Kaf Suresi, kırkbeş
âyettir. 38. âyeti Medine'de diğerleri Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sure-i celile de
diğer Mekkî sureler gibi inanç konusunu işlemekte, Öldükten sonra dirilmeyi
kabul etmeyen inkarcıların şaşkınlık ve ahmaklıklarına temas edilmektedir.
AUahın varlık ve birliğine iman için, göklere,yere ve bütün mevcudata bakılması
ve onlardan ibret alınmasını öğütleyen surede: "Biz bütün bunları, Allaha
yönelen her kulun kalb gözünü açmak ve ibret almasını sağlamak için yaptık.[1]
buyurulmaktadır.
Daha önce gönderilen
peygamberleri inkar eden kavimlerin, bu inkarları sebebiyle helak olup
gittikleri ve böylece hak ettikleri cezayı buldukları haber verilmektedir.
İnsanın, sıkı bir
şekilde ilahi kontrolün altında bulunduğu beyan edil-mekkte ve bize şah
damarımızdan daha yakın olduğunu beyan eden Allah teala, ayrıca kullarının
bütün yaptıklarını, melekleri vasıtasıyla tesbit ettirdiğini beyan etmektedir.
Sur'a üfürülüp bütün
insanların mahşer yerine toplanacağı ve suçluların cehenneme atılacakları beyan
edilmekte ve cehennemin "Bana atılacak daha başka günahkâr yok mu?"
diye günahkârları cezalandırmak için iştiyakla bekleyeceği beyan edilmektedir.
Buna mukabil Allahtan
korkan, onun emir ve yasaklarına uyanların ise cennete konulacaktan müjdesi
verilmektedir. O gün onlara şöyle denilecektir: "Selametle girin cennete.
Bu, ebedilik günüdür. [2]
Sure-i celilede AH
ahin, gökleri ve yeri altı günde yarattığı, diriltmenin de öldürmenin de Allaha
ait olduğu, dönüşün de yine ona olacağı beyan edilmekte ve sure-i celile:
"Ey Muhammed, biz onların söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onlara
karşı bir zorba değilsin. Sen sadece azabımdan korkan kimseye Kur'anla öğüt ver[3] âyetiyle sona ermektedir.[4]
Sahih olan görüşe göre
bu sure "Mufassal" diye adlandırılan surelerin ilkidir. Resulullah
(s.a.v.) bu sureyi bayram ve cuma gibi büyük toplantı günlerinde okurdu. Zira
bu sure insanın ilk yaratılışından, Öldükten sonra diriitilme-sinden, mahşerde
toplanacağından, hesaba çekileceğinden, sonunda da ceza veya mükafaat
göreceğinden bahsetmektedir. Bu surede yine cennet cehennem ve kıyamet
sahneleri zikredilmektedir.
Hz.Ömer, Ebu Vâkid
el-Leysî'ye, Resulullahm, kurban ve ramazan bayramı namazlarında ne okuduğunu
sormuş Ebu Vâkid de Resulullahm bu iki bayramda "Kaf vel-Kur'anil
Mecid" ile "İktarebetüssaatü" ve "İnşakkal Kamer"
surelerini okuduğunu söylemiştir. [5]
Ümmü Hişam, Bint-i
Hâris'e diyor ki:
"İki veya
birbuçuk yıl, bizimle Resulullahm tandın bir idi. Ben, Kaf suresini
Resulullahm lisanından ezberledim, Resululah, her cuma günü insanlara hube
okurken bu sureyi okuyordu. [6]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1- Kaf.
Şanlı ve şerefli Kur'ana yemin olsun ki (Biz seni insanlara uyarıcı olarak
gönderdik de onlar inanmadılar.)
Mukattaa harfleri
hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilmiştir. Burada ise Kaf
kelimesi hakkında özellikle şu görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Kaf, Nun vb. harflerin, Allah tealanın isimlerinden olduklarını ve bu
isimleriyle yemin ettiğini söylemişlerdir. Katade ise Kaf kelimesinin,
Kur'anın isimlerinden biri olduğunu söylemiştir. Diğer bir kısım âlimler ise
"Kafin, yeryüzünü kuşatan bir dağ olduğunu söylemişlerdir.
Âyetin devamında:
"Şanlı ve şerefli Kur'ana yemin ederim ki... " buyu-rulmaktadır.
Burada ifade edilen yeminin cevabı, âyet-i kerimede zikredilme-' mistir. Bu
itibarla müfessirler çeşitle cevaplar takdir etmişlerdir. Basra âlimleri, bunun
cevabının: "Şüphesiz biz yerin, onlardan neyi eksilttiğini bilmekteyiz.
Nezdimizde herşeyi koruyan bir kitap vardır. [7] âyeti
olduğunu söylemişlerdir. Kufeîi âlimler ise bu yeminin cevabının: "İş olup
bitti." şeklinde olduğunu söylemişler bazı âlimler ise: "Toprak
olduktan sonra mutlaka dirileceksiniz." ifadesi olduğunu söylemişlerdir.
Mealde zikredilen cevap da bu görüşlerden biridir. Buradaki yeminin cevabının,
bundan sonra gelen ikinci âyet olduğunu söyleyenler de vardır. [8]
2-3-
Bilakis, içlerinden bîrinin kendilerine uyarıcı olarak gelmesine şaştılar.
Kâfirler şöyle dediler: "Bu, hayret edilecek bir şey, ölüp toprak olduktan
sonra mı dirileceğiz? Bu dönüş çok uzaktır."
Ey Muhammed, kavminden
müşrik olanların seni yalanlamaları, senin doğru söylediğini ve hak peygamber
olduğunu bilmediklerinden değil, kendilerinden olan bir insanın, Allah
tarafından uyarıcı olarak gönderilmiş olmasına şaşmalarındandir. Onlar, Allahm
elçisinin ancak bir melek olacağını zannetmektedirler. Sen onlara peygamber
olarak gelince, onlardan kâfir olanlar: "İçimizden bir insanın peygamber
olarak gönderilmesi, şaşılacak bir şeydir." dediler. Peygamber onlara,
öldükten sonra dirileceklerini ve yalanlamalarının sonucunu göreceklerini
bildirince de şu cevabı verdiler. "Bizler ölüp toprak olduktan sonra mı
tekrar dirileceğiz? Ve halimizin ne olduğunu bilmiş olacağız? Doğrusu tekrar
dünyaya dönmek çok uzak bir ihtimaldir. Hatta imkansızdır. Zira bizler çürüyüp
toprağa karışırız. Artık bundan sonra nasıl diriliriz ki?" [9]
4- Şüphesiz
biz, yerin onlardan neyi eksilttiğini bilmekteyiz. Nczdi-mizde herşeyi koruyan
bir kitap vardır.
Evet bizler,
yeryüzünün, onların vücutlarındaki et ve kemiklerden neyi yeyip eksilttiğini
bilmekteyiz. Bizim katımızda, onların vücutlarından eksilen et, kemik, saç gibi
şeylerin yazılıp tesbit edildiği bir kitap vardır. Bu kitap as!a değişmez. Biz
onları yeniden diriltip eski haline getireeğiz.. [10]
5- Doğrusu
onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Onlar bir karışıklık
içindedirler.
"Biz ölüp toprak
olduktan sonra tekrar dirilecek miyiz?" diyen müşrikler, gerçeği ifade
etmemişler, bilakis kendilerine gelen hak kitap Kur'ani yalanlamışlardır. Bu
itibarla onlar, hak ile batılı seçemeyecek kamıakanşık bir durum içindedirler. [11]
6- Onlar,
üstlerindeki göğe hiç bakmazlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl
süsledik. Onun hiçbir ayıp ve kusuru yoktur. [12]
7- Yeri de
yaydık. Üzerine ağırlıklı dağlar oturttuk. Orada her sınıftan güzel güzel
bitkiler bitirdik. [13]
8- Biz bütün bunları, Alla ha yönelen her kulun
kalb gözünü açmak ve ibret almasını sağlamak için yaptık.
Allah teala bu ve
bundan sonra gelen ayet-i kerimelerde, kullarını, yüce kudretini görmeye ve
onun karşısında boyun eğip kendisine kulluk etmeye davet ediyor ve buyuruyor
ki: "Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan ve bizim, ölüleri tekrar
diriltmeye kadir olduğumuzu inkar eden kâfirler, hiç üstlerinde bulunan
göklere bakmazlar mı? Biz onu nasıl bir tavan gibi yaptık ve onu yıldızlarla
süsledik. Onda hiçbir delik ve yarık yoktur. Yeryüzünü nasıl düzgün hale koyduk,
oraya salsıimayan dağlar yerleştirdik Ve orada her sınıftan güzel bitkiler
bitirdik. Ey insanlar, biz bunları, AHaha yönelen her kula, kudretimizi göstermek
ve azametimizi hatırlatmak için yaptık. [14]
9-11- Gökten
de bereketli bir su indirdik. Kullara rızık olsun diye onunla bahçeler, hasat
edilen taneli ekinler, tomurcukları birbirine binmiş yüksek hurma ağaçları
bitirdik. Onunla ölü bir toprağa can verdik. İşte di-rilip kabirlerden çıkma da
böyledir.
Biz, gökten de
bereketli bir yağmur indirdik. O yağmurla bahçelerin ağaçlarım, ekinlerin
tanelerini, salkımları üst üste yığılı hurma ağaçlan bitirdik. Bütün bu
bitkileri, kullara rızık olsun diye var ettik. Onlar, bunların bir kısmını
yemek diğer bir kısmını da meyve olarak kullanırlar. Onlardan daha başka faydalar
da elde ederler. Biz, gökten yağdırdığımız o yağmurla, adeta ölü hale gelen
kuru bir beldeye hayat veririz. İşte yeryüzünden çeşitli bitki ve mahsulleri
çıkardığımız gibi kıyamet gününde ölüleri de kabirlerinden böylece çıkaracağız. [15]
12-14-
Bunlardan önce Nuh kavmi, Ashab-ı Ress, Scmud kavmi, Âd kavmi, Firavun, İhvan-ı
Lut, Ashab-ı Eyke ve Tubba1 kavmi de yalanlamışlardı. Evet hepsi de peygamberleri
yalanlayıp vaadettiğim azabı hak etti.
Allah teala bu
âyetlerde de Kureyş'ten ve diğer kavimlerden olan kâfir ve müşrikleri,
kendileri gibi olan diğer kavimleri jıelak etmesiyle uyarmakta ve bunları,
geçmiş kâfirlerin durumuna düşmemeye davet etmektedir. .
Nuh kavmi, Semud
kavmi, Âd kavmi, Firavun ve Lut kavminin durumları daha önceki surelerde
etraflıca izah edilmiştir. Ashab-ı Ress'de Furkan suresinin otuz sekinizinci
âyetinde izah edilmiştir.
İkrime, Dehhak ve
Mücahid'e göre "Ress" kelimesi, "Kuyu" anlamına
gelmektedir. Peygamberlerini kuyuya gömerek öldürenlere "Ashab-ı Ress' denilmiştir.
Katade'ye göre ise Ashab-ı Ress ile Ashab-ı Eyke, Allahın, kendilerine bir
peygamber gönderdiği iki ayrı kavimdir. Allah bu kavimlerden her birini
belli bir azap ile helak etmiştir. Tubba'
kavmi hakkında ise Duhan suresinin otuz
yedinci âyetinde açıklamalar yapılmıştır.
Abdullah b. Selam'dan
rivayet edilen bir görüşe göre "Tub&a" Yemen'de yaşamış olan bir
şahsın adıdır. Bu zat, çevresindeki insanlara galip gelmiş, onların içinden
seçkin gençleri alıp kendisine yakın insanlar haline getirmiş sonra da onların
dinine tabi olmuştur. Kavmi onun hakkında şöyle demiştir: "Bu adam sizin
dininizi bıraktı gençlerle biatlaştı." Bu durumu şüyu bulunca Tubba1 gençlere
meseleyi anlattı. Onlar da: "Bizimle bu insanlar arasında şu ateşi hakem
seçeriz. Zira o, yalancıyı yakar, doğru söyleyene dokunmaz." dediler.
Ateş tutuşturuldu. Gençler, kitaplarım boyunlarına asarak ateşe doğru
yürüdüler. Alev on-lann yüzüne çarptı onlar da geri döndüler. Bunun üzerine
Tubba' "Ateşe mutlaka gireceksiniz" dedi. Gençler de ateşin içine
girdiler. Ateş geri çekildi. Öyle ki ateş bıçakla kesilmiş gibi parçalara
ayrıldı. Bunun üzerine Tübba' bu defa kavmine: "Siz de girin ateşe."
dedi. Onlar da ateşe girerken alev yüzlerine çarptı, geri döndüler. Tübba'
onlara: "Ateşe mutlaka gireceksiniz." dedi. Onlar da ateşe girince
ateş onlara yol açtı. Fakat tam ortasına geldiklerinde onları çepeçevre kuşattı
ve yaktı. İşte bunun üzerine Tübba' gerçekten müslüman oldu. O, salih bir
kişiydi. Tübba' kavmi hakkında başka rivayetler de vardır. [16]
15- Biz, ilk
yaratmadan âciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar.
Ey, öldükten sonra
dirilmeyi inkar eden Kureyş müşrikleri, yaratıkları ilk olarak yaratmaktan âciz
mi kaldık ki, onlar yok olduktan sonra onları tekrar yaratmaktan da âciz
kalmış olalım. Doğrusu onlar, bizim ilk yaratmadan âciz olduğumuzu
sanmıyorlar, fakat onlar, ölüp toprak olduktan sonra kendilerini tekrar
yaratacağımıza dair şüphe içindedirler. [17]
16- Şüphesiz
insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona, şah
damarından daha yakınız.
Şüphesiz ki insanı biz
yarattık. Nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini de biliriz. Onun sırlan ve
kalbinde olanlar bizden gizli değildir. Zira biz insana şah damarından daha
yakınız.
Âyette geçen "Biz
ona şah damarından daha yakınız." ifadesinden maksat: "Biz ona,
kendisinden daha fazla sahibiz." veya "Biz ona gelen vesveseleri
kendisinden daha iyi biliriz." demektir. [18]
17- Onun
sağında ve solunda oturan iki alıcı melek, yaptıklarım kaydetmektedir. [19]
18- İnsan
hiçbir süz söylemez ki yanında onu gözetleyici hazır bir melek
bulunmasın.
Allah teala bu âyet-i kerimelerde, insanın
sağında ve solunda birer melek vazifelendirildiğini, bunların, insanın yaptığı
şeyleri kaydettiklerini bildirmektedir. Bunlardan sağ tarafta olanın iyi
amelleri kaydettiği, sol tarafta olanın ise kötü amelleri kaydettiği rivayet
edilmektedir. Bunlardan, sağ tarafta bulunan meleğin, sol tarafta bulunanın
âmiri olduğu, kul günah işleyince sağ taraftaki sol taraftakine: "Hemen
yazma belki tevbe eder." diye emrettiği ve günahları hemen yazdırmadığı
rivayet edilmektedir.
Hasan-ı Basrî ve
Katade, bu meleklerin, insanın konuştuğu her şeyi yazdığını söylemişler,
Abdullah b. Abbas ise bunların, sadece sevap ve günah olan şeyleri yazıp, mubah
olan şeyleri ise yazmadıklarını söylemiştir. İkrime de bu görüştedir.
Peygamber efendimiz,
kulun konuştuğu sözlerin bu melekleri tarafından yazıldığını beyan ederek şöyle
buyurmaktadır.
"Şüphesiz ki kul,
Allahm razı olacağı bir sözü söyler, onun nasıl bir söz olduğunun farkında
değildir. Fakat Allah o sözle onun derecesini yükseltir. Yine kul, Allahı
gazaplandıracak bir söz söyler onun dane olduğunun farkında değildir. Allah o
sözle de onu cehenneme sürükler. [20]
19- Ölüm
sarhoşluğu, gerçeği ortaya koyar. Ey insanoğlu, işte bu, se-nİn ötedenberi
kaçındığın şeydir.
Bu âyet-i kerime, iki
şekilde izah edilmiştir. Birinci izaha göre âyetin manası şöyledir: "Ey
insanoğlu, ölüm sarhoşluğu ve şiddeti senin gözünün önüne, âhirette var olan
gerçekleri getirir. Sen onlan görür ve anlarsın." Bu izah tarzına göre
insana ölüm sarhoşluğu esnasında âhiret âlemi gözükür.
İkinci izah şekli ise
şöyledir: "Ölüm sarhoşluğu, mutlaka gerçekleşecek olan ölümü getirir. Ey
insan, sen ise devamlı olarak bundan kaçınırsın. [21]
20- Sur'a
üfürülür. İşte bu, vaadolunan gündür.
"Sur"un ne
demek olduğu ve ona kaç defa üfürüleceği hususunda Zümer suresinin altmış
sekizinci âyetinde açıklamalar yapılmıştır. [22]
21- Herkes
(mahşer yerine) kendisini bir sevkeden bir de şahitle beraber gelecektir.
"Sur"a
üflendiği gün hekes, beraberinde, kendisini sevkeden bir melek ve dünyada iken
işlediği amellerine şahit olacak bir şahit ile Allanın huzuruna varacaktır.
Âyette zikredilen
"Sevkedici"den maksat "İnsanı kıyamet gününde mahşer yerine
sevkeden melektir." Yine âyette zikredilen "Şahif'den maksat ise,
Mücahid, Katade, İbn-i Zeyd ve Osman b. Affan (r.a.)a göre, kulun dünyadayken
işlediği amellere şahitlik edecek başka bir melektir. Abdullah b. Abbas ve
Dehhak'a göre ise "Şahif'den maksat, insanın yaptığı amellere şahitlik
edecek, insanın dili, elleri, ayakları gibi organlarıdır. Bu hususta başka bir
âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadir: "Kıyamet günü onların dilleri,
elleri ve ayaklan yaptıklarına şahitlik edecektir. [23]
22- (Ey
insan) "Şüphesiz sen dünyada bundan gafildin. İşte biz senden perdeni
kaldırdık. Artık bugün güzün keskindir.
Bu âyet-i kerimede
hitabın kime yapıldığı hususu ihtilaflıdır. Zeyd b. Eşlem ve oğlu, buradaki
hitabın Resulullaha yapıldığını söylemişlerdir. Buna göre âyetin manası
şöyledir: "Ey Muhammed, sen, cahiliye döneminde kavminle birlikte bu
dinden gafildin. Biz, senin gözünden cahiliye perdesini kaldırdık. îman kalbine
yerleşti. Böyiece gözün, hakkı gören keskin bir göz oldu."
Ali b. Talha'nın,
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği bir görüşe göre ise buradaki hitap, kâfire
yapılmış bir hitaptır. Buna göre âyetih izahı şöyledir: "Kıyamet gününde
kâfire şöyle denecektir: "Ey kâfir, sen dünyada iken kıyametten gafildin.
Yeniden dirildikten sonra biz senden gaflet perdesini kaldırdık. Artık senin
gözün keskindir, herşeyi bizzat gözünle görmektesin," Salih b. Kayşan,
Dehhak ve Mücahid de bu görüştedirler.
Hüseyin b. Abdullah'a
göre ise buradaki hitap, mümin olsun kâfir olsun bütün insanlara yapılmıştır.
Kıyamet gününde insanlara, dünyada iken gafil oldukları, kıyamette ise herşeyi
görür oldukları bildirilecektir. Taberi bu görüşü tercin etmektedir. Meal de bu
görüşe göre hazırlanmıştır. [24]
23- Yanında
bulunan arkadaşı: "İşte elimde bulunan hazırdır." der.
İnsanı, kıyamette
mahşer yerine sevkeden melek şöyle der: "Rabbim, işte benim elimde bulunan
budur. Muhafaza edilmiştir ve hazır durumdadır."
Allah teala bu âyet-i
kerimede, insanı mahşer yerine götüren meleğin, mahşer yerine varınca Allah
tealaya: "Ey rabbim, işte bana teslim edilen insan, ben bunu muhafaza
ederek getirdim." diyeceğini beyan etmektedir.
Başka bir izah şekline
göre ise, insanı sevkeden meleğe, amelleri teslim edilecek ve o amellerini
gösterirken: "Ey rabbim, işte elimde bulunan bu kişinin amelleri hazırdır
ve muhafaza edilmiştir." diyecektir. [25]
24-25-
"Ey iki melek, inatçı, iyiliği merr eden, azgın ve şüpheci her kafiri
cehenneme atın. [26]
26- O
Allahla beraber başka ilah edindi. O halde onu şiddetli bir azaba atın."
(denilir)
Âyette zikredilen
"İki melek"ten maksat, insanı mahşere sevkeden me-' lekie, insanın
yaptıklarına şahitlik edecek olan melektir. Allah teala bu iki meleğe,
cehennemlikleri cehenneme atma vazifesini de verecektir.
Bazı âlimlere göre
burada hitap her ne kadar iki şahsa ise de maksat tek şahıstır. O da insanı
mahşer yerine sevkeden melektir. Allah ona, cehennemlik olanı cehenneme
atmasını emredecektir. Zira Arapçada bir kişiye konuşurken iki kişiye
konuşurmuş ifadesini kullanmak yaygın olan bir ifade tarzıdır.
Âyette zikredilen
"İnatçı kimse", hakkın karşısında inat eden kimsedir. İyiliğe engel
olan kimse, malında bulunan, Allanın ve kulların hakkım vermeyen kimsedir.
Azgın kimse, eliyle ve diliyle insanlara saldırandır. Şüpheci olan kimse ise,
Allanın birliği ve kudreti hakkında şüpheye düşendir.
Allah teala, işte bu
çeşit insanların, melekler tarafından cezalandırılmalarını emredecektir. [27]
27-
(Dünyada) arkadaşı (olan şeytan) şöyle der: "Ey rabbimiz, onu ben
azdırmadım. Aksine o derin bir sapıklık içindeydi."
İnatçı, hayra engel
olan, saldırgan ve şüpheci olan kâfir insanların, dünyada iken dost
edindikleri yandaşları şeytan, âhirette onlardan uzak duracak ve Allaha şöyle
diyecektir: "Rabbimiz, ben onu azdırıp inkarcılığa düşürmedim. O, kendisi
doğru yoldan uzaktı. O, derin bir sapıklık içindeydi.
Bu hususta başka bir
âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Allanın emri yerine gelince şeytan
şöyle der: "Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size
vaadde bulunmuştum. Fakat vaadimi bozdum. Benim, sizin üzerinizde bir nüfuzum
yoktur. aFkat sizi sapıklığa çağırdım. Siz de bana uydunuz. O halde beni
kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni.
Daha Önce beni Allaha ortak koşmanızı reddediyorum." Elbette zalimlere can
yakıcı bir azap [28]vardır." [29]
28- Allah
şöyle der: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size daha önce azap vaadimi bildirmiştim.
Allah, kâfirlere ve
onların dost edindikleri şeytanlara şöyle diyecektir. Bugün benim huzurumda
çekişmeyin. Siz dünyada iken, peygamberlerim vasıtasıyla, beni inkar edenlerin
ve bana isyan edenlerin cezalandırılacağını sizlere bildirmiştim. [30]
29- Benim
nezdimde söz değiştirilmez. Ben hiçbir zaman kullanma zulmetmem.
Allah teala bu âyet-İ
kerimede, kıyamet gününde birbirlerini suçlayacak olan müşriklerle onların
şeytanlarına nasıl cevap vereceğini bildirerek buyuruyor ki: "Dünyada
iken size söylediğim" Ben cehennemi bütün cin ve insanlarla dolduracağım. [31]sözü
ve hakkınızda verdiğim karar artık değişmez. Ben, vereceğim hükmü verdim. Ben,
yaratıklarımdan hiçbir kimseyi başkasının suçundan dolayı cezalandırarak
zulmetmem. Herkesi kendi yaptığına göre cezalandırırım. [32]
30- O gün
cehenneme: "Doldun mu?" diyeceğiz. O da: "Daha var mı?"
diyecektir.
Bu âyet iki şekilde
izah edilmiştir, Birirfci izah şekli şöyledir: "Biz, kıyamet gününde
cehenneme: "Artık doldun mu?" diye soracağız. O da: "Daha yer
kaldı mı?" diyecektir. Yani, yer kalmadığını söyleyecektir, zira Allah
teala, cehennemi cin ve insanlarla dolduracağını söylemiştir. Cehennem boş
kalınca da kendi ayağını oraya koyarak cehennemi dolduracak ve ona: "Artık
doldun mu?" diye soracak o da "Artık yer kalmadı." diyecektir.
Abdullah b. Abbas, âyeti
bu şekilde izah etmiştir. Dehhak ve Mücahid de aynı görüştedirler.
Enes b. Mâlik (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cehennemlikler
cehenneme atılır. Cehennem ise "Daha var mı?" der. Nihayet Allah,
ayağını ona koyar o da "Yeter, yeter" der. [33]
Âyetin ikinci izah
şekli ise şöyledir: "Kıyamet gününde biz cehenneme "Doldun mu?"
diye soracağız o da "Daha var mı?" diyecek ve dolmadığını ifade
edecektir. Bu izaha göre cehennem bu sözü, Allah tealanın, ayağını onun içine
koymasından Önce söyleyecektir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Ebu Hureyre (r.a.)
Resulullahın, bu hususta şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennetle
cehennem birbirleriyle cedelleştiler. Cehennem şöyle dedi: "Kibirlendiler
ve zorbalar bana ayrıldı." Cennet ise "(Halinden şikayet ederek)
Niçin bana, insanların âcizlerinden ve zayıflarından başkası girmiyor?"
dedi. Bunun üzerine Aîlah teala cennete: "Sen benim rahmet imsin. Ben,
seninle kullarımdan dilediğime merhamet ederim." Cehenneme de "Sen
azapsın. Ben seninle kullarımdan dilediğime azap ederim." dedi. Bunların
herbirisinin kendisim dolduracak kadar mensubu vardır. Ancak Allah ayağını
Cehenneme koymadıkça o dolmayacaktır. Koyduktan sonra ise "Yeter,
yeter" diyecek ve dolacak ve bü-zülecektir. Allah teala, yaratıklarından
hiçbir kimseye zulmetmeyecektir. (Yani; sırf cehennemi doldurmak için oraya
gimıeyi hak etmeyenleri oraya koymayacaktır) Cennet dolmaymca da Allah teala,
onun için yeni yaratıklar var edecektir[34]
31- Cennet,
Allahtan korkanlara uzakta kalmayacak bir durumda yaklaştırılır.
Kıyamet gününde,
Allahm emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkan insanlara cennet
yaklaştırılacak ve uzakta bırakılmayacaktır. [35]
32-33- İşte
sizlere vaadolunan cennet budur. Bu vaad, Allaha yönelen, Allahm koyduğu
emirleri yerine getiren, görmediği halde rahman olan Allahtan korkan ve kıyamet
günü onun huzuruna tevbekâr bir kalb ile gelen herkes içindir.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Allaha yönelen" diye tercüme edilen "Ev-vab" kelimesi,
çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'den nakledilen bir görüşe göre bunun manaşı: "Allahı çokça teşbih
eden" demektir. Hakem b. Uteybe'ye göre ise "Yalnız başına kaldığında
Allahı zikreden" demektir.
Mücahid ve Şa'bî'den
nakledilen diğer bir görüşe göre ise bunun manası: Tevbe edinceye kadar
günahlarını hatırından çıkarmayan" demektir. Katade'ye göre: "Allaha
itaat eden ve çokça namaz kılan" demektir. İbn-i Zeyd'e göre de
"Çokça tevbe eden ve Allaha itaata yönelen" demektir, taberi bu
kelimeyi izah ederken: "Günah işlemekten vazgeçip Allaha itaate yönelen ve
günahlarından tevbe eden." demiştir
"Allahm koyduğu
emirleri yerine getiren" diye tercüme edilen "Hafız" kelimesi de
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bunun manası
"Tevbe edinceye kadar günahlarını hatırından çıkarmayan" demektir.
Bazılarına göre de "Allanın kendisine farz kıldığı ve emanet ettiği
vazifeleri yerine getiren"dir. Diğer bazılarına göre ise "Kulu
rabbine yaklaştıracak herşeyi muhafaza edendir." Taberi de bu görüştedir. [36]
34- Onlara
şöyle denilir: "Selametle girin cennete. Bu, ebedilik günüdür."
Allahtan korkan bu
gibi takva sahiplerine: "Siz cennete, üzüntü, Öfke ve azap gibi şeylerden
beri olarak güven içinde girin. İşte bugün ebedilik günüdür. Cennetlikler
cennette ebedi olarak kalacaklardır." [37]
35- Orada
arzu ettikleri herşeyi bulurlar. Nezdimizden daha fazlası da vardır.
AlIah teala bu âyet-i
kerimede, cennetliklerin, cennette arzuladıkları her güzel ve temiz şeyi
bulabileceklerini beyan etmektedir.
Resulullah (s.a.v.)
Allah tealanın, bir hadis-i kudsîde şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:
"Ben, salih
kullarıma öyle nimetler hazırladım ki onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak
işitmiş ne de bir beşerin hatırından geçmiştir. Dilerseniz şu âyeti okuyun. [38]"Hiçbir
kimse onlar için, dünyada yaptıklarının karşılığı olarak saklanmış sevindirici
şeylerin ne olduğunu bilemez." [39]
Allah teala, âyet-i
kerimenin devamında, cennetliklere istedikleri her nimetin verilmesiyle birlikte
kendi nezdinüen daha fazla bir şeye de erişeceklerini beyan etmiştir.
Müfessirler,
erişilecek bu fazla şeyin, bizzat Allah! görme hadisesi olduğunu
söylemişlerdir.
Bu hususta Süheyb-i
Rûmî (r.a.) Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu-rivayet ediyor:
"Cennetlikler
cennete girdikleri zaman Allah teala onlara "Size daha fazla bir şey
vermemi istiyor musunuz?" diyecek onlar ise "Sen bizim yüzümüzü
beyazlaştırmadın mı? Bizleri cennete koymaduı mı? Cehennem ateşinden
kur-taimadin mı? (Bunlardan daha fazla ne olacaktır?) diyeceklerdir. Bunun
üzerine Allah, kendisini örten perdeyi açacak, cennetliklere, Allaha bakmaktan
daha sevimli bir şey olmayacaktır. [40]
Sonra Resulullah şu âyeti okumuştur: İyilik edenlere en güzel mükafaat ve daha
fazlası vardır... [41]
Ebu Hureyre (r.a.)
diyofki:
"Bazı insanlar
"Ey Allanın Resulü, biz, kıyamet gününde rabbimizi görecek miyiz?"
diye sordular. Resulullah da şöyle buyurdu: "siz, ayın on dördünde ayı
görmede sıkıntı çeker misiniz?" "Hayır ey Allanın Resulü"
dediler. Resulullah: "Bulutsuz bir günde güneşi görmede sıkıntı çeker
misiniz?" buyurdu. "Hayır, ey Allanın Resulü." dediler.
Resulullah: "İşte siz rabbinizi böylece göreceksiniz." buyurdu [42]
Bir kısım âlimler,
cennetliklere, arzudalıkları nimetlere ilaveten ikram edilecek fazlalıktan
maksadın, "Güzel bir kadın" olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Said el-Hudrî
diyor ki:
"Resulullah şöyle
buyurdu: "Kişi cennete sırtını çevirmeden yetmiş yıl yaslanarak oturur
sonra ona hanımı gelir omuzuna vurur. Adam kadının yüzünde kendisini aynadan
daha net bir şekilde görür. Kadının, üzerine takındığı en âdi inci, doğu ile
batının arasını aydınlatır. Kadın adama selam verir. Adam selamını alır ve ona
kim olduğunu sorar. Kadın, "Ben, fazlalık olarak verilen nimetlerdenim."
der. [43]
36- Biz bu
inkarcılardan önce, kcndilerindcnkat kat kuvvetli ve diyar diyar dolaşan nice
nesiller helak etmişizdir. Hiç kurtuluş var mıdır?
Bu Kureyş
müşriklerinden Önce, bunlardan daha güçlü ve kuvvetli, yeryüzünü gezip dolaşan
ve orayı delik deşik eden ve orada fesat çıkaran nice kavimleri helak ettik.
Onlar için hiçbir kurtuluş oldu mu? [44]
37- Şüphesiz
ki bunda (hassas bir) Mty olan veya hadiseleri can kulağıyla dinleyip ona
şahit olan için bir ibret vardır.
Şüphesiz ki Kureyş
müşriklerinden Önce helak ettiğimiz kâfirlerde, onları düşünüp ibret alacak
aklı olan kimselere ibret vardır. Yine onların hadiselerine kulak verip
ciddiyetle dinleyenlere ve onların geride bıraktıkları eserleri görüp
izleyenlere bir çok öğüt ve* ibretler vardır.
Ayette geçen
"Hadiselere şahit olan" ifadesi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Dehhak'a göre bundan
maksat, "Kalbi uyanık" demektir. Katade'ye göre ise bundan maksat,
"Ehl-i Kitaptır" Zira onlar, kitaplarında okudukları Hz. Mu-,
hammed'in sıfatlarının şahitleridir. Ebu saiih'e göre ise bundan maksat, mümindir.
Zira o, Kur'anı işitir ve onun hak kitap olduğuna dair şahittir. [45]
38- Şüphesiz
ki biz, gökleri, yeri ve aralarında bulunanları altı günde yarattık ve hiçbir
yorgunluk da duymadık.
Katade diyor ki:
"Allah, Yahudileri, Hıristiyanlan ve kendisine karşı iftiraya girişenleri
yalanladı. Zira onlar, (Yahudiler) Allahın, gökleri altı günde yaratıp yedinci
günde istirahat ettiğini söylerler. Onlara göre bu yedinci gün de cumartesi
günüdür. Onlar bu günü, "İstirahat günü" diye adlandırırlar.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, gökleri ve yeri altı günde yarattığını ve bundan dolayı asla
yorulmadığını bildirerek bu tür iddiaların batıl olduğunu beyan etmiştir. [46]
39- Ey
Peygamber, sen onların söylediklerine karşı sabırlı ol. Rabbi-ni güneş doğmadan
ve batmadan önce hamd ile teşbih et.
Ey Muhammed, sen,
Yahudilerin, Allah hakkında yapmış oldukları iftiralara sabret. Rabbini
överek, güneş doğmadan ve batmadan önce teşbih et.
Allah teala bu âyet-i
kerimede, güneş doğmadan ve batmadan önce, kendisinin övülerek teşbih
edilmesini emretmektedir. Bu vakitlerde yapılması emredilen tesbih'ten maksat,
Katade ve İbn-i Zeyd'e göre, namaz kılmaktır. Bunlara göre âyetin izahı
şöyledir: "Ey Muhammed, sen, müşriklerin, Allah hakkında uydurdukları iftiralara
karşı sabret. Güneş doğmadan önce, rabbine hamdederek sabah namazım kıl. Güneş
batmadan önce de ikindi namazını kıl.
Cerir b. Abdullah
diyor ki:
"Biz bir gece
Resulullah ile beraber oturuyorduk. Resululah, on dönrdün-de olan aya baktı ve
şöyle buyurdu: "Sizler yakında, bunu gördüğünüz gibi rab-binizi
göreceksiniz ve onu görmekte güçlük çekmeyeceksiniz. Sizler, güneş doğmadan ve
güneş batmadan önceki namazları geçirmemeye gücünüz yettiği müddetçe onları
geçirmeyin, küın. Resulullah sonra: "Rabbini güneş doğmadan ve batmadan
önce hamd ile teşbih et." âyetini okudu. [47]
40- Gecenin
bir bölümünde ve namazlardan sonra da onu layık olmadiği şeylerden tenzih et.
Allah teala bu âyet-i
kerimede Resulullaha: "Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından
kendisini teşbih etmesini emretmektedir. Gecenin bir bölümünde yapılması
emredilen tesbih'ten neyin kasdedildiği hakknda farklı görüşler
zikredilmiştir.
İbn-i Zeyd'e göre,
gecenin bir bölümündeki teşbihten maksat, yatsı namazıdır. Mücahid'e göre ise
geceleyin kılınan herhatıgi bir namazdır, taberi, ayetin genel ifadesine
bakarak Mücahid'in görüşünün daha uygun olduğunu söylemiş ve bu ifadeden
maksadın sadece yatsı namazı olmayıp hem akşam hem de yatsı namazı olduğunu
söylemenin daha isabetli olacağını bildirmiştir.
"Secdelerin
peşinden Allahı teşbih etme" ifadesinden neyin kasdedildiği hakkında da
farklı görüşler zikredilmiştir.
Hz. Ali, Hz. Hüseyin,
Ebu Hureyre, İbn-i Abbas, Şa'bî, Mücahid, Katade, Evzai ve Abdullah b.
Muhacir'e göre "Secdeden sonra tesbih"ten maksat, akşam namazının
farzından sonra kılınan iki rekat sünnettir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Hz. Aişe (r.anh.)
Resulullahm şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Kim on iki rekat
sünnete devam edecek olursa Allah onun için cennette bir ev yapacaktır. Bunlar
öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat,
yatsinadn sonra iki rekat .ve sabah namazından önce iki rekattır. [48]
Mücahid'in Abdullah b.
Abbas'tan naklettiği diğer bir görüşe göre ise, secdelerden sonra yapılması emredilen
teşbihten maksat, namazdan sonra teşbih çekmektir. [49]
41-
Çağıranın yakın bir yerden (tekrar dirilmeye) çağırdığı gündeki sese kulak ver.
Katade, Kâ'bul
Ahbar'ın bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah ettiğini rivayet etmektedir. Allah
teala bir meleğe, Kudüs'teki "fkeer-i MuaHak"ın üzerine çıkarak
şöyle nida etmesini emredecektir: "Ey çürümüş kemikler ve çözülmüş ekr
İemler, Allah, aranızda kesin hüküm verilmesi için bir araya gelmenizi emrediyor."
Bu izaha göre insanları tekrar dirilmeye çağıracak olan; bir melektir. Çağıracağı
yakın yer ise Kudüs'teki Hacer-i Muallak (Havada boşlukta duran taş)dır. [50]
42- O gün
varlıklar gerçekten (ikinci) sur'a üfleme çığlığını işiteceklerdir. İşte o
gün, kabirlerden çıkış günüdür.
İşte o gün yaratıklar,
kabirlerden dirilme çığlığını gerçek olarak işitecekler ve Allahm, kabirlerden
kalkma emrine uyarak kabirlerinden dışan çıkacaklardır. [51]
43-
Şüphesiz, dirilten de öldüren de biziz biz. Dönüş de ancak bizedir. [52]
44- O gün
yer yarılır ve insanlar kabirlerinden süratle çıkarlar. İşte bu, bize güre çok
kolay olan bir toplamadır.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde insanları, öldükten sonra tekrar dirilteceğini, diriltme işinin
Allah için zor bir şey olmadığını, yeryüzü yarılır yarılmaz insanların,
kabirlerinden çıkarak mahşere koşacaklarını beyan etmektedir. [53]
45- Ey
Muhammcd, biz onların söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onlara karşı bir
zorba değilsin. Sen sadece azabımdan korkan kimseye Kur'anla öğüt ver.
Ey Muhammed, biz,
müşriklerin sana neler söylediğini çok iyi biliyoruz. Sen onların
söylediklerine aldırma. Sen onlara karşı bir zorba değilsin. Sen onlara
Kur'anla Öğüt vererek rabbinin sana verdiği peygamberliği tebliğ et.-,Bu tebliğin,
Allanın cezalandırmasından korkan kimselere olsun. Zira öğüt alacak olanlar
bunlardır. [54]
[1] Kaf Suresi, 3yet: 8.
[2] Kuf Suresi, âyel: 34.
[3] Kuf Suresi, âyet: 45.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/523.
[5] Müslim, K.es-Salat el-îydeyn, b;ıh: 14, Hadis no: 891.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.6, S.436.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/524.
[7] Kaf Suresi, âyet: 4.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/525.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/526.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/526.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/526-527.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/527.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/527.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/527.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/528.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/528-529.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/529.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/530.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/530.
[20] Buharı, K.er-Rikak, bab: 23 / Müslim, K.ez-ZUhd, batv
49, Hadis no: 2988
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/530-531.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/531.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/531.
[23] Nur Suresi, âyet: 24.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/531-532.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/532.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/533.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/533.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/533-534.
[28] İbrahim Suresi, âyet: 14.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/534.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/535.
[31] Hud Suresi, âyet: 119.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/535.
[33] Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 50, bab: 1.
[34] Buharı, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 50, bab: 1.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/535-537.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/537.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/537-538.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/538.
[38] Buhari, K.Bed'üI halk, bab: 8.
[39] Secde Suresi, âyel: 17.
[40] Müslim, K.el-fman, bab: 297, Hadis no: 181.
[41] Yunus Suresi, âyet: 26.
[42] Müslim, K.el-lman, bab: 299, Hadis no: 182
[43] Ahmed b.Hanbel, Müsned, C.3, S.75
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/538-541.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/541.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/541-542.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/542.
[47] Buharı, K.Tefsir el-Kur'an, Sure: 50, bab: I.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 7/542-543.
[48] Tinnizî, K.es-Salah, bab: 306, Hadis no: 414..
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/543-544.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/544.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/545.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/545.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/545.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 7/545.