Kalem Suresi Kimin Hakkında Nazil Oldu?
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Nun (hokka ile) kaleme ve yazdıklarına yetnin olsun ki,
2- (Ey RasûlümJ) Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun değilsin.
3- Hiç kuşkusuz senin için kesintisiz bir mükâfat vardır.
4- Muhakkak ki sen pek büyük bir ahlâk üzeresin.
(Ey Rasûlüm!) Yakında göreceksin. Onlar da görecekler.
6- Hanginizmiş deli!
7 - Kuşkusuz ki Rabbin yolundan sapanı en iyi bilendir. Doğru yolda olanları da en iyi bilendir.
8- (Ey Rasûlüm sen) artık o yalanlayanları dinleme!
9- Onlar, sen kendilerine fedakârlık yapasın da onlar da sana yumuşak davransınlar isterler.
10- (Ey Rasûlüm) şunların hiçbirine itaat etme: Durmadan yemin eden alçak,
11- Kusur güdücü, dedikoducu.
12- İyiliği önleyici, haddini aşan ve günaha düşkün,
13- Kaba, bundan başka da soysuz (Bir de)
14- Servet ve evlat sahibi olduğu için dinleme.
15- Ayetlerimiz ona okunduğunda «öncekilerin masallarıdır» dedi.[1]
Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 52 Ayet'tir.
(1-15) «Nun» (hokka ile) kaleme ve...»Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu sure Hasan Basri, İkrime, Ata ve Cabir'in görüşüne göre Mekkî'dir. İbn Abbaş ve Katade, «sure başından 16. ayete kadar Mekkî'dir. İVden 33. ayete kadar MedenVdir. 37'den 47. ayete kadar Mekkî'dir. 48'den 50'ye kadar UedenVdir. 51 ve 52. ayetler de Mekki'dir» demişlerdir. (Maverdi). Ayetleri 52, kelime adedi 300, harfleri 1256'dır. [2]
«Nun» kelimesinin tevilinde değişik rivayetler vardır. Muaviye bin Kurre, babasından, o da Rasûlullah'tan merfu olarak rivayetinde «Nun, nurdan bir levhadır» demiştir. Sabit'ul-Bunnani «Nun, hokkadır» der. Yani mürekkeb kabı. Bunu Hasan Basri ve Katade de söylemiştir. El-Velid bin Müslim, Ebu Hureyre tankıyla şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah'ı dinledim: «Cenab-ı Hak Önce kalemi halketti. Ondan sonra Nun'u halketti. Nun divittir. Sonra Çenab-ı Hak kaleme «yaz» dedi. Kalem «neyi yazaytm yarabbi» diye sordu. Cenab'i Hak «Olan ve Kıyamet'e kadar olacak amel, ecel, ru zık, eser, her şeyi yaz» dedi. İşte Kıyamet'e kadar olacak olanları kalem yazdı. Sonra kalemin ağzı mühürlendi, daha konuşmadı ve Kıyamet'e kadar da konuşmaz. Sonra Cenab-% Hak aklı yarattı ve «Benim katımda senden daha acaib bir yaratığı halketmedim. İzzetim ve celalimle yemin ederim, kesinlikle seni sevdiğim insanlar ile kemale erdireceğim, buğzettiğim insanlar ile de eksiltece-ğim» dedi. Ravi diyor ki Rasûl-ü Ekrem bunlardan sonra şöyle devametti: «İnsanların aklen en mükemmel olanı Allah'a en fazla itaat eden ve Allah'ın taatiyle en fazla amel edenidir».
Mücahid'den gelen bir rivayete göre nun, yedinci yer tabakasının altındaki balık, kalem de zikrin kendisiyle yazılan kalemdir,
Kelbi ve Mukatil «Nun, eUYehmut adlı balığın ismidir» demiştir^
İbn Keysan «Nun, surenin başlangıcıdır» derken, bazıları da «Surenin ismidir» demişlerdir.
Caferi Sadık «Cennet nehirlerinden birisine nun denilmekte' dir» der.
Zemahşeri Keşşafta şunları söyler: «Onların «nun» hokkanın ismidir, demelerine gelince, ben bilmiyorum, bu acaba lugavi midir yoksa şer'î midir? Eğer hokka isim ise ya cins veya alem olacaktır. Eğer cins ise i'rab nerededir? Tenvini nerededir? Eğer alem ise yine i'rabı nerededir? Hangisi olursa olsun mutlaka kelamın telifinde bir yeri olmalıdır.» (1)
Cenab-ı Hak kalem ile yemin ediyor; çünkü kalemde beyan vardır, tıpkı dil gibi. Kalem yerde ve gökte olanları yazan her kaleme denilir. Şairler kalemin kılıçtan daha üstün olduğu konusunda çok şiir söylemişlerdir. Bunların en âlâsı Ebu'l-Feth'il-Musti'-nin şu şiiridir:
Eğer kahramanlar bir gün kılıçlarıyla yemin ederlerse, Onu insana şeref kazandırır diye sayarlarsa, Kâtibin kalemi izzet ve yücelik bakımından kâfidir, Bütün zamanda. Zira Cenab-ı Hak kalemle kasem etmiştir.
İbn Abbas «Allah kalemi yarattı ve onunla yemin etti. O da Kıytfmet'e kadar olacak olan her şeyi yazdı» der. İbn Abbas devamla «Bu nurdan bir kalemdir. Uzunluğu yer ile gök arası kadardır» demiştir.
Velid bin Ubbade bin Samit şöyle diyor «Babam vefat edeceği zaman bana vasiyet ederek dedi ki; Ey oğlum! Allah'tan kork. Bil ki sen Allah'a tek olduğu halde iman etmedikçe, kaderine, hayr ve şerrine inanmadıkça ne Allah'tan korkmuş olabilirsin ne de ilme varmış olabilirsin. Ben Allah'ın Rasûlü'nden dinledim, şöyle buyurdu: Allah'ın ilk yarattığı kalemdir. Ona «yaz» dedi. Kalem de «Ne yazayım Yarab» dedi. Rab ona «kaderi yaz» dedi. Böylece kalem o saatte olan ve kıyamete kadar, ebede kadar olacak her şeyi yazdı.»
Katade «Kalem Allah'tan kullarına bir nimettir» demiştir.
«Yesturune» fiili yazarlar demektir. Fail meleklerdir. Onlar Ademoğulları'nın amelerini yazarlar. (îbn Abbas).
Bazılarına göre bu fiilin faili insanlardır. Yani insanların yaz-dıklariyls. aralarında anlaşmalarına vesile olanıyla yemin ederim! İbn Abbas «Bazen bu fiil, bilirler mânâsına gelir» demiştir. Bu fiilin faillerinin hafaze melekleri olması mümkündür.
«Kaleme ve onların yazdıklarında yemin ederim, sen Rabbinin nimetîyle deli değilsin» cümlesi kasemin cevabıdır. Müşrikler Ra-sûl-ü Ekrem'e «O delidir, içinde (hâşâ) bir şeytan vardır» diyor-lardı. Cenab-ı Hak bu iftiraları reddetmek için bu ayeti indirdi.
Ayetteki nimetten maksat rahmettir. Ayette geçen «nime» kelimesi üzerindeki «b» harfinin kasem için olması muhtemeldir. Yani Rabbinin nimetine kasem ederim ki sen deli değilsin.
«Memnun» kelimesi maktu, eksilmiş demektir. Yani senin için bir ecir, sevap vardır, o kesilmez, eksilmez, devam eder... Müca-hid'e göre memnun; nıahsub, Hasan Basrfye göre ise mukadder yani minnetle bulanmış, demektir. Dahhak ise «Amelsiz ecir» mânâsında olduğunu söylemiştir. [3]
Ibn Abbas ve Mücahid «Huluk kelimesi din demektir» demişlerdir. Yani sen büyük bir din üzerindesin ki Allah katmda o din-den daha sevimli bir din yoktur ve Allah yalnız o dinden razıdır, onu kabul eder.
Sahihi Müslim'de Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediliyor: «Allah Rasûlü'nün ahlâkî Kur'an'dı». Hz. Ali «Bu sözden maksat Kur'an'-%n edebidir» demiştir.
Bazıları «Huluk kelimesi Rasûlullah'm ümmetine karşı göster-diği şefkat ve ikramdır» demişlerdir.
Katade «Allah'ın emrinden yaptığı, yasaklarından terkeHiği şeylerdir» diyor. Yani sen kerim bir tabiat üzerindesin. Zira Hu-luk'un lügat mânâsı, insanoğlunun nefsine tatbik ettiği edebtir. Buna huluk denilmesi, bu edebin insan için bir tabiat gibi olmasındandır.
Bir defasında Hz. Aişe'den Rasûlulîah'm ahlâkı sorulmuş, O da El-Müminun Suresi'nin birinci ayetinden onuncu ayetine kadar olan bölümü okumuştur. Yani Rasûlullah'm ahlâkı budur, demiştir.
Aişe validemiz, «Hiç kimse huluk bakımından Allah Rasû. lü'nden daha güzel değildir» diyor.
Allah Rasûlü'nden gelen bir rivayete göre «Rabbim beni güzel bir edeble edeblendirdi. Zira Rabbim bana, «affı tut ,örfü emret, cahilliklerden yüz çevir» dedi. Rabbimin bu buyruklarını kabul ettiğimde de «kesinlikle sen büyük ahlâk üzerindesin» buyurdu.
Tirmizi'nin Ebu Zer'den rivayet ettiği bir hadiste Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurmuştur: «Nerede olursan Allah'tan sakın. Kötülük yaparsan arkasından iyilik yap, onu siler. İnsanlara güzel ahlâkla muamele et», Tirmizi «Bu hadis, hasen ve sahihtir» demiştir.
Ebu Derda'nın rivayet ettiği hadiste «Müminin kıyamet günündeki terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Kesinlikle Cenab-ı Hak müstehcen ve fahiş konuşandan buğzeder» denilmistir. Ebu Derda'dan gelen bu hadis için Tirmizi, hasan ve sahih-dir demiştir.
Ebu Derda'nın rivayet ettiği hadiste «Müminin Kıyamet Gü-nü'ndeki terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Kesinlikle Cendb-t Hak müstehcen ve fahiş konuşandan buğzeder» denilmiştir. Ebu Darda'dan gelen bu hadis için Tirmizi, hasan ve sahihdir demiştir.
«eUMeftun» kelimesi fitnelendirilmiş, yani cinler tarafından çarpılmış demektir. Bazıları «Fitnelendirilmiş manasınadır» demişlerdir. [4]
Kalem Suresi'nin birçok ayeti Velid bin Muğire ve Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur.
Bazıları da «meftun'dan maksat şeytandır demiştir. Zira o, dininde fitnelenmiştir.
«Yalancılara itaat etme»; yani müşriklere meyletme. Çünkü onlar peygamberi daima «Sen bize karışma, biz de sana karışmayalım» diye sükûnete davet ediyorlardı. Cenab-ı Hak onlara meyletmenin küfür olduğunu bu ayetle ispat etmiştir.
Kureyş müşrikleri Rasûlullah'ı atalarının dinine davet ettiklerinde bu ayet nazil olmuştur.
Dokuzuncu ayetin tefsirinde îbn Abbas, Atiyye, Dahhak ve SÜddi şöyle diyorlar: Onlar isterler ki sen haşa kâfir olasın ve onlar da küfürleri üzerinde 4evam edip gitsinler.
îbn Abbas'm başka bir tevilinde ((İsterler ki sen onlara ruhsat veresin, onlar da sana».
Perra «Sen onlara karşı yumuşa, onlar da sana karşı yumu-şasınlar demektir» der. Zira «Tudhinu», fiili idhan kökünden gelir, bu da yumuşatmak manasınadır.
Sabi, Süddi ve İshak'm rivayetlerine göre 10. ayetten 16. ayete kadarki bölüm Ahnes bin Şerik hakkında nazil olmuştur. Bazıları Esved bin Abdi Yehus veya Abdurrahman bin Esved hakkında geldiğini söylemişlerdir. (Mücahid)
Bazıları da «Velid bin Muğire hakkında nazil olmuştur» dediler .Bu kâfir Rasûl-ü Ekrem'e bir miktar mal arzeder. Eğer Ra-sûl-ü Ekrem (hâşâ) dininden dönerse bu malı kendisine vereceğini söyler.
îbn Abbas «Bu ayetler Ebu Cehil bin Hişam hakkında nazil olmuştur» demiştir.
«Hallaf» kelimesi çok yemin eden demektir. «Mehîn» kelimesi kalbi zayıf demektir (Mücahid) İbn Abbas'a göre mehîn yalancı demektir. Zira yalancı insan, zayıftır. Katade ve Hasan Basri «Bu kelimenin mânâsı şerri çok olan demektir» demişlerdir. Kelbi «Mehîn, facir ve aciz kişidir» demiştir. «Hemmaz» îbn Zeyd'e göre eliyle halkla istihza eden ve onları döven kimsedir. «Lemmaz» ise diliyle halkla istihza eden kişi demektir.
Hasan Basri «Hemmaz, meclisin bir tarafında durup istihza eden kişidir» demiştir.
«Meşşa» kelimesi kovuculuk yapan, insanlar arasında fesad-lıkta bulunandır. «Nemim» kelimesi kovuculuk eden demektir. Sahihi Müslim'de Huzeyfe'den şöyle rivayet ediliyor: «Bir kişinin kovuculuk yaptığını işiten Huzeyfe şöyle dedi: «Ben Allah Rasûlü'n-den dinledim, Cennete nemmam bir kişi girmez, buyurdu». Yani nemmamlık neticede böyle bir insanı imansızlığa götürür, akidesini bozar, dolayısıyla cennete giremez.
«Menna'» keilmesi çokça meneden, «hayır» kelimesi ise mal demektir. Yani malı Allah yolunda sarfetmekten çok meneder. îbn Abbas «Çocuklarını ve aşiretini İslâm'a girmekten çokça meneden. dir» demiştir.
«Mu'ted» saldırgan, yani zulüm yoluyla insanlara saldıran hududu aşan, bâtıl sahibi kişi demektir.
«Esîm» günahkâr demektir.
«Utull» kelimesi içi boş, küfürde şiddet gösteren kişi demektir. Kelbi ve Ferra'ya göre husumette bâtıl ile şiddetli davranan kişi demektir. Bazıları da insanlan çekip bir hapse,veya azaba götüren kişi demek olduğunu söylemişlerdir.
Ubeyd bin Umeyr «Utull» çokça yiyen, çokça içen, iri yan, kuvvetli bir kişidir, demiştir. Hz. Ali ve oğlu Hz. Hasan bunun fahiş konuşan, ahlâkı kötü olan kişi demek olduğunu söylemişlerdir, Ma'mer «Fahiş ve leim kişi demektir» der.
«Zenîm» bir kavme iltihak eden kişi demektir. Yani esasında o kavimden değildir, fakat kendisini o kavimden göstermektedir, îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre bu kişi Kureyş'ten idi.
îkrime «Zenim çokça zulmeden kişidir» demiştir. Velid bin Muğire, Mahsun kabilesindendi ve Hz. Halid'in de babasıdır. Aslen Kureyşli değildi. Kureyş'e sonradan ilhak olmuştur. Babası 18 sene sonra ona sahip çıkmıştı.
Hz. Ali «Zenim, aslı olmayan kişi demektir» dedi. Rivayete göre Rasûl-ü Ekrem «Zina veledi cennete girmez. Onun çocuğu girmez, onun çocuğunun çocuğu da girmez» demiştir. Abdullah bin Ömer, «Rasût-ü Ekrem zina evladlan Kıyamet Günü'nde maymunlarla domuzlar şeklinde haşrolunurlar» demiştir.
Kurtubi «Bu iki hadisin sıhhatli bir senedi olduğunu sanmıyorum» der. Doğru söylüyor. Çünkü «Velâ teziru vaziretun vizra uh-ra» (hiç kimse başkasının günahından sorumlu olmaz). Zina evladının sorumluluğu yoktur. Onu o şekilde dünyaya getirenin sorumluluğu vardır.
Müfessirlerin çoğu bu ayetlerin Velid bin Muğire hakkında nazil olduğuna dikkati çekerler. Bu kâfir Mina'da üç gün millete, «hays» denilen bir yemek yediriyordu. Tellâllar «Sakın hiç kimse ocağını yakmasın tencerenin altında ateş yakmasın. Hays yemek isteyen Velid bin Muğire'ye gelsin» diye bağınyorlardı. Velid bin Muğire bir hac mevsiminde binlerce dirhem sarfiyat yapardı; fakat miskinlere bir dirhem dahi vermezdi. Bunun için hayrı çokça me-nedicidir denildi. Velid bin Muğire hakkında «Cehennem o müşriklere olsun ki onlar zekâtı vermezlerdi» ayeti indi.
Muhammed bin İshak «Bu ayet Ahnes bin Şerik hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Beni Zühre'nin onlara ilhak edilmiş bir andlaşmalilan idi. Bunun için ona zenim denildi» demiştir.
Acaba mal ve oğullar sahibi olduğundan mı ona itaat ediyorsunuz veya acaba mal ve oğullar sahibi olduğundan mı küfre girer, gurura kapılır?
Ayete şöyle bir yorum da getirüebilir: «Ona mal sahibi ve oğullar sahibi olduğundan dolayı itaat etme!»
«Meşşa» kelimesinin «Zenim» kelimesine bağlanması da mümkündür. O zaman takdir şöyle olur: Mal ve oğullar sahibi olduğundan dolayı kovuculuk yapar.
«Esatir'uLEvvelîn» tabiri birkaç kez tekrar edilmektedir. Daha önce geçenlerin efsaneleri, hurafeleri demektir. [5]
16- Biz onu, burnunun üzerine damga vurmak suretiyle işaretleyeceğiz.
17- Şu bahçe .sahihlerine bela verdiğimiz gibi onlara da bela verdik. (Hatırlat o zamanı) ki onlar, sabah olunca (hiç kimseye sezdirmeden) onu mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
18- Ve (aynı zamanda) istisna da yapmıyorlardı (tnşaallah demiyorlardı)
19- Fakat onlar uyurlarken, o bahçe üzerine Rabbinden bir belâ indi.
20- Bahçe kapkara kesildi.
21/22- Sabah olunca birbirlerine (mallarınızı) devşiriciler iseniz, erkenden ürününüzün başına koşun, diye konuştular.
23/24- İşte onlar «Sakın bugün karşımıza bir yoksul çıkıp oraya girmesin» diye fısıldaşarak yola koyuldular.
25- (Fakirleri) engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.
26- (Bahçeyi) gördüklerinde dediler ki: «Yolu şaşırmışız».
27- «(Hayır! Öyle değil) Belki mahrum kalmışız».
28- İçlerinden en iyileri: «Ben size Allah'ın şanını yüceltin demedim mi?» dedi.
29- Onlar da «Rabbimizin şanı yücedir, eksikliklerden uzaktır. Biz zalimlermişiz» dediler.
30- Biri diğerine karşı ilerleyerek birbirlerini kınamaya başladılar.
31- «Yazıklar olsun bizlere! Azgınlarmişız» dediler.
32- «Umulur ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Şüphesiz ki biz Rabbimizden hayrı isteyenleriz» (dediler).
33- İşte azap böyledir! Ahiret azabı ise daha büyüktür. Eğer bunu bilselerdi (kaçınırlardı).
34- Kuşkusuz ki muttakiler için Rablerinin katında nimet cennetleri vardır.
35- Hiç biz müslümanlan mücrim kâfirler gibi yapar mıyız?
36- Size ne oluyor ve siz ne biçim hüküm veriyorsunuz?
37 - Yoksa yanınızda okumakta olduğunuz bir kitab mı var?
38- O kitabın içinde siz neyi beğenirseniz mutlaka o sizin olacak diye mi (yazılı?)
39- Yoksa üzerimizde, Kıyamet Günü'ne kadar sürecek, her istediğinizin olacağına dair taahhütler mi var?
40- (Ey Rasûlüm!) Onlara sor! Bu iddiayı onlardan hangisi savunacak?
41- Yoksa onların ortakları mı var? Eğer (sözlerinde) doğru iseler haydi getirsinler ortaklarını!
42- Baldırların açıldığı gün secde etmeye davet olunacaklar; fakat güçleri yetmeyecektir. [6]
(16-42) «Biz onu, burnunun üzerine...» Bu Ayetlerinin Tefsiri
«Biz onun burnuna damga vuracağız» ayetinde geçmekte olan «Nesimu» fiili kılıç ile burnun kesilmesi demektir. Ayette zemmedilen Velid bin Utbe'nin Bedir Günü'nde kılıçla burnu kesildi. Ölünceye kadar da burnu böyle nişanlı kaldı.
Katade «Kıyamet Günü'nde onun burnuna bir damga vuracağız ki onunla tanınsın demektir» diyor. Ebu'l-Aliye ve Mücahid, «Onun burnuna damga vuracağız, Ahiret'te yüzü de simsiyah kesilecek, yüzünün siyahlığıyla tanınacaktır» demişlerdir.
«Hurtum», insanlarda burun demektir. Hayvanlarda ise dudak yeri demektir. Hurtum aynı zamanda önder veliler mânâsında da kullanılmıştır. Taberi «Onun emrini apaçık kılacağız İd onu tanısınlar ve hiç kimseye gizli kalmasın. Tıpkı burun üzerindeki da-ğm gizli kalmadığı gibi» demiştir.
Müfessirlerin çoğu (daha önce de söylediğimiz gibi) bu ayetlerin Velid bin Muğire hakkında nazil olduğunu bildirmişlerdir. Ce-nab-ı Hak'kın, Velid'i yerdiği, zemmettiği gibi hiç kimseyi zemmetmediği de muhakkaktır. [7]
«Belevna» fiili bela kökünden, ibtila kökünden gelir. Denemek, fitnelendirmek demektir. Biz Mekkelileri denedik; yani onlara mallar verdik ki şükretsinler ve saldırmasınlar. Onlar saldırdıklarında, Rasûlullah'a düşmanlık yaptıklarında onlan kıtlık ve açlıkla denedik. Tıpkı onların da yakından bildiği bostan ehlini denediğimiz gibi. Bu bostan neredeydi? Rivayete göre Yemen'dey-di ve Mekke müşriklerine yakın bir yerde sayılırdı. San'a'nın birkaç fersah yakınındaydı. Bazıları iki, bazıları bir fersah demişler-dir. Allah'ın hakkını veren bir kişinin malı idi. Kişi öldükten sonra çocuklarına intikal etti. Onlar o bostanın hayrından insanları menettiler. Oradaki zekatı (hakkullah'ı) kibirlik taslayarak vermediler. Cenab-ı Hak bostanı helak etti. Yani bostanın mahsullerinden onların istifade etmesine imkân bırakmadı, bostanlarını yıktı.
Bazıları «Bu bostan Devran denilen bir yerdeydi. Devran da San'a'ya bir fersah uzaktadır. Bostanın sahipleri Hz. İsa'nın re-finden az bir zaman sonra, cimri olduklarından dolayı, görülmesin diye hurmaları geceleri topluyorlardı. Onlar bostandaki ziraatı biçmek istediklerinde dediler ki: «Bugün sizin yanınıza herhangi bir fakir girmesin». Böylece sabahleyin erkenden gidip baktılar ki bostan temelinden sökülmüş ve gece gibi simsiyah kesilmiştir. Yeşillik yoktu. Sanki bostanın yerinde bir kömür madeni vardı. Allah'ın emriyle bostanı yokeden Hz. Cebrail'di.» dediler.
Bazı alimler ziraatini biçen, meyvesini toplayan biricisinin orada hazır bulunan fakirlere yardım etmesi gerekir demişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak «Onu biçtiğiniz gün hakkını verin» buyurur. O, zekâttan başka bir haktır.
Bazıları biçicilerin yanlışlıkla geride bıraktıklarına mal sahibi karışmamalıdır, der. Çünkü o başaklan toplayarak nafakalarını temin etmeye çalışan fakirler vardır. Bu ayet geceleyin ziraati biçmeyi yasaklamaktadır. Çünkü fakirler ondan pay alamazlar. Bazıları da yılan ve diğer böceklere eziyet verilebileceği için geceleyin çalışmanın mekruh kılındığım söylemişlerdir. Kurtubi birinci yorumun daha sıhhatli ikincisinin de güzel olduğunu söylemektedir.
Bostan sahipleri, miskin ve fakirler evlerinden çıkmazdan önce sabah vakti girer girmez o bostanın meyvelerini toplayacaklarına dair aralarında yemin ettiler, fakat «inşallah» demediler.
Daha Önce bostan salih kişinin elinde iken yanlışlıkla biçilmeyen meyveler fakirlere aitti. Veya sergilerin üzerine atılıp da yere düşenler fakirlerin hakkıydı. Yani onlar ziraatlarını biçtiklerinde" yanlışlıkla biçmedikleri her şey fakirlerindi. Harman yaparken yayılan nesneler de fakirlere aitti. Yani bu bostan sahiplerinin babalan, bostandan fakirlere sadaka verirdi. Böylece babalarının hayatında yetimler, dul kadınlar, fakirler bostandan yararlanıyorlardı. Babalan öldükten sonra onlar Cenab-ı Hak'kın bu surede naklettiği şekilde hareket ettiler. Bunun üzerine, «mal azaldı, ço-luk çocuk çoğaldı» diye fakirlerin gözünden bu ziraati uzaklaştırmak için bu hareketlerde bulundular.
«Yesrimunne» fiili hurma meyvelerinin kesilmesi, toplanması demektir.
«Yestesnûne» fiili inşaallah demediler, istisna yapmadılar demektir. Veya ondan, o ziraatten miskinlerin, fakirlerin hakkını ayırmadılar manasınadır. (İkrime)
tbn Abbas «Taij'ten maksat Allah'ın emridir», Katade «Allah' tan gelen azaptır»J İbn Cüreyc «Cehennem vadilerinden çıkan bir ateştir» demişlerdir. Taif ancak geceleyin gelir. Bunu da Ferra ifade etmektedir. Bu ayet Cenab-ı Hak'kın azimden ötürü diğer in-sanlan muahaze ettiğinin delilidir. Çünkü onlar bu şekilde davranmaya azmettiler ve amel olmazdan önce cezaya çarptmldılar. Sahih'de Allah Rasûlü'nden şu hadis nakledilmiştir:
«îki müslüman kılıçlarıyla birbirlerine karşı çıkarsa öldürülen de öldüren de cehennemdedir, ateştedir» Bunun üzerine:
«Ey Allah'ın Rasûlü! Öldüren öldürdüğünden dolayı ateşte. dir .Acaba öldürülen niçin ateşe giriyor?» diye soruldu.
Hz. Peygamber (s.a.v) de: «O da arkadaşını öldürmeye azmetmişti» buyurdular.
Bostan meselesi mufassal olarak Al-i İmran Suresi'nde geçmişti. Oraya müracaat edilebilir.
«Sarim» karanlık gece demektir. İbn Abbas, Ferra ve başka müfessirlerden böyle rivayet edilmiştir. Yani bostan karanlık bir gece gibi olmuştu. Yeşillik diye bir şey kalmamış, yanıp kül olmuştu.
Yine îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediliyor: «Sarim siyah kül demektir». Yani bostan siyah kül gibi olmuştu.
«Yetehâfetûne» fiili gizlice yürüdüler demektir; yani hiç kimse onlardan haberdar olmasın diye yavaş konuşuyor, fasüdaşiyorlar-dı. Veya halk onları görmesin diye kendilerini gizliyorlardı. Fakat babalan bostana gitmek istediği zaman fakir ve miskinlere haber veriyor, meyve toplama zamanında orada hazır bulunmalarını istiyorlardı.
«Harda kelimesi kast ve kudret anlamındadır. Yani nefislerinde bir kast ve kudret üzerindeyken gittiler. Maksatlarına ulaştıklarını sanıyorlardı. Mücahid ve Katade «Hard ciddiyet mânâsını ifade eder» demişlerdir. Hasean Basri «Hard ihtiyaç ve zaruret demektir» demiştir.
«Kadirin» kelimesinin mânâsı emirlerini öyle tanzim etmiş, o şekilde programlamışlardı, anlamındadır. Katade «Kendi nefislerine, kendi zanlafına göre bahçelerindeki meyveleri bu şekilde biçip almaya kadir olduklarım sanıyorlardı» demiştir.
«Biz kesinlikle dalâletteyiz»; yani yanlış yere geldik, bu bizim bahçemiz değildir. Veya miskinleri menetmek niyetiyle böyle erken gelmekle biz hakdan sapmışız. İşte bu da bizim cezamızdır!
Allah'ın Basûlü «Günahlardan kaçının. Kesinlikle kul bir günahı işler ve bunun üzerine kendisine verilmek üzere hazırlanmış olan rızk ondan alınır» buyurduktan sonra bu ayeti okudu.
«Evsetuhum» en adilleri ve en akıllıları demektir. «Ben size demedim mi? Niçin istisna etmiyorsunuz? (İnşaallah demiyorsunuz) Ayetten anlaşıldığına göre bu en akıllı olanları, diğer kardeşlerine istisna etmelerini emretmiş, fakat onlar itaat etmemişlerdi. Ebu Salih ((Onların istisnaları suohanallah demektir» diyor. Onun için ortanca ryani adil olan kişi, kardeşlerine «Niçin siz SubhanaU lah demediniz, Allah'ın size verdiğine karşı şükretmediniz» demiştir.
Bazıları ayeti «Siz niçin fiilinizden ötürü Allah'a sığınarak af talebinde bulunmuyorsunuz?» şeklinde yorumlamışlardır. Kötü niyetinizden dolayı niçin tevbe etmiyorsunuz?
Onlar, «Rabbimizi tenzih ediyoruz. Biz kendi nefislerimize zulmettik» dediler. Zira îbn Abbas'a göre subhane Rabbina kelimesi «Biz günahımız sebebiyle Allah'tan af talep ediyoruz» demektir. Onlar «Sen böyle yapmamızı işaret ettin» diyerek birbirlerini kınadılar.
«Tâğin» kelimesi isyan ediciyiz, demektir. Yani fakirlerin haklarını menetmek suretiyle isyan edici olduk. İbn Keysan (veya Ki-san) «Onlar Allah'ın nimetleri hususunda tuğyan ettiler, ona şükür etmediler demektir» diyor.
«Belki Rabbimiz bize ondan daha hayırlısını verir. Niye biz Rabbimize dönmüyoruz ve and ederiz ki atalarımızın yaptığını yapacağız» dediler ve Allah'a yalvardılar. Allah o gece, o bostandan daha hayırlısını kendilerine nasip etti. Ve Cebrail'e o yanmış, kül olmuş bahçe yerine, Şam'dan onlara bir bahçe getirip yerine koymasını söyledi.
îbn Mesud şöyle der: «Onlar niyetlerini halis kıldı, Allah ta doğruluklarını bildi ve onlara EUHayran isimli bir bahçeyi, yok olanın yerine verdi. O bahçede öyle üzümler kıldı ki bir salkımı ancak bir hayvan yüklenebilirdi. Onlara çok büyük ve bereketli meyveler vermişti».
35. ayetteki mücrimlerden kafirler kastedilmektedir. Mekke kâfirleri «Ahiret'te müslümanlara verilenden daha hayırlısı bize verilecektir» demişlerdi ve ayet o zaman indi. «Biz müslüman-ları mücrimler gibi mi kılarız?». Sonra Cenab-ı Hak onları kınayarak s&yle buyurdu: «Bu eğri büğrü hükmü nereden çıkarıyorsunuz? Acaba mükâfatı vermek sizin emrinizde midir ki dilediğiniz şekilde onu ayarlayacaksınız? Yoksa okuduğunuz bir kitabınız mt var ki itaat edenin asi gibi olduğu hükmünü orada görüyorsunuz? Siz neyi seçerseniz onun olacağı mı yazılı kitabınızda?»
39. ayetteki «Eyman», yeminin çoğuludur Ahidler ve yeminler demektir.
«Bâligâtun» tekid edilmiş manasınadır. Yani yoksa sizin Allah katında ahidleriniz mi vardır ki onlara dayanarak «biz cennete gireceğiz» diyorsunuz?
40. ayetteki «Zaîm» kelimesi kefil demektir. Yani Ya Mu-hammed! Benim namıma şu müşriklere sor ki hangisi bu sözlerinin kefilidir? (İbn Abbas ve Katade).
îbn Keysan «Zaîm burada hüccet ve dava ile ortaya çıkan kişi demektir» dedi. Hasan Basri ise «Zaîm»\n elçi demek olduğunu söylemiştir.
«Şüreka» (ortaklar), bu ayette şahidler demektir. Kendi iddialarına şahitlik yapanları, eğer doğru iseler, getirsinler.
42. ayetin başındaki «Yevme» kelimesi, ya getirsinler mânâsına gelen «Felye'tu» fiiline bağlıdır; yani baldırların açılacağı günde ortaklarının şahitlerini getirsinler veya onlara şefaat etsinler. Veya bu. kelime mukadder bir fiilin mefuludur. Yani hatırlat o baldırların açılacağı günü! Baldırların açılmasından maksat, şiddet ortaya çıkacak ve Kıyamet dehşet saçacaktır. Harb bacaklarını topladı demek, şiddetli hâle girdi demektir. Sanki ayette, «kıyametin şiddetini ortaya koyduğu günü hatırlat» denilmektedir. İkrime'nin îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre «Sâk» üzüntü ve şiddet manasınadır. İbn Cüreyc, Mücahid'den «Durumun şiddeH ve ciddiyeti» demek olduğunu rivayet ediyor.
tbn Abbas ve Mücahid «Bu, Kıyamet Günü'nde en şiddetli bir saattir» demişlerdir. Ebu Musa el- Eşari'nin Rasûlullah'tan rivayet ettiğine göre «Sâk» büyük bir nurdur. O ortaya çıkınca hepsi ona secde ederler.
3emerkandi, tefsirinde şu rivayeti naklediyor:
Kıyamet Günü oldu mu her kavmin dünyada taptıkları ortaya çıkar. Her kavim taptıklarının yanma gider. Tevhid ehli ortada kalır. Onlara: «Siz neyi bekliyorsunuz?» denilir. Onlar: «Bizim Rabbimiz var, biz dünyada O'na ibadet ediyorduk, şimdi onu görmüyoruz» derler. Onlardan sorulur: «Siz onu görürseniz tanır mısınız?» Onlar da «Evet, tanırız» derler. Onlara: «Onu nasıl tanıyacaksınız? Halbuki siz onu görmemişsiniz» denir. Cevap olarak da: «Onun bir benzeri yoktur» derler. Böylece onlar için perdeler kaldırılır. Cenab-ı Hak'ka bakarlar ve hepsi secdeye kapanır. Ortada sırtlan sığır boynuzu gibi katılaşmış bir grup kalır. Onlar Allah'a bakarlar, secde etmek isterler, fakat güçleri yetmez. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Ey kullarım! Başlarınızı secdeden kaldırın. Sizin herbirinizin yerine yahudi ve hıristiyanlardan birer kişiyi ce. henneme göndereceğim» buyurur.
Ebu Burde der ki: «Ben bu hadisi Ömer bin Âbdutaziz'e anlattım. Dedi ki bana: «Kendisinden başka mdbud olmayan Allah için sana yemin verdiriyorum, baban bu hadisi sana söyledi mi?» Ebu Burde üç defa, «Babam bana söyledi» diye yemin etti. Ömer bin Abdulaziz» «Ehli tevhid hakkında bu hadisten daha sevimli hiçbir hadis işitmedim» der. [8]
43- Gözleri (korku ve dehşetten) düşük olarak kendilerini zillet kuşatır. Oysa onlar sapasağlam iken secdeye dayet ediliyorlardı.
44- (Ey Rasûlüm!) Artık bu sözü yalanlayanı sen bana bırak. Biz onları bilmedikleri bir yoldan yavaş yavaş yakalayacağız.
45- Ben onlara mühlet veriyorum. Fakat benim cezam çok şiddetlidir.
46- (Ey Rasûlüm!) Yoksa sen onlardan ücret istiyorsun da (Onlar bundan dolayı mı) borç yüküne giriyorlar?
47- Yoksa gaybın bilgisi onlann yaninda mıdır ki kendileri yazıp duruyorlar?
48- Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle! Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o içi kahr dolu olarak çağrıda bulunmuştu.
49- Eğer Rabbinden ona bir nimet yetişmeseydi kötü bir şekilde (balığın karnından) yeryüzüne atılırdı.
50- Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.
51- O küfre sapanlar Kur'an'ı işittikleri zaman, yercesine gözleriyle sana bakarlar ve «O mecnundur» derler.
52- Halbuki Kuran, bütün milletlere bir zikir (nasihat)dır. [9]
(43-52) «Gözleri (korku ve dehşetten) düşük...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Terhaku» fiili kaplar, kapsar elemektir. Yani müminler baslarını secdeden kaldırırlar. Yüzleri kardan daha beyazdır. Münafıkların ve kâfirlerin yüzleri ise simsiyah kesilir. Hatta katrandan daha siyah olur! Ebu Musa ile İbn Mesud'un bu görüşleri Sahihi Müslim'de Ebu Said el-Hudri tankıyla da rivayet edilmiştir.
«Salîmune» kelimesi afiyettedirler, bedenleri sıhhattedir demektir. Yani onlar ezan ve kametle dünyada sağlam oldukları halde secdeye davet edilirler, fakat ibadet etmezlerdi,
Said bin Cübeyr der ki: «Onlar «Hayya eUFeîah» ezanım işitiyorlar, fakat icabet etmiyorlardı».
44. ayetin başında gelen «Zernî» fiili, «benî bırak» demektir. «El-Hadi$»ten. maksat, Kur'an'dır. Bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanları artık sen bana bırak, biz onları kendilerinin tasarlayamaya-caklan bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız! Ayetin anlamı «Onları gafil bir şekilde avlayacağız ki bunu onlar bilmezler» demektir. îşte onlar Bedir Günü'nde azaba duçar oldular.
Süfyani Sevri, «Onlara bot nimet vereceğiz ve şükür etmeyi kendilerine unutturacağız demektir» demiştir.
îbn Abbas, «Senestedricuhum» onlara mekir yapacağız demektir, diyor. Bazılarına göre azar azar tutar, azar azar azaba yaklaştırırız, demektir.
îstidrac aceleyi terketmektir. Bunun esas mânâsı, bir halden diğer bir hale nakletmektir. Bir merdiveni öbür merdivene ayak atmak suretiyle geçmektir.
«Umlî» fiili, mühlet veririm onlara, müddeti onlar için uzatırım mânâsını ifade eder. Ayetin metnindeki «Keyd» kelimesi azap, «Metin» kelimesi de şiddetli demektir. Yani benim azabım kesinlikle şiddetlidir, hiç kimse yakasını kurtaramaz.
«Magrem» kelimesi vergi, borç manasınadır. Yoksa sen onları Allah'a davet ettiğinden Ötürü onlardan bir ücret mi istiyor-sun? Onlar da bu ücretin garabetinden zorluk çekiyorlar? Yani onlar üzerinde herhangi bir külfet yoktur. Hatta onlar sana tâbi olurlarsa yeryüzünün hazinelerine sahip olacaklar ve nimet cennetlerine varacaklardır. Yoksa onların katında gayb mı vardır? Yani gaybın ilmini, onlar mı yazıyorlar? Yoksa bu söyledikleri hakkında onlar üzerine vahy mi iniyor ki bunları söylüyorlar.
İbn Abbas «Gayb, burada Levh-iUMahfuz manasınadır» diyor.
Bazı müfessirler «Yektubune» fiilinin hükmetmek anlamında olduğunu söylemişlerdir.
«Hut» balık demektir .Hut'un sahibi'nden maksat ise Yunus Peygamberedir.
«Mekzûm» öfke ile dolu demektir. Cenab-ı Hak burada Hz. Muhammed'e «Rabbinin hükmüne sabır göster, kaza ve kaderine razı ol» demektedir. Veya «Rabbin sana risalet tebliğini hükmet. mistir. O'na karşı sabır göster. Acele etme. Öfkeye kapılma. Sen mutlaka galip olacaksın».
Bazıları «Bu ayet kılıç ayetiyle neshedlimiştir» diyorlar. Yani Hz. Yunus gibi öfkede sıkıntılı, aceleci olma. Katade diyor ki: «Ce. nab-ı Hak burada peygamberine teselli veriyor, ona sabretmesini, acele etmemesini emrediyor.»
Hz. Yunus'un hadisesi Yunus, Enbiya ve Saffat Sureleri'nde geçmişti.
49. ayetin başında gelen «Tebareke» fiili bu şekilde okunursa mazidir. Eğer müzari ise «Tebbare)cur> şeklinde okunması gerekir. Nimet'ten maksat Dahhak'a göre peygamberliktir. îbn Cübeyr'e göre daha önce yapmış olduğu ibadetlerdir. îbn Zübeyr'e göre ise «Senden başka mabud yok. Sen ortaktan münezzehsin. Kesinlikle ben zalimlerdendim» şeklindeki yalvarıştır. îbn Bahr'a göre «Balığın karnından çıkartılıp sahile atılmasıdır». Bazılarına göre nimet burada rahmet demektir. Yani Allah ona rahmet ederek tev-besini kabul buyurmuştur.
«Nubize» fiili atıldı demektir «eUAra» kelimesi geniş saha demektir. Yani dağsız, ağaçsız, duvarsız, düz saha. «Mezmum» kınanmış manasınadır. Eğer Allah'ın Yunus üzerindeki fazlı olmasaydı balığın kanunda Kıyamet'e kadar duracaktı. Sonra da Kıyamet sahrasına kınanmış olarak atılacaktı.
«îcteba» fiilinin mânâsı onu seçti demektir. «Onu salihlerden kıldı» cümlesinin mânâsı ise îbn Abbas'a göre, Allah ona vahyi geri verdi. Hem kavmi hem de kendi şahsı için tevbesini kabul etti. Onu yüzbin veya daha fazla insana peygamber olarak göndermekle de salihlerden kıldı, şeklindedir. [10]
51. ayet onların peygambere ne kadar düşman olduklarını ortaya koymaktadır. Onlar göz (nazar) ile peygamberi öldürmek istiyorlardı. Kureyş'ten bir grup, Rasûlullah'a baktılar ve «Biz onun benzerini görmedik. Onun getirdiği delillerin benzerini görmedik» dediler. Maksatları da nazarla Rasûl-ü Ekrem'i devirmekti.
Rivayete göre, «Nazarla etki yapmak, Beni Esed Kabilesi'nde yaygın ve etkili idi. Hatta Beni Esedlilerden birinin yanından tavlı bir sığır veya etli bir deve geçtiğinde gözüyle ona baktıktan sonra: Ey cariye, ey hizmetçi! Parayı al, bu devenin etinden bize getir» derlerdi. Deve biraz gittikten sonra düşüp ölür; eti de kesilip satılırdı.
Kelbi diyor ki: «Araplardan bir kişi iki veya üç gün yemeden, içmeden bekler. Sonra çadırın bir tarafını kaldırır, oradan içeri bakar. Yanından bir deve veya koyun geçerse: «Bugün gördüğüm deve ve koyun gibisinden daha güzelini görmedim» derdi. O hayvan biraz ilerledikten sonra düşer, ölürdü.
«O inkâr edenler zikri işittikleri zaman nerede ise seni gözle-riyle devireceklerdi...»
Maverdi «Araplar bir insana nazar ile dokunmak istediklerin- . de üç gün aç ve susuz kalır, sonra o kişinin nefsine ve malına saldırarak şöyle derlerdi: Allah'a yemin olsun, ondan daha kuvvetlisini, ondan kahramanını, ondan daha zenginini, daha güzelini görmedim». Böylece gözüyle hem adamı hem de malını helak ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.» der.
Kuşeyri diyor ki: «Bu nakillerde tenkid edilecek noktalar vardır. Zira göz ile dokunmak, bir şeyi ancak çok güzel saymak, gönülden onu beğenmekle olur. Yoksa sadece bir şeyden buğzetmek-le, onu istememekle göz aofcunmaz».
Bunun için «O delidir, diyorlardı». Yani Kur'an okuduğunu gördüklerinde seni deliliğe nisbet ederler.
Kurtubi özet olarak şunları ekler: Tefsircüerin ve lügat alimlerinin sözleri bizim söylediklerimize delâlet eder. Onların peygambere bakmalarından maksat onu Öldürmek istemeleridir. Bir şeyin keraheti, helak edecek şekilde düşmanlığın kişiye gözle isabet etmesine mani değildir.
îbn Abbas, İbn Mesud, «Leyuzlikûneke» yerine «Leyuzheku-neke» şeklinde ayeti okumuşlardır. Yani seni neredeyse tamamen helak edeceklerdi. Zira «Yuzlikune» fiili kaydırmak, kaymak mâli nâsma gelen zeleka, zelk kökünden alınmıştır. Kelimenin mânâsı silip süpürmek, götürmektir. Bu da ancak Rasûl-ü Ekrem'in helak olmasıyla (ölümüyle)"tahakkuk eder.
El-Herevi, «Bu fiilin mânâsı şudur: Gözleriyle sana göz okları atıyorlar. Seni Allah tarafından çıktığın makamdan düşmanlıklarından ötürü indirmek istiyorlar» diyor. İbn Abbas «Bakışlarının sende etki yapmasını, seni delmesini istiyorlar» diyor. Süddi ve Said bin Cübeyr «Üzerinde bulunduğun nübüvvetin tebliğinden seni uzaklaştırmak, çevirmek istiyorlar demektir» diyor.
«Bi Ebsarihim» lâfzının başındaki «b» harfi ya alete dahil da-|| hil olmuştur; yani gözlerini kaydına, helak edici, yok edici alet. gibi kılarak sana bakarlar demektir veya «b» harfi burada sebebiyet mânâsı ifade eder ki o takdirde, gözleri sebebiyle seni kaydırmak istiyorlar, demek olur.
Zeccac, «Ayet hakkında lügat ve tevil ehlinin mezhebi şudur: Onlar Rasûl-ü Ekrem'e çok buğzettikleri, ona düşmanîıkda doruk noktaya çıktıkları için, Peygamber'e buğzedenlerin bakışıyla öldüresiye bakıyorlardı».
Bu ayet nazar dokunmasının hak olduğuna işaret etmektedir. Bu hadisi Ebu Hüreyre, Rasûl-ü Ekrem'den nakletmiştir ve hadis Müslim'le Buhari'nin ittifak ettiği hadislerdendir. Ulemanın cumhuru hadisin zahirine dayanarak «Göz ve nazar haktır» ve «Göz kişiyi kabre, deveyi de çömleğe koyar» demişlerdir. Bidatçı-lardan bazı gruplar göz dokunmasını inkâr etmişlerdir. Fakat on-lann sözleri önemli değildir. Çünkü bu, peygamber kelamında va-rid olmuştur ve sahih bir hadisle gelmiştir.
Hasan Basri «Göz rukıyyesi bu ayettir» der. Yani gözün dokunmaması, kötü bir etki yapmaması için bu ayet okunursa Ce-nab-ı Hak onu hıfzeder.
Ayetteki «zikir» kelimesinden maksat Kur'an'dır. Onlar Rasû-lullah'a çok buğzettikleri, hased ettikleri için Kur'an okuduğunu dinlediklerinde «Bu mecnundur» derlerdi. Halbuki «O Kur'an ancak âlemler için bir zikirdir»; yani bir hatırlatmadır, onların dinlerinde muhtaç oldukları her emri açıklayıcıdır. Üzerine Allah tarafından Kur'an inen bir kişi, onun esrarına muttali olduğu halde, nasıl deli olabilir?
Bazılarına göre, bu 52. ayetteki zikir kelimesi, şeref ve fazilet demektir. Çünkü Cenab-i Hak başka bir ayette «Kesinlikle o, (Kur'an) senin ve kavmin için bir zikirdir», yani bir fazilettir, diyor. Cenab-ı Hak «Bütün âlemler için» diyor. Çünkü Kur'an'da bütün âlemler için yararlı Öğütler vardır.
Bazıları «Zamir Rasûlullah'a raciâir. Rasûlullah hatırlatıcıdır ve kesinlikle âlemleri şerefe kavuşturandır» demişlerdir. Yani âlemler ona ancak iman etmek suretiyle şĞref ve izzete sahip olurlar. [11]
KALEM SURESÎ'NÎN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/206-207.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15-207.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/208-210.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/210-212.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/212-215.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/217-218.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/218-219.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/219-225.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/226-227.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/227-229.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/230-232.