"Artık Kim Küfrederse, Küfrü Kendi Aleyhinedir" İfadesi Nasıl
Anlaşılmalı?
Peygamber Beklentisi İçindeki Kureyş Liderlerinin Hz. Muhammed'e
Düşmanlıklarının Nedeni
Kur'an'daki Sırası :
35
Nüzul Sırası : 39
Ayet Sayısı : 45
İndiği Dönem : Mekke
Fatır süresinde insanlar uyarılmakta ve hakka davet
edilmektedir. Allah'ın rububiyeti-nin
delili olarak evrene ve onun kanunlarına; yalnızca O'na ibadet etmenin
doğruluğuna değinilmektedir. Saf inanç sahibi mü'minler
övülmekîe, kâfirler ise yerilmekle ve iki kesimin de
akıbetlerinin haberi verilmektedir. Arapların kendi aralarından bir peygamber
gönderilmesi dilekleri ve Allah (c)'ın Hz. Muhammedi peygamber olarak göndermesi üzerine, ona yan
çizmelerinin sebepleri anlatılmaktadır. Sûrede Nebi'nin birçok defa kavminin
yalanlamalarına maruz kaldığı ve son derece üzüntülü, kaygılı olduğu
zamanlarda başına gelen şeyleri gösteren teselli ifadeleri tekrarlanmakladır
Sûre,
biri genele yönelik ve diğeri de duyabilecek olan kâfirlere yönelik olmak üzere
iki kısımdan oluşmaktadır. Her iki kısmın ayetleri de sanki aralarında ayrılık
ve değişim yokmuşçasına; sûrenin bölümleri sûre tamamlanıncaya dek peşpeşe inmiş dedirtecek kadar bir düzen üzeredir. Bazı
müfessirler süreyi, Melâike sûresi olarak da isimlendirmişlerdir[1].[2]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Gökleri
ve yeri yoktan var eden.[3] melekleri,
ikişer, üçer, dörqer[4]
kanatlı elçiler yapan Allah'a hamd olsun. O,
yaratmada (dilediğine) dilediğini arttırır; kimine daha fazla kanat verir,
kiminin bünyesini daha sağlam, daha büyük, kimini daha güzel yapar. Şüphesiz
Allah her şeyi yapabilendir.
2- Allah,
insanlara bir rahmet açtı mı onu tutan olamaz[5].
O'nun tuttuğunu da O'ndan sonra salacak[6]
yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir.
Sûre, Allah'a şükür ve Övgünün gerekliliği
ifadesiyle başlamaktadır. İki ayetin geriye kalan kısmında ise yüceliğinin
belirtilerini ve meleklerin yaratı I ışındaki delillerin bir klsmı, onların elçi olarak gönderildiği ve Rabbimizin
istediğine rahmetinden ihsan etmesi ve istediğine de ihsan etmemesi, ihsanını
kimsenin engelleyemeyeceği, engellediğine de kimsenin ihsan edemeyeceği konusundaki
mutlak kudreti sırasıyla belirtilmiştir.
İfadeler, üzerine
başka şeyler söylemeye gerek göstermeyecek kadar açıktır.
Furkan sûresinin ilk iki ayetinin kendilerinden sonraki
ayetlerin başlangıcı mahiyetinde olduğu hemen gö7x çarpmakladır. Buradaki
başlangıç da aradaki gibi etkileyici ve kuvvetlidir. İlk ayetin üslubu,
meleklerin, elçiliklerinin ve kanatlarının asıl kastedilen şeyler olmadıkları
düşüncesini veriyor. Bu ayetle, sadece Allah'ın kudret ve yüceliğinin
delillerinden bazı delillere öncelikli olarak işaret edilmek istenilmiştir.
Bu ifadelerin
kullanılışı bize, meleklerin, kanatlarının, Allah ile insanlar arasındaki
elçiliklerinin, insanların zihinlerindeki Allah'ın kudret ve yüceliğinin en
mühim delilleri ve aynı zamanda insanların zihinlerini karıştıran noktalar
olduğunu-gösteriyor. İşte ayet onların bu düşüncelerini kendi üslubuyla ve aynı
zamanda Allah'ın kudret ve yüceliğinin ifadesi ve övgüsü İçin bir vasıta
yaparak anlatmaktadır.
Meleklerin kanatlan ve
Allah'ın peygamberlerine elçi olarak gönderilmesi, Ahd-i
Atik ve Ahdi Cedid kitaplarında geçtiklerine
göre muhatap Arapların düşüncelerine yabancı olmayan konular olduklarını
söylemeyi mümkün kılmaktadır. Nitekim, önceki sûrede geçtiği
gibi kâfir arapların Peygamber (s)'den melekler indirmesini
isteyerek yapmış oldukları aşırılıklar bazı ayetlerde anlatılmaktadır.
Daha öncede ifade
ettiğimiz gibi biz burada, melekleri, mahiyetlerini, önemlerini, Allah ile rasuller arasındaki elçiliklerinin keyfiyetini,
mesnetsizlikten ve abartıdan kaçınmak suretiyle sadece Kur'an'daki
metinlerin ve Peygamber'den nakledilen sabitliği kesin hadislerin ışığı
doğrultusunda imani şart olan gerekliliklerden
olduğunu tekrar belirtiyoruz. [7]
3- Ey
insanlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Allah'tan başka size gökten
ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan
başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden)
çevriliyorsunuz?[8]
4- Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), senden
önceki elçiler de yalanlandı. Bütün İşler (sonunda) Allah'a döndürülecek (ve
Allah, herkesi yaptiğıyla cezalandıracaktır.
5- Ey İnsanlar, Allah'ın va'di
gerçektir; sakın dünya hayat/ sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan[9]
Allah'ın affına güvendirmek sureti ile) sizi aldatmasın.
6- Şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman
tutun. O, partisini alevli ateşin halkından olmaya çağırır.
Bazıları ise aynı
kelimeyi "el-ğûrur" şeklinde okumuşlardır.
Bu durumda ise anlam kanma ve kendini kandırma anlamındadır; her iki anlam da
ayetle bulunmaktadır. Başlangıç kısmının peşi sıra insanlara Allah'ın
üzerlerindeki nimetlerini hatırlatan, onları dünya nimetleriyle aldanmaya ve
kendilerinin düşmanı, kendisi ve yandaşlarının cehennemde olduğu .şeytanın
vesveselerine kulak vermeye karşı uyaran bu ayetler gelmektedir. Bu ayetler
ile başlangıç arasında bağlantı vardır. Ayetlerin ifadeleri başka bir açıklamayı
gerektirmeyecek kadar açıktır ve Öncekiler gibi cîkileyici
bir üslubu vardır.
Devam eden ayetlerde
Allah'ın verdiği nimeti yalanlayanlara karşı cezalandırıcı bir tavrının da
olduğu hatırlatılmakladır. Hitab, Önce Peygamber
(s)'e ve sonra da insanlara yöneltilmiştir. Peygamber (s)'i yatıştıran ve
teselli eden bir üslub sezilmekledir: Kavmi onu
yalanlamışsa da ondan önce de rasûller yalanlanın
ıştır. İnsanların amellerinin karşılığını verecek olan Allah'tır. Öyleyse
çokça üzülüp tasalanmaya gerek yokLur.
Son ayet, son sözü
söylemektedir: Şeytan insanları küfre sokmasıyla, geçici zevkleri güzel
göstermesiyle onların düşmanıdır. Sözüne ilibar edeni
yönlendirir ve artık onlar şeytan'in azaba giden yandaşlanndandır; Öyleyse şeytanın kötülüğünden korunmak
için ondan sakınmak ve düşman bellemek gerekir.
İlk ayetteki
insanların dünyadan el çekmeye davel edilmesi
konusunda yanılgıya düşülmemelidir. Kür'an'da
insanların hayattan, güzelliklerinden, nimetlerinden faydalanmayı. Allah'ın
fazlı keremini, rızkını istemeyi ve onlar için çabalamayı normal eören pek çok ayel vardır. A'raf sûresinde bununla ilgili gayet açık ve güze! örnekler
yer almakladır. Burada Allah'a ve insanlara karsı görevlerini unutturacak ve
günahtan, israftan sakmmaksızın mal, mülk. geçici
zevklerde kendini kaybetmeye itecek derecede dünya hayatı ile oyalanmaktan ve
kanmaktan sakınmayanların durumu süzkonüsudur: [10]
7- inkâr edenler için çetin bir azab var, inanıp iyi işler yapanlara da mağfiret ve büyük
bir mükâfat vardır.
8- Kötü İşi, kendisine süslendirilip de onu
güzel gören kimse (aklıyla gerçeği gören kimse gibi olur) mu? Allah dilediğini
sapıklık içinde bırakır, dilediğini yola iletir. Bundan dolayı nefsin onlar
için hasretlere (üzüntülere) gitmesin[11], Allah onların ne yapmakta olduklarını
biliyor.
İlk ayet kâfirlerin ve
safih müzminlerin akibellerine
işaret etmekledir. İlk grubunkini Çetin bir azab,
diğerlerininkini ise Allah'ın yarlığaması ve büyük
ecir alacak şekilde ve önce geçmiş olan insanlara söylenilenlerin ve ikazın bir
neticesi olarak belirtilmektedir.
İkinci ayette, ilk
kısmın iki grup arasında bir karşılaştırma, yapmak ve onlardan daha
ustun olanın kim
olduğu gösterilmekledir. Onlardan ikinci grubun birinci gruba ûstünlü-
elirtıhrken; onlarla,
amelinin kötülüğü kendisine güzel gibi gösterilen, kendini aldatan ve bunu
makbul gören ile eşit olmayacakları olumsuz bir üslupla zikredilmektedir.
Burada insan amelinin güzelliği, onu işleyenin beğenmesi ile değil, ancak
toplumdaki işleviyle ve amelindeki doğruluk, hidayet ve faydahiıkla
ortaya çıkıp yargılanacaktır.
İkinci ayetin ikinci
yarısındaki içeriği ise bize Peygamber (s)in yatıştırılmak istendiğini,
kâfirlerin konumunun ve yalanlamalarının küçümsenişini anlatmaktadır. Amellerinin
ve içlerinde sakladıklarının kötülüğü, onları üzülmeye değmez kılmaktadır; zira
onlar davete sırtlarını dönmüşlerdir ve Allah onların hangi yolda olduklarını
ve ne yapacaklarını en iyi bilendir. Onlar, Peygamber (s)in onlara üzülerek ve
kederlenerek kendisini harap etmesine değmezler, Allah dilediğini doğru yola
iletir, dilediğini de saptırır, öyleyse üzülecek ve tasalanacak bir şey yoktur.
"Allah dilediğini
doğru yola iletir, dilediğini de saptırır" ifadesinin lafzını anlamlarından,
seyrinden ve konumundan kalkarak değerlendirmeliyiz. Müddesir
sûresinde anlattığımız benzer birkaç ayetin değerlendirmesinde de
açıkladığımız gibi, Allah'ın doğru yola girmeyi ya da
sapkınlığı insanların kendilerine zorla, değişmeyecek şekilde yüklediği görüşü
hükümsüzdür. Kâfirlerin azabı, mü'minlerİn ise ecir
ve yarlığanmayı baket-tiklerini
belirten ve insanın seçim yapabileceği anlamını içeren önceki ayetten bu delili
çıkartabiliriz. Nitekim ayetteki "yatıştırma" anlamı lafzen ve manen oldukça açıktır. Biz Müddesir
sûresinde bu konuya yeterince değindik. [12]
9- Allah'tır
ki, gönderdiği rüzgârlar bîr bulut kaldırırlar[13]
derken biz onu ölü bir ülkeye süreriz, onunla ölümünden sonra yeri diriltiriz.
İşte (ölülerin) dirilip kalkma(sı) da böyledir.
10- Kim
şeref istiyorsa (bilsin ki) şeref tamamen Allah'ındır, (onu dilediğine verir).
Cüze! söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir. Kötü şeyleri tuzaklayanlar
(a gelince) onlar için çetin bir azab vardır. Ve
onların tuzağı bozulacaktır [14]
(Zira onların tuzağı, Allah'ın takdirine engel olamaz).
11-Allah
sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı, sonra sizi
çift, çift'[15] yaptı. Bir dişinin gebe
kalması ve doğurması hep O'nun bitgisiyledir. Bir
canlıya ömür verilmesi de o-nun ömründen azaltması da
mutlaka bir kitapta (yazilı)dir.
Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
12- İki deniz bir olmaz, şu tatlı, susuzluğu
keser[16]'
içimi (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, (boğazı) yakar. Hepsinden de taze et
yersiniz ve taktığınız (inci, sedef gibi) süs eşya[17]si
çıkarırsınız. (Allah'ın) lütfundan payınızı arayıp
şükretmeniz için gemilerin, denizi yarıp gittiğini görürsün.
13- (Allah) geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü
de ge-cenin içine sokar; güneşi ve ayı emri altına
almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gidiyor. İşte (bütün
bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka çağırdıklarınız
ise bir çekirdek kabuğuna[18]'
bile sahip değillerdir.
14- Eğer, onladfl ^rsanız sizin
çağırmanızı işitmezler. [şitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de, sizin
(onları Allah'a) ortak koşmanızı İnkâr ederler. (Bu gerçeği) sana, herşeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.
Ayetler evrenden belli
manzaralar] delil ve kanunlarında Allah'ın kudretini, rububi-yetinin
kesin bir şekilde ifade edilmesini, itaatin, zikrin ve şükrün sadece kendisine
mahsus olduğunu, kâfirlerin aşağılık ve rezil olduklarını göstermektir. Bu
ayetlerdeki vurgular önceki bağlamın devamı mahiyetindedir. Allah'ın kudret ve
azameti, rüzgâr ve bulutu harekete geçirmekte ve ölü olan toprağı bu buluttan
yağan su da diriltmektedir. İşle bundan sonra toprakla hayal başlar. Burada
Allah'ın insanları ölümden sonra yeniden diriltmesine; topraklan sonra nutfeden yaratılışına sonra eşler olmalarına deliller
vardır. Hamilelik, doğum, uzun ömür. kısa ömür benzeri meselelerin herbirini Rabbimi-zin ilmiyle
kolayca kuşatmasının delili vardır. Denizlerde, içinde çeşitli lezzetler
vardır. yine oralarda insanlar için büyük faydalar, yiyecek olarak
kullandıkları taze et. takındıkları kıymetli taşlar, üzerinde seyahat
ettikleri gemiler vardır ve nzik elde etme yollan da
onlara kolaylaştırılmıştır. Güneş ve ayın hareketinde, gece ile gündüzün hassas
ve sağlam bir düzende birbirini izlemesinde insanlar için büyük fayda vardır.
insanlar için âlemlerde
mülk ve hüküm sadece kendisine ait olan, itaata,
ibadete, zikre ve şükre layık olan yegane gerçek olan Rab Allah'tır.
Müşriklerin duada Ona ortak koştukları O'ndan başka kendilerine dua ettikleri
ilahlar ve rabler bu uçsuz bucaksız bir evrenin hiç bir şeyinin, bir çekirdek
kabuğunun bile sahibi değildirler; dua edenlerin duasını duyamazlar. Kıyamet
gününde kendilerine ortak koşanlardan uzak olduklarını söylerler. İşte bu
hiçbir iki yüzlünün kalkınamayacağı gerçektir. Çünkü Habirve
Alim olanın hak sözüdür.
Kâfirlerin uyarılması
ve yerilmesi ile ilgili söylemek istediklerimizi ihtiva edecek ve belirleyecek
ayetler üzerinde de durmuştuk. Gerçek yücelik mutlak anlamda Allah'a mahsustur,
hiçbir ortak bunu paylaşamaz. Kim saygınlık ve Rabbi'nin rızasını isterse o-nun yolunu izlemeli, hakkı söylemeli, iyilik yapmalıdır.
Tuzak hazırlayanlara, insanlar için kötülük peşinde olanlara ve hileler
düzenleyenlere ise çetin bir azap vardır. Onların tuzaklarının bozulacağını,
hilelerinin sonuçsuz kalacağını bize Allah garanti etmektedir.
Bu ayetler hem akla
hem de kalbe hitabeden ve delillerini insanların gözlemlerinden ve her zaman ve
mekân içinde bulundukları durumlardan alan Kur'an
cümlelerinin en etkili olanlarındandır. Üslubuyla daveti, hedefleri ve
ilkelerini destekleme açısından dikkai çekicidir.
Öğreticiliği ve kapsamlılığı da aynı derecede kuvvetli ve etkileyicidir. [19]
15- Ey
insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız, Allah İse, işte zengin[20] ve hamde lâyık olan[21]
O'dur.
16- Dİİese sizi götürür ve (yerinize) yeni bir halk getirir.
17- Bu,
Allah'a zor değildir.
18- Hiçbir
günahkâr'[22] başkasının günahını[23]
çekmez[24].
Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırırsa) onun
yükünden hiçbir şey (alınıp), taşınmaz; akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü
taşımaz)[25]. Sen ancak görmeden
Rablerinden korkanlar! ve namazı kılanları uyarırsın. Kim (günahlardan)
temizlenirse'[26] o, kendi menfaatine
temizlenmiş olur. Dönüş Allah'adır. (Allah, herkese yaptığının karşılığını
verir).
19- Körle
gören bir olmaz.
20- Karanlıklarla aydınlık da bir olmaz.
21- Gölge
ile hararet[27]' de bir olmaz.
22- Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah dilediğine
işittirir; yoksa sen kabirlerde bulunanlara işittirecek değilsin.
23- Sen
sadece bir uyarıcısın.
24- Bİz seni gerçek ile
birlikte müjdelejici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı (peygamber gelip) geçmiştir.
25- Eğer (bunlar) seni yalanlıyorlarsa (üzülme,
çünkü) onlardan öncekiler de peygamberleri, kendilerine açık ayetler, sahifeler[28] ve
aydınlatıcı Kitab getirdikten sonra (tuttular
onları) yalanladılar.
26- Sonra ben de o inkâr edenleri yakaladım.
Benim (onları) inkârım (cezalandırmam) nasıl oldu?[29]
Ayetler önceki seyrin
devamı niteliğindedir. Mü'mirileri müjdeleyişini,
kâfirleri uyarışını ve Peygamber (s)'i teselli edişini pekiştirir mahiyette
yeniden başa dönmektedir.
Ayetler insanlara,
Allah'ın onlara hiç mi hiç ihtiyacı olmadığını, ancak insanların O'na muhtaç
olduğunu ve O'nun kendisinden yüz çevirenlere muhtaç olmadığını, kendisine
yönelenlere ise karşılığını vereceğini haber veriyor. Allah'ın insanlardan var
olanları yok edip, yerlerine başkalarını getirmeye kadir olduğuna dair ikazda
bulunuyor. Bu O'nun için çok kolay bir şeydir, zira yoklan var eden yaratıcıdır
ve O'nun herşeye gücü yeter. Peygamber (s)'i teselli
etmektedir, O'na sabrı ve sükuneti buyurmaktadır. Peygamber'in üzerine düşen
ise sadece Rabblerine iman edenlere, O'nu görmeseler
de O'ndan korkanlara ve namazı dosdoğru kılıp, iyilik ve hidayeti isteyenlere
Önem vermesidir. Bunları yapan kişi ise ancak kendini arıtmış olur, kendisi
için hayırlı olanı ve mutluluğun kendisinde olanı yapmış olur. Herbir kişinin ancak kendi amelinden dolayı sorgulanacağı,
kimsenin bir başkasının günahını -arada akrabalık bağı olsa bile- üstlenemeyeceğini
bildiriyor.
İnsanların kör ile görcbilcn^H ^karanlık ile ışığı, gölge ile kavurucu sıcağı,
canlı ile ölüyü ayırdetmcieri gerektiği ve bu
karşıtları kendi akıllarında eşitlememeleri şiddetle hatırlatılıyor. Çünkü
aksi tutum imkânsızdır ve bunun imkânsızlığının bilincinde olup karşıtları ayird edip de daima onlardan üstün olanı .seçenler, işte
onlar Allah'ın yol gos-tericiliğiyle
doğru yolu bulanlardır ve O'nun çağrısına olumlu karşılık verenlerdir. Çünkü
bunun bilincinde olmayanlar mezardaki ölüler gibidirler. Daha sonra hilab Peygamber (s)'e çevrilmek suretiyle teselli
edilmekte ve desteklenmektedir. Mezardakilere duyurmak Rasulullalr
m sorumluluğunda değildir, O'nun yapması gereken sadece insanları uyarmak ve
onlara hakkı açıklamaktır, Allah O'nu, kendinden önceki rasullerde
olduğu gibi, sadece bir uyarıcı ve müjdeleyici olarak göndermiştir. Her ne
kadar kâfirler O'nun karşısında yalanlayıcı bir tutum içindcyseier
de, onlardan Öncekiler de Allah'ın ra-sulleri deliller, kitaplar ve apaçık etkileyici ayetlerle
geldiklerinde benzer bir tutum içindeydiler. Allah da onları sımsıkı
yakalamıştır. Ve kendilerinden sonrakilere, Allah'ın yakalaması nasıimış. kendisine küfredenlere, Rasullerini
yalanlayanlara azabı görsünler diye kendisinden ibret olan izler bırakmıştır.
Bu ayetlerle
oluşturulan Örgüde, üslubuyla, anlamıyla, içeriğiyle akla ve kalbe
sesle-nişiyle, insanların gözlemlerini ve yaşadıklarını da kullanmasıyla
hedefledikleri ve belirttikleri ile önceki gibi güçlü, net, etkileyici ve
kapsamlı yönlendirmeler vardır.
Kâfirleri, hak söze
kulak vermedikleri, apaçık gerçeği görmedikleri ve onlara çağrıda bulunana
olumlu karşılık vermediklerinden dolayı, ölülere benzetilmektedir ve burada
güçlü ve iğneleyici bir benzetme vardır.
Kör ile görebilen,
karanlık ile ışık, gölge ile kavurucu sıcak, ölü ile canlı arasındaki
karşılığın ifade edilmesiyle hak ile batıl, hidayet ile sapkınlık; doğru yolda
sebat ile doğru yoldan sapma; iyi niyetli, temiz kalpli, hakkı arayan, şuurlu
akıl sahipleri ile kötü niyetli, hastalıklı kalbi olan ve kibirli, inatçı,
.sağlıksız akıl sahipleri arasındaki farkın ve bu iki kutuplu zıtlığın farkedilmesi hedeflenmiştir. Yine burada o yüce
öğreticiliğin açık bir Örneği vardır.
Muhtemelen 18. ayette
Arap toplumundaki kabile ve aile dayanışmasına işaret edilmektedir. Arap
insanı akrabasının işlediği bir suçun sorumluluğunu üstleniyordu ve cezasını
da onunla paylaşıyordu. Bunun burada zikredilmesi bize, Kıyamette herkesin başkası
ile değil de kendisi ile ilgilenmesindeki zorunluluk ve aralarındaki bağ ne
olursa olsun kimsenin bir başkasının sorumluluğunu üstlenemeyeceği
hatırlatılmakladır. Bu anlam pek çok kez tekrarlanmakladır.
Yine Abese ve Fecr sûrelerindeki ayetlerde kuvetli
bir üslup ile aynı konu geçmektedir.
Rasuluflah'ı teselliyi, desteklemeyi ve rahatlamayı işleyen
ayetlerin tckarlanması ve bu sûrenin bölümlerindeki
üslup çeşitliliği dikkat çekmiş midir? Belki de bu ayetler, Peygamber (s)in
karşı karşıya kaldığı tuzaklar, saldırılar, yalanlama ve inatçılıklardan kaynaklanan
aşın üzgün ve tasalı olduğu bir dönemde indirildiğine de işaret edebilir.
Sûrenin bölümlerinin içeriği, bu konuya mahsus ayetlerden ayrı olarak, bunu
destekler mahiyettedir. Nitekim bu Mekki sûrelerin
çoğunda tekrarlanmıştır. Ve biz de Kâf sûresinde
bunların hikmet ve sebepleri hakkında düşüncelerimizi belirtmiştik. [30]
27- Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi
de, onunla renkleri çeşit çeşit meyvalar
çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah'[31]
yollar'[32]
(yarattık).
28- insanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da
yine böyle türlü renkte olanlar var, kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan
(gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima üstündür, çok bağışlayandır.
Ayette, Allah'ın
yarattıklarından bazı görünümlere ve evrenin kanunlarına dikkat çekilmektedir.
Gökten suyu indirip, onunla binbir renk, tür ve
şekildeki bitkileri çıkaran Allah'tır. Dağlardaki kırmızı, beyaz ve siyahıyla
yollan o yaratmıştır. Yaratılanlar-daki bu çeşitlilik
insanlarda, ehil ve yaban hayvanlarda da gözlemlenir. Tüm bunlarda O'nun
kudretine, yüceliğine ve yaratılışındaki eşsizliğine, kalplerde özellikle de
başkalarına nisbetle bunları daha derinden idrak
edebilecek olan alimlerin kalplerinde, huşu doğuracak nitelikte deliller
vardır. Daha sonra da Allah'ın izzet ve bağışlayıcılığma
işaret eden iki sıfat gelmiştir. O hiçbir şeyin kendisini aciz duruma
düşüremeyeceği ve hiçbir kötülüğün kendisine ulaşamayacağı, güçlü ve aziz
olandır ve o pişman olup tevbe etmeleri durumunda
insanları da çok bağışlayıcıdır.
Bu iki ayet ait
oldukları bağlamdan bir kopukluk arzetmemektedir.
Önceki, Allah'ın kudreti, evrenin büyüklüğüne gözlemi ile ilgili belirlemeler
içeren, davet, nasihat ve desteğin ifade edildiği önceki bölümlere benzeyen bir
bölümü teşkil etmektedirler.
Söylediklerimize
ilaveten ayetler, Hz. Peygamberi teselli ediyor.
Allah'ın yarattığı herşey farklılık arzetmektedir. İnsanlarda bunlara dahildir. İnsanlar
arasında bilgisiz, ahmak, inatçı, kibirli, bilinçli, hakka boyun eğen,
hidayete kulak veren kişilerin bulunması garipsenecek birşey
değildir.
"Allah'tan sadece
kullarından alimler korkar" ifadesi, âlimlerin üstünlüğünü, onların örnek
ve seçkinliğini vurguluyor. Buna ek olarak onlara başka sınıfların üstlenmediği
sorumluluklar yükleyerek onların özel görevlerinin bulunduğuna dikkal çekiyor. Alimler kelimesi ayette genel olarak geçmektedir. Buna dini olan ve olmayan özellikle de Allah'ın
kâinattaki ve yarattığı bütün varhklardaki gerçekleri
kavratan bilimleri bilen alimler dahildir. Alimlere seçkinler, akıllılar,
bilinçliler tabakası da girebilir. Her ne kadar bunlar ilimde derinleşmemiş
olsalar da böyledir. Bütün bu bilginler ister akılları ve ye-lenekleri sebebiyle, ister araştırma ve inceleme sebebiyle,
ister gerçeklere ve nefsi hakikatlere mukayese yoluyla ulaşsınlar fark etmez.
İşte burada üzerine dikkat çektiğimiz sorumluluk ve üstünlüğün anlamı
bulunmaktadır. Bu kelimeyi yalnızca din alimlerine indirgemek keyfilik olur.
Bütün bunlar,
ayetlerde ve özellikle de üstün anlamlar içeren cümlede alimlere, seçkinlere
ve bilinçlilere hüccet teşkil etmektedir. Her koşul ve oranda onların ilimleri
farklılık arzetmektedir. [33]
29- Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılerine verdiğimiz rızıktan
(Allah için) gizli ve açık sarfe-denler,
asla zarara uğramayacak[34]' bir
ticaret umarlar.
30- (Umarlar ki Allah) onlara ücretlerini tam
ödesin ve lût-fundan onlara fazlasını da versin.
Çünkü O, çok bağışlayan, çok karşılık verendir.
31- Kitab'dan sana vahyettİğimiz, kendinden öncekini doğrulayan gerçektir.
Allah kulların (in her hâlin)dan haber alandır, görendir.
32- Sonra Kitab'ı,
kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimisi nefsine
zulmedendir[35]' kimi orta gidendir'[36] kimi
de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur.
33- Adn cennetleri...
Oraya girerler, orada altın bilezikler ve inci(ler)
takınırlar, orada giysileri de ipektir.
34- Dediler
ki: "Bizden tasayı'[37]
gideren Allah'a hamd olsun, doğrusu Rabbiıniz çok bağışlayan, çok karşılık verendir."
35- O (Rab) ki lûtfuyla
bizi durulacak yurda[38]
kondurdu. Orada bize ne bir yorgunluk dokunur ve ne de orada bize bir usanç[39]'
dokunur.
Ayetlerin ifadeleri
başka birşey söylemeye gerek bırakmayacak kadar
açıktır. Hemen görülebileceği gibi bağlamına uygundur ve özellikle de önceki ayette
alimler ile, Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve hayır
için harcamada bulunanları birbirine bağlamakta, aralarındaki ilişkiyi ortaya
koymaktadır. Sanki Allah'tan korkmaya daha lâyık görülen âlimlere uyan olarak
gelmiştir ve onları bundan doğacak olan görevlerini hatırlatmaktadır.
Ayetler, içermiş
olduğu uyan ve müjdeleriylc nefse hâkim olur. Onu çok
güçlü bir şekilde kavrar. Erdemli işlerden ayrılmamaya yönlendirmede son derece
kuvvetli ve etkileyicidir.
Birinci ve ikinci
ayetler nebevi davete olumlu karşılık verenler ile Allah'a karşı olan
görevlerinin bilincinde olanların niteliklerini bize düşündürür. Böylece önceki
ayetlerde değinmiş olduğumuz tesellinin anlamı kuvvetlenmekte ve pekiştiriimektedir.
Benzer şekilde 31.
ayette. Peygamber (s)!e Kitap'lan indirilenlerin hak
olduğuna, kendisinden önce indirilen hitapları tasdik edici ve onlarla uyum
içinde olduğuna işaret eden ve bunu pekiştiren destek ve lesclh
ile ilgili bir gaye bulunduğu sezilmektedir. Bu ayetler O'nun içini rahatlatmakta
ve yalancıların, inkarcıların durumlarına aldırmamasını sağlamaktadır. Çünkü
onların işleri kullarını daima gören, onlardan haberdar olan ve hakettik I erinin karşılığını vermeye kadir olan Allah'a
aittir. [40]
Müfessirlerin
çoğunluğu "Kitab'ı seçtiklerimize bıraktık"
ifadesinde Ümmet-i Mu-hammed'den bahsedildiği,
"kendisine zulmedenler" ile münafıkların ya
da davete olumlu karşılık vermeyenler veya müsiümanlardan
kötü işler yapanların kastedilmiş olabileceği görüşündedirler. "Orta
yolda olanlar" ile taat ve salih
amel olarak fazla çabalamak-sızm, az birşey ile yetinenlerin; "Hayır için yarışanlar'' ile
de daha güçlü imanı olup, taal ve salih
amel olarak çok çabalayanların kastedildiği görüşündedirler. Bazı müfessirler
ise üç grubun Vakıa süresindeki 7-11. ayetlerde sözü edilenler ile aynı
olduğunu savunmuşlardır, şöyle ki: "Orta yolda olanlar",
''birbirleriyle yarışanlardan daha aşağı derecede olan, fakat cennete giren
'defteri sağdan verilen1 (hayırlı kimselcr)dir". Ayetlerin genel havası bunun isabetli bir görüş
olduğunu, hatta "kendine zulmeden'1 ifadesinin kötü isler yapan müslümanlar oldukları, çünkü "kullarımızdan seçtiklerimize"nin daha önce ifade edildiği gibi
onların tümünü kapsamaktadır, görüşünün tercihe şayan olduğunu
düşündürmektedir. Nitekim 33. ayette de buna işaret vardır.
Kullarımdan
seçtiklerimize" ifadesindeki kapsayıcıhktan
hareketle, son iki grup için. bizim ve diğer müfessirlerin ayetin muhtevasından
esinlenerek ifade etiği gibi, "Nefsine zulmedenler"
in kötü işlerden sakınmaları, Allah'a tevbe etmeleri
için, "orta yolu tutanlar"^ da tutumlarını değiştirmeleri ve her iki
grubun da "yarışanlar'a katılma yolunda çaba sarfetmeleri İçin kapı daima açıktır.
Ayetteki övgü ve müjde
"yarışanlar" ile karşılaştırıldığında bu iki grubu harekete
geçirecektir. Belki de Kuran ifadelerinin söylemek istediği şey budur.
"Sonra Kitab'ı kullarımızdan seçtiklerimize bıraktık" ifadesi
İslam Ümmeti için büyük bir övgüyü içermektedir ve seçilmenin kendilerinden
olacağı ve son olarak Allah kitabının onlara bırakılacağını bildirmektedir.
İslam dini insanların tümü için hak din olmuştur, Kur'an
karar mevkii, başvuru mercii ve tüm insanlık için genel yol göstericidir. Pek
çok ayet bunu destekler mahiyettedir. Örneğin; Fetih sûresi; 28, Nûr sûresi;
55. Maide sûresi; 15; 16, 48. ayetlerde gayet açık
olarak görüldüğü gibi öğreticilik, teşvik ve ikaz vardır. [41]
Allah kelimesi ile
ilgili olarak, müfessirlerin bazıları kelimenin çift lâm ile olduğu ya da "ilah" kelimesinin değişikliğe uğramış bir
yapısı olduğu görüşündedirler. Kelimenin (elihe)
ibadet etmek veya (velihe) taşkın, şaşırmak ya da (lahe) gizii
olmak, gizlenmek köklerinden türediği ileri sürülmüştür. Bazıları ise Arap cahiliyyesinin meşhur putu (el-Lat)
kelimesinin (Allahu) lafzının müennesi olduğunu
söylemişlerdir. Son görüş (el-Lat) kelimesinin fasih
Arapça asıllı olmasını gerektirir.
Nitekim bu görüşte,
uzun bir zaman önceki eski Babil, Nabtîyye,
Semûd, Tedmûr ve Lohyon yazmalarında bir kısmı iki bin yıllıktır ve bir
kısmı Arapça'nın Kur'an ve Peygamber asımdaki gibi
fasih olmasından dört yüzyıl kadar öncesine aittir.
Babillilerin, Scmûdluların ve Lohyalılar'm, Enbatların ve Tedmirlilerin dilleri ile Ta-sih
Arapça aynı köke ait olduklarından dolayı kelimenin aslının "mabud" ya da "rab"
anlamına gelmesi uzak bir ihtimal değildir. Bu durumda fasih kullanım, (Allah)
kelimesinin gelişmesiyle ortaya çıkmış olabilir. Eski Arapça "Ey!",
"Allah" ya da "ilah ' veya '"mabud" anlamındaydı ve Hz.
Muhammed'in Peygamber olarak gönderilmesinden bir yıl ya
da daha uzun bir zaman önce Yemen, Şam ve Irak bölgelerinde, bazen en büyük
"mabud". bazen de '"bazı mabudlar" için kullanılıyordu.
Nitekim bu kelimeyi
farklı kelimeler ile birleştiriyorlar, kendisini simgelediği 'rabud'larına kulluklarının göstergesi olarak onunla
tanımlayabiliyorlardı. Şu kelimeler bunun örneğini teşkil çimektedir:
"Cebrail", "Allah'.
Bu durumda fasih
"Allah" kelimesinin, fasihlik Öncesinin "el-Lât"
kelimesinin değişim göstermiş şekli olması ihtimal dışı değildir.
Bütün görüşlere göre
'Allah' kelimesi İslam öncesi fasih Arapça'da yüce, akıl sahibi, yaratıcı,
faal. rızik veren, dirilten, öldüren, kuvvet için
kullanılmıştır. İslam Öncesi Arapları, kelimeyi bu anlamda ve bu yüce, eşsiz
varlığın; yaratıcı, akıl sahibi, bilgi sahibi, faal, kulluk ve ibadet hükmünün
kendisine ait olması gerektiği düşüncesiyle kullanıyorlardı. Her ne kadar O'na
yakınlık için ve O'nunla kendileri arasında aracı
olarak or-laklar ediniyorlarsa da ibadetlerinde o
ismi kullanıyor, yeminlerinde "billahi", "Alla-hümme" lafızlarını, "Abdullah" ismini ad
olarak kullanıyorlardı. Bu konudaki Kur'an ayetleri
örnek vermeyi gerektirmeyecek kadar çoktur.
Kur'an'da bu kelime kuvvet anlamında temci bir kavram olarak
kullanılmıştır. Kur'an'da bazen yalnız olarak, bazen
de Allah'ın sıfatları ve Esma'ul-Hüsna
ile, temsil etliği kuvvetin mevcudiyetinin; Rablığının
kapsamlı lığına inanmanın; ibadetin, itaatin, İhlasın
sadece O'na mahsus olmasının, O'nun herhangi bir benzerden uzak olmasının,
mükemmelliğe işaret eden tüm sıfatlar ile nitelenmesi zorunluluğunu ifade eden
bir nitelikte geçmektedir. Bunları ifade eden ve
delillere bağlayan Kur'an ayetleri örnek vermeyi
gerektirmeyecek kadar çoktur. (Allah Kelimesi) İslam inancının kendine mahsus
yapısının değiştirdiği kavramlardandır. Müslümanlar da "Allah"
kelimesini, yüceltme ve kutsama ifadesi olarak,(lafzü'l-celâl)
olarak kullanagelmişlerdir.
"el-ilâh"
kelimesi ile ilgili olarak sözlerimize şunları ilave ederek devam edebiliriz ve
kelimeleri aynı eski kökten, muhtemelen "cyl"
kelimesinden Türemiş olduklarını düşünüyoruz. Kur'an'da
mutlak olarak mabud anlamında kullanılmıştır ve diğer
sıfat ve isimler gibi Allah için kullanılmıştır, Bazen yalnız olarak bazen de
"Allah" lafzıyla birlikle geçmektedir. [42]
36- İnkâr
edenlere de cehennem ateşi vardır. (Orada) onlara ne (ölümle) hükmedilir ve ne
de onlardan cehennem
azabı biraz
hafifletilir. İşte biz her nankörü böyie cezalandırırız.
37- Onlar
orada: "Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım?"
diye feryad ederler[43]
"Öğüt alacak olanın öğüt aiacağı kadar bir süre
yaşatmadık mı si-zi?[44] Size
uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle İse tadın (azabı), zalimlerin
yardımcısı yoktur."
Bu ayetlerde, Kur'an'ın üslubuna uygun olarak Önceki ayetlerde geçen
müzminlerin bahsiyle karşılaştırma mahiyetinde kâfirlerin akıbetlerinden söz
edilmektedir. Bu üslup, ayetlerin seyrine uygundur. Burada önceki ayetlerde
sözü edilen üç grubun mü'minlere ilişkin olduğuna
işaret vardır.
Kâfirlerin orada
karşılaşacakları, ölmeksizin, azalmayan, kesintisiz çok ağır bir azaba
uğrayacakları, yapmış oldukları aşırılıklardan pişmanlık duyacakları, Allah'tan
umut içinde olacakları, O'ndan kendilerini ateşten çıkarması ve durumlarını
düzeltmeleri için tekrar dünyaya gönderilmelerini, bunun üzerine kendilerine:
"Size uzun bir ömür, peygamberlerin çağrısı ve uyarısıyla yeterli fırsat
verildi de, siz ondan faydalanmadınız. Sizin gibi zalimler için artık ne bir
kaçacak yer, ne de bir yardımcı olabilir" denileceği ifade edilmektedir.
Ayetler, öncekilere
benzer şekilde, korku uyandırarak irkilmeye ve duyanların ür-permesine neden olma vasfıyla etkileyici, ve kuvvetlidir.
Nitekim ayetlerin hedefi budur. [45]
38- Allah
göklerin ve yerin gaybını bilendir. O, göğüslerin
özünü bilir.
39- Sizi
yeryüzünde halifeler'[46]
(yöneticiler, yeryüzünün tasarruf ve hakimiyetini elinde bulunduran insanlar)
yapan O'dur. Artık kim İnkâr ederse inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin
küfrü, Rableri yanında (kendilerine) gazaptan[47]
başka bir şey arttırmaz; kâfirlerin küfrü, (kendilerine) ziyandan başka bir
şey arttırmaz.
Ayetler, insanların
tümüne hitab etmesiyle öncekilerin bir devamı gibi
görünmektedir. Allah yerdeki ve gökteki gizli açık her şeyi, insanların
içindekileri, akıllara gelen herşeyi bilir. Kuran'ı
duyanları kendilerinden önceki nesillerin varisi kılmıştır. Nitekim insanların
birbirinin ardısıra gönderilmesi evrendeki süregelen
geleneklerdendir. Onlardan kim küfrederse, küfrü ve ona tâbi olanların günahı,
onun boynunadır ve bu ona yeter. Küfür işleyen olsa olsa
Allah'ın öfkesini ve kendisinin kaybını arttırır. [48]
Bu bölüm normal seyrin
devamı niteliğindedir. Önceki bölümlerde olduğu gibi çok kuvvetli ve etkileyici
bir üslubu vardır. Bu bölüm, insanın kendi seçimiyle kâfir olduğu, başına gelen
kötülük, hüsran ve öfke kabilinden ne varsa hepsi kendisinin küfrü seçmesi
sebebiyledir, bunun bir sonucudur. Kâfirin küfrü, mü'minin
de imanı seçmesi sadece ve sadece Allah'ın insana vermiş olduğu akıl; küfür ile
imanı temyiz kabiliyeti ve onlardan birini seçme kudreti ile gerçekleşir.
Burada, insanların cüz'i amcllerindeki,
Allah'ın iradesi ve dilemesinin etkisine ilişkin kelâmi
tartışma yer almaktadır. Allah'ın iradesi ve hikmeti insanın en genel anlamda ayırdedebilmesİ ve seçebilmesini gerektirir, insanın doğru
yolu ya da sapkınlığı, iyiyi ya
da kötüyü, doğruyu ya da yanlışı seçimi kendi elindedir,
bu ise Rabbani bir irade ve hikmetin sonucudur. Her ne kadar bu ya da o görüşün aleyhine ayetler var ise de. doğru olan
onların ifade ettiğimiz görüş çerçevesinde yorumlanmasıdır. Zira bu Kur'an'ın gene] manevi arkaplanıyla
ve rasullerin gönderilmesi, mü'minlerin
müjdeienınesi ve ödüliendirilmesindeki,
kâfirlerin ve günahkârların uyarılması ve eezaiandınlmasındaki
hikmet ile örtülmekledir.
Kur'an'dan birbiri ile çelişen görüşler çıkarmak asla doğru birşey olamaz. Kur'an'ı dü.şünerek inceleyen bir kişi
başka bir nyetin yoıumlanmasıyla
giderilmeyecek bu karmaşa ve ihtilafın hiçbir ayette bulunmayacağını görebilir
ve Kur'an'ın getirdiği prensipleri ile
belirttiklerini uyum içinde sunabilir. [49]
40- De ki; "Siz, Allah'tan başka
yalvardığınız şu tanrılarınızı gördünüz mü? Bana gösterin (bakayım), onlar
yerden hangi şeyi yarattılar?" Yoksa onların, göklerfin
yaratılmasında (Allah'a) ortaklıkları mı var? Yoksa biz onlara, (Taptıkları
putları bize ortak koşmalarını söyleyen) bir kitab
verdik de onlar o kitâbdan (aldıkları) bir delil üzerinde
mi bulunuyorlar? Hayır, o zâlimler birbirilerine aldatmadan başka bir şey va'detmiyorlar"[50].
41- Allah,
zeval bulmasınlar diye[51]
gökleri ve yeri tutmaktadır. Andolsun, zeval
bulsalar[52], kendisinden sonra artık
onları kimse tutamaz[53].
Şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır
İlk ayetle Peygamber
(s)'e, müşriklere ortak koştukları şeylerin yeryüzünde neyi yarattıklarını;
göklerde, kendileri nazarında ortak koşulabilccck
neyin bulunduğunu; sahip oldukları inançlarını ve dinlerini doğrulayan,
kendilerini işlemiş olduklarından emin kılan herhangi bir dahili ihtiva eden
Allah katından indirilmiş bir kitaplarının bulunup bu-lunmadığım
sorması emrcdilinjfcfcciir. Daha sonra onların
işledikleri ve birbirine söyleyip durdukları şeylerin yalauJJ
Hpa ve aldanmadan öte bir şey olmadığı ifade edilmekledir,
Bu son olarak ifade
edilenler, müşriklerin içinde bulundukları durumun gerçek yüzünün açıklanması
ve önceki sorunun cevabı niteliğindedir. Ayetin, müşriklere meydan okuması,
onları alçaltmasî ve yapmış olduklarını ifade
edişiyle güçlü ve iğneleyici bir üslubu vardır.
İkinci ayet ise sadece
ve sadece Allah'ın yeri ve gökleri kaybolup gitmekten, bozulmaktan ve sona
ermekten alıkoyduğunu; bunu yapmayı istediğinde de hiç kimsenin O'nu engelleyemeyeceğini
belirtmektedir. Bütün bunlar ile birlikte O, kullarına karşı yumuşaktır,
onların cezalandırmayı gerektiren tüm yapmış olduklarına karşın onları hemen
cezalandırmaz: O bağışlayıcıdır ve bağışlayıcılığı O'ndan yarlıganmayı
diler ve O'na dönerlerse günahlarını kapsar. İkinci ayet, Allah'ın (c) yerde ve
göklerdeki yarat-masıyla, hayatlarını sürdürmelerini
sağlamasıyla ve yok edilişiylc O hiçbir ortağı, muhalifi
ya da engelleyeni olmaksızın mutlak tasarrufunu
pekiştirmesiyle önceki ayetteki müşriklere karşı yapılan meydan okumayı
içermesiyle, ilk ayetin tamamlayıcısı konumundadır.
Müfessirler, ilkinde
müşriklere ikinci şahıs olarak hitabeden bu iki ayet arasında özel bir ilişki
kurmamışlardır. Peygamber (s)'în müşriklere sormasının emredilişi ve onlara
meydan okunması müşriklerin halini anlatmak, durumlarının zayıflığını kuvvetli
bir şekilde ifade etmek için kullanılan bir üsluptur. Yoksa ikinci şahıs
zamirinin düşündürt-tüğü gibi tartışma için delil
sunmak değildir. Nitekim bu üslup Kur'an'da pek çok
yerde tekrar edilmiştir. İlk ayetteki cevap olarak gelen cümlenin bizzat
kendisi de bunu göstermektedir. Ve orada zamir üçüncü şahıs sigasiyla gelmiştir.
Bu durumda sözkonusu iki ayet kendilerinden öncekiler ile, Özellikle
de biraz Önceki küfürlerinden dolayı karşılaşacakları gazap ve hüsranlar,
uyarılmaları ve akibetleri tasvir edilenler ile
ilintilidir.
İkinci ayetin son
kısmı ilahi müsamahakârlık ve bağışlayıcılık sıfatlan ile ilgili olarak,
özelikle açıklamada bulunduğumuz bağlam çerçevesinde, büyük bir mâna taşımaktadır.
Bu konu daha Öncede değindiğimiz gibi pek çok ilişkili yerde ve çeşitli
üslupları ile ele alınmıştır. Bu, Furkan sûresi
çerçevesinde açıkladığımız, Kur'an'm inzalinde ve
İslam davetinde önemli yer işgal eden prensiplere yüz çevirmiş, günahkârın
Allah'a yönelmesi ve ona, kendini düzeltme fırsatı verilmesi noktasındaki
görüşümüzü te'yid ediyor. Furkan
sûresinde de açıkladığımız gibi büyük günah sahibi günahkâr ve inkarcı için
kurtuluşa erdirme ve Allah'a dönme, İslam daveti ve Kur'an'da
oldukça mühim bir yer işgal eden temel ilkelerdendir. [54]
42- Yeminlerinin
bütün gücüyle Allah’a yemin ettiler. "Andolsun,
eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, herhangi bir topluluk, daha
çok doğru yolda olacaklar" diye. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bunun,
onlarla Hak'tan uzaklaştırmaktan başka bir katkısı olmadı.
43- Yeryüzünde büyüklük taslamaflarım)
ve kötü tuzak(lar) kurma(larını
artırdı). Kötü tuzak ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin kanunundan
başkasını mı bekliyorlar! Allah'ın kanununda bit değişme bulamazsın; Allah'ın
kanununda bir sapma bulamazsın.
Ayetler, müşriklerin Hz. Muhammcd (s)'in peygamber oiarak gönderilmeden önce, kendilerine bir uyarıcı gelmiş
olsa ona tabi olacaklarını, onun vasıtasıyla diğer topluluklardan daha fazla
hidayet üzere olacaklarına dair yemin ettiklerini, halbuki bir uyarıcı olarak Hz. Muhammed (s) gönderi linçe bunun onların küfürlerini ve
ürkekliklerini artırdığını anlatmakladır. Kâfirlerin takınmış oldukları dönek
tutumlarının sebebi kendilerine gönderilen uyarıcıya tabi olmaktan
kibirlenerek kaçınmalarını ona muhalif davranmak ve tuzak kurma peşinde
olduklarını bize bildirdikten sonra, onları uyarmaktadır. Kurulan tuzak ise
sadece hazırlayana zarar verir. Onlar gibi dönek olan ve tuzak kuranlar, sanki
kendilerinden öncekilerin başına gelen Allah'ın elçilerini yalanlayıp, onlara
tuzak kuranları yok etme geleneğini bekler, onun hemen kendi başlarına da
gelmesini isler gibidirler. Allah kendi geleneği yerine ne bir başkasını
koyacak, ne de onda bir değişiklik yapacaktır.
Ayetler, sözün önceki
müşrikleri uyarıcı, korkutucu seyri ile uyum içindedir. Yine bu ayetler onların
kendilerine Allah'ın bir uyarıcısı gönderildiğinde O'na ve O'nun gösterdiği
yola uyacaklarına dair etmiş oldukları yeminleri ve bu yeminlerini
tutmadıkların bize bildirmektedir. [55]
Allah'a kendileri nıâj^fiıyancı gönderilmesi
halinde diğer topluluklardan daha di hidayet üzere olacakla» H^'ük yemin ettiler" ayetinden, Arapların ya da arayış içinde olan yahudjlerin
ve hjH^pnlann içinde
bulundukları ihtilaf, çekişme, savaş gibi olayla rı
gözlemleyerek buM^pripsediklcri. kendilerine eğer bir
uyarıcı ya da peygamber gön
derilmiş olsa, ona ve gösterdiği yola uyacaklarını ve diğer
topluluklardan daha doğru yolda olacaklarına dair yemin ettikleri anlaşılır.
Kur'an'da, İslam Öncesi ve İslam devresindeki Yahudi ve Hristiyan toplulukların birbirleri ile olan
anlaşmazlıklarını, çekişmelerini konu edinen birçok ayet yer almaktadır,
Nitekim bu arayış içinde olan araplar bunu
görebiliyor, garipsiyor ve kendilerine bir uyarıcı gönderilmiş olsa onlardan
daha doğru yolda olacaklarına yemin ediyorlardı. Şu ayetler bize bu konuda
bilgi vermektedir: Bakaral 13, 253, Ali İmran 19, Maide 13-14.
En'am sûresi 155, 157. ayetlerde, arayış içinde olan
Arapların kendi dillerinde de bir kitap indirilmesini isledikleri, indirilen
kitapların dilini bilmediklerinden doğru yolu bulamadıklarını ve kendilerine
de bir kitap indirilmiş olsa yahudi ve hristiyanlardan daha doğru bir yolda olacaklarını
söylediklerini bildirmekledir.
Bu ayetler ve Fâtır sûresinin ayetleri, arayış içinde olanlardan bir grup
arabın yürürlükte olan dini gelenek ve inançlarının
doğru olmadığını, sapkmhk içinde olduklarının
bilincinde olan bir noktaya geldiklerini, bunları reddedip, kendilerinin böyle
bir şeyden uzak olduklarını; Yahudilik ve Hri.stiyanlığa inananların arasındaki çekişme, ihtilaf, ayrılık,
savaş, hizipleşmeden dolayı onları yadırgadıklarını bildirmekledir. Tüm bunlar sözkonusu ayetlerin naklettiği noktaya (onları)
getirmiştir.
Bu arayış içinde olan
kişilerin çoğunun isimlerini, kavimlerin inanç ve geleneklerini, onlardan
sakınmalarını, bir kısmının Hri.siiyanhğı
bir kısmının ise Yahudiliği benimsediklerini, başka bir grubun ise Yahudilik
ve Hristiyanlığı da reddettiğini, Hz.
İbrahimin kuiıksız tevhidi hanif
dinini aradıklarını, bir kısmının ise bu din üzere olduklarını iddia
ettiklerini konu edinen pek çok rivayet vardır. Benzer şekilde yahudilerin Araplara, Arap bir peygamber gönderileceğini ve
Arapça bir kitabın indirileceğini kendilerinin de ona inananlar arasında yer
alacaklarını söylediklerini nakleden rivayetler vardır, Şu ayetler bu konuya da
göndermede bulunmaktadır: "Ne zaman ki onlara Allah katından, yaniannda bulunan (Tevrat)'ı doğrulayıcı bir kitab (Kur'an) geldi, daha önce
inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken, o bildikleri {Kur'an) kendilerine gelince onu inkâr eltiler"
(Bakara, 89).
"Allah tarafından
kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçî gelince, Ki-(ab verilmiş
olanlardan bir grup, Allah'ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi sırtlarının
arkasına attılar" (Bakara, 101), "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve
İncil'de yazılı buldukları a Elçi'ye o iimmi
Peygamber'e uyar/ar. O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini
kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helâl,
çirkin şeyleri haram kılar; üzerlerindeki ağırlıktan, sırtlarındaki zincirleri
kaldırıp atar."(Araf, 157). Bu ayetler bize Hicaz'daki ve Mekke'deki yahudi ve hristiyanların ümmi,
Arap bir peygamberin gönderileceğinden bahsettikleri, Tevrat ve İncil'de
buldukları niteliklerini anlattıkları. Arapların ya
da onlardan arayış içinde olanların bunun gerçekleşmesini bekledikleri ve bu
gerçekleştiğinde yahudi ve hristiyanlardan
daha doğru bir yolda olacaklarına yemin ettiklerini düşündürtmekledir.
Yahudi ve hristiyanlardan iman edenlerin iman edişlerini, Hz. Muhammed (,s)'e Kur'an'dan
indirilenlere duydukları sevinçlerini, onların Allah katından hak olarak indirilen
şeyler olduklarını. Peygamber (s)'İ kendi çocukları kadar iyi tanıdıklarını
bildiren ayetler ve biraz önce Araf sûresinin sözü edilen ayetinin tefsirinde
söylediklerimiz bunu desl eki emektedir.
Kâfir Araplar,
Peygamberi bekliyorlardı. Ancak Hz. Muhammed'in risaleti gerçekleşince onun davetine karşı muhalif
yönelimleri ve saldırıları ile artık o ifade edilen kınamayı hak etmişlerdir.
Çünkü onlar yeminlerinden dönmüşler, sözlerini tutmamışlar, zulüm ve aşırılık
yolunu seçmişlerdir. [56]
İncelemekte olduğumuz Fâtır sûresinin iki ayetinden ikincisi (43), Peygamber'in
apaçık Arapça bir kitap ile gönderilmesinden sonra, bekledikleri gerçekleşen bu
topluluğun, yeminlerini bozma sebeplerini anlatmaktadır. Bu sebep, onların
görmezden geli-ci, eelişmeei. tuzaklar kuran, asi ve komplocu tutumları ve
kendilerine gönderilen Peygamberin şahsına karşı büyüklenmeleridir. Görüldüğü
kadarıyla bu kişiler, liderler ve /enginler zümresindendir ki. o zamanda bu tabakanın
dışından bir kişinin uyarıda bulunabilmesi nadirattandır.
Bunun bir sonucu olarak kendi sınıflarına ait olmayan Peygamber {s)"c
uymayı da reddetmişlerdir. Muhtemelen onların arasında kendilerini değiî de O'nu Rasul olarak
çekemeyen, hırsı gözünü kör etmiş kişiler vardı. Bu kişilerin durumu. Allah
ayetlerinde örnek olarak verdiği kişilerin durumuna benzemektedir. Araf sûresinde
sözü edilen yoldan çıkmış ve arlık şeytanın peşinde olduğu kişiler gibidir.
Bazı müfcssirler sûreyi incelerken. Ümeyye S. Falt ile Ebû Âmir el-Rahib'i, bizim de
ilgili ayetin açıklamasında ifade elüğimiz gibi.
kendilerinin değil de Hz. Muhammed'in peygamber
seçilmesi kendilerine ağır gelen Arapların ileri gelenleri arasında ismen
tespit ederler. Sad suresinin 6. ve 8. ayetlerinde
"Onlardan bir grup fırladı: Yürüyün, tanrılarınıza bağlı kaim, çünkü bu,
arzu edilen bir şeydir. Biz bu(nun söylediğini)
(babalarımızın bağlı olduğu) öteki dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir
şey değildir." "O zikr (uyarı, başka kimse
kalmadı da) aramızdan ona mı indirildi?" "Doğrusu onlar benim
zikrimden yana şüphe içindedirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmadılar"
ayetleri ve Zuhruf sûresinin 31. ayeti konuya daha
fazla açıklık getirmektedir. "Ve dediler ki: "Bu Kur'an,
iki kentten büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" Yani onlar bu durumu
yadırgadılar ve Kur'an'ın kendisine indirildiği,
onların sınıfından olmayan Peygamber Hz. Muhammed'e
tâbi olmadılar ve Kur'an'ın Mekke ya
da Taif büyüklerinden ileri gelen bir kişiye
indirilmesinin yakışacağını sözediler.
Ümeyyeoğulları, Mekke'de Haşimoğullan'ndan
daha itibarlıydılar ve savaşta komuta onlardaydı, Haşimi
oğullarından Peygamber'in davetinde başarılı olmasının Haşimo-ğullarınin üstünlüğü anlamına geldiğini düşündüler. İşte bu
düşünce onları Hz. Peygamber (s)'i reddetmeye
itmiştir. Nitekim İslam devrinde Ebu Cehil olarak künyelenen Amr b. Hişam al-MahzÜmî'yi bu düşünce
aşırı düşman ve çekemeyen bir duruma geıirecek kadar
etkilemiştir.
Bütün bunlar, Kur'an'da sık sık değinilen ve
yine Kur'an metinlerinden anladığımız kadarıyla, en
azından çoğu aptal ve anlayışsız olmayan lider ve ileri gelenlerin inatçı, boşa
tartışan, büyüklenen, kötülük için birlik kuran, inkarcı, işkenceci, meydan
okuyan ve asılsız suçlamalarda bulunan bir tavır içine girdiklerini bize
açıklamaktadır. Kur'an'-da yine pek çok kez. hemen
her Mckki sûrede, önceki sûrelerdeki örneklerinde, bu
sûrelerin tefsirini yaparken diğer sûrelerden alıntıladığımız yerde de geçtiği gibi onlar şiddetli azaba uğratılacaklar; biz burada
başka ayetleri anmadan bu kadarla yetiniyoruz. Zira Kur'an
sûrelerinde, özellikle de Mckkî sûrelerde bu konuya
ilişkin çok çeşitli örneklere rastlanabilir. Kur'an'da
bu konuya ilişkin. Peygambcr'e ve O'nun davetine
karşı liderlerin birleşmelerini çoğunluğu Pcygamber'den
uzaklaştırıncaya kadar takınılan tavır ve gerçekleştirilen saldırıları konu
edinen pek çok ayet vardır. Sebe sûresinin 31-33.
ayetleri bu konuda bir örnek teşkil eder: "İnkâr edenler dediler ki:
"Biz ne hu Kur'atı'a, ne de bundan öncekine
inanırız." Sen o zalimleri, Rahlerinin huzurunda
tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen; zayıf düşürülenler,
büyüklük taslayan/ara: "Siz olmasaydınız elbette biz inanan insanlar
olurduk" diyorlar. Büyüklük taslayanlar da zayıf düşürülenlere dediler
ki: "Size hidayet geldiği zaman sizi ondan biz mi engelledik? Hayır, siz
kendiniz suç işliyordunuz." Zayıf düşürülenler büyüklük taslayanlara
'Hayır, gece gündüz dolap (kurar, kötülük aşılardınız) Allah'a nankörlük
etmemizi, O'na eşler koşmamızı, bize emrederdiniz' dediler. Ve azabı
gördüklerinde, içlerinde pişmanlıklarını gizlediler; biz de o nankörlerin
boyunlarına demir halkalar geçirdik. Yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar
mı?". Ayrıca Ahzab sûresinin 66-67. ayetlerine bakdabilir. "Yüzleri ateşin içinde çevrildiği gün
'Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Elçi'ye itaat etseydik' derler. Ve
dediler ki: 'Rabbimiz, biz beylerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan
saptırdılar'.
İşte, tüm bu
büyüklenen, dönek, eziyet veren, rahatsız edici, meydan okuyan kibirli tutumlar
Peygamber (s);in canını sıkmakta, üzüntü ve kırgınlığa sebep olmaktaydı.
Ayetlerin niizulundaki hikmet bu sûre ve önceki
sûrelerde geçen Peygamber'i teskin edip yatıştıran, teselli eden ayetlerin
gönderilmesini gerektirmiştir.
İncelemekte olduğumuz.
Fâtır sûresinin 43. ayeti, müşriklerin Peygamberce
alaycı, umursamaz bir tavırla azabı çabucak getirmesi hususunda meydan
okuduklarını bildirmektedir. Ayet, uyarmakla birlikte, müşriklere
kendilerinden öncekilerin başlarına (da) gelen Allah'ın prensibinde bir
değişiklik olmayacağını kesin bir şekilde ifade etmektedir. Peşi sıra gelen iki
ayet, bu çıkarımın doğru olduğunu söylemekte ve bu kesin olarak ifade edilen
beyanı pekiştirmektedir. Kâfirlerin sözü edilen azabı alaycı ve yadsıyan bir
tavırla hemen islemeleri, Kur'an'm pek çok ayetinde
anlatılmaktadır. Örnek olarak şu ayetleri verebilriz:
"Kâfirler seni gördükleri zaman, seni ancak alaya alırlar." 'Sizin
tanrılarınızı diline dolayan bu mu?' diye. Oysa kendileri Rahman'm
zikrini (onun uyarısını) kabul etmiyorlar. İnsan aceleden yaratılmıştır.
(Durun) size ayetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin. 'Doğru
söyleyenler iseniz bu (bizi) tehdit (ettiğiniz azap) ne zaman?'
diyorlar"(Enbiya, 36-38) "Senden azabı çabuk İstiyorlar. Allah sözünden
caymaz (ama her şeyin bir zamanı vardır. O acele etmez. Zira) Rabb'in yanında bir gün, saydıklarınızdan hin yıl
gibidir." (Hac, 47); "Senden azabı çabuk istiyorlar. Eğer (azab için) belirtilmiş, bir süre olmasaydı, onlara hemen azab gelirdi. Eakat hiç farkına
varmadıkları bir sırada o, kendilerine ansızın gelecektir. Cehennem o nankörleri
kuşatmış iken, onlar hâlâ senden azabı çabuk istiyorlar. O gün azab, onları üstlerinden, ayaklarından ve altından Örter
ve (Allah onlara), 'Yaptığınız işleri tadın' der" (Ankebut,
53-55).
Konum ve zaman olarak
konunun hususiyetiyie birlikle, ayetlerdeki hakkı
bilmediklerine rağmen kibirlenenlerc, büyüklük
taslayanlara ve haktan yüz çevirenlere, haset, kibir ve hilekârlık gibi
duygularla sözlerinden dönenlere yöneltilen eleştirilerde, hemen görülebileceği
gibi, böylesi nitelikleri ve bu nitelikleri taşıyanlar aleyhine kapsamlı bir
mesai bulunmakladır. [57]
44- (Bunlar)
yeryüzünde hiç gezfip dolaş) madılar
mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmezler. Onlar
(bunlardan) daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerlerde Al lablı engelleyecek birşey yoktur.
O, bi-lendir, güçlüdür.
45-Eğer
Allah insanların yaptıkları işler yüzünden (hemen) cezalandıracak olsaydı,
yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye
kadar erteliyor. Süreleri geldiği zaman, kuşkusuz, Allah kullarını görmektedir,
(onları yaptıkları işlere göre cezalandıracaktır.)
İlk ayet, kafirlerin
yeryüzünde dolaşıp, önceki kavimlerin yerlerindeki Allah'ın azabının izlerini
görüp görmediklerini sorgulamakta, daha sonra ise o kavimlerin, bu kâfirlerden
daha güçlü olduklarını ve onların da Allah'ı aciz bırakamadıklannı,
çünkü yer ve göklerdeki hiçbir şeyin onu aciz bırakamayacağını, O'nun herşeyİ bilip kuşattığını, her şeye de gücünün yettiğini
kesin bir şekilde İfade etmektedir.
İkinci ayet ise
Allah'ın prensiplerinden ve hikmetlerinden birini belirlemekledir. Eğer Allah
insanları yaptıkları ya da işledikleri her bir şeyden
doiayı hemen hesaba çekmiş olsaydı yeryüzünde kimse
kalamazdı. Zira insanlar her zaman O'na karşı olan görevlerini tam olarak
yapmazlar ve hâlâ da hesaba çekilmeyi ve azabı gerektiren işler yapmaktadırlar.
Allah ise onlara, kendi katında belirli olan bir zamana kadar mühlet tanımıştır,
o zaman geldiğinde hakettikleri başlarına gelir. O
onların hakettikleri her şeyi görür. Çünkü Allah
kullarının tüm işlediklerinden haberdardır.
Bu iki ayetin bağlamı
gayet açık ve dolaysızdır.
İlk ayetin
başlangıcındaki soru olumsuz sorudur ve ayetteki manevi hava müşriklerin
çeşitli bölgelerde dolaştıklarını ve Önceki milletlerin ya
da bir kısmının izlerini gördüklerini, burada olanların o kavimlerin
kendilerine gönderilen rasulleri yalanlamaları,
günahları ve sapkınlıklarından dolayı başlarına gelen ilahi ezalar olduğunu
anladıklarını düşündürmektedir. Bu anlam aleyhine çok kuvvetli bir delil teşkil
etmektedir. Kuran'da bunu gösteren pek çok ayet vardır: "(Şu Kıtreyş müşrikleri) Belâ yağmuruna tutulan, (üstüne taş
yağdırılan) kente vardılar. Onun durumunu görmüyorlar mıydı (ki ibret alsın/ar)?
Hayır, onlar (Öldükten sonra) tekrar dirilip kalkmayı ummuyorlar." (Furkan, 40)
"Ad ve Semûd'u da (helak ettik). Bu, oturdukları yerlerden size
belli olmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri süsleyip onları yoldan
çıkardı. Oysa bakıp ibret alabilirlerdi (ama almadılar.) (Ankehut.
38)
"Fakat onları
belli bir zamana kadar erteler" ifadesinden Allah'ın hikmetinin insanların
sınanmasının gerektiği sonucu çıkarılabilir. Onlara kendi kabiliyet, yetenek ve
idraklerinin, amel olsun, yöntem olsun, .sürüklediği seçeneği seçebilecekleri
imkânlar tanınmıştır. Hemen cezalandırılmamaları da bu fırsatların onların
kurtuluşa ermeleri ve kurtuluşa erdirmek içindir. Sûrenin 38. ayeti, ayette
sözü edilen, durumlarım düzelteceklerini söylenen zalimlere hilab ederek bu anlamı pekiştirmektedir evet artık onlara
imkân tanınmış ve düşünecek olanın, hakkı ve hidayeti arzulayanın iyice
düşünebileceği kadar uzun bir Ömür verilmiştir. Burada Kur'an'da
önemli bir yer işgal eden değişmez.
Kur'an ilkelerinden, doğru yapma ve yaptırma düşüncesi
pekiştirmekledir. Biz Tevb sûresinin tefsirinde de
İslam'da tevbe düşüncesi hakkında bir miktar açıklama
da bulunduk. [58]
[1] Bkz. İbn
Abbas ve Taberi Tefsirleri.
[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/94-95.
[3] Faiır Yaratan, inşa eden.
[4] Mesna ve Sulâse
ve Rubaa): İkişer, üçer, dörder, ya
ikişer, üçer, dörder, yani meleklerden kimileri ikişer kanatlı, kimileri üçer
kanatlı, kimileri de dörder kanatlıdır.
[5] Müntsike Mâni olan. Engelleyen
[6] Miirsilc Veren.
[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/.
[8] Pc ennâ
tûfekûne Nereye gidiyorsunuz, nereye yöneli-yorsun üz?
[9] el-ğarur Takındığı süs ile
başkalarını kandıran yani akıl alıcı süs ile kandıran ve kanan. Müfessirlerin
çoğu kelimenin şeytan anlamına geldiğini söylemişlerdir. Şeytanın isminin
hemen sonra zikredilmesi ise bir ipucu ve delil mahiyetindedir.
[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/96-97.
[11] Feiâ tezheh
nefsuke aleyhim hesera-tin
Kederlenerek bo.ş yere kendini onlar için helak etme.
[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/97-98.
[13] Tusiru Harekele geçirir.
[14] Yehuru Bozulur, helak olur.
[15] Ezvâccn Sınıf sınıf, kadın erkek, kan-koca.
[16] Sâigun Kolay yutulan.
[17] Hılyeten Değerli taş ve
madenler. Burada kasdedilen denizlerden çıkarılan
inci ve mercandır.
[18] Kıtnıİr Çekirdek kabuğu.
[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/100-101.
[20] el-ganiyyu Başkasına muhtaç
olmayan.
[21] et-hamidu Övülmüş yahul övülen. Ayetin özü Övülen anlamına işarel etmektedir.
[22] Tezini Çekmez, taşımaz, yüklenmez.
[23] Vazlretun Taşıyıcı,
yükleyici
[24] Vizra Yükünü, vehıtezcru vâziretun vizre uhra "hiçbir yükleyici
diğerinin yükünü taşımaz" cümlesi
hiçbir insan diğerinin sorumluluğunu ve amellerinin yükünü çekmez anlamındadır.
Herkes yalnızca kendi amelinin yükünü çeker.
[25] Ve in ted'u müs~ galenin Ha hımliha lâ yuh
mel minhu şeyun ve lev kane zâ
kurhâ Şayet yük veya günah sahibi akrabası bile olsa
başkasından yardım dilese onun yükünden hiçbir şey alıp taşıyamaz. Müskaletun; son limitine varan yükün ağırlığı anlamındadır.
[26] Tezekka Ayetin Özünden
çıkartılan görüşe göre bu cümle burada maldan verilen zekat anlamında değildir.
Burada iman, amel, salih amelle nefis tezkiyesi ve
terbiyesi anlamındadır. Müfessirlerin geneli bunu tercih etmişlerdir.
[27] el-harur Hararetle ortaya
çıkan atmosfer, sıcak rüzgar.
[28] t'z-zuhuv
Kitaplar yahut sahifeler.
[29] Nekir Burada onlar
üzerindeki inkarım, onlar için benim cezamın şiddeti... (naşı! oldu?)
[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/103-105.
[31] Garabibu sudun Garabib'in tekili garbib'dır.
Aşırı karanlık anlamındadır, zifiri karanlık.
[32] Cuaedün Tekili ceddedir. Bu kelime ile yollar,
çizgiler, kıtalar kastedilmekte.
[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/105-106.
[34] Lcntcbura Kesada, zarara uğramayacak.
[35] Zalimim linefsihi Nefsi hakkmda günahkar ve cânİ.
Günahı,ve canı.Günahı suçu ve isyanı sebebiyle onu helak
eden.
[36] Muktesıdun Kolaylıgı tercih edenlerden kinaye olarak kullanılmaktadır.
[37] El-hazene Burada sonuçtan ve
gidişatın şerrinden korkma anlamındadır.
[38] Dara! mııkameîi Ebedilik ve
konak yeri.
[39] Nesahün ve îüğûbün Nesabün; yorgunluk
anlamındadır.
[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/108.
[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/108-109.
[42] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/109-110.
[43] Yastahhune Yardım dilerler.
[44] Nuammirkum ömürlerinizi
uzatmadık mı?
[45] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/111.
[46] Halaif Ümmetten sonra ümmet,
nesilden sonra nesil.
[47] Matken Gaz-Ab, öfke, dışlanma...
[48] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/112.
[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/112-113.
[50] İnyaidu Vadetmez.
[51] En tezûlâ Düşmesinler, zeval
bulmasınlar.
[52] Veletti zaleta Şayet zeval
bulsalar.
[53] emsekehuma Onları tutmaz.
[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/113-114.
[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/115.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2115-117/.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/117-119.
[58] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/120-121.