TAHRIM SURESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 3

Nüzul Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 7

 


TAHRIM SURESİ

 

Medîne'de inmiştir. 12 âyettir.

 

Takdim

 

Tahrîm sûresi Medine'de inen ve hukukî konuları ele alan sûrelerden­dir. Bu sûre "Nübüvvet evi" ve mü'minlerin anneleri (r. anhunne) Rasulullah (s.a.v)'m pâk eşleri ile ilgili hükümleri konu edinir. Bu da müslüman evine şekil verme ve mutlu aileye en güzel örneği arzetme çerçevesinde ele alın­maktadır.

Bu mübarek sûre, başlangıçta Rasulullah (s.a.v)'in cariyesi Mâriye el-Kıbtî'yi kendisine haram kılmasından ve bazı pâk. eşlerinin isteklerini ye­rine getirmek için onunla beraber bulunmaktan sakınmasından bahseder. Allah'ın, Peygamberi (a.s.) için genişlettiği şeyi, Peygamber (a.s.) kendisi­ne daralttığı için ona bir sitem geldi. Ki bu sitem ince ve kibar olup Allah'­ın, kulu ve resulü Muhammed'e (s.a.v.) olan inayetini gösteren bir sitemdir: "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını isteyerek, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?"

Bu mübarek sûre, önemli bir olayı ele almaktadır ki o da eşler arasın­da vuku bulan sırrı yaymaktır. Bu ise, evlilik hayatını tehdit eder. Sûre bu olaya, Allah resulünü misal getirmiştir. Rasulullah (s.a.v) Hafsâ'ya (r. anhâ) bir sır vermiş ve ondan bunu gizli tutmasını istemişti. Hafsâ bunu Aişe'ye (r. anhâ) anlatmış ve neticede sır yayılmıştı. Bu olay Hz. Peygamber (s.a.v)'i kızdıran ve hattâ eşlerini boşamasını düşünecek duruma getiren bir olaydır: "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti..."

Bu mübarek sûre, Peygamber (s.a.v)'in eşlerini, aralarında rekabet çı­kıp basit şeylerden dolayı birbirlerini kıskanınca sert ve şiddetli bir şekilde kınamış ve Allah'ın, Peygamberine (s.a.v.) yardım etmek maksadıyle onla­rın yerine ona daha hayırlı eşler vermekte tehdit etmiştir: "Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin ona sizden daha iyi, kendini Allah'a teslim eden, inanan, sebatla İtaat eden, tevbe eden... hanımlar vermesi umulur"

Sûre iki misal getirerek sona erer. Birincisi salih mü'min bir kişinin nikâhında bulunan kâfir eş için misal; ikincisi kâfir ve günahkâr bir adamın nikahında bulunan mü'min eş için misaldir. Bunu, insanın salih ameli ol­mazsa, âhirette ne bir kimsenin başkasına fayda vereceğine, ne de hasep ve nesebin yarar sağlayacağına kulların dikkatini çekmek için getirmiştir:

«Allah, inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu iki­si, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhında iken onlara hainlik ettiler (Allah'ı inkâr edip sonra da iman etmediler). Kocaları, Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, "Ateşe girenlerle beraber siz de gi­rin" denildi. Allah, inananlara da Firavım'ım karısını misal gösterdi. O, "Rabbim! Bana katından, cennette bir ev yap..." demişti.» Bu, sûrenin, iman ve erdem temellerini sağlamlaştırmak hususundaki hedeflerine ve havasına uygun parlak bir sona erdirmedir. [1]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Ey Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi eşlerinin rızâsını gözeterek niçin kendine haram edi­yorsun. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

2. Allah, yeminlerinizi  çözmenizi size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'dır. O, bilen, her şeyi hikmetle idare edendir.

3. Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygambere açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Pey­gamber bunu ona haber verince eşi "Bunu sana kim ha­ber verdi?., dedi. Peygamber "Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana haber verdi" dedi.

4. Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (sizin için daha iyi olur.) Çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ve eğer Pey­gambere karşı birbirinize arka verirseniz şüphesiz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve sâlih mü'mini erdir. Bunların ar-dmdan melekler de (ona) yardımcıdır.

5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibâdet eden, hicret eden, dul ve bakire eşler ve­rebilir.

6. Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan­lar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah'ın emirlerine karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

7. "Ey kâfirler, bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezâsni çekeceksiniz"  denilir.

8. Ey îman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte îman edenleri utandır­mayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların, nurları, önlerinden ve yanla­rından koşar da, "Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bi­zi bağışla, çünkü Sen her şeye kadirsin" derler.

9. Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehen­nemdir. O ne kötü, gidilecek yerdir.

10. Allah inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misâl verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!" denildi.

11. Allah, inananlara da Firavun'un karısını misâl gösterdi. O, "Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni bu zâlim topluluktan kurtar!" demişti.

12. Irzını korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.

 

Kelimelerin İzahı

 

Tahille, yemini kefaretle çözmek demektir.  : Haktan meyletti, uzaklaşıp kaydı. Kabı eğdi, demek­tir.

Kânitât, itaat edenler manasınadır. "Boyun eğerek devamlı itaat etmek" mânâsına gelen kökündendir.

Nasûh; samimi, sadık manasınadır. "Nasûh tevbe", bir daha günaha dönülmemek üzere yapılan tevbedir. Bunda samimiyet ve doğruluk bulunduğu için "nasûh tevbe" denilmiştir. Bal, mumundan ayrılıp saf haline geldiğinde,  Bu, saf baldır, denir.[2]

Sert ol. Sertlik mânâsına gelen kökündendir.

İffetli oldu ve çirkin  iş yapmaktan kendini korudu. [3]

 

Nüzul Sebebi

 

a. Rivayete göre Peygamber (s.a.v), günlerini, eşleri (r. anhunne) ara­sında taksim ederdi. Hafsa'nın günü gelince, Hafsa, anne ve babasnı ziyaret için Rasulullah (s.a.v)'tan izin istedi. Rasulullah (s.a.v)'da ona izin verdi. Hafsa gidince, cariyesi Mâriye el-Kıbtî'ye haber gönderip onu getirtti ve Hafsa'nın evinde onunla birlikte oldu. Hafsa dönüp onu evinde görünce büyük bir kıskançlık hissetti ve şöyle dedi: "Ben yok iken, onu evime sokup, yatağımda .onunla birlikte mi oldun?! Bunu sadece, beni hakir gördüğün için yaptığın kanâatindeyim." Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) gönlünü almak için ona: "Mâriye'yi kendime haram kıldım. Bunu sakın hiç kimseye söyle­me" dedi. Rasulullah (s.a.v) Hafsa'nın yanından çıkınca, Hafsa, Âişe ile kendi arasındaki duvara vurdu ve Peygamber (s.a.v)'in sırrını ona bildirdi. Hafsa ile Aişe, birbirleriyle sıkıfıkı idiler. Rasulullah (s.a.v) bu olaya kıza­rak bir ay eşlerinin yanma girmemeye yemin etti ve onlardan ayrıldı. Bu­nun üzerine Yüce Allah, "Ey Peygamber! Allah'ın helal kıldığını niçin ken­dine haram kılıyorsun?" mealindeki âyeti indirdi.[4]

b. Rivayete göre Rasulullah (s.a.v) eşi Zeyneb'in yanma girer ve ora­da bal içerdi.Bunu gören Âişe ve Hafsa, Rasulullah (s.a.v) kendilerine yak­laştığında ona "meğâfir yemişsin" demek üzere anlaştılar. Meğâfir, tatlı fa­kat kötü kokusu olan bir yiyecektir. Rasulullah (s.a.v) Hafsa'nın yanma varınca Hafsa bu sözü ona söyledi. Sonra Rasulullah (s.a.v) Âişe'nin yanına girdi. O da aynı şeyi söyledi. Rasulullah (s.a.v) kendisinden kötü bir koku­nun yayılmasını istemezdi. Rasulullah (s.a.v) "Hayır, fakat ben Zeyneb'in yanında bal içmiştim. Bir daha onu içmeyeceğim" dedi ve buna yemin etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber! Allah'ın helal kıldığını niçin kendine ha­ram kılıyorsun?" mealindeki âyet indi.[5]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. "Ey Peygamber!" şeklinde yapılan hi­tap, onun yüce ve şerefli makamına saygı, ta'zim ve hümet edilmesini ifâde eder. Yüce Allah, Hz. Muhammed'e (s.a.v.), diğer peygamberlere hitap etti­ği gibi ismi ile hitap etmedi. Allah onlara "Ey İbrahim!, Ey Nuh!, Ey Mer­yem oğlu Isa!" diyerek isimleriyle hitap etmişti. Hz. Muhammed (a.s)'e "Ey Nebî!" veya "Ey Rasûl!"diye hitap etmesi, onun, nebî ve rasullerin en üstünü olduğuna en büyük delildir. Yani, ey, Cebrail vasıtası ile kendisine gökten vahiy ve haber gelen! Allah'ın sana helal kıldığı kadını, niçin ken­dine haram kılıyorsun? Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v) ümmü vele­di olan Mâriye ile, Hafsa'nın evinde beraber oldu. Hafsa durumu öğrenince Rasulullah (s.a.v) ona: "Mâriye'yi kendime haram kıldım. Fakat bu sırrımı sakla" dedi. Bunun üzerine, "Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığını niçin haram kılıyorsun?" mealindeki âyet indi.[6] Sûrenin, bu azarlama üslû­bu ile başlamasında, açık ve güzel bir merhamet vardır. Zira Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v)'ı eşlerinin gönlünü hoş etmek maksadıyla kendisini sıkıntıya sokmasından dolayı azarladı. Sanki şöyle buyurdu: Eşlerin, senin gönlünü hoş etmek için gayret ederken, sen onların uğruna kendini sıkıntıya sokma. Kendini bu sıkıntıdan rahatlat.» Allah'ın sana helal kıldığım haram kılarak eşlerinin gönlünü kazanmak istiyorsun. İbn Cüzeyy şöyle der: Bundan maksat, Rasulullah (s.a.v)'m, Hafsa'nın gönlünü kazan­mak için Cariyeyi kendisine haram kılmasıdır. Bu gösteriyor ki, âyet, Cari­yeyi haram kılma hakkında inmiştir. Balı haram kılma konusuna gelince, Rasulullah (s.a.v)'in bundan maksadı eşlerinin gönlünü kazanmak değildir. O, sadece kokusundan dolayı bal yemeği bırakmıştır.[7] Allah'ın mağfireti bol, rahmeti geniştir. Zira, Mâriye'yi kendine yasak etmen husu­sunda sana hoşgörülü davranmıştır. O sadece, sana olan merhametinden do­layı seni azarladı. Burada Yüce Allah'ın bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v)'i azarlamasının ona bir lütuf olduğuna işaret vardır. Azarlama sadece, Pey­gamber (s.a.v)'in kendisini sıkıntıya sokması, zevk ve fayda göreceği şey­den sakınmasından dolayıdır. Zemahşerî'nin, "Bu, Rasulullah (s.a.v)'ın bir hatasıdır. Çünkü o, Allah'ın kendisine helal kıldığını haram kılmıştır" şek­lindeki yorumu ne kötüdür. Böyle bir yorum, peygamberlik makamına karşı saygısızlık ve Ma'sum Peygamberin (s.a.v.) sıfatlarını bilmemektir. Ze­mahşerî'nin iddia ettiği gibi Rasulullah (s.a.v helâli haram kılmamıştır ki, bu bir muhalefet ve isyan sayılsın. O sadece, eşlerinden birinin gönlünü hoş etmek için bir cariyesine yaklaşmaktan sakmmıştır. Dolayısıyle Yüce Al­lah, kendisini sıkıntıya sokacak şeylerle eşlerinin gönlünü hoş etmeye ça­lışmasından dolayı, acıdığı, şeref ve makamının yüceliğini istediği için onu azarladı. Bu azar, Yüce Allah'ın Hz. Peygamber (a.s.)'e ihsan ettiği alışılmış lütuf üslubuyla yapılmıştır.[8]

 

2. Ey Mü'minler toplu­luğu! Allah sizin için, yeminlerinizi çözeceğiniz şeyi meşru kılmıştır. Bu da keffâretle olur. Allah, dostunuz ve yardımcmızdır. O, yarattığını bilen ve yaptığım hikmetle yapandır. O, hikmet ve menfaatin gerektirdiği şeyden başkasını ne emreder, ne de yasaklar.

Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v) ile eşlerinden biri ara­sında geçen olayı açıklamak üzere şöyle buyurdu: [9]

 

3. Hani, bir zamanlar Peygamber Mu-hammed (s.a.v) eşi Hafsa'ya gizlice bir haber söylemiş ve ondan bunu gizli tutmasını istemişti. İbn Abbâs şöyle der: Bu, Hafsa'ya (r. anh§) söylemiş olduğu, Cariyeyi (r. anhâ) kendine haram kılması sırrıdır. Peygamber (a.s.) aynı zamanda Hafsa'ya, kendisinden sonra Ebûbekir ve Ömer (r.anhumâ)'in halife olacağını bir sır olarak söylemiştir.[10]  Bu haberi hiçkimseye söyleme­mesini istemiştir. «Hafsa bu sırn Âişe'ye bildirip ona açınca ve Yüce Allah da Cebrail (a.s.) vasıtasıyle, onun bu sırn yaydığını Peygamberine (s.a.v.) bildirince, Rasulullah (s.a.v) Hafsa'ya sitem ederek, yaydığı bu sırrın bir kısmını ona bildirdi. Haya ve Iütfundan dolayı Hafsa'nin bütün yaptıklarını kendisine bildirmedi. Çünkü faziletli vg erdemli kişilerin âdetlerinden biri de, hataları görmezlikten gelmek ve kınayıp azarlamada müsamahalı davranmaktır. Hasan Basrî, "Erdemli kişi, asla suçun karşılığı olan cezayı tam vermez" der. Süfyân da şöyle der: Görmezlikten gelmek, dâima faziletli ve erdemli kişilerin âdetlerindendir.[11] Hâzin de der ki: Yani, Peygamber (s.a.v), Hafsa'nın Âişe'­ye haber verdiklerinin bir kısmını ona bildirdi ki, bu da, Mâriye'yi kendirfe haram kılmasıdır. Halifelik hususunda verdiği sırrı ifşa ettiğini bildirmedi. Çünkü bu bilginin halk arasında yayılmasını istemedi.[12]  Rasulullah (s.a.v) sırrını yaydığını Hafsa'ya bildirince, Hafsa, "Ey Allah'ın Rasûlü! Sırrını yaydığımı sana kim bildirdi?" dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hafsa, Âişe'den sırrı saklamasını istediği halde, onun bunu yaydığını zannetti ve haber vereni öğrenmek maksadıyle, "bunu sana kim bildirdi? dedi. Rasulullah (s.a.v), bu haberi kendisine Yüce Allah'ın bildir­diğini söyleyince Hafsa susup boyun eğdi.[13] Rasulullah (s.a.v)'da, "Bunu bana, izzet sahibi, kulların sırlarını bilen, herşeyden haberi olan ve hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Rabbim bildirdi" dedi. [14]

 

4. Bu hitap Hafsa ve Âişe'yedir. Onları azarlamada daha etkili olmak ve peygamberlerin efendisine yapmış oldukları eziyetten do­layı tevbe etmeye onları daha fazla teşvik etmek için, III. şahıs kipini bırakıp II. şahıs kipiyle hitap ederek, "Eğer Allah'a tevbe ederseniz" buyur­du. Bu şartın cevabı zikredilmemiştir. Takdiri şöyledir: Eğer tevbe ederse­niz, bu, Peygambere (a.s.) eziyet vermek üzere birbirinize yardım etmeniz­den daha iyidir. Çünkü kalpleriniz, sevdiğini sevmek ve hoşlanmadığından hoşlanmamak suretiyle, Rasulullah (s.a.v)'a göstermeniz gereken samimiyetten kayıp uzaklaşmıştır.[15] Peygamber (s.a.v)'e karşı, onu üzecek konuda yani onunla diğer eşleri arasında meydana gelen olayda, ikiniz birbirinize destek olur­sanız, bilin ki, Yüce Allah onun dostu ve yardımcısıdır. Sizin bu yardımlaş­manız ona zarar vermez. Cebrail ile sâlih mü'minler de onun dostu ve yar­dımcılarıdır, ibn Abbâs şöyle der: Yüce Allah salih mü'minlerle Ebûbekir ve Ömer (r.anhumâ)'i kastetmektedir. Bu ikisi, Âişe ve Hafsa'ya (r.anhumâ) karşı Rasulullah'a (s.a) destek olmuşlardır. İbn Cüzeyy de şöyle der: Yani, ikiniz, aşırı kıskançlık, sırrını yayma ve Peygamberi (s.a.v.) üzecek benzeri şeylerle ona karşı birbirinizi desteklerseniz, bilin ki, onun da yar­dımcısı ve dostu vardır. Sahih hadiste şöyle gelmiştir: Bu olay meydana ge­lince Ömer, Rasulullah'a (s.a.v) geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu kadınlarla ilgili seni üzen şey nedir? Eğer sen onları boşarsan, bil ki Al­lah, melekleri, Ebûbekİr ve Ömer senin yanındadır." Ömer'in (r.a.) bu sözüne uygun olarak bu âyet inmiştir.[16] Ona düşmanlık edenlere karşı Yüce Allah, Cebrail, ve sâlih mü'minlerin, ardından itaatkâr melekler de onun yardımcılarıdır. İşte yardımcıları ve destekçileri bunlar olan kimseye karşı, iki kadının yardımlaşması ne ifade eder?! Yüce Allah Cebrail'in şanını yüceltmek ve Allah katındaki makamını açıklamak için onu tek olarak zikretti. Böylece Cebrail (a.s.), bir defa tek olarak, bir defa da genel melekler içinde olmak üzere iki defa zikredilmiş oldu.  Yüce Allah, sâlih mü'minleri şereflendirmek, onlara özen göstermek ve sâlih ol­manın faziletini yüceltmek için sâlih mü'minleri Cebrail (a.s.) ile melekle­rin ortasında zikretti. Yüce Allah mahlûkâtın en büyüğü olan melekleri zik­rederek âyeti sona erdirdi. Peygamberi (a.s.) yüceltmek, makamının ve ona yapılan yardımın büyüklüğünü göstermek için melekleri ona yardımcı kıldı. Çünkü melekler, seçkin Peygambere (s.a.v.) yardım için çölleri dolduran kalabalık bir ordu mesabesindedir. Artık bundan sonra Peygambere (s.a.v.) karşı kim düşmanlık edebilir?![17]

Bundan sonra Yüce Allah, Peygamber (s.a.v)'in hanımlarını korkuta­rak şöyle buyurdu: [18]

 

5. Fiilinin faili Allah teâlâ olduğunda vücûb ifade eder. Yani, Allah'ın Rasûlü sizi boşarsa yeri­nize, ona sizden daha hayırlı ve üstün sâlih eşler vermek Allah üzerine hak ve vaciptir. Kurtubî şöyle der: Bu, Allah'tan Rasûlüne (s.a.v.) verilmiş bir sözdür. Yani, Rasulullah (s.a.v) dünyada eşlerini boşarsa, Allah'ın onu, on­lardan daha hayırlı kadınlarla evlendireceğine dâir bir vaadidir. Yüce Al­lah, Rasulullah (s.a.v)'m onları boşamayacağını bilir. Fakat, onları korkut­mak için, Rasûlü onları boşadiğı takdirde, ona onların yerine daha hayır­lılarını verebileceğine dâir kudretini bildirdi.[19] Bundan sonra Yüce Allah, onların yerine Rasûlüne vereceği eşleri tanıtmak üzere şöyle buyurdu: Onlar, Allah ve Rasulünün emrine boyun eğen, onlara inanan, kendilerine emredilen şeyleri yapan,  itaata devam eden, masiyete devam  etmeyip günahlardan tevbe eden, ibadet sanki kalpleriyle iyice karışmış da onların karekteri haline gel-mişcesine Allah'a çokça ibadet eden, Allah ve Rasulün uğruna yolculuk ve hicret eden[20] hanımlardır. Bunların bir kısmı dul, bir kısmı da bakire olur. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, hanımları dul ve bakire diye ikiye ayırdı ki, nefis onları daha çok istesin. Çünkü çeşitlilik nefsi rahatlatır.[21] ile arasına atıf 3 'mm gelmesi çeşitleme ve kısımlara ayırmak içindir, söylenmemiş olsaydı mânâ mutlaka bozulurdu. Çünkü bakirelik ve dulluk bir arada bulunmaz. Kur'ândaki bu inceliği bir düşünün...

Yüce Allah, Peygamberin (s.a.v.) hanımlarına özel olarak nasihat ve öğüt verdikten sonra ardından mü'minlere genel öğüt vererek şöyle buyurdu: [22]

 

6. Ey, Allah ve Rasûlüne inanmış ve kendilerini teslim etmiş mü'minler! Kendinizi, eşlerinizi ve çocukları­nızı, alevli kızgın ateşten koruyun. Bu da günahları bırakıp itaat etmekle ve onları eğitip öğretmekle olur. Mücâhid şöyle der: Allah'tan korkun ve aile fertlerinize Allah'tan korkmayı tavsiye edin. Hâzin de şöyle der: Onlara hayrı emredin ve kötülükten nehyedin. Onları öğretip terbiye edin ki, bu şekilde onları ateşten korumuş olasınız.[23] Âyetteki den maksat, hanım­lar, çocuklar ve bunlara katılabilenlerdir. Cehennemin, ateşinin tutuşturulduğu odunu insanlar ve taşlardır. Tefsifciler şöyle der: Taştan maksat kükürt taşıdır. Çünkü o, ısısı en fazla olan ve en çabuk yanan şeydir. Yani cehennem ateşi aşırı derecede sıcak olup bu anlatılanlarla yakılır. Odun ve benzeri şeylerle yanan dünya ateşine benzemez. İbn Mes1ud da şöyle der: Cehennemin içine atılan odun, insanoğlu ve kükürt taşıdır. Bunlar leşten daha pis kokar.[24] O ateşin başında katı kalpli Zebaniler vardır. Hiçkimseye acımazlar. Bunlar, kâfirlere işkence etmekle görevlendirilmiştir. Kurtubî şöyle der: Meleklerden maksat Zeba­nilerdir. Bunlar katı kalpli olup, kendilerinden merhamet istenince acımaz­lar. Çünkü onlar gazaptan yaratılmışlardır. İnsanoğluna nasıl yemek ve içmek sevdirilmişse onlara da insanlara işkence etmek sevdirilmiştir.[25] Onlar hiçbir durumda Allah'a isyan etmez­ler. Erteleme ve oyalama yapmadan emirleri uygularlar.

Kâfirler cehenneme girerken onlara şöyle denilir: [26]

 

7. Ey Kâfirler! Suç ve günahlarınızdan dolayı özür dilemeyin. Bugün özür dilemenin, size bir yararı olmaz. Çünkü, dünyada daha önce uyarildmız ve mazeretinizin orada kabul edileceği bil­dirildi. Siz, sadece yaptığınız çirkin işlerin cezasını çekeceksiniz. Size hiçbir zulüm yapılmayacak. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Bugün herkese kazandığının karşılığı verilecek. Bugün haksızlık yok­tur. Kuşkusuz Allah, hesabı hemen görendir"[27]     buyurmuştur.

Bundan sonra Yüce Allah mü'minleri, doğru ve samimi bir tevbeye çağırdı: [28]

 

8. Ey Mü'minler! Günahlarınızı bırakıp İçten, doğru ve son derece samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Ömer'e (r.a.) Nasûh tevbe'nin ne olduğu sorulunca şöyle cevap verdi: "O, kişinin tevbe ettikten sonra, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemesidir.[29] Ulemâ şöyle der: Nasûh tevbe, şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahtan vazgeçmek, işlenen günaha pişman olmak ve bir daha ona dönmemeye azmetmek. İşlenen suçla, bir insanın hakkı yenmişse dördüncü bir şart ilave edilir. Bu da, hakların, sahiplerine geri verilmesidir. Umulur ki Allah size acır da günahlarınızı siler. Tefsir-ciler şöyle der: Fiilinin faili, Allah teâlâ olduğunda bu fiil vücûb ifade eder. Muhakkak olacak, demektir. Bu, tevbenin kabulü hususunda kendisin­den bir lütuf ve ikram olarak, Yüce Allah'ın kullarını ümitlendirmesidir. Çünkü büyük, vaadedince yerine getirir, Kırallarm âdeti de, bir şey istedik­lerinde demeleridir. Bu, muhakkak olacak, mânâsındadır.[30] Âhirette  de  sizi, köşklerinin  altından  cennet ırmakları akan güzel bağlara ve bostanlara sokacaktır, O gün Allah, Peygamberi ve ona uyan mü'minleri kâfirlerin önünde utandırmayacak, aksine onlara ikram edip aziz kılacaktır. Ebussuûd şöyle der: Burada Yüce Allah'ın rezil ettiği kâfir ve fâşıklara tariz vardır.[31] O mü'minlerin nuru, sırat üzerinde onlar için ışık saçacaktır. Ayın gece karanlığında ışık saçtığı gibi, onların nuru da önleri­ni, arkalarını, sağlarını ve sollarını aydınlatır.[32] Allah'a şöyle diyerek dua ederler: "Ey Rabbimiz! Bu nuru üzerimize tamamla. Onu bizim için devamlı kıl. Bizi, karanlıklarda bocalar bırakma." İbn Abbâs şöyle der: Bu, Allah münafıkların nurunu söndürdüğü zaman, mü'minlerin yaptığı duadır.[33] Korktukları için, cennete varıncaya kadar, bu şekilde Rablerine dua ederler. 3 işlediğimiz günahları bağışla. Sen her şeye, yani bağışlama, cezalandırma, acıma ve azap etmeye gücü yetensin.

Bundan sonra Yüce Allah, düşmanları olan kâfir ve münafıklara karşı cihâd etmeyi emretti: [34]

 

9. Ey Peygamber! kâfirlere karşı kılıç ve mızrakla, münafıklara karşı hüccet ve delil getirerek cihâd et. Çünkü mü­nafıklar, iman etmiş görünüyorlardı. Dolayisıyle onlar dış görünüşleri itiba­riyle müslüman idiler. Bu sebeple Rasulullah (s.a.v)'a onlarla savaş emre­dilmedi. Onlarla sert konuş, onları korkut­mak ve zelil etmek için, onlara yumuşak davranma ki dirençleri kinisin ve davranışları yumuşasm. Ahirette onların kalacağı yer cehennemdir. Suçlu­lar için cehennem, ne kötü varılacak yerdir.

Bundan sonra Yüce Allah kan veya evlilik bağının fayda verme­yeceğine dair kâfirlere misal getirdi. Çünkü kıyamet günü bütün sebepler kesilecek ve iyi amelden başka hiçbir şeyin faydası olmayacaktır: [35]

 

10. Yüce Allah, kâfirlere mü'-minlerle akrabalıklarından istifade edemeyeceklerine dâir, Nuh'un karısı ile Lût'un karısının durumunu misal getirdi, iki kadın, iki büyük peygamberin yani Nûh (a.s.) ile Lût (a.s.)'un nikâhı altında idiler. Yüce Allah, Nûh (a.s.) ile Lût (a.s)'u şereflendirmek ve onla­ra değer vermek için "Kullarımızdan" demek suretiyle onları kullukla nite­ledi. Bu kadınların herbiri inkâr edip iman etmemek suretiyle eşlerine hainlik ettiler.[36] Peygamber olmalarına rağmen, karılarından, Allah'ın azabından hiçbir şeyi savamadılar. « Cehennem bekçileri, kıyamet günü o iki kadına, "Cehenneme giren diğer suçlu kâfirlerle birlikte siz de cehennem ateşine girin" derler. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah ahirette hiçbir kimsenin akrabasına veya soyundan gelen birine fayda sağlayamayacağına dikkat çekmek için bu misali getir­di. Çünkü din, kişi ile akrabalarının arasım ayırmıştır. Nitekim Nûh (a.s) ve Lût (a.s) da, Allah katındaki değerlerine rağmen, eşleri isyan edince, Al­lah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadılar.[37]

 

11. Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal verdi. Bu, iman, ettiği müddetçe akrabasının kâfir olarak kal­masının mii'mine zarar vermeyeceği hususunda, getirilen, bir başka misal­dir. Ebussuûd şöyle der: Yani Yüce Allah, Firavun'un karısının durumunu, kâfir ile akrabalığın mü'minlere zarar vermeyeceği hususunda, onların du­rumuna misal getirdi. Zira o, Allah'ın en büyük düşmanı olan Firavun'un nikâhı altında idi. Halbuki, o en yüksek cennet odalarında bulunuyordu.[38] Tefsirciler şöyle der: Firavun'un karısının adı Âsiye binti Müzâhim idi. Bu kadın Musa'ya (a.s.) iman etmişti. Olay Firavun'a ulaşınca, Firavun Âsiye'-nin öldürülmesini emretmişti. Fakat Allah, Asiye'yi Firavun'un şerrinden korudu. Onun, en büyük kâfir olan Firavun'la birlikte olması ona zarar ver­medi. Alemlerin Rabbinin iki peygamberi olan Nûh (a.s.) ile Lût (a.s.)'un hanımlarının onlarla birlikte olması da, o hanımlara bir fayda sağlamadı, Hani Firavun'un karısı şöyle diyerek Rabbine dua etmişti: "Ey Rabbim! Naîm cennetinde rahmetine komşu olarak benim için yüksek bir köşk yap". Bazı âlimler şöyle der: Bu, ne kadar güzel bir sözdür. Evden Önce komşu seçti. Çünkü, "Cennette yanında bana bir ev yap" dedi.  O,  saray istemeden önce Allah'ın komşuluğunu istemektedir.  Bu âyette, Firavun'un karısının Öldükten sonra dirilmeye iman ettiğine delil vardır. Beni Firavun'un inkârından ve taşkınlığından koru. Beni Kıptîler'den, Firavun'un azgın tâbilerinden kur­tar. Hasan Basrî şöyle der: Firavun'un karısı kurtuluş için dua edince, Allah onu en güzel şekilde kurtardı. Onu cennete kaldırdı. Orada yiyor, içiyor ve nimetlerden faydalanıyor.[39]                

 

12. İman hususunda bir başka misâl de, namusunu çirkin şeylere yaklaşmaktan koruyan İmran binti Meryem'dir. O, iffetli, şerefli ve temizdir. Mel'ûn yahudilerin iddia ettiği gibi değildir. Ya­hudiler, "O zina yaptı. Oğlu îsa da zina mahsulü bir çocuktur" diye iddia etmişlerdi, Elçimiz Cebrail, yakasının açık yerinden üfle­di. Bunun etkisi rahmine ulaştı ve îsa'ya hâmile kaldı. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah Cebrail'i gönderdi. Cebrail (a.s) Meryem'e insan suretinde gö­ründü. Yüce Allah ona, ağzıyle Meryem'in elbisesinin yakasından üfleme­sini emretti. Üfürük inip Meryem'in rahmine girdi. Bu şekilde îsa'ya gebe kaldı.[40]  Allah'ın kutsal emirlerine ve semavî kitaplarına iman etti. Esasen o, Allah'a ibadet ve itaat eden kavim­den idi. Bu, Hz. Meryem'in çok ibadet ve itaat ettiğine ve huşu içinde bu­lunduğuna dair övgüdür. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Erkeklerden birçok kimse kemâle ermiştir. Kadınlardan ise, sadece Firavun'un karısı Âsiye, İmran bint Meryem ve Hatice binti Huveylid kemâle ermiştir. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibi­dir.[41]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda

özetliyoruz.

1. ve arasında tıbak sanatı vardır. Bunların hepsi, sözün güzelliğini artıran güzelleştirici edebî sanat­lardandır.

2. "Eğer Allah'a tevbe ederseniz" ifadesinde, daha fazla kınamak ve azarlamak için III. şahıs kipinden II. şahıs kipine dönüş yapıl­mıştır.

3. kipler, mübalağa kipleridir.

4. "Cebrail, sâlih mü'minler ve melekler" cümlesinde husustan sonra umûm zikredilmiştir. Yüce Allah, şereflendir­mek için Cebrail'i önce özel olarak zikretmiş, sonra da, Rasulullah (s.a.v)'ın şanına özen göstermek için, umûmla beraber ikinci defa zikretmiştir. Sâlih mü'minleri de Cebrail ile mukarreb melekler arasında zikretti.

5. "Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten koruyun" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah, sonucu zikredip sebebi kas­tetmiştir. Yani kendinizi ve aile fertlerinizi Allah'ın azabından korumanız için itaata devam ediniz.

6. İman ehlinin varacağı yer ile isyan ehlinin varacağı yer arasında mukabele sanatı vardır. Bunlar şu âyetlerdedir:

7. "O, itaat edenlerden idi" cümlesinde tağlîb sanatı vardır. Yüce Allah, erkeklere ait bir kelimeyi, hem erkekler hem de kadın­lar için kullanmıştır.

8. İnci ve mercan gibi güzel seci' murassa' vardır. Bu, Kur'ân'da çok­tur. Bunu iyice düşünün.

Allah'ın yardımıyla "Tahrîm Sûresi"nin tefsiri bitti. [42]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/487-488.

[2] Kurlubî, 18/199

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/491-492.

[4] Taberî, 28/101; Sâvî Haşiyesi, 4/219

[5] Müfessirlere göre, birinci rivayet, âyetin nüzul sebebi hususunda daha meşhurdur. Bu, Rasulullah  (s.a.v)'m, Mâriye'yi  kendisine haram kıldığını gösteren  rivayettir.  Bu hadisi Darekutnî Ibn Abbâs'tan tahriç etmiştir. İkinci rivayet, Buhârî ve Müslim'de   yukardakinden daha geniş anlatılmıştır ve isnat bakımından birinci rivayetten daha sahihtir. Fakat bu olayın, âyetin nüzulüne sebep olması uzak görülmüştür. Birinci rivayeti tercih ettiren birkaç sebep vardır. Birincisi: Bazı eşlerini kendisine haram kılması gibi şeyler, bazı hanımlarının gönlünü almak için yaptığı şeylerdendir. Yoksa mesele, bal içmek veya içmemek meselesi değildir, ikincisi: Rasulullah (s.a.v)'m eşlerini boşamak ve onların yerine daha iyilerini almak tehdidi­ni, Allah, melekler ve salih mü'minlerin Rasulullah' (s.a.v)'m yardımcıları olduğu ifadesini kapsayan bir sûrenin indirilmesi, eşlerin arasında bir rekabetin ve birbirlerine karşı kıskançlı­ğın varlığını gösterir. Bu durum, Rasulullah (s.a.v)'a fiilen eziyet veren şeylerdendir. Ki neti­cede Hz. Peygamber (s.a.v.) onları hoşnut etmek için cariyelerden birini kendisine haram kıîmiş ve onlardan birinden bu işi gizli tutmasını istemiştir. Onlar ise bu sırrı yaymışlardır. İşte bu, bizim anlat!iğimizin tercih sebebidir. Büyük alim İbn Kesîr şöyle der: Bal içme mes'-elesinin, âyetin nüzul sebebi olması, tartışma konusudur. En iyisini Allah bilir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/492.

[6] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne bkz

[7] Teshil, 4/130

[8] "eJ-Intisâf aie'I-Keşşâf' yazarı Ahmed b. Müneyyir, Zemahşerî'ye hücum etmiş ve bu yap­tığının çirkin bir şey olduğunu açıklamıştır. Yazar bu hususta haklıdır. Çünkü bu azardaki in­celiğe bakan kimse, işin gerçeğini ve doğrusunu anlar.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/493-494.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/494.

[10] Fahreddin Râzî şöyle der: Peygamber (s.a.v), Hafsa'nm.yüzünde bir kıskançlık görünce onun gönlünü hoş etmek istedi ve ona şu iki şeyi yani Cariyeyi kendisine haram kıldığını ve Ebûbekir ve Ömer (r.anhumâ)'in kendisinden sonra halîfe olacağı müjdesini gizlice söyledi. (Bkz. Tefsîr-i kebîr, 30/43)

[11] Rûhu'l-meânî, 28/150

[12] Hâzin, 4/117

[13] Bahr, 8/290

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/494-495.

[15] Ebussuûd, 5/174

[16] Teshil, 4/131

[17] "Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilin ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve sâlih mü'minlerdir. Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır" mealindeki âyette sözün, vurgu için bu şekilde devam ettirildiği açıktır. Yoksa dost ve yardımcı olarak Allah yeter.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/495-496.

[19] Kurtubî, 18/193

[20] İbn Abbâs şöyle der: üijL tan maksat oruçlulardır. İbn Abbâs bu görüşüne, "Bu ümmetin seyahati oruçtur" (Taberî, 11/28, Beyrut, 1987) hadisini delil getirmiştir. Zeyd b. Eşlem de şöyle der: "Sâihât"tan maksat Muhacirlerdir. O da delil olarak, Tevbe edenler, ibadet edenler ve hicret edenler (Tevbe sûresi, 9/112) âyetini okudu. Muhtemelen bu görüş, daha tercihe şayandır. Çünkü bu seyahatin sözlük mânâsına uygundur. Seyahat, ibret için yeryüzünde dolaşmak demektir. İbn Kesîr birinci görüşü tercih etmiştir. En iyisini Allah bilir.

[21] İbn Kesîr, 3/522

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/496-497.

[23] Hâzin, 4/121

[24] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/523

[25] Kurtubî, 18/196

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/497.

[27] Mü'min sûresi, 40/17

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/498.

[29] Hâzin, 4/] 22

[30] Rûhu'l-meânî, 28/160

[31] Ebussuûd, 5/175

[32] Hadiste rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v)'a, "Kıyamet günü, diğer ümmetler arasından Ümmetini nasıl tanıyacaksın" diye soruldu. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Abdestin izlerinden dolayı onlar, alınları ve abdest azaları bembeyaz olarak gelirler". Yani abdestin eserlerinden yüzleri ve elleri nûr saçar. İşte böylece Rasulultah (s.a.v) onları tanır.

[33] Kurtubî, 18/201                         

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/498-499.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/499.

[36] Burada hıyanetten maksat, namusta değil, dinde hiyancttır. Bazı tefsırcıler, bu iki Kaüi-na zina suçunu isnat etmek suretiyle hataya düşmüşlerdir. Bu caiz değildir. Çunku Yüce Allah  hanımlardan hiçbirinin böyle bir kötülük yapmamasıyla peygamberlerine ikramda bu­lunmuştur. Aksine onların hanımları, peygamberlerin hürmeti sebebiyle korunmuş, şerefli ka­dınlardır İbn Abbâs der ki: Hiçbir peygamberin karısı asla zina etmemiştir. Nûh (a.s.) ile Lut (a.s.)'un hanımlarının hiyaneti, onların dinini kabul etmeyip müşrik olmaları idi. Bunu   iyice düşünün. Bu, çok ince bir meseledir.

[37] Kurtubî, 18/201

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/499-500.

[38] Ebussuûd, 5/176

[39] Bahr, 8/295

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/500.

[40] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/525

[41] Buhârî, Enbiyâ, 32

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/500-501.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/501.