Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Mekke'de inmiştir, 83
âyettir.
Yasin sûresi Mekke'de
inmiş olup üç ana konuyu kapsamaktadır. Bunlar, Öldükten sonra dirilme ve
haşre iman, belde halkının kıssası ve Âlemlerin Rabbinin birliğini gösteren
kesin delillerdir.
Bu mübarek sûre,
vahyin doğruluğu ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin gerçek olduğuna
dair Kur'an-ı Kerim üzerine yemin ile başlar. Sonra azgınlık ve sapıklıkta
devam eden ve peygamberlerin efendisi Muhammed b. Abdullah'ı (s.a.v.)
yalanlayan, dolayısıyle üzerlerine Allah'ın azap ve intikamı hak olan Kureyş
kâfirlerinden söz eder.
Sonra bu sûre vahyi ve
peygamberliği yalanlamanın sonucundan sakındırmak maksadıyle, peygamberleri
yalanlamış olan Antakya beldesinin halkı ile ilgili kıssayı anlatır. Bunu,
Kur'an'ın; ret ve öğüt alınması için kıssaları anlatma hususundaki üslubuyla
ifade eder.
Sûre, kavmine nasihat
eden, sonunda kavmi tarafından öldürülen ve Yüce Allah tarafından cennete sokulan
mü'min davetçi Habîbu'n-neccâr'ın durumunu anlatır. Onu öldürenleri, Yüce Allah
mühlet vermeksizin öldürücü ve yok edici şiddetli bir sesle cezalandırmıştır.
Sonra bu mübarek sûre,
bu harika kâinatta Allah'ın birliğini ve gücünü gösteren delillerden sözeder.
Buna, içinde hayat bulunan kupkuru arz sahnesinden başlayarak sırasıyle,
gündüzün kendisinden sıyrılmasıyla kapkaranlık bir hal alan gece sahnesinden,
Allah'ın kudretiyle, sapmadan bir yörüngede dönen parlak güneş sahnesinden,
yörüngelerinde derece derece şekil alan aydan ve. ilk insanların nesillerini
yüklenip taşıyan dolu gemiden bahseder ki bunların hepsi Allah'ın gücünü
gösteren apaçık delillerdir.
Sûre, kıyamet ve onun
korkunç hallerinden, üfürüldüğünde insanların kabirlerinden kalkacağı diriliş
ve haşir üfürüğünden, cennet ve cehennem ehlinden, o korkunç günde mü'minlerle
suçluların birbirlerinden ayırt edileceğinden, neticede bahtiyarların Naîm
cennetlerinde, bedbahtların da cehennemin alt tabakalarında yer alacağından
bahseder.
Bu mübarek sûre
"öldükten sonra dirilme ve hesap" denilen ana konuyu ele alıp onun
meydana geleceğine dair kesin delilleri anlatarak sona erer. [1]
Yüce Allah bu mübarek
sûreye "J4 yâsîn" kelimesiyle başladığı için, sûreye bu ad
verilmiştir. Sûrenin bu kelime ile başlaması, Kur'an-ı Kerim'-in mııcizeliğine
bir işarettir. [2]
Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi de
"Yâsîn"dir. Ümmetimden her insanın kalbinde bu sûrenin bulunması
hoşuma gider.[3]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Yâsîn,
2. Hikmet
dolu Kur'ân hakkı için,
3. Sen
şüphesiz peygamberlerdensin.
4. Doğru yol
üzerindesin.
5. (Bu
Kur'ân) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
6. Ataları
uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman
için indirilmiştir.
7. Andolsun
ki onların çoğuna o söz hak oldu. Çünkü onlar îman etmeyecekler.
8. Biz onların
boyunlarına halkalar geçirdik, O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu
yüzden kafaları yukarı kalkıktır.
9. Önlerinden
bir sed ve arkalarından bir sed çektik de onları
kapattık, artık göremezler.
10. Onları
uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
11. Sen
ancak Kur'ân'a uyan ve görmeden Rah-mân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte
böylesini, bir mağfiret ve güzel mükâfatla müjdele.
12. Şüphesiz
ölüleri ancak biz diriltiriz. İleri gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini
yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır.
13. Onlara,
şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.
14. İşte o
zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine
üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar
"Biz size gönderilmiş elçileriz" dediler.
15. Dediler
ki: Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman, herhangi bir şey indirmedi.
Siz ancak yalan söylüyorsunuz.
16. Elçiler:
"Rabbimiz biliyor, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.
17. Bizim
vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka
bir şey değildir" dediler.
18. Onlar da
dediler ki: "Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu
işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir
kötülük dokunur".
19. Elçiler
şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat
ediliyorsa da mı?... Bilâkis, siz aşırı giden bir milletsiniz.
20. Derken
şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi "Ey kavmim! dedi, bu elçilere
uyunuz!"
21.
"Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar
hidâyete ermiş kimselerdir."
22. "Bana
ne olmuş ki, beni yaratana ibâdet etme-yecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na
döndürüleceksiniz.
23. O'ndan
başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse
onların şefaati bana hiç bir faide vermez, beni kurtaramazlar da.
24. İşte o
zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum.
25. Şüphesiz
ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin."
26.
"Gir cennete!" denildi. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi...
27.
Rabbinıin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını!"
28. Biz
ondan sonra, onun milletini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir
ordu indirmedik ve indirecek de değildik.
29. (Onları
helak eden), korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.
30. Ne yazık
şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeye dursun, ille de onunla alay etmeye
kalkışırlardı.
31. Müşrikler
görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helak ettik. Onlar, tekrar dönüp
de bunlara gelmezler.
32. Elbette
onların hepsi karşımızda hazır bulunacaklar.
Ağlâl, ellere vurulan
kelepçe mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Bazen bu kelepçe ile eller boyuna
bağlanır.
Mukmehûn, gözlerini
kapatarak başlarım kaldıranlar demektir. Dilciler şöyle der: Gözleri kapayıp
başı kaldırmak demektir. Havuz başındaki deve, suyu içmeyip de başını
kaldırdığında denir.[4] Bir gemiyi anlatırken, Bişr şöyle der:
Biz, o geminin
etrafında oturmuşuz. Su içmeyip kafasını diken ve gözlerini yuman develer gibi,
gözlerimizi kapıyoruz.[5] Sedd iki şey arasında bulunan engel, mania demektir.
Takviye ettik, Onu takviye etti, kuvvetlendirdi manasınadır.
Uğursuzluğa uğradık.
Uğursuzluk demektir. Bunun aslı, "kuş" mânâsına gelen dan
gelmektedir. Araplar, kuş sol tarafa uçtuğunda, bunu uğursuz sayarlardı.
Hâmidûn, sönmüş ateş
gibi hareketsiz, ölüler demektir. [6]
1. Yâsîn.
Bazı mübarek sûrelerin başında bulunan hurûfu mukat-taa, Kur'an-ı Kerim'in
mucize olduğuna ve
onun, Arapların bilip
konuştukları bu hecâ harflerinden meydana geldiğine, fakat mucize olan eşsiz
nazmının, onun Allah tarafından geldiğine dair bir delil olduğuna dikkat çekmek
içindir.[7] İbn Abbas şöyle der: Yâsîn Tayy kabilesinin
lugaünda "Ey inşân!" demektir. Bir görüşe göre bu kelime, Peygamber
(s.a.v.)'in isimlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen cümlesi bunun delilidir.
Bir başka görüşe göre bu, Ey insanlığın efendisi!" mânâ-srndadır. Bunu
Ebubekir el-Verrâk söylemiştir.[8]
2. Hakîm
olan Kur'an hakkı için. Bu, Allah'ın Kur'an üzerine yeminidir. Hakîm,
kendisinde herhangi bîr değiştirme ve tebdil meydana gelmeyen, kendisine
herhangi bir çelişki ve bâtıllık arız olmayan sağlam manasınadır. Kurtubî şöyle
der: Kendisine herhangi bir bozukluk gelerneyecek şekilde nazmı ve mânâsı sağlamlaştırılmış,
demektir.[9] Ebussuûd
da şöyle der: Hakîm, mucize nazmı bakımından hikmet ihtiva eden veya hikmet
söyleyen, eşsiz hikmetler kapsayan demektir.[10] Özet
olarak diyebiliriz ki, Yüce Allah, Hz. Muhammed (a.s)'in peygamber olduğuna
dair, bu sağlam, güzel nazmı ve eşsiz mânâsı ile mucize olan, kuvvetli kanun ve
hükümler koyan ve belagatın zirvesinde olan bu Kur'an üzerine yemin etti. Bu
yeminde, "Şüphesiz sen peygamberlerdensin" ifadesinin de içinde bulunduğu,
Peygamberin (s.a.v.) sânını yüceltme ve ona tazim vardır.[11]
3. Bu cümle
yeminin cevabıdır. Yani, ey Peygamber! Kuşkusuz sen, halkı doğru yola iletmek
için, Alemlerin Rabbi tarafından gönderilen peygamberlerdensin. İbn Abbas der
ki: Kureyş kâfirleri şöyle dediler: Ey Muhammed! Sen peygamber değilsin. Allah
seni bize peygamber olarak göndermedi. Bunun üzerine Yüce Allah, hakîm olan
Kur'an'a yemin edip Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlerden olduğunu bildirdi.[12]
4. Sen,
kendisinde eğrilik ve bozukluk bulunmayan dosdoğru yol üzerindesin. Bu yol,
senden önceki peygamberlerin dini olan İslam dinidir. Onlar Allah'ın birliği
inancını ve Ona imanı getirmişlerdir. Taberî der ki : Kendisinde, doğru yoldan
herhangi bir sapma bulunmayan yol üzerindesin. Bu yol İslâm dinidir. Katâde
böyle demiştir.[13] "Sırat" kelimesinin nekra olması,
onun büyüklüğünü ve yüceliğini ifade eder.[14]
5. Bu nurlu
ve hidayete erdiren Kur'an-ı Kerîm, mülkünde aziz ve mahlûkâtına karşı
merhametli, izzet sahibi Yüce Allah tarafından indirilmiştir. [15]
6. Ey
Peygamber! Fetret devrinin uzaması sebebiyle, kendilerine ne bir peygamber ve
ne de bir kitap gelmiş olan Arapları bu Kur'an'la uyarman için onu indirdik.
Uyarmaktan maksat, onları Allah'ın azabından korkutmaktır, Uzun süreden beri
uyanlmadıkları için Araplar, hidayet ve imandan gafildirler. Şirk ve puta tapma
karanlıkları içersinde bocalamaktadırlar. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin,
inkâr ve yalanlamada ısrar etmeleri sebebiyle azaba müstehak olduklarını açıklamak
üzere şöyle buyurdu: [16]
7. Ayetin
başındaki J kendisinden sonra gelen kısmın, mahzuf bir yeminin cevabı olduğunu
gösteren J'dır. Yani, Allah'a and olsun ki, inkârda ısrarları ve uyarıyı
dinleyip öğüt almamaları sebebiyle o müşriklerin çoğuna cehennem azabı vacip
oldu. İşte bunun içindir ki, ey Peygamber! Onlar senin, kendilerine getirdiğin
kitaba inanmazlar. Bundan sonra Yüce
Allah, onların iman etmeme
sebebini açıklayarak şöyle buyurdu; [17]
8. Bu âyet,
müşriklerin sapıklık hususundaki durumlarım tasvir etmekte ve onların halini,
eline kelepçe vurularak boynuna bağlanmış, dolayısıyfe eğemiyecek bir şekilde
başını yukarı kaldırmış bir kimsenin haline benzetmektedir. Celâleyn müellifi
şöyle der: Bu bir temsildir. Maksat, onlar imana gelmezler ve ona baş eğmezler.[18] İbn
Kesîr de şöyle der: Yani, kendilerine bedbahtlık damgası vurulmuş olan
müşrikleri biz, boynuna tasma
takılıp elleri çenesinin altından boynu ile kelepçelenmiş
olan kimse gibi yaptık.[19] Böylece başı dikilip kaldı. Mukmah,
"başını kaldırmış olan" demektir. Âyette "eller"
söylenmeyip, tasma ve boyunun zikriyle yetinildi. Çünkü "gull"
kelimesi, elleri boyunla birlikte bağlayan tasma için kullanılır.[20] Ebussuûd da şöyle der: Yüce Allah onların
halini, elleri boyunlarıyla birlikte bağlanan kimselerin haline benzetti. Bu
tasmalar, çenelere dayanmıştır. Do-layısı ile bu tasmalar onları hakka dönmeye
bırakmaz, boyunlarını hakka doğru çeviremezler, başlarını eğemezler, hakkı
göremeyecekleri veya o tarafa bakamayacakları bir şekilde gözlerini
kapatırlar.[21]
9. Ebussuûd
bu âyeti şöyle tefsir eder: Bu âyet, önceki benzetme âyetinin devamı ve
tamamlayıcısıdır. Yani, onların önüne büyük bir set çektik, aynı şekilde
arkalarına da büyük bir set çektik. O setlerle, gözlerini kapadık, dolayısıyle
onlar, kesinlikle hiçbir şeyi göremezler. Çünkü onlar korkunç iki set
arasında mahsur kalmışlardır. Bu, onların hallerinin son derece kötü olduğunu,
cehalet ve azgınlık zindanlarında hapsedilmiş olduklarını delillere ve
mucizelere bakmaktan mahrum kaldıklarım açıklar.[22] Tefsirciler şöyle der: Bütün bunlar, onlara
iman yollarının kapatılmasını, kendisine tüm yollan kapatılıp maksadına yol
bulamayan kimseye benzetmedir.[23]
10. Ey
Peygamber! Senin onları korkutman da, korkutmaman da onlara göre birdir. Çünkü
aklını sapıklık karanlıklarının örttüğü, kalbinde taşkınlık arzularının
yuvalandığı bir kimseye ikazlar ve engeller fayda vermez, Bu sebeple onlar iman
etmezler. Çünkü uyarma, ölü kalpleri diriltmez. O ancak imanı almaya hazır olan
diri kalbi uyarır. Bu, Peygamber (s.a.v.) için bir teselli ve müşriklerin kalplerinde
bulunan azgınlık ve taşkınlık gerçeğini açığa çıkarmadır. [24]
11. Ey
Peygamber! Senin uyarman ancak, Kur'an'a inanan ve ondaki âyetlerle amel eden
kimselere fayda verir. Ve kendisini görmediği halde Allah'tan korkanlara fayda
sağlar. Ebu Hayyân der ki: Rahmet sıfatıyle vasıflanmış olan Allah'tan korkar
demektir. Rahmet, ümide sebep olur. Fakat kişi, Allah'ın rahmetin bilmekle
birlikte, kendisine lütfettiğini elinden almasından korktuğu için O'ndan
çekinir, ve İnsan, halkın gözlerinden uzak ve yalnız kaldığı zaman1' demektir.[25] İnsan, uyarıdan faydalanınca müjdey layık
olmuştur. Yani, ey Peygamber! O kimseyi,
günahlarını Allah'ta büyük bir bağışlama ve âhirette naim cennetlerinde değerli
bir mükafat il müjdele. İbn Kesîr şöyle der: Çok, bol ve güzel ecir demektir. B
da ancak cennette olur.[26] Yüce
Allah peygamberlik işini anlattıktan sonr; öldükten sonra dirilme ve haşir
olayını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [27]
12. Şüphesiz
biz, onları öldükten sonra hesap ve cez için kabirlerinden diriltiriz. Taberî
şöyle der: Dünyac iken önden gönderdikleri iyilik ve kötülüğü, iyi ve kötü
amelleri yazan pftjülj dan maksat, mescitlere giderken bıraktıkları ayak
izleridir.[28] Câbırden rivayet edilen
bir hadiste o şöyle der: Mescidin yanındaki alan boştu. Selemeoğulları
Mescid'in yakınma taşınmak istediler. Bu durum Peygamber (s.a.v.)'e ulaşınca
şöyle buyurdu: Ey Selemeoğulları! Evlerinizden ayrılmayın. Mescide gelirken
bıraktığınız ayak izleri yazılmaktadır. Evlerinizden ayrılmayın. Mescide
gelirken bıraktığınız ayak izleri yazılmaktadır. Bunun üzerine Selemeoğulları:
"Taşınmış olmamız bizi sevindirecek değildi" dediler.[29] Biz her şeyi veya her işi yazılı bir kitapta
topladık ve zaptettik. O kitap, amellerin yazıldığı sayfalardır. Nitekim Yüce
Allah meâlen şöyle buyurur: O gün, Her insan topluluğunu amel defteriyle
birlikte çağıracağız.[30] Bu
defter onların yaptığı hayır ve şer hususunda şahittir. Mücâhid ve Katâde şöyle
derler: Buradaki "imam" dan maksat Levh-i mahfuz'dur.[31] Ebu Hayyân da şöyle der: dan maksat,
"ileri gönderdiklerini sayarız" demektir. Yüce Allah, ilminin onların
amellerini ihata ettiğini, kendisiyle eşyanın kaydedildiği "yazı" ile
ifade etti.[32]
Bundan sonra Yüce
Allah, peygamberleri yalanladıkları için gökten bir gürültü göndererek yok
ettiği belde halkının kıssasını müşriklere anlatılmak üzere şöyle buyurdu: [33]
13. Ey
Peygamber! Seni yalanlayan kavline, Antakyalıların kıssasını anlat. O kıssa
enteresan oluşuyla, darb-ı ıesel ve hayret verici söze benzer. Hani, doğru yolu
bulmaları için gönderdiğimiz peygamberler onlara gelmişti. Kurtubî şöyle der:
Ju belde, bütün müfessirlerin görüşüne göre Antakya'dır. Allah onlara üç lelçi
gönderdi. Bunlar Sâdık, Masdûk ve Şem'ûn'dur. Rasulullah (s.a.v.)'a,
[kendilerine Allah tarafından üç elçi gönderilmiş olan belde halkı kâfirlerinin
başına gelenlerin, müşriklerin de başına gelebileceğine dair on-llari uyarması
emrolundu. Bir görüşe göre bu gönderilenler İsa'nın (a.s.) etçilleridir.[34]
14. Onlara
iki elçi gönderdiğimizde hemen Bunun
üzerine onlan üçüncü bir elçi ile takviye edip destekledik.
Dediler ki: "Biz
Allah'ın elçileriyiz. Sizin doğru yolu bulmanız için gönderildik." [35]
15. Kâfirler
dediler ki, sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Siz de bizim gibi insansınız.
Allah, bize değil de size nasıl vahyetti? Allah, vahy ve peygamberlik diye
herhangi bir şey indirmedi. Siz, peygamberlik iddiasında yalancı olan bir
topluluktan başka bir şey değilsiniz. [36]
16. Peygamberler
onlara şöyle cevap verdi: Allah biliyor ki, biz, Onun size gönderilmiş
peygamberleriyiz. Biz yalancı olsaydık, bizden çok şiddetli bir şekilde intikam
alırdı. İbn Cüzeyy der ki: Elçiler burada münkirlere cevap verdikleri için, elbette
gönderilmiş peygamberleriz" diyerek haberi, te'kit edatı olan J ile
pekiştirdiler. Birinci haber bunun gibi değildir. O, sadece olayı haber
vermektir.[37]
17. Bize
düşen, Allah'ın risâletini size, hiçbir kapalılık bulunmayacak şekilde apaçık
olarak tebliğ etmektir. İnanırsanız mutluluk sizindir. Yalanlarsanız bedbaht
olursunuz. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyette müşrikler için bir tehdit vardır.
"Belâğ" kelimesinin "mübîn" ile nitelenmesinin sebebi
şudur: O tebliğ, onların peygamber olarak gönderildiğine şahit olan
mucizelerle apaçık olmuştur. Nitekim bu kıssada, peygamberlerin doğruluğunu
gösteren "anadan doğma körü ve alaca hastasını iyileştirmek, ölüleri
diriltmek" gibi mucizeler anlatılmıştır.[38]
18. Belde
halkı onlara dedi ki: Bizi imana ve putlara ibadeti terketmeye davetinizden dolayı
sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Tefsirciler şöyle der: Onların,
peygamberlerin davetini kendileri için uğursuz saymalarının sebebi şudur:
Peygamberler onları, takip ettikleri dinin dışında başka bir dine çağırdılar.
Dolayısıyle onlar bu dini yadırgadı ve kötü buldular. Haktan sapmış olan
tabiatları da ondan nefret etti ve neticede o dine çağıran kimselerin yüzünden
uğursuzluğa uğradıklarını söylediler. Sanki şöyle dediler: "Bizi çağırdığınız
şeyden Allah bizi korusun".[39]
Bundan sonra şöyle diyerek peygamberleri tehdit ettiler: Allah'a yemin olsun
ki, eğer söylediklerinizden ve bizi Allah'ı birlemeye ve dinimizi terketmeye
çağırmaktan vazgeçmezseniz, sizi ölünceye kadar taşa tutarız ve sizi en kötü
bir şekilde öldürürüz. [40]
19. Elçiler
(peygamberler) onlara dedi ki: Uğursuzluğunuz bizim yüzümüzden değildir.
Uğursuzluğunuz sırf sizin kendiniz yüzünden, inkârınız, isyanınız ve kötü
amelleriniz yüzündendir. Bu, bir şart cümlesi olup sözün akışından anlaşıldığı
için cevabı söylenmemiştir. Yani, biz size hatırlattık, Öğüt verdik ve Allah'ı
birlemeye çağırdık diye mi, bizim yüzümüzden uğursuzluğa uğradınız, taşlama ve
işkence ile bizi tehdit ettiniz? Durum sizin iddia ettiğiniz gibi değildir.
Aksine siz öyle bir kavimsiniz ki, isyan etme ve suç işlemede ileri gitmek
sizin âdetinizdir. Bu söz, sakındırma ve engelleme ile birlikte kınama ifade
eder. [41]
20. Şehrin
en uzak tarafından bir adam koşarak, hızlı adımlarla geldi. Bu zât
Habibu'n-neccâr'dır. İbn Kesîr şöyle der: Belde halkı kendilerine gelen
elçileri öldürmek istediler. Bunun üzerine şehrin en uzak tarafından, bu
elçilere yardım etmek üzere Habibu'n-neccâr adlı bir adam koşarak geldi.
Habibu'n-neccâr ipek elbise dikicisiydi ve ipek üzerinde çalışırdı. Çok sadaka
verir; kazancının yarısını sadaka olarak dağıtırdı.[42]
Kurtubî şöyle der: Habîb, cüzzamlı idi. Evi, şehrin en uzak kapısının
yanındaydı. 70 sene, kendisine acırlar ve hastalığını giderirler ümidiyle
putlara ibadet etmişti. Fakat putlar onun bu arzusuna cevap vermemişlerdi.
Elçileri görüp de elçiler onu Allah'a davet edince: "Her hangi bir
mucizeniz var mı?" diye sordu. Onlar da, "Evet, her şeye gücü yeten
Rabbimize dua ederiz, o seni, içinde bulunduğun dertten kurtarır."
dediler. Bunun üzerine Habîb, dedi ki: "Bu hayret verici bir şeydir. Ben,
bu hastalığı benden gidermeleri için 70 yıldır şu ilahlara dua ediyorum. Fakat
onlar bunu yapamadılar. Sizin Rabbiniz bir sabah vaktinde bunu nasıl yapacak?
Dediler ki: "Evet, bizim Rabbimiz dilediğini yapabilir. Bu putlar, az da
olsa, ne bir fayda sağlayabilirler. Ne de zarar verebilirler. Bunun üzerine
Habîb iman etti, onlar da Rabblerine dua etti. Yüce Allah onun hastalığını
giderdi. Kavmi, elçileri öldürmek isteyince koşarak onlara geldi ve Kur'an'ın
anlattıklarını söyledi.[43]
Habîb dedi ki, "Ey kavmim! Allah'ı birlemeye çağıran bu şerefli
peygamberlere uyunuz. Habîb, onların kalplerini yumuşatmak ve nasihati kabule
meylettirmek için "Ey kavmim!" diye hitap etti. Sonra sözü pekiştirmek
ve sebebini açıklamak maksadiyle tekrar şöyle dedi: [44]
21. O
ihlaslı ve salih elçilere uyun. Onlar imanınızın karşılığında sizden herhangi bir
ücret istemiyorlar. Sizi Allah'ın birliğine davet etmeleri hususunda hidayet ve
basiret üzeredirler. [45]
22. Bu
ifade, Habîbu'n-neccâr'm onları irşat hususundaki nezaketini gösterir. Sanki o
kendine nasihat ediyor ve kendisi için tercih ettiğini onlar için tercih ediyor.
Bunda, yaratıcılarına ibadetî terk etmelerinden dolayı bir nevi azarlama
vardır. Yanı, beni yoktan yaratan yaratıcıma ibadet etmekten beni alıkoyan
nedir? Öldükten sonra sizin dönüşünüz de O'nadir. O herkese amelinin
karşılığını verecektir. [46]
23. Bu, bir
istifhâm-ı inkârıdır Yani, Allah'tan başkalarını nasıl ilah edineyim? Onlar ne
işitir, ne fayda sağlar, ne de kendilerine ibadet edenin herhangi bir
ibadetini karşılar. Onlar o derece hor ve basittirler ki, eğer Allah bana bir
eziyet, ve zarar indirmek istese, onlar da bana şefaat etseler, şefaatleri
fayda vermez ve beni kurtaramazlar. Nasıl kurtarsınlar ki, onlar işitmeyen,
fayda sağlamayan ve şefaat edemeyen taşlardır. Onlar beni Allah'ın azabından
kurtaramazlar. [47]
24.
Allah'tan başkasına ibadet ettiğim ve putları ilah edindiğim takdirde ben
apaçık bir ziyanda olurum. Habîb, nasihat ve hatırlatma yaptıktan sonra,
müslüman olduğunu ilan etti ve imanım açıklamak üzere şöyle dedi: [48]
25. Şüphesiz
ben, sizi yaratan Rabbinize iman ettim. Sözümü dinleyin, nasihatimi tutun.
Tefsirciler şöyle der: Habîb onlara bunu söyleyince ve nasihat edip imanını
açıklayınca hep birden üzerine çullandılar ve onu öldürdüler. Onu,
eziyetlerinden kurtaracak hiç kimsesi yoktu.[49] Taberî de şöyle der: Onun üzerine çullandılar
ve Ölünceye kadar ayaklarıyle çiğnediler. Bir rivayete göre de onu ölünceye
kadar taşladılar.[50]
26, 27. Ölünce
Allah ona şöyle dedi: Sadık imanının ve şehitliğe nail olmanın karşılığı olarak
iyi şehitlerle birlikte cennete gir. İbn Mesûd şöyle der: Onlar Habîb'i
ayaklarıyle o kadar çiğnediler ki, bağırsakları dübüründen çıktı. Yüce Allah
ona, "cennete gir" dedi. O da girdi. O, cennette rızıklandırılıyor.
Kuşkusuz Allah ondan dünya hastalığını, üzüntüsünü ve yorgunluğunu giderdi.[51] Cennete girip de, imam ve sabrının karşılığı
olarak orada yüce Allah'ın, kendisine ikram ettiği şeyleri görünce, kavminin
kendi halini bilmesini temenni etti ki, vardığı güzel sonucu bilsinler. Yani,
keşke onlar, Rabbimin benim günahlarımı bağışlamasının ve bana naim
cennetlerine girmeyi nasip etmesinin sebebini bilselerdi, dedi. İbn Abbas şöyle
der: Habîb kavmine hayatında da nasihat etti, ölümünden sonra da nasihat etti.[52] Ebussuûd
şöyle der: Habîb kavminin kendi halini bilmelerini temenni etti ki, bu bilgi
onları, inkârdan tevbe etmek ve imana girmek suretiyle sevap ve mükafat
kazanmaya şevketsin. Onun bu hali, evliyanın, düşmanlarına merhameti
hususundaki âdetleri üzere cereyan etmiştir. [53]
28. Biz
ondan sonra kavmini helak etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu
indirmedik. İndirecek de değildik. Bu ifade onların şanını küçültme ve onları
tahkîr ifadesidir. [54]
29. Onların
cezası, bir tek sayhadan başka bir şey değildi. Bu sayhayı onlara Cebrail
haykırdı. Onlar hemen hareket etmeyen ölüler haline geldiler. Nefesleri
kesilmiş, alevi giden sönmüş ateşe döndüler. Tefsirciler şöyle der: Bu âyette,
onların yok edilmesinin basit bir şey olduğu ifade edilmektedir. Onları yok
etmek için melek göndermeyecek kadar, Allah katında zelil ve hakirdirler.
Rivayete göre, Habibu'n-Neccâr öldürülünce, Yüce Allah bu duruma gazab etti ve
onları hemen cezalandırdı. Cebrail'e emretti, o da tek bir sayha ile onlara haykırdı. Öyle bir haykırdı
ki, hepsi öldüler. Yüce Allah, onların kökünü sayha usulüyle kesti. Bundan
sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: [55]
30. Allah'ın
peygamberlerini yalanlayan ve âyetlerini inkâr eden o kimselere yazıklar olsun.
Ne yazık onlara! Onlara bir peygamber gelmeye dursun, ille de onu yalanlarlar
ve onunla alay ederlerdi. Her zaman ve her yerde kâfirlerin âdeti böyledir.
Beyzâvî Hâşiyesi'nin yazarı şöyle der: Onlar kendilerine üzülmeye veya
başkalarının onlara üzülmelerine layıktırlar. Çünkü durumun şiddeti ve
büyüklüğü o dereceye ulaşmıştır ki, kendisinde acıma hissi bulunan herkes,
onların peygamberlerle alay etme durumlarını gördüğünde onlar için üzülür ve
şöyle der: Bu kâfirlerin kaybı ve ziyanı ne büyük! Çünkü onlar imanı küfürle,
saadeti de betbahthkla değiştirdiler.[56] Bu
âyette, Kureyş kâfirlerine tariz vardır. Çünkü onlar peygamberlerin efendisini
yalanladılar. Yüce Allah, Mekke kâfirlerinin durumunu Antakya halkının durumuna
benzettikten sonra, kendilerinden öncekilerden ibret almadıklarından dolayı
müşrikleri kınamak üzere şöyle buyurdu: [57]
31. O
müşrikler , kendilerinden önce peygamberleri yalanlayan, dolayısıyle Yüce Allah tarafından helak
edilen kimselerden ibret almıyorlar mı? O yok olanların, helak olduktan sonra
tekrar dünyaya dönmediklerini bilmiyorlar mı?[58]
32. Gedmiş
ve gelecek bütün milletler, hesap ve ceza için kıyamet günü, hâkimler
hâkiminin huzuruna getirileceklerdir. O, onlara, bütün amellerinin, iyilerinin
ve kötülerinin karşılığım verecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümlenin,
onların yok edilmelerinin anlatılmasından sonra gelmesi, Yüce Allah'ın, helak
edilenleri başı boş bırakmayacağını, bilakis helakten sonra onları toplayıp
hesaba çekeceğini, iyilere sevap kötülere ceza verileceğini açıklamak içindir.[59]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Gerçekten,
sen gönderilmiş peygamberlerdensin" "Gerçekten biz size gönderilmiş
peygamberleriz" gibi cümleler, birden fazla pekiştirme edatıyla
pekiştirilmiştir. Çünkü muhatap inkarcıdır. Burada her iki cümle de ve
edatlarıyle pekiştirilmiştir. Edebiyatta bu türe "haber-i inkârı"
denir.
2. "Onların
boyunlarına tasmalar geçirdik" âyetinde istiâre-i temsiliyye vardır. Yüce
Allah, hidayet ve imandan kaçman
kâfirlerin durumunu, zincir ve tasmalarla eli boynuna bağlanan ve başı yukarı
kalkık olup onu eğemeyen ve sağa sola döndüremeyen kimsenin haline
benzetti, Aynı zamanda, yolları yüzüne
kapatılan ve maksadına eremeyen kimsenin durumuna benzetti. Bu, istiâre-i
temsîliyye yoluyla olmuştur.
3. "Önlerinden'
ile "arkalarından" arasında tıbâk vardır.
4.
"onları uyarman" ile "veya onları uyarmaman" arasında
tıbak-ı selb vardır.
5.
"biz" ile diriltiriz arasında, bazı harflerin değişmesinden dolayı
cinâs-ı nakıs vardır.
6. "O
peygamberlere uyun" cümlesinden sonra sizden herhangi bir ücret istemeyen
kimseye uyun" cümlesine fiilin tekrarlanın asiyle itnâb yapılmıştır.
7. "Ondan
başka tanrılar mı edineyim?" sorusu kınama ifade eder.
8.
"Cennet'e gir denildi" cümlesinde, sözün akışından anlaşıldığı için
hazif yapılmıştır. Takdiri şöyledir: Habîb, imanını açıklayınca onu
öldürdüler. Böylece ona, "cennete gir" denildi.
9.
"uğursuzluğa uğradık" ile sizin uğursuzluğunuz ve gönderdik ile gönderilenler
arasında cinâs-ı iştikak vardır.
10. Âyet
sonlarında birbirine uygunluk vardır. Bu da Kur'an'm özel-liklerindendir. Bu
üslupta parlak bir ifade vardır ve kulağa hoş gelir. Bu çok ve meşhurdur. [60]
Kur'an-ı Kerim'in
güzelliklerinden ve harifea belagatından biri de, kıssa ve haberleri kısaca
ifade etmek ve kıssalarıij ruhuna ve sırrına işaret etmektir. Çünkü kıssalardan
maksat, hatırlatma ve ibret almadır. Bunun içindir ki bu kıssada, ne beldenin,
ne onları Allah'a çağıran şahsın ve ne de muhterem elçilerin ismi
zikredilmiştir.
Çünkü bunların hiçbiri
kıssanın hedefi değildir. Kur'an'ın diğer kıssalarını da buna kıyasla. [61]
33. Ölü
toprak onlar için bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan dane çıkardık.
İşte onlar bundan yerler.
34. Biz,
yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda bir çok
pınarlar fışkırttık ki,
35. Onların
meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâlâ
şükretmeyecekler mi?
36. Yerin
bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mâhiyetini bilmedikleri
şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı teşbih ve takdis ederim.
37. Gece de
onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan
gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar
karanlıklara gömülürler.
38. Güneş,
kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte, bu, azîz ve alîm olan
Allah'ın takdiridir.
39. Ay için
de birtakm menziller tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi olur da geri
döner.
40. Ne güneş
aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri belli bir yörüngede
yüzmeğe devrim ederler.
41.
Onların zürriyetlerini dopdolu bir
gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibret alâmetidir.
42. Onlar
için gemiye benzer, binecekleri şeyleri de yarattık.
43. Dilesek
onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar
kurtarılırlar.
44. Ancak
bizim tarafımızdan bir rahmete ve belli bir zamana kadar dünyadan
faydalanmalarını istememiz müstesnadır.
45. Onlara
"Yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah'tan korkun,
umulur ki size merhamet olunur" denildiğinde yüzçevirirler.
46. Onlara
Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeye dursun, ille de ondan
yüzçeviriyorlardı.
47.
"Allah'ın size rızık
olarak verdiklerinden hayra sarfediniz" denildiğinde, kâfirler
mü'minlere dediler ki: "Dilediği takdirde Allah'ın doyuracağı kimseleri
biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz."
48. Onlar,
"Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gelecek",
derler.
49. Onlar,
birbirleriyle tartışırlarken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi
bekliyorlar.
50. İşte o
anda onlar ne bir vasiyyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
51. Sûr'a
üfürülecek. Bir de ne göresin!. Onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine
giderler.
52. "Eyvah,
eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın va'didir. Peygamberler
gerçekten doğru söylemişler!" derler.
53. Bu olay,
bir tek sayhadan başka bir şey değildir. Onların hepsi hemen huzurumuzda hazır
bulunurlar.
54. O gün
hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. vSiz orada, ancak yaptıklarınıza
karşılık alırsınız.
55. O gün
Cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.
56. Onlar ve
eşleri, gölgeler altında tahtlara kurulurlar.
57. Orada
onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.
58. Onlara
merhametli Rabb'ın sözü olarak "selâm" vardır.
Yüce Allah, önceki
âyetlerde belde halkının kıssasını ve elçileri yalanlamaları yüzünden onları
'sayha' ile yok ettiğini açıkladıktan sonra burada birliği ve gücünü gösteren
delilleri anlattı. Bu deliller ekinleri ve meyveleri bitirmesi, gece ile
gündüzün birbirini takip etmesi, tek ve herşeye gücü yeten Allah'ın kudretiyle
hareket etmekte olan güneş ve aydır. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin
öldükten sonra dirilme hususundaki şüphelerini anlattı ve o şüpheleri kesin ve
parlak delillerle cevaplandırdı. [62]
Ayet, alâmet demektir.
Çünkü âyet, Allah'ın varlığını göstermektedir. Ebu'l-Atâhiyye şöyle der:
Hayret, ilâha nasıl
isyan edilir? Veya inkarcı onu nasıl inkâr eder? Halbuki her hareket ettiriliş
ve durduruluşta ebedî olarak onun şahidi vardır. Her şeyde onun birliğim
gösteren bir delil vardır. Ezvâc, sınıflar ve türler demektir.
Sıyırırız. Soymak ve sıyırmak
demektir. Yüce Allah, Onlardan sıyrılıp çıktı"[63] buyurdu.
Kasap, koyunun derişim" soyup etinden ayırdığında yani deriyi yüzdüğü
zaman denir.
Urcûn, meyletmek
mânâsına gelen kökünden olup üzerinde hurma salkımlarının bulunduğu dal
demektir. Cevheri şöyle der: Urcûn, hurma salkımı koparıldıktan sonra ağaçta
kalan ve kuruyup eğilen kök kısmıdır.[64]
Meşhûn, ağır eşya ile
doldurulmuş manasınadır. Sarih, yardımcı
Etraflarında olup
bitenden habersiz bir şekilde işlerini tartışırlar.
Ecdâs, kabir mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur. Hızla çıkarlar. Kurt hızla koştuğunda denir.[65]
33. Allah'ın
birliğini ve sonsuz gücünü gösteren apaçık alâmet ve delillerden biri de şu
büyük alâmettir. Yani bitkisiz, ekinsiz, ölü ve kupkuru yerdir ki biz onu
yağmurla diriltiriz. Tefsir-ciler şöyle der: Yeryüzünün Ölmesi, kuruyup
çoraklaşmasıdır. Diriltilmesi ise yağmurla olur. Yüce Allah onun üzerine
yağmuru indirdiğinde kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler
verir. Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: Bu suyla biz türll
hububatı bitirdik ki, ondan, gıda alsınlar ve geçimlerini temin etsinler. Kurtubî
şöyle der: Yüce Allah bununla, ölülerin diriltileceğine dikkatleri çekt ve ölmüş
yeri bitkilerle diriltmek ve o yerden hububat çıkarmak suretiyle birliğini ve
gücünün sonsuzluğunu hatırlattı, insanlar hububattan yerler ve gıda alırlar.[66]
34.
Yeryüzünde güzel bağlar yarattık. On larda her çeşit hurma ve üzüm bulunur. Ve
orada tatlı sı kaynaklan ve birçok beldede akan ırmaklar yarattık. [67]
35. Ki,
anlatılan bağların ve onlar için yî rattığı hurmaların meyvelerinden ve
elleriyle dikmiş oldukları ağaçların ve kendileri için ekmiş oldukları
ekinlerin ürünlerinden yesinler. İbn Kesî şöyle der: Yüce Allah, mahlûkâtı için
ekinler yaratmak suretiyle onlar verdiği nimetleri saydıktan sonra meyveleri ve
onların tür ve sınıflarını aı latmak suretiyle buna atfetti. Bütün bunlar,
Allah'ın, onlara rahmetinde başka birşey değildir. Bunlar, ne onların çalışma
ve yorulmalarıyle, ne c güç ve kuvvetleriyle meydana gelmiştir. Bunun içindir
ki, Yüce Alla Allah'ın kendilerine verdiği nimetlere hâlâ şükretmiyorlar mı
Buyurdu. İbn Cerir, cümlesindeki nın, (o şey) mânâsına geldi görüşünü tercih
eder. Yani, "onlar bağların meyvelerinden ve elleriyle di tiklerinin
ürünlerinden yesinler"[68]
36. "Renkleri,
tatları ve şekilleri farklı büt sınıfları yaratan Yüce Allah, noksan
sıfatlardan uzak ve münezehtir. Bu sınıflar, yeryüzünün çıkardığı hurma çeşitli
ağaçlar, ekinler ve meyveler, insanların erkek ve dişileri ve bilmedikl
enteresan varlıklar ve garip mahluklardır.[69]
Nitekim Yüce Allah,
mealen şöyle buyurmuştur: "Herşeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp
öğüt alasınız"[70]
37. Bizim
gücümüzün sonsuzluğunu onlara gösteren bir diğer alâmet de gecedir. Işığı
giderir ve onu gündüzden ayırırız. O zaman insanlar karanlığa girerler. Bu
âyette, karanlığın asıl, nurun sonradan olduğuna bir işaret vardır. Güneş
batınca gündüz geceden ayrılır, açılıp gider ve böylece asıl olan karanlık
ortaya çıkar. [71]
38. Onlar
için bir diğer alâmet de güneştir. O, Allah'ın gücü ile yörüngesinde yürür.
Duracağı ve varacağı zamana yani kıyamete kadar bu yörüngeden çıkmaz ve sapma
yapmaz. Kıyamet günü, kainat yok olduğu zaman onun hareketi de sona erer. İbn
Kesîr, şöyle der: ifadesinin anlamı hususunda iki görüş vardır. Biri,
"karar kılacağı yer" dir. Bu yer de arzdan sonra gelen Arş'ın
altıdır. Zira, Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Zerr'e (r.a.) şöyle demiştir:
"Ey Ebâ Zer! Biliyor musun güneş nerede batar?" Ebu Zer: "Allah
ve Rasûlu daha iyi bilir" demiş, Rasulullah (s.a.v) de "O Arş'ın
altında secde edinceye kadar gider"[72] buyurmuştur. İkincisi, Müstekarr'dan maksat,
güneşin hareketinin son bulacağı kıyamet günüdür. O gün seyri bozulur, hareketi
durur, dürülür ve bu âlem sona erer. Bu şeklinde de okunmuştur. Buna göre
mânâsı şöyledir: Onun ne durması ne sükûnu vardır. Bilakis o hiç durmadan ve ara
vermeden gece .gündüz yürür.[73] Bu hareket,[74] ve
düzenli ince hesaplı devir, mülkünde aziz ve yarattıklarını bilen Bir ilâhın
takdiridir. [75]
39. Aya da
menzillerde yürümesini takdir ettik. Ayların bilinmesi için o menzillerde
yürür. Bunlar, 28 gece için tayin edilen 28 menzildir. Ay her gece onlardan
birine iner. Onu ne geçer, ne de sapar. Son menziline gelince incelir ve yay
halini alır. Sonunda kuru hurmadalı haline gelir. Urcûn, kuruyup sarararak yay
haline gelen hurma salkımının sapıdır. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah gece ile
gündüzün bilinmesi için güneşi yarattığı gibi, ayların bilinmesi için de ayı
yarattı. Ay ile güneşin yürüyüşünü farklı kıldı. Güneş her gün doğar ve o
günün sonunda batar. Yaz ve kış farklı yerlerde doğup batar. Bu sebeple gündüz
uzar gece kısalır, sonra da gece uzar gündüz kısalır. Güneş gündüzün
yıldızıdır. Aya gelince, Yüce Allah onun için menziller takdir etmiştir. Ayın
ilk gecesinde aydınlığı az ve zayıf olarak doğar. Sonra ikinci gecede ışığı
artar ve bir menzil yükselir. Daha sonra da her yükseldikçe ışığı artar ve 14.
gecede tamamlanıp dolunay haline gelir. Sonra ayın sonuna kadar eksilir.
Neticede hurma salkımının eski bir sapı haline gelir. Mücâhid şöyle der: Urcûn,
eskiyip kurumuş ve eğilmiş olan hurma salkımı sapı demektir. Bundan sonra ay,
diğer ayın başında yeniden doğmaya başlar.[76]
40. Güneşin,
geceleyin ay ile bir araya gelmesi ve onun ışığını yok etmesi mümkün ve sahih
değildir. Çünkü bu durum, bitkilerin renklendirilmesini ve kulların yararını
ihlal edip bozar. Taberî şöyle der: Güneşin, aya kavuşması onun için doğru
olmaz. Çünkü bu durumda, güneşin ışığı ay ışığını yok eder. Böylece bütün
zamanlar gündüz olur, hiç gece olmaz, Gece de gündüzü geçemez ki, ona yetişip
de ışığını gidersin ve böylece bütün vakitler gece olsun,[77]
Güneş, ay, yıldızlar, bunların hepsi gök yörüngesinde döner. Hasan Basrî şöyle
der: Güneş, ay ve yıldızlar gök ile yer arasındaki biı yörüngededir. Bunlar
herhangi bir şeye yapışık değillerdir. Eğer yapışık olsalardı, hareket
edemezlerdi.[78] Bu âyetten maksat, bu
kainatı ince biı düzen içersinde yürüten Yüce Allah'ın kudretini açıklamaktır.
Güneşir döndüğü yer vardır, ayın döndüğü yer vardır. Yıldızlardan her birinir
döndüğü bir yer vardır. Hareket edip dönerlerken o yerden çıkmazlar. Bir
diğerinin yörüngesine girmez. Nitekim Katâde şöyle der: Her birinin sınır ve
bir işareti vardır. Ondan öteye geçmez. Geride kalmaz. Kainatın yol* olacağı o
belli zaman gelinceye kadar bu böyle devam eder. O zaman Yüct Allah güneş ile
ayı birleştirir. Nitekim âyet-i kerimede meâlen "güneş vt ay bir araya
getirildiği zaman"[79] buyrulmuştur.
O zaman kainatın düzeni bozulur kıyamet kopar ve bu yerküresi yıldızı üzerinde
insanlık hayatı son erer.[80]
41. Bizim
sonsuz gücümüzü insan-lkra gösteren apaçık delillerden biri de, onların
atalarını, yani Âdem'in soyunu Nuh'un gemisinde taşımamızdır. Allah, Nuh
(a.s)'a o gemiye her-şleyden bir çift yüklemesini emretmişti. İbn Cüzeyy şöyle
der: Yüce Allah, diğer varlıkları da gemiye yüklediği halde, burada sadece
Âdem'in soyunu zikretti, Zira bu, onlara verilen nimeti daha vurgulu ifade
eder. Ayrıca bunda, onların soyunun kıyamete kadar gemilerde taşınacağına
işaret vardır.[81]
42. Onlar
için Nuh (a.s)'un gemisi gibi büyük gemiler yarattık. Onlara binerler ve
onlarla uzak ülkelere ulaşırlar. Gemiler, Yüce Allah'ın insanlara öğretmesiyle
yapıldığı için, Yüce Allah "biz yarattık" dedi. İbn Abbas şöyle der:
Âyette geçen "binecekleri şey" den maksat, deve ve diğer bineklerdir.
Karadaki bu binekler, denizdeki gemilerin benzeridir.[82]
43. İstesek
onları denizde boğarız. Onların hiçbir yardımcısı da bulunmaz. Onları
boğulmaktan kurtaracak herhangi bir kimse de olmaz. [83]
44. Onları
bizden başka hiç kimse kurtaramaz. Biz
onlara acıdığımız için
onları korur ve ecelleri
gelinceye kadar dünyadan
faydalandırırız. Yüce Allah, Onların denizlerde gemilere binmelerinin büyük
alâmetlerden olduğunu açıkladı. Çünkü gemilerin, içinde bulunan insanlar ve
ağır yüklerle birlikte su üzerinde yürümesi, apaçık bir alâmettir. Kuşkusuz
onları, bu gemilerde, Allah'ın gücü ve kâinata hükmeden ve onu yöneten
kudreti taşımaktadır. Allah kudretiyle,
suyun ve rüzgarın özelliklerine göre gemileri suda yürütür. Bütün bunlar
Allah'ın emri, takdiri ve yaratmasıyla meydana gelir. Okyanustaki gemi, hava akımındaki tüy gibidir. Eğer Allah'ın rahmeti ona
ulaşmazsa, gece veya gündüzün bir anında o gemi yok olup gider. Denizlerde
yolculuk edenler ve tehlikeleri
görenler, korkunç denizin tehlikelerini anlar ve Allah'ın rahmetinin mânâsını
hisseder, böylece Allah'ın rahmet elinde olan bu korkunç denizde, şiddetli
fırtınalar ve dalgalar arasında, kurtuluş yerinin sadece Allah'ın rahmeti
olduğunu idrak eder ve 'tu ancak bizim tarafımızdan bir rahmetle' âyetinin
mânâsını anlarlar. Merhametli ve güçlü Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. [84]
45. Yüce
Allah, önceki âyetlerde insanlara kudretinin delillerini ve rahmetinin izlerini
anlattıktan sonra, burada onların hakkı görmezlikten geldiklerini, çok açık deliller ve parlak şahitler bulunmasına
rağmen doğru yoldan ve imandan yüz çevirdiklerini anlattı. Yani müşriklere,
Allah'ın gazabı ve öfkesinden
sakının, sizden önce
geçmiş ümmetlerin, peygamberleri
yalanlamaları yüzünden başlarına gelen azabtan ibret alın, daha sonra gelecek
olan âhiret azabından sakının ki, merhamet olunasmız, denilince... Bu şart
cümlesinin cevabı söylenmemiş olup takdiri şöyledir: Kibirlenip yüzçevirdiler.
ille de ondan yüzçeviriyorlardı' âyeti bunu göstermektedir. Kurtubî şöyle der:
Cevap zikredilmemiş olup takdiri şöyledir: Bu onlara söylenince yüzçevirdiler.
Daha sonra gelen âyeti bunu göstermektedir. Onun yerine bununla yetinildi.[85]
46. O
müşriklere ne zaman peygamberin doğruluğunu
gösteren, Allah'ın desteklemek
için gönderdiği apaçık mucizeler gibi, açık alâmetler geldiyse yalanlama
ve alay yoluyla ondan yüzçevirdiler. Ebussuûd şöyle der: Âyetlerin, rab ismine
izafe edilerek, "Rablerinin âyetlerinden" denilmesi,
âyetlerin şanını, yüceliğini
ifade eder. Bu da, âyetlerden dolayı
peygambere gösteriler cür'etin korkunçluğunu gösterir. Âyetlerden maksat ya
indirilen âyetlerdii ki, Allah'ın eşsiz sanatını ve bol nimetlerini anlatan
âyetler bu kısma girer Veya mucizleri ve diğer harikulade sanatları ihtiva eden
tekvînî âyetlerdi: ki, Yüce Allah'ın birliğine ve üâhlıkta tek olduğuna şahit
olan ve özellikle ri yukarıda anlatılan âyetler bu cümledendir.[86]
47. O
kâfirlere, nasihat yoluyla "Allah'ır size verdiklerinden bir kısmını fakir
ve düşkünlere verin" denildiğinde, Alay etmek için mü'minlere dei ler ki:
Biz, mallarımızı Allah'ın fakiri eştirdiği o kafirlere mi vereceğiz? Siz, Ey
müminler! Apaçık bir sapıklık içersindesiniz Çünkü bizden, Allah'ın fakirleştirdiği
kimselere mallarımızı vermemizi it tiyorsunuz. İbn Abbas şöyle der: Mekke'de
bazı zındıklar vardı. Onlan "Fakirlere sadaka verin" denildiğinde,
"Hayır vallahi vermeyiz. Allah on fakir kılacak da biz mi
besleyeceğiz?!" derlerdi.[87]
Onların bundan maksad mü'minleri reddetmektir. Sanki şöyle diyorlardı:
"Eğer durum sizin dediğ niz gibi olsa, ve Allah her şeye kadir olsa ve her
şeyin rızkını verseydi, e bette bu fakirleri doyururdu. Öyleyse, onları
doyurmayı niçin bizden istiyosunuz?" O beyinsizler, rızık hazinelerinin,
Yaratıcının elinde olduğunu ve O'nun, zenginin nasıl merhamet, fakirin de nasıl
sabredeceğini görmek ve, imtihan etmek maksadıyle insanlardan bazılarını
zengin, bazılarım fakir kıldığını bilmezler. Yüce Allah, fakire dünyalık
vermemiştir, bu cimriliğinden değildir. Zengine de fakire vermesini
emretmiştir. Bu da onun malına muhtaç olduğu için değildir. Fakat bunlar
imtihan içindir. Allah dilediğini yapar. Onun dilemesine ve hükmüne hiç kimse
itiraz edemez." "Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz. Onlar ise
sorguya çekileceklerdir'.'[88] Bundan
sonra Yüce Allah, müşriklerin âhireti inkâr-ettiklerini ve kıyametin kopmasını
uzak gördüklerini haber vermek üzere şöyle buyurdu: [89]
48.
Müşrikler, "Bizi tehdit ettiğiniz kıyamet günü ne zaman gelecek? Bizi
korkuttuğunuz o azap ne zaman jelecek? Öldükten sonra dirilme haşir, hesap ve
azabın var olduğu hususundaki iddianızda doğruysanız bunu bildirin"
derlerdi. Yüce Allah onlara cevap vermek üzere şöyle buyurdu: [90]
49. Onlar,
bilmedikleri bir taraftan ansızın kendilerini yakalayacak bir sayhadan başka
bir şey beklemiyorlar, O anda onlar pazarlarında ve muamelelerinde tartışır bir
halde bulunurlar. Kendilerini yakalayan bir sayhadan başka bir şey
hissetmezler ve oldukları yerde ölürler. İbn Kesîr şöyle der: Allah bilir, bu,
korku sayhasıdır. İnsanlar, âdetleri üzerine pazarlarda ve geçimlerini tenlin
ettikleri yerlerde birbirleriyle tartışır ve münakaşa ederken Yüce Allah
İsrafil (a.s)'e emreder. O da uzun bir üfüriişle Sûr'a üfürür. Yeryü/ündc
boynunu eğip gökten gelen sese kulak vermeyen hie kalmaz.[91] Şu âyet de bunu Ünde eder: [92]
50. Her
hangi bir konuda birbirlerine vasiyette bulunamıyacakları gibi, evlerine ve
ailelerine de dönemezler. Çünkü olay, bundan çok daha hızlı meydana
gelecektir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kıyamet, satıcı ve alıcı aralarına
kumaşı açıp alış-veriş yapmadan ve kumaşı dürmeden kopacaktır. Kıyamet, kişi
havuzunu çamurla onarıp da suyunu kullanamadan kopacaktır. Kıyamet, kişi
lokmasını ağzına götürdüğü halde onu yiyemeden kopacaktır.[93]
Sonra da ikinci üfürme olacaktır. Bu, ölüm üfürüğüdür. Bununla, daima diri
olan ve kâinatı yöneten Allah'tan başka herkes ölecektir. Bundan sonra üçüncü
üfürme meydana gelecek. Bu da öldükten sonra dirilme ve haşir üfürüğüdür.
Bununla bütün insanlar kabirlerinden çıkar.
Şu âyet-i kerime'nin
işaret ettiği mânâ da budur: [94]
51. Sûr'a
üfürülür. İşte o zaman o ölüler hızla kabirlerinden çıkıp yürürler. Taberî
şöyle der: "hızla çıkarlar" demektir. hızlı yürümek demektir.[95]
52. Eyvah!
derler. İçinde bulunduğumuz kabirlerimizden bizi kim çıkardı? İbn Kesîr der
ki: Bu, onların kabirlerinde azap görmediklerini ifade etmez. Çünkü kabir
azabı, daha sonraki şiddetli azaba göre uyku gibidir. Onlar böyle deyince,
melekler veya mü'minler şöyle cevap verirler:[96] Bu
Allah'ın size va'det-miş olduğu öldükten sonra dirilme, hesap ve cezadır. Onun
şerefli peygamberleri, kendisinden bize getirdikleri haberlerde doğru
söylemişlerdir. [97]
53. Onların
öldükten sonra dirilmeleri, sadece bir sayhadan ibarettir. İsrâfîl o sayhayı
onlara üfürür. Onların hepsi hemen yanımızda hazır olurlar. Sâvî şöyle der: Bu
sayha, İsrâfîl (a.s)'in şunları söylemesidir: Ey çürümüş kemikler,
parçalanmış uzuvlar, dağılmış parçalar, ayrılmış saçlar! Allah, hüküm vermek
için toplanmanızı emrediyor. Sonra İsrâfîl (a.s.) Sûr'a üfürür. İnsanlar hemen
hesap yerinde toplanmış olurlar.[98]
54. O
kıyamet gününde, herhangi bir kimseye en ufak bir haksızlık yapılmaz. O kimse
ister iyi olsun, ister kötü olsun. İnsana başkasının günahı da yüklenmez.
Herkese sadece yaptığının karşılığı verilir. Ebussuûd şöyle der: Bu, âhirette
insanlara söyleneceklerin anlatılmasıdır. Hakkı gerçekleştirmek ve onları cezalandırmak maksadıyle hazırlanan azabı
gördüklerinde böyle söylenecektir.[99] Yüce
Allah, kâfirlerin akıbetini anlattıktan sonra, takva sahibi iyi kimselerin
durumlarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [100]
55. O ceza
gününde cennetlikler içinde bulundukları nimetler ve lezzetlerle meşgul olup
cehennemlikleri düşünemezler. Cennetlikler güzel hurilerle eğlenip sefa sürerler.
Yerler, içerler, müzik dinlerler. Ebû Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki,
âyetteki "Şuğul", akla gelebilecek şeyleri düşünmekten alıkoyan
nimetlerdir. İbn Abbas da şöyle der: Bakirelerle beraber olmak ve müzik
dinlemekle meşgul olup üzülmemeleri için cehennemde bulunan yakınlarını
hatırlamazlar.[101]
56. Onlar
cennetlerdeki koyu gölgelerde eşleriyle birliktedirler. Orada ne güneşin
sıcağı, ne de zemheri soğuğu vardır. Kumaş ve Örtülerle süslenmiş koltuklarda
otururlar. [102]
57. Cennette
onlar için, her türden bol bol meyve vardır. Ve Onlar için orada istedikleri ve
arzuladıkları her şey vardır. Nitekim Yüce Allah mealen şöyle buyurmuştur:
"Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı herşey vardır"[103]
58. Onlar
için, rahmeti bol olan rablerinden kıymetli bir selâm vardır. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: "Cennetlikler nimet içersindeyken birdenbire üzerlerine bir
nûr doğar. Başlarım kaldırırlar. Bir de ne görsünler, Yüce Allah üstlerinden
onlara yaklaşmıştır. Onlara: "Selâm size ey Cennet ehli!" der. İşte
m mânâsı budur. Ra-sulullah (s.a.v) devamla şöyle buyurur: Allah onlara, onlar
da Allah'a bakarlar, O'na baktıkları müddetçe, O gözlerinin önünden gitmeden,
hiçbir nimete bakamazlar. Allah'ın nuru ve bereketi, yurtlarında onların
üzerinde kalır.[104]
Bu mübarek âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları
aşağıda özetliyoruz.
1. "Onlar
için, Allah'ın gücünü gösteren parlak ve büyük bir alâmet vardır"
cümlesinde kelimesinin nekre getirilmesi,
alâmetin büyüklük ve yüceliğini ifade eder.
2. "ölü
arzı dirilttik" âyetinde, "ölüm" ile "diriltilme"
arasında tıbâk vardır. "Gece" ile "gündüz" arasında da aynı
şekilde tıbâk vardır.
3.
"Gece de onlar için bir alâmettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp
çekeriz" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, gündüzün
aydınlığını gidermeyi ve gece karanlığının ortaya çıkmasını, koyundan deriyi
yüzmeye benzetti. Kelimesini, gidermek
ve çıkarmak mânâsına gelen ve yerinde müsteâr olarak kullandı. Bundan fiilini
türetip, istiâre-i tasrîhiyye yoluyla "geceden gündüzü çıkarırız"
mânâsında kullandı. Bu, belîğ istiarelerdendir. ve arasında tıbâk vardır.
4. Nihayet o
eski hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner" âyetinde mürsel-mücmel
teşbih vardır. Vech-i şebeh, incelik, eğilme ve sanlık olmak üzere üç şeyden
meydana gelmiştir. Vech-i şebeh zikredilmediği için mücmel adını almıştır.
5. "Güneşin
aya yetişmesi mümkün ve sahih değildir" cümlesinde olumsuz hükmü te'kîdli
ifâde etmek için "müsnedün ileyh" Önce söylenmiştir. Bu ifâde,
ifâdesinden daha beliğdir ve kendisinden istenilenden başkasını yapamayacak şekilde
emre âmâde olduğunu daha vurgulu olarak ifâde eder. Çünkü, müsne-dün ileyh'i
öne alarak "Sen, yalan söylemezsin" demen, "yalan
söylemezsin" demenden daha te'kîdlidir. Çünkü birinci cümle, yalan
söylemeyeceğini, ikinci cümleden daha vurgulu ifâde eder. Kur'an'm
inceliklerini bir düşün.[105]
6. "Herbiri,
bir yörüngede yüzer" cümlesinde, akıllı olmayan varlıklar, akıllılar
yerine konulmuştur. Burada ...o yerine, denilmiş olup güneş, ay ve yıldızlar
için, müzekker ve akıl sahibi varlıklar için kullanılan çoğul kipi
kullanılmıştır. Böyle kullanılmasını sağlayan etken, onların "yüzme"
sıfatıyle nitelenmeleridir. Çünkü "yüzmek" akıllıların
özelliğindendir.[106]
7. "Bizi
uykumuzdan kim kaldırdı?" cümlesinde latîf bir istiare vardır. Burada uyku
mânâsına gelen merkad, ölüm mânâsına gelen memat yerine kullanılmıştır.
İnsanlar, ölüm hallerini uyku hallerine benzetmişlerdir. Çünkü uyku hali Ölüm
haline en çok benzeyen şeydir. Bu ifade "Bizi Ölümümüzden kim
diriltti?" ifâdesinden daha beliğdir.
8. "Bu:
Rahman'm vaadidir" cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Yani, melekler
onlara der ki: "Bu, Rahman'm size va'dettiği şeydir."
9. "İnkâr
edenler iman edenlere dediler" cümlesinde ile arasında tıbâk vardır.
10. "Allah'ın,
dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?" soru
cümlesinden maksat alay etmektir.
11. Âyet-i
kerimelerin sonunda sec'i gayr-i mütekellif vardır: gibi. Bu. güzelliştirici
edebî sanatlardandır.[107]
59. Ayrılın
bir tarafa bugün, ey günahkârlar!
60. Ey
insanoğlu! "Şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir
düşmanınızdır" demedim mi?
61. Ve bana
kulluk ediniz, doğru yol budur, demedim mi?
62. Şeytan
sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâlâ akıl erdiremîyor musunuz?
63. İşte bu
size vaad edilen cehennemdir.
64.
İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!
65. O gün
onların ağızlarını mühürleriz ve yaptıklarını bize, elleri anlatır, ayakları
da şahitlik eder.
66. Dilesek
onların gözlerini büsbütün kör ederiz. O zaman doğru yola koşuşurlar, ama
nerden görecekler!
67. Eğer
dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştiririz de ne ileriye gitmeye
güçleri yeter ne de geri gitmeye!
68. Kime
uzun ömür verirsek biz onun yaratılışını bozar,
beli bükük hâle getiririz. Hiç düşünmüyorlar mı?
69. Biz ona
şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş
bir öğüt ve açıklayan bir Kur'an'dır.
70. Bununla
onun, diri olanları uyarmasını ve
kâfirlere cezanın hak olmasını istedik.
71. Görmüyorlar
mı ki, biz, onlar için, ellerimizle yaptıklarımızdan, pek çok faydalı hayvanlar
yarattık. Onlar da bunlara sahip oldular.
72. Bu
hayvanları onların emrine âmâde kıldık. Onların bazısını binek olarak
kullanırlar, bazısını da yerler.
73. Bu
hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ
şükretmezler mi?
74. Onlar,
yardımlarım umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler.
75. Halbuki
putların onlara yardım etmeğe güçleri yetmez. Bilâkis onlar, bu ma'bûdlar için
yardıma hazır askerlerdir.
76. Yâ
Muhammedi O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların
gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.
77. İnsan
görmüyor mu ki, biz onu nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, açıkça isyan
ediyor.
78. Kendi
yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor, ve "Şu
çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor.
79. De ki,
"Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı
gayet iyi bilir."
80. Yeşil
ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ondan ateş yakıyorsunuz.
81. Gökleri
ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet!
Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.
82. Bir şey
yaratmak istediği zaman Onun işi, o şeye "Ol" demektir, o şey derhal
oluverir.
83. Her
şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ı teşbih ve takdis ederim. Siz sadece O'na
döndürüleceksiniz.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, bahtiyar ve iyilerin durumlarını ve onlar için cennette hazırlanmış
olan devamlı, nimetleri anlattıktan sonra, burada da kötü ve bedbahtların
durumunu ve onlar için hazırlanmış olan rüsvaylık ve azabı anlatmaktadır. Bunu,
Kur'an'm "korkutma" ve "ümitlendirme" şeklindeki üslubuyla
anlatmakta. Bu mübarek sûreyi ölümden sonra dirilme., hesap ve cezaya ait
delilleri anlatarak sona erdirmektedir. [108]
Aynim. iki şeyin
arasını ayırmak, demektir. kelimesinin çoğulu olup halk manasınadır. "Önceki
nesiller"[109]
mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır. "Allah halkı yarattı"
mânâsına gelen cümlesindeki fiilinden türemiştir.
,
Tamamen giderdik. Bir
şeyi ve izini, hiç var olmamış:gibi tamamen gidermek demektir.
Oraya girin ve ateşini
tadın.
Değiştirdik, Bir şeyin
şeklini çirkin ve tanınmayacak hâle çevirmektir.
Onun ömrünü uzatırız.
İhtiyarlık çağma varıncaya kadar ömrü uzatmak manasınadır.
Onu ters çeviririz.
Bir şeyi baş aşağı çevirmektir. Bir şeyi baş aşağı çevirdiğinde dersin, Sonri'
yine eski kafalarına döndürüldüler"[110]
âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır. Remîm, çürüyüp dağılmış demektir. Kemik
çürüdüğünde denir. Sıfatı şeklindedir. [111]
Rivayete göre Kureyş
kâfirlerinin ileri gelenlerinden Übeyy b. Peygamber (s.a.v.)'e çürümüş bir
kemik getirerek eliyle ufaladı. Sonra, "Muhammedi Bu kemik çürüdükten
sonra, Allah'ın bunu dirilteceğini idda ediyorsun?" dedi. Rasulullah
(s.a.v): "Evet, onu diriltecek. Sonra seni diriltecek ve cehenneme
sokacak" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah Su mealdeki âyetleri indirdi:
«İnsan görmüyor mu ki biz onu nutfeden yaratı1. Bir de bakıyorsun ki, açıkça
isyan ediyor. Kendi yaratılışını unutarak karşı misal getirmeye kalkışıyor ve
"şu çürümüş kemikleri kim diriltecek diyor.»[112]
Yüce Allah, Önceki
âyetlerde bahtiyar kişilerin durumunu açıklad'^" tan sonra burada da
bedbahtların durumunu anlatmak üzere şöyle buyurdu.
59. Ey suçlu
kâfirler topluluğu! Bugün mü'fl kullarımdan ayrılın. Onlardan uzaklasın.
Kurtubî şöyle der: Onlara bu hitaP hesap sorulmak için durdukları ve
cennetliklere "cennete girin" diye emre" dildiği zaman yapılır.[113]
60. Bu soru
kınama ve azarlama ifade eder. Bu, suçlu kâfirleri bir kınamadır. Yani, Ey
Âdemoğulları! Ben, peygamberlerin diliyle size emretmedin mi? Sizi, bana isyana
çağırdığı hususta, "şeytana itaat etmeyin" demedim mi? Çünkü o sizin
apaçık düşmamnizdır. İnsan, düşmanına nasıl itaat eder? Bu âyet, "itaat etmeyin"
emrinin sebebidir. [114]
61. Ben size
sadece Bana ibadet etmenizi, Beni birlemenizi, itaat etmenizi ve emrime
sarılmanızı emretmedim mi? Bu dosdoğru bir din ve dosdoğru yoldur. [115]
62. Bu âyet,
"Şeytana itaat etmeyin" emrinin sebebini pekiştirmektedir. Yani,
Andolsun ki, şeytan sizden birçok kimseyi saptırdı ve doğru yola girmekten
alıkoydu. Taberî şöyle der: Şeytan, sizden birçok kimseyi Bana itaattan
alıkoydu. Neticede kendisine ibadet ettiler.[116]
Sizin, şeytana itaat ve Rabbinizin emrine muhalefet etmekten alıkoyacak
aklınız yok muydu? Bu,
suçlu kâfirler için bir başka kınamadır. Bundan sonra Yüce
Allah onları bekleyen azabı kendilerine müjdeledi: [117]
63. İşte bu,
cehennem ateşidir. Bunu size peygamberler va'detmişti de onu yalanlamıştınız.
Sâvî şöyle der: Bu, onlar cehennem kenarındayken yapılmış olan bir hitaptır.
Maksat, daha fazla kınamak ve
azarlamaktır.[118]
64. Dünyada
inkâr etmeniz sebebiyle bugün onun ateşini tadın ve çeşitli azaplara katlanın!
Bu emir horlama ve küçültme mânâsına kullanılmıştır. "Tat bakalım. Çünkü
sen kendince üstündün şerefliydin"[119] mealindeki
âyette geçen emre benzer.
Bundan sonra Yüce
Allah, müşriklerin kıyamet gününde, herkesin gözü önündeki riisv aylıkları m
bildirdi: [120]
65. O
kıyamet gününde kâfirlerin ağızlarını konuşamayacaklar bir şekilde mühürleriz. Uzuvları,
elleri ve ayakları çirkin işlerini söyleyerek aleyhlerine şahitlik yapar. İbn.
Cerir el-Taberî, Ebû Mûsâ el-Eş'ârfnin
şöyle dediğim rivayet eder:
Kâfir ve münafık, kıyamet gününde hesap için çağırılır. Rabbi amelini ona gösterir. Fakat o inkâr
eder. Der ki: Ey Rabbim! Senin izzetine yemin ederim o melek yapmadığım şeyleri
aleyhime yazmış. Melek der ki: "Şu günde ve şu yerde bunu yapmadın
mı?" Kişi: "Ey Rabbim! Senin izzetine yemin ederim ki onu yapmadım" der. Kişi
böyle davranînca ağzına mühür vurulur ve uzuvları konuşur. el-Eş'arî
daha sonra âyetini okudu.[121] Hadiste
şöyle buy nıl muştur: Kul, "Yâ Rabbî Sen beni zulümden korumadın mı?"
diyecek. Allah, "evet, korudum" buyuracak. Kul, "Ama ben,
kendime benim tarafımdan bir şahit getirilmesinden başka bir şeye razı
değilim" diyecek. Allah, "Bugün sana tek şahit olarak nefsin, çok
şahit olarak da kirâmen kâtibin melekleri yeter" buyuracak ve sonra o
kulun ağzına mühür vurulacak. Daha sonra uzuvlarına "konuş"
denilecek. Onlar da bunun amellerini söyleyecektir. Sonra konuşma hususunda serbest
bırakılacak ve sizler uzak olun, ırak olun. Ben ancak sizin için mücâdele ediyordum"
diyecek.[122]
66. Dilesek
onların gözlerini tamamen kör ederiz. Daha önce yaptıkları gibi kendi
yollarında koşuşup dururlar. Fakat o takdirde nasıl görecekler?! İbn Abbas
şöyle der: İstesek, doğru yolu görmelerine engel oluruz. O takdirde asla doğru
yolu bulamazlar.[123] Bu, Kureyş'i tehdittir. [124]
67. Dilesek,
onları yerlerinde oturtacak şekilde suretlerini değiştiririz, Yerlerinde iken
şekilleri değiştirilince ne gidebilirler, ne dönebilirler. Bu da suçlu kâfirler
için başka bir tehdittir.
Bundan sonra Yüce
Allah, ömürlerini uzatarak kâfirlerin şekillerini değiştirebileceğine dair
delilleri anlattı. [125]
68. Kimin
ömrünü uzatırsak onu halden hâle sokarız. Yaratılışını tersine çeviririz de hiç
bir şey bilmeyen çocuk gibi olur. Katâde şöyle der: Çocukluk hâline benzeyen
ihtiyarlık haline girer. Ömrün uzaması, gençliği ihtiyarlığa, kuvveti
zayıflığa, fazlalığı eksikliğe çevirir. Bunu yapmaya gücü yetenin onları kör
edebileceğini veya şekillerini değiştirebileceğini anlayamıyorlar mı? İbn
Cüzeyy şöyle der: Bundan maksat, Yüce Allah'ın, ihtiyarladığında insanın
yaratılışını tersine çevirebildiği gibi, kâfirlerin şeklilerini de
değiştirebileceğine delil getirmektir.[126]
69. Biz
Muhammed'e şiiri öğretmedik. Şâir olmak ona yakışmaz ve onun için doğru olmaz.
Kurtubî şöyle der: Bu, kâfirlerin, "O bir şâirdir, getirdiği de şiir
kabilinden bir şeydir" şeklindeki sözlerine bir cevaptır. Rasulullah
(s.a.v.) asla bir şâir değildir. Kur'an da bir şiir değildir. Çünkü şiir
vezinli ve yalanla süslenmiş, hayâle ve boş evhamlara dayanan bir sözdür. Hattâ
şiir hakkında, "Onun en tatlısı en yalan olanıdır" denilmiştir. O
nerde, beşer sözüne benzemekten uzak olan Kur'ân-i Kerim nerde! İnsanlar şiiri
çokça övmüş ve
yermişlerdir. Orta yol Şafiînır dediğidir: "Şiir bir kelamdır;
kelamın güzeli de vardır, çirkini de vardır. Muhammed (a.s.)'in okuduğu bu şey,
Yüce Allah'ın, çulları için bir öğüt ve hatırlatması dır. Hiçbir şekilde şiirin
karışamayacağı apaçık ve parlak bir Kur'an'dır. [127]
70. Bu
Kur'an'la, kalbi diri, basireti açık olanı uyarması için gönderdik. Bu
özellikleri taşıyanlar da mü'minlerdir. Çünkü Kur'an'dan yararlananlar
onlardır. Kâfirlere azabın farz olması için de gönderdik.[128]
Çünkü onlar ölüler gibidir, kendilerine söylenenleri anlamazlar. Beyzâvî şöyle
der: Yüce Allah, inkârlarından, delillerinin tutarsızlığından ve
düşüncesizliklerinden dolayı gerçekte ölüler olduklarını bildirmek için onları
dirilerin karşılığında zikretti.[129]
Bundan sonra Yüce Allah
onlara nimetlerini hatırlattı ve tekrar birliğini ve gücünü gösteren delilleri
anlattı ki, eserlerinden varlığına delil getirsinler: [130]
71. Bu
âyetteki hemze, inkâr ve hayrete düşürme ifâde eder. Yani, vasıtasız, ortaksız
ve yardımcısız olarak llerimizle yarattığımız şeylere ibret gözüyle bakıp
düşünmediler mi? Onlar için yarattığımız davarlar, develer, sığırlar ve
koyunlara bakıp da bunları birliğimize ve gücümüzün sonsuzluğuna delil
getirmediler mi? Onlar, mülk sahibinin, malında tasarruf ettiği gibi, o
hayvanlarda istedikleri gibi tasarruf ederler. [131]
72. Bu
hayvanları onların emrine hazır hâle getirdik. İbn Kesir şöyle der: Yani
Allah, insanları o hayvanlara güç yetirecek şekilde yarattı. Hayvanlar onların
emrine hazır olup karşı gelmezler. Hattâ küçük bir çocuk isterse bir deveyi
çöktürür. İsterse kaldırır ve sevkeder. Hayvan onun emrine uyar. Aynı şekilde
deve konvoyunda yüz deve olsa, hepsi küçük çocuğun yürümesiyle yürür. Bunları,
kullarının emrine veren Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O hayvanlardan bir
kısmına yolculuklarda binerler ve
yüklerini taşıtırlar. Kara gemileri
olanlar develer böyledir. Onlardan sığır ve koyun gibi bazıları da
vardır ki, onların da etlerini yerler. [132]
73. İnsanlar
için o hayvanlarda, binme ve yemenin dışında deri, yün ve tüyler gibi birçok
faydalar da vardır. Yine onlar için hayvanlarda içilecek şeyler de vardır;
onların sütlerinden içerler. "Onların karınlarındaki dışkı ile kan
arasından gelen içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt"[133]
içerler. Bu yüce nimetlere karşı hâlâ Rablerine şükretmeyecekler mi? Bu
âyetlerden maksat, nimetleri saymak ve kâfirlerin aleyhine delil getirmektir.
Bundan sonra Yüce
Allah, işitmeyen ve fayda sağlamayan putlara tapmalarından dolayı onları
şiddetle kınadı. Çünkü bu davranışları, son derece sapıklık ve azgınlıktır: [134]
74.
Müşrikler ilâhlar kendilerine yardım ederler ümidiyle taştan ilâhlara taptılar.
Halbuki onlar dilsiz ve sağır idiler. Duayı işitmezler, seslenmeye de cevap
vermezler. [135]
75. İlâh
oldukları zannedilen o varlıklar, hiçbir şekilde, ne şefaat ve
ne yardım edebilirler, ne
de destek olabilirler. Tanrıları onlara herhangi bir
fayda sağlamamasına rağmen, o müşrikler, tanrılarına aşın bağlılık, onları
savunma, mal ve canlarını onlar uğrunda feda etme hususunda onların hazır
askerleri ve hizmetçileri gibidir. Katâde şöyle der: Müşrikler, tanrıları için
dünyada başkalarına kızarlar. Halbuki tanrıları onlara ne bir iyilik getirir,,
ne de onlardan bir kötülüğü savar. Onlar sadece putlardır, müşrikler de hizmetçiler
gibidir.[136] Kurtubî de şöyle der: Yani, müşrikler bizim
gücümüzün eseri olan bu alâmetleri gördüler, sonra bizi bırakıp, asla hiçbir
şey yapamayan ilahlar edindiler. Kâfirler, ilâhlarını savunuyor ve korumaya
çalışıyorlar. Onlar ilâhların askerleri durumundadır. Putlar ise onlara yardım
edemezler.[137]
76. Ey
Muhammed ! Onların seni yalanlamarına ve şair veya sihirbaz diye itham
etmelerine üzülme. Bu âyet, Peygamber (s.a.v) için bir teselli olup cümle
burada bitmiştir. Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurdu: Biz, onların
kalplerinde gizlediklerini ve açıkça söyledikleri sözleri ve' yaptıkları
fiilleri biliriz, onlara bunların karşılığını vereceğiz. Rabbinin her şeye
şahit olması sana yeter. Bundan sonra Yüce Allah, öldükten sonra dirilme ve
haşrin meydana geleceğine dair kesin ve kat'î delili getirdi: [138]
77. O
inkâra, insan, ibret nazarıyla bakıp ve Allah'ın gücü hakkında düşünüp de
kendisini, pisliğin çıktığı yerden çıkan âdı ve değersiz bir şeyden, yani
meniden yarattığımızı anlamadı mı? Bu soru, istifhâm-ı inkârı olup kınama ve
azar ifade eder. Şimdi o, bâtıl yolda şiddetli bir mücadeleci oluverdi. Rabbine
karşı mücadele ediyor, Onun gücünü inkâr ediyor ve Öldükten sonra dirilme ve
haşri yalanlıyor. İnsanı bir meniden yaratabilen Allah, öldükten sonra onu
tekrar yaratamaz mı? Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Übeyy b. Halef hakkında inmiştir. Übeyy,
çürümüş bir kemik getirip
onu ufalayarak Rasulullah
(s.a.v)'ın yüzüne doğru üfledi. Ve alay ederek şöyle dedi: Ey Muhammed! Biz bu
şekilde toz haline gelmiş kemikler olduktan sonra, Allah'ın bizi dirilteceğini
mi iddia ediyorsun? Rasulullah (s.a.v) ona şöyle cevap verdi: "Evet, Allah
seni diriltecek ve ateşe sokacak"[139]
78. O kâfir,
çürümüş kemiği bize misal getirip, insan öldükten ve yok olduktan sonra
Allah'ın onu tekrar yaratmasını uzak görüyor. Kendisini ölü bir meniden yaratıp
ona hayat verdiğimizi unutuyor. Kendisinin harikulade yaratılışını ve fevkalade
bir şekilde ilk meydana getirilişini unutuyor. Onun cevabı, kendisinde vardır,
O kâfir, "son derece çürük ve dağılmış olan bu kemikleri kim
diriltecek?" diyor. Sâvî âyeti şöyle îzâh eder: "O kâfir, darb-ı
mesel olacak derecede garip ve hayret verici bir söz söyledi, bizim gücümüzü
mahlûkâtın gücü ile mukayase etti.[140]
79. Ey
Muhammedi O kâfiri ve misallerini susturup boşa çıkarmak için de ki: O
kemikleri, yoktan meydana getiren ve hiçbir benzeri olmaksızın ilk defa yoktan
yaratan tekrar yaratıp diriltecektir. Yoktan yaratabilen, tekrar yaratabilir. O
nasıl yaratacağını ve nasıl yoktan var edeceğini bilir. Cesetler yok olduktan
sonra onları diriltmek Allah'a güç gelmez. [141]
80.
Kudretiyle sizin için, yeşil ağaçtan, ağacı yakacak ateşi çıkaran odur.
İstediğini yapmak O'nun için imkânsız değildir. Çürümüş kemikleri diriltip yeniden
yaratmaktan âciz değildir.[142] Ebu Hayyân şöyle der: Burada Yüce Allah
onlara, insanın meniden yaratılmasından daha harikulade bir olayı anlattı ki
bu olay da, bir şeyi zıddmdan ortaya çıkarmaktır. Bu, benzersiz ve eşsiz bir
olaydır ki bu da yeşil bir şeyden ateş çıkarmaktır. Suyu görmez misin? O, ateşi
söndürüyor. Bununla birlikte ateş, su ihtiva eden. yeşil şeyden çıkıyor.
Bedeviler Merh ve Ufar denilen iki tür ağacı birbirine sürterek ateş
çıkarırlardı. Arapların şöyle bir darb-ı meseli vardır: Her şeyde ateş vardır ama
Merh ve Ufar'da daha çoktur.[143] Şu beyti söyleyen ne güzel Söylemiştir:
İki zıddilir arada
toplamak, Allah'ın kudretinin sırlarındandir. İşte bulut, onda hem su var, hem
de ateş. Siz de o ağaçtan ateş çıkarıyorsunuz.
[144]
81. Hacimlerinin
büyüklüğü ve durumlarının azameti ile birlikte gökleri ve yeri yaratan, yok
olduktan sonra Âdemoğullannın cesetlerini yaratamaz mı? Evet, elbette buna gücü yeter. Çünkü O. çok
eşsiz yaratandır. Her şeyi hakkıyle bilir. [145]
82. Yüce
Allah'a hiçbir şey zor gelmez. Çünkü Onun emri ile arasındadır. O bir şeyi
İstediği zaman, yorulmaksızın, gayret göstermeksizin, zorluk ve meşakkate
katlanmadan o şey hemen, olur. [146]
83. Geniş
mülkün sahibi olan ve herşeye tam gücü yeten Yüce Allah, noksan sıfatlardan
uzaktır, Hesap ve ceza için bütün mahlûkâtın dönüşü sadece Onadır.
Yüce Allah bu mübarek
sûreyi, sonsuz gücünü ve mülkünün ve saltanatının azametini gösteren bu güzel
sonuçla bitirdi. Kâinatı Yaratan Yüce Allah, mülk ve saltanatında tektir. [147]
Bu mübarek âyetler, birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
Özetliyoruz:
1. "Şeytan'a
tapmayın diye" ve bana tapın diye arasında tıbâk-ı selb vardır. Birincisi
olumlu, ikincisi olumsuzdur.
2. "Hâlâ
akıl erdiremiyor musunuz?" ve ütel
hâlâ şükretmiyorlar mı? cümleleri istifhâm-ı inkârı olup kınama ve azarlama
ifade eder.
3. "gitmek"
ile "dönerler" ve "gizliyorlar" ile açıkça yapıyorlar
arasında tıbâk vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
4.
"Onlar ilâhlar için, hazırlanmış askerlerdir'
cümlesinde teşbîh-i
belîğ vardır. Yani, onlara hizmet etme ve onları savunma hususunda asker
gibidirler. Teşbîh edatı ile teşbih yönü söylenmemiş, böylece teşbîh-i belîğ
olmuştur.
5. "O
hayvanlardan bazıları binekleridir" cümlesinden sonra, O hayvanlarda onlar
için faydalar ve içilecek sütleı vardır" cümlesinin gelmesi, husustan
sonra umumun zikri olmuştur. Bu, ni mete verilen değerin büyüklüğünü ve
yüceliğini ifade eder.
6.
"Diri olanları uyarması için
kâfirlere azabın hak olması için" cümleleri arasında mukabele
vardır. Yüc Allah, "inzâr" a mukabil "i'zâr"ı ve,
mü'minlere mukabil kâfirleri zikretti.
7. "Ellerimizin
yaptıklarından hayvanlar yarattık cümlesinde
istiâre-i temsîliyye vardır. Çünkü hayvanlar yapılmaz, yi ratılır. Fakat Yüce
Allah yaratma ve meydana getirmenin sadece kendin mahsus oluşunu, birşeyi kendi
elleriyle ve bizzat yapan kimseye benzetti.
İstiâre-i temsîliyye
yoluyla, "yapmak" mânâsına
gelen kelimesini "yaratmak" mânâsına gelen kelimesi yerinde kullandı.[148]
8.
sıygaları, mübalağa içindir.
9. "Yüce
Allah'ın o şeye "ol" demesidir. O da derhal oluverir" cümlesinde
istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, kurdetinin eşyaya tesir ve etkisinin
sür'atini, hiç beklemeden ve diretmeden, kendisine itaat edilen kimsenin emrine
benzetti. Zira O bir şey istediğinde o şey, emri geciktirmeden hemen oluverir.
Bu, latîf istiarelerdendir.[149]
"el-Melekût"
kelimesi, "mülk" kelimesinden türetilmiş mübalağa sıyğasıdır.
"Tam, geniş mülk" demektir. Mübalağa kalıbı olan ve kelimeleri gibidir. [150]
Büyük âlim İbn Kesîr
der ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın Hendek günü. İbn
Revâha'ya âit
"Allah'ım sen olmasaydın, biz doğru yolu bulamazdık" beytini okuduğu,
Huneyn günü devesine binmiş olduğu halde, Ben peygamberim, yalan yok, ben Abdulmutta-lib'in
oğluyum" dediğir. Sen ancak kanayan bir parmaksın. Karşılaştığın şeyler
Allah yolundadır" dediği ve söylediği diğer benzeri sözler, şiir
kastetmeden tesadüfen söylediği sözlerdir. Bilakis bütün bunlar, onun
lisanından kasıtsız olarak dökülmüştür. Bize göre, bunların hepsi Yüce Allah'ın
şu mealdeki sözü içersinde değerlendirilmelidir: "Biz ona şiir
öğretmedik. Bu onun için uygun da değildir"[151] Bunu düşün. Bu çok nefis bir şeydir.
Allah'ın yardımıyle
Yasin Sûresi'nin tefsiri bitti. [152]
[1] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/191.
[2] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/192.
[3] Bu hadisi Bezzar rivayet etmiştir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/192.
[4] Bkz, Fîrûzâbâdî, el-Kâmusu'1-muhît, maddesi.
[5] Taberî, 15/8
[6] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/196.
[7] Hurufu mukattaa hakkında geniş bilgi için, bkz, Bakara
sûresi'nin başı.
[8] Kurtubî, 15/4
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/197.
[9] Kurtubî, 15/5
[10] Ebussuûd, 4/247
[11] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/197.
[12] Kurtubî, 15/5. Kurtubî bunu Kuşeyrî'den nakletmiştir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/197.
[13] Taberî, 22/97
[14] İbnu'l-Münîr, el-İntisâf ale'l-Keşşâf, 4/2
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/197.
[15] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/198.
[16] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/198.
[17] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/198.
[18] Celâleyn, 3/318
[19] Zekân, Ezkân'm tekilidir. Taberî şöyle der: Zekan iki
çene kemiğinin birleştiği yerdir.
[20] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/155
[21] Ebussuud, 4/248
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/198.
[22] Ebussuûd, 4/249
[23] Sâvî Haşiyesi, 3/319
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/199.
[24] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/199.
[25] el-Bahr, 7/325
[26] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/156
[27] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/199.
[28] Taberî, 22/99
[29] Müslim, Mesâcid, 281
[30] İsra sûresi, 117/71
[31] Tercihe daha şayan olan bizim anlattığımızdır ki, o
da, "imâm" dan maksadın amel defteri olmasıdır. İbn Kesîr'in tercihi
budur.
[32] el-Bahr, 7/325
[33] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/199-200.
[34] Kurtubî, 15/14. Bunların, İsa'nın (a.s.) elçileri
olduğuna dair Kurtubî'nin anlattığı görüş tercihe şayan olan bir görüştür.
Çünkü, Siz, bizim gibi insandan başka bir şey löeğiİsiniz" sözü, ancak,
Allah'ın kendilerini peygamber olarak gönderdiğini iddia edenlere [söylenir.
İbn Cüzeyy de böyle der.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/200.
[35] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/200.
[36] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/201.
[37] Teshil, 3/161
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/201.
[38] el-Bahr, 7/327
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/201.
[39] Beyzâvî Haşiyesi, 3/125
[40] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/201.
[41] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/201-202.
[42] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/159. Bu şahsın isminin
Habibu'n-neccâr olduğuna dair söz, İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir.
[43] Kurtubî, 15/18. Bu Vehb'in rivayeti olup Kurtubî
tarafından anlatılmıştır.
[44] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/202.
[45] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/202.
[46] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/202-203.
[47] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/203.
[48] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/203.
[49] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/159
[50] Kurtubî, 22/104
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/203.
[51] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/160
[52] Bu, İbn Abbas'ın sözüdür. Zemahşerî şöyle der: Merfû
hadiste şöyle gelmiştir: Habîb, diri olarak da, ölü olarak da kavmine nasihat
etti. Ben derim kis meşhur olan, bunun da ibn Abbas'ın sözü olmasıdır.
[53] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/203-204.
[54] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/204.
[55] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/204.
[56] Beyzavî Haşiyesi, 3/128
[57] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/204.
[58] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/161
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/204.
[59] el-Bahr, 7/335
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/204-205.
[60] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/205-206.
[61] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/206.
[62] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/210.
[63] A'râf sûresi, 7/175
[64] Bkz. Kurtubî, 15/31. Sıhâh, maddesi. Fîrûzâbâdî,
Kâmûs, adı geçen madde.
[65] Kurtubî, 15/40
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/210.
[66] Kurtubî, 15/25
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/211
[67] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/211.
[68] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/162
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/211.
[69] Sübhanallab! Allah'ın gücü ne büyük! Şimdiye kadar
hakim olan görüş şuydu: Erkel ve dişilik sadece insanlar ve hayvanlar arasında
olur. Kur'an-ı Kerim modern ilmin yakın zamanda keşfettiği bir şeyi ispat eden
apaçık mucizeyi getirdi ki, bu da erkeklik ve dişili insanlar, hayvanlar,
bitkiler, zerreler ve diğer varlıklar arasında olmasıdır. Çünkü madde en küçük
parçası olan atomun farklı iki şeyden yani birleşerek atomu meydana getiren yüklü
proton ile (-) yüklü elektrondan meydana geldiği ve bitkilerin de erkek ve dişi
orgar olduğu anlaşılmıştır. "Yerin bitirdiklerinden, insanların
kendilerinden ve henüz mahiyetle bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan
Allah'ı teşbih ederim" diyen Yüce Allah nol sıfatlardan uzaktır.
[70] Zâriyât sûresi, 51/49
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/211-212.
[71] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/212.
[72] Buharı, Tefsîr, 36/1.
[73] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/162
[74] Şehît Seyyid Kutub Fİ Zılâli'l- Kur'ân adh tefsirinde
şöyle der: Güneş kendi etrafında döner. Halbuki onun, döndüğü yerde sabit
olduğu zannediliyordu. Fakat son zamanlarda anlaşıldı ki, güneş yerinde
durmuyor. Bilakis o fiilen, bu korkunç kâinat boşluğunda bir istikâmette hızla
akıp gidiyor. Astronomlar güneşin bu hızının saniyede 12 mil olduğunu hesap
etmişlerdir. Güneşi, onun hareketini ve varacağı yeri bilen Rabbİ Allah,
"Karar kılacağı yere doğru akıp gitmektedir" buyuruyor. Onun
hareketinin sona ereceği bu karar yerini Yüce Allah'tan başka kimse bilmez...
Güneşin hacminin, bizim bu yerküremizin hacminden bir milyon kadar daha büyük
olduğu ve bu korkunç kütlenin, hiçbir şeyin desteği olmadan uzayda hareket
ettiği ve akıp gittiği tasavvur edilince ilmi ve kudreti ile bu varlığı yöneten
kuvvetin niteliğini bir nebze anlarız. İşte bu azız ve alîm olan Allah'ın
takdiridir" buyuran Allah doğru söylemiştir. (Fi Zîlâl, 7/24-25)
[75] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/212.
[76] Muhtasar-ı İbn Kesîr. 3/163
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/212-213.
[77] Taberî, 23/6
[78] Kurtubî, 15/33
[79] Kıyâme sûresî, 75/9
[80] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Yıldızlar arasındaki
mesafeler çok büyüktür. Bu kaı natın yaratıcısı olan Yüce Allah bu büyük
mesafelerin, yıldızlar arasında olmasını takdir et ki, bilgisiyle yıldızları
çarpışmaktan korusun. Bu cisimlerin o büyük boşluktaki hareketi gen
okyanuslardaki gemilerin hareketine benzer. Yıldızlar, büyüklüklerine rağmen, o
korkun boşlukta yüzen noktalar olmaktan Öte geçmez. (Fî Zılâli'l-Kur'ân, 7,
25-26)
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/213.
[81] Teshîl, 3/164
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/214.
[82] Kurtubî, 15/35. İbn Abbas'tan gelen bir başka görüş de
şudur: "onun benzeri"nden maksat, gemilerdir. Yani Yüce Allah onlar
için Nuh (a.s)'un gemisinin benzeri, binecekleri gemiler yarattı. Bu görüş daha
açıktır. Zira daha sonra gelen istersek onları suda veri hnnu desteklemektedir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/214.
[83] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/214.
[84] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/214.
[85] Kurtubî, 15/36
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/215.
[86] Ebussuûd, 4/255
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/215.
[87] Kurtubî, 15/37. Kurtubî şöyle der: Bu cevabı,
müminlerle alay mahiyetinde söylediler.
[88] Enbiyâ sûresi, 21/23
[89] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/215-216.
[90] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/216.
[91] Muhtasar-1 İbn Kesir, 3/165. İbn Kesîr'in ifade ettiği
bu görüş Taberî'nin de tercihidir. Onlara göre sayha'dan maksat korku
üfürüğüdür. Kurtubî ise şöyle der: Bu, bütün canlıları öldüren ölüm
üfürüğüdür.
[92] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/216.
[93] Buharı, Rikâk 40L Fiten 25.
[94] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/216.
[95] Taberî, 23/11.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/217.
[96] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/166
[97] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/217.
[98] Sâvî Haşiyesi, 3/328
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/217.
[99] Ebussuûd, 4/257
[100] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/217.
[101] el-Bahr, 7/342
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/217.
[102] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/217.
[103] Zuhruf sûresi, 43/71
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/218.
[104] Bu hadisi İbn Ebî Hatim rivayet, etmiştir. Ibn Kesir,
bunun isnadında şüphe olduğunu sövler Bkz. Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/167. Bu
hadisi tbn Mâce de Sûnen'inde rivayet etmiştir.
[105] Bkz. Beyzâvî Haşiyesi, 3/132
[106] Savi Haşiyesi, 3/132
[107] Biz hepsini değil, bazı edebi örnekleri anlattık ki,
insan Kur’an’daki edebi güzelliklerinden bir nebze tatsın. Yoksa, Allah’ın
kelamı mucizedir. Onda öyle edebi güzellikler vardır ki, dil onu anlatmaktan
acizdir. Kur’an’ı indiren Yüce Allah noksan sıfırlarından münezzehtir.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/218-219.
[108] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/222.
[109] Şuarâ sûresi, 26/184
[110] Enbiyâ sûresi, 21/65
[111] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/223.
[112] Bkz. Kurtubî, İ5/58; el-Bahr, 7/348
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/223.
[113] Kurtubî, 15/46
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/223.
[114] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/224.
[115] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/224.
[116] Taberî, 23/16.
[117] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/224.
[118] Sâvî Haşiyesi, 3/329.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/224.
[119] Duhân sûresi, 44/49.
[120] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/224.
[121] Taberî, 23/17.
[122] Müslim, Zühd, 17
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/224-225.
[123] Kurtubî, 15/49
[124] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/225.
[125] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/225.
[126] Teshil, 3/166
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/225.
[127] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/225-226.
[128] Ebussuud, 4/261
[129] Beyzavi, 2/136
[130] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/226.
[131] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/226.
[132] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/226.
[133] Nahl suresi, 16/66
[134] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/226-227.
[135] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/227.
[136] Bu, Taberî'nin tercih edip seçtiği tefsirdir. Ekz,
Taberî, 23/20
[137] Kurtubî, 15/56 (özetleyerek).
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/227.
[138] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/227.
[139] Ebu Hayyân şöyle der: Bir görüşe göre bu âyet As
b.Vâil hakkında inmiştir. En doğrusu bunun Übeyy b. Halef hakkında inmiş
olmasıdır. Bkz. bu bölümün nüzul sebebi.
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/227-228.
[140] Sâvî Haşiyesi, 3/331
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/228.
[141] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/228.
[142] Taberi, 23/21
[143] el-Babr, 7/348
[144] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/228.
[145] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
5/228-229.
[146] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/229.
[147] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/229.
[148] Bkz. Beyzâvî Haşiyesi, 3/140
[149] Bkz. Şerîf Râdî, Telhîs, 1/192
Muhammed Ali Es Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 5/229-230.
[150] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/230.
[151] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/176:
[152] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 5/230.