Medîne'de inmiştir. 12
âyettir.
Tahrîm sûresi Medine'de inen ve hukukî konuları ele alan
sûrelerdendir. Bu sûre "Nübüvvet evi" ve mü'minlerin
anneleri (r. anhunne) Rasulullah
(s.a.v)'m pâk eşleri ile ilgili hükümleri konu edinir. Bu da müslüman evine şekil verme ve mutlu aileye en güzel örneği arzetme çerçevesinde ele alınmaktadır.
Bu mübarek sûre,
başlangıçta Rasulullah (s.a.v)'in cariyesi Mâriye el-Kıbtî'yi kendisine
haram kılmasından ve bazı pâk. eşlerinin isteklerini yerine getirmek için
onunla beraber bulunmaktan sakınmasından bahseder. Allah'ın, Peygamberi (a.s.)
için genişlettiği şeyi, Peygamber (a.s.) kendisine daralttığı için ona bir
sitem geldi. Ki bu sitem ince ve kibar olup Allah'ın, kulu ve resulü
Muhammed'e (s.a.v.) olan inayetini gösteren bir sitemdir: "Ey Peygamber!
Eşlerinin rızasını isteyerek, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine
haram ediyorsun?"
Bu mübarek sûre,
önemli bir olayı ele almaktadır ki o da eşler arasında vuku bulan sırrı
yaymaktır. Bu ise, evlilik hayatını tehdit eder. Sûre bu olaya, Allah resulünü
misal getirmiştir. Rasulullah (s.a.v) Hafsâ'ya (r. anhâ) bir sır vermiş
ve ondan bunu gizli tutmasını istemişti. Hafsâ bunu Aişe'ye (r. anhâ) anlatmış ve
neticede sır yayılmıştı. Bu olay Hz. Peygamber
(s.a.v)'i kızdıran ve hattâ eşlerini boşamasını düşünecek duruma getiren bir
olaydır: "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti..."
Bu mübarek sûre,
Peygamber (s.a.v)'in eşlerini, aralarında rekabet çıkıp basit şeylerden dolayı
birbirlerini kıskanınca sert ve şiddetli bir şekilde kınamış ve Allah'ın,
Peygamberine (s.a.v.) yardım etmek maksadıyle onların
yerine ona daha hayırlı eşler vermekte tehdit etmiştir: "Eğer o sizi
boşarsa, Rabbinin ona sizden daha iyi, kendini Allah'a teslim eden, inanan,
sebatla İtaat eden, tevbe eden... hanımlar vermesi
umulur"
Sûre iki misal
getirerek sona erer. Birincisi salih mü'min bir kişinin nikâhında bulunan kâfir eş için misal;
ikincisi kâfir ve günahkâr bir adamın nikahında bulunan mü'min
eş için misaldir. Bunu, insanın salih ameli olmazsa,
âhirette ne bir kimsenin başkasına fayda vereceğine,
ne de hasep ve nesebin yarar sağlayacağına kulların dikkatini çekmek için
getirmiştir:
«Allah, inkâr edenlere Nuh'un
karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi,
kullarımızdan iki salih kişinin nikâhında iken onlara
hainlik ettiler (Allah'ı inkâr edip sonra da iman etmediler). Kocaları,
Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, "Ateşe girenlerle
beraber siz de girin" denildi. Allah, inananlara da Firavım'ım
karısını misal gösterdi. O, "Rabbim! Bana katından, cennette bir ev
yap..." demişti.» Bu, sûrenin, iman ve erdem temellerini sağlamlaştırmak
hususundaki hedeflerine ve havasına uygun parlak bir sona erdirmedir. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey
Peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi eşlerinin rızâsını gözeterek niçin
kendine haram ediyorsun. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
2. Allah,
yeminlerinizi çözmenizi size meşru
kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'dır. O, bilen, her
şeyi hikmetle idare edendir.
3.
Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü
başkalarına haber verip Allah da bunu Peygambere açıklayınca, Peygamber bir
kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber
verince eşi "Bunu sana kim haber verdi?., dedi. Peygamber "Bilen,
her şeyden haberi olan Allah bana haber verdi" dedi.
4. Eğer
ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (sizin için daha
iyi olur.) Çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize
arka verirseniz şüphesiz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve sâlih mü'mini erdir. Bunların ar-dmdan melekler de (ona) yardımcıdır.
5. Eğer o
sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla
itaat eden, tevbe eden, ibâdet eden, hicret eden, dul
ve bakire eşler verebilir.
6. Ey
inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyun. Onun başında, iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah'ın emirlerine karşı
gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.
7. "Ey
kâfirler, bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezâsni
çekeceksiniz" denilir.
8. Ey îman
edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur
ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte îman
edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere
sokar. Onların, nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da, "Ey
Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye kadirsin"
derler.
9. Ey
Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran. Onların
varacağı yer cehennemdir. O ne kötü, gidilecek yerdir.
10. Allah
inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını
misâl verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih
kişinin nikâhında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir
şeyi onlardan savamadı. Onlara "Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de
girin!" denildi.
11. Allah,
inananlara da Firavun'un karısını misâl gösterdi. O, "Rabbim! Bana
katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve
beni bu zâlim topluluktan kurtar!" demişti.
12. Irzını
korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek
gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını
tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.
Tahille, yemini kefaretle çözmek demektir. : Haktan meyletti, uzaklaşıp kaydı. Kabı
eğdi, demektir.
Kânitât, itaat edenler manasınadır. "Boyun eğerek
devamlı itaat etmek"
mânâsına gelen kökündendir.
Nasûh; samimi, sadık manasınadır. "Nasûh
tevbe", bir daha günaha dönülmemek üzere yapılan
tevbedir. Bunda samimiyet ve doğruluk bulunduğu için
"nasûh tevbe"
denilmiştir. Bal, mumundan ayrılıp saf haline geldiğinde, Bu, saf baldır, denir.[2]
Sert ol. Sertlik
mânâsına gelen kökündendir.
İffetli oldu ve
çirkin iş yapmaktan kendini korudu. [3]
a. Rivayete
göre Peygamber (s.a.v), günlerini, eşleri (r. anhunne)
arasında taksim ederdi. Hafsa'nın günü gelince, Hafsa, anne ve babasnı ziyaret
için Rasulullah (s.a.v)'tan izin istedi. Rasulullah (s.a.v)'da ona izin verdi. Hafsa
gidince, cariyesi Mâriye el-Kıbtî'ye
haber gönderip onu getirtti ve Hafsa'nın evinde
onunla birlikte oldu. Hafsa dönüp onu evinde görünce
büyük bir kıskançlık hissetti ve şöyle dedi: "Ben yok iken, onu evime
sokup, yatağımda .onunla birlikte mi oldun?! Bunu sadece, beni hakir gördüğün
için yaptığın kanâatindeyim." Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v) gönlünü almak için ona: "Mâriye'yi
kendime haram kıldım. Bunu sakın hiç kimseye söyleme" dedi. Rasulullah (s.a.v) Hafsa'nın
yanından çıkınca, Hafsa, Âişe
ile kendi arasındaki duvara vurdu ve Peygamber (s.a.v)'in sırrını ona bildirdi.
Hafsa ile Aişe,
birbirleriyle sıkıfıkı idiler. Rasulullah
(s.a.v) bu olaya kızarak bir ay eşlerinin yanma girmemeye yemin etti ve
onlardan ayrıldı. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ey Peygamber! Allah'ın helal
kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?" mealindeki âyeti indirdi.[4]
b. Rivayete
göre Rasulullah (s.a.v) eşi Zeyneb'in
yanma girer ve orada bal içerdi.Bunu gören Âişe ve Hafsa, Rasulullah (s.a.v)
kendilerine yaklaştığında ona "meğâfir
yemişsin" demek üzere anlaştılar. Meğâfir, tatlı
fakat kötü kokusu olan bir yiyecektir. Rasulullah
(s.a.v) Hafsa'nın yanma varınca Hafsa
bu sözü ona söyledi. Sonra Rasulullah (s.a.v) Âişe'nin yanına girdi. O da aynı şeyi söyledi. Rasulullah (s.a.v) kendisinden kötü bir kokunun
yayılmasını istemezdi. Rasulullah (s.a.v)
"Hayır, fakat ben Zeyneb'in yanında bal
içmiştim. Bir daha onu içmeyeceğim" dedi ve buna yemin etti. Bunun
üzerine: "Ey Peygamber! Allah'ın helal kıldığını niçin kendine haram
kılıyorsun?" mealindeki âyet indi.[5]
1. "Ey
Peygamber!" şeklinde yapılan hitap, onun yüce ve şerefli makamına saygı, ta'zim ve hümet edilmesini ifâde
eder. Yüce Allah, Hz. Muhammed'e (s.a.v.), diğer
peygamberlere hitap ettiği gibi ismi ile hitap etmedi. Allah onlara "Ey
İbrahim!, Ey Nuh!, Ey Meryem oğlu Isa!" diyerek isimleriyle hitap
etmişti. Hz. Muhammed (a.s)'e "Ey Nebî!"
veya "Ey Rasûl!"diye hitap etmesi, onun,
nebî ve rasullerin en üstünü olduğuna en büyük
delildir. Yani, ey, Cebrail vasıtası ile kendisine gökten vahiy ve haber gelen!
Allah'ın sana helal kıldığı kadını, niçin kendine haram kılıyorsun?
Tefsirciler şöyle der: Rasulullah (s.a.v) ümmü veledi olan Mâriye ile, Hafsa'nın evinde beraber oldu. Hafsa
durumu öğrenince Rasulullah (s.a.v) ona: "Mâriye'yi kendime haram kıldım. Fakat bu sırrımı
sakla" dedi. Bunun üzerine, "Ey Peygamber! Allah'ın sana helal
kıldığını niçin haram kılıyorsun?" mealindeki âyet indi.[6]
Sûrenin, bu azarlama üslûbu ile başlamasında, açık ve güzel bir merhamet
vardır. Zira Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v)'ı
eşlerinin gönlünü hoş etmek maksadıyla kendisini sıkıntıya sokmasından dolayı
azarladı. Sanki şöyle buyurdu: Eşlerin, senin gönlünü hoş etmek için gayret
ederken, sen onların uğruna kendini sıkıntıya sokma. Kendini bu sıkıntıdan
rahatlat.» Allah'ın sana helal kıldığım haram kılarak eşlerinin gönlünü
kazanmak istiyorsun. İbn Cüzeyy
şöyle der: Bundan maksat, Rasulullah (s.a.v)'m, Hafsa'nın gönlünü kazanmak için Cariyeyi kendisine haram
kılmasıdır. Bu gösteriyor ki, âyet, Cariyeyi haram kılma hakkında inmiştir.
Balı haram kılma konusuna gelince, Rasulullah
(s.a.v)'in bundan maksadı eşlerinin gönlünü kazanmak değildir. O, sadece
kokusundan dolayı bal yemeği bırakmıştır.[7]
Allah'ın mağfireti bol, rahmeti geniştir. Zira, Mâriye'yi
kendine yasak etmen hususunda sana hoşgörülü davranmıştır. O sadece, sana olan
merhametinden dolayı seni azarladı. Burada Yüce Allah'ın bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v)'i azarlamasının ona bir lütuf olduğuna işaret vardır.
Azarlama sadece, Peygamber (s.a.v)'in kendisini sıkıntıya sokması, zevk ve
fayda göreceği şeyden sakınmasından dolayıdır. Zemahşerî'nin,
"Bu, Rasulullah (s.a.v)'ın
bir hatasıdır. Çünkü o, Allah'ın kendisine helal kıldığını haram
kılmıştır" şeklindeki yorumu ne kötüdür. Böyle bir yorum, peygamberlik
makamına karşı saygısızlık ve Ma'sum Peygamberin
(s.a.v.) sıfatlarını bilmemektir. Zemahşerî'nin
iddia ettiği gibi Rasulullah (s.a.v helâli haram
kılmamıştır ki, bu bir muhalefet ve isyan sayılsın. O sadece, eşlerinden
birinin gönlünü hoş etmek için bir cariyesine yaklaşmaktan sakmmıştır.
Dolayısıyle Yüce Allah, kendisini sıkıntıya sokacak
şeylerle eşlerinin gönlünü hoş etmeye çalışmasından dolayı, acıdığı, şeref ve
makamının yüceliğini istediği için onu azarladı. Bu azar, Yüce Allah'ın Hz. Peygamber (a.s.)'e ihsan ettiği alışılmış lütuf
üslubuyla yapılmıştır.[8]
2. Ey Mü'minler topluluğu! Allah sizin için, yeminlerinizi
çözeceğiniz şeyi meşru kılmıştır. Bu da keffâretle
olur. Allah, dostunuz ve yardımcmızdır. O,
yarattığını bilen ve yaptığım hikmetle yapandır. O, hikmet ve menfaatin
gerektirdiği şeyden başkasını ne emreder, ne de yasaklar.
Bundan sonra Yüce
Allah, Rasulullah (s.a.v) ile eşlerinden biri arasında
geçen olayı açıklamak üzere şöyle buyurdu: [9]
3. Hani, bir
zamanlar Peygamber Mu-hammed (s.a.v) eşi Hafsa'ya gizlice bir haber söylemiş ve ondan bunu gizli
tutmasını istemişti. İbn Abbâs
şöyle der: Bu, Hafsa'ya (r. anh§)
söylemiş olduğu, Cariyeyi (r. anhâ) kendine haram
kılması sırrıdır. Peygamber (a.s.) aynı zamanda Hafsa'ya,
kendisinden sonra Ebûbekir ve Ömer (r.anhumâ)'in halife olacağını bir sır olarak söylemiştir.[10] Bu haberi hiçkimseye
söylememesini istemiştir. «Hafsa bu sırn Âişe'ye bildirip ona açınca
ve Yüce Allah da Cebrail (a.s.) vasıtasıyle, onun bu sırn yaydığını Peygamberine (s.a.v.) bildirince, Rasulullah (s.a.v) Hafsa'ya sitem
ederek, yaydığı bu sırrın bir kısmını ona bildirdi. Haya ve Iütfundan
dolayı Hafsa'nin bütün yaptıklarını kendisine
bildirmedi. Çünkü faziletli vg erdemli kişilerin
âdetlerinden biri de, hataları görmezlikten gelmek ve kınayıp azarlamada müsamahalı davranmaktır.
Hasan Basrî, "Erdemli kişi, asla suçun karşılığı
olan cezayı tam vermez" der. Süfyân da şöyle
der: Görmezlikten gelmek, dâima faziletli ve erdemli kişilerin âdetlerindendir.[11]
Hâzin de der ki: Yani, Peygamber (s.a.v), Hafsa'nın Âişe'ye haber verdiklerinin bir kısmını ona bildirdi ki,
bu da, Mâriye'yi kendirfe
haram kılmasıdır. Halifelik hususunda verdiği sırrı ifşa ettiğini bildirmedi.
Çünkü bu bilginin halk arasında yayılmasını istemedi.[12] Rasulullah (s.a.v)
sırrını yaydığını Hafsa'ya bildirince, Hafsa, "Ey Allah'ın Rasûlü!
Sırrını yaydığımı sana kim bildirdi?" dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hafsa, Âişe'den sırrı saklamasını istediği halde, onun bunu yaydığını
zannetti ve haber vereni öğrenmek maksadıyle,
"bunu sana kim bildirdi? dedi. Rasulullah
(s.a.v), bu haberi kendisine Yüce Allah'ın bildirdiğini söyleyince Hafsa susup boyun eğdi.[13] Rasulullah (s.a.v)'da, "Bunu bana, izzet sahibi,
kulların sırlarını bilen, herşeyden haberi olan ve
hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Rabbim bildirdi" dedi. [14]
4. Bu hitap Hafsa ve Âişe'yedir. Onları
azarlamada daha etkili olmak ve peygamberlerin efendisine yapmış oldukları
eziyetten dolayı tevbe etmeye onları daha fazla
teşvik etmek için, III. şahıs kipini bırakıp II. şahıs kipiyle hitap ederek,
"Eğer Allah'a tevbe ederseniz" buyurdu. Bu
şartın cevabı zikredilmemiştir. Takdiri şöyledir: Eğer tevbe
ederseniz, bu, Peygambere (a.s.) eziyet vermek üzere birbirinize yardım etmenizden
daha iyidir. Çünkü kalpleriniz, sevdiğini sevmek ve hoşlanmadığından
hoşlanmamak suretiyle, Rasulullah (s.a.v)'a
göstermeniz gereken samimiyetten kayıp uzaklaşmıştır.[15]
Peygamber (s.a.v)'e karşı, onu üzecek konuda yani onunla diğer eşleri arasında
meydana gelen olayda, ikiniz birbirinize destek olursanız, bilin ki, Yüce
Allah onun dostu ve yardımcısıdır. Sizin bu yardımlaşmanız ona zarar vermez.
Cebrail ile sâlih mü'minler
de onun dostu ve yardımcılarıdır, ibn Abbâs şöyle der: Yüce Allah salih
mü'minlerle Ebûbekir ve
Ömer (r.anhumâ)'i kastetmektedir. Bu ikisi, Âişe ve Hafsa'ya (r.anhumâ) karşı Rasulullah'a (s.a)
destek olmuşlardır. İbn Cüzeyy
de şöyle der: Yani, ikiniz, aşırı kıskançlık, sırrını yayma ve Peygamberi
(s.a.v.) üzecek benzeri şeylerle ona karşı birbirinizi desteklerseniz, bilin
ki, onun da yardımcısı ve dostu vardır. Sahih hadiste şöyle gelmiştir: Bu olay
meydana gelince Ömer, Rasulullah'a (s.a.v) geldi ve
şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü!
Bu kadınlarla ilgili seni üzen şey nedir?
Eğer sen onları boşarsan, bil ki Allah, melekleri, Ebûbekİr
ve Ömer senin yanındadır." Ömer'in (r.a.) bu sözüne uygun olarak bu âyet
inmiştir.[16] Ona düşmanlık edenlere
karşı Yüce Allah, Cebrail, ve sâlih mü'minlerin, ardından itaatkâr melekler de onun yardımcılarıdır.
İşte yardımcıları ve destekçileri bunlar olan kimseye karşı, iki kadının
yardımlaşması ne ifade eder?! Yüce Allah Cebrail'in şanını yüceltmek ve Allah
katındaki makamını açıklamak için onu tek olarak zikretti. Böylece Cebrail
(a.s.), bir defa tek olarak, bir defa da genel melekler içinde olmak üzere iki
defa zikredilmiş oldu. Yüce Allah, sâlih mü'minleri şereflendirmek,
onlara özen göstermek ve sâlih olmanın faziletini
yüceltmek için sâlih mü'minleri
Cebrail (a.s.) ile meleklerin ortasında zikretti. Yüce Allah mahlûkâtın en
büyüğü olan melekleri zikrederek âyeti sona erdirdi. Peygamberi (a.s.)
yüceltmek, makamının ve ona yapılan yardımın büyüklüğünü göstermek için
melekleri ona yardımcı kıldı. Çünkü melekler, seçkin Peygambere (s.a.v.) yardım
için çölleri dolduran kalabalık bir ordu mesabesindedir. Artık bundan sonra
Peygambere (s.a.v.) karşı kim düşmanlık edebilir?![17]
Bundan sonra Yüce
Allah, Peygamber (s.a.v)'in hanımlarını korkutarak şöyle buyurdu: [18]
5. Fiilinin
faili Allah teâlâ olduğunda vücûb
ifade eder. Yani, Allah'ın Rasûlü sizi boşarsa yerinize,
ona sizden daha hayırlı ve üstün sâlih eşler vermek
Allah üzerine hak ve vaciptir. Kurtubî şöyle der: Bu,
Allah'tan Rasûlüne (s.a.v.) verilmiş bir sözdür.
Yani, Rasulullah (s.a.v) dünyada eşlerini boşarsa,
Allah'ın onu, onlardan daha hayırlı kadınlarla evlendireceğine dâir bir
vaadidir. Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v)'m onları
boşamayacağını bilir. Fakat, onları korkutmak için, Rasûlü
onları boşadiğı takdirde, ona onların yerine daha
hayırlılarını verebileceğine dâir kudretini bildirdi.[19] Bundan
sonra Yüce Allah, onların yerine Rasûlüne vereceği
eşleri tanıtmak üzere şöyle buyurdu: Onlar, Allah ve Rasulünün
emrine boyun eğen, onlara inanan, kendilerine emredilen şeyleri yapan, itaata devam eden, masiyete devam
etmeyip günahlardan tevbe eden, ibadet sanki
kalpleriyle iyice karışmış da onların karekteri
haline gel-mişcesine Allah'a çokça ibadet eden, Allah
ve Rasulün uğruna yolculuk ve
hicret eden[20]
hanımlardır. Bunların bir kısmı dul, bir kısmı da bakire olur. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, hanımları dul ve bakire
diye ikiye ayırdı ki, nefis onları daha çok istesin.
Çünkü çeşitlilik nefsi rahatlatır.[21] ile
arasına atıf 3 'mm gelmesi çeşitleme ve kısımlara ayırmak
içindir, söylenmemiş olsaydı mânâ mutlaka bozulurdu. Çünkü bakirelik ve dulluk
bir arada bulunmaz. Kur'ândaki bu inceliği bir
düşünün...
Yüce Allah,
Peygamberin (s.a.v.) hanımlarına özel olarak nasihat ve öğüt verdikten sonra
ardından mü'minlere genel öğüt vererek şöyle buyurdu: [22]
6. Ey, Allah
ve Rasûlüne inanmış ve kendilerini teslim etmiş mü'minler! Kendinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı, alevli
kızgın ateşten koruyun. Bu da günahları bırakıp itaat etmekle ve onları eğitip
öğretmekle olur. Mücâhid şöyle der: Allah'tan korkun
ve aile fertlerinize Allah'tan korkmayı tavsiye edin. Hâzin de şöyle der:
Onlara hayrı emredin ve kötülükten nehyedin. Onları
öğretip terbiye edin ki, bu şekilde onları ateşten korumuş olasınız.[23]
Âyetteki den maksat, hanımlar, çocuklar ve bunlara katılabilenlerdir.
Cehennemin, ateşinin tutuşturulduğu odunu insanlar ve taşlardır. Tefsifciler şöyle der: Taştan maksat kükürt taşıdır. Çünkü
o, ısısı en fazla olan ve en çabuk yanan şeydir. Yani cehennem ateşi aşırı
derecede sıcak olup bu anlatılanlarla yakılır. Odun ve benzeri şeylerle yanan dünya
ateşine benzemez. İbn Mes1ud da şöyle der: Cehennemin
içine atılan odun, insanoğlu ve kükürt taşıdır. Bunlar leşten daha pis kokar.[24] O
ateşin başında katı kalpli Zebaniler vardır. Hiçkimseye
acımazlar. Bunlar, kâfirlere işkence etmekle görevlendirilmiştir. Kurtubî şöyle der: Meleklerden maksat Zebanilerdir. Bunlar
katı kalpli olup, kendilerinden merhamet istenince acımazlar. Çünkü onlar
gazaptan yaratılmışlardır. İnsanoğluna nasıl yemek ve içmek sevdirilmişse
onlara da insanlara işkence etmek sevdirilmiştir.[25] Onlar
hiçbir durumda Allah'a isyan etmezler. Erteleme ve oyalama yapmadan emirleri
uygularlar.
Kâfirler cehenneme
girerken onlara şöyle denilir: [26]
7. Ey
Kâfirler! Suç ve günahlarınızdan dolayı özür dilemeyin. Bugün özür dilemenin,
size bir yararı olmaz. Çünkü, dünyada daha önce uyarildmız
ve mazeretinizin orada kabul edileceği bildirildi. Siz, sadece yaptığınız
çirkin işlerin cezasını çekeceksiniz. Size hiçbir zulüm yapılmayacak. Nitekim
Yüce Allah meâlen, "Bugün herkese kazandığının
karşılığı verilecek. Bugün haksızlık yoktur. Kuşkusuz Allah, hesabı hemen
görendir"[27] buyurmuştur.
Bundan sonra Yüce
Allah mü'minleri, doğru ve samimi bir tevbeye çağırdı: [28]
8. Ey Mü'minler! Günahlarınızı bırakıp İçten, doğru ve son derece
samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Ömer'e (r.a.) Nasûh tevbe'nin ne olduğu
sorulunca şöyle cevap verdi: "O, kişinin tevbe
ettikten sonra, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemesidir.[29] Ulemâ
şöyle der: Nasûh tevbe, şu
üç şartı taşıyan tevbedir: Günahtan vazgeçmek,
işlenen günaha pişman olmak ve bir daha ona dönmemeye azmetmek. İşlenen suçla,
bir insanın hakkı yenmişse dördüncü bir şart ilave edilir. Bu da, hakların,
sahiplerine geri verilmesidir. Umulur ki Allah size acır da günahlarınızı
siler. Tefsir-ciler şöyle der: Fiilinin faili, Allah teâlâ olduğunda bu fiil vücûb
ifade eder. Muhakkak olacak, demektir. Bu, tevbenin
kabulü hususunda kendisinden bir lütuf ve ikram olarak, Yüce Allah'ın
kullarını ümitlendirmesidir. Çünkü büyük, vaadedince
yerine getirir, Kırallarm âdeti de, bir şey istediklerinde
demeleridir. Bu, muhakkak olacak, mânâsındadır.[30] Âhirette de sizi, köşklerinin altından
cennet ırmakları akan güzel bağlara ve bostanlara sokacaktır, O gün
Allah, Peygamberi ve ona uyan mü'minleri kâfirlerin
önünde utandırmayacak, aksine onlara ikram edip aziz kılacaktır. Ebussuûd şöyle der: Burada Yüce Allah'ın rezil ettiği kâfir
ve fâşıklara tariz vardır.[31] O mü'minlerin nuru, sırat üzerinde onlar için ışık
saçacaktır. Ayın gece karanlığında ışık saçtığı gibi, onların nuru da önlerini,
arkalarını, sağlarını ve sollarını aydınlatır.[32]
Allah'a şöyle diyerek dua ederler: "Ey Rabbimiz! Bu nuru üzerimize
tamamla. Onu bizim için devamlı kıl. Bizi, karanlıklarda bocalar bırakma."
İbn Abbâs
şöyle der: Bu, Allah münafıkların nurunu
söndürdüğü zaman, mü'minlerin yaptığı duadır.[33]
Korktukları için, cennete varıncaya kadar, bu şekilde Rablerine dua ederler. 3
işlediğimiz günahları bağışla. Sen her şeye, yani bağışlama, cezalandırma,
acıma ve azap etmeye gücü yetensin.
Bundan sonra Yüce
Allah, düşmanları olan kâfir ve münafıklara karşı cihâd etmeyi emretti: [34]
9. Ey
Peygamber! kâfirlere karşı kılıç ve mızrakla, münafıklara karşı hüccet ve delil
getirerek cihâd et. Çünkü münafıklar, iman etmiş
görünüyorlardı. Dolayisıyle onlar dış görünüşleri
itibariyle müslüman idiler. Bu sebeple Rasulullah (s.a.v)'a onlarla savaş emredilmedi. Onlarla
sert konuş, onları korkutmak ve zelil etmek için, onlara yumuşak davranma ki
dirençleri kinisin ve davranışları yumuşasm. Ahirette onların kalacağı yer cehennemdir. Suçlular için
cehennem, ne kötü varılacak yerdir.
Bundan sonra Yüce
Allah kan veya evlilik bağının fayda vermeyeceğine dair kâfirlere misal
getirdi. Çünkü kıyamet günü bütün sebepler kesilecek ve iyi amelden başka
hiçbir şeyin faydası olmayacaktır: [35]
10. Yüce Allah,
kâfirlere mü'-minlerle akrabalıklarından istifade
edemeyeceklerine dâir, Nuh'un karısı ile Lût'un
karısının durumunu misal getirdi, iki kadın, iki büyük peygamberin yani Nûh
(a.s.) ile Lût (a.s.)'un nikâhı altında idiler. Yüce
Allah, Nûh (a.s.) ile Lût (a.s)'u şereflendirmek ve
onlara değer vermek için "Kullarımızdan" demek suretiyle onları
kullukla niteledi. Bu kadınların herbiri inkâr edip
iman etmemek suretiyle eşlerine hainlik ettiler.[36]
Peygamber olmalarına rağmen, karılarından, Allah'ın azabından hiçbir şeyi
savamadılar. « Cehennem bekçileri, kıyamet günü o iki kadına, "Cehenneme
giren diğer suçlu kâfirlerle birlikte siz de cehennem ateşine girin"
derler. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah ahirette hiçbir kimsenin akrabasına veya soyundan gelen
birine fayda sağlayamayacağına dikkat çekmek için bu misali getirdi. Çünkü
din, kişi ile akrabalarının arasım ayırmıştır.
Nitekim Nûh (a.s) ve Lût (a.s)
da, Allah katındaki değerlerine rağmen, eşleri isyan edince, Allah'ın
azabından hiçbir şeyi onlardan savamadılar.[37]
11. Allah,
inananlara da Firavun'un karısını misal verdi. Bu, iman, ettiği müddetçe
akrabasının kâfir olarak kalmasının mii'mine zarar
vermeyeceği hususunda, getirilen, bir başka misaldir. Ebussuûd
şöyle der: Yani Yüce Allah, Firavun'un karısının durumunu, kâfir ile
akrabalığın mü'minlere zarar vermeyeceği hususunda,
onların durumuna misal getirdi. Zira o, Allah'ın en büyük düşmanı olan
Firavun'un nikâhı altında idi. Halbuki, o en yüksek cennet odalarında
bulunuyordu.[38] Tefsirciler şöyle der: Firavun'un
karısının adı Âsiye binti Müzâhim
idi. Bu kadın Musa'ya (a.s.) iman etmişti. Olay Firavun'a ulaşınca, Firavun
Âsiye'-nin öldürülmesini emretmişti. Fakat Allah, Asiye'yi Firavun'un şerrinden korudu. Onun, en büyük kâfir
olan Firavun'la birlikte olması ona zarar vermedi. Alemlerin Rabbinin iki
peygamberi olan Nûh (a.s.) ile Lût (a.s.)'un
hanımlarının onlarla birlikte olması da, o hanımlara bir fayda sağlamadı, Hani
Firavun'un karısı şöyle diyerek Rabbine dua etmişti: "Ey Rabbim! Naîm cennetinde rahmetine komşu olarak benim için yüksek
bir köşk yap". Bazı âlimler şöyle der: Bu, ne kadar güzel bir sözdür.
Evden Önce komşu seçti. Çünkü, "Cennette yanında bana bir ev yap"
dedi. O,
saray istemeden önce Allah'ın komşuluğunu istemektedir. Bu âyette, Firavun'un karısının Öldükten
sonra dirilmeye iman ettiğine delil vardır. Beni Firavun'un inkârından ve
taşkınlığından koru. Beni Kıptîler'den, Firavun'un
azgın tâbilerinden kurtar. Hasan Basrî şöyle der:
Firavun'un karısı kurtuluş için dua edince, Allah onu en güzel şekilde
kurtardı. Onu cennete kaldırdı. Orada yiyor, içiyor ve nimetlerden
faydalanıyor.[39]
12. İman
hususunda bir başka misâl de, namusunu çirkin şeylere yaklaşmaktan koruyan İmran binti Meryem'dir. O,
iffetli, şerefli ve temizdir. Mel'ûn yahudilerin iddia ettiği gibi değildir. Yahudiler, "O
zina yaptı. Oğlu îsa da zina mahsulü bir çocuktur" diye iddia etmişlerdi,
Elçimiz Cebrail, yakasının açık yerinden üfledi. Bunun etkisi rahmine ulaştı
ve îsa'ya hâmile kaldı. İbn Kesîr şöyle der: Yüce
Allah Cebrail'i gönderdi. Cebrail (a.s) Meryem'e insan suretinde göründü. Yüce
Allah ona, ağzıyle Meryem'in elbisesinin yakasından
üflemesini emretti. Üfürük inip Meryem'in rahmine girdi. Bu şekilde îsa'ya
gebe kaldı.[40] Allah'ın
kutsal emirlerine ve semavî
kitaplarına iman etti. Esasen o, Allah'a ibadet ve itaat eden kavimden idi.
Bu, Hz. Meryem'in çok ibadet ve itaat ettiğine ve
huşu içinde bulunduğuna dair övgüdür. Hadiste şöyle buyrulmuştur:
Erkeklerden birçok kimse kemâle ermiştir. Kadınlardan ise, sadece Firavun'un
karısı Âsiye, İmran bint
Meryem ve Hatice binti Huveylid
kemâle ermiştir. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü,
tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.[41]
Bu mübarek sûre,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz.
1. ve
arasında tıbak sanatı vardır. Bunların hepsi, sözün
güzelliğini artıran güzelleştirici edebî sanatlardandır.
2. "Eğer
Allah'a tevbe ederseniz" ifadesinde, daha fazla
kınamak ve azarlamak için III. şahıs kipinden II. şahıs kipine dönüş yapılmıştır.
3. kipler,
mübalağa kipleridir.
4. "Cebrail,
sâlih mü'minler ve
melekler" cümlesinde husustan sonra umûm zikredilmiştir. Yüce Allah,
şereflendirmek için Cebrail'i önce özel olarak zikretmiş, sonra da, Rasulullah (s.a.v)'ın şanına özen
göstermek için, umûmla beraber ikinci defa zikretmiştir. Sâlih mü'minleri de Cebrail ile mukarreb
melekler arasında zikretti.
5. "Kendinizi
ve aile fertlerinizi ateşten koruyun" cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Yüce Allah, sonucu zikredip sebebi kastetmiştir.
Yani kendinizi ve aile fertlerinizi Allah'ın azabından korumanız için itaata devam ediniz.
6. İman
ehlinin varacağı yer ile isyan ehlinin varacağı yer arasında mukabele sanatı
vardır. Bunlar şu âyetlerdedir:
7. "O,
itaat edenlerden idi" cümlesinde tağlîb sanatı
vardır. Yüce Allah, erkeklere ait bir kelimeyi, hem erkekler hem de kadınlar
için kullanmıştır.
8. İnci ve
mercan gibi güzel seci' murassa' vardır. Bu, Kur'ân'da
çoktur. Bunu iyice düşünün.
Allah'ın yardımıyla
"Tahrîm Sûresi"nin tefsiri bitti. [42]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/487-488.
[2] Kurlubî, 18/199
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/491-492.
[4] Taberî, 28/101; Sâvî Haşiyesi, 4/219
[5] Müfessirlere göre, birinci rivayet, âyetin nüzul
sebebi hususunda daha meşhurdur. Bu, Rasulullah (s.a.v)'m, Mâriye'yi kendisine haram kıldığını gösteren rivayettir.
Bu hadisi Darekutnî Ibn
Abbâs'tan tahriç etmiştir.
İkinci rivayet, Buhârî ve Müslim'de yukardakinden daha
geniş anlatılmıştır ve isnat bakımından birinci rivayetten daha sahihtir. Fakat
bu olayın, âyetin nüzulüne sebep olması uzak görülmüştür. Birinci rivayeti
tercih ettiren birkaç sebep vardır. Birincisi: Bazı eşlerini kendisine haram
kılması gibi şeyler, bazı hanımlarının gönlünü almak için yaptığı şeylerdendir.
Yoksa mesele, bal içmek veya içmemek meselesi değildir, ikincisi: Rasulullah (s.a.v)'m eşlerini boşamak ve onların yerine
daha iyilerini almak tehdidini, Allah, melekler ve salih
mü'minlerin Rasulullah'
(s.a.v)'m yardımcıları olduğu ifadesini kapsayan bir sûrenin indirilmesi,
eşlerin arasında bir rekabetin ve birbirlerine karşı kıskançlığın varlığını
gösterir. Bu durum, Rasulullah (s.a.v)'a fiilen
eziyet veren şeylerdendir. Ki neticede Hz. Peygamber
(s.a.v.) onları hoşnut etmek için cariyelerden birini kendisine haram kıîmiş ve onlardan birinden bu işi gizli tutmasını
istemiştir. Onlar ise bu sırrı yaymışlardır. İşte bu, bizim anlat!iğimizin
tercih sebebidir. Büyük alim İbn Kesîr şöyle der: Bal
içme mes'-elesinin, âyetin
nüzul sebebi olması, tartışma konusudur. En iyisini Allah bilir.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/492.
[6] Daha önce anlatılan "Nüzul Sebebi"ne bkz
[7] Teshil, 4/130
[8] "eJ-Intisâf
aie'I-Keşşâf' yazarı Ahmed
b. Müneyyir, Zemahşerî'ye
hücum etmiş ve bu yaptığının çirkin bir şey olduğunu açıklamıştır. Yazar bu
hususta haklıdır. Çünkü bu azardaki inceliğe bakan kimse, işin gerçeğini ve
doğrusunu anlar.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/493-494.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/494.
[10] Fahreddin Râzî şöyle der: Peygamber (s.a.v), Hafsa'nm.yüzünde
bir kıskançlık görünce onun gönlünü hoş etmek istedi ve ona şu iki şeyi yani
Cariyeyi kendisine haram kıldığını ve Ebûbekir ve Ömer
(r.anhumâ)'in kendisinden sonra halîfe olacağı
müjdesini gizlice söyledi. (Bkz. Tefsîr-i kebîr,
30/43)
[11] Rûhu'l-meânî,
28/150
[12] Hâzin, 4/117
[13] Bahr, 8/290
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/494-495.
[15] Ebussuûd, 5/174
[16] Teshil, 4/131
[17] "Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz,
bilin ki, onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve sâlih
mü'minlerdir. Bunların ardından melekler de ona
yardımcıdır" mealindeki âyette sözün, vurgu için bu şekilde devam
ettirildiği açıktır. Yoksa dost ve yardımcı olarak Allah yeter.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/495-496.
[19] Kurtubî, 18/193
[20] İbn Abbâs
şöyle der: üijL tan maksat oruçlulardır. İbn Abbâs bu görüşüne, "Bu
ümmetin seyahati oruçtur" (Taberî, 11/28, Beyrut,
1987) hadisini delil getirmiştir. Zeyd b. Eşlem de
şöyle der: "Sâihât"tan maksat
Muhacirlerdir. O da delil olarak, Tevbe edenler,
ibadet edenler ve hicret edenler (Tevbe sûresi,
9/112) âyetini okudu. Muhtemelen bu görüş, daha tercihe şayandır. Çünkü bu
seyahatin sözlük mânâsına uygundur. Seyahat, ibret için yeryüzünde dolaşmak
demektir. İbn Kesîr birinci görüşü tercih etmiştir.
En iyisini Allah bilir.
[21] İbn Kesîr, 3/522
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/496-497.
[23] Hâzin, 4/121
[24] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/523
[25] Kurtubî, 18/196
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/497.
[27] Mü'min sûresi, 40/17
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/498.
[29] Hâzin, 4/] 22
[30] Rûhu'l-meânî,
28/160
[31] Ebussuûd, 5/175
[32] Hadiste rivayet edildiğine göre Rasulullah
(s.a.v)'a, "Kıyamet günü, diğer ümmetler arasından Ümmetini nasıl
tanıyacaksın" diye soruldu. Rasulullah (s.a.v)
şöyle buyurdu: "Abdestin izlerinden dolayı
onlar, alınları ve abdest azaları bembeyaz olarak
gelirler". Yani abdestin eserlerinden yüzleri ve
elleri nûr saçar. İşte böylece Rasulultah (s.a.v)
onları tanır.
[33] Kurtubî, 18/201
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/498-499.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/499.
[36] Burada hıyanetten maksat, namusta değil, dinde hiyancttır. Bazı tefsırcıler, bu
iki Kaüi-na zina suçunu
isnat etmek suretiyle hataya düşmüşlerdir. Bu caiz değildir. Çunku Yüce Allah
hanımlardan hiçbirinin böyle bir kötülük yapmamasıyla peygamberlerine
ikramda bulunmuştur. Aksine onların hanımları, peygamberlerin hürmeti
sebebiyle korunmuş, şerefli kadınlardır İbn Abbâs der ki: Hiçbir peygamberin karısı asla zina
etmemiştir. Nûh (a.s.) ile Lut (a.s.)'un hanımlarının
hiyaneti, onların dinini kabul etmeyip müşrik
olmaları idi. Bunu iyice düşünün. Bu,
çok ince bir meseledir.
[37] Kurtubî, 18/201
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/499-500.
[38] Ebussuûd, 5/176
[39] Bahr, 8/295
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/500.
[40] Muhtasar-ı İbn Kesir, 3/525
[41] Buhârî, Enbiyâ, 32
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
6/500-501.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/501.