51. DERS CAHİLİYETTE VE İSLAM'DA EVLAD EDİNMENİN HÜKMÜ.. 4

Ayetlerin Lafzî Tahlili 4

Ayetlerin İcmali Manaları 4

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 5

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 5

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 6

Birinci Hüküm: Peygamberlerden Günah Sadır Olur Mu?. 6

İkinci Hüküm: Zihar Haram Mıdır?. 6

Üçüncü Hüküm: Evlad Edinme Caiz Midir?. 7

Dördüncü Hüküm: Ayetteki «Hata» Ve «Taammüd» Kelimelerinden Maksat Nedir?. 7

Beşinci Hüküm: Birisine Itkardeşlm» Veya «Efendim» Demek Caiz Midir?. 8

Ayetlerden Alacağımız Dersler 8

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 8

52. DERS VERASETİN YALNIZ AKRABALIKLA OLMASI 9

Ayetin Lafzi Tahlili 9

Ayetin İcmali Manası 9

Ayetin Nüzul Sebebi 10

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 10

Âyetteki Şer’i Hükümler 10

Birinci Hüküm: İmam Üzerine, Muslüman Fakirlerin Borçlanru Ödemek Vacib Midir?. 10

İkinci Hüküm: Resujulloh (Sav)'In Zevceleri Hem Erkek, Hem Kadın  Müminlerin Mi Anneleridir, Yoksa Yalnız Erkek Müminlerin Mi?  11

Üçüncü Hüküm: Evlenmede Haramlık Resuluilohın Bütün Zevcelerine Tesbit Edilir Mi?. 11

Dördüncü Hüküm: Anne Tarafından Olan Akrabalar (Zevll Erham) Mirasa Olurlar Mt?. 11

Ayetten Alınacak Dersler 12

Ayetteki Teşriî Hikmetler 12

53. DERS NİKAHLI BİR KADINI MÜNASEBETTE BULUNMADAN BOŞAMANIN HÜKMÜ.. 12

Ayetin Lafzı Tahlili 12

Âyetin İcmali Manası                                       . 13

Bu Âyetle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet: 13

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 13

Âyetteki Şer’i Hükümler 13

Birinci Hüküm: Bir Kadın Nikah Akdinden Önce Boşanabilir Mi?. 13

İkinci Hüküm: Evlenen Ciftin Yalnız Kalmaları Tddet Ve Mehil Gerektirir Mi?. 14

Üçüncü Hüküm: Tek Talakla Boşanan Bir Kadını Kocası Ricat Ettikten Sonra Onunla Cinsi Münasebette Bulunmadan Tekrar Boşarsa, Kadının İddeti İlk Talaktan İtibaren Mi Sayılır, Yoksa Ricattan Sonraki Talakın Vukuundan İtibaren Mi Sayılır?  15

Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Mal Vermek Vaclb Midir?. 15

Âyetten Alınacak Dersler 15

Âyetteki Teşrii Hikmetler 16

54. DERS RESULULLAH (SAVI İN EVLENMESİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 16

Ayetlerin Lafzi Tahlili 16

Âyetlerin İcmali Manaları 17

Âyetlerin Nüzul Sebebi 17

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 17

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 18

Birinci Hüküm:   «Ücret» Ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir Mi?. 18

İkinci Hüküm : Resulullaha Nikahla Helal Olmak Tçin Hicret Etmek Şart Mıdır?. 19

Üçüncü Hüküm: Resulullahın İndinde Kendisini Hibe Eden Kadın Var Mıydı?. 19

Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak Resulullaha Da Farz Mıydı?. 20

Resulullah (Sav)'In Çok Evlenmesinih Hikmetleri 21

1- Talimi Hikmet: 21

2- Teşrii Hikmet: 22

3- İçtimaî Hikmeet: 23

4- Siyasî Hikmet: 23

Müminlerin Temiz Anneleri 24

1- Hz. Hatice: 24

2- Hz. Sevde: 25

3- Hz. Ayşe: 25

4- Hz. Hafsa: 26

5- Hz. Zeynep (Huzeyme kızı): 26

6- Hz. Zeynep (Cahş kızı): 26

7- Hz. Ümmü Seleme: 27

8- Hz. Ümmü Habibe: 28

9- Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiyye: 28

10- Hz. Meymune : 28

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 28

55. DERS DAVETE İCABETİN ADABI 28

Âyetin Lafzi Tahlili 29

Âyetin İcmali Manası 29

Âyetin Nüzul Sebebi 29

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 30

Âyetteki Şer'î Hükümler 30

Birinci Hüküm: Bir Evde Davetsiz Yemek Yeme Caiz Midir?. 30

İkinci Hüküm: Düğün Yemeği Yenildikten Sonra Oturmak Haram Mıdır?. 31

Üçüncü Hüküm: »Hicab Emri Yalnız Resulullahın Zevcelerin» Mi, Yoksa Bütün Kadınlara Mıdır?. 31

Dördüncü Hüküm: Resulullahın Vefatı İle Zevcelerinden Nikah Kalkmış Mıdır?. 31

Ayetten Alınacak Dersler 32

Âyetteki Teşriî Hikmetler 32

56  DERS RESULULLAH (SAV)'A SALATU SELAM GETİRMENİN ADABI VE HÜKMÜ.. 32

Âyetlerin Lafzî Tahlili 32

Ayetlerin İcmali Manaları 33

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 33

Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin Fazileti 34

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 34

Birinci Hüküm: Rasulullah’a Salat Ve Selamın Okunuş Tarzı Nosıt Olmalıdır?. 34

İkinci Hüküm: Allah (Cc)'In Ve Meleklerin Resululloh (Sav)'a Salat Okumalarının Manası Nedir?. 35

Üçüncü Hüküm: Resuiullaha Salat Ve Selam Getirmek Farz Mıdır, Sünnet Mi?. 35

Dördüncü Hüküm: Namazda Resulullaha Salat Getirmek Vacib Midir?. 36

Beşinci Hüküm: Peygamberden Başkasına Salat Ve Selam Okunması Caiz Midir?. 37

Ayetlerden Alınacak Dersler 37

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 37

57. DERS  İSLÂM'DA KADININ ÖRTÜNMESİ 37

Âyetin Lafzî Tahlili 38

Âyetin İcmali Manası 38

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 38

Âyetteki Şer’i Hükümler 39

Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?. 39

İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekil Nedir?. 39

Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?. 40

Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?. 40

Ayetteki Teşriî Hikmetler 41

Kadın Hürriyetine Dair 42


51. DERS CAHİLİYETTE VE İSLAM'DA EVLAD EDİNMENİN HÜKMÜ

 

1- Ey peygamber, Allah tan kork. Kafirler ve münafıklara İtaat etme. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.

2- Sana Rabbinden ne vahy olunursa ona uy. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

3- Allah’a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.

4- Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerinden «zl-har» yaptığınız karılarınızı o, sizin analarınız (yerinde) tutmadığı gibi) ev-ladlıklartnızı da (öz) oğullarınız (gibi) tanımadı. Bu, sizin ağızlannızdaki laftnızdır. Allah hakkı söyler ve O, (doğru) yolu gösterir.

5- Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğ­rudur. Eğer babalarınıfn kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde  (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır do. Hata ettiklerinizde ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin (kasd ve) taammüd et­tiğinde (vebal) vardır. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

 

Ayetlerin Lafzî Tahlili

 

(Ittekıllahe): Allah (cc)'a takva olmakta sebat ve de-

(El kâfirin): Kafirin, kafir kelimesinin çoğuludur.

Kafir, Allah (cc)'ın nimetlerini inkâr eden demektir. Bazı alimler küfrün dört çeşit olduğunu söylemişlerdir:

1.) Cehli küfür. Allah (cc)'ı tanımamak, kalbi ve diliyle inkar etmek.

2.) İnkarı küfür. Bildiği halde inkâr ederek kafir olmak. Kalbiyle bildiği halde lisanıyla inkâr etmek. İblisin ve kitap ehlinin küfrü böyledir.

3.) İnadı küfür. Kalbiyle bildiği, lisanıyla söylediği halde hasedinden dolayı inkâr etmek. Ebu Cehil ve benzerlerinin küfrü gibi.

4.) Nifakı küfür. Lisanıyla söylediği halde kalbiyle inkâr etmek. Söy­lediğine İnanmamak. Münafıkların küfrü.

(Vekîlen): Vekil, âyetteki manası, kutlarının rızıklarına kefil olan.

(Tuzâhlrûne); Muzahere kökünden gelir. Bu da zevcesine, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» diyerek onu kendisine haram kılmadır.

(Ediyâeküm): Edlyâ, daly kelimesinin çoğuludur.

Daly oğulluk edinme.                                                                                       :

(Eksatü): Kist kökünden gelir. En adil manasın-

(Mevâliküm): Mevla kelimesinin çoğuludur. Mev­la, efendi demektir.

(Gafuren): Gafur, günahları affeden, yarlığayıcı. 

(Rahimen); Rahim, esirgeyici.                            ;

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala kerim peygamberine takvayı ve haramlardan Kaçınmayı emrederek kafirlere ve münafıklara itaat etmeyi yasaklamıştır. Çünkü'on­lar Allah (ccj'ın, Resul (sav)'ünün ve müminlerin düşmanlarıdır. Onlara hiçbir şey emanet edilemez. Onlarla herhangi bir işte İstişare de yapıla­maz. Onların içi ayrı dışı ayrı, suretleri ayrı, hakikatleri ayrıdır. Bu yüzden onlardan kaçınmak, onlara uymamak lazımdır. Onlar fasıktırlar, Allah (cc)'-ın taatından çıkmıştırlar.                                                                               

Buradaki hitap peygambere olmakla beraber ümmeti irşad içindir.' Ki, ümmet takva yolunda yürüsün ve Kur'anın hidayetiyle hidayetlensin. '

Cahiliyet devrinde dinin yasak ettiği birçok şeyler ihdas ederek bun­ların da din olduğunu İddia ederlerdi. İşte Kur'an bunların bu icadlarım iptal etmiş, bütün hurafeleri hak ile ortadan kaldırarak dini sağlam ve selim bir temel üzerine oturtmuştur.

Allahu taala Özetle şöyle buyurmaktadır: Ey peygamber, muttaki ol. Allah (cc)'a itaat etmeye devam et. Münafık ve kafirlerin çağırdığı yola gitme. Onlara itaat etme. Zira Allah (cc) kullarının kalbini en İyi bilendir. Hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Rabbinden sana vahyolunanb uy. Hiçbir müşrikin tehdit ve eziyetinden korkma. Çünkü Allah (cc) seninledir. Bütün İşlerinde O'na sığın. Yegan© koruyucu ve yardımcı O'dur.

Allahu taala cahiliye devrinin sapıklık ve ilhadlarını reddetmiştir. Bir şahsın içinde iki kalb nasıl olmazsa, insanın zihar yaptığı zevci da anne­si olmaz. Evlatlığı da onun öz oğlu ofamaz. Çünkü anne insanı doğuran­dır. Nitekim Allahu taala, «İçinizden «zihar» yapagelenlerln karıları onlann anaları değildir.   Anala/ı kendilerini   doğuranlardan   başkası   değildir.» (Mücadele: 2) buyurmuştur. İnsanın hakiki oğlu da onun sulbünden ge­lendir. Bir insanın iki babası olması mümkün değildir. Onlar «zihar» yap­tıkları karılarını nasıl anneleri yerine koyar, başkalarının çocuklarını na­sıl kendi oğullan kabul ederler? Cahiliyet dönemine ait bu iddialar yal­nızca yalan ve Allah (cc)'a iftiradır. Allah (cc) hakkı söyler ve İnsanları en sağlam yola iletir.

Allahu taala evlad edinilmiş kimselerin öz babalarına nisbet edilme­sini emretmektedir. En doğru olan da budur. Eğer evlad edindiklerinizin babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. On­larla konuştuğunuzda din kardeşliğini ve dostluğu kasdederek «karde­şim» diye hitab ediniz. Şimdiye kadar yaptığınız hatalardan dolayı size bir günah yoktur. Yalnız kalblerinizin kasdettiğine günah vardır. Allah (cc) gafurdur, rahimdir.

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

Müfessirler bu âyetlerin nüzulünde birçok sebeb saymışlardır. Biz bun­ların en sahih olanlarını beyan edeceğiz.

1- Ebu Süfyan bin Harb, İkrime bin Ebu Cehil ve El-Aver es-Sele-mî Hudeybiye anlaşmasından sonra Medine'ye gelerek Abdullah bin Übey bin Selul. Muatteb bin Kuşer, Ced bin Kay ile görüştüler. Sonra hep bir­likte Resulullah (sav)'a gelerek birtakım tekliflerde bulundular. Bunlardan birisi de. Resulullah (sav)'ın Lat ve Uzza isimli putlar hakkında konuşma­ması ve onların da şefaatçi olduğunu kabul etmesi idi. Resulullah (sav) bu teklifi  kerih görerek reddetti. Bunun  üzerine,  «Ey peygamber,  Allahtan kork. Kafir ve münafıklara itaat etme...» âyeti nazil oldu. [1]

2- Kureyşîlerden' Cemil bin Ma'mer el-Fihrî, cok zeki ve her duy­duğunu ezberleyen bir kimse idi. Bu yüzden ona, «Bu adamın içinde iki kalb vardır.» derlerdi. O da, «Evet benim içimde iki kalb vardır. Bunların her birisiyle Muhammed'in düşündüğünden  daha  iyi düşünürüm.  Onun bildiğinden daha iyi bilirim.» derdi.  Bedir savaşında yenilen müşriklerin arasında olan Cemil, papuclarının biri elinde olduğu halde kaçarken Ebu Süfyan'a rastlar. Ebu Süfyan ona ne yaptıklarını sorunca, «Bozguna uğ­radık, yenildik.» cevabını verir. Ebu Süfyan, «Sana böyle ne oluyor? Pa-puçlarının biri elinde, diğeri ayağında.» deyince,  «Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklarımda olduğunu sanıyordum.» dedi. Bugünden sonra Kureyşîler onun iki kalbi olsaydı böyle ahmakça bir yapmayacağını  anladılar. Bu olaydan hemen sonra da «Allah bir odamın içinde iki kaib ya­ratmadı...» âyeti nazil oldu. [2]

3- «Süyûti, Mücahid'den şöyle ricayet etmiştir:  Resulullah  (sav) Zeyd bin  Harise  (ra)'yi evlad  edinmişti.  Vahiy gelmeden  önce de onu azad etmişti. Daha sonra Resulullah (sav) Zeynep binti Cahş (r.anhüma)'-la evlenince yahudi ve münafıklar, «Muhammedi görüyor musunuz? Oğu-lun karısıyla evlenmeyi yasakladığı halde kendisi oğlunun karısı İle evle­niyor.» dediler. Bunun üzerine, «...Evladlıklarınızı da (Öz) oğullarınızı (gibi} tanımadı.» âyeti nazil oldu [3]

4- Buhari, Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Zeyd bin Harise (ra)'ye «Onları babalarına nisbetle çağırın.» âyeti nazil oluncaya kadar Zeyd bin Muhammed derdik.» [4]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Allahu taala, peygamberine bazı âyetlerde «Ey resul» diye hitab ettiği gibi burada da «nebi» lafzıyla hitab ediyor. Allahu taaia-nın peygamberini «nebi ve resul» sıfatlarıyla çağırması Resulullah (sav)'in makamının yüceliğine ve diğer peygamberlerden üstünlüğüne işaret et­mektedir. Bu hitap ayrıca bize Resuîullah (sav)'la nasıl konuşmamız ge­rektiğini de öğretmektedir. Biz onun ismini andığımız zaman son derece hürmetli olmamız icabeder. Nitekim Allahu taala «Peygamberi, kendi ara­nızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın.» (Nur; 63) buyurmuştur.

Ebu Hayyan: «Allahu taalanın Kur'andaki «Ey nebi, ey resul» hitab-lan onun faziletini ve büyüklüğünü bildirmektedir. Onun dışındaki peygam­berlerin, »Ey Adem, ey Nuh, ey İbrahim...» gibi sadece İsimleri geçerken Resutullah (cav)'ın ismi saraheten verilse bile hemen peşine «resul» vasfı da zikredilmiştir. İşte bu gösteriyor ki, o, şüphesiz Allah (cc)'m resulüdür. Kur'anın bu üslubu bize de onu konuşurken «resul» vasfıyla anmamızı telkin etmektedir. Kur"anda nerede onun ismi kasdedilmişse onun nübüv­vet ve risalet vasıfları geçer. Mesela, «Andolsun size kendinizden Öyle bir resul gelmiştir ki siz'm sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir.» (Tövbe: 128), «Resul dedi ki: «Ey Rabbim, kavmim hakikat şu Kur'anı met­ruk (birşey) edindiler.» (Furkan: 30), «O nebi, müminlerin Öz nefislerinden evladır. Zevceleri anneleridir.» (Ahzab: 6) âyetlerinde görüldüğü gibi Hz.

Peygamber Kur'anda ismi ile değil nübüvvet veya risalet vasfıyla zikredil- j mistir. Bu da onun diğer nebilerden üstünlüğüne delalet eder»

İkinci incelik: Resulullah (sav)'in her hali takva üzere İken, âyette neden takva ile emredilmiştir? Şüphesiz takvaya devam etmesi İçin. «Ey iman edenler... İman edin.» (Nisa: 136) âyetindeki emir gibi. Bu âyetteki emir de «imanınızı devam ettirin» şeklinde anlaşılmalıdır.

Bazı alimlere göre âyetin başındaki hitap herne »kadar Resulullah (sav)'a İse de, aslında muhatab Resulullah (sav)'ın ümmetidir. Çünkü İkin­ci âyetin sonundaki «Allah na yaparsanız hakkıyla haberdardır.» çoğul ifadesi buna delalet etmektedir.

Fahreddin Razi: «Ancak yapılmayan birşeyin yapılması emredilir. Hal­buki Resulullah (sav)'ın her hali takva idi. Öyleyse neden takva ile em-rolundu? Bu soruya İki şekilde cevap verilebilir:

1- Takva ol (Allahtan kork) emrinden maksat, yeniden takva ol demek değil, takvana devam et demektir.

2- Resulullah (sav)'ın ilim ve mertebesi her an yükselmektedir. Bu de Resulullah (sav)'ın her an yeni bir takva derecesine ulaşmasını gerek­tirir. Âyetteki, «Ey peygamber, Altahtan kork.» emrinden maksat,   daima terakki et demektir. Resulullah (sav)'ın her anı bir önceki andan daha yüksek olduğu için ona yükselmesini devam-ettlrmesl için takva emredil­miştir.» [5]

Üçüncü İncelik; «Allah bir adamın İçinde İki kalb yaratmadı.» âyeti­nin işaret ettiği inancın, cahlliyet devrindeki diğer inançlardan önce zik­redilmesinin sı* ve hikmeti şudur: Bu âyet bir örnek gibidir. Örneklerin daha açık ve vazıh olması lazımdır. Bu âyet cahlliyetten üç batıl şeyi ibtal etmektedir. Birincisi bir adamın içinde iki kalb olabileceği İtikadıdır. Halbuki hakikatta böyle birşey yoktur. İkincisi, zihar yapılan kadını anne­leri gibi ebediyyen haram kabul etmeleri. Üçüncüsü, evladlıklarını bütün hükümlerde öz evladları gibi kabul etmeleri idi. İşte bu üç şeyden haki­katten en uzak olanı bir adamın İki kalbe sahip olabileceği inancıdır. Al­lah (cc) bu yüzden önce bunu zikrederek zihar ile evlad edinmeye örnek göstermiştir. Sanki âyet, bir kimsenin iki kalbi nasıl olmazsa zihar yapılan kgdın anne, evlad edinilen çocuk da öz evlad olamaz demektedir.

Dördüncü incelik: «Bu sizin ağızlarımzdaki lafınızdır.» âyeti, tiu zün yalnız onların ağzından çıktığına işaret etmektedir. Hakikatte     y birşey yoktur.                                                                                             

Zemahşerî bu hususta şöyie der; «Malumdur ki söz ancak ağızla söy­lenir. Âyetteki «sizin ağızlarımzdaki» ifadesi, bunun hakikatten bir payı olmadığı, ancak onların dilindeki kuru bir iddia ve batıl bir zan olduğunu bildirmektedir. Bu sözün doğrulukla hiçbir ilgisi yoktur.» [6]

Beşinci İncelik: Âyetteki, «Allah hakkı söyler» ifadesi ile ilgili olarak Fahreddin Razi şöyle der: «Bu âyette İnce bir işaret vardır. Akıllı kişi ya makul birşey veya şeriattan konuşur. Evlad edinilen çocuk hakiki bir ev­lad olmadığı gibi, şeriatta da böyle birşey varid olmamıştır. Cahiiiyet dev­rinde evladlığın karısının babalığına haram olduğu kabul edilirdi. Halbuki Allahu taala onu helal kılmıştır. Onların bu sözüne itibar edilemez. Çünkü onlar hakikatten uzaktırlar. Bu sözde hayvanların ağzından çıkan bir ses gibi onların ağzından çıkan anlamsız bir sestir. Allahu -taalanın sözü İse hak ve uyulması farz olan sözdür. Onların kalbinden geçen sözlerden daha hayırlıdır. Onların kainlerinden geçenden daha hayırlı olunca, an­cak ağızlarından çıkan sözden haydi haydi üstün ve daha hayırlıdır.» [7]

Altıncı incelik: Araplar zeki ve akıllı kimselerin iki kalbi olduğuna inanırlardı. Mekkeliler arasında da Cemil »bin Ma'mer zekast, aklı ve kuv­vetli hafızası jle meşhurdu. Bu itibarla otfa iki kalbii adam derlerdi. Hatta şairler onu metheden şiirler söylerlerdi. İşte bu cahil kişi, «Ben peygam­berden daha zeki ve daha anlayışlıyım.» derdi. Bedir savaşındaki yenilgi­lerinden sonra kendini kaybederek papucunun biri elinde, diğeri ayağında kaçarken Ebu Süfyan ile karşılaştı..Ebu Süfyan, «Sana ne oluyor böyle? Papuçlannın biri elinde, diğeri ayağında.» deyince, «Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklanmda olduğunu sanıyordum.» cevabını verdi. Onun bu durumu, halka, onun bir yalancı olduğunu ve iki kalbi bulunmadığını gösterdi. Halk içinde rezil ve rüsvay oldu. Bundan dolayı Allahu taala, «Allah bir odamın içinde iki kalb yaratmadı.» âyetiyle bu iddia ve İnanışı tamamen İptal etti.                                                                             

 

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler                             

 

Birinci Hüküm: Peygamberlerden Günah Sadır Olur Mu?

 

Malumdur ki peygamberler günah işlemekten masundurlar. Çünkü onların bir sıfatı da «ismet», günah işlememektir. Şu halde onlardan günah sadır olması veya Allah (cc)'ın emirlerine muhalif nareket ve sözler mümkün değildir. Çünkü onlar halkın Önderidirler. Biz onlara uymakla emrolunmuşuzdur. Eğer peygamberlerden günah sadır olsaydı onlara uy­mak farz olmazdı. Bundan ötürü Allahu taala onları bütün günahlardan korumuştur. Hatta Hz. Peygamber vahye muhatab olmadan önce de, dahc sonra Kur'anla yasaklanan ve günah sayılan herhangi birşeyi İşlememiş­tir. Zahiren peygamberin ismetine muhalif görünen âyetleri doğru anla­mak lazımdır. Mesela, «Kajirler ve münafıklara İtaat etme.» âyetinden Re-sutullah (sav)'tn onlara İtaat etmeye meylettiği, onların nifak ve sapıklık­larına muvafakat etmeyi düşündüğü anlaşılmamalıdır. Çünkü bu âyet her-ne kadar surette Resulullah (sav)'a hitab ediyorsa da hitap hakikatte üm­metedir. Yani ümmetin kafir ve münafıklara itaat etmelerini ve uymalarını yasaklamaktadır. Çünkü âyetin sonundaki, «Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.» ifadesi de bunu açıkça ortaya koyar.                                 

 

İkinci Hüküm: Zihar Haram Mıdır?                                                    

 

Âyet ziharın cahiliyet adetlerinden olduğuna delalet etmektedir. Zlhaı cahiliyet devrinde talakın en şiddetlisi idi. Çünkü zihar, kendisine helal olan karısını kocaya ebediyyen haram kılardı. Hatta onların itikadına göre zihar yapılan kadın kocanın annesi gibi olurdu. İslâm bu hükmü ibtal ede­rek bunun bir iftira ve bühtan olduğunu beyan etti,

İslâm ziharı haram kılmıştır.. Fakat buna rağmen yapılan ziharın hür­metini geçici olarak kabul etmiştir. Zihar yapan kişi zihar kefaretini ver­dikten sonra bu haramlık ortadan kalkar. Allahu taala, «İçinizden zihar yapagelenlerin karıları anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkaları değildir. Şüphe yok ki onlar her halde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır. Kadınlar­dan zihar ite ayrılmak İsteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (İçin) bir­biriyle temas etmezden evvel bir köle azad etmek (lazımdır). İşte size bu­nunla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse altmış yoksul (doyursun)...1 (Mücadele: 2-3-4) âyetleriyle zihar hakkındaki itikadlan ibtal ederek Islâ-mın hükmünü beyan etmiştir. İslâmda da neme kadar ziharın hürmeti ka­bul ediliyorsa da kefaretle bu haramlık ortadan kalkmaktadır. Zihar hü-' kümleriyle İlgili tafsilat 64. Derste gelecektir.

 

Üçüncü Hüküm: Evlad Edinme Caiz Midir?[8]

 

İslâm ziharı ibtal ettiği gibi yine cahiliyete mahsus olan evladlığın öz çocuk gibi olduğu itikadını da ibtal ederek haram kılmıştır. Cahiliyette ev-ladlık sanki öz babasıymış gibi babalığına nisbet edilirdi. Bu şekildeki bir evlad edinme Allah (ccj'ın azab ve lanetini icabettirir.

Bu hususta Buharî ve Müslim, Saad bin Ebi Vakkos (ra)'tan Resulul­lah (sav)'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Bir çocuğu babasından başkasına isnad edene Allah (cc)'ın, meleklerin ve halkın laneti olsun. Al­lahu taala onun ne tövbesini kabul eder, nede fidyesini.» [9] Diğer bir ha-disde de. «Her kim başka bir kimseye —babası olmadığını bile bile— ne-seb iddia ederse, o kimseye cennet haram olur.» [10] buyurulmuştur.

Âyettin zahiri, cahiliyet döneminde olduğu gibi herhangi bir kimsenin babasından başka birisine isnad edilmesinin haram olduğuna delalet eder. Fakat sırf sevgi ve şefkatten dolayı birisinin bir çocuğa «oğlum, evladım» demesi haram değildir. [11]

İbni Kesir tefsirinde şöyle der: «Bir kimsenin kendisinin olmayan bir çocuğa, sırf büyüklüğünden ve sevgisinden dolayı «oğlum» demesi, âye­tin haram kıldığı nisbet edinmeden değildir. Bu hususta İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Biz Abdülmuttalib oğullarının çocukları bize ait olan taşlık bir yeri temizliyorduk. Taşlan sağa sola atyorduk. Resulullah (sav) yanımıza gelerek «Oğulcuklarım, güneş doğuncaya kadar taşlan at­mayın.» dedi. Yine İbni Abbas (ra)'ın rivayetine göre Resulullah (sav) Enes'e, «Ey oğulcuğum» diye seslenirdi. Resulullah (sav)'ın gerek Abdül­muttalib oğulları çocuklarına, gerek Enes'e «oğulcuklarım» demesi, yalnız­ca onlara karşı duyulan sevgiden ötürüdür.» [12]

 

Dördüncü Hüküm: Ayetteki «Hata» Ve «Taammüd» Kelimelerinden Maksat Nedir?

 

Allahu taala âyette birisine hataen «oğlum» demenin günah olmadı­ğını, fakat, yabancı bir çocuğu kasıtlı olarak kendisine nisbet etmenin haram olduğunu bildirmektedir,

Müfessirler bu hususta iki görüşe ayrılmışlardır.

Müfessirlerden Mücahid'e göre âyetteki «hata»dan maksat, yasakla­madan evvelki evlad edinmelerdir. «Taammüd» ise yasaklamadan sonraki evlad edinmeyi bildirmektedir.

Katade'ye göre ise, «hata», birisine kasıtsız olarak «oğlum» veya, «baba» denilmesidir. Taberi, bu âyetin tefsirinde Katade'den şöyle riva­yet etmiştir: «Babasından başka bir adamın ismiyle çağrılan ve bunun gerçek olduğunu zanneden kimsenin böyle çağrılması «hata»dır. Bunda bir günah da yoktur. Yalnız, kasıtlı olarak ve bile bile bir kimseyi baba­sından başka birisine İsnad ederek çağırmak günahtır.» [13]

Birinci görüşe göre âyetteki «hota»dan maksat, âyetin nüzulünden ev­velki evlad edinmelerdir. «Taammüd»den maksat da, âyetin nüzulünden sonra bile bile evlad edinme veya babasından başka birisine nisbet edil­medir. Buna göre âyetin manası: «Size, İslâmî hükümleri bilmeden önce, henüz cahiliyette iken evlad edindiklerinize evladınız gibi muamele yap­manızda bir vebal yoktur. Yalnız İslâmın hükümleri beyan edildikten son­ra öz çocuğunuz olmayan birisini eskiden olduğu gibi evlad edinmeniz günahtır.» olur.

İkinci görüşe göre âyetteki «hata»dan maksat, birisini kasıtsız olarak babası olmayan bir adama nisbet etmektir. «Taammüd» ise, birisini bile bile babası olmayan bir adama nisbet etmektir. Buna göre de âyetin ma­nası: «Hataen veya bilmeden bir çocuğu babası olmayan birisine nisbet etmekte bir vebal yoktur. Fakat kesin bilindiği halde bir çocuğu babası ol­mayan bir adama nisbet etmek günahtır.» olur.

Ebu Hayyan, Bahr-ı Muhid İsimli tefsirinde ikinci görüşü tercih ede­rek birinci görüşün zayıf olduğunu söylemiştir. Çünkü âyetteki «hata et­tiklerinizde ise» ifadesini, «Âyetin nüzulünden evvel yaptıklarınız için üze­rinize bir vebal yoktur» şeklinde anlamak doğru değildir. Zira âyetin nü­zulünden Önce yapılanları «hata» olarak vasıflandırmak doğru değil. Ama

lisanen, unutarak ve kasıtsız olarak sırf sevgi ve şefkatten dolayı bir küçüğe «oğlum» demek, veya sırf hürmet ve tazim için bir büyüğe «baba» demek günah değildir. [14]

 

Beşinci Hüküm: Birisine Itkardeşlm» Veya «Efendim» Demek Caiz Mi­dir?

 

«Eğer babalarının kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) din­de kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızda da.» âyetinin zahiri, ba­bası bilinmeyen bir kimseye «kardeşim» veya «dostum» demenin caiz ol­duğuna delalet eder. Ancak bu sözle din kardeşliği kasdedilmelidir. Nese-ben kardeş oldukları değil. Zira Allahu taala, «Müminler ancak kardeştir.» âyetiyle müminleri birbirine kardeş kılmıştır. İşte bu âyet uyarınca bir müs-lümanm diğer bir müslümana «kardeşim» demesi caizdir.

Fakat bazı alimler «kardeşim» denilen kimsenin fasık olmamasını şart koşmuşlardır. Çünkü «kardeşim» veya «dostum» demek ona hürmeti gös­terir. Fasıka hürmet etmek İse haramdır. Allahu taala bunu bize yasakla­mıştır. Fasık bir kimseye ismi bilinmediği takdirde «Abdullah, sen vb» kelimeleriyle hitab edilir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir münafığa «efendi» demeyin. Zira bu sözünüz Allah (cc)'ı gazablandırır.» buyurmuştur. [15]

 

Ayetlerden Alacağımız Dersler

 

1- Takva Allahu taalanın bütün  ümmetlere tavsiyesi ve müminin en iyi azığıdır.

2- Allah (cc)'a tevekkül, her durumda Allah (cc)'a sığınma imanın şartlarındandır,

3- İslâm şeriatında olmayan hurafelerden kaçınmak farzdır.

4- «Benim İçimde iki kalb vardır.» demek hem akla, hem de şeriata muhalif batıl bir iddiadır.

5- Zlhar yapılan zevceyi anne gibi kabul etmek cahiliyet dönemin­den kalma cahilî bir itikaddır.

6- Cahiliyet adeti üzere bir çocuğu evlad edinme haramdır. Herke­sin babasına nisbetle çağrılması vacibtir.

7- Bir müslümana din kardeşliğini kasdederek «kardeşim, dostum» t; demek caizdir.

8- Allahu taala çok esirgeyicidir. Kullarını hataen sadır olan günah-i larından dolayı cezalandırmaz.

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Cahİliyet devrinde evlad edinme :islâm güneşi insanlık üzerine doğduğunda Araplar hayatını cahiliye-

tfn ve sapıklığın karanlığında sürdürüyordu. Cahiliyet döneminde. Allahu * taalanın hiçbir kitapta indirmediği, babadan oğula intikal eden asılsız hu-'t rafeler.e İnanıyorlardı. Elbetteki İslâm onları bu sapık hayatta yaşamaya S; Terk etmeyerek cehaletten, küfür ve sapıklıktan kurtaracaktı.

Allahu taala rahmetlyle Arap toplumunu cahiliyetin pisliğinden, batıl İnanışlarından kurtararak iman sütüyle besledi ve onları en hayırlı bir üm­met haline getirdi.

Cahiliyet döneminin en açık hurafelerinden birisi de yabancı bir ço­cuğu evlad edinerek kendi öz evladları yerine koymalarıydı. Buna da san­ki dinî bir kuralmış gibi inanırlardı. Bu sebeble değişmesi mümkün değil-' di. Zira bu onların atalarından kalmış bir din haline gelmişti. Onların bu durumunu Allahu taala Kur'anda şu şekilde beyan etmektedir: «Bilakis (şöyle) dediler; «Gerçek biz atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bul­duk. Biz de hakikaten onların izleri üstünden doğruya erdirilmişleriz.» (Zuhruf: 22).

Cahiliyet döneminde Araplar yabancı bir çocuğu evlad edinir, ona kendi oğulları olduğunu söyler,  oğulları  gibi kendilerine varis yaparlar

fve onun malına da kendileri varis olurdu. O çocuğa. İslâm şeriatının öz çocuğa tanıdığı irsiyet, nikah, talak ve müsaheret hükümleri gibi  bütün hükümleri icra ederlerdi.

Allahu taala yalnız kendisinin bileceği bir hikmete binaen şerefli el-\ çişi Hz. Muhammed'e henüz peygamberlik vazifesi vermezden önce Arap­ların adeti üzere yabancı bir çocuğu evlad edinmeyi ilham etmişti. Daha \   sonra böyle evlad edinmenin yasaklanma ve ibtalinde Peygamber (sav)'in ?* evladlığı ilk örnek olmaktadır.

Resulullah (sav), bisetten önce Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edindi. Halk bundan sonra Zeyd bin Muhammed diye çağırdı onu. Kur'an cahiliyet adetlerine göre evlad edinmeyi haram kılana kadar da böyle sürdü. Âyet nazil olduktan sonra Resulullah (sav) onu. evladlığından çıkardığını ilan etti. Halk da onu yeniden Zeyd bin Harise olarak çağırmaya başladı.

Buharı ve Müslim İbni Ömer (ra)'den rivayet ederler: «Zeyd bin Ha­rise (ra) Resulullah (sav)'ın azadlısı idi. Biz ona hep Zeyd bin Muhammed derdik.» «Onlcrı babalarına nlsbetle çağırın. Bu Allah indinde daha doğ­rudur.» âyeti nazil olunca Resulullah (sav) ona, «Sen Zeyd bin Harise bin Şercil'sin.» dedi.»

Resulullah (sav), cahiliyet adetlerini çok çirkin gördüğü halde pey­gamberlikle görevlendirilmeden önce Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edin­mesinin sebeb ve hikmetini ancak Allah (cc) bilebilir. Allah (cc) doğrusunu bilir ya, bu hikmetlerden birisi de Peygamberin ve ümmetinin tabi tutula­cağı bir imtihan olmalıdır. Bu imtihanın kıssası özetle şöyledir:

Zeyd, annesiyle beraber Beni Tayyi kabilesinde dayıları İle beraber kalıyordu. Bir kabile, adıgeçen kabileye saldırarak cahiliyet adeti üzere matlarını talan ettiler, çocuklarını da esir alarak götürdüler. Zeyd bin Ha­rise (ra) de bu esir edilen çocuklar arasındaydı. Esir çocuklar Mekke'de köle olarak satıldılar. Hatice binti Huveylid (r.anhüma) de Zeyd (ra)'i sa­tın aldı. Resulullah (sav) ile evlendikten sonra zekasını ve işbilirliğini be­ğendiği Zeyd (ra)'i Resulullah (sav)'a hibe etti. O tarihten itibaren Zeyd (ra), Resulullah (sav)'a hizmet etti.

Zeyd (ra)'in babası Harise bin Şercil, gece gündüz ağlayarak, şiirler söyleyerek oğlunu aramaya başladı. Kurtubi, Harise'nin oğlu için söyle­diği şu iki mısrayı nakleder: «Zeyd için ağlıyorum. Çünkü ne olduğunu bilmiyorum. Acaba sağ mıdır, yoksa ölü mü? Güneşin doğuşu bana onun doğumunu, batışı da ölümünü düşündürüyor.»

Harise bin Şercil sonunda oğlunun Mekke'de Muhammed bin Abdul­lah'ın yanında olduğunu öğrendi. Kardeşiyle birlikte Resulullah (sav)'ın yanına geldi. Resulullah (sav)'a, «Siz esirleri yediren ve azad eden Allah (cc)'ın beytinin komşularısınız. Oğlum Zeyd senin yanındadır. Sen kav­minin efendisisin. Oğlumu bana ver, karşılığında istediğin kadar mal ve­reyim.» dedi. Resulullah (sav), «Ben size daha hayırlısını teklif edeyim.» dedi. «O nedir?» dediler. Resulullah (sav), «Ben onu sizin yanınızda mu­hayyer kılayım. Eğer sizi isterse, hiçbir şey vermeden alır götürürsünüz. Yok eğer beni tercih ederse, ben onun bu tercihi karşısında hiçbir mata razı olmam.» buyurdu. Onlar, «Allah (cc) sana daha hayırlısını versin. Güzel birşey söyledin.» dediler.                                 

Resulullah (sav), Zeyd (ra)'i çağırarak, «Bunları tanıyor musun?» di­ye sordu. Zeyd, «Evet tanıyorum. Babam ve amcam.» dedi. Resululfah (sav), «Bunlar baban ve amcan. Benim kim olduğumu da biliyorsun. Biz­den dilediğin tarafı tercih et.» dedi. Zeyd, gözleri dolu dolu, «Ben sizden başkasını tercih etmem. Siz benim hem babam, hem amcamsınız.» dedi. Babası ve amcası, «Hayret sana. Köleliği hürriyete tercih mi ediyorsun?» dediler. Zeyd (ra), «Andolsun ki ben bundan çok büyük İyilikler gördüm. Ondan ayrılmaya gücüm yetmez ve ebediyyen de ona bir başkasını ter­cih edemem.» dedi.

Bunun üzerine Resulullah (sav) Zeyd (ra)'i azad etti ve halkın İçine çıkarak «Şahid olun Zeyd benim oğlumdur. O bana varis olacaktır, ben de ona.» dedi. Zeyd'in babast ve amcası Resufullah (sav)'ın bu hareketinden çok memnun oldular. Böylece Resulullah (sav)'ın onu ne kadar çok sev­diğini anladılar.

Bundan sonra, «Onları babalarına nisbetle çağırır).» ve «Muhommed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allanın resulü ve peygam­berlerinin sonuncusudur.» (Ahzab: 40} âyeti nazil oluncaya kadar herkes ona Zeyd bin Muhammed dedi. Âyetler nazil olduktan sonra onu herkes yeniden Zeyd bin Harise (ra) olarak anmaya başladı, işte bu âyetlerle cahil iye t dönemindeki evlad edinmenin hükmü İslâmın ebedî kanunlarıyla iptal edildi.

 

52. DERS VERASETİN YALNIZ AKRABALIKLA OLMASI    

 

6- O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri (müminlerin) analarıdır. Akrabalar da Allah’ın kitabında birbirine diğer mü­minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesna. Bu, kitabto yazılıdır.

 

Ayetin Lafzi Tahlili

 

(Ennebiyyü evlâ); Nebi, sizin nefislerinizden daha evladır.                                                                '                                        (Ve ezvâcühü ümmühâtühüm): Resulullah (sav)'ın zevceleri hürmet, tazim ve mahremiyet bakımından müminlerin anneleridir.

(ve uıüi erhami): Akrabalar daha yakındırlar. 

(Evlâ bi'ba'din): Verasette daha evladır.             .

(Fîkltabİltahİ): Kitaptan maksat Kur'andır.

(Evllyâlküm mo'rufen); Evliyadan maksat, âyet­te zikredilen mümin ve muhacirlerdir. Ma'ruftan maksat İse vasiyettir.

(Mesturen): Yazılı olarak tesbit edilmiştir.

 

Ayetin İcmali Manası

 

Allahu taala, mümin kullarına peygamberinin makam ve şerefinin yük­sekliğini haber vererek şöyle buyurur: Peygamberin hakkı, müminlerin öz nefislerinin hakkından daha büyüktür. Onun emirleri bütün emirlere tercih edilmelidir. Onun sevgisi de bütün sevgilerin üzerinde olmalıdır. Hiçbir şeyde ona isyan, ne büyük, ne küçük şeylerde ona muhalefet edilemez. Zira onun bütün müslümanlar üzerinde umumi bir velayeti vardır.

O müminleri cihada çağırdığında anne ve babadan izin beklemeden acilen itaat etmek gerekir. Çünkü Resulullah (sav) insana anne ve ba­basından daha hayırlıdır. İnsanlara verdiği emirler de insanın dünya ve ahiret sevabı içindir.

Allahu taala nasıl kerim elçisini şereflendirmiş, hakların en büyüğü­nün onun hakkj olduğunu beyan etmişse onun temiz zevcelerini de, onun zevceleri olduklarından dolayı, müminlere anne kılarak onlara tazim ve hürmeti farz kılmıştır. Resulullah (sav)'o ikram ve gerek hayatında, gerek hayatından sonra ona ihtiramın korunması için zevcelerinin herhangi bir erkekle nikahlanmalarını da haram kılmıştır. Bu da Resulullah (sav)'a Al­lah (cc) tarafından verilen hususiyetlerden biridir.

.Allahu taala, yakın akrabaların birbirine mirasçı pfmalarını beyan e-derek neseben yakın olanların bir yabancıdan verasete daha haklı oldu­ğunu bildirmiştir. Ancak İnsanlar hayatta iken dostu olan bir yabancıya blrşey vasiyet ederlerse, bu vasiyet hususunda bu yabancı akrabalarından daha haklıdır. Zira varisler İçin vasiyet yoktur. Bu hüküm, Allah <cc)'ın in­dirmiş olduğu kitabından olan adil bir hükümdür. Bu öyle bir hükümdür ki, kitapta yazı ile tesbit edildiği İçin İnsanlar tarafından yok edilmesi mümkün degîfdir. Allahu taala en İyi bilendir.

Bu âyetle, önceki âyetler arasındaki münasebet

Önceki âyetlerde Allahu taala, müminlere, evlad edinmekten vazgeç­melerini, evlad edinilen çocukların kendi Öz babalarına nisbet edilerek çağırılmalarınremretmiştir. Resulullah (sav) da Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edinmişti. Evlad edinmeden vazgeçilmesi emredildiği zaman Zeyd (ra) Re-sululiah (sav)'ın ismi İle değil babasına nisbet edilerek çağırılmaya baş­landı. Bunun üzerine Zeyd'de bir vahşet meydana geldi. O âyetlerden sonra gelen bu âyet Zeyd'i bir Ölçüde teselli etti. Zira bu âyette Resulul­lah (sav)'ın bütün müminler üzerinde şefkatli ve şümullü bir velayete sa­hip olduğu, bu bakımdan kendi öz çocuklarıyla diğer müminlerin farklı olmadığı beyan ediliyordu. Resulullah (sav)"m bu velayeti baki ve daimi­dir. Resulullah (sav) insanın her yakınından daha yakın, onun hakkı İn­sanların öz nefislerinin hakkından daha üstündür. Çünkü o, halka ebedî mutluluğa ulaşmaları için emreder ve yasaklar. O her mümin kadın ve erkeğin manevi babasıdır.

Onun temiz zevceleri de müminlerin anneleridir. Öyleyse Resulullah (sav)'ın evladlıktan tahliye ettiği mümin kimsenin mahzun olmaması la­zımdır. Çünkü onun manevî babalığı daimi ve bakidir. Bu sebeble mümin­ler üzerine, Resulullah (sav)'ı kendi öz nefislerinden daha çok sevmek ve onun emirlerini başkalarının emrinden daha önce yerine getirmek farzdır. Onun haklarını, anne ve baba haklarına dahi tercih etmeleri lazımdır. Çün- . kü Resulullah (sav), «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ede­rim ki beni kendi öz nefislerinizden, anne, baba ve eviadlarınızdan ve bü­tün halktan daha çok sevmedikçe imanınız kemale ermez.» [16] buyurmuş­tur.

Ya^Rabbi, bize onun muhabbetini ve ona uymayı nasib et ve kıyamet günü onu bize şafaatcı kıl.                                                                                

 

Ayetin Nüzul Sebebi

 

1- Müfessirler şöyle rivayet ederler: Resulullah (sav), Tebük se­ferine hazırlanarak halka da hazırlanmalarını emrettiler. Halkın bir kısmı, «Baba ve annelerimizden izin alalım.» dediler. Bunun üzerine, «O peygamber müminlere öz nefislerinden evladır...» âyeti nazil oldu. [17]

2- Kurtubî tefsirinde şöyle der: «Resulullah (sav) bir cenaze olduğunda «Onun bir borcu var mıdır?» diye sorarlardı. Eğer borcu yoksa namazını kılardı. Borcu varsa, «Gidin arkadaşınızın namazını kılın.» derdi. Fetihler çoğaldığı, hazine zenginleştiği zaman Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de ahirette halkın en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.» âyetini okuyun. Hangi mümin öldükten sonra bir mal bırakırsa, o mal yakın akrabalarınındır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim bırakırsa, onları bono getirin. Çünkü o müminin ü en yakını benim.» buyurdu.»[18]

Birinci rivayet âyetin nüzul sebebidir. Buhart'nin rivayet ettiği hadis İse, Resulultah (sav)'ın velayetinin manasını göstermektedir.                

 

Âyetin Tefsirindeki İncelikler                            

 

Birinci İncelik: Âyetteki «evlaslık, herhangi birşeyle kayıtlanmayarak mutlak bir şekilde zikredilmiştir. Bu, Resulullah (sav)'ın her hususta müminierin en yakını ve en «evlausı olduğunu göstermektedir. Madem ki Resulullah (sav), insanın öz nefsinden daha evladır, şu halde bütün Insanlardan evladır.

İkinci incelik; Allahu taala, Resulullah (sav)'ın zevcelerinin mümin­lerin anneleri olduğunu bildirmiştir. Buna göre, Resulullah (sav) da müminierin manevî babasıdır. Resulullah (sav) zevcelerinin anneliği, hürmet,tazim ve haramlıktadır.

 

Âyetteki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: İmam Üzerine, Muslüman Fakirlerin Borçlanru Ödemek Vacib Midir?

 

Bazı alimler, İmamın üzerine, beytülmaiden fakirlerin borçlarını ödemesi farzdır demişlerdir. Günkü  İmam herşeyde Resulullah  (sav)'a  uymak mecburiyetindedir. Resulullah (sav) ise, «Eğer öldüğünde geriye borç

veya yetim bırakırsa bana getirin.   Çünkü o müminin en yakını benim.» buyurmuştur. Yani Resulullah (sav) fakir bir müminin borcunu ödemek ve  yetimlerine bakmak bana farzdır demiştir. İmam da Resulullah (savj'tn

halifesi olduğuna göre  fakir müslümanların borçlarını ödemesi farzdır.

Öyleyse devlet, fakirlerin bütün ihtiyacını karşıladığı gibi, onların borçlarını ödeyecek ve yetimlerine de bakacaktır.[19]

 

İkinci Hüküm: Resujulloh (Sav)'In Zevceleri Hem Erkek, Hem Kadın  Müminlerin Mi Anneleridir, Yoksa Yalnız Erkek Müminlerin Mi?

 

İbnü'l-Arabi: «Alimler Resulullah (sav)'ın zevcelerinin bütün mümin­lerin mi, yoksa yalnız erkeklerin mi anneleri olduğu hususunda ihtlfaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:    

1- Resulullah (sav)'ın zevceleri hem erkeklerin, hem de kadınla­rın anneleridir.

2- Yalnız erkeklerin anneleridirler. Sahih olan görüş de budur. Zira bu âyet Resulullah (sav)'ın zevcelerinin haramlık bakımından erkeklerin anneleri gibi olduğuna delalet etmektedir. Bu husus ise kadınlar İçin dü­şünülemez. Çünkü onlar zaten kadınlardan örtünmüyorlardı. Hatta bir ka­dın Hz. Ayşe'ye anne deyince, Hz. Ayşe ona, «Ben senin annen değilim. Biz yalnız sizin erkeklerinizin anneleriyiz.» dedi.» [20]

Kurtubî de şöyle der: «Bu âyetin hükmünü yalnız erkeklere tahsis etmede bir fayda yoktur. Bana göre onlar hem erkeklerin, hem de kadın­ların anneleridir. Çünkü onlara tazimde bulunmak hem erkeklerin, hem de kadınların üzerine bir borçtur. Zira âyetin başlangıcı da —«O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.»— buna delalet eder. Bu başlangıç, hem kadınları, hem de erkekleri içine almaktadır.» [21]

Kurtubî'nin görüşü, İbnü'l-Arabî'nin görüşüne göre tercihe daha şa­yandır.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.

 

Üçüncü Hüküm: Evlenmede Haramlık Resuluilohın Bütün Zevcelerine Tesbit Edilir Mi?

 

Alimler, mevzumuz âyetle, «Sizin Al I ahin peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadıfğı gibi) kendinden, sonra zevcelerini nikahta almanız da ebedi (caiz) değildir.» (Ahzab: 53) âyetine dayanarak, Resulullah (sav)'tan sonra, bütün zevceierlyle evlenmenin haram olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu hükmün, onun bütün zevcelerini, ister hayatında boşadığı, ister boşa madiği ve ister münasebette bulunduğu, ister bulunmadığı bütün zev­celeri içine alıp almadığı hususunda ihtilaf edilerek İki aörüşe ayrılmışlar­dır:

1- İmam Şafii (ra)'ye göre âyetteki «zevceleri»nden maksat, kendi­lerine Resulullah (sav)'ın zevceliği isnad edilenlerdir. Resulullah (sav) ha­yatta iken ister boşamış olsun, İster boşamasın. Bu haramhk hükmü hep­sine sabittir. Çünkü ayetin zahiri buna delalet etmektedir.

2- İmamü'l-Harameyn'e göre İse, Resulullah (sav)'tan sonra ümme­tine haram olan zevcelerden maksat, Resulullah (sav)'ın yalnız münasebette bulunduğu zevcelerdir. Çünkü, Hz. Ömer. hilafeti zamanında, Rö-sulullah (sav)'ın boşadığf ve Mustaize ismiyle meşhur olan kadınla ev­lenen Eş'as bin Kays'ı recmetmeye kalkıştı. Hz. Ömer'e, Resulullah (sav)'-ın onunla münasebette bulunmadığı haber verilince Eş'as bin Kays'ı ser­best bıraktı. Diğer bir rivayete göre kadın Hz. Ömer'e «Benim kapıma ne perde asıldı, nede bana müslümanların annesi ismi verildi. Bu adam neden recmedilsin.» demiş ve Hz. Ömer, Eş'as bin Kays'i recmetmekten vazgeç­miştir.

Bu hususta sahih olan görüş, İmamü'l-Harameyn'in görüşüdür. Ken­dileriyle evlenmek haram olan zevceler, Resulullah (sav)'ın münasebette bulunduğu zevcelerdir. Resulullah (sav), münasebette bulunduktan sonra talak-ı baîne İle boşasa bile, hickimse ile evlenemez. Yalnız nikah akdi İse evlenmeyi haram kılmaz. İşte Mustaize adıyla anılan kadın böyledir. Çünky Resulullah (sav), onunla nikoh akdi yaptıktan sonra odasına girin­ce kadın, «Senden Allaha sığınırım.» demiş, «Sen benden mi Allana sı­ğınıyorsun? Git ve ehline kavuş.» diyerek onu boşamıştı. Bundan sonra kadın, «Ben şaki bir kadınım. Çünkü Resulullah (sav)'ın zevcesi olmak şerefinden mahrum oldum.» demişti.» [22]

 

Dördüncü Hüküm: Anne Tarafından Olan Akrabalar (Zevll Erham) Mi­rasa Olurlar Mt?

 

((Akrabalar da Atlanın kitabında birbirine diğer müminlerden v« mu­hacirlerden daha yakındırlar.» âyetinden maksat, akrabalık derecesi ne olursa olsun, akrabalar, miras olmakta yabancılardan daha yakındırlar. Daha evvel müslümantar din kardeşliği ve hicret sebebiyle birbirlerine varis olurlardı. Bu âyet bu hükmü neshetmiştlr. Daha önce bir muhacir, ölen ensari kardeşinin malına varis olurdu. Ensari de muhacirin malına varis olurdu. Bu hüküm neshediterek verasetin ancak nesebîe olabilece­ği bildirildi.

Bozt fokihler bu âyeti delil alarak, ashab-ı furuz ve asabât denilen yakınları bulunmayan bir kimsenin malının beytülmala kalmasından, zevit erham denilen dayı, teyze gibi kimselere bırakılması daha uygun olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefi mezhebi ve fakihlerln cumhuru bu görüştedir.

Fakihlerin bu husustaki delilleri ise, mevzumuz âyettir. Çünkü bu â-yette, ölen kimsenin yakınlarının —ftkhın feralz bahsinde beyan edilen oshab-ı furuz, asâbât ve anne tarafından olon akrabalarının— mirasçı olmakta yabancılardan daha haklı olduklarını bildirmektedir, ölen adam ile müslümanların beytülmalı arasında yalnız dinkardeşliği bağı olduğu hal­de, ane tarafından olan akrabalarıyla hem din kardeşliği bağı, hem de rahim bağı bulunmaktadır. Bu yüzden zevil erhamın iki yakınlığı var de­mektir. Şu halde anne tarafından akrabaların mirasçı olmaları beytülmal-dan daha haklıdır. Mesela: ölen bir insanın biri anne-baba bir kardeşi, diğeri yalnız baba bir kardeşi olsa malının hepsi anne-baba bir olan kar­deşine düşer. Çünkü onun ölene yakınlığı İki yönlüdür. Bu yakınlık yalnız babadan kardeşi olandan daha ^kuvvetlidir. Çünkü o, Wr yönlü bir akra­balığa sahiptir. İşte zevil erham [da bunun gibi meytüimala göre İki yönlü bir yakınlığa sahiptir.

İmam Şafii {ra) ise, ölen kişinin ashab-t furuz ve asabâttan kimsesi yoksa onun malı anne tarafından akrabalarına değil, beytülmala kalır gö­rüşündedir. Zira verasette kitap* veya sünnetten bir nassın bulunması la­zımdır. Akıl ve görüş ile veraset verilmesi mümkün değildir. Anne tarafın­dan olan akrabalar hakkında kitap ve sünnetten kesin bir nas olmadığı için ölen adamın malı beytülmala kalır.

Sahih olan Hanelilerle fukahanın cumhurunun görüşüdür. Bu husus­taki tafsilat fıkıh kitaplarının feraiz bahsinde mevcuttur.

 

Ayetten Alınacak Dersler

 

1- Resulullah (sav)'ın tüm müminler üzerinde umumî bir velayeti vardır.

2- Resulullah (sav)'ın şanına tazimen ondan sonra zevceleriyle ev­lenmek haramdır.

3- Resulullah (sav)'a ve ehl-i beytine karşı müslümanların ikram ve ihtiramda bulunmaları farzdır.

4- Din kardeşliği ve hicret yoluyla veraset iptal edilmiştir. Veraset yalnızca akrabalıkladır.

5- Şeriat-ı garranın hükümleri Allah (cc) tarafından indirilmiş ve Kur'anda da tesbit edilmiştir.

6- Sahih olan kavle göre, zevil erham, beytülmaldan önce veraset hakkına sahiptir.

 

Ayetteki Teşriî Hikmetler

 

Allahu taalanın hikmetlerinden birisi de İslâm toplumunun fertlerini birbirine akide ve din bağlan ile bağlamasıdır. Bu bağlar İslâm toplumuna kuvvet ve izzet bahşederek saadete erlştirmiştir.                                       

İslâmın başlangıcında veraset din kardeşliği ve hicret bağlarıyla ol­maktaydı. Mesela; bir ensarî muhacir kardeşini varis kılar, muhacir de kendi akrabalarını değil, ensari kardeşini varis kılardı. Bu uygulama so­nunda müminler arasında İman bağlan 'kuvvetlendi ve aralarında örnek bir İslâm kardeşliği teessüs etti. Müslümanlar bir bina, tek bir gövde haline geldiler, islâm kardeşliği nesebi kardeşlikten, din bağı, soy bağın­dan daha sağlam oldu.

Daha sonra Allahu taato din ve hicret yoluyla olan veraset hükmünü nesnederek verasetin ancak neseb ve yakınlıkla olacağını beyan etti. İşte bu beyan İslâmın örnek nazariyesi ite aile bağlarını kuvvetlendirdi. Çünkü kuvvetli bağlarla bağlanan bir aile, faziletli bir toplumun temelidir. Aile içindeki alakaların kuvvetlenmesi toplum yapısını da sağlamlaştırmakta* dır. Aile içindeki alakalar çözüldüğü zaman ise cemiyette de çözülmeler olmaktadır.

Şu var ki, Allahu taala her yakını varis kılmamıştır. Bir adamın varis olabilmesi için yakınlıkla birlikte imanlı olması da jcabeder. Mesela; kafir olan bir oğul, müslüman babasına varis olamaz. Müslüman olmayan bir kardeş, müslüman olan kardeşine varis olamaz.

Allahu taalanın yakın akrabalıkla beraber imanı esas alması, iman ile neseb arasında bir rabıta meydana getirmiştir. Yakınlık ancak imanla menfaatlidir. Çünkü ailenin şerefi din ile korunur. Kur'anın adli hükmü «Hısımlar Allanın kitabınca birbirine daha yakındırlar. Allah herşeyl hak­kıyla bilendir.» (Enfal: 75) ve «Akrabalar da Allanın kitabında birbirine di­ğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar.» âyetleriyle nazil ol­muştur. Allahu taala bu âyetlerle hicret ve din kardeşliği esasına dayalı veraseti neshederek verasetin ancak neseb yoluyla olacağını beyan et­miştir.

Buharî'nin Ebu Hüreyre (ra)'den yaptığı rivayete göre Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de ahirette halkın en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminler öz nefislerinden evladır.» âyetini okuyun. Hangi mü­min öldükten sonra bir mal bırakırsa, o mal yakın okrabalarımndır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim bırakırsa, onları bana getirin. Çünkü o müminin en yakını benim.» buyurmuştur.

 

53. DERS NİKAHLI BİR KADINI MÜNASEBETTE BULUNMADAN BOŞAMANIN HÜKMÜ

 

49- Ey iman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra, kendi­lerine dokunmadan, onları boşattığınız zaman sizin için üzerlerine saya­cağınız bir İddetyoktur. O surette onları faidelendirip kendilerini güzel bir şekilde salıverin.

 

Ayetin Lafzı Tahlili

 

(Nekahtüm): Nikah, nikah akdine denildiği gibi cinsî münasebete de denir. Ayetteki manası, nikah akdidir. *

(Temessuhünne): Temessuh, mesh kökünden gelir. Buradaki manası fakihlerin icması ile elmadır.

(İddetin): iddet, saymak anlamına gelir. Boşanan kadın, boşandıktan sonra günlerini sayar. Şer'î ıstılahta ise, kadın rahminin boş ve temiz olduğu bilinecek kadar beklemesi icabeden zamana denir. Bu za­man da üç aydır.                               

(Femettiuhünne): Mut'ot kökünden gelir. Mut'at.

İnsanın faydalandığı mal veya elbiseye denir. Istılahı manası ise kişinin boşadığı kadına vereceği maldır.

(Veserrihûhünne): Tasrih kökünden gelir. Bırşeyı salıvermek demektir. Buradaki manası İse boşamaktır.

(Serâhen cemilen): Serah, boşamak, cemit, güzet demektir.

 

Âyetin İcmali Manası                                       .

 

Allahu taala mümin kullarına icmaien şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler, mümin kadınlarla nikah akdi yaptıktan sonra onlara dokunmadan boşarsanız, o kadınlar üzerine sayacağınız bir iddet yoktur. Çünkü siz on­lara dokunmadan boşadınız. Soyunuza saygı için evde oturup iddet bek­lemelerine lüzum yoktur. Onlara dokunmadığınız için hamilelik ihtimali yoktur.

Bu durumda üzerinize vacip olan, onların gönüllerini hoşnut etmek İçin bir miktar mal vermektir. Zira boşamanızla onlarda bir vahşet mey­dana gelir. Vereceğiniz mal, hem o vahşeti giderir, hem de halk içinde bo­şanmada suçsuz oldukları anlaşılır. Onları boşadığımz zaman, onlan, üze­rinizdeki haklarından mahrum etmediğiniz gibi, söz veya fiille ezfyet de etmeyiniz. Zira bu sizin imanınızın muktezasıdır, Allah (cc)"a itaatinizin bir nişanesldir.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.       

 

Bu Âyetle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet:

 

Önceki âyetlerde Resululiah (sav)'ın zevcelerinden bahsedilerek on­lara hayatlarını, Allah (cc)'a ve Resulüne itaatkar, dünyadan uzak, temiz ve kamil bir şekilde sürdürmeleri icabettlği bildirilmiştir. Zira onlar diğer kadınlar gibi değildirler. AHah tebarek ve taala onların yüksek şereflerini —ki Resululiah (sav)'m zevceleri, müminlerin anneleri olmalarından gel­mektedir— korumalarını emretmektedir.

Bu âyette de müminlere, kendilerine dokunmadan boşadıkları zevce­lerinin hükümülerini beyan ederek, bu boşamada müminlerin üzerine farz olanı bildirmektedir. İşte bu İşaret ettiklerimiz, bu âyetle önceki âyetler arasındaki bağlantıyı temin etmektedir. [23]

 

Ayetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: «Mümin kadınları nikahlayıp da...» âyeti, mümin bir erkeğin mümine ve temiz bir kadınla evlenmesine işaret eder. Zira kadmırt-imanı onu iffetli kılar ve onu ahlaksızlığa düşmekten korur. İmanlı bir kadın, kocasının namusunu o yanında iken de, yanında olmadığı zaman da muhafaza eder. Allahu taala, «İman eden bir cariye, müşrik bir kadın­dan —bu, sizin hoşunuza gitse de— elbet daho hayırlıdır.» (Bakara: 221) buyurmuştur.

İkinci İncelik: «Sonra... onlan boşadığımz zaman...» âyetindekl «sümme» (sonra) kelimesi, talakın uzun bir düşünceden sonra yapılma­sına işaret eder. Zira talak, Allah (cc)'tn buğzettiği işlerden birisidir. Çün­kü talak, aile hayatını yıkmaktadır. Hatta bazı faklhler bu âyetin talaktan kaçınmaya işaret ettiğini söylemektedirler. Çünkü talak, ancak aile haya­tının tamamen bozulması halinde mubahtır. Buradaki hüküm, ister evlenir evlenmez, ister bir müddet sonra boşasm değişmez.

Üçüncü İncelik:   «Sizin İçin üzerlerine sayacoğınız bir İddet yoktur.»

âyetinde «iddet»in erkeklere isnad edilmesi, İddetin erkeğin hakkı olduğu­na işaret etmektedir. Öyleyse kadının «iddet» beklemesi, neslin temizliği ve korunması için vaciptir. Çünkü her erkek çocuğunun temiz olmasını ister. Ektiği tohumunun başkalarının suyu ile sulanmasını ise hic istemez.

Meşhur olan kavle göre «iddet», insan ile Allah (cc) arasında müş­terek bir haktır. Çünkü soyların karışmasına ve bozulmasına mani olmak Allah (cc)'ın hakkıdır. Bundan dolayı fakihler iddetin birçok hikmet ve sebebi olduğunu söylemişlerdir. Kadtn rahminin temizlenmesi ve bunun Allah (cc)'ın bir emri olduğu için beklenmesi bu hikmetlerdendir. •

 

Âyetteki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Bir Kadın Nikah Akdinden Önce Boşanabilir Mi?

 

Fakihler, «Mümin kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunma-don, cnları boşadığımz zaman...» âyetine dayanarak, talakın nikahtan Ön­ce olamayacağında icma etmişlerdir. Çünkü Allahu taala âyette evvela «nlkahn sonra «talaksı zikretmiştir. Resululiah (sav) da «Nikahtan evvel talak yoktur.» buyurmuştur.

Yalnız, bir kimsenin, «Ben falanla evlenirsem, o benden boştur.» veya «Evleneceğim kadın benden boştur.» gibi sözlerle kadının talakını nikaha bağlaması halinde boşamanın vaki olup olmayacağı hususunda ihtilaf ede­rek iki görüşe ayrılmışlardır.

İmam Şafii (ra) ile İmam Hanbel (ra)'e göre. bir kimse evleneceği bir kadının veya evleneceği herhangi bir kadının talakını nikaha bağlaması ve sonra da o kadınla evlenmesi halinde o kadın boşanmış sayılamaz. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edilmiştir.

İmam Ebu Hanife (ra) ile İmam Malik (ra)'e göre İse evlenilmeden önce talak bir kadının nikahına bağlanırsa —mesela, «Ben Hind İle ev­lenirsem, o benden boştur» denilirse— o kadınla evlenildiği takdirde ka­dın hemen boş olur. Bu görüş de İbni Mes'ud'dan rivayet edilmiştir.

Şafii ve Hanbelilerin delilleri:

1- Nasıl yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun» demekle talak vaki olmazsa, evlenilecek bir kadına, evlenmeden önce, «Seninle evlenir­sem benden boşsun.» denilmesiyle de talak vaki olmaz. Zira talak İçin nikah mülkiyeti lazımdır. Böyle bir halde ise nikah mülkiyeti yoktur.

2- Resulullah (sav), «İnsan malik olmadığı birşeyi nezredemez. Ma­lik olmadığı bir köleyi azad edemediği gibi, malik olmadığı bir kadını da boşayamaz.» buyurmuştur. [24]

Sahabe ve tabiinin cumhuru da bu görüşte İdiler. Hatta imam Buharı. «Nikahtan evvel talak yoktur.» bahsinde sahabi ve tabiinden 24 kişinin adını saymıştır. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edilmiştir. İbni Abbas (rp)'a, «Bir adam evlenmeden önce evleneceği kadının talakını ni­kah akdine bağlasa kadın boş olur mu?» diye sorulunca, «Boş olmaz.» cevabını vermiştir.

İbni Abbas (ra)'a, «İbni Mes'ud (ra) bu hususta sana muhalefet ederek böyle bir talakın vukuuna hükmediyor.» denilince de, aAllah (cc) Ebu Ab-durrahman (ra)'ı affetsin. Eğer onun dediği gibi olsaydı, Allahu laalanın «Ey iman edenler, mümin kadınları -boşayıp da sonra nikahladığınız za­man...» demesi gerekirdi. Halbuki Allahu taala öyle değil, «Ey iman eden­ler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra... boşadığınız zaman...» demek­tedir.» demiştir.

Hanefi ve Maliküerin delilleri:

Hanefi ve Malikilere göre. talakta hem nikah mülkiyetine, hem de talakın nikah mülkiyetine izafe edilmesine itimad edilir. Şu var ki, talak nikah mülkiyetine izafe edildiği zaman, mülkiyet tahakkuk edinceye, kadar askıda kalır. Mesela bir kimse bir kadına, «Eğer seninle evlenirsem boş­sun,» dese, adamın talakı nikah akdine bağlaması sahihtir. Fakat talak o an vaki olmaz. Talak, ancak o kadınla evlendikten sonra vaki olur.

Talakın nikaha bağlanması, bir adamın karısına, «Eğer şu eve gider­sen benden boşsun.» demesi gibidir/Burada da talak, ancak kadının o eve gitmesi ile vaki olur. O eve gitmediği takdirde talak vaki olmaz. Öyleyse bu meselede de taîak. adamın kadınla evlenmesinden sonra vaki olur.

Hanefi ve Maliki alimleri, Şafii ve Hanbelilerin yaptığı kıyas hakkında şöyle derler: Yabancı bir kadına «Sen benden boşsun.» denilmesi ile, ev­lenilecek bir kadına evlenilmeden önce, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.» denilmesi arasında açık bir fark vardır. Çünkü bir adamın yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun.» demesi lağv bir kelamdır. Bu nikahına ma­lik olmadığı bir kadını boşamaktır ki, talak vaki olmaz. Ama kişinin bir kadına, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.» demesi, talakı evlenme akdine bağlaması demektir. Kİ, evlendiği takdirde talak vaki olur. Bu ikisinin ara­sında açık bir fark vardır.

Bu görüşle de alimlerden büyük bir topluluk hükmetmiştir. Bunlardan biri de İbni Mes'ud (ra)'dur. Delili en kuvvetli olan ve en ihtiyatlı olan gö­rüş de onun görüşüdür. Bu hususa İbnü'l-Arabi ve Cessas da dikkat çek­mişlerdir.

Özet olarak, nikahtan sonra talak, bütün fakihlerin ittifakıyla vaki olur. Yine bütün fakihler taalluksuz bir kadına «Sen benden boşsun.» de­mekle talak vaki olmayacağında ittifak etmişlerdir.

Hanefiler ve Malikiler nikah akdine bağlanılan talakın nikahla beraber vaki olacağına hükmetmişlerdir. Şafii ve Hanbelllere göre İse böyle bir talak vaki olmaz.

«Herkesin (her kavim ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yönet! vardır.» (Bakara: 148).

 

İkinci Hüküm: Evlenen Ciftin Yalnız Kalmaları Tddet Ve Mehil Gerektirir Mi?

 

Âyetteki, «Mümin kadınları nikahlayıp da sonra, kendilerine dokunma­dan...» ifadesinin —ki burada «dokunmak», cimadan kinayedir— zahirine göre çiftin bir arada kalmaları, münasebetin icabettirdiği iddet ve mehri gerektirmez. İmam Şafii'nin görüşü budur. Delili ise, Allahu taalanın kadı­nın cinsi münasebetten evvel boşanması halinde iddet olmadığını bildirmiş olmasıdır. Halvet, bir arada kalma cima demek olmadığına göre, iddet ve mehir gerekmez.

Cumhur ise, halvet halinin de münasebet gibi, mehrin tamamını ve iddeti İcabettirdiği görüşündedir. Delilleri de şunlardır.

1- Dare Kutni. Sevban'dan rivayet etmiştir: «Resulullah  (sav), «Her kim kadının başörtüsünü açıp bakarsa, ister münasebette bulunsun. İster bulunmasın onun mehrini vermesi icabeder.» buyurmuştur.

2- Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, «Bir kimse nikahlandığı ka­dınla perde asarak halvet olur ve onun avretini görürse, o kadına iddet beklemek farz olduğu gibi kocasına mirasçı da olur. Kocası onun meh­rini de tam olarak vermelidir.» demiştir.

3- Zurore bin Ebi Evfa'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Raşid halife­ler, nikahlandığı kadınla halvet olan bir adamın, o kadınla ister münase­bette bulunsun, İster bulunmasın, mehrini tam olarak vermesine ve ka­dının iddet beklemesinin farz olduğuna hükmetmişlerdir»

Görüldüğü gibi cumhurun delilleri daha kuvvetlidir. Çünkü bir adamın karısıyla bir sene aynı yatakta yattığı halde münasebette bulunmaması mümkündür. Öyleyse icabeden o adamın kadının mehrini tam olarak ver­mesi ve kadının da iddetinl beklemesidir. Çünkü uzun zaman bir arada bulunmuşlardır. Aralarında çıkacak ihtilafı da ancak bu hüküm hallede­bilir.

Ancak, halvetle iddetin vacip olduğunu söyleyenler arasında ihtilaf vardır. Kimisine göre kadının İddet beklemesi diyaneten değil, hükmen farzdır. Zira kadı zahirle hükmeder. Kimilerine göre de kadının iddet bek­lemesi hem diyaneten, hem de hükmen farzdır. Sahih olan görüş ikinci görüştür.

 

Üçüncü Hüküm: Tek Talakla Boşanan Bir Kadını Kocası Ricat Ettikten Sonra Onunla Cinsi Münasebette Bulunmadan Tekrar Boşarsa, Kadının İd­deti İlk Talaktan İtibaren Mi Sayılır, Yoksa Ricattan Sonraki Talakın Vukuun­dan İtibaren Mi Sayılır?

 

İmam Şafii (ra)'ye göre kadının iddeti birinci talaktan itibaren sayılır. Yeniden iddet sayma yo lüzum yoktur.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik {ro)'e göre ise. kadının İddeti, kocanın ricattan sonra yaptığı ikinci talaktan itibaren sayılır.

İmam Şafii'nin delili:

Boşanan kadının iddeti, birinci .talaktan itibaren sayılır. İddetin, ricat­tan sonra yapılan ikinci talaktan itibaren sayılmasına lüzum yoktur. Zira ikinci talakına iddet yoktur. Çünkü talak ricattan sonra, münasebette bu­lunulmadan yapılmıştır. İkinci talakın birinci talak İte icabeden İddeti iptal etmesi uygun değildir. Çünkü adamın birinci talakı münasebetten sonra yapılmıştır. Bu sebeble şariin İddet hükmüne uyulması vaciptir. Zira o adanvn karısına yaklaşmadan yaptığı talak, ricat etmeden iddeti İçerisin­de yapttğı talak hükmündedir. Öyleyse, bir adam karısının her temizleni­şinde bir talak vermiş olsa, üçüncü talakı verişinde kadın ondan tama­men bos olur. İddet yenilenmez.

Hanefi ve Malikilerin delilleri:

Kadının ikinci talakından sonra yeniden iddet beklemesi gerekmek­tedir. Zira ikinci talak ile ricat arasında herne kadar halvet ve temos yok­sa da o talak münasebetten önce yapılmış bir talak sayılamaz. O kadın ile daha önce münasebette bulunulmuştur. Bundan ötürü o kadtn müna­sebette bulunulmuş bir kadın hükmündedir.

Kurtubi, İmam Malik (ra)'ten naklen şöyle der: «Bu kadın yeniden Id-det beklemek zorundadır. Htm erbabının ekserisinin görüşü de budur. Bu kadm nafakada, ev ve gîyîm hususlarında münasebette bulunulmuş ka­dınlar hükmündedir. Basra, Küfe, Mekke; Medine ve Şam fakihlerinin cum­huru bu görüştedir.»

 

Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Mal Vermek Vaclb Midir?

 

«Onları foidelendirirt.» âyetinin zahiri, temastan önce boşanan Kadın­lara ister nikah akdinde onlara bir mehir tayin edilsin, ister edilmesin, bir miktar mal verilmesini icabettirir. «Boşanan kadınların fa meşru su­rette faldelenmelerl haklarıdır ki bu, Allahtan korkanlar için bfr vazife­dir.» (Bakara: 241) âyeti de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Öyleyse ayet, boşanan her kadına bir miktar ma! verilmesini gerektirmektedir.

Fakihler, boşanan her kadına birmlktar mal verilmesi hususunda ihti­laf etmişlerdir.

1- Verilecek mal, boşanan her kadın için, ona nikah akdinde ister mshlr tayin edilsin, ister edilmesin, farzdır. Çünkü âyetin zahiri bunu amirdir. Bu, Hasan-ı Basri'rrin görüşüdür.

2- Kendisiyle münasebette bulunulmadan boşanan kadına —ki ona nikah akdinde de bir mehir tayin edilmemiştir— bir miktar mal veril­mesi vaciptir. 8u da Hanefi ve Şafjilerin görüşüdür. İbnİ Abbas (ra) da bu görüşle hükmetmiştir. Fakat bu kadına nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, mal verilmesi vacib değil, müstahabtır.

3- Bütün boşanan kadınlara talaktan sonra bir mlktor mal veril­mesi müstahabtır. Boşanan hiçbir kadına talaktan sonra mehrinden baş­ka bir mal vermek vacib değildir. Malikilerin görüşü de budur.

Bize göre Hanefi ve Şafiilerin görüşü daha tercihlidir. Çünkü Ibni Abbas'ın görüşü de budur.

 

Âyetten Alınacak Dersler

 

1- Evlenecek bir müslüman iffetli ve temiz bir mümin kadın seç­mek zorundadır.

2- Talak aile hayatını yıkar. Bu sebeble kadın, ancak şerlatin za­ruri saydığı hallerde boşanır.

3- Münasebette bulunulmadan boşanan kadına Iddet beklemek, ki­tap ve icma ile farz değildir.

4- Kocanın boşadığı karısını hoşnut etmek için bir miktar mal ver­mesi lazımdır.

5- Erkeğin boşayacağı karısına eziyet etmesi haramdır. Kocanın ka­rısını en güzel surette, salıvermesi lazımdır.

 

Âyetteki Teşrii Hikmetler

 

Allahu teala evliliği insan soyunun bekası için meşru kılmıştır. Evlilik temellerini ve aile hayatını en mukaddes bağlarla kuvvetlendirmiştir. Kan-koca'arasındaki hayatı konuşma, yardımlaşma, sevgi ve muhabbet temel­leri üzerine kurmuştur. «Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız İçin zevceler yaratmış olması, oranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O'nun âyetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda fikrini iyi imal edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.» (Rum: 21)

İslâm, kadını boşamayı ancak istisnai ve zaruri hallerde mubah kıl­mıştır. Çünkü insan karşılaştığı müşküllerden talakla kurtulabilir ve mah­rum olduğu saadete ulaşabilir. Buna rağmen talak, Allah (cc) katında he­lallerin en çirkinidir. Çünkü talak ile evler yıkılır, aileler zayolur, çocuklar bedbaht olur. Yalnız zaruret hallerinde talaktan başka çare bulunamaz. Bu durumda bile boşama sebeblerlnin çok açık olması gerekmektedir. E-ğer geçimsizlikten kurtulmak için başka çare kalmamışsa talak o zaman yapılmalıdır.

İslâm bu geçimsizliğe ve sebeb olduğu 'kötülüğe son vermek İçin ta­lakı mubah kılmıştır. Ailesini boşayacak kimse uzun uzun düşünmeli, ge­leceği hesab etmeli.ve kararını Öyle vermelidir. Zira taiak ancak huzur ve saadet 'için yapılır. Geçimin acılığı, hayatın zorluğu talakla giderilir.

Talak emin bir yolla yapılmazsa aile emniyet ve istikrardan mahrum kalır. Çünkü talak iki ağızlı bir kılıca benzer. İnson talakla yo zorluklan, kötülükleri defeder veya zorluk ve kötülüklere düşer.

Bir erkek, nlkohlandığı bir kadını, münasebette bulunmadan basarsa, onun yeniden evlenmesine mani olmaya hakkı yoktur. Zira o kadın için iddet yoktur. İddet, kadın rahminin temizliğinden emin olmak, soyların birbirine karışmasını önlemek için farz kılınmıştır. Talak eğer cinsî temas­tan önce olursa, o zaman ne iddet vardır, ne de kadının evlenmesine ma­ni olunabilir. Kocasının onu iyilikle Salıvermesi lazımdır. Koca iki kötülüğü bir araya toplamamalıdır. Bunlardan birisi, karısından hiçbir şey görme­den boşaması, ikincisi, kadının evlenmesine mani olmaktır. Bunun için Allahu taala, «O surette onları faidelendirip kendilerini güzel şekilde salı­verin.» buyurmuştur. Allahu taala kadının şerefini bu şekil de koruduğu gibi erkeğin ona kötülük ve düşmanlık etmesine de mani olmaktadır.

Allahu taala herkesin hakkını layıkıyla korur. Ne kadına zulmeder, ne de erkeklerin hukukuna tecavüz ettirir. Allah (cc), erkeklere de, kadınlara da hayat sahasını geniş yaratmıştır.

 

54. DERS RESULULLAH (SAVI İN EVLENMESİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

50- Ey peygamber, mehirlerlnl verdiğin zevceleri ve Atlanın sana gonimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, se­ninle bercber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarım, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp da eğer peygamber de nikahla atmak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere— senin için helal kıldık. Öbür (mümln)lerin zevceleri ve sağ elleri­nin malik oldukları {cariyeleri) hakkında uhdelerine ne farzetmiş olduğu­muzu bildirdik. {Bağış suretiyle İzdivacın sana tahsisi)   senin içtn hiçbir darlık olmaması içindir. Atlah çok yartığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

51- Onlardan kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de diler­sen yanına alabilirsin.    (Nöbetinden) geri bıraktıklarından    kimi  İstersen (nezdine almak)ta sana güçlük yoktur. Gözteri aydın olup tasalanmalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnud olmalarına en elverişli ofan bu­dur. Allah kalblertnizde olanı bilir. Allah (herşeyi) hakkıyla bitendir, uku-betts acele etmeyendfr.

52- Bundan sonra kadmlorO almanj ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de sana helal olmaz. Sağ elinin ma-fflc olduğu (coriyeler) müstesna. Allah herşeye hakkıyla nlgehbandır.

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

'°SAfctelnoî: Ihlol kökünden gelir, helal kılma dernektir.                                     

(Ücurehünne):   Nikah kesimleri, mehir.

(Meleket yominüke): Sağ elinin malik oldukları. yani cariyeler.        

(Efâellahü): Efâe, fey kökünden gelir, ganimet demektir. Âyetteki anlamı, Allah (cc)pın sana harp vasıtasıyla verdiği de­mektir.

(Hacernemaake): Hicret kökünden gelir. Göç et­mek manasmdadır. Sertinle hicret edenler demektir.

(Yestenkihehâ):  İstinkah kökünden gelir. Nikah taleb etme demektir.

(Hallsoten): Yalnız sana mahsustur.

(Mâferezno aleyhim): Müminlere dörtten fazlasıni (arz kılmadık.

leştîrmek demektir.

(Haracün): Sıkıntı, darlık.

(Turcii): Tehir, erteleme.                       

ı'vi): Eva kökünden gelir, zammetmek, bir-

(Tegarra együnühünne):   Onlar hoşnut olurlar,

(Allmen halimen): Herşeyi hakkıyla bilen ve hıc-kinuîoyo acilen ceza vermeyen

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala sevgili peygamberine çeşitli sınıflardan kadınları mubah kılmıştır. Bunlar, mehrini vermek suretiyle aldığı kadınlar, kendilerini me-hfrslz olarak Resululloh isavj'a hibe eden kadınlar, cariyeleri ve kendi akrabafarı olan Kureyş ve Beni Zühre kabilesinden hicret eden kadınlardır. Allahu taala hiçkimseye tanımadığı bazı hususi hak ve hükümleri Resulut-lah (sav)'a tanımıştır. Bunlar vasıtasıyla da tebliğ ve risaletin yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Resulullah {sovja has olan bu hükümlerden bazıları, onun dört ka­dından fazla evlenmesi, kendilerini mehirsiz olarak hibe eden kadınlarla evlenebilmesi, Resulullah (sav)'a kadınlar arasındaki taksimatın farz ol­mamasıdır. Bunlar Resulullah (sav)'ı şereflendirmek ve Allah (cc) katın­daki makamının yüksekliğini göstermek için verilmiştir.

Müslim, sahihinde Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Ben kendile­rini Resuluîlah (sav)'a hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim, Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resulullah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzu­nu yerine getiriyor,» dedim.» [25]

Âyeti kerimelerin manaları icmalen şöyle: Ey nebi, biz sana mehirle-rinl verdiğin zevcelerini, sağ elinin malik olduğu harp esiri cariyelerini, amca, hala, dayı ve teyze kızlarından seninle hicret eden kadınları sana helal kıld'k. Ayrıca sana, sırf Allah (cc) ve Resul (sav) sevgisi için ken­dilerini hibe eden şaline kadınları da mubah kıldık, Kendilerini hibe eden kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak evlenebilirsin. Bu evlilik mümin­lere değil, yalnız sana mubah kılınmıştır. Müminlere nikah akidlerinde nikah şartlarını farz kıldık. Onların sağ ellerinin malik bulunduğu cariye­lerin dışında mehir vermelerini de farz kıldık. Fakat sana -kolaylık olması bakımından birçok hususiyetler tanıdık. Bunları sana bir zorluk, bir darlık olmaması için tahsis ettik.

Ey Resul, dilediğinin nöbetini erteler, dilediğini de yanına alabilirsin. Boşcfdıktnn sonra da dilediğini ricat ederek geri alabilirsin. Sana verilen bu haklar, onların kalblerinln rahatı için en uygun yoldur. Çünkü onlar, bu durumda yaptıklarını Allah (cc)'ın emir ve ruhsatıyla yaptığını bilirler. Bu yüzden yaptıklarına razı olurlar, gönül hoşluğu İle kabul ederler. Allahu îaola kq!blerin gizlediklerini en iyi bilen, emirlerine muhalefet ederek İs­yan edenleri de cezalandırmakta acele etmeyendir.

 

Âyetlerin Nüzul Sebebi

 

«Ey peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişam)'mı arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini ve­reyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olunca. Resulullah (sav)'ın zevceleri boşanacaklarından korkarak, «Ya Resulul­lah, bize malından ve nefsinden dilediğini ver, yalnız bizi nikahında bırak.» dediler. Bunun üzerine, «Onlardan kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oldu. [26]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: «İhlahıin manası helalliktir. Âyetteki, «senin için helal kıldık» ifadesi, birşeyi haram veya helal kılmanın, teşriinin yalnız Allah (çç)'a mahsus olduğuna delalet eder. Resul ise hükümleri kullara tebliğ edicidir. Hiçkimse kanun yapma veya helal yada haram kılma hakkına sahip değildir. Çünkü Allahu taala, «Hüküm a İlahtan başkasının değildir.» (Yusuf: 40) buyurmuştur.

İkinci incelik: «...Mehirlerİni verdiğin zevceler...» âyeti, Allahu taala-nın peygamberine en efdal ve ekmel olanı ihtiyar ettiğine işaret etmekte­dir. Zira mehri vermek, ertelemekten daha hayırlıdır.

Bazı sahabiler, evlenmeye güç yetiremediklerinden şikayet edince Resulullah (sav) onlara, «Sizin zırhınız yok mu? Onu mehir edin » buyur­muştur. Mehrin bir kısmını ertelemek veya yansını vererek diğer yarısını borca bırakmak sonradan Örf haline gelmiştir. Bu da genç kızların ge­leceklerini teminat altına almak düşüncesiyle mehrin çok yükseltilmesinin bir sonucudur.

Üçüncü incelik: Âyetteki, «Allanın sana ganimet (olarak nasib) et­tiklerinden soğ elinin malik olduğu kadınları...» ifadesindeki tahsis, sa­tın alınan cariyelerden daha efdal ve hayırlı olduklarına işaret etmektedir. Çünkü Daru'l-Harbten alınan cariyelere «temiz cariye» ve anlaşma yoluyla alınan cariyelere de «pis cariye» denilir. Allahu taala bu âyette de bildir­diği gibi peygamberine ancak temiz olanları nasib etmiştir.

Dördüncü İncelik: Resulullah (sav)'ın âyette üç defa peşpeşe «pey­gamber» unvanıyla anılması, Resulullaha has olan hükümlerin Allah (cc) tarafından verildiğini ve onun peygamberliğinden dolayı olduğunu göstermektedtr. Ayrıca peygamberin şanının büyüklüğünü ve onun bu şerefe la­yık olduğunu beyan etmektedir.

 

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

 

Birinci Hüküm:   «Ücret» Ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir Mi?

 

Fakihler, nikah akdinin ancak «nikah» ve «evlenmek» gibi sarih lafız­larla yapılacağında ittifak etmişlerdir. Zira Al fa hu taala, «...Onları sahip­lerinin İzniyle kendinize nikahlayın.» (Nisa: 25} buyurmuştur. Şu halde «nikah» ve «evienme» kelimeleri kitap ve sünnette varid olmuştur.

Fakihler, mubah kılma, helal kılma, emanet verme veya alma, rehin ve temettü kelimeleriyle nikah akdinin caiz olmadığında.da ittifak etmiş­lerdir. Fukahanın cumhuruna göre »Ücret» kelimesiyle de nikah akdi caiz değildir.

Ebu Hasan-ı Kerhî (ra) ise, «icare» kelimesiyle nikah akdinin caiz ola­cağı görüşündedir. Zira Allahu taala, «Ücretlerini (mehir) verdiğin kadın­ları» buyurmuştur. Görüldüğü gibi Allahu taala «mehir» kelimesini «üc-rst» olarak isimlendirmiştir. Öyleyse «ücret» ve «icare» lafızlarıyla tahak­kuk eden nikah akdinde mehir verilmesi vacibtlr. Şu halde «ücret» keli-mesiyie nt-kmh akdi yapılması sahihtir.

Kerhî'nin görüşünün reddi: Şüphesiz «ücretsin manası nikah akdine muhaliftir. Zira nikah akdi ebedî olarak yapıl.r. Ni.';ahta belirli bir vakit ta­yin ed&mesi nikahı ibîal eder. İcare akdi ls=* muvakkat bir zaman için yap:iır. Hona bir zaman tayin edilmeden yapılsa bile yine muvakkat olur. An be om yenilenir. MasıS olurda ebedi bir akid olan nikah, böyle geçici bir akkHe tohakktufe eder?

İcare, bjrşeyin menfaatinin karşılığında yapılan akiddir. Mehir ise bir-şeyin karş&ğı değildir. Alla&u taalanın evliliğin ve kadının temizliğini or­taya koymak için vocib ettiği bir hediyedir. İşte bunun ipin mehir zik-redilmekuzin yap:km nikah okdi sahih olur. Mehirsiz yapılan nikah ak­dinden sonra karı koca arasında münasebet olursa erkeğin karısına «mehr-i misil» (kadının annesinin, teyzesinin, kız kardeşinin mehri kadar mehir} vermesi icabeder. Öyleyse «icare» lafzıyla nikah sahih olmaz. Zira batıl olan Mut'a nikahı ile sahih nikah birbirinden seçilemez. Bundan do­layı Hanefi fakihlerinden hiçbirisi bu hususta Ebu Hasan-ı Kerhî (ra)'ye muvafakat etmemiştir.

«Hibe» lafzıyla nikah, cumhura göre caiz değil. Hanefilere göre ise caizdir.

Hanefilerin delilleri:                                                          : 

Hanefiler aşağıdaki delillere dayanarak nikah akdinin «hibe» kelimesi ile yapılmasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir

1- «...Eğer mümin bir kadın kendisini peygambere bağışlayıp (hi­be) de eğer peygamber de nikahta almak isterse...» âyetinde Allahu taala «hibe» lafzı ile yapılan akde «nikah» ismi vermiştir. Bu isimlendirme ni­kahın «hibe» lafzıyla yapılmasının caiz olduğuna delalet eder. «Hibe» laf­zıyla yapılan nikah peygambere caiz olunca bizim için de caiz olması la­zımdır. Zira peygambere uymakla emrolunmuşuz.

2- Peygamber ve ümmeti nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılmasın­da eşittirler. «...Diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere...» öyetinin işaret ettiği hususiyet ise Peygamberin mehlrsiz olarak evlene-bilmeskllr. Çünkü bu âyet Resulullah (sav)'a tanınan hususiyetin bir dar­lığı giderdiğine işaret etmektedir. Buradaki sıkıntı ise mehrln lüzumunda-d.r. Mehri temin için çalışmak lazımdır. Resulullah (sav) ise daima rlsalet vazifesiyle meşguldür. Yoksa nikah akdinin «nikah» veya «evlenmek» la-fızlarıyla yapılmasında bir zorluk yoktur ki, «hibe» lafzı Resululiah (sav)'a hasredilsin. Buna göre mehirsiz nikahlamak yalnız Resulullaha has bir hükümdür.

3- Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben kendilerini Resulul­lah hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir er­keğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Re-suluilah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiri­yor.» dedim.»

4- Sehi bin Saad'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kadın, Resulul­lah (sav)'a gelerek, «Ya Resuiullah, ben kendimi sona hibe etmek Icin geldim.» dedi. Resulullah (sav), kadına bakarak tasvip etti. Sonra başını eğdi. Sahabilerden bir kişi, «Ya Resuiullah, eğer bu kadına ihtiyacın yok­sa benimle evlendir.» dedi. Resululloh (sav) ona,  «Maldan neyin var?» diye sordu. Adam. «Hiçbir şeyim yok.» dedi. Resulullah (sav), «Kur'an-dan ne biliyorsun?» diye sordu. O 6a, «Kur'andan şu ve şu sureleri bili­yorum dedi. Resulullah (sav), «Kur'andan ezberlemiş olduğunla bu kadını sana temlik ettim.» buyurdu.» Oördüldüğü gibi Resulullah  (sav), nikah akdini «temtik» kelimesiyle yapmıştır. «Hibe» lafzı da temlik lafızlarından olduğundan, nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılması da caizdir, öyleyse temlike, delalet eden her lafızla nikah akdi yapmak caizdir. [27]

Cumhurun delilleri:

Maliki, Şafii ve Hanbeliler, aşağıdaki delillere dayanarak «hibe» laf­zıyla nikah ekdinin caiz olmadığına hükmetmişlerdir:

1- Allahu taala, mehirsiz olarak ve «hibe»  lafzıyla nikahlanmayı Resulullah (sav)'a has kılmıştır. Zira Allahu taala, «...Eğer mümin bir ko-dın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da eğer peygamber de onu ni­kahta almak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer müminlere değil yafnız sana has kılmak üzere senin için helal kıldık.» buyurmuştur. Âyet­teki. «...Mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da...» ifa­desi İle, «Diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere» ifadesi, bir kadının hibe yoluyla helal olmasının yalnız peygambere has olduğuna delalet eder. öyleyse «hibe» lafzıyla evlenmek yalnız peygambere mahsus­tur.

2- Cumhura göre, peygambere mahsus olan birşeyde başkasının ona ortak olması caiz değildir. Âyet de bunun (mehirsiz olarak, hibe yo­luyla evlenmenin) peygambere has olduğuna delalet etmektedir. Siz, «hl-bi»e lafzıyla evlenmenin Resulullah (sav)'ın dışındakilere mubah olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

3- Sehİ bin  Saad'dan  rivayet edilen  hadiste  Resulullah   (sav)'ın, tKur'andan ezberlemiş olduğunla bu .'kadını sana temlik ettim.» demesi, Hanefilerin  iddia ettiği gibi   «hibe»  lafzıyla  nikah akdi  yapılabileceğine delalet etmez. Çünkü bu hadisin diğer rivayetinde, «Sen git, seni o ka­dınla evlendirdim.» ifadesi vardır, öyleyse temlike delalet eden her lafız­la nikah akdi yapılamaz. Çünkü icare lafzı da temlike delalet ettiğ! halde, bütün fakihlerin ittifakı ile onunla nikah akdi yapılamaz.

Tercih edilen görüş, cumhurun görüşüdür, imam Cessas'ın da uzun uzun bahsettiği gibi, Hanefilerin delilleri herne kadar kuvvetli ise de, «hibe» lafzıyla nikahın peygambere mahsus olduğuna dair açık nas varid olmuştur. Zahir olan, hükümdeki İfadelerde lafız ile mananın ortak olma­sıdır. Yoksa lafız değil, yalnız manaya hamletmek ndsdan gelecek bir delile muhtacdır. Nikahta kullanılacak kelimelerde kıyas carî değildir. Bu­na göre cumhurun görüşü daha tercihlidir. İmam Malik'in de dediği gibi, ehibe» nikah kabul edilse bile bu, peygamberden başkasına helai değildir.

Allah (cc) en doğrusunu bilir.                                                           

 

İkinci Hüküm : Resulullaha Nikahla Helal Olmak Tçin Hicret Etmek Şart Mıdır?

 

Âyetin zahirine göre, kendisiyle hicret etmeyen kadınları Resuluflahın nikahlaması helal değildir. Zira âyetin devamında, «...Seninle beraber (Me-dineye) hicret eden...» buyuru I muştur. Alimlerden bazıları âyetin bu zahiri manasını aynen kabul etmişlerdir. Kadı Ebu Ya'ia, «Âyetin zahiri, hicret etmeyen kadınların Resululîah (sav)'a helal olmadığına delalet ediyon demiştir. [28]

Ümmühani binti Ebu Talib; «Resululîah (sav), bana düğür oldu. Ben ona özür beyan ettim. Özrümü kabul etti. Sonra «Ey peygamber, mehir-lerini verdiğin zevceleri ve Allahın sana ganimet (olarak nasib) eniklerin­den sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medİneye) hicret eden amcanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını...» âyeti nazil olunca ben Resululîah (sav)'a haram oldum. Çünkü ben, onunla Medine'­ye hicret edenlerden değildim. Ben Mekke'nin fethinde esir edildikten son­ra serbest bırakılan (tulekâ) kadınlardandım.»

Müfessirlerin cumhuru ise, hicret herne kadar âyette geçiyorsa da Resululîah (sav) ile evlenmenin helal olma şartlarından olmadığı görüşün­dedir. Âyette «hicretsin zikredilmesi, onun faziletini beyan etmek içindir. Âyet Resululîah (sav)'ın evleneceği kadınların sınıflarını beyan etmekte­dir. Bunlardan hangi sınıfın daha faziletli olduğunu beyan etmektedir.

Ebu Hayyan şöyle der: «Âyetteki «...Seninle beraber (medineye) hic­ret eden...» tahsisi ise, Resufuilah (sav) ile hicret eden akraba kadınları­nın hicret etmeyenlerden daha faziletli olduğunu beyan etmektedir. Yok­sa diğer kadınları haram kılmak manasında değildir» [29]

Bu hususta Maverdî de iki görüş nakletmiştir: Birincisi. Resululîah (sav) İle evlenen kadının helal olması için mutlaka onunla hicret etmesi lazımdır. İkinci görüş ise, Resululîah (sav) İle hicret etme şartı, âyette yakınlık dereceleri belirtilen akraba kadınlarına mahsustur. Yabancı bir kadının hicret edip etmemesi mev2u-ı bahis değildir.

Bu hususta sahih olan görüş, cumhurun görüşüdür. Yani Resululîah (sav)'ın evlenmesinde, hicret eden akraba kadınları diğerlerinden daha efdaidir.

 

Üçüncü Hüküm: Resulullahın İndinde Kendisini Hibe Eden Kadın Var Mıydı?

 

Alimlerin ekserisine göre birçok kadın kendilerini Resuiuilah (sav)'a hibe etmişlerdi. Kendilerini hibe eden kadınların İsimleri hususunda kuv­vetli veya zayıf birçok rivayet vardır. Bunlardan bazılarının isimleri şöy­ledir: Ümmi Şerik, Havlete binti Hakim, Leyla binti el-Hatim. Şu var ki. bun­lardan hiçbirisi Resululîah (sav) ile evli değildi. Zayıf bir rivayete göro de, Meymune binti el-Haris ile Zeynep binti Huzeyme de kendilerini hibe eden kadınlardandı. Fakat sahih olan birinci rivayettir. Yani bu İki kadın kendilerini hibe eden kadınlardan değildirler.

İbnü'i-Arabi'nin İbni Abbas (ra) ve Mücahid (ra)'den yaptığı rivayete göre Resululîah (sav)'ın nikahında, kendini hibe eden kadınların hiçbirisi yoktu. [30]

İbni Kesir: «Resulullaha kendilerini hibe eden kadınlar çoktu. Nitekim Buhari de Hz. Ayşe'den bu hususta, «Ben kendilerini Resululîah (sav)'a~ hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resululîah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiriyor.» de­dim.» hadisini rivayet etmiştir.» [31]

 

Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak Resulullaha Da Farz Mıydı?

 

Bazı alimlere göre, zevceleri arasında taksimat yaparak buna riayet etmek Resululîah (sav)'a da farzdı. Üstelik Resululîah (sav) bu taksimatı çok adil bir şekilde yapardı. Zira o, akşam hangi hanımının yanında kala­caksa, «Allahım, bu benim gücümün yettiği kadar yaptığım taksimattır. Eiimde olmayan ve gücümün yetmediği birşeyle beni cezalandırma.» diye dua ederdi. Buradaki «gücümün yetmediğinden maksat kalbî sevgidir. Bu alimlere göre, eğer taksimat Resulullah (sav)'a farz olmasaydı, bir baş­kasının yanında kalmak için sırası olandan izin almazdı. Bu hususta bir­çok sahih hadis de vartd olmuştur.

Alimlerin çoğu ise, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de di­lersen yanına alabilirsin.» âyeti, Resulullah (sav)'a zevcelerinden dilediğinin yanında kalmasını mubah kılmıştır, taksimat ona farz değildir gö-l( rüşündetfirler. Bununla beraber Resulullah (sav), adil bir şekilde taksi­mat yapardı.

Cessas bu hususta şöyle der: «Âyet, Resulullah (sav)'a zevceleri ara­sında taksimat yapmasının farz olmadığına delalet eder. Buna göre Re­sulullah (sav) dilediğini terkeder, dilediğinin yanında kalabilir.» [32]

Ibnl Kesir de şöyle der: «Şafii alimlerinin bir kısmı bu âyete dayana­rak Resulullaha zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığını söy­lerler. Buharı Muaz'dan, o da Hz. Ayşe'den şöyte rivayet etmiştir: «Resu­lullah (sav), zevcelerinin birinin gününde diğerinin yanında kalmak isterse, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyetinin nüzulünden sonra da izin isterdi. Bana bir gün. aNe dersin, bana izin verir misin?» dedi. Ben de, «Eğer benim elimde olsa İdi seni kimseye bırakmazdım.» dedim.» [33]

Sahih olan, Resulullah (sav)'a zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığı görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.

İslâm düşmanlart asırlardan beri birtakım yalanlar uydurarak İslâm Peygamberinin peygamberliğine gölge düşürmek, lekelemek istemekte­dirler. Gayeleri, bu yolla müminleri dinde şüpheye düşürmek, halkın Re­sulullah (sav)'a olan inançlarını sarsmaktır.

Peygamber ve resuller hakkında düşmanları tarafında iftira ve büh­tanlar uydurulmasında şaşılacak birşey yoktur. Çünkü bu Allah (cc)'ın sün­netidir. Allah (cc)'ın sünnetini de hiçbir şey değiştiremez. Zira Allahu taa-la, «Biz her peygambere günahkarlardan böyle düşman(lar) peyda ettik.» (Furkan: 31) buyurmuştur.

Müminlerin temiz zevceleri olon Resulullah (sav)'ın zevcelerinden bah­setmeden önce, kindar İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan bir şüp­heyi reddetmek istiyoruz. Çünkü bu islâm düşmanları, en büyük peygam­ber olan Hz. Muhammed'i lekeleyerek halkın İtikadını bozmak ve birçok hakikatleri gizlemek için birçok şüpheler ortaya atmışlardır.

İslâm düşmanları şöyle derler: Hz. Muhammed, şehvetperest bir er­kek, arzularıyla şehvetinin peşinde koşan bir kimsedir. Bu sebeble, ümmetini dört kadınla sınırladığı halde kendisi bir veya dört kadınla yetin­meyerek on veya daha fazla kadınla evlenmiştir. İşte bu, onun nefsanî arzularına uyarak şehvetinin peşinde gittiğini göstermektedir. Hz. Mu­hammed İle Hz. İsa arasında çok büyük bir fark vardır. Birisi nefsini yen­miş, arzularına galebe çalmıştır. Diğeri ise, şehvetinin peşinde yürüyen bir kimsedir. Bunlar nasıl bir olabilir?

Allahu taala böyielerl için şöyle buyurmaktadır: «Ağızlarından çtkan söz ne büyük! Onlar yalandan başkasını söylemezler.» (Kehf: 5)

İslâm düşmanlarının böyle söylemeleri, kindar ve yalancı oldukların­dan tabiidir. Fakat Hz. Muhammed hiçbir zaman bir şehvetperest değildir. Ancak o, insanlar arasından çıkarılmış bir peygamberdi. .İnsanların evlen­diği gibi o da evlenmiştir. Evlenme hususunda öa ümmetine önder olmuş­tur. O, hıristiyanların inandıkları gibi ne ilahtır, ne de Allanın oğludur. O da ümmeti gibi bir beşerdir. Ancak onu Allah (cc), vahiy ve risaietle şeref-lendirmiştir: «De ki: «Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu kadar ki) ba­na yalnız tanrınızın bir tek Tanrı olduğu vahyediliyor.» (Kehf: 110)

Resuiullah (sav), diğer peygamberlerden, onların izinden çıkan vs sünnetlerine muhalefet eden ayrı bir yol getirmemiştir. Zira Kur'an-ı Ke­rim büyük peygamberlerden örnekler vermektedir. Mesela, «Andolsun ki biz senden öne© de peygamberler göndermişiz, onlara da zevceler ve ev-ladlar vermişisizdir.» (Ra'd: 38) buyurulmuştur.

İslâm düşmanları son Peygamber hakkında uyaurmuş oldukları iftira­ları nereden çıkarıyorlar? Şairin de dediği gibi, gözü ağrıyan kişi güneşin ışığını inkâr eder. Hasta bir kişinin ağzı tatları nasıl inkar ederse bunlar da Resulullah (sav)'! öyle inkar ederek iftiralardc bulunuyorlar. Zira Alla­hu taala «(Hiç de) yer (yüzün)de dolaşmadılar mı ki, (bari) bu sebebim düşünecek kalblere, bu suretle işitecek kulaklara malik olsun{lar). Fakat haklkol şudur ki, (yalnız maddi) gözlsr kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalbler kör olur.» (Hac: 46) buyurmaktadır.

Şüphenin reddi: Burada iki temel nokta vardır. Bunlar Resul-ü ek. reme atılan şüpheleri defettikleri gibi müfterilerin ağızlarını da bağlamak, tadır. Bu İki mühim noktayı, ileride Resulullah (sav)'ın zevcelerinden ban. sederken de gözden uzak tutmamak lazımdır. Bu iki nokta şunlardır:

1- Resulullah (sav)'ın çok evlenmesi. İhtiyarlık vaktinde vaki olmuştur. Resulullah (sav), bu evliliklerinin hepsin! 53 yaşından sonra yapmıştır.

2- Hz. Ayşe'nin dışındaki bütün temiz, zevceleri; duf ve yaşlıdırlar Gene ve bakire olarak aldığı tek zevceleri Hz. Ayşe'dir

İşte bu iki noktayı gözorründe bulundurduğumuz takdirde müsteşrik lerin ortaya atmış oldukları itham ve iftiraların yalan olduğunu kolayca anlarız. Çünkü eğer evlenmekten maksat, şehvanî arzuları tatmin veya şehvanî arzuların peşinde koşmak olsaydı, ResuJullah (sav), ihtiyarlığın­da değil, gençliğinde evlenirdi. Dul've yaşlı kadınlarla değil, genç ve baki­re kızlarla evlenirdi.

Birgün Cabir bin Abdullah, (ra). güzel bir elbise giyinmiş ve kokular sürünmüş olarak Resulullah (sav)'in yanına geldi. Resulullah (sav) ona, «Sen evfendin mi?» diye sordu.. O da «Evet, evlendim.» dedi. «Evlendiğin kadın gene ve bakire midir, yoksa dul mudur?» diye sordu. Cabir «Dul» cevabını verince Resulullah (sav), «Gülüşüp oynaşacağınız bir bakire yok muydu?» buyurdu.

Bu hadise Resululiah (sav)'ın evlenmeyi herkesten daha iyi bildiğini göstermektedir. Böyle bir kişi nasıl olur da bakirelerle değil, yaşlı dullarla evlenir? Eğer onun maksadı kadınlardan faydalanmak ve şehvanî arzu­larını tatmin etmek olsaydı, gençliğinde tek kadınla yetinir miydi?

Sahabe-i kiram Resulullah (sav)'a karşı, can ve mallarını feda edecek kadar cömerttiler. Eğer ResuluHah (sav) gençliğinde evlenmek isteseydi, hiçbir sahabe, onu güzel bakire kızlarla evlendirmekten çekinmezdi. Ne­den Resululldh (sav) gençliğinde, hayatının baharında bir kadınla evlen­diği halde sonradan birçok kadınla evlenmiş ve bunları da yaşlı ve dul kadınlar arasından almıştır? Şüphesiz bu, Resulullah (sav) hakkında atılan iftiraları reddetmeye kafidir. Demek ki Resulullah (sav)'ın evlenmesi beşeri arzularını tatmin için değil, tersine beşerin akıl erdiremeyeceği yüce hik­met ve hedefler için evlenmiştir. Eğer onun düşmanları kor taassublannı bırakarak bu gerçeği kabul etseler, Resulullah (sav)'ın evlenmelerindeki yüce hikmetleri görürlerdi. Çünkü Resulullah (sav), başkasının maslahatı tein kendi rahatını feda edecek kadar rahimdi. İslâm daveti yolunda akla gelmedik işkencelere maruz kaldığı halde bir an dahi rahatını düşünme­miştir.

 

Resulullah (Sav)'In Çok Evlenmesinih Hikmetleri

 

Resulullah (sav)'ın çok evlenmesinin hikmetleri çok ve çeşitlidir. Biz buntarr icmaten aşağıya aktarıyoruz ;

1- Talimi hikmet

2- Teşriî hikmet

3- İçtimaî hikmet.        

4- Siyasî hikmet.

Bu hikmetlerden kısaca baîısettikten sonra Resulullahın temiz zevce­leri ve onlarla evlenme hususldrını teker teker açıklayacağız. Ancak Al­lah (cc)'tcm yardım dileriz.

 

1- Talimi Hikmet:

 

Resulullah (sav)'ın çok evl'enmesindeki esas gaye, musluman olan ka­dınlara öğretmenler yetiştirmekti. Şer'î hükümleri kadjnlara öğretecek o-lanlar yine kadınlardı çünkü. Erkekler nasıl, mükellef ise-, kadınlar da öyle mükelleftirler ve cemiyetin yansınr da kadinjar meydana getirmektedir Müslüman kadınlar, öğrenmek istedikleri: şeyleri Resulullahtan sormaya utanırlardı. Bilhassa hayız, nifas. cenabettik gibi kadınlık ve evlilik halle­rini sormaktan haya ederlerdi. Ayrıca Resululloh da tm hususları açıklar­ken rahatsız olurdu. Çünkü yaratılış itibariyle kamil' bir haya sahibiydi. Hatta hadis kitapları Resulullah [savl'in hayası hakkında,, «O,, evinden hiç çıkmamış bir bakireden daha hayatî kfU demışlerdiir. Bu sebebfe- kadınlar tarafından sorulan sorulara tam bir açıkltkfa cevap veremediği, için, kina­ye yollu cevaplar verirdi. Kadınlar da bu cevaplardan biirşey anlamazlar­dı.

Hz. Ayşe'den rivayet edilen şu hadis bu hususa yeterince açıklık getir­mektedir: «Ensarilerden bir kadın ResuluHah (sav)'a adetten kesildiği ra-man nasıl gusledeceğini sordu. Resutullah (sav) ona anlattıktan sonra, «İlaçlanmış bir pamukla temizlen.» dedi. Kadın, «Ben onunla nasıl1 temiz­leneyim?» diye sordu. Resulullah (sav), «Onunla temizlen.» dedi. Kadırt tekrar, «Ya ResuluHah, ben onunla nasıl temizleneyim?» diye sordu Re­sulullah, «Sübhanallah, işte onunla temizlen.» buyurdu.» Hz. Ayşe diyoı ki: «O zaman ben kadının elinden pamuğu alarak şunu şuraya i*oy, diye açıkça konuştum.»

Resulullah (sav) böyle sarahatle konuşmaktan haya ederdi. Utandık­ları için birçok kadın da ondan birşey soramazlardı. Buna bir örnek olarak Buharı ve Müslim'in Ümmü Seleme (r.anh.)'den rivayet ettikleri şu hadisi gösterebiliriz: «Ebu Talha (ra)'nın karısı Ümmü Süleym gelerek, «Ya Re­sulullah, Allah (cc) haktan utanmaz. Bir kadın rüyasında thtilam olursa gusletmesi farz mıdır?» diye sordu. Resulullah (sav). «Evet, su (meni) görürse farzdır.» dedi. Ben kadına, «Sen kadınları rüsvay ettin. Nasıl olur da kadın ihtilam olur?» dedim. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Madem ki kadın ihtilom olmaz, çocuk annesine nasıl benzer?» buyurdu.d Resulul-lah {savj'ın «nasıl benzer» sözünden muradı, ceninin erkek ve kadının suyundan meydana gelmesidir. Bundan dolayı da çocuk annesine de ben­zer. Allahu taala bu hususta, «Hakikat biz insanı birbiriyle karışık bir dam­la sudan yarattık. Onu İmtihan ediyoruz. Bu sebeble onu işltici, görücü yaptık.» (İnsan: 2) buyurmuştur.

İbni Abbas (ra) da, «Ceninin meydana gelmesi için kadın ve erkeğin suyunun karışarak birleşmeleri lazımdır.» demektedir.

İşte buna benzer utanılacak soruları zevceleri Resuruılah {sav)"tan öğrenir ve diğer kadınlara Öğretirlerdi. Hatta Hz. Ayşe, «Allah (cc) ensa-rilerin kadınlarına rahmet etsin. Onların hayaları, fıkıh öğrenmelerine ma­ni olmamıştır.» demiştir. Ensarî kadınlar gecenin karanlığında gelip ka­dınlarla ilgili meseleleri öğrenerek giderlerdi. Resulullah (sav)'ın zevceleri de onlara fıkhı en iyi şekilde öğretiyorlardı.

Bilindiği gibi Resulultah (sav)'ın sünneti onun yalnız sözleri değil, fiiliyatı ve takriri (yani yapıldığına şahit olduğu halde sustuğu, itiraz et­mediği şeyler) dir de. Bunların hepsine ümmetin uyması farzdır. Resulul­lah (sav)'in temiz ve mübarek zevceleri olmasaydı Resulullah (sav)'ın ev İçindeki sünnetini bize kim bildirecekti? Şüphesiz kimsenin soramayacağı, kimsenin aklına gelmeyen hususları zevceleri Resulullah (sav)'tan sor­muş, dinlemiş ve sonra bu öğrendiklerini ümmetin kadınlarına aktarmış, öğretmişlerdir.

 

2- Teşrii Hikmet:

 

Resulullah (sav)'ın çok evlenmeslndeki teşrii hikmet, insafla bakıldık­tan sonra, çok basit bir gözle de görülebilir, anlaşılabilir. Teşrii hikmet, çirkin olan bazı cahiliye adetlerinin iptali ile kendini göstermektedir. Bu­na örnek olarak Arapların İslâmdan önceki evlad edinmelerini gösterebi­liriz. O tarihlerde evlad edinmeyi dini bir kural olarak kabul ederlerdi. Ya­bancı bir erkek çocuğu evlad edinerek ona kendi öz çocukları gibi mua­mele ederlerdi. Öldükten sonra mirası ona kalır, karısı onun annesi sayı­lır, cnun karısı da babanın kızı sayılırdı. Bu, cahiliyet döneminde arapla-rın arasında yaygın ye meşhur olan bir hükümdü. İslam elbetteki onları bu batıl inançlara, cehaletin karanlığına terkedecek değildi. Bu adetin ibtali için evvela, Resulullaha henüz peygamber olmadan önce bir evlad edin­mesi ilham edildi. 8u üham üzerine Resulullah, cahiliye araplannın ade­ti üzere, daha Önce kölesi olan Zeyd bin Harise'yl evlad edindi. Resulul­lah   (sav)'ın evlad edinme sebebini müfessirler ve siyerciler uzun  uzun açıklamışlardır. Biz burada tafsilata girmeyeceğiz. Kısaca, Resulullah (sav) Zeyd bin Harise (ra)'yt evlad edindi ve ona Zeyd bin Muhammed denilmeye başlandı.  

Buharı ve Müslim, Abdullah bin Ömer (ra)'den şöyle rivayet ederler: «Zeyd bin Harise (ra). Resulullah (sav)'ın azadlı kölesi idi. Resulullah (sav), arap adetlerine göre onu evlad edindiği İçin, biz ona Zeyd bin Mu-hammed (ra) derdik. «Onları babalarına nisbetle çağırın...» (Ahzab: 5) â-yeti nazil olduğu zaman Resulullah (sav), «Seri Zeyd bin Harise bin Şercil'-sin.» dedi. Bundan sonra biz de onu Zeyd bin Harise (ra) diye çağırdık.»

Resulullah (sav), Zeyd bin Harise (ra)'yi halası kızı Zeynep binti Cahş (r.anha) tle evlendirmişti. Zeynep onunla birzaman yaşadı. Ne yazık ki çok geçmeden aralarındaki alaka çok kötü bir hale geldi. Çünkü Zeynep ona çok kaba konuşur, kendisinin ondan üstün ve şerefli olduğunu söylerdi. Zira Resulullah (sav) onu evlad edinmeden önce Zeyd bir köle idi. Zeynep ise soylu bir kadındı.

İşte yalnız Allahu taalanın bileceği bir hikmetten dolayı Zeyd, Zey­nep'i boşadı. Allah (cc) da Resulullah {sav)'a, Zeynep'le evlenmesini em­retti. Resulullah (sav) bu evliliği ile Araplar arasında geçerli olan «Evlod-l:ğın karısı ile evlenilmez» hükmünü ortadan kaldırıyor, İslâmın bu hu­sustaki temelleri atılıyordu.

Şurası muhakkak ki, Resulullah (sav), münafık ve kafirlerin dillerinden çekinerek —çünkü onlar halkın arasında «Görüyor musunuz, Muhammed oğlunun karısı ile evlendi.» sö2ünü yayacaklardı— bu evliliği bir müddet geciktirdi. Taki, «(Habİbim) hatırla o zamanı kt Allahın kendisine nimet verdiği ve seninde yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: «Zevceni uhdende tut. Allobtan kork.» diyordun da Allahın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi İçinde gizliyor, insanlar(ın dedikodusun)dan korkuyordun. Halbuki Al­lah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimdi madem ki Zeyd o kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Taki oğulluklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah olma­sın. Allahın emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37) âyeti nazil olana kadar.

Bu âyet nazil olunca Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'le evlendi. Re­sulullah (sav)'ın bu evliliği ile evlad edinmenin hükmü iptal edilmiş oldu. Çünkü hiçbir kaynağa dayanmayan cahili bir adetti. Bu âyetin teşriini tekid İçin şu âyet de nazil oldu: «Muhammed adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir. Fakat Allahın resulü ve peygamberlerinin sonuncusudur.» {Ahzab: 40),                               ...                                        

Rasulullah (sav), Zeynep'le Allah (cc)'tn emri üzere evlenmiştir. Bazı İslâm düşmanlarının sandığı gibi beşeri arzu ve şehvetini tatmin için değil. Bu evlilik, Dahili bir radetin iptali gibi çok şerefli bir gaye için yapılmıştır. Bu gayeyi Alla hu taala sarih b\r İfade İle, «Taki oğulluklarının kendilerin­den İlişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah ol--nnısıiu» âyetinde bildirilmiştir.

Resulullah (sav)'ın Zeynep'le evlenmesini bizzat Ailahu taalanın bil-tltrmesi Zeynep'i gururlandırır -ve «Benim nikshımı Allah (cc) kestU derdi.

Açfkca ortadadır ki, Resülullah ,[sav)'ın Zeynep (r.anha)'ie evlenmesi Jıerşeyi hakkıyla bilen, faükünn »e hikmet sahibi Allah (cc)'ın emri iledir. Su spa şîikiu kssMü&e îfoildiTime&tectrr ki, insan, nesebinden olmayan bir Gocuğu ©tftad datıi tedinse, anıtı yanmela ibüyütse de öz evladı olamaz ve şer'î ftükümler toakımtıadan da evlad gibi mnrras alma, mahremiyet gibi hü­kümleri fcazanamaz. ftilafa (cEjptn emirlerinin <o kator mce ve derin hik­metleri vardır kî, afed, değil ■mm tw I maktan, kavramaktan bile aciz kalır. Nitekim AJİahu taaia. «Size az bîr ifimctes başkası «errümemiştir.» (İsrar 85} buyurmaktadır.

 

3- İçtimaî Hikmeet:

 

Resulullah (sav)'in evliliklerindeki ictâmî hikmeöer, birinci halifesi olan Hz. Ebubekİr'İn tazı. ikinci halifesi olan Hz. Ömerîn ki& ve diğer Ku-reyş kadınlarıyla evlenmesinde en açık şekilde görülür. Resuiuliah (sav)'-ın bu kadınlarla evlenmesi sonucu Kureyş aileleri arasında sağlam bağlar meydana gelmiş, kalbler yekvücud olmuş ve Resulullahın iman daveti eî-rafmda birleşmişlerdir.

Resulullah (sav), halktan en çok sevdiği kişi olan Hz. Ebubekİr'İn kızı ile evlendi. Hz. Ebubekir, İslama girenlerin ilklerindendi. Malını ve canını Allah (cc)'ın dinine yardım yolunda feda etmişti. İslâm yolunda çeşitli ezi­yet ve işkencelere uğramıştı. Tirmİzİ'nin rivayetine göre Resululîah fsav) Hz. Ebubekİr'İn fazileti hakkında şöyle demiştir: «Kim bize bir iyilik yap­mışsa onun karşılığını verdik. Ebubekir (ra) hariç. Onun bize öyle nimet­leri vardır ki, onların mükafatını Ailahu taala kıyamet günü verecektir. Ebubekir (ra)'in metaından faydalandığım kadar kimsenin malından fay­dalanmadım. Her kimi İslama davet ettim ise Ebubekir (ra) gibi tereddüt etmeden kabul edeni de görmedim. Eğer ben bir dost edinse idim Ebu­bekir (ra)'i dost edinirdim. Haberiniz olsun, sahibiniz Allah (cc)'ın dostu­dur.» [34]

Resuhritah IsavJ, bu üstün meziyetlerine karşı ona kızıyla evlenmek­ten başka bir mükafat bulamadı. Hz. Ayşe ile evlenmekle kendisi ile Hz. Ebubekir arasında bîr dünürlük yakınlığı meydana seldi, ©ji omların ara­sındaki bağlılığı biraz daha sağlamlaştırdı.

Resulullah, Hz. Ayşe ile hangi sebebîe evlendiyse, aym sebeble Hz. Ömer'in kızı Hofsa ile de evlendi. Çünkü Hz. Ömer de ftesuhrilah (sav)'a dostluğu, ihlası ve kendini İslâm yolunda feda edişi ile İslömı ve müsiu-manları aziz eden bir İslâm pehlivanı kii. Aîlah (cc) İslâmı Hz. Ömer'le yükseltti. Hz. Ömer'in dünürlük yoluyla Resuluftah (savj'a akraba olmasa onun İslâm yolunda yapmış olduğu fedakarlığın en hayırlı mükafatıdır. Zira Resuiuliah (sav), evlenme hususunda onunla Hz. Ebubekİr'İn orasını müsavi tutmuştur. Resulullah (sav)'ın bunlar- kızları ile evlenmeleri, on­lar İçin en büyük mükafat ve şereftir. Zaten bu hayatta bundan daha yü­ce bir şerefle mükaflanmak da mümkün değildir. O ne büyük siyaset, muh­lis ve fedakar dostlarına da ne büyük bir vefakarlıktır. Buna karşılık Re­suiuliah (sav), Hz. Osman İle Hz. Ali'yi de kızlarını vermekle mükafatlan­dırmıştır. İşte bu dördü sahabilerin en büyükleri ve Resulullah (sav)'tan sonra onun dinini yaymak için halifeleridirler.

 

4- Siyasî Hikmet:

 

Resulullah (sav) bazı kadınlarla evlenerek o kadınların ailelerini çev­resinde toplamıştır. Herkesçe bilinir ki, bir kabileden veya aşiretten bir kız alındığı zaman o kabile veya aşiretle büyük bir yakınlık sağlanır. Tabii ki insanlar o yakınlarını yardımına ve himayesine çağırır. İşte biz burada bu hikmetin daha İyi anlaşılabilmesi için Resulullahın evliliklerinin arkasın­daki hedefi bazı örneklerle izah edeceğiz.

1- Resulullah (sav)'ın, Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlenmesi.

Haris, Beni Mustaltk kabilesinin reisi İdi. Cüveyriye binti Haris, kavmi ile beraber esir düşmüştü. Kendisini esaretten kurtarması İçin mal vermesi lazımdı. Resulullah (sav)'a gelerek ondan bir miktar yardım istedi. Resu­lullah (sav) ona, «Benimle evlenirsen seni azad ettiririm.» dedi. Cüveyriye kabul etti ve evlendiler.

Cüveyriye (r.anhaj'nin Resulullah (sav) ile evlendiğini duyan sahabi-İer, Resulullah (sav)'ın akrabalarını elimizde nasıl esir tutarız diyerek el­lerindeki esirleri azad ettiler. Bu insanlık ve cömertliği gören Beni Mus-talık kabilesi topyekun müslüman olarak İslama girdi. Resufullah (sav)'ın Cüveyriye (r.anha) ile evlenmesi hem ona, hem de kabilesine hayırlı bir sonuç getirdi. Çünkü hepsi'azad edildiler ve müslüman oldular.

Buharî, Hz. Ayşe'den şöyle rivoyet eder: «Resulultah (sav). Bent Mus-talık savaşında birçok kadını esir almıştı. Bu esir kadınlar içinden humu­su çıktıktan sonra kalanı halkın arasında taksim etti. Atlıya İki, yayaya bir hisse verdi. Cüveyriye binti Haris (r.anha) de Sabit bin Kays (ra)'a düşmüştü. Cüveyriye (r.anha) Resulullah {sav}'a gelerek. «Ya Resulullah, ben kavminin efendisi olan Haris'in kızıyım. Şu anda ne olduğumu biliyor­sun. Sabit bin Kays (ra)'ın cariyesiyim. Onunla dokuz vakiyye üzerine ki­tabet kestik. Bu parayı ödersem azad edileceğim. Bana yardımda bulun da azad olayım.» dedi. Resulullah (sav). «Azad edilmekten daha hayırlısı vardır.» buyurdu. «O nedir ya Resulullah?» deyince de, «Ben senin kita­betini Öder ve seninle evlenirim,» buyurdu. Cüveyriye hemen kabul ede­rek Resuiuilah ile evlendi.»

İşte bu haber yayılınca müslümonlar, Resulullah (sav)'ın akrabaları köle edilir mi diyerek Beni Mustalvk kabilesini azad ettiler.

2- Resulullah (sov)'ın Soflyyo binti Huyey bin Ahteb (r.anha) ile ev­lenmesi. Safiyye (r.anha) Hay6er savaşında esir edildi. Kocası da Hayber savaşı sırasında öldürülmüştü. Esirler taksim edilince. Safiyye (r.anha) de birisine düştü. Meşveret ve rey sahipleri, «Safiyye, Benî Kurayza'nın sey-yidesldir. Ancak Resulullah (sav)'a yakışır.» dediler. Durumu da Resulul­lah (sav)'a bildirdiler. Resulullah (sav), Safiyye (r.anha)'yi çağırarak, «Se­ni şu iki şey arasında muhayyer kılacağım. Birincisi, azad edileceksin ve benimle evleneceksin, ikincisi, azad edileceksin ve kavminin yanına gide­ceksin.» buyurdu. Safiyye (r.anha), Resulullah (sav)ı'n yüce ahlak ve İn­sanlığını görünce onun zevcesi olmayı tercih etti. Onun İslâm oluşuyla kavminden de birçok insan müslüman oldu.

Şöyle bir rivayet daha vardır: Safiyye (r.anha) Resulullah (sav)'m ya­nına gelince Resulullah (sav) ona «Allah (cc) babanı öldürünceye kadar en büyük düşmanım o idi.» dedi. Safiyye {r.anha) şöyle cevap verdi: «Ya* Resulullah, Allah kitabında, «Günah İşleyen hiçbir nefs başkasının güna­hını çekmez.» {Fatır: 18) buyuruyor.» Resulullah (sav). «Dilediğini tercih et. Eğer İslâmı tercih edersen, seni kendim tçsn alınm. Eğer yahudillği tercih edersen, seni azad ederim, kavminin yanına gönderirim.» dedi. Sa-flyye (r.onha) «Ben islâmt sevdim. Sen beni buraya çağırmadan önce ben seni tasdik ettim. Benim Yahudilikle İlgim kalmadı. Onlardan ne babam, ne de kardeşim var. Sen beni İslâmla küfür arasında serbest bıraktın. Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü azad edilerek kavmime dönmeye tercih ede­rim.» dedi. Resulullah (sav), onu azad ederek evlendi.

3- Resulullah (sav)'m Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan (r.anha) ila evlenmesi. Ebu Süfyan o tarihlerde şirkin bayraktan ve Resululah (sav)'ın en amansız düşmanıydı. Onun kızı Ümmü Habibe (r.anha) ise Mekke'de müslüman olmuş, ikinci Habeşistan hicretine katılmıştı. Kocası Habeşis­tan'da vefat edince yalnız kaldı. Ne arkadaşı, ne yardımcısı, ne de bir dostu vardı. Resuiuilah (sav), onun bu halini Öğrenince, Habeşistan Kiralı Necaşi'ye bir mektup yazarak Ümmü Habibe (r.anha) ile kendisini nikah­lamasını istedi. Zira o babasının yanına dönseydi, babası onu küfre ceb­reder, işkence ederdi. Ümmü Habibe (r.a) ile Resulullah (sav)'ın nikahını kıyan Necaşİ, ona dörtyüz altın mehirle birlikte birçok hediyeler verdi. [35] Medine'ye gelince de Resulultah (sav)'ın zevceliği şerefine ulaştı,

Ebu Süfyan bu haberi duyunca, bu evliliği tasvib etti ve Resulullah (sav)'ın emsali olduğunu kabul etti. islâm oluncaya kadar da Resulullah (sav) ile İftihar etti.

işte bu açıdan bakıldığı zaman Resululiah (sav)'ın Ebu Süfyan'ın kızı ile evlenmesinin hikmeti açık şekilde ortaya çıkar. Resulullah (sav)'ın bu evliliği, Ebu Süfyanın müslümanlara yaptığı eziyetleri büyük ölçüde hafif­letti. Çünkü artık Resulullah (sav) ile akraba olmuşlardı. Halbuki o tarih­lerde Ebu Süfyan, Resulullah (sav)'a düşman olan Ümeyyeoğullarının en azılısı idi. Resulullah (sav) onun kızı ile evlenince, onun ve kavminin kalbi Resulullah (sav) İle birlikte müslümanlara bağlandı. Çünkü Resulullah (sav) kızını sırf imanından dolayı kendine seçmişti. Çünkü o, yalnız dini için hicret etmişti.

 

Müminlerin Temiz Anneleri

 

- Resulullah (sav)'ın çok evlenmesinin hikmetlerinden bahsettik. Şim­di de müminlerin temiz anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkın­da kısaca bilgi verelim. Allahu taala onları seçkin elçisi olan Hz. Resulul-la ha nasib ederek müminlerin anneleri olmak şerefi ile şereflendirdi. Bu sebeble, öz anneye karşı nasıl hürmet ve tazim göstermek gerekiyorsa, onlara karşı da aynısını göstermek vacibtir. Resulullah (sav)'tan sonra da onlarla evlenmek haramdır. Zira Allahu taala, «O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri de (müminlerin) analarıdır.» (Ahzab: 6) ve «Sizin Atlatan peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadıfğı gibi) ken­dinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî (caiz) değildir.» (Ah­zab: 53) buyurmuştur.

Kurtubi tefsirinde şöyle der: cAllahu taala Resul (sav)'ünün zevce­lerini müminlere anne kılmakla Resulullah (sav)'tan sonra onların herhan­gi bir erkekle nikahlanmasın) haram kılmış ve onlara karşı öz anne gibi tazim göstermenin vacib olduğunu bildirmiştir.» [36]

Resulullah (sav)'ın müminlerin temiz anneleri olan zevcelerinin isim­leri şöyledir:

1- Huveylid kızı Hz. Hatice.

2- Zem'a kızı Hz. Sevde.

3- Ebubekir kızı Hz. Ayşe.

4- Ömer kızı Hz. Hafsa.

5- Cahş kızı Hz. Zeynep.                                                       

6- Huzeyme kızı Hz. Zeynep.                                               

7- Ebu Ümeyye kızı Hz. Ümmü Seleme.                                   

8- Ebu Süfyan kızı Hz. Ümmü Habibe.

9- Haris kızı Hz. Meymune.

10- Haris kızı Hz. Cüveyriye.

11- Huyeykızı Hz. Saflyye.

 

1- Hz. Hatice:

 

Resulullah {sav)'ın evlendiği ilk kadındır. Resulullah (sav) Hz. Hatice ite peygamberlik görevi ile görevlendirilmeden 25 yaşında iken evlendi. O zaman dul ve 40 yaşlarında bir kadındı. Daha önce Ebi Hale Ibni Zerare'-nin zevcesi idi. O öldükten sonra Atik bin Aziz ile, o da öldükten sonra Resulullah (sav) ile evlendi. Resuluüah (sav), onu çok zeki ve akıliı bir kadın olduğu İçin tercih etmişti. Bu evlilik hikmet dolu bir evliliktir. Çünkü bu evlilik bir kadınla bir erkeğin biraraya gelmesi değil, iki dehanın bir araya gelmesidir. Bu yüzden aralarındaki yaş farkı evlenmelerine mani olmadı. Çünkü bu evliliğin maksadı, yalnızca beşeri duyguların tatmini de­ğildi. Yüksek bir insanlık hedef alınmıştı. Zira Allahu taala, Resulünü ri-salet görevini almaya, halkı davet görevine hazırlamıştı. Hz. Hatice de dini tebiiğ sırasında onun en büyük yardımcısı olacaktı.

Kadınlardan ilk iman eden Hz. Hatice'dir. Onun aklının üstünlüğünü, görüşünün sağlamlığını göstermeye şu rivayet kafidir: «Resulullah (sav) Hıra dağındaki mağarada iken Cebrail aleyhisselam geldi. Resulullah (sav}, kalbi çarparak zevcesinin yanına geldi.  «Beni sarıp örtünüz. Beni sarıp örtünüz.» dedi. Üstünü örttüler. Korkusu zail oluncaya kadar öylece kal­dı. Daha sonra hadiseyi Hz, Hatice'ye anlatarak, «Kendimden korktum.» dedi. Bunun üzerine Hz. Hatice, «Öyle deme. Allah (cc)'a kasem ederim ki, Atlah (cc) seni hiçbir zaman ulandırmaz. Çünkü sen akrabalarına ba­karsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yo­lunda zuhur eden havadis ve mühimmatta halka yardım edersin.» dedi.»

Resulullah (sav), gençlik zamanını Hz. Halice ile geçirmiştir. Onun üslüne kimse ile evlenmemiş ve onu sevdiği kadar kimseyi sevmemiştlr. Hz. Ayşe, onunla bir arada bulunmadığı halde onu kıskanırdı. Hatta bir-Qün Resulullah (sav}, Hz. Hatice'den söz ederken Hz. Ayşe, «O geçmişte kalan bir ihtiyardı. Allah (cc) sana ondan daha hayırlısını verdi.» dedi. Resulullah (sav} Hz. Ayşe'ye kızarak, «Allah (cc) hiçbir zaman bana on­dan hayırlısını vermedi. Çünkü bana kimsenin inanmadığı günlerde bana o inandı. Herkes beni yalanlarken o beni tasdik etti. Herkes beni mahrum ederken o bana malıyla yardım etti. Allahu taala bana yalnız ondan ço­cuk verdi.» buyurdu. Hz. Ayşe şöyle der: «Ben bundan sonra Hz. Hatice'yi küçültecek hiçbir şey konuşmadım.»

Buharı ve Müslim Hz. Ayşe'den şöyle rivayet ederler: «Ben Resulul­lah (sav)'ı, görmediğim halde Hz. Hatice'den başka zevcesinden kıskan­mıyordum. Çünkü Resululloh (sav) onu çok konuşur ve onun hayrına ko­yun keserek etini dağıtırdı. Bir defasında ona «Sanki dünyada ondan baş­ka kadın yok mu?» dedim. Resulullah (sav), «Evet, onun gibi iyi bir ka­dın yok. Benim ondan çocuklarım var.» buyurdu.

Resulullah (sav}, Hz. Hatice ile 25 sene yaşadı. Bunun onbeş senesi peygamberlik görevinden önce. on senesi de peygamberlik görevinden sonradır. Resulullah (sav) onun hayatında başka bir kadınla evlenmedi. İbiahim'in dışındaki bütün çocukları da ondandır. Hz. Hatice vefat edince Rûsulullah (sav) elli yaşlarındaydı. Başka bir hanımı da yoktu. Resulullah (sgv), ancak onun vefatından sonra çok evlendi. Yukarıda da açıkladığı­mız gibi bu evliliklerinin de birçok hikmetleri vardır. Allah (cc) ondan razı olsun.

 

2- Hz. Sevde:

 

Resulullah (sav), Hz. Hatice'nin vefatından sonra Hz. Şevde ile ev­lendi. Hz. Şevde Resulultah (sav)'tan daha yaşlı dul bir kadındı. Resulul­lah (savpn onu tercih etmesinin sebebi, Hz. Sevde'nin hicret eden mümin kadtnlardan olmasıydı. Kocası ikinci Habeşistan hicretinden sonra vefat etmişti. Tek başına kalmıştı. Ona bakan ve yardım eden yoktu. Eğer ak­rabalarının yanına gitmiş olsaydı, müşrik olması için zorlayacak ve ona ağır İşkenceler yapacaklardı. Bu sebeble Resulullah (sav) Hz. Sevde'yİ ni­kahlayarak yanına aldı. Sevde'nin iman ve ihfasının bundan daha büyük bir karşılığı olamazdı.

Eğer Resuiullah (sav)'ın maksadı, müfteri müsteşriklerin iddia ettik­leri gibi şehvetini tatmin olsaydı, ellibeş yaşına ulaşmış yaşlı ve dul bir kadınla evlenmez, bakirelerle, evlenirdi. Yiğitlik ve cömertliğin en yüksek Örneği olan Resulullah (sav), Hz. Şevde gibi yaşlı bir kadınla ancak onu korumak ve ona bakmak için evlenmiştir.

 

3- Hz. Ayşe:

 

Resulullah (sav), Hz. Ayşe'yi bakire olarak nikahlamıştır. O, temiz zev­celeri arasında da Resulullah (sav)'la evlenen tek bakire olmuştur.

 Hz. Ayşe, Resulullah {savj'ın zevceleri içinde en zekisi ve Kur'andan ençok ezbere bilendi. Hatta birçok erkekten daha bilgili idi. Sahabilerin büyük alimlerinden bazı kimseler çözemedikleri meseleleri ona götürür, o çözerdl.

Ebu Musa el-Eş'arî (ra), «Biz Resulullahın sahabileri herhangi bir müşkilde kaldığımız zaman onu Hz. Ayşe'ye sorar, gerekli bilgiyi alırdık.» der.

Ebu ed-Duka en-Mesruh da şöyle der: «Ben Resulullah (sav)'ın asha- binin büyüklerini gördüm ki birçok farzları Hz. Ayşe'den sorar, öğrenir­lerdi.»

Urve bin Zübeyr (ra): «Ben tıpta, fıkıhta ve şiirde Hz. Ayşe'den daha alimini görmedim.» demiştir.

Bunda hayret edilecek birşey yoktur. Çünkü hadis kitapları, onun de­rin İlmine, üstün zekasına şahitlik edecek nakillerle doludur. Çünkü sahih hadis kitaplarında Abdullah bin Ömer (ra) ve Ebu Hüreyre (ra) dışındaki hiç kimseden Hz. Ayşe kadar çok hadis rivayet edilmemiştir.

Resulullah (sav); onu diğer zevcelerinden daha çok severdi. Fakat taksimatta adaletten ayrılmazdı. Ancak şunu da söylerdi: «Yarabbi, ben gücümün yettiği taksimatı yapıyorum. Malik olmadığım bir şeyle de (kal­bimden geçen şeyle) beni muahaze etme.»

itf «Ey peygamber, zevcelerine de ki: «Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişamdım arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini ve­reyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olduğu zaman Resulullah (sav) önce Hz. Ayşe'ye, «Sana birşey söyleyeceğim. Cevap vermekte acele etme. Anne-babana sor, kararını sonra biidir.» de­di. Hz. Ayşe, Resuiullah (sav)'ın'da bildiğini çok iyi biliyordu ki, anne ve babası Resulullah (savj'tan ayrılmasını hiçbir zaman İstemezlerdi. Resu-lutlah (sav) bu âyeti okuyunca, Hz. Ayşe, «Anne ve babama bu hususta mı sorayım. Şüphesiz ben Allah (cc)'ı, Resul (sav)'ünü ve ahireti tercih ederim.» dedi. Çünkü Resulullah (sav)'ın Hz. Ebubekir'e dünür olmasından daha büyük bir mükafat olamazdı onun İçin.

Bu evlilik, Resulullah (sav)'ın sünnetinin yayılmasına vesile oldu. Bil­hassa kadınlarla İlgili şer'i hükümlerde. Nitekim bu hususu talim! hikmet­te açıkladık.

 

4- Hz. Hafsa:

 

; Resulullah (sav) ile evlendiğinde Hz. Hafsa da dul bir kadındı. Koca-sipHuneys bin Huzafe el-Ensarî Bedir Savaşında şehid olmuştu. Tanınmış, pşhjivan, yiğit bir mücahiddi.

:' Hz. Ömer Hafsa'yt. karısı Rukiyye'nin vefatından sonra Hz. Osman'a vermek istedi. Ama sonra onunla Resulullah (sav) evlendi. Resululfah (sav)'m bu evliliği Hz. Ömer İçin en büyük ikmm oldu.

Buhari'nin Abdullah bin Ömer (ra)'den rivayetine göre Hz. Hafsa'nın kocası Huneys şehid olduktan sonra Hz. Ömer, Hz. Osman'a, «Dilersen Ömer'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana nikahlayayım.» dedi. Birkaç gün geç­tikten sonra Hz. Osman, «Şu günümde evlenmenin doğru olmadığını an­ladım.» diye olumsuz cevap verdi. Hz. Ömer, bu defa Hz. Ebubekfr'e, «İs­tersen Ömer (ra)'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana nikah edeyim.» dedi. Uz. Ebubekir sustu ve bir cevap vermedi. Sonra Hz. Hafsa'yı Resulullah fcav) istedi ve nikahladı. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer'le karşılaştığında şöyle dedi: «Sen bana Hafsa (r.anha)'yı teklif ettiğinde sustum. Bunun sebebi, Re­sululfah (sav)'ın onunla evlenmek istediğini bilmemdi. Ben onun sırrını açıklamak İstemedim.» dedi.

İşte akıt, zeka ve erkeklik Hz. Ömer'in bu tavrında temayüz etmektedir. Çünkü o, ırzını korumak istiyordu. Kızını uygun olan dengine teklif edi­yordu. Çünkü evlilik sağlam bir cemiyetin en hayırlı vesilesidir. Bizler ne­redeyiz, İslâm ahkamını bilenler nerede? Şimdiki insanlar da kızlarını zengin bir adama vermek için bekletip dururlar. Halbuki servet hiçbir zaman saadet getirmez.

 

5- Hz. Zeynep (Huzeyme kızı):

 

Resulullah (sav), Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'dan sonra Huzeyme kızı Hz. Zeynep'le evlendi. Zeynep (r.anha), İslâmın ilk şehidierinden yiğit ve pehlivan Ubeyde bin Haris bin Abdulmuttalib'in dui karısı idi. Ubeyde de Bedir Savaşında şehid olmuştu. Zeynep (r.anha), kocası şehid düştü an­da bile yaralılara yardım etmeyi, yaralarını sarmayı terketmemişti. Koca­sının şehid olması onun hizmetine mani olmamıştı. Tak) müslümaniar gir­dikleri bu ilk savaşta zafere ulaşıncaya kadar.

Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'in sabrını, cihadını ve İslama bağlı­lığını görünce, iddeti dolduktan sonra onu nikahlayarak çocukları ite be­raber himayesine aldı. Resulullah (sav)'ın bu hareketi onun kırılan ümid-ierini yeniden canlandırmış ve onu yeniden hayata döndürmüştür.

Şeyh Muhammed Mahmud Savvaf, «Zevecâtü'n-Nebiyyi'n-Tahirât» isimli eserinde kocasının şehadetini ve Zeynep (r.anha)'in büyüklüğünü anlattıktan sonra Resulullah (sav)'ın onunla evlendiğinde yaşının altmış olduğunu söylemektedir. Zaten Resulullah ile iki sene yaşayabilmiş, İki seneden sonra vefat etmiştir. Resuluilah (sav)'ın bu evliliğine müfteri müs­teşrikler ne diyecekler, nasıl bir iftirada bulunacaklardır acaba?

Acaba Resulullah (sav)'ın bu evliliğinde bir şehvet ve arzu eseri bu­labilecekler mi? Yoksa tüm insanlığın kurtuluşu için gönderilen son Pey­gamberin iffet, büyüklük, sevgi, fazilet ve yardımseverliğini mi bulacak­lardır. Müfteri müsteşrikler Allah (cc)'tan korksunlar. İlim emanettir. Ema­nete kötü emeller için hıyanet etmesinler. İslâmî ilimleri ibret için okusun­lar. Hakkı inkar, yalan, iftira ve halkı kandırmak için okumasınlar.

 

6- Hz. Zeynep (Cahş kızı):

 

Resulullah (sav) Zeynep (r.anha)'le evlendiğinde o da duldu. Halasının kızı idi. Daha evvel Zeyd bin Harise (r.anha) ile evliydi. Zeyd (ra), Zeynep (r.anha)'i boşadı ve yüksek bir hikmete binaen de Resulullah (sav) onu kendisine nikahladı.

Bu evlilikteki hikmetlerden birisi, teşri'? hikmette geçtiği gibi, evlât] edinmenin ibtali ve insanın kendi soyundan olmayan bir çocuğun öz ev­ladı gibi olamayacağını beyan etmektir. İşte bu mevzuda bazı garazkarlar, tsiâmı ve İslâm Peygamberini hiçi sevmeyen müsteşriklerle, onların dlnden çıkmış kuyrukları Hesuluiian {sav)'ın Hz. Zeynep'le evlenmesi mev­zuunda o yüce peygambere tanetme kapısını aralamaya çalışıyorlar.

Bu mevzuda çok yanılmışlardır. Onlara göre. Resulullah (sav), Zeyd (ra)'in evinin önünden geçerken Zeynep (r.anha)'i görmüş ve çok beğen­miş. Bunun üzerine «Kafbleri çeviren Allah lcc)'ı tenzih ederim.» diyerek duygusunu dile getirmiş. Zeynep (r.anha) de bunu duymuş ve kocasına söylemiş. Zeyd (ra), Resulutlah (sav)'ın zevcesini beğendiği anlamış ve Resulullah (sav)'a giderek Zeynep (r.anha)'i boşayaco'ğını söylemiş. Re­sulullah (sov), kalbi başka türlü olduğu haide, Zeyd (ra)'e karısını boşa-mamasını söylemiş. Fakat Zeyd (ra), onunla Resulullah (sav)'ın evlenmesi için karısını boşamış.

İbnü'l-Arabî, bu batıl iddia hususunda şöyie der: «Zeynep (ra)'i gör­düğünde onun sevgisinin Resulullah (sav)'ın kalbine düştüğü iddiası batıl­dır. Çünkü Zeynep (r.anha) Resulullah (sav)'ın halası kızı idi. Onu her za­man görebiliyordu. Daha o tarihlerde kadınlar örtünmüyorlardı da. Nasıl olur da şöyle bir geçerken gözüne çarpan Zeynep (r.anha)'e aşık olur? Üs­telik de evli bir kadın olduğu halde. Resulullah (sav), onu bekarlığında da müteaddld defalar görmüştü. Nasıl olur da daha önceden olmayan sevgi ve arzu, sonradan ortaya çı-kar. O temiz kalbe böyle fasit bir arzu ve İlgi nasıl girebilir?

«Aİtahu taala, «Onlardan (kafirlerden) bir sınıfa kendilerini fitneye düşürmemiz İçin (verdiğimiz ve) fatdelendirdiğimiz (bu) dünya hayatına ald ziynetlere ve debdebelere sakın iki gözünü dikmo. Rabbtnin rızkı hem da­ha hayırlı, hem daha süreklidir.» (Taha: 151) âyetiyle böyle bir durumun olmayacağını beyan etmektedir.»

Arab!, sözlerinin devamında İsraliî rivayetlerin asılsızlığını delilleriyle beyan etmiştir. [37]

Zeynep (r.anha)'le Zeyd (ra)'ln evliliklerine sathi bir bakışla bakıldığın­da bile, aralarındaki geçimsizlik ve açık içtimaî dengesizlik rahatlıkla gö­rülür. Zira Zeynep (r.anha), soylu bir ailedendi. Zeyd ise, daha düne kadar köle idi. Allahu taala Zeyd (ra) ile Zeynep (r.anha)'l evlendirerek İslâm gözünde soyun hiçbir önemi olmadığını, önemli ve şerefli olanın dine bağ­lılık ve takva olduğunu göstermiştir. Çünkü Allahu taala. «Sizin Allah nez-dlnde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır.» (Hucurat: 13) buyurmak­tadır.

Resulullah {sav), Zeynep (r.anha)'e kendisini Zeyd (ra)'le evlendirece­ğini söyleyince karşı çıkmış ve «Ben soyluyum, o köledir. Ben onunla ev-lenemem.» demişti. Bunun üzerine, «Allah ve peygamberi bir işe hükmettiği zaman gerek mümin olan bir erkek, gerek mümin olan bir kadın içirt {ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allaha ve Resulüne İsyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu saprt-rnıştır.o (Ahzab: 36) âyeti nazil oidu. Zeynep (r.anha) boyun eğerek Zeyd (ra)'le evlendi. Fakat Zeynep (r.anha)'in içinde devamlı bir sıkıntı ve hoş­nutsuzluk vardı.

Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'i küçüklüğünden beri tanıyordu. O-nunla evlenmek isteseydi kim mani olabilirdi? Bir kimsenin bakire İken bir başkasıyla evlendirdiği kadına sonradan ilgi duyacağını, onunla evlenmek isteyeceğini kim söyleyebilir? Şu halde bu, akılsızca, düşüncesizce bir id­diadır. Onlar biimeJikleri şeyleri iddia ediyorlar. Bunlar Resulullah (sav)'a iftiradan başka birşey değildir.

Müfteriler daha neler söylüyorlar neler? Güya Resulullah (sav), Zey­nep (r. anha)'l seviyormuş, fakat gizlemiş. Böyle bir bühtan nasıl düşü­nülebilir? Zira âyet meseleyi bütün açıklığı ile zikrederek Allahu taalanın Resul (sav)'ünün gizlediğini açıklayacağını söyler: «Allanın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların dedikodusundan korkuyordun.» (Ahzab: 37). Allah (cc) neyi açıkladı? Resulullah (sav)'ın Zeynep (r. anhaj'e olan aşk ve muhabbetini mi açıkladı? Hayır. Allah (cc) bu âyetle, Resulul­lah (sav)'ın Zeynep (r. anha)'le evlenmesi yolundaki emrini gizlediğini a-çtkladı. Çünkü Resulullah (sav), münafıkların «Muhammed oğlunun helali İle evlendi.» demelerinden korkuyordu. İşte Allahu taala, Resulullah (sav)'-ın gizlediğini şu âyetle açıklamıştır: «Şimdi madem ki Zeyd o kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Takl oğulluklarının kendilerinden ilişiğini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah olmasın. AH ahin emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37). İşte bu âyetler müfterilerin İftira ve bühtanlarını ibtal ederek Resutuilah (sav)'ın İsmetine, nezahet ve taharetine açıkça delalet etmektedir.

 

7- Hz. Ümmü Seleme:

 

Resulullah (sav) Ümmü Seleme (r.aha) ile Abdullah bin Abdülesed'den dul kaldıktan sonra evlendi. Abdullah (ra), Islâmı ilk kabul edenlerden ve Habeşistan'a hicret edenlerdendi. Habeşistan'a hicretleri sırasında kız­ları Seleme dünyaya geldi. Abdullah, Uhud Savaşında şehid oldu. Ümmü Seleme, kocasının şahadetinden sonra dört çocuğu ile sahipsiz ve himayesiz kalmıştı. Resulullah (sav) ona ve çocuklarına bakmak için onu nika­hına aldı.

Resulullah (sav) ona dünür olduğu zaman, kendisinin yaşlı, dört ye­tim annesi ve kocasına karşı da cok gayretli olduğunu söyleyerek özür beyan etmişti. Resulullah (sav) ona, «Yetimlerini himayeme alır, Allah (cc)'tan da kalbinden kocanın gayretini çıkarmasını dilerim.» demişti. Ya­şını hiç nazar-ı itibare almayarak muvafakatından sonra onu nikahlaya­rak çocuklarının bakım ve terbiyesini üzerine aldı. Hatta öyle ki çocuklar babalarının yokluğunu bile hissetmiyorlardı. Zira Allah (cc), onlara ba­balarından daha şefkatli, daha merhametli birisini vermişti.

Hz. Ümmü Seleme de İslama ilk girenlerden olmak ve Resulullah (sav)'a zevce olmak şerefiyle şereflenmişti. Bu iki şerefin dışında onun bir diğer meziyeti daha vardır. Bu da onun çok İyi bir rey sahibi olması­dır. Bunun delili de Resulullah (sav)'ın Hudeybiye anlaşmasında onunla istişare etmesidir. Resulullah (sav), müslümanların müşriklerle yaptığı bu anlaşma sırasında çok müteessir olmuştu. Çünkü bu anlaşmada müşrik­lerle on sene savaşılamayacağı öne sürülmüş ve Resulullah (sav) da ka­bul etmişti. Müslümanlar bu anlaşmada haklarının çiğnendiğini düşünü­yorlardı. Kuvvetli oldukları halde haklarının çiğnenmesi cok ağırlarına git­tiği İçin, Resulullah (sav)'ın tıraş olmaları ve Medine'ye dönmeleri yolun­daki emirlerini yerine getirmiyorlardı. Resulullah (sav) zevcesi Ümmü Se­leme (r.anha)'ye, emrini yerine getirmedikleri için müslümanların helak olacağını ifade etti. Ümmü Seleme (r.anha), «Sen çık, onların karşıların­da tıraş ol. Kesinlikte biliyorum ki, sana uymakta tereddüt etmeyecekler­dir. Zira onlar tıraş olmanın Allah (cc)'ın kesin emri olduğunu anlarlar» dedi. Gerçekten de Öyle oldu. Resulullah (sav), onların karşılarında saç­larını kestirince adeta yarışırcasına Resulullaha uydular. Hepsi tıraş ola­rak ihramdan çıktılar. Bu hadise Hz. Ümmü Seleme'nin rey sahibi zeki ve akıllı bir kadın olduğunun canlı bir şahididir.

 

8- Hz. Ümmü Habibe:

 

Resulullah (sav), hicretin yedinci senesinde Hz. Ümmü Habibe ile ev­lendi. Habeşistan'a hicret ederek orada ölen Abdullah bin Cahş (ra)'ın dul karısıydı. Resulullah (sav)'ın isteği üzerine Habeşistan Kiralı Necaşî ona dörtbin dirhem gümüş mehir vererek onu Resulullah (sav) ile nikah­ladı. Daha sonra da Şercil bin Hasene ile Resulullah (sav)'a gönderdi. Bu husustaki tafsilat siyasi hikmet bahsinde geçti.                                    .

 

9- Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiyye:

 

Resulullah (sav), Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlendiğinde o da duldu. Babası Haris, Beni Mustalık kabilesinin reisi idi. Cüveyriye (r.anha) ite Safiyye (r.anha)'nin evlenme hikmetleri siyasi hikmette tafsilatıyla geç­mişti.

 

10- Hz. Meymune :

 

Asıl ismi Berre idi. Resulullah (sav) ile evlendikten sonra Meymune olarak değiştirdi. Hz. Meymune, Resuiullah (sav)'ın son zevcesldir. Hz. Ayşe onun hakkında, «Hepimizin en takvası ve akrabalarına en çok şef­kat gösterendi.» derdi. Hz. Meymune de diğerleri gibi duldu. Resuluilah (sav) onunla evlenerek aşiretine büyük İkramda bulunmuş oldu. Bu evli­likten sonra bütün kabilesi müsfüman olarak her hususta Resulullah (sav)'a yardımct oldular.

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Özet olarak Allah (cc)'ın Resulullah (sav) ile sohoette bulunmayı na-sib ettiği müminlerin anneleri olan temiz zevcelerinden söz ettik. A! la hu taafa bunlara hitabında, «Ey peygamber kadınları, siz (diğer kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz. Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yaban­cı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kendisinde bir maraz bu­lunanlar tamao düşer(ler). Sözü maruf vech İl» (ve ağırbaşlı) söyleyin. (Vakar İle) evlerinizde oturun. Evvelki câhiliyet (devri kadınlarının kınla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dos­doğru kılın. Zekalı verin. Allaha ve Resulüne itaat edin. Ey ehli beyt, Al­lah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler.» (Ahzob: 32-33) buyurmuştur.

Resulullah (sav)'ın pak zevcelerlyle evlenmesinde birçok hikmetler vardır. Öu hikmetlerden bazıları, kadınlar hakkındaki teşrii hükümlerin bil­dirilmesi ve bu evlilikler sayesinde birçok kalbin kazanılarak Arap aşiret ve kabilelerinin müsfüman olmalarıdır.

Resulullah (sav)'ın zevceleri, Hz. Ayşe dışında, dul idiler. Resulullah (sav) bu evliliklerini müslümanlar ile müşrikler arasındaki savaşların baş­lama tarihi olan hicretin ikinci senesinden itibaren yapmıştır. Bu savaşlar hicretin ikinci yılından, Aroblstanın tamamen İslâmlaşmasına kadar, yani hicretin sekizinci senesine kadar devam etmiştir.

Resulultah (sav)'ın evliliklerinin herhangi birisinin üzerinde araştırma yapıldığında, Resulullahın dünyanın en yiğit, en düşünceli ve en hayırse­ver İnsanı olduğu açıkça görülür. Eğer, ona iftira atan müsteşriklerin de­dikleri gibi Resulullah (sav)'ın kalbinde yalnız beşeri arzularını tatmin için evlenme duygusu olsaydı, gençliğinde çokça evlenir, yaşlı ve dul kadın­lar yerine de bakire genç kızlarla evlenirdi. Kalblerine karabulut gibi çö­ken kin, onları kör etmiş, güneş gibi parlayan hakkı göremez olmuşlardır. Nitekim Allahu taala böyieleri için, «Hayır, biz hakkı batılın tepesine (in­dirip) atarız da o bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bu yok olup gitmiştir. (Allaha karşı) vasf (ve fsnad) etmekte olduğunuz (İftiralar­dan dolayı yazıklar olsun size.» (Enbiya: 18) buyurmaktadır.

 

55. DERS DAVETE İCABETİN ADABI

 

53 — Ey iman edenler (bundan sonra) peygamberin evlerine —ye­meğe davet olunmaksızın, vaktine (de) bakmaksızın— girmeyin. Fakat da­vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağılın. Söz din­lemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, peygam­bere eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hakfkı açıklamak) t an çekinmez. Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit per­de ardından isteyin onlardan. Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalb-ieri İçin daha temizdir. Sizin Allanın peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadı(ğı gibi) kendinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî caiz değildir. Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günah) t ir.

 

Âyetin Lafzi Tahlili 

 

(Yü'zene leküm): Yemeğe çağrılırsanız, davet Solunursanız girin.

(Nâzirine inahü): Onun (yemeğin) pişmesini beklemeyin. veya sohbet etmek için de izinsiz girmeyin.

(Fenteşirû): Çıkın ve dağılırı.                    '

(Müste'nisiyne Lihadisin): Söz dinlemek

(Inne zaliküm): İzinsiz girmeniz eza verir.

(Fe/estahyi minküm):  Peygambersizden utanır. Allah (cc) ise hakkı söylemekten utanmaz.

(Metâen): Metodan maksat ihtiyaç, maddi ve manevi faydalanılan şeydir.

(Hicâbin): Örtmek için çekilen perde.

(Etherü): Sizin için daha temizdir.

 

Âyetin İcmali Manası

 

Allahu teala, mümin kullarına, isiâmî adab ve terbiye ile terbiyeleri-melerini ve onlara meşru kıldığı din ve dünya salahetine vesile olacak tevcihatlara yapışmalarını emretmiştir. Bilhassa da Resulullah (sav) ile anlaşmayı ve onun edebi ile edeblenmeyi emretmiştir. Çünkü hiçbir ma­kam nübüvvet makamı İle mukayese edilemez. Resulullah (sav)'a söz ve­ya fiille eziyet vermek İse Allah (cc) katında en büyük günahtır. Allahu taala İslamın davet ettiği faziletli toplumun meydana gelebilmesi için bize en faziletli adabı göstermekte ve ona uymamızı emretmektedir.

Bu âyet iki büyük emri ihtiva etmektedir:

1.) Peygamberin evine girmek ve yemek yeme için izin isteme adabı me adabı).

2.) Kadınlarla karışmamak ve onlarla konuşma adabı (şer'î hicab). Allahu taala müminlere icmalen şöyle buyurmaktadır; Ey müminler,  izin verilmedikçe peygamberin evine girmeyin. Yemek vakitlerini gözete­rek o vakitlerde girme izni İstemeyin. Girdikten sonra da yemek vaktini beklemeyin. Ancak sizi hazırlamış olduğu bir düğün yemeğine çağırırsa girin. Yemeği yedikten sonra da çıkarak dağıtın. Ye mektep sonra oturarak peygambere rahatsızlık vermeyin. Zira onun hayası, size çıkın demesine mani olmaktadır. Evinde oturmanıza karşı duyduğu rahatsızlığı ihsas et­tirmemektedir. Çünkü o yüksek bir ahlak sahibidir. Şerefli bir kalbi vardır. Ondan ancak sizi sevindirecek söz ve fii! meydana gelir, öyleyse ona ağırlık ve eziyet vermeniz doğru değildir.

Eğer peygamber zevcelerinden birşey istemek mechuriyetinde katır­sanız, perde arkasından isteyin. Çünkü bu hem sizin, hem de onlar için  daha temizdir. Peygamber evine en yaraşanı bu olduğu gibi, şüphe ve töhmetten en uzak olan da budur.

Ey müminler, Allah (cc)'ın sizi kendisiyle hidayete davet, ettiği ve sizi  cehaletin karanlıklarından" İslâmın aydınlığına çıkardığı Resul (sav)'üne eziyet vermeyin. O sizin babanız gibidir. Onun zevceleri de sizin annele­riniz gibidir. Bir müminin annesi İle evlenmesi doğru olur mu? Öyleyse ne hayatında, ne de vefatından sonra Resulullah (sav)'ın zevceleriyle ev­lenerek ona eziyet vermeyin. Resulultah (sav)'ın zevceleri ile evlenerek ona eziyet vermek Ailah (cc)'ın ebediyyen affetmeyeceği büyük günah­lardan biridir.

 

Âyetin Nüzul Sebebi

 

Bu âyet iki büyük emri ihtiva etmektedir. Birisi davet adabı, diğeri İse örtünmenin meşruiyetidir. Her ikisinin de ayrı ayrı nüzul sebebi vardır.

1- Buharı ve Müslim sahihlerinde Enes bin Malik (ra)'tan şöyle ri­vayet ederler: «Resulullah (sav) evlenmiş ve zifaf yapmıştı. Annem Ümmü Süleym bu münasebetle hays (yağda kızartılmış hurma) yemeği yaparak bana, «Ey Enes (ra}. bunu Resulullah (sav)'a götür ve «Bunu annem gön­derdi. Size selamı var. Ancak az birşey yapabildi de.» dedi, Yemeği Re-sulutlah (sav)'a götürdüm ve annemin söylediklerini söyledim. Resulullah (sav), «Onu şuraya koy ve şunları, şunları ve rastladıkları çağır, gelsinler.» buyurdu. Ben de onun adlandırdıklarını ve karşılaştıklarımı çağırdım. (E-nes'e gelenlerin kaç kişi olduğu soruldu. «Üçyüz kişi kadardı. Çünkü Re-sulutlah (sav)'ın odası ile sofası dolmuştu» dedi.) Resululiah (sav), «O çömleği getir.» dedi. Eve girdiler. Sofa ile oda doldu. Resulullah (sav), «Onar onar oturun ve herkes kendi önünden yesin.» buyurdu, içeriye gurup gurup girerek yemek yediler. Hepsi de doydu. Yemekten sonra Re­sulullah (sav), «Enes, şu çömleği kaldır.» dedi. Çömleği aldım. İçinde ha­la yemek vardı ve getirdiğimde mt daha çoktu, yoksa şimdi mi bilmiyorum. Gelenlerden bir gurup Resulullah (sav)'ın evinde kaldı. Sohbet ediyorlar­dı. Resulullah (sav) da oturuyordu. Zevcesi de yüzünü duvara çevirmiş oturuyordu. Bunların beklemesi Resulullah (sav)'a ağırlık verdi. Bunun üzerine çıktı, diğer ailelerine selam verip geri döndü. Oturanlar Resufulldh (sav)'a ağırlık verdiklerini anlayarak çıkıp gittiler. Resullah (sav) odaya girdi ve ara yerdeki perdeleri çekti. Ben hücremde oturuyordum. Odadan çok geçmeden çıktı. Sonra, «Ey İman edenler, peygamberin evlerine.:.» âyeti nazil oldu.» [38]

2- Buharı, Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet eder: «Resulul­lah (sav)'a, «Ya Resutilah, evinize İyi adamlar da, kötü adamlar da geliyor. Müminlerin annelerine emretseniz de örtünseler. Bu daha hayırlı olur.» dedim. Bunun üzerine, «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey İstediği­niz vakft perde ardından isteyin onlardan...» âyeti nazil oldu.»

Bu âyet, Hz. Ömer'in görüşlerine muvafık olarak nazit olan ÜC mu­vafakat âyetinden biridir. Bu hususta Hz. Ömer'den "şöyle rivayet edilmiş­tir: «Üc şeyde Allah (cc) bana muvafakat etti. Ben, «Ya Resulullah, İbra­him makamını namaz kılınacak yer yap.» dedim, «Siz de İbrahimin maka­mından bir namazgah edinin.» (Bakara: 125) âyeti nazil oldu. Ben kadın­ların örtünmesini istedim, «...Onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediği­niz vakit perde ardından isteyin...» âyeti nazil oldu. Resulullah (sav)'ın eşleri birbirlerini kıskanıyorlardı. Onlara «Eğer Resulullah (sav) sizi bo-şarsa Allah (cc) ona daha hayırlı eşler verir.» dedim. Bunun üzerine, «Eğer

0  sizi boşarsa yerinize —Al lana itaatle teslim olan, Allanın birliğini tas­dik eden, namaz kılan, günahlardan tövbe ile vazgeçen, İbadet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızoğlan kızlar olmak üzere— Rabbİnizin ona sizden daha hayırlılarını vermesi mamuldür.» (Tahrim: 5) âyeti nazil oldu.» [39]

Bu âyetin nüzul sebebi olarak daha birçok rivayet vardır. Fakat bun­lar, İbnü'l-Arabî'nin de dediği gibi zayıf rivayetlerdir. Bu yüzden almıyoruz.

 

Âyetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Âyetteki «...peygamberin evleri...» ifadesinde «evler»-in «peygambeme izafe edilmesi hem teşrif, hem de Resuiullah (sav)'ın evlerine gösterilecek saygının diğer evlerde olmadığını göstermek içindir. Bu âyette zikredilen hükümler de bilhassa Resuiullah (sav)'a ikram için onun evlerine mahsustur.

ikinci İncelik: «...Davet olunmaksızın... girmeyin.» âyeti, herhangi bir yemeğe davet olunmaksızın gitmenin uygun olmadığına işaret etmek­tedir. Ancak sarih bir izin olursa gidilmelidir. Bunu, bu âyetten sonraki. «Davet olunduğunuz zaman girin.» âyeti de göstermektedir.

Üçüncü İncelik: «Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği ye­diğiniz zaman dağılın.» âyeti şöyle bir incelik taşımaktadır: Fahreddin Razi'nin de dediği gibi, evlere izinsiz girmeyi adet edinen bir kimseye izin alıp öyle girmesi söylendiği zaman küser ve bir daha çağrılsa bile girmez, Fakat, «Siz müstenkiflerden olmayın. Dinleyen ve itaat edenlerden olun. Girmeyin denildiği zaman girmeyin, davet olunduğunuz vakit girin» de-nltlrse durum değişir. Kimse kırılmadığı gibi maksada da ulaşılır. [40]

Dördüncü İncelik: «Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin.» âyeti, düğün yemeği için gidilen evde daha fazla oturmanın doğru olmadığına İşaret etmektedir. Zira oraya yemek için gidilmiştir. Ye­mek yenildiğine göre dağılarak ev sahiplerini kendi başlarına bırakmak lazımdır. Yemekten sonra daha fazla beklemek istenmeyen ve İnsanlara ağırlık yeren bir davranıştır.

Bazı alimlere göre bu âyet, uzun süre oturarak usanç veren kimseler (sukalâ) hakkında nazil olmuştur. Allahu taala bu asalak kimseleri terbiye İçin bu âyetin ifade ettiği hükmü göndermiştir.

Hz. Ayşe ve İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Şeriatin ağır­lık veren kimselere ruhsat vermemesi, asalaklığın ne kadar kötü olduğu­nu göstermeye kafidir.»

Beşinci incelik: «O sizden utanmaktadır. Allah İse hak(kı açıkla­maktan çekinmez.» âyeti, utanmanın şahıslardan değil, fiillerden olabile­ceğine İşaret etmektedir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: «O sizi evin­den çıkarmaktan veya geri çevirmekten utanıyorsa da Allahu taala hakkı açıklamaktan utanmaz.»

Altıncı incelik: «Bu hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri İçin daha temizdir.» âyeti göz ite <kalb arasında bir bağlantı olduğunu göster­mektedir. Göz arzuların yolu, bakış da şehvetin elclsidir. Göz görmedikçe kafb istemez, öyleyse göz görmediği zaman kalb daha temiz olur, fitne ortaya çıkmaz.

Yedinci inceJik: «Bu, Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» âye-tindeki «busdan maksat, Resuiullah (sav)'a eziyet vermek ve ondan sonra zevcelerini nikahlamaktır.

Ebussuud Efendi şöyle der: «Bu» (zaliküm) kelimesindeki uzaklık manası, Resuiullah (sav)'ın Allah (cc) katında şer ve kötülükten uzak ol­duğunu göstermektedir. Ayrıca bu âyet Resuiullah (sav)'ıri şanının yüce­liğini göstermekte, ona hem hayatında, hem de hayatından sonra hürmet gösterme mecburiyetine İşaret etmektedir.» [41]

 

Âyetteki Şer'î Hükümler

 

Birinci Hüküm: Bir Evde Davetsiz Yemek Yeme Caiz Midir?

 

Fakihler evlere izinsiz girmenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Sarih veya işarı bir İzin olmadan birisinin yemeğini yemek de caiz değil­dir. Çünkü Reş.ulullah (sav), «Müslümanın malı ancak gönül hoşnutluğu ile helal olur.» buyurmuştur. İzin, gönül hoşnutluğunu, İzin vermemek de gönül hoşnutluğu olmadığını gösterir.

Bu âyet Resuluitah (sav)'in evlerine izinsiz girmenin haram olduğuna, davet edilmeden düğün yemeği yemenin de haram olduğuna delalet eder. öyleyse izinsiz olarak başkasının evine girmek veya rızası olmadan biri­sinin yemeğini yemek de caiz değildir.

İbni Abbas (ra): «Halktan bazıları Resuiullah (sav)'ın evinde yemek yapılmasını gözetler, yemekten önce girerek yemeğin hazırlanmasını bek­lerlerdi. Yemeği yemeden de çıkmazlardı. Resuiullah (sav) bu halden ezi­yet .duyardı, fşte bu âyet bunun için nazil oldu.» [42]

İbni Kesir de şöyle der: «Allahu taala, müminlerin Resuiullah (sav)'ın evlerine İzinsiz olarak girmelerini yasakladı. Çünkü onlar cahiliyet dev­rinde birbirlerinin evlerine, İslâmın başlangıcında da Resuiullah (sav)'ın evlerine izinsiz oforgk. girerlerdi. Allahu taala bir ikram olarak bu nizamı gönderdi. Buna pöre âyetin manası, «Başkalarının evinde yemeğin pişme­sini beklemeyin. Pişince de içeri girmeyin. Başkasının evine İzinsiz olarak girmek ve onun yemeğini yemek Allah (cc)'ın sevmediği ve zemmettiği bir haldir.» olur.» [43]

 

İkinci Hüküm: Düğün Yemeği Yenildikten Sonra Oturmak Haram Mı­dır?

 

«Yemeği yediğiniz zaman doğılın.» âyeti, yemekten sonra ayrılmanın zarurî olduğuna delalet eder. Bu, İslâmın müminlere getirdiği en yüksek terbiye kurallarından biridir. Ancok yemekten sonra beklemek, oturmak haram değildir. Yalnız islâml terbiyeye aykırıdır. Zira bu, ev sahiplerine eziyettir. Fakat bu oturuş az veya ev sahibinin İzni ile olursa islâml ter­biyeye aykırı değildir. Bununla birlikte çıkmak, beklememek daha efdal-dir. Zira Ailahu taala, «Yemeği yediğiniz zaman dağılırı.» buyurmuştur.

 

Üçüncü Hüküm: »Hicab Emri Yalnız Resulullahın Zevcelerin» Mi, Yok­sa Bütün Kadınlara Mıdır?

 

Âyeti kerime herne kadar Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuşsa da hükmü bütün mümin kadınları içine atmaktadır. Zira o hüküm-!i ler İçtimaî ahlak kuralları ve İlahî irşad yollarıdır ki, bunlarda bütün halk ^ eşittirler. Yabancı kadın ve erkeklerin birarada bulunmaması, yabancı bir \ kadından birşey isteneceği zaman perde arkasından İstenmesi yalnız Re-[t sulullah (sav)'ın zevcelerine mahsus değil, bütün mümin kadınlara alt umumi bir hükümdür. Resulullah (savj'ın zevceleri müminlerin anneleri ol­duğu halde yabancı erkeklerle birarada bulunmamaları, onlardan blrşey isteneceği zaman perde arkasından istenmesi, diğer rrtümin kadınların da !' yabancı erkeklerle birarada bulunmalarının, onlarla konuşmalarmın caiz olmadığına delalet eder. Çünkü her zaman ve yerde ahlakî fitne kadın-„ larla erkeklerin Islâmî kurallar dışında birarada bulunmalarından, konuş-malarından doğmaktadır.

Kadınların örtünmesi emri de yalnız Resulullah (sav)'ın zevcelerine has bir hüküm değil, bütün mümin kadınlara umumi bir emirdir. Zira Allahu taala bu surenin sonunda, «Ey peygamber zevcelerin», kızlarına v& mu’mirilerin kadınlarına elbiselerini dıştan Örten bir örtü giymelerini söyle. Bu onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur. Allah çok yariığayıcıdır, çok esirgeyicidir.» (Ahzab: 59) buyurmaktadır. Hangi mümin kadın bu hitabın dışında kalmıştır? Bu örtünme emri yalnız Resulullah (sav)'ın zev­celerine mahsus mudur? Bazı sapıklar nasıl olur da örtünme emrinin yal­nız Resuiullah (sav)'m zevcelerine ait olduğunu iddia edebilirler? İnşaaüah bu husustaki tafsilatı 57. Derste vereceğiz.

 

Dördüncü Hüküm: Resulullahın Vefatı İle Zevcelerinden Nikah Kalk­mış Mıdır?

 

Bu hususta Kurtubî şöyle der: «Alimler, Resulullah (sav)'ın vefatın­dan sonra zevcelerinin nikahlarının zail olup olmadığı, eğer zail olmuş ise iddet bekleyip beklemeyecekleri hususunda İhtilaf etmişlerdir.

«Bazı alimlere göre onların da Iddeti vardır. Çünkü onların da koca­ları vefat etmiştir ve iddet bir ibadettir.

aBazı alimlere göre ise, onlar için İddet yoktur. Çünkü iddet, evlen­meyi mubah kılan bir bekleme müddetidir.»

Kurtubî, sözlerine şöyle devam eder: »İkinci görüş daha sahihtir. Çünkü Resulullah (sav), «Ben vefatımdan sonraya ehlimin nafakasını bı­rakmadım.» buyurmuştur. «Ehil» kelimesi zevcelere mahsus bir terimdir. Resulullah (sav)'tan sonra onların nafakalarının beytülmal tarafından ve­rilmesi gerekir. Çünkü onların başkaları İle evlenmeleri haramdır. Nafaka­larının beytülmaldan verilmesi ve Resulullah (sav)'tan sonra evlenmeleri­nin haram oluşu, onların nikahlarının bekasına delalet etmektedir. Madem ki nikahları bakidir, onlar İçin iddet de yoktur. Çünkü onların ahlrette de Resulullah (sav)'ın zevceleri olduğu kafidir. Fakat diğer kadınlar öyle değildir. Çünkü kimse ehliyle birlikte cennette mi, yoksa cehennemde mi olacağını bilemez. Bazı kan-kocalar cennete ve cehenneme ayrı ayrı gi­derek birbirinden ayrılacaktır. Bu sebeble diğer insanlar için vefatla birlik­te evlilik bağı koptuğu halde, Resulullah (sav) İçin devam etmektedir. Ni­tekim Resuiullah (sav), «Bütün sebeb (nikah) ve nesebler birbirinden ko­par, benim sebeb ve nesebim kıyamete kadar devam eder.» buyurmuştur.»

 

Ayetten Alınacak Dersler

 

1- Resulullah  (sav)'ın evlerine İzinsiz ve davetsiz olarak girmek yasaktır.

2- Nikah yemeği hazırlanmadan önce evlere girmek doğru olmadığı gibi, yemek yenildikten sonra orada beklemek de uygun değildir.

3- Resulullah (sav)'a hürmet ve tazimde bulunmak, onun emirlerini aynen yerine getirmek vaciptir.

4- Resulullah (sav)'a söz veya fiille eziyet vermek harqm, her durumda ona karşı terbiyeli davranmak farzdır.

5- Resulullah (sav)'tn vefatından sonra müminlerin anneleri olan zevcelerinin evlenmeleri haramdır. Çünkü onlar yine Resulullah (sav)'ın zevceleridir.

6- Resulullah (sav)'ın yüksek ahlakt, halka evimden çıkın demesi­ne mani olduğu için Resulullah (sav)'ın evinde ona ağırlık vermek haram­dır.

7- Mümin kadınların en güzel örnekleri olan Resulullah (sav) in zevceleri ile perde arkasından konuşmak lazımdır.

8- Kadınlarla karışmamak insanın nefsini temiz, kalbini salim, sırrı-'° nı saf ve töhmetten uzak kılar.

9- Kur'an-ı kerimin irşadıyla gösterilen edeb numunelerini harfiy--n yen uygulamak her müsiümonvn görevidir.

 

Âyetteki Teşriî Hikmetler

 

Allahu taala müminlere, şeref ve tazim için Resulullah (sav)'ın evleri­ne İzinsiz olarak girmeyi yasaklamış, halkı Resulullah (sav)'a eziyet ver­mekten men etmiştir. Bu eziyet, ister İzinsiz ve davetsiz evine girmek şek­linde olsun, ister yemekten sonra oturmak, beklemek şeklinde olsun, ha­ramdır. Ev sahibine ağırlık vermek, izin almadan onun yemeğini yemek, müminlerin vasıfları değildir.

Resulullah (sav), son derece haya sahibiydi. Hatta Hz. Ayşe Resulullah (sav)'ın hayosı hakkında, «O, evinden dışarıya hiç çıkmayan bakire bir kız gibi hayalı idi.» demişti. Resululiah (sav), bu hayasından ve yüksek ahlakından dolayı kendisine ne kadar eziyet verilirse verilsin katlanırdı.

Gelen bir ziyaretçi ne kadar uzun kalırsa kalsın ona gitmesini söylemezdi. Çünkü bunlar bir davetcinin baş vasıflarıdır. Dünyanın en büyük davet-f   cisi de Resuluüah (sav)'tır. Bu hususta Allahu taala, «Sen Allahtan bir

esirgeme sayesindedir ki onlara yumşak davran din. Eğer kaba, katı yü­rekli olsaydın onlar etrafından her halde dağılıp gitmişlerdi bile.» (Al-i im-ran: 159) buyurmuştur.

İnsanlardan temiz ahlaka ulaşmamış bazı kimseler Resuiullah (sav)'m yemek vakitlerini takip eder, yemek hazırlanacağı zaman evine girerek beklerlerdi. Yemeği yedikten sonra do evden çıkıp gitmezlerdi. İşte bu halkın yüksek bir ahlaka ihtiyacı vardı. Onların insana noksanlık getirecek şeylerin yapılmasına mani olacak içtimai bir şuura da ihtiyaçları vardı.'

Allahu taala bundan dolayı ümmeti en doğru, en sağlam ve yüksek ahlak yoluna sevketmek için bu âyeti inzal buyurdu. Hatta İsmail bin Ebi Hakim, «Bu âyet, Allah (cc) tarafından asalakların terbiye edilmesidir.» demiştir.

Bazı münafıklar vardılar ki, Resulullah (sav)'a sürekli söz ve fiilleriy­le eziyet etmek isterlerdi. Bunlardan bir tanesi, Resulullah (sav) Ümmü Seleme annemizle evlenince, «Muhammed'e ne oluyor da bizim kadınları­mızı alıyor. Allaha andolsun ki, eğer Muhammed ölürse onun kadınlarını aramızda kur'a ile taksim ederiz.» demişti. İşte bunun, üzerine mevzumuz âyet nazil olarak Resulullah (sav)'ın zevcelerinin başkaları ile nlkahlan-masını haram kıldı. Resulullah (sav)'ın zevceleri, Resulullah (sav)'ın gö­nülleri hoşnut olsun diye müminlere anne kılındı. Bu da Resulullah (savj'ın hususiyetlerinden biridir. Bu âyet Resulullah (savj'ın mertebesini yükselt­tiği gibi, Resulullahın Attan (cc) katındaki şerefini de göstermiş olmak­tadır.

Şu halde hiçbir müminin Resulullah (söv)'m ne nefsine, ne de ehline eziyet vermesi caiz değildir. .Zira Resufullah (sav), müminlerin babasıdır. Hangi insan babasının hanımı ile evlenir? Çünkü Kur'an nassı İle babanın hanımı insanin annesidir. Resulullah (sav)'ın zevceleri de yine Kur'an nos-siyla müminlerin anneleridir. Zira Aüahu taala, «Sizin Allanın peygambe­rine eza vermeniz (doğru) ofmadı(âi gibi) kendinden sonra zevcelerini ni­kahla almanız da ebedi caiz değildir. Bu Allah nezdinde çok büyük (bir günahjtır.» buyurmuştur.

 

56  DERS RESULULLAH (SAV)'A SALATU SELAM GETİRMENİN ADABI VE HÜKMÜ          

 

56- Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tek-rim) ederler. Ey İman edenler, siz de ona salct edin, tam bir teslimiyette de selam verin.

57- Hakikat Allah ve Resulüne eza edenler (yok mu?) Allah onları dünyada da ahirette de rahmetinden koğmuş, onlara horlayıcı bir azab da hazırlamıştır.

58- Erkek müminlerle kadın müminlere İşlemedikleri (bir günah) yü­zünden eza edenler de muhakkak bir yalan ve apaçık bir günah yüklen-miş(ler)dir.                                                .

 

Âyetlerin Lafzî Tahlili

 

(Yüsellûne); Salat kökünden gelen bir fiildir. Salat, lügatta dua, istiğfar ve rahmet manalarındadır.

(En-nebiyyi): Cevheri, Sahhâh'ında nebi kelime­sini şöyle tarif eder: «Nebi, muhbir, haber veren anlamındadır. Yani Allah (cc)'ın emirlerini bildiren demektir.»

(Yü'zûnellahe): Allah (cc)'a eziyet vermek demektir. Buradaki manası O'nu layık olmayan şeylerle vasıflandırmaktır.

(Leonehümullahü): Lean, lanet kökündün gelir. Lanet Allah (cc)'ın rahmetinden koğulmak, uzaklaştırılmak demektir.

(Bühtonen): İftira ve yalan demektir. (Mubînen):   Beyyine kökünden gelir, açık demektir.

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala Resul (sav)'ünün büyük mevkisini, katındaki yüksek ma­kamını haber vermiş, onun kainatın efendisi ve makam-ı mahmudun sa­hibi olduğu bildirmiştir. Allahu taala bu hususiyetleri Hz. Muhammed'den başka kimseye vermemiştir. Allahu taala nebisine merhamet ederek onun şanını büyütmüş, mevkisini yüceltmiştir.

Allahu taalanın melekleri Peygamber aleyhlsselotü vesselama dua eder, istiğfar ederler. Allah (cc)'tan onun en yüksek mertebelere erme­sini, dininin bütün dinlerden açık ve üstün olmasını, en iyi mükafatın ona verilmesini ve onun hürmete şayan bir kul ve peygamber olmasını taleb e-derler. Çünkü o, ümmetine en büyük hayrı ve en cesim fazileti getirmiştir.

Ey müminler, siz de ona salat ve selam getirin. Onun emirlerini yü­celtin, şeriatine uyun. Zira onun üzerinizdeki hakkı büyüktür. Ne yapar­sanız onun hakkım ödeyemezsiniz. O sizi sapıklıktan hidayete, cohiliyetin karanlığından İsiâmın nuruna çıkardı. O öyle bir nurdur ki, sizin karan­lıktan kurtulmanız için Allah (cc) onu kuluna açık âyetler halinde inzal etmiştir. Muhakkak Allah (cc) çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir. Öyley­se size de onun mübarek ismi anıldığı 2aman salat ve selam getirin. Al-İah (cc)'tan ona büyük mükafatlar vermesini dileyin.

Allahu taala daha sonra Allah ıccj'a ve Resulüne (sav), eziyet ve­renlerin Allanın gozab ve lanetine müstahak olduklarını haber vermiştir. Allahu taala onlara ohirette tahmin edilemeyecek şiddette bir azab hazır­lamıştır. Mümin kullarına eza verenleri de aynı azabla azablandıracağını bildirmektedir. Çünkü onlar, müminlere, yapmadıklarını isnad ve İftira İle İtham ederek yalan söylemişlerdir. İşte bunlara dünyada kazandıkları bu kötü amellerden dolayt dünya ve ahirette elem verici bir azab vardır.

Bu âyetlerle. Önceki âyetler arasındaki münasebet

önceki âyetlerde Resulullah (sav)'ın evlerine izinsiz, girme ile kendi­sinden sonra zevceleri ile evlenmenin haram olduğu beyan edilmiştir. Aynı âyetlerde müminlere Resuiultah (sav)'a eziyet vermemeleri de emredilmiş­ti. Çünkü Resulullah (sav)'ın ümmeti üzerinde çok büyük bir hakkı var­dır. Böylece Resulullah (sav)'ın, Allah (cc) katındaki yüksek mevkisl gös­teriliyordu.

Bu âyetlerde ise Allahu taala peygamberine ikramda bulunduğunu ve onun hallerini yücelttiğini beyan ediyor. Melekler de Allahu taolanın gös­termiş olduğu yoldan giderek peygamberin Allah (cc) katında faziletinin yücelmesini ve şerefinin artmasını dilemektedirler. Allahu taala ve melek­leri ona salat ve tekrim ederler de müminler nasıl etmezler. Çünkü o, bü­tün tekrlm ve temcide layıktır. Allahu taala müminlere hitabında sanki, sizin ona eziyet vermeniz doğru değildir. Çünkü Allah (cc) ve melekleri ona çok salat ve tekrimde bulunurlar demek İstemektedir.

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: «Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tek­rlm) ederler.» âyeti Resulullah (sav)'a yapılan salat ve tekrim İn süreklili-Uğine işaret etmektedir..

İkinci incelik:   Madem ki Aİlah (cc) ve melekler) Resulullah (sav)'a

salat ve tekrlm ediyorlar, bizim salat ve selamımıza ne ihtiyaç var denile­bilir. Resulullah (sav)'a salat ve selam getirilmesi onun İhtiyacından dolayı değildir. Ona kalırsa, Allah (cc) Resulüne salat ve tekrim getirdikten son ra meleklerin salat ve selamına da ihtiyaç kalmamaktadır. Bizim ona sa­lat ve selam getirmemiz, ona karşı olan hürmet ve tazimimizi izhar etmek ye buna karşılık Allahu taaladan sevap almak içindir. Yoksa Resulullah (say)'tn ihtiyacından dolayı değildir. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu, «Kim bana bir kere salat ve selam ederse Aliahu taala ona on kere salat ve selam eder. Onun on günahını siler, derecesini on kat artırır.» şerefli sözleriyle beyan etmiştir.

Üçüncü incelik: İmam Fahreddin Razi: «Salat dua anlamına gelin­ce Allah (cc)'ın peygamberine dua etmesi düşünülemez. Zira Allah (cc), hiçkimseyedua etmez. Bu şekildeki dua, üçüncü şahıstan bir menfaat taleb etmektir, Allahu taala için böyle bir taleb mümkün değildir. Salat kelime­si dua anlamına geldiği gibi istiğfar anlamına da gelmektedir. İmam Şa­fii'nin görüşüne göre Allah (cc)'ın peygamberine saiat ve selamı ona rah­met indirmesi manasını taşır. Meleklerin salat ve selamı da aynı rahmetin tahakkuku İçin Allah (cc)'tan talebîe bulunma demektir.» [44] der.

Dördüncü incelik; Allahu tabla bize, seçkin peygamberine salat ve selam okumamızı emretmektedir. Bunun için, «Ona salat ve selam ederim» veya «Ona saiat ve selam olsun» demek kafidir. Salat okurken, «Ey Alla-hım, Muhammed'e salat ver.» dememizin sebebi nedir? Allahu taala, ona salat ve selam getirmemizi emretmiş, ancak üzerimize vacib olan miktarı bildirmemiştir. İşte bu hususu Allahu taalaya havale ederek. «Yarabbt, Muhammed'e sen salat getir. Çünkü ona layık olanı en iyi bilen sensin. Biz onun hakktnı vermekten aciziz. Ona layık olduğu meth v& senayı yap­maktan da aciziz. Ona yapılacak meth ve senayı sana bırakıyoruz. Ona layık olanı sen yap.» demek istiyoruz.

Beşinci incelik: Bazı alimlere göre «Allahümme salli ala Muhamme-din...» dememizin manası, «Yarabbi, onu dünyada isminin yüksekliği, da­vetinin izharı ve şeriatinin ibkası ile yücelt. Ahirette de onu ümmetine şefaatçi, verilecek ecir ve sevabın kat kat verilmesine vesile kıl. Ona ma­ka m-1 mahmudu ver.» demektir.

 

Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin Fazileti

 

1- Ebu Talha (ra)'dan: «Resulullah  (sav) bir gün yüzünde müjde alametleri olduğu  halde yanımıza geldi.  «Ya Resulullah, yüzünüzde bir müjde alâmeti görüyoruz, bu nedir?» dedik. Resulullah (savt, «Bana bir melek geldi ve «Ey Muhammed, Rabbin diyor ki, sana kim bir kere salqt getirirse ben ona on salat getiririm. Kim sana bir kere selam verirse ben ona on kere selam veririm. İster misin?» dedi.» [45]

2- Resulullah (sav), «Kıyamet günü halkın yanımda en evlası, dün­yada iken bana encok salat getirendir.» buyurdu. [46]        

3- Resulullah (sav), «Cimri'o kimsedir ki, onun yanında benim adım anılır da bana salat getirmez.» buyurdu. [47]

AHahım, salatını, rahmetini, bereketini elcilerin efendisi, muttakilerin imamı, efendimiz Hz. Muhammed'e, onun aline ve ashabına kıl. Muhakkak ki sen Işitici ve dualara İcabet edicisin. [48]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Rasulullah’a Salat Ve Selamın Okunuş Tarzı Nosıt Ol­malıdır?

 

Peygamber aieyhisseîatü vesselama selat okumanın slgası hakkında yine onun sünnetinde birçok şekiller varid olmuştur. Müminler de ona salat ve selam okumanın çeşitli suretlerini zikretmişlerdir. Salat ve selam şekillerindeki bu ihtilaf, salat ve selamın özel bir şekilde yapılmayaca­ğını göstermektedir. Resululloh (sav)'a tazim ve sena edilsin de nasıl olursa olsun.

Biz, Resululiah (sav)'a salat ve selam hususundaki rivayetlerden sa­hih olanlarını kısaca aktarıyoruz. Bunların tamamını almak uzun sürer. Allah (cc)'tan yardım dileyerek bu hususa başlıyorum :

1- Buharı ve Müslim Ka'b bin Ucre'den şöyle rivayet   etmişlerdir: «Resulullah (sav)'a, «Ya Resulullah, sana selam vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat edeceğiz?! diye soruldu. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: «Şöy­le deyin: AHahümme satli ala Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Kema sallayte alâ İbrahİme, Inneke hamîdün mecîd. AHahümme bank alâ Mu­hammedin ve alâ ali Muhammed. Kema barekte alâ ali İbrahime inneke hamîdün mecîd. (Allahim, İbrahim'e ve onun aline salat ve selam ettiğin gibi Muhammed'e ve aline de salat ve selam eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin. AHahım, ibrahim'i ve alini mübarek eylediğin gibi Muham-

'med'i ve alini de mübarek eyle. Sen hamîd ve mecîdsin.)»

2- İmam Malik (ra). İmam Hanbel (ra). Buharı ve Müslim Ebu Hâ-mid es-Samldî'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Ashabı kiram, «Ya Resulul­lah, sana nasıl salat getirelim?» dediler. Resulullah (sav), «Allahümme salü alâ Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyetihi. Kema salleyte alâ İbra­hime inneke hamîdün mecîd deyin.» buyurdu.»

3- Ebu Said el-Hudrî (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a. «Sana selam vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat getireceğiz?» dedik. Resulullah (sav), «Şöyle deyin: Aiiahümme salü alâ Muhammedin abdike ve resulüke. Kema salleyte alâ İbrahime ve barik alâ Muhamme­din ve alâ ali Muhammedin. Kema barekte alâ İbrahime fil alemine İnne­ke hamîdün mecîd.» buyurdu.»

4- Müslim, Tirmîzî ve Nesaî, Ebu Mes'ud el-Bedri (ra)'den şöyle rivayet etmişlerdir; «Biz Sa'd bin Ubâde (ra)'nin meclisinde otururken Re­sulullah (sav) geldiler. Beşir bin Sa'd (ra) Resulullah (sav)'o, «Allah (cc) bize sana salat getirmemizi emretti. Sana  nasıl salat getirelim?»  diye sordu. Resulullah (sav), sanki hiçbir şey sorulmamış gibi bir süre sustuk­tan sonra, «AHahümme saili alâ Muhammedin kema saKeyte alâ İbrahime ve barik alâ İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin, Kema barekte alâ İbrahime inneke hamîdün mecîd  deyin» buyur.»

Diğer bir rivayette de «Allahümmü saill alâ Muhammedin nebiyyl üm-rnlyyi.» şeklinde tarif edilmiştir.

Bunlardan başka daha birçok rivayet vardır. Fakat bunların sıhhati naklettiklerimiz ölçüsünde değildir. Bazı eksiklik ve fazlalıkları da bunlara muhaliftir.

Selamın şekli ise, «Esselamü aleyke ya Resulullatutır. Yalnız namaz kılarken tahiyyetin İçinde, «Esselamü aleyke eyyühen nebiyyü ve rahme-tullahi ve berekatihü» şeklinde okunur.

Selamın manası İse, Resulullah (sav)'ın bütün afetlerden, belalardan ve hastalıklardan kurtulması için duadır.

İbni Saib, «Selam (teslim)in manası, peygambere boyun eğmek, mu. halefet etmemek, her halükarda onun bütün emirlerini aynen yerine getir­mektir.» der.

 

İkinci Hüküm: Allah (Cc)'In Ve Meleklerin Resululloh (Sav)'a Salat Okumalarının Manası Nedir?

 

Yukarıda da geçtiği gibi salat lügatta dua, meth ve sena manalarına gelmektedir. «Onlar, (o teslimiyet ve istlrcoı gösterenler yok mu?) Rabbİn-den mağfiretler ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola er-dirîlenlerln ta kendileridir.» (Bakara: 157) âyetinde de «salat», temcld ve sena manasına gelmektedir.

Bazı alimlere göre Allahu taalanın peygamberine solat getirmesinin manası, onu temcid ve Sena etmesidir. Buharı de bu görüştedir. En açık olan görüş de budur.

Diğer bazı alimlere göre ise, Allah {ccj'ın peygamberine salat getir­mesinden maksat, ona rahmet ve mağfirettir. Hasan-ı Basrî (ra) ve Safa bin Cübeyr (ra) de bu görüştedir. [49]

Peygambere (sav), meleklerin safat getirmesinden maksat ise, ona dua ve ümmetine mağfiret, taleb etmektir. Bütün bu görüşlerden anlaşılı­yor ki peygambere Allah (cc)'ın salatı ile meleklerin salatı ayrı ayrı şey­lerdir. «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrim) ederler.» âyetinde salatı ifade eden «yüsellûne» fitlinin çoğul gelmesi de peygambere Allah (cc)'ın salatı ile meleklerin salatımn ayrı şeyler oldu­ğuna delalet etmektedir.

Fakat müfessirler bu âyetin tefsirinde ihtilaf ederek ayrı görüşler be­yan etmektedirler:

1- Bazı müfessirlere göre âyetin akışı bir kelimenin hazfedildiğine delalet etmektedir. Buna göre âyetin manası, «Muhakkak Allah peygam­bere salat (ve tekrim) eder. Melekler de dua eder.» şeklinde olur. O zaman «yüsellûne»   kelimesinin çoğul olması yalnız «melekler»den dolayıdır.   Al­lah (cc)'ı ifade etmez. Bu görüşü bazı kurranın âyetteki «melaiketehu» kelimesini «melaiketühü» şeklinde okumaları da teyid eder.

2- Bazı müfessfrlere göre ise, bu âyet hakikat ile meoazı bir ara­da ifade etmektedir. Çünkü «salat» keiimesl hakiki manada «dua», mecazî manada da «rahmet» demektir. Fahreddin Razi bu görüşü tercih etmiştir. [50] İmam Şafii (ra) de bu görüştedir, imam Şafii (ra)'ye göre iki manayı da ifade eden bir kelimeyi her iki manada kullanmak caizdir. Buna göre «yüsellûne» kelimesi hem «Allah»a, hem de «melekler»e racidir. Çünkü âyetin manası, «Allahu taaia peygambere rahmet eder, melekler de dua ederler.» dir.

3- Alimlerin bir kısımtna göre de âyetteki «yüseliûne» kelimesi ke­sin bir mecaz ifade etmektedir. Yoksa mecazla hakikati birlikte ifade et­memektedir. Bunlara göre mecazî manadan maksat. Resulııllah  (sav)'ın şanına, haline itina etmektir. Bu itina ise Allah (cc)'tan başka, meleklerden başkadır. Ebussuud, Ebu Hayyan, Zemahşeri ve diğer bazı meşhur müfessirler de bu görüştedir.

Ebussuud şöyle der:   «Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salat (ve tekrim) ederler.» âyetindeki  «Allahın sakıtı»ndan  maksat rahmet, «meleklerin salatandan maksat ise istiğfardır. İbnl Abbas (ra), «Allahu taala peygamberine rahmet, melekleri de dua ederler.» demiştir. (öyleyse bu manaların her. İkist de «safat» kelimesinin hakiki manasıdır.

Yani onlar Resulullah (sav)'a hayır olanı ve işine uygun olanı yaptıkları gibi onun şerefini izhar ve halini tazime de İhtimam etmektedirler. Buna göre Allah (cc)'ın «sakıt»!, rahmet, meleklerin «salat»ı dua ve istiğfgrdır.» [51]

Ebu Hayyan da şöyle der:  «Allah  (cc)'ın peygamberine  salatı, meleklerin sakıtından başkadır. Madem ki başkadırlar öyleyse nasıl olur da

İkisini bir kelime ifade eder. Bunun cevabı şudur: Aralarında müşterek bir nokta vardır ki bu, hayrın ulaşmasıdır. Mesela; Allahu taala tarafından rahmet olan Salatın ulaşmasıdır. Melekler ise istiğfar ederek hayrın yine

Resulullaha ulaşmasını taleb etmektedirler.» [52]

 

Üçüncü Hüküm: Resuiullaha Salat Ve Selam Getirmek Farz Mıdır, Sünnet Mi?

 

Allahu taala müminlere, şerefli pebis) üzerine saiat ve salam okumayı emretmiştir. Emir ise farzı gerektirir. Ulema da ömürde bir defa salat ve selam getirtmesinin farz olduğunu söylemişlerdir. Bunda  icmaya  yakın bir ittifak vardır. Hatta Kurtubî, bu hususta icma olduğunu nakletmiştir. Çünkü âyetteki «Siz de ona salat edin.» emri farz kılmak içindir. O zaman Resulullah (sav)'a salat getirmek, kelime-i şehadet gibi Ömürde bir

defa için farzdır.

Alimler, her mecliste ve peygamberin mübarek isimlerinin her zik­redilmesinde salat ve selam getirmenin farz olup olmadığı hususunda ih­tilaf etmişlerdir.

1- Alimlerin bazısına göre. Resulullah (sav)'ın isminin her geçişin­de salat ve selam getirmek farzdır.

2- Bazılarına göre, bir mecliste Resulullah (sav)'ın ismi kaç kere geçerse geçsin, bir defa salat ve selam getirmek farzdır.

3- Diğer bazı alimlere göre de Resulullah (sav)'o çok selam ve salat getirmek —meclisi ve sayısı ne olursa olsun— vacibtir. ömürde bir defa salat ve selam getirmek kafi değildir.

Mecliste veya Resulullah (sav)'ın isminin her geçişinde'salat ve se­lam getirmenin (arz olduğunu söyleyenlerin delilleri, «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyetidir. Birşey hakkındaki' emir, o fiilin devamlı tekrarını ifade eder. Resulullah (sav) da kendisine salat ve selamda bu­lunmayanlar hakkında şiddetli vaidlerde bulunmuştur. Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: «Cimri o kimsedir ki, onun yanında benim adım anılır da bana salat getirmez.a [53] «Bir kavim bir mecliste oturur ve Allah (cc)'ı zikretmeden, peygambere salat ve selam getirmeden kalkarlarsa, kıyamet günü üzerlerine bir hasret çöker.» Cebrail aleyhisselam da şöyle buyur­muştun «Yanında senin ismin anıldığı halde sana salat ve selam getir­meyen uzaklaştırılmıştır.» Cebrail alsyhisselamın bu sözüne Resulullah (sav), «Amin.» demiştir.

Âyetteki açı>k emir ile Resulullah (sav)'ın hadisleri salat ve selamın her mecliste veya isminin her anılışında vacib olduğuna delalet ederler.

Ulemanın cumhuruna göre İse, Resulullah (sav)'a salat ve selam ge­tirmek bir ibadet ve Allah (cc)'a yaklaşma vesilesidir. Zikir ve teşbih gibi. Ancak ömürde bir defası farzdır. Her mecliste veya isminin her antlısında salat ve selam getirmek sünnettir. Resufullah (sav)'a çok çok salat ve selam getirmek uygundur. Zira Resulullah (sav), «Her kim bana bir kere salat getirirse AHahu taala ona on defa salat gstirir.» [54] buyurmuştur. ; Bu ve benzeri hadisler peygambere salatın fazjfetini bildirmektedir. Bu hususta daha birçok meşhur hadis vardır. Şu var ki bunların hiçbirisi salat ve selam getirmenin farz olduğuna delalet etmez. Ancak sünnet olduğu­nu gösterir.

Ebussuud: «Resululiah (sav)'ın şanının yüceliği, mübarek İsimlerinin her anılışında ihtiyaten salat ve selam getirilmesini icabettirir.» der.

Cumhurun görüşü daha sahih ve daha tercihlidir.

 

Dördüncü Hüküm: Namazda Resulullaha Salat Getirmek Vacib Midir?

 

Fokihler, namazda Resulullah (sav)'a salat ve selam getirmenin hük­mü hususunda ihtilaf ederek İki görüşe ayrılmışlardır:

1- Şafii ve Hanbelilere göre, namazda salat ve selam okumak va­ciptir. Salat ve selamsız namaz sahih değildir.

2- Maliki ve Hanefilere göre de namazda salat ve selam okumak sünnet-t müekkededir. Satat ve selam okunmadan kılınan namaz kerahetle sahihtir.

Şafii ve Hanbelilerin delilleri:

Şafii ve Hanbeliler, aşağıda özetle nakledeceğimiz delillere dayana­rak namazda Resulullah (sav)'a salat ve selam okumanın farz olduğunu söylemişlerdir.

1- «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetteki e-mir, salatın namazda vacib olduğunu gösterir. Bu vücub da ancak teşeh-hüdde olur. Öyleyse namazda salat ve selam getirmek vacibtir.

2- Ka'b bin Ucre'den rivayet edilen, «Resulullah (sav)'a, «Ya Resu­lullah, sana selam vermeyi biliyoruz. Fokat nasıl salat edeceğiz?ı diye so­ruldu. Resuluilah (sav) şöyle buyurdu: «Şöyle deyin: Allahümme safil ala Muhammedin ve alâ ali Muhammed. Kema salleyte ala ali İbrahime, Inne-ke hamîdün mecid. Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muham­med. Kema barekte ala İbrahime İnneke hamidün mecîd.» hadisidir.

İbni Kesir: «imam Şafii (ra)'ye göre namaz kılan birisinin son teşeh-iiüdde Resuiullah (sav}'a salat ve selam okuması vaciptir. Şayet salatı terkederse namazı sahih olmaz. Âyetin zahiri de buna delalet eder. Saha-bilerden bir cemaatten de âyetin böyle tefsir edildiği nakledilmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Cabir (ra) ve İbni Mes'ud (ra) da bu görüştedir.» [55] demektedir.

Maliki ve Hanefilerin delilleri:

Maliki ve Hanefiler aşağıya özetle aktaracığımız delillere istinad et­mektedirler :

1- «Ey iman edenler, siz de ona salat edin.» âyeti. Bu âyetin zahiri Resulutlah (sav)'a salat getirmeyi emretmektedir. Bu emirden maksat da vücubtur. Ancak   insan  günde  bir defa salat getirirse bu  farzı  eda etmiş olur. Bu emir vücübu gerektirmekle birlikte tekrarı gerektirmez.

2- İbni Mes'ud (ra)'dan rivayet edilen, iResulullah vsav) ona teşeh­hüdü öğretirken, «Sen şunu söyledin ve şunu yaptın mı namazın tamamdır. Dilersen kalkabilirsin. Sonra dilediğin en temiz -kelamı seç.» buyuc-o du.» hadisidir. [56] Görülüyor ki Resulullah (sav) teşehhüdü öğretirken' sq$u latı emretmem iştir.

3- Muaviyetü's-Selemî'den rivayet edilen, hadistir. Bu hadiste Re­sulullah (sav), «Bizim namazımızda dünya halkının konuştuğundan bir söz konuşulmaz. Ancak namazda teşbih, tehlil ve Kur'an kıraati vardır.m buyur­muştur. Görülüyor ki, Resulullah (sav), salatı zikretmemiştlr. Eğer salat va-cib olsaydı zikretmesi gerekirdi.

4- Birçok sahabiden yapılan rivayete göre onlar teşehhüdde yal­nız, «Esselamü afeyke eyyühennebiyyi ve rahmetullahi ve berekatihU İle iktifa ederlerdi. İbrahim aleyhisselama teşbih edilen salat ve selamı oku­mazlardı.

Cessas da «İmam Şafii (ra)'nin namazda peygambere salat ve selam okumanın farz olduğu yolundaki iddiası delilsiz bir iddiadır. Bizim bildiği­miz kadarıyla hiçbir alim bunu iddia etmemiştir. Üstelk bu İddia Peygam­ber (sav)'den varid olan hadislere de aykırıdır.» der.

 

Beşinci Hüküm: Peygamberden Başkasına Salat Ve Selam Okunması Caiz Midir?

 

Bazı alimlere göre peygamberlerden başkasına da salat ve selam oku­nur. Çünkü salat duadır. Dua ise herkese yapılır. Nitekim Resulullah (sav)'-tan da, «Atlahümme sallı ala ali Ebi Evfas (Allahım, sen Ebİ Evfa'nın aline salat ve selam ver.) hadisi varid olmuştur.

Alimlerin ekserisini göre salat, peygamberlere ait bir hususiyettir. Öy­leyse peygamberlerden başkasına salat ve selam getirmek caiz değildir. Peygamberlerin dışındaki insanların ismi anıldığında onlara rahmet oku­nur. Sahabi ve tabiinin ismi geçtiğinde, «Allah onlardan razı olsun.» de­nir. Bunlara salat ve selam getirmek caiz değildir. Salat peygamberlik şiarıdır.

Ebussuud: «Peygamberlerin haricindeki kimselere_..peyg/âmberle bir­likte salat ve selam okumak caizdir. Fakat müstaldlen okumak mekruh­tur. Çünkü salat örfte peygamberlerin şiarıdır. Allah (cc)'a mahsus olan «azze ve celle» kelimeleri peygamber için nasıl kulianılamozsa, salat da 'başkaları İçin kullanılamaz. Halbuki haddizatında peygamber aziz ve ce-lildir.» [57] demektedir.

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- Peygamberin yeri ve mevkii Allah (cc) katında çok büyüktür.

2- Allahu taalanın ve meleklerin şerefli elçisine salat ve selam o-kumaları onun şerefinin yüksekliğine delalet etmektedir.

3- Resulullah (sav)'a hürmet, emirlerine tazim etmek her mümine vacibtir. Zira ona tazim, Allah (cc)'a tazimdir.

4- Resulullah (sav)'a salat ve selamda uygun olan siga şer'İ siga-dır. Yani, «Allahümme salli ala Muhammedin...» demektir.

5- Resulullah (sav)'a eziyet vermek, Allah {cc)'a eziyet vermektir.

6- Resulullah (sav)'ın ismi anıldığı zamari* salat ve selam getirmek sünnettir.

7- Müminlerde olmayan blrşeyle onları itham etmek onlara eziyet vermektir ve bu büyük günahtır.

 

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Allahu taala Resulullah (sav)'ı temcfd ve sena ederek mevkiini diğer peygamberlerden daha yükseğe çıkarmıştır. Müminlere de o şerefli Re­sul (sav)'üne karşı edebli olmalarını, emirlerine saygılı olmalarını emret­miştir.

Allahu taala ona mele-İ alada melekleriyle birlikte salat ve tekrimde bulunmuştur. Bu salat ve selamın Kur'anla bildirilmesi, o büyük peygam­berin yerinin yüceliğini bildirmek içindir. Ki, müminler ona karşı hürmette bulunarak emrine itaat etsinler. Çünkü o, müminlerin dünya ve ahirette saadet ve kurtuluş vesilesidir. Zira Allahu taaia, «Ki (hepiniz ey İnsanlar) Allaha ve peygamberine İman edesiniz, ona yardım edesiniz, onu büyük tamyasımz, sabah ve akşam O'nu (Allahı) teşbih (ve tenzih) edesiniz.» (Feth: 9) buyurmuştur.

Allahu taala müminlere şerefli elçisine salat ve selam okumalarını emretmiştir. Kelime-i şehadette de onun isminin anılmasını farz kılmıştır ki, onsuz İman tamam olmaz. Ona sözle veya fiille eziyet vermeyi veya onun yüksek mevkiine saygısızlık olabilecek herşeyi haram kılmıştır. Alla­hu taala, Resulullah (sav)'a yapılan eziyeti kendine yapılmış kabul etmek­tedir. Onu tekzib etmek, Allah (cc)'ı tekzib etmektir. Onunla Istih2a etmek, Allahu taala ile istihza etmektir. Çünkü o, alemlerin Rabbinln elçisidir. Öy­leyse herşeyde onun emrine itaat etmek ve onun sözüne saygı göstermek lazımdır. Çünkü o. Aİlahu taatanm emirlerini bize tebliğ etmektedir. Allahu taala da, «Kfm peygambere İtaat ederse muhakkak Aîlofta İtaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse...» (Nisa: 80) buyurmuştur.

Allahu taala. Resul (sav)'üne eziyet vereni lanetleyeceğini, ona gazab edeciğini bildirmiştir. Çünkü ona eziyet vermek, nimetleri inkar etmek, Al­lah (cc)'tn ona verdiği mevkii ve fazileti inkar etmektir. Mümin birkimse onu nasıl layık görür de eziyet eder? Çünkü bizim cehalet ve sapıklıktan kurtuluşumuzun sebebi ve küfrün karanlıklarından bizi Islâmın aydınlığına çıkarandır. Resulullah (sav) tlah'i rahmetin kapısı, ilahî ihsan ve faziletin zuhur yeridir. Allahu taala, «Andolsun, size kendinizden öyle bir peygam­ber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üs­tünüze çok düşkündür. Müminleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tövbe: 128) buyurmuştur.

 

57. DERS  İSLÂM'DA KADININ ÖRTÜNMESİ

 

59- Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edil­memelerine daha uygundur. Allah çok yarfıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.

 

Âyetin Lafzî Tahlili

 

(Ezvâcike): Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç, evli çiftten her birisine verilen isimdir.  Âyetteki zevceler, Resulullah (sav)'ın hanımlarıdır.

(Yüdnîne): Atarlar, örterler.

(Celâbibihînne): Çelabib, cilbab'ın çoğuludur. Çilbab, bütün vücudu Örten elbiseye denir.

(Ednâ): En yakın dernektir.

 

Âyetin İcmali Manası

 

Allahu taala. sevgili peygamberine, bütün İslâm ümmetini, İslâm ada­bına, İslâmın gelirmiş olduğu faziletli ahlaka ve hikmetli tanzimata, ferdin salahı ve cemiyetin saadetini temin için, çağırmasını emretmiştir. Bunlar* dan biri de müslüman aileye taalluk eden İçtimaî nizamdır ki, kadının ör-tünmesldir. Bu örtünme müslüman kadına farzdır. Çünkü onunla şerefini, namus ve İffetini yaralayıcı gözlerden, hasta kişilerden korumuş olur.

Bu hususta Allahu taala sevgili Peygamberine şöyle hitap etmekte­dir: Ey peygamber, Allah (cc)'ın emirlerini mümin kullarına ilet ve evvela bu emirleri kendinde uygula. Müminlerin anneleri olan temiz zevcelerine, faziletli kızlarına, İslâmın getirmiş olduğu örtünme şekliyle örtünmelerini, erkeklerin bakışlarından korunmalarını emret. Evvela bunlar Örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve örtünmede örnek olsunlar. Hiçbir fasık ve facir de onları görmesin.

Örtünmeyi bütün mümin 'kadınlara da emret. Onlar do güzelliklerini, ziynetlerini örtecek bir dış elbise giysinler. Bu elbise ile bütün İnsanların dillerinden, gözlerinden uzaklaşsınlar, kendilerini korusunlar. Bu örtüle-rlyle yüzlerini ve diğer vücud azalarının tamamını kapatsınlar. Böylece cariyelerden ve ahlaksız kadınlardan seçilsinler, Garazkar kimselere he­def olmasınlar, facir kadınlardan da uzak olsunlar. Hioklmse onlara kö­tülük ve fenalık düşünemesln.

Mümin kadınların örtüleri, iffet ve namuslarını korumaya en büyük sebebtlr. Arttk onlardan kalbi bozuk kimseler de birşey umamozlar. Allahu taala emirlerini yerine getirene mağfiret eder, O, bütün kullarına da ençok merhamet edendir. Onlara ancak dünyada selamete, ahirette saadete ve­sile olarak şeyleri emreder.

 

Âyetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Allahu taala örtünme emrine evvela Resulullah (sav)1-ın zevceleri ve kızları ile başlamıştır. Bu, onların diğer kadınların Önderi ve İmtisal numunesi olduklarını göstermektedir. Diğer kadınlar onlara uya­cakları İçin uygun olan da şer'î emirlere, hükümlere Önce onların sarılma­ları, aynen yerine getirmeleridir. Zira bir davetin etkili olabilmesi İçin da-vetci, tezlerin) Önce kendinde ve aile efradında tatbik etmelidir. İşte bu hususta da etbettekl Resulullah (sav)'tn zevceleri ve kızlarının önder ve öncü olmaları gerekir. Bunun için Allahu taala peygamberine -kadınların Örtünmesini vahyederken âyetin başında evvela kendi zevce ve kızlarını zikretmiştir.

İkinci incelik: Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri İs­tikrar kazandıktan sonra nazil olmuştur, öyleyse bu âyette emrolunan tesettür, daha önce farz kılman setr-i avretten başka ve fazla bir örtün­medir. Bunun İçindir ki, bütün müfessirfer, tabirleri değişik de olsa mef­humda birleşerek âyetteki «cilbabnton maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeble zamanımızda kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir. Âyetteki «cllbab»tan mak­sat, bazı cahillerin sandıkları gibi setr-l avret değildir.

Üçüncü İncelik: Âyetteki «Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin ka­dınlarına...» ifadesindekl tafsilat, hicabın yalnız Resulullah (sav)'ın zev­celerine farz olduğunu iddia edenlerin iddialarını açıkça reddetmektedir. Çünkü âyetteki «müminlerin kadınlarına» İfadesi, örtünmenin bütün mü­min kadınlara emredildiğine, onların da bu umumi hitaba dahil olduklarına kesfn bir şekilde delalet etmektedir. Bu sarih emir karşısında nasıl olur da müslüman kadınların örtünmesinin farz olmadığı İddia edilebilir?

Dördüncü incelik: «Bu onlann tanınıp e2a edilmemelerine daha uy­gundur.» âyetinde hicabın farziyetinin hikmeti beyan edilmektedir. Şer'î hükümlerin hepsinde meşru hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerln-deki hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır.

Müfessirlerin cumhuruna göre, âyetteki «tanınıp» 'kelimesinden mak­sat, hür kadın olduklarının anlaşılması, köle ve cariyelerden temyiz edil­meleridir.

Ebu Havyan, bu hususta cumhurun göri'jünden başka bir görüşü ter­cih etmiştir. Ona göre âyetteki örtünme emri ister hür, ister cariye olsun bütün müslüman kadınlaradır. «Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine da­ha uygundur.» âyetini de, «Namus ve iffetle tanınsınlar kî, fasit kimseler onlardan birşey beklemesinler.» şeklinde tefsir etmektedir. Ebu Hoyyan'ın görüşünü Bohr-I Muhid'deki ifadeleriyle aynen aktarıyoruz:

«Ayetteki «müminlerin kadınları» ifadesinin zahiri, hür kadınları da cariyeleri de içine almaktadır. Cariyeler için fitne tehlikesi daha çoktur. Çünkü onlar hür kadınlara nisbetle dışarıda daha çok bulunurlar. Cariyeler «müminlerin kadınları» ifadesinin kapsamından çıkarabilmek için cok açık bir delil lazımdır. Böyle bir delil olmadığına göre onların da örtünmeleri lazımdır. «Bu, onlann tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur.» âyetin­den maksat, «Onlar Örtüleri sebebiyle iffetli olarak tanınırlar. Bu sebeble hiçkimse onlara dokunamaz.» demektir. Çünkü htçklmse mütesettir bir kadına bakamaz, kendisinde böyle bir cesaret bulamaz. Ama kadın açık olursa, ona herkes bakar, çıtlatma yoluyla da olsa arzularını duyurmaya çalışır. Çünkü o, açıklığı ile kendisini teşhir etmektedir.* [58]

Bu görüşü Ebu Hayyan"ın çok keskin ve isabetli bir görüşe sahip ol­duğunu göstermektedir. Biz de Ebu Hayyan'ın görüşünü tercih ediyoruz. Zira tesettürden maksat budur. Ayrım yapılmadan hür ve cariye mümin kadınların kapanmasıdır.

 

Âyetteki Şer’i Hükümler             

 

Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?

 

Âyeti kerimenin zahiri, hicabın mükellef olan müslüman, hür ve baliğ bütün kadınlara farz olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «Ey pey­gamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerin­den üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur, öyleyse kafir kadınlara hicab farz değildir. Çünkü onlar Islâmın fer'i hükümleriyle mükellef değil­dirler. Üstelik bize onları kendi başlarına bırakmamız emredilmiştir. Hicab (örtünme) bir İbadettir. Çünkü bunda Allah (cc)'ın emrine İmtisal vardır.

örtünmek müslüman bir kadına namaz ve oruç gibi farzdır. Bu yüzden müslüman bir kadın örtüyü inkaren terk ederse mürted olur, İslâmdan çıkar. Fakat inkar etmeden sırf bozuk bir cemiyete uyarak terkederse mür­ted değil, asi olur. Bu hareketiyle Kur'anın âyetlerine muhalefet etmiş olur. Zira Allohu taala, «Evvelki cahllryet (devri kadınlarının kınla döküte, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 33) buyur­muştur.

Şu var ki, her nekadar Örtünmekle mükellef olmasa da gayri müsllm bir kadının cemiyeti bozacak bir şekilde ortalıkta dolaşmasına İzin verile­mez. Şimdi gördüğümüz gibi öyle İçtimaî edebler vardır ki, onlara uymak herkes için farzdır. Cemiyeti fenalıklardan korumak bakımından bu İçti­maî edeblerde müslümanlar ile gayri müslimler eşittirler. Bu içtimaî edeb­ler İslâmın şer'i siyasetidir ki bunları uygulamak müslüman hakimin vazi­fesidir.

Cariyelere gelince, bu husustaki hükmü alimlerin ağızlarından nak­lettik. Burada tercih olunan allame Ebu Hayyan'ın görüşüdür. Ona göre âyetteki örtünme emri hem müslüman cariyeleri, hem de hür müslüman kadınları İçine alan umumi bir emirdir. Ebu Hayyan'ın bu .görüşü, namus­ların korunmasını hedef alan şeriatin ruhuna en uygun olan görüştür.

Müslümanların vazifesi, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını Örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir. Nitekim Resululiah (sav), «Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları dövün.» [59] buyurmuştur.

 

İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekil Nedir?

 

Aliahu taala mümin kadınlara, iffet ve haysiyetlerinin korunması için yabancı erkekler karşısında uzun bir ö.rtü İle elbiselerinin üzerinden Ör­tünmelerini emretmiştir. Alimler bu tesettürün nasıl olacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardı:

1- Taberî İbni Sirin'den şöyle rivayet eder: «Abide es-Selmant (ra)'ye «...dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin mana­sını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözü­nü açık bıraktı. Böylece âyeti fiilî olarak tefsir etti.»[60]

2- Taberî ve Ebu Hayyan ibni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmişler­dir: «Kadın cilbabınt alnının üzerine İndirir ve oradan sıkar. Alttan da bur­nunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarda kalmalıdır.   Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamamen 'kapatmalıdır.» [61]

3- Yüzü örtmenin keyfiyeti hakkında Süddî'den şöyle rivayet edil­miştir:    «Örtü, kadının sol gözü hariç bütün yüzünü kapatmalıdır.» Ebu Hayyan şöyle der: «Endülüs'teki adet de Süddinln tarif ettiği gibi idi. Ka­dın bütün vücudunu Örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı.» [62]

4- Abdürrezzak ve bir cemaatin rivayetine göre müminlerin annesi Ümmü Seleme (ra) şöyle demiştir: «Bu âyetin nüzulünden sonra ensarî kadınları siyah çarşaflara büründüler. Sanki hepsinin başına birer karga konmuştu.» [63]

 

Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?   

 

Nur Suresinin tefsirinde geçtiği gibi, kadının ziynetlerini mahremle­rinden başkasına göstermesi haramdır. Zira Ailahu taala, «Ziynet (mahal)-lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının ba­balarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, ya­hut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinîn oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ef-lerindekl memlukelerden, yahut erkeklerden yana İhtiyacı olmayan (yont erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların giril yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermestnler. Gizleye­cekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarım da vurmasınlar.» (Nur: 31) buyur­muştur. Yüz, ziynetin ve güzelliğin aslı, fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir.

Yüzün avret olmadığını söyleyenler ise[64], bunu iki şarta bağlamış­lardır. Bu şartlardan birisi, yüzün tabii durumunda bulunması (yani mak­yajsız olması), ikincisi, fitneden emin olunmasıdır. Şayet yüzün acıtması fitneye sebeb oluyorsa açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun için müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi farzdır. Bu husustaki şer'i delilleri Nur Suresinin tefsirin­de beyan ettik. Ancak buraya bozt müfessirierin yüzün Örtülmesinin farz olduğu hususundaki görüşlerini ilave edeceğiz.

Müfessirierden bir zümre yüzün örtülmesinin farz olduğuna kaildirler:

1- İbni Cevzî, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin tefsirinde İbni Kuteybe'den naklen şöyle der: «Başlarını ve yüz­lerini Örtünmelerini söyle ki onların hür oldukları bilinsin. Âyetteki «cela-bib» kelimesinden maksat da, normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vü-cud hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.» [65]

2- Ebussuud Efendi:   «Cübabntan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin manası, «Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücudlarını Örtsünler.» olur. Süddî de âyetin tefsirinde, «Kadın al­nını ve yüzünü örter. Yalnız birtek gözü açtk ıkalır.» demiştir.» [66]

3- Ebu Hayvan: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyeti tepeden tırnağa kadar bütün vücudun  örtülmesini emreder. Veya âyetteki   «üstleri» kelimesinden maksat yalnız yüzlerdir. Yani âyet yüz­lerin örtülmesini emretmektedir.  Çünkü cohillyet devrinde hür kadınlar zaten yüzleri hariç bütün vücudlarını (saçları dahil) Örtmekteydiler.»

4- Cessas: «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âye­ti, genç kadınları yabancı erkeklere karşı yüzlerini örtmeleri gerektiğine delalet ediyor. Kadınlar dış örtülerine bürünmelidirler ki kötü niyetli kim­seler onlardan birşey umarak eziyet etmesinler.» [67]

5- Celaleyn: «Celabib», cilbab'ın çoğuludur. Cilbab İse, »kadının bütün vücudunu kapatan örtüdür. İbni Abbas (ra), «Hür olduklarının bilin­mesi ve iffetlerinin korunması için mümin kadınlara bir gözleri hariç bü­tün baş ve yüzlerini örtmeleri emredilmiştir.» demiştir.» [68]

6- Taberî, İbni Sirln'den  şöyle nakleder: «Abide es-Seimanî (ra)'-den, «...Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle.» âyetinin manasını sordum. Büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu Örttü. Başını ta kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamamen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti. Bunun benzeri İbni Ab-bas (ra)'tan da nakledilmiştir» [69]

Bu ve bunların emsali nakiller İle meşhur müfessirlerfn kavilleri, kadın­ların yabancı erkekler karşısında ve dışarıda yüzlerini örtmelerinin farz olduğuna açıkça delalet etmektedir. Ancok birkaç istisnaî durumda yüz açılabilir. Bunlardan birisi, sünnet vechl ile evlenm&k isteyen bir erkek taüb olduğu kadının yüzüne bakabilir. Bir de kadın, hac ihramına girdiği zaman yüzünü örtmez. Çünkü bu İbadet zamanıdır ve fitne sözkonusu olamaz. Kadının hacda yüzünü açması başka hallerle kıyas edilemez. Gü­nümüzde bazı cahiller, «Madem ki kadın ihramlı iken yüzünü kapatmıyor, öyleyse diğer zamanlarda da yüzünü açabilir. Çünkü yüz avret değildir.» diyorlar. Bu İddia İslâm fıkhını bilmeyenlerin sözüdür. Selef-İ salihlnln hayatım, sahabl ve tabiinin kadınlarının yaşayışlarını ve İslâmın altın dev­rindeki kadınların örtünmelerini, korunmalarını inceleyen, araştıran herkes, yüzün avret olmadığını .açılmasının mubah olduğunu söyleyenlerin hata ettiklerini kesin olarak anlar.

Bu İddiacılar, yüzün avret olmadığını söyleyerek müslümon kadına yüzünü açmasını tavsiye ederler. Kendi zanlanna göre böylece ilmi kstmetmenln günahından da kurtulmuş olmaktadırlar. Halbuki yüzün avret olmadığını İlk defa ortaya atanlar din düşmanları olmuştur. Bu din düş­manları tedrici olarak müslüman kadınları şer'î hicabından çrkararak İs-lâmın içine fitne salmaya ve dini yıkmaya çalışmışlardır. «İnna lllloh v» Inna lleyhl ractun.»

 

Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?

 

Şer'î örtünmenin zaruri şartları vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1- Örtü, bütün vücudu örtmelidir. Zira Allahu taala, t...Dış elbise­lerinden üstlerine giymelerini söyle.» buyurmuştur. Cllbab, bütün vücudu örten bir elbise, bir Örtüdür. «YÜdnlne», klna kökünden gelen bir fiildir. İdna elbiseyi, örtüyü aşağıya doğru salıvermektir. Buna göre şer'î Örtün­me, vücudun tamamını örtmektir.

2- Örtü, alttaki elbiseyi gösterecek kadar İnce olmamalıdır. Zira hlcobtan maksat gizlemektir, ince örtü. alttaki elbisenin görünmesini ön­leyemez. Bakışlara da mani olamaz. Nitekim Hz. Ayşe, «Ebubekir Sıddık'ın kızı Esma üzerinde İnce bir elbise İle Resulullah (sav)'ın yanına gelince Resulutlah (sav} ondan yüzünü çevirdi.» [70]

3- Örtünün kendisi bir ziynet olmamalı ve cazlb renkli kumaşlar kullanılmamalıdır. Zira Allahu taala, «Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna.» buyurmuştur. Ayetteki    «görünen kıtıımdan maksat, kasıtsız olarak görünen kısımdır. Eğer üstten örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona hicab denile­mez. Böyle bir örtüyle Örtünme de caiz değildir. Zira Örtünmekten maksat, ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir.

4- Örtü, vücud hatlarını belli edecek ve fitneye sebeb olocak kadar dar olmamalıdır. Zira Resululloh (sav), «İki sınıf insan vardır ki oniar ce­hennem ehlidirler. Sığırların kuyruğuna benzer sopalarla halkı döğenler ve vücud hatlarını tamamiyle belil edecek elbise giyen kadınlar. Ki bun­lar bu elbiselerle erkeklerin kalblerlni çelmek İçin gezerken kırıtarak yü­rürler. Saçlarını da deve hörgüçlerine benzetirler. Onlar cennete gireme­yecekleri gibi çok uzaklardan duyulabllen cennet kokusunu bile duyamaz­lar.» buyurmuştur. Hadisin diğer bir rivayetinde de, «Cennetin kokusu beş-yüz yıllık yoldan geldiği halde onlar kokloyamazlar. [71] buyurulmuştur.

Hadisteki «koslyatün ariyamın manası, «sureta giyinik fakat haktkatta çıplaktırlar» demektir. Çünkü onlar öyle ince ve dar giyiniyorlar ki, elbise ne avretlerini, ne de vücudlarını örtmektedir. Bu hadis de Resultullah (sav)'ın mucizelerinden birisidir. Çünkü kendisinden blndörtyüz sene son­ra geleceği tasvir etmiştir.

5- Örtüden güzel koku gelmemelidir. Çünkü güzel koku, erkekleri İğ­fal eder. Zira Resulullah (sav), «Harama bakan göz zanidlr. Güzel koku sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da.» buyurmuştur. Diğer bir riva­yette de, «Bir kadın güzel .koku sürünerek erkeklerin arasından geçer ve erkekler o kokuyu alırlarsa o kadın zanidir.» buyurulmuştur.

Musa bin Yesar'dcn şöyle rivayet edilmiştir: «Güzel koku sürünmüş bir kadın geçiyordu. Ebu Hüreyre (ra) ona, «Ey cebbarın annesi nereye g'dlyorsun?» dedi. Kadın, «Mescide» cevabını verdi. Ebu Hüreyre (ra), «Sen koku süründün mü?» diye sordu. Kadın, «Evet» dedi. O zaman Ebu Hü­reyre (ra), «Evine dön. Koku gidinceye kadar yıkan. Zira ben Resulullah (sav)'tan, «Alkıhu taala süründüğü kokuyu etrafa saçan bir kadının nama­zını, dönüp yıkanıncaya kadar kabul etmez.» dediğini işittim.» dedi.» [72]

6- Kadın ne erkek elbisesi giymeli, ne de giydiği elbise erkek el­bisesine benzemelidir. Zira Ebu Hüreyre (ra), «Resulullah kadın elbisesi giyen erkekte erkek elbisesi giyen kadını lanetlemiştir.» demiştir. [73] Di­ğer bir hadiste de Resulullah (sav), «Allahu taala kendilerini  kadınlara benzeten erkeklerle erkeklere benzeten  kadınları lanetler.» buyurmuştur.

Ayetten alınacak dersler

1- Örtünmek bütün mümin kadınlara kesin bir (arzdır.

2- Resulullah (sav)'m zevce ve kızları bütün mümin kadınlara Ör­nek ve önderdir.

3- Örtünün vücudun ziynetlerini ve elbisesini kapatması farzdır.

4- Örtünme müslüman kadına zorluk değil bilakis onun şeref ve haysiyetini korumaktır.

5- Hicab kadınların iffetini koruduğu gibi toplumu da fitne ve fuh­şun yapılmasından korur.

6- Müslüman kadın Allah (cc)'ın emirlerine sımsFkı sarıldığı gibi, Islâmın farz ettiği içtimaî edeblerle de edeblenmelidlr.

7- Aftahu taala kullarını çok esirgediği için onlara dünya ve ahiret-te ook hayırlı olan hükümleri emretmiştir.

 

Ayetteki Teşriî Hikmetler

 

Bazı cahiller, İslâmın müslüman kadına örtünmeyi farz kılmadığını, örtünmenin Abbasiler devrinde ortaya çıkan adetlerden biri olduğunu zannetmektedirler. Bu zannın doğrulukla hiçbir İlgisi yoktur. Bu zan ve iddiaları yalnızca şu İki şeye delalet eder. Onlar ya İslâm ve Allah (cc)'ın herşeyi acıkca bildiren Kitabından habersiz ve cahildirler veya bu zanları kalblerindekl gizli İslâm düşmanlığından doğmaktadır.

Ben hakla batılın birbirinden ayrılması İçin perdeyi açmak İstiyorum. Herşey ortaya çıksın ki temiz ile pis birbirine karışmasın. Müslümanların gözü sabah uykusundan açılır gibi acıtsın ve hakikati görsünler. Kendile­rini medeniyetin ve İlericiliğin öncüleri sayan bu sapıklar bugün alabil­diğine çoğalmıştır. Ne yazık ki bunların bu zanları kabul görerek ahlakı tahmin edilemeyecek kadar etkilemiş ve bozmuştur. Bunlar ıslah adına bozuyor, yapmak adına da yıkıyorlar. Bunlar kendilerini rslohcı olarak em­poze ederek, İlim ve kültür adına konuşarak halkı iğfal ediyorlar.

Ben şimdi kadınların örtünmesi hususundaki âyetleri aşağıya alıyo­rum :

1- «(Vekar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahillyet (devri kadınla­rının kınla doküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» {Ahzab: 33).

2- «Birde onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit par* de ordindon İsteyin onlardan. Bu, hem sizin kalblerlnlz, hem d* onların kalblerl İçin daha temizdir.» (Ahzab: 53).

3- «Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tantnrp «a edH-memelerine daha uygundur.    Allah çok yarlığavıcıdır, çok esirgeyicidir.»

{Ahzab: 59).

4- «Mümin kadınlara da söyle:   Gözlerini (harama bakmaktan) ta­kınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy­sunlar. Ziynet (mahal)lerinl kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut kendi oğullarından, yahut kocaları­nın oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğullarından, yahut kızkardeşlerinln oğullarından, yahut kendi kadınların­dan, yahut kendt ellerindeki memlukeferden, yahut erkeklerden yana İhti­yacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut he­nüz kadınların gizil yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına, göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasın­lar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Takt korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.» (Nur: 31)

Bu âyetler kesin biçimde müslüman kadınların örtünmesinin farz oldu­ğunu ve tesettürün Abbasiler devrinde ortaya çıktığı iddiasının asılsızlığını ortaya koymaktadır. Zira yalanın ipi çok kısadır. Bu âyetlerin ışığında an­lıyoruz ki kadınların örtünmesinden maksat, bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalblerinde dolaşan vesveseyi bertaraf etmektir. Al-lahu. taala bu hususta, «Bu hem sizin kalblerlnlz, hem onların katbteri İçin daha temizdir.» buyurmuştur.

İslâmın birinci hedefi kadının şerefini, iffetini korumaktır. Şunu unut­mamak gerekir ki, imanları zayıf, kalblerl hasta olan kimseler kadınlar hak­kında kötü düşünürler. Bunlar kadınların haysiyet ve şereflerini ortadan kaldırdıktan sonra gizil emellerine ulaşmayı tasarlarlar.

Hiç şüphe götürmeyecek şekilde açıktır ki, kadınlar tesettürden uzak­laştıkça evlenmeler azalmış, genç çiftler arasında geçimsizlik ve boşan­malar çoğalmıştır. Birçok genç erkek ve kadın evlenmekten imtina et­mektedir. Çünkü beşeri arzularını hiç yorulmadan, çalışmadan, fazla bir para harcamadan istedikleri an tatmin yollarını buluyorlar. Şüphesiz bun­ların artık evlenmeye ihtiyaçları kalmıyor. Bu 6a toplumları çöküş tehlikesi İle karşı karşıya bırakmaktadır. Ziro açıktır ki ailelerin yıkılması, çiftlerin birbirine hıyaneti, kadınların süslenip püslenerek sokaklarda açık saçık gezmelerinden kaynaklanmaktadır,

Seyyid Sabık, Ftkhü's-Sünne isimli kitabında şöyle der: «İnsanı hay­vandan ayıran en önemli şey İnsanların glyinmesidir. Çünkü Atlahu taala, «Ey Ademoğulları, size (şeytanın açmak İstediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik. Takva libası ise, o, daha hayırlıdır. Bu (libasların indirilmesi) Al ta hin (fazi ve rahmetine dela­let eden) âyetlerindendir. Taki (insanlar) iyice düşünsünler.» (Araf: 26) buyurmuştur. Elbise ve ziynetler medeniyetin sembolleridir. Açık saçikM ise insanları ibtidat hayata döndürerek insanlıktan çıkarır. Zira kadının malik olduğu en değerli şey iffet, haya ve takvadır. Bunları korumak İse kadının insan oluşunun en yüksek işaretidir. İsiâm toplumunda bir kadının serbestçe açılıp saçılması doğru değildir. Zira kadının böyle dolaşması, biryerde erkeklerin zevk ve eğlence vasıtası haline gelmelerine sebeb otu-yor. Artık kadınlık hüviyetini kaybediyor.» [74]

 

Kadın Hürriyetine Dair                         

 

Amerikalı kadın yazar Elisyan Stanbori, Mısır'da bir ay kaldıktan son­ra Kahlre'de yayınlanan E!-Cumhuriye gazetesinde şunları yazmıştır:

«Arap toplumu kamil ve salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler içerisinde geleneklerine bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum Avrupa ve Amerika toplumuna benzememektedir. Zira rrtüslüman-larda atalardan devralınan birtakım gelenekler kadının hayatını sınırla­makta, anne babaya karşı saygı icabettlrmektedir. Bundan daha önemlisi dö Avrupa ve Amerika'da aile ve toplum hayatını tehdit eden kadın-erkek İlişkilerini yasaklamaktadır.

«Arap toplumunun bilhassa gene kızlar için vazettiği kayıt ve nizam­lar son derece faydalıdır. Bunun İçin ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı sarılmanızı öğütlerim. Kadınlarla erkeklerin karışmalarına mani o-lun. Bilhassa genç kızlarınızı tarihten devraldığınız terbiye kuralları İte yetiştirin. Bu, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi kadınların heryere ser­bestçe girip çıkmasından daha hayırlıdır. Hem sizin için, hem İnsanlık için daha hayırlıdır.

«Amerika'nın son derece büyük bir toplum olması, birbirine yabancı kadın ve erkeklerin hiçbir evlilik bağt olmadan münasebet kurmalarına sebeb olmuştur. Bu başıboşluk, bir yandan hapishanelerin ve akıl hasta­nelerinin dolmasına, bir yandan da yirmi yaşın altındaki kızların barlarda, pavyonlarda, randevu evlerinde erkeklere satılmalarına yol açmıştır, işte bu bizim gençlere verdiğimiz hürriyetten doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla erkeklerin iç içe yaşaması, kadınlara verilen aşırı hürriyet aile düzenini tehdit ettiği gibi ahlak ve fazileti de sarsmaktadır. Çünkü daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet, medeniyet ve her-şeyin serbestliği adına içki içiyor, uyuşturucu maddeler kullanıyor, hatta annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle ki, birkaç daki­kada evleniyor, birkaç saat sonra da ayrılıyor.» [75]

İşte Amerikalı bir kadın yazarın görüşü bu. Bu yazı açıkça gösteri­yor ki, islâmın düşmanları dahi tarafsız bir gözle baktıkları zaman Islâ-mın üstünlüğünü görüyor ve kabul ediyorlar.

 



[1] Vahidi, Esbab-ı Nüzul. Süyûti. age. C. S, S. 180. Ibni Cevzi, age. C. 6, S. 349. 242

[2] Süyûti, age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi. age. C. 0. S. 3-19.

[3] Süyütİ. age, C. 5, S. 180. İbni Cevzi, age.

[4] Buhari.

[5] Fahreddin Razi. age. C. 6, S. 768.

[6] Zemahşerî, age. C. 3.

[7] Fahreddin Razi, ago, C. 8. S.'771.

[8] Burada açıklanan evlad edinme cahili manadaki evlad edinmedir tslamdrt gerek akrabalardan ve gerekse herhangi bir çocuğun evlad edinilmesi mu­bahtır. Ancak çocuğa kendilerinin öz baba ve annesi oldukları söylenerek kendilerine nisbet etmeleri caiz değildir. Aralarında ncsoljtcn veya sütten gelen bir mahremiyet yoksa erkek evladlık anneye, kız cvladlık da babaya bir yabancı gibi haramdır. (Çev.)

[9] Buharı ve Müslim- Alusi, age. C 21. S. 149.

[10] Buharı ve Müslim.

[11] Alusi, age, C. 21, S. 149.

[12] ibni Kesir, ago, C. 3.

[13] Cessas, age, C. 3, S. 354. 248

[14] Ebu Hayyan, age. C. 7. S. 212

[15] Ali Nasıf. Camiu'I-Usul.

[16] Buhari, Müslim ve Nesaİ.

[17] Alusl. age, C. 21, S. 151.

[18] Buhari

[19] Kurtubl, age, C. J4, S. 122

[20] Ibnü'l-Arabi. age, C. 3.

[21] Kurtubi, age, C. 14. S. 123.

[22] îbnii'1-Arabf, age. C. 3. Kurtubi. age. C. 14, S. 167.

[23] Kurtubi. age. C. 14. S. 202.

[24] Tirmizi, Amr bin Şuayb'tan.      

[25] Müslim. Cemül-Fevaid. C.,2. S. 253.

[26] İbni Ebi Şcybe. RezinVlen rivayet etmiştir. Ibni Cevzİ. age, C 6. S. 407. 274

[27] Cessas, age, C. 3. S. 366.

[28] İbni Cevzi. age, C. 4, S. 404. Ebu Hayyan. age. C. 7. S. 241.

[29] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 241/

[30] İbnü'l Arabi, age, Taberi, age. C. 22. S. 23.

[31] İbni Kesir, age. C. 3.

[32] Cessas, age, C-3, S. 368.

[33] İbni Kesir, age, C. 3.

[34] Tirmizi. Cemü'l-Fevaid, C. 3. 286

[35] Kurtubi, age. C. 14. S. 181.

[36] Kurtubi. age, C. 14, S. 161.

[37] İbnül-Arebi, bge, C. 3.

[38] Buhari ve Müslim.

[39] Buhari ve Müslim.

[40] Fahreddin-Razî. age, C. 6, S. 794. '-r>

[41] Ebussuud Efendi. Tefsir, C. 6. S. 798. IF. Razi tefsiri kenarında)

[42] Ebu Hayyan. Bahr-ı Muhid, C. 7, S. 246: İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir. C. 6, S. 413.

[43] Ibni Kesir, age, C. 3.

[44] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 6, S. 796

[45] Neaâi. Ahmed bin Hunbel. lbni Ebi Şeybe.

[46] Tirmizi.

[47] Tirmiii. Nesâl. Ibni Hibban.

[48] Kadı îyaz. Şifa.

[49] İbni Cevzi, tıgu. C ıi. S. :if>u.

[50] Fahruddin Razi. age. C. (i. S. 7U7.

[51] Ebussuud, Tefsir, C. (i. S. 790 (Hazİ tefsirinin kenarında).

[52] Ebu Hayyan. age. C. 7. S. A7

[53] Timizi.

[54] Ahmed bin Hanbel ve Hakim.

[55] İbni Kesir. Tefsir, C. 3. İbni Cevzi. Abdurrahraan Cezerl.

[56] Tirmizi. Ebu Davud.

[57] Ebussuud. Tefsir. C. 6. S. 800 (Razi tefsirinin kenarında).

[58] Ebu Hayyan. age, C. 7. S. 250. 326

[59] Sünen kitapları.

[60] Taberi, Hazin, el-Cemel, Celaleyn Haşiyesi.

[61] Ebu Hayyan, age. C. 7, S. 250.

[62] Ebu Hayyan, age, C. 7, S. 250.

[63] Cessas.age. C. 3. S. 372.

[64] Bu husustaki tafsilat 46- Derstedir.

[65] İbni Cevzi, age. C. 6. S. 422.

[66] Ebussuud. C. 6. S. BOl (RazI kenarında).

[67] Cessas, age. C. 3, S. 372.

[68] Celaleyn. C. 2.

[69] Taberi. Tefsir. C. 22.

[70] Ebu Davud.

[71] Müslim.

[72] Tergib ve Terhib. C. 3. S. 65.

[73] Ebu Davud, Nesai. Tahricüs-Sünen, C. 6. S. 57.

[74] Seyyid Sabık. Fıkhü's-Sünne. C. 2, S. 209.....

[75] El-Cumhuriye. 8 Ocak 1962. 334