KAF SURESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Âyetlerin Tefsiri 3

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 6

Kelimelerin İzahı 6

Nüzul Sebebi 6

Âyetlerin Tefsiri 6

Edebi Sanatlar. 8

 


KAF SURESİ

 

Mekke'de inmiştir, 45 âyettir.

 

Takdim

 

Bu mübarek' sûre Mekke'de inmiş olup Allah'ın birliği, risâlet ve öldükten sonra diriLme gibi Islâmî İnanç esaslarım ele alır. Fakat sûrenin Önem verdiği asıl konu, "öldükten sonra dirilme ve haşr" konusudur. Hattâ bu konu, hemen hemen bu mübarek sûrenin özel konusudur. Kur'an bu ko­nuyu parlak ve kesin delillerle ele alır. Bu mübarek sûre korkutucu, duygu­ları çok etkileyici, kalbi titretici, ruhu sarsıcıdır. İçinde bulunan tergîb ve terhîb (teşvik ve korkutma) unsurlarıyla ruhlarda hayrete düşürecek korku­lar ve şiddetli titremeler meydana getirir.

Bu sûre Kureyş kâfirlerinin son derece hayret edip İnkâr ettikleri bir esas meseleyle başlar. O da öldükten sonra dirilme ve yok olduktan sonra yeniden canlanma meselesidir: "Kâf, Şerefli Kur'an'a andolsun. Kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, "Bu, şaşılacak bir şeydir" dediler. "Biz, öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (dirileceğiz)? Bu, uzak bir dönüştür..."

Daha sonra bu sûre müşriklerin yani yeniden dirilmeyi inkâr edenle­rin dikkatlerini, Allah'ın yüce kudretine çeker. Yüce Allah'ın bu kudreti, bu görünen kâinatın sahîfelerinde, göklerde ve yerde, suda ve bitkide, meyve ve tomurcukta, hurma ve ekinde tecellî etmektedir. Bütün bunlar, Yüce Al­lah'ın kudretinin kesin delilleridir: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmişiz..."

Bu mübarek sûre, geçmiş milletlerin yalanlayıcılanndan ve onların basma gelen türlü musibet ve azaplardan söz etmeye geçer ki, Mekke kâfirlerini, geçmiş kavimlere gelenlerin onların da başına gelmesinden sakındırsın: "Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalan­lamıştı..."

Daha sonra sûre, ölüm sarhoşluğundan, haşr korkusundan, hesabın dehşetinden ve o zor günde suçlunun karşılaşacağı sıkıntı ve şiddetlerden bahseder. Bu sıkıntılar neticede onu cehenneme atar: "Sûr'a üfürülür. İşte bu, geleceği va'dedilen gündür…"

Bu mübarek sûre, "Hak ses"ten bahsederek sona erer. Bu ses, öyle bir sestir ki, seslenildiğinde insanlar, sanki yayılmış çekirgeler gibi kabirlerin­den çıkarlar. Hesap ve ceza için sevkedilirler. Onlardan hiçbiri Allah'a gizli kalmaz. Bu âyetlerle, müşriklerin yalanladığı öldükten sonra dirilme ve haşir isbat edilmektedir: "Çağıranın, yakın bir yerden sesleneceği güne ku­lak ver. O gün inşalar o hak sesi işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.."[1]

 

Bismillâhirrahnıânirrahîm

1. Kâf. Şerefli Kur'ân'a andolsun.

2. Doğrusu  kâfirler  aralarından  bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, "Bu şaşılacak bir şeydir" dediler.

3. Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman ha...! Bu uzak bir dönüştür.

4. Biz, toprağın onlardan neleri eksilttiğini kesin­likle bilmekteyiz. Yanımızda o bilgileri koruyan bir ki­tap vardır.

5. Bilakis, onlar, Hak kendilerine gelince yalan­ladılar. Şimdi onlar karmakarışık bir haldedirler.

6. Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız? Onda hiçbir çatlak da yok.

7. Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koy­duk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.

8. Bunlar, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek içindir.

9. Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçe­ler ve biçilecek taneler bitirdik.

10, 11. Kullara rizık olması için, birbirine girmiş, küme küme tomurcuklan olan uzun uzun hurma ağaç­ları yetiştirdik. Ve o su ile, ölü beldeye can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.

12. Onlardan  önce  Nuh  kavmi,  Ress  halkı  ve Semûd da yalanlamıştı.

13. Ad, Firavun, Lût'un kardeşleri de

14. Eyke halkı ve Tubba1 kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da onlara azabım hak oldu.

15. İlk yaratışta acz mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe etmektedirler.

16. Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendi­sine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.

17. Onun sağında ve solunda oturan, iki alıcı me­lek vardır.

18. İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetle­yen bir melek hazır bulunmasın.

19. Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, "İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir" denir.

20. Sûr'a üfürülür, işte bu da geleceği va'dedilen gündür.

21. Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir.

22. "Andolsun sen bundan gaflette idin; şimdi biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir".

 

Kelimelerin İzahı

 

Merîc, karışık demektir. İbnKuteybe der ki: "İş karıştı" mânâsına "Din karıştı" mânâsına denir. Aslında bu, bir şeyin sarsılması ve karar kılmaması manasınadır. Zayıflıktan dolayı yüzük sal­landığında, kişi: Yüzük elimde sallandı" der.

Fürûc, yarık mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Basikât, uzun şeyler. Bir şey uzayıp boy attığında de­nir. Mastarı tur.

Nadîd, birbiri üstüne binmiş demektir.

Lebs, hayret, şüphe ve tereddüt demektir.

Aciz kaldık. Bir kimse bir şeyi yapmaktan âciz kalınca, denir. Geniş zamanı dır.

Rakîb, insanın amellerini gören ve koruyan demektir.

Atîd, hazır demektir. Cevherî der ki: "Atîd, hazır olan şey" de­mektir. "Onlar için dayanaklar hazırladı"[2] mealindeki âyette bu mânâyadır. Koşu için hazırlanmış ata, denir.[3]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Kâf. Bu harfler, (Hurûfu mukattaâ), Kur'an'm mucizeliğine ve bu mucize kitabın, böyle hecâ harflerinden meydana geldiğine işaret etmek içindir.[4] Bu, cevabı zikredilmeyen bir yemindir. Yani, diğer se­mavî kitaplardan daha üstün ve şerefli olan Kur'an-ı Kerim'e yemin ederim ki, siz öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz. İbn Kesir şöyle der: Yemi­nin cevabı söylenmemiştir. Bu cevap, daha sonra gelen kelamın muhtevası olup peygamberliği ve âhiret hayatını isbattan ibarettir. Takdiri şöyledir: Ey Muhammedi sen, kesin olarak bir elçisin. Öldükten sonra dirilme de, el­bette haktır.[5] Bu tür ifadeler Kur'an'da çoktur. Ebû Hayyân der ki: Burada Kur'an, kendisiyle yemin edilen şeydir. Mecîd, onun sıfatıdır. O, diğer ki­taplardan üstündür. Yeminin cevabı söylenmemiş olup, daha sonraki ifade bu cevabın ne olduğunu göstermektedir. Takdiri şöyledir: Andolsun ki sen onlara, öldükten sonra dirilme var diye korkutucu olarak geldin, fakat onlar kabul etmediler.[6]

 

2. Müşrikler, kendilerine, onları Allah'ın azabından korkutan insanlardan, bir peygamberin gönderilmesine şaştılar. Mekke kâfirleri, "Bu, son derece garip ve hayret edilecek bir şeydir" dediler. Burada zamir yerine açık ismin getirilmesi, inkâr suçunu işlediklerini tescil etmek içindir. Âyet, hayret edilmeyecek bir şeye hayret etmelerini yadırgamaktadır. Çünkü onlar Hz. Peygamber (a.s.)'in doğruluğunu, güvenilirliğini ve samimiyetini anlamışlardı. Binaen­aleyh onlara gereken hayret ve alay etmeleri değil, imana koşmaları idi. Bundan sonra Yüce Allah, onların hayret ettikleri şeyi haber vermek üzere şöyle buyurdu: [7]

 

3. Biz öldüğümüz ve cesetlerimiz toprak haline geldiği zaman mı dirilecek ve bulunduğumuz şekle döneceğiz??! Doğrusu bu, meydana gelmesi mümkün olmayan, son derece uzak bir dönüştür. [8]

 

4. Öldükleri zaman, onların vücutlarından, yerin neyi eksilteceğini, etlerinden, kıllarından ve kanlarından neyi yiye­ceğini biliriz. Hiçbir şey bize kapalı kalmaz ki, onları tekrar diriltmemiz imkânsız olsun. Bu geniş bilgimizle birlikte, katımızda on­ların sayılarını, isimlerini ve yerin onlardan neyi yediğini belirtip koruyan bir kitap vardır. O kitap, her şeyi geniş geniş yazan Levh-i Mahfuz'dur. [9]

 

5. Bu, onların hayrete düşmelerinden daha kötü ve daha çirkin bir şey yaptıklarını ifade etmeye dönüştür. Bu da, yüce Kur’an'ı yalanlamalarıdır. Yani, onlar, ifadesinin açıklığı ve âyetlerinin parlak­lığına rağmen, kendilerine geldiğinde Kur'an'ı yalanladılar, Onlar sabit olmayan ve karışık bir iş içindedirler, Bazan Peygamber (a.s.) hakkında, "O bir sihirbaz" diyorlar, bazan "O bir şair", bazan da "O bir kâhin" diyorlar. Aynı şekilde, Kur'an hakkında da, "O bir sihirdir" veya "O bir şiirdir", ya da "Evvelkilerin uydurmalarıdır" diyorlar ve benztn şeyle? söylüyorlar. Bundan sonra Yüce Allah, Âlemlerin Rabbinin yüceliğini gös­teren birlik ve kudret delillerini anlattı:[10]

 

6. Göklerin yüksekliğine ve sağlamlığına düşünerek ve ibret gözü ile bakıp da bilmediler mi ki, onları yoktan var ede­bilen, öldükten sonra da insanı diriltebilir?! Gökleri, direksiz nasıl yükselttik ve yıldızlarla nasıl süsledik. Onlarda da ne çatlak, ne de yarık vardır. [11]

 

7. Yeryüzünü yayıp genişlettik. Orada yeryüzünün sakinlerini sarsmaktan engelleyecek sabit dağlar yarattık. Orada, manzarası güzel, bakana sevinç ve ferahlık veren her türlü bitki bitirdik. [12]

 

8. Bunu, Allah'a dönen ve mahlukatm eşsiz yaratılışını  düşünen her kula gücümüzün sonsuzluğunu  göstermek ve hatırlatmak için yaptık. [13]

 

9. Bulutlardan, yaran çok ve bereketli bir su in­dirdik. Bu suyla, güzel bahçeler, meyveli ağaçlar ve buğday, arpa ve biçilen diğer hububat gibi ekin taneleri meydana getirdik. [14]

 

10. Düzgün ve uzun hurma ağaçlan da meyda­na getirdik. Bu ağaçların, birbiri üzerine kümelenmiş tomurcuklan vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, tomurcukların çokluğunu, birbiri üzeri­ne kümelenmiş olduklarını ve ondaki meyvelerin çokluğunu kastediyor. Meyve ilk çıktığında nar tanesi gibi kümelenmiş olur. Birbirine bitişik olduğu sürece ona " nadîd" denir. Kabuğundan çıktığında artık ona " nadîd" denmez.[15]

 

11. Bütün bunları, faydalanmaları maksadıyla insanlar için rızık olarak bitirdik. O suyla, suyu ve bitkisi olmayan kurak bir toprağa hayat verdik de, orada bitki ve yeşil otlar bitirdik, Öldükten sonra arzı dirilttiğimiz gibi, aynı şekilde, öldükten sonra sizi de diriltip çıkarırız. İbn Kesîr şöyle der: Bu Ölü yer, üzerinde hiçbir bitki eseri olmayan kurak bir yerdi. Üzerine su inince, o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkileri verir. Bunlar, gözün, güzelliğine hayret ettiği çiçek ve diğer şeylerdir. Bu durum, daha önce yeryüzünde hiçbir bitki yok­ken böyle olmuş ve yeryüzü kıpırdanıp yeşermiştir. İşte bu, öldükten sonra dirilmeye bir örnektir. Yüce Allah, ölü yeri dirilttiği gibi, aynı şekilde ölüleri de diriltir...[16]

Bundan sonra Yüce Allah, Mekke kâfirlerini uyarmak ve mazeretle­rini ortadan kaldırmak için, geçmiş milletlerden yalanlayanların başlarına gelenleri onlara hatırlattı: [17]

 

12. O kâfirlerden önce, Nuh'un kavmi de yalan­lamıştı. RessCKuyu) halkı da yalanlamıştı. Bunlar, Semud kavminin kalıntıları olup kuyu başında peygamberlerine tuzak kurmuşlardı. Semûd da yalanlamıştı. [18]

 

13. Âd ve Firavun kavimleri ve Lût'un kardeşleri de peygamberlerini yalanlamışlardı. Lût (a.s.), peygamber olarak gönderil­diği kavimden olmadığı halde, onlardan evlenip damatları olduğu için, gön­derildiği kavme, "Lût'un kardeşleri" denilmiştir. [19]

 

14. Bol ve girift ağaçların sahipleri de yalanlamışlardı. Bunlar Şuayb (a.s)'ın kavmidir. Bunların etrafı bahçeler ve birbirine girmiş çok ağaçla kuşatılmış olduğu için bunlara Eyke halkı denilmiştir. Tubba' kavmi de peygamberlerini yalanlamıştı. Tefsirciler der ki: Tubba', Yemen kralı idi. Bu müslüman olmuş, kavmini İslama davet etmişti. Fakat kavmi onu yalanlamıştı. Bu kral, Tubba' el-Yemânî diye bilinir.[20] Bu anlatılan kavimlerin hepsi peygamberlerini yalanlamıştı. İbn Kesîr der ki: Bir peygamberi yalanlayan kimse, bütün peygamberleri yalanlamış olduğu için, âyette " Peygamberler" kelimesi çoğul kılınmıştır. Bu, Yüce Allah'ın, "Nuh kavmi de peygamberleri yalanladı"[21] Bunun üzerine onlara ceza ve azabım gerekli oldu. Bu âyet Hz. Peygamber (a.s.)'i teselli, suçlu kâfirleri ise tehdit etmektedir. [22]

 

15. İlk yaratmadan âciz mi kaldık ki, onları öldükten sonra diriltmekten âciz kalalım? Kurtubî der ki: Bu âyet, öldükten sonra di­rilmeyi inkâr edenleri kınama ve "Bu, imkânsız bir dönüştür" sözlerine bir cevaptır. Yüce Allah'ın bundan maksadı şudur: İlk yaratmaktan âciz kal­madık. Yeniden yaratmak ondan daha kolaydır. Öyleyse, öldükten sonra ye­niden yaratmaktan âciz kalacağımız nasıl düşünülür? Ama onlar öldükten sonra dirilme ve haşirde, tereddüt, kuşku ve şaşkınlık içindedirler. Âlûsî der ki: Yüce Allah bu âyette " ikinci yaratılış" demeyip te, " yaratma" kelimesini nekre olarak getirip onu " yeni" diye nitelemiştir. Bunu, müşriklerin öldükten sonra dirilmeyi imkânsız görmelerine ve onun, şanına Önem verilmesi gereken büyük bir yaratma olduğuna dikkat çekmek için yapmıştır. Onun haberi de büyük bir haberdir.[23]

Bundan sonra Yüce Allah, ilminin genişliğine ve kudretinin sonsuz­luğuna dikkat çekti: [24]

 

16. Andolsun insan cinsini biz ya­rattık. Onun kalbinde ve gönlünde olanları biliriz. İnsanın niyetlerinden ve sırlarından hiçbir şey bize gizli kalmaz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Bu, boyunda bulunan ve kalbe bağlı olan büyük damardır. Ebû Hayyân şöyle der: Biz ona bilgi bakımından daha yakınız. Onu ve bütün hallerini biliriz. Onun sırlarından hiçbir şey bize giz­li kalmaz. Hal böyle olunca, sanki Yüce Allah ona yakınmış gibi olur. Bu, çok yakın olmanın temsili bir ifadesidir. Bu, Arapların, "O bana, etek bağ­lama yeri gibidir[25]  sözüne benzer. İbn Kesîr de şöyle der: "Bundan maksat meleklerimiz insana şah damarından daha yakındır" demektir. Allah'ın in­sana hululü ve onunla birleşmesinin olamayacağı icmâ' ile sabittir. Allah bu sıfatlardan mukaddes ve yücedir. İbn Kesîr'in bu tefsiri, "Biz ona sizden daha yakınız. Ama göremezsiniz"[26] mealindeki âyetin tefsirine benzer. O burada, "Allah, bununla melekleri kastediyor" demiştir.[27] Bundan sonra ge­len âyet de bunu göstermektedir: [28]

 

17. İnsanla görevli, biri sağında oturmuş iyiliklerini diğeri solunda oturmuş kötülüklerini yazan iki melek zabıt tutarlarken, Allah ona daha yakındır. Bu cümlede hazif olup takdiri şöyledir: " Sağında bir oturucu, solunda bir oturucu vardır" ikincisinden anlaşıldığı için birincisi hazf edilmiştir. Mücâhid şöyle der: Allah, insanın bütün hallerini bildiği halde, delil getirip sustur­mak için, yaptıklarını muhafaza eden ve yazan iki melek gece, iki melek de gündüz, görevlendirmiştir. Biri sağında olup iyiliklerini, biri de solunda olup kötülüklerini yazar. İşte Yüce Allah'ın, âyetinin mânâsı budur.[29] Âlûsî de der ki: Bundan maksat şudur: İki koruyucu zabıt meleği, onun söylediklerini yazarken. Yüce Allah, insanın durumunu, her gözetleyiciden daha iyi bilir. Burada Yüce Allah'ın, iki meleğin korumasını istemeye ihtiyacı olmadığı bildirilmektedir. Zira Yüce Allah, o iki melek­ten daha iyi bilir ve onlara gizli kalan şeylerden haberdardır. Fakat hikmet, şahitlerin bulunacağı kıyamet gününde, o iki meleğin yazmış oldukları sahifeleri göstermeleri  için, yazıya geçirmiş olmalarını gerektirmektedir. Kul, Allah'ın, ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmekle birlikte, meleklerin bunları yazdığını da bilince, iyilikleri daha çok yapma, kötülüklerden de uzak durma arzusu artar.[30]

 

18. İnsan, hayır veya şer ne söylerse, mutlaka yanında, onun sözünü yazan ve gözetleyen bir melek vardır. O ne­rede olursa olsun, kendisine emredilen şeyi yazmak için onunla hazırdır. İbn Abbas şöyle der: Hayır ve serden söylediği her şeyi yazar.[31]  Hasan Bas- de der ki: Âdemoğlu öldüğünde defteri dürülür. Kıyamet gününde ona şöyle denilir: "Kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.[32]

 

19. İnsanı bayıltan ve aklını gideren Ölüm sar­hoşluğu ve şiddeti, hak olan âhiret sıkıntıları ile geldiğinde, ki onu inkâr eden şahıs bunu açık açık görecektir,  İşte bu, kendisinden kaçtığın ve korktuğun şeydir. Aişe'den (r. anhâ) rivayet olunduğuna göre, Peygamber (a.s.)'e, ölüm baygınlığı geldiğinde, yüzünden teri silmeye ve şöyle demeye başladı: "Subhânallah! Kuşkusuz ölümün sarhoşlukları var­dır."[33]

 

20. Öldükten sonra dirilme için sûr'a üfürül-düğünde, işte o gün, Allah'ın, kâfirleri azap ile tehdit ettiği gündür. [34]

 

21. İyi olsun, günahkâr olsun, her insan iki melekle birlikte gelir. Meleklerden biri onu mahşere götürür, diğeri ise yaptıklarıyla, onun hakkında şahitlik yapar. Ibn Abbâs şöyle der: Onu mah­şere götüren, meleklerdendir. Şahitlik yapan ise, kendilerinden bir şahit ya­ni elleri ve ayaklarıdır: "O gün, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukla­rından dolayı haklarında şahitlik eder."[35] Mücâhid de şöyle der: Sevkeden ve şahitlik eden iki melektir. Biri onu sevkeden, diğeri de hakkında şahit­lik eden melektir.[36]

 

22. Ey insan! Sen bu zor günden gafildin. Fakat biz, dünyada iken senin kalbin, gözün ve kulağın üzerinde bulunan perdeleri şimdi giderdik Bugün artık gözün kuvvetli ve keskindir. Engeller tamamen ortadan kalktığı için, onunla daha önce göremediğin şeyleri görürsün. [37]

 

23, 24, 25, 26. Yanındaki arkadaşı, "İşte bu yanım­daki hazır" der. (İki meleğe şu emir verilir): "Haydi i-kiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel olanı, azgın şüpheciyi Allah ile beraber başka ilâh edineni, cehenneme atın, şiddetli azaba bırakın".

27. Müşrikin arkadaşı (şeytan) der ki: Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi.

28. Allah buyurur: Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim.

29. Benim huzurumda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim.

30. O gün cehenneme "Doldun mu?" deriz. O da "Daha var mı?" der.

31. Cennet de takva sahipleri için, uzak olmayan bir yere yaklaştırılır.

32, 33. "İşte size va'dedilen budur. Ki o, Allah'a yönelen, emirlerine riâyet eden, görmediği halde Rah-mân'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere mahsustur."

34. Oraya selâmetle girin. İşte bu, ebedî yaşama günüdür!

35. Orada onlara diledikleri herşey vardır. Katı­mızda fazlası da vardır.

36. Biz, onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar dolaşan nice nesilleri helak etmişiz­dir, kurtuluş var mı?

37. Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulu­nup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.

38. Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.

39. Dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile teşbih et.

40. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardın­dan da O'mı teşbih et.

41. Çağıranın yakın bir yerden nida edeceği güne kulak ver.

42. O gün insanlar bu hak sesi işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.

43. Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.

44. O gün yer yarılır, onlar çabucak ayrılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.

45. Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen on­ların üzerinde bir zorlayıcı değilsin, uyarımdan kor­kanlara Kur'an'la öğüt ver.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, müşriklerin, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerini anlattıktan ve öldükten sonra dirilme ve haşrin vuku bula­cağını gösteren delilleri getirdikten sonra burada da kâfirin âhirette karşılaşacağı şiddet ve sıkıntıları ve iyi mü'minler için cennette hazırlamış olduğu nimetleri anlattı. Bu mübarek sûreyi, öldükten sora dirilmeye dair delilleri, bu dirilmenin hallerini ve aşamalarını anlatarak sona erdirdi. [38]

 

Kelimelerin İzahı

 

Yaklaştırıldı. Bir şey yaklaştığında denir. Geniş zamanı dür. " onu yaklaştırdı" demektir.

Evvâb, Allah'a çok dönen. Bir kimse, geri döndüğünde de­nir. Geniş zamanı mastarı dir. Bu kelime, bundan türemiştir. Batş, şiddetle yakalamak demektir.

Gezip dolaştılar. Aslında, bir şeyi araştırmak demektir. Şair der ki:

Ölüm korkusuyla ülkeleri incelediler. Yeryüzünde, dol aşılabilecek her yeri dolaştılar.[39]

Mahîs, kaçacak yer demektir. Bir kimse, kaçmak istediği za­man denir. Geniş zamanı , mastarı dır.

Luğûb, yorgunluk manasınadır. [40]

 

Nüzul Sebebi

 

Katâde'den şöyle rivayet edilmiştir: Yahudiler dediler ki: "Allah, gök­leri ve yeri altı günde yarattı. Bu günlerin başı pazar, sonu ise Cuma'dır. Al­lah bunları yaratırken yoruldu. Cumartesi günü dinlendi." Yahudiler bu gü­ne, "dinlenme günü" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, sözlerinde onları yalanladı. Şu mealdeki âyet indi: "Andolsun biz gökleri yeri ve ikisi ara­sında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.."[41]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

23. İnsan ile görevli melek der ki: Bu, beni ken­disiyle görevlendirdiğin Âdemoğludur. Onu ve amel defterini getirdim. [42]

 

24. Yüce Allah, getiren ve şahitlik eden o iki meleğe şöyle der: "Hakka karşı inat edip hesap gününe inanmayan bütün kâfirleri cehenneme atın"[43]

 

25. Malından, ödemesi gerekli olan her hakkı ver-meyen din hakkında kuşkulu saldırgan zâlimi, atın cehenneme.[44]

 

26. O, Allah'a ortak koşan ve onun birliğine inan-mayan kimsedir. Onu cehennem ateşine atın. " onu atın" sözünü, tekit için tekrarladı. [45]

 

27. Arkadaşı, Yani ona musallat kılman şeytan: "Rabbimiz, onu ben saptırmadım, ,l Fakat o, kendi ih­tiyariyle saptı. Zorlama veya icbar olmadan körlüğü hidayete tercih etti" der. Bu âyette hazif vardır. Âyetin akışı hazfin ne olduğunu göstermektedir. Sanki kâfir şöyle der: "Ey Rabbim! Beni azdıran, şeytanımdir. Bunun üzeri­ne Şeytan şöyle der: Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Aksine o, kendisi sapmış ve hakka karşı inat göstermişti. Ben de bu hususta ona yardımcı ol­dum. [46]

 

28. Bunun üzerine Yüce Allah, kâfirlere ve onların arkadaşları olan şeytanlara şöyle der: Burada tartışma­yın. Ne tartışma fayda verir, ne de çekişme. Daha önce Ben sizi, peygam­berler vasıtasiyle azabıma karşı uyarmış ve sizi şiddetli azabımdan sakm-dırmıştim. O âyetler ve uyarılar size fayda vermedi. [47]

 

29. Sözüm bozulmaz, suçlu kâfirlerin cezalandırlacağı-na dair olan hükmüm değiştirilmez. Tefsirciler der ki: Bundan maksat, Yü­ce Allah'ın, kâfirlere azap edeceğine ve onları cehennemde sonsuza kadar bırakacağına dair sözüdür. Nitekim şu mealdeki âyet de bunun delilidir: "Andolsun ki cehennemi insanlar ve cinlerle toptan dolduracağım"[48] Ben zâlim değilim ki, herhangi bir kimseye hak etmeden azap edeyim ve onu suçsuz yere cezalandırayım. [49]

 

30. O korkunç günü hatırla. O gün Yüce Allah, cehenneme, "doldun mu?" der. Cehennem de, "daha fazlası var mı?" diye cevap verir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sürekli olarak ce­henneme suçlu atılır. Cehennem "daha var mı?" diye sorar. Sonunda İzzet sahibi olan Yüce Allah oraya ayağını koyar. Bunun üzerine cehennem: "İzzetin ve keremin hakkı için yeter" der ve büzülür.[50]  Açık olan şudur ki, bu soru ve cevap hakikattir. Allah'ın her şeye gücü yeter. Çünkü, cansız var­lıkları, ağacı, taşı konuşturmak aklen caiz olup, şer'an da meydana elmiştir. Kur'an-ı Kerim, karıncanın konuştuğunu ve herşeyin, Allah'ı hamd ile teş­bih ettiğini haber vermiştir. Sahih-i Müslim'de şöyle bir hadis vardır: "Ahir zamanda müslümanlar yahudileri öldürecekler. Öyleki, bir yahudi ağacın ve taşların arkasına gizlenecek de, Allah o ağacı ve taşı konuşturacak..."[51] Bir görüşe göre bu âyet, olayı temsili olarak anlatmakta ve cehennemin genişliğini ve kenarlarının birbirinden uzaklığını tasvir yoluyla ifade et­mektedir. Cehennem o kadar geniş ve büyüktür ki, bütün kâfirler ve suçlular oraya atılsa, onları içine alır.[52] Bu, Arapların şu sözüne benzer: Duvar çivi­ye, "beni niçir yarıyorsun?" demiş, o da, "Bana vurana sor" diye cevap ver­miştir. Yüce Allah, bedbahtların hallerini anlattıktan sonra, bahtiyar kim­selerin durumunu anlatmak üzere şöyle buyurdu: [53]

 

31. Cennet, takva sahibi mü'minler için uzak olmayan bir yere yaklaştırılır. Mü'minlere daha fazla ikramda bulunmak için Cennet, görebilecekleri bir yerde bulunacak şekilde yaklaştırılır. [54]

 

32. Onlara şöyle denilir: Gördüğünüz bu nimet, Allah'ın, kendisine dönen ve ahdini ve emrini koruyan her kula vadettiği nimettir. [55]

 

33. Bu nimet, kesin inancından do­layı, Allah'ı görmeden ondan korkan ve itaat eden; tevbe eden, boyun eğen ve teslim olan bir kalp ile gelen kimseler içindir. [56]

 

34. Onlara denilir ki: Cennete, azaptan, ke­derden ve gamdan selamette kalmış olarak girin. Bu gün, sonu olmayan, ebedi kalınacak bir gündür. Çünkü Cennette ölüm de yoktur, yok olma da... [57]

 

35. Onlar için Cennette, canlarının istediği ve gözlerinin zevk aldığı her şey vardır. Bizim katımızda, bundan daha fazla ihsan ve ikram vardır. O da, Yüce Allah'ın zâtına bakmaktır.[58]

Bundan sonra Yüce Allah, Mekke kâfirlerinden önce peygamberleri yalanlayanların başına gelenleri anlatarak onları korkuttu: [59]

 

36. Kureyş kâfirlerinden önce, suçlu kâfirlerden birçok milleti yok ettik. Onlar, Kureyş kâfirlerinden daha kuvvetli ve yakalaması onlardan daha güçlü ve ezici idîfer. Kendileri için ölümden kaçacak ve Allah'ın azabından kurtulacak bir yer bulabilir miyiz diye ülkeleri gezip etraflarını dolaştılar. [60]

 

37. Anlatılan o zâlim ülkelerin yok edilme işinde, düşünen akıl sahibi olan veya ibret ve Öğüt almak maksadıyle, bütün kalbi ile öğüde kulak veren kimse için ibret ve öğüt vardır. Süfyan, "kalben dinlemeyen orda hazır sayılmaz" der. Dahhak da şöyle der: Bir kimse huzuru kalp ile bir şeyi dinlediğinde, Arap der.[61] Kalp, aklın yeri olduğu için, Yüce Allah, "Akıl", "kalp" kelime­siyle ifade etti. Nitekim bir âyet-i kerimede mealen şöyle buyurulmuştur: "Gerçek şu ki, gözler kör olmaz. Lakin göğüsler içindeki kalpler (akıllar) kör olur"[62]

 

38. Bu âyet Yahudilere bir cevaptır. Şöyle ki onlar, şu iddiada bulunmuşlardı: "Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bunların ilki pazar, sonu ise cuma günü idi. Allah yoruldu ve Cumartesi günü dinlendi. Arş'ın üstüne sırt Üstü yattı" İşte Yüce Allah, bu âyetle, onları yalanlamıştır.[63] Yani, Allah, büyük ve yüksek yedi göğü; yoğun ve geniş yeri ve bu ikisi arasında bulunan mahlu-katları altı günde yarattı. Ona hiçbir yorgunluk ve bitkinlik gelmedi. [64]

 

39. Ey Muhammedi Yahudilerin ve diğerlerinin yani Kureyş kâfirlerinin söylediklerine sabret. Güzel bir şekilde onlardan ayrı dur. l Rabbini. O'na layık olmayan şeylerden uzak tut. Sabah ve ikindi vakitlerinde O'nun için namaz kıl ve O'na ibadet et. Bu iki vaktin, şeref ve faziletinin çokluğundan dolayı, Yüce Allah, özel olarak bunları zikretti. [65]

 

40. Geceleyin Allah için teheccüd namazı kıl. Farz namazların ardından da nafile namazı kıl. İbn Kesir şöyle der: Mirac'tan önce farz namaz, iki rekat güneş doğmadan, iki rekat ta batmadan önce olmak üzere iki vakitti. Gece namazı kılmak Hz. Peygamber (a.s)'e ve ümmetine vacib oldu. Bir sene sonra ümmete farz oluşu neshedildi. Daha sonra da, Miraç gecesi beş vakit namaz farz kılınmakla hepsi neshedildi. Sadece onlardan sabah ve ikindi namazı kaldı. Bunların biri güneş doğma­dan, öbürü de batmadan önce kılman namazlardır.[66]

 

41. Ey Muhammed! İsrafil'in yakın bir yerden, haşr için yapacağı çağrıya kulak ver. İsrafil, o kadar yakından seslenir ki, bu ses herkese eşit şekilde ulaşır. Ebussuud şöyle der: Bu âyet, haber verilen şeyin durumunun korkunç ve dehşet verici olduğunu ifade eder. Ses­lenen İsrafil (a.s.)'dir O şöyle seslenir: Ey çürümüş kemikler! Ey kopmuş mafsallar, parçalanmış etler! Ey dağılmış saçlar! Allah size, hüküm günü için bir araya gelip toplanmanızı emrediyor.[67]

 

42. Hak olarak gelecek olan, öldükten sonra di­rilme sesini, yani Sûr'a yapılan ikinci üfürmeyi duydukları gün, işte o gün, kabirlerden çıkış günüdür. [68]

 

43. Dünyada mahlukata hayat veren de on­ları öldüren de biziz. Ahirette de, hesap için, dönüşleri başkasına değil bize olacaktır. [69]

 

44. Arzın çatlayıp onlardan ayrılacağı ve münadinin davetine cevap vermek üzere kabirlerinden hızla çıkıp hesap ye­rine gidecekleri gün Bu, sadece bize kolay gelen bir dirilt­me ve toplamadır. Yorulmaya ihtiyaç duyulmaz. [70]

 

45. Biz Kureyş kafirlerinin, söylediklerini, yani öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiklerini, seninle ve peygamerliğinle alay edip eğlendiklerini pek iyi biliyoruz. Bu âyetle Peygamber (a.s.) teselli edilmekte, kâfirler ise tehdit edilmektedir. Ey Muhammed! Sen onları İslama zorlamak üzere başlarına musallat kılınmış değil­sin. Sen sadece uyarıcı olarak gönderildin. Azabım­dan korkanlara bu Kur'an'la öğüt ver. Yüce Allah bu mübarek sûrenin başı ile sonu arasında uygunluk olsun diye, sûreye Kur'an'a yemin ile başladığı gibi, onu, "Kur'an ile öğüt ver" emriyle sona erdirdi. [71]

 

Edebi Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.

1. "Kâfirler dediler ki" âyetinde, zamir yerine açık isim kullanılmıştır. Yani, kâfirlerin inkârlarını tescil etmek için "dediler" yerine, "Kâfiler dediler ki" denilmiştir.

2. "Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?" sorusu, öldükten sonra dirilmenin imkânsızlığını ifade etmek İçin, inkâr tarzında sorulmuş bir sorudur.

3. "Bilakis onlar hakkı yalanladılar". Bu, Allah   âyetleri­ni ve mucizelerle desteklenmiş olan Peygamberini yalanlamadır. Önceki âyette ifade edilen hayret etmelerinden daha kötü ve çirkin şey yaptıklarını açıklamak için, önceki konuyu bırakıp bunu vurgulamak maksadıyle, idrab için olan  edatı kullanılmıştır.

4. "Çıkış da böyledir" âyetinde mürsel mücmel teşbih var­dır. Ölülerin diriltilmesi, ölü, yeryüzünden bitkilerin çıkarılmasına benze­tilmiştir.

5. "Biz ona Şah damarından daha yakınız" âyetinde istiare-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, kulların hallerini ve akıl­larından geçen şeyleri bilmesini, kalplere yakın olan Şah damarına benzet­miştir. Bu, istiare yoluyla, yakınlığı temsili olarak ifade etmektir. Arapla­rın şu sözüne benzer:  O bana, doğum yaptıran ebenin oturduğu yer gibidir. O bana eteğin bağlandığı yer gibidir. Yani son derece yakındır.

6. "Onun sağında ve solunda oturan iki melek vardır" âyetinde icaz yoluyla hazif vardır. Takdiri şeklindedir. İkinci  kelimesinden anlaşıldığı için, birincisi hazfedil-miştir. Ayrıca "sağ" ve "sol" kelimeleri arasında tıbak vardır.

Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.

7. "Ölüm sarhoşluğu geldi" cümlesinde istiare-i tas-rihiyye  vardır.   Yüce  Allah,   ölmek  Üzere  olan  bir  kimsenin, ölürken karşılaşacağı sıkıntılı hal için, "Sarhoşluk" mânâsına gelen kelime­sini müstear olarak kullandı.

8. "İnatçı" ve "hazır" kelimeleri arasında, harfleri değiştiği için cinas-ı nakıs vardır.

9. "Hayat veririz" ile " öldürürüz" kilemelerİ arasında tıbak vardır.

10. Gibi, âyet sonlarında uygunluk ve akıcı, güzel bir seci' vardır. Aynı şekilde âyet sonlarında uygunluk vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. Çünkü bunda kulağa hoş gelen güzel bir etki vardır.

Allah'ın yardımıyle "Kâf Sûresi "nin tefsiri bitti. [72]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/155-156.

[2] Yûsuf sûresi, 12/31

[3] es-Sıhah, .ne maddesi.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/159.

[4] Geniş, bilgi için, Bakara sûresi'nin başına bak.

[5] Bu, îbn Kesir'in ifadesinin özetidir. Bkz, el-Muhtasar, 3/371.

[6] Bahr, 8/120

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/159-160.

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160-161.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.

[15] Bahr, 8/122

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.

[16] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/372

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161-162.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.

[20] Cemel Haşiyesi, 4/91

[21] Şuarâ sûresi, 26/105. Kurtubî, 17/8

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.

[23] Rûbu'I-meânî, 26/178

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.

[25] Bahr, 8/123

[26] Vakıa sûresi, 56/85

[27] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/373

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162-163.

[29] Kurtubî, 17/9

[30] Rûhu'l-meânî, 26/179

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/163.

[31] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/374

[32] îsrâ sûresi, 17/14, Bahr, 8/124

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/163-164.

[33] Buhârî, Rikâk 81/42.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.

[35] Nûr sûresi, 24/24

[36] Biz burada Mücâhid'in görüşünü tercih ettik. Zira âyet-i kerîmenin zahiri budur. Bu, Ta-berî ve Ibn Kesîr'in de tercihidir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167.

[39] Kurtubî, 17/22

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167-168.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[48] Hûd Suresi, 11/119. Bkz. Cemel Haşiyesi, 4/96; Kurtubî, 17/17.

[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.

[50] Buhârî, Tefsir 50/1; Ahmed b. Hanbel, Mlisned 3/234. Müslim, Cennet, 51/37.

[51] Buharı, Cihad 94; Müslim, Filen 86.

[52] Bu görüşe göre, orada konuşma yokîur. Bu ancak temsil yollu bir ifade olup Halefin görüşüdür. Kurlubî, bunun, Mücahidin yorumu olduğunu nakleder. Birinci görüş, Selefin

görüşüdür.

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168-169.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.

[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.

[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.

[58] Bu görüş, Enes ve Cabir b. Abdillah'tan rivayet edilmiştir. Onlar der ki: Ayetteki "mezîd"den maksat, Allah'ın mü'minlere tecelli etmesidir. Mü'minler bu tecelli neticesinde Allah'ı göreceklerdir. Bu, her Cumada olacaktır. Bkz. Ruhu'i-Meanî, 26/190..

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169-170.

[61] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/378

[62] Hacc Sursi, 22/46

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.

[63] Bu Katade ve Kclbî'nin görüşüdür. Kurtubî'de böyledir. Bkz. 17/24.

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.

[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.

[66] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/378

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.

[67] Ebussuud, 5/96

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170-171.

[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171-172.