AHZAB SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Ayetlerde, 2

Ayetlerde: 3

Zihar Geleneği 3

Evlatlık Edinme Geleneği 4

"Mevalikum" İfadesinin Açıklaması 4

Ayette: 5

Müminler Ve Muhacirler. 5

Peygamber Hanımlarının "Müminlerin Anneleri" Oluşu. 5

Ayetlerde: 6

Ayetlerden şunları çıkarabiliriz: 8

Kureyzaoğulları Hadisesi 8

Cahiliye Kavramı 11

"Ehl-İ Beyt" Tabiri Hakkındaki Rivayetler. 11

Ayetlerde şu hususlar vurgulanmaktadır. 13

"Hatemü'n-Nebiyyin" Tabirinin Açıklaması 15

Ayetlerde, evlilikleri hususunda Nebi (s)'ye hitaben şunlar yer alıyor: 17

Ayetlerde mü'minlere hitaben: 19

Ayette: 21

Ayetlerde şu hususlar vurgulanmaştır: 22


AHZAB SURESİ

 

Kur'an daki Sırası       : 33

Nüzul Sırası                : 97

 Ayet Sayısı                : 73

İndiği Dönem             :  Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûre, zihar ve evlatlık edinme ile ilgili hukukî düzenlemeler, Beni Kureyza ve Ahzab olayları ile ilgili harp hukuku, Rasulullah (s)'ın hanımları ve evi, evlatlığı Zeyd bin Harise'nin boşadığı kadın ile evlenmesi, kafir ve münafıklara yönelik çeşitli hamleler içermektedir.

Kaynak aldığımız Kur'an-ı Kerim nüshasında bu sûre, nüzul sırasına göre Al-i Imran sûresinden sonra gelmektedir. Bu sıralama değişik nüzul sırası rivayetlerinde böyle zikre­dilmiştir. Ahzab sûresinin, tertib düzenine göre Nur sûresinden sonra indiğine dair değişik rivayetler de bulunmaktadır. Sûrenin iniş ortamı ve fasıllarının bir araya getirilmesi husu­sunda yapılan araştırma, ayetlerin değişik zamanlarda ve uzun aralıklarla indirildiğini; an­cak daha sonra ayetlerin aralarının birleştirildiği düşüncesini desteklemektedir. Örneğin, sûrede Rasulullah (sl'ın nikahlarını sözkonusu eden bölüm ve bu bölümün nüzul sebebi ile ilgili rivayetler, sürenin Nisa süresinden sonra indirildiğine delalet etmektedir.

Ahzab süresini tertib sıralamasında Al-i imran sûresinden sonraya yerleştirenlere göre bu sûre 4. süredir. Şöyle ki: Zihar ve evlatlık edinme ile ilgili adetleri kınayan sûrenin baş tarafı son kısmına nisbetle daha önce inmiştir. Bu konular ise bizim de tercih ettiğimiz gibi. Nebi (s)'nin Zeyd'in boşadığı kadın ile evlenmesi hadisesi ile ilgilidir. Çünkü, rivayetlerde bu durumun erken husule gelmediğini ifade eden mânalar bulunmaktadır. Ayrıca, sûre­nin, Enfal ve Nur sûrelerinden sonra indiğine dair rivayetleri geçerli kılacak nedenler bu­lunmamaktadır.

Her halükârda, Haşr sûresini Ahzab sûresinden önceye almamız daha uygun olmuş­tur. Zira, Ahzab ve Beni Kureyza hadiseleri Beni Nadir olayından hemen sonra vuku bul­muştur. Böylece, Peygamber tarihinin zaman sıralamasına riayet etmiş olmaktayız.

Ümmü'l mü'minin Hz. Aişe'den şu rivayet nakledilmektedir: "Bu sûre iki yüz ayet olarak okunurdu. Fakat Osman'ın mushafları yazdığı andan itibaren ancak şu anki ayetleri oku­yabildik."[1]

Müfessir Nesefi de şunları rivayet ediyor: "Ubey bin Ka'b Ebuzer'e sordu: Ahzab sûresi­nin ayetleri kaçtır?, Ebuzer: 73 tür diye cevap verince Ubey: Yemin olsun ki, Ahzab süresi Bakara süresine denk belki de daha uzundu. Bu sürede: 'Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina et­tiklerinde mutlaka Allah'tan bir ceza olarak onları recmedin. Allah azizdir. Hüküm sahibi­dir' ayetini okurduk." Ravi Nesefi; Ubey'in bu sözünü, Nebi (s) döneminde Kur'an'ın neshine işaret ettiği şeklinde yorumlamıştır. Bunun yanısıra Hz. Aişe'ye nisbet edilen rivayet, sanki sûrenin büyük bir kısmının Hz. Osman zamanında kısaltıldığını ifade etmektedir.

Sahih hadis kaynaklarında bulunmayan bu iki hadis güvenilir değildir. Konu üzerinde biraz durmak yerinde olur. Öncelikle şunu söyleyelim ki, Hz. Osman'ın mushafı Hz. Ebube-kir zamanında yazılan mushaftan naklen alınmıştır. Dolayısıyla Hz.Osman'ın mushafından bu kadar çok sayıda ayetin düşürülmesi ihtimali olanaksızdır. Kaldı ki, böyle bir durum ol­sa bile, güçlü bir şahsiyet ve Kuran ile sünnetin yaşayan kaynağı durumunda olan Hz. Aİ-şe'nin bu durum karşısında susması, itiraz etmemesi mümkün değildir

Nesefi, her ne kadar Ubey bin Ka'b hadisini, Nebi (s) döneminde Kur'an'ın neshedildi-ğinin bir delili olarak görüyorsa da biz, Rasulullah döneminde bu sûrenin büyük bir kısmı­nın neshedildiği görüşünü anlamsız buluyoruz. Çünkü, böylesi hassas konularda elbette ki meseleyi açıklayıcı sağlam kaynakların bulunmaması mantıki değildir. [2]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1-  Ey Peygamber, Allah'tan kork, kafirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahi­bidir.

2-  Rabbinden sana vahyedilene uy. Muhakkak ki, Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.

3- Allah'a dayan; vekil olarak Allah yeter.

 

Ayetlerde,

 

Nebi (s)'ye seslenilerek Allah'tan sakınması ve kafirlerle münafıklara itaat etmeme­si, sadece Allah'ın gönderdiği vahye ittiba etmesi ve sadece O'na dayanması emredili­yor. Çünkü Allah (c), her şeyin gereğini en iyi bilendir. O, hikmetle ve doğruyla hük­meder. İnsanların yaptıkları her şeyden haberdardır. Sadece O'na dayanan kulları için Allah yeter!..

Müfessirlerin rivayetlerine göre bu ayetler Rasulullah (s)'tan emin olmak amacıyla aralarında Ebu Süfyan ve İkrime bin Ebu Cehil'in bulunduğu Kureyşli bir heyet hakkın­da nazil olmuştur. Heyet önce Abdullah bin Ubey'in yanına gitmiş daha sonra birlikte Nebi (s)'ye gelmiş ve ondan, ilahlarını ve akidelerini yermesini istemiş, kendilerinin de aynı şekilde davranacaklarını söylemişlerdi. Yine bu ayetlerin, Peygamber (s)'den Lat ve Uzza için şefaatçi olduğunu söylemesini isteyen ve bu şekilde Kureyş yanındaki ko­numunu isbatlama arzusunda olan Sekif heyeti hakkında indiği rivayet edilir.

Bu iki rivayetin ardından şunları söyleyebiliriz: Ahzab sûresinin bu üç ayetinden sonra gelen ayetler, Kureyş'in Medine üzerine saldırmak ve İslam'ın kökünü kazımak maksadıyla büyük bir savaş hazırlığı eşiğinde olduğu Ahzab olayı hakkında nazil ol­muştur. Ahzab olayı ile ilgili ayetlerin buraya konmuş olması, ilk ayetler ile zaman ba­kımından aynı döneme rastlaması ile açıklanabilir. Ancak böyle olması halinde, birinci rivayetin ifade ettiği Kureyş heyetinin sözkonusu amaç için Medineye gelmiş olması zayıf bir ihtimal olur. İkinci rivayette zikredilen hadiseye gelince, bu da Hicretin 9. se­nesinde Mekke fethinden bir yıl sonra meydana geldiğinden, Medine döneminden az önce nazil olan bir sûrenin başında zikredilmesi tercihten uzak bir görüş olarak değer­lendirilir.

Bize göre ayetler, ya başka bir kafir-münafık heyetinin bazı konularda şiddeti bırak­ma isteği üzerine ya da kökleşmiş bir takım cahili adetlerin kaldırılması ile ilgili daha sonraki ayetler için bir giriş mahiyetinde inmiş ve Peygamber (s)'e, kafirlerin, münafık­ların isteklerine aldırmayarak sadece Allah'ın vahyine kulak vermesini emretmiştir. Tercihimiz bundan ibarettir. [3]

 

4-  Allah, bir adamın boşluğunda iki kalb yaratmadı ve zi-har yaptığınız'[4] eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı, ev­latlıklarınızı'[5]' da sizin öz oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınıza gelen sözlerinizdir. Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.

5- Onları babalarının adına bağlayarak çağırın; bu, Allah yanında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalblerinizin bile bi­le yaptığında günah vardır. Allah çok bağışlayan, çok esir­geyendir.

 

Ayetlerde:

 

I-  Allah'ın, hiçbir insanın göğsünde iki kalp yaratmadığı, kocanın zihar yapmasıyla da kadını annesi gibi kılmadığı vurgulanmış, evlatlık edinme ile birinin gerçek oğul ola­mayacağı, evlatlığı gerçek oğul kabul etmenin hakk ve hakikate uygun olmadığı bildiril­miştir. Bunlar müminler için merduttur. Allah (c) hakk ve doğruyu emreder ve kullarını bu iki yöne sevkeder.

II- Evlatlık alınan kimselerin gerçek babalarına nisbet edilmeleri böyle davranmanın hakka en uygun olacağı, eğer gerçek babaları bilinmiyorsa bu kimselerin sadece dinde kardeş oldukları vurgulanmıştır.

III- Allah'ın affedici ve bağışlayıcı olduğu, müslümanları bilmeyerek ve kasıtsız ola­rak yaptıkları hatalardan dolayı muaheze etmeyeceği hatırlatılmıştır.

Müfessirlerin rivayetlerine göre; 4. ayet, göğsünde iki kalp taşıdığı zannedilen

Ma'mer isimli şahsın böyle olmadığı halanda nazil olmuştur. Beğavi'nin Zühri ve Mu-katil'den rivayet ettiğine göre, bu kısımdaki ifade, karısına zihar yapanın ve evlatlığını gerçek çocuğu gibi addedenin misaline benzemektedir. Bir insanın iki kalbi olamayaca­ğı gibi, karısını annesine teşbih eden ve evlatlığını gerçek çocuğu sayan kimselerin de bu iddiaları hakikatten uzaktır. Çünkü bir kimsenin iki annesi ve iki babasının olması mümkün değildir. Bize göre, Beğavi'nin naklettiği bu görüş daha tutarlıdır.

Kur'an, burada zihar adetini akıldışı kabul ederek reddetmekle yetinerek konu ile il­gili hükmü Mücadele sûresinde açıklamış, aynı şekilde evlatlıkla ilgili hükmü de ortaya koymuştur. Bundan anlaşılıyor ki, ayetlerin nazil olduğu dönem bundan başkasını ge­rektirmezdi. Çıkardığımız sonucun yerinde olduğunu düşünürsek, Mücadele sûresinde hükmü bildirilen zihar adetinin burada dile getirilmesi, cahili evlatlık adetinin yanlışlı­ğını teyid ve zihar gibi evlatlık adetinin de akıldışı bir uygulama olduğunu tasdik mak­sadına mebni olacaktır. Bu sûrede, bizzat Nebi (s) tarafından evlatlık adetinin iptal edil­diğine işaret eden ayetler gelmiştir. Öyle ki, bu dönemde evlatlığın hükmü açıklanmış, cahili zihar adeti örnek gösterilerek sûrenin ilk ayetlerinde bu hükme giriş yapılmıştır.

Beşinci ayette, hiçbir sınıfsal farklılığın gözetilmeden dini kardeşliğin vurgulandığı­nı, büerek ve kasıtlı olarak işlenen hatalarda kişinin sorumlu olduğunun belirtildiğini görüyoruz. Nitekim Kur'an'ın değişik yerlerinde de bu konuya değinilmiştir. [6]

 

 

Zihar Geleneği

 

Ayetlerde işaret edilen zihar geleneği, kocanın karısına "sen bana annemin sırtı gibi­sin" diyerek onu boşamadığı halde kendisine haram etmesi şeklinde vuku bulan cahili bir gelenektir. Genellikle bu durum kocaların, kadınlarından usandıkları, kadınlarının sadece kız evlat doğurduğu veya mallarına, mihirlerine sahip olmak istedikleri zamanlar gerçekleşmektedir. Bir yönüyle bu gelenek, Bakara sûresinin 225-226. ayetlerinde hük­mü zikredilen "ilâ" geleneğine benzer. İla geleneğinde olduğu gibi zihar geleneğinde de zulüm ve bağiy sözkonusudur. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim bu ayetlerde zihan reddetmiş ve Mücadele sûresinde bu konu ile ilgili hükmü indirmiştir. [7]

 

Evlatlık Edinme Geleneği

 

Evlatlık edinme, bir kimsenin kendisine soy itibariyle yabancı bir çocuğu veya be­beği oğul olarak almasıdır. Cahiliye Araplannda yaygın olan bu gelenek, bazı merasim­lerle yapılırdı. Evlatlık edinen kimse, bir grup insanın arasında çocuk ya da bebeği ev­latlık aldığını ilan eder ve o çocuk, o kimsenin her alanda (hukukî olarak) kendi çocuğu gibi olurdu. Aralarında miras hukuku da gerçek oğul ile babası arasında olduğu gibi uy­gulanırdı. Nikah hükümlerinde de baba-oğul arasındaki mahremiyet aynı şekilde olur-jl Dolayısıyla evlatlığın üvey babasına ait kızlardan biri ya da kızkardeşi, halası ve teyzesi ile evlenmesi sözkonusu değildi. Aynı şekilde üvey baba da evlatlıktan boşanan kadın veya evlatlığından kalan dul ile evlenemezdi. Nebi (s)'nin bu yolla edindiği Zeyd bin Harise İbn-i Şerahil el-Kelbi adında bir evlatlığı vardı. Zeyd, müminlerin annesi Ha­tice'nin kölesi idi. Hz. Peygamber onu kendisine vermesini istemiş ve aldıktan sonra azad etmişti. Zeyd'in babası geldiğinde onu Hz. Pegamber'in yanında kalması ya da kendisine dönmesi konusunda serbest bıraktı. Zeyd, Peygamber'in yanında kalmayı ter­cih edince Peygamber onu evlat edindi. Bu olay peygamberlikten önce olmuştu. Evlat edindikten sonra Zeyd artık Muhammed'in oğlu diye adlandırıldı. Bu ayetler ininceye kadar bu adlandırma devam etti. Ayetler nazil olduktan sonra Zeyd yine, Harise'nin oğ­lu şeklinde zikredilmeye başlandı.[8]

Hz.Peygamber Zeydi çok sever ve onu himaye ederdi. Nitekim, herkesten daha fazla onu, çeşitli seriyyelere komutan olarak tayin etmiştir.[9] Mute'de şehid olduğu zaman oğ­lu Üsame Hz. Peygamber'in sevgi ve himayesine mazhar olmuştu. İbn Hişam'ın naklet­tiğine göre Nebi (s), Üsame'yi ordu komutanı olarak tayin ettiğinde onu Mute'ye baba­sının intikamını almaya göndermek istemiş, bunun üzerine "genç bir delikanlıyı Muha­cir ve Ensarın büyüklerine komutan yaptı" diye söylenmişlerdi. Bu söze incinen Nebi (s) çıktı ve insanlara şöyle seslendi: "Üsame'nin ordusuna katılın. Hayatıma yemin ol­sun ki, onun komutanlığı hakkında söylediğiniz şeyleri babasının komutanlığı hakkında da söylemiştiniz. Babası layık olduğu gibi Üsame de komutanlığa layıktır."[10] Belazuri, Ömer bin Hattab'ın, ata divanını kurduğu zaman Üsame'yi dört bin alanlar arasına koy­duğunu Abdullah'ın ise üç bin alanlar arasında olduğundan bu duruma itiraz ettiğini ri­vayet eder. İtirazında "Ben Üsame'nin karşılaşmadığı, görmediği şeyleri gördüm" diyen Abdullah'a babası şöyle dedi: "Ona senden daha çok verdim çünkü o, senden daha fazla Rasulullah'a yakındı ve babası da senin babandan daha fazla Rasulullah'a yakındı."[11] [12]

 

"Mevalikum" İfadesinin Açıklaması

 

Ayetlerde geçen "mevalikum" ifadesi kendine has geleneksel bir anlama sahiptir. Zi­ra, İslam'dan önce cahiliye Araplannda bir şahıs, bir kabile ya da bir aşiret himaye ve yardım maksadıyla başka bir şahsa, kabile ya da aşirete iltica talebinde bulunur, bu iste­ği kabul edilirse himaye eden taraf kendi ahalisine durumu bildirirdi. Böylece iltihak ta­lebinde bulunan kişi fert ise, mevla'ş-şahs, topluluk ise, mevali'l-kabile şeklinde isim-lendirilirdi. Mevla ve mevali iltihak ettiği kimsenin sosyal mevkiinden sayılır, leh ya da aleyhindeki hususlarda aynı hüviyeti paylaşır, hatta miras hukuku dahi uygulanırdı.[13] Eski Arapça kaynaklan okuyanların karşılaştıkları "filanca kişi falanın mevlası ya da falan kabile filan kabilenin mevalisidir" şeklindeki ifadeler, bu mevzuya ilişkin ifadelerdir. Burada 'mevali' tabirinin Araplardan ayrı olarak müslümanlara itlak edilmesiyle onlar Araplara iltihak etmiş ve Arapların asabiyetinden sayılmış gibidirler. Aynca mevla keli­mesi köleye de atfedilir. Ancak, bizim burada açıklamaya çalıştığımız "vela" geleneği bu kabilden değildir. 5. ayet, şunu demek istiyor: Eğer evlatlık olarak alınan çocukların babaları bilinmiyorsa onlar, dinde kardeşleriniz ve mevali (dostlar)nizdir. Babalan bi­linmeyen evlatlıkların leh ve aleyhteki durumlan, -tabirden gelen vela geleneğine uy­gun olarak- onlan evlatlık edinenlerin leh ve aleyhteki durumlan ile aynıdır. [14]

6- Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir. Onun eş­leri de onların anneleridir. Rahim sahipleri de Allah'ın Ki-tabı'nda birbirine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız hariç. Bunlar Kitap'ta yazılmıştır.

 

Ayette:

 

I-  Müminler üzerinde Nebi (s)'nin hakkı olan "müminlere nefislerinden evla, olma­sı .

II- Nebi (s)'nin hanımlarının da müminlerin anneleri olduğu,

III- Müminler arasında yakınlık sahibi kimselerin birbirlerine karşı öncelikli olduğu,

IV- Ayrıca, akrabalar arasındaki öncelik, müminlerin akraba olmayan dostlanna iyi­likte bulunmalarına mani olmadığı gibi konular işlenmektedir. İşte bu Allah'ın onlara teklif ettiği bir hükmüdür.

Müfessirlcrin rivayetlerine göre, "Peygamber müminlere canlarından ileridir" aye­tinin ilk kısmı Nebi (s)'nin cihada çağırdığı bir topluluğun "gidip anne-babamızdan izin isteyelim"[15] demeleri üzerine nazil olmuştur. İkinci kısım ise Hz. Peygamber'in zevcele­rinin müminlere haram olması hakkında inmiştir.[16] Ayetin üçüncü kısmı da, Medine'ye geldiğinde Peygamber'in kardeş ilan ettiği Muhacir ve Ensar arasında "evlatlık-kardeş-lik" şeklinde vuku bulan karşılıklı veraseti kaldırmış ve mirası "zevil erham"a yani ak­rabalara tahsis etmiştir.[17]

Bu ayette birbirinden konu itibariyle ayrılan bu üç kısmın bir araya gelip aynı ayette toplanmış olması dikkat çekici bir garipliği çağrıştırıyor. Bize göre, bu ayet önceki ayet­lerle bağlantılıdır ve bir taraftan önceki ayetin akabinde nazil olmuş, bir taraftan hukukî bir ilkeyi tesbit etmiş bir taraftan da mevzu değişikliği ile miras konusunu gerçek yerine koymuştur.

Evlatlık edinme ve bundan doğan hükümler lağvedilmiştir. Nebi (s)'nin de evlatlığı vardı. Ayetin ilk bölümü Peygamberin bütün müslümanlann babası mesabesinde oldu­ğunu, zira mü'minlere nefislerinden daha evla olduğunu ve hanımlarının mü'minlerin anneleri yerinde sayıldığından Hz,. Peygamber için has bir evlatlığın olmayacağım ifade etmiştir. Evlat edinme bir miras hakkı doğuruyordu. Ayetin timci bölümü bu hususta miras hakkının rahim akrabaları arasında olduğunu bildimiştir. Ayrıca 5. ayet, evlatlık statüleri geçersiz sayılıp da gerçek babaları bilinmeyenlerin, üvey babalan için bir kar­deş, dost ve arkadaş olarak telakki edilmelerini emretmiştir. Bu ayetin üçüncü fıkrasında ise, evlatlıkların miras hakkının iptalinin, önceden evlatlık edinen kimselerin üvey evlat­larım yardımdan mahrum bırakmalarını gerektirmediği bildirilmiştir.

Bazı rivayetlerde ayetin ilk bölümünde bir fazlalıktan söz ediliyor. Rivayete göre, "canlarından" kelimesinden sonra "ve o onların babasıdır" ifadesi fazlalıktır. Ashabın Kur'an ulemasından Ubey bin Ka'b'ın mushafında yer alan[18] fazlalık, açıklama cümlesi de olabilir. [19]

 

Müminler Ve Muhacirler

 

Bu ifadede, müminlerin dışındakileri ayırdedecek bir kayıttan söz edilmiş, hem akra­balığın hem de miras hukukunun sadece mü'minler arasında olabileceği bildirilmiştir. Muhtemelen burada Muhacirlerin özellikle zikredilmesi, halen Muhacirlerin akrabala­rından kafir olanların bulunmasına mebni olsa gerek. Müslüman ile kafir arasında teva­rüsün olmayacağı ise Peygamber zamanından beri var olan ve uygulanmakta olan serî kurallardan biridir. İşte bu ayet, kafirin müslümana varis olamayacağının dayanağıdır. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud, Zeyd bin Sabit'ten o da Rasulullah'tan şu hadi­si rivayet etmektedirler: "Müslüman bir kimse kafire mirasçı olamayacağı gibi kafir de bir müslümana mirasçı olamaz."[20]''

Enfal sûresinin sonlarında bu kayıt (mü'minlerden ve Muhacirlerden) olmaksızın önceliğin akrabalara ait olduğunu ihtiva eden bir ayet mevcuttur. Muhtemelen ayette durum muğlak olduğundan hikmet-i ilahi, mevzuyu açıklığa kavuşturmak için Ahzab süresindeki bu ayeti nazil buyurdu ve böylece mevzu, hem Kur'an'da hem de hadiste açıklığa kavuşmuş oldu. Enfal sûresinin 72. ayetinde nesih olduğu ve ayetin Ensar ile Muhacirlerden kardeşlik tesis edenler arasında miras hükmü içeren bir ayet olduğu kav­line gelince, biz ne o ayette ne de bu fıkrada bu kavle dair bir şeye rastlamadık. [21]

 

Peygamber Hanımlarının "Müminlerin Anneleri" Oluşu

 

Burada şunu belirtelim, ayette Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri olduğu nassla belirtilmiştir ancak buradaki annelik 53-55. ayetlerden de anlaşıldığı veçhile ha­kiki annelik değildir. Zira, bu ayetlerde müslüman erkekler, Peygamber zevcelerinin ya­nına girmekten menedilmiş, onlardan bir şey istediklerinde perde arkasından istemeleri emredilmiştir. Bu kaideden sadece Peygamber hanımlarının babalan, oğulları, kardeşle­ri, yeğenleri müstesna tutulmuştur. Yine bu ayetlerde, mü'min erkeklerin, Peygam-ber'den sonra hanımlanyla evlenmeleri yasaklanmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri oluşundan maksat, sadece onlann yücel­tilmesidir. [22]

 

7-  Biz peygamberlerden, kuvvetle ahidlerini almıştık, sen­den, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan, onlardan sapasağlam söz almıştık.

8-  Ki, o doğrulara doğruluklarından sorsun. Kafirlere de acı bir azab hazırlamıştır.

 

Ayetlerde:

 

I- Allah'ın bütün nebilerden ve özellikle Nebi (s), Nuh (a), İbrahim (a), Musa (a) ve Meryemoğlu İsa (a)'dan risaleti yüklenmeleri ve onu insanlara tebliğ etmeleri hususun­da kuvvetli bir söz aldığı ifade edilmek suretiyle hatırlatmada bulunulmuştur.

II- Daha sonra, Allah (c)'ın, ilahi mesajı sadakatle tebliğ eden peygamberlere doğru­luklarından soracağı, onları ümmetlerine şahid kılacağı bildirilmiş; peygamberlerin ge­tirdiği ilahi mesajı (risaleti) inkar edenleri ve onları doğrulamayanları ise elim bir azaba duçar edeceği açıklanmıştır.

Bu iki ayetin nüzul sebebi hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Ayetlerin bu-raykYN^\s.V&ml4^m\!»^^^                              rivayet bulunmamaktadır. Zira, bu iki ayet, hem öncesi hem de sonrasından bağımsız müstakil bir kısım olarak görünmektedir.

Bununla birlikte bize göre bu iki ayet, Nebi (s)'nin peygamberliğinin teyid edildiği, Allah'tan korkması ve kafirlere, münafıklara uymaması ile yalnız O'nun vahyine tabi olup O'na dayanması emrinin yer aldığı bu sûrenin ilk ayetini mânâ yönünden izlemek­tedir. Allah (c), risaletini Hz. Peygamber'e tevdi ederek ondan bu mesajı tam anlamıyla yüklenmesi için kendisinden önceki peygamberlerden aldığı gibi ahid almıştır.

Hz. Peygamber'in, Nuh (a)'un, İbrahim, Musa ve İsa (a)'nın özellikle zikredilmesi Kur'an'da tekrar eden hususlardandır. Nitekim bu tekrarın mahiyetini Şura sûresinde ele alıp açıklamıştık. Tekrarına lüzum görmüyoruz. [23]

 

9- Ey inananlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, hani bir zaman size ordular gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görmekteydi.

10- Hani onlar üstünüzden ve alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hançerlere dayanmıştı'[24]. Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz'[25].

11-  İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir sarsıntı  ile sarsılmışlardı[26].

12- Münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler: "Allah ve Rasulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" di­yorlardı.

13- Onlardan bir grup da demişti ki: "Ey Yesrib halkı, artık size duracak yer yok, dönün. Onlardan bir topluluk da: "Evlerimiz açıktır"[27] diyerek Peygamber'den izin istiyor­du. Oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Sadece kaçmak isti­yorlardı.

14- Eğer her yanından onların üzerine girilseydi'[28] de ken­dilerinden fitne yapmaları istenseydi bunu yaparlardı[29]'; bunu yapmakta fazla gecikmezlerdi.

15- Oysa arkalarına dönmeyeceklerine dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözden sorumlu idiler.

16- De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsa­nız, kaçmak size fayda vermez. Kaçsanız bile pek az bir zaman yaşatılırsınız."

17- De ki: Allah size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi O'ndan kim korur? Kendilerine Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.

18- Allah içinizden alıkoyanları[30]' ve kardeşlerine: "Bize gelin!" diyenleri biliyor. Onlar savaşa pek az gelirler[31].

19- Size karşı cimridirler. Ama korku gelirse onların, üstü­ne ölüm baygınlığı çökmüş insan gibi gözleri dönerek sa­na baktıklarını görürsün. Korku gidince, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dillerle incitirler[32]'. Onlar, inanmamış­lar, bu yüzden Allah, onların işlerini boşa çıkarmıştır. Bu; Allah'a göre kolaydır.

20- Onlar orduların gitmediklerini sanıyorlardı. Ordular gelmiş olsalardı, bunlar çölde bedevi Araplar arasında bu­lunmayı, sizin haberlerinizi oradan soruşturmayı dilerler­di'[33]'. Aranızda bulunsalardı dahi pek az savaşırlardı.

21- Andolsun Allah'ın Elçisinde sizin için, Allah'a ve ahi-ret gününe kavuşmaya inanan ve Allah'ı çok anan kimse­ler için, en güzel bir örnek vardır.

22- Mü'minler orduları gördükleri zaman: "Bu, Allah'ın-ve Rasulü'nün, bize vaadettiğidir. Allah ve Rasulü doğru söy­lemiştir" dediler ve bu, onların sadece imanlarını ve tesli­miyetlerini artırdı.

23- Mü'minlerden öyle erkekler var ki, Alah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi'[34]', kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir.

24- Ki Allah doğruları, doğruluklarıyla mükafatlandırsın, i-ki yüzlülere de dilerse azabetsin; yahut tevbelerini kabul buyursun. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyen­dir.

25- Allah, inkar edenleri öfkeleriyle geri çevirdi; hiç bir hayra eremediler. Allah savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, üstündür.

 

"Ey iman edenler Allah'in size verdiği nimetini hatırlayın..." ayeti ve devamındaki ayetler, ifadeleri itibariyle anlaşılır şekilde açık olup, İslam düşmanlarının Medine üze­rine kuvvet toplamasıyla ilgili sahneleri gözler önüne sermektedir. Müfessirlerin naklet­tikleri rivayetler ve siret kitaplarının ortak ifadelerine göre; ayetlerde sözü edilen olay, İslam tarihinde "Ahzab Olayı" ya da "Hendek Olayı" olarak bilinen hadisedir. Ayetler­de, İslam düşmanlarından "ahzab" olarak sözedildiği için, bu olaya "Ahzab Olayı" ismi verilmiştir. Ayrıca, Nebi ve müslümanlar, düşman birliklerinin Medine'ye saldırısını önlemek üzere Medine'nin Mekke'ye bakan kısmına hendek kazdıkları için bu olaya "Hendek Olayı" da denmiştir.

Ayetlerin üslubu da gösteriyor ki bu olay, alelade bir tarihi hadise olarak anlatılma­mış, bilakis ilahi hikmet; uyan, nasihat ve tehdid yoluyla çeşitli durumlara ve bu durum­ların etkilerine işaret etmiştir. Nitekim Kur'an'ın burada kullandığı üslup; genel olarak Nebevi dönemdeki kıssalarda, cihad olaylarında kullanılan üslupla aynıdır.

Tefsir ve siret kitaplarında[35] yer alan rivayetlerin bu hususta zikrettikleri özetle şöy­ledir: Nebi (s), Beni Nadir yahudilerini Medine'den sürdüğünde, liderleri Hayber'e gi­dip oradaki yahudileri örgütlediler. Daha sonra Mekke'ye bir heyet göndererek Mek­ke'nin yöneticilerini Medine üzerine kuvvet toplamaya, böylece Nebi'nin onlar için oluşturduğu tehlike büyümeden İslam'ın, müslümanlann ve Hz. Peygamber'in önünü kesmeye teşvik ettiler. Medine'ye karşı savaşmak için karar verirlerse Medine'de kalan yahudilerin de onlara destek vereceği ve onlarla birlikte hareket edecekleri vaadinde bu­lundular. Mekkeliler bunu kabul edip yahudilerle anlaştılar.

Rivayete göre,[36] her iki tarafın ileri gelenleri Kabe'ye gittiler ve putların önünde anlaşmaya sadık kalacaklarına dair yemin ettiler. Nisa sûresinin 51. ayetinde geçtiği üzere Kureyş liderleri, kendilerinin mi yoksa Muhammed'in mi doğru yolda olduğu hususunda yemin etmelerini istemişler yahudilerse Mekkelilerin doğru yolda olduklarını söylemiş­lerdir: "Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Cibt ve Tağuta inanıyor­lar ve inkar edenler için: 'Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır', diyorlar." Nite­kim bu ayette, rivayet edilen olaya işaret edilmektedir.

Daha sonra bu heyet Gatafan, Kays ve Gilan kabilelerine de giderek onları müslü-manlara karşı tahrik ettiler ve onlarla antlaşma yaptılar. Bu hizipler veya müttefikler ha­zırlıklarını tamamlayınca Medine üzerine yürüdüler ve Medine civarında konuşlandılar. Sayıları yaklaşık 10 bin veya daha fazlaydı. Bu ordular Ebu Süfyan komutasındaydılar.

Nadiroğulları, Medine'de kalan Kureyza yahudilerinin Nebi (s) ile aralarındaki ant­laşmayı bozmalan için çalıştılar. Hz. Peygamber, durumu öğrenmek üzere Evs ve Haz-rec liderlerini Kureyza yahudilerine gönderdi. Kureyza yahudileri Nebi (s) ve Ensar ile aralarındaki antlaşmayı bozmuş ve düşmanlıklarını ilan etmişlerdi.

Bu durumdan cüret alan münafıklar da, müslümanların gayretlerini baltalamaya, ara­larına korku yaymaya, Allah'a ve Rasulü'ne karşı tutumlarını değiştirmeye başladılar. Bütün bunlar karşısında kendilerini iki ateş arasında gören müslümanlar endişelenmeye başladılar. Önlerinde düşman, arkalarında düşman ve dahası içlerinde münafıkların komploları...

Nebi (s) ve müslümanlar Medine'nin Mekke'ye bakan kısmına etraflıca hendek kaz­maya başladılar. Hendeklerin etrafına savunma amacıyla askerler mevzilendirildi. Kadın ve çocuklar ise tepelere ve dağlara çıkarıldı. Bizzat Allah Rasulü'nün de katıldığı hen­dek kazımı bitirildi ve hendeklerin arkası askerlerle tahkim edildi. Müslümanların sayısı 3 bin idi.

Hendekler, Nebi ile düşman ordular arasında genel bir savaşın vukuuna engel oldu. Ancak, ferdi çatışmalar ve karşılıklı ok atışları oldu. Her iki taraftan da pek az sayıda kayıplar oldu. Medine, yaklaşık yirmi gün düşman ordularının muhasarasına tanık ol­du. Bu esnada Gatafan kabilesinden müslüman olan ve imanını kavminden gizleyen Naim isimli bir şahıs Nebi'ye geldi ve İslam'ın lehine ne yapması gerektiğini sordu. Nebi ise, düşman saflarında şüphe ve ayrılık oluşturmasını istedi. Bu şahıs yahudilerle diğer düşman orduları arasında bir güvensizlik oluşturdu. Hiziplerden her biri diğer ta­rafa şüpheyle bakınca düşman saflarında şiddetli bir fırtına esmeye, saflar çözülmeye başladı. Allah (c) onlann kalplerine bu şekilde korku saldı. Ebu Süfyan fazla geçme­den döndü ve diğerleri de onu takip ettiler. Böylece Allah onları, hiç bir olumlu sonuç elde edemeden kinleriyle birlikte geri çevirdi. Bu olay hicri 5. yılın Şevval ayında vu­ku bulmuştu. Görüldüğü gibi rivayetlerde anlatılanların pek az bir kısmı ancak ayetler­de zikredilmiştir. Her ne kadar rivayetlere bir takım mülahazalar eklenmişse de, rivayetlerde anlatılanlar ayetlerin genel çerçevesiyle uyuşmaktadır.

Ayetlerde bu savaşın miislüman saflarında meydana getirdiği etkilere değinilmiş, münafıklar şiddetle yerilmiş, Nebi'nin ve mü'minlerden samimi olanların savaş karşı­sındaki tutumları güçlü bir ifadeyle dile getirilmiştir. Öyle ki, ayetlerde o anlara ilişkin çizilen tablolar, rivayetlerde anlatılanları fevkalade geçmektedir. "Nitekim, Al-i İmran sûresinde Uhud harbiyle ilgili ayetlerde geçen takrir ve telkinlerle bu ayetler arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır. [37]

 

Ayetlerden şunları çıkarabiliriz:

 

I- Nebi (s), bu olayların etrafında döndüğü mihverin asıl kutbu, yılmayan, sarsılma­yan sağlam direğiydi. Öyle ki, 21. ayette müslümanlar, onu üsve-i hasene (en güzel ör­nek) olarak takib etmeye çağrılmışlardır.

II- Düşmanın sayıca çokluğu, silahça üstünlüğü ve yahudilerin haince tutumları so­nucu müslümanlarda şiddetli bir endişe hasıl olmuştu. Daha sonra sadık/halis imana sa­hip müminler diğerlerinden ayrılmış, Nebi'nin etrafında birleşerek onu desteklemeye, korumaya başlamışlar ve savaşa hazır olduklarını bildirmişlerdi. Bu mü'min topluluk savaşı, Allah'ın kendilerine vadettiği Rabbani bir seçim olarak görmüş, sıdk ve sebat ile savaşa azmetmişlerdi. Öyle ki, düşmanların bu durumu onların imanlarını ve bağlılıkla­rını artırmıştı. İşte bu halleriyle müminler topluluğu, 22-23. ayetlerde Allahu Teala'nın yüce övgüsüne mazhar olmuştur.

Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar ise; küfürlerini, inatlarını, Allaha ve Rasulü'ne karşı kötü tutumlarını sergilemekten geri durmamış, bu tutumlarını "Allah ve Rasulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" sözleriyle açığa vurarak bozgunculuk yap­maya, kardeşlerini asılsız iddialarla kaçmaya ve savaşı bırakıp evlerine dönmeye çağır­mışlardı. Halbuki, Nebi'ye meydandan kaçmayacaklarına ve savaştan geri durmayacak­larına dair söz vermişlerdi.

Muhtemelen onların verdiği bu söz, Uhud Savaşı'ndan sonraya rastlamaktadır. Nite­kim Uhud Savaşı'nda benzer bir tutum sergiledikleri için Al-i İmran sûresinin 15 ila 18. ayetlerinde şiddetle yerilmişlerdi. Tehlike gördüklerinde şiddetli bir korkuya kapıldıkla­rı, korku anı geçtiğinde ise çirkin sözlere başvurdukları ve hayırda son derece cimri ol­dukları dile getirilmiştir. Eğer düşmanlar Medine'ye girmiş olsalardı küfürlerini ve İs­lam'dan irtidat ettiklerini ilan etmekte tereddüt etmezlerdi.

Kendilerine; "düşman ordulan hüsrana uğrayarak Medine'den çıkıp gittiler" dendi­ğinde inanmamışlardı. Korkudan düşman ordularının Medine'den çıkmadığını zannedi­yorlardı. Düşmanla savaşmaktansa, çöl bedevileri arasında olup müslümanlann kötü ha­berlerini işitmeyi yeğliyorlardı.

Bütün bunlarla birlikte ilahi hikmet herşeye rağmen tevbe kapısını onlar için açık tutmuş ve 24. ayette bunu açıkça dile getirmiştir. Bu ayette -diğer birçok yerde de ifade ettiğimiz gibi- münafıklık gerçeği tescil edilmiş, Muhammedi risalet ve Kur'anî davetin insanları ıslah etmeyi, onlan doğru yola yönlendirmeyi ve onlardan tevbe/istiğfar eden­ler için tevbe kapısını daima açık tutmayı hedeflediği ortaya çıkmıştır. Nitekim bu saye­de, münafıklardan çoğu tevbe etmiş, gerçek imanı elde etmişlerdir.

Ayetlerde halis iman sahipleriyle münafıklara ilişkin çizilen tablolar, her zaman ve mekanda cihad/mücadele sahnelerinin aynlmaz parçası durumundadır. Dolayısıyla aye­tin gölgesinde ifade bulan telkinler ve ibretler, ilelebed geçerli olan değerlerdir. [38]

 

26- Kitab ehlinden onlara yardım edenleri'[39]' de kalelerin-den[40]' indirdi ve kalblerine korku düşürdü. Bir kısmını öl­dürüyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz.

27- Onların topraklarını, evlerini ve mallarını ve henüz ayak basmadığınız toprağı size miras verdi. Allah, herşeye kadirdir.

 

Kureyzaoğulları Hadisesi

 

Ayetlerde açık ifadeler kullanılmış ve Ehli Kitab'tan bir topluluğa karşı cihad sahne­sine işaret edilmiştir. Tefsir ve siret kitaplarında yer alan rivayetlerin ortak ifadesine gö­re, ayetlerde sözü edilen yahudiler, Medine'deki Kureyza yahudileridir.

Rivayetlerde yer alan ifadelere göre; düşman hiziplerinin Medine'yi terketmesinin hemen akabinde Cebrail, Hz. Peygamber'e gelerek Kureyza yahudilerinin üzerine yürü­mesinin gerekliliğini bildirmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber bir münadi gönderip; işi­tip itaat eden herkesin Kureyza yahudilerini öldüreceğini bildirdi. Hz.Peygamberin bu tutumunda, müşrik orduların her yönden saldırıya geçtiği bir zamanda Kureyza yahudi-lerinin hain ve düşmanca tutumlarının ne kadar tesir bıraktığı ortaya çıkmaktadır. Ayette geçen "zaheruhum" ifadesi, düşman ordularının Medine'yi muhasara ettikleri esnada münafıklardan, İslam'a karşı çirkin tezgahların sadır olduğunu göstermektedir. Şüphesiz onların bu hareketleri, anlaşmayı bozmalarından ve Hazrec ile Evs liderleri önünde düş­manlıklarını ilan etmelerinden daha yüksek dozda, onlara karşı Nebi (s) ve müslümanla-nn nefretine sebep olmuştu.

Bu olayla ilgili olarak nakledilen rivayetlerin özeti şöyledir[41]: Nebi (s), müslüman-larla birlikte onları 25 gece muhasara altında tuttular. Onların kayıtsız ve şartsız teslim olmalarından başka hiçbir istekleri kabul edilmedi. Kaçacak yolları kalmamıştı.

Evs kabilesinden onlarla anlaşma yapmış olanlar Rasulullah'a: "Onlar bizim mevali-mizdir (antlaşma yaptığımız kişilerdir). Hazredi kardeşlerimizin mevalisine -Beni Kay-nuka ve Beni Nadir'i sadece Medine'den uzaklaştırmakla yetinmişti- davrandığın gibi onlara da rıfk ile davran" dediler. Bunun üzerine Rasulullah: "İçinizden birinin onlar hakkında hüküm vermesine razı olur musunuz?" dedi. Onlar da "evet" dediler. "O za­man Sa'd b. Muaz onlar hakkında hüküm versin" dedi.

Hendek muhasarasında Sad'a bir ok isabet etmiş, Peygamber Mescid-i Nebevi'deki bir çadıra nakledilmesini emrederek, yaralıları tedavi etmekte uzman olan bir müslüman kadını da ona bakması için tayin etmişti. Sa'd b. Muaz'ın kavminden bazıları gelerek onu bir merkebe bindirdiler ve "Ey Ebu Amr onlar hakkında iyi hüküm ver, Rasulullah, onlar hakkında hüküm vermek için seni tayin etti" dediler.

Sa'd b. Muaz Nebi (s)'ye gelince onlar hakkındaki hükmünü açıkladı ve şöyle ko­nuştu: "Şu an Sa'd için, Allah'ın emri hususunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeme anıdır. Onlar hakkındaki hükmüm; erkeklerini öldürmen, kadın ve çocuklarını esir alman ve mallarım taksim etmendir." Bunun üzerine Nebi (s): "Onlar hakkında yedi kat gökten gelen Allah'ın hükmü ile hükmettin" dedi. Daha sonra, müslüman oldukları­nı ilan edenler dışında bu hüküm icra edildi. Nitekim, onlardan müslüman olanların kanları ve malları korundu.

Yine rivayete göre; Rasulullah onlardan yetişkin deve ve koyun sürülerinin yanısıra 1500 kılıç, 300 zırh, 2000 mızrak ve 1500 kalkan ganimet aldı. Öldürülen erkeklerin sa­yısı 600 ile 700 arasındaydı. Bıyığı çıkmamış gençler öldürülmediler. Necd'e gönderi­len kadınlar ve çocuklar esir alınarak satıldılar, onların paralarıyla at ve silah alındı.[42]

Yine müfessirler tarafından rivayet edilenlere göre; Beni Kureyza, Nebi (s)'den Evs'li Ebu Lübabe'yi istişare için kendilerine göndermesini istediler. Rasulullah da gön­derdi. Kureyzalılar, Hz. Peygamber'in hükmünü kabul etmeleri halinde ne olabileceğini sordular. Kadınlar ve çocuklar onun yanında ağlaşmaya başlayınca o da tamam dedi ve eliyle boğazını göstererek öldürüleceklerini ima etti. Daha sonra Ebu Lübabe, Allah'a ve Rasulü'ne hiyanet ettiğini anladı ve mescide gelerek kendisini mescidin sütunların­dan birine bağladı. "Allah, yaptığımdan dolayı beni affedene kadar burada kalacağım" dedi.

Durum Allah Rasulü'ne iletildiğinde: "Bana gelmiş olsaydı kendisi için istiğfar di­lerdim. Ancak o, yapacağını yapmış. Allah tevbesini kabul edinceye kadar onu oradan çıkaracak değilim" dedi. Birkaç gün orada bağlı kaldıktan sonra Rasulullah (s), "Ebu Lübabe'nin tevbesi kabul edildi" dedi. Bunun üzerine İmmü Seleme Ebu Lübabe'ye müjde verdi. Rasulullah sabah namazı için mescide geldiğinde kendi elleriyle onun ba­ğını çözdü. İşte bu olay, Rasulullah dönemindeki sosyal uygulamaların üstün bir örneği­ni göstermektedir.                                               

Bazı müsteşrikler haksız olarak Rasulullah'ın verdiği hükmü tenkid etmişlerdir. Fa­kat, onların gözardı ettikleri bir gerçek vardı. Kureyza yahudileri; tezgahlarını, hiyanet-lerini ve düşman ordularına sinsi desteklerini düşmanlık duygulan ile ortaya koymuşlar­dı. Dahası, onlar, bu komplolarını tezgahlarken İslam ve müslümanlar yok olma tehlike­si ile karşıkarşıya kalmışlardı. Elbette ki, bu tutumlarının cezası onların tezgahlarına münasip olacaktı. Yani verilecek ceza, işlenen suçun boyutuna uygun olmalıydı. Kaldı ki, Beni Kureyza yahudileri, kendilerinden önce Medine'den sürülen Kaynuka ve Nadir yahudilerinden ders almamış, onlara uygulanan bu cezaya itibar etmemişlerdi.

Müfessirlere göre; Allah'ın müslümanlara miras olarak bahşettiği henüz ayak bas­madıkları topraklar, Hayber topraklandır. Ayetteki ifade, olmuş bitmiş bir zaferin müj­desi mesabesindedir. Ancak ruhu ve içeriği bakımından ayet, sözkonusu topraklann, o-lay sırasında mallan ve mülkleri ile birlikte müslümanlann eline geçen Beni Kurey-za'ya ait, yaşadıkları yerden uzakta olan Hayber topraklan olduğunu göstermektedir.

Bütün bu anlatılanlardan hareketle, her iki ayetin de, aynı konu üzerinde yoğunlaşan önceki ayetlerle birlikte nazil olduğu görüşünü benimsemek durumundayız. Bu iki ayet ve önceki ayetler, uyancı, öğüt verici ve Allah'ın fazlı ve zaferini hatırlatıcı bir tarzda olaylann akabinde nazil olmuşlardır. [43]

 

28- Ey Peygamber, eşlerine söyle: "Eğer siz, dünya hayatı­nı ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzellikle salayım".

29- "Eğer siz, Allah'ı, Elçisini ve ahiret yurdunu istiyorsa­nız, Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir müka­fat hazırlamıştır."

30-  Ey peygamberin kadınları! Sizden kim açık bir edep­sizlik yaparsa[44] onun azabı iki kat yapılır. Bu, Allah'a gö­re kolaydır.

31- Fakat sizden kim Allah'a ve Rasulü'ne itaate devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da mükafatını iki kez veririz ve onun için bol bir rızık hazırlamışızdır.

32-  Ey peygamber kadınları, siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunuyorsanız, sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel söz söyleyin.

33- Evlerinizde oturun'[45]', ilk cahiliyyenin açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın'[46]''. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt Allah sizden, kiri gi­dermek[47] ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

 

34- Evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırla­yın. Şüphesiz Allah latiftjr^haber alandır.

 

"Ey Peygamber hanımlarına söyle..." ayeti ve devamındaki ayetlerde kullanılan ifa­deler anlaşılır ifadelerdir, Müfessirler,16 bu ayetlerin Peygamber hanımlarının daha faz­la nafaka istemeleri üzerine nazil olduklarını söylemişlerdir. Onlann bu istekleri, Hz. Peygamber'i derinden üzmüş, bu yüzden onlardan ayrılmayı hatta onları boşamayı dahi düşünmüştü. Bir rivayete göre, Hz. Peygamber'in hanımlarından ayrılma ya da onları boşama düşüncesi Tahrim sûresinin ilk beş ayetinin hakkında nazil olduğu ikinci olay­dır. Tahrim süresindeki beş ayet, bu rivayeti destekleyici mahiyettedir. Ayetlerin metni­ne uygun olan, zikrettiğimiz birinci rivayetin ilk kısmıdır. Yani Peygamber hanımları­nın ondan daha fazla nafaka istemeleridir.

Bu ayetler, öncekilerden bağımsız bir bölümdür. Ancak ayetlerin, Kureyza olayı ile ilgili ayetleri müteakiben gelmesi, Peygamber hanımlarının bu isteklerinin Kureyza ya-hudilerinden elde edilen ganimetlerden sonra gündeme'geldiğini göstermektedir. İlk iki ayet Hz.Peygamberin, evinde zorluklar içinde zühd hayatı yaşadığına delalet etmekte ve bu hususta nakledilen hadisler yakin derecesinde çok ve mütevatirdir.

Allah (c)'ın rızkı genişletmesiyle, Peygamber hanımları hayattan bolca nimet alma ve nafakalarının artma zamanının geldiğini zannettiler. Bunun üzerine anlatıldığı şekil­de istekte bulundular. Kuvvetli bir ihtimalle onlann bu istekleri, Beni Kureyza malları­nın taksim edildiği ve Rasulullah'ın -Enfal sûresinin 41. ayetinde de belirtildiği üzre-Allah, Rasulullah, yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar için ayrılan humusu aldıktan hemen sonra gerçekleşmiş ve dolayısıyla bu ayetler, önceki ayetlerle zaman yönünden aynı döneme rastladığı veçhile buraya konmuş olsa gerek.

Ayetlerde, özellikle de ilk iki ayette kullanılan ifade üslubuna bakıldığında, Peygam­ber hanımlarının bu isteklerinin Nebi'yi derinden üzdüğü görülecektir.[48] Zira, Peygam­ber^)'in .zorluk içinde zühd hayatı yaşaması fakirlikten kaynaklanmıyordu. İsteseydi fevkalade yaşayabilirdi. Ancak o, Allah'a olan bağlılığı, davası ve müslümanların sala-hıyla o denli içiçeydi ki, kendisi dünya malı ve nimetlerini düşünmekten pek uzak idi. Bu yüzden ilahi vahiyle; üslubu, telkini ve etki alanında üstün değerler ifade eden bu bölüm inzal buyruldu. Çünkü risalet vazifesi, dünya hayatı ve süsünden çok daha bü­yüktü. Rasulullah'ın imanı ve imanıyla içiçeliği ise, ondaki bütün boşlukları dolduru-yordu. Nebi'nin maddi-insani ihtiyaçlarına ve zahiri yönüne ait boşluk, tam anlamıyla doluydu. Sahip olduğu şeylerin, yaşamı için gerekli kısmını kullandıktan sonra kalanı müslümanların maslahatına harcanırdı.

Peygamber hanımları da onun bir parçası durumundadırlar. Eğer onun yanında kal­mak ve onun nikahlısı olarak yaşamak istiyorlarsa onun yaşadığı gibi yaşamaktan başka seçenekleri olamazdı. Kaldı ki Peygamber hanımları muttaki oldukları sürece Allah ka­tında diğer kadınlar gibi değillerdi. Bu yüzdendir ki, herhangi bir günaha veya masiyete irtikap etmeleri halinde azapları iki kat; Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederek salih ameller­de bulundukları sürece de sevapları iki kat olarak takdir edilmiştir. Ayrıca, onların çok­ça dışarı çıkmaları, açılıp saçılmaları ve konuştukları zaman hastalıklı kalpleri celbede-cek şekilde edalı konuşmaları onlara layık değildir. Bilmelidirler ki Allah, onlardan kiri giderip onları tertemiz kılmak ister. Fakat, isteklerinde ısrar ederlerse o taktirde hem kendileri Nebi'den, hem de Nebi (s) kendilerinden sayılmaz. Zira, Nebi'nin vazifesi ve almış olduğu manevi lezzetler, onu bu tür arzuların tümünden alıkoymaktadır.

İşte Allah Rasulü'nün güçlü ve samimiyet dolu özel hayatından sadece bir tek yüce sahifeye işaret eden bu ayetlerde, malı çoğaldığı zaman onun dünyevi lezzet ve arzulara daldığını zannederek onu çekiştirmeye çalışanları, cevap vermekten aciz bırakacak bir reddiye vardır. Çok evlilik yaptığı gerekçesiyle onu çekiştirmeye çalışanlara ise verile­cek cevaplar başka babda ele alınmış ve açıklanmıştır.

Konu ile ilgili rivayetlerin tümü, Peygamber hanımlarının bu hususta Allah'ı, Rasu-lü'nü ve Rasulullah'a yakınlıklarını tercih ettikleri yönündedir. Onların Allah ve Rasulullahın rızasıyla son bulmuştur.

Yine konuyla ilgili bir rivayette; ayetler nazil olduğunda Nebi (s), Hz. Aişe'den baş­layarak ona şöyle demişti: "Sana bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Bu konuda acele edip annen ve babanla istişare etmeden hüküm verme. Hz. Aişe: 'Nedir bu ya Rasulal-lah'?' dedi. Rasulullah ona, bu ayetleri okudu. Bunun üzerine Hz. Aişe: Senin hakkında annem ve babama mı danışacağım? Elbette ki, Allah'ı ve Rasulü'nü tercih ederim ve senden, hanımlarının hiçbirine benim tercih ettiğim şeyi söylememeni istiyorum, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Doğrusu Allahu Teala beni zorlayıcı değil, bilakis öğre­tici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi. Eşlerimden hangisi neyi tercih ettiğini sorarsa kendilerine söylerim, dedi. Daha sonra diğer hanımları da birer birer aynı şeyi tercih et­tiler. Allah'ı, Rasulü'nü ve ahiret yurdunu seçtiler."[49]

Ayette geçen "rics" içinde necasetin, fiili veya manevi pisliğin, günah ve masiyetin bulunduğu her şeydir. Temizleme ise bütün bunların giderilmesidir. Cümlenin mânâsına gelince; Allah, Peygamber hanımlarına -vasiyeti veçhile- ehl-i beytini bütün necaset, pislik ve günahlardan arındırmak, onları tertemiz kılmak istemektedir. Burada, Nebi'nin ehli beytine, büyük bir Rabbani iltifatın varlığı sözkonusudur.

Nebi'nin hanımlarına hitaben, evlerinde oturmaları emri, onların bir defa bile evle­rinden dışarı çıkmamaları değil, zaruret dışında çokça dışarı çıkmamaları anlamına ge­lir. Zira onların da dışarı çıkmalarını gerekli kılan ihtiyaçları ve zaruretleri vardır. Nite­kim, hanımlarının gerek Peygamber hayatta iken gerekse vefatından sonra, ihtiyaç ve zaruret hasıl olduğunda dışarı çıktıklarını ifade eden mütevatir derecesinde rivayetler mevcuttur. Buhari ve Müslim'in Ümmü'l-rnü'minin Sevde'den rivayet ettikleri bir ha­diste şunlar yer alıyor: "Ömer b. Hattab bir gün Sevde'yi dışarıda görmüş ve ona şöyle demişti: Ey Şevde, bizden gizlenmiyorsun, baksana nasıl da dışarı çıkıyorsun. Şevde bunu Rasulullah'a anlattı. Rasulullah ise şöyle dedi: Allah, ihtiyaçlarınız için dışarı çık­manıza izin vermiştir."[50]

Her halükârda ayetlerin, hassaten Peygamber hanımlarına yönelik olduğu açıktır ve ayetlerde, emir ve tavsiyelerle birlikte illete dayalı bir hükmün varlığı sözkonusudur.

Peygamberlik makamı; Nebi (s)'nin ahlakının yüceliği, imanı, duygu yönü, Allah'a bağlılığı ve davaya sadakatiyle beraber olsa da, iki şey arasında bırakılamaz. Her ne ka­dar bu ayetler, Hz. Peygamberin özel yaşamıyla ve hanımlarıyla ilgili olsa da, siyasile­re, ıslah ve cihad ameliyesiyle meşgul olan liderlere üstün bir hareket noktası olmuştur. Nitekim 21. ayette mü'minlerin, Hz. Peygamber'i kendilerine en güzel örnek edinmele­ri istenmişti. Şüphesiz bu ayetler Nebi'nin eşlerine önemli vazifeler yüklemiştir. Burada, müslüman liderlerin hanımları için de yüce telkinler ve öğretiler bulunmaktadır. [51]

 

Cahiliye Kavramı

 

Bilindiği üzere bu tabir (cahiliye tabiri) ile, doğru yol ve ilimden uzak olduğu için bisetten önceki dönem kastedilir. Bize göre, bu mânâ Kur'anî bir ifadedir. Eğer bu kav­ram bisetten önce de kullanılıyor idiyse -ki kullanıldığına dair kesin bir bilgi yoksa da biz kullanıldığını kabul ediyoruz- hoş görülmeyen eylemler ve adetler için kullanılıyor­du.

Müfessirler, İbn Abbas, İkrime ve diğerlerinden cahiliye hakkında değişik görüşler nakletmişlerdir. Bu görüşlerden birine göre; birincisi, Nuh ve İdris (a) arasındaki dö­nemde, ikincisi ise İsa ve Muhammed (s) arasındaki dönemde olmak üzere cahiliye iki dönemdir. Bize göre metodik olan bu tabir ile İslam'dan önceki dönem kastedilmiştir. Nitekim, İslam'dan önceki dönemde kadınların tümü, ya da bir kısmı -ayetin ifadesin­den de anlaşıldığı gibi- açılıp saçılıyorlar ve güzelliklerini, süslerini insanlara gösteri­yorlardı.

[52]

"Ehl-İ Beyt" Tabiri Hakkındaki Rivayetler

 

Ayetlerde, açık bir şekilde "ehl-i beyt" tabirinden, hitaba konu olan Peygamber ha­nımları kastedilmekle birlikte, bazı rivayetler, hanımlarının dışındakileri de bu tabirin şümulüne sokarken bir kısım rivayetler de Peygamber hanımlarını bu tabirin dışında göstermektedir.

Müslim ve Tirmizi'nin, mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'den rivayet ettikleri bir hadiste Ümmü Seleme şöyle demiştir: "Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri giderip sizi terte­miz kılmak ister, ayeti evimde nazil oldu ve Peygamber (s) Fatıma'yı ve Hasan ile Hü-seyn'i çağırdı. Onları abasının altına aldı ve Ali gerideydi. Sonra dedi ki; Allahım! bun­lar ehl-i beytimdir. Onlardan kiri gider ve onları tertemiz kıl. Dedim ki: Ben de onlarda­nım ya Rasulallah. Dedi ki: Senin yerin ayrıdır, sen de hayırlısın"[53]

Ümmü'l mü'minin Aişe'den rivayet edilen bir hadiste o şöyle demiştir: "Peygamber (s) sabah vakti, siyah kıldan yapılmış bir elbise ile çıktığında Ali'nin oğlu Hasan geldi. Peygamber onu elbise içine alıp sardı. Sonra Hüseyn geldi. Onu da elbisesinin içine al­dı. Sonra Fatıma geldi. Onu da elbisesinin içine aldı. Sonra Ali geldi. Onu da elbisesinin içine aldı ve: Ey ehl-i beyt Allah, sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister, de­di"[54]

Müslim'in Husayn'dan onun da Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiği bir hadiste Rasu-lullah şöyle dedi: "Size ehli beytim hakkında hatırlatmada bulunuyorum (bunu üç kez tekrarladı). Husayn Zeyd'e sordu: Ey Zeyd, ehli beyt kimdir? Hanımları ehli beyt değil midir? Zeyd: Hanımları ehli beyttir, ancak onun ehli beyti kendisinden sonra onlara ze­kat verilmesi haram kılınmış olanlardır, dedi. Onlar kimdir? deyince Zeyd: Onlar Ali, Akil, Cafer ve Abbas aileleridir, dedi". Bir rivayette de Husayn: "Ehli beyti kimdir? Ha­nımları mı? diye sordu. Zeyd: hayır Allah'a yemin ederim ki, bir kadın kocası ile bir müddet yaşar, sonra kocası boşarsa babasına ve kendi kavmine döner. Peygamber'in ehli beyti ise, kendisinden sonra onlara zekat verilmesi haram olan aslı ve neslidir, dedi."[55]

İmam Ahmed'in Enes b. Malik'den tahric ettiği bir diğer hadiste şunlar yer almakta­dır: Nebi (s) altı ay boyunca, Fatıma'nın kapısının önünden geçerken, sabah namazı için gidiyorsa eğer; ey ehli beyt namaz, der ve "Ey ehli beyt, Allah sizden kivi gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister" ayetini okurdu".[56]

Aişe (r)'den Ümmü Mecma'ın "Rasulullah için insanların en hayırlısı kimdir" soru­suna cevap olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulullah'in Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'i bir elbise altında toplayıp: Allahım! bunlar benim ehli beytimdir. Onlardan ki­ri gider ve onları tertemiz kıl, dediğini gördüm. Bunun üzerine: Ya Rasulallah ben de senin ehlindenim, dedim. Dedi ki; sen kenarda dur, sen de hayırlısın"[57]

Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen bir başka hadiste Rasulullah şöyle demiştir: "Bu ayet ben, Ali, Hasan, Hüseyn ve Fatıma hakkında nazil oldu."[58]

Özellikle Peygamber hanımlarını bu tabirin şümulünden çıkaran ve Şianın dört elle sarıldığı, ayetlerin açık ifadelerine karşı bizleri hayrete düşüren bu hadisler üzerinde bi­raz durmak istiyoruz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, sözkonusu temizleme cümlesin­den sonra gelen ayet Peygamber hanımlarına yönelik hitabın devamıdır. Dolayısıyla, bu makamda ehli beyt tabirinin Peygamber hanımları haricinde yorumlanması mümkün değildir. Kaldı ki, ehli beyt tabiri başka ayetlerde hanımlardan kinaye olarak kullanıl­mıştır. Hud sûresinin İbrahim (a) ile ilgili 71 ila 73. ayetlerinde: "Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona İshak'ı müjdeledik. Ishak'ın ardından da Yakub'u. Vay, dedi. Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey!. Dediler ki, "Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ehli beyt! O, övülmeye layıktır, ihsanı boldur!" buyrulmaktadır. Nemi sûresinin 7. ayetinde ise şöyle buyurulmaktadır: "Musa, ehline: 'Ben bir ateş gördüm, size ondan bir haber getireyim, yahut size bir ateş koru getireyim de ısınasınız demiş­ti" .[59]

Bunlara ilave olarak Buhari, Müslim ve Tirmizi, Ahzab sûresi 52. ayetin tefsiri ile ilgili rivayet ettikleri hadiste Peygamber hanımlarının odalarından geçerken onlara "ey ehli bey t Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun" diyordu.[60]

İbn Kesir, Tabiin alimlerinin büyüklerinden biri olan İkrime'nin şöyle dediğini nak­leder: "Bu cümle hususiyetle Peygamber hanımları hakkında nazil olmuştur". İbn Kesir bu cümleye ek olarak şunları söyler: "Bu ayet, Peygamber hanımlarının ehli beytin şü­mulü içine girdiğinin açık bir hükmüdür. Çünkü, bu ayetin nüzul sebebi Peygamber ha­nımlarıdır. Nüzul sebebi ya tek başına İkrime'nin kavli üzerine ya da başkalarıyla birlik­te ayetin hükmü içine dahil olur. Doğru olan budur".

Ümmü Seleme'den rivayet edilen hadise gelince, bu rivayette "Allah, ey ehli beyt sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister" ayeti onun evinde nazil olmuştur ve tek başına bir ayet değildir. Önceki ayetlerin bir parçası ve tamamlayıcısıdır. Bu kabil değerlendirme, Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen hadis için de geçerlidir.

Ancak bunları söylerken biz, Peygamber (s)'e kan bağıyla akraba olanların ehli beytuz. Bilakis, bu konuda eğer Kur'an'ın bu cümlesine ve ayetin indiği döneme istinad ediliyorsa o taktirde ayetin, ne şümulünün ne de hasrının doğrudan doğruya kastedilme-diğini söylemek istiyoruz. Öyleyse şunu söylemek yerinde olur; Nebi (s)'ye nisbet edi-lea bu rivayetlerin doğru olması batinde, Peygamber eş}?ji ûe. .birlikte dört mutahhar; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de ayetin şümulü içerisine girmektedir.

35- Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar[61]', mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadın­lar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar (Allah'a) saygı­lı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sa­daka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan ka­dınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, (işte) Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırla­mıştır.

"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar..." ayetinin ifade ettiği anlam açıktır. Her müslüman erkek ve müslüman kadın, kendisini Allah'a teslim ettiği, O'na iman edip kanunlarına riayet ettiği; ferdi, sosyal ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirdiği için ayette övgüye layık görülmüştür. Ayrıca her birinin, yüksek bir makam ve Allah katındaki ecri hakettiği ifade edilmiştir.

Ayetin iniş sebebiyle ilgili olarak müfessirler, bazı rivayetler nakletmişlerdir.[62] Bu rivayetlerdeki isimler ve keyfiyetlerde ihtilaf edilmiş ancak, ifade edilen gaye birdir. O da, bazı müslüman kadınların Rasul'e Kur'an'da kadından değil özellikle erkekten öv­güyle sözedilme nedenini sormalarıdır.

Rivayetin doğruluğu muhtemeldir. Kur'an, bazı özel durumlarda kadınlara ait hu­susları anlatmıştır. Nitekim, Al-i İmran sûresinin 195. ayetini açıklarken benzer bir riva­yeti zikretmiştik. Ayet, ilk etapta bir bütün olarak göze çarpmaktadır. Rivayetin doğru­luğunu da bu teyid etmektedir. Ancak, Kur'an bu ayetin nüzulünden önce, gerek Mekki gerekse Medeni ayetlerde saliha kadınları övgüyle anmıştır.[63] Bir sonraki ayette (Ahzab 36), mü'min erkek ve kadının eşit olarak Allah'a, Rasulü'ne ve onların hükmüne karşı sorumluluklarına işaret edilmiştir. Bunlardan anlaşılan o ki, bu ayet, kendisinden sonra­ki ayetle bağlantılıdır ve adeta sonraki ayet için bir giriş niteliği taşır. Ayrıca, Peygam­ber hanımlarının sorumluluklarından bahseden önceki ayeti takiben bu ayetin inmiş ol­ması ya da ayette mü'min erkek ve kadınların, görevlerini ifa etmeleri ve Allah'ın ka­nunlarına riayet etmeleri halinde Allah katındaki büyük ecre nail olacaklarının bildiril­mesiyle ayrı konuya geçmiş olması ihtimalden uzak değildir.

Her halükârda ayette açıkça, Kur'an tarafından kadının, bütün ferdi ve ahlaki görev­lerde erkekle aynı şartlarda muhatap kabul edildiği görülmektedir. Burada şunu belirt­meliyiz ki, İslam alimleri ve müfessirler, Kur'an'ın bütün hitaplarının mü'minlere ve müslümanlara yönelik olduğu ve nerede olursa olsun mü'minlerle müslümanlar zikredi-lirken bu hitabın sadece erkekleri değil eşit şekilde kadınları da kapsadığında görüş bir-liğindedirler. [64]

 

36- Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür.

37- Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine nimet verdi­ğin kimseye[65]: "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" diyor­dun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun, insanlardan çekmiyordun; oysa asıl çekinmene layık olan, Allah idi. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince'[66]' biz onu sa­na nikahladık ki evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestik­leri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu yerine getirilmiştir.

38- Allah'ın kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmek­te Peygamber'e herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın em­ri, olup bitmiş bir şeydir.

39-  Allah'ın buyruklarını duyururlar, Allah'tan korkar ve O'ndan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü ola­rak Allah yeter.

40- Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası de­ğil, fakat; Allah'ın elçisi ve peygamberlerin hatemidir. Al­lah her şeyi bilendir.

 

Ayetlerde şu hususlar vurgulanmaktadır.

 

I-  Allah ve Rasulü kendileriyle ilgili bir hususta hüküm verdiği zaman mü'min er­kek ve mümin kadınların Allah ve Rasulü'nün hükmünden başkasını seçmemeleri ge­rektiği, uyarı sigasıyla vurgulanmıştır. Zira, herhangi bir konuda Allah ve Rasulü'ne ita­at etmemek, büyük bir sapıklık ve haktan yüz çevirmektir.

II- Nebi (s)'ye sitemli bir tarzda hatırlatmada bulunuluyor. Çünkü Hz.Peygamber, Allah'ın nimet verdiği ve kendisinin de ihsanda bulunduğu kişiye karısını boşamaması-nı, Allah'tan korkmasını emretmişti. Öyleki, Nebi insanların sözlerinden çekindiği için bu emri vermiş ve mümkün olabilecek bir hususu saklamıştı. Halbuki, bu iş Allah'ın açığa çıkmasını istediği bir iş idi. Kaldı ki, esas korkulması ve çekinilmesi gereken Al­lah'tır. İnsanlardan çekindiği için bir hususu saklaması doğru değildi.

III- Allah'ın, açığa çıkmasını murad ettiği hadiseye işaret ediliyor. Sözkonusu hadise de, evlatlık edindiği ve ayette "Allah'ın nimet verdiği kendisinin de ihsanda bulunduğu" cümlesiyle kastedilen Zeyd'in hanımı ile evlenmesidir. Ta ki, bu uygu­lama mü'minlere örnek olsun ve bu hususta evlatlıkların, hanımlarını boşamaları veya evlatlıkların ölümü halinde müminler onların hanımlarıyla evlenmekte sıkıntı­ya düşmesin. Ayette bunlar ifade edildikten sonra, bu uygulamanın ilahi bir emir ve uygulanması gereken bir hüküm olduğu belirtilmiştir.

IV- Bu hadisenin akabinde tereddütleri ortadan kaldırmak babından şunlar zikredil­miş: Nebi (s) için Allah'ın emrini uygulamakta ve O'nun kendisine takdir ettiği şeyden faydalanmasında bir sıkıntı söz konusu değildir. Bu, Allah'ın geçmiş peygamberler için koymuş olduğu bir sünnettir, kuraldır. Zira O, peygamberlerini, insanlara ilahi mesajları iletmeleri ve hiç kimseden çekinmeksizin emirlerini uygulamaları için seçmiştir. Ve Allah, vekil olarak ona yeter. Allah'ın emirleri, maslahatların gerektirdiği şeyleri takdir eder ve bu emirler, uygulanması gereken emirlerdir.

V- Mü'minlere hitaben açıklayıcı, sebep bildirici üslupla başka bir husus: Muham-med, onlardan ne Zeyd'in ne de bir başkasının babası değildir. O, ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin hatemi (sonuncusu) dur. Allah, her şeyi bilmektedir.

Müfessirler, ilk ayetin iniş sebebi hakkında birçok rivayetlerde bulunmuşlardır. Bir rivayete göre bu ayet, Nebi'nin, Zeyneb bint-i Cahş'ı, Zeyd b. Harise'ye istemek için gittiğinde ailesinin veya kendisinin itiraz edip ben ondan daha iyiyim demesi üzerine nazil olmuştur. Bir rivayete göre, başka bir kadını Zeyd ile nikahlamak için istediği za­man ailesinin bundan kaçınması üzerine nazil olmuştur. Bir başka rivayete göre, Allah Rasulü, Ensardan bir cariyeyi kimsesiz, kendisine yardım edilen bir müslümana istedi­ğinde ailesinin bundan kaçınması üzerine nazil olmuştur.[67]

İlk ayetten sonraki ayetler ise rivayete göre, Allah Rasulü'nün evlatlık edindiği Zeyd b. Harise tarafından boşandıktan sonra Zeyneb bint-i Cahş ile evlenmesi üzerine nazil olmuştur. Yine bu hususta rivayet edilenlere göre, Nebi, Zeyneb'i Zeyd'le evlendirdik­ten sonra onu evde giydiği elbisesi ve baş örtüsüyle görmüştü. Zeyneb, beyaz tenli ve güzel bir kadındı. Güzelliği onu etkileyince "Kalpleri çeviren Allah ne yücedir" veya buna benzer bir ifade kullanmıştı. Zeyneb ise bunu hissetmiş ve Zeyd'e karşı büyüklen-meye ve onu incitmeye başlamıştı. Zeyd, Rasulullah'a şikayet ederek onu boşamak iste­diğini bildirmiş Rasulullah ise boşamamasını istemişti. Ancak, durum daha da kötüye gidince Zeyd onu boşamış ve iddetinden sonra Nebi onu nikahlamıştı. Aynca, bir başka rivayette Zeyneb, Peygamber'in kendisine karşı meyilli olduğunu hissettiğini Zeyd'e bildirmiş Zeyd ise: "Rasululah ile evlenmen için seni boşayayım mı?" demişti. Bunun üzerine Zeyneb: "Beni boşadıktan sonra Rasulullah ile evlenemeyeceğimden korkarım" demişti.[68]

İlk ayet, sonraki ayetlerle uyum içerisinde olduğundan, onlarla birlikte aynı mev­zu ile ilgili nazil olduğu kanaatindeyiz. Ancak ilk ayetin, kızlarını aşağı mertebede gördükleri kişilere vermekte tereddüt eden bazı müslümanlar hakkında inmiş olabile­ceği muhtemeldir. Raviler, bu sınıfsal anlayışları Peygamber'in ortadan kaldırmak istemesiyle diğer ayetlerin iniş sebebini birbirine karıştırmış olabilirler. Bu ihtimalin doğru olması halinde, ilk ayet nüzul sebebi bakımından diğer ayetlerden ayrılır.

Hz. Peygamber'in evlatlığı tarafından boşanmış karısıyla evlenmesi, çeşitli yorumla­ra ve gerek önceki gerekse muasır gayrı müslimler tarafından muhtelif tenkitlere konu olmuştur. Bazı müfessirler tarafından; olayın mantığına sığmayan, ayetlerin ruhundan uzak bir takım rivayetleri ispatlama çabaları, gayrı müslimlerin, hadiseyi ganimet bile­rek Nebi'nin saygınlığı ve temiz ahlakına dil uzatmalarına sebep olmuştur. Yazarlar, ke-lamalar ve müfessirler, onların bu tenkitlerine karşı reddiyeler yazmış ve olayı gerçek boyutlarına oturtmaya çalışmışlardır. Bunlardan bazıları, bir takım rivayetlerde kasıtlı iftiraların ya da yanlışlık ve karışıklıkların olduğunu ifade etmişlerdir.[69]

Bu hususta nakledilen rivayetlerin çoğu güvenilir dayanaklardan yoksun olmakla birlikte, elimize ulaşan ve Peygamber (s)'in tarihçe-i hayatını anlatan en eski kitaplarda da mevcut değildir. Şüphesiz, sözkonusu kitaplardan sonra neşredilen kitaplarda bu ri­vayetlere rastlamaktayız. Dolayısıyla, Nebi'nin Zeyneb'i içeri elbisesi ile gördüğünde onun güzelliğinden etkilendiğinin, kalbinin ona meylettiğinin anlatıldığı rivayetin, 3. ve 4. yüzyılda İslam'ı ortadan kaldırmaya, birçok iftira ve asılsız sözlerle İslam'ı karıştır­maya çalışan bazı toplulukların iftiralarından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.

Şüphesiz ayetler, bizzat bu olayın en kuvvetli dayanağı ve açıklayıcısıdır. Ayetlerin metnine ve ruhuna dikkat edilirse, aslında meselenin evlatlık edinme geleneğine bağlı olduğu görülecektir. Ayetlerin metnine ve konuyla ilgili bazı rivayetlere göre, olayın gelişim süreci aşağıdaki şekillerde meydana gelmiştir:

i- Nebi (s), Zeyneb'i evlatlığı olan Zeyd'e ister. Zeynep, o an sıyrılmaya çalışıp, -bir takım rivayetlerde de anlatıldığı gibi- onunla evlenmek istemez ise de Rasulullah'ın makamını ve ona itaatin gerekliliğini düşünerek bunu başaramaz ve kabul edip sessiz kalmayı yeğler.

ii- Zeyd, onun durumunu hisseder ve bu isteksizliğe sabreder. Günler ilerledikçe bu durum Zeyd'i daha çok rahatsız eder ve Rasulullah'a gelip şikayette bulunarak, onu bo­şamak istediğini bildirir.

iii- Evlatlık geleneğinde evlatlığın hanımını nikahlamak haram sayılırdı. Ayetler na­zil olarak nikahın bozulmasını gerektirince nikah bozulur ve Zeyd onu boşar. Gelenek­ler öylesine yerleşmişti ki kimse bu gelenekleri bozmaya cüret edemiyordu. Allah (c), bizzat Nebi'nin bu uygulamayı gerçekleştirmesini ilham etti. Fakat Allah Rasulü insan­ların tenkitlerini dikkate alarak bunu uygulamakta tereddüt eder ve Zeyd'e, hanımına ta­hammül etmesini söyler. İşte bu yüzden Rasulullah, ayetteki itab'a maruz kalmıştı. Al­lah'ın rasulleri, O'nun mesajının taşıyıcıları ve insanlara tebliğ edicileridir. Bu yüzden onların Allah'tan başkasını hesaba katmamaları gerekirdi. Daha sonra, Allah (c), Pey-gamber'in kalbinden tereddüdü giderir ve bu uygulamayla, evlatlığın iptaliyle ilgili hükmün tamamlanmış olacağını ilham eder. Bunun üzerine Nebi (s). Zeyd'in boşama­sından sonra Zeynep'le evlenir.

iv- Bu evlilik. Nebi (s)'nin çekindiği tenkidlere sebebiyet verir. Münafık ve kalpleri hasta olanlar bu olayı ağızlarında geveleyip dururlar. Gizliden gizliye veya açıktan ya­pılan bu dedikodular, ayetlerin iniş sebebidir.

Birbirine zincirleme bağlı olan bu gelişmeler, hadisenin Rabbani bir ilham ile vuku

bulduğunu ancak, bu ilhamın Kuranı vahiy şeklinde olmadığını göstermektedir. Ayetler ise, hadiseden sonra iddiaları reddetmek, Peygamber'i hoşnut edip bu husustaki sünne-tullahı, peygamberlerin risaleti tebliğ etmedeki vazifelerini ve Allah'ın emirlerini hiç bir tenkidi dikkate almadan uygulamaları gerektiğini açıklamak amacıyla nazil olmuştur.

İkinci ayette Rasulullah'ın hitaba maruz kalışı açık bir şekilde görülmektedir. Ayet­lerin tümünde ise, Allah ve Rasulü'nün hükmüne rıza göstermek gerektiği ve bu olayda Allah'ın hikmeti açıklanmıştır. Ayrıca, bu hükümle, sadece Hz. Peygamber'den değil bütün mü'minlerden, evlatlıklarının hanımlarıyla, boşanma ve kocalarının ölümü halin­de evlenmelerindeki sıkıntının kaldırılması öngörülmüştür. Nebi (s)'nin bu uygulamayı gerçekleştirme görevi ise, ilahi bir irade ve ilhamdır. Bu ayette özellikle "Ta ki Evlatlık­ları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'min-lere bir güçlük olmasın" cümlesi, olayın gerçek mahiyetini ortaya koyacak olan anahtar cümledir.

Nebi'nin böyle bir evliliğe ihtiyacı olduğu ya da gayri müslimlerin iddia ettikleri gi­bi Zeyneb'in güzelliğinden etkilenerek onu arzuladığı ve onunla evlenmek için Zeyd'-den boşattığı şeklindeki çıkarımlar birer iftiradan ibarettir. Zira, hem Zeyneb hem de Zeyd, doğal olarak meriyetteki geleneklerin buna imkan tanımadığını biliyorlardı. Za­ten, ilk ayette Nebi (s) Zeyd için onu istediğinde, Zeyneb'in bu geleneklerden etkilene­rek kibirlendiği ifade edilmiştir. İşte, rivayetlerdeki bir takım iddiaları tamamen ortadan kaldıran, meselenin canalıcı noktası buradadır. Nitekim Zeyd, işte bu sebepten ötürü onu boşamak istemiş ve Zeyneb'in kendisine karşı gösterdiği tavırlardan bizar olmuştu.

Son olarak bu hususta şunları söylemek gerekir; ilahi emrin icrasında Nebi'in şiddet­li hitaba[70] maruz kalmasıyla birlikte bu ayetler, mezkur hadiseden dolayı Hz. Peygam-ber'in saygınlığına ve yüce ahlakına hiç bir halel gelmediğinin en kuvvetli delilleri du­rumundadır. Ayrıca bu ayetler, evlatlık geleneğinin iptaliyle ilgili, sadece ilahi emrin uygulanmasıyla alakalı ayetlerdir. Ve ayetler evlatlıkların, hanımlarını boşamaları ya da ölmeleri halinde hanımlarıyla evlenmek hususunda mü'minlere bir zorluk olmamasını hedeflemiştir.

Bu hadise ile birlikte ayetler; akla, mantığa ve maslahata sığmayan zararlı adet ve geleneklerin ıslahı ya da ortadan kaldırılması için İslam önderlerine, liderlere ve davet-çilere yol göstermektedir. İslam toplumunun sosyal ve ahlaki anlamda yararına olabile­cek bir uygulamanın, gelenek haline getirilmesinde de kınamalardan, tenkitlerden çekinmemek gerektiği, bu ayetlerle ortaya konmuştur. Nitekim, bu tür toplum tarafından alı­şılmadık uygulamaları icra ederken, önce liderlerin örneklik etmeleri gerektiği aşikâr­dır. [71]

 

"Hatemü'n-Nebiyyin" Tabirinin Açıklaması

 

Müfessirler[72] Hatemü'n-nebiyyin terkibini açıklarken; "Bu cümle, Hz. Muham-med'in aynı zamanda rasullerin de sonuncusu olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü, her rasul bir nebidir. Fakat, her nebi bir rasul değildir" demişlerdir. Bu konuda müfessirler tarafından bir çok hadis-i şerif de rivayet edilmiştir.

Tirmizi'nin Übey b. Kab'dan rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle demiştir: "Nebiler arasında benim misalim, bir ev yapıp da evi tamamlayan ancak bir kerpiç yeri boş bırakan adamın misali gibidir. İnsanlar o evi gezer, hayran olurlar ve: 'Keşke bu kerpiç yeri de dolsaydı' derler. İşte nebiler arasında benim yerim o kerpicin yeridir."

İmam Ahmed'in Enes b. Malik'ten tahric ettiği bir hadiste ise Nebi (s): "Rasullük ve nebilik benden sonra kesilmiştir. Benden sonra nebi de, rasul de yoktur" dedi. Bunun insanlara ağır gelmesi üzerine Rasulullah: Ancak müjdeciler vardır, dedi. Müjdeciler nedir ya Rasulullah? diye sorulduğunda: Müslüman kimsenin rüyasıdır. Bu rüya da nü­büvvetin bir parçasıdır, dedi."

Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah: "Benden önceki nebilere altı şeyle üstün kılındım. Bana kelamın mükemmeli verildi. Korkuyla yardım edildim. Ganimetler bana helal kılındı. Bütün yeryüzü bana mescid olarak temiz kılındı. Bütün mahrukata gönderildim. Peygamberlik benimle son buldu."

Buhari ve Müslim'in Cübeyr b. Mut'im'den tahric ettiği bir diğer hadiste Hz.Pey-gamber şöyle demiştir: "Doğrusu benim muhtelif adlarım vardır. Muhammed, Ahmed, Allah'ın benimle küfrü ortadan kaldırdığı mahi, insanların benim önümde haşredileceği haşir, kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceği akib'im."

İmam Ahmed'in Abdullah b. Ömer'den tahric ettiği hadiste şunlar yer alıyor: "Bir gün Rasulullah veda ediyormuş gibi geldi ve şöyle dedi: "Ben, ümmi peygamber Mu-hammed'im, -bunu üç kez tekrarladı- benden sonra peygamber yoktur. Kelamın başı, tamamlayıcısı ve sonu bana verildi. Cehennem bekçileri ve arşı taşıyanların sayısı bana bildirildi. Benimle ümmetimden vazgeçildi. Ben ve ümmetim afiyette kılındık. Öyleyse ben aranızda olduğum sürece dinleyin ve itaat edin. Aranızdan ayrıldığım zaman Al­lah'ın kitabına sarılın. Kitap'ta helal kılınan şeyleri helal, haram kılınan şeyleri de ha­ram sayın."[73]

İşte Kur'an-ı Kerim bu şekilde Muhammed (s)'in getirdiği İslam dinini, her zaman ve her yerde bütün beşeriyete namzed göstermektedir. Nitekim Fetih sûresinin 28. ayeti bu mealde şöyle buyurmuştur: "O, elçisini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlere üstün kılsın. Şahid olarak Allah yeter." Nur sûresinin 55. ayetinde ise şöyle buyrulmuştur: "Allah, sizden inanıp salih amel işleyenlere vadetmiştir: Onlardan önce­kileri nasıl hükümran kıldıysa onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini bir güve­ne erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Bundan sonra kim inkar ederse işte onlar, fasıklardır."

Kur'an-ı Kerim; inanç, sosyal ilişki, dünya ve ahiret hayatıyla ilgili esasları, prensip­leri, kuralları, tavsiyeleri, sistem ve çareleri her zaman ve her yerde en güzel şekilde in­san topluluklarının mutluluğuna sunmuştur. Peygamber'in sünnetleri ise, bütün bunları tamamlayıcı ve açıklayıcı surette insanoğlunun istifadesine sunmuştur. Artık, Nebi'den sonra başka bir peygambere ihtiyaç kalmamıştır. İşte, Kur'an'daki "hatemü'n-nebiy-yin/peygamberlerin sonuncusu" tabirinin anlamı budur. Allah'ın selam ve rahmeti onun üzerine olsun... [74]

 

41- Ey inananlar, Allah'ı çok anın.

42- Ve O'nu sabah akşam teşbih edin.

43- O ve melekleri, sizi zulumatdan nura çıkarmak için üze­rinize rahmet eder[75]'. O, mü'minlere çok merhametlidir.

44- O'na kavuştukları gün selam ile karşılanırlar. Allah on­lara güzel bir mükafat hazırlamıştır.

45-  Ey peygamber, biz seni şahid, müjdeci ve uyarıcı ola­rak gönderdik.

46- Ve izniyle, Allah'a davetçi ve aydınlatıcı bir ışık ola­rak.

47-  Mü'minlere, Allah'tan büyük bir lütuf bulunduğunu müjdele!

48- Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetleri­ne aldırma, Allah'a dayan; vekil olarak Allah yeter.

 

Açık ifadelerin yer aldığı bu ayetler, önceki ayetlerle bağlantılı ve onların bir deva­mıdır. Nitekim bu ayetlerde, Allah'ın mü'minleri ikram ve inayetine mazhar kıldığı, Nebi (s) ile onları zulumattan nura çıkardığı ve melekleriyle onları desteklediği bildiril­miş; her zaman ve her halükârda onların Allah'ı zikretmeleri ve O'na şükretmeleri ge­rektiği anlatılmıştır. Ayrıca, Nebi'nin makamı teyid edilerek, Allah'ın şahid, müjdeci, korkutucu, Allah'a çağına ve aydınlatıcı ışık olarak onu gönderdiği büyük risalet göre­vi övgüyle anılmıştır. Kafir ve münafıkların sözlerine kulak asmaması, onların tuzak ve komplolarını kaale almaması ve sadece Allah'a güvenmesi emredilmiştir. Zira, Allah'ın vekilliği ne güzeldir ve O'nun vekilliği Hz. Peygamber için yeterlidir.

Özellikle son ayette, önceki ayetlerle bağlantılı olarak Rasulullah'ın, Zeyd'in boşa-dığı Zeynep ile evlenmesi hadisesini ağızlarında geveleyenlerin, insanların düşünceleri­ni bulandıranların kafirler ve münafıklar olduğu anlaşılmaktadır.

Yine bu son ayet-i kerimede, İslam toplumunun genel yapısına ilişkin daima tekrar­lanan bir gerçeğe işaret edilmiştir. Her zaman, her yerde hayra ve doğruya davet yolun­da, münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar engel oluşturmuş, düşünceleri bulan-dırıp şüphe yaymak suretiyle bu daveti karalamaya çalışmışlardır. [76]

 

49- Ey inananlar, inanan kadınları nikahlayıp da'[77]' henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayaca­ğınız bir iddet hakkınız yoktur. Hemen müt'alarını verin (biraz geçimlik verip memnun edin) ve onları güzellikle serbest bırakın.

 

Ayette, mü'minlere yönelik bir hüküm belirtiliyor. Bir kadının kocasından, cinsi münasebet gerçekleşmeksizin boşanması halinde iddet beklemesi zorunluluğu yoktur. Yine, boşayan kişi boşadığı kadına mut'adan hakkını vermek ve o kadını güzel bir şe­kilde salıvermekle mükelleftir.

"Ey inananlar! inanan kadınları nikahlayıp da..." ayetinin nüzul sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Ayetten de anlaşılacağı üzere burada ayn bir konu mevzu bahistir. Sûrenin bölümlerinden ayrı bir bölümün başlangıcı da olabilir. Ayet, dokunulmadan salıverilen kadınlarla ilgili Bakara sûresinin 236 ve 237. ayetlerini açık­lamaktadır. Nitekim, Bakara süresindeki bu ayetlerde, ilişkiye girilmeden boşanan ka­dınların geçimlikleri ve mihirlerine ilişkin hüküm belirtilmiş ancak iddet beklemeleri hususunda bir şey zikredilmemiştir. Yine Bakara sûresinin 228. ayetinde, boşanan ka­dınların 3 iddet süresi beklemeleri gerektiği bilüinlmişü. Mumcmcicn *» ı»™*- «—-lümanlar, ilişkiye girilmeden boşanan kadınların da iddet bekleyip beklemeyecekler! hu­susunda şüpheye düşmüş, bu durumu Rasulullah'a arzetmiş olmalılar ki, ayet onların bu şüphesini gidermek için inmiş olsa gerek. Nazil olan bu ayette, belirtilen hükmün illeti ve hikmetine işaret edilmiştir. Zira iddet, ancak rahimde çocuk olup olmadığının bilin­mesi ve karısına dönebilmesi için, boşayan kişiye bir fırsat olsun diye beklenir. [78]

 

50- Ey Peygamber! Biz, ücretlerini verdiğin eşlerini, Al­lah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunanları, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de kendisini Peygamber'e hibe eden ve Peygamber'in de ken­disini almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minlere de­ğil, sana mahsus olmak üzere (helal kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulanan (cariye)leri hakkında mü'minlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik ki, sana bir zorluk olmasın, Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.

51- Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alır­sın. Ayrıldıklarından arzu ettiğine (dönmekte) senin üzeri­ne bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp tasa­lanmamalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olma­larına en elverişli olan budur. Allah sizin kalblerinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir.

52- Bundan sonra artık sana kadınlar, güzellikleri hoşuna gitse de bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. Yalnız elinin altında bulunanlar bunun dışındadır. Allah, her şeyi gözetleyicidir.

 

Ayetlerde, evlilikleri hususunda Nebi (s)'ye hitaben şunlar yer alıyor:

 

I-  Gerek mihir vermek suretiyle kendisiyle birlikte hicret eden amca, hala, dayı ve teyzesinin kızlarıyla, gerekse mihir istemeden kendilerini Peygamber'e hibe eden kadın­larla ve elinin altındaki cariyelerle Peygamber'in evlenmesini, Allah (c) helal kılmıştır.

II- Bu durum Peygamber'e mahsustur. Sair mü'minlere değil. Nitekim sair mü'min-ler hakkındaki serî düzenlemeler daha önceki ayetlerde belirtilmişti. Ta ki Peygamber, zevceleri ve evlilik hayatı hususunda bir zorluğa ve sıklıntıya düşmesin. Allah gafurdur, rahimdir.

III- Aynı zamanda Hz. Peygamber'in, zevcelerinden arzu ettiğiyle münasebette bu­lunmasını, dilediğiyle nikah yapmasını ya da ertelemesini, terkettiğini tekrar almasını da Allah helal kılmıştır.

IV- Nitekim zevcelerinin mutluluğuna, mahzun olmamalarına ve Peygamber'in on­larla muamelesine razı olmalarına en uygunu budur. Allah, insanların kalplerinde olanı ve eğilimlerini bilir. İnsanların faydasına olan şeyleri emreder ve hilmini onlar üzerinde yayar.

V- Artık bundan sonra Peygamber'in başka kadınlarla evlenmesi veya bir zevcesinin yerine güzelliğinden hoşlanmış da olsa başka bir kadın alması helal değildir. Ancak, el­lerinin altında bulunan cariyeler bundan müstesna. Allah herşeyi gözetleyicidir.

Bir kısım müfessirler, "Ey peygamber! biz, ücretlerini verdiğin eşlerini..." ayeti ve devamındaki ayetlerin ya da 51. ayetin, peygamber hanımlarının birbirlerini kıskanma­ları, hanımlarının Peygamber'i rahatsız edecek şekilde ve Peygamber'in nikahında kal­mak ile ayrılmaları arasında bir tercih yapmaları sonucuna götüren nafaka isteyişleri hakkında nazil olmuştur. Nitekim Peygamber'le birlikte kalmaları seçeneğini tercih et­tikleri taktirde, Peygamber'in kendileri ile münasebetlerinde dilediği şekilde davranma­sına karışmayacakları şart koşulmuştur.

Ayetlerin iniş sebebi olarak bu tür rivayetleri onaylama konusunda çekimser kalıyo­ruz. Zira sözkonusu münasebetlerle ilgili ayetler nazil olmuştur. Bu nedenle başka ayet­lerin yerine konulacak diğer ayetlerin nüzulünde bir hikmet göremiyoruz. 50. ayetin "Biz eşleri ve ellerinin altından bulunan (cariye)leri hakkında müminlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik..." fırkasından ilhamla ilk etapta bu ayetlerin; kişinin kendi mahiyetinde toplayabileceği, kendisine helal olan ya da helal olmayan hanımların sayısı hakkında hukukî meseleleri içeren Nisa sûresi 3, 18 ve 28. ayetlerden önce nazil olduğu akla gelmektedir.

Teaddüd-ü zevcat (çok evlilik) sınırsız bir şekilde yürürlükteydi. Başkalannda oldu­ğu gibi Peygamber (s)'in de birden çok hanımla evliliği sözkonusu idi. Nisa sûresinin sözkonusu ayetleri Özellikle de hanımların sayılarını sınırlayan 3. ayeti "Şayet öksüzler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Onlar arasında da adalet yapamayacağınızdan kor-karsanız bir tane alın; yahut ellerinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Haksızlık et­memeniz için en uygun olan budur." nazil olduğunda yanlarında dörtten fazla kadın bu­lunduranlar dördünü ayırıp diğerlerini boşadılar.

Ancak, belirlenen sayıyı aşan peygamber hanımlarının oluşturduğu problem hem Peygamber'i hem de zevcelerini sıkıntıya soktu. Müslümanların bu ayet indikten sonra dörtten fazla olup boşadıkları kadınların tekrar evlenebilme imkanları vardı. Bu yüzden onlar için sözkonusu sınırlama sıkıntı oluşturmuyordu. Fakat Peygamber hanımlarının durumu daha farklıydı. Peygamber hanımı olmaları hasebiyle ayrı bir saygınlığa sahip idiler. Nitekim, Kur'an-ı Kerim onları müminlerin annesi olarak nitelendirmişti. Bu ne­denle açıkladığımız gibi, mevcut probleme çözüm getirmesi açısından bu ayetlerin nazil olması gerekiyordu. Nebi (s) de diğer müslümanlar gibi dörtten fazla olan eşlerini boşa­ma eğilimi göstermiş olabilir. Ancak bu durum boşanacak olan hanımlarının ileride kar­şılaşabilecekleri sıkıntılı hayat, müminlerin annelerini üzmüştü. Zira Peygamberle evli­liklerinden dolayı kazandıkları saygın konumdan yoksun kalacaklar ve dahası Peygam­ber hanımı olmalarından ötürü bir başkası ile evlilikleri de mümkün olmayacak ve ken­dilerinin bakımını üstlenecek bir kefil ya da dayanaktan mahrum olacaklardı. Binaena­leyh ilk ayet, hanımlarının tümünün Peygamber'in yanında kalmasına ruhsat vermiş ol­du.

Ahzab 51. ayetin ifade ettiği anlama ve bu ayetin önceki ayetle münasebetine göre 51. ayet, 50. ayetin bir devamı olma özelliği taşımaktadır. Şöyle ki, ayet, Peygamber'in belli bir vakitte hanımlarından sadece dört tanesiyle cinsi münasebette bulunmakla ye­tinmesini tavsiye edip, diğerlerini belirlemeksizin ertelemesini ihtiva ediyor. Tabiatıyla, ertelediği hanımın hakkını vermek suretiyle ayrı kalmaktan dolayı üzüntüsünü giderme­si ve bahtiyar kılması gerekiyordu. Daha önce münasebette bulunduğu hanımlarından birini münavebeli bir şekilde ertelemesi öngörülüyor. Ayetin son kısmı buna işaret edi­yor olsa gerek.

Zemahşerî, Keşşafında şunları rivayet eder: "Allah Rasulü bu ayetler nazil olduktan sonra kadınlarından sadece dört tanesi ile münasebette bulunmuştur. Bunlar Aişe, Haf-sa, Zeyneb ve Ümmü Seleme'dir. Rivayet her ne kadar sağlam bir kanaldan gelmemişse de, bizim konudan çıkarımlarımızla paralel bir hakikati yansıtmaktan uzak değildir.

Bize göre, Nebi (s) hakkında 51. ayetteki müsbet istisnai hükme karşılık 52. ayette menfi istisnai bir hüküm sözkonusudur. Hz. Peygamber'e 51. ayette bütün hanımlarını yanında bulundurma ruhsatı verilirken, 52. ayette cariye edinme dışında başka kadınla evlenmesi yasaklanmıştır. Ayette sarahaten, Peygamber için bu yasağın sürekli olduğu yani, hanımlarının bir kısmı ya da hepsi ölmüş olsa veya onları boşamış olsa bile bu ya­sağın devam ettiği vurgulanmaktadır. Oysa Peygamber dışındaki müslümanlar dört kadini bulundurmakla birlikte bunları başka kadınlarla değiştirme imkanına da sahiptiler.

Ayet hakkında İbn Kesir Hz. Aişe ve Ümmü Seleme'den şu hadisi rivayet etmekte­dir: "Nebi (s) vefat etmeden önce Allah kendisine kadınları helal kıldı." Ubey b. Kab'-dan ise şu hadisi rivayet eder: "Ayet, Nebi (s)'ye evliliği bütünüyle haram kılmamış an­cak, 50. ayette Allah'ın kendisine helal kıldığı kadınların dışındaki bir kısım kadınları haram kılmıştır."

Gördüğümüz kadarıyla, genelde ayetin metninde özelde de "min ba'du" kelimesin­de nehyin (alıkoymanın) varlığı sözkonusudur. Biz, sahih hadis kitaplarında, hakkında herhangi bir şey varid olmayan bu hadisler üzerinde duracağız. Yine İbn Kesir şöyle di­yor: İbn Abbas, Mücahid, Dehhak, Katade, İbn Ziyad, İbn Cerir ve diğer alimler bu aye­tin, 28. ayetle, Peygamber onları muhayyer bıraktığında Allah'ı, Rasulü'nü ve ahiret yurdunu tercih etmelerinden ötürü Peygamber zevcelerine bir mükafat olarak indiğini ve böylece Peygamber'in onlarla sınırlandırıldığını, başka kadınlarla evlenmesinin haram kılınmdığını söylemişlerdir ki bunlar, bizim söylediklerimize paraleldir. Ancak şunu be­lirtmek gerekir, bu söylenenler ayetin nüzul sebebi değil, sözkonusu alimlerin ayet üze­rine yaptıkları yorumda olabilir. Bu ayet ile önceki iki ayetin, Nisa sûresinde yer alan il­gili ayetlerden ve özellikle nikahın cevaz verildiği kadın adedini belirleyen ayetten son­ra nazil olduğu kanısındayız. Çünkü, bu görüşümüz ayetin metni ile uyum içindedir. Ayette geçen "... Diğer müminlere değil sana mahsus olmak üzere. Biz, eşleri ve elleri­nin altında bulunan cariyeleri hakkında onlara yapmaları gerekeni bil(dir)dik, ta ki sa­na bir zorluk olmasın."

Bir kısım müfessirler, "Bunları başka eşlerle değiştirmen helal değildir" cümlesin­de İslam öncesi Araplar'da var olan bir geleneğe işaret edildiğini söylemişlerdir. Nite­kim cahili Araplar eşlerini değiştiriyorlardı. Öyle ki, biri diğerinin eşini alıyor bunun karşılığında kendi eşini veriyordu. Ancak bizce, bu cümleden; Allah'ın belirlediği sayı­dan fazlasını almak için Nebi (s)'nin eşlerinden birini boşamaması kastolunmuş veya başka bir deyişle -az önce de söylediğimiz gibi- ayetten sonra artık cariye dışında başka­larıyla evliliğin kendisine yasaklanmış olmasıdır.

"Bir de Peygamber'e kendisini hibe eden ve Peygamber'in de kendisini almak iste­diği inanmış kadını sana helal kıldık" cümlesinde üslubi bir kalıp kullanılmıştır. Yani, geleceğe dair bir hüküm sözkonusu değildir. Bu cümlenin içinde bulunduğu 50. ayetin ifadesine göre, burada kendisini Peygamber'e hibe eden kadın, "Biz, hanımlarını sana helal kıldık..." cümlesinin kapsamındadır.

Kendisini Peygamber'e hibe eden kadının kim olduğu hususunda birçok rivayet var­dır. Bir rivayete göre bu kadın, Peygamber (s)'in Kureyş ile Hudeybiye'de imzaladığı antlaşma üzerine hicretin 7. senesinde Kabe'ye yaptığı ziyaret esnasında evlendiği Mey-mune bint-i Haris'dir. Bir rivayete göre, "yoksulların anası" olarak bilinen Zeyneb bint-i Huzeyme'dir. Bir başka rivayete göre de bu kadın, Havle bint-i Hakim ya da Ümmü Şerîk b. Cabir'dir. İlk iki rivayette zikredilen kadınlar (Meymune ile Zeyneb), Peygam­ber (s)'in fiilen hanımlarıydılar. Doğrusu, kendisini Hz. Peygamber'e hibe eden kadının Meymune olduğunu ifade eden rivayet daha kuvvetli olsa gerek.[79] Müfessirler, yerinde bir uyarıyla burada bir noktaya dikkatleri çekmiş ve sözkonusu hibenin temellük şeklin­de veya nikahsız ya da mihirsiz olmadığını söylemişlerdir. İbn Hişam'ın rivayet ettiğine göre, onu Hz. Peygamber'le evlendiren ve dörtyüz dirhem mihir veren bizzat Peygam-ber'in amcası Abbas'tır.

Ayetler indiğinde hatta 28. ayet nazil olduğu sırada Peygamber zevcelerinin; Aişe, Hafsa, Şevde, Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Cüveyriye, Zeyneb bint-i Cahş, Safiyye, Meymune ve Zeyneb bint-i Huzeyme olduğu ve ayetlerin nüzulünden sonra artık evlen­mediği hususunda varid olan rivayetler hemen hemen aynıdır. Zeyneb bint-i Huzeyme, Peygamber hayatta iken vefe* etmiş, diğer hanımları ise Peygamber'in vefatından sonra ve onun nikahında vefat etmişlerdir.[80]

Kur'an'ın Nebi (s)'yi diğer müslümanlar hakkındaki sınırlamadan muaf tutması, zevcelerinin çokluğunda olduğu gibi gayr-i müslimlerin "kendisine özel kurallar koyu­yor" şeklindeki eleştirilerine konu olmuştur. Nitekim çok kadınla evliliğini de "şehvet düşkünlüğü" şeklinde tenkid etmişlerdir.

Müslüman yazarlar her iki hususta da yapılan eleştirileri, son derece mantıklı ve gü­zel bir şekilde reddiyelerle çürütmüşlerdir. Bu reddiyelere göre;

a- Peygamber'in çok evliliği, hem yaşadığı dönemin uygulamalarına hem de insan fıtratına ters düşmüyordu.

b- Çoğu evliliklerini cinsi arzusunun olmadığı dönemlerde, bir kısmını kızlarıyla Ebubekir ve Ömer (r)'e tekrim kasdıyla, bir kısmını (Cüveyriye gibi) bazı kabilelerle ilişkileri kuvvetlendirmek için, bir kısmını Habeşistan'da kocaları vefat etmiş ya da ci-had sırasında şehid olmuş (Ümmü Habibe, Ümmü Seleme ve Şevde gibi) kadınların pe­rişan olmamaları için yapmıştır.

c- Eşlerinin çoğu kendisinden yaşça büyük, yetişkin evlatları olan kadınlardır ki bunlara karşı cinsel istek genellikle azdır. Görüldüğü gibi bu reddiyeler doğru ve tutarlı­dır.[81]

Yukarıdaki reddiyeleri doğrulayıcı mahiyette şunu söylemek gerekir; eğer şartların dayatması olmasaydı Nebi'nin kendisi için özel kural koymasına zaten ihtiyacı yoktu. Yani gelişen hadiseler, onun böyle bir uygulamaya ihtiyacı olduğundan değil tamamen dışsal etkenlerden kaynaklanmıştır. Zira o, bütün bunları cinsi arzusuyla yapmış olsaydi, pekala yaşça kendisinden büyük olan kadınlarla veya çoluk çocuk sahibi, cazibesini yitirmiş kadınlarla evlenmeyebilirdi. Onu böyle bir uygulamaya iten sebeplere, 51. ayeti açıkladığımız sırada değinmiştik. Peygamber'in bu uygulamasının doğruluğu, hikmeti ve yüceliği ortadadır. Önyargısız bütün insanlar, bu gerçeğe karşı diretmezler. Bunlara ilave olarak 51. ayette, dörtten fazla hanımıyla münasebette bulunması yasaklanmakta­dır. Burada Kur'an'ın getirdiği sınırlama ile dönemin şartları arasında bir uzlaşma söz-konusudur. Dahası 52. ayette, eşlerinin hepsi ölse yahut boşanmış olsa bile Hz. Peygam­ber'in artık evlenmesi yasak kılınmıştır. İşte burada, sözkonusu tenkitçileri cevapsız bı­rakacak başka bir reddiye vardır. [82]

 

53- Ey inananlar; peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir'[83]' de girerseniz yemeğin pişme­sini'[84]' beklemeyin'[85]'. Çağrıldığınız zaman girin; yemeği yeyince dağılm'[86]', söze dalmayın. Çünkü bu Peygamber'i incitiyor, fakat o (söylemekten) utanıyordu. Ama Allah, gerçek(i söylemekken utanmaz. Onlardan bir şey istediği­niz, zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalble-riniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir. Sizin, Al­lah'ın Elçisini incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşle­rini nikahlamanız asla olmaz. Çünkü bu, Allah katında bü­yük (bir günahjtır.

54- Bir şeyi açığa vursanız da, yahut onu gizleseniz de Allah her şeyi gayet iyi bilmektedir.

 

Ayetlerde mü'minlere hitaben:

 

I-  Nebi (s)'nin evlerine izinsiz girmemeleri, yemek için davet edildiklerinde ise er­ken gelip yemeğin pişmesini beklememeleri gerektiği bildirilmiş, yemek piştiği zaman çağrıldıklarında eve girmelerini ve yemekten sonra sohbet ya da uzun uzadıya konuş­mak için beklememeleri emir buyurulmuştur.

II-  Mü'mirilerin muhalif davranışta bulunmaları Peygamber (s)'e ağır gelmekte ve onu incitmektedir. Fakat o, bunu açıklamaktan haya ediyordu. Allah ise gerçeği söyle­mekten haya etmez. İşte bu yüzden Allah onları uyarmakta ve bu konuda nasıl davran­maları gerektiğini bildirmektedir. Eğer Peygamber (s)'in eşlerinden bir şey isteyecek olurlarsa perde arkasından istemelidirler. Zira bu şekilde davranmak hem kendileri hemde Peygamber eşleri için en uygun olanıdır. Mü'minler bu adaba riayet etmeli ve aksi davranışta bulunmak suretiyle Peygamber'i üzmemelidirler. Ayrıca, Peygamberden sonra mü'minler için onun eşleri ile evlenmek yoktur, bu Allah indinde büyük bir gü­nahtır ve bilmelidirler ki Allah, onlann gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilmekte­dir.

Müfessirler ve hadis ravileri, "Ey inananlar, Peygamber'in evlerine girmeyin..." ayetinin ilk kısmı hakkında birçok rivayet nakletmişlerdir. Buhari, Müslim ve Tirmi-zi'nin Enes (r)'den naklettikleri bir rivayette şunlar yer alıyor: "Nebi (s) Zeyneb ile ev­liliği münasebetiyle ziyafet vermiş ve Enes'e misafirleri yemeğe davet etmek için gön­dermişti. Bir kısım geliyor yemeklerini yiyip çıkıyorlardı. Davet edecek kimse kalma-yıncaya kadar çıkıp insanları yemeğe çağırdım. Davet edecek kimse bulamayınca: "Ey Allah'ın Peygamber'i! Artık davet edecek kimse bulamıyorum", dedim. Rasulullah (s): "Yemeğinizi kaldırın"! dedi. Odada konuşmaya devam eden bir kaç kişi kalmıştı. Pey­gamber çıkıp Aişe (r)'nin odasına gitti. "Ey ehl-i beyt, Allah'ın selam ve rahmeti üzeri­nize olsun!" dedi. Aişe: "Ve aleyke's-selam ve rahmetullah, Allah mübarek kılsın; yeni zevceni nasıl buldun?" diye karşılık verdi. Rasulullah (s) eşlerinin odalarına uğrayarak hepsine, Aişe'ye dediği gibi dedi ve eşlerinin hepsi de Aişe'nin dediği gibi ona karşılık verdiler. Sonra döndü. Fakat odadaki misafirler hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Peygamber çok hayalı idi. 'Onlara artık çıkın gidin!' diyemeden yine Aişe (r)'nin odası­na doğru-çıktı. Daha sonra Rasulullah'a misafirlerin gittiklerini söylediler. Döndü ve odaya girmek üzere bir ayağı kapının eşiğinde bir ayağı da henüz dışarıda iken Enes ile arasındaki perdeyi kaldırdı. Bunun üzerine hicab ayeti nazil oldu."

Buhari ve Müslim, ayetin ikinci kısmı hakkında ise Ömer (r)'den naklettiklerine gö­re Ömer (r) şöyle demiştir: "Dedim ki; Ey Allah'ın Rasulü! Senin yanına iyi adam da günahkar adam da giriyor. Bunun için müminlerin annelerine hicabı emretsen? Bunun üzerine Allah, hicab ayetini yani "Onlardan bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temizdir" ayetini in­dirdi."

Birinci hadis ayetin içeriğine daha uygundur. Zira ikinci hadiste, Hz. Ömer şahsi olarak Peygamber hanımlarının hicabını temenni etmişti. Nitekim, ayetin içerdiği an­lam, sadece iyi ya da kötü insanların Peygamber eşlerinin evlerinde oturmalarına bağlı değildir.

Müfessirler, bu ayetin son kısmı hakkında ise şunları nakletmişlerdir: Bazı insanlar Peygamber'in vefatından sonra eğer Hz. Aişe hayatta olursa onunla evleneceklerini söy­lüyorlardı. Rivayet ihtimalden uzak olmamakla birlikte şu var ki, bunu söyleyen kişinin imanı sağlam olmasa gerek. Çünkü, bu sözle adeta meydan okunmaktadır. Bu da sadık iman sahibinden beklenmeyecek bir davranıştır.

Özet olarak bize göre, ayetin son kısmı bu hadise üzerine nazil olmamıştır ve iki ayetin nüzulü birlikte gerçekleşmiştir. Son rivayette nakledilen söz herhangi biri tarafın­dan sarfedilmiş olsa bile, bu söz ayetler nazil olmadan önce söylenmiş ve ayette konuya uygun olması hasebiyle, bu söze işaret edilerek bundaki büyük günaha dikkat çekilmiş olabilir.

İlk ayetin metninden anlaşıldığına göre ayet, Peygamber (s)'in evleri ve özelde ha­nımları hakkındadır. Yine açıkça anlaşılıyor ki, ayette sözü edilen hicab yüze peçe takıl­ması değil, kapının örtülmesi veya perde çekilmesidir. Bir şey isteyecekleri zaman per­de arkasından istemeleri ise, ayetin öngördüğü ahlaka uygun olarak izin almadan ya da davet edilmeden Peygamber (s)'in evlerine girmemeleri veya orada sözü uzatmamaları­dır.

Nur sûresinde müslüman erkek ve kadınlara; evlere girme, yemek yeme ve oturma odalarına girme adabı ve kadınların süslerini göstermemeleri ile ilgili ayetler bu ayetin hükmünü teyid etmektedir. Nitekim Nebi'nin evleri, etrafı duvarla çevrili bir iki oda­dan ibaret olup bir kısmını namaz ve misafir için ayırdığından bu durum ayetteki söz-konusu nehyi gerektiriyordu. Bununla birlikte izin alıncaya kadar eve girmemek, sözü uzatmayarak kalkmak her müslümanın uygulaması gereken üstün davranış biçimidir.

Vefatından sonra Peygamber zevceleriyle evlenmenin haram kılınmasına gelince, bu hükmün hikmeti gayet açıktır. Kur'an onları müminlerin anneleri olarak tavsif etmiş ve peygamber eşi olmaları hasebiyle bir takım meziyetler kazanmışlardı. Dolayısıyla hiç bir müslümanın bunu yapması ve hatta yapmaya niyetlenmesi sözkonusu vasıflan ihlal edeceğinden doğru değildir. [87]

 

55- Onlara ne babaları, ne oğulları, ne kardeşleri , ne kar­deşlerinin oğullan, ne kızkardeşlerinin oğulları, ne kadın­ları ve ne de ellerinin altında bulunanlar hakkında da bir günah yoktur. Allah'tan korkun'[88]', şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir.

 

Önceki ayette ele alınan evlere girme adabı ve hicabdan başka bir konuya geçilerek bu ayette Peygamber zevcelerinin yanına babaları, oğullan, kardeşleri, yeğenleri, kadın-lan ve ellerinin altındaki hizmetçilerinin girmesinde bir sakınca olmadığı vurgulanmış; Allah'tan korkmalan, O'nun sınırlanna riayet etmeleri gerektiği bildirilerek, Allah'ın her an hazır ve nazır olduğunu düşünmeleri emredilmiştir.

"Onlara ne babaları, ne oğulları, ne kardeşleri..." ayetinin nüzul sebebi hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Ya önceki ayetlerle birlikte nazil olmuş ya da önceki ayetin nazil olması ile oluşan sıkıntılan gidermek için nazil olmuştur. Eğer söylediğimiz ikinci ihtimal doğruysa o taktirde bu ayet, konu uygunluğu dolayısıyla buraya konul­muştur.

Bazı müfessirler,[89] amca ve dayılann baba mesabesinde olmalarından ötürü ayette zikredilmediklerini ancak ibahat hükmünün aleyhlerinde cari olduğunu söylemişlerdir. Bazılan ise;[90] onlar mahrem olmayan çocuklarının yanında anlatmamalan için Nebi (s)'nin eşlerinin yanına izinsiz ve hicabsız girmeleri kerih görülenlerdir, demişlerdir. Bi­ze göre, ilk görüş daha isabetlidir. Zira, amca ve dayılar, Kur'an'ın ifadesiyle yeğenleri için mahremdirler. Nitekim, Nisa sûresinde "Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz ve yeğenleriniz size haram kılındı..." buyrulmuştur. Kadınların çocuklarına veya başkalarına vasıflaması ise; kardeşler, yeğenler ve tüm kadınlar için sözkonusudur. Müfessir Kasımi, Buhari'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir hadisi nakle­der. Hadiste Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hicab ayeti nazil olduktan sonra Ebi'l-Kuays'ın kardeşi Eflah yanıma gelmek için benden izin istedi. Ben: Rasulullah'tan izin almadıkça olmaz, dedim. Rasulullah geldiğinde ona: Ya Rasulallah Ebi'l-Kuays'ın kardeşi Eflah yanıma gelmek için izin istedi, ben ise senden izin almayınca izin vermedim, dedim. Rasulullah: Neden ona izin vermedin? dedi. Beni onun karısı değil Ebi'l-Kuays'ın karısı emzirdi, dedim. Bunun üzerine Rasulullah: Ona izin ver, o senin amcandır, elinin altın­da yetişmişsin, dedi. Eflah Aişe (r)'nin amcası oluyordu, çünkü onu emziren kadının ko­casının kardeşiydi. Ancak, asıl amca ve dayıların girmesinin caiz olması evladır.

Müfessirler[91] "nisaihinne" ifadesi hakkında iki görüş ileri sürmüşlerdir. Birincisine göre, bu kadınlardan maksat mü'mine kadınlardır. Mü'min olmayan kadınlar da izin al­madıkça giremezler. İkincisine göre de, burada tek cins olmaları hasebiyle tüm kadınlar kastedilmiştir. İkinci görüş daha tatminkardır. Zira bu ifadenin "onların kadınları" kalı­bında gelmesi sadece mü'min kadınlara mahsus olması için değil lafızların uyumu için­dir.

Aynı müfessirler "ve ellerinin altındaki cariyeler" ifadesi hakkında da iki görüş be­lirtmişlerdir. Birincisine göre, burada kastedilen cariyedir, erkek köle değil. İkincisine göre ise, her iki cins de kastedilmiştir. Ayetteki ifadeye bakılırsa her iki cins de kastedil­miştir. İşte bundan dolayıdır ki, erkek bir köle, sahibi olan kadının namahremi sayılmış­tır. [92]

 

56- Allah ve melekleri, Peygamber'e salat etmektedir. Ey inananlar siz de ona salat edin, içtenlikle selam edin.

 

Ayette:

 

I- Övgü mahiyetinde Nebi (s)'nin, Allah ve melekleri katındaki yüce konumu ve şa­nından bahsedilmiş, Allahu Teala'nın daimi iltifat ve rahmetiyle ona salat ettiği bildiril­miştir. Aynca meleklerin, dualarıyla daima salat ettikleri açıklanmıştır.

II- Mü'minlerin de, Peygamber'e yaraşır şekilde onu yücelterek dualarıyla O'na sa-lat etmeleri emredilmiştir.

Bu ayet, hem öncesiyle hem de sonrasıyla bağlantılıdır. Öğretici, eğitici ve münker-den alıkoyucu mahiyette gelen önceki ayetleri izlemekte ve sonraki ayetlerde Nebi (s)'ye komplo peşinde olanları, ona eziyet etmeye kastedenleri temhil etmekte, yani on­lara mühlet vermektedir. Asıl itibariyle bu ayetin hedefi, mü'minlerin Peygamber karşı­sında saygılı, ihlaslı olmaları, onu üzecek sözlü-fiili, gizli-açık davranışlardan kaçınma­ları ve onu razı edecek, ona hoş gelecek her şeye tabi olmaları gerektiğini telkin etmek­tir.

Ayet her ne kadar belirli bir olaya mahsus ise de, ibaresinin umuma uyarlanmasıyla, her zaman her yerde erkek-kadın tüm müslümanların, Nebi (s)'ye saygı, tazim ve duala­rını kapsamakta, onun insanları Hakka, iyiye ve iki dünya saadetine götüren, onlan ka­ranlıklardan aydınlığa çıkaran faziletinin ölümsüz tesirini muterif bir tarzda büyük şük­ranlarını içermektedir.

Nebi (s)'ye salat getirmenin gerekliliği ve fazileti hakkında muhtelif derecelerde bir­çok hadis rivayet edilmiştir. Bu hadislerden Buhari ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bir hadiste şunlar yeralıyor: "Ayet nazil olduğunda Nebi (s)'ye şöyle dediler: Sana 'selam' vermenin nasıl olduğunu öğrendik, ancak 'salat' nasıl yapılacak? Rasulullah: "Al­lah'ım! İbrahim ehline rahmet ve ihsanda bulunduğun gibi Muhammed'e ve onun ehli­ne de rahmet ve ihsanım yağdır. Şüphesiz ki sen hamidsin mecidsin. Allah'ım! İbra­him'in ehline bereketini ihsan ettiğin gibi, Muhammed'e ve onun ehline de bereketini ihsan et. Şüphesiz ki sen, hamidsin mecidsin, demek suretiyle" dedi.

Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet edilen başka bir hadiste şunlar yer almaktadır: "Ab­dullah b. Mes'ud: Peygamber'e salat getirdiğinizde güzelce salat getiriniz, dediğinde; 'bize öğret' dediler. Bunun üzerine Abdullah, şunları söyleyin dedi: "Allahım! Salatını, rahmet ve bereketini nebilerin seyyidi, muttakilerin imamı, peygamberlerin sonuncusu' kulun ve rasulün olan, dinin öncüsü, iyiliğin rehberi ve rahmet peygamberi olan Mu-hammed'in üzerine kıl!. Allah'ım! Onu önceki ve sonrakilerin gıbta ettiği makam-ı mahmuda ulaştır. Allah'ım! İbrahim'e, ehline rahmet ve ihsanda bulunduğun gibi Mu­hammed'e ve O'nun ehline de rahmet ve ihsanını yağdır. Şüphesiz ki sen, hamidsin me­cidsin."[93]

İbn Mace'nin rivayet ettiği bir hadiste de Rasulullah şöyle demiştir: "Abdesti olma­yanın namazı, Allah'ın ismini anmayanın ise abdesti yoktur, Nebi'ye salat getirmeyenin ve Ensarı sevmeyenin de namazı yoktur."[94]

İmam Ahmed'in rivayet ettiği bir başka hadiste ise şunlar yer almaktadır: "Hz. Peygamber bir gün geldiğinde sevinci yüzünden okunuyordu. Ya Rasulallah! Yüzünde se­vinç belirtisi görüyoruz, dediğimizde şöyle dedi: Bir melek bana geldi ve: Ey Muham­medi Rabbinin, ümmetinden sana salat getiren kişiye on defa salat ederim, ümmetinden sana selam gönderene on defa selam ederim, demesi hoşuna gitmez mi? dedi".[95]

Yine İmam Ahmed'in rivayet ettiği bir diğer hadiste şunlar yer alıyor: "Rabbim azze ve celleden bir melek bana geldi ve: Senin ümmetinden her kim sana bir salat-ı şerife getirirse, Allah ona on iyilik verir, on kötülüğünü de giderir ve onu on derece yükseltir" dedi.[96]

Bir başka hadiste de Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur: "İster az yapsın, ister çok yapsın, her kim bana bir salat-ı şerîfe getirirse melekler de aynı şekilde ona salat getirir­ler".[97]

Allah'ın salat ve selamı rehberimiz Muhammed'in üzerine olsun! Faziletine, cihadı­na, büyüklük ve şanına, getirdiği parlak nurunun tesirine yaraşır şekilde ona, salatu se­lam olsun! O parlak nur ki, ilelebed aydınlatmaya devam edecek, insanlar sağlıklı dü­şündükleri, iyi niyetli, basiretli oldukları, nübüvvetinin mucizesi olan Kur'an'ın fazile­tiyle saadeti tercih ettikleri sürece daha çok aydınlatacak ve insanların yollarına ışık tu­tacaktır. [98]

 

57- Allah'ı ve Elçisini incitenler var ya, işte Allah onlara dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.

58- Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir şeyle incitenler bir iftira ve açık bir günah yüklenmiş­lerdir.

 

"Allah ve Elçisini incitenler var ya..." ayeti ve devamındaki iki ayette de açık ifade­ler kullanılmıştır. Allah ve Rasulünü incitenler, hem dünyada hem de ahirette Allah'ın la'neti ve alçaltıcı azabıyla korkutulmakta, ayrıca kendilerinde olmayan bir şeyi bahane ederek mii'min erkek-kadınlara eziyet ve işkence edenlerin büyük cürüm işlediklerine işaret edilmektedir.

İbn Kesir, İbn Abbas'tan, birinci ayetin Rasululah'ı, yahudi Safiye ile evlendiği için kınayanlar hakkında nazil olduğunu nakleder. Hazin de ikinci ayetin nüzul sebebi hak­kında, "denildi" lafzıyla üç rivayet nakletmiştir. Bu rivayetlere göre 58. ayet, Ali b. Ebi Talib'i sözleriyle incitenler hakkında veya Hz.Aişe'yi incitenler hakkında ya da kadın­lara dadanıp geceleri onlan rahatsız edip, onlara eziyet edenler hakkında nazil olmuştur. Müfessirler[99] Allah'ı incitmenin O'na çocuk, şerîk ve yoksulluk isnad etmek, Nebi'yi incitmenin ise onu yalanlamak, ona sihirbazlık, şairlik, delilik ve kahinlik isnat etmek olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, bazılarına göre de, "Allah'ı incitenler" cümlesinde mukadder bir mahzuf vardır. Yani, bunlara göre cümle "Allah'ın dostlarını incitenler" şeklinde anlaşılmalıdır.57 ve 58. ayetlerin, hem konu, hem de mânâ akışı yönünden önceki ve sonraki ayet­lerle bağlantılı olduklarını görüyoruz. Zira, hem bu iki ayetin içeriği, hem de önceki ve sonraki ayetlerin içeriği bu bağıntıyı açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim, mânâ itibariy­le önceki ayetleri izlemekte, sonraki ayetlere ise zemin hazırlamaktadır. Şöyle ki; önce­ki ayetlerde her ne şekilde olursa olsun Allah Rasulü'nü incitenlerin büyük günah işle­dikleri vurgulanmış, sonraki ayetlerde ise mü'minlerin kadınlarına insanların eziyetle­rinden kaçınmaları talimatı verilmiş; münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve dil uzatanlar bu konumlarından vazgeçmedikleri taktirde sıkı bir korkuya maruz bırakıl­mışlardır. Allahı, Rasulünü, mü'min erkek ve kadınları incitecek konumda yer aldıkları ve yer almaları beklendiği için bu dil uzatanlar topluluğu Allah'ın lanetini ve inzannı (korkutmasını) haketmişlerdir.

Haddizatında bu iki ayet (57-58) bir tek cümledir, bir bütündür. Ayetlerdeki ifadeler umuma teşmil edildiği ya da uyarlandığı zaman; Allah, Rasulü, mü'min erkek ve kadın­lar hakkındaki her türlü eziyeti, incitmeyi, kötü davranışı, çirkin sözü, iftirayı, günaha yöneltmeyi, isyanı, alayı ve hafife almayı kapsamaktadır. Bu itibarla ayetler; ne zaman, nerede ve ne şekilde olursa olsun, bu gibi tavırları ortaya koyanları yadırgayarak onlan şiddetle yermiş ve mü'minler; şiddete, caydırıcı usullere başvurarak onlan engellemeye çağnlmıştır. [100]

 

59- Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle; örtülerini[101] üstlerine salsınlar onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan,çok esirgeyendir.

 

Ayetlerde şu hususlar vurgulanmaştır:

 

I- Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde müslümanlar aleyhinde kö­tü haber yayanlar şiddetle uyarılmışlardır. Yaptıkları komplo ve desiselerden vazgeçme­dikleri taktirde Allah, Nebisi'ni onların üzerine salacak, onları mağlub edecek, lanet damgasıyla damgalanmış olarak Medine'den çıkaracaktır. Nerede olurlarsa olsunlar kanlan heder sayılacak, istisnasız ve müsamahasız öldürüleceklerdir.

II- İşte bu; Allah'ın, onlar gibi geçmiş kavimler için koyduğu kanun'dur ve hangi durumda olursa olsun Allah'ın kanununda bir değişiklik sözkonusu değildir.

"Andolsun; münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar..." ayeti ve devamındaki ayetlerin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirlerin dediğine göre, münafıklar, Nebi (s)'nin seriyyeleri ve cihada gönderdiği orduları hakkında kötü haberler yayıyor, müslümanların kalplerine endişe, korku ve terkedilmişlik duygulan salıyorlardı. İşte müfessirlere göre, ayetler bu sebeple nazil olmuştur.

Ayetlerin ruhundan ve önceki ayetlerden anlaşıldığına göre; buradaki sert uyan, ge­rek Allah'a ve Rasulü'ne gerekse mü'min erkek ve kadınlara yönelik olsun, şüphe ve fitne amacıyla sözkonusu mürcifler topluluğundan sadır olan tavır, çirkin söz, komplo, eziyet ve dil uzatmalara matuftur. Bu yönüyle de önceki ayetler ile bu ayetler arasında, hem mevzu hem de ayetlerin akışı bakımından bir bağıntı vardır.

Burada ayetler, pratiğe aktanlması Nebi'ye devredilmiş olan Kur'anî bir hüküm ihti­va etmektedirler. Bu hüküm, yaptıklan eziyetlerden, yaydıklan çirkin sözlerden vazgeç­medikleri taktirde, sözkonusu topluluğu dize getirmeye, onlan Medine'den sürgün et­meye, müsamaha ve yumuşaklık göstermeksizin kanlarını akıtmaya ve onları öldürmeye yöneliktir. Aynca bu hüküm tabiatıyla, Nebi'nin iktidannı teyid etmekte ve onlar hak­kında haklı olarak kuvvet/şiddet kullanmayı ihtiva etmektedir.

Ancak, Peygamber'in mürcifler topluluğunu Medine'den sürdüğünü, kanlannı akıt­tığını ifade eden güvenilirliği kuvvetli rivayetlere rastlamadık. Bilakis, bu ayetlerden sonra gelen muhtelif sûrelerdeki birçok ayet, defalarca yaptıklan desiseler, komplolar ve eziyetler Kur'an'da anlatılmasına rağmen Hz. Peygamber'in münafıklara karşı sabırla ve hilmle davrandığını göstermektedir. Hatta Tevbe süresindeki ayetlerden birinde onlar için "küfür kelimesini söylediler, imanlarından sonra kafir oldular" şeklindeki ifadele­re, bu sûre ile Tahrim sûresinde gerek kafirler ve gerekse münafıklar için; "onlarla mü­cadele etme ve onlara karşı şiddet kullanma" emirlerine rağmen Hz. Peygamber hayatı­nın sonuna kadar bu metodu takip etmiştir.Tevbe, kapısı her halükarda onlara açık tutulmuştur. Nitekim bu sûreden önce ve sonra inen Medeni sûrelerde bu durum dile getirilmiştir. Durum böyleyken, bu ayetle­rin, o topluluğun fertleri üzerinde müsbet etki yapmış olması ve böylece hadlerini bilip eziyetten vazgeçerek genel anlamda mü'minlere zarar vermekten el çekmiş olmaları muhtemeldir. Nitekim, Peygamber'in ve diğer ihlaslı mü'minlerin onlarla aralarındaki akrabalık bağlan sebebiyle onları kafirler gibi muharip düşman görmemeleri, özellikle de onların müslüman olduklarını, ihlaslı olduklarını söyleyip İslam'ın ibadi farzlarını yerine getirerek cihada katılmalarından ötürü Peygamber'in sabırla, hilmle davranmış olması mümkündür. Zaten bu topluluk, yahudilerin ibret verici sonlarını gördükten son­ra, giderek hem sayıca hem de kuvvetçe zayıflamış, düşmanlıklarının, komplo ve serle­rinin alanı iyiden iyiye daralmıştı. Hz. Peygamber de bu ve benzeri ayetleri, İslam ve müslümanlann maslahatlarına uygun bir şekilde kendi takdiri uygulamasına bırakılmış yönlendirmeler olarak değerlendirmiştir.

Ayetlerin zaman ve yer özelliği gözönüne alınırsa, hükmünün genel/sürekli olduğu ve uygulamaya geçirilmesinin ise müslümanlardan ulu'1-emre tevdi edildiği anlaşılır. Öyle ki, bu hüküm, İslam toplumunun huzur ve emniyetini bozmaktan, komplo ve desi­selerden el çekmeyenleri şiddetle, ibretamiz bir şekilde cezalandırmayı ulu'1-emre vacip kılmaktadır.

Zaman zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanların, sadece Peygamber dönemine ait oldukları yönünde bir kanaat ileri sürülmektedir. Ancak, toplumların ka­rakteri iyi bir şekilde gözlendiği taktirde ne zaman ve nerede olursa olsun her toplumda değişik tarzlarda da olsa, böylesi bir zümrenin şüphesiz varolacağı ortaya çıkmaktadır. Nitekim; tağutları, zalimleri, İslam düşmanlarını dost edinerek onlann yanında şeref arayanlar, zalimlerle işbirliği yaparak İslam ümmetini zelil düşürmek ve onlara uşak yapmak isteyenler, kendi menfaatleri veya şahsi kinleri ya da her ikisi uğruna vatanları­na ihanet edenler, ülkelerini satanlar bu zümreye örnek teşkil etmektedirler. Ayrıca bu mürcifler zümresinin örneklerinden, insanlar arasında çirkin sözler yayıp kriz dönemle­rinde onları şüpheye düşüren, onlarda panik yaratan, mensubu olduğu ümmetin başına gelen zulüm ve musibetlerle ilgilenmeyen, sadece kendi şahsi menfaatlerinin kendisini ilgilendirdiği kimseler de sayılmalıdır. [102]

 

60- Andolsun, iki yüzlüler, kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar 1 vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz; sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.

61- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanıp öldürülürler.

62- Allah’ın önceden geçenler arasındaki yasası budur. Allahın yasasını değiştirme(ye imkan) bulamazsın.

63-  insanlar sana o saatten soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi Allah'ın yanındadır." Ne bilirsin belki, o saat yakın olur.

64-  Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır.

65-  Orada ebedi olarak kalacaklar; bir dost ve yardımcı bulamayacaklardır.

66-  Yüzleri ateşin içinde çevrildiği gün; "Eyvah bize! Keş­ke Allah'a itaat etseydik, Elçiye itaat etseydik!" derler.

67-  Ve dediler ki: "Rabb'imiz biz beylerimize ve büyükle­rimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar."

68- "Rabb'imiz, onlara iki kat azab ver ve onlara büyük bir lanet eyle!"

 

"İnsanlar sana o saatten soruyorlar..." ayeti ve devamındaki ayetlerdeki ifadeleı açıktır. Nebi (s)'ye Kıyamet gününün ne zaman olduğu sorulmuş, ayet ise bunu hikaye ederek bu soruya verilecek ilahi cevabı bildirmiştir. Daha sonra Allah'ın kafirlere olan laneti, onlara hazırladığı cehennem beyan edilmiş ve kafirlerin orada kendileri için hiç bir yardımcı, hiç bir dost olmaksızın ebedi kalacakları açıklanmıştır. Ayrıca, yüzlerinin ateşte çevrildiği vakit bir pişmanlık ve hasret duyacakları, "Keşke Allah'a ve Rasulüne itaat etseydik" diyerek peşlerine takılıp onlara itaat ettikleri ve bu şekilde yoldan saptık­ları beyleri-liderleri için; "Rabbimiz onlara lanet et ve iki kat azab et!" diyecekleri bildi­rilmiştir.

Bu ayetler adeta bağımsız bir bölümü andırmakla beraber, iniş sebebi hakkında her­hangi bir rivayete rastlamadık. Ayette kullanılan insanlar sözcüğü, yahudilerden ve baş­kalarından olan kafirleri kapsadığı gibi münafıkları ve hatta müslümanları bile kapsaya­bilir. Yani kıyamet saatini kafirler sormuş olabilecekleri gibi, münafıklar da, müslüman-lar da sorabilirler. Ancak, bu soru sorulurken ve soruya cevap verilirken kafirlere yükle-nilmesi, onlara hazırlanan cehennemden bahsedilmesi, buradaki "insanlar"dan maksadın kafirler veya ahiretten şüphe edenler olduğuna bir işaret olabilir. Bu ayetleri izleyen ayetlerde müslümanların, Musa (a)'ya eziyet edenler gibi olmamaları noktasında uyarıl­maları, sözkonusu sualin yahudiler tarafından şüphe düşürmek amacıyla sorulabileceği ihtimalini de gündeme getirmektedir. Eğer bu ihtimal doğruysa o taktirde sözkonusu su-

al bazı zayıf imanlı müslümanlar tarafından yahudilerin kışkırtmasıyla ortaya atılmış ve ayette, kafirlerin korkunç sonlarına değinilerek bu müslümanlar uyarılmışlardır.

67 ve 68. ayetlerde ise; lider, mutraf ve yönetici kesimin Muhammedi risaleti engel­leme faaliyetleriyle ilgili Mekki ayetlerde anlatılanlar te'kid edilmiş, yahudi ve Arap yöneticilerinin Medine ve çevresinde de aynı rollerini üstlendikleri anlatılmıştır.

Mekki sûrelerin tefsirinde de belirttiğimiz gibi kıyamet saati, Nebi ile kafirler ara­sındaki tartışmanın en önemli meselelerinden biridir. Mekki sûrelerin bir çoğunda defa­larca bu hususa değinilmiştir. İşte bu ayetler (67-68), Medine döneminde de aynı duru­mun -yıpratma amacıyla- kafirler tarafından gerçekleştirildiğini beyan etmektedir. Kı­yamet saatiyle ilgili soruya ayetle verilen cevap, Mekki sûrelerde de verilmiş, Nebi kı­yamet saatini ancak Allah'ın bileceğini, kendisinin sadece uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderildiğini, Allah'ın bildirdiği hususların haricinde gaybı bilemeyeceğini bildirmek­le emrolunmuştur. [103]

 

69- Ey inananlar, şu kimseler gibi olmayın ki, Musa'ya ezi­yet ettiler de Allah O'nu onların dediklerinden beraat ettir­di; O, Allah yanında vecih (gözde) idi.

70- Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.

71- Ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışla­sın. Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir başa­rıya ermiş olur.

 

Açık ifadelerin kullanıldığı bu ayetler, ayrı bir bölüm olsa gerek. Müslümanlar, İsra-iloğullar'ının Allah katında üstün ve beri olan Musa (a)'ya yaptıkları eziyet gibi Nebi (s)'e eziyet etmemek konusunda uyarılmış, Allah'tan korkmak ve doğru sözlü olmakla emrolunmuşlardır. Ancak bu şekilde, Allah ve Rasulü'ne itaat ederek mü'minlerin amelleri düzeltilir ve büyük başarıya ulaşırlar.

Müfessirler bu ayetlerin konusu ve iniş sebepleri hakkında değişik hadis ve rivayet­ler aktarmışlardır. Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den naklettikleri bir hadişte Rasulullah (s) şöyle elemiştir: "Musa hayası çok ve vücudunun görünmemesinde titizlik gösteren bir zat idi, vücudunun bir açık tarafı görünmezdi. İsrailoğullan'ndan kendisine eziyet etmek isteyen biri: Musa'nın bu kadar örtünmesi ya cildinde kusur ol­masından, husyeleri şiş, fıtıklı olmasından veya başka bir afetten ileri gelmektedir" dedi. Ancak Allah, Musa'ya isnad edilen bu noksanlıklardan O'nun uzak olduğunu göstermek istedi. Musa (a) bir gün tek başına iken elbiselerini çıkarıp bir taşın üzerine koydu ve yı­kandı. Yıkandıktan sonra elbiselerine doğru gelirken taş, üzerindeki elbise ile kaçıp uzaklaşmaya başladı. Musa asasını alıp taşın arkasından gitti ve, "Ey taş! elbiselerimi ver, elbiselerimi ver", demeye başladı. Derken İsrailoğullan'ndan bir toplulukla karşı­laştı. Onlar Musa'yı üryan olarak gördüler ve yaratılışça insanların en güzeli olduğunu anladılar. Böylece Allah, Hz. Musa'nın, isnat ettikleri noksanlıklardan uzak olduğunu gösterdi. İşte Allahu Teala'nın: "Ey inananlar şu kimseler gibi olmayın ki, Musa'ya ezi­yet ettiler de Allah O'nu, onların dediklerinden beraat ettirdi, O, Allah katında vecih i-di." mealindeki ifadesi bu idi.[104]

Ali b. Ebi Talib'e isnad edilen bir başka hadise göre, İsrailoğulları'nın Musa (a)'ya eziyetleri; onu, Hz. Harun'u öldürmekle itham etmeleridir. Bunun üzerine Allah, melek­lere emretti ve melekler onu aldılar İsrailoğullan'nın olduğu yere götürdüler. Böylece Musa'nın onu öldürmediğine kani oldular.[105]

Bir diğer rivayette şunlar yer alıyor: "Karun, bir fahişe kiraladı. Bununla Musa'ya if­tira etmek isteyince Allah, onu korudu ve beraat ettirdi."[106]

Bu konuda İmam Ahmed'in tahric ettiği bir hadiste ise şunlara yer verilmiştir: "Ra­sulullah bir gün ganimet taksim ederken Ensardan biri; bu taksimde Allah'ın rızası yok­tur, dedi. Bu sözü işiten başka bir müslüman ise şöyle dedi: Ey Allah düşmanı senin bu sözünü Rasulullah'a ileteceğim. Sonra söz Rasulullah'a iletilince yüzü kızardı, bu söz ona çok ağır geldi ve şöyle dedi: Allah'ın rahmeti Musa'nın üzerine olsun. Ona bundan daha fazla eziyet edilmişti de o sabretmişti." Bu rivayetin doğruluğuna mani bir şey yoktur. Binaenaleyh bu rivayette, ayetlerin iniş sebebi ve uyarıcı hedefi ortaya çıkmak­tadır.

Netice olarak ayetlerde, insanları olmadık şeylerle itham etmemek ve doğru söze, hak sınırlara riayet etmek hususunda sürekli bir uyarı sözkonusudur. Ayetin tefsiri ile ilgili olarak İbn Kesir'in naklettiği bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kimse bana ashabımdan bir laf ulaştırmasın. Çünkü ben, sizin yanınıza kalbim rahat bir şekilde çıkmak isterim". Nitekim bu hadiste de, insanlardan sadır olan ve söylendiği kişi­de menfi tesir yapan sözlerin nakledilmemesi yönünde Nebevi bir öğreti vardır. Zira, böyle davranmak insanlar arasında soğukluğa ve nefrete sebep olup nefse eziyet verir. [107]

 

72- Biz emaneti, göklere yere ve dağlara sunduk; onu yük­lenmekten kaçındılar, ondan korktular; onu insan yüklen­di, doğrusu, o, çok zalim, çok cahildir.

73-  Ki iki yüzlü erkeklere ve iki yüzlü kadınlara, ortak ko­şan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azab etsin; inanan erkek ve kadınları da bağışlasın'[108]'. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

 

Gramer yönünden her iki ayette de açık ifadeler kullanılmıştır. Müfessirler, bu iki ayetin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayet nakletmemişlerdir. Bizce bu iki ayet, günahsız insanları olmadık şeylerle itham ederek onlara eziyet etmenin yasaklanmasıyla ilgili önceki ayetlerin bir devamıdır ve bu ayetlerde insanın, yüklendiği emaneti ihlal et­tiği anlatılmıştır. Daha sonra Allah'tan korkmak ve hak hudutlara, doğru söze riayet et­mek emredilmiştir. İşte emanetin gereği budur... İnsan, bu şekilde kurtuluşa, başarıya v Allah rızasına ulaşabilir.

Emanet mefhumu ile ilk ayetin tefsiri hakkında müfessirler, İbn Mesud, İbn A.\ Katade, Mücahid ve diğer bir grub sahabi ve tabiine dayanarak muhtelif görüşle letmişlerdir. Bu görüşleri şöyle sıralayabiliriz.

Emanet;

* Allah ve Rasulü'ne itaat edip O'nun farz kıldığı emir ve yasaklara riaye

* İslam'ın ibadi ve mali rükünleridir.

* İnsanlara tevdi edilen değerlere hıyanet etmemek ve dinin gereklerin'i eda etmektir. [109]

 



[1] El-itkan, c. 2, s.26. 2

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/1-2.

[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/3.

[4] Ed'iyaekum Evlatlıklardan kinayedir.

[5] Tezaharune Burada kocanın, "sen bana annemin sırtı gibi­sin" diyerek karısını kendisine haram sayması mânâsındadır.

[6] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/4-5.

[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/5.

[8] Hazın,Bağavı,7abersı ve tsedüV-ibe, C:2, s.224-225.

[9] İbn Sa'd, C:3

[10] Aqe, C:4, s.329.

[11] Age, C:4, s.456.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/

[13] Hazin,ayetlerin tefsiri ve Nisa 33.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/6-7.

[15] Beğavi, Tabresi.

[16] Hazin, Beğavi, Tabresi.

[17] A.g.e.

[18] Tabresi.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/7-8.

[20] Tac, c. 2, s.229.

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/8-9.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/9.

[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/9-10.

[24] İz zeğatil ebsar va belağatil kulubul hanacira Gözler şaşkınlıktan ve şiddetli korkudan kaymış, kalpler hançerlere dayanmıştı. Cümlede korkunun şiddet derecesi tasvir edilmiştir. Korkunun şiddetiyle sağa sola kayan gözler, yerlerinden kalkıp hançerlere doğru dayanan yürekler...

[25] Ve tezunnune billahiz zununa Allah hakkında kö­tü zanlarda bulunuyordunuz.

[26] Hunalike' btuliyel mü'minun ve zulzilu zilzalen şedide İşte orada mü'minler imtihana tabi tutulmuş, şid­detli ızdıraba duçar oldukları büyük bir sınavla karşı karşıya olduklarını his­setmişlerdi.

[27] Buyutena avratun Yani düşmanın saldırısına karşı daya­nıklı değil mânâsında.

[28] Velev duhilet aleyhim min ektariha Eğer düşman, Medine'nin her yanından onlann üzerine girip saldırsaydı.

[29] Sümme süilülfitnete leetevha Sonra onlardan irti-dad etmeleri istenseydi bunu yaparlardı.

[30] Elmuavvikın Savaştan geri kalanlar.

[31] Velaye'tunelbe'se Savaşa pek az gelirler, pek az işti­rak ederler.

[32] Selekukum bielsinetin hidad Keskin dilleriyle size tan ederler sizi incitirler.

[33] Yeveddu lev ennehum badune fil a'rab Savaş meydanında olmaktansa harptan uzak bedevilerin yanında ol­mak isterler.

[34] Men £ada nahbehu Kimi şehid edildi veya öldü.

[35] Taberi, Hazin, Bağavi, Tabersi, İbn Kesir; İbn Hişam, C:3, s.229-250; Tabakat, C:3, s.108-116.

[36] Taberi, Hazin, Bağavi, Tabersi, İbn Kesir; İbn Hişam, C:3, s.229-250; Tabakat, C:3, s.108-116.

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/14-17.

[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/17-19.

[39] Zaharuhum Yardım edenleri.

[40] Sayasıhim Kalelerinden.

[41] A.g.e.

[42] A.g.e.

[43] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/21-24.

[44] Fahişetin Müfessirlerin İbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre; bu kelime, büyük günah, kötü ahlaklılık ve naşizelik (kadının asi oluşu) mânâsında kullanılmıştır.

[45] Karne"Karar" masdanndan türemiş fiil. Yani, "evlerinizde otu­run" mânâsındadır.

[46] et-Teberrüc Kasıtlı olarak kadının, güzelliğini insanlara göster­mesidir.

[47] Er-rics Burada Allah'ın razı olmadığı işler, ameller mânâsın­dadır.

[48] Müfessirlerin bu husustaki rivayetleri de bunu desteklemektedir. Nitekim müfessirlerin rivayet ettiklerine göre; Ebubekir (r) bir gün çıkagelmiş ve Rasulullah'tan girmek için izin istemişti. İnsanlar kapıda oturuyor­lardı. Ebu Bekir'e izin verilmedi. Sonra Ömer (r) geldi, o da izin istedi ancak ona da izin verilmedi. Daha sonra izin verildi ve ikisi içeriye girdiler. Hz. Peygamber suskun ve öfkeli bir vaziyette içeride oturuyordu. Hanımları da etrafındaydılar. Ömer(r): "Bir şey söylesem de Hz.Peygamberi güldürsem" diyerek söze baş­ladı: "Ey Allarım Rasulü, görüyor musun Zey'din kızı-Ömer karısını kastediyordu- biraz önce benden nafaka istedi ben de kafasını yardım", dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü, ön dişleri belirinceye kadar güldü ve dedi ki: İşte bunlar da etrafımda oturmuş benden nafaka istiyorlar". Bunun üzerine Hz. Ebubekir kalkıp kızı Ai-şe'yi, Hz. Ömer de kızı Hafsa'yı dövmek istedi. Hz. Peygamber onları engelledi. Peygamber hanımları da, "Vallahi artık bu oturumdan sonra Rasulullah'tan bir şey istemeyeceğiz" dediler ve çok geçmeden ayetler nazil oldu. Bkz. Begavi, Hazin, ibn Kesir.

[49] Ayetlerin tefsiri için bkz. Begavi, Hazin, İbn Kesir, Tabersi; Buhari, Müslim ve Tirmizi bu hadisi az bir de­ğişiklikle rivayet etmişlerdir. Bkz. Tefsir bölümü, Tac, C. 4, s. 184; Müfessirlerin rivayetlerine göre; o zaman Rasulullah'ın yanında dokuz hanımı bulunuyordu. Bunlar; Aişe, Hafsa, immü Seleme, immü Habibe, Şev­de, Safiyye, Zeyneb bint-i Cahş, Meymune bint-i Haris ve Cüveyriye el-Mustalakiyyedir. Ancak, bazı riva­yetler, Safiyye ile evliliğinin Hudeybiye sulhunun akabinde Hayber vakasından sonra, Meymune ile evliliği­nin de Hudeybiye sulhundan bir yıl sonra Mekke ziyareti esnasında vaki olduğunu belirtmektedir.

[50] Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.188-189.

[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/24.

[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/24-26.

[53] Tac, c. 3, S. 308-309.

[54] Tac, c. 3, S. 308-309.

[55] A.g.e.

[56] ibn Kesir

[57] Tabresi, İbn Kesir.

[58] A.g.e.

[59] Tana sûresi 10 ve Kasas sûresi 29. ayetler de buna benzer ayetlerdir.

[60] Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.187.

[61] el-Müslimine ve'l müslimat Burada sözlük anlamın­da kullanılmıştır. Yani nefislerini Allah'a teslim eden erkek ve kadınlar.

[62] Bkz. Ibn Kesir, Beğavi, Tabresi, Hazin.

[63] Medeni ayetlerden Al-i imran 195 ve Mekki ayetlerden Nahl, 97 ile Gafir, 40'a bakılabilir.

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/27.

[65] Ellezi eri'amellahu aleyhi ve en'amte a-leyh Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu cümleden maksat, daha önce köle iken Rasulullah'ın azad ettiği ve evlatlık edindiği Zeyd b. Harise'dir.

[66] İze kadav minhunne vatra Cinsi münasebetten kinayedir.

[67] Bkz. İbn Kesir, Beğavi.

[68] Hazin, İbn Kesir, Beğavi, Tabresi; son rivayet Tabresi'den alınmıştır.

[69] Bkz. Muhammed'in Hayatı, Heykel, 2.Baskı, s.307-310; Ayrıca Taberi, Bağavi, Tabersi, Hazin, Keşşaf, Kasımi, bu hususta Kasımi, ibn Arabi ve imam Muhammed Abduh'dan kuvvetli sözler nakletmiştir.

[70] Buharı ve Tirmizi'nin Ümmü'l-mü'minin Aişe'den naklettikleri rivayette Hz. Aişe şöyle demiştir: "Eğer Al­lah Rasulü, vahiyden bir şeyi gizlemek isteseydi muhakkak ki, "Allanın açığa vuracağı şeyi de içinde saklı­yor, insanlardan korkuyordun. Halbuki ençok Allah'tan korkman gerekirdi" ayetini gizlerdi. Nebi (s) onunla evlendiğinde "oğlunun karısıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Allah "Muhammed, sizin erkeklerinizden bi­rinin babası değil, fakat Allah'ın elçisi ve peygamberlerin hatemidir" ayetini indirdi. Nebi (s) Zeyd'i küçük iken evlatlık edinmiş ve insanlar onu, Muhammed'in oğlu Zeyd şeklinde isimlendirmişlerdir. Bunun üzerine ise Allah "onları babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha adilcedir. Eğer babalarını bilmi­yorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır" ayetini indirdi."

[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/29-33.

[72] Bkz. Ibn Kesir, Hazin.

[73] Yukarıdaki hadisler ibn Kesir'den alınmıştır.

[74] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/33-34.

[75] Huvellezi yusallî aleykum ve melâiketü-hu O ve melekleri size rahmet eder. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Al­lah'ın buradaki rahmeti, O'nun hidayeti ve merhametidir. Meleklerin rahmeti ise, mü'minleri destekleyip, onların bağışlanmalarını dilemeleridir.

[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/35.

[77] İz nekahtum Burada "evlendiğinizde" ya da "akit yaptığı­nızda" anlamındadır.

[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/36.

[79] Bkz. Beğavi, Hazin, İbn Kesir, Taberi, Tabresi ve İbn Hişam c. 4, s. 324; İbn Sa'd c. 3, s. 321-326.

[80] Bkz. a.g.e., Ahzab 28'in tefsiri; İbn Hişam, c. 4, s. 321-326.

[81] Heykel, Muhammed'in Hayatı, 2. baskı, s. 303,317; Hasan İbrahim, islam Siyasi Tarihi, c. 1, s.130-136.

[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/38-42.

[83] İlla en yüzene lehim Ancak davet edildiğinizde ve girmenize izin verildiğinde.

[84] Inahu Pişmesini.

[85] Gayra nazirin Beklemeksizin.

[86] Fenteşiru Dağılın ve evden ayrılın.

[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/43-45.

[88] Vattekinallah Peygamber (s)'in eşlerine hitaben söylendiği için burada hitabi bir iltifat sözkonusudur.

[89] Taberi, Tabersi, Bağavi, İbn Kesir, Hazin.

[90] A.g.e.

[91] A.g.e.

[92] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/45-46.

[93] Bkz. Tabresi ve ibn Kesir.

[94] İbn Kesir.

[95] A.g.e.

[96] ibn Kesir.

[97] Bağavi; bu konuda ibn Kesir'in derlediği daha birçok hadis mevcuttur.

[98] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/46-48.

[99] Bkz. Hazin, ibn Kesir, Tabresi ve Beğavi.

[100] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/48-49.

[101] El-Cilbab Cilbab hakkında, “kadınların büründükleri çarşaf veya başlarını örttükleri başörtüsü ya da başlarını ve elbiselerinin yakalarını onunla kapattıkları yaka örtüsü”şeklinde üç ayrı görüş belirtilmiştir.

[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/50-51.

[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/52-53.

[104] Beğavi, Hazin, İbn Kesir; Tac, c. 4, s.189-190, Müfessirler, şeyheyn ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bu ha­disi, değişik şekillerde ve çeşitli kanallardan nakletmişlerdir. Biz ise, bu hadisi Tac'dan naklettik.

[105] A.g.e.

[106] A.g.e.

[107] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/54-55.

[108] Ve yetubullahu ale'l-mü'minine ve'l-mü'minat Yani, mü'min erkek ve kadınların kötülüklerini örtsün, sarf-ı na­zar etsin.

[109] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/55-56