VAKIA SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca  Konular: 2

Meali: 2

İlgili Hadisler. 3

Kıyamet Olayi Ve Sonuçları 3

Kıyamet Olayı Kimini Alcaltır, Kimini De Yükseltir. 3

Kıyamet Safhalarından İkisi 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 4

İlgili Hadîsler. 5

Ümmetlerden Dosdoğru İmân Edenlerin Oluşturacağı Topluluk. 5

Öne Geçen Bahtiyarlar İçin Hazırlanan Sonsuz Nimetler. 5

Âyetler Arasında Bağlantı 6

Meali 6

İlgili Hadîsler. 6

Ashab-I Yemîn (Meymenetliler) 7

Hakkı,  Doğruyu  Temsîl Edenlere Verilecek Sekiz  Nîmet 7

Ashab-ı Şimal (Şeametliler) Kimlerdir?. 8

Şeâmetlilerin Dünyadaki İnanç Ve Tutumları 8

Zakkum  Ağacı Sapıkların  Sofrasıdır. 8

Âyetler Arasında Bağlantı 9

Meali: 9

İlgili  Hadisler. 9

Yaratmak Allah'a Mahsustur. 9

Meninin Oluşmasını Sağlayan Mekanizma. 10

Ölüm Olayının  Takdiri 10

Benzerlerimizin Yaratılması 10

Bilemiyeceğimiz Şekil Ve Vasıfta Yeniden Yaratılacağız. 10

Toprağa Atılan Tohumu Yeşerten Kudret 11

İçtiğimiz Su Kudret Harikasıdır. 11

Yaktığımız Ateş Ve  Ham  Maddesi 11

Âyetler Arasında Bağlantı 11

Meali: 11

İlgili  Hadisler. 12

Yıldızların Yörüngelerine Yemin Edilmesi 12

Kur'ân, Kitab-I Meknun'dadır. 12

Kur'ân'a Ancak Arınıp Temizlenenler Dokunabilir. 13

Fıkhî Yönü. 13

Kur'ân, Âlemleri Yaratıp Terbiye Eden Allah'tan İndirilmiştir. 14

Âyetler  Arasında Bağlantı 14

Meali: 14

İlgili Hadîsler. 14

Can Boğaza Gelince. 15

Ölmek  Üzere Olan  İnsanlar Üç Sınıfa  Ayrılır. 15

Hakka'l-Yakîn. 15

O Çok Büyük Rabbin İsmini Anmak. 16


VAKIA SÛRESİ

 

el-Hasan, İkrime, Câbir ve Atâ'a göre : Tamamı Mekke'de inmiştir. İbn Abbas (R.A.) ile Katade'ye göre : 82. âyeti müstesna tamamı Mekke'de in­miştir. Kelbî'ye göre: 39 ve 40. âyetleri, Resûlüllah (A.S.} Medine'ye sefer yaparken yolda inmiştir ve 81, 82. âyetleri ise, Resûlüllah (A.S.) Mekke'ye giderken yolda inmiştir. Geriye kalanının tamamı Mekke'de inmiştir.

[1]Ayet sayısı: 96

Kelime sayısı: 398

Harf sayısı: 1703  [2]

«Kim her gece Vâkıâ Sûresi'ni okursa, ona  ebediyen  fakirlik ulaşıp dokunmaz.» [3]

«Vâkıâ Sûresi, zenginlik süresidir.» Yani zengin olmaya vesile kılınan bir sûredir. «Onu hem okuyun, hem de çocuklarınıza öğretiniz.» [4]

«Kadınlarınıza Vâkıâ Sûresi'ni   öğretiniz.   Çünkü bu sûre  zenginliğe vesile olan sûredir.» [5]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca  Konular:

 

1- Kıyamet olayı meydana geleceği zaman yerkürenin müthiş sarsı­lacağı, dağların tuzbuz haline gelip dağılacağı konu ediliyor.

2- Hesab gününde insanların genel anlamda üç sınıfa ayrılacağı ha­ber veriliyor.

3- Öncekilerle sonrakilerin hesap alanında biraraya toplanacağı gün çok duyarlı ve düşündürücü bir anlatımla işleniyor.

4- Yüce Yaratan'ın varlığına delâlet eden deliller sıralanıyor.

5-Öldükten sonra dirilme, mahşer alanına sevk edilme ve hesaba çekilmeyle ilgili delil ve belgelere yer veriliyor.

6- Bütün bu fizikötesi ve gaybe dayalı haberlerin hak olduğu belir­tiliyor.

7- Hakk'i yalanlayan sapıkların azarlanıp kınanacağına dikkatler çe­kiliyor.

Sûrenin önemi:

İlim adamları diyor ki: «Kim öncekilerle sonrakilerin; cennettekilerle cehennemliklerin; dünya ehliyle âhiret ehlinin haberlerini öğrenmek istiyor­sa, Vâkıâ Sûresİ'ni okusun.»

AshabKirâm'dan İbn Mes'ud (R.A.) hasta yatıyordu. Üçüncü Halîfe Hz. Osman (R.A.) onu sormaya geldi ve aralarında şu konuşma geçti:

  Şikâyetin nedir?            

  Günahlarım.                         

  Canın ne istiyor?

  Rabbımın rahmetini.

  Bir tabip çağırtayım mı?                                          

  Beni hastalandıran odur.                                          

  Sana yardım yapılması için emir vereyim mi?

— Hayır, onu hayatımda  benden esirgedin. Şimdi ise ölmek üzere bulunduğum bir sırada vermek istiyorsun, neye yarar?

— İyi ama, senden sonra kız çocuğuna kalır.

— Ölümümden sonra kızlarımın   sıkıntı   çekeceğini mi   sanıyorsun? Şüphen olmasın ki, onlara her akşam «Vâkıâ Sûresi»ni okumalarını tav­siye ettim. Çünkü bu hususta Resûiüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Kim her gece Vâkıâ Sûresİ'ni okursa, ona ebediyen fakirlik ulaşıp dokun­maz.» (1)

İbn Abdilberr/et-Temhîd'de rivayet etmiştir.

 

Meali:

 

1-2- Kıyamet olayı meydana gelince, -ki onun meydana gelmesini (inkâr edecek) yalancı (bir nefis) bulunmaz-

3- (Bu büyük olay kimini) alçaltır, (kimini) yükseltir.

4- Yer sarsıldıkça sarsıldığı,

5-6- Dağlar tuz-buz olup parçalandığı, toz halinde dağıldığı zaman,

7- Sizler üç sınıfa ayrılmış bulunacaksınız.

8- Meymenetliler, ne mutludur meymenetliler!

9- Şeamettiler, ne bedbahttır şeâmetliler!

10- İyilikte öne geçenler, (mükâfatta da) öne geçenlerdir.

11-İşte (Allah'a) yakın olanlar bunlardır.

12- Bunlar Nîmet (veya Naîm) Cennetlerindedirler.

 

İlgili Hadisler

 

«Mi'rac Gecesi dünya semasına yükseldiğimde bir adam ile karşılaş­tık. Sağında ve solunda birer karartı bulunuyordu; sağma bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyordu. Beni görünce: «İyi-yararlı peygambere, sâlih evlâda merhaba!» dedi. O'nun kim olduğunu Melek Cebrail'e sordum, Ce­vap verdi: «Adem Peygamber'dir. Sağında ve solunda bulunan karartı onun zürriyetinin mayasıdır. Sağındakiler cennetliktir, solundakiler cehen­nemliklerdir..» [6]

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, ashabına şöyle sordu:

  Kıyamet günü Allah'ın gölgesine doğru öne geçenler kimlerdir bi­lir misiniz?

Ashab-ı Kiram:

  Allah ve Resulü daha iyi bilir, dediler.

Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu;               

  Onlar o kimselerdir ki, hakları verilince kabul ederler; kendilerin­den bir şey istenilince bolca verirler; insanlar hakkında bir karar verince, kendi nefisleri hakkında verdikleri karar ve hüküm gibi hüküm verirler.» [7]

Resûlüllah (A.S.) buyurdu :

«Öne geçenler kimlerdir bilir misiniz?» Ashab-ı Kiram: «Allah ve Pey­gamberi daha iyî bilir» diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurdu : «Kendilerine hak verilince kabul edenler; kendilerinden bir şey istenildiği zaman verenler ve kendi nefislerinden yana hükmettikleri gibi, insanlardan yana da hükmedenlerdir.» [8]

 

Kıyamet Olayi Ve Sonuçları

 

«Kıyamet olayı  meydana gelince -ki onun meydana gelmesini (inkâr edecek) yalancı (bir nefis) bulunmaz..»

Kur'ân'da Âhiret hayatının Dünya hayatiyle anlam kazandığı; dünya­sız bir öhiretin hikmetsiz ve anlamsız kalacağı; âhiretsiz de bir dünyanın anlam ve hikmet taşımıyacağı çok çeşitli anlatımlarla belirtilir ve böylece ikinci hayatın önemine ağırlık verilerek o, imânın şartlarından biri olarak tanıtılır.

«Kıyamet», terim olarak, mevcut düzenin bozulması, yeni bir düzenin kurulup ölenlerin dirilip kalkması demektir. CenâbHakk'ın ezelî plânında buna yer verildiğinden, günü gelince gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bunun aksi düşünülemez. Çünkü O'nun çizdiği plân, koyduğu kanunlar değişmez.

O bakımdan Kıyâmet'e, «vâkıâ» denilmiştir. Vukuu, yani meydana gel­mesi muhakkaktır. Zira CenâbHakk'a göre, meydana gelmesi kesin olan bir olay, gelmiş kabui edilir ve ona göre bir anlatım kullanılır.

Kıyamet olayı meydana gelip ölüler dirilince, artık hiçbir nefis, onu ya­lan isayamaz. İnkarcıların düne kadar inanmadıkları o müthiş olayı ayan-beyân görmeleri, hepsini şaşkına çevirecek, artık yalanlamanın hiçbir an­lam ifade etmiyeceğini anlayacaklar. İkinci âyette bilhassa buna değinil­mektedir,

 

Kıyamet Olayı Kimini Alcaltır, Kimini De Yükseltir

 

“ (Bu küvük olay kimini) alçaltır, (kimini) yüksel­tir.”

Dünya'da Hakk'a baş eğmeyip O'nun buyruklarına iltifat etmiyenier; ikinci hayatı red ve inkâr edenler, o gün alçaltılıp aşağıların aşağısi edi­lirler. Dünya hayatına getirilmesinin hikmetini bilip Hakk'ı kabul ederek kul­luğunun gereğini yerine getirenler ise, yükseltilip, O çok muktedir hüküm­darın yanında doğruluk makamına yerleştirilirler.

Bunun sebebi açıktır:

Dünya, Âhiret'e hazırlık yeri ve dönemidir. İnsanoğlu ancak dünyada hayatın anlam ve hikmetini; yüce yaratanının varlığını ve kemal sıfatlarını öğrenebilir ve böylece ikinci hayat için yaratıldığını idrâk ederek ömür ser­mayesini ona göre değerlendirir.

İşte kendini böyle bir çizgiye getiren bahtiyarlar, dünyada !e ve esir olarak yaşasalar bile, âhiret hayatında azîz ve şerefli insanlar olarak yük­sek makamlara erişirler; ebediyet bahçelerinde ilâhî cemaidan tecelli eden güzelliklerin hazzını yudum yudum tadarlar. Aksine bir inanç ve tutum ise, insanı hilkatin amacından uzaklaştırıp İblîs'in tuzağına düşürür ve esîr eder. Bunun neticesi alçalma, hakarete uğrama ve ilâhî cemalin tecelli ve güzelliklerinden mahrum kalmaktır.

 

Kıyamet Safhalarından İkisi

 

 «Yer sarsıldıkça sarsıldığı; dağlar tuz-buz olup parçalandığı, toz halinde dağıldığı zaman.»

İlgili âyetlerle, kıyamet olayı meydana geldiğinde, yerkürede daha çok ürpertici iki korkunç olayın gerçekleşeceği haber verilmektedir:

a) Yeryü­zü sarsıldıkça sarsılacak, mevcut düzeni alt-üst olup ayrı bir görüntü arzedecektir,

b) Dağlar yerinden ayrılacak ve kısa bir süre içinde tuz-buz olup toz haline gelecektir.

Böylesine korkunç bir günün artık akşam ve sabahı olmayacaktır. Çün­kü güneş sistemi de yörüngesinden çıkıp parçalanacak; yeryüzünde canlı diye bir şey kalmayacak. Sonra başka bir sistem ve düzen kurulacak ve artık sun'i zaman ortadan kalkacak; o sistem ve düzende âhiret âlemi ve mahşer alanı başka bir düzenleme ile hep aydınlık olacaktır.

Bu ikinci hayatın eşiğine adım atıp içeri giren insanlar genel anlamda üç sınıfa ayrılacak :

1- Meymenetliler,

2- Meş'emetliler,

3- İleri geçenler.

Birinci sınıf, Arş'ın sağ tarafında yer alan yümünlü, uğurlu, bereketli inananlardır ki, bunların amel defterleri sağ ellerine verilir.

İkinci sınıf, Arş'ın sol tarafında yer alan, yum ünsüz, uğursuz, feyîzsiz insanlardır. Kendilerinde marifet ve bereket yoktur. Dünya'da hayatının diz­ginini nefis ve İblîs'in eline vermek suretiyle hikmete aykırı bir ömür ya­şamışlardır. O bakımdan amel defterleri sol ellerine verilir.

Üçüncü sınıf, öne geçip Azîz ve Celîl olan Allah'ın izzet huzurunda, doğruluk makamında yer alan bahtiyarlardır. Bunlar, Allah'ın has konuk­larıdır; bunlar, peygamberler, sıddîklar ve şehîdierdir. Bir yoruma göre, dünyada sırat-ı müstakim üzere olup ilâhî nimete mazhar kılınmışlarla be­raber olan mü'minler de bunlara dahildir.

Bunun gibi, birincilere «sağ kol», ikincilere «sol kol» da denilebilir. Çünkü birinciler, Adem (A.S.)ın sağ tarafından, ikinciler sol tarafından alınmıştır.

Üçüncüler ise, Adem'in sağ tarafından alınanların en seçkinleridir ki, Kur'ân onları «sâbikun» sözüyle övmekte; iyilik ve sevapta, marifet ve fa­zilette öne geçenler olarak tanımlamaktadır.

Bu manayı dikkate alanlar, «öne geçenlersin dört kişi olduğunu be­lirtmişlerdir : Musa Peygamberin (A.S.) ümmetinden Hızakl veya Hezeki-el'dır. İsa Peygamberin (A.S.) ümmetinden Habîb en-Neccar'dır. Üçüncü ve dördüncüsü ise, Muhammed (A.S.)ın ümmetinden Ebû Bekir (R.A.) ile Ömer (R.A.)dir.

Birinci yorum, siyak ve sibaka daha uygun gelmektedir. Allah daha iyisini bilir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, kıyamet olayının mutlaka meydana geleceği ha­ber verildikten sonra iki önemli safhası konu edildi. Kıyamet gününde in­sanların üç kısma ayrılacağı üzerinde durularak, yümünlü, feyizli ve be­reketli bir hayat düzeni kurmamızın lüzumu belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, ebedî saadet yurdu olan Cennet'e lâyık görülen mü'minlere orada hazırlanan göz ve gönül açıcı nimetler sıralanıyor ve öl­meden önce o nîmetlere lâyık olma düzeyine gelmemiz emrediliyor.

 

Meali:

 

13- 14- Öncekilerden büyük bir cemaattir, sonrakilerden az bir toplu­luktur.

15- İşlenmiş motifli tahtlar üzerindedirler,

16-Yaslanıp karşılıklı otururlar,

17-Çevrelerinde sonsuzluğa erişmiş çocuklar,

18-Kaynaktan (doldurup getirdikleri) küpler, ibrikler ve kadehlerle dönüp dolaşırlar.

19-Ondan ne başları ağrır, ne de başdönmesi ve bitkinlik meydana gelir.

20-Ve bir de seçip beğenecekleri meyvalar;

21- Canlarının çektiği cinsten kuş eti;

22-Ve iri kara gözlü eşler ki,

23-Sedefinde saklı inciler misâli..

24- (Bütün bunlar) işlediklerinin karşılığı..

25- Orada boş-anlamsız söz işitmezler;

26-Ancak «selâm!, selâm!.» sözünü işitirler.

 

 

İlgili Hadîsler

 

Câbir b. Abdillah (R.A.) diyor ki:

«İzâ vakaâ sûresi indiğinde «Öncekilerden büyük bir cemaattir; son­rakilerden az bir topluluktur» mealindeki âyet okununca, Hz. Ömer (R.A.) üzüldü ve: «Ya Resûlellah! Öncekilerden büyük bir topluluk, sonrakiler­den az bir topluluk öyle mi?» diye sordu. Aradan az bir süre geçtikten sonra aynı sûrenin 39 ve 40. âyetleri inerek «Bunlar öncekilerden büyük bir cemaattir, sonrakilerden de büyük bir cemaattir» müjde anlamında bil­gi verilerek açıklama yapıldı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Hz. Ömer'e ses­lenerek : «Ya Ömer! Gel de Allah'ın indirdiği âyetleri işit» buyurdu ve inen 39 ve 40. âyetleri okuduktan sonra şöyle dedi: «Haberiniz olsun ki, Adem'­den bana kadar gelip geçen (mü'minler) büyük bir topluluktur; benim üm­metim de büyük bir topluluktur. (Lâ ilahe illa'llahu vahdehu lâ şerike leh) ile şehadette bulunan deve çobanlarından iki önemli cemaatten yardım görmedikçe üçte birimizi tamamliyamayız[9]

«Ümmetimin misâli, yağmura benzer; öncesi mi hayırlıdır, sonu mu ha­yırlıdır bilinmez.» [10]

«Ümmetimden bir taife hak üzere olup üstünlük sağlayarak devam edecek; onları rüsvay etmek isteyenler ve onlara muhalefet edenler kıya­mete kadar onlara zarar verem iyece kt ir.» [11]

«Canımı kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet günü sizden öyle bir cemaat ba'solunacak (kabirlerinden kaldırılacak) ki, onlar (çoklukta) gecenin karanlığını andırırlar da yeri bir baştan bir başa kaplar­lar. Melekler ise (o gün) şöyle derler: «Muhammed'le (A.S.) gelenler, di­ğer peygamberlerle gelenlerden daha çoktur.»[12]

 

Ümmetlerden Dosdoğru İmân Edenlerin Oluşturacağı Topluluk

 

«Öncekilerden büyük bir cemaattir; son­rakilerden az bir topluluktur.»

Kur'ân-ı Kerîm, imân nimetine erişip cemaat olmaya lâyık görülenle­ri, iki gruba ayırmaktadır: Önceki ümmetlerden çok kalabalık bir cemaat, gelip geçen peygamberlerdir. Sonrakilerden az bir cemaat ise, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ve O'nun ümmetinden olan ilim adamlarıdır. Zira bu üm­metin gerçek âlimleri, İsrâiloğulları'na gönderilen peygamberlerin derece­lerine yakın bir derecededirler. '

Bu yorum daha çok müfessir Fahruddin er-Râzî'ye aittir. Diğer bir yorum ise, şöyledir:

Öncekilerden büyük bir cemaat, İslâm'a ilk giren «muhacir» ve «an-sarsdır. Sonrakilerden az bir cemaat ise, İslâm'a girdikleri halde hicret et­meyip kendi yurtlarında kalan mü'minlerdir.

Veya tek kanaldan rivayet edilen hadîste ifâdesini bulduğu gibi, 39 ve 40.âyetler bunu açıklığa kavuşturmaktadır.

Bunlardan başka bir yorum daha söz konusudur. O da şudur:

Öncekilerden çok cemaat, Ashab-i Kirâm'dır. Sonrakilerden az bir ce­maat, Ashab-i Kirâm'ı görüp imân eden tabiîn'dir. Allah daha iyisini bilir.

 

Öne Geçen Bahtiyarlar İçin Hazırlanan Sonsuz Nimetler

 

14-26. âyetlerde, öne geçen bahtiyarların Cennet'te erişecekleri sayı­sız nimetlerden yedi tanesi açıklanarak gerçek azizliğin, yüksek makamın Cennet'te olgun mü'minlere hazırlanan süslü tahtlar olduğu bildirilmekte­dir. Şöyle ki:

1- İşlenmiş süslü, motifli tahtlar.

Öyle ki, bunlar, kudret eliyle hazırlanıp Sani'-i Hakiki'nin fırçasıyla tez­yin edilmiştir. Böylece o tahtlar üzerinde tatlı sohbetler, karşılıklı ilgi ve iltifatlar, ayrı bir huzur ve mutluluğa vesîle olur.

2- Sonsuzluğa ermiş taze, nazik ve saygılı hizmetçi çocuklar.

Bunlar en nefis meşrubatla dolu kadehlerle dönüp dolaşırlar. Şüphe­siz ki, bu manzara daha farklı bir neşe kaynağı oluşturur ve meclise renk katar.

Ancak bu taze hizmetçi çocuklar kimlerdir? İlim adamları ve müfes-sirlerimiz, bu hususta iki ayrı yorumda bulunmuşlardır:

a) Ergen olmadan ölen mü'minlerin çocuklarıdır. .' 

b) Huri misâli, Cennet'te sırf hizmet için yaratılan ayrı varlıklardır.

3- Cennet içkileri ne baş ağrısı yapar, ne de baş dönmesi ve halsiz­lik doğurur. İçkilerin hepsi de ilâhi tecellilerin letafetini yansıtır ve o ba­kımdan  bütünüyle şifâ ve rahmet taşır.

4- Seçilip beğenilecek her çeşit meyva mevcuttur.

Cennet ebedî mutluluk yurdudur. Meyveleri de sayısız ve süreklidir. O bakımdan oradaki şartları, bizim bilemiyeceğimiz birtakım özellikler ar-zetmekte ve tarifi mümkün olmayan nefaset ve güzellikler taşımaktadır.

5- Orada iştihâ edilen her çeşit kuş eti vardır.

Şüphesiz Cennet'in kuşları da dünyadakilerden çok farklıdırlar. Ora­nın ebediyet zerkeden hava ve suyuyla beslenirler. Etlerinin posası yoktur. O bakımdan son derece nefis ve lezzetlidir. Buna değinen Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle haber vermiştir: «Şüphesiz ki adam, Cennet meyvalarin-dan birini koparınca, bir diğeri anında onun yerinde oluşup çıkar.» [13] «Cen­net kuşu, melez deve gibi, Cennet ağaçlarından otlar (yeyip dolaşır).» [14]

6-  Sedefinde saklı inci misâli huriler mevcuttur.

Bunlar da Allah'ın Cemal ve Latif sıfatlarının tecellileriyle vücut bulan eşlerdir. Üstün güzelliği, çarpıcı zerafeti, çekiei büyükçe göze sahipliği ve tarifi mümkün olmayan şekil ve endamı yansıttığı için kendilerine «Hû-

rü'Myn» denilmiştir.»

7- Dünyada iken mü'minlerin gayr-i meşru nesnelere karşı nefislerini frenlemelerine mukabil sonu gelmiyen daha başka nimetler de hazırlan­mıştır. Öyle ki, boş ve anlamsız söz söylemezler. Hiçbirinde hırs, kıskanç­lık, açgözlülük, kin ve ihtiras yoktur. Bu gibi duygulardan arınmışlardır. Birbirlerine «selâm» vererek iltifatta bulunurlar ve böylece devamlı surette CenâbHakk'ın selâmet tecellisine mazhar olurlar

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Cenneî'e lâyık düzeye gelen mü'minlere orada hazırlanan sayısız nimetlerden bir kısmı açıklandı ve ibâdete teşvîk edici anlamda müjdeler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, meymenetli mü'minleri beklemekte olan sonsuz nîmet ve iltifatlardan birkısmı daha açıklanıyor. Meş'emetli olan suçlu gü­nahkârlar, inkarcı sapıklar için hazırlanan sonsuz azaplardan bir bölümü haber verilerek, gereken uyarılar yapılıyor.

 

Meali

 

 27- Meymenetliler, ne mutludur meymenetliler!. '

 28-Dikensiz kiraz

 29- Salkım salkım muzlar,

 30- Yaygın uzun gölgeler,

 31- Devamlı akan sular,

 32-33- Eksilmeyen, sonu gelmeyen,   alıkonmayan  birçok  meyvaiar arasında;

 34- Yüksek döşekler üstündedirler.

 35- Şüphesiz biz onları (Cennet'teki Hurileri) yepyeni bir yaratılışla yaratıp meydana getirdik.

 36-37-38- Onları hep bakire, meymenetli olan eşlerine karşı sevgi dolu ve hepsini yaşıt kıldık.

 39-40-Bunlar öncekilerden bir büyük cemaattir, sonrakilerden de bü­yük bir cemaat.

 41- Şeamettiler, ne bedbahttır şeametlileri

 42- Çok kızgın ateşte ve kaynar su içindedirler.

 43- Ve kara-boğucu bir dumandan meydana gelen gölgededirler.

 44- O ne serindir, ne de okşayıcı ve rahatlatıcıdır.

 45- Şüphesiz onlar bundan önce refah içinde,

 46- Büyük günah üzerinde ısrar edip dururlardı.

 47- Ve derlerdi ki: «Sahi biz öldükten, toprak ve (ufalmış) kemik haline geldikten sonra gerçekten tekrar diriltilip kaldırılacak mıyız?

48- Önoe gelip geçen babalarımız da mı?...»

49-50- De ki: «Öncekiler de, sonrakiler de mutlaka belli bir günün belirlenmiş vaktinde elbette biraraya toplanacaklar..

51-Sonra siz, ey şaşkın sapıklar, (hakkı) yalan sayanlar!

52- Şüpheniz olmasın ki, Zakkum ağacından yiyeceksiniz.

53- Karınlarınızı onunla dolduracaksınız.

54- Üzerine de kaynar su içeceksiniz.

55- Hem de susamış develer gibi içeceksiniz.                          

56-Hesap ve ceza gününde onların konacakları (sofra) işte budur!

 

İlgili Hadîsler

 

«Bedevilerden bir adam, Resûlüllah'a (A.S.) gelerek dedi ki:     

Ya Resûlellah! Allah Kur'ân'da, Cennet ehline eziyet veren bir ağa­cı anmaktadır.

Peygamber (A.S.) ona:

  O hangi ağaçtır? diye sorunca, bedevi;

Sidr (arap kirazı)dır, diye cevap verdi.

Bunun üzerine Peygamber (A.S.) Efendimiz ona: «Dikensiz kiraz bu-yurmuyor mu? Allah onun dikenlerini giderip her dikenin yerinde bir mey-va bitirir. Meyvası yarılıp içinden yetmiş iki çeşit gıda çıkar da hiçbirinin rengi diğerine benzemez» buyurdu. [15]

«Şüphesiz ki Cennet'te öyle ağaçlar var ki, süvari kimse onlardan birinin gölgesinde yüz yıl yürür de bir ucundan diğer ucuna ulaşamaz. İs­terseniz, «Uzunca yaygın gölgeler» (mealindeki) âyeti okuyunuz.» [16]

«Doğrusu Cennet'te hiçbir ağaç yoktur ki, sapı (gövdesi) altından ol­masın.»[17]

Hz.  Câbir (R.A.) anlatıyor:

  Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ile birlikte öğle namazını kılıyorduk. Bir ara öne doğru elini uzattı, sonra geri çekti. Namazı kıldırıp tamamlayınca, Ubey b, Kâb (R.A.) dedi ki: «Ya Resûlellah! Daha önce yapmadığın bir ha­reketi bugün namazda yaptın.»

Peygamber (A.S.) ona şöyle buyurdu:

«Doğrusu Cennet ve ondaki gül ve çiçekler, pırıl pırıl renkler bana arz olundu. Elimi uzatıp ondan bir salkım üzüm koparmak istedim, derken aramıza bir engel girdi. Eğer onu size getirebilseydim, gökle yer arasında­kiler ondan yiyecek olsalardı yine de bir şey eksilmezdi.»[18]

Yaşlı bir kadın, Peygamber (A.S.) Efendİmİz'e geldi şöyle dedi:

  Ya Resûlellah! Allah'a duâ edin de beni Cennet'e koysun.

Bunun üzerine Peygamber (A.S.) ona:

  «A falanın anası! Doğrusu o ki, yaşlı kimseler Cennet'e girmez» buyurdu. Kadın üzüldü ve gözleri yaşlı bir halde ayrılıp gitmek isterken, Peygamber (A.S.) ona şu haberi vermemizi emretti: «Kendisi o yaşlı ha­liyle Cennet'e girmez. Zira Allah Kur'ân'da «Biz onları yepyeni bir yaratı­lışla meydana getiririz, onları hep bakire kılarız» buyuruyor.»[19]

«Cennet'e ilk giren zümre, bedir geoesindeki ayın sureti üzeredir. On­lardan sonra girenler parlaklık bakımından gökteki en parlak yıldızdan daha parlak surettedirler. Orada idrar ve dışkı yapmazlar; tükürüp sümkürmez-ler. Tarakları altındandır. Terleri misk gibi, güzel kokulu tütsüleri ise ud'dur. Eşleri büyükçe gözlü hurilerdir. Huyları, bir tek kişinin huyu üzeredir. Boy­ları, gökteki ataları Adem'in sureti üzere olup altmış zira' (yaklaşık 40 m) dir[20]

«Cennetlikler, Cennet'e 33 yaşında, kılsız, başı kabak, sürmeli olarak girerler.»[21]

 

Ashab-I Yemîn (Meymenetliler)

 

Meymenet'''er'nemut'udur meymenetliler!.»

Kur'ân'da «ashab-ı yemîn» terkibi kullanılmaktadır. Bunu «sağcılar» di­ye tercüme etmek hatalı olur. Zira bu terkibin delâlet ettiği mâna hayli kapsamlıdır. Onları kısaca şöyle belirtebiliriz;

a)  Kıyamet gününde amel defterleri sağ taraflarından verilenler,

b)  Amel defterleri sağ ellerine verilenler,

c)  Meymenetli, uğurlu, feyizli ve bereketli olanlar,

d)  Yeminlerine sadık ve bağlı kalanlar,

e)  Verdikleri sözü yerine getirenler.

İslâm'da genellikle «yemîn» kavramı, hakkı, doğruyu, saadeti ifade eder. And mânasına da, sağ el ile sadakatten müsteâr olarak alınmıştır.

«Ashab-ı şimal» ise, bunun tam tersine bir terkiptir.

 

Hakkı,  Doğruyu  Temsîl Edenlere Verilecek Sekiz  Nîmet 

 

«Dikensiz kiraz, salkım salkım muzlar..»

Cenâb-ı Hak, dünyada imân temeli üzere sâlih amellerde bulunan mey­menetli, feyizli mü'minlere Cennet'te hazırladığı sekiz ayrı nîmeti müjdele­mektedir. Şöyle ki:

1- Dikensiz, nefis kokulu ve tadı çok güzel kiraz,

2- Salkım salkım muz,

3- Yaygın uzun gölgelikler,

4- Devamlı akan nefis sular,

5- Eksilmeyen, sonu gelmeyen, alıkonmayan sayısız meyvalar,

6- Yüksekçe dinlendirici döşekler,

7-Cennet'te mü'minlere has yaratılan huriler,

8- Hurilerin ve diğer eşlerin hep saygı ve neşe saçan bakışları.. Açıklama :

Sayısı belirsiz meyvalardan genel anlamda söz edildiği halde, kiraz ve muzdan özellikle bahsedilmesi, bu iki meyvanın o âlemde de önemini ve yararını yansıtmaya yönelik bir işaret taşımakta ve Kur'ân'da bu metod birçok yerde uygulanmaktadır.

«Yaygın uzun gölge» sözü ise, devam edip inkıtaa uğramayan gölgeyi yansıtan bir anlatım tarzıdır. Cennet'te gece olmadığı, hep ilâhî cemal sı­fatının tecellisiyle aydınlandığı için, hareketli, uzayıp kısalan gölge düşü­nülemez. Zira o düzendeki dengeleme çok değişiktir. O bakımdan oradaki gölgeler, bizim dünyadaki gölgelerden çok farklıdır. Tatlı bir görünüm ar-zeder ve Cennet'in dekoresine ayrı bir güzellik katar.

Ayrıca cennet'teki kadınların hepsi gençleşip yaşıt durumda olurlar ve bakirelikleri hep sürmeli olarak girerler. 4

 

Ashab-ı Şimal (Şeametliler) Kimlerdir?

 

«Şeametliler, ne bedbahttır o şeametliler!.»

Burada geçen «şimal», «yemîn»in karşıtıdır. Amel defteri sol tarafla­rından verilen kaypak ruhlu, uğursuz, yalancı, mutsuz kimseler demektir.

Cehennem'de uğratılacakları birçok azap ve işkenceden sadece ikisi açıklanarak genel anlamda bir ölçü veriliyor;

1- Çok çılgın ateşte ve ısı derecesi yüksek su içindedirler.

2- Simsiyah boğucu bir duman içinde bulunurlar.

Gerek su, gerekse duman, cehennemliklerin ne susuzluğunu giderir, ne de onları rahatlatır. Devamlı rahatsız edip tedirginliğe uğratır.

Kur'ân, 42-44. âyetlerle Cehennem ateşi hakkında kısa bir bilgi ve ipucu veriyor: İçindeki yakıttan siyah boğucu bir duman çıkmaktadır. Bu, «yakıtı insan ve taş olan ateşten korkun» mealindeki âyetle birleşince, asıl mak-sad ortaya çıkıyor. Yakıt olarak kullanılan taşın, yanarken siyah boğucu duman çıkarması, onun taş kömürüne benzer bir yakıt olduğu izlenimini ve­riyor. Bununla beraber mahiyetini  bilmemiz söz konusu değildir.

 

Şeâmetlilerin Dünyadaki İnanç Ve Tutumları

 

a) Meşru sınırlardan uzak, refah içinde dönüp dolaşırlar ve tek umut­lan bu düzeydeki hayatlarının devamını sağlamaktır. Âhiret'e ya inanmaz-

lar, ya da umut bağlamazlar; nasiplerinin tamamını dünyada almak  is­terler.

b) Nimeti günah ve isyan düzeyinde kullanıp bunu ısrarla sürdürürler.

c) Öldükten sonra dirilmeye inanmazlar veya bu konuda devamlı şüp­he içindedirler. O yüzden hem Allah'tan korkmazlar, hem de bir sorum­luluk duymazlar. 44-47. âyetlerlebu hususlar haber verilerek inkarcı sapık­lar uyarılıyor.

Şüphesiz ki, temelinde Allah'a ve Âhiret'e imân bulunmayan bir refah, sahibini azdırıp saptırır.

 

Zakkum  Ağacı Sapıkların  Sofrasıdır   

                                   

«Sonra siz, ey şaşkın sapıklar, (hakkı) yalan sayanlar! Şüpheniz olmasın ki, zakkum ağacından yiye­ceksiniz..»

Cenâb-ı Hak, amel defterleri sol yanlarından verilecek uğursuz bed­bahtların dünyada işledikleri günah ve yaptıkları yalanlamalarını açıkladık­tan sonra, onların inanç ve amellerine uygun verilecek cehennem azabının iki önemli safhasını haber vermektedir:

1- Zakkum ağacından yiyip karınlarını onunla dolduracaklar,

2- Üzerine de kaynar su içecekler. .

Zakkum ağacı, sıcak iklimde yetişir. Zehirlidir; bundan dolayı ona «ağı ağacı» da denir. Yapılan incelemelere göre, zakkumun her yanı zehirlidir; çiçekleri, dalları, yaprakları ağza götürülmemelidir. Ancak tababette bu ağacın zehirli ve diğer maddelerinden yararlanılmaktadır.

Zakkum ağacı, Kur'ân'da üç yerde anılır. Saffat ve Duhân sûrelerinde de açıkladığımız gibi, Cehennem ateşinin içinde ağacın yetişmesi bize ga­rip gelebilir; oradaki ortamı,, şartları ve kanunları bilmediğimiz için hayli düşünürüz. Buzların içinde canlı yaşar mı? Sorusu, kutupların keşfiyle açık­lığa kavuşmuştur. Tuzlu suda bitki yetişir mi? Sorusu ise, denizlerin dipleri keşfedilince cevap bulmuştur. Cehennem'deki zakkum ağacı daha çok acı ve ıstırap vericidir. Başka yiyecek bulamıyanlar, ister istemez bu ağgçîafr bir şeyler yiyip açlıklarını gidermeye çalışırlar. Üzerine de kaynar su içerek midelerini iyice ifsad ederler.[22]

İşte dünyada ilâhî nimetlerden yararlanırken ,O'na kullukta bulunma­yıp nankörlük eden sapıklara Âhiret'de böylesine zehirli bir sofra hazırlan­mıştır.

Âyetin anlatımından sağlıkla ilgili iki hususa işaret edildiğini anlıyoruz :

a)  Zehirli bitkileri tesbit edip onlardan yememek,

b)  Yemekten sonra fazla sıcak meşrubat içmemek.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, meymenetli mü'minlere hazırlanan sonsuz nimet­ler müjdelendi ve onların aksine bir yol tutan meş'emetliler için hazırlanan ebedî azaptan birkaç safha anlatılarak gereken uyarılar yapıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın insanlardan yana hazırlayıp isti­fade edilir düzeye getirdiği ve her birinin O'nun mutlak surette kudreti­nin damgasını taşıdığı on kadar nimete dikkat çekiliyor ve yönlendirici, dü­şündürücü, aynı zamanda aklı kamçılayıcı bilgiler veriliyor.

 

Meali:

 

57- Biz, sizi yarattık; hâlâ (bu gerçeği) tasdik etmiyecek misiniz?

58-59- Gördünüz mü o akıttığınız meniyi? Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yaratıyoruz?

60- Aranızda ölüm olayını (ve süresini) biz takdir ettik.

61- Sizi (yok edip yerinize) benzerlerinizi getirmemize ve sizi bile-miyeceğiniz (şekil ve vasıfta) yaratıp ortaya çıkarmamıza karşı önümüze geçilecek de değiliz,

62- And olsun ki, siz, ilk yaratılıp ortaya çıkarılışınızı biliyorsunuzdur. Artık düşünüp ibret olmaz mısınız?

63- Söyleseniz a, o ektiklerinizi,

64- Siz mi onları bitirip yeşertiyorsunuz, yoksa biz mi bitirip yeşerti­yoruz?

65- İstesek onu çer-çöp yapardık da siz de şaşırıp kalırdınız..

66-67- Ve «doğrusu borç altına girdik, hattâ büsbütün mahrum kal­dık» (dersiniz).

68- İçtiğiniz suya ne dersiniz?

69- Onu siz mi buluttan indirdiniz, yoksa biz mi indirenleriz?

70- Dileseydik onu açı yapardık. Artık şükretmez misiniz?

71- Ya yaktığınız ateşe ne dersiniz?

72- Onun ağacını siz mi yaratıp meydana getirdiniz, yoksa biz mi ya­ratıp meydana getirenleriz?

73- Biz, onu bir öğüt ve ibret ve hem de boş arazide yolculuk yapan­lar (gezip dolaşanlar, rahat ve temiz hava almak isteyenler) için bir fayda kıldık.

74- O halde sen, O Büyük Rabbın'ın adını tesbîh ve tenzih et.

 

İlgili  Hadisler

 

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz su içerken şöyle duâ ederdi:

«Hamd olsun O Allah'a ki, bize içimi kolay tatlı bir su içirdi de günah­larımız sebebiyle onu tuzlu, acı kılmadı.»[23]

«Şüphesiz ki sizin bu ateşiniz, Cehennem ateşinin yetmişte biri (nis-betinde sıcak ve yakıcı tesirledir. İki defa denize vurularak (sokularak bu­günkü duruma getirilmiştir). Eğer öyle olmasaydı Allah onda hiçbiriniz için bir yarar meydana getirmezdi.» [24]

«Sizin şu ateşinizle Cehennem ateşinin misali nedir, bilir misiniz? And olsun ki cehennem ateşi sizin şu ateşinizden yetmiş kat daha karadır.» [25]

 

Yaratmak Allah'a Mahsustur

 

«Biz sizi yarattık; halâ (bu gerçeği) tasdîk etmiyecek misiniz?»

Yapısı aynı olan her hücre bir hayat birimidir. Her hücrenin başlıba-şina bir hayatı vardır. İlim adamları kimyevî tahliller neticesi hücreyi yapan maddeleri tesbit etmiş bulunuyor ve o maddeleri belli nisbette biraraya getirmek suretiyle hücreyi oluşturabiliyor; ama ona canlılık vasfı veremi­yorlar. İşte bu noktada beşer kudreti kesilip kalmakta; ilâhî kudret bütün üstünlüğüyle kendini hissettirmektedir. Öyle ki, ilâhî kudretten kaynaklanan hilkat kanunu bir maddeye yönelince onda hayat başlıyor.

Aynı zamanda hücre, sözü edilen kanunun harika eserlerinden biridir; mensup oldukları canlının bütün özelliklerini taşımaktadır. O kadar ki, in­san hücreleri insanın ve bağlı bulunduğu türün özelliklerini, maymun hüc­releri de kendi türünün özelliklerini ve huylarını taşır. Maymuna ait hüc­re, insan yapısını; insana ait hücre maymun yapısını meydana getirmez.

Cinsiyeti tayin eden hücrelerin birleşmesiyle meydana gelen birimde, doğacak yeni canlının maddî ve manevî bütün özellikleri gizlidir. Bu da yüce yaratanın ilminin ve kudretinin eşsizliğini, üstünlüğünü gösterir.

İlgili 57. âyetle hilkatin bu mâna ve inceliğine işaret edilmekte ve cüm­lede yer alan «halk» kökünden türetilen «halaknâ» fiilinin, keşif ve icad an­lamında olmadığı, yoktan var kılıp hayat alanına getirme mânasını taşı­dığı anlaşılmaktadır.

 

Meninin Oluşmasını Sağlayan Mekanizma

 

«Gördünüz     o   akıttığınız meniyi? Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yaratıyoruz?»

«Meni» denilen sıvının bir damlasında binlerce, hattâ milyonlarca hüc­re (sperma) bulunmaktadır. Erkeğin aldığı gıdalarla vücut mekanizması harekete geçerek bu canlı yaratıklar oluşuyor ve bütünüyle ilâhî hilkat ka­nununa bağlı bulunuyor. Mikroskopla bile zor görülebilen «sperma», insa­nın bütün özelliklerini kendinde taşıyor. Onu önce baba sulbunda yaratmak münhasıran Allah'a aittir.

Kur'ân böylece biyolojik bir olayı, ilim adamlarının irfan ve idrâkine bırakarak konu üzerinde iyice düşünmelerini ilham etmektedir.

 

Ölüm Olayının  Takdiri

 

«Aranızda ölüm olayını (ve süresi­ni) biz takdir ettik...... önümüze geçilecek de değiliz.»

Ölüm, ikinci hayata geçiş kapısıdır. O bakımdan ölüm büsbütün yok olup bir daha dönmemesiye, kalkmamasıya silinme demek değildir. Mut­laka ebedî yaşamanın sırrı ve habercisidir. Ölüm, dar ve sıkıntılı bir evden, çok geniş ve o nisbette ferah bir eve taşınmaktır. Ölüm, eskiyen bedenin atılması ve ruhun yeni, aynı zamanda kalıcı bir bedene bürünmesi demektir.

Ölüm olmasaydı, hem dünya insanlara dar gelirdi, hem de Âhiret hayatına ve oradaki düzene intibak sağlanamazdı. Zira o düzendeki hayat sonsuzdur. Şartları çok değişiktir. O bakımdan beden yapımız ve organ­larımız oradaki şartlara uygun vasıfta yaratılmamıştır. Bütünüyle dünya­daki hayat şartlarına göre organize ve takdîr edilmiştir.

Aynı zamanda ölüm olayı, özellikle ebedî hayatın önemini ve değerini tanıtan ve aşılayan en kuvvetli müessirlerden biridir.

İşte bu belirttiklerimiz, ilâhî kanunlardır. O'nun kanunlarının ve koy­duğu plân ve programın değişmesi söz konusu değildir. 60. âyette bilhassa . bu esasa değinilmektedir.

 

Benzerlerimizin Yaratılması

 

«Sizi (Yok edip yerinize) ben­zerlerinizi getirmemize ve sizi bilmiyeceğiniz (şekil ve vasıfta) yaratıp or­taya çıkarmamıza karşı önümüze geçilecek de değiliz.»

Bir ırmak veya akarda akıp giden su, aslında atom zerrelerinin bira-raya gelmesiyle oluşup kesintisiz gibi görünür. Gerçekte ise, birbirinin ben­zeri zerrelerin zincirleme olarak yekdiğerini izlemesidir, İnsanlar da öyle; nesiller birbirini izlemekte, ölenlerin yeri boş kalmamaktadır. Yani benzer­ler birbirini takip ederek belirlenen Vakte kadar akıp gitmeye devam ede­cektir.

Bu düzeni takdîr edip yaratan CenâbHakk'in düzenlemesi ne kadar kusursuz ve mükemmeldir!

 

Bilemiyeceğimiz Şekil Ve Vasıfta Yeniden Yaratılacağız

 

Âhiret Âlemi henüz meydana gelmediği, yani mevcut düzenin bozu­lup yeni ve kalıcı düzen kurulmadığı için, o hayata adım atacak olan in­sanların beden yapıları çok farklı olacak; fizyonomide bir başkalaşma ol­mayacak; hücre yapısı da çok farklı olacağı gibi sindirim sistemi de bizim şimdikinden ayrı olup, dışarı atılacak posa ve benzeri şey vücut bul­mayacaktır. Bunun gibi tükürük, balgam ve benzeri ifrazat da görülme­yecek; yenilen yiyecek maddelerinin posası sadece hafif buharlaşma ve az bir terleme şeklinde ifraz edilecektir.

Şüphesiz^bu vasıfta ve özellikte bir canlı olmadığı için, âhirette ger­çekleşecek bu başkalaşmayı ancak imân doğrultusunda kabul ediyoruz. Çünkü bizi böyle yaratıp vücuda getiren O Yüksek Kudret, öyle de yara­tabilir. Bunda hiç şüphemiz yoktur.

Dünyada câri olan biyolojik ve fizyolojik kanunları bildiğimiz için biz­de hic bir şüphe doğmuyor; âhirette meydana gelecek farklı biyolojik kanunları bilmediğimiz için onu inkâr veya reddetmemiz gerekmemektedir. Zira her şeyi bilip tesbit etmemiz mümkün değildir. 61. âyetle bu inceliğe değinilerek ilâhî kudretin mutlak anlamda nafiz bulunduğunu iyice düşün­memizin gereğine işaret edilmektedir.

 

Toprağa Atılan Tohumu Yeşerten Kudret

 

«Söyleseniz a, o ektiklerinizi, siz mi onları bitirip yeşertiyorsunuz, yoksa biz mi bitirip yeşertiyoruz?»

Önce bitkilerin tohumuna dikkatle bakalım: Tohumu meyvaya bağla­yan göbekbağının izi olarak bir göbek ve yumurtacığın kapısının kalıntısı olan ve kapçık denen çok küçük bir delik bulunur.

Tohumdaki özün önemli kısmı embriyondur. Embriyonda bir kök tas­lağı ve bunun devamı olan bir sap taslağı bulunur.

Tohum bu özelliğiyle canlı bir uyuşukluk içinde çimlenmek için elve­rişli zamanın ve ortamın gelmesini bekler. Böylece Cenâb-ı Hak, hilkat ka­nununu küçücük çekirdeğin embriyonuna yerleştirmiştir. Koca bir ağacın en küçük modelini embriyonda çizip hazırlamıştır.

Câri olan bu ilâhî kanuna iltifat etmeyip bir bitki veya kocaman bir ağaç yetiştirmek için insanoğlu bir tohumu yoktan var kılıp meydana geti­rebilir mi? Tohumu oluşturan maddeleri biraraya getirmek mümkün, ama ondaki yarı ölü uyuşuk canlılığı, nasıl verebiliriz? Bu mümkün müdür? Şüphesiz bu uyuşuk canlılık sadece tohumda değil, aynı zamanda bitki­lerin köklerinde ve taşıdıkları sporlarda da mevcuttur.

İşte 63. âyetle O Yüce Kudret'in tohumdaki tecellisine işaretle, bun­ları kimin hazırlayıp yetiştirdiği, sorulmakta ve böylece insanoğlunun aklı harekete geçirilmek, düşünce ufku genişletilmek istenmektedir.

 

İçtiğimiz Su Kudret Harikasıdır

 

«İçtiğiniz suya ne dersiniz? Onu siz mi bu­luttan indirdiniz, yoksa biz mi indirenleriz?»

Belli oranda oksijenle hidrojen bileşiği olan suyun (H2O) buharlaşıp bulutlaşması ve yağmur halinde inmesi, bütün canlıların hayatının devamı­nı sağlayan önemli unsurlardan biridir.

Bu fiziksel ve kimyasal olaylar kendiliğinden değil, ilâhî denge ve dü­zen kanunlarıyla plânlanmıştır. 68. âyetle bu noktaya dikkatlerimiz çeki­lerek, sözü edilen olayların biteviye gitmesinden, CenâbHakk'in varlığı­nı ve birliğinin, kudretinin mutlak anlamda hükümranlığını anlamamızı ilham etmektedir. Ayrıca buharlaşmanın suyu arındıran bir ilâhı filitre olduğuna işaretle, dünyanın su ihtiyacını karşılayan denizlerin tuzlu, acı suyunun ay­nı bileşilerle buharlaşmasına imkân vermeyen câri bir kanunun süregel-diğine atıf yapılmaktadır: «Dileseydik onu acı yapardık. Artık şükretmez misiniz?»

 

Yaktığımız Ateş Ve  Ham  Maddesi

 

«Ya yaktığınız ateşe ne dersiniz? Onun ağacını siz mi yaratıp meydana getirdiniz, yoksa biz mi yaratıp meydana ge­tirenleriz.»

Ateşin, diğer bir anlatımla «ısı»nın önemli ham maddesi ağaçtır. Taş kömürünün de menşei yine ağaçtır. Buna «fosil kömür» veya «maden kö­mürü» denir. Bitkilerin kömüre dönüşmesi, «karbonizasyon» diye adlandırılır.

Gerek ağacın, gerekse kömürün yanması için bir de oksijene ihtiyaç vardır.

Görüldüğü gibi, yanan ağacın asıl maddesi ve bu maddenin, oksije­nin varlığıyla yanmaya elverişli duruma gelmesi, CenâbHakk'ın koydu­ğu değişmez kanunlardan biridir. 72 ve 73. âyetlerle hem bizi ısıtan ate­şe, hem de onun ham maddelerinden biri olan ağaca atıf yapılarak ilâhî sanatın  yüceliği, eşsizliği anlatılıyor.

İlgili 57-73. âyetlerle on kadar cok önemli ilâhî lütuf ve rahmet eseri olan nimetler sıralandıktan; hepsinin de Allah'ın koyduğu kanunlarla in­sanlıktan yana birtakım faydalar sağladığına işaret edildikten sonra; böy­lesine geniş bir lütuf ve ihsan karşısında O çok büyük Rabbımızı tesbîh ve tenzîh etmemiz gerekmiyor mu? İşte 74. âyetle bu kadirbilirlik tavsîye edilmekte ve her nîmeti O'nun yüksek kudretine çevirmemiz emredilmektedir.

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Allah'ın insanlardan yana hazırlayıp istifade edilme düzeyine getir­diği on kadar nîmet ve lûtfu konu edildi ve böylece yaratılanla yaratan ara­sında manevî irtibatın devam edilmesinin birçok yararlar getireceğine işa­rette bulunuldu.

Aşağıdaki âyetlerle, insan hayatını en iyi şekilde düzene sokma kanun ve kurallarını; hüküm ve tavsiyelerini kendinde taşıyan Kur'ân'ın birkaç özelliği üzerinde duruluyor ve Onun küçümsenecek hiçbir yanının bulun­madığına  işaretle,   inkarcılarla şüpheciler uyarılıyor.

 

Meali:

 

75-76- Hayır, (bu nimetleri inkâr edemezsiniz!) Parça parça inen Kur'ân'ın (iniş) mevkilerine (veya yıldızların yörüngelerine) yemin ederim ki, eğer bilirseniz bu cidden büyük bir yemindir.

77- Şüphesiz bu, çok yüce, çok değerli Kur'ân'dır,

78- Saklı, korunmuş bir kitaptadır.

79- O'na ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir.

80- Âlemlerin  Rabbı'ndan  indirilmedir.

81- Siz, bu sözü mü küçümseyip değersiz görüyorsunuz?

82- Siz, rızkınızı (şükürle karşılıyacağınız yerde) yalan saymanıza çe­viriyor (onunla nankörlük yapıyorsunuz.)

 

İlgili  Hadisler

 

AshabKirâm'dan İbn Ömer (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, İslâm düşmanları maksatlı olarak Kur'ân'a dokunurlar endişesiyle, düşman ülkesine seyahat edilirken mü'minlerin bera­berlerinde Mushaf götürmemelerini emretti.»[26]

Resûlüllah (A.S.) Efendimizin Amr b. Haz m'e hitaben yazdığı mektupta şu cümle de yer almıştır: Kur'ân'a ancak temiz, pâk olan kimse dokuna-bilir.»

[27]Zeyd b. Hâlid el-Cühenî (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Hudeybiye'de bize sabah namazını kıl­dırdı. Geceleyin yağmur yağdığı için yer biraz ıslak bulunuyordu. Namazı bitirince yüzünü arkasında namaz kılan cemaate çevirip şöyle buyurdu : «Rabbımızin ne buyurduğunu biliyor musunuz?» Onlar da: «Allah ve Pey­gamberi daha iyi bilir» diye cevap verdiler. Efendimiz buyurdu ki: «Kulla­rımdan sabahleyin uykudan kalkanların bir kısmı bana imân ederken bir şeyi de inkâr etti. «Biz, Allah'ın fazl-ü keremiyle yağmurlandık» diyen kim­se, bana imân etti, yıldızların yağmur yağdırmasını ise inkâr etti. «Bizi şu ve şu akan yıldız yağmurladı» diyen kimse ise, beni inkâr edip yıldıza (onun yağmur yağdıracağına) inanmıştır.» [28]

 

Yıldızların Yörüngelerine Yemin Edilmesi

 

«Hayır, (bu nimetleri inkâr edemezsi­niz!) Parça parça inen Kur'ân'ın (iniş) mevkilerine (veya yıldızların yörün­gelerine) yemin ederim ki..»

«Nücûm», «necm»in çoğuludur. Bu isim iki ayrı manaya delâlet eder. Birincisi, yıldızlara, ikincisi Kur'ân'a..

Birinci manayla, Cenâb-ı Hak yıldızların yörüngelerinin önemine, bağ­lı bulundukları fiziksel kanunlara işaretle yemin ediyor. İkinci mânayla ise, 23 yıla yakın bir süre içinde parça parça indirilen Kur'ân âyetlerinin ve sûrelerinin yerlerine yemin ederek bunun önemini ve Mushaftaki tertibin bütünüyle ilâhî belirleme üzerine yapıldığını haber veriyor. Sonra da, eğer İnsanlar bilip anlarlarsa bu yeminin pek büyük bir anlam taşıdığına dik­katleri çekiyor.

Böylece âyetin siyak ve sibakından, parça parça indirilen Kur'ân âyet­lerinin bir bütünlük içinde hem Levh-i Mahfuz'da tesbit edilip korunduğu; hem de Mushafta biraraya getirilip insan sözünden uzak tutularak muha­faza edildiği anlaşılıyor.

Sonuç olarak, şu tablo karşımıza çıkıyor: Kur'ân her âyet ve kelime­siyle Allah sözüdür. Onda sihir, büyü, uydurma söz ve insan kafasının mah­sulü olan bir cümle yoktur ve olamaz da.. O nedenle Kur'ân, «kerîm»dir, yani her bakımdan saygıdeğer olup övülmeğe lâyıktır; aynı zamanda Hz. Muhammed'in (A.S,) en büyük mu'cizesidir. Gerçek mü'minlerin yanında son derece hürmeti hâiz olup, ancak tertemiz olan kimselerin ona doku­nabileceği bir kutsallık arzetmektedir. O her beyanıyla kalplere şifâ, gönül­lere rahmet, ruhlara gıda, vicdanlara ciladır. En güzel ve en uygun ahlâkı yansıtır; işlerin çözümünü en âdil şekilde gerçekleştirir.

 

Kur'ân, Kitab-I Meknun'dadır

 

«Saklı korunmuş bir kitaptadır..»

Cenâb-ı Hak, indirdiği kitabın kutsallığını ve korunmuşluğunu belir­tirken, Onun «Kitab-i Meknûn»da korunduğuna değinmektedir. Bu terkip üzerinde hayli durulmuş ve birtakım yorumlar yaplımışîır. Onları şöyle özetliyebiliriz :

1- CenâbHakk'ın yanında korunmuştur.

2- Her türlü bâtıldan, boş ve anlamsız sözden uzak tutulup muhafa­za edilmiştir.

3- Onun aslı, kaynağı, gökte saklıdır.

4- Bütünü «Levh-i Mahfuz»da korunmaktadır ve ancak oradan alı­nıp parça parça indirilmiştir.

5- Tevrat ve İncil'de anılmıştır.

6- Elimizdeki mushaflarda titizlikle korunmuştur ve korunmaktadır.

 

Kur'ân'a Ancak Arınıp Temizlenenler Dokunabilir

 

«Ona ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokuna­bilir..»

Sözü edilen «mess» yani dokunma kavramıyla, elle veya diğer bir azay­la dokunmak mı, yoksa manevî bir temas mı kasdedilmektedir? Ayrıca «muttahharûn» sıfatıyla kimler murad edilmektedir? Bu hususta da birta­kım farklı yorumlar, tesbitler ve içtihatlar söz konusudur. Şöyle ki:

1- Hz. Enes (R.A.) ile Tabiîn'den Saîd b. Cübeyr'e göre : Bu kitaba ancak günahlardan an, duru olan tertemiz melekler dokunabilir. Öyle ki, Levh-i Mahfuz'da saklı tutulan ve sonra ayrı bir tecelliyle Dünya Seması'na indirilen Kur'ân'a cinler, şeytanlar, kâhinler ve büyücüler değil, ancak ter­temiz melekler dokunmuştur ve dokunmaktadırlar.

2- Ebû Âliye ile İbn Zeyd'e göre : Günahlardan tertemiz olan melek­ler ve peygamberler dokunabilir.

3- Kelbî'ye göre : Ona, o çok şerefli kâtip melekler dokunabilir.

Bu üç yorumdan şunu anlıyoruz: Âyette geçen «mess» den maksat, elle veya bir organla dokunma değii, indirmedir; yani Kur'ân'ı ancak melek­ler indirmiştir.

4- Kur'ân'a, «Levh-i Mahfuz»da saklı bulunan o yüce kitaba ancak melekler dokunabilir.   Bu   yoruma   göre: «Kitab   Meknûn»dan   maksat, «Levh-i Mahfuz»dur.

5- Elimizdeki Mushafa ancak tertemiz olan kimseler dokunabilir. Bu yorumla, «KitabMeknûn»dan maksat, Mushafta toplanan Allah Kelâmı'-dır. Nitekim Hz. Ömer, henüz İslâm'a girmeden önce, kız kardeşinden Kur'ân yazılı sahifeleri isteyip eline alarak bakmayı teklif edince, kız kardeşi ona : «Hayır, buna ancak tertemiz olanlar dokunabilir» demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer boy abdesti alıp İslâm'a girmiş ve öylece Kur'ân âyetleri yazılı sahifeye elini dokundurmuştur.

6- Katade'ye göre : Kur'ân'a ancak abdestsizlik ve cünüplükten te­mizlenen mü'minler dokunabilir.

7- Kelbî'ye göre: Küfür ve şirkten kurtulup  temizlenenler dokuna­bilir.

8- Rebi' b. Enes'e göre : Günahlardan arınanlar ancak dokunabilir.

9- Kur'ân'ın sevabına ancak mü'minler erişebilir.

10- Kaadı Ebû Bekir b. Arabi'ye göre : Şer'ân temiz sayılanlar doku­nabilir.

 

Fıkhî Yönü

 

Abdestsiz bir halde Mushafa dokunma konusunda ilim adamları ve müctehid imamların tesbit ve ictihadlan farklıdır:

a)  Hz. Ali, İbn Mes'ud, Sa'd b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Ata', Zührî ve Nahaî'ye göre : Abdestsiz bir halde Mushafa dokunmak caiz değildir. Cumhur da bu görüşü ve içtihadı benimsemiştir. İmam Şafiî'nin de içtiha­dı bu doğrultudadır.

b)  İbn Abbas ve Şa'bî'ye göre : Caizdir. İmam Mâiik'in de içtihadı bu anlam ve hükümdedir. Bir rivayete göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu anlamdadır. İkinci bir rivayete göre, İmam Ebû Hanîfe'nin, «Mushafın yazılı olmayan  kenar kısımlarına abdestsiz bir vaziyette dokunmakta bir sakınca yoktur» dediği şeklinde bir tesbit yapılmıştır.

c)  Bu  konuda,  Resûlüllah (A.S.) Efendimizin Amr b. Hazme yazdığı mektupta «Kur'ân'a ancak tâhir (temiz) olan kimse dokunabilir» mealin­deki hadîs delillerin en  kuvvetlisi olarak bilinmektedir.

d)  Yapılan başka bir rivayette, İmam   Mâiik'in,   abdestsiz   kimsenin Mushafa dokunmasını sakıncalı gördüğü belirtilmiştir.

Abdurrahmân el-Cezîrî'nin tesbitine göre: İmam Mâlik, abdestsiz bir halde Kur'ân'a veya Onun bir sûre veya âyetine dokunabilmek için birta­kım şartlar ön görmüştür:

1- Kur'ân'ın Arapça'dan başka bir dil ile yazılmış olması,

2- Dirhem ve dînar (para) üzerine yazılmış bulunması,

3- Mushafı korumak için eline almış olması,

4- Bir kılıfla örtülü bulunması,

5- Abdestsiz olarak taşıyan kimsenin ya öğretici, ya da öğrenci ol­ması, (İsterse bu durumda öğretici veya öğrenci ayhali olsun, yine doku­nabilir). [29]

Bu şartlardan herhangi birinin gerçekleşmesi halinde, İmam'a göre,

Kur'ân'a abdestsiz bir halde dokunmakta ve onu okumakta bir sakınca yoktur.

e)  Bu konuda Hanbelî'lerle Hanefîlerin ictihad ve yorumları  birbirine çok yakındır.

f)  İmam Şafiî de, bazı hallerde Kur'ân'a abdestsiz dokunmanın caiz olduğunu belirterek onları şöyle sıralamıştır:

1- Korumak maksadıyla alınıp taşınırsa,

2- Dirhem veya dînar (para) üzerinde yazılı olursa,

3- Kur'ân âyetlerinden bir kısmının ilim kitaplarında yazılı bulunma­sı halinde, o kitapları alıp okumak veya öğretmek durumu ortaya çıkarsa,

4- Tefsir kitaplarında, meal veya tefsîrde kullanılan kelimeler, Kur'ân kelimelerinden fazla olursa,

5- Elbise üzerine yazılı bulunursa,

6- Öğrenmek maksadıyla ele alınırsa, o takdirde Kur'ân'a ve âyetle­rine abdestsiz olarak elle dokunmakta bir sakınca yoktur.

[30]g) Dâvud ez-Zâhirî'ye göre : Abdestli olsun olmasın  Müslümanın ve kâfirin Mushafa el dokundurmasında bir sakınca yoktur. Ancak kâfirin onu taşıması caiz değildir.

Dâvud bu konuda, Resûlüllah'rn (A.S.) Rum Kayser'ine, içinde âyet yazılı bulunan mektup yazmasını deiil kabul etmektedir.

 

Kur'ân, Âlemleri Yaratıp Terbiye Eden Allah'tan İndirilmiştir

 

«Âlemlerin Rabbından indirilmedir.»

Kâinatta görüp bildiğimiz, inanıp kabul ettiğimiz her şeyi Cenâb-ı Hak, belli bir plân ve kanuna göre yaratıp tekâmül basamaklarında terbiye ede ede var kılmakta ve öylece her şeyi asıl amacına yöneltmektedir. Göklerle yer bile altı uzun devirde yaratılmıştır ve böylece uzun bir tekâmül döne­mi geçirdikten sonra bugünkü denge ve düzenini almıştır. Öyle ki, Cenâb-t Hak her işini bilgi ve hikmetle; her yarattığını terbiye ve tekâmül ettir­mekle yürütmektedir. Onun işinde ve terbiyesinde bir kusur söz konusu değildir ve olamaz. Ancak Rab sıfatıyla terbiye edip kemâle erdirmesinin anlamı şudur: Her türün hilkat özelliği onun mayasına enjekte edilmiş ve öylece türden türe geçişe imkân verilmemiştir.

İşte «Kur'ân âlemlerin Rabbı Allah'tan indirilmedir» şeklindeki anlatım bu incelikleri yansıtmakta ve Rab sıfatının çok geniş ve kapsamlı bir kav­ram olduğuna işaret etmektedir.

Gerçek bu olunca, Kur'ân'ı veya Cenâb-ı Hak'ın ortaya koyduğu her­hangi bir eseri küçümsemek veya değerini takdir etmemek kişiyi küfre ve nankörlüğe sürükler.

 

Âyetler  Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Kur'ân'ın birkisım özellikleri üzerinde durularak, aydınlatıcı ve düşündürücü bilgiler verildi.

Aşağıdaki âyetlerle, ölüm anındaki bir safha konu ediliyor ve sonra da insanların iki kısma ayrılacakları üzerinde durularak, her kısım için hazırla­nan mükâfat veya mücazata^ikkat çekiliyor ve böylece insanların ölme­den  önce  Hakk'a  dönmelerinde sayısız   faydaların   bulunduğuna   işaret

ediliyor.

 

Meali:

 

83- Can boğaza gelip dayandığında,

84- Siz de bakıp dururken,

85- Biz ona sizden daha yakınızdır, ama siz göremezsiniz.

86-87- Eğer siz hesap ve ceza   görmeyecekseniz,  haydi iddianızda doğrular iseniz o (çıkmak üzere olan) canı geri çevirin!.

88-89- Fakat o (ölmek üzere olan kimse Allah'a) yakınlık sağlayan­lardan ise, rahatlık, huzur, neş'e ve IMîmet Cenneti onundur.

90-91- Ve eğer meymenetlilerden ise, meymenetlilerden sana selâm olsun!

92-94- Eğer o (hakkı) yalanlayan sapık şaşkınlardan ise, ona da kay­nar sudan bir konukluk ve Cehennem'e yaslanmak vardır.

95- Şüphesiz ki bu, kesin bilgi derecesinde bir gerçektir.

96- O halde O çok büyük Rabbm'ın ismini teşbih ve tenzih et.,

 

İlgili Hadîsler

 

Ümmü Hâni' (R.A.), Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den sordu:

  Ya Resûlellah! Öldüğümüz zaman ziyaretleşip birbirimizi görebilir miyiz?

Efendimiz ona şu cevabı verdi:

  Ruh bir kuş olur da ağaca asılır (veya tutunur). Tâ ki kıyamet günü olunca her ruh kendine ait bedene (gelip) girer.» [31]

«Mü'min’in ruhu Cennet ağacına asılan (tutunan) bir kuş olur da, Al­lah ölüleri diriltip kaldıracağı gün onu kendine ait bedenine döndürür.» [32]

«Kim Allah'a kavuşmayı sevip arzularsa, Allah da ona kavurmayı se­ver. Kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.» [33]

Ukbe b. Âmir el Cühenî (R.A.) diyor ki:

«Sebbih bismi Rabbike'l-Azîm» âyeti inince, Resûlüllah (A.S.) Efendi­miz bize: «Bunu rükû'a vardığınızda söyleyin»; «Sebbih isme Rabbike'I-A'lâ» âyeti inince, «Bunu da secdenizde söyleyin» buyurdu.» [34]

«Kim, (Sübhanellahi'l-Azîm ve bi-hamdihi) derse, Cennet'te onun için bir hurma ağacı dikilir.» [35]

«İki kelime vardır ki dile hafif, terazide ağır gelir ve Rahman (olan Allah) yanında sevimlidir: (Sübhane'llahi ve bi-hamdihi, Sübhane'liahi'l-Azîm)» [36]

 

Can Boğaza Gelince       

 

“Can boğaza gelip dayandığında, siz de bakıp dururken..”                                                                                 

İnsanın çevresinde birçok görevli melek bulunduğu gibi, ölüm anında

«ruh» denilen emâneti geri alıp götürecek melekler vardır, Nitekim En'âm Sûresi 61,62. âyetlerde bu husus şöyle açıklanmaktadır: «Kulları üzerinde kudret ve saltanatıyla hep O üstündür. Size «hafeze» (işlediklerinizi yazıp koruyan melekler) gönderir; sizden birinize ölüm geldiğinde, elçilerimiz onun canını alırlar ve onlar (görevlerinde) bir eksiklik yapmazlar. Sonra da canları alınarak Hak olan Mevlâ'larına (yegâne sahiplerine) döndürü­lürler. Haberiniz olsun ki, hüküm O'nundur ve O, hesap görenlerin en ça­buğudur.»

Evet, ecel gelip çan boğaza dayanınca artık onu geri çevirmek müm­kün değildir. O anda CenâbHakk'ın ölmek üzere olana yakınlığına ge­lince : Bu, meleklerin görev için orada hazır bulunmalarıyla yorumlanır.

83-87. âyetlerle, insan hayatı noktalanırken son durum tasvir edile­rek, insanoğlunun istese de, istemese de dönüşünün Allah'a olacağı haber verilmektedir.

 

Ölmek  Üzere Olan  İnsanlar Üç Sınıfa  Ayrılır

 

1- Mukarribîn derecesinde olanlar,

2- Meymenetliler, yani   amel   defterleri sağ taraflarından verilecek olanlar,

3- Hakk'ı yalanlayan  inkarcı sapıklar.

Birinci sınıf derecesinde olanlar, farzları ve sünnetleri yerine geti­rip haram ve mekruhları terk edenler ve bazı mubahlara iltifat etmiyen-lerdir.

Bunların mükâfatı: Rahatlık, huzur, neşe dolu nîmet cennetleridir.

Nitekim ünlü müfessir Kâb el-Kurezî diyor ki: «Hiçbir insan, gideeeği yerinin cennet veya cehennem olacağını bilmeden ölmez. Ruh bedeni terk edeceği sırada ölenin varacağı yer kendisine gösterilir.»

İkinci sınıf derecesinde olanların mükâfatı, ölüm anında meleklerin se­lâm vermesi, «Selâmet sana. Endişelenme, sen meymenetlilerdensin» de­meleri olacaktır. Nitekim Fussilet Sûresi 30. âyette bu husus şöyle açıklan­maktadır: «Şüphesiz onlar ki «Rabbımız Allah'tır» dediler, sonra da dos­doğru oldular, üzerlerine melekler iner de ; «Hiç korkmayın ve üzülmeyin; va'dolunduğunuz cennet ile sevinin.....» (derler).

Üçüncü sınıf derecesinde olanlara ise, kaynar sudan bir konukluk ve cehenneme yaslanmak vardır.

Ölmek üzere olan insanın bu üç sınıftan birine gireceği kesindir. Çün­kü, sünnetullah gereği plânlanan hüküm değişmez. İslâm'ın çağrısına olum­lu cevap verip hakka uyanlar mutlu; uymayanlar ise mutsuz olurlar. O se­beple 95. âyette : «Şüphesiz ki bu, kesin bilginin en üst derecesinde bîr gerçektir» buyurulmaktadir.

 

Hakka'l-Yakîn

 

«Şüphesiz ki bu, kesin bilgi derecesinde bir gerçektir.»

Burada «hakka'l-yakîn» terkibi;Tekâsür Sûresi'nde ise «ayne'l-yakîn» ve «ilme'l-yakîn» terkipleri kullanılmaktadır. Böylece «yakîn» yani «kesin bilgi» üc derece halinde açıklanmaktadır: Birincisi, ilim yoluyla kesin bil­gi edinmek; ikincisi gözle görmek suretiyle gerçek olduğunu kesin şekilde anlamak; üçüncüsü olayın içinde bulunup yaşamak suretiyle kesin bilgiye sahip olmak anlamına gelir.

Ölümü ve ameline göre nasıl bir karşılık göreceğini akıl ve ilim yoluyla bilmek, «ilme'l-yakîn»dir. Haber getiren melekleri görmek ve verecekleri haberi işitmek «ayne'l-yakînsdir. Dedikleri gibi bir sonuçla karşılaşıp mut­luluk veya mutsuzluğa itilmek ise, «hakka'l-yakîn»dir.

 

O Çok Büyük Rabbin İsmini Anmak

          

«O halde O çok büyük Rabbı'nın ismini tesbîh ve tenzih et.»

Her şey O Büyük Kudret Sâhibi'nin eseri; her olay O'nun plânının gereği; her eser O'nun sanatının tezahürüdür. Hiçbir şey amaçsız, plânsız ve programsız yaratılmamıştır. Kâinatta mutlak bir denge ve düzen hâkim­dir. Her insan o denge ve düzende yerini, hizmetini, amacını bilmekle yü­kümlüdür. Ne olduğunu bilmeyen; nerede bulunduğunu, niçin bulunduğu­nu da bilmez. Nereden niçin geldiğini bilmeyen, nereye niçin gideceğini de bilmez. Hayatının ölümle noktalanmasının hikmetini bilmeyen hayatın ve ölümün hikmet ve anlamını da bilmez.

Şüphesiz ölüm bir son değil, sonsuzluğa açılan bir kapıdır. Bunu id­râk etmiyen, her an ölümden korkar ve insan olmanın hedef ve hikmetin­den uzaklaşır.

O halde bütün bu hikmetleri, gerçekleri ve fizikötesi bilgileri bize en doğru ve doyurucu şekilde veren Rabbımızın ismini anıp O'nu tesbîh ve tenzih etmemiz gerekmez mi? İşte sûrenin son âyetiyle, bu gerçeği yerine getirmemiz emrediliyor.

Burada «teşbihsin üç mânaya delâlet ettiği söylenir:

1- Rabbımızı her türlü kötülük, haksızlık ve adaletsizlikten tenzîh et­memiz,

2- Rabbımızın  adını  anarak,  emrine uyarak namaz kılmamız,

3- Rabbımızın ismini anmamız; özellikle secdede «Sübhane Rabbiye'l-a'lâ» söylememiz emrediimektedir.

Sûreye, kıyametin meydana geleceğinin kesin bir hüküm olduğu be­lirtilerek başlandı ve her şeyi mükemmel şekilde plânlayan Allah'ın adını anıp teşbihte bulunmamız emredilerek sûre noktalandı.

Bundan sonraki sûreye, her şeyin Hakk'ı tesbîh ettiği konu edilerek başlanmakta ve böylece Vâkıâ Sûresi'nin son-undaki «tesbîh emri»nin hik­meti açıklanmaktadır.

Bizi bu sûrenin tefsirine muvaffak kılan Cenâb-ı Hak'a hamd-u sena­lar; CenâbHakk'ın sözlerini bize en doğru şekilde tebliğ eden Resûlül-lüh (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun.

 



[1] Tefsîr-i Kurtubî :   17/194-  Tefsîr-i  F,ethü'l-Kadîr/Şevkanî:   5/146

[2] Tefsîrü  Garaibi'1-Kur'ân/Nizamuddin  Nisâbûri :   24/97

[3] Ebû  Ya'Iâ - îbn   Murdeveyh - Beyhakî:   îbn  Mes'ud   (R.A.)den

[4] İbn Asâkir : İbn Abbas (R.Ajdan

[5] Deyleml : Enes  (R.A.)den

[6] Buharî/salât:   1, enbiyâ :  5- Müslim/imân :  263- Ahmed :  5/143

[7] Müsned-i Ahmed :  6/67, 69

[8] Müsned-i Ahmed :   6/67, 69

[9] Hafız İbn Asâkir : Câbir (R.A.)den

[10] Tirmizî/edeb :  91

[11] Buharî/i'tisam :  10- Müslim/imân : 247, imaret:  170, 173- Ebû Dâvud/ üten:  1- Tirmizî/fiten : 27, 51- İbn Mace, Mukaddime: 1, Ahmed: 5/34, 269, 279.

[12] Taberani, Ebu Malik’ten.

[13] Taberânî :   Sevbân   (R.A.) den

[14] Müsned-i Ahmed :  3/221

[15] Hafız   Ebû Bekir: İbn Âmir (R.A.)dan- İbn Kesir: 4/288

[16] Buharî/bed'i halk :  8, tefsir :  56, rikak :  51- Müslim/cennet:  6, 8- Tir-mizî/cennet:   1- tefsir:  56- İbn mace/zühd..39-daremi/rikak.114-Ahmed2/257,404,418-3/110

[17] Tirmizi :  Ebû Hüreyre  (R.A.)den (Hadisün garibün)

[18] Ahmed:  3/352- Buharî/vasâyâ :  25- Ebû Dâvud/edeb :   1- Tirmizî/birr : 69- Dâremî/muk.: 

[19] Müsned-i Abd b. Humeyd :  el-Hasan'dan - İbn Kesir:   4/291

[20] Tirmizî/cennet:  8, 12- Dâremî/rikak :   104- Ahmed :  2/295, 343 - 5/232, 240, 2432

[21] Buharî/bed'-i halk : 8, enbiyâ : 1- Müslim/cennet : 15, 17- Tirmizî/cen­net : 7- ibn Mâce/zühd :  39- Ahmed :2/232,253,316

[22] Bilgi için bak : Saffât Sûresi: 62, Duhân Sûresi : 43. âyetlerin tefsiri

[23] İbn Ebî Hatim : Ebû Cafer .(R.A.)den

[24] Müsned-i Ahmed :  2/244, 312, 478- Buharî/bed'-i halk :   10- Tirmizî/ce-hennem :  7- İbn Mâce/zühd :   38-  Dâremî/rikak :   120

[25] Taberânî - İbn Kesir :  4/297

 

[26] el-Câmiu Li-AhkâmiIl~Kur'ân :   17/225-  İbn Kesir :   4/298

[27] »                 »                 »             »          »        »            »

[28] Tenvirü'1-Havâlik'Şerhtin Alâ Muvattai Mâlik:   1/198

[29] Geniş  bilgi  için  bak :   el-Fıkhu  Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa :   1/47, 48

[30] Bilgi için bak :  el-Fıkhu Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa :   1/48, 49

[31] Müsned-i Ahmet: 6/425

[32] Nesâl/cenâiz : 117- İbn Mâce/zühd : 32- Ahmed : 3/455, 456, 460

[33] Müslim/zikir : 14-18- Tirmizî/cenâiz : 67, zühd : 6- Nesâî/cenâiz : 10- Dâ-remî/rikak :  43- Taberânî/cenâiz  51- Ahmed ;  2/313-3/107-4/259-5/316-6/44

[34] Tirmizi/Nesâî

[35] Tİrmizî/daavat : 59- İbn Mâce/edeb : 56

[36] Buhari/eymân :   19,  daavat :   66,  tevhid : 58,  Müslim/daavat:  31-  Tirmizî/daavat:  59- îbn Mâce/edeb  56- Ahmed :  2/232