HUCURAT SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Adabı Muaşerat 2

Dördüncü Ve Beşinci Ayetler İçin Müfessirler Şunlan Aktarıyorlar: 3

Haberleri İrdelemek. 4

İhtilaf Hallerinde Adaleti Ayakta Tutmak. 5

Alay İslami Bir Tavır Değildir. 8

Zan "Gerçek"Ten Birşey Barındırmaz. 8

Üstünlük Takvadadır. 10

Mü'min Müslim Ayrımı 12

 

 

 

 

HUCURAT SURESİ

 

Kur'an'daki Sırası        : 49

Nüzul Sırası                : 105

Ayet Sayısı                  : 18

indiği Dönem               : Medine

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûrede, gerek Rasulullah (s), gerekse diğer bazı şahsiyetler karşısında müslüman-lar için gerekli olan eğitim, öğretim, ahlaki, sosyal ve siyasi tutumlar ve günlük davranış­larla ilgili bölümler yer almaktadır.

Ayrıca süre, Rasulullah dönemindeki Arapların davranışlarından ve İslam'a karşı tu­tumlarından pasajlar ihtiva etmekle beraber, mü'minlerin imanlarının doğruluğunu göste­ren bir ölçü ve Arapların islam yurduna ve islam devletine girebilmeleri için sınırların geniş tutulması keyfiyetlerini kapsamaktadır.

Bu bölümler arasındaki konu ahengi ve uyumu, bizi sürenin ya bir defada ya da ayet­lerinin ardarda indirilmiş olduğu fikrini benimsemeye sevketmektedir. Ayetlerinin indirilişi hakkında ileri sürülen rivayetlerden tercih edilen odur ki, bu sûre bir defada indirilmiş de­ğildir. Sûrenin son bölümü bağımsız haldedir. Zira rivayetler son bölümle sûrenin diğer bölümleri arasındaki öğretici konuların ilişkili olduğuna işaret etmektedir.

Süre içerisinde ayetlerin tertibine yönelik fikirler ileri sürebilmek için herhangi bir işaret yoktur. Ne var ki, güvendiğimiz mütevatir mushafta yer alışı itibariyle Mücadele sûresin­den sonra indirilmiş olduğu bilinmektedir. Sûrelerin tertibi konusunda gelen rivayetlerden bir çoğu buna işaret etmektedir[1]. Bu hususta itimad ettiğimiz mushafın rivayetlerini dikkate aldık. Doğrusunu bilen yalnızca Allah'tır. [2]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1-  Ey inananlar! Allah'ın ve Rasulü'nün huzurunda öne geçmeyin, Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bi­lendir.

2-  Ey inananlar! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üzerine çıkarmayın. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.

3- Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar[3] öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.

4- Odaların'[4] arkasından sana bağıranların çokları düşün­cesiz kimselerdir.

5-  Onlar, sen kendilerinin yanlarına çıkıncaya kadar bek-leselerdi, elbette kendileri için iyi olurdu. Allah çok bağış­layan, çok esirgeyendir.

 

Adabı Muaşerat

 

Birinci ayette; hiçbir hususta ister sözle ister fiili olarak Peygamber'in sözünü, uy­gulamasını, görüşünü belirtmesini ya da suskunluğunu beklemeksizin ileri atılıp Pey­gamber'in önüne geçmemeleri için müslümanlara yönelik emir ve uyarılar yer alırken, söylenen her şeyi duyan, emir ve yasaklarının çiğnenmemesi için gözetilmesi gereken her şeyi bilen Allahû Teala'dan korkma (takva) teşvik edilmektedir.

İkinci ayette; Peygamber'in yanında seslerini yükseltmemeleri, kendi aralarında bir­birlerini çağırdıkları gibi Peygamber'i çağırmamaları ve birbirlerine bağınp çağırırken kullandıkları uygunsuz tutumları Peygamber'e karşı kullanmamaları için müslümanlara yönelik bir yasağın yer alması yanında, bu yasaklara uymayanların yaptıkları amellerin Allah katındaki sevaplarının kendileri farkında olmadan yitip gideceği, belirtilip gerekli ikazlar sakındırma ve uyarılar vurgulanıyor.

Üçüncü ayette; ikinci ayetteki yasaklamanın pekiştirilmesi ve ortaya çıkacak olan sonuçlara üzülmenin gereği vurgulanırken, Peygamber'in huzurunda seslerini gizleyen­lerin değerlerinin yüceltilmesi hususu yer almaktadır. Ayette belirtildiği üzere Allah (c) bu kimselerin kalplerini temizlemiş böylece onlar, Allah korkusunun bir gereği olarak Peygamber'in huzurunda edepli davranma hassasiyetini gösterdiklerinden Allah katında günahlarının affolunmasına ve büyük bir sevaba layık olmuşlardır.

Bunlardan sonra gelen ayette ve beşinci ayette ise; Peygamber'i mescidde bulama­yınca odaların dış taraflarından yüksek sesle çağıranların yaptıkları bu işin ayıplanması ve bu tip eylemlerde bulunanların bir çoğunun düşüncesiz cahil kimseler oldukları hu­suslarının anlatılması yer alırken Peygamber'i bulamayınca kendilerinin yanına gelince­ye kadar beklemelerinin kendileri için daha hayırlı ve iyi olacağı ifade edilmekte ve he­men bunun yanında bilgisiz ama iyi niyetli oluşları dolayısıyla bu tip hatalar yapmış olan kimselerin Allah'ın acıma ve bağışlamasına sığındıklarında Allah'ı bağışlayıcı ve çok acıyıcı bulacakları vurgulanmaktadır.

Açıkça görüleceği gibi, bu ayetler Peygamber'in şahsında eğitim ve sosyal uyuma aiatEr üç konuyu kapsamına alır. Müfessirler[5] buradaki her konuya kendine özgü bir mü­nasebet rivayet ederek birinci ayetin indirilme nedeni ya da birinci konunun münasebeti uçan şunları aktarıyorlar:

1- "Temimoğullan'ndan bir heyet geldi. Hz.Ebubekir onlara kendi aralarından birini başkan seçmelerini önerdiğinde Hz.Ömer bir başkasını teklif etmişti. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Hz. Ömer'e: "Bana muhalefet etmekten başka bir şey yapmıyorsun" deyince Hz. Ömer, davranışının öyle anlaşılmamasını istedi. Tartışmalarını sürdürürlerken sesle­ri bir hayli yükselmişti. Oysa o anda Peygamber'in huzurunda bulunmakta idiler. Pey­gamber (s) de kendilerine bu husustaki fikirlerini sormadığı gibi, kendi fikrini de belirt­memişti. Bu olumsuz durum, sözkonusu ayetin iniş nedeni olmuştur." İmam Buhari bu husustaki rivayetini Abdullah bin Zübeyr'den yapmıştır[6].

2-  Ramazan ayının hilali görünüp Peygamber'in oruç tutulmasını ilan etmesinden önce bazı müslümanlann oruca başlamaları dolayısıyla bu ayet indirilmiştir.

3- Kurban bayramında Peygamber (s) daha kurban kesmezden önce bazı müslüman­lann kurban kesmeleri nedeniyle bu ayet indirilmiştir.

İkinci ayetin indiriliş nedeni ya da ikinci konunun münasebeti için şunlar rivayet olunmuştur:

Bu ayet Sabit bin Kays isimli bir müslüman hakkında indirilmiştir. Sabit'in sesi gür idi, bundan dolayı da sesi Peygamber'in sesinden daha çok çıkıyordu. İmam Buhari ve Müslim kitaplarının tefsir bölümünde şöyle rivayet etmekteler: "Bu ayet indirildiğinde Sabit evinde başını önüne eğip kaldı. Peygamber (s) onu göremeyince ne olduğunu sor­du. Birisi Sabit'i iyi tanıdığını belirterek gidip bakabileceğini ifade etti. Adam Sabit'in yanına geldiğinde: "Nedir bu halin?" diye sorunca Sabit: "Kötüyüm" diye cevapladı ve devam etti, "Sesim Peygamber'in sesinden daha çok çıkıyordu. Buna görede benim tüm yaptığım ameller boşa çıkıp cehennemliklerden oldum" Adam Peygamber'e gelerek du­rumunu anlattı. Peygamber (s): Git, ona: "Sen cehennemliklerden değilsin, sen cennet­liksin" de dedi[7].

Dördüncü ve beşinci ayetler için müfessirler şunları aktarıyorlar.

1- "Peygamber (s) bir topluma askeri bir birlik gönderdi. O toplumun erkekleri kaç­tılar. Askeri birlik de kadınlarını esir alıp döndü. Çok geçmeden o toplumun erkekleri hemen Peygamber'le anlaşmak ve esirleri kurtarmak üzere Medine'ye geldiler. Mescide girip ailelerini göremeyince ağlamaklı oldular ve odaların arkasından Peygamber'e ses­lenerek yüksek sesle bağırıp çağırmaya başladılar. Öyle ki, öğle uykusunda olan Pey-gamber'i uyandırdılar. Bundan dolayı da bu ayetler indirildi. Bir rivayette de şunlar geç­mektedir: Peygamber (s), esirler konusunda hüküm versin diye onların toplumuna men­sup olan bir müslümanı hakem tayin etti. Hakem esirlerin bir kısmının serbest bırakılıp diğer kısmından fidye alınması hususunda Peygamber (s) ile mutakabata vardı."

3- Bu ayetler, Medine'ye gelip Peygamber'i mescidde göremeyince onu öğle uykusundan uyandırıncaya kadar bağırmaya başlayan Temimoğullan'na ait bir heyet hakkın­da indirilmiştir.

İş, ne türde cereyan etmiş olursa olsun, ayetlerin muhteva ve ruhundan anlaşılan o dur ki, bunlar Peygamber'in şahsına karşı müslümanların göstermeleri gereken hürmet ve saygıyla O'nun huzurunda iken takınmaları gereken edep ve terbiyeyi kendilerine öğretmek için indirilmiştir. Bunu destekleyen pek çok rivayet de mevcuttur. Ayetlerin takibettiği seyirden ve muhtevalarındaki konuların birbirleriyle olan yakınlıklarından dolayı bizim tercih ettiğimiz husus ortada tam bir birliktelik olsun diye bu sûrenin bir defada ve bazı münasebetlerle indirilmiş olduğudur. Nitekim bu münasebetler sözkonu-su edilen eğitim ve öğretimi hedefleyerek sûrenin başında yer almaktadır. Hatta biz, bu­rada şu beş ayetin ve bu sûrenin çoğu ayetlerinin bir defada indirilmiş olduğu fikrini be­nimsememiz yanında diyoruz ki, sûrenin ayetleri bir bütün olarak neleri ihtiva ediyorsa ayetlerin dizilişleri itibariyle de sûre aynı hususları ihtiva etmektedir.

Henüz daha başlangıcında bulunduğumuz beşinci ayet ise; şu hususlara işaret et­mektedir.

1- O dönem Araplannm, hitabettikleri şahısların toplum içindeki konumlarını dikka­te almaksızın birbirlerine gösterdikleri davranışları hiç bir kurala bağlı kalmadan top­lum büyüklerine ve yöneticilerine karşı da gösterdiklerini genel hatlarıyla ifade ediyor.

2- Müslümanlardan bir grubun daha bu ayetler inmeden önce Peygamber'e karşı ge­rektiği gibi saygılı davranıp hürmetkar olduklarına işaret etmektedir.

Burada, Peygamber'e karşı ve O'nunla konuşurken gösterilmesi gereken saygı ve hürmetin ifadesi yanında belki, bu durumun yalnızca Peygamber'in yüce şahsına özgü bir davranış olmayıp, İslam terbiye sisteminin ayetlerle belirlenmiş genel bir terbiye ve davranış biçimi olduğu da söylenebilir. Doğruları bilen yalnızca Allah'tır. [8]

 

6-  Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir ha­ber getirince onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeye­rek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığını­za pişman olursunuz.

7-  Bilin ki, Allah'ın elçisi içinizdedir. Şayet O, bir çok işler de size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz'[9]. Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalplerinizde süsledi ve size küfrü, fışkı ve isyanı (hakikati tanımamayı, sınırı aşıp yol­dan çıkmayı, başkaldırmayı) çirkin gösterdi. İşte doğru yol­da olanlar bunlardır.

8-  (Bu size) Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir, hakimdir.

 

Haberleri İrdelemek

 

Bu ayetlerdeki hususlar şöyle sıralanabilir:

1- Hangi kanalla gelirse gelsin tüm haberlerin özellikle haktan sapmış bozuk karak­terli ve doğrulukları şüpheli olan şahsiyetlerin yani fasıkların getirdikleri haberlerin mutlaka araştırılması, her haberin hemen tasdik olunmaması ve doğruluğu araştırılma­mış haberlere dayanarak insanlar hakkında hüküm verilmemesi ve kesin haberlerden uzak olunduğu zaman iyi şahsiyetlerin herhangi bir hususta suçlanmaması hususlarının müslümanlara emredilmiş olması. Bu hususlara dikkat edilmediğinde müslümanların davranışlarından dolayı pişman olacaklarının vurgulanması keyfiyeti.

2-  Ayetlerde bu husus ardarda sıralanan bir ikazlar zinciri halinde yer alırken, Pey-gamber'in müslümanlar arasındaki varlığının itibara alınmasının gerekliliği gündeme getirilmekte ve eğer Peygamber kendine her söyleneni tasdik edip uygulayacak olsa idi bu durumun müslümanlara sıkıntılar getireceği belirtilmektedir. Bunlar anlatılırken Al­lah'ın müslümanlara verdiği nimetler, üstünlükler ve kendilerine imanı sevdirip onunla kendilerini süslemesi hususları da sıralanmaktadır.

"Ey inananlar! Size hak yoldan sapmış bir kişi bir haber getirdiğinde onun doğru­luğunu araştırın. Yoksa ..." ayeti ve bundan sonra gelen iki ayette bir takım telkinler yer almaktadır. Tefsir alimleri bu hususta değişik şekillerde ve senetlerde bir çok rivayetler yapmışlardı[10]. Bunlardan biri de İmam Ahmed'in rivayetidir. Bu rivayette şöyle geçmektedir: "Peygamber (s) Velid bin Ukbe bin Ebi Muit'i Müstalikoğulları kabilesinin sadakalarını toplasın diye vergi memuru olarak gönderdi. Ama bu sıralarda Velid ile Müstalikoğulları arasında İslam öncesi cahiliyye döneminden beri süregelen bir düş­manlık vardı. Velid'in gelişi onlara ulaştığında Allah Rasulü'nün bir elçisi sıfatıyla onu karşılamak üzere toplandıklarında Velid onların bu durumunu kendine kötülük edecek­ler diye yorumlayıp Rasulullah'ın yanına döndü ve durumu kendisine haber verip onla­rın kötü niyetlerinden ve dinden dönmüş olduklarından dem vurdu. Bu durum Allah Ra­sulü'nün onların üzerlerine bir ordu gönderecek kadar kızmasına neden oldu. Bazı riva­yetlerde Müstalikoğulları'nın üzerine bu olaydan dolayı Rasulullah'ın Halid bin Velid'i gönderdiği hususu da yer almaktadır. Rasulullah'ın bu tutumu karşısında Müstalikoğul­ları'nın ileri gelenleri vakit kaybetmeksizin hemen Peygamber'in yanına giderek kendi­sine ulaşan bu haberin yalan olduğuna dair yemin ettiler. Bu hususu destekleyecek hare­ketlerde de bulunup gerekli sadakalarını da O'na teslim ettiler. Diğer bir rivayette de üzerlerine gönderilen Halid bin Velid onlara saldırmazdan önce onların durumlarını öğ­renip doğru söylediklerini tesbit etmişti onlar da doğruluklarının bir işareti olarak sada­kalarını ona teslim etmişlerdi. Bu tip rivayetler, bu ayetlerin iniş nedenine uygundur.

Bu meyanda, bizim ayetlerden anladığımız; ayetlerin haberi getireni fasık olmakla nitelemesi, ortadaki durumu onaylamanın elçi Velid'e ağır gelmesi ve Peygamber'in olayı kanıtlaması, hususlarıdır. Hele özellikle buradaki elçinin durumu dikkate değerdir. Velid bin Ukbe kendisi Muhacirlerdendir. Babası, Peygamber'e karşı çok sert tutumlu bir kimse idi. Velid, babasını terkederek Peygamber'e iltihak etmişti. İşte bundan dolayı Peygamber'e gelen haberi onaylamak ağır gelmişti. Zira Velid, kendisine düşman olan bir topluma vergi memuru olarak gönderilmişti.

İşin durumu ve boyutları ne olursa olsun ayetlerin iniş nedeni doğruluğu kanıtlan­mamış bir olayın Peygamber'e intikal etmesi ve bunun doğurduğu durumlarıdır. Eğer Peygamber gelen haberlerin doğruluğunu araştırmadan bir karar verecek olsaydı, temiz insanlara karşı bir haksızlık yapmış olacaktı. Burada birinci ayetten önce bir genelleme­nin, eğitim ve öğretime dair olan ayetlerden sonra yeniden gündeme gelişi; ikinci olarak ise, daha önce geçen ayetlerdeki durumlarla ilgili bir alakasının olması sözkonusudur. Nitekim bu ayetlerin inişleri ve siyak birliktelikleri arasında bir alaka sözkonusudur. Buna binaen buradaki olayın bu ayetlerin indirilmesinden önce gerçekleştiğini tahmin etmek mümkündür. Öyleyse sûrenin inişi müslümanlara bir uyarı ve sakındırma vesilesi olmuştur. Sûrenin muhtevası ve ayetlerin takip ettiği seyir eğitim ve öğretim bölümle­rinden oluşmaktadır.

Ayetlerin doğal olarak genel ve sürekli bir eğitim ve öğretimi ihtiva etmesi yanında ahlaki ve içtimai durumları da kapsamlı olarak sunmakta oldukları aşikardır. Bundan sonra gelen iki ayette bu önemli telkinin pekiştirilmesi sözkonusu edilmektedir. Çünkü, bir haberin doğruluğunun tespit edilmesi, vahiy ve ilhamla desteklenen ve kendisine tâbi olanlar üzerinde büyük ruhsal etkisi olan ve Allah'ın gözetimi altında bulunan bir Ne-bi'nin içerisinde yer almadığı durumlarda daha büyük bir öneme haizdir ve bu kaçınıl­maz bir durumdur. Bu hususta İmam Tirmizi şunları rivayet etmektedir: "Ebu Said El-Hudri, 'Bilin ki, Allah'ın elçisi ar anızdadır. Şayet O, birçok hususta size uymuş olsaydı sıkıntıya düşerdiniz' ayetini okuduktan sonra şöyle dedi: 'İşte şu ayette bahsolunan kişi kendisine vahiy gelmekte olan Nebinizdir ve imamlarınızdan hayırlı kimselerdir. Eğer Nebiniz kendi döneminde insanlara bir çok konuda uymuş olsaydı sizler sıkıntıya düşer­diniz. Ya bugünkü durumlarda haliniz nice olur."[11] Bu hususta müfessir el-Kasımi şöyle diyor: "Katade dedi ki; 'Bir haberi araştırarak karar vermek Allah'tan, hemen acele dav­ranmak ise şeytandandır' Bu husus Kur'anî telkinle beraber seyrini sürdüren sürekli tel­kini kapsamına almaktadır.

"Eğer hak yoldan sapmış bir fasık size bir haber getirecek olursa onu araştırın" cümlesi haberci, haber-hikaye aktarıcısı ve şahitler hakkındaki adalet şartını öngören Kur'anî dayanak noktasıdır. Bundan destek alınarak fasıklığı bilinen bir kimsenin getir­diği haberlerin reddolunması gerekmektedir. Burada geçen "fısk" kelimesi, Allah ve Peygamber'in emrettiği şeyleri yapmayıp haktan sapmak, azgınlaşmak, Allah ve Rasu-lü'nün yasakladıklarından kaçınmamak ve iman, kulluk, ahlak ve toplumsal yaşantıya dair olan hususlarda onların çizdikleri sınırlan tanımamaktır.

Durumu bilinmeyen işlerde yani fasık olup olmadığı konusunda herhangi bi fikrin olmadığı hususlarda alimlerin ihtilafları sözkonusudur[12]. Alimlerden bazıları, fasıklığı bilinmeyenin; fasıklık ihtimali olduğundan reddolunmasına bazıları da kabul olunması­na karar vermişlerdir. Çünkü Kur'an fasıklann getirdikleri haberlerin araştırılmasını em­retmektedir. Hakkında herhangi bir şey bilinmeyenin ise fasıklığı da kabul olunabilir ni­teliktedir. İşlerin doğrusunu bilen Allah'tır. [13]

 

9- Eğer inananlardan iki grup vuruşurlarsa onların aralarını düzeltin, şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah'ın buyru­ğuna) dönerse artık adaletle onların aralarını düzeltin ve adil olun. Allah adil olanları sever.

10- Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin ara­sını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet olunsun.

 

İhtilaf Hallerinde Adaleti Ayakta Tutmak

 

"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin" ayetinin ve bundan sonra gelen ayetlerin muhtevasındaki hükümler, telkinler sûre temasına uy­gun hususlar ve ayetlerin ardarda çizdikleri hareket hattı, İslam devletleri arasında taki-bedilmesi gereken hususlardır.

Bu ayetin hemen ardından gelen diğer iki ayetin ifadesi açıktır. Bu ifade; inanan iki kesimin birbirleriyle savaşa tutuşmaları durumunda müslümanlann onların aralarını bu­larak uyuşturmalarını taraflardan birinin bu durumla yetinmemesi ve diğer tarafa yeni­den saldırması ya da saldırıya devam etmesi durumunda bu zulmün durdurulması ve ba­rışın sağlanması için saldırgan tarafı saldırganlıktan vazgeçirip Allah'ın hükmüne bo­yun eğinceye kadar saldırmalarını, adalet ve hak ölçülerini bulmalarını ve anlaşma sağ­lamalarını gerektirmektedir. Müslümanlar, bu hattan ayrılmazlarsa her iki taraf da kendi hakkına kavuşacak, adalet sağlanımı olacaktır. Allah da adaletli davrananları sever. Bu ayetin hemen ardından gelen iki ayeti destekleyici bir siyak takip etmektedir. Nitekim, "inananlar kardeştirler" diye buyrulmaktadır. Öyleyse müslümanlar arasında herhangi bir tartışma ya da çekişme olursa üçüncü taraf müslümanlara düşen görev; bu olumsuz­luğun ortadan kalkması için Allah'ın rahmetine ulaşmayı hedefleyerek, O'nun gözetim ve takva hususlarının bilincinde olarak barış ve anlaşma yolunda ilerlemektir.

Tefsir alimleri bu ayetlerin indirilişleri hakkında bir çok rivayetler nakletmişlerdir[14]. Bu rivayetlerden bir kısmını İmam Müslim rivayet etmiştir. Bunlardan biri de Rasulul-lah'a karşı edepsiz ve terbiyesiz bir tutum takınan Abdullah bin Ubey'in neden olduğu problemlerdir. Münafıkların ileri gelenlerinden olan Abdullah bin Ubey, Evs ve Hazrec kabilelerinden bazı kimseler arasında münakaşalara sebep olmuş ve bu münakaşalar da yerini vuruşmalara ve sopalı saldırılara bırakmıştı. Bir diğer rivayette ise durum şöyle­dir: "Bu iki ayetin indirilme sebebi, bir kocanın hanımına karşı haksızlık etmesidir. Bu haksızlığın ardından kadının yakınları üstünlük sağlayınca iş iki tarafın birbirlerini döv­meleri şekline dönüşmüştü".

Bu ayet incelendiğinde görülecektir ki, özel işler ve özel haklar uğrunda çıkan kavga ve uğraşılarda adaletle

sonuca gidilmelidir. Bundan dolayı da bu hususta yapılan rivayetlerden birincisini tercih etmek durumundayız. Çünkü bu rivayet ikinci rivayette söz-konusu olan olaya değinecek bir yapıdadır. Sûre içinde yer alan eğitici ve öğretici konu­ların aşağı yukarı aynı türden olması bize bu ilhamı vermektedir. Yani bu iki ayetin in­dirilmesine neden olan olay daha sûrenin baş tarafında geçmektedir. Bu da, bu ve ben­zeri olayların vukuunda müslümanların takınmaları gereken tutum ve davranışlar doğ­rultusunda beliren öğretici bir bölümün sûrede yer almasına neden olmuştur.

Sûrenin bu iki ayeti, müslümanlardan iki grup arasında çıkmış bir tartışma ve savaş­ma içerisinde üçüncü taraftan müslümanlar için mükemmel bir eğitim programını kap­samaktadır. Dikkat edilecek olursa, ayet kargaşa ortamında kendine üçüncü tarafı muha­tap alıp bu ortamda tarafsız ve suskun kalmaması gerektiğini ve aksine ıslah yolunu tu­tup adaletle hareket ederek her hak sahibine hakkının verilmesi haksızlığa uğramış tara­fın yanında adaletle yer alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

Her iki ayetteki ifadelerin de genele hitap etmesi, ayetlerin muhtevasındaki eğitim ve öğretimi genel ve sürekli bir telkin haline getirmekte, her yer ve zamanda müslüman­ların takip etmesi gereken adalet yolunu bir görev haline dönüştürmektedir. Ayetlerin muhtevası içerisinde müslümanlar arasındaki kardeşliğin temellerinin pekiştirilmesi ve İslam kardeşliğinin oluşturulması için, aralarında oluşacak olan çekişme, azgınlık ve haksızlıkların giderilmesi için bir rapor da yer almaktadır. Ayetlerin ihtiva ettikleri gü­zellikler ve yücelikler ortadadır.

Bu hususta şöyle demek de doğru olur: Kendi aralarında çekişen ve dövüşen iki müslüman taraf; bir kabilenin insanları, bir ailenin bireyleri, bir şehrin sakinleri ve bir devletin sınırları içinde yerleşmiş vatandaşları olabildikleri gibi birbirinden tamamen bağımsız güç sahibi iki devlet de olabilir. Bunlar arasındaki çözümlerin tümünde aynı sistem geçerlidir.

Sistemin uygulanmasında iş, birbirlerine üstünlükleri olmayan iki toplum ya da ken­dilerine has güçleri olan iki bağımsız devlet arasında meyadana gelmiş bir çekişme, ça­tışma ya da savaşın durumuna göre önem arzetmektedir. Eğer taraflar arasındaki çatış­maya herhangi bir üçüncü taraf, adalet ölçüleri doğrultusunda müdahale edecekse çatı­şan taraflardan azgınlık ve haksızlık edeninin üçüncü tarafa saldırması için herhangi bir neden husule gelmiş değildir. Eğer, bu çatışma herhangi bir beldedeki aile bireyleri ara­sında yahut iki kabile arasında ya da bir ülke içindeki iki şehir sakinleri arasında meyda­na gelmiş ise o yörenin yöneticisi haksız olandan haklı olanın hakkını almaya ve adaleti sağlamaya ya da bir başka deyimle insanların canlarını ve kanlarını koruyarak Allah'ın hakkını korumuş olmaya muktedirdir.

Bu tıp olaylarda hükümet üçüncü bir taraf olarak değerlendirilmez. Devletin içinde bulunduğu koşullar onu bir üçüncü taraf olmaya götürse bile, müslüman olan iki devlet ya da toplum için buradaki iki ayetin hükmü geçerlidir. Çünkü bu tip olaylarda aynı devletin çatısı altında bulunan iki toplum ellerine geçirdikleri bir güç nedeniyle bir baş­ka devlete saldırıya geçemezler.

Halife Osman'ın öldürülmesinin ardından müslümanlar arasında patlak veren elim olaylar ve sonrası bu kabildendir. Nitekim, öldürme işleminin hemen ardından müslü­manlar bir devletin yönetimi altında bulunduklarından bir imamın etrafında toplanıp bir başka imama ya da başkana yahut topluma yardım etmeye koyulmuşlardı. Bu durumda gelişen olaylar içtihada dayalıdır. İçtihadlar; kimin haklı kimin haksız olduğunun belir­lenmesi veya herhangi bir kararın toplum yöneticisinin kararı olup olmaması şeklinde­dir, yoksa detaylara kadar geniş bir açıklama alanına sahip bir tefsir programı değildir.

Biz, bununla birkaç İslam devletinin kurulması ihtimali içerisindeki bir hususun or­taya çıkmasını ve anlaşılmasını istiyoruz. Bu hususta Kur'an-i Kerim, tüm müslümanla-n ve onların maslahatlarını yapısı içerisine alan Peygamber'in başkanlığı konusuna de­ğinerek işin gerçeğine işaret etmektedir. İş bu boyutlarıyla Raşid halifeler döneminde de devam etmiş ve bu dönemin hemen ardından da kısa sayılmayacak bir süre daha varlığı­nı korumuştur. Buna binaen diyebiliriz ki, İslam'da esas devlet birliğidir. Ne var ki, bu hususta Kur'an ve sünnette kesin ve açık bir delil bulunmasa da Kur'an'da geçen "u-lu'l-emr" kavramı çoğul sigasıyla gelmiştir ve bu hususa işaret etmiştir. "Allah'a, Pey­gamber' e ve sizden olan yetki sahipleri (ulu'l-emr)ne itaat edin" (Nisa 95). Bu ayet İs­lam'da bir çok devletin kurulacağına işaret ihtimali taşımaktadır. Müfessir Taberi şunla­rı rivayet etmektedir. "Ali ve Muaviye arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre, Hz. Al­i'ye Irak'ın yönetimi ve diğer bazı bölgeler müstakil olarak bırakılırken, Muaviye, Şam ve bazı bölgelerde bağımsız olacaktı. Uygulamaya konulan bu anlaşma, ayetlerin önce­den bildirmesi yahut da buna dayalı bir fetvadan ibarettir. Bunun caiz olduğuna dair de­lil ise hem bu ikisinin sahabelerden oluşu hem de bunlara yardım edenlerin Peygambe­r'in sahabelerinden ya da onlara iyiliklerde tabi olanlardan oluşudur"[15].

Şimdi diğer iki ayete geçelim. Bu ayetlerde birkaç İslam devletinin aynı anda varo-labileceğine dair işaretler daha geniş kapsamlı ve daha kuvvetlidir. Bunlardan kaçınmak dini bir günah olmakla beraber bu iki devlet arasında değişik alanlardaki yararlar, mas­lahatlar, savunmalar ve yardımlaşmalar konusunda tam bir dayanışma vardır. İki ya da daha fazla devlet arasında çatışma, anlaşmazlık ve hatta savaş çıktığı zaman diğer dev­letlere düşen görev, ayetlerde açıklanan sisteme göre bu olaya müdahale ederek tarafları çatışma ve savaşmayı bırakarak Allah'ın emirlerine ve hakka boyun eğmeye çağırmak­tadır. Bu hususta herhangi bir korku ve büyüklenme yoktur. Özellikle burada bu siste­min oluşturduğu nizamı incelediğimizde, gösterdiği amacın gerçekleşmesi için verile­cek çabalara değecek bir değere sahip olduğunu, dünya devletleri ve milletlerinin yal­nızca bu amaçla mümkün olduğunu görüyoruz. Kur'anî hidayetin ve kalıcı mucizenin ağırlık ve heybeti kendini göstermektedir.

Aralarında çatışma ve savaş çıkmış taraflartan haksızlık edenin belirlenmesi hiç kuş­kusuz çok hassas bir konudur. Hele ortadaki durum değişik sebeplere dayanmaktaysa bu hassasiyetin ağırlığı daha da artmaktadır. Zira üçüncü tarafın haklı haksız konusunda bir karar vermezden ve bir tarafa yardım etmezden önce çatışan tarafların devlet mi yoksa topluluk mu olduklarına bakmaksızın çok sıkı bir araştırma yapması gerekmekte­dir. Nitekim bizlere kadar uzanan sıhhatli rivayetlerden anladığımıza göre halife Os­man'ın öldürülmesinden sonra taraflar arasında çatışma patlak vermişti. Rasulullah'ın ashabı ve onlara hayırda uyanlar, herhangi bir karar vermezden evvel, eldeki verileri çok sıkı bir incelemeye tabi tutmuşlardı.

Ayetlerin sıralanışı, özellikle adalet, İslam kardeşliği, bu kardeşliğe düşen görevler ve İslami dayanışma hakkında telkin ve nasihat içeren birçok hadis müfessirler tarafın­dan rivayet olunmuştur. Bu hadislerden biri de Abdullah bin Amr'dan yapılan[16] rivayet­te şöyle geçmektedir. "Dünya hayatında adaletli davrananlar adaletleri nedeniyle Aziz ve Celil olan Rahman'in ellerinde bulunan inciden bir minber üzerindedirler. "Bu hadi­sin bir başka şekilde de anlatımı rivayet olunmaktadır: "Adaletli davrananlar kıyamet gününde Allah (c) katında arşın sağ tarafındaki nurdan bir minber üzerindedirler. Buna sebep te onları daha dünyada iken verdiği kararlarında, kendilerine yüklenen işlerde ve üzerlerine aldıkları meselelerde adaletli davranmalarındandır."[17] Seyhan'ın (Buhari ve Müslim) Numan bin Beşir'den rivayet ettikleri bir hadiste ise şunlar geçmektedir: "Bir­birlerini sevme, birbirlerine acıma ve birbirleriyle bağlılıkta mü'minler tek bir vücud gi­bidirler. Bu vücudun bir organı incindiğinde vücudun tümü aynı acıyı duyarak ızdırap ve huzursuzluk içerisinde kalır"[18] Seyhan (Buhari-Müslim) ve Tirmizi'nin Ebu Mu­sa'dan yaptıkları rivayet şöyledir: "Mü'minin bir diğer mü'mine göre durumu, bir bina­nın birbirlerini sağlamca tutan yapısı gibidir"(Rasulullah bunu dedikten sonra ellerini birbirine kenetledi)[19]. Bu hususta daha başka hadislerde mevcuttur. Dört hadis imamı­nın Ebu Hureyre'den aktardıkları hadiste şunlar geçmektedir: Peygamber (s) şöyle bu­yurdu: "Birbirinize hased etmeyin, birbirinize karşı kin gütmeyin, birbirinizin yaptığı satışın üzerine biriniz satış yapmasın. Allah'ın kulları olarak birbirinizle kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulüm etmez, onu aşağılamaz ve onu hakir gör­mez. (Göğsünü göstererek) Takva şuradadır. Müslüman bir kardeşini hakir görmek bir kimseye kötülük olarak yeter. Müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzı haramdır"[20].

Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den yaptıkları rivayette şunlar geç­mektedir: "Cennet'in kapıları Pazartesi ve Perşembe günleri açılır. Müslüman kardeşiy­le arasında düşmanlık olanlar dışında Allah'a ortak koşmayan herkes affedilir. (Arala­rında düşmanlık olan kimseler kastedilerek) "Kendi aralarında anlaşıncaya dek onları gözetiniz denilir."[21] Bu hadis bir başka yolla başka bir şekilde rivayet olunmuştur. Ebu Eyyub'tan rivayet olunan bir hadiste de şunları görüyoruz: Rasulullah (s) buyurdu ki: "Müslüman bir kimsenin müslüman kardeşine üç geceden fazla küskün durması ve onu terketmesi helal değildir. Çünkü bunlar birbirlerini gördüklerinde o, ondan diğeri de on­dan yüzçevirir. Bunlardan en hayırlı olanı ilk selam verip aradaki kırgınlığı sona erdi­rendir." Bu hadisi dört hadis imamı rivayet etmişlerdir.[22]Bu hadis te başka yollardan ve daha başka şekilde rivayet olunmuştur.

Bazı müfessirler şöyle diyorlar.[23] "Bu iki ayetin işaret ettiği husus; birbirleriyle vu­ruşmaya tutuşan müslümanlardan, bu savaşta haksızlık ederek saldıran taraf dışındakile­rin mü'min sıfatlarını yitirmemiş olmalarıdır. Çünkü Allah (c) onları, inanan-mü'min-kardeşler olarak nitelemektedir. Bu husustaki görüş açıktır. Beğavi şunları rivayet et­mektedir: "Adamın biri İmam Ali bin Ebi Talib'e Cemel ve Sıffin olaylarında çarpışan tarafların durumları hakkında "Onlar müşrik mi oldular?" diye sordu. Hz. Ali: "Hayır, çünkü onlar Allah'a karşı eş koşmaktan hep uzak durdular." buyurdu. Adam devamla "öyleyse onlar münafık mı idiler" diye sordu. Ali: "Hayır çünkü münafıklar Allah'ın adını çok az anarlar" diye buyurdu. Adam "öyleyse onlann durumları nedir?" diye sor­du. Hz. Ali "Onlar bizlere karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir." diye buyurdu[24].

Haksızlık eden bir kimseye karşı verilen savaş Allah'ın emrine dönünceye kadardır. Bu da, şimdiye kadar konusunu anlatmak ve işlemekte olduğumuz şu iki ayette ifade olunan Allah'ın emrine dayanmaktadır. Burada şunu da söyleyelim: Burada anlatılan iki müslüman taraf arasındaki çatışma, çekişme, savaş ve vuruşmalar hiç bir zaman Allah (c) uğrunda yapılan cihadın ne dairesi içerisine ne kavramları arasına girmediği gibi ne onun gerektirdiklerinden ne sınırlarından ne de izlerindendir. Yani cihad ile uzaktan ya­kından ilgili değildir. Çünkü cihad, müslümanların düşmanlanna ve müslümanların dı­şındakilere karşı verdikleri bir savaşımdır. Ayetlerde anlatılan, müslümanlar arasındaki çatışmalarda esirler alınması yahut esirlerin kurtarılması olmadığı gibi müslüman taraf­ların öldürülmesi de fidyeye tabi olmaları da helal değildir. Çünkü şu sayılan esir alma­lar, kurtarmalar, öldürmeler veya fidyeye tabi tutmalar yalnızca müslümanların müslü­man olmayan düşmanlarına karşı uyguladıkları hususlardır. Beğavi şunları rivayet et­mektedir.: "Cemel günü Hz. Ali bin Ebi Talib, birini göndererek şunları ilan ettirdi: Dikkat ediniz; bu işten vazgeçip dönenler kovuşturulmayacak ve hiç bir yaralı öldürül­meyecektir." Sıffin gününde de kendisine bir esir getirilmişti, şöyle buyurdu: "Seni asla ve asla öldürmeyeceğim, çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." [25]

 

 

11- Ey inananlar! Bir topluluk[26]' (diğer) bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlarda (diğer) kadınlarla alay etmesinler, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Birbirinizde kusur aramayın'[27] birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın[28]. İnandıktan sonra kötü ad(la çağırmak) ne kötü bir şeydir. Tevbe etmeyenler zalimlerin ta kendileridir.

 

Alay İslami Bir Tavır Değildir

 

1-  Ayette müslüman erkek ve kadınlar için birbirlerini küçük düşürücü tavırlardan menetmenin yanında bunu pekiştirir mahiyette, kendisiyle alay edilip hor görülenlerin belki alay edenlerden daha hayırlı oldukları vurgulanmaktadır.

2- Müslümanları birbirlerinin kötülüklerini araştırmaktan, birbirini kovuşturup ihbar etmekten ve birbirlerini çirkin lakaplarla ve isimlerle çağırmaktan alıkoyan bir men ve bunu pekiştiren bir açıklama olarak böyle bir şeyin fısk olduğunun vurgulanması husus­larının ayette yer alması yanında insanın iman ettikten sonra bu tip şeyleri yaparak fa-sıklardan olmasının ne kadar kötü bir şey olduğu vurgulanmaktadır.

3- Ayrıca ayette Allah'ın buyruklarına karşı gelerek fasıklığa düşmekten korkmayan ve kötülüklerinden dolayı pişmanlık duyup tevbe etmeyenlerin zalimlerin ve azgınların ta kendileri olduğu hususları yer almaktadır.

"Ey iman edenler! (içinizden) bir topluluk (kavim) bir başka toplulukla alay etme­sin. Belki kendisiyle alay edilenler alay edenlerden daha hayırlıdır" ayetinde yer alan telkinler ve öğretiler şunlardır.[29]

Ayette dört yasak yer almaktadır; tefsir alimleri bu yasaklar hakkında uygun ve ken­dine özgü rivayetleri aktarmışlardır:

1- Zenginlerin ya da toplumun ileri gelenlerinden bazılarının fakir müslümanlarla ve onların giyim kuşamlarının perişanlıklarıyla alay etmeleri,

2- Peygamber'in hanımlarından bazılarının diğerlerinin boylarının kısalığıyla yahut bazılarının yahudi oluşlarıyla alay etmeleri,

3-  Peygamber'in meclisinde O'na yakın oturabilmek için bazı kimselere yer veril­memesini bazı müslümanlann birbirlerine duyurmaları,

4- Müslümanlardan bazılarının soy itibariyle yahudi yahut haşrani oluşlarını ima et­mek için onları yahudi ve nasrani diye adlandıranlar, bu ayetteki yasakların hedefi ol­muştur.

Ayeti oluşturan parçaların birbirleriyle tamamen uyum halinde olması yanında, aye­tin üslubu da genel olarak içerdiği konularla bütünleşlekmektedir. Buna şunu da ekle­meliyiz ki, ayetin kendine özgü konusu, ne kendinden önceki ve sonraki konularla sıkı bir ilişki içerisindedir ne de bu konular arasında bir kopukluk vardır. Eğer rivayet olu­nan haberler sıhhatli ise -ki, muhtemel olan budur- bu ayetin indirilmesinden hatta bu sûrenin indirilmesinden önce, öğretici-eğitici ayetlerinin indirilmeleri için bir neden oluşmuştur.

Bu ayet kendi konumu itibariyle bağımsızdır. Zira müslümanlar için her zaman ve her yerde geçerli olacak eğitim ve öğretim hususlarını kapsamakta ve müslümanlar ara­sında kardeşlik ve sevgi birikimini hedeflemektedir. Ayette yer alan yasaklara gelince bunlar hem ayetin takibettiği değerli terbiye üslubuyla uyum içerisindedir, hem de müs­lümanlar arasında genel İslam kardeşliği kurulduktan sonra aralarında kin, düşmanlık ve nefret tohumlarının ekilmemesi için bir faktör olarak yer almaktadır.

Yalnızca erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla alay etmelerinin yasaklanma sebebinde, alaya alınanların alay edenlerden daha hayırlı olabilme ihitamalinin olmasın­da biz, herhangi bir karışıklık ve anlaşmazlık görmüyoruz. Kur'an'ın ortaya koyduğu kabuller ve prensipler genel olarak zaten erkeklerin bayanlarla ya da bayanların erkek­lerle alay etmelerini yasaklamaktadır. Bu husus alaya alan alınandan daha hayırlı olsun veya olmasın hiçbir zaman değişmez. Zaten ayetin ruhu ve hedefi bizzat erkek olsun ka­dın olsun tüm müslümanları genel olarak eğitim ve öğretime tâbi tutmayı amaçlamakta­dır. Ayrıca bu tür davranışlardan menedilmeleri mutlak anlamdadır. Ayetlerin ifadeleri geliş amaçlarıyla uyumludur. [30]

 

12- Ey inananlar! Zandan çokça sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın[31], biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun şüphesiz Allah, tevbeyi çok ka­bul eden, çok esirgeyendir.

 

Zan "Gerçek"Ten Birşey Barındırmaz

 

Ayetin anlatımı açıktır. Bu ayette yer alan hususlar şunlardır:

I- Zanlara, tahminlere değer verip bunları ele alarak işleri bunların gerektirdiği şekil­de yönlendirmeyi ve hüküm vermeyi müslümanlara yasaklayarak böyle şeylerden uzak kalmayı emretmektedir. Zira zanlardan doğan hatalar insanları günaha götürmektedir.

II- Müslümanların birbirlerinin mahremlerini ve gizli işlerini araştırmayı, bazı kim­selerin diğer bir kısmının gıybetinde olmasını ve arkasından kötülüğünü söylemesini ya­saklamaktadır. Burada ortadaki kabul edilemezliği vurgulamak üzere bir "inkar sorusu" vardır. Bu soru bir müslümanın gıybetinin yapılmasının yasaklanması hususunu pekiş­tirmek için sorulmaktadır. Şöyle ki, gıybet eden kişiye ölü kardeşinin etini severek ye­mesi teklif olunuyor ve bu işten tiksinip tiksinmediği soruluyor. Bunun hoş görülmeye­ceği aşikardır.

III-  Müslümanlar, Allah'tan korkmaya ve Allah'ın gözetimini unutmamaya teşvik olundukları gibi, Allahu Teala'nın tevbeleri kabul edici oluşu ve rahmetinin kuşatıcılığı vurgulanıp gerekli ikaz yapıldıktan sonra insanlara eziyet verici çirkin hareketlerden ka­çınarak tevbe etmeye davet olunmaktadırlar.

"Ey iman edenler! Zandan son derece sakının, çünkü zannın bazısı günahtır" aye­tinde de birtakım telkinler ve bunun ana teması hakkında bazı hadisler vardır:

Bazı müfessirler[32] şöyle rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu ayet Peygamberimizin biz­zat katıldığı bir gazve (baskın) sırasında indirilmiştir. Şöyle ki, Peygamber'in her gaz­vesinde yapmak adeti olduğu üzere, Salman Farisi'yi kendilerine hizmet etsin ve birlik­te yemek yesin diye iki gizli görevlinin yanına bıraktı. Ne var ki, Salman bir süre uyku­dan gözlerini açamaz duruma gelince onlara yemek hazırlayamadı. Selman'ı Peygam-ber'e gönderdiler. Peygamber (s) de onu gıda işlerinden sorumlu olan Üsame bin Zey-d'e gönderdi. Üsame: "Yanımda hiç bir şey yok" deyince o iki kişi Selman'ı sahabeler­den olan bir grubun yanına gönderdiler. Selman onların yanında da yiyecek bir şeyler bulamayınca kendisine: "Eğer seni buradakilerine değil de Semiha (cömert) kuyusuna gönderseydik kuyunun suyu dahi kururdu" dediler. Sonra da Selman'ı Üsame'ye ihbar etmeye başlayıp yanında yiyecek olduğu halde kendilerine vermediğini anlatarak Üsa­me'ye Selman'ın gıybetini yapmaya koyuldular. Rasulullah'ın yanına geldiklerinde Peygamber onlara "Size ne oldu da ağızlarınızda et parçalarıyla geldiniz?" deyince, on­lar: "Ey Allah'ın elçisi; Allah'a yemin olsun ki, bugün biz hiç et yemedik" dediler. Pey­gamber (s): "Siz hâlâ Selman ve Üsame'nin etlerini çiğnemektesiniz" buyurdu. Bu ola­yın hemen sonrasında sûrenin bu ayeti indirildi.

Ayetin indirilme nedeni olarak bu rivayet olunanlardan başka rivayetlerin olması da mümkündür. Sûrenin ayetleri arasında birlik, ifade tarzı ve türdeşlik sözkonusudur. Sû­renin indirilmesinden önce geçen olayların ana temalanna değinip anlattığımız şeyler arasındaki münasebetler, sûrenin eğitim ve öğretimden oluşan muhtevasının oluşumu için bir neden oluşturmuştur.

Bu ayetler müslümanları birbirlerinin gıyaplarında dahi olsa hak ve hukukuna riayet etmeye, birbirleri hakkında hüsnü zan göstermeye davet etmektedir. Bunu kendine he­def edinmiştir. Sürekli olarak müslümanlann geneline bu telkini sürdürmektedir. "Siz­den biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" ifadesi gerçek bir soru olmaktan çok insanların gıybetlerini yapma ve hor görülmenin günahının ağırlığını vurgulamak için yapılmış güçlü bir anlatımdır.

İşte, yüce bir eğitim ve öğretim silsilesi böyle mükemmel olmaktadır. Böylece müs-lümanlar gerek genel gerekse özel bir konumda, her türlü çirkin ve günaha itici tutum ve davranışlardan kurtularak temiz ve mükemmel bir ahlak düzeyini yakalayabilirler.

Bu ayetin iniş sırası ve diğer ayetler arasında yer alışı hakkında bir çok hadis rivayet etmişlerdir. Bunların genelde hepsi, ayetin ana fikrine uygun bir kuvvetliliğe ve telkin gücüne sahiptir. Bunlardan biri de İbn Mace'nin Abdullah bin Ömer'den yaptığı şu ri­vayetidir: Abdullah diyor ki: "Rasulullah'ı Kabe'yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: "(Ey Kabe!) Ne kadar temizsin, kokun ne kadar da güzel, sen ve senin hürmetin (ba­zı şeylerin sende haramlığı) ne kadar da büyüktür. Muhammed'in nefsini (canını) elinde tutan (Allah'a) yemin olsun ki, Allah katında bir mü'minin hürmeti, malının, kanının haram oluşu ve kendisi hakkında hayırdan başka bir şeyin düşünülmemesi senin büyük­lüğünden daha da büyüktür."[33] İmam Buhari ve Ebu Davud'un rivayet ettikleri bir ha­diste de şunları görüyoruz: "Zandan sakının. Çünkü zanlar/sanılar sözlerin en yalan olanlarıdır. Birbirinizi ihbar etmeyin, gizliliklerinizi araştırmayın, kötülüklerde yarışma­yın, birbirinize hased (kıskançlık) ve kin beslemeyin, birbirinize küs durup karşılaştığı­nızda arkanızı dönmeyin ve kardeşler olarak Allah'ın kullan olun"[34] Ebu Davud'un Muaviye'den rivayet ettiği bir hadiste şunlar geçmektedir: "Muaviye diyor ki: Rasulul-lah'ın şöyle dediğini duydum: Eğer insanların gizliliklerini araştırmaya koyulursanız onları bozgunculuğa ve bozulmuşluğa itersiniz, onlar da fesada uğrarlar"[35] Ebu Da­vud'un Ebu Berze el Eşlemi'den rivayet ettiği hadis ise şöyledir: Peygamber (s) buyur­du ki, "Ey dilleriyle iman etmiş olanlar, ey kalplerine imanın girmediği kimseler! Müs­lümanların gıybetiyle uğraşmayın onların gizliliklerini araştırmayın. Çünkü kim bir kimsenin gizliliklerini araştırıp ortaya dökmeye çalışırsa, Allah (c) da onun gizliliklerini ortaya çıkarmaya tabi olur. Kimin de gizliliklerini Allah (c) ortaya dökmek isterse, artık onun evinin barkının gizliliği kalmaz."[36] İmam Ahmed'in Cabir bin Abdullah'tan aktar­dığı rivayette şunlar yer almaktadır: Bizler Rasulullah (s) ile beraberdik, kokuşmuş bir leşin müthiş kokusu yükseldi. Rasulullah (s) "Bunun ne kokusu olduğunu biliyor musu­nuz?" diye sordu, sonra da "İşte bu koku, insanları arkalarından çekiştirip gıybetlerinin yapılmasının kokusudur" buyurdu.[37] İmam Ahmed'in Muaz bin Enes el Cüheni'den ri­vayet ettiği hadis ise şöyledir. Muaz dedi ki; "Rasulullah (a) şöyle buyurdu: "Kim bir mü'mini, gıybetini yapan bir münafıktan korursa Allah (c) ona bir melek gönderir de o melek o insanın etini kıyamet gününde cehennem ateşinden korur. Kim de bir mü'mine sövmeyi amaçlayarak ona bir söz atarsa Allah (c) onu dediklerinden uzaklaşıncaya ka­dar cehennem köprüsüne hapseder."[38] Ebu Davud'un Cabir bin Abdullah'tan ve Ebu Talha bin Selh el-Ensari'den rivayet ettiği hadiste de şunlar geçmektedir: "Rasulul­lah'tan işittim şöyle diyordu: "Irzının zarar görüp hürmetinin (saygınlığının) zarar göre­bileceği herhangi bir hususta bir müslümanı aşağılayan kimseyi Allah, kendi yardımına en çok ihtiyaç duyduğu yer ve zamanlarda aşağılar ve rezil eder. Kim de bir müslüma-nın ırz ve saygınlığının zarar göreceği herhangi bir hususta yardıma gerek duyduğu za­manda imdadına yetişirse Allah (c) da onun yardıma imihtaç ÖUydugU en kritik Zamû.-nında yardımına yetişir."[39] Şu son iki hadiste geçen şey şudur: [40]

 

13- Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizi tanıyasınız'[41] diye milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız (Allah'ın buyruk­ları dışına çıkmaktan) en çok korkanınızdır. Allah bilendir, haberdar olandır.

 

Üstünlük Takvadadır

 

"Ey insanlar! Biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sonra da birbirinizle tanışıp görüşeniz diye sizi (değişik) topluluklar, halklar ve kabileler haline getirdik" ayetinde yer alan kıymet, değer, telkinler, ayetin anafikri ve teması konusunda rivayet olunanları şöyle sıralayabiliriz:

Ayetin ifadesi açıktır. Tüm insanlara bir sesleniş ve çağn vardır. Bu sesleniş Al­lah'ın tüm insanları eşit olarak bir erkekle bir dişiden yarattığı, sonra da birbirlerine üs­tünlük taslasınlar diye değil de birbirleriyle görüşüp tanışsınlar diye kendilerini değişik halklara, ırklara ve kabilelere ayırdığı, üstünlüklerinin takva (Allah'ın buyruk ve yasak­larının titizlikle riayeti) temeline dayalı bulunduğu ve Allah'ın her şeyi büen ve insan­ların yaptıklarından haberdar olduğu ve hiç bir şeyin O'na karşı gizli saklı kalmayacağı keyfiyetlerini vurgulamaktadır.

Bu ayetin indirilme nedeni olarak birden çok haber rivayet edilmektedir. Bunlardan biri şudur: Sahabelerden biri beş vakit namazı Rasulullah'ın arkasında kılması şartıyla . bir köle satın aldı. Köle bunu kendisine adet edindi. Bir gün Peygamber (s) onu göreme­yince ne olduğunu sordu, sıtma olduğunu ve sıtmasının ilerlediğini söylediler. Daha sonra ölmek üzere olduğu haberi geldi ve öldüğünü bildirdiler. Adam, kölesini yıkayıp kefenleyip defnetti. Bu olay Ensar ve Muhacirlere ağır gelip sıkıntı verdi. Bunun üzeri­ne bu ayet indirildi ve kendine has çağrısını haykırdı[42]. Hazin tefsirinde de şw]an görüyoruz: "Bu ayet Sabit bin Kays hakkında indirilmiştir. Sabit, toplumda kendisine yer aç­mayan bir adamın imamlığı konusunda olumsuz bir haber yaymıştı. Rasulullah (s) ona: "Şu topluluğun yüzlerine bak ne görüyorsun? diye sordu. Sabit: "Beyaz, kırmızı, ve si­yah" dedi. Peygamber (s): "İşte onları ancak din (de yaptıkları şeylerle) ve takva ile bir­birinden üstün tutabilirsin" dedi". Bir başka rivayette de şunları görmekteyiz: Mek­ke'nin fethinden hemen sonra Hz. Bilal ezan okumak üzere Kabe'nin üzerine çıkınca Haris bin El-Hişam: "Muhammed müezzin olarak bu kara kargadan başkasını bulamadı mı?" dedi. Allah (c), Rasulü'ne bu hususu bildirdi ve müslümanlara mal çokluğuyla (zenginlikle) ve soy sopla övünmeyi ve fakirleri aşağılamayı yasaklamak için bu ayeti indirdi.[43]

Bu hususta isnadlan sağlam olmayan rivayetler de vardır. Şu son rivayet .göstermek­tedir ki, 6u ayet Mekke'nin fethinden nemen sonra ı'ncû'nihuşfır. iVe var ki bu riusus ta(-bi tatmin etmekten uzaktır.

Tirmizi şunları rivayet etmektedir: Rasulullah (s) Mekke fethinin hemen akabinde insanlara sanki daha önce ayet indirilmiş gibi bir konuşma yapmıştı. Rasulullah (s) bu hutbesinde şunları söylemişti: "Ey insanlar! Gerçekten Allah (c) cahiliye döneminin ki­bir ve gururunu, ayıplarını ve babalarıyla övünme işlemlerini sizden giderip atmıştır. İn­sanlar iki kısımdır; birincisi iyi temiz ve Allah'a karşı kerim olanlar, ikincisi de günah­kar, kötülük işleyen ve Allah'a karşı değersiz olanlardır. İnsanlar Adem'in çocuklarıdır. "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık...[44]

Bu husustaki üçüncü rivayet ise, ayetten anlaşılan mânâ ile uyum sağlamakla bera­ber, şöyledir: Ensar ve muhacirlerden oluşan Rasulullah'in ashabı, cahiliye adetlerine dalacak değillerdi. Çünkü Allah'ın elçisi, bir köle dahi olsa her müslümanın iyilik üzere bulunduğu ve üstün olduğu gerçeğini onlar arasında yerleştirmişti.

Buradaki tema ve ana fikir birinci rivayetle uyum sağlamaktadır. Yeri gelmişken şu­nu da söyleyelim; bu ayet kendisinden önce gelen iki ayetin hemen ardından indirilmiş­tir. Bu iki ayet müslümanları ister gıybette ister yüzyüze olsun birbirleri hakkında kötü düşünmekten, birbirleriyle alay etmekten, birbirini küçük düşürmekten, kötü lakaplarla çağırmaktan, gıybetle çekiştirmekten, gizliliklerini ortaya dökmek için araştırmaktan, ihbar etmekten ve "Eğer bu işi yapıyorsa şunu da yapar" gibi bir düşünceyi yaymak için birbirleri hakkında casusluk yapmaktan men edip, kendilerinin başkalarından daha yüce, daha üstün ve daha değerli olduklarını düşündükleri gerçeğini vurgulamakta idi. Bunla­rın hemen ardından gelen 13. ayet de bu ayetler silsilesinden olup, onların muhtevalarını pekiştirmek ve eğitim ve öğretimlerini desteklemek üzere indirilmiştir.

Ayet, insanları davet ettiği hususları kendine hedef edinmiştir. Bu hedef insanların yaratılış ve yaşama hakkı bakımlarından eşit olduklarının, aralarındaki üstünlüğün yalnızca yaptıkları iyiliklere ve Allah'tan korkma derecelerine bağlı olduğunun hatırlatıl-masıdır. İşte bu hedef; hak ve görevlerde tüm insanlığın tastamam genel anlamdaki bir eşitlikte, Kur'an'ın temsil ettiği şeriatın bakış açısından kaynaklanmaktadır. İslam'da sınıfsal farklılık ve kast sisteminin gerektirdiği insanların derecelendirilmeleri keyfiyeti olmadığı gibi İslam, soy-sop, mal ve evlattan kaynaklanan zenginlikleri ve bunların sağladığı tüm imtiyaz ve ayrıcalıkları ortadan kaldırmıştır. İnsanlar arasındaki üstünlük­leri, kişilerin bireysel gidişat ve davranışlarına bir denge oluşturan "takva" sözcüğüyle "en takvalınız en üstününüzdür" diyerek belirlemiş; gizli ve açık her şeyin Allah'ın gö­zetiminde olduğunu vurgulayarak hoşnutluğunu kazanmanın yolu olarak Allah'ın emir­lerine uyup yasaklarından kaçınmayı göstermiş; hak, adalet, iyilik, takva ve gerek Al­lah'a gerekse insanlara karşı olan görevleri, muhtevasına alan her türlü hayır işinin ya­pılmasını emretmiş olduğu gibi içerisinde günah, azgınlık, inkar, nimetlere nankörlük ve gerek Allah'a gerekse insanlara karşı kusur etmeyi ve üzerlerine düşen görevleri yapmamayı barındıran her şeyin de yapılmasını yasaklamıştır. Bundan dolayı bu ayetin; gerek sosyal ve siyasi, gerekse bireysel ve İslami hayat tarzında en güçlü ve söz bütün­lüğünün en değerli şaheseri olarak gündeme getirilmesi doğru olur.

Burada ayetin muhtevasındaki muhatap alınan şahsiyete şöyle bir bakalım; daha ön­ce geçen ayetler müslümanları muhatap almış iken bu ayet insanlara hitap için indiril­miştir. Çünkü ayetin ihtiva ettiği önemli konu daha çok insanlara yapılan hır çağrı ile uyuşmaktadır. Hatta bunlara ilave olarak şu ayetin genel sınırlan itibari ile tüm insanlı­ğa indirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Zaten mal ve evladın çokluğu, soy, sop, ve benze­ri çokluk ifade eden şeylerle övünmek insanlığın inanç haline dönüştürdüğü hususlar­dandır.

İşte bunlann işaret ettiği hususun güçlülüğünü, açıklığını ve eşsizliğini Mekke'nin fethi sonrasında Rasulullah'ın yaptığı konuşmasında okuduğu ayetin muhtevasında gö­rüyoruz. Bu hususa daha önce değinmiştik.

Müfessirler bu ayetin gelişi ve sûre içerisinde aldığı yeriyle ilgili olarak Peygam-ber'den güçlü telkinlere ve nasihatlara sahip olan hadisler rivayet etmişlerdir. Bunlar­dan biri İbn Mace'nin Ebu Hureyre'den yaptığı rivayet olup şunları kapsamaktadır: Ra-sulullah (s) buyurdu ki, "Allah (c) sizin ne şekillerinize ne de mallarınıza bakıp size de­ğer vermez. Ama Allah (c) kalplerinize ve amellerinize bakar."[45] Taberani'nin Muham-med bir Hubeyb bin Harraş el Asri'den, onun da babasından rivayet ettiği hadis ise şöy­ledir; "Rasulullah'tan işittim şöyle diyordu: "Müslüman müslümanın kardeşidir. İnsan­ların birbirlerinden herhangi bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak Allah'tan korkma (takva) iledir."[46] Ebubekir bin Bezzar'ın Huzeyfe'den yaptığı rivayette ise şunlar geçmektedir. "Rasulullah (s) buyurdu ki, "Siz hepiniz Adem'densiniz Adem de topraktan yaratılmıştır. Babalarıyla övünen topluluklar ya bu huylanndan vazgeçerler ya da Allah (c) katında onların kıymetleri mayıs böceğinden düşük olur."33 Taberi'nin rivayetinde şunları görüyoruz: "Rasulullah (s) buyurdu ki, insanlar Adem ile Havva'dandır. Tüm hayatları boyunca bir ölçeği bile dolduramamıştır. Muhakkak ki, Allah (c) kıyamet gü­nünde sizin (zenginlik) hesaplarınıza bakmadığı gibi soy sopunuzu da hesaba katmaz. Gerçekten Allah katında en üstün, en kıymetli ve en değerli olanınız Allah'tan en çok korkanınızdır"[47]. Bu hususta Ukbe bin Amir'den İmam Ahmed'in rivayet ettiği hadis şöyledir. Rasulullah (s) buyurdu ki, "Soy soplarınız kıyamette hiç kimseye bir yarar sağ­lamayacaktır. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. İnsanların birbirlerine olan üstünlükleri yalnızca din ve takva iledir. Bir kimsenin cehennemlik olması için edepsiz, cimri ve gü­nahkar (fahiş) olması yeterlidir"[48].

Bu konuyla ilgili olarak Mü'minun sûresinin 101-102-103'üncü ayetlerini burada sı­ralamak yerinde olacaktır. Çünkü, burada sıraladığımız hadislerin muhtevasını pekiştir­mektedirler. "Sur'a üfürüldüğü zaman artık o günde aralarında soylar yoktur (faydasız­dır) ve (insanlar, birbirlerine soylarını) sormazlar." (Çünkü orada soyun ve soyluluğun para etmediğini bilirler ve herkes kendi canının kaygısına düşmüştür) "Kimlerin (amel­lerinin) tartıları ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin tartılan hafif gelirse işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde temelli kalanlardır." (Mü'minun, 101-103)

Bu hususta, müfessirlerin ve dil alimlerinin açıklamalarından yararlanılabilir[49]. Şöy-leki, ayetlerde genel olarak "şa'b" yani "halk " denildiğinde genel olarak başka insanlar­dan ve topluluklardan ayrı olan bir ümmet kastedilir. "Kabile" kelimesi kullanıldığında ise ümmet kelimesinin kapsamı içindeki ayrıntılar kastedilmektedir. Ayette geçen "Li tearafü" ifadesi insanların "ben şu toplumdanım" ya da "falanlardanım" diyebilmeleri amacı ile birbirleriyle tanışıp anlaşmaları için kullanılmakta olan bir anlatımdır. Halk kavramı, kabile kavramından daha ayrıntılı olmadığı gibi kabile sözcüğünün kapsamı da başka ayrıntılardan daha geniştir. Bunlar büyükten küçüğe doğru sıralanırlar: Kabile kolları, emirlikler, aşiret ve familya. Bunlar Mearic sûresinde geçen aile temelli kavram­lardır. "Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdine düştüğünden başkasıyla il-gilenemez) Suçlu ister ki, o günün azabından (kurtulmak için) fidye versin, oğullarını, arkadaşını ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini." (Mearic, 11-13) [50]

 

14-  Bedeviler 'inandık' dediler. De ki, "Siz inanmadınız. Ama 'İslam olduk' deyin. Ama henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz Allah yap­tıklarınızdan hiç bir şeyi eksiltmez. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir".

15-  Mü'minler onlardır ki, Allah ve Rasulü'ne inandılar sonra da şüphe etmediler. Allah yolunda mallarıyla canla­rıyla savaştılar. İşte doğru olanlar onlardır.

16-  De ki: "Siz, Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah her şeyi bi­lendir."

17-  Müslüman oldular diye seni minnet altında bırakıyor­lar. De ki; "Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın, aksine imana ilettiği için Allah sizi minnet altında bırakır. Eğer doğru iseniz (Allah'a minnettar olmanız gerekir)"

18-  Şüphesiz Allah, gökleri görülmeyeni bilir. Allah yap­tıklarınızı görmektedir.

 

Mü'min Müslim Ayrımı

 

Ayetlerin ifadeleri açıktır. Bu ayetler hakkında Taberi, Tabresi, Beğavi, İbn Kesir ve Hazin gibi müfessirler şunları söylüyorlar. Bedevi Araplardan olan Esedoğullan'ndan bir grup diğer kabilelerin düşmanlık ve savaş ilan ettikleri bir zamanda İslam'a girişleri­ni ilan etmek, müslümanlıklarını peygamberin başına kakmak, bir takım minnetler ede­rek kendilerine sadakadan bir pay koparabilmek için Peygamber'in yanına, Medine'ye geldiler. Onların bu durumundan dolayı bu ayetler indirildi.

Ayetlerin ruhu ve muhtevası genel olarak nakledilen rivayetlerle uygunluk arzet-mektedir. Bu ayetler şu hususları içermektedir:

I- İslam'ın daha ilk dönemlerinde Arapların İslam'a etkileri, birtakım imtiyazlar elde etmek için müslümanlıklarını kullanmak istemeleri ve müslümanlıklarını Peygamber'in başına kakmaları gibi tavırlarına karşılık ayetin onların bu tavırlarını şiddetle reddede­rek onlara, içlerinde sakladıkları sırlarını Allah'ın bildiğini, İslam-iman ikileminin ken­dilerinin kurtuluşuyla ilgili olduğunu ve kendilerinin hidayete erdiren Allah'ın kendile­rine verdiği nimetleri başlarına kakma hakkına sahip olduğunu ilan ediyor.

II-  Allah (c) bunlara ve benzerlerine tolerans göstermekte ve tüm yaptıklarına rağ­men Allah ve Rasulü'ne itaat ettiklerinde, itaatlannı kabul edeceğini vaad edip kalple­rinde imanın yer etmemesine ve müslüman oluşlarını ilan etmeleri gibi herşeylerini Al­lah'ın bilmesine rağmen yaptıkları amellerinin hiçbir şeyini eksiltmeyeceği hususunda onlara teminat vermesidir.

III- Samimi mü'minlerin eşsiz, sağlam ve kesin niteliklerle nitelenmesinin ve bu ni­teliklerle nitelenmeye özendirilmeleri,

IV- İmanın anlamı ve sınırlarıyla İslam'ın anlam ve sınırlan arasındaki farkın yer al­masıdır. Çünkü iman, tereddüt ve şüpheye tahammül edemediği gibi dünyalık bir amel ve maksadı da yoktur. İman, insanı malıyla ve canıyla Allah yolunda mücadele eder ha­le döndürür ve nefsin hoşnutluğuyla kalbin tatmini için bir çok sıkıntı ve davranışlara katlanır duruma getirir. Müslüman olmak ise İslam'ın çağrılarına, verdiği görevlere iste­yerek teslim olmak, yahut müslüman olduğunu ilan eden kimsenin kalbinde iman yer­leşmediği halde herhangi bir nedenle korkuyla boyun eğdiğini açıklamak demektir. İşte ayetlerin anlattığı Bedevi Arapların karakteristik özellikleri bunlardır. Ayet şöyle ifade­ler kullanmaktadır: "Allah'a ve Peygamberi'ne inanıp hiç bir kuşkuya kapılmayan ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler" bu ifade Bedevi şahsiyetlerin du­rumuna işaret etmekle beraber aynı zamanda Peygamber'in ashabından kalplerinde ima­nın yerleştiği bir grubun varolduğunu haykırmakta ve onları nitelemektedir.

Buradaki "İslam" sözcüğü nefsin Allah'a teslimiyeti, insanın boyun eğişi ve Allah'a bağlanışı anlamınadır. Bunların hemen ardından ayette, itibar olunmayan Bedevilerin imanlarının yani mü'min olduklarını gösterip samimiyetlerini ifade etmek için kullan­dıkları "müslüman olduk" ifadesine gelince; bu ifadenin onların kullandıkları itibariyle Kur'an'da bu anlama da geldiği hususu ortaya çıkmaktadır.

Müfessirler, bu ayetin açıklamalarının nifak olarak değerlendirdiği Bedevi Araplann başka niteliklerini sıralamadığına dikkat çekmektedir[51]. Bu da gerçektir. Onlan bu nite­liklerine rağmen Allah'ın rahmet ve hikmetinin kuşattığı keyfiyeti bu açıklamaların he­men yanında yer almaktadır. Çünkü onlar müslümanlıklannı açıklarken hangi gidişata tabi olduklarını açıkladıklarını sanıyorlardı. Ayet ise onlann içinde bulunduğu durumun gerçek yüzünü açıkladıktan sonra sağlam bir imanın nasıl olacağını, böyle iman sahiple­rinin kimler olacağım terbiye, uyarı ve teşvik metodlanyla açıklamaktadır. Burada sınıf­lan çizilip karakteri gösterilen tiplemeler, ekseriyeti bedevi olan Arap toplumundan müslüman olanların büyük bir çoğunluğunun durumunu çok iyi anlatmaktadır. Hatta bu tipler her dönem ve çağda müslüman toplumlarının büyük çoğunluğunun durumunu da açıklamaktadır. Bu açıklamalar ışığında, ayetler içerisinde sınırlan olabildiğince geniş siyasi ve şer'i bir hareket planının yer aldığını söylemek doğru olur. Bunlar insanlann dış görünüşlerini ve davranışlannı kabul etmek ve İslam devletinin ilk yıllannda devle­tin genişlemesi için müslüman olduğunu açıklayan ve itaat, bağlılık ve Allah'a, devlete ve insanlara karşı görevlerini yerine getireceğini açıklayanların mü'min bir kalp taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın İslam devletinin tebaasından sayılması sonucunu ortaya çı­karmaktadır. Çünkü insanların kalplerinde bulunanları bilmek Allah'ın gayb diye nitele­diği hususlardandır. İnsanlann imanlannın sadık olup olmadığını araştırmak için kalple­rini yoklamak ne devletlerin ne de insanlann yapmalan gereken işlerden değildir.

Bu hususu Rasulullah (s), Nisa sûresinin "Ey inananlar Allah yolunda savaşa çıktı­ğınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek, "sen mümin değilsin" demeyin. Çünkü Allah'ın yanında çok ganimetler var­dır. Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın. Çünkü Allah yaptıklannızı haber almaktadır" mealindeki 94. ayetinin kapsamına aldığı konuya işaret ederek açıklamaktadır. Şöyleki, öldürdüğü kimse için "o, bir yalancı idi." diyen kimse­ye "onun kalbini açıp ta baktın mı?" diye buyurmuştu[52]. İşte yukanda ayetin tefsirinin akışı içerisinde anlattığımız husus bu idi.

Bu hususta önemli bir iş hususunda yapılan uyarı elbette ki güzel olacaktır. Rasulul­lah (s) Kur'an'ın bu telkinleri ışığında hareket ederek, Araplardan iman ettiklerini söy­leyenlerin kalplerine ait hesaplan kanştırmaksızın dıştan göründükleriyle kabul ederdi. Tevbe sûresinin 90. ayeti de bunu vurgulamaktadır. "Özür bahane eden bedevi Araplar, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allaha ve Rasulü'ne yalan söyleyenler oturdu­lar. Onlardan inkar edenlere acı bir azab erişecektir."

Örnek bir davranış gösterilmesindeki Kur'an'a özgü hikmetin yüceliği işte bu ayet­lerde kendini göstermektedir.

Bu ayetler müstakil bölümler halinde kendilerine has konulan ihtiva etmekteler. Me­sela müslüman oluşun başa kakılmasının men edilmesi yanında, insanların haketmedik-leri niteliklerle nitelendirilmesinin yasaklanması ve sadık ve samimi mü'minin nitelikle­rinin açıklanması yer almaktadır. Bu özelliği açısından sûre, daha önceki sûrelerde ge­çen değişik eğitici ve öğretici bölümlerle ilişki içerisindedir. Çünkü bu tip bölümlerde müslümanlar için her zaman geçerli olan eğitime, öğretime, ahlaka ve ruhi terbiyeye da­ir kavramlardan bazılarını bulmak mümkündür. Ayet, sûrenin diğer bölümlerinin indiril­diği durumların haricinde bir nedenle, tek başına indirilmiş ise bu ayetle diğer bölümler arasındaki alaka bize göre bu ayetin indirilme nedenidir. Bizim tercihimiz bu, doğrusu­nu bilen Allah'tır. [53]

 

 



[1] Siretü'r-Rasul, c. 2, s. 9 ve Zemahşeri Tefsiri

[2] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/415.

[3] Yeğuddune Burada kısarlar anlamındadır.

[4] El-hucurat "Hücre" kelimesinin cemisi olan bu kelime odalar mânâsındadır ve Mescid-i Nebevi'nin yanında bulunan Peygamber'e ait odaları ifade etmektedir.

[5] Bkz. Taberi, Tabresi, Beğavi, Hazin, İbn Kesir ve Zemahşeri Tefsirleri.

[6] Tac, Tefsir Bölümü, c. 4, s. 213-214

[7] Tac, c. 4, s. 214

[8] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/417-419.

[9] Anittum Sıkıntıya düşerdiniz.

[10] Taberi, Beğavi, Hazin, İbn Kesir, Tabresi ve Zemahşeri

[11] Tac, c. 4, s. 215

[12] Kasımi Tefsiri.

[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/420-422.

[14] Taberi, Beğavi, Ibn Kesir, Tabresi, Hazin ve Tac, c. 4, s. 215

[15] Tarihü't Taberi, c. 3, s. 107, 108.

[16] İbn Kesir, Hazin, Beğavi ve Tao, c. 5, s. 17

[17] ibn Kesir, Hazin, Beğavi ve Tac, c. 5, s. 17

[18] İbn Kesir, Hazin, Beğavi ve Tac, c. 5, s. 17

[19] ibn kesir, Hazin, Beğavi ve Tac, c. 5, s. 17

[20] Tac, c. 5, s. 35

[21] Tac, c. 5, s. 35-36

[22] Tac, c. 5, s. 36

[23] Beğavi, İbn Kesir, Hazin

[24] Cemel vakasında; Hz.Ali ve taraftarlarının karşısında Hz.Aişe, Talha ve Zübeyr vardı. Sıffin vakasında ise, yine Hz. Ali ve taraftarlarının karşısında Muaviye ve taraftarları vardı.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/423-427.

[26] Kavm "Topluluk" sözcüğü tefsir alimlerinin bir çoğunun ortak gö­rüşüne göre "erkekler" anlamına gelmektedir.

[27] La Telmizu "Lemz" sözü; kusur aramak, kötülemek, ihbar etmek, kınamak ve iğnelemek gibi anlamlara gelir.

[28] Ve la tenabezu bil elkab "Tenabez" kelimesi; alay etmek, lakap takmak ve ayıplamak gibi anlamlardadır. Buradaki lakaplar kü­çük düşüren, iğneleyen, çirkin olan ve kötü anlamlar ifade eden lakaplardır.

[29] Bkz. Beğavi, Tabresi ve Hazin Tefsirleri.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/428-429.

[31] Ve la tecessesu Gizli taraflarınızı araştırmayın. İnsanların gizli saklı taraflarının bilinmesi için gizliden gizliye, örtülmesi gereken ayıp­larının ve özel durumlarının araştırılması ve ortaya dükülmesi anlamına işaret etmektedir.

[32] Beğavi, Tabresi, Hazin ve ibn Kesir.

[33] Bu hadislerin metinleri İbn Kesir'in tefsirinden alınmadır. Müfessir dördüncü hadisi bir başka kanalla başka tarzda ve küçük nüanslarla Berra bin Azib'ten rivayet etmiştir. Berra da bunu Nafi ve İbn Ömer'den rivayet etmektedir. İkinci hadiste geçen "zan sözlerin en yalanıdır" ifadesi insanlar hakkında kötü zan (sui zan) kastetmektedir. Yoksa "tüm zan ve sanılar yalandır" anlamında bir kural yoktur.

[34] Bu hadislerin metinleri İbn Kesir'in tefsirinden alınmadır. Müfessir dördüncü hadisi bir başka kanalla başka tarzda ve küçük nüanslarla Berra bin Azib'ten rivayet etmiştir. Berra da bunu Nafi ve İbn Ömer'den rivayet etmektedir. İkinci hadiste geçen "zan sözlerin en yalanıdır" ifadesi insanlar hakkında kötü zan (sui zan) kastetmektedir. Yoksa "tüm zan ve sanılar yalandır" anlamında bir kural yoktur.

[35] Bu hadislerin metinleri İbn Kesir'in tefsirinden alınmadır. Müfessir dördüncü hadisi bir başka kanalla başka tarzda ve küçük nüanslarla Berra bin Azib'ten rivayet etmiştir. Berra da bunu Nafi ve İbn Ömer'den rivayet etmektedir. İkinci hadiste geçen "zan sözlerin en yalanıdır" ifadesi insanlar hakkında kötü zan (sui zan) kastetmektedir. Yoksa "tüm zan ve sanılar yalandır" anlamında bir kural yoktur.

[36] Hadis metinleri İbn Kesir'den alınmaktadır. Bunlarda ilk hadisi İbn Kesir başka yoldan bir başka anlatım ve ufak nüanslarla rivayet etmiştir. liste kötülükle anılıyor, iyiliğine konuşulmuyorsa onun haklarını korumak orada bulu­nan müslümanlar için bir görevdir.

[37] Hadis metinleri İbn Kesir'den alınmaktadır. Bunlarda ilk hadisi İbn Kesir başka yoldan bir başka anlatım ve ufak nüanslarla rivayet etmiştir. liste kötülükle anılıyor, iyiliğine konuşulmuyorsa onun haklarını korumak orada bulu­nan müslümanlar için bir görevdir.

[38] Hadis metinleri İbn Kesir'den alınmaktadır. Bunlarda ilk hadisi İbn Kesir başka yoldan bir başka anlatım ve ufak nüanslarla rivayet etmiştir. liste kötülükle anılıyor, iyiliğine konuşulmuyorsa onun haklarını korumak orada bulu­nan müslümanlar için bir görevdir.

[39] Hadis metinleri İbn Kesir'den alınmaktadır. Bunlarda ilk hadisi İbn Kesir başka yoldan bir başka anlatım ve ufak nüanslarla rivayet etmiştir. liste kötülükle anılıyor, iyiliğine konuşulmuyorsa onun haklarını korumak orada bulu­nan müslümanlar için bir görevdir.

[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/430-433.

[41] Li tearafu Ayette geçen "tearüf" (birbiriyle tanışma) ifadesi, birbirini tanıma, tanışmak ve bilişmek gibi anlamlar ifade eder.

[42] Bkz. Zemahşeri

[43] Hazin.

[44] Tac tefsir bölümü, c. 4, s. 216, İbn Kesir, Beğavi, Hazin ve Kasimi bu hadisi başka şekilde naklet-mişlerdir.

[45] İbn Kesir.

[46] İbn Kesir,

[47] ibn Kesir

[48] İbn Kesir

[49] ibn Kesir, Beğavi, Hazin ve ibn Manzur'un Lisanu'l-Arab kitaplarına bakılabilir.

[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/433-436.

[51] İbn Kesir

[52] Hazin

[53] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6/438-440.