1- Güneş durulduğu,
2- Yıldızlar düştüğü,
3- Dağlar yürütüldüğü,
4- Gebe develer başıboş salıverildiği,
5- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı,
6- Denizler ateşlendiği,
7- Nefisler çiftleştiği
S/9- Diii diri gömülen kıza, hangi suçtan ötürüöldürüldüğü sorulduğu,
10- Defterler açılıp yayıldığı,
11- Gök parçalandığı,
12- Alevli ateş (cehennem) kızdınldığı,
13- Ve cennet yaklaştırıldığı zaman,
14- Her nefis ne hazirlamışsa onu bilir.
15- Yemin ederim sönen yıldızlara,
16- Dolaşıp, yuvasına giren gezegenlere.
17- Karanlığa arka verdiği zaman geceye,
18 - Ağardığı zaman sabaha
19- Ki bu (Kur'an, Allah'ın katında) kerim olan bir elçinin getirdiği kelâmdır.
20- (O elçi) Arş'ın sahibi Allah'ın katında güçlü ve itibarlıdır. [1]
(1-20) «Güneş durulduğu,,.»Bu Ayetlerin Tefsiri
Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur. 29 ayettir.
Bu sure ismini ilk ayetten almaktadır. Aynı zamanda «Suret' ul-Kuvviret» ve «Suret'us-Şemsi Kuvviret» adlan da verilmiştir. Mekkî olduğunda ihtilâf yoktur. Ayetleri 29'dur. Kelime adedi 104, harfleri ise 530'dur. îmam Ahmed, Tirmizi ve Hakim, îbn Ömer* den şöyle rivayet ederler: (Tirmizi hadisin hasen, Hakim de sahih olduğunu söyler). Allah'ın Rasûl-ü buyurdu: «Kim gözüyle görmüş gibi kıyamete bakmak istiyorsa Kuvviret, İnfitar ve İnşikak su» relerini okusun». Yani bu üç sureyi -peşpeşe okuyan kimse Kıya-met'in ahvalini tam manâsıyla görmüş olur!
Güneşin dürülmesi, onun kaldırılması ve mekânından sökülmesinden kinayedir. Çünkü bir elbise kaldırılmak istenildiğinde dürülür ve kaldırılır. Bu ayet tıpkı Cenab-i Hak'kın «Hatırlat o günü ki biz göğü duruyoruz» ayeti gibidir. «Güneşin dürülmesi)) ile âfaka yayılan ışıklarının sökülüp atılması ve sönmesi kastedilmiş olabilir. Işığı söndükten sonra ayın cürmü gibi güneşin cürmü de yerinde kalır. Rivayetlerde bunu teyid eden misaller vardır. Bazıları, «Güneşin dürülmesi güneşin kendisini yerinden sökmek, kendisine tapanlarla beraber cehenneme atmak demektir» demişlerdir. Merfu bazı hadisler de buna delâlet etmektedir. O zaman güneş ışığı söner. Bunu Kurtubi sarahaten söylemektedir. Veya güneş denize atılır. Bunu da îbn Ebi Dünya ve İbn Ebi Hatim'in İbn Atike'den rivayet ettiği haber desteklemektedir. Haber şöyledir: «Allah şiddetli bir rüzgar gönderir, denizi ateşe çevirecek kadar onu çalkalar...»
Güneşin, yeryüzünün karasından da denizinden de kat kat büyük olması, güneşin denize atılmasının muhal olmasına delâlet etmez. Çünkü Kıyamet Günü'nde haller değişir. O gün belki de bu küre, gelen hallerden dolayı güneşten büyük olabilir veya güneş küçülmüş olabilir. Allah her şeye kadirdir. Fakat sahih haberle nakledildiğine göre güneş Kıyamet Günü'nde insanların başları üzerine bir mil kadar yaklaşır. İnsanların terleri dudaklarına kadar yükselir. O zaman artık deniz diye bir şey olmaz ki güneş oraya atılmış olsun.
Ebu Salih'in rivayetine göre güneşin dürülmesinden maksat tutulmasıdır. Ayın tutulması gibi. İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre güneşin dürülmesinden maksat arşa sokulmasıdır. Tabii bunun keyfiyetini Cenab-ı Hak bilir. Mücahid'e göre güneşin dürülmesinden maksat izmihlale uğramasıdır.
Hülasa «Küvviret» dürülmek demektir. Seleften hiçbir kimsenin gerçekten güneşin dürülmesinin kastedildiğini söylediğini işitmedik. Sonraki alimler ise böyle bir tefsirin irade edilmesinin caiz olduğunu söylüyorlar. Bazıları «Güneşin dürülmesi mümkün değildir; çünkü güneşin kendisi kürredir. Zaten durulmuş sayılır» demiştir. Zayıf bir görüşe göre güneşin dürülmesi mümkündür. Çünkü kürre şeklinde olduğu fakihler nezdinde sabit olmamıştır. Farzedelim ki duruluyor; o zaman güneş dürülecek bir hale getirilir. Yani Cenab-ı Hak onu kürrelikten çıkarır, sonra dürer. Niçin böyle yapar? Eğer bunu yapacaksa mutlaka bunda hikmetler vardır.
«Yıldızların dökülmelerimden maksat bulundukları noktalardan düşmeleridir. Bunu Abd bin Humeyd, Mücahid ve Katade'den rivayet etmiştir. İbn Abbas da bir rivayette böyle demiştir. îbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayette ise «O gün hiçbir yıldız kalmaz, hepsi yeryüzüne dökülür». Yine İbn Abbas'tan gelen başka bir rivayete göre yıldızlar yer ile gök arasında asılan kandillerdir. Onları tutan, nurdan yapılmış meleklerin elinde nurdan ipler ve zincirlerdir... Gökteki varlıklar öldükten sonra o melekler de ölürler. Zincirler onların ellerinden düşer. Böylece yıldızlar merkezlerinden düşerler! îşte İbn Abbas'tan gelen bu rivayet yıldızların yörüngelerinin cismine çakılmış olmadıklarım ifade ediyor. Bu ifadenin aksini felsefeciler iddia etmişler ve çakılmıştır demişlerdir. Belki yıldızlar îbn Abbas'm rivayetine göre asılıdırlar. îbn Abbas'ın bu rivayetine yeni felsefecilerin görüşü de yakındır. Çünkü onlar yıldızların fezada olduğunu iddia etmektedirler. Fakat cezbedici kuvvetlerle birbirlerine bağlıdırlar; yoksa meleklerin ellerindeki zincirlerle değil. Onların arkasında görünen, semadan başka bir şey değildir. Yani yüksek bir cihet vardır. O, hakiki sema değildir. Eğer İbn Abbas'tan gelen rivayet sıhhatli ise o zaman merfu hadis hükmüne girmiş olur; zahiri neye delâlet ediyorsa Öyle söyleriz. Ancak zahirin muhal olduğu ortaya çıkarsa o zaman udul edebiliriz. Fakat burada böyle bir şey yoktur. Zira birtakım ilahiyatçıların iddia ettikleri gibi melek ifadesi nurani varlıklara da itlak olunurlar. Nitekim bir haberde, her şeyin bir meleği vardır, yağmur damlalarından her birinin bir meleği vardır, onunla iner, denilmiştir. İkinci bir haberde ise ({Dağların, denizlerin meleği bana geldi» denilmiştir.
Bazı müfessirler «inkeâeret» fiilinin mânâsı bozuldu, nuru söndü demektir, demişlerdir. Bu, aynı zamanda İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Yani yıldızlar tamamen kararır, onlarla beraber safavet kalmaz. Bu takdirde kendilerine tapanlarla beraber cehennemde olurlar. Dağların yürütülmesinden maksat, bulundukları noktalardan gelen zelzele sayesinde sökülürler demektir. Bazıları «Evvela göklere, fezaya kaldırılırlar, sonra bırakılırlar» de-mistir. Nitekim başka bir ayette «Dağları görürsün. Onları camia sanarsm. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi akıp giderler» buyu-rulmuştur. Dağların bu felakete uğramaları sura ikinci üfürülüş yapıldıktan sonradır.
«îşar»dan. maksat on aydan beri gebe kalan develerdir. Kelime çoğuldur. Tekili aşra'dır. Yani tohumu aldığı günden itibaren on aylık gebe olan deve. Artık bu deve yavrusunu doğurup dünya-ya getirinceye kadar işar ismini taşır. Bu develer, Kur'an'ın nazil olduğu devrede Kur'an'ın ilk muhatapları olan Araplar nezdinde en kıymetli mallardan sayılıyordu, Onların terkedilmeleri çoban-sız bırakılmaları demektir. Veya onların sahipleri onları sağmaktan imtina ederler. Veya onların içerisine erkek deve göndermekten, ikinci kez onların gebe kalmalarını sağlamaktan imtina ederler. Tabii bu hadise kıyamet kopmazdan önce ölür. Çünkü develerin sahipleri o zamanda meydana gelen dehşet karşısında dona kalacaklardır.
Bazıları «Develerin boş bırakılması Kıyamet Günü'ndedir» demişlerdir. Kurtubi «Burada kelâm temsildir. Çünkü kıyamette ne on aydan beri gebe deve vardır, ne de bir başka şey» diyar. Aye-tin mânâsı şu olur: Eğer o zaman on aydan beri gebe kalan develer olsa dahi sahipleri onları boş bırakacaklar, kendi nefisleriyle meşgul olacaklardır. Bazıları da «Bu, gerçekten böyle olur. Çünkü insanlar kabirlerinden kalktıklarında vahşi, evcil bütün hayvanları toplu olarak görürler ve on aydan beri gebe olan develeri de görürler» derler. Bu develer daha Önce de ifade ettiğimiz gibi onların mallan içinde en şerefli sayılanlardır. Artık hiçbirine Önem vermezler. Çünkü kendi nefisleriyle meşguldürler.
Bazıları «İşar» kelimesinin teşbih (benzetme) yoluyla bulutlara denildiğini söylemiştir. Zira yağmurları boşaltmaya yaklaşan bulutlar o:a aydan beri gebe kalan develere benzetilmiştir. İşar'ın yağmur dolu bulutlar olması, «Dağlar yürütüldüğü zaman» cümlesine daha uygundur. Çünkü bulutlar dağların başında oluşur ve dağların yanında görünürler. Bu bulutların yağmurları artık beklenilmez, istenilmez olur. Çünkü insanlar böyle bir şey istemekten meşguldürler. Veya o yağmur yağdırmaz; ondan dolayı muattal bırakılır! Bazılarına göre «İşar», yurtlar, evler, barklar demektir ki kimse artık onlarda durmaz!
Bazıları «Onda biri alınan arazi demektir ki bunlar muattal kalırlar. Ne ekilirler ne de kimse onda birini almaya gelir» demişlerdir.
«Vahşi hayvanların bir araya toplanmalarından maksat, her taraftan onların toplanmasidir. Bu da birinci üfürülüşten biraz öncedir. Bir ate? çıkar, halk ve evcil hayvanların hepsi o ateşten kaçarak bir araya gelirler.
Bazılarına göre «Huşiret»in mânâsı öldürülürler demektir. Abd bin Hunıeyd'in Mücahid'den rivayet edilen «Vahşi hayvanların hasredilmesi ölümleri demektir» hadisi de bunu takviye etmektedir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre haşr'den maksat toplamaktır. Ancak İbn Abbas'tan bir cemaatin rivayet ettiğine ve Hakim'in tashihine göre «ölümle toplanırlar» manasınadır. Artık vahşi hayvanlar bir daha haşre gönderilmezler. Ve Kıyamet'te cinler ve insanlardan başkası görülmez.
Bazıları da «Vahşi hayvanların toplanmasından maksat, kısas için bir araya getirilmeleridir» diyor. Hatta sinekler dahi kısas için getirilirler. Bu, İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Katade'den gelen bir rivayete göre vahşi hayvanlar kısas için getirilirler. Boynuzludan boynuzsuzun hakkı alınır, sonra onlara «ölün» denilir ve hepsi ölür.
Bazıları «Onlar aralarında hüküm yapıldıktan sonra hepsi toprağa dönüşür» demişlerdir. Onlardan hiçbiri kalmaz; ancak tavus ve geyik gibi insanların hoşuna giden hayvanlar kalır.
Bazıları «Ancak müminlerin yarar bulduğu koyun gibi hayvanlar kalır» demiştir. Bunlar da kendilerine uygun bir tarzda cennete girerler. Fakat bu rivayet zayıftır.
Müslim ve Tirmizi Ebu Hüreyre'den, bu ayetin tefsirinde Ra-sûhıllah'in şöyle söylediğini rivayet etmektedir: «Kıyamet Günümde haklar sahiplerine elbette teslim edilecektir. Hatta boynuzsuz koçun ~bile boynuzlu koçtan hakkı alınacaktır».
îmam Ahm'ed, «Zerrenin hakkı zerreden; yani küçücük kurtçukların hakkı diğerlerinden alınır» diyor. Gazzali ve bir cemaat ta «İnsanlar ve cinlerden başka hiçbir varlık fıaşre gelmez» kana-atindedirler. Çünkü insan ve cinlerden başka mükellef ve şerefe ehil olanlar yoktur. Bu hususta Kur'an'm veya sünnetin, insanlardan ve cinlerden başkasının haşredileceğine delâlet eden hiçbir nassı yoklur.
Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettiği hadis sahîh olsa bile bu ayetin tefsiri mesabesinde varid olmamıştır. Ancak tam adaletten kinaye olabilir.
Alusi bunları söyledikten sonra «Ben de bu tevile meylediyorum ve kesinlikle cinler ve insanlardan başka canlıların haşre geleceğini söyleyenin yanıldığım söylüyorum» diyor. [2]
«Denizlerin kaynatılması»ndan maksat, sulan kaynar, sulan batar, onların yerine ateş belirir demektir. Bunun için şöyle bir rivayet varid olmuştur: «Deniz cehennemin perdesidir. Kalkarsa cehennem ateşi görülür.»
«Fucciret» fiili «doldu» mânâsını ifade edebilir. Çünkü deniz-ler kaynar, birbirlerine karışır. Tuzlusu tuzsuzu bir tek deniz ha-line gelir.
Bazı müfessirler «Mahşer, (ateş) ehlinin azabı için ateş dolar» diyor. Bazılan «Mahşer arazisiyle tasfiye edilmek için toprak dolar» demiştir. Fakat bu hususta seleften gelen ve delil olacak bir rivayet yoktur.
Ebu Hayyanln Kitabu Lugat'il-Kür'an'dan naklettiğine göre «Succiret» Fus'an kabilesinin diliyle, «Cumiat» «derlendi» mânâsına gelir. Bu lugata binaen denizlerin derlenmesi ateşe dönüş-mesiyle mümkün olabilir.
«Nefislerin çiftleşmesi»nden maksat, her nefsin bir arkadaşla birlikte olmasıdır. Aralarında Hakim'in de bulunduğu bir grup Nu. man Bin Beşir ve Hz. Ömer'den şöyle rivayet ediyorlar: Hz. Ömer' den bu ayetin mânâsı sorulunca «Salih kişi salih kişiyle beraber cennette olur. Kötü kişi de cehennemde kötü kişiyle beraberdir. İşte bu nefislerin çiftleşmesidir» demiştir.
Bazı müfessirler «Bu, mahşerde böyle olur. Evvela peygarru berter getirilir, sonra evliya, sonra dinde en ileri olanlar ve onlart takip edenler» demiştir.
Mukatil bin Süleyman «Müminlerin nefisleri, hurilerden ve başkalarından olan hanımlanyla çiftleşirler. Kâfirlerin nefisleri de şeytanlarla çiftleşirler» demiştir.
Bazıları «Her nefis kendi kitabıyla çiftleşir», bazıları da «Ameliyle çiftleşir» demişlerdir, «Her nefis hasmıyla çiftleşir» mânâsı da ifade edilmiş olabilir. Yani hiç kimse hasmından kaçamaz. Ayetin tevili ne olursa olsun nefis burada zat manasınadır, tezviç tabiri de bir şeyi çift etmek veya mukarin kılmak demektir.
îkrime, Dahhak ve Sabi, «Nefisler hammlanyta beraber kılınırlar. Bu da haşre gönderildikleri zamandır» demişlerdir. Bu te vile binaen nefisten maksat ruhtur.
Mev'ude» diri diri gömülen kız çocuğu demektir. Ağırlık mânâsında olan «Ve'd» kökünden gelir. Bu kıza «Mev'ude» ismi veriliyor; çünkü o, ölünceye kadar toprağın ağırlığı altında bulunmaktadır. Araplar, kızlardan taraf kendilerine bir ayıp ilhak olunması korkusundan kızlarını diri diri gömerlerdi. Bazıları da fakir olacak, lar korkusundan gömerlerdi. İlk gerekçe Arapların bir kısmı için geçerli olabilir. Yoksa kızları ar saymayanlar da vardı. Hatta Arapların bir kısmı «Melekler Allah'ın kızlarıdır» diyorlardı. Allah onların bu süzerinden yücedir. Yani kızları Allah'a isnad eden bir insan kızlardan ar duymaz. Birçok kimsenin rivayetine göre Araplardan birisinin kızı dünyaya geldiğinde onu öldürmek niyetinde değilse ona yünden yapılmış bir cübbe giydirir, o kız babasının develerini güder, koyunlarına çölde çobanlık yapar. Kızı Öldürmek istediğinde altı yaşma gelinceye kadar ona mühlet verir, sonra annesine «Ona kokular sür, süsle, onu ben dayılarına ve amcalarına götüreceğim» der. Halbuki kendisi çölde bir kuyu açmıştır. "Kızı oraya götürür. Oraya bak der, kız bakınca da onu arkadan kuyuy iter ve üzerini tesfiye edinceye kadar toprak doldurur.
Bazıları da «Hamile olan Arap İcadını bir çukura yakın yerdi doğdm yapar. Eğer çocuk kız ise onu çukura iter ve üzerine top tak doldururdu. Eğer oğlansa alıp getirirdi}} demiştir.
Rivayete göre kızlarını diri diri gömen ilk kabile Rebia'dir, Onlara başka bir kabile hücum etti. Emirlerinin kızım götürdüler. Sultan, «emir kıtının geri verilmesini istiyorum» dedi. Onlar da, «Kızı muhayyer bırakalım. İster sana gelsin, ister bizde kalsın» dediler. Kıza hangisini istediği sorulunca kız, kocasını babasına tercih etti. Babası bundan Öfkelendi ve Rebia kabilesi için meşhur «Ve'd» hadisesi doğdu. Onlar güya gayretlerinden dolayı bu işi yaptılar. Sonra bu adet bütün Araplar arasında yayıldı. Allah bu rivayetin sıhhatli olup olmadığını daha iyi bilir.
Şii alim Tabersi Meoma'ul-Beyan'mda (mesuliyet, kendisine aittir.) Ebu Cafer'den, Ebu Abdullah'tan, îbn Abbas'tan şunu rivayet ediyor: «Onlar Mev'ude yerine Mevedde okumuşlar». Burada rahim ve yakınlık kastedilmiştir. Ebu Cafer «Rasûlullah'ın yakın lığı kastediliyor» diyor. Rasûlullah'ın yakınlığını öldürmekten maksat kesmektir veya gerçekten Öldürmektir. O zaman isnad mecazi olur ve ayetten maksat da bu sıfata sahip olan kişi Öldürülür demektir.
Ayetten anlaşıldığına göre Cenab-i Hak kızı diri diri gömenden değil de kızdan soruyor: «Hangi günahla öldürüldün?» Bu soruyu Öldürülen kıza sorması onu öldürenin hitaba layık olmadığını, hatta ondan ne derece korkunç bir şekHde Öfkelendiğini ifade etmek içindir.
Ayette diri diri gömmek suretiyle cinayet işlemenin çok korkunç olduğuna delil vardır. Bezzar'ın Hz. Ömer'den naklettiği bir rivayette: Kays bin As et-Temimi, Rasûlullah'a gelerek şöyle dedi: «Ben cahiliyet döneminde sekiz kızımı diri diri gömdüm». Rasûl-ü Ekrem: «Her biri için bir köle azat et» deyince: «Ya RasûlulUüı, benim develerim var» dedi. Rasûlullah: «Her biri için bir deve ver» buyurdu. Tabii bu emir vacib değildir, nedb içindir. Zira İslâmiyet kendisinden önceki hataların hepsini siler. Ayrıca Ra-sûlullah'ın bu sözlerinde diri diri gömmenin ne kadar korkunç bir fiil olduğu ifadesi vardır.
Araplardan bazıları bu şeyi çok çirkin ve korkunç sayarlardı. Meselâ meşhur şair Ferezdak'ın dedesi Sa'saa bin Naciye, diri diri gömülmek istenen kızları mal vererek kurtarırdı. Ferezdak şiirlerinde bununla iftihar eder. Taberani şöyle rivayet ediyor; Sa'saa «Ey Allah'ın Rasûlü, ben cahiliye döneminde bazı ameller işledim. Acaba onlara ecir var mıdır? Diri diri gömülmek istenen 360 kızı kurtardım. Her birisi için iki eş'ar ve bir de, normal deve verdim. Bunda benim için bir ecir var mıdır?» diye sordu. Rasûl-ü Ekrem: «Onun ecri senin içindir, çünkü Allah sana minnet etti ve İslâm diniyle seni müşerref kıldı» buyurdu.
Bazıları «Azl yapmak da diri diri gömülmektendir» demişlerdir, îmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace, Taberani ve İbn Merduveyh, Huzame binti Vehb'ten şöyle rivayet ediyorlar: Bu hatun diyor ki: «Rasûlullah'tan azli sordum, buyurdular ki: O, gizliden diri diri gömülmektir». İşte bu noktadan hareket ederek bazıları azlin haram olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu ihtilaflı bir meseledir. İmam Nevevi, Müslim şerhinde «Azl bize göre her halükârda mekruhtur. İsterse kadın razı olsun, isterse olmasın. Çünkü o, cariyesi gebe kalırsa ümmülveled olmak suretiyle mutezamr olur ve onu satamaaz. Köle olan, cariye olan hanımıyla cima ederken gebe kalırsa o da onun çocuğu köle olur, annesine tâbidir.
Hür kadım ise eğer izin verirse azl yapması haram değildir.
Aksi takdirde iki görüş vardır. En sıhhatlisi yine haram olmam sidir.» [3]
Zemahşeri bu ayeti delil göstererek «Müşriklerin küçük iki Ölen çocukları azap görmezler. Zira azaba ancak insan günaha mu tahak olursa girer» demektedir. Zemahşeri'nin bu görüşüne yaj lan itirazlar ve verilen cevaplar yine Ruh'ul-Meani'de mevcuttur.
«Defterler açılıp saçılır» cümlesindeki defterlerden maksj amel defterleridir. İbn'ul-Munzir, İbn Cüreyc'den şöyle rivayet ed yor:
«İnsanoğlu vefat ettiği zaman defteri dürülür. Kıyamet Gün açılır ve oradakilerle hesaba çekilir».
Bazıları «Nuşiret fiili dağıtılır demektir. Yani defterler sahij teri arasında dağıtılır» demişlerdir. Mirsad bin Rebea'dan şöyî rivayet ediliyor: «Kıyamet Günü olduğu zaman sahifeler arşın a tında uçar. Her müminin sahifeleri âli bir cennette müminin elin düşer. Kâfirin sahifesi de semum ve hamim içinde bulunan sc hibinin eline düşer».
Yani o defterlerde bunlar yazılıdır. Onlar amel defterlerindeı başka defterlerdir,
«Gökyüzünün yüzülmesinden, silinmeshnden maksat, kesiler hayvanın derisinin yüzüldüğü gibi yüzülmesidir. «Keşt» kelimesi nin esas mânâsı derinin yüzülmesidir. Fakat burada izale etmek yerinden sökmek mânâsında kullanılmıştır.
«Kuşitat» şeklinde okunduğu gibi «Kûşitat» şeklinde de oku nabilir. Yani «kaf» yerine «kef» harfi de getirilebilir.
«Cehennem'in teshirimden maksat şiddetli bir şekilde yaniasi-dır. Katade, «Allah'ın gazabı ile Beni Adem'in hataları cehennemi şiddetli bir şekilde yakar» diyor.
«Cennetin yaklaşması»nâan maksat, muttakilere yaklaşmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Cennet muttakilere yaklaştı ve uzak değildir» buyurmuştur.
Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Munzir, Ebu'l-Aliye'den şöyle rivayet ediyorlar: «Bu surenin altı ayeti dünyada meydana gelir. Altı ayeti de ahirette meydana gelecektir. Mesela güneşin tekviri, yıl. dışların yürütülmesi, iş'arın muattal kalması, vahşilerin toplanması, denizlerin kaynatılması dünyada olacaktır. Nefislerin çiftleş-tirümesi, diri diri gömülenin sorulması, sahifeîerin dağılması, semanın yüzülmesi, cehennemin şiddetli şekilde yakılması, cennetin yaklaştınlması da ahirette olur.»
îbn Ebi Dünya ve İbn Cerir, Ubey bin Kâb'tan şöyle rivayet ediyorlar: Bu 12 alametten altısı Kıyamet'ten önce olur. İnsanlar çarşı ve pazarlarda olduğu bir anda güneş birden söner. Onlar güneşin sönmesiyle meşgulken yıldızlar dökülür. Onlar yıldızlara bakarken dağlar yeryüzüne düşer. Yer harekete geçer, sallanır. Cinler insanlara, insanlar cinlere sığınır. Hayvanlar, kuşlar, insanlar, vahşiler bir araya gelir, birbirleriyle kavga ederler. On aylık hamile develer ihmal edilir. Cinler insanlara biz size haber getirelim, derler. Gittiklerinde denizlerin ateş olup yandığını görürler. Onlar bu halde iken yer şiddetli bir sarsıntı geçirir. Onlar bu halde iken bir rüzgâr gelip hepsini Öldürür.
Bazıları «Bu oniki alametin ilk altısı birinci ve ikinci nefha arasında olur. İşte bunların dünyada olduğunu söyleyenlerin maksadı da birinci ve ikinci nefha arasında olduğunu söylemektir» demişlerdir. Bazıları, «Birinci nefha ile ikinci nefha arasındaki zamanda bu olaylar meydana gelir». «Her nefis ne yaptığını bilecektir» cümlesi bahsi geçen bütün şartların cevabıdır. Maksat şudur: Nefsin takdim ettiğini bilmesi Kıyamet Günü'nde olur. Bu da güneşin dürülmesinden başlar, cennet ehlinin cenneti, cehennem ehlinin de cehennemi görmeleri anına kadar devam eder. Bu, nefsin getirmiş olduğu amelleri hemen güneşin dürülmesi anından itibaren bilmesini gerektirmez. Onu bilmek ancak haşre geldikten, sahifeler dağıldıktan sonra olur.
Cenab-ı Hak cevabı bu şekilde getirmiş, kastettiğini daha belirgin bir şekilde ifade edecek bir lâfız getirmemiştir. Zira onların hitaptaki adetleri korkuyu irade ettikleri anda böyledir. Çünkü korku makamında azlık, ancak teksirdeki mübalağa ile getirilir. Nitekim «Çoğu kez kâfir olanlar isterler ki müslüman olsunlar» ayetinin kastedilen mânâsı «çok isterler» demektir.
«Nefsin hazır ettiği»nden maksat hayr ve şer olan amelleridir. Amellerin hazır edilmesinden maksat da şudur: Ya amellerin sa-hifeleri hazırlanır yahut da bizzat ameller hazırlanır. Nitekim bu dünyada ameller arızi bir surettedirler, ahirette cevheri bir suret te ortaya çıkacaklar, suretleneceklerdir. Şüphesiz ki yetimlerin mallarını yiyenler ancak karınlarında ateş yemiş olurlar» ayeti de buna hamledilir. «Ölüm, cennet ile cehennem arasında bir koyun şekline girer, kesilir» hadisi de bunu teyid etmektedir.
Cenab-ı Hak, Kaf Suresi'nde bahsedip, mücmel bıraktığı hadiseleri bu surede tafsil ediyor. Orada tafsil ettiği hadiseleri de burada mücmel bırakmaktadır. Yani bu sure Kaf Suresi'nin tefsiri, o da bu surenin tefsiridir.
«EUHunnas» dönmek mânâsına gelen «hans» fiilinden türeyen «Hanis» kelimesinin çoğuludur.«ELKunnes», ininde saklandı mânâsına gelen «kenes» kelimesinden müştak olan kanisin çoğuludur. «El-Cevarî», akıp gitmek mânâsına olan cer'i'den gelmektedir, tekili cariyedir. Bunlardan maksat beş yıldızdır: Utarit, Zühre, Merih, Müşteri ve Zühal. Çünkü bunlar güneşle beraber akıp giderler, sonra da güneşin ışığında kayboluncaya kadar dönüş yaptıkları görülür. İşte onun hanis olması göze göre dönüş yapması demektir. «Kânis» olması da onun ışığında gizlenmesi demektir.
Bazıları «El-Cevari'LKunnes» lâfzından maksat, 'bütün yıldızlardır)} demiştir. Çünkü onlar durmadan akıp giderler, kaybolduktan sonra da bize doğru dönüş yaparlar.
Abdullah bin Mesud'dan gelen bir rivayete göre «Hunnes» vahşi ineklerdir! îbn Mesud, Amr bin Şurehbil'den «Siz göçebe bir milletsiniz. Hunnes sizin dilinizde ne mânâ ifade eder?» diye sorunca o, «vahşi ineklerdir» der. Bunun üzerine «Ben de mânâsının bu olduğu kanaatindeyim» der.
İbn Abbas ile Said bin Cübeyr, «Hunnes geyiklerdir» demişlerdir. Bunlardan maksat «yıldızlardır», sözü uzak bir ihtimal değildir. Bazıları da «Bunlar meleklerdir» demiştir.
Ferra, «Tefsir alimlerinin tamamı «As'ase»nin sırtım çevirip gitmek mânâsında olduğunu söylerler» demiştir. Mehdevi, «As'ase fiilinin mânâsı, karanlığa sırt çevirip gitmek demektir» dedi. Hasan Basri'den gelen bir rivayete göre, karanlığa yönelip gelmek, demektir. Zeyd bin Eşlem, «As'ase'nin mânâsı gitti demektir» de-di. Muberrid, «Bu kelime zıd mânâları ifade eden bir kelimedir. İki mânâ da aynı şeye dönüş yapar. O da gecenin başlangıcında karanlığın başlaması, gecenin sonunda da karanlığın dönüp gitmesidir» demiştir. Mücahid, «As'ase demek karanlık yaptı demektir» diyor. Esasen bu kelime doldurdu mânâsına gelen as kökünden gelir. Büyük bardak doldurulduğu için ona «uss» denilir. Ve yönelip gelmesine «as» denilmiştir; çünkü burada doldurmanın başlangıcı söz konusudur. Sırt çevirip gitmeye «as» tabiri kullanil-miştir; çünkü onda karanlığın üstünü doldurma noktası sona ermiştir.
«Teneffese» (nefes almak) apaçık gündüz oluncaya kadar günün uzaması demektir. Gündüz uzadığı zaman bu tabir kullanılır. Teneffüs'ün esas mânâsı nefesin içten çıkmasıdır. «Sabahın tenef. füs etmesnnden maksat, yarılıp gecenin ayrılmasıdır. Evet, «Bun-lara yemin ederim ki o kerim bir Rasûlün sözüdür» cümlesi kasemin cevabıdır. Kerim Rasûl'den maksat da Hz. Cebrail'dir. (Hasan, Katade, Dahhak). Yani, kesinlikle o Allah katında kerim olan bir elçinin sözüdür! Cenab-i Hak kelâmı önce Cebrail'e izafe etmiş, sonra tasdikte ehli tahkik olanlar «Kelâm Allah'ındır» desinler, diye «Alemlerin Rabbinden indirilmedir», demiştir.
Bazılarına göre «Rasûl-ü Kerim»den maksat Hz. Muhammed' dir. «Kuvvet sahibidir» vasfının Hz. Cebrail'e ait olduğu apaçık-'tır. Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: Cebrail'in kuvvetinden bir parça, kanatlarının kenarlarıyla Lut kavminin şehirlerini söküp atmasıdır.
«Arş Sahibbmden maksat Cenab-ı Hak'tır. «Metin» kelimesi mertebe ve yücelik demektir. Yani Allah katında mertebe sahibidir. Ebu Salih'ten gelen rivayete göre Cebrail izzet çadırlarından yetmişine izinsiz girer! [4]
21- Orada (melekler tarafından kendisine) itaat edilir. Ayrıca güvenilir.
22- (Ey müşrikler) arkadaşınız (Muhammed) cinlcnmiş değildir.
23- Andolsun ki (Muhammed) onu apaçık ufukta görmüştür.
24- O, gayb hakkında (verdiği haberlerden dolayı) suçlanamaz.
25- O (Kur'an) kovulmuş şeytanın sözü değildir.
26- Öyleyse nereye gidiyorsunuz?
27 - O bütün âlemlere öğüttür,
28- Aranızdan doğru hareket etmek dileyenler içîn,
29 - Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. [5]
(21-29) «Orada (melekler tarafından kendisine)...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Orada itaat edilir»; yani göklerde Cebrail'e itaat edilir. Zira İbn Abbas'ın rivayetine göre bu, meleklerin Cebrail'e itaat etmeleri demektir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem, İsra'ya gittiği zaman Cebrail cennetin idarecilerinin başı olan Rıdvan isimli meleğe «Onun için kapıyı aç» demiş, o da hemen açmıştır; yani itaat etmiştir. Rasûl-ü Ekrem girdi, oradakileri gördü ve ateşi idare eden melek Malik'e «Cehennemi onun için aç ki cehenneme baksın» dedi. Malik de ona itaat ederek cehennemi açtı.
«Eminadir; yani Allah tarafından peygamberlere getirdiği vahy hususunda emindir. Ne eksik ne fazla etmez. «Rasûl-ü Kerim'den maksat Hz. Muhammed'dir» diyen kimseye göre ayetin mânası şu olur: «Peygamberliği tebliğ hususunda kuvvete sahiptir. Allah'a itaat eden bir şey ona da üaat eder».
«Sizin arkadaşınız mecnun değildir»; yani Hz. Muhammed mecnun değildir. Bunun için de sözünden dolayı itham edilmemelidir. «Sizin arkadaşınız mecnun değildir» cümlesi kasemin cevabından bir parçadır. Bazıları «Hz. Peygamber, Hz. Cebrail'i Allah katındaki suretinde görmek istedi» demişlerdir. Cebrail: «Bu be-nim elimde olan bir şey değildir» dedi. Allah Cebrail'e izin verdi ve o surette Hz. Peygamber'e geldi. Büyüklüğüyle ufku kapatmıştı.
Rasûlullah ona baktığında bayılarak yere düştü. Müşrikler «İşte Muhammed mecnundur, saraya tutulmuştur» dediler. Bunun üzerine «O kesinlikle kerim bir resulün sözüdür» ayetiyle başlayan bölüm indi.
Arkadaşınız mecnun değildir. Cebrail'i esas suretinde gördüğü ve ondan korktuğu için bayılmıştır. Böylece beşeri yönüne, ta-hammül edemeyeceği bir yük inmişti. Onun altında, bayılmıştı. «Andotsun, Muhammed, Cebrail'i esas suretinde gördü. Onun altu yüz kanadı vardı». Apaçık Ufuk'tan maksat güneşin doğduğu yerdir. Yani Cebrail'i doğu tarafında gördü. Zira güneş buradan doğduğu için o apaçıktı ve bu yönden göründü. Bazıları «Apaçık ufuktan maksat göğün ektarı ve etraflarıdır» demişlerdir. (Maverdi). Bu ayet için üç görüş vardır:
1- Rasûl-ü Ekrem, Cebrail'i doğu ufkunda görmüştür. (Süf-yan)
2- Batı ufkunda görmüştür. (İbn Şecere)
3- Mekke'nin doğusu olan Ecyat tarafında görünmüştür. (Mücahid).
Bazilarr «Onu gördü» cümlesindeki zamirin Allah'a raci olduğunu söylemiştir. Yani Hz. Muhammed, Rabbini apaçık gördü. Bu husus Necm Suresi'nde daha mufassal bir şekilde geçmiştir.
«El-Mubin» kelimesi hakkında iki görüş vardır. Birisine göre bu, ufuk kelimesinin sıfatıdır. (Rebi). İkincisine göre, bu Cebrail'i veya Allah'ı gören zatın sıfatıdır. (Mücahid)
«Banin» kelimesi, eğer noktalı ta ile okunursa (Zanin) itham edilmemiş demektir. Çünkü bu madde itham mânâsı taşımaktadır.
Böyle okunması tercih edilmiştir; çünkü onlar «RasûUü Ekrem cimridir» dememişler; fakat onu yalanlamışlardır.
Bazıları Danin'in noktalı sad ile okumuşlar ve «Bu bahil manasınadır» demişlerdir. Yani o gayb üzerinde cimri değildir.
îbn Ebi Nuceyh, Mücahid'den şöyle rivayet ediyor: «O, bildiklerini, sizden esirgemek suretiyle cimrilik yapmaz. Aksine size Allah'ın kelâmı'nı ve ahkâmını tebliğ eder, öğretir». «Gayb»tan maksat Kur'an ve semadan gelen haberlerdir. Bu, Hz. Muhammed'in sıfatıdır. Bazıları Cebrail'in sıfatı olduğunu söylemiştir. Bazıları da «Banin zaif mânâsına delalet eder» demiştir. «Zanun» ödenecek olup-olmadığı bilinmeyen bir borç demektir. Bazen de «zanun», ahlâkı kötü kişi mânâsında kullanılır. Bu lâfız o mânâlar arasın-J da müşterek bir terimdir.
O Kur'an, Kureyş'in iddia ettiği gibi lanetlenmiş, kovulmuş şeytanın sözü değildir. Kureyşliler «Bu Kur'an şeytanın sözüdür» cümlesiyle Cebrail suretine girip zaman zaman peygamberi fitne-lendirmek için gelen şeytandır demek istemişlerdir.
«Siz nereye gidiyorsunuz?» cümlesi üzerine Katade şöyle diyor: Siz bu sözü bırakıp hangi söze gidiyorsunuz? Peygambere itaati bırakıp da kime itaate gidiyorsunuz? diyor. Veya Cenab-i Hak bunlara «Benim kitabımı ve taatimi bırakıp nereye gidiyorsunuz?» diyor.
Zeccac'a göre «Ayetin mânâsı; şu size açıkladığım yoldan daha açık olan hangi yola gidiyorsunuz? demektir».
«Bu Kur'an âlemler için bir zikirdir»; bir mevizedir, onları haramdan sakındıraiKkir kitaptır.
Ayet metnindeki «in» edatı, olumsuz mânâsını ifade eden «ma» anlamına gelir. Bazıları da «Zamir Kur'an'a değil Hz. Mu-hammed'e racidir» demişlerdir. Yani Hz. Muhammed ancak bir hatırlayıcıdır! însan onu görünce Allah'ı hatırlar! Bu sizden hakka tabi olmak ve hak üzerinde devamlı bulunmak isteyen bir kimse için zikirdir, bir öğüttür.
Ebu Hureyre ve Süleyman bin Musa derler ki: «Aranızda doğ. ru hareket etmeyi dileyenler için» cümlesi nazil olduğu zaman, Ebu Cehil, «Mesele bize bırakılmıştır. Dilersek tabi oluruz, dilersek olmayız» dedi. Ve Ebu Cehü'in bu sözü kader oldu. Binaenaleyh kadercilerin başında Ebu Cehil vardır.[6]
Bunun üzerine «Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz» ayeti indi. Cenab-ı Hak böylece «Kul ancak Al lah'ın tevfikiyle bir hayrı, O'nun mahrum bırakmasıyla da bir şerri işleyebilir» hükmünü getirmiştir. Hasan Basri: «Allah'a yemin ederim, Araplar İslâm'ı istemediler; fakat Allah onlar için İslâm'ı istedi» demiştir.
Vehb bin Munebbih, «Peygamberler üzerine inen 87 veya seksen küsur kitapta okudum ki, istekten bir şeyi nefsine veren bir kimse kâfir olur». Yani Allah dilemedikten sonra nefis dilemez. Bu cebri mutlak oluyor. Nitekim bir ayette «Allah'ın izni olmadıkça hiçbir nefis iman edemez» buyurmuştur. Başka bir ayette «Ke. sinlikle sen dilediğini hidayete erdiremezsin, lakin Allah dilediğine hidayet eder» buyurulmuştur. Bu husustaki ayet ve rivayetler çoktur. Allah hakikati daha iyi bilir. Cenab-ı Hak îslâmla dilediğini hidayet eder, küfürle dilediğini saptırır. [7]
TEKVİR SURESÎ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/494-495.
[2] Alusi, Ruh'ul-Meanî, cilt: 30, sh: 51, vd
[3] Alusİ, Ruh'ul-Meani, cilt: 30, sh: 53, vd
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/495-509.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/510.
[6] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 29, sh: 43
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
15/511-514.