Sâd Suresi seksen
sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sure-i celile,
kâfirlerin, Hz. Mulıaınıned (s.a.v.)in peygamberliğini yalanlama lan m ve onun
getirdiği Tevhid inancına karşı çıkmalarını kınayarak başlamakta ve o
müşriklerin, mağlup olmaya mahkum, derme çalma bir topluluk olduklarını beyan
etmektedir.
Cenab-ı Hak, onlardan
önce Nuh kavminin, Âd kavminin, Firavunun, Se-mud'un, Lut kavminin ve Eyke
ashabının da peygamberleri yalanladıklarını haber vererek Resulullahı teselli
etmektedir.
Sure-i Celilede
devamla, Resulullahin, kâfirlerin söylediklerine sabretmesi tavsiye edilmekte
ve Hz. Davud'u hatırlaması emredilmektedir ve buyurul-maktadır ki:
"Şüphesiz ki biz, dağlan Davud'un emrine vernıiştik. Onlar, Da-vud'la
beraber gece kuşluk vakti teşbih ederlerdi." "Biz, kuşları da toplu
olarak onun emrine venniştik. Hepsi de ona boyun eğiyorlardı.[1]
Bundan sonra, Davud
(a.s.)a gelen davacılar haber verilmekte ve Hz. Davud'un, o davalılar
arasındaki ihtilafta hüküm verdiği haber verilmekte ve onun, yeryüzünde halife
kılındığı, insanlar arasında hak ile hükmetmesinin ve keyfine tabi olmamasının
emredildiği beyan edilmektedir.
Daha sonra, Davud
(a.s.)a evlat olarak Hz. Süleyman'ın ihsan edildiği ve onun da güzel bir kul
olduğu haber verilmektedir. Hz. Süleyman'ın atlarının bulunduğu, onları
sevdiği, sonra hastalanarak çok zayıf düştüğü ve bilahare tekrar sağlığına
kavuştuğu haber verilmektedir.
Hz. Süleyman, Allah
tealadan, kendisinden sonra gelecek hiçbir kimseye nasibolmayacak bir saltanat
vennesini istiyor. Allah teala da şeytanlar ve diğer varlıklardan bir çoğunun
emrine veriyor. Sure-i celilede bu kıssalann beyanından sonra Eyyub aleyhisse(amin
da hatırlanması emrediliyor.
Eyyub (a.s.)
hastalanıyor ve kendisine: [2]
"Ayağını yere vur. İşte sana yıkanılacak ve içilecek bir su."diye
vahyediliyor. Ve onun, sabırlı, daima Allaha yönelen ve güzel bir kul olduğu
beyan ediliyor.
Allah teala Resulullaha,
kuvvetli ve basiret sahibi kullarından, İbrahim'i, îshak'ı ve Yakub'u da
hatırlamasını emrediyor ve onların, âhiret yurdunu hatırlama özelliğine
sahibolduklanm ve kendi yanında seçkin ve hayırlı kimseler olduklarım
açıklıyor. İsmail'i, Elyesa'ı ve Zülkifl'i de hatırlamasını istiyor, onların
hepsinin de seçkin kimseler olduklarını beyan ediyor.
Sure-i Celilede
devamla, Allahtan korkan ve onun emir ve yasaklarına uyanlar için Adn
cennetleri ve orada çeşitli nimetlerin bulunduğu, haddi aşan azgınlar için ise
kötü bir akıbet ve cehennem olduğu, onların oraya girecekleri ve çok şiddetli
bir azap görecekleri ve cehenneme girenlerin orada birbirlerini suçlayarak
münakaşa edecekleri beyan ediliyor.
Bu sure-i celilede,
Hz. Âdem'in yaratılışı, Al I ahin emriyle bütün meleklerin ona şevde
ettikleri, iblis'in ise secde etmeyip kibirlenerek kâfirlerden olduğu, secde
etmemesine gerekçe olarak ta Allahm, Adem'i çamurdan kendisini ise ateşten
yarattığı hususunu Öne sürdüğü beyan ediliyor.
İblis, Allanın emrine
karşı geldiği için Allahm rahmetinden kovuluyor ve Shiret gününe kadar Allanın
lanetinin onun üzerine olacağı söyleniyor kendisine. İblis ise insanların
tekrar dirilecekleri güne kadar kendisine mühlet verilmesini istiyor. Allah
teala da ona "Sen, vakti belli olan bir güne kadar mühlet verilenlerdensin. [3]buyuruyor
İblis diyor ki: "İzzet ve şerefine yemin olsun ki onlardan ihlaslı
kulların hariç, bütün insanları yoldan çıkaracağım. [4]
Ve Sure-i Celile şu
âyetlerle sona eriyor: "Bu Kur'an, sadece âlemlere bir Öğüttür. Onun
haberlerinin doğru olduğunu bir müddet sonra mutlaka öğreneceksiniz. [5]
Rahman ve rahim olan
Allahm adıyla.
1- Sâd.
Şeref ve öğüt dolu Kur'ana yemin olsun ki (durum, kâfirlerin iddia ettiği gibi
değildir.)
*Bu âyetin başındaki
"Sâd" kelimesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Hasan-i Basrî bu
kelimenin manasının: "Amelini Kur'anla karşılaştır." demek olduğunu
söylemiştir. Süddî ise bu kelimenin, diğer bir kısım surelerin başında bulunan
mukatta'a harflerinden biri olduğunu söylemiştir.
İbn-i Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre ise bu kelime, Allah tealanm isimlerinden biridir.
Allah teala bununla yemin etmiştir.
Katade ise bu
kelimenin, Kur'anm isimlerinden biri olduğunu Allah teala-nın Kur'anm bu
ismiyle yemin ettiğini söylemiştir. Dehhak da bu kelimenin "Allah doğru
söyledi.3" manasına geldiğini söylemiştir.[6]
2- Bilakis
onlar, boş bir gurur ve ihtilaf içindedirler.
Bazı müfessirler bu
âyet-i kerimenin, birinci âyetteki yeminin cevabı olduğunu söylemişler ve bu
âyetlerin birlikte şöyle izah etmişlerdir. "Şeref sahibi olan ve öğüt
veren Kur'ana yemin olsun ki, kâfirler gurur ve ayrılık içindedirler."
Taberi de bu izah tarzını tercih etmektedir.
Âyet-i kerimede,
müşriklerin, cahiliyye taassubu içinde böbürlendikleri, Allanın ve peygamberinin
emirlerine karşı ayrılığa düştükleri, bu itibarla öğüt veren Kur1 andan ibret
almadıkları ifade edilmektedir. [7]
3- Biz,
onlardan ünce nice nesilleri helak ettik. (Azabımız başlarına inerken kurtulmak
için) onlar feryad ediyorlardı. Fakat zaman, kaçıp kurtulma zamanı değildi.
Biz, peygamberimiz
Muhammed'i yalanlayan müşriklerden önce, kendilerine gönderilen peygamberleri
yalanlayan nice kavimleri helak ettik. Azabımız gelip onlara çatınca, onun
dehşetinden kurtulmak için o kavimler rablerine yalvarıp yakardılar.
Yaptıklarından vazgeçip yardım istediler. Fakat azabın geldiği zaman artık
kaçıp kurtulma anı değildi. Onlar, tevbenin fayda etmediği bir zamanda tevbe
ettiler. Bu sebeple azaptan kurtulamadılar. İşte bu müşrikler de aynı akıbete
düşeceklerinden korksunlar. [8]
4-5-
Kendilerine, içlerinden bir uyarıcı (Peygamber) gelmesine şaştılar. Kâfirler:
"Bu, çok yalancı bir sihirbazdır. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu
bu şaşılacak bir şey." dediler. [9]
6-8-
Kâfirlerin ileri gelenlerinden bir gurup, birbirlerine: "Haydi yürüyün,
İlahlarınıza ibadet etmekte direnin, sizden beklenen de budur. Biz bu tevhidi
başka bir dinde duymadık. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir. Kur'an,
aramızdan ona mı indirildi?" diyerek kalkıp yürüdüler. Doğrusu onlar,
benim vahyimden şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar, azabımı henüz
tatmadılar.
Said b. Cübeyr,
Abdullah b. Abbas'ın, bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında şunları söylediğini
rivayet etmektedir. Abdullah b. Abbas demiştir ki:
"Ebu Talip
hastalanınca, içlerinde Ebu Cehil'in de bulunduğu Kureyş'ten bir topluluk onu
ziyarete geldi. Onlar: "Ey Ebu Talib, kardeşinin oğlu bizim Hanlarımıza
sövüyor, onlar için şöyle şöyle diyor ve onlara şöyle şöyle yapıyor. Birini ona
gönder de onu böyle yapmaktan vazgeçir." dediler. Bunun üzerine Ebu Talib
birini Resulullaha gönderdi. Ebu Talib'in yanında bir kişinin oturacağı kadar
yer bulunuyordu. Ebu Cehil, Resulullah'ın, amcasının yanma gelip oraya
oturursa amcasının ona şefkatli davranacağından korktu ve hemen gidip oraya
oturdu. Resulullah içeri girince, kapının yanından başka oturacak bir yer bulamadı
ve oraya oturdu. Ebu Talib ona: "Ey kardeşimin oğlu, kavmin senden şikayetçi
oluyor. Senin, onların putlarına sövdüğünü, onlara şunu şunu söylediğini ve
onlara şunu şunu yaptığını sanıyorlar." dedi. Resulullah: "Ey amca,
ben onlardan sadece bir
sözü söylemelerini istiyorum. Onlar bunu söyledikleri takdirde bütün Araplar
onlara boyun eğecek ve Acemler onlara cizye verecektir." dedi.
Kureyşliler: "O söz nedir? Babanın şerefine yemin olsun ki biz onu ve onun
on katını da söyleriz." dediler. Resulullah: "O söz, Lailahe
İllalllah, Allah-tan başka hiçbir ilah yoktur." sözüdür." dedi. Bunun
üzerine Kureyşliler oradan yaka silkerek ve şöyle diyerek kalkıp gittiler:
"O ilahları bir tek ilah mı yaptı?" İşte bunun üzerine bu âyetler
nazil oldu. "O, ilahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşılacak bir
şeydir. Haydi yürüyün, ilahlarınıza ibadet etmekte direnin, sizden beklenen de
budur. Biz, bu tevhidi başka bir dinde duymadık. Bu, uydurmadan başka birşey
değildir. Kur'an aramızdan ona mı indirildi? Doğrusu onlar, benim vahyimden
şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar azabımı henüz tatmadılar. [10]
Taberi bu âyetleri
şöyle izah etmektedir: "Kureyş müşrikleri, kendilerinden bir uyananın
Allah tarafından gönderilip onları uyarmasına şaştılar ki, bu uyarıcı da
Muhammed'dir. Allanın birliğini inkar eden bu kâfirler, kendilerini Allanın
azabıyla uyaran Muhammed'e: "Bu, yalancı bir sihirbazdır. Bu, bütün
ilahları tek bir ilah mı yapıyor? ,0 tek ilahın, hepimizin dualarını
işiteceğini ve yaptığımız ibadetleri bileceğini mi sanıyor? Şüphesiz ki bu
iddia, şaşılacak bir iddiadır." dediler.
Kâfirlerin ileri
gelenleri Resulullahın yanından ayrılıp gittiler ve birbirlerine şöyle
dediler: "Haydi yürüyün. İlahlarınıza tapmakta sabırlı olun. Düşmanlarınızın
istediği, ilahlarınızdan aynlmanızüır. Şüphesiz ki Muhammed, bizden, bu
söylediğini kabul etmemizi ve böylece bizi tahakküm altına almayı istiyor.
Muhammed'in bizi çağırdığı bu sözü, en son din olan Hıristiyanlıkta veya atalarımızın
dininde de görmedik. Muhammed'in getirdiği bu Kur'an, onun uydurmasından başka
bir şey değildir. Bizim aramızdan Öğüt buna mı indirilmiş? Şereflilerimize
değil de buna mı mahsus kılınmış?"
Allah teala bunlara
cevaben buyuruyor ki: "Doğrusu bu müşrikler, bizim, Muhammed'e
indirdiğimiz vahyin ve Kur'anm, bizim tarafımızdan gönderildiğinden şüphe
ediyorlardı. Daha doğrusu bunlar, henüz azabımızı tatmadılar. Azabımızı tadacak
olsalar, yalanladıkları şeyin gerçek olduğunu idrak ederler. Fakat o zaman bu
onlara bir fayda vennez. [11]
9- Yoksa
onların yanında, herşeye galip ve ihsanı bol olan rabbinin rahmet hazineleri mi
var?
Allanın, peygamberi
Muhammed'e Kur'anı vahyetmiş olduğunu inkar eden bu kâfirlerin elinde, herşeye
galip olan ve kullarına bolca nimet veren rabbinin rahmet hazineleri mi var da
onlar rabbinin sana verdiği lütuflara engel olmaya kalkışıyorlar? [12]
10- Yoksa
göklerin, yerin ve aralarındakilerin mülkü kendilerine mi aittir? Öyleyse
yollarını bulup göklere çıksınlar.
Yoksa göklerin, yerin
ve onlann aralarında bulunanların mülkiyeti, gururlanan ve peygamberle
ayrılığa düşen bu kâfirlere mi aittir de kendilerinde Al-laha ve peygambere
karşı çıkma cesareti buluyorlar? Elbetteki göklerin, yerin ve aralarındakilerin
mülkiyeti bana aittir. O halde benim mülkümde bana nasıl karşı.çıkıyorlar? Eğer
iddia ettikleri gibi göklerin ve yerin mülkiyeti onlara ait ise bir yolunu
bularak oralara çıkıp gezsinler. Zira birşeye sahip olan kimsenin, kendi
mülkünü gezip denetlenmesinin imkansız olması düşünülemez. [13]
11- Onlar,
orada çeşitli guruplardan meydana gelen, mağlup olmaya mahkum bir ordudur.
Böbürlenme ve ayrılık
içinde bulunan bu kâfirler Bedir'de mağlubiyete mahkum olacak olan İblisin
guruplarından oluşan bir ordudan başka bir şey değildir.
Katade bu âyeti izah
ederken şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.) daha Mekke'de iken Allah ona,
müşriklerin ordusunu mağlup edeceğini bu âyette haber vermiş ve bu haber Bedir
savaşında gerçekleşmiştir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle
buyurulmaktadır:"Yoksa onlar: "Biz, intikam alacak bir topluluğuz."
mu diyorlar?" "Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını
dönüp kaçacaklardır. [14]
12-13- Onlardan önce Nuh kavmi, Âd, kazıklar sahibi
(saltanat sahibi) Firavun, Scmud, Lut kavmi ve Ashab- ı Eykc de (kendilerine
gönderilen peygamberleri) yalanlamışlardı. İşte guruplaşanlar bunlardır. [15]
14- Şüphesiz
onların hepsi peygamberleri yalanlayıp azabımı hak ettiler.
Bütün ilahları tek bir
ilah mı yaptı?" diyen bu Kureyş müşriklerinden önce gelen Nuh kavmi, Ad
kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semud kavmi, Lut kavmi ve Eyke halkı, işte
bütün bu gruplar kendilerine gönderilen peygamberleri ve kitapları
yalanladılar, Bütün bu ümmetler, Allanın kendilerine gönderdiği peygamberleri
yalanlayanlardan başka birşey değillerdi. Bu yüzden benim onlara azabım hak
oldu. Ey Muhammed, senin bu kavmin de onlar gibr davranırlarsa onların
akıbetlerine uğrarlar.
Ayet-i kerimede
Firavun "Kazıklar sahibi" olarak vasıflandırılmıştır. Sa-id b. Cübeyr,
Katade ve İbn-i Abbas, Firavunun böyle vasiflandınlmasının sebebinin,
Firavunun birtakım kazıklarla oynamış olması olduğunu söylemişlerdir. Süddi ve
Rebi' b. Enes ise Firavun'un bu şekilde sıfatlandinlmasinm sebebinin,
insanlara kazıklarla işkence etmiş olması olduğunu söylemişlerdir. Dehhak ise
"Bu ifadeden maksat, Firavun'un, çokça binalara sahip olduğunu ifade etmektir."
demiştir.
"Eyke
halkı"ndan maksat, Şuayb (a.s.)in kendilerine peygamber olarak
gönderildiği kavimdir. "Eyke" kelimesinin manası, "Birbirine
girmiş sık ağaçlık." demektir. Bu kavim, Allaha ortak koşmak, yol kesmek,
ölçü ve tartıyı eksik yapmak gibi fiilleriyle zalim bir kavim olmuş bu sebeple
de zelzele ve üzerlerini kaplayan siyah bir bulutla helak olup gitmişlerdir. [16]
15- Onlar
ancak bir çığlığı bekliyorlar. Onun geri dönüşü yoktur.
Bu âyet-i kerime iki
şekilde izah edilmiştir. Birincisi şöyledir: "Ey Muhammed, bu Kureyş
müşrikleri, ancak birinci sur'a üflenirken meydana gelecek olan çığlığı
beklemektedirler. O çığlık meydana gelince artık onun tesirinden kurtulmak
mümkün değildir.
Diğer bir izah şekline
göre de âyetin manası şöyledir: "Bu müşrikler ancak Allanın
beklemektedirler. Onlara Allanın azabı geldikten sonra bir daha kendilerine
gelemezler. Zira o azap onları helak eder." [17]
16-
Kâfirler; "Rabbimiz, hesap gününden önce payımıza düşen (azabı) hemen
gönder." dediler.
Âyet-i kerimede
kâfirlerin, Allah teaîadan, paylarına düşen şeyi derhal kentlilerine vermesini
istedikleri zikredilmekte ve paydan düşen şeyden neyi kasdettikieri açıkça
zikredilmemektedir. Bu itibarla müfessirler bu ifadeyi farklı şekillerde izah
etmişlerdir.
- Abdullah b. Abbas.
Mücahid ve Katade'den nakledilen görüşe göre, burada, kâfirlerin, acele olarak
verilmesini istedikleri paylarından maksat, Resulul-lah'ın. kendilerine
geleceğini haber verdiği ilahi azaptır. Bu izaha göre kâfirler, ilahi azabın
derhal gelmesini isteyerek onunla alay etmişlerdir. Taberi, bundan sonra gelen
âyetin, Resıılullaha sabretmeyi emrettiğini dikkate alarak bu görüşü tercih
etmiştir. Zira Resulullahın sabrı, onların alaylarına karşı söz konusudur.
Süddî ise burada
kâfirlerin, Allahtan acele olarak kendilerine vermesini istedikleri paylarından
maksadın, iman ettikleri takdirde cennette erişecekleri mevki ve makamları
olduğunu söylemektedir. Kâfirler bunları dünyada iken hemen görmek istemişler
ve böylece Hz. Muhammed (s.a.v.)in doğru söylediğine kanaat getirip ona iman
etmek istemişlerdir.
Said b Cübeyr ise:
"Burada kâfirler, âhiretteki paylarının kendilerine dünyada iken
verilmesini istemişlerdir." demiştir
İsmail b. Ebi Halid
ise: "Kâfirler, kendilerine rableri tarafından takdir
edilen rızkın derhal verilmesini
istemişlerdir." demiştir.
Diğer bazı âlimlere
göre ise burada kâfirlerin, Allah tealadan acele olarak kendilerine vermesini
istedikleri paydan maksat, amel defterleridir. Kur'an-ı Kerim, amel
defterlerinin sağ ve soldan verilmesinin, insanların cennetlik veya cehennemlik
olacaklarını gsöterdiğini zikretmiştir. Kâfirler Kur'anla alay ederek Allah
tealadan amel defterlerinden olan paylanntn dehhal kendilerine verilmesini,
böylece kendilerinin ne olduğunu anlayarak hak yolu tutacaklarını alay yoluyla
söylemek istemişlerdir. [18]
17- Ey
Muhammed, kâfirlerin söylediklerine sabret. Güç ve kuvvet sahibi olan kulumuz
Davud'u hatırla. Şüphesiz ki o, Allaha çokça yönelendi.
Ey Muhammed, sen,
kavminin müşriklerinin sana söyledikleri kötü sözlere karşı sabret. Zira biz,
senden önceki peygamberleri imtihan ettiğimiz gibi seni de imtihan ediyoruz. O
peygamberler imtihanı başarınca biz onlara yüce mertebeler verdik. Allaha
itaatta ve eziyet ve işkencelere karşı sabretmede güç ve kuvvet sahibi olan
kulumuz Davud da bu peygamberlerden biriydi. Sen onu an.. Şüphesiz ki Davud
rabbine çokça yönelen biriydi.
Âyet-i kerimede, Hz.
Davud'un güç ve kuvvet sahibi olduğu zikredilmektedir. Buradaki güç ve
kuvvetten maksat Allaha kulluk ve ona itaatta metanetli olmak ve dinî anlamada
güçlü olmaktır.
Ayrıca âyet-i
kerimede, Hz. Davud'un, Allaha çokça yönelen biri olduğu zikredilmektedir. Onun
Allaha yönelmesinden maksat, Mücahid'e göre yaptığı kusurlardan derhal
vazgeçmesi, Katade'ye göre Allaha çokça itaat edip namaz kılması, Süddi'ye göre
ise, Allahi çokça teşbih etmesidir.
Peygamber efendimiz,
Hz. Davud'un Allaha çokça yöneldiğini bir hadis-i şerifinde beyan ederek şöyle
buyumıuştur:
"Allaha oruçların
en sevimlisi Davud'un orucu, yine namazların Allaha en sevimlisi Davud'un
namazıdır. Davud gecenin yansına kadar uyuyor sonra
kalkıp gecenin üçte birinde ibadet
ediyordu ve geriye kalan altıda birini ise tekrar uyuyordu. O, yıl boyunca bir
gün oruç tutar bir gün yerdi. [19]
18- Şüphesiz
biz dağları Davud'un merine vermiştik. Onlar Davud'Ia beraber gece ve kuşluk
vakti teşbih ederlerdi. [20]
19- Biz,
kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona boyun eğiyorlardı.
Âyet-i kerimelerin
zahiri, dağların ve kuşların Hz. Davud'la birlikte Al-İahı teşbih ettiklerini
göstermektedir. Bu, Hz. Davud'a verilen bir mucizedir. O, Zebur'u okurken gökte
uçan kuşlar yerlerinde durup onunla birlikte Allahı teşbih ederler ve engin
dağlar da onun sesinin yankısıyla Allahı teşbih ve tenzih eder adeta onun
teşbihine iştirak ederlerdi.
Hz. Davud'un, Allahı
zikretme vakitleri olarak gece ve kuşluk vakitleri belirtilmektedir. Abdullah
b. Abbas, Ümmühuni (r.anh.)dan nakledilen ve resu-lullahın Mekke'yi
fethettikten sonra sekiz reat kuşluk namazı kıldığını bildiren rivayetine
dayanarak kuşluk vaktinde namaz kılmanın gerekli olduğunu söylemiş ve bu
âyetteki kuşluk vaktini de bu rivayete göre yorumlamıştır. [21]
20- Biz
Davud'un mülkünü de kuvvetli kılmıştık. Ona, meseleleri ayırdctmc kabiliyeti
vermiştik.
Âyet-i kerimede, Allah
tealanın, Hz. Davud'un mülkünü kuvvetli kıldığı zikredilmektedir. Süddî
"Bu kuvvetten maksut, Hz. Davud'un ordusunun kalabalık olmasıdır. Öyle ki
gece gündüz kendisini dört bin asker beklemekteydi." demiştir.
Abdullah b. Abbas ise
Hz. Davud'a verilen bu kuvvetten maksadın onun belli bir mesele hakkında venniş
olduğu hükümden dolayı insanlar üzerindeki saygınlığı olduğunu söylemiştir.
Taberi ise âyet-i
kerimenin, Allah tealanın Hz. Davud'u genel manada her yönüyle güçlendirdiğini
zikrettiğini, bunun şeklinin ordu gücüyle veya insanlar üzerinde elde edilen
saygınlıkta meydana geldiğine dair herhangi bir şey söylemediğini bu itibarla
âyetin genel manasına bağlı kalmanın daha uygun olacağını söylemiş ve bu
güçlülüğün adı geçen sebeplerden herhangi biri olabileceği gibi her ikisinin de
bunlardan başka herhangi bir şeyin olabileceğini zikretmiştir.
Ayet-i kerimede Allah
tealanın Hz. Davud'a hikmet verdiği zikredilmektedir. Süddi bu hikmetten
makadın, peygamberlik olduğunu, Katade bundan maksadın sünnet olduğunu
söylemiştir.
Mücahid ise bu
hikmetten maksadın, anlayışlı olmak, akilli olmak, adaletli davranmak, doğruyu
bulmak olduğunu izah etmiştir.
Ayet-i kerimede Hz.
Davud'a "Meseleleri ayırdetme kabiliyetinin" verildiği
zikredilmektedir. Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi ve İbn-i Zeyd, Hz. Davud'a
verilen bu özellikten maksadın, onun verdiği kararlarda isabetli olması ve
hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayışa sahibolması olduğunu söylemişlerdir.
Katli Şüreyh, Şa'bî ve
Katade1 ye göre ise Hz. Davud'a verilen kabiliyetten maksat, onun, davacıdan
delil getirmesini davalıdan da yemin etmesini istemesidir.
Şa'bî'den nakledilen
diğer bir görüşe göre ise Hz. Davud'a verilen "Meseleleri ayırdetme
kabiliyetinden maksat, Hz.Davud'un konuşmaya başlarken, girişten sonra
"Meseleye gelince" anlamına gelen "Emmâ Ba'd" ifadesini
kullanmasıdır.
Taberi, âyet-i
kerimenin umumi ifadesine uygun olarak Hz. Davud'a, hüküm vermede, tartışmada
ve konuşmada, meseleleri birbirinden ayırdetme ve kesin neticeye bağlama
kabiliyeti verildiğini söylemenin daha doğru olacağım izah etmektedir. [22]
21- Ey Muhammcd, sana davacıların haberi geldi
ini? Hani onlar (duvardan, Davudim ibadet ettiği yer olan) mihraba
tırmanmışlardı. [23]
22- Onlar
Davud'un yanına girmişlerdi de Davud onları görünce korkmuştu. Onlar Davud'a
"Korkma" demişlerdi. "Biz iki davacıyız. Birimiz diğerinin
hakkına tecavüz etmiştir. Sen aramızda hak ile hükmet, zulmetme. Bizi,
yolların doğrusuna ilet."
Ey Muhammed, Davud,
evinin özel bir yerindeki yüksek mihrapta bulunurken iki davacının, onun
mihrabına tırmandıkları ve onun yanına girdikleri haberi sana geldi mi? Onlar,
Davud'un yanına kapıdan gitmeyip duvara tırmanarak girdikleri için Davud
onlardan korkmuş onlar da Davud'a: "Sana birkötülük yapacağımızdan korkma.
Biz, birbirlerine haksızlık eden iki hasımız. Sen, aramızda adaletle hüküm
ver. Hükmünde taraf tutma ve haksızlığa kaçma, sen bize, gideceğimiz doğru
yolu göster." demişlerdi.
Hz. Davud'un yanına
tırmanan bu iki kişinin iki melek olduğu rivayet edilmiş, Hz. Davud'un
bunlardan korkmasının sebebinin ise bunların, kapıdan gitmeyip duvardan
tırmanarak Davud'un yanına girmeleri veya geceleyin gelmeleri okluğu izah
edilmiştir. [24]
23- Şüphesiz ki bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz
koyunu vardır. Benim ise bir koyunum vardır." Onu bana ver de benimkilerle
birlikte bakayım." dedi ve konuşmada beni yendi."
Bu âyet-i kerimenin
anlattığı olayın mahiyeti net olarak açıklanmamıştır. Bu hususta Resulullah
(s.a.v.)den de sahih bir hadis rivayet edilmemiştir. Ancak Taberi dahil bir
kısım müfessirler bu olay hakkında çeşitli kıssalar zikretmişlerdir. Bu
kıssaların sıhhatine güvenilmemektedir. Bu itibarla burada zikredilmemişlerdir. [25]
24- Davud
şöyle dedi: "Şüphesiz ki koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana
zulmetmiştir. Gerçekten ortakların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. İman
edip salih ameller işleyenler bunun dışındadır, onlar da çok azdır. Davud, kendisini
imtihan ettiğimizi sandı, rabbinden mağfiret diledi, eğilip secdeye kapandı ve
Allaha yöneldi.
Davud, arkadaşından
şikayetçi olan davacıya şöyle dedi: "Şüphesiz ki arkadaşın senin bir
koyununu alıp kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana haksızlık etmiştir.
Şurası bir gerçektir ki ortaklardan birçoğu birbirlerine karşı haksızlık
ederler. Ancak iman edip salih amel işleyenler bundan müstesnadır. Onlar da
başkalarına nisbetle pek azdır."
Davud, bizim bu
davacıları yanına göndererek kendisini imtihan ettiğimize kanaat getirdi. Bu
sebeple rabbinden kusurlarının affını istedi. Rükua eğilip rabbine secdeye
kapandı, rabbinin rızasına döndü. [26]
25- Biz de
Davud'u, bu acele hükmünden dolayı bağışladık. Şüphesiz onun, nezdimizde ayrı
bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti vardır.
Biz de Davud'u bu
halinden dolayı affettik. Şüphesiz ki Davud'un, kıyamet gününde bizim
nezdimizde yakınlığı ve güzel bir makamı vardır. [27]
26- (O zaman
biz Davud'a şöyle vahyetmiştik) "Ey Davud, şüphesiz ki biz seni yeryüzünde
halife kıldık. İnsanların arasında hak ile hükmet. Sakın keyfe tabi olma. Yoksa
o seni Allanın yolundan saptırır. Şüphesiz ki Allahın yolundan sapanlara, hesap
gününü unuttukları için şiddetli bir azap vardır."
Biz Davud'a: "Ey
Davud, şüphesiz ki biz seni, senden önceki peygamberlerden sonra yeryüzünde
halife kıldık. Seni, yeryüzü halkına hakem tayin ettik. O halde sen, insanlar
arasında adaletle hüküm ver. İnsanlar arasında hüküm verirken heva ve
hevesinin etkisinde kalarak hükmünde haktan ayrılma. Çünkü hak yolundan
sapanlara, hesap gününde sorguya çekileceklerini unuttukları için kıyamet
gününde şiddetli bir azap vardır. O azap da cehennemdir. [28]
27- Biz
göğü, yeri ve aralarındakilcri boşu boşuna yaratmadık. Bu, kafirlerin zannıdır.
Uğrayacakları ateşten dolayı vay o kâfirlerin haline,
Biz, gökleri, yeri ve
onların aralarında bulunan varlıkları boşu boşuna yaratmadık. Biz onları ancak
kendimize itaat etme yeri olarak yarattık. Bizim, on-Ian bo$u boşuna
yarattığımızı ancak kâfirler zannederler. Zira onlar Allahın bir-"Sine
inanmaz ve onun yüceliğini takdir edemezler. Bunlar, Allahın, boşuna bırşey
yaratmayacağını idrak etmez ve bu zanlara düşerler. Cehennem ateşinden dolay!
vay kâfirlerin haline. Onlar o ateşten ne kadar ızdırap çekeceklerini bir bilseler.
Allah teala bundan
sonra gelen âyet-i kerimede, adaleti ve hikmeti gere-
28- Yoksa
biz, iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi
mi tutacağız? Yoksa Allahtan hakkıyla korkanları günahkarlar gibi mi tutacağız
?
Yoksa bizim, Allahi ve
peygamberini tasdik eden. Allanın emrettiğini tutup yasaklarından kaçınan
müminlerle, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran ve Al-lahın emir ve yasaklarına
karşı gelen kâfirleri aynı tutacağımızı mı zannediyorlar? Bizim, Allaha itaat
ederek ondan korkanları, Allanın haram kıldığı şeyleri işleyen günahkarlar gibi
kılacağımızı mı tahmin ediyorlar? Elbetteki biz bunları bir tutmayacağız.
Allah teala bundan
sonra gelen âyette, insanları cehaletin karanlıklarından çıkarıp hakkın
aydınlığına ulaştıracak olan vasıtanın ancak Kur'an-ı Kerim olduğunu beyan
ederek buyuruyor ki: [30]
29- Bu
Kur'an, âyetlerini iyice düşünsünler, akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
Ey Muhammed, bu
Kur'an, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Biz bunu, içinde bulunan
delilleri düşünüp onun hükümleriyle amel etsinler diye indirdik. Bir de akıl
sahipleri ondaki âyetlerden öğüt ve ibret alsınlar, böylece sapıklığı bırakıp
Kur'anın gösterdiği yolu tutsunlar. [31]
30- Biz,
Davud'a Süleyman'ı ihsan etmiştik. O, ne güzel bir kuldu. O, işlerinde daima
Allaha yönelirdi.
Biz Davud'a, oğlu
Süleyman'ı bir peygamber olarak bahşettik. Süleyman ne güzel bir kul idi. O,
Aliaha çokça yönelen, onu çokça tevbe eden ve onu çokça teşbih edendi. [32]
31- Hani bir
zaman akşamüstü Süleyman'a cins, üç ayağı üzerinde durup, dördüncüsünü
tırnağının üzerine basıp dinlendiren ve rahvan atlar gösterilmişti.
Hz. Süleyman'ın birçok
atının bulunduğu, bu atların birtakım özelliklerinin bulunduğu rivayet
edilmektedir.
İbn-i Zeyd bu atların,
cinler tarafından denizlerin dalgalarından çıkarılarak Hz. Süleyman'a verilen
atlar olduklarını söylemiş İbrahim et-Teymî ise bu atlann yirmi tane
olduklarını ve kanatlan bulunduğunu söylemiştir.
İbn-i Ebi Hatim'in
rivayet ettiği başka bir görüşte ise Hz. Süleyman'a verilen atlann yinnt bin
kadar olduğu ve bunların, kendisini Ali ahi anmaktan alıkoymaları üzerine
hepsini kestirdiği rivayet edilmiştir. [33]
32-
Süleyman: "Gerçekten ben at sevgisine, rabbimin zikrinden dolayı
düştüm." dedi. Nihayet atlar gözden kayboldu.
Taberi bu âyet-i
kerimeyi şu şekilde izah etmektedir: "Süleyman şöyle dedi: "Şüphesiz
ki bana at sevgisi verildi ve bu sevgi beni, rabbimi anacağım namazdan
alıkoydu. Nihayet güneş batıp gözden kayboldu."
Bu izah tarzına göre
Hz. Süleyman, kendisine atlar sevdirilerek imtihan
edilmiş ve bu atlarla meşgul olurken
ikindi namazını geçirmiştir. Burada, Hz. Süleyman'ın ikindi namazını
geçirdiğini söyleyen görüş onun bu namazı unutarak geçirdiğini, bundan dolayı
sorumlu olmadığını ilave etmiştir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.) de Hendek
savaşında ikindi namazını geçirip onu güneş battıktan sonra kılmıştır.
Bazı âlimler ise Hz.
Süleyman'ın dininde, savaş gibi özürlerden dolayı namazın ertelenmesinin caiz
olduğunu bu nedenle Hz. Süleyman'ın, savaş atlarıyla meşgul olurken, ikindi
vaktini geçirmemek için fazla titiz davranmadığını söylemişlerdir. [34] .
33-
Süleyman: "Onları bana geri getirin." dedi. Atlar gelince de bacaklarını
ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.
Bu âyet-i kerime iki
şekilde izah edilmiştir. Birincisi mealde verildiği şekildedir. Bu izah şekli
Abdullah b. Abbas'tan rivayet edilmektedir. Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve
daha sonra zikredilecek olan görüşte beyan edildiği gibi, Hz. Süleyman'ın durup
dururken, AHlahın kendisine vermiş olduğu atlan kesmesinin öyle bir peygambere
yakışmayacağını söylemiştir.
Bu âyet-i kerimeyi,
Katade, Süddî ve Hasan-ı Basrî ise şu şekilde izah etmişlerdir.
"Süleyman, kendisini namazdan alıkoyan atların tekrar kendisine getirilmesini
emretmiş ve onların ayaklarını kesip boyunlarını vurdurmuşum[35]
34- Şüphesiz
ki biz, Süleyman'ı imtihan etmiştik. Onun tahtının üzerine bir ceset bıraktık.
Sonra da sağlığına kavuşup eski haline dönmüştü.
Müfessirler bu âyet-i
kerimenin izahında, selef-i salihîn'den nakledilen ve ehl-i kitap'tan alındığı
anlaşılan bazı kıssalar anlatmışlardır. Bu kıssaların sıhhatine güvenildiği
için burada zikredilmemişlerdir. Bunlarda özellikle şu hususlar
zikredilmektedir: Hz. Süleyman'ın iktidamm bir teminatı olan mühürü şeytanların
eline geçmiş böylece Süleyman belli bir süre tahtından uzaklaşmış ve onun
yürene eşeytanlar geçip mülkünü sevk ve idare etmişlerdir. Sonunda Hz. Süleyman
mühürünü tekrar elde ederek tahtına oturmuş ve memleketini sevk ve idare etmeye
devam etmiştir. İşte âyette zikredilen, Hz. Süleyman'ın imtihan edilmesi,
tahtının üzerine bir cesedin konması ve sonunda da eski haline dönmesinden
maksad, işte bu olayı beyan etmektir." denmiştir.
Yine bir kısım
müfessirjer, Hz. Süleyman'ın, hastalıkla imtihan edildiğini, öyle ki tahtının
üzerinde oturan bir ceset haline geldiğini sonra da tekrar sıh-hatına kavuşup
eski haline döndüğünü söylemişlerdir. [36]
35- Süleyman
şöyle demişti: "Rabbim, beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye nasib
olmayan bir saltanat ihsan et. Şüphesiz kî, çokça lut-feden ancak
sensin." '
Buhari bu âyet-i
kerimeyi izah ederken, Resulullahın şu hadis-i şerifini zikretmiştir. Ebu
Hureyre (r.a.) diyor ki:
"Resulullah şöyle
buyurdu: "Dün bana cinlerden bir ifrit namazımı bozdurmak için sataştı.
Allah bana onu yakalama imkanı verdi. Ben onu, mescidin direklerinden birine
bağlamak istedim. Tâ ki sabah olduğunda hepiniz onu göre-siniz. Fakat ben,
kardeşim Süleyman'ın: "Rabbim bana, benden sonra hiçkimse-ye nasip olmayan
bir saltanat ihsan et." sözünü hatırladım." Ravilerden biri olan Revh
diyor ki: "Resulullah o cini zelil bir şekilde [37]kovdu. [38]
36- Bunun
üzerine biz de rüzgarı ona boyun eğdirdik. Rüzgar onun emriyle onun istediği
yere kolayca eser giderdi.
Biz, Süleyman'ın
duasını kabul ettik. Ve ona, kendisinden sonrajıiçkim-seye verilmeyecek bir
mülk verdik. Öyle ki onu namazdan alıkoyan atların yerine rüzgarları onun
emrine verdik. Rüzgarlar onun istediği yere yumuşak ve itaatkar bir şekilde
esiyorlardı.
Peygamber efendimiz
buyuruyor ki:
"Davud'un oğlu
Süleyman, Kudüs'ü yapınca AH ah tealadan üç şey diledi: Diliyordu ki kendisine,
Allahın hükmüne uygun bir şekilde hüküm verme kabiliyeti nasib edilsin. Ve bu
ona nasib edildi. O, Allahtan, kendisinden sonra hiç-kimseye verilmeyecek olan
bir mülk istedi. Kendisine o da verildi. Yine o, Mes-cid-i Aksâ'nın yapımını
bitirdikten sonra, Mescid-i Aksu'ya ancak namaz kılmak için gelen bir kimsenin,
mescitten çıkmadan, annesinden doğduğu gibi hatalarından arınmış olarak çıkmış
olmasını istedi. [39]
Hasan-i Basrî diyor
ki: "Atlarla meşgul olmak Hz. Süleyman'ı namaz kılmaktan alıkoyunca o
bunlara kızdı ve hepsini kesti. Bunun üzerine Allah teala ona atlardan daha
süratli olan rüzgarları müsahhar kıldı. Rüzgarlar Süleyman'ın emriyle yumuşak
bir şekilde esip onu dilediği yere götürüyorlardı. Süleyman sabahleyin
Kudüs'ten çıkıp öğleye kadar Kazvin'e gidiyordu. Öğlenden sonra Kazvin'den
çıkıp akşama Kabil'e gidiyordu. [40]
37-38- Her
bina ustası ve dalgıç şeytanları ve birbirlerine zincirlerle bağlanmış diğer
şeytanları da Süleyman'ın emrine âmâdc kılmıştık.
AlIah teala bu
âyetlerde üç sınıf şeytanı Hz. Süleyman'ın emrine âmâde kıldığını beyan ediyor.
Bunlardan birincilerin duvar ustaları olduklarını zikrediyor. Diğer bir âyette
de bunların neler yaptıkları zikredilerek bııyunıluyor ki: 1 Cinler Süleyman'ın
istediği gibi, saraylar, heykeller, havuzlar kadar büyük çanaklar ve sabit
kazanlar yaparlardı. [41]
Bunlardan ikincileri
ise, denizlere dalarak oralardan Hz. Süleyman'a inci ve mercanları ve çeşitli
mücevherleri çıkarıyorlardı. Bu şeytanların üçüncü sınıfı ise isyankâr
olduklarından zincirlerle birbirlerine bağlanan şeytanlardır. [42]
39- işte
bizim ihsanımız budur. Onu başkalarına ver veya verrne. Bu yüzden asla hesaba
çekilmeyeceksin.
Âyet-i kerimede,
Süleyman'a verildiği zikredilen "İhsan"dan maksat, Hasan-ı Basrî ve
Dehhak'a göre, ona verilen mülktür. Allah teala Hz. Süleyman'ı bu mülkten
dilediğini dilediğine vermekte serbest bırakmıştır. Taberi bu görüşü tercih
etmiştir.
Katade ise:
"Burada Süleyman'ın emrine verilen "İhsan"dan maksat, şeytanların
onun emrine verilmesidir." demiştir. Bu izaha göre, Allah teala Hz. Süleyman'a,
şeytanlardan dilediğini tutsak edip cezalandırmakta ve dilediğini hür bırakıp
istihdam etmekte serbest bırakmıştır.
İkrime'nin Abdullah b.
Abbas'nm naklettiği diğer bir görüşe göre ise burada Hz. Süleyman'a verildiği
ifade edilen "İhsan"dan maksat, ona bahşedilen yüz erkek kuvvetidir.
Bu görüşe göre Hz. Süleyman dilediği hanımla evlenmekte ve dilediğinden de
ayrılmakta serbest bırakılmıştır.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, Hz. Süleyman'a daha dünyadayken büyük lütuflarda bulunduğunu
zikrettikten sonra onun âhirette de büyük" mükafaatlara nail olacağım beyan
ederek buyuruyor ki: [43]
40- Şüphesiz
Süleyman'ın, nezdimizde ayr. bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti vardır.
Taberi, Hz.
Süleyman'ın, bir peygamber olduğu halde Allahtan nasıl olup da dünya malı
istediğini ve kendisine verilen mülkün başka hiçbir kimseye verilmemesini nasıl
dilemiş okluğunu beyan ederek özetle şunları söylemektedir: "Hz.
Süleyman'ın Allah tealadan dünya malın, istemesi, onun dünya sevgisinden değil
Allah katındaki.derecesini öğrenmek istemesimlendır. Kendisine verilen mülkün,
kendisinden sonra herhangi bir kimseye verilmemesini istemesi ise kendi
zamanında, kendisinden sonra peygamber olmayan insanlara onun mülkü gibi bir
mülkün verilmemesini istemesidir. Tâ ki onun hak peygamber olduğu ortaya çıkmış
olsun. [44]
41- Ey
Muhammcd, kulumuz Eyyub'u hatırla. Hani bir aman o rab-binc: "Gerçekten
şeytan bana yorgunluk ve ızdirap dokundurdu." diye nida etmişti. [45]
42- Ona: "Ayağını yere vur. İşte sana,
yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su." dedik, [46]
43- Nczdimizdcn bir rahmet ve akıl sahiplerine
bor öğüt olmak üzere, biz ailesini ona bahşettik ve bir o kadar da artırdık.
Ey Muhammet!, sen,
kulumuz Eyyub'u an. Bir zaman o, içine düştüğü sıkıntıdan dolayı rabbine nida
ederek şöyle demişti. "Rabbim, şüphesiz ki şeytan beni yıprattı. Bana çile
ve meşakkat verdi. Biz de ona: "Sen ayağını yere vur. Senin için,
yıkanılacak ve içilecek bir soğuk su çıkardık." dedik.
Vehb b. Münebbih diyor
ki: "Eyüp (a.s.) Allanın emri üzerine ayağını yere vurdu. Oradan bir pınar
kaynadı. Eyüp onun içine girip yıkandı. Allah da ondan bu yolla bütün
dertlerini giderdi.
Taberi ve İbn-i Ebi
Hatim, Enes b. Mâlik'in, Hz. Eyüp hakkında Resulul-lah'tan şunu rivayet
ettiğini söylemişlerdir: "Resulullah buyurdu ki: "Allanın peygamberi
Eyüb'ün derdi on sekiz sene devam etmiştir. Uzak yakın herkes onu terketmiştir.
Ancak kardeşlerinin en samimilerinden olan iki kişi onu terketme-mişlerdir.
Sabah akşam onun yanına gidip gelmişlerdir. Bu kişilerden biri diğerine şöyle
demiştir: "Biliyor musun Eyüp öyle bir günah işlemiş ki, âlemlerden hiçbir
kimse o günahı işlememiştir. Arkadaşı "Nedir o günah?" diye sormuş o
da:"On sekiz seneden beri Allah ona merhamet edip ondaki derdi
gidennemiş-tir. (Bu da onun böyle bir günah işlediğini gösterir) demiştir.
Bu iki kişi Eyüb'ün
yanına gidince, kendisine Eyüb'ün günah işlediği anlatılan kişi sabredemeyip
bunu Eyüb'e anlatmıştır. Bunun üzerine Eyüp elemiştir ki: "Senin ne
dediğini anlamıyorum. Ancak Allah da biliyor kî, ben, birbiriyle tartışan ve
tartışırken Allahı da sözlerine katan iki adamın yanından geçtiğim zaman evime
dönüyor, Allahı hak dışında anmalarını çirkin görerek onlardan uzak
duruyordum."
Eyyub (a.s) tuvalet
için dışarı çıkıp ihtiyacını giderdiğinde hanımı onun elinden tutuyor ve onu
yerine getiriyordu. Birgün tuvalet ihtiyacı sırasında geç kaldı. Bu arada allan
teala Eyyub (a.s.)a: "Ayağım yere vur işte sana yıkanılacak ve içilecek
soğuk bir su." âyetini indirdi. Katlın, Eyyub'un geç kalmasından
telaşlanmıştı. Ne yaptığını görmek için ona doğru döndü ve Eyyub'u karşısında
gördü. Allah ondan derdini gidermişti. O,
en güzel halindeydi. Katlın onu görünce: "Maşallah Bârekallah. Sen,
Allanın dertlenen peygamberini gördünmü? Allaha yemin olsun ki o sağlam iken
ona senden daha çok benzeyen birini görmedim." dedi. Bunun üzerine
Eyyub" Ben işte o peygamberim." dedi.
Eyyub'un bir buğday
bir de arpa ambarı vardı. Allah iki bulut gönderdi. O bulutlardan biri buğday
ambarının üzerine gelince oraya altın akıttı. Öyle ki ambar dolup taştı. Diğer
bulut ise arpa ambarının üzerine gümüş akıttı o da dolup taştı.
Peygamberefendimiz bir
hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
"Bir gün Eyyub
soyunmuş yıkanırken onun üzerine altından çekirgeler düşmeye başladı. Eyyub
onları avuçlayıp elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine rabbi
ona:"Eyyub, ben seni, bu gördüklerine muhtaç olmayacak bir hale getirmedim
mi?" diye seslendi. Eyyub: "Şerefine yemin olsun ki evet. Fakat ben
senin bereketinden müstağni [47]olamam."
dedi. [48]
44- Biz
Eyyub'a: "Eline bir demet alıp onunla vur, yeminini bozma."
demiştik. Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk. O, ne güzel kuldu. O, daima
Allaha yönelirdi.
Ey Eyyub, sen, eline
bir demet sap veya odun al da onunla hanımına vur ki yeminin yerine gelsin.
Şüphesiz ki biz Eyyub'u sabırlı bulduk. O, ne güzel bir kuldu. O, her zaman
rabbine yönelirdi.
Allah tealanın, Eyyub
(a.s.)a eline bir demet alıp hanımına vuı masını emretmesinin sebebi hakkında
bazı rivayetler vardır. Bunlarda özetle şöyle den inektedir. "Eyyub (a.s.)
hasta iken hanımı bir meseleden dolayı onu kızdırmış bunun üzerine o da hanımına
yüz değnek vuracağına dair yemin etmiştir. Eyyııb (a.s.) hastalığından
iyileşince, Allah teala, Eyyub'a hizmet eüen ve ona karşı şefkatli ve
merhametli davranan hanımının bu şekilde cezalandırılmasını hafifletmiş ve
Eyyub'a, eline yüz sopa alarak ona bir defa vurmasını ve böylece yeminini
yerine getirmiş olmacuğını emretmiştir. [49]
45- Ey
Muhammcd, kuvvetli bir basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve
Yakub'u hatırla.
Ey Muhammed, sen,
peygamber olan kullarım, İbrahim, İsak ve Yakub'u an. Onlar Allaha itaatte
güçlü ve kuvvetli ve hakkı görmekte basiretli kişilerdi. [50]
46- Biz
onlara, âhiret yurdunu hatırlama ö/elliği verdik.
Bu âyet-i kerime,
farklı şekillerde izah edilmiştir. İzahlardan biri, mealde verildiği
şekildedir. Bu izah tarzı Mücahid'e aittir. Yani, Allah bu peygamberleri
sadece âhiret için amel eden ve onu düşünen insanlar olarak yaratmıştır.
Katade ise şöyle izah
etmiştir; "Şüphesiz ki biz, İbrahim, İshak ve Ya-kub'a, insanlara, Allahı
ve âiret gününü hatırlatma özelliği verdik.
İbn-i Zeyd ise şöyle
izah etmiştir: "Şüphesiz ki biz, İbrahim, İshak ve Yakub'a, âhiret yurdu
olan cennetteki en üstün olan şeyleri tahsis ettik. [51]
47- Şüphesiz
onlar, nezdimizde seçkin ve hayırlı kimselerdendir.
Şüphesiz ki İbrahim,
İshak ve Yakup, bizim nezdimizde, âhireti anmak :çtiğimiz, kendilerine
peygamberlik verdiğimiz ve itaatimiz için seçtiği için seçtiğimiz kullardır. [52]
48- Ey
Muhammcd, İsmail'i, Elycsa'ı ve Zülkifl'i hatırla. Hepsi de seçkin
kimselerdendi.
Ey Muhammed, sen
İsmail'i, Elyesa'ı ve ZülkitVi ve onların, Allaha itaat yolunda çektikleri
çileleri hatırla. Onlarla teselli bul ve onların yolunu tut. Bunların hepsi de
Allah tarafından seçilmiş kişilerdi. [53]
49- İşte bu bir zikirdir. Şüphesiz, Allalıtan
korkanlar için güzel bir akıbet vardır. [54]
50- Bu da,
kapıları kendilerine tamamen açılmış Adn cennetleridir. [55]
51- Orada
koltuklara yaslanarak çcşuıı meyveler ve içecekler isterler. [56]
52- Yanlarında, gözlerini kocalarından başka
kimseye çevirmeyen yaşıt huriler vardır. [57]
53- İşte
bunlar hesap gününde size vaadolunanlardır. [58]
54- Şüphesiz
bu, bizim bitip tükcnmc/cn rızkımızdır.
Ey Muhammed, sana
indirmiş olduğumuz bu Kur'un, senin ve kavmin için bir zikirdir. Biz onu sana
ve kavmine hatırlattık ki emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak
ondan korkanlar için dönecekleri güzel bir yer vardır. O da kapıları kendileri
için açık tutulan Adn cennetleridir. Onlar o cennetlerde tahtlara yaslanacaklar
ve orada birçok cennet meyvelerini ve içeceklerini talep edeceklerdir. Ayrıca onların
yanında, gözlerini kocalarından ayırmayan aynı yaşta olun huriler vardır. Ey
müminler, işte sizin için ahi ret gününde vaadedilen nimetler bunlardır. Bizim,
takva sahiplerine verdiğimiz bu nimet ve lezzetler, bitmek tükenmek bilmeyen
nziklardır. [59]
55- Bu böyle. Şüphesiz haddi aşan azgınlar için
de kötü bir akıbet vardır. [60]
56- O da
cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. Ne kötü döşektiro. [61]
57- işte
kaynar su ve irin. Tatsınlar onu. [62]
58- Buna
benzer daha başka çeşit çeşit azaplar.
Eve, cennetlikler için
bu mükafaatlar vardır. Rablerine karşı gelen ve emirlerine isyan eden azgınlara
gelince, bunlar için de kötü bir âkibet vardır. Bunların âhirette varacakları
kötü âkibet, cehenmemdir. Onlar onun içine gireceklerdir. Cehennem azgınlar
için ne kötü bir döşektir. Orada onlara denilecektir ki: "İşte kaynar
sular, kan ve irinler. Siz bunları tadın. Bunların dışında bunlara benzeyen
daha kat kat azaplar vardır.
Burada zikredilen
"Kaynar sular"dan maksat, sıcaklığın son derecesine
ulaşmış sulardır. "İrin" diye
tercüme edilen "Gassak" kelimesinden maksat ise, Katade'yi göre,
cehemnemliklerin vücutlarından akan kan ve irindir. Süddî'ye cöre. gözlerinden
akan yaşlardır. İbn-i Zeyd'e göre cehennemliklerin vücutlarından ateşte eriyip
giden parçalardır. Bu parçalar bir havuzda toplanır cehennemliklere içecek
olarak sunulur. Kâ'b'a göre ise "Ğassak" yılan ve akrep gibi zehirli
hayvanların zehirlerinin toplanarak pınar şeklinde akan bir gözedir. Cehennemlikler
getirilip onun içine bir defa sokulup çıkarıldıklarında derileri ve etleri
dökülür. Kemikleri ortaya çıkar, derileri topuklarına dolaşır. Etleri elbise
parçalan gibi arkalarından sürüklenir.
Mücahid ve Dehhak'a
göre ise: "Gassak" tahammül edilemeyecek derecede soğuk olan bir
içecektir.
Abdullah b. Abbas'a
göre ise "Ğassak" pis kokan bir içecektir.
Ebu Said el-Hudrî
"Gassak" hakkında, Resulullah (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Şayet öassak'tan
dünyaya bir kova dökülecek olsa dünya halkı mutlaka kokar. [63]
Taberi
"Ğassak"ın, bu görüşlerden, cehennemliklerden akan irin olduğunu
söyleyen görüşü tercih etmiştir.
Âyette geçen
"Çeşit çeşit azap"tan maksat ise Abdullah b. Mes'ud'a göre
"Dondurucu soğuk", Hasan-ı Basrî'ye göre ise "Dünyada benzeri
olmayan azaplardır. Diğer âlimlere göre bu azaplar, vücudun gözeneklerinden
işleyen güçlü ateş azabı, zakkum, uçurumlara yuvarlanma, tepelere tırmanma gibi
azaplardır. [64]
59- Kâfirlere: "İşte şu gurup da sizinle
cehenneme atılacaktır." denir. Onlar da: "Onlara merhaba yok. Çünkü
onlar da cehenneme gireceklerdir." derler, [65]
60- Bunun
üzerine (Dünyada onlara uyan guruplar da) "Asıl size merhaba yok. Bu
cehennemi bize siz hazırladınız. Ne kötü yermiş" derler.
AIlah teala bu âyet-i
kerimelerde, cehennemliklerin birbirleriyle kavga ettiklerini ve birbirlerinden
rahatsız olduklarını beyan etmektedir. Cehennemlikler hiçbir zaman huzur
içinde olamayacaklar, birbirleriyle çekişecekler, birbirlerini
yalanlayacaklar, birbirlerine lanet okuyacaklardır. Bu hususlar başka âyetlerde
de izah edilmektedir. "Allah, kıyamet gününde onlara der ki: "Sizden
önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber cehennem ateşine girin."
Cehenneme giren her ümmet, kendi din kardeşine lanet eder. Nihayet hepsi oraya
toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz, işte
şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden iki kat azap
ver." Allah der ki: "Herkesin azabı kat kattır. Fakatız bilemezsiniz. [66]
61- Ey
rabbimiz, bunu bize kim hazirladıysa onun cehennem ateşindeki azabını kat kat
artır." derler.
Dünyada iken azgınlara
tbi olan ve o azgınlar cehenneme girdikten sonra onların gidecekleri yerlere
zoria atılan yandaşları, Allaha yalvararak şöyle diyeceklerdir: "Ey
rabbimiz, dünyada iken bizi buna sürükleyen amellere kim sev-kettiyse sen onun
ateşteki azabını kat kat yap. [67]
62- O
azgınlar (müminleri kasdederek) Ne oluyor bize? Dünyada kötü saydığımız
adamları burada göremiyoruz. [68]
63-
Dünyadayken biz onlarla alay ederdik. Yoksa onlar, gözümüzden mi kaçtılar? [69]
64- İşte
cehennem halkının birbiriyle münakaşa etmesi, şüphe götürmez bir gerçektir.
Dünyada iken dini
kabul etmeyip zorbalık yapan azgın kafirler cehenneme girdiklerinde,
dünyadayken kendileriyle alay ettikleri ve hakir gördükleri müminleri orada
göremeyecekler ve kendi kendilerine şöyle diyeceklerdir: "Ne oluyor bize
ki, dünyadayken kötü saydığımız insanları burada yanımızda göremiyoruz.
Halbuki biz dünyadayken onlarla alay ediyorduk. Yoksa onlar da cehenneme
girdiler de gözden kayboldukları için mi onları göremiyoruz?
Görüldüğü gibi
cehennemlikler birbirleriyle tartışacaklar ve huzursuz olacaklardır. [70]
65-66- Ey
Muhammcd, sen şöyle de: "Ben ancak b,r uyanayım Bir de herşeye galip olan
Allahtan başka ilah yoktur. O, göklenn, yer.n ve ara-larındakilerin rabbidir.
O, herşeye galiptir, çok affedendir.
Ey Muhammed. de ki:
"Ey Kureyş topluluğu, ben sadece şia. ilahi azapla uyaran birisiyim.
İnkarınıza devam ettiğiniz takdirde bu azabı fee-lip sizi kuşatacağın,
biliyorum. O hakle bu azaptan kaçının Azap gelmeden evvel yaptıklanmzdan vazgeçin.
Alahtan başka kendisine kulluk edıleeeve^boyun eğilecek hiçbir ilah yoktu, O,
birdir ve kahredicidir. Goklenn, ve£nve ikisinin arasında bulunanların sahibi
ve sevk ve ıdare edenidir. O, herşeye tir, çokça bağışlayandır. [71]
67- Ey
Muhammcd, sen şöyle de: "O, çok büyük haberdir." [72]
68- Siz ise
ondan yüzçcviriyorsunuz. [73]
69- Yüce
varlıklar birbirleriyle münakaşa ederken benim onlar hakkında hiçbir bilgim
yoktur. [74]
70- Bana
ancak benim apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunuyor.
Ey Muhammed, kavminden,senin
peygamber okluğunu ve senin getirdiğin şeylerin yalan olduğunu söyleyen
müşriklere de ki: "Bu Kur'an büyük bir haberdir. Fakat sizler ondan yüz
çeviriyorsunuz ve onunla amel etmiyorsunuz. Onun delillerini düşünüp öğüt
almıyorsunuz. Ey Muhammed, yine kavminin müşriklerine de ki: "Bana vahiy
gönderilmeden önce yüce varlıklar olan meleklerin, Adem'in yeryüzüne halife
olarak gönderilmesindeki tartışmalarına dair hiçbir bildiğim yoktu. Bunları
rabbim bana vahiyle bildirdi. Benim size bunlan bildirmem, Kur'anın Allah
tarafından gönderilmiş olduğuna dair apaçık bir delildir. Çünkü sizler de
Kur'an inmeden önce, benim bu hususlarda herhangi bir bilgimin olmadığım çok
iyi biliyordunuz.
*Bu izahtan da
anlaşıldığı' gibi âyette zikredilen "Yüce varlıklardan maksat,
meleklerdir. Onların tartışma konulan, Hz. Âdem'in nefis sahibi bir beşer
olarak yeryüzüne halife olarak gönderilmesidir. Bu husus başka bir âyet-i
kerimede şöyle ifade edilmektedir. "Bir zaman rabbin meleklere: "Ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım." demişti. Melekler de: "Orada
bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni
överek teşbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara:
"Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. [75]
71-72- Hani
bir zaman rabbin meleklere: "Ben, balçıktan bir insan yaratacağım. Şeklini
tamamlayıp ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin," demişti. [76]
73- Bunun
üzerine bütün melekler birlikte secde etmişlerdi. [77]
74- Yalnız
İblis secde etmedi. Kibirlenip kâfirlerden oldu.
Meleklerin Âdem
hakkında tartışmaları şu zaman olmuştu. Rabbin meleklere: "Ben, balçıktan
bir insan yaratacağım." demişti. Ben onu tam düzgün-hale koyup ve ona
ruhumdan üflediğim zaman hepiniz ona secdeye kapanın." demişti. Bunun
üzerine, göklerde ve yerde bulunan bütün melekler Âdem'e saygı secdesinde
bulunmuşlardı. İblis hariç. O büyüklenerek ve inkarcılardan olarak Âdem'e
secde etmedi.
Ayet-i kerimede, Allah
tealanın, Âdem'e ruhundan üflediği zikredilmektedir. Dehhak burada zikredilen
Ruh'dan maksadın, AUahın kudreti olduğunu zikretmiştir. Allah teala Âdem'e
hareket etme kudretini verince o da hemen hareket etmeye başlamıştır. [78]
75- Allah
şöyle dedi: "Ey İblis, bizzat vasıtasız olarak yarattığıma Secde etmekten
seni alıkoyan nedir? Kibirlendin mi? Yoksa şımaranlardan mı oldun?
İblis, Allahin emrine
karşı gelip Âdem'e secde etmeyince Allah ona: "Bizzat benim yarattığım
Âdem'e secde etmekten seni alıkoyan nedir? Sen, bü-, yüklük mü tasladın? Yoksa
sen, kendini yükseklerde gören ve şımaraniardan mı oldun? diye sordu. [79]
76- İblis:
"Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise balçıktan
yarattın." dedi.
İblis şu cevabı verdi:
"Ben, senin secde etmemi emrettiğin Âdem'e secde etmedim. Zira sen beni
ateşten yarattın, Âdem'i ise balçıktan yarattın. Ateş balçıktan daha üstündür.
Zira ateş balçığı pişirir, yer ve bitirir."
Allah teala bu
âyetlerde Hz. Âdem ile İblisin kıssasını anlatarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)e
karşı ktbirîenenleri kınamakta ve onların da İblisin durumuna düştüklerini
beyan etmektedir. [80]
77-78- Allah
şöyle dedi: "O halde hemen oradan çık. Artık sen, rahmetimden kovuldun.
Kıyamet gününe kadar benim lanetim senin üzerinedir."
Allaha karşı itiraza
kalkışan İblise Allah şöyle dedi: "Artık sen cennetten çık. Şüphesiz ki
sen, kovulan birisin. Kıyamet gününe kadar benim lanetim senin üzerine
olsun." [81]
79- İblis:
"Ey rabbim, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet
ver." dedi.
İblis ise: "Ey
rabbim, insanların diriltilip kabirlerinden çıkarılacakları ve apaklarından
hesaba çekilecekleri güne kadar bana mühlet ver de ben de yapacağımı
yapayım." dedi. [82]
80-81- Allah
da: "Sen, vakti belli olan bir güne kadar mühlet verilenlerdensin."
dedi.
Allah da: "Ey
İblis, sen, tayin edilen bir vakte kadar kendisine mühlet verilenlerdensin."
dedi. [83]
82-83-
İblis: "İzzet ve şerefine yemin olsun ki, onlardan ihlaslı kulların
hariç, bütün insanları yoldan çıkaracağım." dedi.
İblis ise: "Ey
rabbim, senin izzet ve şerefin hakkı için ben onların tümünü doğru yoldan
saptıracağım. Ancak senin, sana kulluk etmeye muvaffak kıldığın kulların hariç.
Bana onların üzerinde bir nüfuz vermedin. Benim onlan saptırmaya ve onlara
vesvese venneye gücüm yetmez. [84]
84-85- Allah
şöyle dedi: "Ben, hakkım, hakkı söylerim. Yemin olsun ki ben cehennemi
seninle ve onlardan bütün sana uyanlarla dolduracağım."
Allah teala bu
âyetlerde, şeytanı ve şeytana uyanlan cehenneme koyacağını ve cehennemi
bunlarla dolduracağını beyan etmektedir. [85]
86- Ey
Muhammcd, sen onlara şöyle de: "Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum.
Ben, özenerek kendiliğinden birşey yapan kimselerden değilim. [86]
87- Bu
Kur'an,, sadece âlemlere bir öğüttür. [87]
88- Onun haberlerinin doğru olduğunu bir müddet
sonra mutlaka öğreneceksiniz.
Ey Muhammed:
"Aramızda vahiy buna mı indirilmiş?" diyerek seninle alay eden
kavminin müşriklerine de ki: "Bana inen bu Kur'andan dolayı ben sizden
herhangi bir maddi menfaat beklemiyorum ve ben, zorla birşeyler ortaya koymaya
çalışanlardan da değilim. Bu Kur'an ancak bütün âlemler için bir öğüt ve bir
hatırlatandır. Allah bununla insanlara ve cinlere, kendisine iman edenleri
kurtarıp kâfirleri helak edeceğini bildirmektedir. Ey Allaha ortak koşan müşrikler,
bu Kur'anın verdiği haberlerin gerçek olduğunu belli bir süre sonra mutlaka
bilmiş olacaksınız.
Âyette zikredilen
"Belli bir süre"den maksat, "Ölüm"dür. Kişi ölünce Kur'anın
verdiği haberlerin gerçek olduğunu idrak edecektir.
İbn-i Zeyd'e göre
buradaki "Belli bir zaman"dan maksat, kıyamettir. Kıyamet kopunca
insanlar Kur'anın bildirdiği vaad ve tehditlerin gerçek olduğunu
anlayacaklardır.
Süddî buradaki
"Belli bir zaman"ı, Bedir savaşıyla yorumlamıştır. Bu izaha göre
müşrikler, Bedir savaşından sonra Kur'anın bildirdiği haberlerin gerçek
olduğunu anlamışlardır.
Taberi buradaki belli
bir zamanın, herhangi bir zamanla tahsis edilmeyip genel bırakılmasının,
Kur'anın ruhuna daha uygunluğunu söylemiş ve insanla-nn, Kur'anın haberlerinin
gerçek olduğunu, kişiden kişiye değişen belli zamanlarda anladıklarını beyan
etmiştir. Şöyle ki, bir kısım insanlar, Kur'anın verdiği haberlerin gerçek
olduğunu Bedir savaşından sonra anlamış diğer bir kısımları ise ölümlerinden
sonra anlayacaklardır. Başka bir gurup ise kıyamet koptuktan sonra anlamış
diğer bir kısımları ise ölümlerinden sonra anlayacaklardır. Başka l>ir gurup
ise kıyamet koptuktan sonra anlayacaklardır. [88]
[1] Sâd Suresi, âyet: 18-19
[2] Sâd Suresi, âyet: 42.
[3] Sâd Suresi, âyet: 80-81
[4] Sâd Suresi, âyet: 82-83
[5] Sâd Suresi, âyet: 87-88
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/115-116.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/117.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/117
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/118.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/118.
[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, S.362 / Tirmizî, K.
Tefsir el-Kur'an, Sun;: 38, bah: 1, Hadis no: 3232.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/118-120.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/121.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/121.
[14] Kamer Suresi, âyet: 44-45
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/121.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/122.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/122.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/123
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/123-124.
[19] Müslim, K.es-Sıyam, bab: 189, Hadis no: 1159
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/124-125
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/.125.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/125
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/125-126.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/127.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/127.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/127
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/128
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/128.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/129.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/129-130.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/130.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/130
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/131.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/131.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/131-132.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/132.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/132.
[37] Buharı, K. Tefsir el-Kur'nn, Sure: 38, hab: 2.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/133.
[39] Nesai, K. el-Mesauıl, h:ıh: C> / İhn-i Mfıce,
K.el-İknmcti's-Salah, hah: l^rt, Ilııdis no: 1408.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/133-134.
[41] Sebc' Suresi, âyet: D.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/134.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/135.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/135.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/136.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/136.
[47] Buharı, K.el-Ğisl,hıh: 20, K.et-Tevhicl, hıb:
35,K^İ-Enhiyn, hah: 20, Nesai, K.el-Ğtısl, hak 7.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/136-137.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/137-138.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/138.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/138.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/139.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/139.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/139.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/139.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/139.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140.
[63] Tirmizî, K.el-Cchenneın, hah: 4, llatlis ıın; 2584 /
Alimce! h. Ifcınhcl, Müsnütl, C.3, S.2S
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/140-141.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/142.
[66] A'raf Suresi, Syel: 38
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/142.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/142.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/143.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/143.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/143.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/143.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/144.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/144.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/144.
[75] B;ık;ır;ı Suresi, Tiye!: 30.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/144.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/145.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/145.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/145.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/145-146
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/146.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/146.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/147.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/147.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/147.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/148
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/148
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/148
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/148-149.