YÂSÎN SÛRESİ
Bu
sûre-i celile cin sûresinden sonra Mekke'de nazil olmuştur. Seksen üç âyettir.
-Yasin» diye başladığı için bu adı almıştır. Bu sûreye «Kaîb» adı da
verilmiştir. İtikada dair birçok esasları ihtiva ettiği ve okuyanların
kalblerini nûrlandırdığı için de «Kalbü'1-Kur'-an» admı almıştır. Birçok yanlış
inançları ortadan kaldırdığı ve İs-lâmiyeti müdafaa ettiği için de «Dafia»
unvanını almıştır. Gafilleri ikaz edip haklarındaki hükra-i ilâhîyi bildirdiği
için de -Kaziye» adını almıştır. Kendisini, ihlâs ile okuyanların dünyevi ve
uhrevî nimetlere nail olacaklarına vesile olaoağı için «Muammime» unvanını da
almıştır.
Bu
sûrenin ihtiva ettiği başlıca konular şunlardır:
_
Hz. Peygamberin risaletini tasdik ve ona muhalefet edenleri tehz'r ve tehdit.
— Önceki
ümmetlerin inkârları yüzünden başlarına gslen felâketleri beyan ile arkadan
gelenleri uyarmaya davet etmek.
—
Hâlik-ı Zülcelâl'in, bir kısım eserlerine insanoğlunun dikkatini çekerek akıl
sahiplerini tefekküre sevk etmek.
—
Âhireti inkâr edenlerin nasıl pişman olacaklarını bildirmek ve mü'minlerin ne
büyük bir mükâfata nail olacaklarım müjdelemek.
—
insanların mükellef oldukları dini vazifeleri irşad ile, bütün mevcudatın
Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet ettiğini bildirmek.
174 Yasin Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 1-4)
6
— Her canlının kıyamet günü hesaba çekileceğini haber vermek.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîles-Inde şöyle buyuruyor:
«Yâ
Muhammed, oku Yasin süresini.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Kur'an'm içinde bir sûre vardır ki,
okuyana ve dinleyene kıyamet günü şefaat eder, onun adı da *Yâsin»dir. Ibn
Abbas'm rivayetine göre, Yasin, Tay kabilesinin lisanında insan demektir. îbn
Hanefiye'ye göre, Yasin «Yâ Muhammed» demektir. İmam-ı Katade'ye göre Yasin,
Kur'an'm isimlerinden biridir. îmam-ı Kâ'b'ın rivayetine göre, Yasin, yemindir.
Allahü Teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan iki bin yıl Önce Kur'an'a yemin
etmiştir. «Ve'1-Kur'âni'l-Hâkim» buyurmuştur ki, buna delildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesînde şöyle buyuruyor:
«O
hikmet dolu Kur'an'a yemin ederim ki.»
Bu
Kur'an muhkemdir, İmanı küfrü, helâli haramı, hakkı bâtılı, hayrı şerri, iyiyi
kötüyü, sevabı günahı, cenneti cehennemi beyan eder. Bunda tebdil ve tağyir
yoktur. Helâli haram, haramı da helâl yapılamaz. Neyi ortaya koymuşsa o asla
değişmez. Bazı tefsircilere göre, Hakim, hâkim manasınadır. Bu Kur'an
kendisinden Önce gönderilen kitaplar üzerine hâkimdir. Onları tasdik eder,
onların içindekilerin hepsi bu Kur'an'da mevcuttur. Fakat bir kısmı nesh
edilmiştir. Onlarda olmayan birçok hükümler Kur'an'da mevcuttur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüeainde şöyle buyuruyor:
«Sen
doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin.»
Allahü
Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'e yemin edip «Yâ Muhammed, hakikaten sen gönderilmiş
peygamberlerdensin» buyurarak, kâfirlerin •'leşte mürselen* sen peygamber
değilsin» sözlerini reddetmiştir. Yemin etmesinin hikmeti de budur. Söyle
buyurur sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, sen doğru yol üzerindesin ki, o da
islâm'dır.»
(Caz: 22. Âyet: 5-7) Yasin Sûresi 175
Bazı
tefsircilere göre, Allahü Teâlâ bu iki âyetle önceki peygamberlerin sıfatlarını
belirtmiştir. Demek olur ki, Yâ Muhammed, sen o peygamberlerdensin ki, onlar
doğru yol üzereydiler. Zira bütün peygamberlerin yolu budur. Bundan başka bir
yola asla girmezler. Nitekim Yüce Halik Al-i îmran sûresinin seksen beşinci
âyetinde «kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan bu din asla kabul edilmez vg
o, âhirette de en büyük zarara uğrayanlardandır» buyurmuştur. Bütün
Peygamberlerin Allah tarafından getirmiş oldukları din budur. Görülüyor ki,
islâm'dan başka bir din Allah katında asla geçerli değildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîles:nde şöyle buyuruyor:
«Bu
Kur'an, aziz, rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir.» Bu Kur'an, aziz ve
rahîm olan Allah tarafından kulu Muham-med'e indirilmiştir. Aziz, hükmü galip
padişah demektir. Kimse O'-nun peygamberini peygamberlikten men edemez. Rahim,
esirgeyici demektir. O, Peygamberi Muhammed'i esirgeyip Kur'an' ile, insanları
hidâyete, doğru yola ve imana davet etmek için göndermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesmde şöyle buyuruyor:
«Bunun
hikmeti de ataları azab ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet içinde
kalmış olan bir kavmi korkutmandir.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, biz bu Kur'an'ı sana
indirmemizin sebebi, ataları azab ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet
içinde kalmış olan bir kavmi korku îmandır.» Bu mânâya göre mâ ünzile deki mâ
nefidir. Bazı tefsircilere göre bu âyetin mânâsı şudur: Yâ Muhammed, sen bu
kavmi azab ile korkut, zira bunların ataları da korkutulmuş tu. Bunlar ataları
korkutulduğu zaman kendileri gaflet içinde idiler. Mü'minlerin bundan
alacakları ders, ölümü unutup dünyaya aldan-mamahdırlar. Kim ölümü unutup
dünyaya aldanırsa, sonu helaktir, perişanlıktır. Gerçek mü'min, dünya için
âhiretini, âhîreti için de dünyasını terk etmeyen kimsedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesmde şöyle buyuruyor:
176 Yaain Sûrem (Cûa; 22, Âyet; 8)
«And
olsun ki, bunların çoğunun üzerine hüküm hak olmuştur. Artık bunlar İman
etmezler.»
iman
etmeyenler üzerine and olsun ki, azab hak olmuştur. Çünkü Allahü Teâla «izzetim
ve Celâlim hakkı için and olsun ki, cehennemi cinlerden ve insanlardan iman
etmeyip şeytana tâbi olanlarla dolduracağım» buyurmuştur. Bazılarına göre
âyette geçen «kavlen* azab manasınadır. O zaman mânâ şöyle olur: Benim azabım
cinlerden ve insanlardan çoğu üzerine vâcib oldu. Onlar Kur'an'ı ve Mu-hammed'i
yalanlayıp, şeytana tâbi olmuşlardır. Bunun için onlara azab vâcib olmuştur.
Şayet iman etmiş olsalardı, elbette kendilerine azab vâcib olmazdı. Mü'minlerin
bundan alacağı ders şudur: Mü'min Kur'an'ın hükmüyle amel edecek, emir ve
yasaklarına uyacak, içinde geçen kıssalardan ibret alacak, nasihatlarından
öğütlenecek, haram ve helâle dikkat edecek, Peygamber ahlâkiyle ahlâklanacak ve
onun yolundan gidecektir. İşte o zaman iman meyvesini verecektir, insan huzura
kavuşacaktır. Mü'minin söylediği ile yaptığı birbirine muhal f olursa, o zaman
iman meyve vermemiş, mü'minde münafıklık alâmeti belirmiş olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celileslnde şöyle buyuruyor:
«Boyunlarına,
çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmi-şizdir. Şimdi bunlar, kafaları ve
burunları yukarı kaldırılmış haldedirler.»
İmam-ı
Mukatil'e göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil, «Muhammed'i yalnız
görürsem basma bir taş vurup öldüreceğim» diye yemin eder ve onu takibe başlar.
Peygamberimizin bir gün yalnız başına namaz kıldığını görür, eline bir taş
alır, başına vurmak için yanına gelir, secdeye gittiği zaman taşı başına vurmak
ister. Fakat taş eline yapışır, bir türlü taşı elinden koparamaz. Bu şekilde
arkadaşlarının yanına döner, arkadaşları taşı elinden güçlükle koparırlar.
Yine
bir gün Beni Muğire kabilesinden bir kişi PeygambsrimizJ öldürmek için gelir.
Tam onun yanına geldiği zaman Allahü Tealâ iki gözünü kör eder. Peygamber'in
sesini duyar, fakat onu göremez, çaresiz kalır. Kavmine dönmek ister, ama yol
bulup gidemez, sonra elinden tutup kavmine götürürler. Yüce Halik, bu iki
kâfiri elleri boyunlarına bağlı olanlara teşbih etmiştir. Çünkü onlar hiçbir
hayra yaklaşmazlar, işlemezler, daima şerre koşarlar ve onu yapar-
(Cüz: 22. Âyet: 9-10) Yasin Sûresi 177
lar.
Nitekim âyette: "Biz buiüarm «Uerini
boyunlanna
demirledik» buyurulmuştur. Âyette her ne kadar el zikredilmemiş ise de, boyuna
demir halkanın takılması, elin varlığına işarettir. El olmadan boyuna bir şey
takılmaz. Âyetteki:
«İki
elleri çenelerinin altına demirlenip,
şimdi
onlar, kafalarını ve burunlarını yukarı kaldırmış haldedirler.»
Onlar
asla imana, hidâyete, hayra yaklaşmazlar. Çünkü elleri, ayakları bağlanmıştır. Mü'minler
bundan ibret alıp her zaman imanlarını tazeleyecekler. Allah ve Resulüne
isyandan kaçınacaklar, hayra koşacaklar, iyilikte yarışacaklar, zekâtlarını
verecekler, ibadetlerini yapacaklar, helâle ve harama dikkat edecekler, Allah
yolunda tasad-duktan geri durmayacaklardır, böylece elleri boyunlarına bağlı
olanlara benzemeyeceklerdir. Bu sıfatlarla muttasıf olanlar Allah'ın zannettiği
insanlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«önlerine
ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, kâfirlerin önlerine ve arkalarına sed çekmiştir. Onlar hakkı görüp
iman ederek hidâyete eremezler. Onlar tıpkı yolunu göremeyen körler gibidir.
Gidecekleri yolu göremezler. Kâfirler de böyledir. Onlar da hak yolu, doğru
yolu, hidâyet yolunu, kurtuluş yolunu, saadet yolunu bulmazlar. Haktan
uzaklaşıp helak olurlar. Bu yüzden de Allah onları hidâyete ermekten
uzaklaştırmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Önlerine ve arkalarına
sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık görmezler.» Mü'minler,
bundan ibret alıp Allah ve Resulünün yolundan ayrılmamaları gerekir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilerinde şöyle buyuruyor:
«Onları ister korkutmuşsun, ister korkutmamışsın
onlarca birdir. İmajı etmezler.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muham-med, sen kâfirleri ister
korkut, ister korkutma onlarca birdir. îmana gelmezler.» Çünkü onların kalbleri
mühürlenmiştir. Peygamber'in davetini işitmezler, hakkı görmezler ve kabul
etmezler. îman etmedikleri gibi, iman edenlere de mani olurlar. Küfürde ısrar
ederler, bunun için de Allah'ın azabıyla korkutulması ve korkutulmaması
kendileri hakkında bir şey değiştirmez.
Allahü
Teâlâ Ayet-i celiles:nde şöyle buyuruyor:
«Sen ancak, Kur'an'a uyan ve görülmediği halde
Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte sen onu hem bir mağfiret, hem çok
şerefli bir mükâfatla müjdele.»
Allahü
Teâlâ, her kavme uyarıcı b'r peygamber göndermiştir. Peygamberler kavimlerini
imana, ibadete davet etmiştir. Hz. Muham-med (s.a.v.) de uyarıcı olarak bütün
insanlığa gönderilmiştir. O, insanları imana davet etmiş, içlerinden bir kısmı
bu davete icabet etmiş, bir kısmı ise davete icabet etmeyerek onu
yalanlamışlardır. O, kavminin kendisini yalanlamasına çok üzülür. Yüce Halik,
sevgili Peygamberini teselli için ona şöyle buyurur: -Yâ Muhammed, sen ancak,
Kur'an'a uyan ve görülmediği halde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabil-rsin.
işte sen onu hem bir mağfiret, hem çok şerefli bir mükafatla müjdele.» İşte ilâhi mükâfata nail olacak olanlar
peygamberlerin davetine uyup, Rahmân'dan korkanlardır. îlâhî mükâfata nail
olmak isteyenler Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmalı,
Peygamber'in yolundan gitmeli, Kur'an'ın emir ve yasaklarına uymalı, haramdan
sakınmalı, ibadete devam etmelidir. Mü'min daima ümit ile korku arasında
bulunmalıdır. Hiçbir zaman kendisinin cennetlik olduğunu veya cehennemlik
olduğunu söyleyemez. Çünkü kimin cennetlik ve cehennemlik olduğunu ancak Allah
bilir.
Allahü
Teâlâ ayet-i celiîesinde şöyle buyuruyor:
-Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve
eserlerini yazıp tesbit eden biziz. Her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.»
(Oûz:
22. Ayet: 12) Yasin Sûiesi 179
Allahü
Teâlâ, kıyamet günü ölüleri diriltir, onlara dünyada yaptıklarını bir bir haber
veıir. Çünkü onların dünyada yapmış oldukları bütün işlerini ve eserlerini
apaçık bir kitapta yazıp tesbit edip saymıştır, insanın sağında ve solunda iki
melek vardır. Sağındakiler yapmış olduğu iyilikleri ve sâlih amelleri yazar,
solundaki de yapmış olduğu kötülükleri yazar. Yüce Halik kıyamet günü:
.Oku
kitabını, bugün sa-
na
karşı, iyi hesap görücü olarak kendi nefsin yeter.» buyurduğu zaman her şey
meydana çıkacaktır. Şayet bir insan bir hayır yolu açarsa, o yolda gidenlerin
ve amel edenlerin mükâfatı kadar Allahü Teâlâ o yolu açana mükâfat ve sevap
yazar. Nitekim Peygamberimiz (sav): Çr1*^!?? ^ ?'"*.*' -Her kim
sünnete uygun bir ha-
yır
yolu açarsa o yola uyanların yapmış olduğu amellerin sevabı kadar sevap alır.
Kim de sünnete muhalif bir ser yolu açarsa o yola uyanların yaptıkları
amellerin karşılığı kadar o yolu açana da günah
yazılır.-
buyurmuştur. Ayette geçen Vj^i^Vj mânâsı budur. îmam-ı Mücahid'e göre jj^^j mânâsı,
-biz bunların adımlarını yazaradır. Nitekim Mesrûk (r.a.), Peygamberimizden şöyle
rivayet etmiştir: ftCl^-^-.i'.'fcCL» ±S~ «Kul
adımını attığı zaman ona ya bir
sevap
veya bir günah yazılıdır. Şayet hayra giderse sevap, şerre giderse günah
yazılır.- Şu olay da bunun isbatıdır. Beni Seleme kabilesinin oturduğu mahalle
Peygamberimiz Cs.a.v.)'m mescidine uzaktı. Onlar beş vakitte mescide gelmekte
zorluk çekiyorlardı. Bu yüzden evlerini satıp mescide yakm bir yere gelmeye
karar vermişlerdir. Peygamberimiz onları bu işten men ederek şöyle buyurmuştur:
-Evlerinizi terk etmeyin, onlara sahip
olun.
Sizin her adımınıza bir sevap yazılmaktadır. Adımınız ne kadar çok olursa o
kadar sevabınız artar» buyurmuştur. Zira Yüce Allah kullarının yapmış olduğu
bütün amelleri muhafaza eder. Bunu şöyle beyan ediyor: «Şüphesiz ölüleri
dirilten, işledilkerini ve eser-
160 Yasin Sûresi (Cüz; 22, Âyet; 13-14)
lerini
yazıp tesbit eden biziz. Her şeyi apaçık bir kitapta saymısızdır.» Kıyamet günü
herkese amelinin kargılığı verilecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde söyle buyuruyor:
«İnsanlara,
o şehir sahiplerini misal getir. Hani oraya elçiler gelmişti.»
Yüce
Halik, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muham-med, insanlara o şehir
sahiplerini (Antakya) misal getir. Hani oraya elçiler gelmişti.» Hz. îsa,
havarilerine kendisinden sonra herbirisinin bir şehre gidip halkı imana davet
etmelerini söyleyerek kendilerine dua etmiştir. Allahü Teâlâ da onların her
birine peygamberler mucizesi gibi mucize vermiştir. O havarilerden ikisi
Antakya şehrine giderler ve halkı imana davet ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
-Onlara
iki elçi göndermiştik. Onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik.
Onlar 'biz, size gönderildik' demişlerdi.»
Yüce
Halik, putperest olan Antakya halkına Terman ile Tâlus'u elçi olarak
göndermiştir. Onlar Antakya'ya gelip halkı imana davet ederek «ey insanlar, siz
putlara tapıp şeytana ibadet etmeyin. Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ibadete
lâyık yoktur» demişlerdir. Halk onların davetini kabul etmeyerek, kendilerini
yalanlamışlar vs yakalayıp krallarına götürmüşlerdir. Onlar kralın yanma
girince putları görmüşler ve «sizin taptığınız şu putlar bâtıldır. Onları asla
ma'-bûd edinmeyiniz. Sizin Ma'bûdunuz yerleri, gökleri yaratan ve her şeye
sahip olan Allah'tır. O'ndan başka ma'bûdunuz yoktur. Kim O'ndan başka ma'bûd
edinip ibadet ederse yeri cehennemdir» demişlerdir.
Kral
onların böyle konuştuklarını görünce gadaba gelir, ikisini de sopa ile döver ve
zindana attırır. Bunlar zindana atılınca Hâlİk-ı Mutlak, o kasaba halkına
Şemun'u gönderir. Şemun Antakya'ya gelir, onların zindana atıldığını öğrenir ve
hemen bulundukları yere gelir. Zindanın bekçisinden onlara yemek vereceğini
söyleyerek izin ister ve yanlarına girer. Karınlarını doyurduktan sonra «ben
sizi kurtarmak için geldim. Siz işe yanlış başladınız, onların size itaat edip
etmeyeceğini hesap etmediniz, önce onları yumuşaklıkla davet edecektiniz. Siz
ise korkutarak davet ettiniz. Sizin durumunuz şu ka-
(Cüz:
22.'Âyet: 12) Yasin Sûresi 181
dınm
durumuna benzer: Genç yaşında çocuğu olmayan, yaşlandığı zaman bir oğlu olan ve
hemen onun bir anda büyümesini isteyen, büyümesi için de onu aşırı şekilde
yediren, fakat çocuk bakımını bilmediği için boğup öldüren kadın gibidir. Siz
de, o kadın gibi acele ettiniz, krala geldiniz, davet vakti olmadan, hemen onu
imana davet ettiniz ve başınıza belâ getirdiniz.» der. Sonra yanlarından
ayrılır, puthaneye gelip oturur. Halkın gelmesini bekler. Halk puthansye gelip
ibadet etmeye başlar, Şemun da gönlünü Allah'a yönelterek secdeye kapanır. Halk
Şemun'u kendilerinden zannederler.
Birkaç
gün böyle devam eder, sonunda halk Şemun'un kendilsrin-den olmadığını anlarlar
ve durumu krallarına bildirirler. Kralları, Şe-mun'u huzuruna davet eder, o da
gider. Kral hangi milletten olduğunu sorar, o da, îsrailoğullarmdan olduğunu,
onların- işlerini organizs ettiğini, hepsi öldüğü için kendilerine sığındığını
söyler. Bunun üzerine kral ona bir kaç mes'ele sorar, hepsinden olumlu cevap
alır, sonra onu yakınlarının arasına alır. Bir müddet geçtikten sonra Şemun,
krala cezaevindekileri hatırlatır ve «ey kral, uzun zamandan beri iki kişinin
hapiste olduğunu öğrendim. Onlar seni başka bir Hâna tapmaya davet etmişler.
Onları getirseniz de ne demek istediklerini ben de Öğrensem ve senin tarafından
onlarla bu hususta mücadele yapsam- der. Bunun üzerine kral iki kişiyi
getirtir. Şemun. bunların kim olduğunu tanımamazlıktan gelir ve «sizin
ilâhınızın kim olduğunu bana söyleyin.» der. Onlar da «bizim ilâhımız
dilsizleri konuşturur, sağırları işittirir, alaca hastalığa yakalananları iyi
eder» derler. Bunun üzerine Şemun -körleri nasıl gördüreceksiniz gösterin
bakalım» der. Sonra bunların huzuruna bir âmâ getirirler, onlar dua ederler,
Allahü Teâlâ dualarını kabul eder vs anadan doğma kör olan zat görmeye başlar.
Bu defa Şemun «ben de âmâları gördürürüm» der ve bîr kör çağırır, gizli dua
eder o da görmeye başlar. Şemun onlara -ben de, sizin gibi görmeyeni gördürdüm.
Bu bakımdan sizin benden hiçbir farkınız yok» der. Sonra bir alacalı hastayı
getirmesini isterler, bunlar onu da iyi ederler. Şemun da aynı şekilde bir
alacalı hastayı iyi eder. Yine onlara «sizin benden bunda da bir üstünlüğünüz
yok, der. Başka yapacağınız bir şey var mı?» diye sorarlar. Onlar da «bizim
Rabbimiz ölüleri diriltir, dirileri de öldürür- derler.
Bu
defa Şemun «benim buna gücüm yetmez. Ey kral, putları getirelim, belki çnlar
öldürmeye ve diriltmeye muktedir olurlar. Eğer buna muktedir olurlarsa üstünlük
sende kalır bunlara mağlûp olmazsın» der. Kral «putlar ne körleri gördürür, ne
sağırları işittirir, ne alacalıları iyi eder, ne de Ölüleri diriltir. Onlar
cansız şeylerdir,
182
Yasin
Sûreni (Cüz; 22, Âyet; 15-16)
hiçbir
şeye malik değillerdir* der. Şemun -ey padişah, bunlara sor, o söyledikleri
şeye güçleri yeter mi bakalım* der. Padişah da «madem ki sizin Rabbiniz,
ölüleri diriltiyor, bizim bir ölümüz var. öleli yedi gün oldu, babası tarlasına
ekin ekmeye gittiği için yedi gündür onu defnetmediler, babasını bekliyorlar.
Haydin bakalım, onu diriltin de sizi görelim, der. Sonra ölüyü getirirler.
Bunlar aşikâr dua ederler, Şemun da gizli dua eder, ölü dirilir.
Bunun
üzerine Şemun «şahitlik ederim ki, bunların söylediklerinin hepsi doğrudur.
Ma'bûdları haktır» der. Padişah ve adamları Şemun'un da onlardan olduğunu
anlarlar ve her üçünü de öldürürler. Bunlar öldürüldükten sonra, ölünün babası
Habibinneccar gelir, oğlunun dirildiğini görünce iman eder, kral onu da
öldürtür. Antakya halkı Allah'ın elçilerine bu işi yapınca Yüce Allah
üzerlerine Cebrail'i gönderir. Cebrail gelip onlara bir sayha atınca hepsi bîr
anda helak olur. Böylece inkarcılar ve zalimler cezalarını görürler. Hâ-lik-ı
Zülcelâl, bunu şöyle beyan ediyor: «Onlara iki elçi göndermiştik. Onu
yalanladıkları için üçüncü biriyie desteklenmiştik. Onlar 'biz, size
gönderildik' demişlerdi.- Onlar bu elçilerin davetini kabul etmeyerek yalanlamışlardı.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Onlar:
'Siz, dediler, bizim gibi insandan başka değilsiniz. Rahman da bir şey
indtrmenuştir. Sadece yalan söylüyorsunuz' demişlerdi.»
Putperest
olan Antakyalılar kendilerine gelen elçilere şöyle demişlerdir: «Siz, bizim
gibi birer insansınız. Rahman da size bir şey indirmemiş ve insanlardan
peygamber de göndermemiştir. Sizi İsa kendiliğinden bize göndermiştir. Siz
peygamber değilsiniz, yalan söylüyorsunuz.» Böylece kendilerine gelen elçileri
yalanlamışlardır. Onlar da, kendilerini yalanlayanlara şu cevabı vermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Elçiler
de şöyle dediler! Rabbimiz biliyor ki, biz hakikaten size gönderilmiş
elçileriz.*
Elçiler
Antakya halkına: «Bizi, size gönderenin tsa olmadığım
(Cüz: 22. Âyet: 17-19) Yasin Sûresi 183
Rabbmiz
biliyor. Bizi, size O gönderdi. Biz, O'nun elçileriyiz- demişlerdir. Sonra
şöyle devam etmişlerdir.
AUahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Bize
düşen, apaçık tebliğden başkası değildir.-
Ey
insanlar, bizim görevimiz Allah'ın emirlerini size tebliğ etmektir. Sizin bizi
yalanlamanızdan bize bir zarar olmaz. Bize düşen sizi imana davet etmektir,
imana getirmek değildir. Gönüllerinizi imana döndürecek olan Allah'tır. Çünkü
biz O'nun elçileriyiz.»
AUahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Antakyalıların durumunu haber veriyor;
-Onlar
dedilers Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, and
olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azab dokunacaktır.»
Antakya
halkı, kendilerine gelen elçilerin davetini kabul etmeyerek onları
yalanlamışlar, azgınlıklarını, sapıklıklarını ve zulümlerini daha da
artırmışlardır. Bu yüzden memleketlerinde yokluk, kıtlık, huzursuzluk baş
göstermiş, yağmur yağmaz olmuş, ekinleri, meyveleri, otlaklıkları, meyve
bahçeleri ve suları kurumuştur. Onlar, bunları kendi kötülüklerinin cezası
olarak görmemişler, kendilerine gelen elçileri uğursuzlukla itham ederek şöyle
demişlerdir: -Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer
vazgeçmezseniz, and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden s!ze can
yakıcı bir azab dokunacaktır.» Elçiler de onlara su cevabı vermiştir.
AUahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle bayan ediyor:
«Elçiler:
'Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verüdiği için mi?
Hayır, siz aşırı giden bir milletsiniz' demişlerdi.»
Antakya
halkı elçilere siz, bize uğursuzluk getirdiniz deyince, onlar da şöyle cevap
vermişlerdir: -Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt
verdiğimiz için değildir. Siz aşın giden bir mil-
184 Yasin Sûresi (Cûz; 22, Ayet; 20-22)
let
olduğunuzdan dolayı bu uğursuzluk başınıza gelmiştir. Çünkü siz Allah'a ortak
koşup, elçilerinin davetini kabul etmiyorsunuz.» Her milletin, toplumun,
ailenin basma gelen musibetler kendi amellerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Şehrin
öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: Ey milletim, gönderilen
elçilere uyun.»
«Uyun
sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere, onlar hidayete ermişlerdir.»
Şehrin
öbür ucundan bir adam koşarak gelir ve kavmine şöyle der: «Ey milletim, sizden
hiçbir ücret istemeyen bu elçilere uyun. Onlar, sizi Allah'a ibadete davet
ediyor ve buna mukabil sizden de hiçbir ücret talep etmiyor. Onlar hidâyete
ermiş insanlardır, uyun onlara.» Kavmini elçilerin davetine uymaya çağıran zatm
Habibin-neccar olduğu rivayet edilmiştir. Bazılarına göre kavminin elçileri
öldüreceklerini öğrenince koşarak onları bu işten men etmeye gelir. Çünkü o,
oğlunun elçilerin duasıyle dirildiğini görünce hemen iman etmişti. Fakat kavmi
onun sözlerini dinlemez. Kendisinin de onların dinine girdiğini öğrenirler ve
«ey Neccar, sen de mi onların dinine girdin» derler. Neccar da onlara şu cevabı
verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor;
«Beni
yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de O'na döneceksiniz.»
Neccar
da onlara şu cevabı verir: *Ey kavmim, beni yoktan yaratana neden kulluk
etmeyeyim? Siz de öldükten sonra O'na döndürüleceksiniz. Şimdiden O'na dönün.-
Bunun üzerine kavmi de ona şöyle der: «Ey Neccar, gel sen atalarının dinini
terk etme, ona dön, dininden ayrılma, bunların dinini bırak.» Onun da kavmine
cevabı şu olur.
.Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
[Cûı: 22. Ayet: 23-25) Yasin Sûresi 185
«Ben
Ondan başka tanrüar edinir miyim? Efeer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek
isterse, o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar.»
Neccar'a,
kavmi -atalarının dinine dön, onların dinini terk et» deyince, o da onlara
şöyle cevap verir: *Ben Allah'tan başka tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan
Allah bana bir zarar vermek isterse, o putların şefaati bana fayda vermez, beni
O'nun azabından kurtarmaz. Onların hiçbir şeye gücü de yetmez, siz onların
neyine tapıyorsunuz?»
Allahü
Teâla âyet-i oelîlesmde şöyle buyuruyor:
-Doğrusu
o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum..
Kavmi,
Neccar'ın tekrar babalarının dinine dönmesini isteyince o göyle cevap verir:
«Şayet ben yine eskisi gibi sizin dininize döner, putlara taparsam, o zaman
apaçık bir sapıklık içinde olurum. Şüphesiz ben Rabbinize inandım.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
-Şüphesiz
ben Rabbinize inandım, iman ettim. İşte bunu benden duyun.»
Ey
kavmim, ben sizin Rabbinize iman ettim. Sizi yoktan var eden ve rızıklandıran
O'dur. Bunu benden işitin ve siz de benim gibi, sizi yaratan Rabbinize iman
edin. O'ndan başka ma'bûd yoktur.» Ibn Abbas (r.aJ'ın rivayetine göre kavmi,
Neccar'dan bu sözleri işitince onu bir kuyuya atarlar. îmam-ı Katade'nin
rivayetine göre, kavmi onu taşla öldürür. Kavmi, kendisini taşlarken onlar için
Rabbine şöyle dua ve niyaz eder; «Ey Rabbİm, bu kavme hidâyet ver. Onlar, bu
İşi bilmedikleri için beni öldürüyorlar.» MukatU'e göre, kavmi Neccar'ı ayaklar
altında ezerler, sonra kuyuya atarlar Üç elçiyi de böyle öldürürler. Neccar
ruhunu teslim ederken Allahü Teâlâ ona cennetteki makamını gösterir. O,
kavminin imana gelmesini arzu ederek şöyle der.
186 Yasin Sûresi (Cüz; 22, Ayet; 26-30)
Allahü
Teâlâ. âyet-î celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«26
-27 - Ona 'cennete gir* denince, 'keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve
beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi' demişti.»
Neccar
ruhunu teslim ederken, cennetteki makamı kendisine gös-terilince şöyle
demiştir: «Keşke kavmim, Rabbimin beni nasıl bağışlayıp mükâfatlandırdığını
bilseydi, onlar da elçilere iman edip bu saadete ererlerdi.» Kavmi, kendisini
öldürdüğü halde onlara yine hayır duada bulunmuştur. Mü'min. bundan ibret alıp
her zaman mü'-min kardeşlerinin hidâyeti için dua etmeli, bedduadan
sakınmalıdır. Bilhassa anne ve baba çocukları için daima hayır dua etmelidir.
Hiçbir zaman onlara beddua etmemelidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilestnde şöyle buyuruyor:
«Ondan
sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik. Zaten indirecek de değildik.»
Allahü
Teâlâ, kavmi Neccar'ı öldürdükten sonra onların üzerine gökten bir ordu
göndermemiştir, gönderecek de değildir. Sadece onları helak etmek için
üzerlerine Cebrail'i göndermiştir. Cebrail'in bir sayhasıyle hepsi helak olup
gitmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Sadece
tek bir çığlık. O kadar, hemen sönüp gittiler.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, elçilerini ve Neccar'ı öldürenlerin üzerine gökten bir melek ordusu
İndirmemiştir. Onları cezalandırmak için sadece Cebrail'i göndermiştir. O gelip
onlara bir çığlık atmıştır. O çığlıkla hepsi oldukları yerde donakalıp helak
olmuşlardır. îşte inkarcıların akıbeti budur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
23. Âyet: 31-33) Y«in Süresi 187
Kendilerine
gelen elçileri alaya alan toplumlara, milletlere yazıklar olsun. Onlar kıyamet
günü başlarına gelecek olan azabı gör-dükeri zaman «keşke bize gelen elçilere,
peygamberlere iman etseydik de, şimdi bu azaba uğramasaydık» diyecekler ve
dünyada yaptıklarına pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlıkları kendilerine
asla fayda vermeyecektir. Allahü Teâlâ Antakya kıssasını Peygamberine kavminin
ibret alması için haber vermiştir. Onlar bundan ibret alıp peygamberlerinin
davetine uysunlar ve böylece helak olmaktan kurtulsunlar.
Aiifl.hıî
Teâlâ âvet-i celîles^nde şöyle buyuruyor;
«Kendilerinden
önce nice nesilleri yok ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini
görmezler mi?»
Allahü
Teâlâ'nm nice nesilleri inkâr ve küfürleri yüzünden helak ettiğini ve onların
bir daha dönmediklerini kâfirler görmezler mi? Hiç kimse onları helak olmaktan
kurtaramamıştır. Yüce Hâljk, sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ
Muhammed senin kavmin kendilerinden önce nice nesilleri yokettiğimizi, onların
b:r daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?» Şayet görmüş olsalardı
elbette kendilerinden öncekilerin durumuna düşmezlerdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlescnde şöyle buyuruyor:
•Onların
hepsi de huzurumuza getirileceklerdir.»
Kıyamet
günü bütün insanlar Allah'ın huzuruna getirilecekler ve hesaba çekileceklerdir.
Herkese dünyada yaptığının karşılığı verilecek, o gün kimseye haksızlık
yapılmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İşte
onlara bir delili ölü yeri diriltir ve oradan taneler çıkarırız da ondan
yerler.»
Allahü
Teâlâ'nm, birliğinin delillerinden birisi de ölü yerleri diriltip oradan çeşit
çeşit meyveler, mahsuller, bitkiler, taneler çıkarır
188 Yasin Sûreni (Cüz; 23, Âyet; 34-37)
da
insanlar da onları yerler. Bütün bunların ölü araziden çıkması Allah'ın
kudretinin eseridir. Allah her şeye kadirdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i oelilesinde şöyle buyuruyor:
«Orada
hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız.»
«O
mahsulden ve elleriyle yaptıklarından yemeleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?»
Allahü
Teâlâ yeryüzünde insanların istifade etmeleri için çeşit çeşit meyveler,
bağlar, bahçeler, hurmalıklar, üzüm bağları, meralar, ormanlar var eder
aralarında pınarlar fışkırtıp, nehirler akıtır. Bu mahsullerden ve elleriyle
yetiştirdikleri meyvelerden yesinler ve şükretsinler diye Allahü Teâlâ
kullarına bütün nimetlerini ihsan etmiştir. İnsanlar hâlâ şükretmeyecekler mi?
Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor; -Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var
ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız. O mahsulden ve elleriyle
yaptıklarından yenikleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Yerin
yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan
Allah münezzehtir.»
Ey
insanlar, sizi yoktan var eden ve sizin için çeşit çeşit bitkiler, sebzeler,
meyveler, rengârenk çiçekler, mahsuller, otlaklar, ormanlar, meralar yaratıp,
bunlar arasından ırmaklar fışkırtıp sular akıtan Allah, bütün noksan
sıfatlardan münezzehtir. Yeryüzünü süsleyen bu varlıklar Allah'ın varlığına,
birliğine delildir. Çünkü her şeyi yaratan, var eden O'dur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara
bir delil de gecedîn Gündüzü ondan sıyırıp çıkarırız d» karanlıkta kahverirler.»
(Cüz:
23. Âyet: 38-39) Yasin Sûresi 189
Allahü
Teâlâ*nın varlığına ve birliğine delâlet eden delillerden biri de gecedir. Yüce
Halik, geceyi insanların istirahatlerini te'min, gündüzü de ma'isetlerini
kazanmak için yaratmıştır. Gündüzü geceden çıkarıp alınca, gecenin karanlığı
kâinatı kaplar ve her yer kararır. «Gündüzü ondan sıyırıp çıkarırız da
karanlıkta kalıverirler- buyuruyor. Gündüzün gelip gecenin bitmesi, gecenin
gelip gündüzün gitmesi tesadüfi değildir. Allah'ın kudretinin eseridir. Onları
bu şekilde plânlayan O'dur. Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ın birliğine
ve kudretine delâlet eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i oelîlesinde şöyle buyuruyor:
«Güneş de kendi yörüngesinde yürüyüp
gitmektedir..Bu, aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.»
Güneş
de kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Müstakir, güneşin son menzilidir,
oradan öteye geçemez. Güneş her gün aynı noktadan doğmaz, üçyüz altmış beş gün
farklı yerlerden doğar. Bunun neticesi olarak da bazan gündüz uzun olur, bazan
da gece uzun olur. Gündüzün uzayıp gecenin kısalması, gecenin uzayıp gündüzün kısalması,
üçyüz altmış beş gün güneşin aynı noktadan doğmamasından* kaynaklanır. Güneşin
kendi yörüngesinde akıp gitmesi, yaratıldığı günden bu yana kâinatı aydmlatması
ve enerjisinin tükenmemesi hep Allah'ın kudretinin eseridir. Ebû Zer,
Peygamberimiz (s.a.v.) 'den şöyle rivayet etmiştir: «Bir gün Peygamber ts.a.v.)
ile oturuyorduk, güneş battı. 'Yâ Ebâ Zer, bu günçşin şimdi nerede olduğunu
biliyor musun?' dedi. Ben de 'Allah ve Resulü bilir' dedim. O da 'mağripten
dolanır, arşın altına gider, orada secdeye kapanır, tekrar doğması için
Rabbinden izin ister, alınca doğar. Fakat kıyamete yakın doğudan doğması için
izin verilmez, batıdan doğması için izin verilir ve batıdan doğar. Allahü
Teâlâ'nm 'güneş kendi yörüngesinde yürüyüp gitmektedir' buyurduğu işte budur'.»
Güneg, ay ve yıldızlar ve bütün gezegenler aziz ve alîm olan Allah'ın
takdiriyle kendi yörüngelerinde akıp giderler, kıyamete kadar da akıp g:deceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği
konaklar tayin etmişizdir.»
190 Yasin Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 40-42)
Yüce
Halik, aya da rr.enziller tayin etmiş, o tayin edilen menzillerde kıyamete
kadar akar gider. Ay bazan hilâl şeklinde, bazan yarımküre, bazan da tam
dolunay olur, bazan da görülmez olur. Bazılarına göre ay, yörüngesinde seyrini
otuz günde tamamlar, bundan aylar meydana gelir. Güneş ise üçyüz altmış beş
günde tamamlar, bundan da yıl meydana gelir. Bütün bunlar Allah'ın kudretinin
eseridir. Her şey O'nun kudretiyle, dilemesiyle, tanzim ve takdiriyle
olmaktadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ne
güneşin aya erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Her
biri bir yörüngede yüzerler.»
Yüce
Allah'ın kudret ve tanzimine bakınız. Ne güneş ayın yörüngesine girer, ne de ay
güneşin yörüngesine girer. Bunların her biri kendilerine tahsis edilen mekânda
akıp giderler. Hiçbiri diğerinin yörüngesine girmez. Şayet öyle bir durum
olsaydı, o zaman denge bozulur, her şey alt üst olur. Bunların kendi
yörüngelerinde yüzmesi, b-rinin diğerine müdâhale etmemesi, Allah'ın kudretinin
eseridir, îkrime (r.aJ şöyle demiştir:
»Güneşin
ve ayın velayeti, hükmü ve saltanatı vardır. Güneşin velayeti ve saltanatı
gündüzdür. Ayın hükmü ve saltanatı da gecedir. Güneşin gece, ayın da gündüz
doğduğu vâki değildir. Her biri kendi saltanatında doğar, batar. Çünkü onlara
Öyle görev verilmiştir.» Yüce Halik, bunu şöyle beyan ediyor:"«Ne güneşin
aya erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. Her biri bir
yörüngede yüzerler,»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
-41-42
- Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun
gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır..
Allahü
Teâla'nm varlığına, birliğine ve kudretine delâlet eden delillerden biri de Nûh
Ca.s.)'u ve iman edenleri gemi ile taşıyarak kâfirlerin zulmünden kurtarması,
imam etmeyenleri ise İnkar ve zulümleri yüzünden helak etmesidir. Nûh (a.s.)
ilâhi emir gereği, bir gemi yapmış, iman edenleri gemiye bindirmiş ve her rlns
hr.yvan
î:
23. Ayet: 43-44) Yasin Sûresi 191
dan
da birer çift içeri almıştır. O, bu işlemi tamamladıktan sonra büyük bir tufan
kopmuş, yeryüzünü su kaplamış, gemi yüzmeye başlamış, gemiye binenler
kurtulmuş, kâfirler ise boğularak helak olup gitmiştir. Böylece iman edenler
mükâfatım, etmeyenler de cezasını görmüştür, Hâlik-ı Zülcelâl bu gemiyi iman
edenler içn bir kurtuluş vesilesi kılmıştır. Yüce Halik bunu şöyle beyan
ediyor: «Onlara bir delil de: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri
için bunun gibi daha n'ce binekler yaratmış olmamızdır.» Bu gemiler ihsanların
yeryüzünün her köşesinde kolayca gezip dolaşmaları, ihtiyaçlarını gidermeleri,
uzak mesafeleri daha kısa zamanda kat etmeleri için yaratılmıştır.
Düşünebilenler için bunlarda ibret alınması gereken hikmetler vardır, İlâhî
emir ile Nüh (as)'un gemi yapması, kendisiyle beraber iman edenlerin içine
binip kâfirlerden uzaklaşması, onların şerrinden ve zulmünden kurtulması, hem
de kendisinden sonra gelen insanlara bu san'atı öğretip gemi yapmaya onları
teşvik ederek Allah'ın âyetlerini açığa, çıkarmaktır. Her psygam-ber ayrı bir
san'atm mucididir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
dilersek,
onları suda boğarız. Ne kurtaran bulunur ve ne de kendileri kurtulabilirlerdi.»
Ey
insanlar, eğer Allahü Teâlâ dileseydi, gemiyle beraber onları suya batırıp
boğardı. Buna kimse mani olamazdı. Nitekim zaman zaman birçok gemiler suya gark
olup içindekilerin birçoğu boğulmuştur. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
«Eğer dilersek, onları suda boğarız. Ne kurtaran bulunur ve ne de kendileri
kurtulabilirler.» Hiç kimse Allah'ın afatından kurtulamaz, rahmetine de mani
olamaz,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ama
katımızdan bir rahmet ve bîr süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık.»
Yüce
Halik, katından bir rahmet ve bir müddet dünyada, gezip tozmaları ve
geçinmeleri için geri bırakmıştır. Muayyen bir müddet onları helak olmaktan
kurtarmıştır. Aklı olanların bunlardan ibret alıp Allah'ın nimetlerine
şükretmeleri gerekir. Çünkü her nimet şükrü gerektirir. Hâlik-ı Mutlak, bunu
şöyle beyan ediyor: -Ama katı-
192 Yaain Sûresi (Cüz; 23, Ayet;
45-46)
mızdan
bir rahmet ve bir süreye kadar geçinme olarak onları geri bıraktık.» Geri
kalmaları kendi özelliklerinden değil, Allah'ın rahmetinin eseridir. Allah,
kullarından dilediğine .rahmet eder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara:
'Önünüzdekinden de, arkanızdakinden de sakının, ta ki esirgerlesiniz' denildiği
zaman yüz çevirirler.*
insanlara,
önünüzdeki âhir-et azabından korkun, iman edip güzel amellerde bulunun, arkada
bıraktığınız dünya malına da alda-nıp gururlanmayın, o sizi Allah yolundan
alıkoymasın. Böylece bağışlanıp azaba uğramaktan kurtulursunuz. Eğer iman edip
sakınmazsanız, elîm bir azaba uğrarsınız. Fakat insanların çoğu bu davete
uymayarak yüz çevirmişlerdir, işte onlar için elîm bir azab vardır. Yüce Halik
onlara: «'önünüzdekinden de, arkanızdakinden de şakının, ta ki esirgenesiniz'
denildiği zaman yüz çevirirler.» buyurmuştur, îmam-ı Mukatil'e göre, Allahü
Teâla'nın «önünüzdekinden korkun» buyurması, sizden öncekiler gibi isyan edip
azaba uğ-ramayın demektir, Arkanızdakinden de sakının demek, âhiret aza-bujdan
korkun1 olaki rahmet olunup azabtan kurtulursunuz. Fakat insanların
çoğu buna itibar etmemiştir.
Allahü
Teâlâ âyeM celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Zaten
Rabbinin ayetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan hep yüz
çeviregelmlşlerdir.-
Allahü
Tealâ'nm âyetlerinden herhangi biri onlara geldiği vakit hemen ondan yüz
çevirirler. O âyetlerden bazıları ayın ikiye ayrılması, Peygamberimiz
(s.a.v.)'in savaşta parmaklarından su akması, hurma kütüğünün dile gelip
konuşması, Hendek muharebesinde bir parça arpa ekmeği ile bir keçi yavrusunun o
kadar insanı doyurması. Hep bunlar Yüce Hâlik'ın Peygamberine vermiş olduğu
âyetler ve mucizelerdir. Kâfirler bütün bunları görmelerine rağmen, iman
etmeyip Peygamber'den yüz çevirmişlerdir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan
ed'yor: «Zaten Rabbimin âyetlerinden herhangi biri kendilerine geldiğinde ondan
hep yüz çeviregelmişlerdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara:
'Allah'ın size verdiği rızıktan sarfedin' denince o küfredenler, iman edenlere:
'Allah dileseydi, O'nun yedireceği bir kimseyi biz mi yedirecekniişiz? Doğrusu
siz apaçık bir sapıklıktasınız' derler.»
Eu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mü'minler, Mekkeli müşriklere «Allah için
ayırdığınız mallarınızdan yoksullara, fakirlere yardım edin, tasâddukta
bulunun» demişlerdi. Müşrikler ekinlerinden, koyunlarından, sığırlarından bir
kısmını ayırıp -bunlar Allah için» derlerdi. Mü'minler, onlara «siz Allah için
ayırdığını? mallardan fakirlere, yoksullara tasadduk edin» dedikleri zaman
«Allah'ın yed'receği bir kimseyi biz mi yedirecekmişiz? Allah dileseydi, onları
rızıklandırıp doyururdu. Bunu kudreti yeterken de rızıklandırmadı. Biz de O'na
muvafakat ettik, fakirleri ve yoksulları rızıklandırıp, doyurmuyoruz. Allah
yardım etmemiştir ki, biz de yardım etsek. Doğrusu siz apaçık bir
sapıklıktasınız, atalarınızın-dinini bırakıp Mu-hammed'in dinine girdiniz1
fakir düştünüz ve bizim malımıza muhtaç oldunuz» demişlerdir. Kâfirler, bu
sözleri müslümanlarla alay ederek şöyle söylemişlerdir. Aslında bunu bahane
ederek fakirlere yardım etmemişlerdir. Halbuki Allahü Teâlâ, kullarını denemek için
nice insanları zengin, nice insanları da fakir kılmıştır. Şayet Allah katında
dünyanın sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfirlere bir içim su bile
vermezdi. Halbuki dünyada herkese çalıştığının karşılığını vermiştir. Bu yüzden
kimini zengin, kimini do fakir kılmıştır. Fakat kâfirler bu gerçeği anlamaktan
çok uzaktırlar. Mü'-minlere «doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz»
diyerek, kendilerinin ne büyük bir sapıklık içinde olduklarını bir defa daha
ortaya koymuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde söyle buyuruyor:
«Doğru
sözlü iseniz bu vaad ne zamandır bildirin, derler.»
Peygamberimiz
(s.a.v.) kâfirleri azab ile korkutunca, onlar alay ederek «doğru söylüyorsanız,
bu söyledikleriniz ne zaman vuku bu-
C. : V — F. : 13
194 Yasin Sûreei (Cüz; 23, Âyet; 49-51)
lacak,
bize haber verin* demişlerdir. Onlar, kıyametin kopacağına, o gün bütün
canlıların dirileceklerine inanmamışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onlar hakkında şöyle buyurmuştur :
«Onlar
birbiriyle itişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık
beklerler.»
Kâfirlerin,
birbirlerine husumet duymak suretiyle alışveriş yaparken ansızın kendilerini
bir çığlık yakalayacaktır. İbn Abbas (r. a.)'a göre, bu sayhadan maksat birinci
sûrdur. Ona İsrafil üfürdüğü zaman, bütün canlılar bir anda oldukları yerde
cansız alarak kalırlar. Hiçbir canlı hayatta kalmaz. Abdullah bin Ömer de,
kimse ne zaman sûra üfürüleceğini .bilmez. Herkes işinin başındadır. Kimi
yolda, kimi pazarda, kimi tarlasında, kimi ahşverisindedir. Vallahi sûra üfürüldüğü
zaman bütün canlılar oldukları yerde kalırlar.» Kıyametin ne zaman kopacağını
Allahü Teâlâ kimseye bild'rmamiştir. Onun zamanını ancak kendisi bilir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«O
zaman, artık ne vasiyet edebilirler ne de ailelerine dönebilirler.»
Sûra
üfürüldüğü zaman ne birbirlerine vasiyet edebilirler, ne de taşrada olanlar
evlerine ailelerine dönebilirler. O anda herkes olduğu yere cansız yıkılıp
kain-. İsrafil Ca.sJ birinci sûra üfürdüğü zaman, bütün canlılar ölür, ikinci
sûra üfürdüğü zaman ise tekrar dirilirler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Sûra
lifleyince kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru akın ederler.»
«israfil
ikinci kez sûra üfürünce bütün canlılar mezarlarından kalkıp Rablerinin
huzuruna doğru koşarlar. Ve mahşer yerine toplanırlar, O zaman şöyle derler.
{CÛz:
23. Âyet: 52-54) Yasin Sûresi 195
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde "bunu şöyle beyan ediyor:
«Eyvah
bize, uyuduğumuz'yerden bizi kim kaldırdı? derler. On-laras 'İşte Rahman olan
Allah'ın vaadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdir' denir.»
Kıyamet
günü ikinci kura üfürülünce bütün canlılar mezarlarından kalkarlar ve insanlar
«dünyada bize haber verilip korkutulan gün gelmiştir* diyerek feryat ederler ve
«-eyvah b'ze, uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlar kabirde
kaldıkları süreyi uykuda geçirdiklerini zannederler. Bunun için -uyuduğumuz
yerden bizi kim kaldırdı?» derler. O zaman, dünyada amellerini yazan melekler
kendilerine şöyle derler: «İşte Rahman olan Allah'ın vaadettiği budur.
Peygamberler doğru söylemişlerdi. Fakat siz dünyada iken buna inanmadınız,
şimdi gözünüzle gördünüz, azabınızı çekin.» O zamanki pişmanlık asla fayda
vermeyecektir. Çünkü kıyamet günü tekrar dünyaya dönüş yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Tek
bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.»
Kıyamet
günü sura üfürüldüğü zaman, hemen hepsi mahşer yerine Allah'ın huzuruna hesap
vermek için toplanırlar. Kimae hesaba çekilmekten kurtulamaz. Yüce Halik bunu
şöyle beyan ediyor: «Tek bir çığlık kopar, hepsi, hemen huzurumuza getirilmiş
olur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesirtde şöyle buyuruvor;
«Artık
bugün kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz. İşlediklerinizden başkasıyle
karşılanmazsınız.»
Kıyamet
günü herkes dünyada yaptığı, amelin karşılığını alır, kimseye haksızlık
yapılmaz. Dünyada sâlih amel işleyenler mükâ-fatını, kötü amel işleyenler de
cezasını görür. Kimsenin zerre kadar ameli zayi olmaz. Aklı olanların bundan
ibret alması gerekir1.! Allah katında yüksek derecelere
ulaşmak isteyenler, sâlih amel işlesinler. İyi amel sahipleri hesaba çekilmeden
cennete gideceklerdir. Kötü amel
196
Yasin
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 55-56)
işleyenler
ise cezalarını çekmek üzere cehenneme sevk edileceklerdir. O gün kimseye
haksızlık yapılmayacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: -Artık- bugün
kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz, işlediklerinizden başkasıyla
karşılanmazsınız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Doğrusu
bugün, cennetlikler eğlenceyle meşguldürler.»
Kıyamet
günü cennetlikler, cehennemliklerden ayrılıp cennetlikler cennete,
cehennemlikler de cehenneme sevk edilirler. Cennete girenler oradaki bütün
nimetlerden istifade ederek eğlenirler. İmam-ı Mukatil ile İmam-ı Kelbî'ye göre
cennet ehli perdeler içinde bakire hurilerle sohbet ederler. Cehennem ehlini
unuturlar, cennet nimetlerinin zevkinden hiçbir şey hatırlamazlar. Zeyd bin
Erkam'm Peygamberimiz (s.a.vJ'den rivayetine göre, Allahü Teâlâ cennet ehlinin
her birine yüz kişilik şehvet kuvveti verir. Yeme içmede d-s böy-ledtrler.
Ehl-i kitaptan birisi Peygamberimize gelip «ey Allah'ın Rcî-sûlü, bir kimse
yer, içer de nasıl onun ihtiyacı olmaz?* der. Peygamberimiz (s.a.v.) de şu
cevabı verir: «Yedikleri ve içtikleri misk kokusu gibi bedenlerinden ter olarak
süzülüp çıkar. Sonra karınları acıkır hiç yememiş gibi olur.» işte cennet ehli
böyle mükâfatlandırılır. Bu, onların dünyada yaptıkları sâlih amellerin
karşılığıdır. îman edip sâlih amel işleyenler Allah katında mükâfatını, iman
etmeyenler de cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde cennet ehli için şöyle buyuruyor :
«Onlar
ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerine kurulup yaslanmışlardır. »
Cennet
ehli ve eşleri gölgeliklerde kendileri için hazırlanmış tahtlar üzerine kurulup
yaslanmışlardır. Onların eşleri huriler olup köşkler içinde kurulmuş tahtlar
üzerinde otururlar. İstediklerini yerler içerler. Yüce Halik bunu şöyle beyan
ediyor: «Onlar ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerine kurulup
yaslanmışlardır.» Bu, onlara Allah'ın lütfü ve ihsanıdır,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Orada
meyveler ve temenni ettikleri her şey onlarındır.-
Cennet
ehline çeşit çeşit meyveler ve temenni ettikleri her şey verilir. Arzu
ettiklerini yerler içerler, Neyi isterlerse önlerine gelir. Bu, onların amellerinin
karşılığıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesînde şöyle buyuruyor:
«Rahmeti
çok geniş olan Rablerinden bir de selâm vardır.»
Cennet
ehline rahmeti bol olan Rablerinden bir de selâm vardır. Melekler onlara
Allah'ın selâmını ulaştırırlar. Onlar huzur içinde cennette istedikleri yerde
gezerler ve altlarından ırmaklar akan köşkler içinde otururlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor :
«Allah
şöyle buyurun Ey günahkârlar, bugün siz ayrılın.»
«80T-61
— Ey Âdemoğullan, ben size şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır.
Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?»
Yüoe
Halik, kıyamet günü, kâfirleri ve günahkârları mü'minler-den ayırıp
günahkârlara «oy Âdemoğulları, ben-size şeytana tapmayın, o sizin için apaçık
bir düşmandır. Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, d;ye bildirmedim
mi?» diye buyuracaktır. Allahü Teâlâ, göndermiş olduğu kitaplarda şeytanın,
Âdemoğlunun en büyük düşmanı olduğunu bildirmiş ve ona tâbi olmamalarını
emretmiştir. Kim ona tâbi olursa, Allah'tan uzaklaşıp şeytana dost olmuştur.
Şeytana dost olup, yolundan gidenler için elim bir azab hazırlanmıştır. Çünkü o
in&anları Allah yolundan alıkoyup kendisine taptırmıştır. Ona tapanlar ise
elb'Stte elîm b'r azaba uğrayacaklardır. Ibn Abbas Cr.aJ «bir kimseye tâbi olup
dediklerini yapmak, yolundan gitmek, ona tapmaktır» demiştir. Demek ki şeytanın
yolundan gitmek, onun istediği istikamette hareket etmek, ona tapmak demektir,
198 Yasin Sûf—i (CtUj ÜH, Ayüt, t)y Hfi ı
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde $öylt*
«And
olsun ki, o sizden nice nesilleri »*ptırmı*lı. O vakit niye düşünmüyordunuz?*
Şeytan
Âdemoğullarıridan birçoğunu azdırıp Allnlı yolundan alıkoymuş, onları azaba ve
felâkete sürüklemiştir. Çim ki I o. insanların en büyük düşmanıdır. Ey
insanlar, onun sizi saptırıp Allah yolundan alıkoymasını neden düşünmüyorsunuz?
Şeytan alzdtm fınuc nice insanları azdırıp Allah yolundan sapıtmıştır.
Bunlardan ihrot alıp neden Allah'ın dinine sarılıp şeytandan
uzaklaşmıyorsunu/,7 Halbuki o, sizi felâkete sürükleyerek Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırıyor. Yü-oe Halik, bunu şöyle beyan ediyor: «And olsun ki, o slzdtın
nice nesilleri saptırmıştı, O vakit niye düşünmüyordunuz?» Şeytan, Âdem-oğlunu
kandırıp kendisi gibi Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmak için kıyamete kadar
mühlet istemişti.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İşte
bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir.» •Küfür edişinize mukabil girin oraya.»
Kıyamet
günü kâfirlere «işte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir, îmandan yüz
çevirip âhireti inkâr ettiğiniz için şimdi ona girin. Bu, küfrünüzün
karşılığıdır- denir. Kâfirler de ona girerler ve lâyık oldukları cezayı
görürler, tman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
■O
gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Bizimle elleri konuşur, ayakları
da yaptıklarına şahidlik eder.»
Kıyamet
günü kâfirlerin ağzına mühür vurulur, elleri ve ayaklan aleyhlerine şahidlik
yapar. Dünyada yaptıklarını bîr bir haber verirler. Allahü Teâlâ kıyamet günü
her insana çocuklarını, hanımlarını, hısım akrabalarını, komşularını şahid
tutar. Yaptıklarını bir bir haber verirler. Kâfirler, Allah'a ortak
koşmadıklarını söylerler
(Cüz:
23. Âyet: 66-67) Yasin Sûresi 199
îşte
o zaman ağızlarına mühür vurulur, elleri ve ayaklan konuşturulur, bütün
uzuvları kendi aleyhlerine şahidlik yapar. Bunu görünce «siz helak olasınız,
ben sizi kurtarmak için çalışıyorum, halbuki siz kendi aleyhinizi şahidlik
ediyorsunuz» der. Eller, ayaklar ve diğer azalar da «b'zim elimizden ne gelir?
Allah bütün nesneleri konuşturuyor, bizi konuşturan da O'dur» derler. Hakiki
mü'min bundan ibret alıp, nefsine «ey nefsim, yarın Allah'ın huzuruna çıktığın
zaman bütün azaların senin lehine veya aleyhine şahidlik edeceklerdir.
Âzalarının aleyhine şahidlik etmemeleri için şimdiden tedbirini al, Allah'ın
emirlerine sarıl, yasaklarından sakın, asla isyan etme ve azalarını hayır yolda
kullan ki, kıyamet günü senin lehine şehadette bulunsunlar. îşte o zaman
saadete, rahmete, nimete kavuşur, Allah'ın huzurunda mahcup olmazsın. Herkes
bundan ibret almalı ve ona göre amel etmelidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor ı
«Eğer
dileseydik, onlan gözlerinin üzerinden silme kör yapardık da yol bulmaya
çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi?»
Şayet
Allahü Teâlâ dileseydi, kâfirlerin kalblerini küfür ve zulmetle(kaplayıp kör
ettiği gibi, gözlerini de silme kör ederdi de, yol bulmak için itişip kakışmaya
başlarlardı. O durumda yollarını nasıl görebilirlerdi? Körler yollarını
bulamadıkları gibi, kalbleri küfür ve zulmetle dolu olanlar da hidâyet yolunu
asla bulamazlar. Hidâyet yollarını bulabilmeleri için, kalblerini kaplayan
küfür perdesi yırtılacak, iman nuru ile aydınlanacaktır. îşte o zaman hidâyete
ererler. Gözü kör olanlar başkalarının yardımıyle de olsa yollarını bulup hedeflerine
ulaşabilirler. Kalbleri kör olanlar ise asla hidâyete ulaşamazlar. Yüce Halik
bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer dileseydik, onları gözlerinin üzerinden silme
kör yapardık da yol bulmaya çalışırlardı. Nasıl görebilirlerdi?»
Allahü
Teâlâ onlar hakkında âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yine
dileseydik, kendilerini oldukları yerde dondururduk da, ne İleri gidebilirler
ve ne de geri dönebilirlerdi.»
Eğer
Allahü Teâlâ dileseydi, kâfirlerin yüzlerini taşa çevirir, hepsini oldukları
yerde dondurur bırakırdı. O zaman ne ileri gidebilirler
Yasin
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 68-69) 200
ve
ne de geri dönebilirlerdi. Cansız olarak bulundukları yerde taş gibi
kalırlardı. Veya suratlarını domuz ve maymuna benzetirdi de oldukları yerde
kalırlardı. Nitekim Mûsâ la.s.) ile Isa (a.s.)'nm kavimlerini böyle yapmıştı.
Küfredenleri taş gibi dondurmak veya suretlerini başka şekle sokmak Allahü
Te-âlâ için çok kolaydır. Bunu şöyle beyan ediyor: «Yine dileseydik,
kendilerini oldukları yerde dondururduk da, ne ileri gidebilirler ve ne de geri
dönebilirlerdi.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Uzun
ömürlü yaptığımızın hilkatini tersine çevirmiştedir. Akıllan ermiyor mu?»
Yüce
Halik, uzun ömür verdiği insanin yaşlandıkça güçlerini, kuvvetlerini ellerinden
almış, onları tekrar çocukluk halindeki durumlarına çevirmiştir. Kimse buna
mani olamamıştır. Çünkü bu, Allah'ın değişmeyen kanunudur. Kimse buna engel
olamaz. İnsanların aklı buna ermiyor mu? ömürleri ne kadar uzun olursa olsun,
sonunda yine Allah'a döndürüleceklerdir. Kimse ömrünün uzun olmasına,
kuvvetine, gücüne, varlığına güvenmesin ve bunlarla öğünme-sin; bunların hepsi
geçicidir. İnsan ile gidecek olan, yaptığı ameller-dM însanlar hâlâ bu
gerçekleri anlamayacaklar mı? Hani asırlarca saltanat sürenler, nerede (hâşâ)
Allah'hk iddiasında bulunanlar, hepsi helak olup gitmediler mi? Şimdi onların
yerlerinde baykuşlar ötmüyor mu?
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Biz
ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. Bu bir öğüt ve apaçık Kur'an'dan başka
değildir.»
Kâfirler,
Kur'ân-ı Kerîm'e şiir. Peygamberimiz (s.a.v,)'e de şair demişlerdir. Allahü
Teâlâ bu âyeti inzal ederek onların iddialarını reddetmiş ve şöyle buyurmuştur:
«Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. Bu bir öğüt ve apaçık Kur'an'dan
başkası değildir. Mu-hammed, bizim felçimizdir. Okuduğu hakkı bâtıldan, helâli
haramdan ayırdeden ve insanları hidâyete götüren Kur'an'dır.» Kur'an'a şiir
diyenler, bunun bir benzerini getirsinler. Bugüne kadar bir benzerini
getiremediler, bugünden sonra da getiremeyeceklerdir. Rivayete göre
Peygamberimiz (s.a.v.) hiçbir zaman şiir söylememiştir.
(Cüz:
23. Âvet: 70) Yasin Sûresi 201
Fakat
bazı sözleri. tertip itibariyle şiire benzemektedir. Meselâ:
^
«Ben peygamberim, asla yalanım
yoktur.
Ben, Abdülmuttalib'in-oğlu Abdullah'ın oğluyum.» Yine bir gün mübarek ayaklan1
taşa dokunur, parmağı kanamaya başlar, o
zaman
da şöyle der :
Ancak
bunlar şiir değil, sadece şiire benzerler. İmam-ı Katade (r.a.) şöyle rivayet
eder: Âişe validemizden Peygamberimizin şiir söyleyip söylemediğini sordum.
Şöyle cevap verdi: «Resûlüllah hiç şiir söylemedi, ancak bazan kardeşim Beni
Kays'ın şiirlerini okurdu. Onları da tertip üzere okumazdı. Ebû Bekir 'Ey
Allah'ın Resulü, bu beyt böyle değildir' dediği zaman 'ben şair değilim, bana
lâyık da değildir' derdi» demiştir. Bu ifadeden şiir söylemenin tamamen yasak
olduğu da anlaşılmamalıdır. İçinde şeriata aykırı ve şehveti körükleyecek
sözler bulunursa o gibi şiirleri söylemek ve okumak haramdır.. Şayet insana
öğüt veren ve İslâm'a sevkeden şiirler olursa, onları söylemek ve okumak
mahzurlu değil aksine faydalıdır. Çünkü o gibi şiirlerde ders alınması gereken
sözler vardır. Aklı olanların bunlardan ibret alarak, hangi şiirin günah,
hangisinin günah olmaâîgıira hükmetmelidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde söyle buyuruyor-.
«Diri
olan kimseyi uyarsın ve verilen söz de kâfirlerin aleyhine çıksın.»
Hâlik-ı
Mutlak, Kur'ân-ı Kerim'i, akl-ı selim sahiplerini uyarmak, imanı küfrü, hayrı
şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı bildirmek ve kâfirler hakkındaki vaadinin
hak olduğunu belirtmek İçin, sevgili Peygamberine indirmiştir, Allahü Teâlâ
yemin edip «peygamberlerime iman etmeyenlerle cehennemi doldururum»
buyurmuştur.
Ayetteki
Lu»- kelimesinden maksat, canlı demektir. Fakat burada
luısdedilen
ruh taşıyan canlı demek değildir. Şayet Öyle olsaydı kâfirler de, hayvanlar da
ruh taşıyan canlılardandır, onların da bu Kuruba girmesi gerekirdi. Bundan
maksat kalbleri diri olanlardır. İşte unlar Kur'an'ın nasihatini ve öğütlerini
dinlerler, imanı kalble-
202 Yasin Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 71-73)
nine
yerleştirirler, Allah'tan başkasına asla tapmazlar: Bu bakımd; Allahü Teâlâ
kâfirleri ölüye benzetmiştir. Çünkü onlar hakkı iş mezler, görmezler,
söylemezler ve kalblerinde de hiçbir dirilik a] meti yoktur ki, onunla hak
bildiklerini kabul etsinler. Onlar tıp ölüler gibidirler, ölü İse işitmez,
görmez, söylemez, düşünmez, h: bir hareket göstermez. Aklı olanların bundan
ibret alması gerek ilâhî daveti ancak diri kalbler duyarlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor.-
«Kudretimizle
kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip
olmaktadırlar.»
Ey
insanlar, Allahü Teâlâ'nm s^zin için hayvanlar yarattığını görmediniz mi? Siz
onların etlerinden, sütlerinden, yağlarından, derilerinden, yünlerinden istifade
ediyorsunuz ve onlara maliksiniz Bunlar sizin için yaratılmış nimetlerdir. Yüce
Halik bunu şöyle beyan ediyor: ^Kudretimizle kendileri için hayvanlar
yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar,*
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz,
onları kendilerine müsahhar kıldık. İşto binecekleri bun-lardan, yiyecekleri
bunlardandır.»
Yüce
Hâl'k, hayvanları kullarının emrine vermiştir. Onlar hayvanların etlerinden,
sütlerinden, yünlerinden, yağlarından, derilerinden istifade ektikleri gibi,
binek olarak da kullanırlar, yüklerini taşıtırlar, çiftlerini sürdürürler.
Bunların hepsi insanların istifadeleri için yaratılmıştır. Düşünebilenler için
hikmetler vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunlarda
kendileri için daha nice menfaatler ve Içtcekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?»
Ey
insanlar, bu hayvanlarda sizin için daha nice menfaatler ve içecekleriniz
vardır. Siz hâlâ bunca nimetlerin sahibin» şükretmeyecek misiniz? Bütün bunlar
sizin için yaratılmıştır. Hw nimet ŞÜk-
(Cüz:
23: Âyet: 74-76) Yasin Sûresi 203
rü
gerektirir. Vüce Halik, bunu şöyie beyan ediyor: «Bunlarda kendileri için daha
nice menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?»
Allahü
Teâlâ âye-t-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ı
bırakıp da, kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar edindiler.»
Kâfirler,
Allah'ı bırakıp da, kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar
edinmişlerdir. Halbuki ma'bûd edindiklerinin ne kendilerine bir faydası dokunur
ve ne de kendilerini Allah'ın azabından kurtarabilir. Bütün bu nimetlerin
sahibi olan Allah'a, putlarını eş koşarlar. Halbuki putlar kendilerini
Allah'tan uzaklaştırmadan başka bir işe yaramaz. O küfredenler hâlâ bundan
ibret almayacaklar mı?
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde söyle buyuruyor:
«Qysa
onlar yardım edemezler, ancak Kendileri o tanrılara koruyuculuk İçin nöbet
beklerler.»
Kâfirlerin
tapmış oldukları putlar kendilerini Allah'ın azabından asla koruyamazlar. Çünkü
onların hiçbir şeye güçleri yetmez, sadece putlarına bekçilik yaparlar.
Putları, onları ne var edebilir, ne yok edebilir, ne kendilerini nzıklandınr,
ne de koruyabilir. Bütün bunları yapan Allah'tır. Bütün bunlara rağmen Allah'ı
bırakıp put-iııra taparlar. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Oysa onlar
vardım edemezler, ancak kendileri o tanrılara koruyuculuk için nö-ijet
beklerler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«O
halde bunların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini ite, açığa
vurduklarını da şüphesiz biliriz.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-dummed, kâfirlerin seni
yalanlamalarına üzülme. Biz onların senin tıukkmda gizlediklerini de, açığa
vurduklarını da biliriz. Ve onlar-
Yasin
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 77-79)
dan
intikamımızı alırız.» Kâfirlerin, Peygamberimiz Cs.a.vJ hakkında besledikleri
kini de, açığa vurduklarını da Allah bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli
kalmaz. Ve onlardan intikamını alır. Yüce AHah bu âyeti, Peygamberini teselli
için inzal buyurmuştur,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«77
- 78 — İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık
bir hasım kesilir ve kendi yaratılışını unutur da: 'Bu çürümüş kemiklere kim
can verecekmiş' diyerek, bize misal vermeye kalkar?»
Ey
insanlar, Allahü Teâlâ'nm sizi bir nutfeden yarattığını görmez misiniz? Buna
rağmen O'na apaçık bir düşman kesilirsiniz ve kendi yaratılışınızı unutursunuz
da: «Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş, bunlar dağılmış, toprağa
karışmış» diyerek, Allah'a misal vermeye kalkışırsınız. Sizi bir damla sudan
var eden Allah, öldükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Her şeyi
yoktan var edNftı Allah elbette çürümüş kemikleri tekrar var etmeye kadirdir.
Bunu inkâr edenler kendi yaratılışlarına bir baksınlar? Bii damla suya şekil
verip in&an haline getiren ve onu akıl nimetiyle süsleyen Allah, çürüyüp
toprağa karışan insanı tekrar eski haine getiremez mi? Bu, bir damla sudan
koskoca insanı yaratmaktan daha mı zordur? Halbuki var olan bir şeyi eski
hâline getirmek, yok Lan var etmekten daha kolaydır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Muhammed, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı
bilendir.»
Ey
insanlar, sizi ilk defa yaratan kıyamet günü tekrar diriltecek tir. O, her
türlü yaratmayı bilen ve her şeye kadir olandır. Sizi yoktan var ettiği gibi,
kıyamet günü tekrar diriltecektir. YÜse Halik, bunu sevgili Peygamberine şöyle
beyan ediyor: «Yâ Muhammşd, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O,
her türlü yaratmayı bilendir,»
(Cüz:
23. Âyet: 80-82) Yaıin SOital 205
AHahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yaş
ağaçtan size ateş çıkarandır. Ondan ateş yakarsınız.»
Ey
insanlar, yaş ağaçtan ateş çıkartan Allah, kıyamet günü sizi tekrar diriltmeye
kadir değil midir? Siz o kibrit ağacından ateş yakarsınız, o, sizin için büyük
bir nimettir. Ateş olmasaydı, siz ne ile yiyeceklerinizi pişirip ısınacaktınız?
Her şeye kadir olan Allah, öldükten sonra sizi tekrar diriltmeye de kadirdir.
AHahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle b uyuruyor:
«Gökleri
ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur.
Çünkü O, her şeyi yaratandır ve hak-kıyle bilendir.»
Gökleri
direksiz olarak yaratan, yeri var eden ve her şeyi noksansız meydana getiren
Allah, kıyamet günü bütün canlıları tekrar yaratmaya kadir olamaz mı? Elbette
olur. Çünkü O, her şeyi yaratmaya yoktan var etmeye kadirdir. Bu kâinatı yoktan
var eden, gök-kubbeyi direksiz tutturan, insanları öldükten sonra tekrar
yaratamaz mı? Hâlik-ı Mutlak, bunu şöyle beyan ediyor: «Gökleri ve yeri yaratan,
kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur. Çünkü O, her
şeyi yaratandır ve hakkiyle bilendir,»
AHahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bîr
şeyi dilediği zaman. Onun emri, ancak 'Ol' demesinden ibarettir. O da
oluverir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl, bir şeyi dilediği zaman, ona sadece «ol» der. O da, o anda oluverir.
Hâlik-ı Mutlak'm var etmesi bu kadar kolaydır. Çünkü her şey O'nun emrindedir.
Dilediğini bir anda var eder, d:lediğini de bir anda yok eder. O'nun
için hiçbir zorluk yoktur. Ha yoktan var etmiş, ha ölüleri diriltmiş. Var
etmek, veya ölüleri diriltmek sadece -ol» emrine bakar. O anda dilediği odur.
AHahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
206 Yasin
Sûresi (Cüz; 23, Âyet; 83)
«Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de
kendisine döneceğiniz Allah'ın şanı ne kadar yücedir.»
Gökleri,
yeri ve içindekileri yaratan, her şeyin hükümranlığı elinde olan ve öldükten
sonra sizin, de kendisine döneceğiniz Allah'ın gani ne kadar yücedir. Her şeyi
yoktan var eden O'dur. O, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O'na. muhtaçtır.
Kıyamet günü amelinize göre sizi mükâfatlandıracak veya cezalandıracaktır. O
gün, herkese amelinin karşılığı verilecektir. Kimseye zulmedilmeyecektir. Çünkü
her şeyin hükümranlığı O'nun elindedir. O, adildir, adliyle hükmeder.
İmam
Ebû'1-Leys Semerkandî (r.aJ, Übey bin Kafb'dan şöyle rivayet
etmiştin Peygamberimiz (s.a,v.), her şeyin bir kalbi vardır, Kur'ân-ı Kerim'in
kalbi de -Yasin» dir. Kim Yâsin'i Allah'ın rızasını kazanmak için okursa,
Kur'an'ı on iki defa okumuş olur ve günahları bağışlanır. Şayet can çekiştiren
bir hasta üzerine okunursa, Yâ-sin'in her harfi adedince Allahü Teâlâ on melek
gönderir. Onlar hastanın karşısında saf bağlayıp afvı için dua ederler. Ruhunu
teslim edene kadar yanından ayrılmadıkları gibi, yıkanırken, kefenlenirken,
namazı kılınırken, mezara konurken de cemaatine iştirak ederler. Azrail ruhunu
kabzedeceği zaman, cennetten bir melek cennet şarabiyle beraber gelir, doyasıya
ona içirir, o kimse artık cennete girene kadar asla susamaz. Allahü Teâlâ'dan
niyazımız mü'min kullarına cennet şarabım içerken ruhlarını teslim etmek nasip
etsin.