Nitekim Resulullah (sav)'-tan da, «Atlahümme sallı ala ali
Ebi Evfas (Allahım, sen Ebİ Evfa'nın aline salat ve selam ver.) hadisi varid
olmuştur.
Alimlerin ekserisini
göre salat, peygamberlere ait bir hususiyettir. Öyleyse peygamberlerden
başkasına salat ve selam getirmek caiz değildir. Peygamberlerin dışındaki
insanların ismi anıldığında onlara rahmet okunur. Sahabi ve tabiinin ismi
geçtiğinde, «Allah onlardan razı olsun.» denir. Bunlara salat ve selam
getirmek caiz değildir. Salat peygamberlik şiarıdır.
Ebussuud:
«Peygamberlerin haricindeki kimselere_..peyg/âmberle birlikte salat ve selam
okumak caizdir. Fakat müstaldlen okumak mekruhtur. Çünkü salat örfte
peygamberlerin şiarıdır. Allah (cc)'a mahsus olan «azze ve celle» kelimeleri
peygamber için nasıl kulianılamozsa, salat da 'başkaları İçin kullanılamaz.
Halbuki haddizatında peygamber aziz ve ce-lildir.»
[57]
demektedir.
1-
Peygamberin yeri ve mevkii Allah (cc) katında çok büyüktür.
2- Allahu
taalanın ve meleklerin şerefli elçisine salat ve selam o-kumaları onun
şerefinin yüksekliğine delalet etmektedir.
3-
Resulullah (sav)'a hürmet, emirlerine tazim etmek her mümine vacibtir. Zira ona
tazim, Allah (cc)'a tazimdir.
4- Resulullah
(sav)'a salat ve selamda uygun olan siga şer'İ siga-dır. Yani, «Allahümme salli
ala Muhammedin...» demektir.
5-
Resulullah (sav)'a eziyet vermek, Allah {cc)'a eziyet vermektir.
6-
Resulullah (sav)'ın ismi anıldığı zamari* salat ve selam getirmek sünnettir.
7-
Müminlerde olmayan blrşeyle onları itham etmek onlara eziyet vermektir ve bu
büyük günahtır.
Allahu taala
Resulullah (sav)'ı temcfd ve sena ederek mevkiini diğer peygamberlerden daha
yükseğe çıkarmıştır. Müminlere de o şerefli Resul (sav)'üne karşı edebli
olmalarını, emirlerine saygılı olmalarını emretmiştir.
Allahu taala ona
mele-İ alada melekleriyle birlikte salat ve tekrimde bulunmuştur. Bu salat ve
selamın Kur'anla bildirilmesi, o büyük peygamberin yerinin yüceliğini
bildirmek içindir. Ki, müminler ona karşı hürmette bulunarak emrine itaat
etsinler. Çünkü o, müminlerin dünya ve ahirette saadet ve kurtuluş vesilesidir.
Zira Allahu taaia, «Ki (hepiniz ey İnsanlar) Allaha ve peygamberine İman
edesiniz, ona yardım edesiniz, onu büyük tamyasımz, sabah ve akşam O'nu
(Allahı) teşbih (ve tenzih) edesiniz.» (Feth: 9) buyurmuştur.
Allahu taala müminlere
şerefli elçisine salat ve selam okumalarını emretmiştir. Kelime-i şehadette de
onun isminin anılmasını farz kılmıştır ki, onsuz İman tamam olmaz. Ona sözle
veya fiille eziyet vermeyi veya onun yüksek mevkiine saygısızlık olabilecek
herşeyi haram kılmıştır. Allahu taala, Resulullah (sav)'a yapılan eziyeti
kendine yapılmış kabul etmektedir. Onu tekzib etmek, Allah (cc)'ı tekzib
etmektir. Onunla Istih2a etmek, Allahu taala ile istihza etmektir. Çünkü o,
alemlerin Rabbinln elçisidir. Öyleyse herşeyde onun emrine itaat etmek ve onun
sözüne saygı göstermek lazımdır. Çünkü o. Aİlahu taatanm emirlerini bize tebliğ
etmektedir. Allahu taala da, «Kfm peygambere İtaat ederse muhakkak Aîlofta
İtaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse...» (Nisa: 80) buyurmuştur.
Allahu taala. Resul
(sav)'üne eziyet vereni lanetleyeceğini, ona gazab edeciğini bildirmiştir.
Çünkü ona eziyet vermek, nimetleri inkar etmek, Allah (cc)'tn ona verdiği
mevkii ve fazileti inkar etmektir. Mümin birkimse onu nasıl layık görür de
eziyet eder? Çünkü bizim cehalet ve sapıklıktan kurtuluşumuzun sebebi ve küfrün
karanlıklarından bizi Islâmın aydınlığına çıkarandır. Resulullah (sav) tlah'i
rahmetin kapısı, ilahî ihsan ve faziletin zuhur yeridir. Allahu taala,
«Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müminleri cidden
esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tövbe: 128) buyurmuştur.
59- Ey peygamber,
zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine
giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur. Allah
çok yarfıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.
(Ezvâcike):
Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç, evli çiftten her birisine verilen isimdir. Âyetteki zevceler, Resulullah (sav)'ın hanımlarıdır.
(Yüdnîne):
Atarlar, örterler.
(Celâbibihînne): Çelabib, cilbab'ın çoğuludur. Çilbab, bütün vücudu Örten elbiseye
denir.
(Ednâ): En
yakın dernektir.
Allahu taala. sevgili
peygamberine, bütün İslâm ümmetini, İslâm adabına, İslâmın gelirmiş olduğu
faziletli ahlaka ve hikmetli tanzimata, ferdin salahı ve cemiyetin saadetini
temin için, çağırmasını emretmiştir. Bunlar* dan biri de müslüman aileye
taalluk eden İçtimaî nizamdır ki, kadının ör-tünmesldir. Bu örtünme müslüman
kadına farzdır. Çünkü onunla şerefini, namus ve İffetini yaralayıcı gözlerden,
hasta kişilerden korumuş olur.
Bu hususta Allahu
taala sevgili Peygamberine şöyle hitap etmektedir: Ey peygamber, Allah (cc)'ın
emirlerini mümin kullarına ilet ve evvela bu emirleri kendinde uygula.
Müminlerin anneleri olan temiz zevcelerine, faziletli kızlarına, İslâmın
getirmiş olduğu örtünme şekliyle örtünmelerini, erkeklerin bakışlarından
korunmalarını emret. Evvela bunlar Örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve
örtünmede örnek olsunlar. Hiçbir fasık ve facir de onları görmesin.
Örtünmeyi bütün mümin
'kadınlara da emret. Onlar do güzelliklerini, ziynetlerini örtecek bir dış
elbise giysinler. Bu elbise ile bütün İnsanların dillerinden, gözlerinden
uzaklaşsınlar, kendilerini korusunlar. Bu örtüle-rlyle yüzlerini ve diğer vücud
azalarının tamamını kapatsınlar. Böylece cariyelerden ve ahlaksız kadınlardan
seçilsinler, Garazkar kimselere hedef olmasınlar, facir kadınlardan da uzak
olsunlar. Hioklmse onlara kötülük ve fenalık düşünemesln.
Mümin kadınların
örtüleri, iffet ve namuslarını korumaya en büyük sebebtlr. Arttk onlardan kalbi
bozuk kimseler de birşey umamozlar. Allahu taala emirlerini yerine getirene
mağfiret eder, O, bütün kullarına da ençok merhamet edendir. Onlara ancak
dünyada selamete, ahirette saadete vesile olarak şeyleri emreder.
Birinci İncelik: Allahu taala örtünme emrine evvela Resulullah (sav)1-ın zevceleri ve
kızları ile başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların Önderi ve İmtisal
numunesi olduklarını göstermektedir. Diğer kadınlar onlara uyacakları İçin
uygun olan da şer'î emirlere, hükümlere Önce onların sarılmaları, aynen yerine
getirmeleridir. Zira bir davetin etkili olabilmesi İçin da-vetci, tezlerin)
Önce kendinde ve aile efradında tatbik etmelidir. İşte bu hususta da etbettekl
Resulullah (sav)'tn zevceleri ve kızlarının önder ve öncü olmaları gerekir.
Bunun için Allahu taala peygamberine -kadınların Örtünmesini vahyederken âyetin
başında evvela kendi zevce ve kızlarını zikretmiştir.
İkinci incelik:
Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri İstikrar kazandıktan sonra
nazil olmuştur, öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılman
setr-i avretten başka ve fazla bir örtünmedir. Bunun İçindir ki, bütün
müfessirfer, tabirleri değişik de olsa mefhumda birleşerek âyetteki
«cilbabnton maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten
bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zamanımızda
kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri
gerekmektedir. Âyetteki «cllbab»tan maksat, bazı cahillerin sandıkları gibi
setr-l avret değildir.
Üçüncü İncelik:
Âyetteki «Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına...» ifadesindekl
tafsilat, hicabın yalnız Resulullah (sav)'ın zevcelerine farz olduğunu iddia
edenlerin iddialarını açıkça reddetmektedir. Çünkü âyetteki «müminlerin
kadınlarına» İfadesi, örtünmenin bütün mümin kadınlara emredildiğine, onların
da bu umumi hitaba dahil olduklarına kesfn bir şekilde delalet etmektedir. Bu
sarih emir karşısında nasıl olur da müslüman kadınların örtünmesinin farz
olmadığı İddia edilebilir?
Dördüncü incelik: «Bu onlann tanınıp e2a edilmemelerine daha uygundur.» âyetinde
hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer'î hükümlerin hepsinde
meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerln-deki hikmet de hem onların
namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.
Müfessirlerin
cumhuruna göre, âyetteki «tanınıp» 'kelimesinden maksat, hür kadın
olduklarının anlaşılması, köle ve cariyelerden temyiz edilmeleridir.
Ebu Havyan, bu hususta
cumhurun göri'jünden başka bir görüşü tercih etmiştir. Ona göre âyetteki
örtünme emri ister hür, ister cariye olsun bütün müslüman kadınlaradır. «Bu,
onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetini de, «Namus ve
iffetle tanınsınlar kî, fasit kimseler onlardan birşey beklemesinler.» şeklinde
tefsir etmektedir. Ebu Hoyyan'ın görüşünü Bohr-I Muhid'deki ifadeleriyle aynen
aktarıyoruz:
«Ayetteki «müminlerin
kadınları» ifadesinin zahiri, hür kadınları da cariyeleri de içine almaktadır.
Cariyeler için fitne tehlikesi daha çoktur. Çünkü onlar hür kadınlara nisbetle
dışarıda daha çok bulunurlar. Cariyeler «müminlerin kadınları» ifadesinin
kapsamından çıkarabilmek için cok açık bir delil lazımdır. Böyle bir delil
olmadığına göre onların da örtünmeleri lazımdır. «Bu, onlann tanınıp eza
edilmemelerine daha uygundur.» âyetinden maksat, «Onlar Örtüleri sebebiyle
iffetli olarak tanınırlar. Bu sebeble hiçkimse onlara dokunamaz.» demektir.
Çünkü htçklmse mütesettir bir kadına bakamaz, kendisinde böyle bir cesaret
bulamaz. Ama kadın açık olursa, ona herkes bakar, çıtlatma yoluyla da olsa
arzularını duyurmaya çalışır. Çünkü o, açıklığı ile kendisini teşhir
etmektedir.*
[58]
Bu görüşü Ebu
Hayyan"ın çok keskin ve isabetli bir görüşe sahip olduğunu
göstermektedir. Biz de Ebu Hayyan'ın görüşünü tercih ediyoruz. Zira tesettürden
maksat budur. Ayrım yapılmadan hür ve cariye mümin kadınların kapanmasıdır.
Âyeti kerimenin
zahiri, hicabın mükellef olan müslüman, hür ve baliğ bütün kadınlara farz
olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «Ey peygamber, zevcelerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini
söyle.» buyurmuştur, öyleyse kafir kadınlara hicab farz değildir. Çünkü onlar
Islâmın fer'i hükümleriyle mükellef değildirler. Üstelik bize onları kendi
başlarına bırakmamız emredilmiştir. Hicab (örtünme) bir İbadettir. Çünkü bunda
Allah (cc)'ın emrine İmtisal vardır.
örtünmek müslüman bir
kadına namaz ve oruç gibi farzdır. Bu yüzden müslüman bir kadın örtüyü inkaren
terk ederse mürted olur, İslâmdan çıkar. Fakat inkar etmeden sırf bozuk bir
cemiyete uyarak terkederse mürted değil, asi olur. Bu hareketiyle Kur'anın
âyetlerine muhalefet etmiş olur. Zira Allohu taala, «Evvelki cahllryet (devri
kadınlarının kınla döküte, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.»
(Ahzab: 33) buyurmuştur.
Şu var ki, her nekadar
Örtünmekle mükellef olmasa da gayri müsllm bir kadının cemiyeti bozacak bir
şekilde ortalıkta dolaşmasına İzin verilemez. Şimdi gördüğümüz gibi öyle
İçtimaî edebler vardır ki, onlara uymak herkes için farzdır. Cemiyeti
fenalıklardan korumak bakımından bu İçtimaî edeblerde müslümanlar ile gayri
müslimler eşittirler. Bu içtimaî edebler İslâmın şer'i siyasetidir ki bunları
uygulamak müslüman hakimin vazifesidir.
Cariyelere gelince, bu
husustaki hükmü alimlerin ağızlarından naklettik. Burada tercih olunan allame
Ebu Hayyan'ın görüşüdür. Ona göre âyetteki örtünme emri hem müslüman
cariyeleri, hem de hür müslüman kadınları İçine alan umumi bir emirdir. Ebu
Hayyan'ın bu .görüşü, namusların korunmasını hedef alan şeriatin ruhuna en
uygun olan görüştür.
Müslümanların
vazifesi, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız
çocuklarını Örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat
terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir. Nitekim Resululiah
(sav), «Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On
yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları dövün.»
[59]
buyurmuştur.
Aliahu taala mümin
kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı erkekler karşısında
uzun bir ö.rtü İle elbiselerinin üzerinden Örtünmelerini emretmiştir. Alimler
bu tesettürün nasıl olacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe
ayrılmışlardı:
1- Taberî
İbni Sirin'den şöyle rivayet eder: «Abide es-Selmant (ra)'ye «...dış
elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin manasını sordum. Büyük
bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar
kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece
âyeti fiilî olarak tefsir etti.»[60]
2- Taberî ve
Ebu Hayyan ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmişlerdir: «Kadın cilbabınt
alnının üzerine İndirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar
kapatır. Yalnız gözleri dışarda kalmalıdır.
Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen 'kapatmalıdır.»
[61]
3- Yüzü
örtmenin keyfiyeti hakkında Süddî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü
kapatmalıdır.» Ebu Hayyan şöyle der: «Endülüs'teki adet de Süddinln tarif
ettiği gibi idi. Kadın bütün vücudunu Örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı.»
[62]
4-
Abdürrezzak ve bir cemaatin rivayetine göre müminlerin annesi Ümmü Seleme (ra)
şöyle demiştir: «Bu âyetin nüzulünden sonra ensarî kadınları siyah çarşaflara
büründüler. Sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.»
[63]
Nur Suresinin
tefsirinde geçtiği gibi, kadının ziynetlerini mahremlerinden başkasına
göstermesi haramdır. Zira Ailahu taala, «Ziynet (mahal)-lerini kendi
kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut
kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, yahut kendi biraderlerinden,
yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinîn oğullarından,
yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ef-lerindekl memlukelerden, yahut
erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yont erkeklikten kalmış bulunan)
hizmetçilerden, yahut henüz kadınların giril yerlerine muttali olmayan
çocuklardan başkasına göstermestnler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye
ayaklarım da vurmasınlar.» (Nur: 31) buyurmuştur. Yüz, ziynetin ve güzelliğin
aslı, fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi
zaruridir.
Yüzün avret olmadığını
söyleyenler ise[64], bunu iki şarta bağlamışlardır.
Bu şartlardan birisi, yüzün tabii durumunda bulunması (yani makyajsız olması),
ikincisi, fitneden emin olunmasıdır. Şayet yüzün acıtması fitneye sebeb oluyorsa
açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun için
müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi farzdır. Bu husustaki
şer'i delilleri Nur Suresinin tefsirinde beyan ettik. Ancak buraya bozt
müfessirierin yüzün Örtülmesinin farz olduğu hususundaki görüşlerini ilave
edeceğiz.
Müfessirierden bir
zümre yüzün örtülmesinin farz olduğuna kaildirler:
1- İbni
Cevzî, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin tefsirinde
İbni Kuteybe'den naklen şöyle der: «Başlarını ve yüzlerini Örtünmelerini söyle
ki onların hür oldukları bilinsin. Âyetteki «cela-bib» kelimesinden maksat da,
normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vü-cud hatlarını göstermeyecek bir
örtüdür.»
[65]
2- Ebussuud
Efendi: «Cübabntan maksat, çok geniş ve
uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de
örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, «Kadınlar dışarıya
veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle yüzlerini ve
bütün vücudlarını Örtsünler.» olur. Süddî de âyetin tefsirinde, «Kadın alnını
ve yüzünü örter. Yalnız birtek gözü açtk ıkalır.» demiştir.»
[66]
3- Ebu
Hayvan: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti tepeden
tırnağa kadar bütün vücudun örtülmesini
emreder. Veya âyetteki «üstleri»
kelimesinden maksat yalnız yüzlerdir. Yani âyet yüzlerin örtülmesini
emretmektedir. Çünkü cohillyet devrinde
hür kadınlar zaten yüzleri hariç bütün vücudlarını (saçları dahil)
Örtmekteydiler.»
4- Cessas:
«...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti, genç kadınları
yabancı erkeklere karşı yüzlerini örtmeleri gerektiğine delalet ediyor.
Kadınlar dış örtülerine bürünmelidirler ki kötü niyetli kimseler onlardan
birşey umarak eziyet etmesinler.»
[67]
5- Celaleyn:
«Celabib», cilbab'ın çoğuludur. Cilbab İse, »kadının bütün vücudunu kapatan
örtüdür. İbni Abbas (ra), «Hür olduklarının bilinmesi ve iffetlerinin
korunması için mümin kadınlara bir gözleri hariç bütün baş ve yüzlerini
örtmeleri emredilmiştir.» demiştir.»
[68]
6- Taberî,
İbni Sirln'den şöyle nakleder: «Abide
es-Seimanî (ra)'-den, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.»
âyetinin manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu Örttü.
Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü
açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti. Bunun benzeri İbni Ab-bas
(ra)'tan da nakledilmiştir»
[69]
Bu ve bunların emsali
nakiller İle meşhur müfessirlerfn kavilleri, kadınların yabancı erkekler
karşısında ve dışarıda yüzlerini örtmelerinin farz olduğuna açıkça delalet
etmektedir. Ancok birkaç istisnaî durumda yüz açılabilir. Bunlardan birisi,
sünnet vechl ile evlenm&k isteyen bir erkek taüb olduğu kadının yüzüne
bakabilir. Bir de kadın, hac ihramına girdiği zaman yüzünü örtmez. Çünkü bu
İbadet zamanıdır ve fitne sözkonusu olamaz. Kadının hacda yüzünü açması başka
hallerle kıyas edilemez. Günümüzde bazı cahiller, «Madem ki kadın ihramlı iken
yüzünü kapatmıyor, öyleyse diğer zamanlarda da yüzünü açabilir. Çünkü yüz avret
değildir.» diyorlar. Bu İddia İslâm fıkhını bilmeyenlerin sözüdür. Selef-İ
salihlnln hayatım, sahabl ve tabiinin kadınlarının yaşayışlarını ve İslâmın
altın devrindeki kadınların örtünmelerini, korunmalarını inceleyen, araştıran
herkes, yüzün avret olmadığını .açılmasının mubah olduğunu söyleyenlerin hata
ettiklerini kesin olarak anlar.
Bu İddiacılar, yüzün
avret olmadığını söyleyerek müslümon kadına yüzünü açmasını tavsiye ederler.
Kendi zanlanna göre böylece ilmi kstmetmenln günahından da kurtulmuş
olmaktadırlar. Halbuki yüzün avret olmadığını İlk defa ortaya atanlar din
düşmanları olmuştur. Bu din düşmanları tedrici olarak müslüman kadınları şer'î
hicabından çrkararak İs-lâmın içine fitne salmaya ve dini yıkmaya
çalışmışlardır. «İnna lllloh v» Inna lleyhl ractun.»
Şer'î örtünmenin
zaruri şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Örtü,
bütün vücudu örtmelidir. Zira Allahu taala, t...Dış elbiselerinden üstlerine
giymelerini söyle.» buyurmuştur. Cllbab, bütün vücudu örten bir elbise, bir
Örtüdür. «YÜdnlne», klna kökünden gelen bir fiildir. İdna elbiseyi, örtüyü
aşağıya doğru salıvermektir. Buna göre şer'î Örtünme, vücudun tamamını
örtmektir.
2- Örtü,
alttaki elbiseyi gösterecek kadar İnce olmamalıdır. Zira hlcobtan maksat
gizlemektir, ince örtü. alttaki elbisenin görünmesini önleyemez. Bakışlara da
mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe, «Ebubekir Sıddık'ın kızı Esma üzerinde İnce bir
elbise İle Resulullah (sav)'ın yanına gelince Resulutlah (sav} ondan yüzünü
çevirdi.»
[70]
3- Örtünün
kendisi bir ziynet olmamalı ve cazlb renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Zira
Allahu taala, «Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna.»
buyurmuştur. Ayetteki «görünen
kıtıımdan maksat, kasıtsız olarak görünen kısımdır. Eğer üstten örtülecek
örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona hicab denilemez.
Böyle bir örtüyle Örtünme de caiz değildir. Zira Örtünmekten maksat,
ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir.
4- Örtü,
vücud hatlarını belli edecek ve fitneye sebeb olocak kadar dar olmamalıdır.
Zira Resululloh (sav), «İki sınıf insan vardır ki oniar cehennem ehlidirler.
Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı döğenler ve vücud hatlarını
tamamiyle belil edecek elbise giyen kadınlar. Ki bunlar bu elbiselerle
erkeklerin kalblerlni çelmek İçin gezerken kırıtarak yürürler. Saçlarını da
deve hörgüçlerine benzetirler. Onlar cennete giremeyecekleri gibi çok
uzaklardan duyulabllen cennet kokusunu bile duyamazlar.» buyurmuştur. Hadisin
diğer bir rivayetinde de, «Cennetin kokusu beş-yüz yıllık yoldan geldiği halde
onlar kokloyamazlar.
[71]
buyurulmuştur.
Hadisteki «koslyatün
ariyamın manası, «sureta giyinik fakat haktkatta çıplaktırlar» demektir. Çünkü
onlar öyle ince ve dar giyiniyorlar ki, elbise ne avretlerini, ne de
vücudlarını örtmektedir. Bu hadis de Resultullah (sav)'ın mucizelerinden
birisidir. Çünkü kendisinden blndörtyüz sene sonra geleceği tasvir etmiştir.
5- Örtüden
güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri İğfal eder. Zira
Resulullah (sav), «Harama bakan göz zanidlr. Güzel koku sürünerek erkeklerin
arasına çıkan kadın da.» buyurmuştur. Diğer bir rivayette de, «Bir kadın güzel
.koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o
kadın zanidir.» buyurulmuştur.
Musa bin Yesar'dcn
şöyle rivayet edilmiştir: «Güzel koku sürünmüş bir kadın geçiyordu. Ebu Hüreyre
(ra) ona, «Ey cebbarın annesi nereye g'dlyorsun?» dedi. Kadın, «Mescide»
cevabını verdi. Ebu Hüreyre (ra), «Sen koku süründün mü?» diye sordu. Kadın,
«Evet» dedi. O zaman Ebu Hüreyre (ra), «Evine dön. Koku gidinceye kadar yıkan.
Zira ben Resulullah (sav)'tan, «Alkıhu taala süründüğü kokuyu etrafa saçan bir
kadının namazını, dönüp yıkanıncaya kadar kabul etmez.» dediğini işittim.»
dedi.»
[72]
6- Kadın ne
erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek elbisesine benzemelidir.
Zira Ebu Hüreyre (ra), «Resulullah kadın elbisesi giyen erkekte erkek elbisesi
giyen kadını lanetlemiştir.» demiştir.
[73] Diğer
bir hadiste de Resulullah (sav), «Allahu taala kendilerini kadınlara benzeten erkeklerle erkeklere
benzeten kadınları lanetler.»
buyurmuştur.
Ayetten alınacak
dersler
1- Örtünmek
bütün mümin kadınlara kesin bir (arzdır.
2-
Resulullah (sav)'m zevce ve kızları bütün mümin kadınlara Örnek ve önderdir.
3- Örtünün
vücudun ziynetlerini ve elbisesini kapatması farzdır.
4- Örtünme
müslüman kadına zorluk değil bilakis onun şeref ve haysiyetini korumaktır.
5- Hicab
kadınların iffetini koruduğu gibi toplumu da fitne ve fuhşun yapılmasından
korur.
6- Müslüman
kadın Allah (cc)'ın emirlerine sımsFkı sarıldığı gibi, Islâmın farz ettiği
içtimaî edeblerle de edeblenmelidlr.
7- Aftahu
taala kullarını çok esirgediği için onlara dünya ve ahiret-te ook hayırlı olan
hükümleri emretmiştir.
Bazı cahiller, İslâmın
müslüman kadına örtünmeyi farz kılmadığını, örtünmenin Abbasiler devrinde
ortaya çıkan adetlerden biri olduğunu zannetmektedirler. Bu zannın doğrulukla
hiçbir İlgisi yoktur. Bu zan ve iddiaları yalnızca şu İki şeye delalet eder.
Onlar ya İslâm ve Allah (cc)'ın herşeyi acıkca bildiren Kitabından habersiz ve
cahildirler veya bu zanları kalblerindekl gizli İslâm düşmanlığından
doğmaktadır.
Ben hakla batılın
birbirinden ayrılması İçin perdeyi açmak İstiyorum. Herşey ortaya çıksın ki
temiz ile pis birbirine karışmasın. Müslümanların gözü sabah uykusundan açılır
gibi acıtsın ve hakikati görsünler. Kendilerini medeniyetin ve İlericiliğin
öncüleri sayan bu sapıklar bugün alabildiğine çoğalmıştır. Ne yazık ki
bunların bu zanları kabul görerek ahlakı tahmin edilemeyecek kadar etkilemiş ve
bozmuştur. Bunlar ıslah adına bozuyor, yapmak adına da yıkıyorlar. Bunlar
kendilerini rslohcı olarak empoze ederek, İlim ve kültür adına konuşarak halkı
iğfal ediyorlar.
Ben şimdi kadınların
örtünmesi hususundaki âyetleri aşağıya alıyorum :
1- «(Vekar
İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahillyet (devri kadınlarının kınla doküle,
süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» {Ahzab: 33).
2- «Birde
onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit par* de ordindon İsteyin
onlardan. Bu, hem sizin kalblerlnlz, hem d* onların kalblerl İçin daha
temizdir.» (Ahzab: 53).
3- «Ey
peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden
üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tantnrp «a edH-memelerine daha
uygundur. Allah çok yarlığavıcıdır,
çok esirgeyicidir.»
{Ahzab: 59).
4- «Mümin
kadınlara da söyle: Gözlerini (harama
bakmaktan) takınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar.
Bunlardan görünen kısmı müstesna Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak
surette) koysunlar. Ziynet (mahal)lerinl kendi kocalarından, yahut kendi
babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut
kocalarının oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin
oğullarından, yahut kızkardeşlerinln oğullarından, yahut kendi kadınlarından,
yahut kendt ellerindeki memlukeferden, yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan
(yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizil
yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına, göstermesinler. Gizleyecekleri
ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allaha tövbe edin
ey müminler. Takt korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.» (Nur: 31)
Bu âyetler kesin
biçimde müslüman kadınların örtünmesinin farz olduğunu ve tesettürün Abbasiler
devrinde ortaya çıktığı iddiasının asılsızlığını ortaya koymaktadır. Zira
yalanın ipi çok kısadır. Bu âyetlerin ışığında anlıyoruz ki kadınların
örtünmesinden maksat, bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların
kalblerinde dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Al-lahu. taala bu hususta, «Bu
hem sizin kalblerlnlz, hem onların katbteri İçin daha temizdir.» buyurmuştur.
İslâmın birinci hedefi
kadının şerefini, iffetini korumaktır. Şunu unutmamak gerekir ki, imanları
zayıf, kalblerl hasta olan kimseler kadınlar hakkında kötü düşünürler. Bunlar
kadınların haysiyet ve şereflerini ortadan kaldırdıktan sonra gizil emellerine
ulaşmayı tasarlarlar.
Hiç şüphe götürmeyecek
şekilde açıktır ki, kadınlar tesettürden uzaklaştıkça evlenmeler azalmış, genç
çiftler arasında geçimsizlik ve boşanmalar çoğalmıştır. Birçok genç erkek ve
kadın evlenmekten imtina etmektedir. Çünkü beşeri arzularını hiç yorulmadan,
çalışmadan, fazla bir para harcamadan istedikleri an tatmin yollarını
buluyorlar. Şüphesiz bunların artık evlenmeye ihtiyaçları kalmıyor. Bu 6a
toplumları çöküş tehlikesi İle karşı karşıya bırakmaktadır. Ziro açıktır ki
ailelerin yıkılması, çiftlerin birbirine hıyaneti, kadınların süslenip
püslenerek sokaklarda açık saçık gezmelerinden kaynaklanmaktadır,
Seyyid Sabık,
Ftkhü's-Sünne isimli kitabında şöyle der: «İnsanı hayvandan ayıran en önemli
şey İnsanların glyinmesidir. Çünkü Atlahu taala, «Ey Ademoğulları, size
(şeytanın açmak İstediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip
süsleneceğiniz bir libas İndirdik. Takva libası ise, o, daha hayırlıdır. Bu
(libasların indirilmesi) Al ta hin (fazi ve rahmetine delalet eden)
âyetlerindendir. Taki (insanlar) iyice düşünsünler.» (Araf: 26) buyurmuştur.
Elbise ve ziynetler medeniyetin sembolleridir. Açık saçikM ise insanları
ibtidat hayata döndürerek insanlıktan çıkarır. Zira kadının malik olduğu en
değerli şey iffet, haya ve takvadır. Bunları korumak İse kadının insan oluşunun
en yüksek işaretidir. İsiâm toplumunda bir kadının serbestçe açılıp saçılması
doğru değildir. Zira kadının böyle dolaşması, biryerde erkeklerin zevk ve
eğlence vasıtası haline gelmelerine sebeb otu-yor. Artık kadınlık hüviyetini
kaybediyor.»
[74]
Amerikalı kadın yazar
Elisyan Stanbori, Mısır'da bir ay kaldıktan sonra Kahlre'de yayınlanan
E!-Cumhuriye gazetesinde şunları yazmıştır:
«Arap toplumu kamil ve
salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler içerisinde geleneklerine
bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum Avrupa ve Amerika toplumuna
benzememektedir. Zira rrtüslüman-larda atalardan devralınan birtakım gelenekler
kadının hayatını sınırlamakta, anne babaya karşı saygı icabettlrmektedir.
Bundan daha önemlisi dö Avrupa ve Amerika'da aile ve toplum hayatını tehdit
eden kadın-erkek İlişkilerini yasaklamaktadır.
«Arap toplumunun
bilhassa gene kızlar için vazettiği kayıt ve nizamlar son derece faydalıdır.
Bunun İçin ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı sarılmanızı öğütlerim.
Kadınlarla erkeklerin karışmalarına mani o-lun. Bilhassa genç kızlarınızı
tarihten devraldığınız terbiye kuralları İte yetiştirin. Bu, Avrupa ve
Amerika'da olduğu gibi kadınların heryere serbestçe girip çıkmasından daha
hayırlıdır. Hem sizin için, hem İnsanlık için daha hayırlıdır.
«Amerika'nın son
derece büyük bir toplum olması, birbirine yabancı kadın ve erkeklerin hiçbir
evlilik bağt olmadan münasebet kurmalarına sebeb olmuştur. Bu başıboşluk, bir
yandan hapishanelerin ve akıl hastanelerinin dolmasına, bir yandan da yirmi
yaşın altındaki kızların barlarda, pavyonlarda, randevu evlerinde erkeklere
satılmalarına yol açmıştır, işte bu bizim gençlere verdiğimiz hürriyetten
doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla erkeklerin iç içe yaşaması,
kadınlara verilen aşırı hürriyet aile düzenini tehdit ettiği gibi ahlak ve
fazileti de sarsmaktadır. Çünkü daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet,
medeniyet ve her-şeyin serbestliği adına içki içiyor, uyuşturucu maddeler
kullanıyor, hatta annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle
ki, birkaç dakikada evleniyor, birkaç saat sonra da ayrılıyor.»
[75]
İşte Amerikalı bir
kadın yazarın görüşü bu. Bu yazı açıkça gösteriyor ki, islâmın düşmanları dahi
tarafsız bir gözle baktıkları zaman Islâ-mın üstünlüğünü görüyor ve kabul
ediyorlar.
[1] Vahidi, Esbab-ı Nüzul. Süyûti. age. C. S, S. 180. Ibni
Cevzi, age. C. 6, S. 349. 242
[2] Süyûti, age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi. age. C. 0. S.
3-19.
[3] Süyütİ. age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi, age.
[4] Buhari.
[5] Fahreddin Razi. age. C. 6, S. 768.
[6] Zemahşerî, age. C. 3.
[7] Fahreddin Razi, ago, C. 8. S.'771.
[8] Burada açıklanan evlad edinme cahili manadaki evlad
edinmedir tslamdrt gerek akrabalardan ve gerekse herhangi bir çocuğun evlad
edinilmesi mubahtır. Ancak çocuğa kendilerinin öz baba ve annesi oldukları
söylenerek kendilerine nisbet etmeleri caiz değildir. Aralarında ncsoljtcn veya
sütten gelen bir mahremiyet yoksa erkek evladlık anneye, kız cvladlık da babaya
bir yabancı gibi haramdır. (Çev.)
[9] Buharı ve Müslim- Alusi, age. C 21. S. 149.
[10] Buharı ve Müslim.
[11] Alusi, age, C. 21, S. 149.
[12] ibni Kesir, ago, C. 3.
[13] Cessas, age, C. 3, S. 354. 248
[14] Ebu Hayyan, age. C. 7. S. 212
[15] Ali Nasıf. Camiu'I-Usul.
[16] Buhari, Müslim ve Nesaİ.
[17] Alusl. age, C. 21, S. 151.
[18] Buhari
[19] Kurtubl, age, C. J4, S. 122
[20] Ibnü'l-Arabi. age, C. 3.
[21] Kurtubi, age, C. 14. S. 123.
[22] îbnii'1-Arabf, age. C. 3. Kurtubi. age. C. 14, S. 167.
[23] Kurtubi. age. C. 14. S. 202.
[24] Tirmizi, Amr bin Şuayb'tan.
[25] Müslim. Cemül-Fevaid. C.,2. S. 253.
[26] İbni Ebi Şcybe. RezinVlen rivayet etmiştir. Ibni
Cevzİ. age, C 6. S. 407. 274
[27] Cessas, age, C. 3. S. 366.
[28] İbni Cevzi. age, C. 4, S. 404. Ebu Hayyan. age. C. 7.
S. 241.
[29] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 241/
[30] İbnü'l Arabi, age, Taberi, age. C. 22. S. 23.
[31] İbni Kesir, age. C. 3.
[32] Cessas, age, C-3, S. 368.
[33] İbni Kesir, age, C. 3.
[34] Tirmizi. Cemü'l-Fevaid, C. 3. 286
[35] Kurtubi, age. C. 14. S. 181.
[36] Kurtubi. age, C. 14, S. 161.
[37] İbnül-Arebi, bge, C. 3.
[38] Buhari ve Müslim.
[39] Buhari ve Müslim.
[40] Fahreddin-Razî. age, C. 6, S. 794. '-r>
[41] Ebussuud Efendi. Tefsir, C. 6. S. 798. IF. Razi
tefsiri kenarında)
[42] Ebu Hayyan. Bahr-ı Muhid, C. 7, S. 246: İbni Cevzi.
Zadü'l-Mesir. C. 6, S. 413.
[43] Ibni Kesir, age, C. 3.
[44] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 6, S. 796
[45] Neaâi. Ahmed bin Hunbel. lbni Ebi Şeybe.
[46] Tirmizi.
[47] Tirmiii. Nesâl. Ibni Hibban.
[48] Kadı îyaz. Şifa.
[49] İbni Cevzi, tıgu. C ıi. S. :if>u.
[50] Fahruddin Razi. age. C. (i. S. 7U7.
[51] Ebussuud, Tefsir, C. (i. S. 790 (Hazİ tefsirinin
kenarında).
[52] Ebu Hayyan. age. C. 7. S. A7
[53] Timizi.
[54] Ahmed bin Hanbel ve Hakim.
[55] İbni Kesir. Tefsir, C. 3. İbni Cevzi. Abdurrahraan
Cezerl.
[56] Tirmizi. Ebu Davud.
[57] Ebussuud. Tefsir. C. 6. S. 800 (Razi tefsirinin
kenarında).
[58] Ebu Hayyan. age, C. 7. S. 250. 326
[59] Sünen kitapları.
[60] Taberi, Hazin, el-Cemel, Celaleyn Haşiyesi.
[61] Ebu Hayyan, age. C. 7, S. 250.
[62] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 250.
[63] Cessas.age. C. 3. S. 372.
[64] Bu husustaki tafsilat 46- Derstedir.
[65] İbni Cevzi, age. C. 6. S. 422.
[66] Ebussuud. C. 6. S. BOl (RazI kenarında).
[67] Cessas, age. C. 3, S. 372.
[68] Celaleyn. C. 2.
[69] Taberi. Tefsir. C. 22.
[70] Ebu Davud.
[71] Müslim.
[72] Tergib ve Terhib. C. 3. S. 65.
[73] Ebu Davud, Nesai. Tahricüs-Sünen, C. 6. S. 57.
[74] Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne. C. 2, S. 209.....
[75] El-Cumhuriye. 8 Ocak 1962. 334