Mearic suresi kırk
dört âyettir, Mekke'de nazil olmuştur.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1-3- Birisi
kâfirlere inecek azabın daha ne zaman gerçekleşeceğini sordu. Dereceler
sahibiAllah nezdinden, onlara inecek azabı hiçbir kuvvet önlemeyecektir.
Abdullah b. Abbas bu
âyetleri şöyle izah etmiştir: "Kâfirler, Allahın azabının ne zaman
geleceğini sormuşlardır. Allah da onlara, o azabın mutlaka gerçekleşeceğini
bildirmiştir.
Mücahid diyor ki:
"Kâfirlerden bazıları, dünyada iken, Allahın azabının gelmesini
istemişlerdir. Bu istekleri şu âyette zikredilmiştir."Yine bir zaman onlar:
"Ey Allahım, eğer bu Kur'an nezdinden indirilmiş hak bir kitapsa gökten
üzerimize taşlar yağdır veya bize can
yakıcı bir azap ver." demişlerdi.[2] ^ Bu
azap âhirette gerçekleşecektir.
Katade ise bu âyeti
şöyle izah etmiştir: "Bir kısım insanlar, azabın kimlere geleceğini
sormuşlar, Allah da azabın kâfirlere geleceğini ve o kâfirlere gelen azabı
kimsenin savamayacağını beyan etmiştir."
İbn-i Zeyd ise
kelimesini hemze yerine elif ile şeklinde okuyan kıraata dayanarak âyetlerin
manalarının şöyle olduğunu söylemiştir: Cehenem vadilerinden biri olan vadisi
kâfirlerin uğratılacakları azap verici bir şey akıtacaktır.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Dereceler sahibi" diye tercüme edilen (sıfatı Abdullah b. Abbas,
Katade ve İbn-i Zeyd'e göre Allaha ait bir sıfattır' Manası "Lütuf,
nimetler ve üstünlük sahibi olan Allah." demektir. Mücahid'e göre ise bu
sıfat, göğün sıfatıdır. Yani gök, çeşitli derecelere sahiptir." demektir.[3]
4- Melekler
ve ruh (Cebrail) ona (Allanın emrinin indiği yer) elli bin dünya senesinin
karşılığı olan bir günde çıkarlar.
Âyette zikredilen
"Ruh" kelimeside maksat, Cebrail veya insanların ruhları yahut da
insanlara benzeyen özel bir kısım varlıklardır. Ebu Salih bu son görşütedir.
"Ona" zamirinden maksat ise Allah tealadır. Bu âyet çeşitli şekillerde
izah edilmiştir.
Mücahid'e göre bu âyet
"Yeryüzünün en alt tabakası ile yüce arşın arasında bulunan mesafeyi
beyan etmektedir. Ve âyetin izahı şöyledir: "Melekler ve ruh, aralarında
elli bin yıllık mesafe bulunan yerin en altından, arş'ta Allanın nezdine bir
günde giderler."
Abdullah b. Abbas,
İkrime, Katade ve Dehhak'a göre ise be âyet, kıyamet gününü beyan etmekte ve
kıyamet gününün elli bin yıla denk bir gün olduğunu açıklamaktadır. Ve âyetin
izahı şöyledir: "Melekler ve ruh, Allahın yaratıkları arasında verdiği
hükmü bitirdiği gün onun huzurunu varacaklardır. O günün süresi ise elli bin
yıla denktir.
Ebu Said el-Hudri
diyor ki:
"Resulullaha,
miktarı elli bin sene olan gün ne de uzun bir gündür." diye sordular.
Resululah da şöyle buyurdu: "Hayatım kudret elinde bulunan Allaha yemin
olsun ki o gün müminler için hafiflettirilecek öyle ki o gün mümine, dünyada
iken kıldığı bir vakit farz namazından daha hafif olacaktır."[4] ^
Mücahid ve İkrime'den
nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu günden maksat, dünyanın ömrüdür. Yani
dünyanın ömrü, yaratılışından sonuna kadar elli bin senedir.
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen başka bir görüşte ise kendisinden, diğer bir âyette zikredilen ve
bin yıla eşit olduğu beyan edilen bir günün ne demek olduğu sorulmuş o da
soran kimseye "Miktarı elli bin gün olduğu zikredilen günün ne demek
olduğunu sormuştur. Soran kişi "Ben sana bunu öğrenmek için sordum."
deyince Abdullah b. Abbas: "Bu ikisi de Alahın Kur'anda zikrettiği iki
gündür. Bunların ne demek olduğunu Allah daha iyi bilir." demiş ve fikir
yürütmekten kaçınmıştır.[5]
5- Ey
Muhammed, sen güzelce sabret.
Ey Muhammed,
müşriklerin sana olan eziyetlerine karşı sızlanmadan sa-ret. Onlardan gördüğün
kötülükler seni rabbinin, tebliğ etmeni emrettiği şeylerden alıkoymasın.[6]
îbn-i Zeyd bu âyet-i
kerimenin Resulullaha, kâfirlere karşı savaşmasını ve onlara karş; sert
davranmasını emreden âyetlerden önce indiğini, bu sebeple neshedilmiş olduğunu
söylemiştir. Taberi ise Resulullahım Peygamber olarak gönderilmesinden itibaren
ölümüne kadar kafirlerden eziyet çektiğini, zaman zaman onların eziyetlerine
katlandığını bu itibarla âyet-i kerimenin neshedildiğini söylemenin doğru
olmadığını söylemektedir.[7]
6- Kâfirler
kıyamet gününü uzak görüyorlar.[8]
7- Biz ise
onu çok yakın görüyoruz.[9]
8- O gün
gök, erimiş maden gibi olacaktır.[10]
9- Dağlar da
atılmış renkli yün gibi olacaktır.[11]
10- O gün
dost dostun halini soramaz.
Bu müşrikler kıyamet
gününü ve o gün görecekleri azabı uzak görüyorlar. Zira onlar, öldükten sonra
dirilmeyi ve ceza göreceklerini kabul etmiyorlar.! Biz İse kıyamet gününü ve o
gün verilecek cezayı çok yakın görüyoruz. Zira her! gelici olan şey yakındır. O
gün gök, eritilmiş bir maden ve bulanık bir zeytini yağı gibi olacaktır. Dağlar
ise yün gibi atılmış olacaktır. O gün herkes kendi| derdine düştüğünden yakın dostlar
birbirlerinin hallerini soramayacaklardır.[12]
11-14- O gün
onlar birbirlerine gönderilirler. Suçlu, oğullarını, karısını, kardeşini,
kendisini korumuş olan sülalesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini feda edip
o günün azabından kurtulmak İster.
O gün onlar
birbirlerine gösterilirler." ifadesinden zikredilen insanlardan kimin
kasdedildiği hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Katade'ye göre, o gün birbirlerine gösterilecek olan insanlar, akrabalardır.
Allah, herkese akrabasını gösterip tanıtacak sonra da herkes kendi derdine
düşeceğinden en yakın akrabalarından bile kaçacaktır. Bu husus diğer âyetlerde
de şöyle ifade ediliyor: "O gün insan, anne ve babasından, karısından ve
çocuklarından kaçar." "O gün herkesin kendine yetecek kadar derdi
vardır.
Taberi de bu görüşü
tercih etmiştir. Zira bu âyet, dostların birbirlerinin hallerini
soramayacaklarını beyan eden âyetten sonra gelmiştir. Bu sebeple zamirin
onlara ait olması tercihe şayandır.
Mücahid ise burada,
birbirlerine gösterilecek olanlardan maksadın cennetlik olan müminlerle
cehennemlik olan kâfirler olduklarını söylemiştir.
İbn-i Zeyd ise âyette
birbirlerine gösterilecekleri zikredilen insanların, önder olan kâfirlerle
onlara uyan kâfirler olacaklarını söylemiştir. Zira bunlar birbirlerini
tanımayacak ve karşılıklı olarak tartışmaya girişeceklerdir.
Allah teala bu
âyetlerde âhiretin ne kadar dehşetli olduğunu, o günün şiddetinden kurtulmak
için insanın herşeyini feda etmek istediğini ancak bunun da kabul
edilmeyeceğini beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde buna
benzer âyetler bulunmaktadır. Onlardan bazıları şunlardır: "Ey insanlar,
rab-binizden korkun. Ne babanın evladına ne de evladın babasına hiçbir yardımda
bulunamayacağı günden sakının. Şüphesiz ki Allahın vaadi haktır. Dünya hayatı
sakın sizi aldatmasın."[13]
"Ey insanlar, şüphesiz Allahın vaadi haktır. Sakın sizi dünya hayatı
aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan, sakın sizi Allahın affına güvendirerek
aldatmasın."[14]
"Sur'a üfürüldüğü zaman aralarında soy bağı kalmaz. Ve birbirlerine de bir
şey soramazlar."[15]
15-18- Fakat
bu asla olmaz. Muhakkak ki cehennem, derileri kavurup soyan alevli bir
ateştir. O, sırtını dönüp yüzçcvircni ve servet toplayıp yığanı kendisine
çağırır.
Ayette geçen ve
"Deriler" diye tercüme edilen kelimesi, çeşitli şekillerde izah
edilmiştir. Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'e göre kelimesinden maksat, baş ve başın derisi demektir. Ebu Salih'e göre "Baldır
eti" demektir. Bu kelime, Hasan-ı Basri'ye göre "Baş" Katade'ye
göre, insanın değerli uzuvları ve bütün her tarafı demektir. Dehhak'a göre ise
"Et ve deri" demektir. İbn-i Zeyd'e göre insan vücudunun büyük
uzuvları demektir. Taberi, Allah tealanın, cehennem ateşinin insanın kafa
derisini ve vücudunun her tarafını pişirerek kopardığını bizlere beyan
ettiğini söylemiştir.
Ayet-i kerime,
cehennem ateşinin, sırtını dönüp yüzçevireni kendisine ça-ğirdğını
zikretmiştir. Sırtını dönüp yüzçevirenden maksat, Allaha itaate sırt çeviren,
Allahm kitabına ve peygamberlerine iman etmekten yüzçeviren demektir. Yani,
cehennem, kâfirleri kendisine çağıracak, onun, müminlerin üzerinde ise bir
otoritesi olmayacaktır. Âyette geçen "Servet toplayıp yığan"dan
maksat, zekatını vermeyen ve harcaması farz olan yerlere inalını harcamayan,
böylece, Allahm, malında farz kılmış olduğu hakkı yerine getirmeyerek mal
biriktiren demektir.
Abdullah b. Ukeym,
para kesesinin ağzını bağlamaz ve "O cehennem, sırtını dönüp yüz çevireni
ve servet toplayıp yığanı kendisine çağırır." âyetini okurdu.[16]
19-
Gerçekten insan sabırsız ve hırslı yaratılmıştır.
Ayet~i kerimede
zikredilen insandan maksat, "Kâfir ve müşrikler"dir. "Sabırsız
ve hırslı" diye tercüme edilen ifadesi, Said b. Cübeyr'e ve Dehhak'a göre
"Çok cimri ve çok sızlanan" İkrime'ye göre "Velveleci"
Şu'be'ye göre "Hırslı" İbn-i Zeyd'e ve Katade'ye göre "Çok
sızlanan" şekillerinde izah edilmiş, Abdullah b. Abbas ise daha sonra
gelen iki âyetin, bu âyetteki kelimesini
izah ettiğini söylemiştir.[17]
20- Basma
bir felaket geldiği zaman feryad eder.[18]
21-
Kendisine bir hayır dokunduğu zaman da çok cimrileşir.
Böyle bir insanın malı
azalır ve fakir düşerse pek sızlanır, buna karşı sabretmez. Buna mukabil malı
artar, zenginleşirse, Allahın kendisine verdiği nimetlere karşı cimri kesilir
de onu. Allanın emrettiği yerlere harcamaz.[19]
22-23- Ancak
şunlar müstesnadır. Namaz kılıp namazlarına devam ederler.
İnsanlar pek sabırsız,
çok hırslı, çok cimri ve çok şikayetçi olan varlıklardır. Ancak şunları yapan
insanlar bu sıfatlardan uzaktırlar: Allahm kendisine farz kıldığı namazı eda
edip ona kesintisiz olarak devam edenler.Burada zikredilen namazdan maksat,
farz kılınan beş vakit namazdır. Bu namazı kılan müminlerden maksat ise
İbrahim en-Nehai ve Katade'ye göre, beş vakit namazını kılan her mümindir.
İbn-i Zeyd'e göre ise bunlar, Resulullah ile birlikte namaz kılmaya devam eden
müminlerdir. Ukbe b. Âmir'e göre ise bunlar, namaz kılarken sağlarına
sollarına bakmayan kimselerdir.[20]
24-25-
Mallarında isteyenin ve yoksulun belli bir hakkı olduğunu kabul edenler,
Âyette, müminlerin
mallarında isteyenin ve yoksulun belli bir hakkı olduğu zikredilmektedir.
Katade ve Said b. Cübeyr, bu haktan maksadın, Allanın farz kıldığı zekat
olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas ve Mücahid'e göre ise burada
zikredilen "Hak"tan maksat, zekatın dışındaki bir haktır. Abdullah b.
Abbas bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Bu hak, zekatın dışında bir
haktır. Bu hak, akrabana verdiğin, misafire ikram ettiğin şey, âciz ve zayıf
bir kimseyi taşıman yahut bir yoksula yardım etmendir."
Abdullah b. Ömer,
Şa'bi ve İbrahim en-Nehai'ye göre ise bu hak, zekatı kapsadğı gibi zekat dışı
haklan da kapsamaktadır. Abdullah b. Ömer'e "Bu haktan maksat, zekat
mıdır?" diye sorulunca o soran kişiye: "Şüphesiz ki senin üzerinde
zekatın dışında da hak vardır." demiştir.
Âyette zikredilen
"İsteyen"den maksat, "El açıp dilenen" demektir.
"Yok-suT'dan maksat ise çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Abdullah b.
Abbas, Said b. el-Müseyyeb, Ata, Mücahid ve İbrahim en-Nehai'ye göre burada
zikredilen "Yoksul, yani mahrunV'dan maksat, Beytül Maldan payı olmayan,
çalışıp kazanamayan ve kendisini geçindirecek bir sanatı da bulunmayandır.
Buna "Muhalif" de denir.
İbrahim en-Nehai ve
Hasan b. Muhammed el-Hanefiyye'ye göre burada zikredilen "MahrunV'dan
maksat, savaşa katılmayan bu itibarla da ganimetten payı olmayan ve ganimetler
taksim edilirken orada bulunan kimsedir. Bu gibi insanlara, ganimetten mahrum
olduklarından dolayı belli miktarda bazı şeyler verilir. Âyet-i kerime bunları
zikretmektedir.
İkrime'ye göre âyette
zikredilen "Yoksul "dan maksat, malı artmayan demektir. Ebu Kılabe
ve İbn-i Zeyd'e göre "Yoksul"dan maksat, malı âfetlerle telef olan
demektir. Katade ise "Yoksul"dan maksadın, iffetinden dolayı el açıp
istemeyen kimse" olduğunu söylemiştir. Şa'bî: "Doğrusu beiı yoksulun
kim olduğunu anlamaktan âciz kaldım." demiştir.
Taberi, yoksul
kelimesinin bütün cihetlerden yoksul olan kimseyi kapsadığını, her ne yönden
olursa olsun yoksul düşen kimsenin, mal sahiplerinin mallarında hakkı olduğunu
söylemiştir.[21]
26- Hesap
gününe iman edenler.[22]
27-28-
Rablcrinin azabından korkanlar -Şüphesiz rablerinin azabından kimse emin
olamaz.[23]
29-31-
Mahrem yerlerini eşleri ve cariyeleri dışında herkesten korur yanlar, onlar ise
kınanmazlar. Bunun dışına taşanlar ise haddi aşanlardır.[24]
32-
Emanetlerine ve sözlerine riayet edenler.[25]
33-
Şahitliklerini dosdoğru yapanlar.[26]
34-35-
Namazlarına devam edenler. Evet işte onlar, cennetlerde ağırlanacak
kimselerdir.
Allah teala bu âyet-i
kerimelerde de kendisine bir kötülük geldiğinde çokça sızlanan ve kendisine
Allanın nimeti eriştiğinde de çokça cimri kesilen insanlardan olmayanları
zikretmeye devam etmiştir. Bunlar ise şunlardır: Öldükten sonra
dirildiklerinde yaptıklarının karşılığı verilecek olan bir günün geleceğine
iman edenler, dünyada iken rablerinin âhirette, emrine karşı gelenler için
hazırladığı azabından korkanlar,bu sebeple onun koyduğu farzlara titizlik
gösterip beyan ettiği sının aşmayanlar, avret mahallerini eşleri ve cariyeleri
dışındaki kimselerden koruyup zinaya düşmeyenler, avret mahallerini ancak
eşleri ve cariyelerine karşı koruma zorunluğu hissetmeyenler kınanmazlar. Zira
bu kimseler onlar için helaldir. Fakat eşi ve cariyesinin dışına taşanlar,
Allahın beyan ettiği helallann sınırını aşan kimselerdir. Bunlar bu halleriyle
harama düştükleri için cezalandırılacaklardır.
Yine, başına gelen
kötülüklerden dolayı sızlanmayıp kendilerine bir hayır dokunduğu zaman da
cimrileşmeyen insanlardan bir kısmı da
şunlardır: Yerine getirmesi icabeden farzlar gibi Allahın onlara verdiği
emanetlere ve kulların kendilerine teslim ettiği emanetlere ayrıca Allaha ve
kullarına vermiş oldukları ahitlere riayet edenler, bir husus için şahitlik
yapmaya çağırıldıklarında o şahitliği dosdoğru yapanlar, onu değiştirip bozmayanlar,
namazlarının vakitlerini ve farzlarını muhafaza edenler, işte bunlar cennetlere
konacaklar ve Allah tarafından orada ikram göreceklerdir.[27]
36-37- Ey
Muhammcd, ne oluyor bu kâfirlcrcki sana doğru koşuşuyorlar? (Sonra da) sağdan
ve soldan guruplar halinde dağılıp gidiyorlar.
Abdullah b. Abbas bu
âyetleri şu şekilde izah etmiştir: "Ne oluyor bu kâfirlere ki sağdan
soldan guruplar halinde seni dikkatle izliyorlar? Ne Allahın kitabını ne de
Peygamberini arzuluyorlar.
Ayette geçen ve
"Guruplar" diye tercüme edilen kelimesi Abdullah b. Abbas'a göre,
insanlardan oluşan bir topluluk, Mücahid'e göte, birbirinden uzak meclisler,
Katade'ye göre fırkalar, Dehhak'a göre insanların oluşturduğu halka ve arkadaş
gurupları, Hasan-ı Basri'ye göre, çevreye dağılmış insanlar demektir. Ebu
Hureyre ve Cabir b. Semüre'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber efendimiz
de kelimesini ayrı ayrı guruplar manasında kullanmıştır. Cabir b. Semüre diyor
ki:
"Sahabiler
mescidin içinde öbek öbek oturmuş konuşurken Resulullah mescide girdi ve
onlara: "Ne oluyor da sizi böyle bölük bölük görüyorum?"[28] buyurdu.[29]
38- Onlardan
her biri, Naim cennetine girmeyi mi umuyor?[30]
39- Hayır, giremeyeceklerdir. Gerçekten biz
onları, kendilerinin de bildiği bir şeyden yarattık.
Ey Muhammed, sana
doğru bakıp duran bu kâfirlerden her biri,nimetlerle dolu olan cennete
gireceğini mi ümit ediyor? Hayır, durum bu kâfirlerin ümit ettikleri gibi
değildir. Zira biz onlardan her birini bildikleri bir damla murdar sudan
yarattık.Onlar bu halleriyle cenneti hak etmiş olamazlar. Cennete girmek ancak
onları bu gibi bir damla sudan yaratan Allaha itaat etmekle hak edilmiş olur.
Onlar cennete girmeyi nasıl arzuluyorlar? Zira onlar, isyankâr kâfirlerdir.[31]
40-41-
Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki biz onların yerine daha
hayılrılannı getirmeye kadiriz ve kimse önümüze geçemez.[32]
42- Ey
Muhammed, sen onları kendi hallerine bırak. Varsınlar kendilerine vaadedilen
gün gelinceye kadar (bâtıl inançlara) dalsınlar ve oyalanıp dursunlar.
AlIah teala bu âyetlerde,
dilerse isyankâr kâfirleri tümünü helak edip oların yerine itaatkâr müminleri
getirebileceğini, bunu yaparken de onun elinden hiçbir kimsenin
kurtulamayacağını beyan ediyor ve bu beyanından önce de "Doğuların ve
batıların rabbine yemin ederim ki." diyerek bizzat kendisine yemin
ediyor. Doğunun ve batının birer tane olmalarına rağmen âyette "Doğular ve
batılar" diye ifade edilmesinin hikmetini Abdullah b. Abbas şöyle izah
etmiştir. "Güneş her yıl üç yüz altmış ayrı yerden doğar. Yılın sonunda
ilk doğduğu yere istemeyerek döner ve şöyle der: "Rabbim, sen beni,
kullarının üzerine doğdurma. Zira ben, onların sana isyan ettiklerini
görüyorum."
Ey Muhammed, sen sana
doğru koşuşan, sağından ve solundan dağılıp fırkalar oluşturan o müşrikleri
bırak ki vaadedildikleri kıyamet günüyle karşı karşıya gelinceye kadar batıl
inançlarına dalıp dursunlar. Ve geçici dünyada oynayıp eğlensinler.[33]
43-44- O gün
kâfirler, gözleri açılmaz bir halde, kendilerini zillet bürümüş olarak sanki
dikili bir şeye koşuyorlarmış gibi süratle kabirlerinden çıkarlar. İşte
vaadolundukları gün bu gündür.
Vaadedildikleri o gün
gelince sanki dikilen bir sancağın altına veya putlara koşuyormuşcasına
kabirlerinden hızlı bir şekilde çıkıp mahşer yerine gideceklerdir. O gün
onların gözleri korkudan baygın hale gelmiş olacak, kendilerini zillet
kaplayacaktır. İşte onların vaadedildikleri kıyamet günü böyle bir gündür.[34]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/421.
[2] EnfaI Suresi, 8/32
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/421-422.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsnetüd, c.3, S.75
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/422-423.
[6] Abese Suresi, 80/34-37
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/423-424
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/424.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/424.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/424.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/424.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/424.
[13] Lokman Suresi, 31/33
[14] Fatır Suresi, 35/180
[15] Müminûn Suresi, 23/101
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/425.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/426.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/426-427.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/427.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/427.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/427.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/428-429.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/429-430.
[28] Müslim, K.es-Salah, bab: 119, Hadis im: 430 / Ebu
Davııd, K.el-Edeb, bab: 16, Hadis no: 4823 / Ahmed b. Hatibe!, Müsned, C.5,
S.101
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/430-431.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/431.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/431.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/432.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/432.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/432.