"Mevalikum" İfadesinin
Açıklaması
Peygamber Hanımlarının
"Müminlerin Anneleri" Oluşu
Ayetlerden şunları çıkarabiliriz:
"Ehl-İ Beyt" Tabiri
Hakkındaki Rivayetler
Ayetlerde şu hususlar
vurgulanmaktadır.
"Hatemü'n-Nebiyyin"
Tabirinin Açıklaması
Ayetlerde, evlilikleri hususunda
Nebi (s)'ye hitaben şunlar yer alıyor:
Ayetlerde şu hususlar
vurgulanmaştır:
Kur'an daki
Sırası : 33
Nüzul Sırası : 97
Ayet Sayısı : 73
İndiği Dönem :
Medine
Bu sûre, zihar ve
evlatlık edinme ile ilgili hukukî düzenlemeler, Beni Kureyza ve Ahzab olayları
ile ilgili harp hukuku, Rasulullah (s)'ın hanımları ve evi, evlatlığı Zeyd bin
Harise'nin boşadığı kadın ile evlenmesi, kafir ve münafıklara yönelik çeşitli
hamleler içermektedir.
Kaynak aldığımız
Kur'an-ı Kerim nüshasında bu sûre, nüzul sırasına göre Al-i Imran sûresinden
sonra gelmektedir. Bu sıralama değişik nüzul sırası rivayetlerinde böyle zikredilmiştir.
Ahzab sûresinin, tertib düzenine göre Nur sûresinden sonra indiğine dair
değişik rivayetler de bulunmaktadır. Sûrenin iniş ortamı ve fasıllarının bir
araya getirilmesi hususunda yapılan araştırma, ayetlerin değişik zamanlarda ve
uzun aralıklarla indirildiğini; ancak daha sonra ayetlerin aralarının
birleştirildiği düşüncesini desteklemektedir. Örneğin, sûrede Rasulullah (sl'ın
nikahlarını sözkonusu eden bölüm ve bu bölümün nüzul sebebi ile ilgili rivayetler,
sürenin Nisa süresinden sonra indirildiğine delalet etmektedir.
Ahzab süresini tertib
sıralamasında Al-i imran sûresinden sonraya yerleştirenlere göre bu sûre 4.
süredir. Şöyle ki: Zihar ve evlatlık edinme ile ilgili adetleri kınayan sûrenin
baş tarafı son kısmına nisbetle daha önce inmiştir. Bu konular ise bizim de
tercih ettiğimiz gibi. Nebi (s)'nin Zeyd'in boşadığı kadın ile evlenmesi
hadisesi ile ilgilidir. Çünkü, rivayetlerde bu durumun erken husule gelmediğini
ifade eden mânalar bulunmaktadır. Ayrıca, sûrenin, Enfal ve Nur sûrelerinden
sonra indiğine dair rivayetleri geçerli kılacak nedenler bulunmamaktadır.
Her halükârda, Haşr
sûresini Ahzab sûresinden önceye almamız daha uygun olmuştur. Zira, Ahzab ve
Beni Kureyza hadiseleri Beni Nadir olayından hemen sonra vuku bulmuştur.
Böylece, Peygamber tarihinin zaman sıralamasına riayet etmiş olmaktayız.
Ümmü'l mü'minin Hz.
Aişe'den şu rivayet nakledilmektedir: "Bu sûre iki yüz ayet olarak
okunurdu. Fakat Osman'ın mushafları yazdığı andan itibaren ancak şu anki
ayetleri okuyabildik."[1]
Müfessir Nesefi de
şunları rivayet ediyor: "Ubey bin Ka'b Ebuzer'e sordu: Ahzab sûresinin
ayetleri kaçtır?, Ebuzer: 73 tür diye cevap verince Ubey: Yemin olsun ki, Ahzab
süresi Bakara süresine denk belki de daha uzundu. Bu sürede: 'Yaşlı erkek ve
yaşlı kadın zina ettiklerinde mutlaka Allah'tan bir ceza olarak onları
recmedin. Allah azizdir. Hüküm sahibidir' ayetini okurduk." Ravi Nesefi;
Ubey'in bu sözünü, Nebi (s) döneminde Kur'an'ın neshine işaret ettiği şeklinde
yorumlamıştır. Bunun yanısıra Hz. Aişe'ye nisbet edilen rivayet, sanki sûrenin
büyük bir kısmının Hz. Osman zamanında kısaltıldığını ifade etmektedir.
Sahih hadis
kaynaklarında bulunmayan bu iki hadis güvenilir değildir. Konu üzerinde biraz
durmak yerinde olur. Öncelikle şunu söyleyelim ki, Hz. Osman'ın mushafı Hz.
Ebube-kir zamanında yazılan mushaftan naklen alınmıştır. Dolayısıyla
Hz.Osman'ın mushafından bu kadar çok sayıda ayetin düşürülmesi ihtimali
olanaksızdır. Kaldı ki, böyle bir durum olsa bile, güçlü bir şahsiyet ve Kuran
ile sünnetin yaşayan kaynağı durumunda olan Hz. Aİ-şe'nin bu durum karşısında
susması, itiraz etmemesi mümkün değildir
Nesefi,
her ne kadar Ubey bin Ka'b hadisini, Nebi (s) döneminde Kur'an'ın
neshedildi-ğinin bir delili olarak görüyorsa da biz, Rasulullah döneminde bu
sûrenin büyük bir kısmının neshedildiği görüşünü anlamsız buluyoruz. Çünkü,
böylesi hassas konularda elbette ki meseleyi açıklayıcı sağlam kaynakların
bulunmaması mantıki değildir. [2]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Ey Peygamber, Allah'tan kork, kafirlere ve
münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2- Rabbinden sana vahyedilene uy. Muhakkak ki,
Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.
3- Allah'a
dayan; vekil olarak Allah yeter.
Nebi (s)'ye
seslenilerek Allah'tan sakınması ve kafirlerle münafıklara itaat etmemesi,
sadece Allah'ın gönderdiği vahye ittiba etmesi ve sadece O'na dayanması
emrediliyor. Çünkü Allah (c), her şeyin gereğini en iyi bilendir. O, hikmetle
ve doğruyla hükmeder. İnsanların yaptıkları her şeyden haberdardır. Sadece
O'na dayanan kulları için Allah yeter!..
Müfessirlerin
rivayetlerine göre bu ayetler Rasulullah (s)'tan emin olmak amacıyla aralarında
Ebu Süfyan ve İkrime bin Ebu Cehil'in bulunduğu Kureyşli bir heyet hakkında
nazil olmuştur. Heyet önce Abdullah bin Ubey'in yanına gitmiş daha sonra
birlikte Nebi (s)'ye gelmiş ve ondan, ilahlarını ve akidelerini yermesini
istemiş, kendilerinin de aynı şekilde davranacaklarını söylemişlerdi. Yine bu
ayetlerin, Peygamber (s)'den Lat ve Uzza için şefaatçi olduğunu söylemesini
isteyen ve bu şekilde Kureyş yanındaki konumunu isbatlama arzusunda olan Sekif
heyeti hakkında indiği rivayet edilir.
Bu iki rivayetin
ardından şunları söyleyebiliriz: Ahzab sûresinin bu üç ayetinden sonra gelen
ayetler, Kureyş'in Medine üzerine saldırmak ve İslam'ın kökünü kazımak
maksadıyla büyük bir savaş hazırlığı eşiğinde olduğu Ahzab olayı hakkında nazil
olmuştur. Ahzab olayı ile ilgili ayetlerin buraya konmuş olması, ilk ayetler
ile zaman bakımından aynı döneme rastlaması ile açıklanabilir. Ancak böyle
olması halinde, birinci rivayetin ifade ettiği Kureyş heyetinin sözkonusu amaç
için Medineye gelmiş olması zayıf bir ihtimal olur. İkinci rivayette zikredilen
hadiseye gelince, bu da Hicretin 9. senesinde Mekke fethinden bir yıl sonra
meydana geldiğinden, Medine döneminden az önce nazil olan bir sûrenin başında
zikredilmesi tercihten uzak bir görüş olarak değerlendirilir.
Bize göre ayetler, ya
başka bir kafir-münafık heyetinin bazı konularda şiddeti bırakma isteği
üzerine ya da kökleşmiş bir takım cahili adetlerin kaldırılması ile ilgili daha
sonraki ayetler için bir giriş mahiyetinde inmiş ve Peygamber (s)'e,
kafirlerin, münafıkların isteklerine aldırmayarak sadece Allah'ın vahyine
kulak vermesini emretmiştir. Tercihimiz bundan ibarettir. [3]
4- Allah, bir adamın boşluğunda iki kalb yaratmadı
ve zi-har yaptığınız'[4]
eşlerinizi, sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı'[5]' da
sizin öz oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınıza gelen sözlerinizdir.
Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.
5- Onları
babalarının adına bağlayarak çağırın; bu, Allah yanında daha adaletlidir. Eğer
babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.
Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalblerinizin bile bile
yaptığında günah vardır. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
I- Allah'ın, hiçbir insanın göğsünde iki kalp
yaratmadığı, kocanın zihar yapmasıyla da kadını annesi gibi kılmadığı vurgulanmış,
evlatlık edinme ile birinin gerçek oğul olamayacağı, evlatlığı gerçek oğul
kabul etmenin hakk ve hakikate uygun olmadığı bildirilmiştir. Bunlar müminler
için merduttur. Allah (c) hakk ve doğruyu emreder ve kullarını bu iki yöne
sevkeder.
II- Evlatlık
alınan kimselerin gerçek babalarına nisbet edilmeleri böyle davranmanın hakka
en uygun olacağı, eğer gerçek babaları bilinmiyorsa bu kimselerin sadece dinde
kardeş oldukları vurgulanmıştır.
III- Allah'ın
affedici ve bağışlayıcı olduğu, müslümanları bilmeyerek ve kasıtsız olarak
yaptıkları hatalardan dolayı muaheze etmeyeceği hatırlatılmıştır.
Müfessirlerin
rivayetlerine göre; 4. ayet, göğsünde iki kalp taşıdığı zannedilen
Ma'mer isimli şahsın
böyle olmadığı halanda nazil olmuştur. Beğavi'nin Zühri ve Mu-katil'den rivayet
ettiğine göre, bu kısımdaki ifade, karısına zihar yapanın ve evlatlığını gerçek
çocuğu gibi addedenin misaline benzemektedir. Bir insanın iki kalbi olamayacağı
gibi, karısını annesine teşbih eden ve evlatlığını gerçek çocuğu sayan kimselerin
de bu iddiaları hakikatten uzaktır. Çünkü bir kimsenin iki annesi ve iki
babasının olması mümkün değildir. Bize göre, Beğavi'nin naklettiği bu görüş
daha tutarlıdır.
Kur'an, burada zihar
adetini akıldışı kabul ederek reddetmekle yetinerek konu ile ilgili hükmü
Mücadele sûresinde açıklamış, aynı şekilde evlatlıkla ilgili hükmü de ortaya
koymuştur. Bundan anlaşılıyor ki, ayetlerin nazil olduğu dönem bundan başkasını
gerektirmezdi. Çıkardığımız sonucun yerinde olduğunu düşünürsek, Mücadele
sûresinde hükmü bildirilen zihar adetinin burada dile getirilmesi, cahili
evlatlık adetinin yanlışlığını teyid ve zihar gibi evlatlık adetinin de
akıldışı bir uygulama olduğunu tasdik maksadına mebni olacaktır. Bu sûrede,
bizzat Nebi (s) tarafından evlatlık adetinin iptal edildiğine işaret eden
ayetler gelmiştir. Öyle ki, bu dönemde evlatlığın hükmü açıklanmış, cahili
zihar adeti örnek gösterilerek sûrenin ilk ayetlerinde bu hükme giriş
yapılmıştır.
Beşinci ayette, hiçbir
sınıfsal farklılığın gözetilmeden dini kardeşliğin vurgulandığını, büerek ve
kasıtlı olarak işlenen hatalarda kişinin sorumlu olduğunun belirtildiğini
görüyoruz. Nitekim Kur'an'ın değişik yerlerinde de bu konuya değinilmiştir. [6]
Ayetlerde işaret
edilen zihar geleneği, kocanın karısına "sen bana annemin sırtı gibisin"
diyerek onu boşamadığı halde kendisine haram etmesi şeklinde vuku bulan cahili
bir gelenektir. Genellikle bu durum kocaların, kadınlarından usandıkları,
kadınlarının sadece kız evlat doğurduğu veya mallarına, mihirlerine sahip olmak
istedikleri zamanlar gerçekleşmektedir. Bir yönüyle bu gelenek, Bakara
sûresinin 225-226. ayetlerinde hükmü zikredilen "ilâ" geleneğine
benzer. İla geleneğinde olduğu gibi zihar geleneğinde de zulüm ve bağiy
sözkonusudur. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim bu ayetlerde zihan reddetmiş ve Mücadele
sûresinde bu konu ile ilgili hükmü indirmiştir. [7]
Evlatlık edinme, bir
kimsenin kendisine soy itibariyle yabancı bir çocuğu veya bebeği oğul olarak
almasıdır. Cahiliye Araplannda yaygın olan bu gelenek, bazı merasimlerle
yapılırdı. Evlatlık edinen kimse, bir grup insanın arasında çocuk ya da bebeği
evlatlık aldığını ilan eder ve o çocuk, o kimsenin her alanda (hukukî olarak)
kendi çocuğu gibi olurdu. Aralarında miras hukuku da gerçek oğul ile babası
arasında olduğu gibi uygulanırdı. Nikah hükümlerinde de baba-oğul arasındaki
mahremiyet aynı şekilde olur-jl Dolayısıyla evlatlığın üvey babasına ait
kızlardan biri ya da kızkardeşi, halası ve teyzesi ile evlenmesi sözkonusu
değildi. Aynı şekilde üvey baba da evlatlıktan boşanan kadın veya evlatlığından
kalan dul ile evlenemezdi. Nebi (s)'nin bu yolla edindiği Zeyd bin Harise İbn-i
Şerahil el-Kelbi adında bir evlatlığı vardı. Zeyd, müminlerin annesi Hatice'nin
kölesi idi. Hz. Peygamber onu kendisine vermesini istemiş ve aldıktan sonra
azad etmişti. Zeyd'in babası geldiğinde onu Hz. Pegamber'in yanında kalması ya
da kendisine dönmesi konusunda serbest bıraktı. Zeyd, Peygamber'in yanında
kalmayı tercih edince Peygamber onu evlat edindi. Bu olay peygamberlikten önce
olmuştu. Evlat edindikten sonra Zeyd artık Muhammed'in oğlu diye adlandırıldı.
Bu ayetler ininceye kadar bu adlandırma devam etti. Ayetler nazil olduktan
sonra Zeyd yine, Harise'nin oğlu şeklinde zikredilmeye başlandı.[8]
Hz.Peygamber Zeydi çok
sever ve onu himaye ederdi. Nitekim, herkesten daha fazla onu, çeşitli
seriyyelere komutan olarak tayin etmiştir.[9]
Mute'de şehid olduğu zaman oğlu Üsame Hz. Peygamber'in sevgi ve himayesine
mazhar olmuştu. İbn Hişam'ın naklettiğine göre Nebi (s), Üsame'yi ordu
komutanı olarak tayin ettiğinde onu Mute'ye babasının intikamını almaya
göndermek istemiş, bunun üzerine "genç bir delikanlıyı Muhacir ve Ensarın
büyüklerine komutan yaptı" diye söylenmişlerdi. Bu söze incinen Nebi (s)
çıktı ve insanlara şöyle seslendi: "Üsame'nin ordusuna katılın. Hayatıma
yemin olsun ki, onun komutanlığı hakkında söylediğiniz şeyleri babasının
komutanlığı hakkında da söylemiştiniz. Babası layık olduğu gibi Üsame de
komutanlığa layıktır."[10]
Belazuri, Ömer bin Hattab'ın, ata divanını kurduğu zaman Üsame'yi dört bin
alanlar arasına koyduğunu Abdullah'ın ise üç bin alanlar arasında olduğundan
bu duruma itiraz ettiğini rivayet eder. İtirazında "Ben Üsame'nin
karşılaşmadığı, görmediği şeyleri gördüm" diyen Abdullah'a babası şöyle
dedi: "Ona senden daha çok verdim çünkü o, senden daha fazla Rasulullah'a
yakındı ve babası da senin babandan daha fazla Rasulullah'a yakındı."[11] [12]
Ayetlerde geçen
"mevalikum" ifadesi kendine has geleneksel bir anlama sahiptir. Zira,
İslam'dan önce cahiliye Araplannda bir şahıs, bir kabile ya da bir aşiret
himaye ve yardım maksadıyla başka bir şahsa, kabile ya da aşirete iltica
talebinde bulunur, bu isteği kabul edilirse himaye eden taraf kendi ahalisine durumu
bildirirdi. Böylece iltihak talebinde bulunan kişi fert ise, mevla'ş-şahs,
topluluk ise, mevali'l-kabile şeklinde isim-lendirilirdi. Mevla ve mevali
iltihak ettiği kimsenin sosyal mevkiinden sayılır, leh ya da aleyhindeki
hususlarda aynı hüviyeti paylaşır, hatta miras hukuku dahi uygulanırdı.[13] Eski
Arapça kaynaklan okuyanların karşılaştıkları "filanca kişi falanın mevlası
ya da falan kabile filan kabilenin mevalisidir" şeklindeki ifadeler, bu
mevzuya ilişkin ifadelerdir. Burada 'mevali' tabirinin Araplardan ayrı olarak
müslümanlara itlak edilmesiyle onlar Araplara iltihak etmiş ve Arapların
asabiyetinden sayılmış gibidirler. Aynca mevla kelimesi köleye de atfedilir.
Ancak, bizim burada açıklamaya çalıştığımız "vela" geleneği bu
kabilden değildir. 5. ayet, şunu demek istiyor: Eğer evlatlık olarak alınan
çocukların babaları bilinmiyorsa onlar, dinde kardeşleriniz ve mevali
(dostlar)nizdir. Babalan bilinmeyen evlatlıkların leh ve aleyhteki durumlan,
-tabirden gelen vela geleneğine uygun olarak- onlan evlatlık edinenlerin leh
ve aleyhteki durumlan ile aynıdır. [14]
6-
Peygamber, mü'minlere canlarından ileridir. Onun eşleri de onların
anneleridir. Rahim sahipleri de Allah'ın Ki-tabı'nda birbirine öteki
mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik
yapmanız hariç. Bunlar Kitap'ta yazılmıştır.
I- Müminler üzerinde Nebi (s)'nin hakkı olan
"müminlere nefislerinden evla, olması .
II- Nebi (s)'nin hanımlarının da müminlerin anneleri olduğu,
III- Müminler
arasında yakınlık sahibi kimselerin birbirlerine karşı öncelikli olduğu,
IV- Ayrıca,
akrabalar arasındaki öncelik, müminlerin akraba olmayan dostlanna iyilikte
bulunmalarına mani olmadığı gibi konular işlenmektedir. İşte bu Allah'ın onlara
teklif ettiği bir hükmüdür.
Müfessirlcrin
rivayetlerine göre, "Peygamber müminlere canlarından ileridir" ayetinin
ilk kısmı Nebi (s)'nin cihada çağırdığı bir topluluğun "gidip anne-babamızdan
izin isteyelim"[15]
demeleri üzerine nazil olmuştur. İkinci kısım ise Hz. Peygamber'in zevcelerinin
müminlere haram olması hakkında inmiştir.[16]
Ayetin üçüncü kısmı da, Medine'ye geldiğinde Peygamber'in kardeş ilan ettiği
Muhacir ve Ensar arasında "evlatlık-kardeş-lik" şeklinde vuku bulan
karşılıklı veraseti kaldırmış ve mirası "zevil erham"a yani akrabalara
tahsis etmiştir.[17]
Bu ayette birbirinden
konu itibariyle ayrılan bu üç kısmın bir araya gelip aynı ayette toplanmış
olması dikkat çekici bir garipliği çağrıştırıyor. Bize göre, bu ayet önceki
ayetlerle bağlantılıdır ve bir taraftan önceki ayetin akabinde nazil olmuş,
bir taraftan hukukî bir ilkeyi tesbit etmiş bir taraftan da mevzu değişikliği
ile miras konusunu gerçek yerine koymuştur.
Evlatlık edinme ve
bundan doğan hükümler lağvedilmiştir. Nebi (s)'nin de evlatlığı vardı. Ayetin
ilk bölümü Peygamberin bütün müslümanlann babası mesabesinde olduğunu, zira
mü'minlere nefislerinden daha evla olduğunu ve hanımlarının mü'minlerin
anneleri yerinde sayıldığından Hz,. Peygamber için has bir evlatlığın
olmayacağım ifade etmiştir. Evlat edinme bir miras hakkı doğuruyordu. Ayetin
timci bölümü bu hususta miras hakkının rahim akrabaları arasında olduğunu
bildimiştir. Ayrıca 5. ayet, evlatlık statüleri geçersiz sayılıp da gerçek
babaları bilinmeyenlerin, üvey babalan için bir kardeş, dost ve arkadaş olarak
telakki edilmelerini emretmiştir. Bu ayetin üçüncü fıkrasında ise,
evlatlıkların miras hakkının iptalinin, önceden evlatlık edinen kimselerin üvey
evlatlarım yardımdan mahrum bırakmalarını gerektirmediği bildirilmiştir.
Bazı rivayetlerde
ayetin ilk bölümünde bir fazlalıktan söz ediliyor. Rivayete göre,
"canlarından" kelimesinden sonra "ve o onların babasıdır"
ifadesi fazlalıktır. Ashabın Kur'an ulemasından Ubey bin Ka'b'ın mushafında yer
alan[18]
fazlalık, açıklama cümlesi de olabilir. [19]
Bu ifadede, müminlerin
dışındakileri ayırdedecek bir kayıttan söz edilmiş, hem akrabalığın hem de
miras hukukunun sadece mü'minler arasında olabileceği bildirilmiştir.
Muhtemelen burada Muhacirlerin özellikle zikredilmesi, halen Muhacirlerin
akrabalarından kafir olanların bulunmasına mebni olsa gerek. Müslüman ile
kafir arasında tevarüsün olmayacağı ise Peygamber zamanından beri var olan ve
uygulanmakta olan serî kurallardan biridir. İşte bu ayet, kafirin müslümana
varis olamayacağının dayanağıdır. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud, Zeyd
bin Sabit'ten o da Rasulullah'tan şu hadisi rivayet etmektedirler:
"Müslüman bir kimse kafire mirasçı olamayacağı gibi kafir de bir müslümana
mirasçı olamaz."[20]''
Enfal sûresinin
sonlarında bu kayıt (mü'minlerden ve Muhacirlerden) olmaksızın önceliğin
akrabalara ait olduğunu ihtiva eden bir ayet mevcuttur. Muhtemelen ayette durum
muğlak olduğundan hikmet-i ilahi, mevzuyu açıklığa kavuşturmak için Ahzab
süresindeki bu ayeti nazil buyurdu ve böylece mevzu, hem Kur'an'da hem de
hadiste açıklığa kavuşmuş oldu. Enfal sûresinin 72. ayetinde nesih olduğu ve
ayetin Ensar ile Muhacirlerden kardeşlik tesis edenler arasında miras hükmü
içeren bir ayet olduğu kavline gelince, biz ne o ayette ne de bu fıkrada bu
kavle dair bir şeye rastlamadık. [21]
Burada şunu
belirtelim, ayette Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri olduğu nassla
belirtilmiştir ancak buradaki annelik 53-55. ayetlerden de anlaşıldığı veçhile
hakiki annelik değildir. Zira, bu ayetlerde müslüman erkekler, Peygamber
zevcelerinin yanına girmekten menedilmiş, onlardan bir şey istediklerinde
perde arkasından istemeleri emredilmiştir. Bu kaideden sadece Peygamber
hanımlarının babalan, oğulları, kardeşleri, yeğenleri müstesna tutulmuştur.
Yine bu ayetlerde, mü'min erkeklerin, Peygam-ber'den sonra hanımlanyla
evlenmeleri yasaklanmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Peygamber
hanımlarının müminlerin anneleri oluşundan maksat, sadece onlann yüceltilmesidir. [22]
7- Biz peygamberlerden, kuvvetle ahidlerini
almıştık, senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan,
onlardan sapasağlam söz almıştık.
8- Ki, o doğrulara doğruluklarından sorsun.
Kafirlere de acı bir azab hazırlamıştır.
I- Allah'ın bütün
nebilerden ve özellikle Nebi (s), Nuh (a), İbrahim (a), Musa (a) ve Meryemoğlu
İsa (a)'dan risaleti yüklenmeleri ve onu insanlara tebliğ etmeleri hususunda
kuvvetli bir söz aldığı ifade edilmek suretiyle hatırlatmada bulunulmuştur.
II- Daha
sonra, Allah (c)'ın, ilahi mesajı sadakatle tebliğ eden peygamberlere doğruluklarından
soracağı, onları ümmetlerine şahid kılacağı bildirilmiş; peygamberlerin getirdiği
ilahi mesajı (risaleti) inkar edenleri ve onları doğrulamayanları ise elim bir
azaba duçar edeceği açıklanmıştır.
Bu iki ayetin nüzul
sebebi hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Ayetlerin
bu-raykYN^\s.V&ml4^m\!»^^^ rivayet
bulunmamaktadır. Zira, bu iki ayet, hem öncesi hem de sonrasından bağımsız
müstakil bir kısım olarak görünmektedir.
Bununla birlikte bize
göre bu iki ayet, Nebi (s)'nin peygamberliğinin teyid edildiği, Allah'tan
korkması ve kafirlere, münafıklara uymaması ile yalnız O'nun vahyine tabi olup
O'na dayanması emrinin yer aldığı bu sûrenin ilk ayetini mânâ yönünden izlemektedir.
Allah (c), risaletini Hz. Peygamber'e tevdi ederek ondan bu mesajı tam
anlamıyla yüklenmesi için kendisinden önceki peygamberlerden aldığı gibi ahid
almıştır.
Hz. Peygamber'in, Nuh
(a)'un, İbrahim, Musa ve İsa (a)'nın özellikle zikredilmesi Kur'an'da tekrar
eden hususlardandır. Nitekim bu tekrarın mahiyetini Şura sûresinde ele alıp
açıklamıştık. Tekrarına lüzum görmüyoruz. [23]
9- Ey
inananlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, hani bir zaman size ordular
gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular
göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görmekteydi.
10- Hani
onlar üstünüzden ve alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler
hançerlere dayanmıştı'[24].
Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz'[25].
11- İşte orada mü'minler denenmiş, şiddetli bir
sarsıntı ile sarsılmışlardı[26].
12-
Münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler: "Allah ve Rasulü bize
sadece boş vaadlerde bulundu" diyorlardı.
13- Onlardan
bir grup da demişti ki: "Ey Yesrib halkı, artık size duracak yer yok,
dönün. Onlardan bir topluluk da: "Evlerimiz açıktır"[27]
diyerek Peygamber'den izin istiyordu. Oysa onlar(ın evleri) açık değildi.
Sadece kaçmak istiyorlardı.
14- Eğer her
yanından onların üzerine girilseydi'[28] de
kendilerinden fitne yapmaları istenseydi bunu yaparlardı[29]';
bunu yapmakta fazla gecikmezlerdi.
15- Oysa
arkalarına dönmeyeceklerine dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen
sözden sorumlu idiler.
16- De ki:
"Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size fayda vermez.
Kaçsanız bile pek az bir zaman yaşatılırsınız."
17- De ki:
Allah size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi O'ndan kim korur?
Kendilerine Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulamazlar.
18- Allah
içinizden alıkoyanları[30]' ve
kardeşlerine: "Bize gelin!" diyenleri biliyor. Onlar savaşa pek az
gelirler[31].
19- Size
karşı cimridirler. Ama korku gelirse onların, üstüne ölüm baygınlığı çökmüş
insan gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince, mala
düşkünlük göstererek sizi sivri dillerle incitirler[32]'.
Onlar, inanmamışlar, bu yüzden Allah, onların işlerini boşa çıkarmıştır. Bu;
Allah'a göre kolaydır.
20- Onlar
orduların gitmediklerini sanıyorlardı. Ordular gelmiş olsalardı, bunlar çölde
bedevi Araplar arasında bulunmayı, sizin haberlerinizi oradan soruşturmayı
dilerlerdi'[33]'. Aranızda bulunsalardı
dahi pek az savaşırlardı.
21- Andolsun
Allah'ın Elçisinde sizin için, Allah'a ve ahi-ret gününe kavuşmaya inanan ve
Allah'ı çok anan kimseler için, en güzel bir örnek vardır.
22-
Mü'minler orduları gördükleri zaman: "Bu, Allah'ın-ve Rasulü'nün, bize
vaadettiğidir. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir" dediler ve bu, onların
sadece imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.
23-
Mü'minlerden öyle erkekler var ki, Alah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan
kimi adağını yerine getirdi'[34]',
kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir.
24- Ki Allah
doğruları, doğruluklarıyla mükafatlandırsın, i-ki yüzlülere de dilerse
azabetsin; yahut tevbelerini kabul buyursun. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.
25- Allah,
inkar edenleri öfkeleriyle geri çevirdi; hiç bir hayra eremediler. Allah
savaşta mü'minlere yetti. Allah güçlüdür, üstündür.
"Ey iman edenler
Allah'in size verdiği nimetini hatırlayın..." ayeti ve devamındaki
ayetler, ifadeleri itibariyle anlaşılır şekilde açık olup, İslam düşmanlarının
Medine üzerine kuvvet toplamasıyla ilgili sahneleri gözler önüne sermektedir.
Müfessirlerin naklettikleri rivayetler ve siret kitaplarının ortak ifadelerine
göre; ayetlerde sözü edilen olay, İslam tarihinde "Ahzab Olayı" ya da
"Hendek Olayı" olarak bilinen hadisedir. Ayetlerde, İslam
düşmanlarından "ahzab" olarak sözedildiği için, bu olaya "Ahzab
Olayı" ismi verilmiştir. Ayrıca, Nebi ve müslümanlar, düşman birliklerinin
Medine'ye saldırısını önlemek üzere Medine'nin Mekke'ye bakan kısmına hendek
kazdıkları için bu olaya "Hendek Olayı" da denmiştir.
Ayetlerin üslubu da
gösteriyor ki bu olay, alelade bir tarihi hadise olarak anlatılmamış, bilakis
ilahi hikmet; uyan, nasihat ve tehdid yoluyla çeşitli durumlara ve bu durumların
etkilerine işaret etmiştir. Nitekim Kur'an'ın burada kullandığı üslup; genel
olarak Nebevi dönemdeki kıssalarda, cihad olaylarında kullanılan üslupla
aynıdır.
Tefsir ve siret
kitaplarında[35] yer alan rivayetlerin bu
hususta zikrettikleri özetle şöyledir: Nebi (s), Beni Nadir yahudilerini
Medine'den sürdüğünde, liderleri Hayber'e gidip oradaki yahudileri
örgütlediler. Daha sonra Mekke'ye bir heyet göndererek Mekke'nin
yöneticilerini Medine üzerine kuvvet toplamaya, böylece Nebi'nin onlar için
oluşturduğu tehlike büyümeden İslam'ın, müslümanlann ve Hz. Peygamber'in önünü
kesmeye teşvik ettiler. Medine'ye karşı savaşmak için karar verirlerse
Medine'de kalan yahudilerin de onlara destek vereceği ve onlarla birlikte
hareket edecekleri vaadinde bulundular. Mekkeliler bunu kabul edip yahudilerle
anlaştılar.
Rivayete göre,[36] her
iki tarafın ileri gelenleri Kabe'ye gittiler ve putların önünde anlaşmaya sadık
kalacaklarına dair yemin ettiler. Nisa sûresinin 51. ayetinde geçtiği üzere
Kureyş liderleri, kendilerinin mi yoksa Muhammed'in mi doğru yolda olduğu
hususunda yemin etmelerini istemişler yahudilerse Mekkelilerin doğru yolda
olduklarını söylemişlerdir: "Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin
mi? Cibt ve Tağuta inanıyorlar ve inkar edenler için: 'Bunlar inananlardan
daha doğru yoldadır', diyorlar." Nitekim bu ayette, rivayet edilen olaya
işaret edilmektedir.
Daha sonra bu heyet
Gatafan, Kays ve Gilan kabilelerine de giderek onları müslü-manlara karşı
tahrik ettiler ve onlarla antlaşma yaptılar. Bu hizipler veya müttefikler hazırlıklarını
tamamlayınca Medine üzerine yürüdüler ve Medine civarında konuşlandılar.
Sayıları yaklaşık 10 bin veya daha fazlaydı. Bu ordular Ebu Süfyan komutasındaydılar.
Nadiroğulları,
Medine'de kalan Kureyza yahudilerinin Nebi (s) ile aralarındaki antlaşmayı
bozmalan için çalıştılar. Hz. Peygamber, durumu öğrenmek üzere Evs ve Haz-rec
liderlerini Kureyza yahudilerine gönderdi. Kureyza yahudileri Nebi (s) ve Ensar
ile aralarındaki antlaşmayı bozmuş ve düşmanlıklarını ilan etmişlerdi.
Bu durumdan cüret alan
münafıklar da, müslümanların gayretlerini baltalamaya, aralarına korku
yaymaya, Allah'a ve Rasulü'ne karşı tutumlarını değiştirmeye başladılar. Bütün
bunlar karşısında kendilerini iki ateş arasında gören müslümanlar endişelenmeye
başladılar. Önlerinde düşman, arkalarında düşman ve dahası içlerinde
münafıkların komploları...
Nebi (s) ve
müslümanlar Medine'nin Mekke'ye bakan kısmına etraflıca hendek kazmaya başladılar.
Hendeklerin etrafına savunma amacıyla askerler mevzilendirildi. Kadın ve
çocuklar ise tepelere ve dağlara çıkarıldı. Bizzat Allah Rasulü'nün de
katıldığı hendek kazımı bitirildi ve hendeklerin arkası askerlerle tahkim
edildi. Müslümanların sayısı 3 bin idi.
Hendekler, Nebi ile
düşman ordular arasında genel bir savaşın vukuuna engel oldu. Ancak, ferdi
çatışmalar ve karşılıklı ok atışları oldu. Her iki taraftan da pek az sayıda
kayıplar oldu. Medine, yaklaşık yirmi gün düşman ordularının muhasarasına tanık
oldu. Bu esnada Gatafan kabilesinden müslüman olan ve imanını kavminden
gizleyen Naim isimli bir şahıs Nebi'ye geldi ve İslam'ın lehine ne yapması
gerektiğini sordu. Nebi ise, düşman saflarında şüphe ve ayrılık oluşturmasını
istedi. Bu şahıs yahudilerle diğer düşman orduları arasında bir güvensizlik
oluşturdu. Hiziplerden her biri diğer tarafa şüpheyle bakınca düşman
saflarında şiddetli bir fırtına esmeye, saflar çözülmeye başladı. Allah (c)
onlann kalplerine bu şekilde korku saldı. Ebu Süfyan fazla geçmeden döndü ve
diğerleri de onu takip ettiler. Böylece Allah onları, hiç bir olumlu sonuç elde
edemeden kinleriyle birlikte geri çevirdi. Bu olay hicri 5. yılın Şevval ayında
vuku bulmuştu. Görüldüğü gibi rivayetlerde anlatılanların pek az bir kısmı ancak
ayetlerde zikredilmiştir. Her ne kadar rivayetlere bir takım mülahazalar
eklenmişse de, rivayetlerde anlatılanlar ayetlerin genel çerçevesiyle
uyuşmaktadır.
Ayetlerde bu savaşın
miislüman saflarında meydana getirdiği etkilere değinilmiş, münafıklar şiddetle
yerilmiş, Nebi'nin ve mü'minlerden samimi olanların savaş karşısındaki
tutumları güçlü bir ifadeyle dile getirilmiştir. Öyle ki, ayetlerde o anlara
ilişkin çizilen tablolar, rivayetlerde anlatılanları fevkalade geçmektedir.
"Nitekim, Al-i İmran sûresinde Uhud harbiyle ilgili ayetlerde geçen takrir
ve telkinlerle bu ayetler arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır. [37]
I- Nebi (s),
bu olayların etrafında döndüğü mihverin asıl kutbu, yılmayan, sarsılmayan
sağlam direğiydi. Öyle ki, 21. ayette müslümanlar, onu üsve-i hasene (en güzel
örnek) olarak takib etmeye çağrılmışlardır.
II- Düşmanın
sayıca çokluğu, silahça üstünlüğü ve yahudilerin haince tutumları sonucu
müslümanlarda şiddetli bir endişe hasıl olmuştu. Daha sonra sadık/halis imana
sahip müminler diğerlerinden ayrılmış, Nebi'nin etrafında birleşerek onu
desteklemeye, korumaya başlamışlar ve savaşa hazır olduklarını bildirmişlerdi.
Bu mü'min topluluk savaşı, Allah'ın kendilerine vadettiği Rabbani bir seçim olarak
görmüş, sıdk ve sebat ile savaşa azmetmişlerdi. Öyle ki, düşmanların bu durumu
onların imanlarını ve bağlılıklarını artırmıştı. İşte bu halleriyle müminler
topluluğu, 22-23. ayetlerde Allahu Teala'nın yüce övgüsüne mazhar olmuştur.
Münafıklar ve kalplerinde
hastalık bulunanlar ise; küfürlerini, inatlarını, Allaha ve Rasulü'ne karşı
kötü tutumlarını sergilemekten geri durmamış, bu tutumlarını "Allah ve
Rasulü bize sadece boş vaadlerde bulundu" sözleriyle açığa vurarak
bozgunculuk yapmaya, kardeşlerini asılsız iddialarla kaçmaya ve savaşı bırakıp
evlerine dönmeye çağırmışlardı. Halbuki, Nebi'ye meydandan kaçmayacaklarına ve
savaştan geri durmayacaklarına dair söz vermişlerdi.
Muhtemelen onların
verdiği bu söz, Uhud Savaşı'ndan sonraya rastlamaktadır. Nitekim Uhud
Savaşı'nda benzer bir tutum sergiledikleri için Al-i İmran sûresinin 15 ila 18.
ayetlerinde şiddetle yerilmişlerdi. Tehlike gördüklerinde şiddetli bir korkuya
kapıldıkları, korku anı geçtiğinde ise çirkin sözlere başvurdukları ve hayırda
son derece cimri oldukları dile getirilmiştir. Eğer düşmanlar Medine'ye girmiş
olsalardı küfürlerini ve İslam'dan irtidat ettiklerini ilan etmekte tereddüt
etmezlerdi.
Kendilerine;
"düşman ordulan hüsrana uğrayarak Medine'den çıkıp gittiler" dendiğinde
inanmamışlardı. Korkudan düşman ordularının Medine'den çıkmadığını zannediyorlardı.
Düşmanla savaşmaktansa, çöl bedevileri arasında olup müslümanlann kötü haberlerini
işitmeyi yeğliyorlardı.
Bütün bunlarla
birlikte ilahi hikmet herşeye rağmen tevbe kapısını onlar için açık tutmuş ve
24. ayette bunu açıkça dile getirmiştir. Bu ayette -diğer birçok yerde de ifade
ettiğimiz gibi- münafıklık gerçeği tescil edilmiş, Muhammedi risalet ve Kur'anî
davetin insanları ıslah etmeyi, onlan doğru yola yönlendirmeyi ve onlardan
tevbe/istiğfar edenler için tevbe kapısını daima açık tutmayı hedeflediği
ortaya çıkmıştır. Nitekim bu sayede, münafıklardan çoğu tevbe etmiş, gerçek
imanı elde etmişlerdir.
Ayetlerde halis iman
sahipleriyle münafıklara ilişkin çizilen tablolar, her zaman ve mekanda
cihad/mücadele sahnelerinin aynlmaz parçası durumundadır. Dolayısıyla ayetin
gölgesinde ifade bulan telkinler ve ibretler, ilelebed geçerli olan
değerlerdir. [38]
26- Kitab
ehlinden onlara yardım edenleri'[39]' de
kalelerin-den[40]' indirdi ve kalblerine
korku düşürdü. Bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz.
27- Onların
topraklarını, evlerini ve mallarını ve henüz ayak basmadığınız toprağı size
miras verdi. Allah, herşeye kadirdir.
Ayetlerde açık ifadeler
kullanılmış ve Ehli Kitab'tan bir topluluğa karşı cihad sahnesine işaret
edilmiştir. Tefsir ve siret kitaplarında yer alan rivayetlerin ortak ifadesine
göre, ayetlerde sözü edilen yahudiler, Medine'deki Kureyza yahudileridir.
Rivayetlerde yer alan
ifadelere göre; düşman hiziplerinin Medine'yi terketmesinin hemen akabinde
Cebrail, Hz. Peygamber'e gelerek Kureyza yahudilerinin üzerine yürümesinin
gerekliliğini bildirmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber bir münadi gönderip; işitip
itaat eden herkesin Kureyza yahudilerini öldüreceğini bildirdi. Hz.Peygamberin
bu tutumunda, müşrik orduların her yönden saldırıya geçtiği bir zamanda Kureyza
yahudi-lerinin hain ve düşmanca tutumlarının ne kadar tesir bıraktığı ortaya
çıkmaktadır. Ayette geçen "zaheruhum" ifadesi, düşman ordularının
Medine'yi muhasara ettikleri esnada münafıklardan, İslam'a karşı çirkin
tezgahların sadır olduğunu göstermektedir. Şüphesiz onların bu hareketleri,
anlaşmayı bozmalarından ve Hazrec ile Evs liderleri önünde düşmanlıklarını
ilan etmelerinden daha yüksek dozda, onlara karşı Nebi (s) ve müslümanla-nn
nefretine sebep olmuştu.
Bu olayla ilgili
olarak nakledilen rivayetlerin özeti şöyledir[41]:
Nebi (s), müslüman-larla birlikte onları 25 gece muhasara altında tuttular.
Onların kayıtsız ve şartsız teslim olmalarından başka hiçbir istekleri kabul
edilmedi. Kaçacak yolları kalmamıştı.
Evs kabilesinden
onlarla anlaşma yapmış olanlar Rasulullah'a: "Onlar bizim mevali-mizdir
(antlaşma yaptığımız kişilerdir). Hazredi kardeşlerimizin mevalisine -Beni
Kay-nuka ve Beni Nadir'i sadece Medine'den uzaklaştırmakla yetinmişti-
davrandığın gibi onlara da rıfk ile davran" dediler. Bunun üzerine
Rasulullah: "İçinizden birinin onlar hakkında hüküm vermesine razı olur
musunuz?" dedi. Onlar da "evet" dediler. "O zaman Sa'd b.
Muaz onlar hakkında hüküm versin" dedi.
Hendek muhasarasında
Sad'a bir ok isabet etmiş, Peygamber Mescid-i Nebevi'deki bir çadıra
nakledilmesini emrederek, yaralıları tedavi etmekte uzman olan bir müslüman
kadını da ona bakması için tayin etmişti. Sa'd b. Muaz'ın kavminden bazıları
gelerek onu bir merkebe bindirdiler ve "Ey Ebu Amr onlar hakkında iyi
hüküm ver, Rasulullah, onlar hakkında hüküm vermek için seni tayin etti"
dediler.
Sa'd b. Muaz Nebi
(s)'ye gelince onlar hakkındaki hükmünü açıkladı ve şöyle konuştu: "Şu an
Sa'd için, Allah'ın emri hususunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeme
anıdır. Onlar hakkındaki hükmüm; erkeklerini öldürmen, kadın ve çocuklarını
esir alman ve mallarım taksim etmendir." Bunun üzerine Nebi (s): "Onlar
hakkında yedi kat gökten gelen Allah'ın hükmü ile hükmettin" dedi. Daha
sonra, müslüman olduklarını ilan edenler dışında bu hüküm icra edildi.
Nitekim, onlardan müslüman olanların kanları ve malları korundu.
Yine rivayete göre;
Rasulullah onlardan yetişkin deve ve koyun sürülerinin yanısıra 1500 kılıç, 300
zırh, 2000 mızrak ve 1500 kalkan ganimet aldı. Öldürülen erkeklerin sayısı 600
ile 700 arasındaydı. Bıyığı çıkmamış gençler öldürülmediler. Necd'e gönderilen
kadınlar ve çocuklar esir alınarak satıldılar, onların paralarıyla at ve silah
alındı.[42]
Yine müfessirler
tarafından rivayet edilenlere göre; Beni Kureyza, Nebi (s)'den Evs'li Ebu
Lübabe'yi istişare için kendilerine göndermesini istediler. Rasulullah da gönderdi.
Kureyzalılar, Hz. Peygamber'in hükmünü kabul etmeleri halinde ne olabileceğini
sordular. Kadınlar ve çocuklar onun yanında ağlaşmaya başlayınca o da tamam
dedi ve eliyle boğazını göstererek öldürüleceklerini ima etti. Daha sonra Ebu
Lübabe, Allah'a ve Rasulü'ne hiyanet ettiğini anladı ve mescide gelerek
kendisini mescidin sütunlarından birine bağladı. "Allah, yaptığımdan
dolayı beni affedene kadar burada kalacağım" dedi.
Durum Allah Rasulü'ne
iletildiğinde: "Bana gelmiş olsaydı kendisi için istiğfar dilerdim. Ancak
o, yapacağını yapmış. Allah tevbesini kabul edinceye kadar onu oradan çıkaracak
değilim" dedi. Birkaç gün orada bağlı kaldıktan sonra Rasulullah (s),
"Ebu Lübabe'nin tevbesi kabul edildi" dedi. Bunun üzerine İmmü Seleme
Ebu Lübabe'ye müjde verdi. Rasulullah sabah namazı için mescide geldiğinde
kendi elleriyle onun bağını çözdü. İşte bu olay, Rasulullah dönemindeki sosyal
uygulamaların üstün bir örneğini göstermektedir.
Bazı müsteşrikler
haksız olarak Rasulullah'ın verdiği hükmü tenkid etmişlerdir. Fakat, onların
gözardı ettikleri bir gerçek vardı. Kureyza yahudileri; tezgahlarını,
hiyanet-lerini ve düşman ordularına sinsi desteklerini düşmanlık duygulan ile
ortaya koymuşlardı. Dahası, onlar, bu komplolarını tezgahlarken İslam ve
müslümanlar yok olma tehlikesi ile karşıkarşıya kalmışlardı. Elbette ki, bu
tutumlarının cezası onların tezgahlarına münasip olacaktı. Yani verilecek ceza,
işlenen suçun boyutuna uygun olmalıydı. Kaldı ki, Beni Kureyza yahudileri,
kendilerinden önce Medine'den sürülen Kaynuka ve Nadir yahudilerinden ders
almamış, onlara uygulanan bu cezaya itibar etmemişlerdi.
Müfessirlere göre;
Allah'ın müslümanlara miras olarak bahşettiği henüz ayak basmadıkları
topraklar, Hayber topraklandır. Ayetteki ifade, olmuş bitmiş bir zaferin müjdesi
mesabesindedir. Ancak ruhu ve içeriği bakımından ayet, sözkonusu topraklann,
o-lay sırasında mallan ve mülkleri ile birlikte müslümanlann eline geçen Beni
Kurey-za'ya ait, yaşadıkları yerden uzakta olan Hayber topraklan olduğunu göstermektedir.
Bütün bu
anlatılanlardan hareketle, her iki ayetin de, aynı konu üzerinde yoğunlaşan
önceki ayetlerle birlikte nazil olduğu görüşünü benimsemek durumundayız. Bu iki
ayet ve önceki ayetler, uyancı, öğüt verici ve Allah'ın fazlı ve zaferini hatırlatıcı
bir tarzda olaylann akabinde nazil olmuşlardır. [43]
28- Ey
Peygamber, eşlerine söyle: "Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü
istiyorsanız, gelin size mut'a vereyim ve sizi güzellikle salayım".
29-
"Eğer siz, Allah'ı, Elçisini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, Allah,
sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükafat hazırlamıştır."
30- Ey peygamberin kadınları! Sizden kim açık bir
edepsizlik yaparsa[44] onun
azabı iki kat yapılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.
31- Fakat
sizden kim Allah'a ve Rasulü'ne itaate devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da
mükafatını iki kez veririz ve onun için bol bir rızık hazırlamışızdır.
32- Ey peygamber kadınları, siz, kadınlardan
herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunuyorsanız, sözü yumuşak bir eda ile
söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel söz
söyleyin.
33- Evlerinizde
oturun'[45]',
ilk cahiliyyenin açılıp kırıtması gibi açılıp kırıtmayın'[46]''.
Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt Allah
sizden, kiri gidermek[47] ve
sizi tertemiz yapmak istiyor.
34-
Evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah
latiftjr^haber alandır.
"Ey Peygamber
hanımlarına söyle..." ayeti ve devamındaki ayetlerde kullanılan ifadeler
anlaşılır ifadelerdir, Müfessirler,16 bu ayetlerin Peygamber hanımlarının daha
fazla nafaka istemeleri üzerine nazil olduklarını söylemişlerdir. Onlann bu
istekleri, Hz. Peygamber'i derinden üzmüş, bu yüzden onlardan ayrılmayı hatta
onları boşamayı dahi düşünmüştü. Bir rivayete göre, Hz. Peygamber'in
hanımlarından ayrılma ya da onları boşama düşüncesi Tahrim sûresinin ilk beş
ayetinin hakkında nazil olduğu ikinci olaydır. Tahrim süresindeki beş ayet, bu
rivayeti destekleyici mahiyettedir. Ayetlerin metnine uygun olan, zikrettiğimiz
birinci rivayetin ilk kısmıdır. Yani Peygamber hanımlarının ondan daha fazla
nafaka istemeleridir.
Bu ayetler,
öncekilerden bağımsız bir bölümdür. Ancak ayetlerin, Kureyza olayı ile ilgili
ayetleri müteakiben gelmesi, Peygamber hanımlarının bu isteklerinin Kureyza
ya-hudilerinden elde edilen ganimetlerden sonra gündeme'geldiğini
göstermektedir. İlk iki ayet Hz.Peygamberin, evinde zorluklar içinde zühd
hayatı yaşadığına delalet etmekte ve bu hususta nakledilen hadisler yakin
derecesinde çok ve mütevatirdir.
Allah (c)'ın rızkı
genişletmesiyle, Peygamber hanımları hayattan bolca nimet alma ve nafakalarının
artma zamanının geldiğini zannettiler. Bunun üzerine anlatıldığı şekilde
istekte bulundular. Kuvvetli bir ihtimalle onlann bu istekleri, Beni Kureyza mallarının
taksim edildiği ve Rasulullah'ın -Enfal sûresinin 41. ayetinde de belirtildiği
üzre-Allah, Rasulullah, yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar için
ayrılan humusu aldıktan hemen sonra gerçekleşmiş ve dolayısıyla bu ayetler,
önceki ayetlerle zaman yönünden aynı döneme rastladığı veçhile buraya konmuş
olsa gerek.
Ayetlerde, özellikle
de ilk iki ayette kullanılan ifade üslubuna bakıldığında, Peygamber
hanımlarının bu isteklerinin Nebi'yi derinden üzdüğü görülecektir.[48]
Zira, Peygamber^)'in .zorluk içinde zühd hayatı yaşaması fakirlikten
kaynaklanmıyordu. İsteseydi fevkalade yaşayabilirdi. Ancak o, Allah'a olan
bağlılığı, davası ve müslümanların sala-hıyla o denli içiçeydi ki, kendisi
dünya malı ve nimetlerini düşünmekten pek uzak idi. Bu yüzden ilahi vahiyle;
üslubu, telkini ve etki alanında üstün değerler ifade eden bu bölüm inzal
buyruldu. Çünkü risalet vazifesi, dünya hayatı ve süsünden çok daha büyüktü.
Rasulullah'ın imanı ve imanıyla içiçeliği ise, ondaki bütün boşlukları
dolduru-yordu. Nebi'nin maddi-insani ihtiyaçlarına ve zahiri yönüne ait boşluk,
tam anlamıyla doluydu. Sahip olduğu şeylerin, yaşamı için gerekli kısmını
kullandıktan sonra kalanı müslümanların maslahatına harcanırdı.
Peygamber hanımları da
onun bir parçası durumundadırlar. Eğer onun yanında kalmak ve onun nikahlısı
olarak yaşamak istiyorlarsa onun yaşadığı gibi yaşamaktan başka seçenekleri
olamazdı. Kaldı ki Peygamber hanımları muttaki oldukları sürece Allah katında
diğer kadınlar gibi değillerdi. Bu yüzdendir ki, herhangi bir günaha veya
masiyete irtikap etmeleri halinde azapları iki kat; Allah'a ve Rasulü'ne itaat
ederek salih amellerde bulundukları sürece de sevapları iki kat olarak takdir
edilmiştir. Ayrıca, onların çokça dışarı çıkmaları, açılıp saçılmaları ve konuştukları
zaman hastalıklı kalpleri celbede-cek şekilde edalı konuşmaları onlara layık
değildir. Bilmelidirler ki Allah, onlardan kiri giderip onları tertemiz kılmak
ister. Fakat, isteklerinde ısrar ederlerse o taktirde hem kendileri Nebi'den,
hem de Nebi (s) kendilerinden sayılmaz. Zira, Nebi'nin vazifesi ve almış olduğu
manevi lezzetler, onu bu tür arzuların tümünden alıkoymaktadır.
İşte Allah Rasulü'nün
güçlü ve samimiyet dolu özel hayatından sadece bir tek yüce sahifeye işaret
eden bu ayetlerde, malı çoğaldığı zaman onun dünyevi lezzet ve arzulara
daldığını zannederek onu çekiştirmeye çalışanları, cevap vermekten aciz
bırakacak bir reddiye vardır. Çok evlilik yaptığı gerekçesiyle onu çekiştirmeye
çalışanlara ise verilecek cevaplar başka babda ele alınmış ve açıklanmıştır.
Konu ile ilgili
rivayetlerin tümü, Peygamber hanımlarının bu hususta Allah'ı, Rasu-lü'nü ve
Rasulullah'a yakınlıklarını tercih ettikleri yönündedir. Onların Allah ve Rasulullahın
rızasıyla son bulmuştur.
Yine konuyla ilgili
bir rivayette; ayetler nazil olduğunda Nebi (s), Hz. Aişe'den başlayarak ona
şöyle demişti: "Sana bir konuyu hatırlatmak istiyorum. Bu konuda acele
edip annen ve babanla istişare etmeden hüküm verme. Hz. Aişe: 'Nedir bu ya
Rasulal-lah'?' dedi. Rasulullah ona, bu ayetleri okudu. Bunun üzerine Hz. Aişe:
Senin hakkında annem ve babama mı danışacağım? Elbette ki, Allah'ı ve Rasulü'nü
tercih ederim ve senden, hanımlarının hiçbirine benim tercih ettiğim şeyi
söylememeni istiyorum, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: Doğrusu Allahu Teala
beni zorlayıcı değil, bilakis öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.
Eşlerimden hangisi neyi tercih ettiğini sorarsa kendilerine söylerim, dedi.
Daha sonra diğer hanımları da birer birer aynı şeyi tercih ettiler. Allah'ı,
Rasulü'nü ve ahiret yurdunu seçtiler."[49]
Ayette geçen
"rics" içinde necasetin, fiili veya manevi pisliğin, günah ve
masiyetin bulunduğu her şeydir. Temizleme ise bütün bunların giderilmesidir.
Cümlenin mânâsına gelince; Allah, Peygamber hanımlarına -vasiyeti veçhile- ehl-i
beytini bütün necaset, pislik ve günahlardan arındırmak, onları tertemiz kılmak
istemektedir. Burada, Nebi'nin ehli beytine, büyük bir Rabbani iltifatın
varlığı sözkonusudur.
Nebi'nin hanımlarına
hitaben, evlerinde oturmaları emri, onların bir defa bile evlerinden dışarı
çıkmamaları değil, zaruret dışında çokça dışarı çıkmamaları anlamına gelir.
Zira onların da dışarı çıkmalarını gerekli kılan ihtiyaçları ve zaruretleri
vardır. Nitekim, hanımlarının gerek Peygamber hayatta iken gerekse vefatından
sonra, ihtiyaç ve zaruret hasıl olduğunda dışarı çıktıklarını ifade eden
mütevatir derecesinde rivayetler mevcuttur. Buhari ve Müslim'in
Ümmü'l-rnü'minin Sevde'den rivayet ettikleri bir hadiste şunlar yer alıyor:
"Ömer b. Hattab bir gün Sevde'yi dışarıda görmüş ve ona şöyle demişti: Ey
Şevde, bizden gizlenmiyorsun, baksana nasıl da dışarı çıkıyorsun. Şevde bunu
Rasulullah'a anlattı. Rasulullah ise şöyle dedi: Allah, ihtiyaçlarınız için
dışarı çıkmanıza izin vermiştir."[50]
Her halükârda
ayetlerin, hassaten Peygamber hanımlarına yönelik olduğu açıktır ve ayetlerde,
emir ve tavsiyelerle birlikte illete dayalı bir hükmün varlığı sözkonusudur.
Peygamberlik makamı;
Nebi (s)'nin ahlakının yüceliği, imanı, duygu yönü, Allah'a bağlılığı ve davaya
sadakatiyle beraber olsa da, iki şey arasında bırakılamaz. Her ne kadar bu
ayetler, Hz. Peygamberin özel yaşamıyla ve hanımlarıyla ilgili olsa da,
siyasilere, ıslah ve cihad ameliyesiyle meşgul olan liderlere üstün bir
hareket noktası olmuştur. Nitekim 21. ayette mü'minlerin, Hz. Peygamber'i
kendilerine en güzel örnek edinmeleri istenmişti. Şüphesiz bu ayetler Nebi'nin
eşlerine önemli vazifeler yüklemiştir. Burada, müslüman liderlerin hanımları
için de yüce telkinler ve öğretiler bulunmaktadır. [51]
Bilindiği üzere bu
tabir (cahiliye tabiri) ile, doğru yol ve ilimden uzak olduğu için bisetten
önceki dönem kastedilir. Bize göre, bu mânâ Kur'anî bir ifadedir. Eğer bu kavram
bisetten önce de kullanılıyor idiyse -ki kullanıldığına dair kesin bir bilgi
yoksa da biz kullanıldığını kabul ediyoruz- hoş görülmeyen eylemler ve adetler
için kullanılıyordu.
Müfessirler, İbn
Abbas, İkrime ve diğerlerinden cahiliye hakkında değişik görüşler
nakletmişlerdir. Bu görüşlerden birine göre; birincisi, Nuh ve İdris (a)
arasındaki dönemde, ikincisi ise İsa ve Muhammed (s) arasındaki dönemde olmak
üzere cahiliye iki dönemdir. Bize göre metodik olan bu tabir ile İslam'dan
önceki dönem kastedilmiştir. Nitekim, İslam'dan önceki dönemde kadınların tümü,
ya da bir kısmı -ayetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi- açılıp saçılıyorlar
ve güzelliklerini, süslerini insanlara gösteriyorlardı.
Ayetlerde, açık bir
şekilde "ehl-i beyt" tabirinden, hitaba konu olan Peygamber hanımları
kastedilmekle birlikte, bazı rivayetler, hanımlarının dışındakileri de bu
tabirin şümulüne sokarken bir kısım rivayetler de Peygamber hanımlarını bu
tabirin dışında göstermektedir.
Müslim ve Tirmizi'nin,
mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'den rivayet ettikleri bir hadiste Ümmü Seleme
şöyle demiştir: "Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri giderip sizi tertemiz
kılmak ister, ayeti evimde nazil oldu ve Peygamber (s) Fatıma'yı ve Hasan ile
Hü-seyn'i çağırdı. Onları abasının altına aldı ve Ali gerideydi. Sonra dedi ki;
Allahım! bunlar ehl-i beytimdir. Onlardan kiri gider ve onları tertemiz kıl.
Dedim ki: Ben de onlardanım ya Rasulallah. Dedi ki: Senin yerin ayrıdır, sen
de hayırlısın"[53]
Ümmü'l mü'minin
Aişe'den rivayet edilen bir hadiste o şöyle demiştir: "Peygamber (s) sabah
vakti, siyah kıldan yapılmış bir elbise ile çıktığında Ali'nin oğlu Hasan
geldi. Peygamber onu elbise içine alıp sardı. Sonra Hüseyn geldi. Onu da
elbisesinin içine aldı. Sonra Fatıma geldi. Onu da elbisesinin içine aldı.
Sonra Ali geldi. Onu da elbisesinin içine aldı ve: Ey ehl-i beyt Allah, sizden
kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister, dedi"[54]
Müslim'in Husayn'dan
onun da Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiği bir hadiste Rasu-lullah şöyle dedi:
"Size ehli beytim hakkında hatırlatmada bulunuyorum (bunu üç kez tekrarladı).
Husayn Zeyd'e sordu: Ey Zeyd, ehli beyt kimdir? Hanımları ehli beyt değil
midir? Zeyd: Hanımları ehli beyttir, ancak onun ehli beyti kendisinden sonra
onlara zekat verilmesi haram kılınmış olanlardır, dedi. Onlar kimdir? deyince
Zeyd: Onlar Ali, Akil, Cafer ve Abbas aileleridir, dedi". Bir rivayette de
Husayn: "Ehli beyti kimdir? Hanımları mı? diye sordu. Zeyd: hayır Allah'a
yemin ederim ki, bir kadın kocası ile bir müddet yaşar, sonra kocası boşarsa
babasına ve kendi kavmine döner. Peygamber'in ehli beyti ise, kendisinden sonra
onlara zekat verilmesi haram olan aslı ve neslidir, dedi."[55]
İmam Ahmed'in Enes b.
Malik'den tahric ettiği bir diğer hadiste şunlar yer almaktadır: Nebi (s) altı
ay boyunca, Fatıma'nın kapısının önünden geçerken, sabah namazı için gidiyorsa
eğer; ey ehli beyt namaz, der ve "Ey ehli beyt, Allah sizden kivi gidermek
ve sizi tertemiz kılmak ister" ayetini okurdu".[56]
Aişe (r)'den Ümmü
Mecma'ın "Rasulullah için insanların en hayırlısı kimdir" sorusuna
cevap olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulullah'in Ali, Fatıma,
Hasan ve Hüseyn'i bir elbise altında toplayıp: Allahım! bunlar benim ehli
beytimdir. Onlardan kiri gider ve onları tertemiz kıl, dediğini gördüm. Bunun
üzerine: Ya Rasulallah ben de senin ehlindenim, dedim. Dedi ki; sen kenarda
dur, sen de hayırlısın"[57]
Ebu Said el-Hudri'den
rivayet edilen bir başka hadiste Rasulullah şöyle demiştir: "Bu ayet ben,
Ali, Hasan, Hüseyn ve Fatıma hakkında nazil oldu."[58]
Özellikle Peygamber
hanımlarını bu tabirin şümulünden çıkaran ve Şianın dört elle sarıldığı,
ayetlerin açık ifadelerine karşı bizleri hayrete düşüren bu hadisler üzerinde
biraz durmak istiyoruz. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, sözkonusu temizleme
cümlesinden sonra gelen ayet Peygamber hanımlarına yönelik hitabın devamıdır.
Dolayısıyla, bu makamda ehli beyt tabirinin Peygamber hanımları haricinde
yorumlanması mümkün değildir. Kaldı ki, ehli beyt tabiri başka ayetlerde
hanımlardan kinaye olarak kullanılmıştır. Hud sûresinin İbrahim (a) ile ilgili
71 ila 73. ayetlerinde: "Ayakta durmakta olan karısı, güldü. Biz de ona
İshak'ı müjdeledik. Ishak'ın ardından da Yakub'u. Vay, dedi. Ben bir kocakarı,
bu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey!.
Dediler ki, "Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri
sizin üzerinizdedir, ey ehli beyt! O, övülmeye layıktır, ihsanı boldur!"
buyrulmaktadır. Nemi sûresinin 7. ayetinde ise şöyle buyurulmaktadır:
"Musa, ehline: 'Ben bir ateş gördüm, size ondan bir haber getireyim, yahut
size bir ateş koru getireyim de ısınasınız demişti" .[59]
Bunlara ilave olarak
Buhari, Müslim ve Tirmizi, Ahzab sûresi 52. ayetin tefsiri ile ilgili rivayet
ettikleri hadiste Peygamber hanımlarının odalarından geçerken onlara "ey
ehli bey t Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun" diyordu.[60]
İbn Kesir, Tabiin
alimlerinin büyüklerinden biri olan İkrime'nin şöyle dediğini nakleder:
"Bu cümle hususiyetle Peygamber hanımları hakkında nazil olmuştur".
İbn Kesir bu cümleye ek olarak şunları söyler: "Bu ayet, Peygamber hanımlarının
ehli beytin şümulü içine girdiğinin açık bir hükmüdür. Çünkü, bu ayetin nüzul
sebebi Peygamber hanımlarıdır. Nüzul sebebi ya tek başına İkrime'nin kavli
üzerine ya da başkalarıyla birlikte ayetin hükmü içine dahil olur. Doğru olan
budur".
Ümmü Seleme'den
rivayet edilen hadise gelince, bu rivayette "Allah, ey ehli beyt sizden
kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister" ayeti onun evinde nazil
olmuştur ve tek başına bir ayet değildir. Önceki ayetlerin bir parçası ve
tamamlayıcısıdır. Bu kabil değerlendirme, Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilen
hadis için de geçerlidir.
Ancak bunları
söylerken biz, Peygamber (s)'e kan bağıyla akraba olanların ehli beytuz.
Bilakis, bu konuda eğer Kur'an'ın bu cümlesine ve ayetin indiği döneme istinad
ediliyorsa o taktirde ayetin, ne şümulünün ne de hasrının doğrudan doğruya
kastedilme-diğini söylemek istiyoruz. Öyleyse şunu söylemek yerinde olur; Nebi
(s)'ye nisbet edi-lea bu rivayetlerin doğru olması batinde, Peygamber eş}?ji
ûe. .birlikte dört mutahhar; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de ayetin şümulü
içerisine girmektedir.
35- Müslüman
erkekler ve müslüman kadınlar[61]',
mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam
eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadınlar (Allah'a) saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler
ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, Allah'ı
çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, (işte) Allah bunlar için bağış ve
büyük bir mükafat hazırlamıştır.
"Müslüman
erkekler ve müslüman kadınlar..." ayetinin ifade ettiği anlam açıktır. Her
müslüman erkek ve müslüman kadın, kendisini Allah'a teslim ettiği, O'na iman
edip kanunlarına riayet ettiği; ferdi, sosyal ve ahlaki sorumluluklarını yerine
getirdiği için ayette övgüye layık görülmüştür. Ayrıca her birinin, yüksek bir
makam ve Allah katındaki ecri hakettiği ifade edilmiştir.
Ayetin iniş sebebiyle
ilgili olarak müfessirler, bazı rivayetler nakletmişlerdir.[62] Bu
rivayetlerdeki isimler ve keyfiyetlerde ihtilaf edilmiş ancak, ifade edilen
gaye birdir. O da, bazı müslüman kadınların Rasul'e Kur'an'da kadından değil
özellikle erkekten övgüyle sözedilme nedenini sormalarıdır.
Rivayetin doğruluğu
muhtemeldir. Kur'an, bazı özel durumlarda kadınlara ait hususları anlatmıştır.
Nitekim, Al-i İmran sûresinin 195. ayetini açıklarken benzer bir rivayeti
zikretmiştik. Ayet, ilk etapta bir bütün olarak göze çarpmaktadır. Rivayetin
doğruluğunu da bu teyid etmektedir. Ancak, Kur'an bu ayetin nüzulünden önce,
gerek Mekki gerekse Medeni ayetlerde saliha kadınları övgüyle anmıştır.[63] Bir
sonraki ayette (Ahzab 36), mü'min erkek ve kadının eşit olarak Allah'a,
Rasulü'ne ve onların hükmüne karşı sorumluluklarına işaret edilmiştir.
Bunlardan anlaşılan o ki, bu ayet, kendisinden sonraki ayetle bağlantılıdır ve
adeta sonraki ayet için bir giriş niteliği taşır. Ayrıca, Peygamber
hanımlarının sorumluluklarından bahseden önceki ayeti takiben bu ayetin inmiş
olması ya da ayette mü'min erkek ve kadınların, görevlerini ifa etmeleri ve
Allah'ın kanunlarına riayet etmeleri halinde Allah katındaki büyük ecre nail
olacaklarının bildirilmesiyle ayrı konuya geçmiş olması ihtimalden uzak
değildir.
Her halükârda ayette
açıkça, Kur'an tarafından kadının, bütün ferdi ve ahlaki görevlerde erkekle
aynı şartlarda muhatap kabul edildiği görülmektedir. Burada şunu belirtmeliyiz
ki, İslam alimleri ve müfessirler, Kur'an'ın bütün hitaplarının mü'minlere ve
müslümanlara yönelik olduğu ve nerede olursa olsun mü'minlerle müslümanlar zikredi-lirken
bu hitabın sadece erkekleri değil eşit şekilde kadınları da kapsadığında görüş
bir-liğindedirler. [64]
36- Allah ve
Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi
kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü'ne karşı
gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür.
37- Allah'ın
nimet verdiği, senin de kendisine nimet verdiğin kimseye[65]:
"Eşini yanında tut, Allah'tan kork" diyordun, fakat Allah'ın açığa
vuracağı şeyi içinde gizliyordun, insanlardan çekmiyordun; oysa asıl çekinmene
layık olan, Allah idi. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince'[66]' biz
onu sana nikahladık ki evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri
zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın
buyruğu yerine getirilmiştir.
38- Allah'ın
kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmekte Peygamber'e herhangi bir
güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi.
Allah'ın emri, olup bitmiş bir şeydir.
39- Allah'ın buyruklarını duyururlar, Allah'tan
korkar ve O'ndan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter.
40-
Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat; Allah'ın elçisi
ve peygamberlerin hatemidir. Allah her şeyi bilendir.
I- Allah ve Rasulü kendileriyle ilgili bir
hususta hüküm verdiği zaman mü'min erkek ve mümin kadınların Allah ve
Rasulü'nün hükmünden başkasını seçmemeleri gerektiği, uyarı sigasıyla
vurgulanmıştır. Zira, herhangi bir konuda Allah ve Rasulü'ne itaat etmemek,
büyük bir sapıklık ve haktan yüz çevirmektir.
II- Nebi
(s)'ye sitemli bir tarzda hatırlatmada bulunuluyor. Çünkü Hz.Peygamber,
Allah'ın nimet verdiği ve kendisinin de ihsanda bulunduğu kişiye karısını
boşamaması-nı, Allah'tan korkmasını emretmişti. Öyleki, Nebi insanların
sözlerinden çekindiği için bu emri vermiş ve mümkün olabilecek bir hususu
saklamıştı. Halbuki, bu iş Allah'ın açığa çıkmasını istediği bir iş idi. Kaldı
ki, esas korkulması ve çekinilmesi gereken Allah'tır. İnsanlardan çekindiği
için bir hususu saklaması doğru değildi.
III- Allah'ın,
açığa çıkmasını murad ettiği hadiseye işaret ediliyor. Sözkonusu hadise de,
evlatlık edindiği ve ayette "Allah'ın nimet verdiği kendisinin de ihsanda
bulunduğu" cümlesiyle kastedilen Zeyd'in hanımı ile evlenmesidir. Ta ki,
bu uygulama mü'minlere örnek olsun ve bu hususta evlatlıkların, hanımlarını
boşamaları veya evlatlıkların ölümü halinde müminler onların hanımlarıyla
evlenmekte sıkıntıya düşmesin. Ayette bunlar ifade edildikten sonra, bu
uygulamanın ilahi bir emir ve uygulanması gereken bir hüküm olduğu
belirtilmiştir.
IV- Bu
hadisenin akabinde tereddütleri ortadan kaldırmak babından şunlar zikredilmiş:
Nebi (s) için Allah'ın emrini uygulamakta ve O'nun kendisine takdir ettiği
şeyden faydalanmasında bir sıkıntı söz konusu değildir. Bu, Allah'ın geçmiş
peygamberler için koymuş olduğu bir sünnettir, kuraldır. Zira O,
peygamberlerini, insanlara ilahi mesajları iletmeleri ve hiç kimseden
çekinmeksizin emirlerini uygulamaları için seçmiştir. Ve Allah, vekil olarak
ona yeter. Allah'ın emirleri, maslahatların gerektirdiği şeyleri takdir eder ve
bu emirler, uygulanması gereken emirlerdir.
V- Mü'minlere
hitaben açıklayıcı, sebep bildirici üslupla başka bir husus: Muham-med,
onlardan ne Zeyd'in ne de bir başkasının babası değildir. O, ancak Allah'ın
elçisi ve peygamberlerin hatemi (sonuncusu) dur. Allah, her şeyi bilmektedir.
Müfessirler, ilk
ayetin iniş sebebi hakkında birçok rivayetlerde bulunmuşlardır. Bir rivayete
göre bu ayet, Nebi'nin, Zeyneb bint-i Cahş'ı, Zeyd b. Harise'ye istemek için
gittiğinde ailesinin veya kendisinin itiraz edip ben ondan daha iyiyim demesi
üzerine nazil olmuştur. Bir rivayete göre, başka bir kadını Zeyd ile nikahlamak
için istediği zaman ailesinin bundan kaçınması üzerine nazil olmuştur. Bir
başka rivayete göre, Allah Rasulü, Ensardan bir cariyeyi kimsesiz, kendisine
yardım edilen bir müslümana istediğinde ailesinin bundan kaçınması üzerine
nazil olmuştur.[67]
İlk ayetten sonraki
ayetler ise rivayete göre, Allah Rasulü'nün evlatlık edindiği Zeyd b. Harise
tarafından boşandıktan sonra Zeyneb bint-i Cahş ile evlenmesi üzerine nazil
olmuştur. Yine bu hususta rivayet edilenlere göre, Nebi, Zeyneb'i Zeyd'le
evlendirdikten sonra onu evde giydiği elbisesi ve baş örtüsüyle görmüştü.
Zeyneb, beyaz tenli ve güzel bir kadındı. Güzelliği onu etkileyince
"Kalpleri çeviren Allah ne yücedir" veya buna benzer bir ifade
kullanmıştı. Zeyneb ise bunu hissetmiş ve Zeyd'e karşı büyüklen-meye ve onu
incitmeye başlamıştı. Zeyd, Rasulullah'a şikayet ederek onu boşamak istediğini
bildirmiş Rasulullah ise boşamamasını istemişti. Ancak, durum daha da kötüye
gidince Zeyd onu boşamış ve iddetinden sonra Nebi onu nikahlamıştı. Aynca, bir
başka rivayette Zeyneb, Peygamber'in kendisine karşı meyilli olduğunu
hissettiğini Zeyd'e bildirmiş Zeyd ise: "Rasululah ile evlenmen için seni
boşayayım mı?" demişti. Bunun üzerine Zeyneb: "Beni boşadıktan sonra
Rasulullah ile evlenemeyeceğimden korkarım" demişti.[68]
İlk ayet, sonraki
ayetlerle uyum içerisinde olduğundan, onlarla birlikte aynı mevzu ile ilgili
nazil olduğu kanaatindeyiz. Ancak ilk ayetin, kızlarını aşağı mertebede
gördükleri kişilere vermekte tereddüt eden bazı müslümanlar hakkında inmiş
olabileceği muhtemeldir. Raviler, bu sınıfsal anlayışları Peygamber'in ortadan
kaldırmak istemesiyle diğer ayetlerin iniş sebebini birbirine karıştırmış
olabilirler. Bu ihtimalin doğru olması halinde, ilk ayet nüzul sebebi
bakımından diğer ayetlerden ayrılır.
Hz. Peygamber'in
evlatlığı tarafından boşanmış karısıyla evlenmesi, çeşitli yorumlara ve gerek
önceki gerekse muasır gayrı müslimler tarafından muhtelif tenkitlere konu
olmuştur. Bazı müfessirler tarafından; olayın mantığına sığmayan, ayetlerin
ruhundan uzak bir takım rivayetleri ispatlama çabaları, gayrı müslimlerin,
hadiseyi ganimet bilerek Nebi'nin saygınlığı ve temiz ahlakına dil
uzatmalarına sebep olmuştur. Yazarlar, ke-lamalar ve müfessirler, onların bu
tenkitlerine karşı reddiyeler yazmış ve olayı gerçek boyutlarına oturtmaya
çalışmışlardır. Bunlardan bazıları, bir takım rivayetlerde kasıtlı iftiraların
ya da yanlışlık ve karışıklıkların olduğunu ifade etmişlerdir.[69]
Bu hususta nakledilen
rivayetlerin çoğu güvenilir dayanaklardan yoksun olmakla birlikte, elimize
ulaşan ve Peygamber (s)'in tarihçe-i hayatını anlatan en eski kitaplarda da
mevcut değildir. Şüphesiz, sözkonusu kitaplardan sonra neşredilen kitaplarda bu
rivayetlere rastlamaktayız. Dolayısıyla, Nebi'nin Zeyneb'i içeri elbisesi ile
gördüğünde onun güzelliğinden etkilendiğinin, kalbinin ona meylettiğinin
anlatıldığı rivayetin, 3. ve 4. yüzyılda İslam'ı ortadan kaldırmaya, birçok
iftira ve asılsız sözlerle İslam'ı karıştırmaya çalışan bazı toplulukların
iftiralarından başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Şüphesiz ayetler,
bizzat bu olayın en kuvvetli dayanağı ve açıklayıcısıdır. Ayetlerin metnine ve
ruhuna dikkat edilirse, aslında meselenin evlatlık edinme geleneğine bağlı
olduğu görülecektir. Ayetlerin metnine ve konuyla ilgili bazı rivayetlere göre,
olayın gelişim süreci aşağıdaki şekillerde meydana gelmiştir:
i- Nebi (s), Zeyneb'i
evlatlığı olan Zeyd'e ister. Zeynep, o an sıyrılmaya çalışıp, -bir takım
rivayetlerde de anlatıldığı gibi- onunla evlenmek istemez ise de Rasulullah'ın
makamını ve ona itaatin gerekliliğini düşünerek bunu başaramaz ve kabul edip
sessiz kalmayı yeğler.
ii- Zeyd, onun
durumunu hisseder ve bu isteksizliğe sabreder. Günler ilerledikçe bu durum
Zeyd'i daha çok rahatsız eder ve Rasulullah'a gelip şikayette bulunarak, onu boşamak
istediğini bildirir.
iii- Evlatlık
geleneğinde evlatlığın hanımını nikahlamak haram sayılırdı. Ayetler nazil
olarak nikahın bozulmasını gerektirince nikah bozulur ve Zeyd onu boşar.
Gelenekler öylesine yerleşmişti ki kimse bu gelenekleri bozmaya cüret
edemiyordu. Allah (c), bizzat Nebi'nin bu uygulamayı gerçekleştirmesini ilham
etti. Fakat Allah Rasulü insanların tenkitlerini dikkate alarak bunu
uygulamakta tereddüt eder ve Zeyd'e, hanımına tahammül etmesini söyler. İşte
bu yüzden Rasulullah, ayetteki itab'a maruz kalmıştı. Allah'ın rasulleri,
O'nun mesajının taşıyıcıları ve insanlara tebliğ edicileridir. Bu yüzden
onların Allah'tan başkasını hesaba katmamaları gerekirdi. Daha sonra, Allah
(c), Pey-gamber'in kalbinden tereddüdü giderir ve bu uygulamayla, evlatlığın
iptaliyle ilgili hükmün tamamlanmış olacağını ilham eder. Bunun üzerine Nebi
(s). Zeyd'in boşamasından sonra Zeynep'le evlenir.
iv- Bu evlilik. Nebi
(s)'nin çekindiği tenkidlere sebebiyet verir. Münafık ve kalpleri hasta olanlar
bu olayı ağızlarında geveleyip dururlar. Gizliden gizliye veya açıktan yapılan
bu dedikodular, ayetlerin iniş sebebidir.
Birbirine zincirleme
bağlı olan bu gelişmeler, hadisenin Rabbani bir ilham ile vuku
bulduğunu ancak, bu
ilhamın Kuranı vahiy şeklinde olmadığını göstermektedir. Ayetler ise, hadiseden
sonra iddiaları reddetmek, Peygamber'i hoşnut edip bu husustaki sünne-tullahı,
peygamberlerin risaleti tebliğ etmedeki vazifelerini ve Allah'ın emirlerini hiç
bir tenkidi dikkate almadan uygulamaları gerektiğini açıklamak amacıyla nazil olmuştur.
İkinci ayette
Rasulullah'ın hitaba maruz kalışı açık bir şekilde görülmektedir. Ayetlerin
tümünde ise, Allah ve Rasulü'nün hükmüne rıza göstermek gerektiği ve bu olayda
Allah'ın hikmeti açıklanmıştır. Ayrıca, bu hükümle, sadece Hz. Peygamber'den değil
bütün mü'minlerden, evlatlıklarının hanımlarıyla, boşanma ve kocalarının ölümü
halinde evlenmelerindeki sıkıntının kaldırılması öngörülmüştür. Nebi (s)'nin
bu uygulamayı gerçekleştirme görevi ise, ilahi bir irade ve ilhamdır. Bu ayette
özellikle "Ta ki Evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman
o kadınlarla evlenmek hususunda mü'min-lere bir güçlük olmasın" cümlesi,
olayın gerçek mahiyetini ortaya koyacak olan anahtar cümledir.
Nebi'nin böyle bir
evliliğe ihtiyacı olduğu ya da gayri müslimlerin iddia ettikleri gibi
Zeyneb'in güzelliğinden etkilenerek onu arzuladığı ve onunla evlenmek için
Zeyd'-den boşattığı şeklindeki çıkarımlar birer iftiradan ibarettir. Zira, hem
Zeyneb hem de Zeyd, doğal olarak meriyetteki geleneklerin buna imkan tanımadığını
biliyorlardı. Zaten, ilk ayette Nebi (s) Zeyd için onu istediğinde, Zeyneb'in
bu geleneklerden etkilenerek kibirlendiği ifade edilmiştir. İşte,
rivayetlerdeki bir takım iddiaları tamamen ortadan kaldıran, meselenin canalıcı
noktası buradadır. Nitekim Zeyd, işte bu sebepten ötürü onu boşamak istemiş ve
Zeyneb'in kendisine karşı gösterdiği tavırlardan bizar olmuştu.
Son olarak bu hususta
şunları söylemek gerekir; ilahi emrin icrasında Nebi'in şiddetli hitaba[70]
maruz kalmasıyla birlikte bu ayetler, mezkur hadiseden dolayı Hz. Peygam-ber'in
saygınlığına ve yüce ahlakına hiç bir halel gelmediğinin en kuvvetli delilleri
durumundadır. Ayrıca bu ayetler, evlatlık geleneğinin iptaliyle ilgili, sadece
ilahi emrin uygulanmasıyla alakalı ayetlerdir. Ve ayetler evlatlıkların,
hanımlarını boşamaları ya da ölmeleri halinde hanımlarıyla evlenmek hususunda
mü'minlere bir zorluk olmamasını hedeflemiştir.
Bu hadise ile birlikte
ayetler; akla, mantığa ve maslahata sığmayan zararlı adet ve geleneklerin
ıslahı ya da ortadan kaldırılması için İslam önderlerine, liderlere ve
davet-çilere yol göstermektedir. İslam toplumunun sosyal ve ahlaki anlamda
yararına olabilecek bir uygulamanın, gelenek haline getirilmesinde de
kınamalardan, tenkitlerden çekinmemek gerektiği, bu ayetlerle ortaya konmuştur.
Nitekim, bu tür toplum tarafından alışılmadık uygulamaları icra ederken, önce
liderlerin örneklik etmeleri gerektiği aşikârdır. [71]
Müfessirler[72]
Hatemü'n-nebiyyin terkibini açıklarken; "Bu cümle, Hz. Muham-med'in aynı
zamanda rasullerin de sonuncusu olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü, her rasul
bir nebidir. Fakat, her nebi bir rasul değildir" demişlerdir. Bu konuda
müfessirler tarafından bir çok hadis-i şerif de rivayet edilmiştir.
Tirmizi'nin Übey b.
Kab'dan rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle demiştir: "Nebiler
arasında benim misalim, bir ev yapıp da evi tamamlayan ancak bir kerpiç yeri
boş bırakan adamın misali gibidir. İnsanlar o evi gezer, hayran olurlar ve:
'Keşke bu kerpiç yeri de dolsaydı' derler. İşte nebiler arasında benim yerim o
kerpicin yeridir."
İmam Ahmed'in Enes b.
Malik'ten tahric ettiği bir hadiste ise Nebi (s): "Rasullük ve nebilik
benden sonra kesilmiştir. Benden sonra nebi de, rasul de yoktur" dedi.
Bunun insanlara ağır gelmesi üzerine Rasulullah: Ancak müjdeciler vardır, dedi.
Müjdeciler nedir ya Rasulullah? diye sorulduğunda: Müslüman kimsenin rüyasıdır.
Bu rüya da nübüvvetin bir parçasıdır, dedi."
Tirmizi'nin Ebu
Hureyre'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah: "Benden önceki nebilere
altı şeyle üstün kılındım. Bana kelamın mükemmeli verildi. Korkuyla yardım
edildim. Ganimetler bana helal kılındı. Bütün yeryüzü bana mescid olarak temiz
kılındı. Bütün mahrukata gönderildim. Peygamberlik benimle son buldu."
Buhari ve Müslim'in
Cübeyr b. Mut'im'den tahric ettiği bir diğer hadiste Hz.Pey-gamber şöyle
demiştir: "Doğrusu benim muhtelif adlarım vardır. Muhammed, Ahmed,
Allah'ın benimle küfrü ortadan kaldırdığı mahi, insanların benim önümde
haşredileceği haşir, kendisinden sonra peygamberin gelmeyeceği akib'im."
İmam Ahmed'in Abdullah
b. Ömer'den tahric ettiği hadiste şunlar yer alıyor: "Bir gün Rasulullah
veda ediyormuş gibi geldi ve şöyle dedi: "Ben, ümmi peygamber
Mu-hammed'im, -bunu üç kez tekrarladı- benden sonra peygamber yoktur. Kelamın
başı, tamamlayıcısı ve sonu bana verildi. Cehennem bekçileri ve arşı
taşıyanların sayısı bana bildirildi. Benimle ümmetimden vazgeçildi. Ben ve
ümmetim afiyette kılındık. Öyleyse ben aranızda olduğum sürece dinleyin ve
itaat edin. Aranızdan ayrıldığım zaman Allah'ın kitabına sarılın. Kitap'ta
helal kılınan şeyleri helal, haram kılınan şeyleri de haram sayın."[73]
İşte Kur'an-ı Kerim bu
şekilde Muhammed (s)'in getirdiği İslam dinini, her zaman ve her yerde bütün
beşeriyete namzed göstermektedir. Nitekim Fetih sûresinin 28. ayeti bu mealde
şöyle buyurmuştur: "O, elçisini hidayet ve hak din ile gönderdi ki, onu
bütün dinlere üstün kılsın. Şahid olarak Allah yeter." Nur sûresinin 55.
ayetinde ise şöyle buyrulmuştur: "Allah, sizden inanıp salih amel
işleyenlere vadetmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa onları da
yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini
sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini bir güvene erdirecektir.
Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Bundan sonra kim
inkar ederse işte onlar, fasıklardır."
Kur'an-ı Kerim; inanç,
sosyal ilişki, dünya ve ahiret hayatıyla ilgili esasları, prensipleri,
kuralları, tavsiyeleri, sistem ve çareleri her zaman ve her yerde en güzel
şekilde insan topluluklarının mutluluğuna sunmuştur. Peygamber'in sünnetleri
ise, bütün bunları tamamlayıcı ve açıklayıcı surette insanoğlunun istifadesine
sunmuştur. Artık, Nebi'den sonra başka bir peygambere ihtiyaç kalmamıştır. İşte,
Kur'an'daki "hatemü'n-nebiy-yin/peygamberlerin sonuncusu" tabirinin
anlamı budur. Allah'ın selam ve rahmeti onun üzerine olsun... [74]
41- Ey
inananlar, Allah'ı çok anın.
42- Ve O'nu
sabah akşam teşbih edin.
43- O ve
melekleri, sizi zulumatdan nura çıkarmak için üzerinize rahmet eder[75]'. O,
mü'minlere çok merhametlidir.
44- O'na
kavuştukları gün selam ile karşılanırlar. Allah onlara güzel bir mükafat
hazırlamıştır.
45- Ey peygamber, biz seni şahid, müjdeci ve
uyarıcı olarak gönderdik.
46- Ve
izniyle, Allah'a davetçi ve aydınlatıcı bir ışık olarak.
47- Mü'minlere, Allah'tan büyük bir lütuf
bulunduğunu müjdele!
48-
Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma, Allah'a
dayan; vekil olarak Allah yeter.
Açık ifadelerin yer
aldığı bu ayetler, önceki ayetlerle bağlantılı ve onların bir devamıdır.
Nitekim bu ayetlerde, Allah'ın mü'minleri ikram ve inayetine mazhar kıldığı,
Nebi (s) ile onları zulumattan nura çıkardığı ve melekleriyle onları
desteklediği bildirilmiş; her zaman ve her halükârda onların Allah'ı
zikretmeleri ve O'na şükretmeleri gerektiği anlatılmıştır. Ayrıca, Nebi'nin
makamı teyid edilerek, Allah'ın şahid, müjdeci, korkutucu, Allah'a çağına ve
aydınlatıcı ışık olarak onu gönderdiği büyük risalet görevi övgüyle anılmıştır.
Kafir ve münafıkların sözlerine kulak asmaması, onların tuzak ve komplolarını
kaale almaması ve sadece Allah'a güvenmesi emredilmiştir. Zira, Allah'ın
vekilliği ne güzeldir ve O'nun vekilliği Hz. Peygamber için yeterlidir.
Özellikle son ayette,
önceki ayetlerle bağlantılı olarak Rasulullah'ın, Zeyd'in boşa-dığı Zeynep ile
evlenmesi hadisesini ağızlarında geveleyenlerin, insanların düşüncelerini
bulandıranların kafirler ve münafıklar olduğu anlaşılmaktadır.
Yine bu son ayet-i
kerimede, İslam toplumunun genel yapısına ilişkin daima tekrarlanan bir
gerçeğe işaret edilmiştir. Her zaman, her yerde hayra ve doğruya davet yolunda,
münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar engel oluşturmuş, düşünceleri
bulan-dırıp şüphe yaymak suretiyle bu daveti karalamaya çalışmışlardır. [76]
49- Ey
inananlar, inanan kadınları nikahlayıp da'[77]'
henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet
hakkınız yoktur. Hemen müt'alarını verin (biraz geçimlik verip memnun edin) ve
onları güzellikle serbest bırakın.
Ayette, mü'minlere
yönelik bir hüküm belirtiliyor. Bir kadının kocasından, cinsi münasebet
gerçekleşmeksizin boşanması halinde iddet beklemesi zorunluluğu yoktur. Yine,
boşayan kişi boşadığı kadına mut'adan hakkını vermek ve o kadını güzel bir şekilde
salıvermekle mükelleftir.
"Ey inananlar!
inanan kadınları nikahlayıp da..." ayetinin nüzul sebebiyle ilgili
herhangi bir rivayete rastlamadık. Ayetten de anlaşılacağı üzere burada ayn bir
konu mevzu bahistir. Sûrenin bölümlerinden ayrı bir bölümün başlangıcı da
olabilir. Ayet, dokunulmadan salıverilen kadınlarla ilgili Bakara sûresinin 236
ve 237. ayetlerini açıklamaktadır. Nitekim, Bakara süresindeki bu ayetlerde,
ilişkiye girilmeden boşanan kadınların geçimlikleri ve mihirlerine ilişkin
hüküm belirtilmiş ancak iddet beklemeleri hususunda bir şey zikredilmemiştir.
Yine Bakara sûresinin 228. ayetinde, boşanan kadınların 3 iddet süresi
beklemeleri gerektiği bilüinlmişü. Mumcmcicn *» ı»™*- «—-lümanlar, ilişkiye
girilmeden boşanan kadınların da iddet bekleyip beklemeyecekler! hususunda
şüpheye düşmüş, bu durumu Rasulullah'a arzetmiş olmalılar ki, ayet onların bu
şüphesini gidermek için inmiş olsa gerek. Nazil olan bu ayette, belirtilen
hükmün illeti ve hikmetine işaret edilmiştir. Zira iddet, ancak rahimde çocuk
olup olmadığının bilinmesi ve karısına dönebilmesi için, boşayan kişiye bir
fırsat olsun diye beklenir. [78]
50- Ey
Peygamber! Biz, ücretlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak
verdiklerinden elinin altında bulunanları, amcanın, halalarının, dayının ve
teyzelerin seninle beraber göç eden kızlarını sana helal kıldık. Bir de
kendisini Peygamber'e hibe eden ve Peygamber'in de kendisini almak dilediği
inanmış kadını, diğer mü'minlere değil, sana mahsus olmak üzere (helal
kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulanan (cariye)leri hakkında
mü'minlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik ki, sana bir zorluk
olmasın, Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.
51- Onlardan
dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. Ayrıldıklarından arzu
ettiğine (dönmekte) senin üzerine bir günah yoktur. Onların gözlerinin
aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına
en elverişli olan budur. Allah sizin kalblerinizde olanı bilir. Allah bilendir,
halimdir.
52- Bundan
sonra artık sana kadınlar, güzellikleri hoşuna gitse de bunları başka eşlerle
değiştirmek helal değildir. Yalnız elinin altında bulunanlar bunun dışındadır.
Allah, her şeyi gözetleyicidir.
I- Gerek mihir vermek suretiyle kendisiyle
birlikte hicret eden amca, hala, dayı ve teyzesinin kızlarıyla, gerekse mihir
istemeden kendilerini Peygamber'e hibe eden kadınlarla ve elinin altındaki
cariyelerle Peygamber'in evlenmesini, Allah (c) helal kılmıştır.
II- Bu durum
Peygamber'e mahsustur. Sair mü'minlere değil. Nitekim sair mü'min-ler
hakkındaki serî düzenlemeler daha önceki ayetlerde belirtilmişti. Ta ki
Peygamber, zevceleri ve evlilik hayatı hususunda bir zorluğa ve sıklıntıya
düşmesin. Allah gafurdur, rahimdir.
III- Aynı
zamanda Hz. Peygamber'in, zevcelerinden arzu ettiğiyle münasebette bulunmasını,
dilediğiyle nikah yapmasını ya da ertelemesini, terkettiğini tekrar almasını da
Allah helal kılmıştır.
IV- Nitekim
zevcelerinin mutluluğuna, mahzun olmamalarına ve Peygamber'in onlarla
muamelesine razı olmalarına en uygunu budur. Allah, insanların kalplerinde
olanı ve eğilimlerini bilir. İnsanların faydasına olan şeyleri emreder ve
hilmini onlar üzerinde yayar.
V- Artık
bundan sonra Peygamber'in başka kadınlarla evlenmesi veya bir zevcesinin yerine
güzelliğinden hoşlanmış da olsa başka bir kadın alması helal değildir. Ancak,
ellerinin altında bulunan cariyeler bundan müstesna. Allah herşeyi
gözetleyicidir.
Bir kısım müfessirler,
"Ey peygamber! biz, ücretlerini verdiğin eşlerini..." ayeti ve
devamındaki ayetlerin ya da 51. ayetin, peygamber hanımlarının birbirlerini
kıskanmaları, hanımlarının Peygamber'i rahatsız edecek şekilde ve Peygamber'in
nikahında kalmak ile ayrılmaları arasında bir tercih yapmaları sonucuna
götüren nafaka isteyişleri hakkında nazil olmuştur. Nitekim Peygamber'le
birlikte kalmaları seçeneğini tercih ettikleri taktirde, Peygamber'in
kendileri ile münasebetlerinde dilediği şekilde davranmasına karışmayacakları
şart koşulmuştur.
Ayetlerin iniş sebebi
olarak bu tür rivayetleri onaylama konusunda çekimser kalıyoruz. Zira
sözkonusu münasebetlerle ilgili ayetler nazil olmuştur. Bu nedenle başka ayetlerin
yerine konulacak diğer ayetlerin nüzulünde bir hikmet göremiyoruz. 50. ayetin
"Biz eşleri ve ellerinin altından bulunan (cariye)leri hakkında müminlere
yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik..." fırkasından ilhamla
ilk etapta bu ayetlerin; kişinin kendi mahiyetinde toplayabileceği, kendisine helal
olan ya da helal olmayan hanımların sayısı hakkında hukukî meseleleri içeren
Nisa sûresi 3, 18 ve 28. ayetlerden önce nazil olduğu akla gelmektedir.
Teaddüd-ü zevcat (çok
evlilik) sınırsız bir şekilde yürürlükteydi. Başkalannda olduğu gibi Peygamber
(s)'in de birden çok hanımla evliliği sözkonusu idi. Nisa sûresinin sözkonusu
ayetleri Özellikle de hanımların sayılarını sınırlayan 3. ayeti "Şayet
öksüzler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal
olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Onlar arasında da adalet
yapamayacağınızdan kor-karsanız bir tane alın; yahut ellerinizin altında
bulunan cariyelerle yetinin. Haksızlık etmemeniz için en uygun olan
budur." nazil olduğunda yanlarında dörtten fazla kadın bulunduranlar
dördünü ayırıp diğerlerini boşadılar.
Ancak, belirlenen
sayıyı aşan peygamber hanımlarının oluşturduğu problem hem Peygamber'i hem de
zevcelerini sıkıntıya soktu. Müslümanların bu ayet indikten sonra dörtten fazla
olup boşadıkları kadınların tekrar evlenebilme imkanları vardı. Bu yüzden onlar
için sözkonusu sınırlama sıkıntı oluşturmuyordu. Fakat Peygamber hanımlarının
durumu daha farklıydı. Peygamber hanımı olmaları hasebiyle ayrı bir saygınlığa
sahip idiler. Nitekim, Kur'an-ı Kerim onları müminlerin annesi olarak
nitelendirmişti. Bu nedenle açıkladığımız gibi, mevcut probleme çözüm
getirmesi açısından bu ayetlerin nazil olması gerekiyordu. Nebi (s) de diğer
müslümanlar gibi dörtten fazla olan eşlerini boşama eğilimi göstermiş
olabilir. Ancak bu durum boşanacak olan hanımlarının ileride karşılaşabilecekleri
sıkıntılı hayat, müminlerin annelerini üzmüştü. Zira Peygamberle evliliklerinden
dolayı kazandıkları saygın konumdan yoksun kalacaklar ve dahası Peygamber
hanımı olmalarından ötürü bir başkası ile evlilikleri de mümkün olmayacak ve
kendilerinin bakımını üstlenecek bir kefil ya da dayanaktan mahrum
olacaklardı. Binaenaleyh ilk ayet, hanımlarının tümünün Peygamber'in yanında
kalmasına ruhsat vermiş oldu.
Ahzab 51. ayetin ifade
ettiği anlama ve bu ayetin önceki ayetle münasebetine göre 51. ayet, 50. ayetin
bir devamı olma özelliği taşımaktadır. Şöyle ki, ayet, Peygamber'in belli bir
vakitte hanımlarından sadece dört tanesiyle cinsi münasebette bulunmakla yetinmesini
tavsiye edip, diğerlerini belirlemeksizin ertelemesini ihtiva ediyor.
Tabiatıyla, ertelediği hanımın hakkını vermek suretiyle ayrı kalmaktan dolayı
üzüntüsünü gidermesi ve bahtiyar kılması gerekiyordu. Daha önce münasebette
bulunduğu hanımlarından birini münavebeli bir şekilde ertelemesi öngörülüyor.
Ayetin son kısmı buna işaret ediyor olsa gerek.
Zemahşerî, Keşşafında
şunları rivayet eder: "Allah Rasulü bu ayetler nazil olduktan sonra
kadınlarından sadece dört tanesi ile münasebette bulunmuştur. Bunlar Aişe,
Haf-sa, Zeyneb ve Ümmü Seleme'dir. Rivayet her ne kadar sağlam bir kanaldan
gelmemişse de, bizim konudan çıkarımlarımızla paralel bir hakikati yansıtmaktan
uzak değildir.
Bize göre, Nebi (s)
hakkında 51. ayetteki müsbet istisnai hükme karşılık 52. ayette menfi istisnai
bir hüküm sözkonusudur. Hz. Peygamber'e 51. ayette bütün hanımlarını yanında
bulundurma ruhsatı verilirken, 52. ayette cariye edinme dışında başka kadınla
evlenmesi yasaklanmıştır. Ayette sarahaten, Peygamber için bu yasağın sürekli
olduğu yani, hanımlarının bir kısmı ya da hepsi ölmüş olsa veya onları boşamış
olsa bile bu yasağın devam ettiği vurgulanmaktadır. Oysa Peygamber dışındaki
müslümanlar dört kadini bulundurmakla birlikte bunları başka kadınlarla
değiştirme imkanına da sahiptiler.
Ayet hakkında İbn
Kesir Hz. Aişe ve Ümmü Seleme'den şu hadisi rivayet etmektedir: "Nebi (s)
vefat etmeden önce Allah kendisine kadınları helal kıldı." Ubey b.
Kab'-dan ise şu hadisi rivayet eder: "Ayet, Nebi (s)'ye evliliği bütünüyle
haram kılmamış ancak, 50. ayette Allah'ın kendisine helal kıldığı kadınların
dışındaki bir kısım kadınları haram kılmıştır."
Gördüğümüz kadarıyla,
genelde ayetin metninde özelde de "min ba'du" kelimesinde nehyin
(alıkoymanın) varlığı sözkonusudur. Biz, sahih hadis kitaplarında, hakkında
herhangi bir şey varid olmayan bu hadisler üzerinde duracağız. Yine İbn Kesir
şöyle diyor: İbn Abbas, Mücahid, Dehhak, Katade, İbn Ziyad, İbn Cerir ve diğer
alimler bu ayetin, 28. ayetle, Peygamber onları muhayyer bıraktığında Allah'ı,
Rasulü'nü ve ahiret yurdunu tercih etmelerinden ötürü Peygamber zevcelerine bir
mükafat olarak indiğini ve böylece Peygamber'in onlarla sınırlandırıldığını,
başka kadınlarla evlenmesinin haram kılınmdığını söylemişlerdir ki bunlar,
bizim söylediklerimize paraleldir. Ancak şunu belirtmek gerekir, bu
söylenenler ayetin nüzul sebebi değil, sözkonusu alimlerin ayet üzerine
yaptıkları yorumda olabilir. Bu ayet ile önceki iki ayetin, Nisa sûresinde yer
alan ilgili ayetlerden ve özellikle nikahın cevaz verildiği kadın adedini
belirleyen ayetten sonra nazil olduğu kanısındayız. Çünkü, bu görüşümüz ayetin
metni ile uyum içindedir. Ayette geçen "... Diğer müminlere değil sana
mahsus olmak üzere. Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri
hakkında onlara yapmaları gerekeni bil(dir)dik, ta ki sana bir zorluk
olmasın."
Bir kısım müfessirler,
"Bunları başka eşlerle değiştirmen helal değildir" cümlesinde İslam
öncesi Araplar'da var olan bir geleneğe işaret edildiğini söylemişlerdir. Nitekim
cahili Araplar eşlerini değiştiriyorlardı. Öyle ki, biri diğerinin eşini alıyor
bunun karşılığında kendi eşini veriyordu. Ancak bizce, bu cümleden; Allah'ın
belirlediği sayıdan fazlasını almak için Nebi (s)'nin eşlerinden birini
boşamaması kastolunmuş veya başka bir deyişle -az önce de söylediğimiz gibi-
ayetten sonra artık cariye dışında başkalarıyla evliliğin kendisine
yasaklanmış olmasıdır.
"Bir de
Peygamber'e kendisini hibe eden ve Peygamber'in de kendisini almak istediği
inanmış kadını sana helal kıldık" cümlesinde üslubi bir kalıp
kullanılmıştır. Yani, geleceğe dair bir hüküm sözkonusu değildir. Bu cümlenin
içinde bulunduğu 50. ayetin ifadesine göre, burada kendisini Peygamber'e hibe
eden kadın, "Biz, hanımlarını sana helal kıldık..." cümlesinin
kapsamındadır.
Kendisini Peygamber'e
hibe eden kadının kim olduğu hususunda birçok rivayet vardır. Bir rivayete
göre bu kadın, Peygamber (s)'in Kureyş ile Hudeybiye'de imzaladığı antlaşma
üzerine hicretin 7. senesinde Kabe'ye yaptığı ziyaret esnasında evlendiği
Mey-mune bint-i Haris'dir. Bir rivayete göre, "yoksulların anası"
olarak bilinen Zeyneb bint-i Huzeyme'dir. Bir başka rivayete göre de bu kadın,
Havle bint-i Hakim ya da Ümmü Şerîk b. Cabir'dir. İlk iki rivayette zikredilen
kadınlar (Meymune ile Zeyneb), Peygamber (s)'in fiilen hanımlarıydılar.
Doğrusu, kendisini Hz. Peygamber'e hibe eden kadının Meymune olduğunu ifade
eden rivayet daha kuvvetli olsa gerek.[79]
Müfessirler, yerinde bir uyarıyla burada bir noktaya dikkatleri çekmiş ve
sözkonusu hibenin temellük şeklinde veya nikahsız ya da mihirsiz olmadığını
söylemişlerdir. İbn Hişam'ın rivayet ettiğine göre, onu Hz. Peygamber'le
evlendiren ve dörtyüz dirhem mihir veren bizzat Peygam-ber'in amcası Abbas'tır.
Ayetler indiğinde
hatta 28. ayet nazil olduğu sırada Peygamber zevcelerinin; Aişe, Hafsa, Şevde,
Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Cüveyriye, Zeyneb bint-i Cahş, Safiyye, Meymune ve
Zeyneb bint-i Huzeyme olduğu ve ayetlerin nüzulünden sonra artık evlenmediği
hususunda varid olan rivayetler hemen hemen aynıdır. Zeyneb bint-i Huzeyme,
Peygamber hayatta iken vefe* etmiş, diğer hanımları ise Peygamber'in vefatından
sonra ve onun nikahında vefat etmişlerdir.[80]
Kur'an'ın Nebi (s)'yi
diğer müslümanlar hakkındaki sınırlamadan muaf tutması, zevcelerinin çokluğunda
olduğu gibi gayr-i müslimlerin "kendisine özel kurallar koyuyor"
şeklindeki eleştirilerine konu olmuştur. Nitekim çok kadınla evliliğini de
"şehvet düşkünlüğü" şeklinde tenkid etmişlerdir.
Müslüman yazarlar her
iki hususta da yapılan eleştirileri, son derece mantıklı ve güzel bir şekilde
reddiyelerle çürütmüşlerdir. Bu reddiyelere göre;
a-
Peygamber'in çok evliliği, hem yaşadığı dönemin uygulamalarına hem de insan
fıtratına ters düşmüyordu.
b- Çoğu
evliliklerini cinsi arzusunun olmadığı dönemlerde, bir kısmını kızlarıyla
Ebubekir ve Ömer (r)'e tekrim kasdıyla, bir kısmını (Cüveyriye gibi) bazı
kabilelerle ilişkileri kuvvetlendirmek için, bir kısmını Habeşistan'da kocaları
vefat etmiş ya da ci-had sırasında şehid olmuş (Ümmü Habibe, Ümmü Seleme ve
Şevde gibi) kadınların perişan olmamaları için yapmıştır.
c- Eşlerinin
çoğu kendisinden yaşça büyük, yetişkin evlatları olan kadınlardır ki bunlara
karşı cinsel istek genellikle azdır. Görüldüğü gibi bu reddiyeler doğru ve
tutarlıdır.[81]
Yukarıdaki reddiyeleri
doğrulayıcı mahiyette şunu söylemek gerekir; eğer şartların dayatması olmasaydı
Nebi'nin kendisi için özel kural koymasına zaten ihtiyacı yoktu. Yani gelişen
hadiseler, onun böyle bir uygulamaya ihtiyacı olduğundan değil tamamen dışsal
etkenlerden kaynaklanmıştır. Zira o, bütün bunları cinsi arzusuyla yapmış
olsaydi, pekala yaşça kendisinden büyük olan kadınlarla veya çoluk çocuk
sahibi, cazibesini yitirmiş kadınlarla evlenmeyebilirdi. Onu böyle bir
uygulamaya iten sebeplere, 51. ayeti açıkladığımız sırada değinmiştik.
Peygamber'in bu uygulamasının doğruluğu, hikmeti ve yüceliği ortadadır.
Önyargısız bütün insanlar, bu gerçeğe karşı diretmezler. Bunlara ilave olarak
51. ayette, dörtten fazla hanımıyla münasebette bulunması yasaklanmaktadır.
Burada Kur'an'ın getirdiği sınırlama ile dönemin şartları arasında bir uzlaşma
söz-konusudur. Dahası 52. ayette, eşlerinin hepsi ölse yahut boşanmış olsa bile
Hz. Peygamber'in artık evlenmesi yasak kılınmıştır. İşte burada, sözkonusu
tenkitçileri cevapsız bırakacak başka bir reddiye vardır. [82]
53- Ey
inananlar; peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir'[83]' de
girerseniz yemeğin pişmesini'[84]'
beklemeyin'[85]'. Çağrıldığınız zaman
girin; yemeği yeyince dağılm'[86]',
söze dalmayın. Çünkü bu Peygamber'i incitiyor, fakat o (söylemekten)
utanıyordu. Ama Allah, gerçek(i söylemekken utanmaz. Onlardan bir şey istediğiniz,
zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalble-riniz, hem de onların
kalbleri için daha temizdir. Sizin, Allah'ın Elçisini incitmeniz ve
kendisinden sonra onun eşlerini nikahlamanız asla olmaz. Çünkü bu, Allah
katında büyük (bir günahjtır.
54- Bir şeyi
açığa vursanız da, yahut onu gizleseniz de Allah her şeyi gayet iyi
bilmektedir.
I- Nebi (s)'nin evlerine izinsiz girmemeleri,
yemek için davet edildiklerinde ise erken gelip yemeğin pişmesini
beklememeleri gerektiği bildirilmiş, yemek piştiği zaman çağrıldıklarında eve
girmelerini ve yemekten sonra sohbet ya da uzun uzadıya konuşmak için
beklememeleri emir buyurulmuştur.
II- Mü'mirilerin muhalif davranışta bulunmaları Peygamber
(s)'e ağır gelmekte ve onu incitmektedir. Fakat o, bunu açıklamaktan haya
ediyordu. Allah ise gerçeği söylemekten haya etmez. İşte bu yüzden Allah
onları uyarmakta ve bu konuda nasıl davranmaları gerektiğini bildirmektedir.
Eğer Peygamber (s)'in eşlerinden bir şey isteyecek olurlarsa perde arkasından
istemelidirler. Zira bu şekilde davranmak hem kendileri hemde Peygamber eşleri
için en uygun olanıdır. Mü'minler bu adaba riayet etmeli ve aksi davranışta
bulunmak suretiyle Peygamber'i üzmemelidirler. Ayrıca, Peygamberden sonra
mü'minler için onun eşleri ile evlenmek yoktur, bu Allah indinde büyük bir günahtır
ve bilmelidirler ki Allah, onlann gizlediklerini de açığa vurduklarını da
bilmektedir.
Müfessirler ve hadis
ravileri, "Ey inananlar, Peygamber'in evlerine girmeyin..." ayetinin
ilk kısmı hakkında birçok rivayet nakletmişlerdir. Buhari, Müslim ve
Tirmi-zi'nin Enes (r)'den naklettikleri bir rivayette şunlar yer alıyor:
"Nebi (s) Zeyneb ile evliliği münasebetiyle ziyafet vermiş ve Enes'e
misafirleri yemeğe davet etmek için göndermişti. Bir kısım geliyor yemeklerini
yiyip çıkıyorlardı. Davet edecek kimse kalma-yıncaya kadar çıkıp insanları
yemeğe çağırdım. Davet edecek kimse bulamayınca: "Ey Allah'ın Peygamber'i!
Artık davet edecek kimse bulamıyorum", dedim. Rasulullah (s):
"Yemeğinizi kaldırın"! dedi. Odada konuşmaya devam eden bir kaç kişi
kalmıştı. Peygamber çıkıp Aişe (r)'nin odasına gitti. "Ey ehl-i beyt,
Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun!" dedi. Aişe: "Ve
aleyke's-selam ve rahmetullah, Allah mübarek kılsın; yeni zevceni nasıl
buldun?" diye karşılık verdi. Rasulullah (s) eşlerinin odalarına uğrayarak
hepsine, Aişe'ye dediği gibi dedi ve eşlerinin hepsi de Aişe'nin dediği gibi
ona karşılık verdiler. Sonra döndü. Fakat odadaki misafirler hâlâ konuşmalarına
devam ediyorlardı. Peygamber çok hayalı idi. 'Onlara artık çıkın gidin!'
diyemeden yine Aişe (r)'nin odasına doğru-çıktı. Daha sonra Rasulullah'a
misafirlerin gittiklerini söylediler. Döndü ve odaya girmek üzere bir ayağı
kapının eşiğinde bir ayağı da henüz dışarıda iken Enes ile arasındaki perdeyi
kaldırdı. Bunun üzerine hicab ayeti nazil oldu."
Buhari ve Müslim,
ayetin ikinci kısmı hakkında ise Ömer (r)'den naklettiklerine göre Ömer (r)
şöyle demiştir: "Dedim ki; Ey Allah'ın Rasulü! Senin yanına iyi adam da
günahkar adam da giriyor. Bunun için müminlerin annelerine hicabı emretsen?
Bunun üzerine Allah, hicab ayetini yani "Onlardan bir şey istediğiniz
zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri
için daha temizdir" ayetini indirdi."
Birinci hadis ayetin
içeriğine daha uygundur. Zira ikinci hadiste, Hz. Ömer şahsi olarak Peygamber
hanımlarının hicabını temenni etmişti. Nitekim, ayetin içerdiği anlam, sadece
iyi ya da kötü insanların Peygamber eşlerinin evlerinde oturmalarına bağlı
değildir.
Müfessirler, bu ayetin
son kısmı hakkında ise şunları nakletmişlerdir: Bazı insanlar Peygamber'in
vefatından sonra eğer Hz. Aişe hayatta olursa onunla evleneceklerini söylüyorlardı.
Rivayet ihtimalden uzak olmamakla birlikte şu var ki, bunu söyleyen kişinin
imanı sağlam olmasa gerek. Çünkü, bu sözle adeta meydan okunmaktadır. Bu da
sadık iman sahibinden beklenmeyecek bir davranıştır.
Özet olarak bize göre,
ayetin son kısmı bu hadise üzerine nazil olmamıştır ve iki ayetin nüzulü
birlikte gerçekleşmiştir. Son rivayette nakledilen söz herhangi biri tarafından
sarfedilmiş olsa bile, bu söz ayetler nazil olmadan önce söylenmiş ve ayette
konuya uygun olması hasebiyle, bu söze işaret edilerek bundaki büyük günaha
dikkat çekilmiş olabilir.
İlk ayetin metninden
anlaşıldığına göre ayet, Peygamber (s)'in evleri ve özelde hanımları
hakkındadır. Yine açıkça anlaşılıyor ki, ayette sözü edilen hicab yüze peçe
takılması değil, kapının örtülmesi veya perde çekilmesidir. Bir şey
isteyecekleri zaman perde arkasından istemeleri ise, ayetin öngördüğü ahlaka
uygun olarak izin almadan ya da davet edilmeden Peygamber (s)'in evlerine
girmemeleri veya orada sözü uzatmamalarıdır.
Nur sûresinde müslüman
erkek ve kadınlara; evlere girme, yemek yeme ve oturma odalarına girme adabı ve
kadınların süslerini göstermemeleri ile ilgili ayetler bu ayetin hükmünü teyid
etmektedir. Nitekim Nebi'nin evleri, etrafı duvarla çevrili bir iki odadan
ibaret olup bir kısmını namaz ve misafir için ayırdığından bu durum ayetteki
söz-konusu nehyi gerektiriyordu. Bununla birlikte izin alıncaya kadar eve
girmemek, sözü uzatmayarak kalkmak her müslümanın uygulaması gereken üstün
davranış biçimidir.
Vefatından sonra
Peygamber zevceleriyle evlenmenin haram kılınmasına gelince, bu hükmün hikmeti
gayet açıktır. Kur'an onları müminlerin anneleri olarak tavsif etmiş ve
peygamber eşi olmaları hasebiyle bir takım meziyetler kazanmışlardı.
Dolayısıyla hiç bir müslümanın bunu yapması ve hatta yapmaya niyetlenmesi
sözkonusu vasıflan ihlal edeceğinden doğru değildir. [87]
55- Onlara
ne babaları, ne oğulları, ne kardeşleri , ne kardeşlerinin oğullan, ne
kızkardeşlerinin oğulları, ne kadınları ve ne de ellerinin altında bulunanlar
hakkında da bir günah yoktur. Allah'tan korkun'[88]',
şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir.
Önceki ayette ele
alınan evlere girme adabı ve hicabdan başka bir konuya geçilerek bu ayette
Peygamber zevcelerinin yanına babaları, oğullan, kardeşleri, yeğenleri,
kadın-lan ve ellerinin altındaki hizmetçilerinin girmesinde bir sakınca
olmadığı vurgulanmış; Allah'tan korkmalan, O'nun sınırlanna riayet etmeleri
gerektiği bildirilerek, Allah'ın her an hazır ve nazır olduğunu düşünmeleri
emredilmiştir.
"Onlara ne
babaları, ne oğulları, ne kardeşleri..." ayetinin nüzul sebebi hakkında
herhangi bir rivayete rastlamadık. Ya önceki ayetlerle birlikte nazil olmuş ya
da önceki ayetin nazil olması ile oluşan sıkıntılan gidermek için nazil
olmuştur. Eğer söylediğimiz ikinci ihtimal doğruysa o taktirde bu ayet, konu
uygunluğu dolayısıyla buraya konulmuştur.
Bazı müfessirler,[89] amca
ve dayılann baba mesabesinde olmalarından ötürü ayette zikredilmediklerini
ancak ibahat hükmünün aleyhlerinde cari olduğunu söylemişlerdir. Bazılan ise;[90]
onlar mahrem olmayan çocuklarının yanında anlatmamalan için Nebi (s)'nin
eşlerinin yanına izinsiz ve hicabsız girmeleri kerih görülenlerdir,
demişlerdir. Bize göre, ilk görüş daha isabetlidir. Zira, amca ve dayılar,
Kur'an'ın ifadesiyle yeğenleri için mahremdirler. Nitekim, Nisa sûresinde
"Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz ve
yeğenleriniz size haram kılındı..." buyrulmuştur. Kadınların çocuklarına
veya başkalarına vasıflaması ise; kardeşler, yeğenler ve tüm kadınlar için
sözkonusudur. Müfessir Kasımi, Buhari'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği bir
hadisi nakleder. Hadiste Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hicab ayeti nazil
olduktan sonra Ebi'l-Kuays'ın kardeşi Eflah yanıma gelmek için benden izin
istedi. Ben: Rasulullah'tan izin almadıkça olmaz, dedim. Rasulullah geldiğinde
ona: Ya Rasulallah Ebi'l-Kuays'ın kardeşi Eflah yanıma gelmek için izin istedi,
ben ise senden izin almayınca izin vermedim, dedim. Rasulullah: Neden ona izin
vermedin? dedi. Beni onun karısı değil Ebi'l-Kuays'ın karısı emzirdi, dedim.
Bunun üzerine Rasulullah: Ona izin ver, o senin amcandır, elinin altında
yetişmişsin, dedi. Eflah Aişe (r)'nin amcası oluyordu, çünkü onu emziren
kadının kocasının kardeşiydi. Ancak, asıl amca ve dayıların girmesinin caiz
olması evladır.
Müfessirler[91]
"nisaihinne" ifadesi hakkında iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Birincisine göre, bu kadınlardan maksat mü'mine kadınlardır. Mü'min olmayan
kadınlar da izin almadıkça giremezler. İkincisine göre de, burada tek cins
olmaları hasebiyle tüm kadınlar kastedilmiştir. İkinci görüş daha tatminkardır.
Zira bu ifadenin "onların kadınları" kalıbında gelmesi sadece mü'min
kadınlara mahsus olması için değil lafızların uyumu içindir.
Aynı müfessirler
"ve ellerinin altındaki cariyeler" ifadesi hakkında da iki görüş belirtmişlerdir.
Birincisine göre, burada kastedilen cariyedir, erkek köle değil. İkincisine
göre ise, her iki cins de kastedilmiştir. Ayetteki ifadeye bakılırsa her iki
cins de kastedilmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, erkek bir köle, sahibi olan
kadının namahremi sayılmıştır. [92]
56- Allah ve
melekleri, Peygamber'e salat etmektedir. Ey inananlar siz de ona salat edin,
içtenlikle selam edin.
I- Övgü
mahiyetinde Nebi (s)'nin, Allah ve melekleri katındaki yüce konumu ve şanından
bahsedilmiş, Allahu Teala'nın daimi iltifat ve rahmetiyle ona salat ettiği
bildirilmiştir. Aynca meleklerin, dualarıyla daima salat ettikleri
açıklanmıştır.
II- Mü'minlerin
de, Peygamber'e yaraşır şekilde onu yücelterek dualarıyla O'na sa-lat etmeleri
emredilmiştir.
Bu ayet, hem öncesiyle
hem de sonrasıyla bağlantılıdır. Öğretici, eğitici ve münker-den alıkoyucu
mahiyette gelen önceki ayetleri izlemekte ve sonraki ayetlerde Nebi (s)'ye
komplo peşinde olanları, ona eziyet etmeye kastedenleri temhil etmekte, yani onlara
mühlet vermektedir. Asıl itibariyle bu ayetin hedefi, mü'minlerin Peygamber
karşısında saygılı, ihlaslı olmaları, onu üzecek sözlü-fiili, gizli-açık
davranışlardan kaçınmaları ve onu razı edecek, ona hoş gelecek her şeye tabi
olmaları gerektiğini telkin etmektir.
Ayet her ne kadar
belirli bir olaya mahsus ise de, ibaresinin umuma uyarlanmasıyla, her zaman her
yerde erkek-kadın tüm müslümanların, Nebi (s)'ye saygı, tazim ve dualarını
kapsamakta, onun insanları Hakka, iyiye ve iki dünya saadetine götüren, onlan
karanlıklardan aydınlığa çıkaran faziletinin ölümsüz tesirini muterif bir
tarzda büyük şükranlarını içermektedir.
Nebi (s)'ye salat
getirmenin gerekliliği ve fazileti hakkında muhtelif derecelerde birçok hadis
rivayet edilmiştir. Bu hadislerden Buhari ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bir
hadiste şunlar yeralıyor: "Ayet nazil olduğunda Nebi (s)'ye şöyle dediler:
Sana 'selam' vermenin nasıl olduğunu öğrendik, ancak 'salat' nasıl yapılacak?
Rasulullah: "Allah'ım! İbrahim ehline rahmet ve ihsanda bulunduğun gibi
Muhammed'e ve onun ehline de rahmet ve ihsanım yağdır. Şüphesiz ki sen
hamidsin mecidsin. Allah'ım! İbrahim'in ehline bereketini ihsan ettiğin gibi,
Muhammed'e ve onun ehline de bereketini ihsan et. Şüphesiz ki sen, hamidsin
mecidsin, demek suretiyle" dedi.
Abdullah b. Mes'ud'dan
rivayet edilen başka bir hadiste şunlar yer almaktadır: "Abdullah b.
Mes'ud: Peygamber'e salat getirdiğinizde güzelce salat getiriniz, dediğinde;
'bize öğret' dediler. Bunun üzerine Abdullah, şunları söyleyin dedi:
"Allahım! Salatını, rahmet ve bereketini nebilerin seyyidi, muttakilerin
imamı, peygamberlerin sonuncusu' kulun ve rasulün olan, dinin öncüsü, iyiliğin
rehberi ve rahmet peygamberi olan Mu-hammed'in üzerine kıl!. Allah'ım! Onu
önceki ve sonrakilerin gıbta ettiği makam-ı mahmuda ulaştır. Allah'ım!
İbrahim'e, ehline rahmet ve ihsanda bulunduğun gibi Muhammed'e ve O'nun ehline
de rahmet ve ihsanını yağdır. Şüphesiz ki sen, hamidsin mecidsin."[93]
İbn Mace'nin rivayet
ettiği bir hadiste de Rasulullah şöyle demiştir: "Abdesti olmayanın
namazı, Allah'ın ismini anmayanın ise abdesti yoktur, Nebi'ye salat
getirmeyenin ve Ensarı sevmeyenin de namazı yoktur."[94]
İmam Ahmed'in rivayet
ettiği bir başka hadiste ise şunlar yer almaktadır: "Hz. Peygamber bir gün
geldiğinde sevinci yüzünden okunuyordu. Ya Rasulallah! Yüzünde sevinç
belirtisi görüyoruz, dediğimizde şöyle dedi: Bir melek bana geldi ve: Ey Muhammedi
Rabbinin, ümmetinden sana salat getiren kişiye on defa salat ederim, ümmetinden
sana selam gönderene on defa selam ederim, demesi hoşuna gitmez mi? dedi".[95]
Yine İmam Ahmed'in
rivayet ettiği bir diğer hadiste şunlar yer alıyor: "Rabbim azze ve
celleden bir melek bana geldi ve: Senin ümmetinden her kim sana bir salat-ı
şerife getirirse, Allah ona on iyilik verir, on kötülüğünü de giderir ve onu on
derece yükseltir" dedi.[96]
Bir başka hadiste de
Rasulullah (s) şöyle buyurmuştur: "İster az yapsın, ister çok yapsın, her
kim bana bir salat-ı şerîfe getirirse melekler de aynı şekilde ona salat
getirirler".[97]
Allah'ın salat ve
selamı rehberimiz Muhammed'in üzerine olsun! Faziletine, cihadına, büyüklük ve
şanına, getirdiği parlak nurunun tesirine yaraşır şekilde ona, salatu selam
olsun! O parlak nur ki, ilelebed aydınlatmaya devam edecek, insanlar sağlıklı
düşündükleri, iyi niyetli, basiretli oldukları, nübüvvetinin mucizesi olan
Kur'an'ın faziletiyle saadeti tercih ettikleri sürece daha çok aydınlatacak ve
insanların yollarına ışık tutacaktır. [98]
57- Allah'ı
ve Elçisini incitenler var ya, işte Allah onlara dünyada ve ahirette lanet
etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.
58- Mü'min
erkekleri ve mü'min kadınları yapmadıkları bir şeyle incitenler bir iftira ve
açık bir günah yüklenmişlerdir.
"Allah ve
Elçisini incitenler var ya..." ayeti ve devamındaki iki ayette de açık
ifadeler kullanılmıştır. Allah ve Rasulünü incitenler, hem dünyada hem de
ahirette Allah'ın la'neti ve alçaltıcı azabıyla korkutulmakta, ayrıca
kendilerinde olmayan bir şeyi bahane ederek mii'min erkek-kadınlara eziyet ve
işkence edenlerin büyük cürüm işlediklerine işaret edilmektedir.
İbn Kesir, İbn
Abbas'tan, birinci ayetin Rasululah'ı, yahudi Safiye ile evlendiği için
kınayanlar hakkında nazil olduğunu nakleder. Hazin de ikinci ayetin nüzul
sebebi hakkında, "denildi" lafzıyla üç rivayet nakletmiştir. Bu
rivayetlere göre 58. ayet, Ali b. Ebi Talib'i sözleriyle incitenler hakkında
veya Hz.Aişe'yi incitenler hakkında ya da kadınlara dadanıp geceleri onlan
rahatsız edip, onlara eziyet edenler hakkında nazil olmuştur. Müfessirler[99]
Allah'ı incitmenin O'na çocuk, şerîk ve yoksulluk isnad etmek, Nebi'yi
incitmenin ise onu yalanlamak, ona sihirbazlık, şairlik, delilik ve kahinlik
isnat etmek olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, bazılarına göre de, "Allah'ı
incitenler" cümlesinde mukadder bir mahzuf vardır. Yani, bunlara göre cümle
"Allah'ın dostlarını incitenler" şeklinde anlaşılmalıdır.57 ve 58.
ayetlerin, hem konu, hem de mânâ akışı yönünden önceki ve sonraki ayetlerle
bağlantılı olduklarını görüyoruz. Zira, hem bu iki ayetin içeriği, hem de
önceki ve sonraki ayetlerin içeriği bu bağıntıyı açıkça ortaya koymaktadır.
Nitekim, mânâ itibariyle önceki ayetleri izlemekte, sonraki ayetlere ise zemin
hazırlamaktadır. Şöyle ki; önceki ayetlerde her ne şekilde olursa olsun Allah
Rasulü'nü incitenlerin büyük günah işledikleri vurgulanmış, sonraki ayetlerde
ise mü'minlerin kadınlarına insanların eziyetlerinden kaçınmaları talimatı
verilmiş; münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve dil uzatanlar bu
konumlarından vazgeçmedikleri taktirde sıkı bir korkuya maruz bırakılmışlardır.
Allahı, Rasulünü, mü'min erkek ve kadınları incitecek konumda yer aldıkları ve
yer almaları beklendiği için bu dil uzatanlar topluluğu Allah'ın lanetini ve
inzannı (korkutmasını) haketmişlerdir.
Haddizatında bu iki
ayet (57-58) bir tek cümledir, bir bütündür. Ayetlerdeki ifadeler umuma teşmil
edildiği ya da uyarlandığı zaman; Allah, Rasulü, mü'min erkek ve kadınlar
hakkındaki her türlü eziyeti, incitmeyi, kötü davranışı, çirkin sözü, iftirayı,
günaha yöneltmeyi, isyanı, alayı ve hafife almayı kapsamaktadır. Bu itibarla
ayetler; ne zaman, nerede ve ne şekilde olursa olsun, bu gibi tavırları ortaya
koyanları yadırgayarak onlan şiddetle yermiş ve mü'minler; şiddete, caydırıcı
usullere başvurarak onlan engellemeye çağnlmıştır. [100]
59- Ey
peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle; örtülerini[101]
üstlerine salsınlar onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan
budur. Allah çok bağışlayan,çok esirgeyendir.
I-
Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde müslümanlar aleyhinde kötü
haber yayanlar şiddetle uyarılmışlardır. Yaptıkları komplo ve desiselerden
vazgeçmedikleri taktirde Allah, Nebisi'ni onların üzerine salacak, onları
mağlub edecek, lanet damgasıyla damgalanmış olarak Medine'den çıkaracaktır.
Nerede olurlarsa olsunlar kanlan heder sayılacak, istisnasız ve müsamahasız
öldürüleceklerdir.
II- İşte bu;
Allah'ın, onlar gibi geçmiş kavimler için koyduğu kanun'dur ve hangi durumda
olursa olsun Allah'ın kanununda bir değişiklik sözkonusu değildir.
"Andolsun;
münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar..." ayeti ve devamındaki
ayetlerin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirlerin
dediğine göre, münafıklar, Nebi (s)'nin seriyyeleri ve cihada gönderdiği
orduları hakkında kötü haberler yayıyor, müslümanların kalplerine endişe, korku
ve terkedilmişlik duygulan salıyorlardı. İşte müfessirlere göre, ayetler bu
sebeple nazil olmuştur.
Ayetlerin ruhundan ve
önceki ayetlerden anlaşıldığına göre; buradaki sert uyan, gerek Allah'a ve Rasulü'ne
gerekse mü'min erkek ve kadınlara yönelik olsun, şüphe ve fitne amacıyla
sözkonusu mürcifler topluluğundan sadır olan tavır, çirkin söz, komplo, eziyet
ve dil uzatmalara matuftur. Bu yönüyle de önceki ayetler ile bu ayetler
arasında, hem mevzu hem de ayetlerin akışı bakımından bir bağıntı vardır.
Burada ayetler,
pratiğe aktanlması Nebi'ye devredilmiş olan Kur'anî bir hüküm ihtiva
etmektedirler. Bu hüküm, yaptıklan eziyetlerden, yaydıklan çirkin sözlerden
vazgeçmedikleri taktirde, sözkonusu topluluğu dize getirmeye, onlan Medine'den
sürgün etmeye, müsamaha ve yumuşaklık göstermeksizin kanlarını akıtmaya ve
onları öldürmeye yöneliktir. Aynca bu hüküm tabiatıyla, Nebi'nin iktidannı
teyid etmekte ve onlar hakkında haklı olarak kuvvet/şiddet kullanmayı ihtiva
etmektedir.
Ancak, Peygamber'in
mürcifler topluluğunu Medine'den sürdüğünü, kanlannı akıttığını ifade eden
güvenilirliği kuvvetli rivayetlere rastlamadık. Bilakis, bu ayetlerden sonra
gelen muhtelif sûrelerdeki birçok ayet, defalarca yaptıklan desiseler,
komplolar ve eziyetler Kur'an'da anlatılmasına rağmen Hz. Peygamber'in
münafıklara karşı sabırla ve hilmle davrandığını göstermektedir. Hatta Tevbe
süresindeki ayetlerden birinde onlar için "küfür kelimesini söylediler,
imanlarından sonra kafir oldular" şeklindeki ifadelere, bu sûre ile
Tahrim sûresinde gerek kafirler ve gerekse münafıklar için; "onlarla mücadele
etme ve onlara karşı şiddet kullanma" emirlerine rağmen Hz. Peygamber
hayatının sonuna kadar bu metodu takip etmiştir.Tevbe, kapısı her halükarda
onlara açık tutulmuştur. Nitekim bu sûreden önce ve sonra inen Medeni sûrelerde
bu durum dile getirilmiştir. Durum böyleyken, bu ayetlerin, o topluluğun
fertleri üzerinde müsbet etki yapmış olması ve böylece hadlerini bilip
eziyetten vazgeçerek genel anlamda mü'minlere zarar vermekten el çekmiş
olmaları muhtemeldir. Nitekim, Peygamber'in ve diğer ihlaslı mü'minlerin
onlarla aralarındaki akrabalık bağlan sebebiyle onları kafirler gibi muharip
düşman görmemeleri, özellikle de onların müslüman olduklarını, ihlaslı
olduklarını söyleyip İslam'ın ibadi farzlarını yerine getirerek cihada
katılmalarından ötürü Peygamber'in sabırla, hilmle davranmış olması mümkündür.
Zaten bu topluluk, yahudilerin ibret verici sonlarını gördükten sonra, giderek
hem sayıca hem de kuvvetçe zayıflamış, düşmanlıklarının, komplo ve serlerinin
alanı iyiden iyiye daralmıştı. Hz. Peygamber de bu ve benzeri ayetleri, İslam
ve müslümanlann maslahatlarına uygun bir şekilde kendi takdiri uygulamasına
bırakılmış yönlendirmeler olarak değerlendirmiştir.
Ayetlerin zaman ve yer
özelliği gözönüne alınırsa, hükmünün genel/sürekli olduğu ve uygulamaya
geçirilmesinin ise müslümanlardan ulu'1-emre tevdi edildiği anlaşılır. Öyle ki,
bu hüküm, İslam toplumunun huzur ve emniyetini bozmaktan, komplo ve desiselerden
el çekmeyenleri şiddetle, ibretamiz bir şekilde cezalandırmayı ulu'1-emre vacip
kılmaktadır.
Zaman zaman münafıklar
ve kalplerinde hastalık bulunanların, sadece Peygamber dönemine ait oldukları
yönünde bir kanaat ileri sürülmektedir. Ancak, toplumların karakteri iyi bir
şekilde gözlendiği taktirde ne zaman ve nerede olursa olsun her toplumda
değişik tarzlarda da olsa, böylesi bir zümrenin şüphesiz varolacağı ortaya
çıkmaktadır. Nitekim; tağutları, zalimleri, İslam düşmanlarını dost edinerek
onlann yanında şeref arayanlar, zalimlerle işbirliği yaparak İslam ümmetini
zelil düşürmek ve onlara uşak yapmak isteyenler, kendi menfaatleri veya şahsi
kinleri ya da her ikisi uğruna vatanlarına ihanet edenler, ülkelerini satanlar
bu zümreye örnek teşkil etmektedirler. Ayrıca bu mürcifler zümresinin
örneklerinden, insanlar arasında çirkin sözler yayıp kriz dönemlerinde onları
şüpheye düşüren, onlarda panik yaratan, mensubu olduğu ümmetin başına gelen
zulüm ve musibetlerle ilgilenmeyen, sadece kendi şahsi menfaatlerinin kendisini
ilgilendirdiği kimseler de sayılmalıdır. [102]
60- Andolsun,
iki yüzlüler, kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar 1
vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz; sonra orada, senin yanında ancak az
bir zaman kalabilirler.
61- Lanetlenirler;
nerede rastlansalar yakalanıp öldürülürler.
62- Allah’ın
önceden geçenler arasındaki yasası budur. Allahın yasasını değiştirme(ye imkan)
bulamazsın.
63- insanlar sana o saatten soruyorlar. De ki:
"Onun bilgisi Allah'ın yanındadır." Ne bilirsin belki, o saat yakın
olur.
64- Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için
çılgın bir ateş hazırlamıştır.
65- Orada ebedi olarak kalacaklar; bir dost ve
yardımcı bulamayacaklardır.
66- Yüzleri ateşin içinde çevrildiği gün;
"Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Elçiye itaat etseydik!"
derler.
67- Ve dediler ki: "Rabb'imiz biz
beylerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar."
68-
"Rabb'imiz, onlara iki kat azab ver ve onlara büyük bir lanet eyle!"
"İnsanlar sana o
saatten soruyorlar..." ayeti ve devamındaki ayetlerdeki ifadeleı açıktır.
Nebi (s)'ye Kıyamet gününün ne zaman olduğu sorulmuş, ayet ise bunu hikaye
ederek bu soruya verilecek ilahi cevabı bildirmiştir. Daha sonra Allah'ın
kafirlere olan laneti, onlara hazırladığı cehennem beyan edilmiş ve kafirlerin
orada kendileri için hiç bir yardımcı, hiç bir dost olmaksızın ebedi
kalacakları açıklanmıştır. Ayrıca, yüzlerinin ateşte çevrildiği vakit bir
pişmanlık ve hasret duyacakları, "Keşke Allah'a ve Rasulüne itaat
etseydik" diyerek peşlerine takılıp onlara itaat ettikleri ve bu şekilde
yoldan saptıkları beyleri-liderleri için; "Rabbimiz onlara lanet et ve
iki kat azab et!" diyecekleri bildirilmiştir.
Bu ayetler adeta
bağımsız bir bölümü andırmakla beraber, iniş sebebi hakkında herhangi bir
rivayete rastlamadık. Ayette kullanılan insanlar sözcüğü, yahudilerden ve başkalarından
olan kafirleri kapsadığı gibi münafıkları ve hatta müslümanları bile kapsayabilir.
Yani kıyamet saatini kafirler sormuş olabilecekleri gibi, münafıklar da,
müslüman-lar da sorabilirler. Ancak, bu soru sorulurken ve soruya cevap
verilirken kafirlere yükle-nilmesi, onlara hazırlanan cehennemden bahsedilmesi,
buradaki "insanlar"dan maksadın kafirler veya ahiretten şüphe edenler
olduğuna bir işaret olabilir. Bu ayetleri izleyen ayetlerde müslümanların, Musa
(a)'ya eziyet edenler gibi olmamaları noktasında uyarılmaları, sözkonusu
sualin yahudiler tarafından şüphe düşürmek amacıyla sorulabileceği ihtimalini
de gündeme getirmektedir. Eğer bu ihtimal doğruysa o taktirde sözkonusu su-
al bazı zayıf imanlı
müslümanlar tarafından yahudilerin kışkırtmasıyla ortaya atılmış ve ayette,
kafirlerin korkunç sonlarına değinilerek bu müslümanlar uyarılmışlardır.
67 ve 68. ayetlerde
ise; lider, mutraf ve yönetici kesimin Muhammedi risaleti engelleme
faaliyetleriyle ilgili Mekki ayetlerde anlatılanlar te'kid edilmiş, yahudi ve
Arap yöneticilerinin Medine ve çevresinde de aynı rollerini üstlendikleri
anlatılmıştır.
Mekki sûrelerin
tefsirinde de belirttiğimiz gibi kıyamet saati, Nebi ile kafirler arasındaki
tartışmanın en önemli meselelerinden biridir. Mekki sûrelerin bir çoğunda defalarca
bu hususa değinilmiştir. İşte bu ayetler (67-68), Medine döneminde de aynı durumun
-yıpratma amacıyla- kafirler tarafından gerçekleştirildiğini beyan etmektedir.
Kıyamet saatiyle ilgili soruya ayetle verilen cevap, Mekki sûrelerde de
verilmiş, Nebi kıyamet saatini ancak Allah'ın bileceğini, kendisinin sadece
uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderildiğini, Allah'ın bildirdiği hususların
haricinde gaybı bilemeyeceğini bildirmekle emrolunmuştur. [103]
69- Ey
inananlar, şu kimseler gibi olmayın ki, Musa'ya eziyet ettiler de Allah O'nu
onların dediklerinden beraat ettirdi; O, Allah yanında vecih (gözde) idi.
70- Ey
inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.
71- Ki
(Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve
Rasulü'ne itaat ederse büyük bir başarıya ermiş olur.
Açık ifadelerin
kullanıldığı bu ayetler, ayrı bir bölüm olsa gerek. Müslümanlar, İsra-iloğullar'ının
Allah katında üstün ve beri olan Musa (a)'ya yaptıkları eziyet gibi Nebi (s)'e
eziyet etmemek konusunda uyarılmış, Allah'tan korkmak ve doğru sözlü olmakla
emrolunmuşlardır. Ancak bu şekilde, Allah ve Rasulü'ne itaat ederek mü'minlerin
amelleri düzeltilir ve büyük başarıya ulaşırlar.
Müfessirler bu
ayetlerin konusu ve iniş sebepleri hakkında değişik hadis ve rivayetler
aktarmışlardır. Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den naklettikleri bir
hadişte Rasulullah (s) şöyle elemiştir: "Musa hayası çok ve vücudunun
görünmemesinde titizlik gösteren bir zat idi, vücudunun bir açık tarafı
görünmezdi. İsrailoğullan'ndan kendisine eziyet etmek isteyen biri: Musa'nın bu
kadar örtünmesi ya cildinde kusur olmasından, husyeleri şiş, fıtıklı olmasından
veya başka bir afetten ileri gelmektedir" dedi. Ancak Allah, Musa'ya isnad
edilen bu noksanlıklardan O'nun uzak olduğunu göstermek istedi. Musa (a) bir
gün tek başına iken elbiselerini çıkarıp bir taşın üzerine koydu ve yıkandı.
Yıkandıktan sonra elbiselerine doğru gelirken taş, üzerindeki elbise ile kaçıp
uzaklaşmaya başladı. Musa asasını alıp taşın arkasından gitti ve, "Ey taş!
elbiselerimi ver, elbiselerimi ver", demeye başladı. Derken
İsrailoğullan'ndan bir toplulukla karşılaştı. Onlar Musa'yı üryan olarak
gördüler ve yaratılışça insanların en güzeli olduğunu anladılar. Böylece Allah,
Hz. Musa'nın, isnat ettikleri noksanlıklardan uzak olduğunu gösterdi. İşte
Allahu Teala'nın: "Ey inananlar şu kimseler gibi olmayın ki, Musa'ya eziyet
ettiler de Allah O'nu, onların dediklerinden beraat ettirdi, O, Allah katında
vecih i-di." mealindeki ifadesi bu idi.[104]
Ali b. Ebi Talib'e
isnad edilen bir başka hadise göre, İsrailoğulları'nın Musa (a)'ya eziyetleri;
onu, Hz. Harun'u öldürmekle itham etmeleridir. Bunun üzerine Allah, meleklere
emretti ve melekler onu aldılar İsrailoğullan'nın olduğu yere götürdüler.
Böylece Musa'nın onu öldürmediğine kani oldular.[105]
Bir diğer rivayette
şunlar yer alıyor: "Karun, bir fahişe kiraladı. Bununla Musa'ya iftira
etmek isteyince Allah, onu korudu ve beraat ettirdi."[106]
Bu konuda İmam
Ahmed'in tahric ettiği bir hadiste ise şunlara yer verilmiştir: "Rasulullah
bir gün ganimet taksim ederken Ensardan biri; bu taksimde Allah'ın rızası yoktur,
dedi. Bu sözü işiten başka bir müslüman ise şöyle dedi: Ey Allah düşmanı senin
bu sözünü Rasulullah'a ileteceğim. Sonra söz Rasulullah'a iletilince yüzü
kızardı, bu söz ona çok ağır geldi ve şöyle dedi: Allah'ın rahmeti Musa'nın
üzerine olsun. Ona bundan daha fazla eziyet edilmişti de o sabretmişti."
Bu rivayetin doğruluğuna mani bir şey yoktur. Binaenaleyh bu rivayette,
ayetlerin iniş sebebi ve uyarıcı hedefi ortaya çıkmaktadır.
Netice olarak
ayetlerde, insanları olmadık şeylerle itham etmemek ve doğru söze, hak
sınırlara riayet etmek hususunda sürekli bir uyarı sözkonusudur. Ayetin tefsiri
ile ilgili olarak İbn Kesir'in naklettiği bir hadiste Rasulullah şöyle
buyurmuştur: "Hiç bir kimse bana ashabımdan bir laf ulaştırmasın. Çünkü
ben, sizin yanınıza kalbim rahat bir şekilde çıkmak isterim". Nitekim bu
hadiste de, insanlardan sadır olan ve söylendiği kişide menfi tesir yapan
sözlerin nakledilmemesi yönünde Nebevi bir öğreti vardır. Zira, böyle davranmak
insanlar arasında soğukluğa ve nefrete sebep olup nefse eziyet verir. [107]
72- Biz
emaneti, göklere yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, ondan
korktular; onu insan yüklendi, doğrusu, o, çok zalim, çok cahildir.
73- Ki iki yüzlü erkeklere ve iki yüzlü
kadınlara, ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azab etsin; inanan
erkek ve kadınları da bağışlasın'[108]'.
Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Gramer yönünden her
iki ayette de açık ifadeler kullanılmıştır. Müfessirler, bu iki ayetin iniş
sebebi hakkında herhangi bir rivayet nakletmemişlerdir. Bizce bu iki ayet,
günahsız insanları olmadık şeylerle itham ederek onlara eziyet etmenin
yasaklanmasıyla ilgili önceki ayetlerin bir devamıdır ve bu ayetlerde insanın,
yüklendiği emaneti ihlal ettiği anlatılmıştır. Daha sonra Allah'tan korkmak ve
hak hudutlara, doğru söze riayet etmek emredilmiştir. İşte emanetin gereği
budur... İnsan, bu şekilde kurtuluşa, başarıya v Allah rızasına ulaşabilir.
Emanet mefhumu ile ilk
ayetin tefsiri hakkında müfessirler, İbn Mesud, İbn A.\ Katade, Mücahid ve
diğer bir grub sahabi ve tabiine dayanarak muhtelif görüşle letmişlerdir. Bu
görüşleri şöyle sıralayabiliriz.
Emanet;
* Allah ve Rasulü'ne
itaat edip O'nun farz kıldığı emir ve yasaklara riaye
* İslam'ın ibadi ve
mali rükünleridir.
* İnsanlara tevdi
edilen değerlere hıyanet etmemek ve dinin gereklerin'i eda etmektir. [109]
[1] El-itkan, c. 2, s.26. 2
[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/1-2.
[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/3.
[4] Ed'iyaekum Evlatlıklardan kinayedir.
[5] Tezaharune Burada kocanın, "sen bana annemin sırtı
gibisin" diyerek karısını kendisine haram sayması mânâsındadır.
[6] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
6/4-5.
[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
6/5.
[8] Hazın,Bağavı,7abersı ve tsedüV-ibe, C:2, s.224-225.
[9] İbn Sa'd, C:3
[10] Aqe, C:4, s.329.
[11] Age, C:4, s.456.
[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/
[13] Hazin,ayetlerin tefsiri ve Nisa 33.
[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
6/6-7.
[15] Beğavi, Tabresi.
[16] Hazin, Beğavi, Tabresi.
[17] A.g.e.
[18] Tabresi.
[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
6/7-8.
[20] Tac, c. 2, s.229.
[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/8-9.
[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/9.
[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/9-10.
[24] İz zeğatil ebsar va belağatil kulubul hanacira Gözler
şaşkınlıktan ve şiddetli korkudan kaymış, kalpler hançerlere dayanmıştı.
Cümlede korkunun şiddet derecesi tasvir edilmiştir. Korkunun şiddetiyle sağa
sola kayan gözler, yerlerinden kalkıp hançerlere doğru dayanan yürekler...
[25] Ve tezunnune billahiz zununa Allah hakkında kötü
zanlarda bulunuyordunuz.
[26] Hunalike' btuliyel mü'minun ve zulzilu zilzalen şedide
İşte orada mü'minler imtihana tabi tutulmuş, şiddetli ızdıraba duçar oldukları
büyük bir sınavla karşı karşıya olduklarını hissetmişlerdi.
[27] Buyutena avratun Yani düşmanın saldırısına karşı dayanıklı
değil mânâsında.
[28] Velev duhilet aleyhim min ektariha Eğer düşman,
Medine'nin her yanından onlann üzerine girip saldırsaydı.
[29] Sümme süilülfitnete leetevha Sonra onlardan irti-dad
etmeleri istenseydi bunu yaparlardı.
[30] Elmuavvikın Savaştan geri kalanlar.
[31] Velaye'tunelbe'se Savaşa pek az gelirler, pek az iştirak
ederler.
[32] Selekukum bielsinetin hidad Keskin dilleriyle size tan
ederler sizi incitirler.
[33] Yeveddu lev ennehum badune fil a'rab Savaş meydanında
olmaktansa harptan uzak bedevilerin yanında olmak isterler.
[34] Men £ada nahbehu Kimi şehid edildi veya öldü.
[35] Taberi, Hazin, Bağavi, Tabersi, İbn Kesir; İbn Hişam,
C:3, s.229-250; Tabakat, C:3, s.108-116.
[36] Taberi, Hazin, Bağavi, Tabersi, İbn Kesir; İbn Hişam,
C:3, s.229-250; Tabakat, C:3, s.108-116.
[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/14-17.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/17-19.
[39] Zaharuhum Yardım edenleri.
[40] Sayasıhim Kalelerinden.
[41] A.g.e.
[42] A.g.e.
[43] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/21-24.
[44] Fahişetin Müfessirlerin İbn Abbas'tan rivayet
ettiklerine göre; bu kelime, büyük günah, kötü ahlaklılık ve naşizelik (kadının
asi oluşu) mânâsında kullanılmıştır.
[45] Karne"Karar" masdanndan türemiş fiil. Yani,
"evlerinizde oturun" mânâsındadır.
[46] et-Teberrüc Kasıtlı olarak kadının, güzelliğini
insanlara göstermesidir.
[47] Er-rics Burada Allah'ın razı olmadığı işler, ameller
mânâsındadır.
[48] Müfessirlerin bu husustaki rivayetleri de bunu
desteklemektedir. Nitekim müfessirlerin rivayet ettiklerine göre; Ebubekir (r)
bir gün çıkagelmiş ve Rasulullah'tan girmek için izin istemişti. İnsanlar
kapıda oturuyorlardı. Ebu Bekir'e izin verilmedi. Sonra Ömer (r) geldi, o da
izin istedi ancak ona da izin verilmedi. Daha sonra izin verildi ve ikisi
içeriye girdiler. Hz. Peygamber suskun ve öfkeli bir vaziyette içeride
oturuyordu. Hanımları da etrafındaydılar. Ömer(r): "Bir şey söylesem de
Hz.Peygamberi güldürsem" diyerek söze başladı: "Ey Allarım Rasulü,
görüyor musun Zey'din kızı-Ömer karısını kastediyordu- biraz önce benden nafaka
istedi ben de kafasını yardım", dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü, ön
dişleri belirinceye kadar güldü ve dedi ki: İşte bunlar da etrafımda oturmuş
benden nafaka istiyorlar". Bunun üzerine Hz. Ebubekir kalkıp kızı
Ai-şe'yi, Hz. Ömer de kızı Hafsa'yı dövmek istedi. Hz. Peygamber onları
engelledi. Peygamber hanımları da, "Vallahi artık bu oturumdan sonra
Rasulullah'tan bir şey istemeyeceğiz" dediler ve çok geçmeden ayetler
nazil oldu. Bkz. Begavi, Hazin, ibn Kesir.
[49] Ayetlerin tefsiri için bkz. Begavi, Hazin, İbn Kesir,
Tabersi; Buhari, Müslim ve Tirmizi bu hadisi az bir değişiklikle rivayet
etmişlerdir. Bkz. Tefsir bölümü, Tac, C. 4, s. 184; Müfessirlerin rivayetlerine
göre; o zaman Rasulullah'ın yanında dokuz hanımı bulunuyordu. Bunlar; Aişe,
Hafsa, immü Seleme, immü Habibe, Şevde, Safiyye, Zeyneb bint-i Cahş, Meymune
bint-i Haris ve Cüveyriye el-Mustalakiyyedir. Ancak, bazı rivayetler, Safiyye
ile evliliğinin Hudeybiye sulhunun akabinde Hayber vakasından sonra, Meymune
ile evliliğinin de Hudeybiye sulhundan bir yıl sonra Mekke ziyareti esnasında
vaki olduğunu belirtmektedir.
[50] Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.188-189.
[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/24.
[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/24-26.
[53] Tac, c. 3, S. 308-309.
[54] Tac, c. 3, S. 308-309.
[55] A.g.e.
[56] ibn Kesir
[57] Tabresi, İbn Kesir.
[58] A.g.e.
[59] Tana sûresi 10 ve Kasas sûresi 29. ayetler de buna
benzer ayetlerdir.
[60] Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.187.
[61] el-Müslimine ve'l müslimat Burada sözlük anlamında
kullanılmıştır. Yani nefislerini Allah'a teslim eden erkek ve kadınlar.
[62] Bkz. Ibn Kesir, Beğavi, Tabresi, Hazin.
[63] Medeni ayetlerden Al-i imran 195 ve Mekki ayetlerden
Nahl, 97 ile Gafir, 40'a bakılabilir.
[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/27.
[65] Ellezi eri'amellahu aleyhi ve en'amte a-leyh
Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu cümleden maksat, daha önce köle iken
Rasulullah'ın azad ettiği ve evlatlık edindiği Zeyd b. Harise'dir.
[66] İze kadav minhunne vatra Cinsi münasebetten kinayedir.
[67] Bkz. İbn Kesir, Beğavi.
[68] Hazin, İbn Kesir, Beğavi, Tabresi; son rivayet
Tabresi'den alınmıştır.
[69] Bkz. Muhammed'in Hayatı, Heykel, 2.Baskı, s.307-310;
Ayrıca Taberi, Bağavi, Tabersi, Hazin, Keşşaf, Kasımi, bu hususta Kasımi, ibn
Arabi ve imam Muhammed Abduh'dan kuvvetli sözler nakletmiştir.
[70] Buharı ve Tirmizi'nin Ümmü'l-mü'minin Aişe'den
naklettikleri rivayette Hz. Aişe şöyle demiştir: "Eğer Allah Rasulü,
vahiyden bir şeyi gizlemek isteseydi muhakkak ki, "Allanın açığa vuracağı
şeyi de içinde saklıyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki ençok Allah'tan
korkman gerekirdi" ayetini gizlerdi. Nebi (s) onunla evlendiğinde
"oğlunun karısıyla evlendi" dediler. Bunun üzerine Allah
"Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah'ın
elçisi ve peygamberlerin hatemidir" ayetini indirdi. Nebi (s) Zeyd'i küçük
iken evlatlık edinmiş ve insanlar onu, Muhammed'in oğlu Zeyd şeklinde
isimlendirmişlerdir. Bunun üzerine ise Allah "onları babalarına nisbet
ederek çağırın; bu, Allah katında daha adilcedir. Eğer babalarını bilmiyorsanız,
onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır" ayetini indirdi."
[71] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/29-33.
[72] Bkz. Ibn Kesir, Hazin.
[73] Yukarıdaki hadisler ibn Kesir'den alınmıştır.
[74] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/33-34.
[75] Huvellezi yusallî aleykum ve melâiketü-hu O ve
melekleri size rahmet eder. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Allah'ın buradaki
rahmeti, O'nun hidayeti ve merhametidir. Meleklerin rahmeti ise, mü'minleri
destekleyip, onların bağışlanmalarını dilemeleridir.
[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/35.
[77] İz nekahtum Burada "evlendiğinizde" ya da
"akit yaptığınızda" anlamındadır.
[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/36.
[79] Bkz. Beğavi, Hazin, İbn Kesir, Taberi, Tabresi ve İbn
Hişam c. 4, s. 324; İbn Sa'd c. 3, s. 321-326.
[80] Bkz. a.g.e., Ahzab 28'in tefsiri; İbn Hişam, c. 4, s.
321-326.
[81] Heykel, Muhammed'in Hayatı, 2. baskı, s. 303,317;
Hasan İbrahim, islam Siyasi Tarihi, c. 1, s.130-136.
[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/38-42.
[83] İlla en yüzene lehim Ancak davet edildiğinizde ve
girmenize izin verildiğinde.
[84] Inahu Pişmesini.
[85] Gayra nazirin Beklemeksizin.
[86] Fenteşiru Dağılın ve evden ayrılın.
[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/43-45.
[88] Vattekinallah Peygamber (s)'in eşlerine hitaben
söylendiği için burada hitabi bir iltifat sözkonusudur.
[89] Taberi, Tabersi, Bağavi, İbn Kesir, Hazin.
[90] A.g.e.
[91] A.g.e.
[92] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/45-46.
[93] Bkz. Tabresi ve ibn Kesir.
[94] İbn Kesir.
[95] A.g.e.
[96] ibn Kesir.
[97] Bağavi; bu konuda ibn Kesir'in derlediği daha birçok
hadis mevcuttur.
[98] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/46-48.
[99] Bkz. Hazin, ibn Kesir, Tabresi ve Beğavi.
[100] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/48-49.
[101] El-Cilbab Cilbab hakkında, “kadınların büründükleri
çarşaf veya başlarını örttükleri başörtüsü ya da başlarını ve elbiselerinin
yakalarını onunla kapattıkları yaka örtüsü”şeklinde üç ayrı görüş
belirtilmiştir.
[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
6/50-51.
[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/52-53.
[104] Beğavi, Hazin, İbn Kesir; Tac, c. 4, s.189-190,
Müfessirler, şeyheyn ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bu hadisi, değişik
şekillerde ve çeşitli kanallardan nakletmişlerdir. Biz ise, bu hadisi Tac'dan
naklettik.
[105] A.g.e.
[106] A.g.e.
[107] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/54-55.
[108] Ve yetubullahu ale'l-mü'minine ve'l-mü'minat Yani,
mü'min erkek ve kadınların kötülüklerini örtsün, sarf-ı nazar etsin.
[109] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/55-56