Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Mekke'de inmiştir, 45
âyettir.
Bu mübarek' sûre
Mekke'de inmiş olup Allah'ın birliği, risâlet ve
öldükten sonra diriLme gibi Islâmî
İnanç esaslarım ele alır. Fakat sûrenin Önem verdiği asıl konu, "öldükten
sonra dirilme ve haşr" konusudur. Hattâ bu konu,
hemen hemen bu mübarek sûrenin özel konusudur. Kur'an bu konuyu parlak ve kesin delillerle ele alır. Bu
mübarek sûre korkutucu, duyguları çok etkileyici, kalbi titretici, ruhu
sarsıcıdır. İçinde bulunan tergîb ve terhîb (teşvik ve korkutma) unsurlarıyla ruhlarda hayrete
düşürecek korkular ve şiddetli titremeler meydana getirir.
Bu sûre Kureyş kâfirlerinin son derece hayret edip İnkâr ettikleri
bir esas meseleyle başlar. O da öldükten sonra dirilme ve yok olduktan sonra
yeniden canlanma meselesidir: "Kâf, Şerefli Kur'an'a andolsun. Kâfirler,
aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, "Bu, şaşılacak bir
şeydir" dediler. "Biz, öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı
(dirileceğiz)? Bu, uzak bir dönüştür..."
Daha sonra bu sûre
müşriklerin yani yeniden dirilmeyi inkâr edenlerin dikkatlerini, Allah'ın yüce
kudretine çeker. Yüce Allah'ın bu kudreti, bu görünen kâinatın sahîfelerinde, göklerde ve yerde, suda ve bitkide, meyve ve
tomurcukta, hurma ve ekinde tecellî etmektedir. Bütün bunlar, Yüce Allah'ın
kudretinin kesin delilleridir: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu
nasıl bina etmişiz..."
Bu mübarek sûre,
geçmiş milletlerin yalanlayıcılanndan ve onların
basma gelen türlü musibet ve azaplardan söz etmeye geçer ki, Mekke kâfirlerini,
geçmiş kavimlere gelenlerin onların da başına gelmesinden sakındırsın:
"Onlardan önce Nûh kavmi, Ress halkı ve Semûd da yalanlamıştı..."
Daha sonra sûre, ölüm
sarhoşluğundan, haşr korkusundan, hesabın dehşetinden
ve o zor günde suçlunun karşılaşacağı sıkıntı ve şiddetlerden bahseder. Bu
sıkıntılar neticede onu cehenneme atar: "Sûr'a üfürülür. İşte bu, geleceği
va'dedilen gündür…"
Bu mübarek sûre,
"Hak ses"ten bahsederek sona erer. Bu ses, öyle bir sestir ki,
seslenildiğinde insanlar, sanki yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden
çıkarlar. Hesap ve ceza için sevkedilirler. Onlardan
hiçbiri Allah'a gizli kalmaz. Bu âyetlerle, müşriklerin yalanladığı öldükten
sonra dirilme ve haşir isbat edilmektedir:
"Çağıranın, yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. O gün inşalar o
hak sesi işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.."[1]
Bismillâhirrahnıânirrahîm
1. Kâf. Şerefli Kur'ân'a andolsun.
2.
Doğrusu kâfirler aralarından
bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, "Bu şaşılacak bir
şeydir" dediler.
3. Biz
öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman ha...! Bu uzak bir dönüştür.
4. Biz,
toprağın onlardan neleri eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz. Yanımızda o
bilgileri koruyan bir kitap vardır.
5. Bilakis,
onlar, Hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar karmakarışık bir
haldedirler.
6. Üstlerindeki
göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız? Onda hiçbir
çatlak da yok.
7. Yeryüzünü
de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler)
yetiştirdik.
8. Bunlar,
Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek içindir.
9. Gökten
bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik.
10, 11.
Kullara rizık olması için, birbirine girmiş, küme küme tomurcuklan olan uzun uzun
hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile, ölü beldeye can verdik. İşte hayata
yeniden çıkış da böyledir.
12. Onlardan önce
Nuh kavmi, Ress halkı
ve Semûd da yalanlamıştı.
13. Ad,
Firavun, Lût'un kardeşleri de
14. Eyke halkı ve Tubba1 kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri
yalanladılar da onlara azabım hak oldu.
15. İlk
yaratışta acz mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir
yaratılıştan şüphe etmektedirler.
16. Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.
17. Onun sağında
ve solunda oturan, iki alıcı melek vardır.
18. İnsan
hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen bir melek hazır bulunmasın.
19. Ölüm
sarhoşluğu gerçekten gelir de, "İşte (ey insan) bu, senin öteden beri
kaçtığın şeydir" denir.
20. Sûr'a
üfürülür, işte bu da geleceği va'dedilen gündür.
21. Herkes,
yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir.
22. "Andolsun sen bundan gaflette idin; şimdi biz senin perdeni
kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir".
Merîc, karışık demektir. İbnKuteybe
der ki: "İş karıştı" mânâsına "Din karıştı" mânâsına denir.
Aslında bu, bir şeyin sarsılması ve karar kılmaması manasınadır. Zayıflıktan
dolayı yüzük sallandığında, kişi: Yüzük elimde sallandı" der.
Fürûc, yarık mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Basikât, uzun şeyler. Bir şey uzayıp boy attığında denir.
Mastarı tur.
Nadîd, birbiri üstüne binmiş demektir.
Lebs, hayret, şüphe ve tereddüt demektir.
Aciz kaldık. Bir kimse
bir şeyi yapmaktan âciz kalınca, denir. Geniş zamanı dır.
Rakîb, insanın amellerini gören ve koruyan demektir.
Atîd, hazır demektir. Cevherî der ki: "Atîd, hazır olan şey" demektir. "Onlar için
dayanaklar hazırladı"[2]
mealindeki âyette bu mânâyadır. Koşu için hazırlanmış ata, denir.[3]
1. Kâf. Bu harfler, (Hurûfu mukattaâ), Kur'an'm mucizeliğine
ve bu mucize kitabın, böyle hecâ harflerinden meydana
geldiğine işaret etmek içindir.[4] Bu,
cevabı zikredilmeyen bir yemindir. Yani, diğer semavî kitaplardan daha üstün
ve şerefli olan Kur'an-ı Kerim'e yemin ederim ki, siz
öldükten sonra mutlaka diriltileceksiniz. İbn Kesir
şöyle der: Yeminin cevabı söylenmemiştir. Bu cevap, daha sonra gelen kelamın
muhtevası olup peygamberliği ve âhiret hayatını isbattan ibarettir. Takdiri şöyledir: Ey Muhammedi sen,
kesin olarak bir elçisin. Öldükten sonra dirilme de, elbette haktır.[5] Bu
tür ifadeler Kur'an'da çoktur. Ebû
Hayyân der ki: Burada Kur'an,
kendisiyle yemin edilen şeydir. Mecîd, onun
sıfatıdır. O, diğer kitaplardan üstündür. Yeminin cevabı söylenmemiş olup,
daha sonraki ifade bu cevabın ne olduğunu göstermektedir. Takdiri şöyledir: Andolsun ki sen onlara, öldükten sonra dirilme var diye
korkutucu olarak geldin, fakat onlar kabul etmediler.[6]
2.
Müşrikler, kendilerine, onları Allah'ın azabından korkutan insanlardan, bir
peygamberin gönderilmesine şaştılar. Mekke kâfirleri, "Bu, son derece
garip ve hayret edilecek bir şeydir" dediler. Burada zamir yerine açık
ismin getirilmesi, inkâr suçunu işlediklerini tescil etmek içindir. Âyet,
hayret edilmeyecek bir şeye hayret etmelerini yadırgamaktadır. Çünkü onlar Hz. Peygamber (a.s.)'in doğruluğunu, güvenilirliğini ve
samimiyetini anlamışlardı. Binaenaleyh onlara gereken hayret ve alay etmeleri
değil, imana koşmaları idi. Bundan sonra Yüce Allah, onların hayret ettikleri
şeyi haber vermek üzere şöyle buyurdu: [7]
3. Biz
öldüğümüz ve cesetlerimiz toprak haline geldiği zaman mı dirilecek ve
bulunduğumuz şekle döneceğiz??! Doğrusu bu, meydana gelmesi mümkün olmayan, son
derece uzak bir dönüştür. [8]
4. Öldükleri
zaman, onların vücutlarından, yerin neyi eksilteceğini, etlerinden, kıllarından
ve kanlarından neyi yiyeceğini biliriz. Hiçbir şey bize kapalı kalmaz ki,
onları tekrar diriltmemiz imkânsız olsun. Bu geniş bilgimizle birlikte,
katımızda onların sayılarını, isimlerini ve yerin onlardan neyi yediğini
belirtip koruyan bir kitap vardır. O kitap, her şeyi geniş geniş
yazan Levh-i Mahfuz'dur. [9]
5. Bu,
onların hayrete düşmelerinden daha kötü ve daha çirkin bir şey yaptıklarını
ifade etmeye dönüştür. Bu da, yüce Kur’an'ı
yalanlamalarıdır. Yani, onlar, ifadesinin açıklığı ve âyetlerinin parlaklığına
rağmen, kendilerine geldiğinde Kur'an'ı yalanladılar,
Onlar sabit olmayan ve karışık bir iş içindedirler, Bazan
Peygamber (a.s.) hakkında, "O bir sihirbaz" diyorlar, bazan "O bir şair", bazan
da "O bir kâhin" diyorlar. Aynı şekilde, Kur'an
hakkında da, "O bir sihirdir" veya "O bir şiirdir", ya da "Evvelkilerin uydurmalarıdır" diyorlar ve benztn şeyle? söylüyorlar. Bundan sonra Yüce Allah,
Âlemlerin Rabbinin yüceliğini gösteren birlik ve kudret delillerini anlattı:[10]
6. Göklerin
yüksekliğine ve sağlamlığına düşünerek ve ibret gözü ile bakıp da bilmediler mi
ki, onları yoktan var edebilen, öldükten sonra da insanı diriltebilir?!
Gökleri, direksiz nasıl yükselttik ve yıldızlarla nasıl süsledik. Onlarda da ne
çatlak, ne de yarık vardır. [11]
7. Yeryüzünü
yayıp genişlettik. Orada yeryüzünün sakinlerini sarsmaktan engelleyecek sabit
dağlar yarattık. Orada, manzarası güzel, bakana sevinç ve ferahlık veren her
türlü bitki bitirdik. [12]
8. Bunu,
Allah'a dönen ve mahlukatm eşsiz yaratılışını düşünen her kula gücümüzün sonsuzluğunu göstermek ve hatırlatmak için yaptık. [13]
9. Bulutlardan,
yaran çok ve bereketli bir su indirdik. Bu suyla, güzel bahçeler, meyveli
ağaçlar ve buğday, arpa ve biçilen diğer hububat gibi ekin taneleri meydana
getirdik. [14]
10. Düzgün
ve uzun hurma ağaçlan da meydana getirdik. Bu ağaçların, birbiri üzerine
kümelenmiş tomurcuklan vardır. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, tomurcukların çokluğunu,
birbiri üzerine kümelenmiş olduklarını ve ondaki meyvelerin çokluğunu
kastediyor. Meyve ilk çıktığında nar tanesi gibi kümelenmiş olur. Birbirine
bitişik olduğu sürece ona " nadîd" denir.
Kabuğundan çıktığında artık ona " nadîd"
denmez.[15]
11. Bütün
bunları, faydalanmaları maksadıyla insanlar için rızık
olarak bitirdik. O suyla, suyu ve bitkisi olmayan kurak bir toprağa hayat
verdik de, orada bitki ve yeşil otlar bitirdik, Öldükten sonra arzı
dirilttiğimiz gibi, aynı şekilde, öldükten sonra sizi de diriltip çıkarırız. İbn Kesîr şöyle der: Bu Ölü yer, üzerinde hiçbir bitki
eseri olmayan kurak bir yerdi. Üzerine su inince, o kıpırdanır, kabarır ve her
çeşitten iç açıcı bitkileri verir. Bunlar, gözün, güzelliğine hayret ettiği
çiçek ve diğer şeylerdir. Bu durum, daha önce yeryüzünde hiçbir bitki yokken
böyle olmuş ve yeryüzü kıpırdanıp yeşermiştir. İşte bu, öldükten sonra
dirilmeye bir örnektir. Yüce Allah, ölü yeri dirilttiği gibi, aynı şekilde
ölüleri de diriltir...[16]
Bundan sonra Yüce
Allah, Mekke kâfirlerini uyarmak ve mazeretlerini ortadan kaldırmak için,
geçmiş milletlerden yalanlayanların başlarına gelenleri onlara hatırlattı: [17]
12. O
kâfirlerden önce, Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. RessCKuyu)
halkı da yalanlamıştı. Bunlar, Semud kavminin
kalıntıları olup kuyu başında peygamberlerine tuzak kurmuşlardı. Semûd da yalanlamıştı. [18]
13. Âd ve
Firavun kavimleri ve Lût'un kardeşleri de
peygamberlerini yalanlamışlardı. Lût (a.s.),
peygamber olarak gönderildiği kavimden olmadığı halde, onlardan evlenip
damatları olduğu için, gönderildiği kavme, "Lût'un
kardeşleri" denilmiştir. [19]
14. Bol ve
girift ağaçların sahipleri de yalanlamışlardı. Bunlar Şuayb
(a.s)'ın kavmidir. Bunların etrafı bahçeler ve
birbirine girmiş çok ağaçla kuşatılmış olduğu için bunlara Eyke
halkı denilmiştir. Tubba' kavmi de peygamberlerini
yalanlamıştı. Tefsirciler der ki: Tubba', Yemen kralı
idi. Bu müslüman olmuş, kavmini İslama
davet etmişti. Fakat kavmi onu yalanlamıştı. Bu kral, Tubba'
el-Yemânî diye bilinir.[20] Bu
anlatılan kavimlerin hepsi peygamberlerini yalanlamıştı. İbn
Kesîr der ki: Bir peygamberi yalanlayan kimse, bütün peygamberleri yalanlamış
olduğu için, âyette " Peygamberler" kelimesi çoğul kılınmıştır. Bu,
Yüce Allah'ın, "Nuh kavmi de peygamberleri yalanladı"[21]
Bunun üzerine onlara ceza ve azabım gerekli oldu. Bu âyet Hz.
Peygamber (a.s.)'i teselli, suçlu kâfirleri ise tehdit etmektedir. [22]
15. İlk
yaratmadan âciz mi kaldık ki, onları öldükten sonra diriltmekten âciz kalalım? Kurtubî der ki: Bu âyet, öldükten sonra dirilmeyi inkâr
edenleri kınama ve "Bu, imkânsız bir dönüştür" sözlerine bir
cevaptır. Yüce Allah'ın bundan maksadı şudur: İlk yaratmaktan âciz kalmadık.
Yeniden yaratmak ondan daha kolaydır. Öyleyse, öldükten sonra yeniden
yaratmaktan âciz kalacağımız nasıl düşünülür? Ama onlar öldükten sonra dirilme
ve haşirde, tereddüt, kuşku ve şaşkınlık içindedirler. Âlûsî
der ki: Yüce Allah bu âyette " ikinci yaratılış" demeyip te, " yaratma" kelimesini nekre olarak getirip
onu " yeni" diye nitelemiştir. Bunu, müşriklerin öldükten sonra
dirilmeyi imkânsız görmelerine ve onun, şanına Önem verilmesi gereken büyük bir
yaratma olduğuna dikkat çekmek için yapmıştır. Onun haberi de büyük bir
haberdir.[23]
Bundan sonra Yüce
Allah, ilminin genişliğine ve kudretinin sonsuzluğuna dikkat çekti: [24]
16. Andolsun insan cinsini biz yarattık. Onun kalbinde ve
gönlünde olanları biliriz. İnsanın niyetlerinden ve sırlarından hiçbir şey bize
gizli kalmaz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Bu, boyunda bulunan ve kalbe
bağlı olan büyük damardır. Ebû Hayyân
şöyle der: Biz ona bilgi bakımından daha yakınız. Onu ve bütün hallerini
biliriz. Onun sırlarından hiçbir şey bize gizli kalmaz. Hal böyle olunca,
sanki Yüce Allah ona yakınmış gibi olur. Bu, çok yakın olmanın temsili bir
ifadesidir. Bu, Arapların, "O bana, etek bağlama yeri gibidir[25] sözüne benzer. İbn
Kesîr de şöyle der: "Bundan maksat meleklerimiz insana şah damarından daha
yakındır" demektir. Allah'ın insana hululü ve onunla birleşmesinin
olamayacağı icmâ' ile sabittir. Allah bu sıfatlardan
mukaddes ve yücedir. İbn Kesîr'in bu tefsiri, "Biz
ona sizden daha yakınız. Ama göremezsiniz"[26]
mealindeki âyetin tefsirine benzer. O burada, "Allah, bununla melekleri
kastediyor" demiştir.[27]
Bundan sonra gelen âyet de bunu göstermektedir: [28]
17. İnsanla
görevli, biri sağında oturmuş iyiliklerini diğeri solunda oturmuş kötülüklerini
yazan iki melek zabıt tutarlarken, Allah ona daha yakındır. Bu cümlede hazif olup takdiri şöyledir: " Sağında bir oturucu,
solunda bir oturucu vardır" ikincisinden anlaşıldığı için birincisi hazf
edilmiştir. Mücâhid şöyle der: Allah, insanın bütün
hallerini bildiği halde, delil getirip susturmak için, yaptıklarını muhafaza
eden ve yazan iki melek gece, iki melek de gündüz, görevlendirmiştir. Biri
sağında olup iyiliklerini, biri de solunda olup kötülüklerini yazar. İşte Yüce
Allah'ın, âyetinin mânâsı budur.[29] Âlûsî de der ki: Bundan maksat şudur: İki koruyucu zabıt
meleği, onun söylediklerini yazarken. Yüce Allah, insanın durumunu, her
gözetleyiciden daha iyi bilir. Burada Yüce Allah'ın, iki meleğin korumasını
istemeye ihtiyacı olmadığı bildirilmektedir. Zira Yüce Allah, o iki melekten
daha iyi bilir ve onlara gizli kalan şeylerden haberdardır. Fakat hikmet,
şahitlerin bulunacağı kıyamet gününde, o iki meleğin yazmış oldukları sahifeleri göstermeleri
için, yazıya geçirmiş olmalarını gerektirmektedir. Kul, Allah'ın,
ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmekle birlikte, meleklerin bunları yazdığını da
bilince, iyilikleri daha çok yapma, kötülüklerden de uzak durma arzusu artar.[30]
18. İnsan,
hayır veya şer ne söylerse, mutlaka yanında, onun sözünü yazan ve gözetleyen
bir melek vardır. O nerede olursa olsun, kendisine emredilen şeyi yazmak için
onunla hazırdır. İbn Abbas
şöyle der: Hayır ve serden söylediği her şeyi yazar.[31] Hasan Bas-rî de der
ki: Âdemoğlu öldüğünde defteri dürülür. Kıyamet gününde ona şöyle denilir:
"Kitabını oku. Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.[32]
19. İnsanı
bayıltan ve aklını gideren Ölüm sarhoşluğu ve şiddeti, hak olan âhiret sıkıntıları ile geldiğinde, ki onu inkâr eden şahıs
bunu açık açık görecektir, İşte bu, kendisinden kaçtığın ve korktuğun
şeydir. Aişe'den (r. anhâ)
rivayet olunduğuna göre, Peygamber (a.s.)'e, ölüm baygınlığı geldiğinde,
yüzünden teri silmeye ve şöyle demeye başladı: "Subhânallah!
Kuşkusuz ölümün sarhoşlukları vardır."[33]
20. Öldükten
sonra dirilme için sûr'a üfürül-düğünde, işte o gün, Allah'ın, kâfirleri azap
ile tehdit ettiği gündür. [34]
21. İyi
olsun, günahkâr olsun, her insan iki melekle birlikte gelir. Meleklerden biri
onu mahşere götürür, diğeri ise yaptıklarıyla, onun hakkında şahitlik yapar. Ibn Abbâs şöyle der: Onu mahşere
götüren, meleklerdendir. Şahitlik yapan ise, kendilerinden bir şahit yani
elleri ve ayaklarıdır: "O gün, dilleri, elleri ve ayakları yapmış olduklarından
dolayı haklarında şahitlik eder."[35] Mücâhid de şöyle der: Sevkeden ve
şahitlik eden iki melektir. Biri onu sevkeden, diğeri
de hakkında şahitlik eden melektir.[36]
22. Ey
insan! Sen bu zor günden gafildin. Fakat biz, dünyada iken senin kalbin, gözün
ve kulağın üzerinde bulunan perdeleri şimdi giderdik Bugün artık gözün kuvvetli
ve keskindir. Engeller tamamen ortadan kalktığı için, onunla daha önce
göremediğin şeyleri görürsün. [37]
23, 24, 25, 26.
Yanındaki arkadaşı, "İşte bu yanımdaki hazır" der. (İki meleğe şu
emir verilir): "Haydi i-kiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün hızıyla engel
olanı, azgın şüpheciyi Allah ile beraber başka ilâh edineni, cehenneme atın,
şiddetli azaba bırakın".
27. Müşrikin
arkadaşı (şeytan) der ki: Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir
sapıklık içindeydi.
28. Allah
buyurur: Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim.
29. Benim
huzurumda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim.
30. O gün
cehenneme "Doldun mu?" deriz. O da "Daha var mı?" der.
31. Cennet
de takva sahipleri için, uzak olmayan bir yere yaklaştırılır.
32, 33.
"İşte size va'dedilen budur. Ki o, Allah'a
yönelen, emirlerine riâyet eden, görmediği halde Rah-mân'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalb
ile gelen kimselere mahsustur."
34. Oraya
selâmetle girin. İşte bu, ebedî yaşama günüdür!
35. Orada
onlara diledikleri herşey vardır. Katımızda fazlası
da vardır.
36. Biz,
onlardan önce kendilerinden daha güçlü olan, diyar diyar
dolaşan nice nesilleri helak etmişizdir, kurtuluş var mı?
37. Şüphesiz
ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt
vardır.
38. Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları
altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.
39. Dediklerine
sabret. Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd
ile teşbih et.
40. Gecenin
bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'mı teşbih
et.
41. Çağıranın
yakın bir yerden nida edeceği güne kulak ver.
42. O gün
insanlar bu hak sesi işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.
43. Şüphesiz
biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir.
44. O gün
yer yarılır, onlar çabucak ayrılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.
45. Biz
onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı
değilsin, uyarımdan korkanlara Kur'an'la öğüt ver.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, müşriklerin, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerini anlattıktan
ve öldükten sonra dirilme ve haşrin vuku bulacağını
gösteren delilleri getirdikten sonra burada da kâfirin âhirette
karşılaşacağı şiddet ve sıkıntıları ve iyi mü'minler
için cennette hazırlamış olduğu nimetleri anlattı. Bu mübarek sûreyi, öldükten
sora dirilmeye dair delilleri, bu dirilmenin hallerini ve aşamalarını anlatarak
sona erdirdi. [38]
Yaklaştırıldı. Bir şey
yaklaştığında denir. Geniş zamanı dür. " onu yaklaştırdı" demektir.
Evvâb, Allah'a çok dönen. Bir kimse, geri döndüğünde denir.
Geniş zamanı mastarı dir. Bu kelime, bundan
türemiştir. Batş, şiddetle yakalamak demektir.
Gezip dolaştılar.
Aslında, bir şeyi araştırmak demektir. Şair der ki:
Ölüm korkusuyla
ülkeleri incelediler. Yeryüzünde, dol aşılabilecek her yeri dolaştılar.[39]
Mahîs, kaçacak yer demektir. Bir kimse, kaçmak istediği zaman
denir. Geniş zamanı , mastarı dır.
Luğûb, yorgunluk manasınadır. [40]
Katâde'den şöyle rivayet edilmiştir: Yahudiler dediler ki:
"Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bu günlerin başı pazar, sonu
ise Cuma'dır. Allah bunları yaratırken yoruldu. Cumartesi günü dinlendi."
Yahudiler bu güne, "dinlenme günü" dediler. Bunun üzerine Yüce
Allah, sözlerinde onları yalanladı. Şu mealdeki âyet indi: "Andolsun biz gökleri yeri ve ikisi arasında bulunanları
altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.."[41]
23. İnsan
ile görevli melek der ki: Bu, beni kendisiyle görevlendirdiğin Âdemoğludur.
Onu ve amel defterini getirdim. [42]
24. Yüce
Allah, getiren ve şahitlik eden o iki meleğe şöyle der: "Hakka karşı inat
edip hesap gününe inanmayan bütün kâfirleri cehenneme atın"[43]
25. Malından,
ödemesi gerekli olan her hakkı ver-meyen din hakkında
kuşkulu saldırgan zâlimi, atın cehenneme.[44]
26. O,
Allah'a ortak koşan ve onun birliğine inan-mayan kimsedir. Onu cehennem ateşine
atın. " onu atın" sözünü, tekit için tekrarladı. [45]
27. Arkadaşı,
Yani ona musallat kılman şeytan: "Rabbimiz, onu ben saptırmadım, ,l Fakat
o, kendi ihtiyariyle saptı. Zorlama veya icbar olmadan körlüğü hidayete tercih
etti" der. Bu âyette hazif vardır. Âyetin akışı hazfin ne olduğunu göstermektedir. Sanki kâfir şöyle der:
"Ey Rabbim! Beni azdıran, şeytanımdir. Bunun
üzerine Şeytan şöyle der: Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Aksine o, kendisi
sapmış ve hakka karşı inat göstermişti. Ben de bu hususta ona yardımcı oldum. [46]
28. Bunun
üzerine Yüce Allah, kâfirlere ve onların arkadaşları olan şeytanlara şöyle der:
Burada tartışmayın. Ne tartışma fayda verir, ne de çekişme. Daha önce Ben
sizi, peygamberler vasıtasiyle azabıma karşı uyarmış
ve sizi şiddetli azabımdan sakm-dırmıştim.
O âyetler ve uyarılar size fayda vermedi. [47]
29. Sözüm
bozulmaz, suçlu kâfirlerin cezalandırlacağı-na dair olan hükmüm değiştirilmez. Tefsirciler der ki:
Bundan maksat, Yüce Allah'ın, kâfirlere azap edeceğine ve onları cehennemde
sonsuza kadar bırakacağına dair sözüdür. Nitekim şu mealdeki âyet de bunun
delilidir: "Andolsun ki cehennemi insanlar ve
cinlerle toptan dolduracağım"[48] Ben
zâlim değilim ki, herhangi bir kimseye hak etmeden azap edeyim ve onu suçsuz
yere cezalandırayım. [49]
30. O
korkunç günü hatırla. O gün Yüce Allah, cehenneme, "doldun mu?" der.
Cehennem de, "daha fazlası var mı?" diye cevap verir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Sürekli olarak cehenneme suçlu atılır.
Cehennem "daha var mı?" diye sorar. Sonunda İzzet sahibi olan Yüce
Allah oraya ayağını koyar. Bunun üzerine cehennem: "İzzetin ve keremin hakkı
için yeter" der ve büzülür.[50] Açık olan şudur ki, bu soru ve cevap
hakikattir. Allah'ın her şeye gücü yeter. Çünkü, cansız varlıkları, ağacı,
taşı konuşturmak aklen caiz olup, şer'an
da meydana elmiştir. Kur'an-ı
Kerim, karıncanın konuştuğunu ve herşeyin, Allah'ı hamd ile teşbih ettiğini haber vermiştir. Sahih-i
Müslim'de şöyle bir hadis vardır: "Ahir zamanda müslümanlar
yahudileri öldürecekler. Öyleki,
bir yahudi ağacın ve taşların arkasına gizlenecek de,
Allah o ağacı ve taşı konuşturacak..."[51] Bir
görüşe göre bu âyet, olayı temsili olarak anlatmakta ve cehennemin genişliğini
ve kenarlarının birbirinden uzaklığını tasvir yoluyla ifade etmektedir.
Cehennem o kadar geniş ve büyüktür ki, bütün kâfirler ve suçlular oraya atılsa,
onları içine alır.[52] Bu,
Arapların şu sözüne benzer: Duvar çiviye, "beni niçir
yarıyorsun?" demiş, o da, "Bana vurana sor" diye cevap vermiştir.
Yüce Allah, bedbahtların hallerini anlattıktan sonra, bahtiyar kimselerin
durumunu anlatmak üzere şöyle buyurdu: [53]
31. Cennet,
takva sahibi mü'minler için uzak olmayan bir yere
yaklaştırılır. Mü'minlere daha fazla ikramda bulunmak
için Cennet, görebilecekleri bir yerde bulunacak şekilde yaklaştırılır. [54]
32. Onlara
şöyle denilir: Gördüğünüz bu nimet, Allah'ın, kendisine dönen ve ahdini ve
emrini koruyan her kula vadettiği nimettir. [55]
33. Bu
nimet, kesin inancından dolayı, Allah'ı görmeden ondan korkan ve itaat eden; tevbe eden, boyun eğen ve teslim olan bir kalp ile gelen
kimseler içindir. [56]
34. Onlara
denilir ki: Cennete, azaptan, kederden ve gamdan selamette kalmış olarak
girin. Bu gün, sonu olmayan, ebedi kalınacak bir gündür. Çünkü Cennette ölüm de
yoktur, yok olma da... [57]
35. Onlar
için Cennette, canlarının istediği ve gözlerinin zevk aldığı her şey vardır. Bizim
katımızda, bundan daha fazla ihsan ve ikram vardır. O da, Yüce Allah'ın zâtına
bakmaktır.[58]
Bundan sonra Yüce
Allah, Mekke kâfirlerinden önce peygamberleri yalanlayanların başına gelenleri
anlatarak onları korkuttu: [59]
36. Kureyş kâfirlerinden önce, suçlu kâfirlerden birçok milleti
yok ettik. Onlar, Kureyş kâfirlerinden daha kuvvetli
ve yakalaması onlardan daha güçlü ve ezici idîfer.
Kendileri için ölümden kaçacak ve Allah'ın azabından kurtulacak bir yer
bulabilir miyiz diye ülkeleri gezip etraflarını dolaştılar. [60]
37.
Anlatılan o zâlim ülkelerin yok edilme işinde, düşünen akıl sahibi olan veya
ibret ve Öğüt almak maksadıyle, bütün kalbi ile öğüde
kulak veren kimse için ibret ve öğüt vardır. Süfyan,
"kalben dinlemeyen orda hazır sayılmaz" der. Dahhak
da şöyle der: Bir kimse huzuru kalp ile bir şeyi dinlediğinde, Arap der.[61]
Kalp, aklın yeri olduğu için, Yüce Allah, "Akıl", "kalp"
kelimesiyle ifade etti. Nitekim bir âyet-i kerimede mealen
şöyle buyurulmuştur: "Gerçek şu ki, gözler kör
olmaz. Lakin göğüsler içindeki kalpler (akıllar) kör olur"[62]
38. Bu âyet
Yahudilere bir cevaptır. Şöyle ki onlar, şu iddiada bulunmuşlardı: "Allah,
gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bunların ilki pazar, sonu ise cuma günü
idi. Allah yoruldu ve Cumartesi günü dinlendi. Arş'ın üstüne sırt Üstü
yattı" İşte Yüce Allah, bu âyetle, onları yalanlamıştır.[63]
Yani, Allah, büyük ve yüksek yedi göğü; yoğun ve geniş yeri ve bu ikisi
arasında bulunan mahlu-katları altı günde yarattı.
Ona hiçbir yorgunluk ve bitkinlik gelmedi. [64]
39. Ey Muhammedi
Yahudilerin ve diğerlerinin yani Kureyş kâfirlerinin
söylediklerine sabret. Güzel bir şekilde onlardan ayrı dur. l Rabbini. O'na
layık olmayan şeylerden uzak tut. Sabah ve ikindi vakitlerinde O'nun için namaz
kıl ve O'na ibadet et. Bu iki vaktin, şeref ve faziletinin çokluğundan dolayı,
Yüce Allah, özel olarak bunları zikretti. [65]
40. Geceleyin
Allah için teheccüd namazı kıl. Farz namazların
ardından da nafile namazı kıl. İbn Kesir şöyle der: Mirac'tan önce farz namaz, iki rekat güneş doğmadan, iki rekat
ta batmadan önce olmak üzere iki vakitti. Gece namazı kılmak Hz. Peygamber (a.s)'e ve ümmetine vacib
oldu. Bir sene sonra ümmete farz oluşu neshedildi.
Daha sonra da, Miraç gecesi beş vakit namaz farz kılınmakla hepsi neshedildi. Sadece onlardan sabah ve ikindi namazı kaldı.
Bunların biri güneş doğmadan, öbürü de batmadan önce kılman namazlardır.[66]
41. Ey
Muhammed! İsrafil'in yakın bir yerden, haşr için
yapacağı çağrıya kulak ver. İsrafil, o kadar yakından seslenir ki, bu ses
herkese eşit şekilde ulaşır. Ebussuud şöyle der: Bu
âyet, haber verilen şeyin durumunun korkunç ve dehşet verici olduğunu ifade
eder. Seslenen İsrafil (a.s.)'dir O şöyle seslenir:
Ey çürümüş kemikler! Ey kopmuş mafsallar, parçalanmış etler! Ey dağılmış
saçlar! Allah size, hüküm günü için bir araya gelip toplanmanızı emrediyor.[67]
42. Hak
olarak gelecek olan, öldükten sonra dirilme sesini, yani Sûr'a yapılan ikinci
üfürmeyi duydukları gün, işte o gün, kabirlerden çıkış günüdür. [68]
43. Dünyada
mahlukata hayat veren de onları öldüren de biziz. Ahirette
de, hesap için, dönüşleri başkasına değil bize olacaktır. [69]
44. Arzın
çatlayıp onlardan ayrılacağı ve münadinin davetine cevap vermek üzere
kabirlerinden hızla çıkıp hesap yerine gidecekleri gün Bu, sadece bize kolay
gelen bir diriltme ve toplamadır. Yorulmaya ihtiyaç duyulmaz. [70]
45. Biz Kureyş kafirlerinin, söylediklerini, yani öldükten sonra
dirilmeyi inkâr ettiklerini, seninle ve peygamerliğinle
alay edip eğlendiklerini pek iyi biliyoruz. Bu âyetle Peygamber (a.s.) teselli
edilmekte, kâfirler ise tehdit edilmektedir. Ey Muhammed! Sen onları İslama zorlamak üzere başlarına musallat kılınmış değilsin.
Sen sadece uyarıcı olarak gönderildin. Azabımdan korkanlara bu Kur'an'la öğüt ver. Yüce Allah bu mübarek sûrenin başı ile
sonu arasında uygunluk olsun diye, sûreye Kur'an'a
yemin ile başladığı gibi, onu, "Kur'an ile öğüt
ver" emriyle sona erdirdi. [71]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. "Kâfirler
dediler ki" âyetinde, zamir yerine açık isim kullanılmıştır. Yani,
kâfirlerin inkârlarını tescil etmek için "dediler" yerine,
"Kâfiler dediler ki" denilmiştir.
2. "Biz
öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?" sorusu, öldükten sonra dirilmenin
imkânsızlığını ifade etmek İçin, inkâr tarzında sorulmuş bir sorudur.
3. "Bilakis
onlar hakkı yalanladılar". Bu, Allah
âyetlerini ve mucizelerle desteklenmiş olan Peygamberini yalanlamadır.
Önceki âyette ifade edilen hayret etmelerinden daha kötü ve çirkin şey
yaptıklarını açıklamak için, önceki konuyu bırakıp bunu vurgulamak maksadıyle, idrab için olan edatı kullanılmıştır.
4. "Çıkış
da böyledir" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır.
Ölülerin diriltilmesi, ölü, yeryüzünden bitkilerin çıkarılmasına benzetilmiştir.
5. "Biz
ona Şah damarından daha yakınız" âyetinde istiare-i temsîliyye
vardır. Yüce Allah, kulların hallerini ve akıllarından geçen şeyleri
bilmesini, kalplere yakın olan Şah damarına benzetmiştir. Bu, istiare yoluyla,
yakınlığı temsili olarak ifade etmektir. Arapların şu sözüne benzer: O bana, doğum yaptıran ebenin oturduğu yer
gibidir. O bana eteğin bağlandığı yer gibidir. Yani son derece yakındır.
6. "Onun
sağında ve solunda oturan iki melek vardır" âyetinde icaz yoluyla hazif vardır. Takdiri şeklindedir. İkinci kelimesinden anlaşıldığı için, birincisi
hazfedil-miştir. Ayrıca "sağ" ve "sol"
kelimeleri arasında tıbak vardır.
Bu da güzelleştirici
edebî sanatlardandır.
7. "Ölüm
sarhoşluğu geldi" cümlesinde istiare-i tas-rihiyye vardır.
Yüce Allah, ölmek
Üzere olan bir kimsenin, ölürken karşılaşacağı sıkıntılı hal
için, "Sarhoşluk" mânâsına gelen kelimesini müstear olarak kullandı.
8. "İnatçı"
ve "hazır" kelimeleri arasında, harfleri değiştiği için cinas-ı nakıs
vardır.
9. "Hayat
veririz" ile " öldürürüz" kilemelerİ
arasında tıbak vardır.
10. Gibi,
âyet sonlarında uygunluk ve akıcı, güzel bir seci' vardır. Aynı şekilde âyet
sonlarında uygunluk vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. Çünkü
bunda kulağa hoş gelen güzel bir etki vardır.
Allah'ın yardımıyle "Kâf Sûresi
"nin tefsiri bitti. [72]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/155-156.
[2] Yûsuf sûresi, 12/31
[3] es-Sıhah, .ne maddesi.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/159.
[4] Geniş, bilgi için, Bakara sûresi'nin başına bak.
[5] Bu, îbn Kesir'in ifadesinin
özetidir. Bkz, el-Muhtasar, 3/371.
[6] Bahr, 8/120
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/159-160.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/160-161.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.
[15] Bahr, 8/122
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.
[16] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/372
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/161-162.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.
[20] Cemel Haşiyesi, 4/91
[21] Şuarâ sûresi, 26/105. Kurtubî, 17/8
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.
[23] Rûbu'I-meânî,
26/178
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162.
[25] Bahr, 8/123
[26] Vakıa sûresi, 56/85
[27] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/373
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/162-163.
[29] Kurtubî, 17/9
[30] Rûhu'l-meânî,
26/179
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/163.
[31] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/374
[32] îsrâ sûresi, 17/14, Bahr, 8/124
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/163-164.
[33] Buhârî, Rikâk
81/42.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.
[35] Nûr sûresi, 24/24
[36] Biz burada Mücâhid'in
görüşünü tercih ettik. Zira âyet-i kerîmenin zahiri budur. Bu, Ta-berî ve Ibn Kesîr'in de tercihidir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/164.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167.
[39] Kurtubî, 17/22
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/167-168.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[48] Hûd Suresi, 11/119. Bkz. Cemel Haşiyesi, 4/96; Kurtubî, 17/17.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168.
[50] Buhârî, Tefsir 50/1; Ahmed b. Hanbel, Mlisned 3/234. Müslim, Cennet, 51/37.
[51] Buharı, Cihad 94; Müslim,
Filen 86.
[52] Bu görüşe göre, orada konuşma yokîur.
Bu ancak temsil yollu bir ifade olup Halefin görüşüdür. Kurlubî,
bunun, Mücahidin yorumu olduğunu nakleder. Birinci görüş, Selefin
görüşüdür.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/168-169.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.
[58] Bu görüş, Enes ve Cabir b. Abdillah'tan rivayet edilmiştir. Onlar der ki: Ayetteki
"mezîd"den maksat, Allah'ın mü'minlere tecelli etmesidir. Mü'minler
bu tecelli neticesinde Allah'ı göreceklerdir. Bu, her Cumada olacaktır. Bkz. Ruhu'i-Meanî,
26/190..
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/169-170.
[61] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/378
[62] Hacc Sursi,
22/46
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.
[63] Bu Katade ve Kclbî'nin görüşüdür. Kurtubî'de
böyledir. Bkz. 17/24.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.
[66] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/378
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170.
[67] Ebussuud, 5/96
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/170-171.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/171-172.