TEGABÜN SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Allah'ın Kudretinin Tecellisi: 3

Belagat: 3

Kelime Ve İbareler: 3

Açıklaması: 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 4

Müşriklerin Uluhiyyeti, Nübüvveti Ve Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Etmeleri: 4

Kelime Ve İbareler: 4

Ayetler Arası İlişki: 5

Açıklaması: 5

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 5

İman Edin Ve Kıyametin Dehşetlerine Karşı  Uyanık Olun. 6

Belagat: 6

Kelime ve İbareler: 6

Ayetler Arası İlişki: 6

Açıklaması: 7

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 7

Her Şey Kaza Ve Kadere Göredir: 8

Belagat: 8

Kelime ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki: 8

Açıklaması: 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 9

Eşlerin, Mal Ve Evladın Bir İmtihan Olması, Takva Ve İnfakın Emredilmesi: 10

Belagat: 10

Kelime Ve İbareler: 10

Nüzul Sebebî: 10

Ayetler Arası İlişki: 11

Açıklaması: 11

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 12


 

 

TEGABÜN SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Kâfirlerin iman etmemeleri sebebiyle uğradıkları kayıp ve aldanma­nın açıkça anlaşılacağı kıyamet gününü hatırlatmasından dolayı sure bu isimle anılmıştır. Nitekim bu lafız dokuzuncu ayette şöyle geçmektedir: "O günde (Allah) o toplama günü için hepinizi bir araya getirecek. İşte bu al­danma günüdür." [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin önceki sure ile ilişkisi şu üç hususta görülmektedir:

1- Önceki surede Allah Tealâ münafıkların sıfatlarım zikretti ve mü­minleri onların ahlâkını benimsememeleri hususunda ikaz etti. Bu surede ise "Bundan evvel inkâr edip de işlerinin vebalini tadanların haberi gelme­di mi size?" ayetinde bahsedildiği gibi, kâfirlerin sıfatlarını benimsememe­leri hususunda müminleri ikaz etmekte, insanları mümin ve kâfir diye iki kısma ayırdıktan sonra müminlere cenneti müjdelerken, kâfirleri cehen­nemle tehdit etmektedir.

2- Bundan önceki surede "Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın." diyerek mal ve evlâdın Allah'ı zikretmekten alı­koymasını nehyetmişti. Bu surede ise "Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır." denilerek sanki önceki surede geçen emrin illeti beyan edilmektedir.

3- Önceki "Münafikun" suresinin sonunda Allah Tealâ "size rızık ola­rak verdiklerimizden infak edin." diyerek Allah yolunda infakı emretmişti. Aynı şekilde bu surenin sonunda da "kendinizin hayrı olarak harcayın" di­ye infakı emretmektedir. Ayrıca bu sure, insanların iman etmeyerek, ameli salih işlemeyerek ve Allah yolunda harcamayarak kıyamet günü konusun­da birbirlerini aldattıklarına dikkat çekmektedir.

Şu altı sure arasında şöyle bir tertibin gözetildiği, Ehl-i Kitap ve di­ğerlerinden bir tertip üzere bahsedildiği görülmektedir. Mesela: Haşr sure­si Ehl-i Kitaptan anlaşma yapanlar hakkındadır. Zira bu sure Beni Nadir ahdi bozduğu zaman kendilerine savaş açılması üzerine onlar hakkında nazil olmuştur. Mümtehine suresi müşriklerin anlaşma yapanları hakkın­dadır. Saf suresi Ehl-i Kitap yanı Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar hakkındadır. Aynı şekilde Cuma suresinde Yahudilerden ve Müslümanlardan bahsedilmektedir. Münafikun suresi nifak ehli hakkındadır. Teğabün sure­sinde yine umumi hatlarıyla müşriklerden ve kâfirlerden bahsedilmekte­dir. Böylece birbirinin benzeri olan ve "müşebbihat" adı verilen Haşr, Saf, Cuma ve Teğabün sureleri arasındaki farklılığın, ince bir hikmete binaen geldiği ortaya çıkmaktadır ki bu, adı geçen ümmet ve grupların farklı yön­lerinden bahsedilmesidir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Teğabün suresi alışılmışın aksine Medine'de nazil olduğu halde akaidi ilgilendiren meselelerden bahseden bir suredir.

Sure, Allah'ın celâl, kudret ve ilmine bağlı güzel sıfatlarının bazıların­dan ve neticede ya kâfir veya mümin olma durumunda olan insanı yarat­masına taalluk eden sıfatlarından bahsederek söze başlamıştır.

Sonra, peygamberleri beşer oldukları için yalanlayan ve öldükten son­ra dirilmeyi inkâr eden geçmiş ümmetlerin başlarına gelen musibetleri zik­rederek kâfirleri uyarır. Öldükten sonra dirilmenin mutlaka olacağına ve amellerin karşılığı verileceğine yemin ederek Allah'ın onlara verdiği cevap­tan bahseder.

Bundan sonra Allah'a, peygambere ve ona indirilen Kur'an'a iman et­meye çağırır. Kıyamet günü kâfirlerin iman etmedikleri, müminlerin ih­sanda ihmalkâr davrandıkları için aldandıklarını anlayacağı o günde, in­sanların karşılaşacağı şeyleri zikrederek tehdit eder. Salih amel işleyen müminlerin cennete, kâfirlerin cehenneme konulacağını haber verir. İşte eski ümmetlere dair bu haberleri vermek, aslında, taat olanın yapılmasını emretmek ve masiyet olanın yapılmasını nehyetmek demektir.

Sonra sure, kâinatta var olan her şeyin Allah'ın irade ve isteği ile var olduğunu beyan etmiş ve Allah ve Rasulüne itaate ve yalnız Allah'a daya­nılmasına dair geçen emri tekit etmiştir. Bu emre itaat etmezlerse kâfirle­rin inkârda devam etmelerinin Rasulullah'a (s.a.) zarar vermeyeceği ifade edilmiştir.

Sonra insanı bazan cihaddan alıkoyan eş ve evlâda karşı düşmanca davranılmamasını ikaz ederek affı tavsiye etmiş, mal ve evlâdın bir imti­han olduğunu haber vermiştir.

Sure, takvayı ve Allah'ın dininin yücelmesi için Allah yolunda harca­ma yapılmasını emrederek, cimrilikten nehyederek ve Allah'ın dininin yü­celmesi için malını harcayanlara kat kat sevap verileceğini beyan ederek biter. [3]

 

Allah'ın Kudretinin Tecellisi:

 

1-  Göklerde ne var yerde ne varsa  (hepsi) Allah'ı teşbih eder. Mülk O'nun, hamd O'nundur. O her şeye kadirdir.

2-  O, sizi yaratandır. Böyle iken ki­miniz kâfir kinliniz mümin (oluyor.)  Aaali' ne vaParsamz görendir.

3-  Gökleri ve yeri hak ile O yarattı,  size şekil verdi, hem de suretlerini- zi güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır.

4" Göklerde ve yerde ne varsa bilir.  Ne gizler ne açıklarsanız onları da  bilir. Allah, göğüslerin içinde olan  her gizliyi bile hakkıyla bilendir.

 

Belagat:

 

"Kimimiz kâfir, kimiziz mümin", "ne gizler ne açıklarsanız" cümlelerin­de tezat sanatı vardır.

"Size şekil verdi... suretlerinizi güzel yaptı" mealindeki "savvaraküm feahsene suvaraküm" kelimeleri arasında cinas vardır. [4]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsi) Allah'ı teşbih eder." Yani tüm varlıklar Allah'ın kemâl sıfatlarını ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını itiraf edip O'nu tenzih eder, yüceltirler. "Mülk O'nun, hamd O'nundur. O her şeye kadirdir." Yani Ona göre küçük büyük her varlığı yaratmak aynıdır. Ona güçlük vermez.

"O sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümin (oluyor)." Şevkâni şöyle der: "Allah kâfiri yarattı, ancak onun inkârı kendi fiili ve kendi kazancıdır. Mümini yarattı ancak onun inanması kendi fiili ve kendi kazancıdır. Kâfir inkâr eder ve inkârı tercih eder, mümin inanır ve inan­mayı tercih eder. Ama hepsi Allah'ın izniyle olur. Çünkü alemlerin Rabbi Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz."

"Allah ne yaparsanız görendir." bilendir. Bu yüzden yaptıklarınıza uy­gun karşılıklar verir.

"Gökleri ve yeri hak ile" yani doğru gayeler ve yüce hikmetlerle "O yarattı." Bu gaye ve hikmet yer yüzünü insanlara durabilecekleri bir yer yap­ması, gökleri onların hizmetine hazırlanmasıdır. Ta ki güzel işler yapsınlar da onları mükâfatlandırsın.

"Size şekil verdi, hem de suretlerinizi güzel yaptı." Yani insan olarak sizi en güzel şekilde yaratan ve güzellikte diğer varlıklara örnek yapan O'dur. "Dönüş ancak O'nadir.", öyleyse gizli ve aşikar hep güzel işler yapın.

"Göklerde ve yerde ne varsa bilir. Ne gizler ne açıklarsanız onları da bi­lir. Allah, göğüslerin içinde olan her gizliyi bile hakkıyla bilendir." Yani içi­nizden geçenleri, sırlan, düşünüp söylemediklerinizi bilir. Külli veya cüz'i hiçbir şey O'nun bilgisi dışında değildir, hepsini aynı seviyede bilir. Beyza-vi şöyle dedi: "O her şeye kadirdir" cümlesini "göğüslerin içinde olan her gizliyi hakkıyla bilendir" cümlesinden önce getirerek "kudret" sıfatını "ilim" sıfatına takdim etmesinin hikmeti şudur: Eşyanın sadece var oluşu Allah'ın kudretini gösterdiği halde, o eşyanın yaratılışındaki incelik, dik­kat ve güzellik Onun ilim sıfatına delâlet eder. [5]

 

Açıklaması:

 

Bu sure "müşebbihat" adı verilen surelerin sonuncusudur.

"Göklerde ne var yerde ne varsa (hepsi) Allah 'ı teşbih eder. Mülk O'nun, hamd O'nundur. O her şeye kadirdir." Yani her şey Allah'ı bütün noksanlık ve kusurlardan tenzih eder, Ona tazimde bulunur. Göklerde ve yerdeki bütün yaratılmışlar Onun varlığını gösterir. Onları yaratan O'dur ve onların malikidir. Mülk yalnız O'nundur, çünkü bütün kâinatta tasar­rufta bulunan, onları yaratıp şekil veren odur. Şükür ve hamd yalnız O'na-dır, çünkü buna yalnız O lâyıktır. Dolayısıyla mülk ve hamd O'na mahsus­tur. O'ndan başkasının hiçbir şekilde bu ikisinde nasibi yoktur. Mülk ve hamdden kullarında görülen ise yine O'nun feyzindendir ve aslı O'na aittir. O her şeye kadirdir. Göklerde ve yerde hiçbir şey Onu aciz bırakamaz. Ne­yi murad ederse hemen olur, murad etmediği olmaz.

Teşbih insanın yaptığı gibi ya dil ve sözle olur veya hal ve tefekkürle olur, ancak ayette de beyan edildiği gibi biz bunu anlayamayız. "O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur, lâkin siz O'nların teşbihini anla­yamazsınız." (İsra, 17/44).

Sonra Yüce Allah kudretine delâlet eden bazı unsurları şöyle sıraladı:

1- İnsanı yaratması: "O, sizi yaratandır. Böyle iken kiminiz kâfir kimi­niz mümin (oluyor). Allah, ne yaparsanız görendir." Yani şüphesiz bu şekil üzere sizi yoktan var eden Allah'tır. Lâkin içinizden bazıları fıtratının ge­rektirdiğinin aksine kendi irade ve gayretiyle kâfir olurken, diğer bazınız da Allah'a iman ve tevhid esası üzerine yükselen selim fıtrata uygun ola­rak imanı seçerek mümin olmuştur. Sizin her birinizin durumunun nereye varacağını yaratılmadan önce bilen ve gören, kullarının amellerine şahit olup eksiksiz karşılığını verecek olan Allah'tır.

Şu ayet de bunun bir benzeridir: "Neticede onlardan hidayeti bulanlar var (idiyse de) onların bir çoğu fasık kimselerdi." (Hadid, 57/26).

Ebu Ya'lâ, Taberani ve Beyhaki'nin Esved b. Seri'den rivayet ettikleri­ne göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Her doğan fıtrat üzere (İslâm'ı ka­bule müsaid) doğar. Dil ile kendisini ifade edinceye kadar bu haldedir. An­cak ebeveyni Onu Yahudi, Hristiyan veya mecusi yapar."

2- Derin hikmetlerle bu alemi yaratması: "Gökleri ve yeri hak ile O ya­rattı, size şekil verdi, hem de suretlerinizi güzel yaptı. Dönüş ancak O'na­dir." Yani dünya ve ahirette, bu alemin maslahatına olanı gerçekleştirecek derin hikmetlerle ve adaletle gökleri ve yeri yarattı. "Ey insan, O keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne ki seni yaratan, sana salim uzuvlar ve­ren, sana şu nizam ve itidali bahşeden Odur." (İnfîtar, 82/6-8), "Allah yeri sizin için bir mesken göğü de kubbemsi bir yapı gibi bina eden, size şekil ve­rip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıranlardır." (Gafir, 40/64), "Şüphesiz biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin, 95/4)

Ahiret aleminde dönüş O'nadır. O'na dönülecek ve herkese kazandığı­nın karşılığını verecektir.

3- İhatalı ilim: "Göklerde ve yerde ne varsa bilir. Ne gizler ne açıklarsa­nız onları da bilir. Allah göğüslerin içinde olan her gizliyi bile hakkıyla bi­lendir." Yani Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Bunlardan hiç­bir şey ona gizli olmaz. Açığa vurduklarınızı bildiği gibi gizlediklerinizi de bilir. Allah'ın ilmi her insanın içinde gizlediği sırları ve düşünceleri kuşatır. [6]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Göklerde ve yerdeki bütün yaratılmışlar Allah'ı tenzih ve teşbih eder. Bu, devamlı bir tenzih ve teşbihtir, her an tekrarlanır, bu tesbihatı alemin her cüzü yapmaktadır.

2- İnsanı yaratan, yoktan var eden Allah'tır. Her birinin halini, iman mı inkâr mı edeceğini ezelî ilminde bunlar olmadan önce bilir. Buhari ve Tirmizi'nin İbni Mesud'dan rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle bu­yurdu: "Biriniz cennet ehlinin yaptığı ameli yapmaya devam eder. Nihayet cennetle arasında bir zira veya bir kulaç kaldığında kitap (kader) öne geçi-verir de cehennem ehlinin amelini yapar, bu sebeple cehenneme girer. Biri­niz cehennem ehlinin amelini yapmaya devam eder. Nihayet cehennemle arasında bir zira ve bir kulaç kaldığında kitap (kader) öne geçiverir de cen­net ehlinin amelini yapar, bu sebeple cennete girer." Alimler şöyle demiştir:

Bu hadis, ezelî ilmin her şeyi kapsadığını ifade eder. Dolayısıyla Allah'ın bildiği, murad ettiği ve hükmettiği her şey olur, O bir şahsın ömrünü iman üzere geçirmesini veya belli bir vakte kadar iman üzere kalmasını murad edebilir. Kişilerin inkârı hakkındaki muradı da böyledir.

3- Bu alemi, yerini göğünü hepsini adaletle, derin hikmetlerle hiç şüp­hesiz Allah yaratmıştır. İnsanı da en güzel şekil ve biçimde Allah yarat­mıştır. Ahiret hayatında dönüş O'na olacak ve O herkese amelinin karşılı­ğını verecektir.

4- Görünen ve görünmeyen her şeyi bilen Allah'tır, yerde ve gökte hiç­bir şey Ona gizli olmaz, gizliyi ve aşikârı bilir, kalplerde ve gönüllerde ola­nı bilir. [7]

 

Müşriklerin Uluhiyyeti, Nübüvveti Ve Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Etmeleri:

 

5- Bundan evvel inkâr edip de işle­rinin vebalini tadanların haberi gelmedi mi size? Onlara elem verici azap vardır.

6- Bu, şu hakikat yüzündendir: Pey­gamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar "Bizi bir be­şer mi doğru yola götürecekmiş." demişlerdi. Bu suretle inkâr etmiş­ler, yüz çevirmişlerdi. Allah ise hiç­bir şeye muhtaç olmadığını göster­mişti. Allah her şeyden müstağni­dir, her hamde lâyıktır.

7- O inkâr edenler de kesinlikle di-riltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeyler mutlaka size haber verilecektir. Bu da Allah'a gö­re kolaydır.

 

Kelime Ve İbareler:

 

Ey kâfirler, Nuh, Hud ve Salih peygamberin kavimleri gibi "daha önce inkâr edenlerin haberi size gelmedi mi?" Bu soru, onların haline hayreti ifade eder. "işte onlar" dünyada bu "yaptıklarının cezasını tattılar. Onlar için" ahirette de "acı bir azap vardır."

"Bu" dünyada gördükleri o azabın sebebi "şu hakikat yüzündendir: pey­gamberleri onlara" mucizeler, imanı gerektirecek hüccetlerden ibaret "apa­çık deliller getirmişlerdi, fakat onlar" peygamberin bir beşer oluşunu yadır­gayarak: "Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? demişlerdi." peygam­berleri "inkâr etmişler" ve onlara inanmaktan, delilleri düşünmekten "yüz çevirmişlerdi. Allah da" onları helak ederek, onların imanı ve ibadeti dahil "hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah her şeyden müstağnidir." ya­rattıklarına ve onların ibadetlerine muhtaç değildir, "hamde lâyıktır."

"O inkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır, Rabbime yemin olsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz" kabirlerinizden diriltilerek çıkarılacaksınız, hesaba çekileceksiniz "sonra yaptığınız şeyler mutlaka size haber verilecektir. Bu Allah 'a göre kolaydır." [8]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah, varlığını ve kudretini gösteren delilleri ve kâinattaki eserlerini beyan ettikten sonra Mekke müşriklerini ulûhiyyeti, peygamberliği ve öl­dükten sonra dirilmeyi inkâr etmemeleri için ikaz etti ve dünyadaki ceza­larını, ahirette onlar için hazırladığı azabı haber verdi. Öldükten sonra di­rilmenin şüphe olmayan bir hakikat olduğunu ve her insanın kıyamette yaptığının karşılığını göreceğini bildirdi. [9]

 

Açıklaması:

 

"Bundan evvel inkâr edip de işlerinin vebalini tadanların haberi gel­medi mi size? Onlara elem verici azap vardır." Yani, ey Mekke kâfirleri! Nuh kavmi, Ad ve Semud kavmi gibi geçmiş ümmetlerin, peygamberlere muhalefet etmeleri ve hakkı tekzip etmeleri sebebiyle başlarına gelen azap ve musibet haberleri size ulaşmadı mı? Hani peygamberleri onları Allah'ın birliğine inanmaya ve Ona ibadet etmeye ve Allah'ı bırakıp da kendilerine rab edindikleri putları terketmeye çağırmışlardı. Ancak onlar peygamber­lerini inkâr ve tekzip ederek ve onlara karşı terbiyesiz davranmışlardı da Allah dünyada başlarına azap ve musibet indirmişti. Ahirette de onlar için cidden çok ızdırap verici bir azap vardır ki işte bu cehennem azabıdır.

Sonra Allah Tealâ onların dünyada ve ahirette azap görmelerinin se­beplerini beyan ederek şöyle buyurdu:

"Bu, şu hakikat yüzündendir: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getiriyorlardı da onlar "Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş." demiş­lerdi. Bu suretle inkâr etmişler, arka dönmüşlerdi. Allah ise hiçbir şeye muhtaç olmadığını göstermişti. Allah her şeyden müstağnidir, her hamde lâyıktır." Yani dünyada ve ahirette gördükleri bu azabın sebebi şudur: On­lara gönderilen peygamberler açık mucizeler gösterdiler, apaçık deliller ge­tirdiler. Fakat o kavimlerin her biri peygamberlerine şöyle dediler: Bizim gibi beşer ve insan olan birinin bizi hidayete erdirmesi nasıl düşünülebilir? Böylece onlar peygamberin beşer olmasını, kendilerini yine kendileri gibi bir beşerin hidayete erdirmesini kabullenemediler. Bu yüzden peygamber­leri ve onların getirdiği her şeyi inkâr ettiler ve o peygamberlerden, haktan ve o hak ile amel etmekten yüz çevirdiler, peygamberlerin getirdikleri üze­rinde düşünmediler, Allah da kendisinin onların ne imanına ne ibadetine ihtiyacı olmadığını beyan etti. Sonra Allah onları helak etti. Allah'ın ne bu âleme ne de bu âlemin kendisine yapacağı ibadete ihtiyacı yoktur. Zaten O lisanı hal veya söz ile bütün yarattıkları tarafından övülmekte ve ibadet olunmaktadır.

Sonra Allah Tealâ kâfirlerin, müşriklerin ve tanrı tanımazların öldük­ten sonra dirilmeyeceklerini iddia ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:

"O inkâr edenler de kesinlikle dirilmeyeceklerini ileri sürdüler." Yani bir başka ayette de "Sahi biz ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gel­mişken mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?" (Müminun, 23/82) şeklinde inkâr ettikleri haber verildiği gibi, müşrikler öldükten sonra ne dirilme, ne hesap, ne cezanın olmayacağını iddia ettiler. Burada Mekke kâfirlerine karşı çok sert bir ifade kullanılmıştır. Çünkü ayette müşriklerin bu iddiası "zeame" fiili ile ifade edilmiştir ki bu delillerin gösterdiğinin aksini iddia etmektir.

Allah onlara şöyle cevap verdi:

"De ki: Hayır, Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeyler mutlaka size haber verilecektir. Bu da Allah'a göre ko­laydır." Ey peygamber, onlara şöyle haber ver: Vallahi siz diriltileceksiniz, diri olarak kabirlerinizden çıkarılacaksınız ve size karşı delil ortaya koy­mak için Allah küçük büyük, önemli önemsiz bütün amellerinizi size haber verecek, sonra da bunların karşılığını göreceksiniz. Öldükten sonra dirilt­me ve hesap sorma Allah için kolaydır.

Allah Tealâ üç ayette, peygambere, ahiretin vaki olacağına dair Rabbi-nin adıyla yemin etmesini emretmiştir: Birincisi: "O bir gerçek midir? diye senden haber istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz bir gerçektir, ve siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz." (Yunus, 10/53), ikincisi: "İnanmayanlar "Kıyamet bize gelmeyecek" dediler. De ki: Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o mutlaka size gelecektir." (Sebe, 24/3) ayetleri, üçüncü­sü de yukarıda geçen ayet-i kerimedir.

Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek? dedi. De ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir. Çünkü O her türlü yaratmayı gayet iyi bilir." (Yasin, 36/78-79). [10]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususları göstermektedir:

1- Yüce Allah inkâr içinde devam eden Mekke ve diğer beldelerdeki müşrikleri, Nuh, Hud ve Salih peygamberlerin kavimleri gibi geçmiş ka­vimlerin dünyada uğradıkları cezaya benzer bir cezaya uğramamaları için ikaz etti. Ahirette de onları başka bir ceza beklemektedir.

2- Geçmişte o kâfirlerin azaba uğramasının sebebi Allah'ı inkâr etme­leri, ayetlerini reddetmeleri, çeşitli mucizelerle, açık delillerle kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamaları ve hesap, ceza ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmeleridir.

Onların peygamberlerini inkâr etmelerinin sebebi, peygamberin insan olabileceğini kabul etmemeleri ve onları küçümsemeleridir. Halbuki onlar Allah'ın kudret ve azametiyle kullarına asla boyun eğmeyeceğini bilmedik­leri gibi, istediği insanı kullarına peygamber olarak gönderebileceğini de bilmezler.

3- Allah Tealâ Hz. Peygamber'e, müşriklerle konuşurken, öldükten sonra dirilmenin hak olduğu, dolayısıyla kabirlerinden diri olarak mutlaka çıkarılacakları ve yaptıkları her şeyin kendilerine haber verileceğine dair Rabbinin ismi üzerine yemin etmesini emretti. Zira öldükten sonra dirilt­me ve hesaba çekme Allah için kolaydır. Çünkü bir şeyi eski haline getir­mek, hiç yoktan var etmekten daha kolaydır. [11]

 

İman Edin Ve Kıyametin Dehşetlerine Karşı  Uyanık Olun

 

8- O halde Allah'a, O'nun peygambe­rine ve indirdiğimiz o nura iman edin, Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

9- O gün ki -o toplama günü için he­pinizi bir araya getirecek- işte bu aldanma günüdür. Kim Allah'a iman eder iyi amelde bulunursa O, onun kötülüklerini örter, onu için­de ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalmak üzere koyar. İşte bü­yük kurtuluş budur.

10- O inkâr edenler, ayetlerimizi ya­lan sayanlar; onlar da orada ebedî kalmak üzere cehennemliktirler. O ne kötü gidiş yeridir.

 

Belagat:

 

"indirdiğimiz nur" ifadesinde istiare vardır. Kur'an-ı Kerim inkâr ka­ranlıklarını aydınlattığı ve şüpheleri dağıttığı için karanlığı dağıtan ışığa benzetilmiştir.

"Kim Allah'a iman eder, iyi amelde bulunursa..." cümlesi ile "O inkâr edenler ve ayetlerimizi yalan sayanlar..." cümlesi arasında mukabele vardır. Müminlerin göreceği mükâfat ile kâfirlerin göreceği ceza karşılaştırılmak­tadır.

"Aldanma günü" bir istiaredir, kıyametteki "hayır şer" aldanması, dünyadaki alış verişteki aldanmaya benzetilmiştir. [12]

 

Kelime ve İbareler:

 

"O halde Allah'a ve O'nun peygamberi" Muhammed'e "ve indirdiğimiz o nura" yani Kurana "iman edin." Çünkü Kur'an mucize olduğu için hemen kendini göstermekte, içindeki inanç esaslarını ve hükümleri açıklamakta­dır. "Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır" karşılığını verecektir.

Toplanacağınız günü hatırla. "O gün -ki o toplama günü" melekleri, in­sanları ve cinleri hesap vermek "için hepinizi bir araya getirecek- işte bu aldanma günüdür." Allah, kıyamette bütün varlıkları bir meydanda toplaya­cağı için ona "toplanma günü" demiştir. "Aldanma günü" denmesi de, kâfi­rin iman etmediği için aldandığı, müslümanm ibadetlerini noksan yaptığı için aldandığı ortaya çıkacağından dolayıdır. İstiare yolu ile ticaretteki al­danmaya benzetilmiştir. Dünyada satıcı ucuza sattığı, müşteri de pahalı aldığı için aldanır. Fakat asıl ve gerçek aldanma ahirettekidir. Çünkü ora­da zarar çok büyük ve kalıcı olacaktır.

"Kim Allah'a iman eder iyi amelde bulunursa, O, onun kötülüklerini örter, onu içinde ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalmak üzere koyar. İşte büyük kurtuluş budur." Çünkü hem günahları silinerek hem de ebedî kalacağı cennete girerek iki taraflı kazanmıştır. Yani def-i mazarrat ve celb-i menfaat bir aradadır.

"O inkâr edenler", öldükten sonra dirilmeyi ispat eden Kur'an "ayetle­rimizi yalan sayanlar; onlar da orada ebedî kalmak üzere cehennemliktir­ler. O ne kötü gidiş yeridir."

Beyzavi'nin de işaret ettiği gibi "Kim Allah'a iman eder..." ayeti ile "in­kâr edenler..." ayeti bir arada düşünülürse bunların, o gün aldanmanın ne yönde olacağını açıkladıkları görülür. [13]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Tevhid, ulûhiyyet ve nübüvvete ait delilleri beyan ettikten, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere cevap verdikten, Allah'ı inkâr etmeleri ve peygamberleri yalanlamaları sebebiyle geçmiş milletlerin başına gelen ce­zaları izah ettikten sonra Allah Tealâ, Allah'a, peygamberine, Kur'an ayet­lerine ve öldükten sonra dirilmeye -öldükten sonra dirilmeyi kabul etmenin imanın mutlak neticesi olduğu unutulmamalıdır- iman edilmesini talep et­miş, sonra ahiretteki hesap ve ceza konusunda ikaz etmiş, oradaki aldan­manın nasıl olacağını ifade etmiş ve bunu bütün tafsilatıyla açıklamıştır. [14]

 

Açıklaması:

 

"O halde Allah'a, O'nun peygamberine ve indirdiğimiz o nura iman edin. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır." Yani öldükten sonra di­riltme işi Allah için kolay bir şey olacaksa ve hiçbir şey buna mani olama­yacaksa hemen Allah'ı, peygamberi Muhammed (s.a.)'i ve aydınlatan, sa­adet yolunu gösteren, dalâlet zulmetinden kurtaran Kitab'ını tasdik edin. O Kitap, yolunu şaşıran insana yol gösteren bir nurdur. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, sizin ne sözlerinizden, ne fiillerinizden hiçbir şey Ona gizli kalmaz. Hayır veya şer olarak size bunların karşılığını verecek de O'dur. Bu ifadede, işlenen her günaha veya terkedilen her farz ve vacibe karşı bir ceza tehdidi vardır. Sonra Allah Tealâ Kur'an'ı nur diye vasıflandırdı, çünkü nasıl karanlıkta ışık yardımıyla yol buluyorsak aynı şekilde birtakım şüphelere düştüğümüz zaman da Kur'an nuru yardımıyla yol buluruz.

"O gün -ki o toplama günü için hepinizi bir araya getirecek- işte bu al­danma günüdür." Yani Allah'ın, geçmiş ve gelecek bütün mahşer halkını ceza veya mükâfat için bir meydanda toplayacağı kıyamet gününü hatırla­yın. Allah o gün her kişi ile amelini, her peygamber ile ümmetini bir araya getirecek. Nitekim başka ayet-i kerimelerde bu şöyle ifade edilir: "O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün hazır bulunula­cak bir gündür." (Hud, 11/103), "Söyle: Şüphesiz hem evvelkiler, hem sonra­kiler malûm bir günün muayyen vaktinde mutlaka toplanacaklardır." (Va­kıa, 56/49-50).

İşte o gün -ki kıyamet günüdür- kâfirin iman etmediği için, müminin de ihsan ve ibadette eksik yaptığı için aldandığının ortaya çıktığı "aldanma günü "dür. Her iki tarafında zararda olduğu ortaya çıkmış olur. Yani sanki cehennemlik olan hayrı bırakmış şerri almış, iyi malı bırakmış kötüsünü, nimeti, bırakmış azabı almış da zarar etmiş gibi olur. Cennet ehli bunun aksini yapmıştır. Ancak daha çok amel-i salih işlememiş olmanın pişmanlı­ğını duyacağı için o da aldanmıştır. Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği ha-dis-i şerifte şöyle denilmektedir: "Cennete giren her kula, çokça şükretmesi için, kötülük yapsaydı cehennemde nereye gidecek idiyse orası kendisine mutlaka gösterilir. Cehenneme giren her kula da, nedameti artması için, iyilik yapsaydı cennette nereye gidecek idiyse orası kendisine gösterilir." Al­datma, ivazlı bedelli akitlerde malı sahibinden kıymetinden daha düşük bir bedelle almaktır. Ahirette ivaz ve bedel olmadığına göre "aldanma" ifa­desi, istiare kabilinden dünyada iken gönderilen ameller ve onların ahiret-teki karşılığındaki aldanma manasına kullanılmıştır.

Kısacası kıyamet günü aldanmanın muhtemel olduğu gündür. Orada mahşer halkı birbirini aldatmış olacaktır: Hak yolda olanlar batıl yolda olanları, cennet ehli cehennem ehlini aldatmış olacaktır. Yani bir tarafın kârda, diğer tarafın zararda olduğunu anlayacağı bir gün olacaktır.

Sonra Allah Tealâ bu aldanmayı açıklayarak şöyle buyurdu:

1- "Kim Allah'a iman eder iyi amelde bulunursa, O, onun kötülüklerini örter, onu içinde ırmaklar akan cennetlere orada ebedî kalmak üzere koyar. İşte büyük kurtuluş budur." Yani kim Allah'ı sıdk ile tasdik eder, peygam­berlerin getirdiği haşr-neşir, cennet, cehennem gibi haberleri tasdik eder, farz ibadetleri eda ederek iyi amel işler, nehyedilenlerden kaçınırsa Allah onun bütün günahlarını ve kötülüklerini siler, onu ebedî kalmak üzere köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte bu günahları silmesi, cennetlere koyması, en güzel semere ve neticeleri ih­tiva ettiği için, benzeri olmayan, öncesinde misli görülmeyen daha sonra da görülmeyecek olan bir kurtuluştur.

2- "O inkâr edenler, ayetlerimizi yalan sayanlar. Onlar da orada ebedî kalmak üzere cehennemliktirler. O ne kötü gidiş yeridir." Yani Allah'ın birli­ğini ve kudretini inkâr edenler, kulu Muhammed'e (s.a.) indirilen ayetleri -ki öldükten sonra dirilmeye delâlet eden ayetler de bunlardandır- yalan sa­yanlar... İşte bunlar cehennemliktir, orada devamlı kalacaklardır. Onların bu varacağı yer ne kötüdür, ateş onlar için ne kötü bir menzildir.

Bu iki ayet yukarıda geçen aldanmanın ne olduğunu beyan ederek mesut olanlarla bedbaht olacakların halini bildirmiştir. Allah Tealâ iman ehlini ifade ederken "kim Allah'a iman ederse" diyerek gelecek zaman siga-sını kullandığı halde inkâr ehlini ifade ederken "inkâr edenler" diyerek ma­zi sigası kullanmıştır. Bu üslûpla şu ifade edilmek istenmiştir: İnkâr eden­lerden ve ayetlerimizi yalan sayanlardan kim Allah'a iman ederse Allah onu cennetlerine koyar. Yine onlardan kim iman etmezse, işte onlar cehen­nemliktir. [15]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kıyametin mutlaka olacağı haber verildikten sonra Allah Tealâ kul­larına, Allah'ı inkâr etmeleri ve peygamberlerini yalanlamaları yüzünden geçmiş ümmetlerin başına gelen cezaların onların da başına gelmemesi için kendisine, elçisi Muhammed'e (s.a.) ve ona indirilen Kur'an'a iman et­melerini emretti. Cenabı Hak bu emrini "Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır." sözüyle tekit etmiştir. Yani Allah Tealâ gizlediğiniz ve açıkla­dığınız her şeyi bilir. O halde O'nun murakebesini unutmayın ve gizli ve aşikâr O'ndan korkun.

2- Sonra Yüce Allah bu emri, kıyametin dehşet ve korkulan, hesap ve cezanın şiddeti konusunda ikaz ederek tekit etti ve kıyamet günü bütün yer ve gök ehlini toplayacağını haber verdi. O, toplama ve herkesin aldan­dığını anlama günüdür. Zira inkâr edenler ahireti verip dünyayı, hidayeti verip dalâleti satın aldılar, işte onların bu ticareti kâr getirmedi. İnanlara gelince, Rableri onlara kâr edecek ticareti gösterdi ki bu iman ve cihaddır. Bu sebeple onlar canlarını verip cenneti satın aldılar. Neticede kâfirlerin ticareti zarar ederken müminlerin ticareti kâr etti. O halde mana şöyle olur: O gün mutlak aldanma günüdür. Mukatil şöyle der: İman sahipleri cennete giderken, onların cehenneme gitmelerinden daha büyük aldanma olmaz.

3- İbnü'l-Arabi şöyle dedi: Alimlerimiz "İşte bu aldanma günüdür" ayetini dünyevî muamelelerde aldatmanın caiz olmayacağına delil getirdi­ler. Çünkü Allah Tealâ bu ayette aldanmayı kıyamete tahsis etmiştir. İşte bu tahsis, onun dünyada olmaması lâzım geldiğini ifade eder. Buna göre herhangi bir alış verişte aldandığını farkeden herkes malı geri verebilir. Bu aldanmanın miktarı fiyatın üçte birini aşacak kadar olandır. Buna gabn-i fahiş denir, bu her dinde şer'an haram kılınan aldatmalar cümlesindendir.

Gabn-i yesir yani az aldanmaya gelince, bu herkesin kabullenebileceği miktardaki aldanmadır. Bu yüzden satış akdi bozulmaz. Çünkü bu sebeple malın geri verilebileceği hükmünü versek hiçbir satış akdi nafiz, geçerli ol­maz, zira hiçbir akid bundan hali kalmaz.

Aldanmanın "az" ve "çok" ölçüsü malın kıymetinin üçtebiri kadar ol­masıdır; ondan aşağısı azdır. Üçte bir ölçüsüne vasiyette itibar edildiği için alimlerimiz onu ölçü almışlardır.[16]

4- Müminlerin mükâfatı ebedî kalmak üzere köşklerinin altından ır­maklar akan cennetlere girmektir. İşte bu, bütün korku ve tehlikelerden kurtuluş olduğu için benzeri bulunmayan en büyük kurtuluştur.

5- Allah'ı ve Kur'an'ı inkâr edenlerin göreceği karşılık ise ebedî kala­cakları ateştir. Cehennem ateşi ne kötü gidilecek yerdir.

İşte her iki grup için kararlaştırılmış olan bu karşılık, az önce yukarı­da geçen "aldanma"nın tefsiridir. [17]

 

Her Şey Kaza Ve Kadere Göredir:

 

11- Allah'ın izni olmadıkça hiçbir; musibet gelmez. Kim Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

12- Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, elçimizin üstune düşen ancak apaçık  bir tebliğdir.

13- Allah O'dur ki kendisinden baŞka hiçbir tanrı yoktur. Onun için, iman edenler ancak Allah'a güvenip

dayansınlar.

 

Belagat:

 

"Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin" cümlesinde "itaat edin" fiili tekrar edilmek suretiyle itnab yapılmıştır. [18]

 

Kelime ve İbareler:

 

Hayır ve şer "Allah'ın izni" takdiri, irade ve dilemesi "olmadıkça hiç­bir musibet" insanın başına "gelmez, kim Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür" hayra ve ibadete, imanda sebat etmeye, musibete karşı sabra ve ona razı olmaya doğru gönlünü açar. Kalplerden geçenler dahil "Allah her şeyi hakkıyla bilendir."

"Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer" bunu yapmaz da "yüz çevirirseniz, elçimizin üstüne düşen ancak apaçık tebliğdir."

"Allah O'dur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. Onun için, iman edenler ancak Allah 'a güvenip dayansınlar", her şeyin O'nun katın­dan geldiğine inandıkları için bütün işlerini O'na havale etsinler. [19]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

İnsanları mümin kâfir diye ikiye ayırdıktan, iman edip salih amel iş­lenmesini emrettikten, inkârı yasak edip kişiyi bundan uzaklaştırdıktan sonra Allah Tealâ insanın başına gelen hayır ve şer her şeyin Allah'ın kaza ve kaderi ile, Allah'ın iradesi ile tertip ve tedbir edilmiş olan kevnî kanun­lara uygun olarak meydana geldiğini beyan etmiş, sonra Allah'a ve pey­gambere itaati ve yalnız Allah'a tevekkül edilmesini emretmiştir. [20]

 

Açıklaması:

 

"Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelmez." Yani hayır olsun şer olsun insanın başına gelen her şey Allah'ın kaza ve kaderiyle gelir. Rivayet olunduğuna göre bu ayetin nüzul sebebi şudur: Kâfirler şöyle dediler: "Müslümanların gittiği yol hak olsaydı Allah onları dünyada felâketlerden korurdu." Cevap olarak bu ayet nazil olmuştur.

Dolayısıyla insana düşen hayır olanın elde edilmesi, şer olanın defi için çalışıp gayret etmek, sonra da Allah'a tevekkül etmektir. Neticenin el­de edilmesi ise ancak Allah'ın kaza ve kaderiyle olacaktır. Bu ayetin benze­ri başka bir ayet de şudur: "Gerek yerde gerek sizin kendinizde bir musibet vaki olmamıştır ki biz onu yaratmadan evvel bir kitapta (yazılmış) olma­sın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır." (Hadid, 57/22)

"Kim Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." Yani kim Allah'ı tasdik eder ve kendisine gelen bir mu­sibetin Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğunu bilir, buna sabreder, ecrini Al­lah'tan bekler ve ilâhi takdir ve kazaya teslim olursa, Allah onun kalbini doğruya götürür ve musibet sırasında ona genişlik verir. Allah'ın ilmi ge­niştir, hiçbir şey O'na gizli olmaz, dolayısıyla O, kalpleri ve kalplerin ahva­lini hakkıyla bilir.

îbni Abbas şöyle dedi: "Kim Allah'a iman ederse onun kalbini doğruya götürür." yani onun kalbini yakınî imana götürür, dolayısıyla başına gelen şeyin zaten gelecek olduğunu, gelmeyen şeyin de zaten gelmeyecek olduğu­nu bilir.

Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: "Müminin işi ne güzeldir, Allah bir hüküm verirse mutlaka onun için hayır olur. Ona bir zarar gelirse sabreder, bu onun için hayırdır, bir sevinç gelirse şükreder, bu onun için hayırdır. Bu, müminden başka hiç kimse için yoktur."

Sonra Allah Tealâ kendisine itaat edilmesini emrederek şöyle buyur­du: "Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz elçimi­zin üstüne düşen ancak apaçık bir tebliğdir." Yani emrettiği hususlarda Al­lah'a itaatle meşgul olun, tebliğ ettiği hususlarda peygamberine itaatle meşgul olun, hakkında emir olan şeyleri yapın, nehyedilen yasak edilen şeyleri terkedin. Eğer itaat etmez amelden geri durursanız vebali sizin üzerinizedir, peygamberin bir vebali yoktur, onun vazifesi açık açık tebliğ­dir, size vacip olan da emrolunduğunuz konuda itaat etmedir. Zühri şöyle dedi: Peygamberlik Allah'tandır, peygamberin vazifesi tebliğ, bize vacip olan da teslimiyettir.

Sonra Cenab-ı Hak kendisine tevekkülü emrederek şöyle buyurdu: "Allah O'dur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. Onun için iman edenler ancak Allah'a güvenip dayansınlar." Yani O, kendisinden başka hiçbir rab ve ilâhın bulunmadığı, bir tek, her şeyin Ona muhtaç kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'tır. İbadete lâyık olan yalnız O'dur. Öy­leyse tek ilâh olarak sadece Allah'ı tanıyın, amellerinizi sadece O'nun için yapın, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, işlerinizin sonucunu O'na bırakın, başkasına değil yalnız O'na dayanın. Nitekim Allah ayet-i kerimede: "Şar­kın garbın Rabbi. Kendisinden başka ilâh yoktur. Öyleyse onu vekil edinin." (Müzzemmil, 73/9) buyurmuştur.

Bu, Allah'a güvenmenin, Ona dayanmanın ve devamlı O'ndan yardım istemenin vacip olduğu hususunda kullara bir irşaddır. [21]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayetler iman ve hüküm koyma hususunda şu esaslara işaret et­mektedir:

1- Kaza ve kadere rıza göstermek vaciptir. Yani kâinatta meydana ge­len her şey, insanın gerek kendisi, gerek malı, gerek sözü, gerek fiiline ge­len her musibet Allah'ın bilgisi ve hükmü dahilinde olur.

2- Kim, başına gelen her musibetin ancak Allah'ın izniyle olduğunu bi­lir ve tasdik ederse Allah onun kalbini sabra, rızaya ve iman üzere sebata muvaffak kılar. Bu insan verilirse şükreder, bir sıkıntıya düşerse sabreder, zulme uğrarsa zalimi affeder. Allah her şeyi bilendir. Emrine boyun eğip teslim olanın teslimiyeti, emrinden hoşlanmayanın hoşnutsuzluğu O'na gizli değildir.

Dünyada musibetlere duçar olmak Allah'ın hoşnutluğunun bulunma­yışına bir delil olmadığı gibi, bunlardan kurtulmuş olmak da bunun varlı­ğına bir delil değildir.

3- Müminlere vacip olan, musibetleri büyütmeyip Allah'a ibadet ve ta-atle, Kitab-ı Kerim'iyle amel etmekle, sünnetiyle amel ederek Rasulullah'a (s.a.) itaatle meşgul olmaktır. Bu taatten yüz çevirirlerse peygambere dü­şen ancak tebliğdir.

4- İnsanlara kesinlikle farz olan ilâh olarak sadece Allah'ı bilmek, yal­nız O'na ibadet etmektir. O'ndan başka ilâh, O'ndan başka mabud, O'ndan başka yaratıcı yoktur. Yalnız Allah'a dayanmak, O'nun hakkında hüsn-i zan beslemek, sebeplere sarıldıktan, yerine getirilmesi gereken çalışma ve gayretleri yaptıktan sonra Allah'a dayanmak onların üzerine bir vecibedir. [22]

 

Eşlerin, Mal Ve Evladın Bir İmtihan Olması, Takva Ve İnfakın Emredilmesi:

 

14- Ey iman edenler! Eşlerinizin, ev­lâtlarınızın içinde hakikaten size düşman da vardır, öyleyse onlardan sakının. Af eder, kusurlarını başla­rına kakmaz örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyi­cidir.

15- Mallarınız da evlâtlarınız da si­zin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfat O'nun nezdindedir.

O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, ita­at edin, kendinizin hayrı olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğin­den korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

17-  Eğer Allah'a gönül hoşluğuyla ödünç verirseniz onu sizin için kat kat artırır. Hem sizi bağışlar da. Al­lah, aza çok mükâfat veren, ceza hususunda acele etmeyendir.

18-  Gizliyi de aşikarı da bilendir, galib-i mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Belagat:

 

"Gizliyi de aşikarı da..." kelimeleri arasında tezat vardır.

"Eğer Allah'a ödünç verirseniz..." cümlesinde temsilî istiare vardır. Al­lah yolunda harcama yapmak, fakire sadaka vermek Allah'a ödünç verme­ye benzetilmiştir. Ödüncün geri ödenmesi vaciptir. Allah da bunun sevabını vermeyi üstlendiğinden "ödünç" demiştir.

"Rahim, Azim, Halim, Hakim" kelimelerinde son harfler aynı olduğu için seci vardır. [23]

 

Kelime Ve İbareler:

 

"Ey iman edenler!" Sizi ibadetten ve cihad gibi hayırlı işlerden alıkoydukları için "eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düşman da vardır. Öyleyse onlardan sakının." Hayırlı ve güzel işler yapmanıza engel oluyorlar diye onları cezalandırmayıp "af eder", yaptıklarını görmezlikten gelir, "kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz, şüphesiz Allah Tealâ çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir", siz evlâdınıza nasıl davranırsanız Allah da size öyle davranır.

"Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır", onlarla meşgul olurken ahireti unutup unutmayacağınız konusunda imtihandası­nız. "Allah Tealâ ise", Allah'a sevgi ve O'na itaati mal ve evlât sevgisine ve onlar için koşuşturmaya tercih edene vereceği "büyük mükâfat O'nun nez-dindedir."

"O halde gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun" bu konuda gayret edin, nasihatlarını "dinleyin" emirlerine "itaat edin", O'nun rızasını kazan­mak için "kendinizin hayrı olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden ko­runursa, işte onlar kurtuluşa erdenlerin ta kendileridir."

"Eğer" malınızı O'nun emrettiği şekilde harcayarak "Allah'a gönül hoşnutluğu ile ödünç verirseniz onu sizin için kat kat artırır" sevabını bire ondan yediyüz katı ve daha yukarıya katlar."Hem sizi" bu harcamanızın bereketiyle "bağışlar da. Allah aza çok mükâfat veren, ceza hususunda ace­le etmeyendir. Gizliyi de aşikârı da bilendir" hiçbir şey ona göre gizli değil­dir. "Mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir" tam ve kâmil mana­da kudret ve ilim sahibidir. Varlıkları yaratmada ve onları evirip çevirme­de her şeyi yerli yerinde yapandır. [24]

 

Nüzul Sebebî:

 

"Ey iman edenler, eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düş­man da vardır." ayetinin (14. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Tirmizi, Hakim ve İbni Cerir'in İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre "Ey iman edenler eşlerinizin..." ayeti bir grup Mekkeli hakkında nazil olmuştur. Bun­lar müslüman olduklarında eşleri ve çocukları onları bırakmak istemediler. Medine'ye Rasulullah (s.a.)'a geldiklerinde insanların dinlerini daha iyi öğ­rendiklerini görünce eş ve evlâtlarını cezalandırmak istediler. Bunun üze­rine "Af eder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz..." ayeti nazil oldu.

İbni Cerir'in Ata b. Yesar'dan rivayet ettiğine göre bu on dördüncü ayet hariç Teğabün Suresinin hepsi Mekke'de nazil olmuştur. Bu ayetler ise Evf b. Malik el-Eşcai hakkında nazil olmuştur. Malik, ehlü iyal sahibi biri­si idi. Gazaya çıkmak istediği zaman ailesi ağlaştılar, önüne geçip "Bizi ki­me bırakıyorsun!" dediler. O da dayanamayıp kaldı. Bunun üzerine bu ayet indi. Surenin sonuna kadar ki diğer ayetler Medine'de indi.

İbni Abbas'tan bir başka rivayete göre birisi hicret etmek istiyor hanı­mı bırakmıyordu. Adam ona "Yemin ederim ki Allah bizi hicret yurdunda bir araya getirirse şunları şunları yapacağım." dedi. Allah da onu ve çoluk çocuğunu hicret yurdunda birleştirdi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

"O halde gücünüz yettiği kadar..." ayetinin (16. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak da İbni Ebi Hatem'in Said b. Cübeyr'den rivayetine göre "Ey iman edenler Allah'tan hakkıyla korkun." ayeti indiğinde bunun tatbiki as­haba çok ağır geldi, namaz kılmaktan ayakları şişti, alınları yara oldu. Bu­nun hafifletmek için Allah "O halde gücünüz yettiği kadar Allah'tan kor­kun." ayetini indirdi.[25]

 

Ayetler Arası İlişki:

 

Allah'a ve Rasulüne taati emrettikten sonra Allah Tealâ, bu taate ma­ni olan eş ve evlâtlardan sakınılmasını istedi. Sonra Allah Tealâ mal ve ev­lâdın bir imtihan olduğunu, dikkat edilmesi lâzım geldiğini ifade etti. Son­ra takva üzere olunmasını, infak edenlere kat kat sevap vereceğini, onları affedeceğini beyan ederek Allah yolunda infak edilmesini emretti. [26]

 

Açıklaması:

 

"Ey iman edenler, eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düş­man da vardır, öyleyse onlardan sakının." Yani ey Allah'ı ve peygamberini tasdik edenler! Eş ve evlâtlarınızdan bazıları sizin için uhrevi düşman ola­bilir, yani size ahirette fayda verecek salih ameller ve hayru hasenat yap­manıza mani olabilirler. Bu sebeple onlara karşı tedbirli olun, onlara karşı sevgi ve şefkatinizi Allah'a itaate tercih etmeyin sakın.

Bunun nüzul sebebini yukarıda görmüştük: Mekkelilerden birtakım erkekler müslüman oldu ve hicret etmek istediler. Eş ve çocukları onları bı­rakmadılar. Bu sebeple Allah Tealâ onlardan sakınmalarını, onlara boyun eğmemelerini emretti. Rasulullah'ın (s.a.) şöyle dediği rivayet edilir: "Üm­metimin üzerine öyle bir zaman gelecek ki o zamanda kişinin helaki eşi ve çocuklarının elinden olacak. Onu fakirlikle ayıplayacaklar, o da bu yüzden kötü bir yol tutup helak olacak.[27] buyurdu.

Sonra Allah Tealâ bunların affedilmesini emrederek şöyle buyurdu: "Af eder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlı-ğayıcı, çok esirgeyicidir." Yani eş ve evlâtlarınızı cezalandırmamak suretiy­le irtikap ettikleri günahlarını affeder, onları bu yüzden azarlamaz, sitem etmez, özür dilemelerine zemin hazırlamak için hatalarını gizlerseniz Al­lah muhakkak kullarının günahlarını affeden, onlara merhamet edendir. İnsanlara yaptıklarından daha güzeliyle muamele eder.

Sonra Allah Tealâ bu emre biraz daha açıklık getirerek şöyle buyurdu: "Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfat onun yanındadır." Yani mal ve evlât imtihandır, mih­nettir, denemedir, belki sizi haram kazanmaya sevkeder, Allah hakkını eda etmenize mani olur, günah işlemenize sebep olur. Allah'a taati tercih eden, mal ve evlât sevgisi uğruna Allah'a isyan etmeyenlere Allah Tealâ nezdin-de bol bol sevap vardır.

Ahmed, Tirmizi, Hakim ve Taberani Ka'b b. Iyaz'ın şöyle dediğini riva­yet ettiler: Rasulullah'ı (s.a.) dinledim şöyle diyordu: "Her ümmetin bir im­tihanı vardır, benim ümmetimin imtihanı da maldır."

Ahmed ve Bezzar'ın Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiğine göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Çocuk kalbin meyvasıdır. O seni korkaklığa, cimriliğe ve üzüntüye sevkedebilir."

Taberani'nin Ebu Malik el-Eşari'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Düşmanın, sen onu öldürdüğünde senin için bir kur­tuluş olan, o seni öldürdüğünde cennete gireceğin kişi değildir. Lâkin belki senin düşmanın, senin soyundan gelen çocuğundur. Bundan sonra en azılı düşmanın malındır."

Sonra Allah Tealâ takvayı, taatı ve infakı emrederek şöyle buyurdu:

"O halde gücünüzün yettiği kadar, dinleyin, itaat edin, kendinizin hay­rı olarak harcayın." Yani o halde gücünüzü ve takatinizi sonuna kadar kul­lanarak Allah'ın emirlerine sanlın, nehiylerinden kaçının. Nitekim Buhari ve Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyuruyor: "Size bir şey emrettiğim zaman gücünüz yettiği ka­dar onu yerine getirin. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ondan kaçının." Size emredileni dinleyin, Allah'ın ve peygamberin emirlerine itaat edin. Al­lah'ın size ihsan ettiği mallardan hayır yollarında harcayın, cimrilik yap­mayın, zira dinin ve ümmetin maslahatına olan yerlere harcama yapmak sizin için mal ve evlâttan daha hayırlıdır ve daha çok saadet getirir. Bu si­zin için dünyada da ahirette de daha hayırlıdır. Bunu yapmazsanız sizin için dünyada da ahirette de şer olur.

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar muratlarına erenle­rin ta kendileridir." Yani Allah Tealâ kimi cimrilik ve eli sıkılık hastalığın­dan korur ve o insan Allah yolunda, hayır yolunda infakta bulunursa, işte o umduğuna nail olan, istediğine kavuşanın ta kendisidir.

Sonra Allah Tealâ infak için yaptığı teşviki şu sözleriyle tekit etti:

"Eğer Allah'a gönül hoşnutluğu ile ödünç verirseniz onu sizin için kat kat artırır. Hem sizi bağışlar da. Allah aza çok mükâfat veren, ceza husu­sunda acele etmeyendir." Yani mallarınızın bir kısmını samimi bir niyetle ve gönül rızası ile hayır yollarında harcarsanız, Allah size kat kat sevap verir bir hasenenin karşılığında on mislinden yediyüz misline, hatta sınır­sız şekilde kat kat sevap verir, aynı zamanda günahlarınızı da bağışlar. Allah az amele çok sevap verir, bağışlar, affeder, günahları ve hataları örter, kendisine isyan edeni cezalandırmakta acele etmez.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Verdiğinin kat kat fazlasını kendi­sine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir?" (Bakara, 2/245).

Hakim ve İbni Cerir'in Ebu Hureyre'den rivayet edip Hakim'in "sahih­tir" dediği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah, kulumdan ödünç istedim vermek istemedi." der. Sonra Ebu Hureyre "Eğer Allah'a gönül hoş­nutluğu ile..." ayetini okudu.

Sonra Allah Tealâ infak hususunda daha ziyade teşvik ederek şöyle buyurdu:

"Gizliyi de aşikârı da bilendir, galib-i mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir." Yani muhakkak Allah Tealâ size göre aşikâr olanı da gizli olanı da en iyi bilendir, galip ve kahirdir, derin hikmet sahibidir, her şeyi uygun yerine koyar. [28]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Bu ayet-i kerimeler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah Tealâ her insanı eş ve evlâdın zararlarına, onların düşmanlık yapmalarına karşı uyardı. Bu zarar ya dinî ve uhrevî veya dünyevî olur. Dinî zararı: Allah'ın ve peygamberin emirlerine itaat etmesine, İslâm'ın ilk yıllarında hicret farz iken hicret etmesine ve cihad yolunda malını infak et­mesine mani olma şeklinde olabilir. Dünyevî zararı: Onları memnun etmek için, meselâ nafaka için hırsızlık yapması veya iki hanımdan birini diğeri­nin hatırı için yüz üstü bırakması veya onların hatırı için komşu ile, dost ve yakını ile irtibatı kesmesi gibi bir günah irtikap etmesi şeklinde olabilir.

Aslında bu düşmanlık ancak inkâra sebep olmaları ve iman etmesine mani olmaları halinde olur. Bu ise müminler arasında olmaz. Çünkü onla­rın iman etmiş eş ve çocukları kendilerine düşman olmazlar. Yukarıda da geçtiği gibi "Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır." ayet-i kerimesi eşlerini ve babalarını hicret etmekten alıkoyan eş ve evlât­lar hakkında nazil olmuştur. İbni Abbas "Allah'a isyan olan hususta eş ve evlâtlarınıza itaat etmeyin." demiştir. Ayet-i kerime insanın ehli ve evlâdı sebebiyle işlediği bütün günahlar hakkında umumidir. Zira sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına mani değildir.

2- Eş ve evlâtlar kendileri düşman değildir, onlar ancak yaptıkları se­bebiyle düşmandırlar. Eş ve çocuk insana düşmanın yaptığını yaparsa düş­man olur. Sahih-i Buharı de Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadiste Rasu­lullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Şeytan insanoğlunu saptırmak için iman yoluna oturur ve ona der ki: Kendi dinini ve babaların dinini terkedip de müslüman mı olacaksın? Bu kişi onu dinlemez ve iman eder. Sonra gider insanın hicret yoluna oturur ve der ki: Malını mülkünü çoluk çocuğunu bırakıp hicret mi edeceksin? O da dinlemez. Hicret eder. Sonra cihad yoluna oturur ve ona ci-had edip de canından mı olacaksın, hanımlarını başkası nikâlayacak, ma­lın taksim olunacak? O da dinlemez cihad eder ve öldürülür. İşte bu kişiyi cennete koymak Allah'ın üzerine vaciptir." Yani o kişi cenneti hak etmiştir.

Şeytanın insana yaklaşması ya vesvese ile olur veya onu eşinin, çocu­ğunun veya arkadaşının istediğini yapmaya teşvik etmesi suretiyle olur. Ayet-i kerimede: "Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler." (Fus-silet, 41/25) buyrulmuştur.

3- Hata ve kusurları affedip bağışlamak, intikam ve cezadan daha fa­ziletlidir. Şüphesiz Allah Tealâ kötülükleri affeder, kullarına karşı merha­metlidir, ceza vermekte acele etmez. Affedip bağışlamanız halinde, O size bunun karşılığını daha hayırlı olarak verecektir.

4- Mal ve evlâtlar, bazen haram kazanmaya sevkeden Allah'a karşı vazifelerimizi eda etmemize mani olan birer imtihandır. Allah'a isyan olan hususlarda onlara itaat edilmez. Nitekim hadis-i şerifte şöyle varid olmuş­tur: "Kıyamet günü kişi huzura getirilir ve denilir ki "Onun hasenatını ehlü iyaliyedi.[29]

5- Allah katındaki büyük ecir olan cennet asıl gayedir, bundan daha büyük ecir yoktur. Bu ahirete tevsik, dünyaya meyli azaltmaktır. Buhari ve Müslim'de -ki buradaki lafız Buhari'ye aittir- Ebu Said el-Hudri'den riva­yet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah cennet ehli­ne "Ey cennet ehli!" diyecek onlar da "Buyur ya Rabbi" diyerek cevap vere­cekler. Allah "Memnun oldunuz mu?" diyecek. Onlar da: "Nasıl memnun ol­mayalım, hiç kimseye vermediğin nimetleri bize verdin" diyecekler. Cenabı Hak "Size bundan daha üstün olanı vereyim mi?" diyecek, onlar da: "Ya Rabbi, bundan daha üstün şey nedir ki?" deyince Allah "Size rızamı ve hoş­nutluğumu verdim, bundan sonra asla size gazap etmeyeceğim." diyecek.

6-  "Gücünüz yettiğince Allah'tan korkun. Allah hiç kimseyi gücünden fazlasıyla mükellef tutmaz." (Bakara, 2/286) ayetlerinde de işaret edildiği gibi Allah'tan korkma, yani emirlerine uyma, nehiylerinden kaçınma takat miktarınca olur.

Katade gibi bazı alimlere göre "Gücünüz yettiğince Allah'tan korkun" ayeti "Ey iman edenler, Allah 'tan hakkıyla korkun." (Ali İmran, 3/102) aye­tini neshetmiştir. Diğer bazılarına göre bu iki ayet arasında tearuz yoktur. Çünkü "Allah'tan hakkıyla korkun." ayetinden güç yetmeyecek hususlarda takva kastedilmemektedir, çünkü bu takatin ve gücün üstündedir.

Mücahid gibi müfessirlerin çoğunun görüşüne göre "Gücünüz yettiğin­ce Allah'tan korkun." ayetinden maksat, Allah'a itaat edilip isyan olunma-masıdır. Yukarıda da geçtiği gibi bu ayetin bazılarının evlâtlarının ve eşle­rinin engellemesi sebebiyle şirk yurdundan İslâm memleketine hicrette ge­cikmeleri sebebiyle nazil olduğunda tefsir alimleri arasında ihtilâf yoktur.

7- Allah Tealâ, dinleyip itaat etmeyi, yani müminlere verilen öğütleri dinlemeyi, emirlerine itaat edip nehyedilenleri terketmeyi emretmiştir.

8- Yine Allah Tealâ zekât, sadaka, kendisi ve ailesi için cihad ve infak edilmesini emretmiştir. Bu ayet-i kerime umumidir. Sahih hadiste varid ol­duğuna göre birisi Rasulullah'a (s.a.) "Benim elimde bir dinarım var?" dedi. Rasulullah (s.a.) ona "Kendine harca." dedi. Adam: "Bir tane daha var." de­di. Rasulullah (s.a.): "Ailene harca." dedi. Adam: "Başka da var" dedi. Ra­sulullah: "Çocuğuna harca." dedi. Adam: "Bir tane daha var." dedi. Rasulul­lah: "Tasadduk et." dedi. Bu hadiste Rasulullah (s.a.) önce kendisinden, ai­lesinden ve çocuklarından başladı, sadakayı sonraya bıraktı. Dinde aslolan işte budur.

Aslında infak etmek kişi için en hayırlısıdır, çünkü bunun Allah katın­da bol mükâfatı vardır. Bu sebeple Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Kim nefsi­nin cimriliğinden korunursa, işte bunlar felaha edenlerin ta kendileridir."

9- "Eğer Allah'a gönül hoşnutluğu ile ödünç verirseniz, onu sizin için kat kat artırır. Hem sizi bağışlar da." ayetleriyle daha önce yaptığı Allah için infak etme teşvikini teyit etti. Burada Allah Tealâ, gönül rızasıyla, ih-lâsla verilen karz-ı hasenin neticesi olarak o karzın sevabının kat kat veri­leceğini, günahların affedileceğini ifade etmiş, zat-ı akdesinin aza çok mü­kâfat vereceğini, huzuruna yakın olanları seveceğini, ceza vermekte acele etmediğini beyan etmiştir. Karz-ı hasenden maksat, daha önce de geçtiği gibi ihlâsla ve gönül rızasıyla helâl malından tasadduk etmektir.

10- "Gizliyi de aşikârı da bilendir, galib-i mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir." ayeti daha önce geçen infak emrini teyit etmektedir. Ya­ni Yüce Allah görülen görülmeyen her şeye muttalidir, galip ve kahirdir, yaratma ve tedbiri muhkem yapan, her şeyi yaratan, rızıklan ihsan eden O'dur. Bu, Allah'ın ilminin ve kudretinin kemâline delâlet eder. [30]



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/481.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/481-482.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/482.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/483.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/483-484.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/484-485.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/485-486.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/487-488.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/488.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/488-489.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/489-490.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/491.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/491-492.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/492.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/492-494.

[16] İbnü´l-Arabi, Ahkamu´ul-Kur´an,ΙV/1804, KurtubiXVIII/128.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/494-495.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/496.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/496.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/496.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/497-498.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/498.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/499.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/499-500.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/500-501.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/501.

[27] Alûsî, XXVIII/126.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/501-503.

[29] Alûsî, XXVIII/127.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/503-505.