FETİH SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular : 2

İniş Sebebi 2

Meali    : 3

İlgili Hadisler Ve  Rivayetler. 3

Resûlüllah (A.S.) Efendimize Beş Büyük Lûtufda Daha Bulunuluyor. 3

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali    : 4

Parlak Zaferin  İlk  Müjdesi 4

Allah'ın Askerleri 4

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali    : 5

İlgili Hadîsler. 5

Hak Şahidi 5

İnsanların Hak Şâhidi'nin Yanındaki Görevleri 6

Peygamber'e  (A.S.)  Bey'at, Allah'a Bey'attir. 6

Münafıkların Özür Beyan Edecekleri Haber Veriliyor. 6

A'râb (Çölde Yaşayanlar) 7

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meali    : 7

Nifak  Küfre  Yol Açar. 7

Allah Kendi Mülkünde Mutlak Tasarruf Sahibidir. 8

Ganîmet Kokusunu Alan Münafıklar. 8

Münafıkları İkinci, Fakat Daha Büyük Bir Sınav Beklemektedir. 8

Âyetler Arasında Bağlantı 8

Meali: 9

İlgili Hadîsler. 9

Resûlüllah'a (A.S.) Bey'at Edenler. 9

Şeceretü's-Semure (Sakız Ağacı) 9

Feth-İ Karîb (Yakın Fetih) 9

İki Kabilenin Ortaya Çıkan Fırsatı Kullanma Hevesi 10

Va'dedilen Diğer  Ganimetler. 10

Allah'ın Süregelen Sünneti 10

Âyetler Arasında Bağlantı 10

Meali: 10

İniş Sebebi 11

Hudeybiye Günü Neredeyse Vuruşma Olayazdı 11

Kelime-İ Takva. 12

Kelime-İ Takvâ'ya Bağlı Kalmak. 12

Âyetler Arasında Bağlantı 12

Meali: 12

İniş Sebebi 12

İlgili  Hadîsler. 13

Peygamber (A.S.) Efendimizin Rüyası 13

Resûlüllah'ıım (A.S.) İnsanlığa Getirdiği İki Büyük Saadet 13

İslâm'ın Geleceği 14

Ashab-I Kiram'ın Beş  Büyük Meziyeti 14

Aydınlatıcı Bir Temsîl 15

 


FETİH SÛRESİ

 

Birinci âyetinde açık bir «fetih»ten söz edildiğinden, bu kelime aynı zamanda sûreye isim olarak konmuştur.

Sûrenin tamamı hicrî altıncı yılda Hudeybiye dönüşü Medine'ye yakın bir yerde inmiştir.

Nitekim İbn İshak'ın Zührî'den, onun da Urve'den, onun da Misver b. Mahreme ile Mervan b. Hakem'den yaptığı rivayette, son iki râvî şöyle de­mişlerdir : «Fetih Sûresi Hudeybiye anlaşmasıyla ilgili olarak Mekke ile Me­dine arasında inmiştir.» [1]

Âyet    sayısı      :       29 Kelime    »           :      560

Harf        »            :    2438    [2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular :

 

1- Peygamber (A.S.) Efendimiz açık bir fetihle ve böylece son dinin üstünlük sağlayacağı, inkarcı sapıkların hezimete uğratılacağı ile müjde­leniyor.

2- Mü'minlere zafer va'd edilirken, kâfirlere ve münafıklara azap ha­zırlandığı haber veriliyor ve her geçen gün mü'minlerin imân ve İrfanlarının artacağına işarette bulunuluyor.

3- Bedevilerden Eşlem, Cüheyne, Müzeyne ve Gıfar kabilelerinin mazeretlileri sürüp, umre maksadıyla Mekke'ye hareket eden Hz. Peygam-ber'Ie (A.S.) birlikte çıkmayışları yeriliyor.

4- Hudeybiye'de ağaç altında Hz. Muhammed'e (A.S.) bey'at eden mü'minlerden CenâbHakk'ın razı olduğu belirtiliyor.

5- Resûlüllah  (A.S.)  Efendimiz'in,  mü'minlerle  birlikte başları  tıraş edilmiş halde güven içinde Mekke'ye girdiklerine dair gördüğü rüyanın ger­çekleşeceği bildiriliyor.

6- Peygamber (A.S.) ile mü'minlerin   birbirlerine   karşı   merhametli, kâfirlere karşı şiddetli oldukları konu edilerek mü'minler övülüyor.

7-  İyi-yararlı amellerde bulunan mü'minlere Allah'ın mağfireti ve bü­yük mükâfatı va'd ediliyor.

 

İniş Sebebi

 

Hicretin altıncı yılında Resûlüllah (A.S.) Efendimiz umre yapmak üzere Mekke'ye gitmeyi kararlaştırdı. İslâmiyeti din olarak seçen çevre kabile­lere haber salındı ve yaklaşık 1400 kişilik iman ve irfan kafilesiyle yola çı­kıldı. Ne var ki, İslâm düşmanı müşrikler, Hz. Peygamber'in (A.S.) Mekke'ye girmesine imkân vermediler. O yüzden hayli tartışma ve görüşmeler oldu. Savaş niyetiyle çıkmayan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bütün tahriklere rağ­men nahoş bir olayın çıkmamasına çok özen gösterdi. AshabKirâm'ın gerginleşen sinirlerini devamlı yatıştırmaya çalıştı. Sonra Hudeybiye mev­kiinde Mekkeli müşriklerle, birtakım ağır şartlar ileri sürmelerine rağmen anlaşmaya varıldı ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz mü'minlerle birlikte Me­dine'ye geri döndüler.

İbn Mes'ûd (R.A.) diyor ki :

Hudeybiye'den Medine'ye hareket ettikten sonra Resûlüllah'ın ya­nında bulunuyordum. Yolumuza devam ederken vahiy indiğini Resûlüllah'in (A.S.) o andaki değişen durumundan anladım. Vahiy hali geçince Resû­lüllah'ın (A.S.) yüzünde sevinç pırıltısı görülüyordu. Böylece O, bize «İnnâ Fetahnâ» Sûresi'nin indiğini bildirdi. [3]

Diğer bir rivayette ise, şöyle belirtilmektedir :

  Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in yaptığı seferlerinden birinde idi, ya­nında Ömer b. Hattâb (R.A.) da bulunuyordu. Gece yol yürüdüğümüz bir sırada Ömer (R.A.), Hz. Peygamber'e (A.S.) bir şey sordu. Peygamber (A.S.) cevap vermedi. Ömer (R.A.) aynı şeyi ikinci ve üçüncü defa sorduysa da

-Cenâb-ı Peygamber (A.S.) yine susup cevap vermeyince, Ömer (R.A.) ken­di kendine : «Anan seni yitirsin ya Ömer! Üç defa tekrar tekrar sordun ama Peygamber (A.S.) cevap vermedi» diyerek mırıldandı. Sonra da olayı şöyle anlattı: «Bunun üzerine devemi sürüp insanların önüne geçtim. Hakkımda bir âyet inmesinden endişe ediyordum. Nitekim çok geçmeden Resûlüllah  (A.S.) beni çağırdı. Ben, herhalde hakkımda birşeyler indi, diyerek büsbü­tün korktum. Peygamber'e (A.S.) vardığımda selâm verdim. O, bana tatlı bir sesle : «Ya Ömer! Bu gece bana bir sûre indi ki, o, bana, üzerine gü­neş doğan her şeyden sevimlidir» buyurdu ve «İnnâ Fetahnâ» sûresini okudu.»  [4]

Böylece hem Hudeybiye anlaşmasının gerçekte bir fetih olduğu, hem de ileride bu fethe birçok fetihlerin ekleneceği kesinlik arzetti.

Nitekim Hz. Enes (R.A.), «Bu fetihten maksat, Hudeybiye'dir» derken, Câbir (R.A.) de şöyle demiştir: «Biz gerçekten Mekke fethini, Hudeybiye gününden itibaren düşünüp hesapladık», yani Hudeybiye olayı, Mekke'nin fethine açılan bir kapı kabul edildi. İmam Ferra da şöyle demiştir: «Sizler Kur'ân'da belirtilen «fetih»ten, Mekke'nin fethini kasdediyorsunuz; oysa Mekke'nin fethi zaten bir fetihtir; ama biz Hudeybiye günündeki «Bey'âtü'r -Ridvân»ı fetih saymaktayız.»  [5]

 

Meali    :  

                                                                             

1- Şüphesiz ki biz, senin için açık bir fetih (zafer ve basan yolunu) açtık.

2- (Bu da) Allah'ın, senin  geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışla­ması, sana olan nimetini tamamlaması, seni dosdoğru yola iletmesi;

3- Ve Allah'ın sana çok şerefli, çok parlak bir yardımda bulunması içindir.

 

İlgili Hadisler Ve  Rivayetler

 

Mecma' b. Harise el-Ansarî (R.A.) anlatıyor :

Hudeybiye dönüşü «Küraûlğamîm» mevkiine gelindiğinde ashab-ı kiramdan bir kısmının Resûlüllah (A.S.)ın etrafında toplandığı görüldü. Bu sırada Resûlüllah (A.S.) «İnnâ Fetahnâ Sûresi»ni okudu. Derken bir adam : «Ya Resûlüllah! Bu bir fetih midir?» diyerek Hudeybiye anlaşmasının bir fetih olup olmadığını sordu, Hz. Peygamber (A.S.) ona : «Evet, Muhammed'in canını kudret elinde bulunduran Allah'a and olsun ki bu, bir fetih­tir» diye cevap verdi. [6]

Hz. Berâ' (R.A.) diyor ki :

 «Sizler âyette geçen fethi, Mekke'nin fethi sayıyorsunuz. Mekke'nin fethi zaten bir fetihtir; ama biz Hudeybiye günündeki Bey'âtü'r-Ridvân'ı fe­tih sayıyoruz ki, o gün Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ile birlikte Hudeybiye Kuyusu'nun başında 1400 kişi olarak bulunuyorduk.» [7]

 

Resûlüllah (A.S.) Efendimize Beş Büyük Lûtufda Daha Bulunuluyor

 

«Şüphesiz ki biz, senin için açık bir fâtih (zafer ve başarı yolunu) açtık..»

Hicretin altıncı yılında hem mü'minlerin İslâm dâvasına bağlılığını gös­termek, hem İslâm'a sızan münafıkları az-çok ayıklamak, hem de Mek-keli'lerin, vurucu bir kuvvet oluşturan İslâmiyete karşı tavırlarını anlamak; aynı zamanda imkân verildiği takdirde umre ibâdetini yerine getirmek su­retiyle ruhları daha da zindeleştirmek amacıyla Resûlüllah (A.S.) Efendi­miz, Medine ve çevresindeki Müslüman kabileleri davet ederek umre ni­yetiyle Mekke'ye doğru hareket ettiler. Yanlarına silahlarını almadılar, sa­dece kurbanlık hayvanları beraberlerinde götürerek, sırf ibâdet maksadıyla Mekke'ye girmek istediklerine müşrikleri inandırmayı düşündüler. Buna rağmen Mekkeli müşrikler, mü'minlerin Mekke'ye girmesine müsaade et­mediler. Konuyu gelecekte doğuracağı olumlu-olumsuz yanlarıyla ve ne­ticeleriyle değerlendiren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, bir anlaşmayla bunu belgelendirmeyi arzu ediyordu. Nitekim olayların gelişmesi, Onun bu ar­zusu doğrultusunda gerçekleşme yoluna girdi. AshabKirâm'dan bir kıs­mı, olayı zahirî ve o günkü ortam ve şartlar çerçevesinde değerlendirerek, anlaşmada yer alan maddelerden önemli bir bölümünü İslâm aleyhine gö­rüyor ve ister-istemez tepki gösteriyordu. Oysa bu, açık bir zafer ve Mek­ke'nin fethine açılan geniş bir kapı idi.

Kur'ân-ı Kerîm, ilgili üç âyetle bu olayda beş büyük inayet ve lûtfun yer aldiğını şöyle açıklamaktadır:

1- Şüphesiz ki biz, sana açık bir fetih (zafer ve başarı yolunu) açtık.

İslâm, devlet olma hüviyetiyle yakında birçok fetihler yapacak ve sı­kıntılı günler gerilerde kalacaktır.

2- Allah, Peygamberinin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlayacağını haber veriyor. Bu kusurlar, Mekke'de geçen çok sıkıntılı ve zorlu gün­lerde Hz. Peygamber'in (A.S.) zaman zaman göğsünün daralması, orada­ki önemli sayılan kişilerin İslâm'a girmeyip küfür ve azgınlıkta ısrar et­mesinden dolayı Resûlüllah'ın (A.S.) üzülmesi ve buna benzer bir takım duygusal  hal ve tavırlar  olabilir.

Hudeybiye anlaşmasının sağladığı açık zafer kapısı bütün bu sıkıntı ve üzüntüleri giderecek kadar anlamlı ve hikmetliydi.

3- Böylece, nübüvvetin son  halkasıyla en  büyük inkılâbın gerçek­leşeceği ve İslâm'ın cihan dini olma hüviyetiyle  zaferden zafere, başarı­dan başarıya koşmak suretiyle Allah'ın geniş rahmet ve inayetine mazhar olacağı müjdeleniyor.

4- Bütün bu zafer, başarı ve inkılâbın en doğru yolda, İslâmî esaslar doğrultusunda tahakkuk edeceği haberi veriliyor. Böylece hiçbir başarının Hz. Peygamberi (A.S.) ve O'na dosdoğru inananları şımartmıyacağına, sa­delik içinde geçen hayatlarını değiştirmiyeceğine işaret ediliyor. Zira Resû-lüllar? (A.S.) çok yüce amaçlar için yaratılmıştır. O bakımdan risâlet gö­reviyle ilk gün  nasıl  mütevazi ve sade bir hayat içinde işe  başladıysa, aynı ölçü ve hava içinde onu noktaladı.

5- Bu sebeple Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz, Hudeybiye anlaşmasıyla çok şerefli, çok parlak yardıma eriştirilmiştir. Artık ülkelerin fethedilmesi bunu izleyecek ve kıtalar üzerine yayılıncaya kadar sürüp gidecektir.

İşte olayları sebep ve sonuçlarıyla değerlendirmek; günün şartlarına göre bir plân ve hareket noktası çizip belirlemek; olaylara duygusal değil, akıt, idrâk ve imânla bakmak, şüphesiz ki zaferin ilk adımı ve parlak ha­bercisi sayılır.

Kısacası, Fetih Sûresi'nin ilk üç âyetiyle, İslâm'ın geleceğinin çok parlak zaferlerle dolu olacağı müjdelenmekte ve mü'minlerin buna lâyık olma düzeyinde sabırla hizmetlerini sürdürmeleri dolaylı şekilde isten­mektedir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Hudeybiye anlaşmasının açık bir fetih olduğu ve birçok fetihlerin nüvesini teşkil ettiği müjdelendi.

Aşağıdaki âyetlerle, ortaya çıkacak olayların mü'minlerin imân ve ir­fanını artıracağı ve her şeyin dizgininin CenâbHakk'ın kudret elinde bu­lunduğu belirtiliyor. Sonra da kendilerini bu çizgiye getirmeyen münafık­lar üzerinde durularak uyarıcı ve yönlendirici tehditlere değiniliyor.

 

Meali    :

 

4- imânlanyla birlikte kat kat imân artırsınlar diye Allah, mü'min­lerin kalplerine güven ve sükûnet indirdi. Göklerin ve yerin orduları Al­lah'ındır. Allah hep bilendir ve hikmet sahibidir.

5- (Bu  da)  Allah'ın,  mü'min erkeklerle, mü'min  kadınları,  altların­dan ırmaklar akan içinde devamlı kalacakları Cennet'e sokması, günah ve kusurlarını örtüp bağışlaması içindir. Bu, Allah yanında büyük bir kurtuluş ve başarıdır.

6- Hem de Allah hakkında kötü zanda bulunan ikiyüzlü dönek erkek­leri ve kadınları; Allah'a ortak koşan erkek ve kadınları azaba uğratması içindir. Çevirdikleri o kötü zan başlarına dönsün! Allah onlara gazap et­miş, onları lânetlemiştir. Ayrıca onlara Cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü varış yeridir.

7- Göklerin ve yerin  orduları Allah'ındır. Allah  çok  güçlüdür,  çok üstündür ve yegâne hikmet sahibidir.

 

Parlak Zaferin  İlk  Müjdesi

 

 «İmânlarıyla bir­likte kat kat imân artırsınlar diye Allah, mü'minlerin kalplerine güven ve sükûnet indirdi..»

Hudeybiye olayı, bütünüyle hisleri tahrik eder mahiyetteydi. Müşrik­lerin kin ve nefretleri her cümlede kendini açığa vuruyor ve neredeyse bir çatışma kaçınılmaz oluyordu. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in yüksek şah­siyeti, olayların neticesine nüfuz eden basireti her vesileyle yatıştırıcı rol oynuyor, kimsenin bir çılgınlıkta bulunmasına fırsat vermiyordu.

Zira Cenâb-ı Hak, İslâm'a geniş bir zafer yolunu açacak ve bu istika­mette sebepleri oluşturacaktı. Hudeybiye o sebeplerin önemli bir kısmını kendinde taşıyordu. O bakımdan bütün tahriklere rağmen Allah  mü'min-: lerin kalplerine yatışkanlık, vakar ve sükûnet havasını estirdi; temkinli ha­reket etmelerini sağladı. Şüphesiz bu gelişmeler, büyük zaferin müjdecisi ve habercisi  idi.  Bundan sonradır ki, Mekke'nin  fethi  kolaylaşmış, Arap Yarımadası son dinin izzet ve şeref sancağı altında toplanmayı kabul etme çizgisine gelip baş eğmiştir.

 

Allah'ın Askerleri

 

«Göklerin  ve  yerin   orduları   Al­lah'ındır, Allah hep bilendir ve hikmet sahibidir.»

Bu, anlatım hem dördüneü, hem de yedinci âyette az farkla tekrar­lanmaktadır. Birinci anlatımda Allah'ın   «Alîm ve  Hakim»   sıfatları,  ikinci anlatımda «Aziz ve Hakim» sıfatları kullanılmakta ve çok plânlı bir döne­min başladığı haber verilmektedir. Şöyle ki: Hudeybiye anlaşmasının dış görünüşü pek iç açıcı görünmüyordu. O bakımdan mü'minlerden bir kısmı ister istemez bunu bir onur meselesi gibi düşünüyordu. Cenâb-ı Hak ise, gerçeğin hiç de onların düşündüğü gibi olmadığına işaretle, bu olayın za­fere açılan bir pencere hikmetini taşıdığını haber vermekte ve kendisinin mutlak anlamda «Alîm ve Hakîm» olduğunu hatırlatmaktadır. Alîm'dir, her şeyin iç yüzünü, sebep ve sonuçlarını çok iyi bilir. Hakîm'dir, her şeyi hak­tan yana denge ve düzende tutan,, adalet ölçülerine göre hükmünü yürü­tendir.

Büyük kurtuluş ve üstün başarı ilâhî takdir iledir. O, mü'minleri kur­tuluşa erdirirken, inkarcı sapıkları, ikiyüzlü dönekleri de ta'zîb edecek, saltanatlarını baş aşağı getirecektir. Çünkü göklerin ve yerin görünmeyen orduları O'nundur. Sayısı belirsiz melekler aralıksız Hakk'ın emirlerini yerine getirmekte ve her an buyruğuna hazır beklemektedirler. O bakımdan mutlu sonuç, mutlaka haktan yana olan mü'minler lehine tecelli eder. Zira Allah Azîz'dir; üstün güc ve kudret O'na mahsustur; dilediğini âzîz, şerefli ve üstün kılar, dilediğini rezil edip hüsrana uğratır. Aynı zamanda Hakîm'dir, her işi mutlaka ölçülü, hesaplı, plânlı ve programlıdır.

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, sıkıntıların, savaş ve zaferlerin, hattâ yenilgiye uğramanın mü'minlerin sadece imânını artıracağına değinildi ve böylece köklü, sağlam imânın en şiddetli ve tehlikeli olayları göğüsleyecek" kudret­te bulunduğuna işarette bulunuldu. Sonra da CenâbHakk'ın, insanların çoğunun anlayamadığı, bilmediği ordulara sahip olduğu açıklanarak, Hak'­tan yana olanların er-geç zafere erişeceği müjdelendi.

Aşağıdaki âyetlerle, Hz. Peygamber'in (A.S.) üç önemli vasfı üzerinde durularak, mü'minlerin öyle bir peygambere kavuşmaları sebebiyle Hakk'a saygıyla yönetip teşbihte bulunmaları isteniliyor. Hz. Peygamber'e bey'at edenler övülürken, Hudeybiye seferinde Ona arkadaşlık etmiyenler yeriliyor.

 

Meali    :

 

10- Ey Peygamber! Şüphesizki sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudret ve rahmeti) onların ellerinin üs­tündedir. Artık kim verdiği sözü bozarsa, ancak kendi aleyhine bozar. Kim de Allah'a karşı verdiği sözü yerine getirirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

11- Bedevilerden (savaşa ve sefere katılmayıp) geri kalanlar ise, «bi­zi mallarımız ve ailemiz oyaladı. Bizim için bağışlanma dile» diyecekler. On­lar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki : «Eğer Allah sizi bir za­rara uğratmayı dilerse veya size bir yarar sağlamak isterse, O'na karşı kim bir şey yapmaya güç bulabilir? Elbette Allah yaptıklarınızdan haberlidir.

12- Hayır, siz Peygamberle mü'minierîn, ailelerine bir daha dönemiye-ceklerini sanmıştınız. Bu, kalplerinizde size çok cazip görünmüştü de kötü zanda bulunmuştunuz ve yok olmaya yüz tutan bir kavim olmuştunuz.

 

İlgili Hadîsler

 

   Yezîd b. Ubeyd (R.A.) anlatıyor:

AshabKirâm'dan Seleme b. Ekva'a sordum : «Ne üzerine Hz. Pey-gamber'e bey'at ettiniz?» Bunun üzerine bana şu cevabı verdi: «Ölüm üze­rine..» (Yani Allah ve Rasûlünün yolunda canımız dahil her fedakârlığı yap­maktan kaçınmıyacağımıza dair kesin söz verdik.) [8]

Ma'kal b. Yesar (R.A.) diyor ki:

 «Hudeybiye'de ağaç altında Hz. Peygamber (A.S.) Efendimiz insan­larla bey'atleşirken, (yani beraberinde olan mü'minler O'na bey'at ederken) ben de Hz. Peygamberin başına doğru sarkan dalı tutup yukarıya kaldır­mış bulunuyordum. Bizler o gün 1400 kişi idik. Ölüm üzerine değil, düş­mana arkamızı çevirip kaçmamak üzere bey'at ettik.» [9]

İbn Ömer (R.A.) diyor ki :

 «Hudeybiye günü Hz, Peygamber (A.S.) ile birlikte olan insanlar ağa­cın gölgesinde dağınık şekilde bulunuyorlardı. Bir ara insanlar Hz. Pey-gamber'in (A.S.) çevresinde toplanıverdiler. Babam bana : «Abdullah! Bir bak da o insanlar neden Peygamberin (A.S.) çevresinde halka oluşturu­yorlar?» Gittim,/gördüm ki Peygamber (A.S.) Efendimize bey'at ediyorlar­dı, Babama döndüm ve gördüklerimi anlattım. O da kalkıp Peygamber'e

(A.S.) gitti ve bey'at etti.» [10]

«Kim kılıcını Allah yolunda kınından çekip sıyırırsa, o, cidden Allah'a bey'ât etmiş olur.»  [11]

 

Hak Şahidi

 

«Şüphesiz ki biz, se­ni şâhid, müjdeci ve uyarıcı bir peygamber olarak gönderdik ki, (siz insan­lar) Allah'a ve Peygamberine imân edesiniz..»

İnsan, aklını varlıktaki düzen ve dengeye çevirip, kâinatın meydana getirilmesinin hikmetini  ve  hayatın başlangıcının  esrarını,  niçin yaratılıp dünyaya getirildiğini öğrenmek ister. Duygu ve düşüncesi, ölümsüz mutlu bir hayatı arzular; nefsi sınırsız hürriyet içinde gününü gün etmek eğilmindedir.

Ama yalnız akıl kendi başına kâinatın var kılınışının hikmetini, onu ya­ratıp oluşturan CenâbHakk'ı ve O'nun kemal sıfatlarını tesbit edip anla­maya yeterli değildir. Belki bunlardan bir kısmını kalın çizgileriyle anlaya­bilir, fakat gerçek yönü ve anlamıyla iç yüzüne nüfuz edemez. O bakım­dan akla, gerçeği haber veren bir Hak Şâhid'ine ihtiyaç ve gerek vardır. Düşünme yeteneği de bu konuda fazla şansa sahip değildir.

O bakımdan ikinci hayatı hikmet ve safhalarıyla, Yüce Kudreti bütün kemal sıfatlarıyla, hayatın mana ve hikmetini bütün yönleriyle haber verip açıklayacak bir Hak Müjdecisi'ne ihtiyaç söz konusudur.

Nefis kendi başına buyruk olup sonu gelmeyen bir arzu ve ihtirasla meşru hiçbir sınır tanımadan İblîs'in peşine takılıp meçhule doğru sürük­lenip gider. Öylece o, insanı hılkatmdan kaynaklanan azizlik makamından indirir de gayesizliğe doğru çekip götürür.

Bunun için nefsi frenliyecek, arzularını doğruya ve meşru çizgiye çe­virecek, hakka doğru yönlendirecek bir Hak Uyarıcısı'na lüzum vardır.

Gerçek bu olunca, Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed'in (A.S.), sözünü ettiğimiz lüzumlu üç vasıfla donatılarak gönderildiğini haber vermektedir. Böylece O, Allah'ın rahmet olarak gönderdiği son peygamberdir; Hakk'ın varlığının ve birliğinin şahididir ve bu hakikate delâlet edenj^elgelerin tanı-tıcısıdır. İnsanı mutlu yarınlara hazırlayan ve ilâhî rahmetin genişliğini haber veren müjdecidir. Nefis ve şehvetin tuğyanını belli bir çizgide tuta­cak, doğuracakları felâketi gözler önüne serecek ve insanları Allah'ın te­celli etmekte olan adaletiyle, Âhiret Âlemin'de herkesi hesaba çekip yap­tıklarına karşılık vereceğine dair beyanlarıyla korkutan bir uyarıcıdır.

 

İnsanların Hak Şâhidi'nin Yanındaki Görevleri

 

Hz. Muhammed'in (A.S.), insanları hakka çevirip doğruya yönlendir­mede üç önemli vasfı üzerinde durularak, gönderilmesindeki hikmet açık­landığına göre, Onun yanında insanların nasıl yer alması gerektiğini ve ne gibi hizmetlerle yükümlü tutulduklarını bilmeye ihtiyaç vardır.

Cenâb-ı Hak bunu dokuzuncu âyetle beş madde halinde özetlemek­tedir :

1- Allah'a dosdoğru imân.

Bu, hayatın hedefini, insan olarak yaratılmanın hikmetini, varlık âlemi­nin gerçek kaynağını belirler. Allahsız bir kâinat düşünmek; plânsız, prog­ramsız, mimarsız ve ustasız bir sarayın veya elektronik cihazın varlığını iddia etmek kadar saçmadır. Zira göklerde ve yerde kurulu her sistemde mutlak bir denge ve düzen varsa, bu her yönüyle bir düzenleyicinin var­lığına şehadet etmekte ve Ondan yana açık belge olarak kendini takdim etmektedir.

2- Peygambere imân.

Bu, beşer aklının Allah'ı kemal sıfatlarıyla, hayatı amaç ve htkmetiyle, Âhiret Âlemini bütün incelik ve yönlendirici safhalarıyla anlamaya yeterli olmadığının açık belgesidir. O bakımdan peygambere imân, Allah'a imanı tamamlayan esaslardan biri olarak kabul edilmiştir.

3,- Peygamber (A.S.) yüklendiği şerefli hizmeti, hiçbir maddî karşı­lık, kişisel çıkar beklemeden yerine getirir. O, her söz ve hareketiyle in­sanlığın kurtuluşunu düşünerek onları mutlu yarınlara çağırır. O halde böy­lesine asil bir hizmeti, canı pahasına da olsa sürdüren bir zata üstün saygı duymak; her zaman Onun kadrini yüceltip Onu rehber ve önder seçmek gerekir.

İnsanı dünyada huzurlu, güvenli; ahlâklı, fazîletli bir hayat ortamına getiren; onu sonsuz saadete lâyık bir düzeye ulaştırmak için her türlü ye­tenek ve imkânını kullanan Hz. Peygamber (A.S.), Allah'tan sonra her tür­lü sevgi ve saygıya çok daha lâyıktır. Ona salât-ü selâm getirmekle em-rolunmamizın veya bu yoldaki tavsiyenin sebep ve hikmeti gayet açıktır.

Bizi insan olarak yaratıp aydınlığa eriştiren ve sonra da Hz. Muham-med'e (A.S.) ümmet kılıp lütuf ve ihsanını esirgemiyen Cenâb-ı Hak da en güzel övgülere çok daha lâyık bulunduğundan, sabah-akşam O'nu anma­mız, tesbîh ve tahmîdde bulunmamız ve Onu her türlü noksan sıfatlardan tenzîh etmemiz gerekmiyor mu? Onun için yedinci âyetin son bölümünde bu emir ve tavsiye  hatırlatılmaktadır.

 

Peygamber'e  (A.S.)  Bey'at, Allah'a Bey'attir

 

   «(Ey Peygamber!) Şüphe-siz ki sana bey'ât (bîât) edenler, ancak Allah'a bey'ât etmiş olurlar..»

Peygamber (A.S.) Efendimiz, Allah adına konuşur ve ancak O'nun adı­na bey'ât alır ve O'nun adına hükmeder, Peygamber'e (A.S.) itaat nasıl Allah'a itaat ise, Ona bey'ât de dolayısıyla Allah'a bey'attir.

Aynı zamanda Peygamber'e (A.S.) uymanın, Onun gösterdiği şekilde bir hayat düzeni kurup sürdürmenin bütün faydası, Ona uyup itaat edene aittir. Çünkü bu husustaki ilâhi plân ve program sadece insan oğlunun mutluluğuna yönelik bir hikmet taşımaktadır.

Onun için İslâm Tarihin'e «Bey'âtü'r-Ridvân» adıyla geçen bu söz ver­menin feyizli sonuçlarına işaret edilirken, sözünü yerine getirmeyip dö­neklik edenlerin kendi aleyhlerine onu bozduklarına dikkat çekilmektedir. Zira hakikî  imân, Allah'a ve Peygamberine mutlak teslimiyeti gerektirir.

 

Münafıkların Özür Beyan Edecekleri Haber Veriliyor

 

«Bedevilerden (savaşa ve sefere katılmayıp) geri kalanlar ise, «bizi mallarımız ve ailemiz oyaladı. Bizim için bağışlanma dile» diyecekler..»

Yukarıda da belirttiğimiz gibi. Fetih Sûresi, Hudeybiye dönüşü yolda inmiştir. Zafer anahtarını ellerine geçiren mü'minler şan ve şerefle Medi­ne'ye dönerken, bu yolculuğunda Hz. Peygambere (A.S.) arkadaşlık etmi-yen münafıklar, âdeta şaşkına döndüler. Zira onlar, Peygamber'in (A.S.) ve arkadaşlarının salimen dönemiyeceklerini düşünüyorlardı. Durum aksi­ne tezahür edince, kendilerini temize çıkarmak ve üzerlerindeki şüpheli bakışlardan kurtulmak için, Hz. Peygamber (A.S.) Medine'ye döner dön­mez, mal ve çocuklarının meşguliyetinden dolayı bu sefere katılamadıkla­rını   belirterek özür  beyân  edeceklerini kendi   aralarında   kararlaştırdılar.

Cenâb-ı Hak, bu ikiyüzlü döneklerin neler düşündüklerini, Hz. Peygamber (A.S.) henüz Medine'ye dönmeden kendisine haber vererek, ona göre mü­nafıklara  karşı  tavır almasına  işarette  bulundu.

 

A'râb (Çölde Yaşayanlar)

 

A'râb : çoğul şeklinde tekil veya tekili olmayan çoğul olarak, şehir ve kasaba dışında bâdiye ve benzeri yerlerde yaşayan Araplar hakkında kul­lanılmaktadır. Bunlara «bedevi» de denir.

A'râb'ın çoğulu ise, «aârib» gelir.

Hz. Peygamber (A.S.) Umre niyetiyle Mekke'ye hareket ederken İs­lâm'ı din olarak kabul edenlerin beraberinde bulunmasını arzu etmiş ve çevre kabilelere haber göndermişti. Amaç, Mekkeli müşriklere, Müslü­manların çoğalıp birlik içinde vurucu bir kuvvet oluşturduklarını göster­mek ve böyleee onların cesaret ve moralini bozup İslâm aleyhinde bulun­malarının kendilerine felâketten başka bir şey getirmiyeceğine inandır­maktı.

Birçok kavim ve kabileler Hz. Peygamber'e (A.S.) olumlu cevap ve­rirken, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca' ve ed-Deyl kabileleri o çok şerefli sefere katılmamışlar ve silahsız olarak Mekke'ye gidenlerin Kureyş Kabilesi tarafından imha edileceklerini sanmak suretiyle Hz. Peygamberi (A.S.)  kötü zan altında tutmuşlardı.

10 ve 11. âyetler onların bu düşünce ve tutumlarını tasvir etmektedir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Hz. Muhammed'in (A.S.) üç önemli vasfı üzerin­de durulurken, mü'minlere düşen görev beş madde halinde özetlendi. Son­ra da bedevilerden döneklik yapanların tutumu kınandı ve tavırları tas­vir edilerek açıklayıcı bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'a ve Peygamberine dosdoğru inanmayanlar tehdit ediliyor ve Allah'ın mutlak hükümran bulunduğu belirtilerek, inkar­cılar uyarılıyor/Sonra da münafıkların gayr-i ciddi davranışları konu edile­rek, onlara güvenmenin yanıltıcı olacağına dikkatler çekiliyor ve ileride on­ların çetin bir sınavdan daha geçirilecekleri haber veriliyor,

 

Meali    :

 

13- Kim Allah'a ve Peygamberine imân etmezse, elbette biz,  kâfir­lere alevleri köpüren bir ateş hazırladık.

14- Göklerin  ve yerin  mülk-ü saltanatı Allah'ındır.  Dilediği kimseyi bağışlar, dilediği kimseye azap eder. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

15- (Savaşa katılmayıp) geri kalanlar, siz ganimetleri almaya gide­ceğiniz vakit, «Bırakın biz de peşinizden gelelim» derler.  Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: «Peşimize takılıp gelmiyeceksiniz. Al­lah, sizin için daha önce böyle buyurdu.» Onlar, «Hayır, siz bizi kıskanı­yorsunuz» diyecekler. Bilâkis kendileri çok az anlayan kimselerdir.

16- Bedevilerden geri kalanlara de ki: «İleride siz, güçlü savaşçı bir milletle savaşmaya çağrılacaksınız; ya İslâm'a girmeyi kabul edecekler, değilse onlarla vuruşacaksınız. O takdirde eğer (çağrıya «evet» deyip Pey-gamber'e) itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Daha önce arka döndüğünüz gibi dönerseniz, Allah sizi elem verici bir azap ile azâp-landırır

17- Gözleri kör olan kimseye (savaşa katılamadığından dolayı) bir günah yoktur. Topal ve hastaya da bu hususta günah yoktur. Kim, Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan cen­netlere koyar; kim de yüz çevirirse, onu da elem verici bir azaba uğratır.

 

Nifak  Küfre  Yol Açar

 

 ((Kim Allah'a ve Peygam­berine imân etmezse, elbette biz, kâfirlere alevleri köpüren bir ateş ha­zırladık.»

Münafıkların gayr-i samimi tutumları ve asıl renklerini içlerinde giz­lemeye çalışmaları kınanırken, dönüş yapmaları, içlerindeki şüpheyi atıp «tahkikî imân»a erişmeleri istenmekte ve dönüş yapmadıkları takdirde ni­faklarının küfje dönüşeceğine işaret edilmektedir. Bunun sonunun da son­suz bir azap olacağı ve ilâhî hükmün değişmiyeceği tehdit anlamında ha­tırlatılmaktadır. Zira Allah ancak sağlam imânı ve onun tabii ürünü olan sâlih amelleri kabul edip mükâfatlandırır.

Böylece Kur'ân, nifakla küfrün ikiz olduklarına işarette bulunmakta ve içinde din, Kur'ân, Peygamber veya Allah hakkında şüphe taşıyanların donüş yapmaları istenmektedir.

 

Allah Kendi Mülkünde Mutlak Tasarruf Sahibidir

 

«Göklerin ve yerin mülk-ü saltanatı Al­lah'ındır..»

Sonsuz kudretinin eseri olarak var kıldığı kâinatın her parçası O'nun tasarrufu altındadır. Hükümranlık ve saltanatı plânlı ve programlıdır. Nasıl hiçbir şey, boş anlamsız ve hikmetsiz yaratılmamışsa, öylece yaratılan her şey de belli kanunlara bağlanıp ilâhî tasarruf ve kontrol altında tutulmak­tadır. Cenâb-ı Hak, koyduğu kanunları, hazırladığı plânı değiştirmez, yani şunun-bunun hatırı için müdahalede bulunmaz. O bakımdan hikmet ve hü­kümranlığı gereği, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Hükmü, ku­sursuz şekilde hedefine doğru ilerler. Böyleoe koyduğu nizama ve hayat kanunlarına uyanları ilâhî meşieti gereği bağışlar; uymayanlara azap eder. Çünkü O, hem Gafur, hem de Rahîm'dir. Kendilerini o rahmet ve gufrana lâyık olma düzeyine getirenleri bağışlayıp rahmetine gark eder.

 

Ganîmet Kokusunu Alan Münafıklar

 

«(Sava­şa katılmayıp) geri kalanlar, siz ganimetleri almaya gideceğiniz vakit, «bı­rakın biz de peşinizden gelelim» derler..»

Münafıkları leş kargalarına benzetmek bir bakıma doğru olur. Aslan­lar avlarını yakalayınca, bir anda ortalık leş Kargalarıyla dolmaya başlar. O avı birlikte avlamışlarcasına ortaklık tavrına girerler.

Münafıklar, ganimet kokusunu duymadıkları Hudeybiye seferine katıl­madıkları halde Hayber'in fethine karar verilip harekete geçilince, bu ko­kuyu derhal aldılar ve Hz. Peygamber'e baş vurup kendisiyle birlikte bu savaşa katılmak istediklerini bildirdiler. Şüphesiz onların tavırlarında da samimiyetin eseri, Hak yolunda hizmetin niyeti ve izi yoktu."Oysa Cenâb-ı Hak, sünnetullahı gereği, Hayber'de elde edilecek zafer ve ganîmeti. Hu-deybiye'de Hz. Peygamber'e (A.S.) bey'ât eden samimi mü'minlere vazet­miş bulunuyordu. Onun va'di mutlaka yerine gelir ve irâdesi gerçekleşir. O bakımdan değişmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle Cenâb-ı Hak, mü­nafıkların Hayber Savaşı'na çıkmalarına izin vermedi. Sadece Hz. Muhammed (A.S.)  ile  birlikte  «Bey'âtü'r-Ridvân»da  hazır bulunanların çıkmasını emretti. 15. âyet bu hususu özetlemektedir ve münafıklar ancak nifak ve şi-kaktan uzak kalıp içlerindeki şüphe ve kini temizlerlerse, o takdirde ileride meydana gelecek büyük bir savaşa katılabileceklerine atıf yapılarak, Ce­nâbHakk'ın her şeyi en iyi bildiğine işaret edilmektedir.

 

Münafıkları İkinci, Fakat Daha Büyük Bir Sınav Beklemektedir

 

lerden geri kalanlara de ki: «İleride siz güçlü savaşçı bir mîlletle savaş­maya çağrılacaksınız; ya İslâm'a girmeyi kabul edecekler, değilse onlarla vuruşacaksınız..»

Hayber Savaşı'na katılmalarına müsaade edilmeyen kabileler, yakın­dılar, savaşmak istediklerini, fakat bu imkânın verilmediğini dile getirip sızlandılar. O sebeple Cenâb-ı Hak, onları ikinei büyük bir sınavla deneye­ceğini haber vererek, sızlanmalarının geçerli ve makul yanı bulunmadığına işarette bulundu.

İleride Müslümanların savaşacağı güçlü, savaşçı millet hangisi ola­bilir? İlim adamlarının tesbit ve yorumlan farklıdır :

a)  İbn Abbas, Atâ b. Ebî Rebah, Mücahid, İbn Ebî Leylâ ve Atâ e!-Ho-rasanî'ye göre : İranlılardır. Meşhur Kadisiye Savaşı'na işarettir.

b)  Kâb, el-Hasan ve Abdurrahmân b. Ebî  Leylâ'ya  göre : Rumlardır. Meşhur Tebük Seferi'ne işarettir.

c)  İbn Cüreyc'e göre : Hevâzin ve Sakîf kabileleriyle meydana gelecek savaşa işarettir.

d)  Katadeye göre : Huneyn  Savaşı'nda İslâm'ın karşısına  çıkan Hevazin ve Gatafan kabileleridir.

e)  Zührî' ve Mukatile göre: Benî Hanîfe kabilesidir ki bu meşhur Ye-mame Savaşı'na işarettir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in vefatına yakın yapılan Tebük Seferi, cidden mü'mini münafıktan ayırd eden bir sınav oldu. Ebû Bekir Sıddîk'ın (R.A.) Benî Hanîfe'ye karşı hazırladığı ordu ile Hz. Ömer'in (R.A.) Rum ve Fârislere karşı gönderdiği ordular da bu konuda birer mihenk taşı oldu; öyle ki samimi mü'minleri, ikiyüzlü dönek münafıklardan seçip ayırdı.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, inkarcı sapıklar, şaşkın münafıklar tehdît edildi. Umre Seferine katılmayan kabileler kınandı ve ileride meydana gelecek çetin  bir savaşa  hazırlanmaları hatırlatılarak, nifak ye şikakı  bırakmaları

tavsiye edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Hudeybiye'de ağaç altında Hz. Peygamber'e bey'at edenler hem övülüyor, hem de müjdeleniyor. Sonra da İslâmî fetihlerin bir­biri ardınca devam edeceği bildirilerek, mü'minlerin ona göre hazırlanma­ları isteniliyor ve aynı zamanda kâfirlerle münafıklar tehdît edilip, dönüş yapmadıkları takdirde başlarına gelecek azabı savacak bir gücün buluna­mayacağı dolaylı şekilde hatırlatılıyor.

 

Meali:

 

18-19- And olsun ki, Allah o ağaç altında sana Bey'ât eden mü'ınin-lerden razı oldu; onların kalplerindekini (iyi niyet ve samimiyetlerini) bildi de bunun için üzerlerine güven ve sükûnet indirdi ve onlara çok yakın bir fethi (müyesser kılmakla başarıyı) ve ele geçirecekleri birçok ganimetleri lâyık gördü. Allah çok üstündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.

20- Allah size, ele geçireceğiniz birçok ganimetleri va'detmiştir. Bu­nu şimdilik size hemen verdi; insanların elini sizden çekti ki mü'minler için açık bir belge ve isbatlayıcı bir delil olsun ve sizi dosdoğru yofa eriştirsin.

21- Size başka ganimetler de va'detti ki, onlara henüz kudretiniz yet­memektedir ki, gerçekten Allah, o ganimetleri (ilmiyle, kudretiyle) kuşat­mıştır. Allah'ın kudreti her şeye yeter,

22- Kâfir olanlar, sizinle savaşacak olsalardı, arkalarını dönüp ka­çarlardı; sonra da ne bir dost ve sahip, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi.

23- Allah'ın öteden beri gelip geçenler hakkındaki câri sünnetidir bu. Sen artık Allah'ın sünnetinde hiçbir değişme bulamazsın.

 

İlgili Hadîsler

 

«Ağaç altında bey'ât edenlerden hiç bîri Cehennem'e girmeyecektir.» [12]

«Ağaç altında bey'ât edenler elbette Cennet'e gideceklerdir. Ancak kızıl deve sahibi müstesna..» [13]

 

Resûlüllah'a (A.S.) Bey'at Edenler

 

«And olsun ki Allah' altında sana bey'ât eden mü'minlerden razı oldu..»

CenâbHakk'ın güvenli kıldığı; iyilik, sevap ve faziletin kaynağı say­dığı Mescid-i Haram'ı görmek ve kutsal Kabe'nin etrafında dönüp tavaf yapmak için mü'minler ve özellikle de Muhacirler can atıyorlardı. Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz'in bu sırada gördüğü rüya ile, mü'minierin başları tı­raşlı bir halde korku duymadan Mescid-i Haram'a gireceklerini müjdele­mesi bir bahar havası meydana getirdi. Haber yıldırım hızıyla etrafa ya­yıldı. Sonra da Resûlüllah (A.S.) umre niyetiyle Mekke'ye hareket edece­ğini, mü'minierin de kendisine refakat etmesini istedi. 1400, bazı rivayet­lere göre 1500 kişilik bir cemaat halinde yola çıktı. Mekkeli'ler onların Mescid-i Haram'a girmelerine engel oldular; ancak bir yıl sonra Mekke'ye girebileceklerine ve Mescid-i Haram'da ibâdet edebileceklerine müsaade edebileceklerine söz verdiler ve bunu müteakip birtakım ağır şartlar da ile­ri sürerek bir anlaşma ortamının oluşmasına eğilim gösterdiler. Anlaşma metni üzerinde bazı itirazlar ve düzeltmelerden sonra taraflarca kabule uygun görülerek imzalandı.

Bu olaydan az önce de Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Hudeybiye'de mev­cut bir sakız ağacının altında oturup mü'minleri bey'âte çağırdı. İslâm ta­rihinde buna «Bey'âtü'r-Ridvân» denilmektedir. Bu bey'ate katılanların hep­sinden Allah razı olmuştur. Çünkü o gün mü'minler ilâhî rızadan başka hiçbir niyet ve arzuları olmaksızın Peygamber'in (A.S.) bu dâvetine olumlu cevap vermek suretiyle her konuda ve her hususta Ona itaat edeceklerine, canları pahasına bile olsa ayrılmayacaklarına söz vermişlerdi. O gün olu­şan o renkli havada ne ganîmet arzusu, ne şan ve şöhret duygusu söz konusu idi.

 

Şeceretü's-Semure (Sakız Ağacı)

 

Hudeybiye'de Resûlüllah'a (A.S.) bey'at edilen arazi parçasında göl­gesinden yararlanılan semure ağacı bulunuyordu. Resûlüllah (A.S.) bu ağa­ca sırtını dayamış bir halde ashabın bey'âtini kabul etti. Kuvvetli ihtimalle bunun sakız ağacı olduğu sanılmaktadır. Sonraları bu ağacın bulunduğu toprak parçası, Mekke cihetine gidip gelen Müslümanların ziyaret yeri ha­line gelmiş ve o ağacın altında bir süre oturmakla tefe'üi edilmeye baş­lanmıştı. Hz. Ömer (R.A.) hilâfet makamında bulunduğu yıllarda bu tefe'üi olayının iyice yaygınlaştığını ve ağaca kutsallık atfedildiğini görünce, yan­lış bir inanca sapılmasından endişe duyarak bu ağacı kestirmiştir.

 

FethKarîb (Yakın Fetih)

 

On sekizinci âyetle, mü'minler yakın bir fetih ile müjdelenmektedirler. Şöyle ki: Hudeybiye Anlaşması ve «Bey'âtü'r-Ridvân», «feth-i karîb»in al­tın anahtarı oldu. Mü'minler bu anlaşmadan sonra daha düzenli ve disip­linli bir döneme girdiler.

Buna mükâfat olarak Cenâb-ı Hak, onlara üç büyük lûtufta bulundu :

1- Kureyş Kabilesi'nin hırçın ve kaba davranışları, tahrik edici söz­leri karşısında mü'mînlerin kalbine güven, sabır ve sükûnet ilham edildi. Böylece o gün meydana gelmesi muhtemel bir fitne önlenmiş oldu.

2- Bunun hemen arkasından   Allah,   mü'minlere   Hayber'in  kapısını açarak yakın bir fethi müyesser kıldı. Sonra da Mekke'nin fethi gerçekleşti.

3- Maddî ve manevî; zahirî ve bâtınî birçok ganimetleri mü'minlere lâyık gördü. Bu ganimetler yeni kurulan İslâm Devleti'nin malî gücüne ge­niş imkânlar sağladı. O sebeple de mü'minierin kâfirlerle savaşmalarına karşı şevk ve hevesleri kamçılanmış oldu.

Bunlardan başka daha birçok ganimetler va'dediliyor ki, önemli kısmı dört halîfe zamanında gerçekleşmiştir.

 

İki Kabilenin Ortaya Çıkan Fırsatı Kullanma Hevesi

 

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Hayber'in fethine hazırlanıp Medine dışı­na çıkınca. Benî Esed ile Benî Gatafan kabileleri, Medineyi basıp mal ve kadınları yağmalamayı plânladılarsa da, Cenâb-ı Hak kalplerine korku sal­dı da plânlarını uygulamaktan vazgeçtiler. Yirminci âyetle, bu olaya işa­retle, Allah'ın mü'minlerden yana olan rahmet ve yardımı konu ediliyor.

Böylece mü'minierin tam sadakat ve teslimiyetle davalarına gönülden sarılmaları, Allah'ın yardımına mazhar kılınmalarına kapı açtı; suskunluk içinde geçen sıkıntılı günler geride kaldı. Sabır, güven, teslimiyet ve sa­dakatte birleşip bütünleşen mü'minierin fethodemiyecekleri kabile bulun­mayacağı kesinlik arzetti. Sağlam bir kıstas ortaya çıktı : Gelecek olan İslâm  kuşaklarına başarının  yolları  hazırlanıp açıldı.

 

Va'dedilen Diğer  Ganimetler

 

«Allah size, ele geçi­receğiniz birçok ganimetleri va'detmiştir. Bunu şimdilik size hemen verdi..»

Cenâb-ı Hak, Arap Yarımadası'nı yavaş yavaş İslâm'ın zafer bayrağı­nı dalgalandırdığı bir bölge hali/ıe getirirken, bunun dışında mü'minlerin henüz fethetmesine güç getiremedikleri önemli devletlerin ve ülkelerin fet­hini de ezelî ilmiyle tesbit edip hazırlamış bulunuyordu. Bu ülkeler: İran ve Bizans idi. Yirmi birinci âyetle, daha çok bu ikisine işaret edilmekte ve böylece İslâmiyetin şan ve şeref dolu parlak geleceği haber verilmektedir. Nitekim çok geçmeden İslâm orduları İran ve Bizans kapılarına gelip da­yandılar..

Medine'yi basıp yağma etmek isteyen Benî Esed ve Benî Gatafan ka­bilelerine gelince : Eğer onlar hazırladıkları sinsi plânlarını uygulama ala­nına koymuş olsalardı, mutlaka ağır bir darbe yiyip hezimete uğratılacak­lardı. Çünkü İslâm mücahitlerinin maddî ve manevî gücü buna yetecek bir düzeye gelmiş bulunuyordu. Nitekim yirmi

ikinci âyetle buna işaret edil­mektedir.

 

Allah'ın Süregelen Sünneti

 

«Allah'ın öteden be­ri gelip geçenler hakkında câri sünnetidir bu. Ve sen artık Allah'ın sün­netinde bir değişme bulamazsın.»

Yaratan ile yaratılanlar arasında, ezelî takdîr gereği, bir imkân ve irâ­de sınırı söz konusudur. Hakikî imân doğrultusunda gelişip İslâm dâvasına sadakatle, ferağat-i nefisle sarılan bir cemaatin zafer elde etmesi, ilâhî sünnet gereğidir. Şu şartla ki, bu cemaat birlik ruhuyla yola çıkıp Allah ve din uğrunda mevcut bütün imkânlarını kullanarak, kullar için konulmuş imkân ve irâde sınırına gelmiş olsunlar...

İşte Resûlüllah (A.S.) ve arkadaşları bu şartı en duyarlı anlamda ye­rine getiren bahtiyarlar idiler. Onun için Cenâb-ı Hak, süregelen sünneti gereği onlara yardımda bulundu ve zafer kapılarını ardına kadar açtı.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle,  Hudeybiye'de ağaç altında  Resûlüllah'a  (A.S.)

bey'at eden mü'minler konu edildi ve bunun yakın bir fethe anahtar teş­kil ettiğine dikkatler çekildikten sonra ileride daha birçok fetihlerin müyes­ser olacağı müjdelendi.

Aşağıdaki âyetlerle, Hudeybiye Anlaşması'ndan az önce, ortaya çıkan gergin havaya işaretle, yok yere bir savaşın eşiğine gelindiği konu edili­yor ve bunun için mü'minler üzerine sekînet ve sabır indirildiği belirtilerek, ilâhî muradın ne yanda tecellî ettiğine dikkatler çekiliyor. Sonra da yakında Mescid-i Haram'a mutlaka girecekleri ve böylece Allah'ın, Peygamber'inin (A.S.) gördüğü o rüyayı gerçekleştireceği müjdeleniyor.

 

Meali:

 

24- Size, onlara karşı zafer sağladıktan sonra Mekke sınırları içinde onların ellerini sizden çeken, sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Al­lah yaptıklarınızı görüp bilendir.

25- İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar, hediyelik kurbanlarınızı yerine ulaştırmanıza engel olanlar, onlardır. Eğer (iplerinde) sizin bilip tanıyamadığınız mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bilmeden çiğnemeniz ve bu yüzden size vebal, üzüntü ve sıkıntı gelmesi söz konusu

. olmasaydı, (elbette aranızda bir savaş meydana gelirdi). (Bu da) Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine sokması içindir. Eğer onlar (o mü'min erkekler ve kadınlar) diğerlerinden seçilip ayrılabilselerdi, onlardan küfre sapanları elem verici bir azaba uğratırdık.

26- Hani o inkâra sapanlar kalplerinde cahiliye devrinin gurur ve ta­assubunu alevlendirdikleri zaman Allah, Peygamberinin ve mü'minler üze­rine güven, huzur ve kalp sükûneti indirdi de onlara takva sözünü gerekli kıldı. Zaten onlar bu söze daha lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi bilendir.

 

İniş Sebebi

 

Hudeybiye günü Mekkeli'lerden seksen kadar silahlı adam Cebel-i Ten'İm'de gizlenip Hz. Peygamber'i (A.S.) gaflete getirip arkadaşlarıyla birlikte esir etmek istiyorlardı. CenabHakk'ın lûtfu olarak, onların kalp­lerini barıştan, anlaşmadan yana çevirmesi sebebiyle, kaçınılması zor bir çatışma ve vuruşma önlenmiş oldu. Bunun üzerine ilgili 24. âyet indi. [14]

Diğer bir rivayet :

Abdullah b. Muğeffer el-Müzenî (R.A.) anlatıyor: «Biz Hz. Peygamber (A.S.) ile beraber, Allah'ın Kur'ân'da sözünü ettiği ağacın altında bulunu­yorduk. Dallan Resûlüllah'ın sırtına doğru sarkmış vaziyette idi. Ali b. Ebî Tâlib ve Süheyl b. Amr de orada hazır bulunuyorlardı. Resûlüllah (A.S.), Hz. Ali'ye (R.A.): «Bismillahirr-Rahmâni'r-Rahîm» yaz diye emretti. Süheyl b. Amr, müdahale ederek Hz. Ali'nin elini tuttu ve şöyle dedi: «Biz, Rahman ve Rahîm'i bilmiyoruz ve tanımıyoruz. Sen bizim bildiğimiz şekilde yaz.» Bu­nun üzerine Resûlüllah (A.S.) : «Ya Ali! Bi-ismikelfahümme, yaz» diye bu­yurdu. Sonra Hz. Ali (R.A.), «Bu, Allah Resulü Muhammed ile Mekke halkı arasında bir sulh anlaşmasıdır» ibaresini yazdı. Süheyl b. Amr yine Hz. Ali'nin elini tutarak şöyle müdahalede bulundu : «Eğer Allah'ın Resulü isen, o takdirde sana zulmetmiş bulunuyoruz. Onun için bizim ölçü ve anlayışı-Ynıza göre yazılsın..» Hz. Peygamber (A.S.), Hz. Ali'ye (R.A.) : «Ya Ali! Bu, Abdullah oğlu Muhammed ile Mekke arasında bir sulh anlaşmasıdır, iba­resini yaz» diye emretti. Tam bu sırada silahlı otuz kadar genç çıkageldi ve ayaklarından yükselen toz üstümüze doğru yöneldi. Bunun üzerine Resû­lüllah (A.S.) onlar aleyhine dua etti de Cenâb-ı Hak onların kulaklarını işi-temez hale soktu. Böyleee kalkıp hepsini yakaladık. Peygamber (A.S.) on­lara : «Birisinin ahdemânında bulunarak mı geldiniz, yoksa biri size gü­vence mi verdi?» diye sordu. Onlar da : «Hayır» deyince, Hz. Peygamber (A.S.)  hepsini serbest bıraktı. Bunun üzerine 24. âyet indi. [15]

25 ve 26. âyetlerin iniş sebebi ise, şöyle rivayet edilmiştir:

AshabKirâm'dan Abdullah b. Amr (R.A.) diyor ki: Cüneyd b. -beyi' şöyle anlattı: «Günün evvelinde kâfir olarak Resûlüllah (A.S.) ile sa­vaştık, günün sonuna doğru Onunla birlikte yanyana Müslüman olduğu­muz halde düşmana karşı savaştık. Biz, yedisi erkek, ikisi kadın olmak üzere dokuz  kişi  idik.»

  Bu sebeple sözü edilen iki âyet inmiştir. [16]

 

Hudeybiye Günü Neredeyse Vuruşma Olayazdı

 

«Size, onlara karşı zafer sağladıktan sonra Mekke sınırları içinde onların ellerini sizden çeken, sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur..»

Mekkeli müşriklerin her türlü terbiye ve nezaket dışı söz ve davranış­ları; önceden silahlanıp ani bir baskında bulunmayı plânlayan bir grubun kötü niyeti; Hz. Osman'ın Mekke'de bir süre alıkonması ve birtakım ağır ve yersiz şartların ileri sürülmesi gibi olumsuz gelişmeler Müslümanlarla müşrikleri kanlı bir çatışmaya sürükleyecek nitelikteydi. Şüphesiz böyle­sine kanlı bir çatışma, ister istemez Harem sınırları içinde cereyan ede­cek ve Mekke;.de, İslâmiyeti kendilerine din olarak seçip kâfirlerin işkence­de bulunmasından korkarak imânlarını gizliyenler de böyle bir savaşta elde olmayarak yer alacak ve onların iç yüzünü henüz bilmeyen ashab-ı kiramın darbelerine mâruz kalacaklardı. O sebeple mü'minler kendi din kardeşle­rini öldürecek ve sonra da farkına varınca büyük bir teessür ve üzüntü duyacaklardı.

Cenâb-ı Hak böyle bir sonucun doğmasını murad etmedi. Mü'minlere sükûnet ve sabır havası estirerek hislerini yatıştırdı.

 

Kelime-İ Takva

 

«Onlara takva sözünü gerekli kıldı. Zaten onlar bu söze daha lâyık ve ehil idiler..»

«Kelime-i Takva» kavramı üzerinde hayli durulmuş ve birbirine yakın yorum ve açıklamalarda bulunanlar olmuştur. Onları şöyle özetüyebiliriz:

a)  Tirmizî'nin «hadîsün hasenün garîbün» dediği rivayetinde, Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz bunu «La ilahe illallah» ile belirlemiştir.

b)   İbn Cüreyc'e göre : «Lâ ilahe illallah, Muhammed'ün Resûlüllah» sözüdür.

c)  Atâ' b. Ebî Rebah'a göre : «Allah'tan başka ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Hamd O'na mahsustur. O'nun kudreti her şeye yeter» sö­züdür.

d)  Urve'nin el-Misver'den yaptığı rivayete göre : «Allah'tan başka ilâh yoktur; O birdir, ortağı yoktur» sözüdür.

e)   Hz. Ali (R.A.) den yapılan rivayete göre : «Allah'tan başka ilâh yok­tur. Allah çok büyüktür»  sözüdür.

f)  Ali b. Talha'nın İbn Abbas  (R.A.)dan  yaptığı  rivayete göre : «Lâ ilahe illallah» kelimesidir. Aynı zamanda bu kelimenin gölgesi altında cihâd etmektir.

g)  Zührî'ye göre : «Bismi'llahi'r-Rahmâni'r-Rahîm»dır.

Allah daha iyisini bilir. Ancak Tirmizî'nin rivayet ettiği hadîs, her ne kadar haber-i vâhid kapsamına girmekteyse de, hasen olduğu kabul edil­diği takdirde -ki Tirmizî öyle kabul etmiştir- açıklama olarak onu daha sahîh ve sıhhatli kabul etmemiz uygun olur.

 

Kelime-İ Takvâ'ya Bağlı Kalmak

 

Kur'ân, «Kelime-i Takva» sözüyle bütün mü'minlere, savaş ve barış hallerinde, «Allah'tan başka ilâh yoktur; Allah çok büyüktür» esasına bağlı ve sadık kalmalarını, bütün meselelerini bu esasın ışığı altında çözmele­rini tavsiye ve telkin etmektedir. Zira bu yüce söz, gayelerin gayesi, amaçların amacı; akıl ve imânı birleştirip hüküm vermenin tek çözüm şifresi-dir. Hudeybiye Anlaşması, bu sözün kalp ve kafalarda oluşturduğu gerçeği görebilme basîretiyle gerçekleştirilmiştir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Hudeybiye Anlaşmasından önceki gergin hava konu edildi. Arkasından yakın gelecekte mü'minlerin Mescîd-i Haram'a gi­recekleri  müjdelendi.

Aşağıdaki âyetlerle, Resûlüllah'ın (A.S.) bundan böyle kâfirlere ve ki­tap ehline karşı üstünlük sağlayacağı' ve İslâm Dini'nin bütün dinleri nes-hedip yürürlükten kaldırmak suretiyle Allah'ın insanlara son mesajı oldu­ğunu izhar edeceği haber veriliyor. Sonra da Tevrat ve İncil'de bazı vasıf­ları anlatılan AshabKirâm'ın güzel halleri konu edilerek yönlendirici mi­sal veriliyor.

 

Meali:

 

27- And olsun ki Allah, Peygamberine o rüyayı hak ile doğru göster­di : Şanıma yemin olsun ki, elbette -Allah dilerse- güven içinde başlarınızı tıraş etmiş veya kırkmış bir halde korkmadan Mescicf-i Haram'a girecek­siniz. O, sizin bilmediğinizi bilir ve ondan önce (veya sonra) yakın bir fetih verdi (veya verecek).

28- Peygamberini doğru yol üzere ve hak din ile, diğer bütün dinlere üstün kılmak için gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.

29- Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı çok çetin ve serttirler; kendi aralarında birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları, rükû' edenler, secde edenler   olarak  görürsün; Allah'ın geniş lûtfunu, bol ihsanını ve O'nun rızasını arzu ederler. Alâmet­leri, yüzlerindeki secdeden oluşan izdir. İşte bu onların Tevrat'taki misâl­leridir. İncil'deki misalleri ise, filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da sapı üzerine doğrulmuş, (öyle ki) ziraatçıların hayranlığını çeken bir ekin gibidir. (Bu da) Allah'ın kâfirleri öfkelendirmesi içindir. Al­lah, imân edip iyi-yararlı amellerde bulunanlara çok bağışlama ve büyük bir mükâfat va'd etmiştir.

 

İniş Sebebi

 

Katade diyor ki: «Resûlültah (A.S.) Efendimiz Hudeybiye'den önce rüyasında, güven içinde başları tıraş edilmiş veya kırkılmış bir halde kork­madan Mescid-i Haram'a girdiklerini görmüş ve bu rüyayı ashabına anlat­mıştı.

Hicrî altıncı yılda umre niyetiyle 1400 kişilik bir cemaatle Mekke'ye doğru yola çıktılarsa da Kureyş Kabilesi, onların Mekke'ye ve dolayısıyla Mescid-i Haram'a girmelerine o yıl engel oldular ve bir sonraki yıl müsaade

edeceklerine dair söz verdiler ve o sebeple aralarında bir anlaşma yazı­larak imzalandı.

Münafıklar hemen kollarını sıvayıp Hz. Peygamber'in (A.S.) gördüğü rüyanın doğru çıkmadığını etrafa yaymaya başladılar. Bunun üzerine 27. âyet indi. [17]

İbn Kesîr'in tesbitine göre : Hudeybiye Anlaşması yapılırken Hz. Ömer (R.A.), Peygamber (A.S.)ın rüyasını hatırlayarak herhangi bir yorumda bu­lunmadı, ancak gelip Peygamber (A.S.) ile görüştü ve : «Ya Resûlellah! Sen bize, Beytullah'a girip tavaf yapacağımızı haber vermedin mi?» diye sordu. Hz. Peygamber (A.S.) ona : «Evet, öyle» diye cevap verdi ve hemen ilâve etti: «Ben size bu yıl gelip tavaf edeceksiniz dedim mi?» Hz. Ömer (R.A.) : «Hayır...» diye cevap verince, Efendimiz (A.S.) ona: «Sen elbette Beytullah'a gelip onu tavaf edeceksin» diyerek ilk verdiği müjdeyi tekrar­ladı. Bunun üzerine ilgili âyetler indi. [18]

 

İlgili  Hadîsler

 

«Mü'minlerin birbirlerini sevmelerinin ve birbirlerine merhametli dav­ranmalarının misali, bir bedene benzer ki, onun bir organı ağrı ve sızıdan şikâyet edince diğer organlar da ateşlenme ve uykusuz kalmada onunla çağrışımda bulunurlar.» [19]

«Mü'min, mü'min kardeşi için bir bina gibidir ki, onun bir kısmı bir kısmını sıkıp pekiştirir.» [20]

«İnsanların hayırlısı, benim karnim (bana çağdaş olan mü'm inlerdir), sonra da onları izleyenlerdir.» [21]

Bir adam, Peygamber (A.S.) Efendimiz'den, «İnsanların hangisi hayır­lıdır?» diye sordu. Peygamber (A.S.) ona: «Benim içinde yaşadığım çağ­daki (yaşayan mü'min)[erdir. Sonra ikinci, sonra da üçüncü kuşaklardır» diye cevap verdi. [22]

Cennet ile müjdelenenler:

«Ebû Bekir cennettedir; Ömer cennettedir; Osman b. Afvan cennette­dir; Ali b. Ebî Tâlib cennettedir; Talha cennettedir; Zübeyir cennettedir; Abdurrahman b. Avf cennettedir; Sa'd b. Ebî Vakkas cennettedir; Saîd b. Zeyd cennettedir; Ebû Ubeyde b. Cerrah cennettedir.» [23]

«Ashabıma sövmeyiniz. Canımı kudret elinde tutan Allah'a yemin ede­rim ki: Sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın (Allah yolunda) harcasa, yine de onlardan birinin ne bir avuç, ne de yarım avuç (harcadığı hayrın seva­bına) erişemez.» [24]

 

Peygamber (A.S.) Efendimizin Rüyası

 

«And olsun ki Allah, Peygamberine o rüyayı hak ile doğru gösterdi..»

Peygamberlerin (salât-ü selâm hepsine olsun) rüyaları da haktır. Şey­tan onların rüyalarına girip hayalî şeyler yansıtamaz. O bakımdan rüya, peygamberlere yapılan vahyin çeşitlerinden biri olarak kabul edilir. Nitekim Hudeybiye seferinden az önce Hz. Peygamber (A.S.), rüyasında güven için­de başları tıraşlı olarak Mescid-i Haram'a girdiklerini görmüştü. Çok geç­meden bu rüyası gerçekleşti. Hayber'in fethi de fetihlerin ilki oldu. Ardın­dan Mekke fethedildi.

Bunun gibi, Resûlüllah {A.S.) Efendimiz'in peygamberliğinin ilk altı ayı, rüyasında tecelli eden ilâhî bilgi ve haberlerle geçmiştir.

 

Resûlüllah'ıım (A.S.) İnsanlığa Getirdiği İki Büyük Saadet

 

«Peygamberini doğru yol üzere ve hak din ile, diğer bütün dinlere üstün kılmak için gönderen O'dur..»

İnsanlığı yönlendirip onlara hayatın asıl amacını öğreten ve kul ile Allah arasındaki engelleri kaldırıp ruhlara muhtaç bulunduğu manevî gı­dayı veren Resûlüllah (A.S.} Efendimiz, her yönüyle ilâhî rahmeti yansıt­makla birlikte, iki ayrı mutluluk ışığını da beraberinde taşıyor ve insanlığın

önünü aydınlatıyordu ;

1- Hidâyet,

2-  Hak din.

Hidâyet burada, rüyanın doğruluğu ile yorumlandığı gibi, Kur'ân ile de yorumlanmıştır. Zira gerek Onun gördüğü rüya, gerekse getirdiği ki­tap ancak doğru yolu göstermekte ve insanları, Allah'a uzanan bu yola çağırmaktadır.

Nitekim Bakara Sûresi 185. âyette Kur'ân'ın hidâyet olarak indirildiği belirtilmektedir. Böylece Kur'ân, kalp ve kafaları aydınlatıp hak din olan İs­lâm'ı ve bu dinin getirdiği doğru yolda yürünmesini öğretmekte ve insan hayatını amaçsızlıktan, başı boşluktan kurtarıp ona anlam kazandırmak­tadır.

 

İslâm'ın Geleceği

 

Hidâyet ve hak dinin indirilmesi, önceki dinleri yürürlükten kaldırma­ya; bâtıl dinlerin tesirini gidermeye, putperestliğin anlamsızlığını ortaya koymaya yöneliktir ve bu sebeple de son din olan İslâmiyet bütün dinlere üstün  kılınma kudretiyle donatılmıştır.

Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu âyetin ışığında İslâm'ın gele­ceğiyle ilgili şu bilgiyi vermiştir :

«Peygamberlik sizde Allah'ın dilediği kadar kalır; sonra dilediği zaman onu kaldırır. Arkasından peygamberlik yolunda yürüyen hilâfet baslar. O da Allah'ın dilediği kadar (aranızda) kalır; sonra Allah dilediği zaman onu kaldırır. Arkasından ısırıcı hükümdarlık başlar. O da Allah'ın dilediği kadar (aranızda) kalır; sonra Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Arkasından zorba hükümdar dönemi başlar. O da Allah'ın dilediği kadar (aranızda) kalır; sonra Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Arkasından peygamberlik yolu üzere halifelik dönemi başlar..» [25]

Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz kendi ümmetinin hayatını, idare edilme tarzını beş ayrı dönem olarak belirlemiş ve İslâmiyet nasıl peygam­berliğin nuranî havası içinde ortaya çıkıp etrafı aydınlattıysa, beşinci dö­neminde de yine öyle olacak ve o zaman İnsanlığın yüzü gülecektir.

O halde İslâm'ın üstünlük sağlayıp diğer dinleri geri plânda bırakması, sadece Asr-i Saadet'e ve dört halîfe devrine mahsus olmayıp, kıyamete kadar baki kalacak bir hüküm ifade etmektedir.

Bu konuda şahit olarak da Allah yeter, O'nun kitabı olan Kur'ân da yeter.

Nitekim Bernaba'nın (Barnabas) yazdığı İncil'de İsa (A.S.), İslâm'ın ebe­diyen baki ve üstün kalacağını şöyle haber vermiştir: «Ben sizin sözünü ettiğiniz Mesîh (Tesellici) değilim. Zira ben Onun ayakkabısının ipini, çora­bının bağını çözmeye bile ehil sayılmam. O benden önce (nuru) yaratılmış­tır ve O, Hakk'ın sözünü getirecek, dininin sonu olmayacak, ebediyen baki kalacaktır.» [26]

 

Ashab-I Kiram'ın Beş  Büyük Meziyeti

 

«Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı çok çetin  ve serttirler; kendi aralarında birbirlerine karşı merhametlidirler..»

Şüphesiz bir insan için en üstün, en büyük şeref, kulluk çerçevesi içinde Allah'ın Resulü olmaktır. Ancak bu şeref çalışmakla elde edilebilen bir meslek değil, Allah'ın kendi kulları arasından seçip beğendiğime lâyık gördüğü bir iltifattır.

Peygamberlik zincirinin en son, fakat en büyük halkası Hz. Muhammed (A.S.) bu ilâhî iltifata mazhar kılınmış; «Muhammed'ün Resûlüllah» âyetiyle şereflendirilmiştir.

Hz. Muhammed (A.S.), ilâhî mesajın son tebliğatçısı ve ilâhî risâletin emîn dâvetçisi olarak yalnız Allah adına konuşmuş, O'nun namına küfürle, zulüm ve ahlâksızlıkla savaşmış ve sadece Rabbı'nın adıyla hükmetmiştir.

Gerçek bu olunca. Onunla beraber İslâm bahçesinde yerini alan mü'-minlerin de bütün azim ve gayretleri, güç ve imkânları, Hakk'i tebliğe ve Allah'ın varlığına, birliğine davete yönelmeli değil midir? İlgili 29. âyetle bu gerçeğe parmak basılarak CenâbHakk'a imân doğrultusunda vakf-ı hayat eden bahtiyar mü'minlerin beş önemli özelliği açıklanarak sonraki mü'minlere en sağlam misal ve kıstas verilmektedir:

1- Muhammed (A.S.) ile beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddet­lidirler. Çünkü küfür ve azgınlık bulutlarının  kaldırılması,  imân ve irfan güneşini ortaya çıkarmakla sağlanır; inkarcı azgınların tesirleri azaltılın­ca, hak bütün parlaklığıyla alanı doldurur ve bâtıl silinmeye mahkûm olur.

2- Mü'minler birbirlerine karşı  merhametli  ve şefkatlıdırlar.  Çünkü kişisel çıkar, menfaat ve ihtiras söz konusu değildir. İslâm'ın manevî göl­gesi altında birleşip bütünleşme vardır.

3- Kulluğun özünü ve mayasını yansıtan «namaz»ı, derin bir zevk ve derunî istekle kılarlar. Zira mü'minlere göre, en büyük şeref, Allah'a kul olmaktır. Nitekim Cenâb-ı Hak İsrâ olayını konu edinirken «Kulunu gece­nin bir bölümünde..»  anlatımına yer vererek «kulluğun» kendi yanındaki kıymetini belirtmiştir.

Mü'minler namaz ibadetiyle yalnız Allah'ın geniş lütuf ve rahmetini, bol ihsan ve inayetini arzu ederler.

4- Bu mü'minlerin en belirgin alâmetlerinden biri, yüzlerindeki sec­deden oluşan izdir. Zira secde hali, Allah'a en yakın olma dönemi, ve ilâhî ma'rifetin kalpte en çok tecelli, oradan yüze aksettiği anlardır.

5- Tevrat ve İncil'de onların   misalleri,   belirtilen ölçü ve  anlamda haber verilmiştir. Böylece indirilen her kitap kendisinden sonra, indirile­cek kitapları müjdelemiş ve gönderilecek peygambelerden kısmen haber vermiştir. Bir sonra indirilen kitap ta kendisinden önceki kitapları tasdîk etmiş ve onların kadrini yüceltmiştir.

Tevrat ile İncil'in Allah'tan indirilen ilk nüshası zayi' edildiğinden, son­radan tertiplenen her iki kitapta da birtakım yanlışlar meydana gelmiş ve insan sözüyle Allah sözü birbirine karıştırılmıştır. Böyle olmasına rağmen, yine de ilgili âyetle bildirilen hususların izlerine onlarda rastlamak müm­kündür. Meselâ Tevrat'ın Tesniye bölümünün 18/15; İşaya bölümünün 42/5 belgesinde Hz. Muhammed'in (A.S.) bazı vasıfları ve geleceği yarı kapalı bir anlatımla yazılıdır. İncil'de ise, Yuhanna : 16/7-14, Markos : 1-15, Mat­ta : 21/40 belgelerinde Hz. Muhammed'in geleceği haber verilmekte, an­cak isminden sarih olarak söz edilmemektedir.

Bernaba (Barnabas) İncil'inde ise, yirmiye yakın yerinde Hz. Muham-med'den (A.S.) ve Onun birtakım özelliklerinden, ashabının bazı vasıfla­rından söz edilmektedir. 1958 yılında Dr. Halil Saade tarafından tercüme edilip aynı yılda Mısır'da Arapça bastırılıp neşredilen nüshasında, bu ko­nuyla ilgiiryaptığımız tesbitlerin yerlerini aşağıya yazmakta fayda görmek­teyiz :

Bernaba (Barnabas} İncil'i : 39/14, 42/13, 44/19, 54/1-11, 55/20-24, 82/16, 96/3-7, 96/11-15, 97/4-14, 136/18-21, 137/3-8, 191/8, 220/17-20, 208/17.

Ayrıca Markos İncil'inde «Allah'ın Melekût»undan söz edilirken, Hz. Muhammed'in (A.S.) yeryüzüne attığı küçücük gibi sanılan «Tevhîd Tohu-mu»nun nasıl gelişip büyüyeceği temsili olarak anlatılmakta ve «Melekût»-tan maksadın, Allah'ın yeryüzünde kendi adına konuşup hükmedecek, me­leklerle desteklenecek peygamber olduğu dolaylı şekilde belirtilmektedir:

«Ve dedi: Allah'ın melekûtunu nasıl benzetelim? yahut onu ne me­selle önünüze koyalım? Hardal tanesi gibidir ki, toprağa ekilirken her ne kadar yer üzerinde olan bütün tohumlardan en küçüğü ise de, ekildikten sonra büyür ve bütün sebzelerden daha büyük olur, küçük dallar salar; şöyle ki, göğün kuşları onun gölgesi altına yerleşebilirler.» [27]

 

Aydınlatıcı Bir Temsîl

 

«İncil'deki (misalleri) ise, filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, derken ka­lınlaşmış da sapı üzerinde doğrulmuş, (öyle ki) ziraatçının hayranlığını çe­ken bir ekin gibidir..»

Fütuhatcı, diğer bir anlatımla «fâtih mü'minler»i yetiştirme yol ve yön­temi; usûl ve metodu işlenirken dikkat çekici bir misal verilmekte ve öy­lece nefis bir benzetme yapılmaktadır. Şöyle ki:

Atılan imân ve irfan tohumunun filizlenmesi, İslâm'ın ciddi anlamda sistemli ve duyarlı bir eğitim ve öğretimle kalplere, işlenmesinin gereğine işarettir.

Filizin kalınlaşıp kendi sakı üzerinde doğrulması, eğitilip öğretilen gene neslin olgunlaşıp bütün benlik ve enerjisiyle dâvaya sarılmasına işarettir. Öyle ki ne madde, ne makam, ne ölüm, ne de açlık endişesi onları yolun­dan alıkoyabilir.

Sonra da böyle bir imân ve irfan ordusunun arzedeceği satvet ve ih­tişam, bakanların hayranlığını çeker; inkarcı sapıkların ise kin ve öfkesini artırır.

Bütün bu kademeli eğitim ve öğretimin en önemli yanlarından biri de, azıp sapıtan din düşmanlarını korkutmaya, caydırıcı bir güç ortaya koy­maya yönelik bulunmasıdır.

İşte Hz, Muhammed (A.S.) Efendimiz ile beraber olan ve Onun mek­tebinde eğitilip yetiştirilen mü'minler böylesine düzenli, disiplinli, azimli, kararlı ve güçlü idiler."

Şüphesiz bütün bu güzel vasıfların iki temel kaynağı vardır:

a)  Allah'a dosdoğru imân,

b)  Salih ameller..

Âyette gecen «minhüm» zamiriyle, «vellezîne maahüm» ile özellikleri açıklanan cemaatten sonra kıyamete kadar, Hz. Muhammed'in (A.S.) sün-netiyle doğru yolu seçenler kasdedilmektedir. Böylece Kur'ân hem ilâhî mağfireti, hem de büyük ecri bütün mü'minlere teşmil ederek ilâhî rahmet ve inayetin bütün mücahit mü'minleri kapsadığını haber vermektedir.

Fetih Sûresi'ne, «feth-i mübîn» müjdesiyle başlanıldı ve imân edip sâlih amellerde bulunan mücahidlere ilâhî mağfiret ve büyük ecir va'd edi­lerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsîrini bize müyesser kılan CenâbHakk'a hamd-u senalar; kendi sünnetiyle kalp ve kafamızı aydınlatan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun.

 



[1] Tefsîr-i Kurtubi:   16/259

[2] Tefsîr-ü Garâibi'l-Kur'ân/Nizamuddin Nisâbûrî :  26/43

[3] Müsned-i Ahmed- Ebû Dâvud- Nesâî

[4] Buhari/tefsir :   1/48

 

[5] Tefsîr-i Kurtubî :   16/260

[6] Ebû Dâvud/cihâd :   143-  Ahmed :   3/420.  486

[7] Lübabu't-te'vîl :  4/144

 

[8] Buharî/cihâd :   110

[9] Tirmizî/siyer : 34- Müslim/imaret : 68, 76- Nesâî/bî'ât : 7- Dâremî/siyer: 7-  Ahmed :   3/292.  355,  381,  395/25

[10] Sahîh-İ Buharı:  îbn Ömer  (R.A.) dan

[11] Îbn Ebî Hatim- îbn Kesir : 4/185

 

[12] Tirmizî/menâkıb :  57, 58

[13] Tirmizî/menâkıb :  Hadisteki bu anlatım, kızıl tüylü devesini daha çok sevip Allah yolunda cihâda katılmayan veya bu gibi ganimete erişmek için ci­hâda katılan kimse ile yorumlanmıştır.

 

[14] Tefsir-i Kurtubl ;  16/280

[15] Müsned-i Ahmed :   1/342-4/87.  325

[16] Taberânî-îbn Kesir:  4/193

 

[17] Tefsîr-i Kurtubî :   16/289,  290 - Lübabu't-te'vîl :   4/160

[18] Tefsîr-i İbn Kesir : 4/201 f

[19] Müslim/birr :   67

[20] Buharî/salât: 88, edeb :  36, mezâlim : 5- Müslim/birr :  65- Tirmizî/birr: 13- Nesâî/zekât: 67- Ahmed : 4/104,405

[21] Buhari/şehadet : 9, fezâil-i sahabe :   1, rikak ;  7, eyman :  10, 27- Tirmi-/fiten :  45- İbn Mâce/ahkâm :  27- Ahmed :   1/378, 417, 434, 438, 442-2/228

[22] Müslim/fezâil-i  sahabe :   210, 211.   212,   214,   215-   Ebû   Dâvud/sünnet : 9-  Ahmed :   2/327 -6/156

[23] Tirmi2Î/menakıb :  25, 36

[24] Buharî/fezâil-i sahabe :  5- Müslim/fezâil-i sahabe 221, .222

 

[25] Müsned-i Ahmed :  4/273

[26] Bernaba İncil'i: 42/14

 

[27] Markos İncil'i:   4/30-32