Münafıklar Rasûlullah'tan İşittiklerini Anlamıyorlar
Onlara Verilen Takvadan Maksat Nedir?
Muhammed Suresi'ne aynı zamanda «El~Kıtal (savaş) Suresi» de denir. Ekser ulemaya göre bu sure Medine Dönemi'nde nazil olmuştur. İbn Abbas ve Katade bu surenin Medine Dönemi'nde nazil olduğunu söyledikten sonra 13. ayeti istisna etmektedirler. Çünkü Rasûl-ü Ekrem, Mekke'den çıkıp Sevr Mağarasi'na giderken arkasına dönüp Mekke'ye doğru baktı ve şöyle buyurdu «Sen Allah katında, Allah'ın bütün beldelerinden daha sevimlisin. Aynı samanda Allah'ın beldeleri içinde bana en sevimli olansın. Eğer ehlin beni çıkarmasaydı kesinlikle ben senden çıkmazdım.» Bunun üzerine Cenab-ı Hak 13. ayeti indirdi. Bu takdirde 13. ayet Mekkî olur. Fakat Medine yolunda, oraya varmazdan önce inen ayetlerin Mekkî olduğu kaidesi esas alınırsa bu böyledir.
Bu surenin ayetleri Basralilar'a göre 40, Kûfeliler'e göre 38 ve başka sayımlara göre ise 39'dur. Kelimeleri 540, harfleri 2349'dur.
Bu surenin başlangıcının, Ahkaf Suresi'nin sonuyla olan irtibatı gizli değildir. Öyle ki eğer besmele ortadan kalksa bu surenin başı öbür surenin sonuna bitişik olur. Sanki kelimeler bir ayet imişler gibi birbirlerine bitişirler.
îkinci ayetinde Muhammed kelimesi geçtiği için surenin ismi Muhammed olmuştur. Allah'ın Rasûlü (İbn Ömer'den gelen rivayete göre) bu sureyi akşam namazında okurdu. İbn Merduveyh, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: «Muhammed Suresi'nin bir ayeti bizim hakkımızda, bir ayeti ise Beni Umeyye hakkında nazil oU muştur.»
Alusi «Bu rivayetin sahih olacağını zannetmiyorum» diyor ve şöyle devam ediyor: «Evet, Beni Umeyye kâfirleri bu ayetlerin umumundan en büyük nasibi almaktadırlar. Nitekim ehli beyt de müminler hakkındaki ayetlerin umumundan en yüksek payı aU diktan gibi.» [1]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Küfre sapanların ve Allah yolundan alıkoyanların amellerini (Allah) boşa çıkarmıştır.
2- İman edip salih ameller işleyenlerin ve Rablerinden Muhammed'e gerçek olarak indirilene iman edenlerin kötülüklerini Allah Örtmüş ve durumlarını da düzeltmiştir.
3- Bunun sebebi şudur: Küfre sapanlar, bâtıla uymuşlar ve iman edenler de Rablerinden gelen hakka tâbi olmuşlardır. İşte Allah insanlara kendi durumlarım böylece göstermektedir.
4- (Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınızda hemen onların boyunlarını vurunuz. Nihayet onları tamamen yendiniz mi (esir edin ve) sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri) ya bir lütuf olarak ya da bir fidye (alarak) bırakın. İşte böyledir. Allah dilesey-di onlardan elbette öç alırdı. Fakat kiminizi kiminizle denemek için (savaşı vesile kıldı). Allah yolunda öldürülenlerin yaptıklarını (Allah) hiçbir zaman boşa çıkarmayacaktır.
5- Allah onlara hidayet eder ve hallerini güzelleştirir.
6- Onları, kendilerine tanıtmış olduğu cennete koyar.
7- Ey iman
edenler! Eğer Allah'a (dinine) yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve
ayaklarınızı (dinde) sabit tutar.
8- Küfre sapanlara gelince, onların hakkı yüzükoyun sürünmektir. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
9- Bunun nedeni şudur: Onlar Allah'ın indirdiğini çirkin görmüşler, Allah da onların* amellerini heder etmiştir.
10- Acaba onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Bak-salar ya, kendilerinden Öncekilerin akıbeti nasıl olmuştur! Allah onların kökünü kazımıştır. Zaten o kâfirlere de öylesi yaraşırdı.
11- Bunun sebebi şu: Allah iman edenlerin mevlâsi (yardımcısı) dır. Kâfirlere gelince onlann mevlâlan yoktur. [2]
(1-11) «Küfre sapanların ve Allah yolundan alıkoyanların...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Allah yolundan alıkoyanlar», İslâm'dan yüz çevirenler veya başkasını bu yolda gitmekten menedenlerdir. Dahhak «Sebilullah» lâfzını Allah'ın Beyti olarak tefsir etmiştir. Onların Allah'ın Bey-ti'nden menetmeleri ise, oraya hac için gelenleri menetmeleri demektir şeklinde tefsir etmiştir. Fakat bu pek yerinde bir tefsir değildir.
Ayet, küfür alâmeti taşıyan, Allah yolundan insanları çeviren kimselerin hepsini kapsamaktadır. îbn Abbas «Allah yolundan me-nedenlerden maksat Bedir Günü'nde (zamanında) yemek yedirenlerdir» diyor. İbn Abbas sanki ayetin kapsamına herkesten daha önce girenleri kastetmektedir. Çünkü onlar mallarıyla, canlarıyla Allah'ın yoluna tâbi olmaya mani olurlardı. Onların mâni olması başkalarının engel olmasından daha korkunçtur.
İlk ayetin başındaki «Elleziyne» kelimesi mübtedadır, «amellerini iptal etti» mânâsına gelen «Edalle a'malehum» cümlesi ise haberdir. «Onlann amellerimden maksat sılayı rahim, misafirlere ikram, esirleri kurtarmak gibi amelleridir. Yani Cenab-ı Hak bu amellerinin zail olacağına hükmetmiştir.
Ayetin mânâsının «Allah, onlann amellerini dalâl kılmıştır»
demek olabilir. Yani hidayet değil, sapıklık kılmıştır. Çünkü Al-Jah onlan muvaffak kılmamistir ki onlar bu amellerle Allah'ın rızasını talep etsinler.
«Bu ayet yedirenler hakkında gelmiştir» diyenlere göre, Allah onların peygambere karşı yapmış oldukları hileyi boşa çıkarmış olmaktadır. Peygambere yardım etmek, dinini bütün dinlere galip getirmek suretiyle onların çabalarını iptal etmiş ve peygambere karşı yapmış oldukları hileyi boşa çıkarmıştır. «Bu ayet Bedir hakkında nasıl olmuştur» diyen rivayete en uygun mânâ budur.
îbn Abbas «İman edip satih amel işleyenlerden maksat Medi-neli Ensar'dır. Kâfir olup Allah yolundan menedenlerden maksat da Mekke'deki Kureyşliler'dir» demiştir. Mukatil «Kureyş'in bir grubudur» derken, bazıları da «îman edenler kitap ehlinin iman edenleridir» demişlerdir. Bazı alimler de ayetin daha genel olduğunu söylemişlerdir. Çünkü mevsul umumu ifade eden sigadır ve tahsise gerek yoktur.
«Muhammed'in üzerine inene iman ettiler», yani hiçbir şeyde ona muhalefet etmediler veya onun getirdikleri hususlarda onu doğruladilar. İşte bu (iman etmeleri) Rablerinden gelen bir haktır veya Kur'an Rablerinden gelen bir haktır. Çünkü kendisi nes-heder fakat o nesholunmaz. İşte iman edip salih amel işleyenlerin imandan önceki günahlarım, Cenab-ı Hak siler ve durumlarını da ıslah eder. Veya hallerini düzeltir veya işlerini ıslah eder. Yani dün-yalanyla ilgili olan şeyleri ıslah eder. Nakkaş «Onların niyetlerini tslah eder demektir» demiştir.
«Bal» kelimesi mastar gibidir. Ondan herhangi bir fiil gelme, mistir. Bu kelime bazen şan, bazen hal, bazen de emir demektir. Bazen de kalp mânâsına gelir.
Üçüncü ayette geçen «Bâtıl» ile maksat şirk; haktan maksat da tevhid ve imandır. «Emsaladen maksat haseneler ve seyyieler-dir. Onların emsali denildiğinde, zamir küfre girenlerle iman edenlere racidir. [3]
Dördüncü ayet cihad emri vermektedir. îbn Abbas «Buradaki kâfirlerden maksat putlara tapan müşriklerdir» diyor. Baza müfes-sirler «İslâm dinine muhalefet eden, ister müşrik isterse ehli kitap olsun, hepsi bu tabire dahil olur. Ancak ehli kitap ile müslüman-larla aralarında ahid ve zimmet yoksa savaşılır.
«Darbe» kelimesi mastardır. Mukadder bir fiilin merulüdür. Yani onların boyunlarını vurun. Cenab-ı Hak «boyun» tabirini kullanıyor, çünkü ölüm ekseriyetle buradan olur. Allah «Onları öldürün» yerine «Darbe'r-Rikab» tabirini kullanıyor. Çünkü bu tabirde şiddet daha fazladır. Zira boynun kesilmesi ölümü en korkunç bir şekilde tasvir etmektedir. [4]
«İpi iyice sıkın» ifadesinden maksat, onları esir edin demektir. Cenab-ı Hak kurtulup kaçmamaları için ipi sıkmayı emretmektedir. Ya onları fidye almaksızın bırakırsınız veya Öldürürsünüz demedi. Çünkü ayetin başında bu tabir geçmiştir.
«ELHarbu evzaraha», savaş aletleri ve ağırlıklarıdır. Yani savaş sona erinceye kadar.
Mücahid ve îton Cübeyr «Harbin evzarından maksat, Hz. İsa' nm çıkışıdır» derler. Yine Mücahid ayeti «İslâm dininden başka bir din kalmayıncaya kadar» şeklinde yorumlamıştır. O zaman her yahudi, her hıristiyan ve her din sahibi müslüman olur. Kuzu. kurttan emin olur. Bu yorumun benzeri Hasan, Kelbi, Ferra ve Kisai'den de gelmiştir. Zira Kisai ayeti «Bütün halk müslüman oluncaya kadar» şeklinde yorumlamıştır Ferra «Halk iman edinceye kadar, küfür ortadan kalkıncaya kadar demektir» derken, Kelbi «İslâm bütün dinlere galib gelinceye kadar», Hasan Basri ise «Allah'tan başkasına ibadet edilmeyinceye kadar» demişlerdir. Yani onlar müslüman oluncaya ve silahı bırakmcaya kadar bağları şiddetli bir şekilde bağlayın! Veya muharib düşmanlar silahlarını hezimete uğramak veya barış yapmak suretiyle bırakmcaya kadar onların iplerini şiddetle bağlayın!
«Allah yolunda ö'ldürülenler»den maksat her ne kadar Uhud' da öldürülen müminlerse de hüküm geneldir. Katade, «Rasûlullah Uhud Günü'nde taşların kovuğuna sığındığı zaman, müslümanlar-dan kimi yaralanmış, kimi de şehit olmuş olduğu halde bu ayet nazil oldu» diyor. Beri tarafta müşrikler «Ey Hubel! Yücel» diye Çağırıyorlardı. Müslümanlar da «Cenab.ı Hak daha yücedir» diye bağırdılar. Müşrikler «Bugün Bedir Günü'ne bedeldir. Harp ise hiledir» diye bağırdılar. Hz. Peygamber «Onların ikisi bir değildir. Bizim Ölülerimiz Allah katında diridirler, nziklamrlar. Sizin ölüleriniz ise ateşte azap görürler» diye bağırdı. Müşrikler «Bizim Uzza'mız var. Sizinse yok» diye seslendiler Müslümanlar da «Allah bizim mevlâmızdır. Sizin mevlâms yoktur» diye cevap verdiler.
Daha önce Al-i İmran ve Enfal Suresi'nde bu hususlara değinilmişti. [5]
«Onlar için cenneti tarif etmişti»; yani onlar için açıklamıştı öyle ki onlar delil olmaksızın cennetteki konaklarını tanıdılar. Hasan Basri «Allah dünyada onlara cenneti vasıflandırmıştı. Onlar cennete girdiklerinde sıfatlarıyla hemen tanırlar» demiştir. Bazıları «Cennetteki konakların yollarını ve konaklarını Allah onlara tanıtmıştır demektir» dediler. Bazıları «Bu tarif delilledir. O da kulun amellerini yazmakla mükellef olan melektir. Kulun önünden gider, kul da arkasından. Ta ki ona varıncaya kadar. Melek onun için cennette kılınan her şeyi tarif eder» demişlerdir.
Fakat bu görüşü Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği şu hadis reddetmektedir: «Müminler ateşten kurtulurlar. Cennet ile cehennem arasında bir köprü üzerinde durdurulurlar. Dünyada iken aralarında mevcut olan zulümlerle ilgili hesabı birbirlerinden alırlar. Tertemiz olduklarında cennete girmeleri için Cenab-ı Hak izin verir. Muhammed'in nefsini yed-i kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim, onlar dünyadaki konaklarından daha fazla cennetteki konaklarını tanımaktadırlar.»
Bazıları «Onlara tarif etmekten maksat, çeşitli lezzetlerle onları hoşlandırmak demektir» demişlerdir.
«Allah'a yardım etmekyyten maksat onun dinine yardım etmektir. Bu yardımda bulunan bir kimse kâfirlere galip gelir, savaşta Cenab-ı Hak onlara cesaret verir, ayakları dinde sabit kılınır.
Sekizinci ayetin metnindeki «Ta'sen» kelimesi on şekilde yorumlanmıştır:
1- Onlara uzaklık olsun.
2- Onlara üzüntü olsun.
3- Onlara şekavet olsun.
4- Onlara Allah'tan bir küfürdür.
5- Onlara helak olsun.
6- Onlara mahrumiyet olsun.
7- Onlara çirkinlik olsun.
8- Onların burunları yerlerde sürünsün.
9- Onlar için şer olsun.
10- Onlar için şekavet olsun. «Allah'ın indirdiğinden» maksat, kitaplar ve şeriatlardır.
«Onların amellerimden maksat hayrın çeşitleridir, cami tamiri, misafire ikram, sadaka ve zekât vermek, namaz khmaktır. Cenab-ı Hak ancak mümin bir kişinin amelini kabul eder.
«Âmellerini yaktı», yani putlara tapmalarım yaktı.
«Demmera» fiili kökten helak etmek, yoketmek demektir. Mevlâ kelimesi ise yardımcı anlamındadır. [6]
12- Muhakkak ki Allah iman edip salih amel işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetlere gönderir. Küfre sapanlara gelince, onlar (dünyada) zevk-u sefa ederler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.
13- (Ey Rasûlünı!) Seni çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şehirler vardı ki onları helak ettik de kendilerini kurtaran olmadı.
14- Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslü gösterilen ve nevalarına uyan kimseler gibi midir?
15- Takva sahiplerine vaadedilen cennetin misali şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Ve orada onlar için meyvelerin her çeşidinden ve Rablerinden mağfiret de vardır. Hiç bunlar, ateşte ebedi kalan ve kaynar bir sudan içirilip de bağırsakları parçalanan kimselere benzer mi?
16- (Münafıklardan) seni dinlemeye gelen de vardır. Hatta senin yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilmiş olanlara şöyle derler: «(Peygamber) demin ne söyledi?» Bunlar öyle kimselerdir ki Allah kalplerini mühürlemiştir de kendi hevala-nna uymuşlardır.
17- Hidayete erenlere gelince, Allah onların hidayetini artırmış ve kendilerine takvalarını ilham etmiştir.
18- Artık onlar Saat'in (Kıyamet'in) kendilerine ansızın gelmesini bekliyorlar. Şüphesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar.
19- (Ey Rasûlüm!) Bil ki, Allah'tan başka bir ilâh yoktur. Kendi günahın ve mümin erkeklerle mümin kadınların günahı için mağfiret dile. Allah dolaştığınız yeri de bilir, duracağınız yeri de. [7]
(12-19) «Muhakkak ki Allah iman edip, salih amel...»Bu Ayetlerin Tefsiri
«Yetemetteune», kâfirler zevklenirler demektir. Yani kâfirler dünyada hayvanlar gibi ancak karınlarından ve tenasül organlarından haberdardırlar. Sadece onları doyurmaya çalışırlar. Yarın gelecek olandan gafildirler. «Mümin dünyada azıklamr, münafık süslenir, kâfir lezzetlenir» denilmektedir.
14. ayetin başındaki hemze, takrir harfidir. İbn Abbas «Bey-yine sebat ve yakın demektir» derken, Etou'l-Aliye şöyle demiştir: «Beyyine üzerinde olan Uz. Muhammed'dir, beyyine de vahydir.» [8]
«Asin olmayan su», tadı bozulmayan su demektir. Tirmizi, Hakim bin Muaviye'den, o babasından, o da Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor: «Cennette Ur su, bir bal, bir süt ve bir de içki denizi vardır. Sonra o denizlerden arklar açılır.» (Tirmizi «Bu hadis hasen ve sahihtir» demiştir).
İbn Abbas «Tasfiye edilen baldan maksat arının karnından çıkmamış bal demektir» der. Bazıları da «Tasfiye edilmiş baldan maksat mumundan ve başka kirlerden tasfiye edilmiş baldır» demişlerdir. Allah onu tertemiz yaratmıştır. Herhangi bir ateşte pişiril-memiştir, an onu kirletmemiştir. Acaba bu nimet içerisinde ebedi kalan bir kimse ateşte ebedi kalan kimse gibi midir?
«Hamim su», sıcak ve şiddetle kaynayan su demektir. O su cehennemliklere yaklaştırıldığında yüzleri yanmaya başlar. İçtiklerinde bağırsakları paramparça olur ve dübürlerinden çıkar. [9]
Rasûlullah'i dinledikten sonra yanından çıkarken ilim erbabına «Bu demin ne söyledi?» diyenlerden maksat, münafıklardır. Abdullah bin Ubey bin Selul, Haris bin Amr, Malik bin Duhsen gibi münafıkların ileri gelenleridir. Bunlar cuma hutbesine giderlerdi. Hutbede münafıkların ismi geçerse ondan yüz çevirirlerdi. Çıktıklarında ise onun mânâsım sorarlardı. (Bu yorum Kelbi ve Mu-katil'e aittir).
Bazıları «Onlar Rasûlullah'ın katında müminlerle beraber idiler. Peygamber'in sözlerini dinlerlerdi. Fakat mümin onları hıfzeder, kâfirse kulak ardı ederdi. Peygamber'in meclisinden çılanca Abdullah İbn Abbas gibi ilim ehline «Bu zat demin ne söyledi?» diye sorarlardı. İbn Abbas, «Kendisine peygamber ne söyledi diye sorulan kişilerden biri de bendim» diyor. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre burada Abdullah bin Mesud kastedilmiştir. Abdullah bin Bureyde «Bu zattan maksat Abdullah bin Mesud'dur» demiştir.
Allah, imana hidayet olunanların hidayetini daha arttırmıştır. Veya, Kur'an'dan veya Peygamber'den dinledikleri onların hidayetini artırmıştır.
Ferra «Münafıkların yüz çevirmesi, İslâm'la istihza etmeleri onların hidayetini daha artırmıştır demektir» der.
Onların artan hidayetlerinden maksat ilimleridir. Veya onlar dinlediklerini bildiler ve bildikleriyle amel ettiler demektir. Veya din hususunda veya peygamberi tasdikte basiretleri arttı demek-tir. (Bunu da Kelbi söylemektedir).
Veya üzerinde bulundukları iman sayesinde kalpleri inşiraha kavuşmuştur. [10]
«Onlara takvaları verildi»; yani onlara Allah'tan korkmaları ilham edildi. Veya Ahiret'te takvalarının sevabı verildi. Veya kendilerine farz kılman amellerin fıkhı (anlayışı) verildi. Veya onların neden.ittika ettikleri açıklandı. (Bunu İbn Zeyd ve Süddi soy-lemistir).
İkrime «Bu ayet kitap ehlinden olup da iman eden kişiler hakkında nazil olmuştur» der.
18. ayetin metnindeki «Bağtaten» kelimesi ansızın demektir. Bu ayet kâfirlere bir tehdiddir. [11]
«Kıyamet'in şartları geldi»; yani emare ve alâmetleri geldi. Ehl-i kitap, daha önceki kitaplarında Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu okumuştu. Binaenaleyh Hz. Peygamber'in peygamber olarak gönderilmesi Kıyamet'in alâmet ve delillerinden-dir (Bunu Hasan Basra ve Dahhak söylemektedir).
Sahih'de Enes'ten şu hadis gelir: «Rasûlullah ortanca parmağı ile şehadet parmağını yanyana getirerek: «Ben ve Kıyamet bunların ikisi gibi gönderildik» dedi.» (Buhari, Tirmizi ve îbn Mace).
Bazıları «Kıyamet'in şartlarından maksat sebepleridir» der-ken bazıları da «Ktyamet'in alâmetleri demektir. Bu da ayın iki-ye bölünmesi, Duhan'ın çıkmasıdır» şeklinde yorum getirmişlerdir. (Bu son yorum Hasan Basri'ye aittir).
Kelbi'den gelen rivayete göre ise malın çokluğu, ticaretin çokluğu, huzurda şehadetin çokluğu, sıla-i rahmin kesilmesi, şerefli insanların azlığı, çirkinlerin çoğalmasidir.
«Eşrat» kelimesi şartın çoğuludur. Bunun asıl mânâsı şan demektir. Sanki Cenab-i Hak «Eğer onlar Kıyamet'in gelişi konusunda şüphede iseler, bilsinler ki kesinlikle onun alâmetleri gelmiştir» demektedir.
«Zikra» kelimesi iki şekilde yorumlanmıştır: Onların işlemiş olduğu hayr ve şerrin hatırlatılması veya müjdelenmeleri ve kor-kutulmalan için isimleriyle çağırılmaları demektir.
«Zikra» kelimesi terkib olarak mubteda, «Enna Lehum» ibaresi ise haberdir. «Caet» fiilinin faili Kıyamet'e racidir. Yani Kıyamet onlara geldiği zaman onlar nereden hatırlayacaklardır? Veya Kıyamet koptuğunda, onlara hatırlatma geldiğinde onlar nereden kurtulacaklardır?
«Bil ki, Allah'tan
-başka mabud yoktur» cümlesi hakkında Ma-verdi şöyle diyor: «Rasûlullah her ne
kadar Cenab-ı Hak'kı biliyorsa da bu ayette üç yorum vardır:
1- Bil ki,
Cenab-ı Hak sana Allah'tan başka mabud olmadığını bildirmiştir.
2- İstidlal
yo. luyla bildiğini şimdi kesin bir haberle öğren.
3- Allah'tan baş. ka mabud olmadığını hatırlat Yani ilim hatırlamak yerine kulla. nılmvştır.»
Sufyan bin Uyeyne'den ilmin fazileti sorulduğunda «Bu ayeti dinlemedin mi?» diye cevap verdi. Bu ayette Cenab-ı Hak ilimden sonra ameli emretmektedir.
«Günahın için af talebinde bulun» cümlesi iki şekilde yorumlanır:
1- Eğer senden bir günah sadır olursa Allah'tan af talep et.
2 - Allah'tan af talep et ki seni günahlardan masum kılsın.
Bazıları ifadenin «Cenab-ı Hak kâfirlerin ve müminlerin halini zikrettikten sonra Peygamberlere iman üzerinde sebat etmesi için emir verdi. Yani sen üzerinde bulunduğun tevhid ve ihlasta sebat kıl ve beraberinde af talebine muhtaç olduğun şeylerden de sakın» mânâsında olduğunu söylemiştir.
Bazıları «Bu hitap RasûLü Ekrem'edir. Fakat ümmeti kastedilmektedir» der. Bu takdirde insanın bütün müminler için af talebinde bulunması vacip olur. «Rasûl-ü Ekrem'in göğsü kâfirlerin küfründen, münafıkların nifakından damlıyordu. Bu ayet o zaman nazil oldu» denilmektedir.
Bazıları da «RasûLü Ekrem'e af talebinde bulunma emri verilmiştir ki ümmet ona bu hususta iktida etsin» demiştir.
«Erkeklerle mümin kadınların günahları için af talebinde bulun» ifadesi bir şefaat emridir.
«Allah sizin mutakallebinizi ve mesvamzı bilir» cümlesinde birçok yorum vardır:
1- Tasarrufunuzda ve ikametiniadeki amellerinizi bilir.
2- Uyku yönünden gece duracağınız konağı bilir.
Bazıları «Dünyadaki dönüp dolaşmanız ile dünya ve Ahiret' teki konağınızı bilir demektir» demiştir. (Bu yorum İbn Abbas ve Dafrhak'tan gelmiştir). İkrime «Sizin babalarınızın sulbünde ve annelerinizin rahminde olduğunuzu ve yeryüzündeki makamınızı bilir demektir» der. İbn Keysan ise. «Sizin babanısın belinden çıkıp, annenizin rahmine girmenizi, oradan da dünyaya gelişinizi ve mezardaki konağınızı bilir demektir» der. [12]
20/21- İman edenler, «(Savaş iznini getiren) bir sure in-dirilseydi» derler. Fakat kesin hüküm taşıyan bir sure indirilip, içinde savaş anıldı mı kalplerinde maraz (nifak) bulunan kimseleri görürsün ki ölümün dehşetinden üzerine baygınlık çökmüş kimsenin bakışı gibi sana bakarlar. Halbuki onlara düşen itaat ve gereken sözdür. İş ciddiye binince, Allah'a sadık kalsa idiler elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22- Demek iktidarı ele alırsanız hemen yeryüzünde fesad çıkaracak ve akrabalık bağlarını parçalayacaksınız öyle mi?
23- Onlar öyle kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden uzaklaştırmiş, kulaklarını sağır, gözlerini kör yapmıştır.
24- Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?
25- Kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına dönenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve onları uzun arzulara düşürmüştür.
26- Bunun nedeni şudur: Onlar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara demişlerdi ki «Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz». Oysa Allah onların gizlendiklerini biliyor.
27- Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vura vura canlarını alırlarken nasıl (davranacaklar?)
28- Böyledir. Çünkü onlar Allah'ı kızdıran şeylerin ardınca gittiler, O'nu razı edecek şeylerden hoşlanmadılar. Bu nedenle Allah onların amellerini boşa çıkardı.
29 - Yoksa kalplerinde maraz (nifak) olanlar, Allah kinlerini meydana çıkarmayacak mı sandılar? [13]
(20-29) «İman edenler, (savaş iznini getiren) bir sure...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Bir surenin indirilmesini isteyen halis müminler, vahye olan iştiyaklarından, cihada ve cihadın sevabına karşı olan hislerinden ötürü bunu istiyorlardı.»
Ayet metnindeki «Levla», «Hella» mânâsını ifade eder. Muhkem Sure'den maksat içinde neshedilmiş ayet bulunmayan suredir. KatacLe «İçinde dhad zikredilen her sure muhkemdir ve mü-nafikların aleyhinde Kur'an'm en şedid süresidir» der.
«Orada savaş zikredilirse»; yani farzedilirse.
«Kalplerinde hastalık olanlar»daxı maksat, şek ve nifak sahibi münafıklardır.
«Onlar savaştan-korktukları için ve kâfirlere gizlice meylet-tiklerinden dolayı sanki ölümden ötürü bayılan kimselerin bakışlarıyla sana bakarlar.»
«Evlale'hum» tabiri Cevherlinin ifade ettiği gibi tehdid ve va-id olarak kullanılır. Katade'ye göre «Sanki ikab ve ceza onlar için daha uygundur» anlamındadır. [14]
«Taatun ve havlun maruf» müstakil bir kelâmdır. Ya mübte-dadır, haberi mahzuftur veya haberdir, mübtedası mahzuftm. Yani taat ve iyiliği söylemek onlar için daha hayırlı veya daha uygundur.
Bazıları «Onların emri belli taat ve belli sözdür» der. Yani aldatmaca olduğu bilinen söz ve taatlerdir.
Bazılarına göre «Evla» kelimesi ismi tafdil&ir, mübteda olur. «Lehum» kelimesindeki lam harfi de «Ba» mânâsmdadır. Taatun kelimesi ise haberdir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: Onlara en uygun düşeni, Allah'ın emrini yerine getirmemekten daha üstünü olan Allah'a itaat etmeleridir.
«İş ciddileştiği zaman» cümlesinin başındaki «İza» cevabı kendisini takip eden cümledir. Yani eğer Allah'a doğrulukla git-seydiler bu doğruluk onlar için daha hayırlı olurdu.
Katade «İsa'nın cevabı mukadderdir» der. Yani iş ciddileştiği zaman boşlarına gitmez. Veya emir ciddileştiği zaman onlar Allah'a verdikleri sözü bozar, isyan bayrağım çekerler.
22. ayetteki «Tevelleytum» fiilinin mânâsında ihtilaf vardır. Bazen bu söz velayetten gelir. Ebu'l-Aliye'ye göre ayetin mânâsı; «Eğer hüküm sizin elinize geçerse rüşvet almak suretiyle yeryüzünü ifsad etmeyi umar mısınız?» demektir. Kelbi ise «Eğer ümmetin emrine sahip olursanız, zulüm yapmak suretiyle yeryüzünü îfsad edeceğinizi umar mısınız?» anlamım vermiştir.
îbn Hibban «Kureyş ve benzerleri kastedilmektedir» demiştir. Museyyib bin Şerik ve Ferra'ya göre bu ayet Beni Umeyye ile Beni Haşim hakkında nazil olmuştur. Bu durumun delili de Abdullah bin Muzaffer'in Basûlullah'tan naklettiği şu hadistir: «Hz. Peygamber, «Demek işbaşına gelirseniz yeryüzünde bozgunculuk yapacaksınız değil mi?» ayetini okuduktan sonra, «Allah, Kureyş' ten olan bu kabileden, eğer insanların hakimi olurlarsa yeryüzünü ifsad etmemeleri, sılay-i rahmi kesmemeleri için söz alıyor» demiş tir.»
24. ayetteki «Ekfal» kelimesi kilit mânâsına gelen kufi kelimesinin çoğuludur. Bir hadisi merfuda Hz. Peygamber şöyle buyurur: «O kalpler üzerinde demir kilitler gibi kilitler vardır. Bu durum, Allah onu açıncaya kadar devam eder.»
Kilitler burada kalbin imandan hali olduğuna işaret ediyor. Yani onların kalbine iman girmiyor ve onların kalbinden küfür çıkmıyor. Çünkü Cenab-ı Hak onların kalplerini mühür lemistir. Kur'an'da «Onların kalpleri üzerinde» değil «Kalpler üzerinde» denilmiştir. Çünkü «Eğer onların kalpleri üzerinde» denilseydi o zaman bu ayetin kapsamına başka kalpler girmezdi. Oysa bu kişilerin kalpleri ve bunların kalplerine benzeyen diğer kalplere de Allah kilit vurmuştur. [15]
Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bu hitap bütün kâfirleredir. Hulâsa olarak rahim burada iki mânâya gelir: Genel rahim, özel rahim. Genel rahim, din rahmidir. îmana devam etmek, müslü^ manian sevmek, yardımlarına koşmak, onlara nasihat etmek, kavga etmemek, onlara adaleti icra etmek, muamelelerinde insaftan ayrılmamak, vacib olan haklarını yerine getirmek gibi rahimdir.
Özel rahme gelince, bu, akrabalık rahmidir. Yani anne ve baba tarafından gelen rahimdir. Onların da özel hukuklarına riayet vaciptir. Ayrıca fazlası vardır. Meselâ onlara nafaka vermek, durumlannı araştırmak, onları bazı zaruri zamanlarında gözardı etmemek gibi.
Genel rahmin hukuku, onlar hakkında daha kuvvetlidir. Eğer hukuklar izdiham ederse evvelâ en yakından başlanır.
25. ayette bahis konusu edilenler kitap ehlinin kâfirleridir. Onlar peygamberi tanıdıktan sonra onu inkâr ettiler. (Bunu İbn Ce-rir ve İbnCüreycnakletmiştir). İ'bn Abbas, Dahhak ve Süddi «Burada münafıklar kastedilmektedir. Onlar Kur'an'dan bunu öğrendikten sonra savaşa katılmadılar» demişlerdir.
«Onlara şeytan hatalarını süslü gösterdi ve onlara tülü emel (uzun ömür) vaadinde bulundu.»
Kelbi ve Mukatil'e göre «Emlalehum» ifadesinin mânâsı onlara mühlet verdi demektir. Yani onlara gönderilecek azap hususunda kendilerine mühlet verildi. Bundan maksat Beni Kureyza ve Beni Nadr yahudileridir. Çünkü onlar Kur'an'm Allah katından geldiğini bildikleri halde hasedlerinden dolayı Kur'an'm inişinden hoşlanmıyorlardı. Onlara bu sözü söyleyen de münafıklardır.
Bazıları «Bu sözü söyleyen kâfir yahudilerdir. Onlar peygamberin naatını kitaplarında gördükten sonra inen ayetlerden hoşlanmadılar. Kendilerine söz söylenenler de münafıklardır. Yahudiler onlara «Sis peygambere düşmanlığınızı ilân ederseniz size yardım, ederiz» diyorlardı. Veya bu sözü söyleyen yahudiler, kendi, terine söylenenler de müşriklerdir. Onlar Peygamber'e savaş açlıklarında yahudilerin kendilerine yardımcı olacakları hususu ya-hvdilerce vaad ediliyordu» demektedirler.
«Teveffi (can alma, öldürme)» vakti, ölüm vaktidir. Meleklerden maksat da ölüm meleği ile yardımcıları olan meleklerdir.
«Yüz ve arfca»dan maksat bilinen iki azadır. İbn'ul-Munzir, Mücahid tankıyla şöyle rivayet eçliyor: «Melekler hem onların yüzlerine hem de sırtlarına vuruyorlardı.»
Ragıb «Ön ve arkaları kastedilmektedir» diyor.
Bazıları «Meleklerin can alma vakti onları Ktyamet'te ateşe sevketme vaktidir» demiştir. Meleklerden maksat da o gündeki azap melekleridir.
Bazılarına göre, can alma vakti savaş zamanıdır. Meleklerden maksat ise müslünıanlara yardım eden meleklerdir. Onlar cesaret gösterip savaştan kaçmadıkları takdirde melekler yüzlerine vuruyorlardı ki kaçsınlar. Eğer kaçarlarsa arkalarına vuruyorlardı. Bunu da Peygamber'e yardım olsun diye yapıyorlardı.
«Edğan» kelimesi kıskanmak mânâsına gelen Dağn kelimesinin çoğuludur. Ragib «Şiddetli kıskanma» anlamını vermiştir Yani müminlere karşı kin besleyenler, Allah'ın onların kinlerini ortaya çıkarmayacağım, Peygamber'e ve müminlere göstermeyeceğini ve o kinlerin o şekilde gizli kalacağını mı zannediyorlar? [16]
30- (Ey Rasûlüm!) Eğer dilersek sana onları gösteririz. Sen de onları mutlaka simalarından tanırsın. Mutlaka sen onları sözlerinin edasından da tanırdın. Allah bütün işlediklerinizi bilir.
31- Andolsun ki sizi deneyeceğiz ki içinizden mücahid olanları ve sabır gösterenleri meydana çıkaralım ve haberlerinizi de sınayalım.
32- Kuşkusuz ki küfre sapanlar, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra Pey-gamber'e karşı gelip zorluk çıkaranlar Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onların amellerini (Allah) boşa çıkaracaktır.
33- Ey müminler! Allah'a itaat edin. Peygamberce itaat edin ve amellerinizi iptal etmeyin!
34- Küfre sapanlan, Allah'ın yolundan alıkoyanları, sonra kâfir olarak ölenleri Allah asla affetmeyecektir.
35/36- Sakın (üstün iken) barışa çağırmak suretiyle gev-şekliğe düşmeyin! Çünkü Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi zayi etmeyecektir. Dünya hayatı sadece bir oyun, bir oyalanmadır. Eğer iman eder, ittika ederseniz, O sizlere ecirlerinizi verir ve sizlerden mallarınızı da istemez.
37- Eğer sizden onları (mallan) isteyip, sizi çıplak bırakacak olsaydı, cimrilik edip vermezdiniz. (Böylece Allah) kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38- İşte sizler Allah yolunda harcamaya davet olunuyorsunuz. Fakat içinizden bazıları cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse ancak kendine cimri davranmış olur. Allah gani (müstağni) dir. Siz ise fakirsiniz. Eğer (O'na itaatten) yüz çevirirseniz, yerinize sizin gibi olmayan başka bir kavim getirir. [17]
(30-38) «(Ey Rasûlüm) Eğer dilersek sana onları...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Ayet metnindeki «Sima» alâmet demektir. Enes «Bu ayet indikten sonra Rasûlullah için hiçbir münafık artık gizli değildi, artık onları simalanyla tanıyordu» diyor.
Lahn'il-Kavl'den maksat kavlin fehvası ve mânâsıdır. Bu tabiri belli bir yoldan sapmak üslubu ile tefsir eden kimseler der ki: «Münafıklar arasında birtakım lâfızlar ve ıstılahlar vardı. Onunla Peygamber'e hitap ederlerdi O lâfızların zahirleri güzeldi, fakat gerçekte çirkinlik kastederlerdi Kendilerinin tâbi olduklarını iş'ar eden sözler söylerlerdi. Halbuki tâbi değillerdi. Meselâ müs-lümanlar onları yardıma davet ettiklerinde «Biz sizinle beraberiz» derlerdi. Hulasa onlar bir sürü hileleri kapsayan bir şekilde Pey-gamber'le konuşurlardı ve Peygamber de bu durumu bilmekteydi.»
«RasûLü Ekrem onlan simalarıyla tanıyordu» iddiası müşküldür. Çünkü «Lam» harfinin zahirine bakılırsa onu takip eden şart ve ceza vaki olmamıştır. Belki en uygunu Peygamberin onları üs-lûblanndan tanımasıdır.
Sima sadece yazı ile değildir. Başka şekilde de olabilir. Ki Pey-gamber onlarla kendilerini tanımıştır. Çünkü bir eksper birtakım delâlet ve alâmetler ile tanır. Çoğu zaman insan dostunu ve düşmanını rahatlıkla tanıyabilir. Neredeyse bakış, kalptekilere gösterir. Hz. Peygamber'in münafıkları tanımasını sağlayan alâmetler bizim aklımızın ötesinde olabilir. «Müminin ferasetinden sakının. Kesinlikle o Allah'ın nuruyla bakar» hadisindeki nurdan maksat, kabiliyetlere göre değişir. Peygamber ise kabiliyetlerin tamamına sahip olduğundan, tam nurla bakar. [18]
Şiiler «Nifakın alâmeti Hz. Ali'ye buğzetmektir» demişlerdir. Gerçekten de Hz. Ali'ye buğzetmek tehlikelidir. Fakat diğer sahabelere buğzetmek de aynı mânâyı taşımaktadır.
îbn Merduveyh, İbn Mesud'dan şöyle rivayet ediyor: «Peygamber zamanındaki münafıkları Ali'nin buğzuyla tanıyorduk.» Yine Ebu Said el Hudri'den gelen ve bu rivayeti destekleyen başka bir rivayet daha vardır. «Sizin haberlerinizi deneyeceğiz» ifadesinden maksat, amellerinizi deneyeceğiz demektir.
32. ayetin metnindeki «Şakku» fiili, Peygamber'in bulunduğu tarafın tam karşısında oldular demektir. Yani Peygamber'e düşmanlık yapanlar kastedilmektedir. Bunlar Beni Kureyza ve Beni Nadr yahudileri veya Bedir Günü'nde Peygamber ve müslüman-ları kılıçtan geçirmek için deve kesenler ve ziyafet verenlerdir. Ki Hz. Abbas gibi bir kısmı istemeyerek kurban kesmiştir veya kestikten sonra iman etmiştir. [19]
(Onların amellerini yakacağız» dan maksat, onların din hususunda kurmakta olduğu, Peygamber'e hazırladıkları tuzakları neticesiz bırakacağız demektir. Bilâkis onların bu işledikleri onların ölümlerine, vatanlarından sürgün edlimelerine sebep olacaktır.
Veya amellerinden maksat, dilleriyle işledikleri ve sevaba sebep olacağına inanarak yaptıkları amellerdir.
33. ayet Beni Esed Kabilesi hakkında nazil olmuştur. Onlar müslüman oldular ve Rasûlullah'a gelerek: «Seni herkese tercih ettik. Sana nefislerimizle, aile efradımızla geldik» dediler. Bu sözlerle Peygamber'e minnet duygularını dile getiriyorlardı. Bu ayet de onlar hakkında nazil olmuştur.
İbn Abbas «Riya ile, şöhret peşinde koşmakla amellerinizi ip. tal etmeyin demektir» demiştir. Aynı zamanda «Şek ve nifakla ip-tal etmeyin» dediği de rivayet edilmiştir.
34. ayetin Kuyu Ehli hakkında nazil olduğunu söyleyenler vardır. Fakat hükmü ammdir. Yani küfür üzerinde ölen bir kimseyi Allah affetmez.
«Allah sizinle beraberdir»; yani yardımcınızdır. Çünkü onların galip gelmeleri. Cenab-ı Hak'kın onlara yardım etmesi, zillet ve meskenet kokan şeylerden ictinab etmelerine en büyük delildir.
35. ayetin metnindeki «Yetira» fiili zulmetmek demektir. Yani Allah size zulmetmez veya amellerinizi azaltmaz, veyahut da amellerinizi zayi etmez.
Zemahşeri «Bu fiilin mânâsı ve hakikati, yakınından veya malından uzaklaştırmaktır, Vetir kelimesinden gelmektedir» demektedir.
Ecirlerden maksat, iman ve takvalarının karşılığı olan sevaplardır. Sizin mallarınızı Allah sizden istemez. Yani eğer iman ederseniz bütün mallarınızı istemez: Bütün ecirleri size verir, bunun karşılığında malınızdan bir kısmını ister ki bu da zekâttır.
Süfyan bin Uyeyne'nin «O sizin mallarınızın çoğunu istemiyor. O ancak sizin mallarınızın kırkta birini istiyor. O halde hoşnut olun» sözü ayetin Özünü açıklamaktır.
Bazıları «Hakikaten malınız olanı Allah sizden istemiyor. Ancak Allah'ın malı olanı sizden istemektedir. Çünkü o, hakikaten o malın sahibidir. Size o malı nimet olarak o vermiştir» demişlerdir. Bazıları da «Cenab-ı Hak ihtiyacı için sizin mallarınızı istemiyor. Size infak etmek için sizden istiyor» demiştir.
Eğer Allah sizden o malı isteseydi, siz cimriliğe başvururdunuz ve içinizdeki kinleri bu cimrilik ortaya çıkarırdı.
«Sizin gibi olmazlar»; yani Allah yolunda infak hususunda yaptığınız cimrilikte size denk olmazlar.
Ebu Musa el-Eş'ari der ki: «Bu ayet indiği zaman Hz. Peygamber sevindi ve «Bu ayet, dünyadan fazla benim hoşuma gitti» buyurdu.» [20]
MUHAMMED SURESÎ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/311-312.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/314.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/315-317.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/317.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/317-318.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/318-320.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/322.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/323.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/323-324.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/324-325.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/325.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/325-328.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/330.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/331.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/332-333.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/333-335.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/337.
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/338-339.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/339.
[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
14/339-341.