HAŞR SURESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Beni Nadir ve Bozgunculara Yaptırım.. 3

İslami Yönetim, Ekonomik Kaynakların Toplumda Adil Dağılımına Nezaret Eder  4

Rasul Size Ne Verdiyse Onu Alın. 4

Mallar İçinizden Sadece Zenginler Arasında Dolaşmasın. 5

Yahudi ve Münafıkların Şeytani Karakterleri 7

Ve Allah'tan Korkun. 8


HAŞR SURESİ

 

Kurandaki Sırası        : 59

Nüzul Sırası               : 95

Ayet Sayısı                : 24

İndiği Dönem            : Medine       

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûre, yahudilerden bir topluluğun, Medine'den sürülmeleri üzerinde yoğunlaşmak­tadır. Olayda münafıkların oynadığı role değinilmiş ve Nebi (s)'ye bu konudaki hüküm bil­dirilmiştir. Ayrıca, sûrede Allah'ın isimleriden bir çoğu, birarada zikredilmiştir. Tercih ettiği­miz kavle göre bu süre, bir defada nazil olmuş ya da ayetler birbiri peşisıra nazil olmuştur. Kaynak olarak aldığımız Kur'an-ı Kerim nüshasında da böyledir. Müfessİrler ve siret yazar­larının ittifakla belirttiklerine göre, sûrede sözü edilen yahudi topluluk, Medine'de yaşayan ve İsrailli yahudi kabilelerinden biri olan Nadiroğullarıdır. Ayrıca sözkonusu müfessirlere göre, Nadiroğulları hadisesi Uhud savaşından beş ay sonra vuku bulmuştur[1]

Nüzul tertibi sıralamasına göre Haşr süresinin, Ali Imran'dan hemen sonraya gelmesi daha makuldür. Nitekim, Ali imran sûresinde bu olayla ilgili sahnelere yer verilmiştir. Ancak Medeni sûrelerin nüzul sırası ile İlgili rivayetleri nakledenler bu sürenin 15. sûre olduğunu söylemiş ve Ali İmran sûresinden sonra Hudeybiye barışının akabindeki olaylara değinen Mümtehine sûresini bu sûrenin yerine koymuşlardır. Mümtehine'den sonra ise, Hendek ve Beni Kureyza olaylarına -ki bu olaylar Beni Nadir hadisesinden bir müddet sonra gerçek­leşmiştir- işaret eden Ahzab süresinin geldiğini söylemişlerdir. Fakat, gerek Mümtehine sû­resi ve gerekse Ahzab sûresinin Haşr süresinden önceye alınmasının gerekli kılacak bir neden yoktur. Yine, Haşr sûresinin bu iki sûreden sonraya alınmasına da bir neden yoktur. Nüzul sırası ile ilgili rivayetleri nakledenlerin bu duruma dikkat etmemiş olmaları şaşırtıcıdır. Onlar, Mümtehine ile Haşr'ı karıştırarak, Al-i imran'dan sonra Haşr'ın yerine Mümtehine'yi koymuşlardır, Ki bizce bu hatadır. [2]

Bize göre, sûrenin Al-i İmran'dan sonra gelmesi yakin derecesinde doğrudur. Çünkü bu sıra, üzerinde ittifak edilen bir gerçektir. Dolayısıyla biz, kaynak aldığımız Kur'an-ı Kerim nüshasındaki ve rivayetlerdeki sırayı zayıf görmekte, Haşr sûresini, Ali Imran sûresinin he­men akabine koymaktayız. Bu sûreyi müfessirler, Beni Nadir adıyla isimlendirmiş ve bu görüşü İbn Abbas'a dayandırmışlardır. Nitekim, Haşr sûresi onlar hakkında nazil olmuştu.[3] [4]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

 

1- Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı teşbih etmiş­tir. O, üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.

2- Kitap sahiplerinden inkar edenleri, ilk haşirde yurtların­dan O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da, kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yürek­lerine korku saldı, öyle ki evlerini kendi elleriyle ve mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.

3-  Eğer Allah, onlara yolunda sürgünü yazmamış olsaydı, mutlaka dünyada azabederdi. Ahiret'te de onlar için ateş azabı vardır.

4- Bunun sebebi şudur: Onlar Allah'a ve Elçisine karşı geldiler. Kim Allah'a karşı gelirse (bilsin ki) Allah'ın aza­bı çetindir.[5]

 

Ayetlerde:

 

I- Göklerde ve yerde her şeyin Allah'ı teşbih ettiği ve Allah'ın işinde güçlü, takdirin­de hakim olduğu zikredilmiş, mü'minlerin zannettikleri ve kafirlerin, mevcut kalelerinin, Allah'ın azabından kendilerini uzaklaştıracağı yönündeki düşüncelerinin aksine, Ehli Kitab'tan olan kafirlerin, diyarlanndan bir kuşatmada nasıl çıkarıldıkları belirtilmiştir. Akıllarına gelmediği bir sırada Allah'ın azabı, ilahi felaket onları yakalamış, kalplerine korku salarak, kendi evlerini kendi elleriyle yıkmışlardır, İşte bu, akıl ve görüş sahipleri­nin ibret alacağı bir durumdur.

II- Dünyada daha şiddetli bir azabı hakettikleri halde, ilahi hikmet, onların vatanla­rından sürülmeleri ile iktifa etmiştir. Ahiret'te ise cehennem vardır onlar için. Bu azap, Allah'a ve Rasulüne isyan edip, düşmanlık yapmalarından Ötürüdür. Kim bu şekilde davranırsa, Allah'ın gazabına ve şiddetli cezasına çarptırılır. [6]

 

 

Beni Nadir ve Bozgunculara Yaptırım

 

Müfessirler ve siret yazarları, bu ayetlerin, Medine'deki kenar semtlerden birinde ya­şayan Nadiroğullan'nın sürülmeleri hakkında nazil olduğu hususunda görüş birliğinde-dir. Bu olayın Uhud Savaşı'ndan sonra, Ahzab ve Beni Kureyza olaylarından ise Önce gerçekleştiği konusunda aynı görüşü benimsemişlerdir.[7]

Ayetlerde müminlere tavsiye, ibret tarzında ifadeler kullanılmış, onlara Allah'ın mü­yesser kıldığı üstünlükler hatırlatılarak, Allah'ın yardımı olmaksızın bu üstünlüklere ulaşmalarının mümkün olamayacağı bildirilmiştir. Kur'an'daki sair cihat sahnelerinde olduğu gibi burada da, olay sadece tarihsel yönü ile ele alınmış, sonraki ayetlerde Fey'in tümden beyt-ül mala tahsis ve muhtaçlara dağıtılmasına ilişkin hüküm teyid edilmiştir. Nadiroğulları'nın Medine'den sürülmeleri olayına gelince, bu konuda siret ve tefsir ki­taplarında yer alan rivayetlerin özetini sunmaya çalışalım. [8]

Nebi (s), bir gurup sahabeyle, Nadiroğulları'nın oturduğu mahalleye gitti. Nebi (s) ile onlar arasında bir anlaşma ve ittifak vardı. Bir maktulün diyeti hususunda giden peygambere, suikast planladılar. Nebi (s), onların davranışlarından şüphelenince ayrıldı ve bir gün sonra Medine'yi on gün içinde terk etmeleri için ültimatom gönderdi. Ültima­tomda menkul mallarını alıp arazi ve bostanlarına vekil tayin etmelerini bildirdi. Müna­fıkların elebaşısı olan Abdullah Bin Übey, müttefik unvanıyla onlarla istişare ediyor, Medine'den çıkmamalarım ve kendilerine yardım edeceğini söylüyordu. Bunun üzerine Nadiroğullan, Medine'den çıkma emrine karşı gelerek savaş hazırlığına giriştiler. Du­rum böyle olunca Nebi (s), onları kuşattı ve onlara korku vermek amacıyla bazı hurma ağaçlarının kesilmesini emretti. Münafıklar Nadiroğullan'na verdikleri sözü yerine ge­tirmediler ve yahudiler, daha ağır koşullarda Medine'yi terk etmek zorunda kaldılar. Nadiroğullan'nı büyük bir korku sarmıştı. Silahlarım, ekinlerini, bostanlarım bırakıp sa­dece menkul mallarını götürebildiler. Ayak diretmeleri ve inatlan sebebiyle, ilkine göre daha ağır koşullar altında Medine'den sürüldüler. İleriki ayetlerde, Nebi (s)'nin bir kı­sım hurma ağacını kestirmesine ve münafıkların, müttefiklerine karşı sergiledikleri tu­tumlarına değinilmiştir. Nitekim bu değinmelerde ifade edilenler, yukarıda özetini sun­duğumuz rivayetle aynı düzlemdedir.

Rivayetlere göre, Nadiroğullan Medine'den çıktıkları sırada ileri gelenleri, kibirle çıkmış şarkıcı kadınlar şarkı söyleyip, çalgıcılar deflerini, zurnalarım çalmışlardır. Evle­rini yıkarak, işlerine yarayan malzemelerini almışlardır. Onlardan iki kişi müslüman ol­muştu. Müslüman olanlar yerlerinde kaldılar ve mallarına dokunulmadı. Sürülenlerin bir kısmı Şam'a bir kısmı Hayber'e gitti.

Yine rivayetlerin, ifadesine göre, Nebi (s), 340 adet kılıç, 50 zırh ve 50 adet de miğ­fer ele geçirmiştir.

"İlk toplanmada" cümlesinin yorumu hakkında müfessirlerden değişik rivayetler ve görüşler gelmiştir. Bu görüşlerden birinde; Yahudilerin Nebi (s)'den, "Nereye gidece­ğiz" şeklindeki sorularına karşılık "ilk toplanmada Şam'a" diye cevap verdiği yer alıyor. Birinci haşr (toplanma) budur. İkincisi ise, Ömer bin Hattab zamanında yapılan haşrdır. Bir başka kavle göre, birlik toplayıp ve savaş hazırlığına giriştikleri zaman teslim olma­mış ve Medine'den çıkmayı kabul etmişlerdi. Bizce ikinci yorum daha doğrudur. Zira, müslümanlarla onlar arasında herhangi bir şekilde savaş olmamıştı. Dolayısıyla bu yo­rum, ayetin ifade ettiği mânâya daha uygundur. Çünkü ayette onların, kimsenin bekle­mediği bir şekilde kolayca ve süratle Medine'yi terk ettikleri ifade edilmiştir.

"Bunun sebebi Allah'a ve Rasulüne karşı gelmeleridir" cümlesinin ifade ettiği anlam geneldir. Bu cümle, Nadiroğullan'nın, İslam hakkındaki cedel ve tartışmalarda sının aş­tığı, hatta onların islam'a şüphe ile bakıp muhalif olmalan ve peygambere suikast girişi­minde bulunmaları gibi sıkıntı verici tutum sergilemeleri yüzünden bu cezaya çarptırıl­dıklarını göstermektedir. Nitekim, Kaab bin Eşref onlardan biri olarak Nebi (s)'yi ve müslümanlan çirkin sözlerle dolu şiirleriyle hicvediyor, kadınlarını alay, eğlence konu­su ediyordu. Nebi (s), Kaab bin Eşrefin öldürülmesi için müslümanlara çağnda bulundu. Müslümanlardan bazıları bu çağrıya kulak vererek gittiler ve onun hakkındaki Ölüm fermanını infaz ettiler. Fermanın infazı, Beni Nadir olaylarından önce olmuştu.[9] [10]

 

5- Herhangi bir hurma ağacını'[11]' kesmeniz, yahut onu kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve (O'-nun) yoldan çıkanları cezalandırması İçin olmuştur.

 

Ayette, Rasulullah'a ve müslümanlara hitaben, Nadiroğullan'na korku vermek, onlan boyun eğdirmek maksadıyla hurmalanndan bazılannı kesmelerinin meşru neden­lere dayandığı bildirilmiştir. Zira, kestiklerini de sağlam bıraktıklarını da Allah'ın izni dahilinde yapmışlardı. Allah'ın izni ile yapılan bu eylemler, onlann rüsva edilmesi ve boyun eğdirilmesine yönelikti.

Ayet, önceki ayetlerin bir devamıdır. Nadiroğullan ve müttefikleri olan münafıkla­rın, Peygamber (s) tarafından bazı hurmalann kesilmiş olmasını malzeme yaparak ayıp aramaları ve karşı hareketleri yüzünden Allah (c), bu ayeti inzal buyurdu ve yahudilerle münafıkların söylemlerini reddetti. [12]

 

6-  Allah'ın, onlardan Elçisine verdiği[13]' ganimetlere gelin­ce, siz onun üzerine ne at ne de deve sürmediniz'[14]'. Fakat Allah, elçilerini dilediği kimselerin üzerine salar (onlara üstün getirir), Allah herşeyİ yapabilir.

7-  Allah'ın o kent halkından, Elçisine verdiği ganimetler, Allah'a, Rasul'e, Rasule yakın olanlara, yetimlere, yoksul­lara, (yolda kalan) yolcuya aittir. Ta ki (o mallar), içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın'[15]. Elçi size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sa­kının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetli­dir.

 

Ayetlerde:

 

I- Fey hükmünün meşruiyeti ile giriş yapılarak, Medine'den çıkarılanların emlâk ve ekinlerinin Allah (c) tarafından Rasulü'ne müyesser kılınan bir bağış olduğu bildirilmiş­tir. Bu bağışı elde etmek için müslümanlar, herhangi bir meşakkete girmemiş, savaş kül­feti ile atlar ve teçhizat hazırlamak gibi bir yükün ağırlığını çekmemişlerdi. Zira Allah (c), Rasulü'ne bu hibeyi müyesser kılmıştır. Allah (c), rasullerini dilediği kimselerin üzerine salar. O, her şeye kadirdir.

II- Sözkonusu emlâk ve bostanların hükmü bildirilmiştir. Şöyle ki; bu durumda Al­lah (c)'m Rasulüne bahşettiği mallar, Allah'a, Rasulü'ne, yakınlara, yetimlere, yoksulla­ra ve yolda kalmışlara aittir. Zenginlerin bu malda payı yoktur. Zenginlerin, malda pay­larının olmaması, sermayenin zenginler arasında dolaşmasını önlemek amacına yönelik­tir.

III- Yukarıda bahsi geçen hüküm desteklenmiş ve müminlerin işitip itaat etmelerinin gerekliliği vurgulanmıştır. Rasulullah'ın emrettiği hususlara itaat etmek, nehyettiği hu­suslardan da kaçınmak gereklidir. Allah'tan korkup, emirlerine uymak müslümanlann üstüne vaciptir. Allah (c)'m belirlenmiş sınırlarının dışına çıkanlar için şiddetli azabı ha­zırlamış olduğu ifade edilmiştir. [16]

 

İslami Yönetim, Ekonomik Kaynakların Toplumda Adil Dağılımına Nezaret Eder

 

Müfessirlerin rivayetlerine göre[17] bazı müslümanlar, Nadiroğulları'ndan emlâk ve bostanların, Bedir'de ve diğer savaşlarda olduğu gibi humus çıkarıldıktan sonra, geri kalanının kendi aralarında dağıtılmasını Nebi (s)'den talep etmişlerdir. Peygamber'in görüşü ise, bu yönde olmamış, elde edilen emlâk'm tamamını beyt-ül mala ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını öngörmüştü. Çünkü, diğer savaşlardan farklı olarak burada tekmil savaş hazırlığı yapılmamış, savaş vuku bulmadan sözkonusu mallar elde edilmiş­ti. Ayetler, bu hususta Nebi (s)'nin görüşünü teyid eder mahiyette nazil olmuştur.

Ayetlerin içerdiği güçlü ifadeden de anlaşılacağı üzere yukarıda zikrettiğimiz riva­yetin sıhhati muhtemeldir. Elde edilen Fey'in aralarında dağıtılmasını talep edenlere sert bir üslupla karşılık verilmişti. Burada, nebevi tarih sahnelerinden birine, Kur'an'ın bu konudaki hükmüne ve o dönemin şartlarına tanık olmaktayız.

7. ayette kullanılan ifadeler, gerek Rasulullah (s), gerekse ondan sonraki halifelerin bu husustaki tutumlarını bir genelleme yaparak belirlemekte ve zahmetsiz elde edilen düşman mallarının tümüyle bcyt-ül mala alınıp, İslam'ın ve müslümanlann yararına harcanması gerektiğini, bu mallarla fakirler ile ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesi gerek­tiğini öngönn ektedir.

Savaş ganimetleri ile ilgili Kur'an hükmünün akabindeki bu hüküm, Kur'an'ın mali husustaki hükümlerinin ikincisidir. Ayetin metninden ve mânâsından iktibas edilerek bu hükme Fey adı verilmiştir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ganimetler hakkında varîd olan hüküm, üstün ve ulvi bir gerçekliği ortaya koymuştur. Fey hakkındaki bu hüküm ile, elde edilen Fey'in müslüman fakirler ile umumi maslahatlara harcanması öngörül­müş, gelir dağılımındaki İslami model, en mükemmel bir şekilde ortaya konmuştur.

Fey'in tahsis edileceği yerlere, Enfal sûresinin 41. ayetinde değinmiştik. Nitekim, ganimetlerden ayrılan beşte bir hissenin nerelere dağıtılması gerekiyorsa, Feyde oralara dağıtılır. Humusun nerelere dağıtılacağı hususunu yeterince değerlendirdiğimiz için bu­rada tekrarlamaya gerek görmüyoruz. [18]

 

Rasul Size Ne Verdiyse Onu Alın

 

Bu cümle ile genel anlamda ve kesin bir şekilde Nebi (s)'nin emir ve nehiylerine, gerek kavli, gerek fiili sünnetlerine İslâm düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olarak itaat edilmesi emredilmiştir. Nitekim Nisa sûresinin 59. ayeti kerimesinde, bu hükmü destek­leyici şu ifadelere rastlıyoruz: "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin. Rasulü'ne ve sizden olan emir sahibine itaat edin, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün. Bu daha İyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir." Aynı sûrenin 80. ayeti kerimesinde ise şöyle buyrul-muştur: "Kim Rasule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, (bil ki) biz seni onlar üzerine bekçi, göndermedik." Nebi (s)'nin hayattayken ona itaat etmek, onu bizzat dinlemek ve emirlerini yerine getirmekle oluyordu. Vefatından sonra ona ita­at etmekse, daha Önce de ifade ettiğimiz gibi kavli ve fiili olarak ondan nakledilen sün­netine tabi olmakla gerçekleşir. Dolayısıyla ondan nakledilen sünnetin de tesbit edilmesi gerekliliği doğmaktadır.

Allah'a ve Rasulüne, halis kalp ile yönelen bir kısım insanlar Hz. Peygamber'e nis­pet edilen rivayetleri süzerek bunlardan sahih olanları kendi müsnedlerinde toplamışlar­dır. İslam Hukuku açısından, bu müsnetlerdeki rivayetlerde, Kur'an'ın hüküm ve pren­siplerine ters düşen bir emir ya da nehiy bulunması mümkün değildir. Kur'an hükümleri hakkında varid olan Nebevi hadisler genellikle, umumi bir hükmü hususi alana indirge­mek, açık olmayan bîr hususu açıklamak, tamamlanması gereken bir konuyu tamamla­mak ya da namaz rekâtları, rükünleri, zekat nisabı, hac adabı gibi Kur'an'ın sükut ettiği meselelere ilişkin açıklamalarda bulunmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. [19]

 

Mallar İçinizden Sadece Zenginler Arasında Dolaşmasın

 

Bu cümle, sermayenin belirli bir azınlık arasında dönüp dolaşmaması gerektiği gibi ulvi bir mânâyı içermektedir. İslam devletinin, sermayeyi toplumun ezici çoğunluğu arasında dağıtmak amacıyla sermaye kaynaklarından bir kısmını, zenginlerin dışında fa­kir kitlelere tahsis ederek müdahaleci rolünü üstlenmesi gerekir. Bu cümlenin geçtiği ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi, Fey' gelirlerinin tümü, müslümanların umumi ya­rarına ve muhtaç kitleye tahsis edilmiştir. Dolayısıyla Fey'den zenginlerin yararlanması sözkonusu değildir. Nitekim, Ömer bin Hattab (r)'ın şöyle dediği nakledilir: "Eğer işin sonunda görüp analdığımı, işin başında görseydim, zenginlerin fazla mallarını alıp, mu­hacir fakirler arasında dağıtırdım"[20] Hz. Ömer Nebi (s)'ye bağlılık ve ona yakınlıkta in­sanların en önde gelenlerinden biriydi. Dolayısıyla, onun dilinden sadır olan bu sözle­rin, Kur'an'ın ruhuna uygun olduğuna inandığı için söylediği muhakkaktır. Zira, tevatür derecesine ulaşan rivayetlere göre, Hz. Ömer'in İslam toplumunun değişik kesimleri için organizasyonlar oluşturması ve mahrumlara, zayıf ve fakir insanlara yardım etmeye önem vermesi, bu sözlerin ondan sadır olduğunu göstermektedir.[21] [22]

 

8- (O mallar), şu göçmen fakirlere aittir ki (onlar), yurtla­rından ve mallarından (sürülüp) çıkarılmışlardır. Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar, Allah'a ve Elçisine yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır.

9- Ve onlardan önce o yurda (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar[23] (yani daha önce Medine'yi yurt edinen Ensar) kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimet)lerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar[24], Kendilerinin ihtiyaçları[25]olsa dahi (göç e-den yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler'[26]'. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya eren­lerdir.

10-  Onlardan sonra gelenler de derler ki: "Rabb'imiz bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla, kalb-lerimizde inananlara karşı bir kin bırakma" Rabb'imiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!"

 

Ayetlerde kullanılan ifadeler açıktır. Fakirlerden Fey'e hak kazananların, öncelikle yurtlarındna zorla çıkarılan, Allah için Allah'ın dinine ve Rasulü'ne yardım için malla­rından olan muhacirler olduğu belirtilmiş, ikinci planda, hicret edenlere kucak açan, mu­hacirlerin Medine'ye gelişlerinden önce risalete iman eden, kendi ihtiyacı olduğu halde muhacir kardeşini kendi nefsine tercih eden, muhacirleri bağrına basıp nefsinin cimrili­ğinden korunan ve böylece Allah'ın kendileri için hazırladığı kurtuluşa giren Ensar gel­mektedir. Üçüncü planda ise, muhacir ve Ensardan sonra iman etmiş olan, Allah'a; "Ya Rabbi bizi ve bizden önce iman etmiş olanları bağışla, kalbimizde onlara karşı bir kin bırakma" diye duada bulunan müslüman fakirler gelmektedir. Kullarım rahmeti ile ku­şatan Allah, kullarına acıyandır.

Müfessirlerin rivayetlerine göre,[27] muhacirler, araziden maldan yoksun ve Ensarın yardımına muhtaç kimselerdi. Allah (c), Nebi (s)'ye bir kapı açıp Nadiroğlullannın mal­larını müyesser kılınca, Ensar'la istişare edip onları haklarından vazgeçmeye razı etmiş ve Ensar, kalplerinde hiçbir sıkıntı, hiçbir hased duygusu olmaksızın bu malların sadece muhacirlere dağıtılmasına razı olmuşlardı. Elbette ki, kalplerinde hastalık bulunan mü­nafıklar bundan müstesna.. Nebi (s) bu malları sadece muhacirlere dağıtmış, Ensar'dan üç müslüman fakir hariç hiçbiri bu maldan pay almamıştı. Ayetler, Nebi (s)'nin ilahi il­ham yoluyla sergilediği bu tutumu teyid etmekte ve haklarından vazgeçen Ensarı, öv­mektedir.

Müfessirlerin büyük bir kısmının İbn Abbas'a dayandırarak naklettiği rivayetlerle daha önceki ayetlerin ifadeleri arasında bir çelişki sözkonusudur. Önceki ayetlerde, Fey'in tümünün umum yararına ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılacağı hükmü ycralıyordu. Çünkü Fey'dc özel mânâda bir savaş hazırlığı sözkonusu değildi. Bu yönüyle Fcy ayet­lerinde genel bir anlam ifade edilmiş, sadece fakir muhacirler zikredilerek atıfta bulu­nulmuştur. Halbuki rivayette üç kesimden bahsediliyor. Muharcirler, Ensar ve daha son­ra iman etmiş olup da fakir olanlar.

Muhacirlerin iktisadi durumlarının, sıkıntı ve darlığa duçar olması, Nebi (s)'yi savaşsız elde edilen Fey'i umum yararına ve zenginler haricinde fakirlere tahsis etmeye sevketmiştir. Ensar arasında zenginler vardı. Buna mukabil muhacirlerin arasında zen­gin yoktu. Nebi (s), Ensarla konuştu ve onları razı etti. Ancak, kalplerinde hastalık bu­lunanlar, ortalığı karşıtınp bu uygulamaya karşı çıkınca Allah (c), Peygamberi'nin aldı­ğı kararı bu ayetlerle onayladı. Bu şekilde durum kesinleşti ve genel bir hükme bağlana­rak bu gibi olaylarda Fey'in neye ve kime tahsis edileceği belirlendi. Fey'in genel bir hükme bağlanıp, kimlere verileceğinin belirlenmesi belki de rivayette Ensardan fakir olanlara dahi Fey'in verilmesine bir delil teşkil ediyor.

Rivayet edildiğine göre'[28] Ömer bin Hattab zamanında Irak'ı fetheden muhacirler Irak arazisinin kendilerine dağıtılmasını talep etmişler, ancak Hz. Ömer bu talebi red­detmişti. Bütün müslümanların maslahatına kullanılması gerektiğini belirten Hz. Ömer, içtihadında bu ayetlere dayanmıştı. Daha çok 10. ayete dayanmış olabilir. Çünkü, 10. ayetteki üslup, hem şimdiye hem de geleceğe yönelik mesajlar taşımaktadır.

Haddizatında vasfı zikredilen üç topluluk, güçlü bir ifade kullanılarak nitelendiril­miş, sevilen ve yüceltilmeye layık topluluklardır. Bu da ilk muhacirlerin, Ensann ve on­lara güzel bir şekilde tabi olan Allah ve Rasulü uğruna şiddetli sıkıntılara tahammül edenlerin ihlasını ve Allah'ın büyük övgüsüne mazhar oluşlarını sergilemektedir. Nite­kim, Tevbe sûresi 100. ayette şöyle buyruluyor: "Muhacirlerden ve Ensardan ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar.... Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Allah onlara altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır, işte büyük kurtuluş budur." Bu üç topluluk aynı şekilde sahih hadis kitaplannda yeralan değişik hadislerde Rasulullah (s)'ın övgüsüne de mazhar ol­muşlardır. Tac'ta yeralan bazı hadisler şöyledir:

"Ashabım, ümmetimin Örneğidir. Ashabım gidince ümmetimin başına vadedilenler

gelir."

"Allah'tan korkun, Allah'tan korkun!... Ashabıma benden sonra sövüp saymayın. Kim onları severse, bana olan sevgisi yüzünden sevmiştir. Kim de onlara buğzederse bana olan buğzu yüzünden buğzetmiştir. Onlara eziyet eden kimse bana eziyet etmiş, bana eziyet eden kimse de Allah'a eziyet etmiştir. Allah'a eziyet verin kimseyi ise Al­lah'ın azıbina duçar etmesinden korkulur."

"Ashabımdan birine sebbetmeyin. Sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın infak etmiş olsa ashabımdan bîrinin mertebesine hatta yarı mertebesine ulaşamaz."

"'Ashabımdan bir memlekette ölen biri yoktur ki, kıyamet gününde o memleket aha­lisinin önderi ve rehberi olarak diriltilmiş olmasın."

"Ensarı ancak mümin olanlar sever, münafıklardan başkası da onlara buğz etmez. Ensarı seveni Allah sever, buğzedene de Allah buğzeder."

"İmanın alameti Ensarı sevmek, nifakın alameti ise Ensara buğz etmektir." "Ensardan bir kadın Rasulullah'a geldi. Rasulullah ona: Nefsim elinde olan Allah'a and olsun ki, siz bana göre insanların en iyilerisiniz." Bu sözü üç kez tekrarladı."

"Ensar bir vadiye gitse arkasından giderim. Bir dağ yoluna da çıksa yine arkasından giderim. Hicret olmasaydı Ensardan biri olmayı tercih ederdim."

"Ey Allahım!... Ensara mağfiret et. Çocuklarına da, torunlarına da mağfiret et."[29] Bu hadisler, gerek Muhacir, gerekse Ensardan çok sayıdaki üstün şahsiyetler hak­kında varid olan birçok hadisin hilafında görünmektedir.

Burada hemen bir konuya değinelim "sahabi" kelimesi, müslümanlar nezdinde Ra-sulullah'ı -mümin olup da- gören herkes için kullanılır. Ancak, hadiste geçen "ashabım" kelimesi ile, ilk Muhacirler, Ensar ve onlara güzel bir şekilde tabi olanlarla Rasulullah (s)'a hayatında arkadaşlık edenler kastedilmiştir. [30]

 

11-  İki yüzlülük edenleri görmedin mi? Kitab ehlinden İn­kar eden kardeşlerine: "Eğer siz çıkarılırsamz, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinize hiç kimseye ita­at etmeyiz. Şayet sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz" derler. Allah, onların yalancı olduklarına şahitlik eder.

12- Andolsun eğer onlar, çıkarılsalar, onlarla beraber çık­mazlar, eğer onlarla savaşılsa onlara yardım etmezler, yar­dım etseler bile arkalarına dönüp kaçarlar, sonra kendileri­ne de yardım edilmez.

13-  Onların kalblerinde sizin korkunuz, Allah'ınkinden fazladır. (Allah'tan çok sizden korkarlar) Böyledir, çünkü onlar anlamaz bir topluluktur.

14-  Onlar toplu olarak sizinle savaşamazlar, ancak müs­tahkem kaleler içinde yahut duvarların ardından (savaşır­lar). Kendi aralarında şiddetli bir ayrılık vardır. Sen onları toplu sanırsın, ama kalbleri dağınıktır. Öyledir, çünkü on­lar düşünmez bir topluluktur.

15-  (Onların durumu)   kendilerinden az önce, yaptıkları­nın vebalini tadmış olan, ahirette de kendileri için acı bir azab bulunan kimselerin durumu gibidir.

16-  (Onların durumu) tıpkı şeytanın durumuna benzer ki, insana "İnkar et" dedi. (İnsan) inkar edince de "Ben sen­den uzağım, ben alemlerin Rabb'i Allah'tan korkarım!" dedi.

17-  Nihayet ikisinin de sonu, ebedi olarak ateşte kalmaları oldu. İşte zalimlerin cezası budur.

 

Yahudi ve Münafıkların Şeytani Karakterleri

 

Ayetteki ifadeler açıktır. Nadiroğullannın Medine'den çıkarılması ile ilgili sahne­ler, münafıkların onlara karşı tutumuna ve yahudilerin hem psikolojik hem de sosyal durumlarına değinen ayetlerde:

 

I- Münafıklar, ısrarla kararlılıklarını dile getirip aleyhlerinde hiç kimseye itaat etme­yeceklerine dair Nadiroğullarına vaadler vermişlerdi. Ayetler, onların söylediklerinde ve vaadlerinde yalancı olduklarını, şayet müslümanlarla savaşacak olurlarsa münafıkların dönüp kaçacaklarını ve Nadiroğullanna yardım etmeyeceklerini bildirmektedir. Müna-fiklan, İnsana inkaf vt deyip sonra ben senden uzağım, hen Allah'tan korkarım diyen şeytana benzeten ayetler, hem münafıkların hem de diğer topluluğun akibetinin ebedi cehennem olduğunu bildirerek zalimlerin sonunun da bu olacağını vurgulamaktadır.

II- Nebi (s), onları muhasara ettiğinde yahudilerin kalplerini korku sarmış, Allah'tan daha çok müslümanlardan korkar hale gelmişlerdi. Müslümanlarla yüz yüze savaşmaya cüretleri yoktu. En fazla yapabilecekleri şey ancak kendi yerleşim birimlerinde muhkem duvarlar ve surlar ardından savaşmaktı. Zahiren, birlik oldukları zannedilse bile gerçek­te onların arasında düşmanlık ve kalplerinde "ayrılık vardı. Onların bu durumu kendile­rinden önce yaptıklarının vebalini tatmış olan bir topluluğun durumu gibidir.

Ayetler, Nadiroğulları hadisesi ile yahudi ve münafıkların bu olay karşısındaki tu­tumlarına konu olan şartlan takip ediyor, hatta sürenin başındaki ayetlerden bu ayetlere kadar geçen kısmın, olay bittikten sonra olayı takiben indiği, bir hikmet-i ilahinin koy­duğu hükmü belirttiği, diğer yönden bütün olan bitenin bir tahlilini yaptığı söylenebilir. Bize göre, burada şimdiki zaman ve gelecek zaman ile kullanılan bazı fiiller, ayetlerin olayın sonuçlarından önce nazil olduğunu değil, üslûp özelliğini gösterir.

Daha önce Nadiroğuflarının müttefiklerinin Hazrec kabilesi ya da münafıkların bü­yüğü Abdullah bin Ubey'in kavmi olduğunu söylemiştik. Ancak, Hazreclerin büyük ço­ğunluğu yahudiler karşısında Nebi (s)'yi desteklemiş ve onun yanında olmuşlardı. Bura­da Abdullah bin Ubey ve aşiretinden onun münafıklığına uyanlar, ayetlerin deyimiyle yahudilere verdikleri vaadleri yerine getirmekten aciz, bunu yapacak cesaretten yoksun ve haddizatında zelil olanlardır.

15. ayette Nadiroğullannın kendilerine benzetildiği "önceki topluluk" bazı müfessir-lerin İbn Abbas'a dayandırdıklarına göre -Enfal sûresinde de açıkladığımız gibi yurtla­rından çıkarılan Kaynukaoğulları'dır. Diğer bir kısım müfessirlere göre bu topluluk Be-dir'de yenilgiye uğrayan müşriklerdir. Birinci görüş daha doğrudur. Çünkü müşrikler tekrar müslümanlara saldırarak Uhud Savaşı'nda intikam aldılar.

Bazı müfessirler, "onlar Toplu olarak sizinle savaşmazlar, ancak müstahkem kaleler içinde ve duvarların ardından savaşırlar. Kendi aralarında şiddetli ayrılık vardır. Sen onları toplu sanırsın ama kalpleri ayrıdır" cümlesine hem yahudilerin hem münafıkla-nn konu olduğunu söylemişlerdir.[31] Bazı müfessirler ise, bu cümlenin sadece yahudiler hakkında olduğu görüşündedirler.[32] İkinci görüş bizce daha doğrudur. Çünkü muhkem kalelerde ve Araplardan ayrı yerlerde oturanlar sadece yahudilerdİr. Bu cümle Bakara sûresi 84-85. ayetlerde açıkladığımız gibi yahudilerin bîr bütün olmadığı ve aralarında düşmanlık olduğunu teyid etmektedir. Kaldı ki, Nebi (s), Kaynukaoğullarım düşmanlık­tan ötürü cezalandırdığı zaman Nadiroğullan ve Kureyzaoğulları yardıma koşmamışlar-. Bu da gösteriyor ki, Yahudiler yekvücut göründükleri halde aralannda düşmanlık vardı ve kalpleri ayrıydı.

Ayetler, her ne kadar sireti nebevinin değişik sahnelerinden birini arzetmek duru­munda olmasada müslümanlardan ihlas sahibi olanların düşmanlarına karşı kendilerin­den görünüp düşmanlarıyla dirsek temasında olanlara karşı; iman, azim ve güçlü bir kalbe sahip oldukları takdirde üstün geleceklerine dair telkinleri ihtiva etmektedir. Zira böyle bir durumda, kendilerini gizleyen münafıkların sonu zelil ve hakir olmaktan baş­ka bir şey değildir. Ayrıca bu ayetlerde münafıklar, kendilerini gizleyip düşmanla aynı safta bulunanlar kötülenmiş, onlardan gelebilecek herhangi bir özrün de kabul edilme­mesi tembih edilmiştir.

Müfessirler, 14. ayet hakkında değişik şekil ve isimlerde ancak aynı mânâda, İbn Abbas'tan ve diğer ravilerden bir kıssa naklctmişlerdir.[33] Bu kıssaya göre, ayette şeyta­nın "inkar et" dediği insan, şeytanın kandırarak acze düşürdüğü abid bir kişidir. Şeytan güzel bir kıza musallat olmuş ve onu deliye çevirmişti. Kızı Abid'in yanma getirdiler, kız, Abid'in dikkatini çekmişti. Şeytan araya girerek kızın bazı yerlerini güzel gösterdi. Daha sonra kızı Öldürüp bu şekilde suçunu gizlemesini tembihledi. Kızın ailesi kızın pe­şinden gelince abid, bir çukura düştüğünü anladı ve şeytan ona görünerek "bana secde edersen seni bu durumdan kurtarırım" dedi. Abid ona secde edince şeytan "ben senden uzağım, ben Allah'tan korkarım" dedi.

Bu kıssa, Nebi (s) zamanında insanların ağzında dolaşıyordu. Her halükârda ayetler, misal vererek onları yermekte ve getirdiği delillerle onları susturmaktadır. [34]

 

18- "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın İçin ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; çünkü Allah, yaptıklarınızı bilmektedir.

19- Şu Allah'ı unuttuklarından dolayı (Allah'ın da) onlara kendi canlarını unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan insanlardır.

20-  Ateş halkıyla cennet halkı bir olmaz. Kurtulanlar, an­cak cennet halkıdır.

 

Ve Allah'tan Korkun

 

Ayetteki ifadeler gayet açıktır ve nüzul sebebi hakkında herhangi bir rivayet varid olmamıştır. Bize göre, bu ayetler Önceki ayetlerin bir devamı olarak gelmiş ve münafık­ların yahudüer karşısındaki tutumları eleştirildikten sonra bu ayetlerde ihlas sahibi mü­minlerin Allah'tan sakınmaları, yarın için işledikleri hayırlı ya da şerli amelleri ile hesa­ba çekileceklerini düşünmeleri tavsiye edilmiştir. Allah'tan sakınmak gereğini ihmal edip, doğru yoldan sapan ve neticede Allah'ın da kendilerini ihmal ettiği kimseler gibi olmaktan müminler sakindırılmıştır. Ayrıca ihlas sahibi müminler övgü ve kalbi tatmine mazhar olmuş, önceki ayetlere konu olan münafıklar ve kitap ehlinden olan kafirler ise verilmiştir.

18. ayetin tefsiri hakkında İbn Kesir, İmam Ahmed ve Müslim'in tahric ettiği şu ha­disi nakletmektedir: "Peygamber'in yanına ayağı ve başı çıplak, abaya bürünmüş, kılıç­ları kınından çıkmış Mudar kabilesinden bir topluluk geldi. Onların bu durumunu gören Nebi (s)'nin yüzü değişti. Bilal'e, ezan okumasını ve kamet getirmesini emretti. Namazı kıldırdı sonra hutbe okudu ve Nisa sûresinin 1. ayetini okudu: "Ey iman edenler, sizi bir tek candan yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rahbinizden korkun. Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarım kesmek)'ten sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir," Sonra, "Ve herkes yann için ne hazırladığına baksın" ayetini okudu. Herkes, dinarı, dirhemi, elbisesi ve buğdayından ne varsa tasadduk etti. Hatta bir hurma parçasını bile tasadduk etti. Ensardan biri avucuna sığmayan bir kase getirdi. Sonra insanlar birbirlerini izle­diler. Öyle ki, ben yiyecek ve İçecekten iki küme gördüm. Nihayet Rasulullah'ın yüzü­nün parladığım gördüm. Şöyle diyordu: Kim İslâm'a güzel bir sünnet koyarsa onun mü­kafatı ve ondan sonra o işi yapanın mükafatı -hiç birinin ecrinden bir şey eksilmeksizin-ona yazılır. Kim de İslamda kötü bir çığır açarsa, onun günahı ondan sonra onu işleye­nin günahı -diğerinin günahından hiç bir şey eksilmeksizin- onun üzerine olur."

Yukarıdaki hadiste Rasulullah'ın Kur'an ayetlerinden nasıl ibretler çıkardığı ve in­sanlara bunlarla nasihat ettiğini, onları iyiye, hayra doğru yönlendirdiğini ve ashabın na­sıl Allah'ın rızasını kazanmak için birbirleriyle yarışırcasına seferber olduklarını görü­yoruz. [35]

 

21- Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu, baş eğmiş, çatlamış, (yarılmış) görürdün. Bu mi­salleri düşünmeleri için insanlara anlatıyoruz.

22- O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilah yoktur. Görül-meyeni ve görüleni bilir. O çok esirgeyen çok acıyandır.

23- O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilah yoktur. Padişah­tır, mukaddestir[36], selam (esneklik veren)'[37]', mü'min (gü­venlik veren)'[38]', müheynin (kollayıp koruyan), aziz (üstün, gaalib), cebbar (istediğini yaptıran), mütekebbir (çok ulu­dur), Allah (puta tapanların) ortak koşmalarından yücedir.

24- O, yaratan[39], var eden,   (varlığa getirdiklerine) biçim veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O'nun ululuğunu anarlar. O, az­iz (mutlak galip), hakim (hükümdar, herşeyi hikmetle ya-pan)dır.

 

Ayetteki ifadeler açıktır ve bu ayetler için de nüzul sebebi varid olmamıştır. Bize göre önceki ayetlerin devamı ve Kur'an'daki ayetlerin içerdiği mânâ, hikmet, verdiği psikolojik güç ve gösterdiği doğru yolun bir dağa indirilmiş olması halinde dağın, Allah korkusundan paramparça olacağı bildirilmiştir. Bu Kur'an'i indiren Allah, bütün güzel isimlerin ve sıfatların sahibidir. O ki göklerde ve yerde ne varsa onu teşbih eder, azame­tini ve kudretini tasdik eder. O öyle bir Allah'tır ki her şeyden münezzehtir, İlimden ve kuşatmadan hiçbir şey gizli kalmaz. Zahirdir, batındır, hazır ve gaibidir. Acıması büyük, emniyet ve barışın kaynağıdır. Öyle bir güce sahiptir ki, her şeyi yoktan varctmiş ve her şeyi çeşit çeşit yaratmıştır. O Allah ki, yaptığı şey hikmet doludur. Ortaktan beridir. İşte, Allah (c)'ın böyle oluşu insanların Kur'an'dan etkilenmesini ve O'ndan korkup başeğ-mesini, ibadet ve taatla bütün bu sıfatlan itiraf etmesini gerektirmektedir. Allah'ın in­sanlara hatırlattığı bütün bu hususlar, insanların uyanması ve gereken dersi alması için­dir.

Bu ayetlerde bir de, Kur'an'dan etkilenmeyen, Allah'a teslim olmayan ve Allah'ı unutup Allah'ın da kendilerini unuttuğu kimselere yönelik bir uyarı ve kınama sözkonu-sııdur. Önceki ayetlerde müminler bu kimseler gibi olmaktan kaçındınlmaktadırlar.

Ayetler, Kur'an'ın hiçbir yerinde rastlanılmayan ve Allah'ın güzel isimlerinden olu­şan bir mecmuayı burada sergilemektedir. Kur'an'ın değişik yerlerinde ayrı ayrı zikredi­len bu güzel isimlerden oluşan bu mecmuada kullanılan üslûp, Allah'ın heybet ve aza­metini hissedebilen gönülleri harekete geçirecek ve Kur'an'ın psikolojik gücünü sergile­yecek bir niteliğe sahiptir.

Bu ayetlerin tefsirinde İbn Kesir, İmam Ahmed'den, o da Mukil bin Yesardan, o da Rasulullah'tan rivayet ettiği şu hadisi nakleder: "Seher vakti her kim Üç defa "Euzu bil-fahis semiil alimi minaş şeytanir racim derse ve sonra Haşr sûresinin sonundan üç ayet okursa, Allah onun için yetmiş bin meleği akşama kadar ona selam vermesi için görev­lendirir. O gün Ölürse şehid olarak ölür,"           

Bu hadiste ayetlerin faziletini ve psikolojik gücünü ifade eden güçlü bir hatırlatma vardır. Nebi (s) bu hadisini mümin, ihlas sahibi ve salih amel işleyen ashabına yönelt­miştir. Dolayısıyla hadisin mefhumuna göre, amel işleyen ve hadiste zikredilen makama ulaşmak isleyen bir kimsenin aynı zamanda iman, ihlas ve doğruluk vasıflarını da haiz olması gerekir.

Yine İbn Kesir, bu ayetleri tefsir ederken Ebu Hureyre'den o da Rasulullah (s)'tan şu hadisi nakleder:

"Allahu Tealâ'nın doksan dokuz ismi vardır. Yüzden bir eksiktir. Bu isimleri ihsâ e-den (mânâsını tefekkür ederek sayan) cennete girer, Allah tektir ve teki sever. Kendisin­den başka ilah olmayan Allah, Rahman, Rahim, Melik, Kuddüs, Selâm, Mümin, Mü-heymin, Azîz, Cebbar, Mütekebbir, Halik, Bari', Musavvir, Ğaffâr, Kahhâr, Vehhâb, Rezzâk, Fettâh, Alîm, Kâbid, Bâsıt, Hafız, Râfi', Muizz, Müzill, Semi, Basir, Hakem, Adi, Latif, Habir, Hakim, Azim, Gafur, Şekur, Aliyy, Kebir, Hafız, Mukit, Hasib, Celil, Kerim, Rakib, Mucid, Vasi, Hakim, Vedud, Mecid, Bais, Şehid, Hak, Vekil, Kavi, Veli, Hamid, Muhsi, Mübdi, Muid, Muhyi, Mumit, Hay, Kayyum, Vâcid, Mâcid, Vâhid, Sa-med, Kadir, Muktedir, Mukaddim, Muahhir, Evvel, Ahir, Zahir, Bâtın, Vali, Müteâli, Berr, Tevvâb, Muntakîm, Afuv, Rauf, Malik-ül Mülk'tür. Celâl ve İkram sahibidir, Muksit, Cami, Gani, Muğnî, Mâni, Darr, Nâff, Nur, Hadî, Bedî, Bakî, Vâris, Reşîd, Sa-bur'dur."[40]

Hadiste zikredilen isimlerin tümü Kur'an'da mevcuttur. Subhanallah.... Hamd O'nadır..., O ne büyüktür, kuvvet ve kudret ancak O'nun elindedir. [41]

 

 

 

 

 



[1] Taberi, Beğavİ, İbn Kesir, Hazm, Tabresi, Zemahşeri. Ayrıca bkz. İbn Hrşam, c. 3, s.191-198.

[2] Slretür-Rasul adlı eserimize bakınız, c. 2, s. 9, Ayrca, El-İtkam, c. 1, s. 10-12.

[3] Bağavi, İbn Kesir,hazin

[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[5] Min haysu lem yehtesibu Zannetmedikleri ve hesa­bını yapmadıkları şekilde.

[6] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/521.

[7] Taberi, Tabresi, Beğavi, Hazin, İbn Kesir, Zemahşeri. Ayrıca bkz. İbn Hİşam

[8] A.g.e

[9] lb"n Sa'd, c. 3, s. 70-72 ve İbn Hişam, c: 2, s. 431 ve sonrası.

[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[11] Linetün Hurma. Genç hurma fidanı anlamına geldiği de söylen­miştir.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/523.

[13] Efae Fey olarak verdi.

[14] Evceftüm Hazırlık yapmak anlamında.

[15] Keyla yüküne duleten beyne-el eğnıya Tâ-ki mal zenginler arasında dolaşan bir meta haline gelmesin.

[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/524.

[17] Beğavi, Hazin,

[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/252.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/525-526.

[20] Taberi Tarihi, c. 3, s. 291.

[21] Tarihu Ömer bin El-Hattab, İbn Cevzi.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[23] Etlezine tebevveüddare vel imane min kalbihim Cumhura göre, bu cümle Ensar'dan kinayedir. Sözü edilen dâr ise hicret diyarı, yani Medine'dir. Zira, Ensar Medine de oturuyordu ve Muhacirler gelmeden önce iman etmişlerdi.

[24] La yecidune fi sudurihim haceten mimma utu Cumhurun görüşü ilk iki kelimedeki zamirlerin Ensara aidiyeti

noktasındadır. "Utu" kelimesi de Muhacir'i ifade ediyor. Cümlenin mânâsı: Ensar, Muhacirlere verilen mallar konusunda haset etmez".

[25] Hassa İhtiyaç manasınadır.

[26] Yusirune ala enfusihim Fedakarlık eder ve muha­cirleri kendi nefislerine tercih ederler.

[27] Taberi. Beğavi. Hazin. İbn Kesir.

[28] Abdulkasım bin Selam, s. 57-60.

[29] Tac, c. 3, s. 270-272 ve 341 -344.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/528-530.

[31] Tabresi.

[32] Beğavi, İbn Kesir.

[33] İbn Kesir, Beğavi, Hazin.

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/531-533.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/534.

[36] El-Kuddüs Her türlü eksiklikten en uzak mânâsında.

[37] Es-Setam Her türlü eksiklikten salim ya da emniyet ve sulhun kendisinden beklendiği.

[38] El-Mümin Emniyet ve huzur bahşeden mânâsında "Elmümen" şeklinde de okum lan şeklinde olur.

[39] El-Halik Yoktan vareden.

[40] İbn Kesir. Araf sûresi 180. ayetin tefsiri.

[41] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/536-537.