Yasin Suresi seksen üç
âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
Allah teala bu sure.-i
celileye, Hz. Muhammed (s.a.v.)in Peygamberliğinin hak olduğuna yemin ederek
başlıyor ve onun dosdoğru bir yol üzerinde bu-
' lunduğunu beyan ediyor.
Kâfirlerin başlarının
yukarı kalkık olduğu bu yüzden bu anormal durumları ve davranışları sebebiyle
gerçeği bulamadıkları ayrıca onların önlerine ve arkalarına perdeler çekildiği
bu sebeple de hakkı göremedikleri ifade ediliyor.
Allah tealanın,
insanları hak yola çağıran elçilerinin durumlarına bir misal veriliyor ve
şöyle ediliyor: Bir kasabaya onları uyaran elçiler gönderiliyor. Önce iki elçi
gönderiliyor, insanlar onlara inanmıyor ve onları yalanlıyorlar. Bunun üzerine
bir üçüncü elçi onlara yardımcı gönderiliyor ve bunlar, kendilerinin AUah
tarafından elçiler olduklarını ve insanları hak yola davet etmek için görevli
bulunduklarını söylüyorlar. Fakat insanlar onlara inanmıyor hatta onlar
sebebiyle uğursuzluğa duçar olduklarım söylüyorlar. Elçiler ise
uğursuzluğu-nonlann kendilerinde olduğunu söylüyorlar. Bu ara şehrin uzak yerinden
bir adam koşarak geliyor ve halka, elçilere uymalarını tavsiye ediyor ve
nasihatlar-da bulunuyor. O kişi bu yaptığı ile cennete giriyor ve kavminin de
bu durumu bilmesini arzu ediyor. îman etmeyen kavmin Üzerine ise şiddetli bir
çığlık geliyor ve hepsi helak oluyorlar.
Sure-i celilede bundan
sonra ölü hale gelmiş olan yerin sularla diriltildiği, orada çok çeşitli bitki
ve meyveler var edildiği, gecenin, gündüzün, güneşin ve ayın yaratıldığı ve
bütün bunların, yüce Allanın takdiriyle hareketlerine devam ettikleri beyan
ediliyor.
Gemilerin suda
yürümesi, insanların suda boğulmadan onun üzerinde taşınmaları ve bütün
bunların Allanın birer nimeti oldukları beyan ediliyor. Sur'a ikinci defa
üfürülünce insanların kabirlerinden kalkacakları ve hesap vermek üzere Ailahm
huzurunda toplanacakları ve o gün hiç kimseye haksızlık yapılmayacağı haber
veriliyor.
Ameli, salih olup
cennete girenlerin zevk içinde, gölgelikler altında, her türlü nimetlerin
içinde rablerinin "Selam" sözüyle yaşayacakları cehennem ehlinin ise
hak ettikleri azaba sürüklenecekleri beyan ediliyor.
Bir damlacık sudan
yaratılan insanın, kendisini yaratan Aİlahı unutarak ona hasım kesildiği ve
"Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diye sorduğu beyan ediliyor.
İnsanların bu sorularına ise peygamberimizin şöyle cevap vermesi emrediliyor:
"De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecektir. Zira herhangi bir şeyi var
etmenin Allah için çok kolay olduğu, olmasını istediği şeye "Ol"
demesinin kâfi geldiği, böylece o şeyin hemen oluvereceği ve sonunda hep birlikte
Allaha döndürüleceğimiz beyan ediliyor[1]
Bu Sure-i Celile
hakkında bir kısım hadis-i şerifler
zikredilmiştir. Peygamber efendimiz bu hadis-i şeriflerinin birinde buyuruyor
ki:
"Herşeyin bir
kalbi vardır. Kur'anın kalbi de Yasin'dir. Kim Yasin suresini okursa Allah o
kişinin Yasini okumasından dolayı ona Kur'anı on kere okumuş kadar sevap
yazar.[2]
Peygamber efendimiz
diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:
"Yasini ölülerinizin
başında okuyun[3]Yani, can çekişmekte olan
hastalarınızın yanında okuyun. Umulur ki Allanın rahmeti onun üzerine iner de
rahatça can verir. Veya ölmüş olan kişilerin üzerine okuyun umulur ki Allah
onların taksiratlarını affeder.
Peygamber efendimiz
diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:
"Bakara suresi
Kur'anın hörgücü ve zirvesidir. Onun her âyetiyle birlikte seksen melek yere
inmiştir. Âyete'l-Kürsi Arş'ın altından çıkarılıp Bakara suresine eklenmiştir.
Yasin ise Kur'anın kalbidir. Kim, Allah tealamn rızasını ve âhiret yurdunu
dileyerek Yasini okuyacak olursa onun günahı bağışlanır. Siz onu, ölülerinizin
üzerine okuyun. [4]
Rahman ve rahim olan
Allahın adıyla.
1- Yâ, Sin.
Mukattaa harfleri
hakkında Bakara suresinin başında gerekli açıklamalar yapılmıştır. Ancak
burada geçen Yâ, Sin hakkında ayrıca şunlar söylenmiştir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre "Yâ Sin" kelimesi Allah tealanın
isimlerinden biridir. Allah teala bu ismine yemin ederek sureye başlamıştır.
Katade'ye göre ise
"Yâ Sin" kelimesi, Kur'anın isimlerinden biridir.
İkrirne'nin Abdullah
b. Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre Yâ Sin kelimesinin manası
"Ey insan" demektir.
Mücahid'e göre ise
"Yâ Sin" kelimesi söze başlamayı ifade eden bir kelimedir. Allah
teala burada kelamına bu sözle başlamıştır. [5]
2-3-
Hikmetle dolu Kur'ana yemin olsun ki şüphesiz sen ey Muham-med,
peygamberlerdensin. [6]
4- Sen,
dosdoğru bir yol üzerindesin.
İhtiva ettiği hükümler
sapasağlam olan Kur'ana yemin olsun ki ey Mu-hammed sen, Allah tarafından
gönderilen peygamberlerdensin ve sen, dosdoğru bir yol olan İslam dini
üzeresin. [7]
5-6- Ataları
uyarılmamış, bu yüzden de gafil kalmış bir kavmi uyarması için bu Kur'an,
herşeye galip ve merhamet sahibi olan Allah tarafından indirilmiştir.
Bu âyetler iki şekilde
izah edilmiştir: Birinci izah tarzı mealde zikredil-diği gibidir. Bu izah
tarzına göre âyette zikredilen kavimden maksat, Araplar ve kendilerine
peygamber gönderilmeyen diğer bütün kavimlerdir. Resulullahın peygamberliği
umumi olduğu için o, kendilerine daha önce Peygamber gönderilen kavimleri
uyardığı gibi hiç peygamber gönderilmeyen kavimleri de uyarmıştır.
Diğer bir izah şekli
ise şöyledir: Daha önce ataları uyarılan, buna rağmen gaflet içinde olan bir
kavmi uyarman için bu Kur'an sana indirilmiştir. Veya daha önce ataları nasıl
uyarılmışsa senin de bu kavmi o şekilde uyarman için bu Kur'an sana
indirilmiştir. Bu kavim gaflet içindedir. [8]
7- Şüphesiz
ki o vaad, insanların çoğuna hak olmuştur. Onlar iman etmezler.
Şüphesiz ki onların
çoğunu cezalandırmak farz olmuştur. Zira Allah onla-nn kalblerini
mühürlemiştir. Onlar Allaha ve peygamebre iman etmezler. [9]
8- Şüphesiz
biz, kâfirlerin boyunlarına, çenelerine kadar daynan demir halkalar geçirdik.
Bu yüzden onların başları yukarı kalkıktır. (Hakkı göremezler)
Şüphesiz ki biz,
kâfirlerin ellerini boyunlanria bağlayarak onların boğazlarına, çenelerine
kadar dayanan halkalar geçirdik. Onlar, elleri boyunlarına bağlı, başlan yukarı
kalkık bir haldedirler. Yani hakkı göremez ve herhangi bir hayır işleyemezler.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, kalbleri mühürlenen kâfirleri, hidayete erişmemeleri yönünden, elleri
boyunlarına bağlı olan insanlara benzetmektedir. Elleri boynuna bağlı olup
kafası yukarı dikilmiş olan insan, Önünü görüp serbest hareket edemediği gibi
kalbleri mühürlü olan kâfirler de hakkı görüp onu rahatça kabullenemezler.
Allah teala bu tür
insanlar için başka bir benzetme yaparak şöyle buyurmaktadır: [10]
9- Biz
onların hem önlerine hem de arkalarına birer set çekerek gözlerini perdeledik.
Artık onlar görmezler.
Biz o müşriklerin
önlerine ve arkalarına setler çektik, gözlerini örttük.Ar-tık onlar hakkı
göremez oldular.
Burada adı geçen
"Set"den maksat, onların hakkı görmelerine engel olan heva ve
hevesleri, kötü amelleri ve sapıklıklarıdır.
İkrime bu âyet-i
kerimenin, Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Ebu Cehil:
"Yemin olsun ki eğer Muhammed'i görürsem ona şöyle şöyle yapacağım."
demiş. Bunun üzerine, bundan önceki âyetle bu âyet nazil olmuştur. Orada
bulunanlar Ebu Cehil'e: "İşte Muhammed." demelerine rağmen Ebu Cehil
Hz. Muhammed'i göremiyor: "Nerde o? Nerde o?" diye soruyormuş. [11]
10- Sen
onları uyarsan da uyarmasan da aynıdır onlar iman etmezler.
Ey Muhammed, senin,
azabı hak edenleri uyarıp uyarmaman fark etmez. Zira onlar iman
etmeyeceklerdir. Çünkü Allah, onların iman etmeyeceklerini bilmektedir. [12]
11- Sen
ancak Kur'ana uyan ve görmediği halde rahman olan Allah-tan korkan kimseyi
uyarırsın. Sen o kimseyi mağfiret ve güzel bir mükafa-atla müjdele.
Ey Muhammed, senin
uyarman ancak Kur'ana iman edip ondaki hükümlere uyana ve kimsenin görmediği
yerde rahman olan Allahtan korkana fayda verir. Kâfirlerle beraber olduğunda
Allahın dinini alaya aîan ve müminler içinde bulunduğu zaman da müslüman
olduğunu söyleyen münafığa ve kalbi mühürlenmiş olan müşrike fayda vermez. Ey
Muhammed, sen, Kur'anın hükümlerine uyan ve herhangi bir kimsenin olmadığı
yerde rahman olan Allahtan korkanı, günahlarının affedileceği ile ve güzel bir
mükafaat olan cennetle müjdele. [13]
12- Şüphesiz
ölüleri biz diriltiriz ve insanların dünyada yaptıklarını ve geride
bıraktıkları eserlerini biz kaydederiz. Biz, herşeyi apaçık bir kitapta sayıp
tesbit etmişizdir.
Şüphesiz ki
yarattıklarımızdan Öldürdüklerimizi diriltecek olan ve onlann dünyadayken
işledikleri hayır ve serleri ve geriye bıraktıkları eserleri zaptettiren biziz.
Olmuş ve olacak herşeyi biz Ümmül Kifap olan Levh-i Mahfuzda sayıp tesbit
etmişizdir.
Âyet-i kerimede geçen
"Öldürülenlerin diriltilmesi"nden maksat, ölenlerin kıyamet gününde
diriltilerek hesaba çekilmesidir. Bazı müfessirler ise bu diriltmenin, ölü
durumunda olan kâfirlerin kalblerine iman vermek suretiyle diriltmek manasına
geldiğini söylemişlerdir.
Yine âyet-i kerimede
geçen "Eserler" ifadesinden maksat, müminlerin, öldükten sonra geriye
bıraktıkları eserlerdir.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
"Cerir b.
Abdullah diyor ki: "Resulullaha üzerlerinde kaba yün elbiseler bulunan
bazı Bedeviler geldi. Resulullah onlann hallerinin perişan olduğunu anladı.
Fakir düşmüşlerdi. Resulullah, halkı bunlara sadaka vermeye teşvik etti. Fakat
insanlar biraz ağırdan aldılar. Resulullahin yüzünde memnuniyetsizlik belirtileri
görüldü. Bunun üzerine Ensar'dan bir kişi bir kese gümüş getirdi. Ondan sonra
bir başkası daha getirdi. Bunu diğerleri takibetti. Resulullahın yüzünde sevinç
belirtileri görüldü ve şöyle buyurdu: "Her kim İslamda güzel bir iş yapar
da kendisinden sonra aynı iş yapılacak olursa o işi her yapanın sevabı kadar
bir sevap o işi ilk önce yapan kişiye de yazılır. Ve bunun yazılması o işi
yapanların
mükafatlarından birşey
eksiltmez. Her kim de İslamda kötü bir iş yapar d,a kendisinden sonra aynı iş
yapılacak olursa o işi yapanın günahı kadar bir günah o işi ilk Önce yapan
kişiye de yazılır. Ve bunun yazılması o işi yapanların günahından bir şey
eksiltmez. [14]
Diğer bir hadis-i
şerifte de şöyle buyurulmuştur:
"İnsanoğlu
öldüğünde ameli kesilir ancak üç şey hariç. Bunlar, devam eden sadaka,
kendisinden faydalanılan ilim ve ölene arkasından dua edecek olan salih
evlattır. [15]
Diğer bir görüşe göre
âyet-i kerimede geçen "Eserler"den maksat, insanların hayır veya şer
işlerken bıraktıkları ayak izleridir.
Bu hususta Cabir b.
Abdullah diyor ki:
"Mescid-i
Nebevi'nin çevresindeki "Bika"' denen yer boşaldı. Seleme oğullan
mescide yaklaşmak için oraya taşınmak istediler. Bu haber Resulullaha ulaştı.
Resulullah onlara: "Mescide yakın bir yere taşınmak istediğinizi duydum."
dedi onlar da: "Evet ya Resulullah biz öyle istedik." dediler.
Resulullah: "Fy Seleme oğullan, yerinizde kalın, izleriniz yazılmaktadır.
Yerlerinizde kalın izleriniz yazılmaktadır." buyurdu. [16]
.Abdullah b. Abbas,
Cabir b. Abdulah, Ebu Said el-Hudri ve Hasan-ı Basrî bu âyet-i kerimenin,
Seleme oğulları hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Taberi de bu görüştedir. [17]
13- Ey Muhammcd, sen insanlara o kasaba halkının
kıssasını misal ver. Bir zaman onlara elçiler gelmişti. [18]
14- Biz
onlara iki elçi göndermiştik de onlar o elçileri yalanlamışlardı. Bunun
üzerine biz de onları bir üçüncüsüylc desteklemiştik. Onlar kavimlerine:
"Şüphesiz bizler size gönderilen elçileriz." demişlerdi.
Âyet-i kerimede
zikredilen kasaba ve oraya gönderilen elçiler hakkında iki görüş
zikredilmiştir. Bir görüşe göre bu kasabadan maksat, Antakya şehridir. Hz. İsa
bu şehre, halkının iman etmesi için Havarilerden iki kişi göndermiş sonra da
bir kişi daha göndererek onlan güçlendirmiştir. Katade ve îkrime bu görüştedirler.
Diğer bir görüşe göre
ise bu kasabadan maksat yine Antakya şehridir. Bu şehirin kralı Allaha ortak
koşan ve putlara tapan bir kimsedir. Allah teala bu şehir halkına iki
peygamber göndermiştir. Kasaba halkı bunları yalanlayınca Allah üçüncü bir
peygamberle onlan desteklemiştir. Buna rağmen kasaba halkı o peygamberlere iman
etmemiş ve gelecek âyetlerde beyan edildiği gibi davranmışlardır. Bu görüş
Abdullah b. Abbas, Kâ'bul Ahbar ve Vehb b. Mühebbih'ten nakledilmiştir. [19]
15- Onlar da
şöyle cevap vermişlerdi: "Siz de ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman
olan Allah hiçbirşey indirmemiştir. Siz, yalancıdan başka birşey değilsiniz.
O kasaba halkı,
kendilerine gönderilen üç elçiye şöyle cevap vermişlerdir- "Sizler de
bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz. Eğer iddia ettiğiniz eibi
peygamber olmuş olsaydınız meleklerden olurdunuz. Rahman olan Allah size
peygamberlik veya kitap vermiş değildir. Sizler, "Biz size gönderilmiş
elçileriz." demenizde yalan söylüyorsunuz. [20]
16- Elçiler
de şöyle demişlerdi: "Rabbimiz biliyor ki, gerçekten bizler size
gönderilmiş elçileriz. [21]
17- Bizim
üzerimize düşen, açıkça tebliğ etmektir.
Gönderilen o elçiler
de, kendilerini yalanlayan kasaba halkına tekrar tebliğde bulunarak:
"Rabbimiz olan Allah da biliyor ki şüphesiz bizler size gönderilmiş
elçileriz. Bizim yükümlü olduğumuz görevimiz, Allahm emirlerini açıkça tebliğ
etmektir. Şayet kabul ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz. Kabul etmezseniz
biz üzerimize düşeni yapmış oluruz. Sizin işiniz ise Allaha kalmıştır.
Hakkınızda o hüküm verecektir. [22]
18- Onlar da
şöyle demişlerdi: "Biz sizinle uğursuzluğa düştük. Yemin olsun ki eğer
vazgeçmezseniz sizi taşlarız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunur.
O kasaba halkı,
kendilerine gönderilen peygamberlere şöyle demişlerdir: "Doğrusu biz sizin
yüzünüzden uğursuzluğa düştük. Şayet bize bir bela gelecek olursa bu sizin
yüzünüzden olacaktır. Yemin olsun ki eğer bizi davet etmekten ve tanrılarımıza
dil uzatmaktan vazgeçmezseniz sizi taşa tutanz. Ve sizlere, tarafımızdan can
yakıcı bir azap dokunur." [23]
19- Elçiler
de şöyle demişlerdi: "Uğursuzluk sizin kendinizdedir. Size hak
hatırlatıldığı için mi? (Uğursuzluğa uğradığınızı söylüyorsunuz?) Doğrusu siz,
haddi aşan bir kavimsiniz.
Elçiler, kasaba
halkına şu cevabı vermişlerdir: "Uğrsuzluğunuz sizin ken-dinizdendir.
Amelleriniz, rızıklanmz, hayır ve şer olan payınız size aittir. Bu, bizim uğursuzluğumuzdan
dolayı meydana gelen birşey değildir. Sizler, uyarıldığınız için mi
uğursuzluğa uğradığınızı söylüyorsunuz? Daha doğrusu sizler, haddi aşıp Allaha
isyan eden ve günahlara batan bir topluluksunuz." [24]
20-21-
Şehrin en u/ak yerinden bir adam koşarak gcimiş ve şöyle demişti: "Ey
kavmim, uyun gönderilen elçilere. Uyun sizden hiçbirşey istemeyen ve doğru
yolda olanlara." [25]
22- Ben,
beni yaratana nasıl ibadet etmeyeyim? Oysa siz de ona döndürüleceksiniz. [26]
23- Allahtan
başka ilahlar mı edineyim ki rahman olan Allah bana bir zarar vermek
dilediğinde o ilahların yardımları bana bir fayda vermez. Beni kurtaramazlar
da. [27]
24- O
takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum. [28]
25- Şüphesiz
ben, rabbinizc iman ettim, beni dinleyin."
Abdullah b. Abbas,
Kâ'bul Ahbar ve Vehb b. Münenbih'îen rivayet edildiğine göre, burada
zikredilen: "Şehrin eı.uzak yerinden koşarak gelen kişinin
"Habib" isminde iman etmiş bir kişi olduğu ve bu zatın dokumacılık
yaptığı ve cüzzam hastalığına yakalanmış bir kişi olduğu buna rağmen kazancını
ikiye ayırarak yarısını aile fertlerine harcadığı, diğer yarısını ise sadaka
olarak dağıttığı rivayet edilmektedir.
İşte bu zat, Antakya
halkı, kendilerine dini tebliğ etmeye gelen üç kişiyi öldürmeye karar
verdikleri zaman meseleyi duymuş ve şehrin en uzak yerinden koşarak gelmiş ve o
kavme, ayetlerde zikredildiği gibi öğütlerde bulunmuştur. Fakat kasaba halkı bu
zatın üzerine yürümüş hep birlikte onu öldürmüşlerdir. Onu savunacak tek bir
kişi daha bulunmamıştır.
Katade, şehrin halkının
bu zatı taşlayarak öldürdüklerini onun da bu sırada: "Ey Allahım, sen
kavmimi hidayete eriştir, ey AHahım sen kavmimi hidayete eriştir." diye
dua ettiğini ve kavminin onu olduğu yerde öldürdüğünü rivayet etmektedir.
Abdullah b. Mes'ud ise
kavminin o zatı ayaklarının altında çinediklerini ve bağırsaklarının dışarı
fırladığını rivayet etmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Kâ'bul Ahbar ve Vehb b. Mühebbih ise kavminin hep birden onun üzerine
saldırarak, zaten hastalıktan zayıf düşmüş olan bu zatı Öldüklerini rivayet
etmektedirler. [29]
26-27-
(Kavmini uyardığı için) öldürülen kişeye: "Gir cennete." denildi. O
da: "Keşke kavmim, rabbimin beni bağışladığını ve ikram edilenlerden
kıldığını bilse." dedi.
Şehrin zalim halkı
tarafından öldürülen bu zata, imanının ve sabrının mü-kafaatı olarak:
"Cennete gir." denildi. Bu zat ise hayatındayken kavmini hayra ve
imana davet ettiği gibi öldürülmesinden sonra da yine kavminin hidayete kavuşmasını
arzulamiş ve şöyle demiştir: "Keşke kavmim, benim, rabbim tarafından
affedilmemin ve ikram edilenlerden kılınmamın sebebini bilmiş olsalar da onlar
da iman edip bu ikramlara erişselerdi.
*Abdullah b. Mes'ud
diyor ki: "Allah o zata "Gir cennete." dedi. O, diri bir şekilde
cennete girdi. Orada kendisine rızıklar verildi. Allah ondan, dünyadaki
hastalığını, üzüntüsünü ve yorgunluğunu giderdi. Bu zat Allanın cennetine ve
diğer ikramlarına erişince: "Keşke kavmim, rabbimin beni bağışladığını ve
ikram edilenlerden kıldığını bilse." dedi. [30]
28- Biz o
adamdan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik. Zaten indirmeyiz
de. [31]
29- O sadece
bir çığlıktı. Hemen sönüp gittiler.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, kavmini hakka davet eden mümin kişinin öldürülmesinden sonra onu
öldüren kavimden nail intikam alındığını ve onları, gökten herhangi bir felaket
indirmeksizin çok kolay bir şekilde helak ettiğini böylece onların
küçümsedikleri o mümin kulun Allah nezdinde ne kadar bir değeri olduğunu
bildirmektedir. Onlar o mümin kulu nasıl küçümseyerek bir anda üzerine çullanıp
öldürdülerse Allah teala da o zalim kavmi hor ve hakir kılarak ve sadece bir
çığlıkla yok ediverdi.
Mücahid ve Katade:
"Biz o adamdan sonra kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik."
ifadesinden maksadın: "Biz o kavme artık peygamber göndermedik."
demek olduğunu söylemişlerse de Taberi bu görüşe katılmamakta ve bu ifadeden
maksadın: "O kavmin, gökten melekler ordusu indirirek helak edilmediğini,
onların sadece bir çığlıkla helak edildiğini beyan olduğunu söylemektedir.
Abdullah b. Mes'ud da bu görüştedir. [32]
30- Yazıklar
olsun o kullara ki kendilerine herhangi bir peygamber gelmeyedursun ille de onu
alaya alırlardı.
Yazıklar olsun o
kullara, onlar peygamberleri alaya aldıkları için nasıl üzülecekler ve perişan
olacaklardır, zira onlara hiçbir peygamber gelmemiştir ki onu alaya almamış
olsunlar. [33]
31- Onlar,
kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi ve helak edilenlerin onlara
dönmediklerini hiç görmezler mi? [34]
32- Onların hepsi mutlaka huzurumuzda toplanıp
hesap için hazır bulundurulacaklardır.
Ey Muhammed, kavminin
Allaha ortak koşanları, kendilerinden önce, Peygamberlerimizi yalanlayan ve
âyetlerimizi inkar eden nice kavimleri helak ettiğimizi ve helak edilenlerin
bir daha geri dönmediklerini görmezler mi? Geçmiş ve gelecek bütün ümmetler
kıyamet gününde hesaba çekilmek için huzurumuzda hazır bulundurulacaklardır.
Hayır işleyene sevabı şer işleyene de cezası verilecektir. [35]
33- Ölü hale
gelmiş olan toprakta da onlar için bir delil vardır. Biz onu diriltir ve ondan
taneler çıkarırız. O tanelerden kendileri de yerler.
Allahin, otlan ve
ekinleri kurumuş olan topraklan, gökten indirdiği yağmur ve sularla tekrar
canlandırması ve topraklardan, insanlann da yedikleri çeşitli taneler ve
bitkiler çıkarması, müşrikler için AUahın varlığını ve kudretini gösteren deli
Herdendir. îşte Allah, ölüleri de böyle diriltir. [36]
34- Orada
hurma ve üzüm bahçeleri yarattık ve oradan pınarlar fışkırttık.
Hayat verdiğimiz
yeryüzünde çeşitli bağlar ve bahçeler yarattık. Hurmalıklar ve üzüm bağlan
meydana getirdik. Orada yeryüzünü yarıp çeşitli pınarlar akıttık. İşte bunlar
da, Allahın, ölüleri dirilteceğini gösteren delil telindendir. [37]
35- Böylece
onun mahsulünden ve ellerinin yaptıklarından yesinler. Hiç şükretmezler mi?
Biz, ölü bir duruma
gelmiş olan yeryüzüne tekrar hayat vererek orada bağlar bahçeler yarattık ki
kullar onların meyvelerinden ve bizzat kendi elleriyle yetiştirdiklerinin
meyvelerinden yesinler. Bütün bundan sonra hâlâ şükretmezler mi?
*Bazı müfessirier bu
âyet-i kerimeyi şu şekilde izah eünişjerdir:
"Biz o bağ ve
bahçeleri yarattık ki kullar onlann çeşitli meyvelerinden yesinler. Bu
meyveleri biz yarattık. Onlar, kendi elleriyle yapmış değillerdir. O halde
niçin şükretmezler? [38]
36- Yerin
bitirdiklerinden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün
çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bütün çiftleri yaratan
Allah, her türlü eksiklik ve kusurlardan beridir. Bu çiftler, yeryüzünde biten
bitkilerde, bizzat insanların kendilerinde ve insanların bilmediği daha nice
şeylerde mevcuttur.
Allah teala bu âyet-i
kerimede bitkileri, insanları ve bilinmeyen daha birçok şeyleri erkekli dişili
olarak çiftler şeklinde yarattığını beyan ediyor. Bu hususta diğer bir âyette
de şöyle buyuruluyor: "Düşünüp ibret alasınız diye biz herşeyi çift çift
yarattık. [39]
37- Gece de
onlar için bir delildir. Ondan gündüzü sıyırıp alırız da karanlıkta
kalıvcrirler.
Allahın dilediği
herşeyi yapmaya kadir olduğunu gösteren delillerden bin de "Gece"
dir. Allah, gündüzü geceden ayırdığında insanlar gecenin karanlığı içinde
kalırlar. Eğer Allah, gündüzü tekrar göndermeyecek olsa insanlar buna nasıl bir
çare bulacaklardır?'[40]
38- Güneş de
kendi karargâhında dönüp durmaktadır. Bu, herşcye galip olan ve hcrşeyi bilen
Allanın bir takdiridir.
Ebu Zer el-Ğifârî
(r.a.) diyor ki:
"Ben, Resulullaha
"Güneş de kendi mihveri etrafında dönüp durmaktadır." âyetini
sordum. Resulullah: "Güneşin
karargâhı arş'ın
altındadır." buyurdu. [41]
39- Ay'a da
konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri sapına döner.
Allah teala, gökte
yoluna devam eden ay için menziller tayin etmiştir. Ay, ışığını güneşten
almasına rağmen ilk doğduğu gün çok küçük görünmekte daha sonra giderek
büyümekte ve tekrar küçülmeye başlamaktadır. Güneş, gündüz vazifesini ifa
ederken ay vazifesini gece ifa etmektedir. [42]
40- Ne
güneşin aya erişmesi mümkün olur ne de gece gündüzü geçer. Hcrbiri bir
yörüngede yüzmektedir.
Allah teala bu âyet-i
kerimede güneşin ve ayın vazifelerinin farklı olduğunu, gece ve gündüzün
birbirlerini takib etmelerine rağmen birinin diğerinin önüne geçmediğini beyan
emıekte böylece kainattaki ahenk ve nizamın kendisi tarafından sağlandığını,
bunun da varlığının ve kudretinin büyük bir delili olduğunu bildirmektedir. [43]
41-42-
Onların soyunu yüklü gemilerde taşımamız ve onlar için gemiye benzer şeylerden
binekler yaratmamız, kendileri için bir delildir.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, denizlerde seyreden insanları ve yüklerini taşıyan gemilerin de
insanlar için Allanın kuvvet ve kudretini gösteren bir delil olduğunu beyan
ediyor ve insanların soylarının Hz. Nuh'un gemisinde taşı-tilmasının, Allanın
büyük lütuflanndan biri olduğuna işaret ediyor ve buyuruyor ki: "Nuh'un
yüklü gemisinde insanların soylarını taşımamız ve insanlar için o geminin
benzeri binekler yaratmamız bizim kudretimizi gösteren bir delildir."
Âyet-i kerimede,
gemiye benzer binekler yaratılması zikredilmektedir. Gemiye benzer bu
bineklerden neyin kasdedildiği hakkında iki görüş zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Ebu
Mâlik, Hasan el-Basrî, Ebu Salih, Dehhak, Kata-de ve İbni Zeyd'den nakledilen
bir görüşe göre burada zikredilen geminin benzeri bineklerden maksat, Nuh'un
gemisinden daha küçük olan diğer gemilerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Yine Abdullah b.
Abbas, İkrime, Abdullah b. Şeddad ve Hasan-i Bas-ri'den nakledilen diğer bir
görüşe göre buradaki gemiye benzer bineklerden maksat "Çöl vapuru"
denen develerdir.
Mücahid ise bu
bineklerden maksadın binek hayvanları olduğunu söylemiştir.
Ayet-i kerimenin
manasının umumi oluşu, buradaki "Vapura benzeyen binekler"den
maksadın bütün taşıtları kapsadığını söylemenin daha uygun oldu-ğunu gösterir. [44]
43-44-
İstesek onları suda boğarız da hiç imdatlarına koşan olmaz. Onlar kurtarılamazlar
da. Onları ancak nezdimizden bir rahmet olarak ve belli bir zamana kadar
yaşatmak için böyle yapmayız.
Dilersek bize ortak
koşan müşrikleri vapura bindikleri zaman suda boğarız da onlar kendilerini
kurtaracak bir yardımcı bulamazlar. Onlar kurtanlamaz-lar da. Ancak
tarafımızdan bir merhamet olarak onlan biz kurtarırız ve ecelleri gelinceye
kadar yaşatırız. [45]
45- Onlara:
"Önünüzdeki ve arkanızdaki hadiselerden korkun ki merhamet
olunasınız." denildiği zaman dinlemezler.
[46]
46- Onlara, rablcrinin âyetlerinden bir âyet
gelmeye dursun. İlle de ondan yüzçevirİrlcr.
Aîlaha ortak koşan ve
peygamberini yalanlayan bu müşriklere "Sizden önceki ümmetlerin başına
gelen felaketlerin sizin de başınıza gelmeyeceğinden ve helak edilmenizden
sonra âhirette de uğratılacağınız azaptan korkun ki rabbi-niz size merhamet
etsin.
Şayet inkarcılık üzere
Ölmüş olursanız merhamet olunmazsınız." denildiği zaman onlar bu ikazı
dinlemezler. İnkarcılıklarında ısrar ederler. Müşriklere, Allahm birliğini ve
peygamberinin doğruluğunu gösteren âyet ve delillerden herhangi biri geldiği
zaman onlar bundan yüzçevirirler. O delili düşünüp ibret almazlar ve delilin
niçin gönderildiğini araştırmazlar. [47]
47- Onlara:
"Allahın size verdiği rızıklardan infak edin." dendiği zaman, inkar
edenler, İman edenlere: "Allahın istese doyurabileceği kimseyi biz mi
doyuracak mışız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz," derler.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, kâfirlerin cimri olduklarını, çeşitli bahanelere başvurarak
mallarını Allahın yolunda harcamadıklarını beyan etmektedir. Kâfirler âhirete
iman etmedikleri için harcadıkları mallarından sevap beklememektedirler. Bu
itibarla adeta elleri boyunlarına bağlanmışcasına fakirlere karşı cimri
davranırlar. [48]
48- Eğer
doğru söylüyorsanız bu vaadedilen ne zamandır? derler.
Bu müşrikler, kıyamet
gününün gelmesini alaya alarak: "Eğre doğru söy-leyenlerdenseniz bu
vaadedilen kıyamet ne zamandır?" derler. Rablerinin kendilerini hemen
cezalandırmasını isterler. Allah teala müşriklerin bu sorularına cevaben
buyuruyor ki: [49]
49- Onlar çekişip dururlarken kendilerini ansızın
yakalayıvcrccck bir çığlıktan başka bir şey beklemezler. [50]
50- O zaman
ne vasiyette bulunabilirler ne de ailelerine dönebilirler.
Bu âyetlerde, birinci
Sur'a üflendiğinde insanların nasıl aniden yakalanacakları beyan edilmektedir.
Abdullah b. Amr diyor
ki: "İnsanlar yollarda, çarşılarda, pazarlarda ve
oturma yerlerinde
bulunurlarken Sur'a üfürülecektir. Öyle ki iki kişi bir elbise için pazarlık
halinde olacaklar biri onu diğerine teslim etmeden Sur'a üfürülecektir. Kişi
sabahleyin evinden çıkacak evine dönmeden Sur'a üflenmiş olacaktır. İşte bu
âyetler bu hususları beyan etmektedir.
Peygamber efendimiz,
kıyametin aniden nasıl geleceğini tasvir ederek buyuruyor ki:
"Güneş battığı
yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş buradan doğunca insanlar onu
görecekler ve hepsi iman edeceklerdir. Fakat bu imanlan "... Rabbinin
alametlerinden bir kısmının geldiği gün daha önce inanmamış veya imanıyla bir
iyilik kazanmamış olan bir nefse imanı fayda vermeyecektir. [51]
âyetinde zikredildiği anda tahakkuk edecek ve kendilerine bir fayda
vermeyecektir. Kıyamet öyle ani bir şekilde kopacak ki iki kişi aralarında elbiselerini
açacaklar onu satmaya veya katlamaya vakit bulamayacaklardır. Kıyamet öyle ani
bir şekilde kopacaktır ki, kişi süt hayvanının sütünü sağacak fakat onu içmeye
vakit bulamayacaktır.
Kıyamet öyle ani bir
şekilde kopacaktır ki kişi lokmasını ağzına götürecek fakat onu yemeye zaman
bulamayacaktır. [52]
51- Sur'a üfürülünce, bir de bakarsın ki onlar
kabirlerinden kalkmışlar rablcrinc koşuyorlar. [53]
52- "Vay halimize, uyuduğumuz yerden bizi
kim kaldırdı?" derler. Onlara: "Bu, rahman olan Allahın vaadettiği
kıyamet günüdür. Peygamberler doğru söylemişlerdir." denilir.
AIIah teala bu âyet-i
kerimede ise Sur'a ikinci kez üfleneceğini ve ölülerin kabirlerinden kalkarak
Allahın huzuruna koşarak gideceklerini beyan etmektedir. Kabirlerinden çıkan
kafirler, orada azap görmelerine rağmen kıyamet gününün daha dehşetli olduğunu
görünce kendi kendilerine şöyle diyeceklerdir: "Vay halimize, uyuduğumuz
yerden bizi kim kaldırdı?" Onların bu sözüne karşılık ise: "Bu
rahman olan Allahın vaadettiği kıyamet günüdür. Peygamberler doğru
söylemişlerdir." denilecektir.
Kâfirlere bu sözü
söyleyenler ya melekler veya müminlerdir. Bu son sözün, kâfirlerin kendi
sözlerinin devamı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre âyetin manası
şöyledir: "Kâfirler: "Vay halimize, uyuduğumuz bu yerden bizi kim
kaldırdı? Bu, rahman olan Allahın vaadettiği kıyamet günüdür. Demek ki
peygamberler doğru söylemişlerdir." [54]
53- Sadece
bir çığlık kopar. Bir de bakarsın ki hepsi hesap vermek üzere huzurumuzda
toplanıvcrmişjcr.
54- Bugün
kimseye hiçbir haksızlıkta bulunulmaz. Siz ancak yaptıklarınızın karşılığını
görürsünüz.
İnsanların,
kabirlerinden kalkmalarını ilan eden ikinci sur da ancak bir çığlıktır. İşte o
anda bütün varlıklar huzurumuza getirileceklerdir. Herkes yaptığı amelin
karşılığını bulacaktır. O kıyamet gününde hiçbir kimseye haksızlık yapılmayacak
ve sizler ancak işlediğiniz amellere göre cezalandırılacak veya mükafaatl
andırılacaksınız. [55]
55- Şüphesiz
ki cennetlikler bugün eğlence ve zevk İçindedirler.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, cehennemliklerin hesap yeri olan arasat-tan ayrılıp cennet
bahçelerine gittiklerinde nasıl mes'ut bir hayat geçireceklerini zevk ü sefa
içinde yaşayacaklarını bildirmektedir.
Bazı müfessirlere göre
buradaki "Zevk ü sefa"dan maksat, cennetliklerin cennet nimetleri
içinde yaşamalarıdır. Mücahid ve Hasan-ı Basri bu görüştedirler.
Diğer bazılarına göre
ise buradaki "Zevk ü sefa"dan maksat, cennetlik olanların
cehennemliklerin çektikleri azaplardan uzak olmalarıdır. Diğer bir kısım
müfessirlere göre ise, Zevk ü sefadan maksat, cennetliklerin, bakire hanımlarla
evlenmeleridir. [56]
56- Onlar ve
eşleri gölgelerdedir, Koltuklara yaslanırlar. [57]
57- Onlar
için orada meyveler ve arzuladıkları herşey vardır.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde, cennetliklerin cennetin içinde ağaçların gölgeleri altında
gölgeleneceklerini koltuklara yaşlanacaktan m ve onlara arzuladıkları herşeyin
verileceğini beyan etmektedir.
Bu hususta peygamber
efendimiz bir hadis-i şerifinde sahabilerine şöyle buyurmuştur:
"Cennet için
kollarını sıvayan var mıdır? Zira cennetin hiçbir benzen yoktur. Kabe'nin
rabbine yemin olsun ki, o pırıl pırıl parlayan bir nur, sallanan bir reyhan,
inşa edilmiş bir köşk, devamlı akan bir nehir, olgunlaşmış bol meyveler, güzel
ve yakışıklı eşler ve çokça elbiselerdir. Bu nimetler, devamlı olarak kalınacak
yerlerde bolluk ve sevinç içinde yüksek, sağlam, şahane evlerde bulunacaktır."
Sahabiler: "Ey Allanın Resulü biz onun için kollarımızı sıvamışız."
dediler. Resulullah da buyurdu ki: "İnşallah." deyin.
"Resulullah daha sonra cihadı anlattı ve ona teşvik etti. [58]
58- Bir de
rahim olan rablcrinden onlara söz olarak,"Sclam" vardır.
Bu âyet-i kerime
farklı şekillerde izah edilmiştir. Bu izahlardan biri mealde verildiği
gibidir. Diğer bir izah tarzına göre de âyetin manası şöyledir:
"Cennetlikler için arzuladıkları herşey vardır. Bu da Allahm, onları
güvenlik içinde kılması ve esenliğe kavuşturması d ir. Bu, rahman olan rab
tarafından bir sözle gerçekleşir.
Cabir b. Abdullah'tan
bu âyet-i kerimeyi izah eden şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Cabir
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Cennetlikler kendilerine verilen nimetler içinde
yaşarken birden onları bir nur kaplar. Onlar başlarını kaldırırlar bir de bakarlar
ki rableri üstten onlara bakmaktadır. Ve "Ey cennet ehli selam olsun size."
der. Allahın: "Bir de rahim olan rablerinden onlara söz olarak selam vardır."
sözü bunu ifade eder. Allah onlara bakar. Onlar da ona bakarlar. Cennetlikler
Allaha baktıkları müddetçe hiçbir nimete iltifat etmezler. Nihayet Allah onlara
görünmez olur. Ancak Allahın nuru ve bereketi onların yurtlarında, üzerlerinde
devam eder." [59]
59- Ey
mücrimler, bugün müminlerden ayrılın. [60]
60-61- Ey
Âdcmoğulları ben size, şeytana tapmayın o sizin için apaçık bir düşmandır.
Bana kulluk edin. İşte doğru yol budur." diye emretme-mış miydim? [61]
62- Şüphesiz
ki şeytan sizden birçok nesilleri doğru yoldan saptırmıştı. Hiç düşünmüyor
musunuz? [62]
63- İşte
vaadolunduğunuz cehennem. [63]
64- Eğer dilesiydik onların gözlerini silme
kör ederdik de yollarını bulmak için
koşuşup dururlardı. Fakat nasıl göreceklerdi?
Ey, Allahı inkar eden
kâfirler, bugün müminlerden ayrılın. Çünkü sizler, onların gidecekleri yerden
başka yerlere gideceksiniz. Onlar cennete sizler ise, cehenneme
sevkedileceksiniz. Orada insanlara şöyle
denilecektir: "Ey s ı ftınSullan
ben size, dünyada iken emretmemiş miydim kî şeytana uymayın, Aİlaha karşı
gelerek şeytana itaat etmeyin. Zira o sizin apaçık düşmansızdır. r nkü o atanız
Âdem'e secde etmeyerek düşmanlığını açığa vurmuştur. Vesve-Z Âdem'i ve zevcesi
Havva"yı cennetten çıkarmıştır. Sizler sadece bana kulluk edin. İste sahih
olan din ve doğru olan yol budur." Bununla beraber şeytan dnlen birçok
nesilleri hak yoldan çıkardı. Sadece bana kulluk etmekten ve bana itaattan
uzaklaştırdı. Sizi putlara taptın*. Ey müşrikler, Allahı bırakıp da başka £aL
taparak şeytana itaat ettiğiniz zaman bunun size hiç yakışmayacağım hiç
ınsüLediniz mi? Benim de sizin de düşmanınız olan şeytana itaatin kötülüğünüidrak
etmediniz mi? İşte sizlere, dünyadayken yalanlamış okluğunuz cehennem Allahı
inkar etmeniz ve peygamberini yalanlamanız hahnde bu cehenneme geçeğiniz size
vaadedilmisti. İşte inkarınız sebebiyle bugün gınn bu cehenneme. [64]
65- O gün,
biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur. Ayakları da ne
yaptıklarına şahitlik eder.
Kıyamet gününde biz o
müşriklerin ağızlarını mühürleriz. Artık ağızlan konuşamaz olur. Dünyada
işledikleri isyanları bize elleri bildirir. Ve dünyada kazandıkları kötü
amellerine ayaklan şahitlik eder.
AlIah teala bu âyet-i
kerimelerde, kıyamet gününde, kâfir ve münafıkların hesap verme şekillerini
beyan etmektedir.
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Birgün biz
Resulullahın yanında bulunuyorduk. Resulullah güldü ve: "Neden güldüğümü
biliyor musunuz?" dedi. "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dedik.
Resulullah dedi ki: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul diyecek ki
"Ey rabbim, sen bana zulmetmekten beni beri kılmamış miydin?" Allah
"Evet beri kılmıştım." diyecek. Kul, "Ben kendi aleyhime benim
dışımda birinin şahitlik etmesine izin vermem." diyecek. Allah ise:
"Senin aleyhine bizzat kendi şahitliğin ve Kiramen kâtibîn meleklerinin
şahitliği kâfidir." diyecek ve onun ağzını mühürieyecektir. O kişinin
organlanna: "Konuş" denecek organları da yaptığı işleri
anlatacaktır. Sonra kişiye konuşma izni verilecek o da organlarına:
"Kahrolun, ezilin. Ben sizi savunuyordum." diyecektir. [65]
66- Eğer
dilcscydik, onların gözlerini silme kör ederdik de yollarını bulmak için
koşuşup dururlardı. Fakat nasıl göreceklerdi?
Bu âyet-i kerime iki
şekilde izah edilmiştir: Abdullah b. Abbas'tan nakledilen birinci izah şekli
şöyledir: "Eğer biz dileseydik onlan, doğru yolu görmekten kör eder ve
onlan haktan saptırırdık. Onlar, o halleriyle hakkı nereden bulacaklardı?
Hasan-i Basrî ve
Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise âyetin manası şöyledir:
"Eğer dileseydik biz onları, inkarlarının cezası olarak kör yapardık,
bocalayıp dururlardı. Ve kendileri için yol ararlardı. O halleriyle nasıl yol
bulabileceklerdi? Fakat biz onları derhal cezalandırmadık." Taberi bu görüşü
tercih etmiştir. [66]
67- Eğer
dileseydik suretlerini değiştirip oldukları yerde dondururduk da ne ileri
gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi. [67]
Eğer dileseydik bu
müşriklerin bulundukları yerde şekillerini değiştirirdik de oldukları yerde
kaliverirlerdi. Ne ileri gidebilirlerdi ne de geri kalabilirlerdi. [68]
68- Biz kimi
uzun ömürlü kılarsak, yaratılışını tersine çeviririz. (Kuvvetten sonra acizliğe
düşürürüz) hiç düşünmezler mi?
Kimi uzun ömürlü
kılarsak onun yaratılışını önceki haline çeviririz. İhti-var halinde adeta bir
çocuğa dönüşür. Böylece bildiği şeyleri de unutmuş olur Bu müşrikler, Allahin
dilediğini yapma gücünde olduğunu hiç düşünmezler mı? [69]
69- Biz
Muhammed'e şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da. Ona inen ancak bir öğüt ve
apaçık Kur'andan başka birşey değildir.
Taberi bu âyet-i
kerimeyi izah ederken şöyle demiştir: "Biz Muhammed'e şiir öğretmedik.
Ona şiir yakışmaz da. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesi sizin için
ancak bir hatırlatmadır. Allah onu göndererek sizin doğru yolu bulma imkanına
sahibolmanızı hatırlatmıştır. Muhammed'e gönderilen ise apaçık bir Kur'andır.
Aklı olan, bunun, Allah tarafından olduğunu bilir. [70]
70- Bu
Kur'an Muhammed'e, hayatta olanları uyarması ve kâfirlere vaadedilen azabın hak
olması için indirilmiştir.
Muhammed'e indirilen
apaçık bir Kur'andır ki Muhammet! onunla, kalbi diri olan müminleri uyarsın.
Kâfirlere ise cehennem azabı hak olsun. Böylece kimse için bahane bulunmasın. [71]
71- Onlar
kendileri için bizzat kudretimizin eseri olarak yarattığımız hayvanları
görmüyorlar mı? Üstelik o mailara sahiptirler.
[72]
72- Biz o
hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Bazıları onların bineğidir. Bazılarının
da etini yerler. [73]
73- Kendileri
için onlarda daha nice faydalar ve içecekler vardır. Hiç şükretmezler mi?
Allaha ortak koşan bu
müşrikler görmezler mi ki, bizzat kudretimizle onlar için deve, sığır, koyun
gibi hayvanlar yarattık? Onlar o hayvanlara sahiptirler. Onlarda diledikleri
gibi tasarruf ederler. Ve biz bu hayvanları, kendilerinden daha güçlü ve
kuvvetli oldukları halde onlara boyun eğdirdik. Onlann bir kısmını binek
olarak kullanırlar. At, katır, merkep bu cinstendir. Diğer bir kısmının ise
etini yerler. Koyun, keçi bu cinstendir. Bir kısmını ise her iki maksat için de
kullanırlar. Deve ve sığır da bu türdendir. Onlar için bu hayvanlarda daha nice
menfaatlar vardır. Onlann yünlerinden, kıllarından, tüylerinden, derilerinden
istifade ederler. Onlann sütlerini çeşitli şekillerde içerler. Benim bu nimet
ve ihsanlarıma karşı nasıl şükredip itaatta bulunmazlar? [74]
74- Onlar, yardım göreceklerini ümit ederek
Allahtan başka ilahlar edindiler. [75]
75- İlahlar
onlara yardım edemezler. Halbuki kendileri, ilahların hazır askeri durumundadırlar.
Bu müşrikler, Allaha
şükretmeleri yerine onu bırakıp başka ilahlar edindiler. O ilahların,
kendilerini, AHahın azabından kurtaracağını ümidedttiler.
Halbuki bu ilahlar,
Allaha karşı onlara asla yardım edemezler. Allanın kendilen Mkdir ettiği azabı kendilerinden
uzaklaştıramazlar. O müşrikler ise taptıkla-ilahlar için hazır vaziyete
getirilmiş askerlerdir. Yani dünyada iken putlarını korumak için adeta onlann
askeri gibidirler. Kimsenin onlara dokunmasını istemezler. Onlan yerenlere
karşı çıkarlar ve onlar uğurunda canlann ıfeda ederler. [76]
76- Ey
Muhammed, onların sözü sakın seni üzmesin. Şüphesiz biz, onların gizlediklerini
de biliriz, açığa vurduklarını da.
Ey Muhammed,
müşriklerin sana: "O bir şairdir." getirdiğin Kur'ana da "O bir
şiirdir." demeleri, Allahm âyetlerini yalanlamalan ve senin peygamberliğini
inkar etmeleri seni üzmesin. Şüphesiz ki biz, onlann, içlerinde gizledikleri
sırlan da biliriz, açığa vurduklarını da. Onlar, içlerinden senin Hak Peygamber
olduğunu tasdik ederler ve seni kıskandıklan için de bunu itiraf etmekten kaçınırlar.
Biz bunlan bilmekteyiz ve onlan buna göre cezalandıracağız. [77]
77-78-
İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir
hasım kesilir. Yaratılışını unutarak bize misal getirir ve "Çürümüş
kemikleri kim diriltecekmiş?" der.
Çürümüş kemikleri kim
diriltecektir?" diyen insan, hiç görmez mi ki biz onu bir damla sudan var
edip mükemmel bir hale getirdik. Sonra da o, rabbının kendisine gönderdiği
emirlere karşı apaçık bir düşman kesildi. Bizzat kendi yaratılışının nasıl
olduğunu unutarak bize misal vermeye kalkıştı ve "Çürümüş kemikleri kim
diriltebilir?" dedi. Bir damla suyu mükemmel bir insan haline getı-renin
kemiklere hayat verebileceğini düşünemedi.
Mücahid ve Katade bu
âyetlerin, Übey b. Halef hakkında nazil olduğu-nu söylemişlerdir. Bu adam,
Resulullaha, çürümeye yüz tutmuş bir kemiği getirmiş onu ezdikten sonra havaya
savunmuş ve sonra: "Ey Muhammed, bu çürümüş kemiği kim
diriltecektir?" demiştir. Resulullah: "Onu Allah d iri İtecektir.
Sonra seni öldürecek ve cehennem ateşine sokacaktır." demiştir. Daha sonra
bu Übey b. Halef denen adam Uhut savaşında öldürülmüştür.
Said b. Cübeyr ise bu
âyetlerin, Âs b. Vâil hakkında nazil olduğunu söylemiş ve uykanda zikredilen
sözlerin ona ait olduğunu nakletmiştir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen başka bir görüşe göre ise bu âyetler, Abdullah b. übey hakkında
nazil olmuş ve yukarıda geçen sözler onun tarafından söylenmiştir. [78]
79- Ey
Muhammed, sen şöyle de: "Onları ilk defa yaratan diriltecektir." O,
bütün yaratılanları çok iyi bilendir.
Ey Muhammed, "Bu
çürümüş kemikleri kim diriltecektir?" diyen kâfire de ki: "Onlan ilk
yaratan diriltecektir." Burada şaşılacak ne vardır? Allah, yarattıklarını
çok iyi bilendir, O onlan nasıl öldüreceğini de bilir nasıl dirilteceğini de. [79]
80- O, sizin
için yeşil ağaçtan ateş yarattı da siz de ondan ateş tutuşturuyorsunuz.
AIlah teala bu âyet-i
kerimede, su ile yeşil ağacı meydana getirdiğini sonra ona meyve verdiğini daha
sonra onu kurutup odun haline getirdiğini ve insanlann onunla ateş yaktıklarını
beyan ediyor ve bunu yapan Allanın herşeyi yapmaya kadir olduğunu, bu itibarla
ölüleri tekrar dirilteceğini bildiriyor.
Bir kısım müfessirler
burada adı geçen yeşil ağaçtan maksadın "Merh" ve "Afar"
diye adlandırılan, Hicaz topraklarında yetişen iki ağaç olduğunu söylemişlerdir.
Bu ağaçlar birbirlerine sürtülmek suretiyle ateş meydana getirirler."
denilmiştir. [80]
81- Gökleri
ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya kadir değil midir? Elbette
kadirdir. Herşeyi yaratan ve herşeyi hakkıyla bilen O'dur.
Allah teala bu âyet-i
kerimede: "Kemikler çürüdükten sonra onlan kim diriltecektir?" diyen
kâfire cevaben buyuruyor ki: "Yedi göğü ve yeri yaratmaya kadir olan,
onların benzerlerini yaratmaya kadir olamaz mı?" Elbette ki yedi gök ve
yeri yaratmak, onlann çürümüş kemiklerini yaratmaktan daha büyük bir I tir
Evet) Allah onlann benzerlerini yaratmaya kadirdir. O, dilediğini çok iyi
yaratan ve çok iyi bilendir, [81]
82- Birşeyin
olmasını dilediği zaman, onun emri o şeye sadece "Ol" demesidir. O da
hemen oluverir.
AHah birşeyi yaratmayı
dilediğinde onun için sadece bir kere emir verir o da hemen oluverir.
Ebuzer el-Gifâri diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.) Allah tealanın şöyle buyurduğunu söyledi: "Ey kullarım, benim
hidayete erdirdiğim hariç hepiniz sapıklık içindesiniz. Benden hidayet isteyin
sizi hidayete kavuşturayım. Benim zenginleştirdiğim hariç hepiniz
fakirsinizdir. Benden dileyin sizi nzıklandırayim. Benim affettiğim hariç hepiniz
günahkarsmizdir. Sizden kim, benim affetmeye kadir olduğumu bilirse benden af
diler ben de onu affederim. Durumuna aldırmam (Kulun yaptığı hatanın ardına
düşmem) sizin geçmişleriniz ve gelecek olanlarınız dirileriniz ve ölüleriniz,
gençleriniz ve ihtiyarlarınız kullarımdan en takva sahibi olan kulumun kalbi
gibi olmalı ittifak etseler bu benim mülkümde bir sivrisineğin kanadı kadar
bir-şey artırmaz. Şayet sizin geçmişleriniz ve gelecek Ianlannız, dirileriniz
ve ölüleriniz, gençleriniz ve ihtiyarlarınız, kullarımdan en isyankâr bir
kulumun kalbi gibi olmada ittifak etseler bu benim mülkümden bir sivisineğin
kanadı kadar birşey eksiltmez. Şayet sizin geçmişleriniz ve gelecek
olanlarınız, dirileriniz ve ölüleriniz, gençleriniz ve ihtiyarlarınız tek bir
alanda toplanıp sizden her bir insan, isteyebileceği kadar şey istese ben de
her dileyene dilediğini verecek olsam bu benim mülkümden ancak, sizden
birinizin denize sokup çıkardığı bir iğnenin, denizin suyundan eksilttiği
kadar eksiltir. Zira ben, cömertim, şerefliyim, dilediğimi yaparım. Benim
vermem bir sözdür. Azabım da bir sözdür. Benim emrim, bir şeyin olmasını
dilediği, zaman o şeye sadece "01" dememdir. O da hemen oluverir. [82]
83- Herşeyin
mülkü elinde olan Allah, layık olmadığı sıfatlardan mü' nczzehtir. Siz, ona
döndürüleceksiniz.
Evet, herşeyin mülkü
kendisine ait olan Allah, ona yakışmayan bütün eksik sıfatlardan uzaktır,
beridir. Bütün insanlar, kıyamette onun huzuruna çıkarılacak ve yaptıklarından
hesap verecektir. [83]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/31-32.
[2] Tirmizî, K.el-Fadail el-Kur'an, bab: 7, Hadis no: 2887
[3] Ebu DâvÛd, K. el-Cenaiz, bab: 24, Hadis no: 3121 /
İbn-i Mâce, K.el-Cenaiz, bab: 4 Hadis no: 1448
[4] Ahtned b. Hanbel, Müsned, C.5, S.26.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/32-33.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/34.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/34.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/35.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/35.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/35.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/36.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/36.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/37
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/37.
[14] Bkz Müslim, K.el-îlm, bab: 15, Iladisno: 1017/Nesai,
K.ez-2i:kfıt, b:b: 64.
[15] Müslim,K.el-Vasiyyet,bah: 14, Iladisno: 1631
/ebuDavud,K.el-Vasaya,bub: 14, Iladîs no:2880.
[16] Müslim, K.el-Mesaciıi, bab: 280, Hadis no: 665.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/37-39.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/40.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/40.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/41.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/41.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/41.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/41-42.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/42.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/43.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/43.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/43.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/43
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/43.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/44.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/44.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/44-45.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/45.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/45.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/45.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/46.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/46.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/46-47.
[39] Zariyat Suresi, âyet: 49,
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/47.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/47.
[41] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sure: 36, bab: I,
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/48.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/48.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/48-49.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/49
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/50.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/50.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/50.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/51.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/51.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/51.
[51] En'am Suresi, âyet: 158.
[52] Buhari, K.er-Rikak, bab: 40/ Müslim, K.el-Fiten, bab:
140, Hadis no: 2954.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/51-52.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/53
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/53.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/53.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/54.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/54.
[58] İbn-i Mâce, K.ez-Zühd, bak 39, Hadis no: 4332.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/54.
[59] İbn-i Mâce, K.ez-Zühd, bak 39, Hadis no: 4332.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/54-55.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/56.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/56.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/56.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/56.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/56-57.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/57-58.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/58.
[67] Müslim, K.ez-Zühd, bab: 17, Hadis no: 2969.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/58.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/59.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/59.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/59.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/60.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/60.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/60.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/60.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/60-61.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/61.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/61-62.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/62.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/62.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/63.
[82] Tinnizi, K. el-Kıyame, bab: 48, Hadis no: 2495 / İbn,i
Mâce, K.ez-Zühd, bab: 30, Hadis no: 4257 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5,
S.154-157.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/63-64
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/64.