Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Göğe ve Tarık'a andolsun!
2- (Ey Rasûlüm!) O Tarık'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?
3- O (ışığı ile karanlığı) delen yıldızdır.
4- Üzerinde gözeten olmayan hiç kimse yoktur.
5- İnsan hangi şeyden yaratılmış olduğuna baksın.
6- O atılan bir sudan yaratılmıştır.
7 - O su, (erkeğin) belkemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkmaktadır.
8- Kuşkusuz ki Allah (insanı) geri götürmeye elbette kudret sahibidir.
9- Sırların ortaya çıkarılacağı gün (de o işlemi yapacaktır)
10- Artık o insan için ne bir kuvvet vardır ne bir yardımcı!
11- Dönüşü olan göğe andolsun,
12- Yankh olan yere andolsun ki,
13- (Kur'an) ayırdeden bir sözdür.
14- O bir şaka da değildir.
15- Kuşkusuz ki onlar bir tuzak kurmaktadırlar.
16- Ben de bir tuzak kuruyorum.
17- (Ey Rasûlüm!) Şimdi o kâfirlere mühlet ver. Kendilerine az bir süre tanı. [1]
(1-17) «Göğe ve Tarık'a...)} Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu sure ittifakla Mekki'dir. Meşhur'a göre 17 ayettir. Tey-sirde sabit olduğuna göre 16 ayettir. Kelimeleri 61, harfleri 239' dur.
«Sema» cumhura göre maruf olan gök demektir. Bazıları «semadan maksat yağmurdur» demişlerdir. «Tarık» şiddetlice vuran demektir. «Tark» kökünden gelen bir ismi faildir. Bu kelime lügat örfünde, ayaklarıyla yolu dövmesi nedeniyle yolcu için kullanılmıştır. Sonra geceleyin gelene tahsis edilmiştir. Yani gece yolcusuna tank denir. Çünkü gece yolcusu çoğu zaman kapıların kapalı olduğunu görür ve açmak için kapılan döver. Sonra muhteva genişletilerek geceleyin ortaya çıkan herşey mânâsına gelmiştir. Hatta hayali suretler anlamına da kullanıldığı olur.
Cumhur'a göre, ayette zikredilen «Tank» geceleyin ortaya çıkan yıldızdır. Bütün yıldızlar veya belli bir yıldız kastedilmektedir. «Tankmn ne olduğunu sana bildiren nedir?» cümlesinden maksat, daha önce kendisiyle yemin edilmek suretiyle tazim edilen Tarık'ın şanını yüceltmek ve kadrinin yüksekliğine dikkatleri çekmek içindir. Öyle yücedir ki sonsuz ilme sahip olan Yaratıcı'dan başka hiçbir mahkûmun idraki onu kapsayamaz.
((Tank karanlığı delen bir yıldızdır». Bu cümle tankın tefsiridir. Sanki Cenab-ı Hak'tan soruluyor: Tank nedir? Cevab olarak «delici yıldızdır» buyuruyor.
«Saktb» kelimesi esasında harik, delici demektir. Sonra parlayan mânâsında kullanılmıştır. Çünkü karanlığı deliyor, yani ışık getiriyor.
Ferra'ya göre sakıb yüce, yüksek olandır. Delici veya ışık verici yıldızdan maksat, Hasan Basri'ye göre bütün yıldızlardır. Çün-kü her yıldızın bir ışığı vardır, mutlaka bir şeyi deler. Her yıldız yücedir, yüksektir. Birçok kimseler «Bu yıldızdan maksat belli bir yıldızdır» demiştir. Mesela İbn Abbas'tan oğlak denilen «Cedy yıU dizi» olduğu rivayeti gelmiştir. İbn Cerir, İbn Zeyd'den «Süreyya yıldızı» olduğu rivayetini nakletmiştir. Çünkü Süreyya'ya Araplar «Necm» ismini vermektedirler.
Başka bir rivayete göre Zühal yıldızıdır. Zühal yeryüzünden en uzakta bulunan en yüksek yıldızdır. Rnun ışığı tarafından belirlenen felekler de en fazla olanıdır. Tabii bu müneccimlerin iddiasına göre böyledir.
Perra; «Necmi sakib'dan maksat aydır. Çünkü o, gecenin ala. metidir» diyor. Ve geceleyin en fazla ışık veren de odur.
Bazıları «Sabah yıldızı denilen yıldızdır» demişlerdir. Hz. Aliden gelen bir rivayete göre yedinci katta bulunan bir yıldızdır. Yedinci gökte ondan başkası yoktur. Yıldızlar gökte yerlerini aldıktan sonra o iner, onlarla beraber olur, sonra yedinci kattaki yerine gider. İnerken ve giderken tank'tır; yani kuvvetli ses çıkarır, vurucudur. Bunlan nakleden Alusi şu görüşe yer verir: Bilindiği gibi yedinci semada duran (sadece yedinci felekte duran) yıldız Zühal'dir. Bu Zühal'in delici yıldız olduğunu ifade eder. Fakat Zühal'in iniş-çikışı bilinmemektedir. Böylece onun yıldızlann istikrar bulduğu yere inişi de akledilmemektedir.. Çünkü onlann katında belli olan onun sekizinci felekte olmasıdır. Ancak bunların bir kıs-minin o feleklerin üstündeki feleklerde olması aklen mümkündür. Hatta yeni gelen felsefeciler feleklerin irtifada değişik olduklarında ısrar ederler, çünkü katlann yanlannda ona dair deliller vardır. Onlardan çoğunun çok uzakta olduklannda da şüpheleri olmasın. Zahirler nazari itibara alındığında ve «onlar sema-i dünyadadır» dediğimizde, her ne kadar yükseklik bakımından tefavutlan varsa da bu da yıldızlann semada beraberlerinde Zühal olmadığı halde yerlerini tutmasına mani olur. Hülasa Hz. Ali'den gelen haberi bulandıran çok şeyler vardır. Hz. Ali'nin şam böyle olan başka bir yıldızı kastetmiş olması ihtimali ise gayet zayıftır. Taassuptan uzak insafın gereği şudur: Hz. Ali'ye nisbet edilen haber onun adına uydurulmuştur. Eğer yıldızın cinsi irade edilirse o takdirde burada şeytanları recmetmek için atılan şihablann cinsi irade edilir, şeklindeki ihtimal de varid değildir.
Ebu Talib, Rasûl-ü Ekrem'in yanındaydı. Bir yıldız düştü. Evvela su bakımından sonra nur bakımından doldu. Ebu Talib, «Bu nedir?» diye sordu. Hz. Peygamber de «Bu bir yıldızdır. Şeytan'a atıldı. O Allah'ın ayetlerinden bir ayettir» dedi. Ebu Talib hayretler içerisinde kaldı ve bu ayet de o zaman nazil oldu. Bu rivayet, daha önce Hz. Ali'den nakledilen haberin gelmesini gerektirmemektedir.
îbn Abbas ve Ata, »Sakib'tan maksat şeytanlara atılan yıldızlardır» demiştir. Katade «O geneldir, diğer yıldızlar için de kullantlır. Çünkü yildnlann doğuşu geceleyindir. Geceleyin her gelene tank denilir» demiştir.
«Tarık» ismi cinsdir. Her yıldıza tank denilmesi geceleyin \ gelmeleri sebebiyledir. Araplar geceleyin her gelene tank derler. Bazılan «Bazan gündüz gelene de tank denilir» demişlerdir. Nitekim Araplar «Bugün sana iki terka geldim», yani iki defa geldim, derler. Rasûl-ü Ekrem'in, «Ey Rahman, gece ve gündüzlerin tanklarının şerrinden sana sığınıyorum, ancak hayrı getiren tank müstesna» sözü bu kabildendir.
Dördüncü ayet «Senin için rızkını, amelini, ecelini koruyan hafaza meleklerinin seninle beraber olduğunu» ifade ediyor. Dördüncü ayet kasemin cevabıdır. Yani Cenab-ı Hak semaya ve tanka yemin ederek her nefsi koruyan bir melek olduğunu ifade ediyor. Bazıları «Kasemin cevabının, «Kesinlikle Allah onu geri göndermeye kadirdir» cümlesi olduğunu söylemişlerdir. Dördüncü ayetin başındaki «İn» olumsuzluk harfidir. «Lemma» da istisna mânâsını ifade eder. Yani her nefsin üzerinde bir koruyucu vardır veya hiçbir nefis yoktur ki onun üzerinde bir koruyucu olmasın, onu afetlerden korumasın. Ta ki onu kadere teslim edinceye kadar.
Ferra, «Onu Allah'ın takdirine teslim edinceye kadar onu Allah'ın felaketlerinden korur» diyor. Ebu Umame diyor ki: Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurdu: «Her mümine 160 melek vekil edilmiştir. Onu takdir edilmeyenlerden korurlar». Mesela gözü ele alalım. Onu koruyan yedi melek vardır. Eğer kul bir göz açıp kapayıncaya kadar nefsine havale edilirse şeytanlar onu kapıp götürürler. Bazılan «Koruyucu Cenab-ı Hak'tır. Eğer onun koruyuculuğu-olmasaydı hiçbir şey kalmazdı» demiştir. Bazılan «Kişiyi koruyan aklıdır. Onu maslahatlarına irşad eder, zarar vericilerden de onu meneder» diyor.
Akıl ve diğerleri vasıtalardır. Hakiki hafız Cenab-ı Hak'tır.
Nitekim Cenab-ı Hak, Yusuf Suresi'nin 65 ayetinde «Allah hafız olarak en hayırlısıdır» buyuruyor. Enbiya 52'de de «De ki: Sizi Rahman'm emrinden gece ve gündüz koruyan kimdir?» denilmektedir.
Beşinci ayet ilk planda inşam şu gerçeği düşünmeye ve gereğini yapmaya davet eder: İnşam ilk defa yaratan, onu ölümünden sonra da tekrar diriltmek suretiyle yaratmaya ve yaptıklarına karşılık vermeye kadirdir. Bu gerçeği idrak eden insan artık imandan ve salih amellerden geri kalmaz.
Sonra Cenab-ı Hak istifhamın cevabı olarak «O dafık bir sudan yaratılmıştır» diyor. Yani meniden. Dıfk suyun dökülmesidir. Dafık dökülen su mânâsına gelir. Ferra ve Ahfeş, «Dafık sudan maksat rahme akıtılan menidir», Zeccac, «Dafık sudan maksat, in-difak sahibi olan su demektir» demişlerdir Yani dalgalan birbirlerini iterek çıkan su demektir. Dafık'tan şiddetle birbirini iteleyip akan, çıkan su demektir. Cenab-ı Hak burada «O iki sudan yaratılmıştır» şeklinde irade buyuruyor: Erkeğin suyu, kadının suyu. Çünkü insan bu iki sudan halkedilir. Fakat Cenab-ı Hak onları birbirlerine kanştiklan için bir tek su kabul etmiştir.
İbn Abbas, «Dafık'ın mânâsı yapışkan olmaktır» diyor. Bu su sulb (erkeğin sırtı) ile teraib (kadının göğsü) arasından çıkar. Te-raib çoğuldur, tekili teribedir. Teribe kadının gerdanlık takılan göğsüdür. Sulb erkeğin, teraib de kadınındır. İbn Abbas, «Teraib gerdanlığın takıldığı yer demektir» der. Başka bir rivayette «Kadının iki memesi arasıdır» denilmiştir. îkrime «Kadının teraibinden maksat, elleri, ayakları ve gözleridir» der. Dahhak da böyle demiştir. Said bin Cübeyr, «Teraib'den maksat kadının boynudur» derken, Mücahid, «İki omuzunun arası ile göğsüdür» demiştir. Mü-cahid'den gelen diğer bir rivayette göğüs demektir. Üçüncü bir rivayette de teraki denilen boynun dibindeki mafsallardır.
îbn Cübeyr İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «Teraib dört kaburgadır, şu taraftan (tarafın hangisi olduğuna işaret yoktur)». Zeccac «Teraib göğsün sağ tarafındaki dört kaburgadır» der.
Mamer bin Ebi Habibe el-Medeni «Teraib kalbin usaresidir». Yani kalbin sıkıştırılması veya çalışması neticesinde çıkan sırasıdır. İşte çocuk ondan gelir.
Arapça'da teraib göğüs kemiği demektir.
Tefsirde şu varid olmuştur: «Erkeğin suyundan, sulbünden çt-kan çocuğun kemiği ve damarları, kadının teraibinden çıkan sudan da çocuğun eti ve kanı teşekkül eder» (A'meş.)
Bazıları «Erkeğin menisi dimağından iniyor, sonra yumurtatıklarında toplanıyor» demiştir. Bu görüş «sulb ile teraib arasından r çıkar» ayetiyle çalışmamaktadır. Çünkü meni dimağdan inerse sulb ile teraib arasından geçiyor demektir. Katade, «Erkeğin bel kemiğinden, kadının da göğüs kemiğinden çıkıyor» demiştir. Hasan H Basri'ye göre ayetin mânâsı, kişinin belinden ve teraibinden, kadının da belinden ve teraibinden çıkıyor demektir. Biz biliyoruz ki meni bedenin bütün parçalarından gelir. Onun için kişi genellikle | anne ve babasına benzer. Bu da meninin çıkışından ötürü tütün | cesedin yıkanmasının hikmetidir.
Cinsi ilişkide bulunan birçok insan sırtında, belinde ağrılar olduğunu bilir. Bu ağrının orada bulunan meninin çıkışından meydana geldiği muhakkaktır.
Abduh, tefsirinde şöyle diyor: «Sulb'ten maksat erkektir. Te- S raib'den maksat da kadındır. Yani o dafık suyun insanın yaratılışının mebdei olması için erkek ve kadından çıkması Hırttır ve Ce-nab-ı Hak'kın insanı yaratmış olduğu merkeze dökülmesi şarttır M ki bu da kadının rahmidir.»
Mücahid ve Dahhak sekizinci ayetin tefsirinde şunu söylüyorlar: «Allah insanı tekrar su haline getirmeye, daha önce su gibi olduğu hâle getirmeye kadirdir».
Yine Dahhak'tan gelen bir rivayet şöyledir: «Cenab-ı Hak insanı yaşlılıktan gençliğe, gençlikten de yaşlılığa götürmeye kadirdir.» (Mehdevi). Maverdi ve Salebi, «İhtiyarlıktan çocukluk devresine çocukluk devresinden de nutfeye dönüştürmeye kadirdir demektir» demişlerdir. îbn Zeyd «O, suyu hapsetmeye, çıkmamasını sağlamaya kadirdir» der.
îbn Abbas, Katade, Hasan ve İkrime de «İnsanı ölümden sonra döndürmeye, diriltmeye kadirdir demektir» demişlerdir. Bu, Taberi ve Salebi'nin de tefsiridir. En kuvvetli tefsir de budur. Çünkü Cenab-ı Hak bunun arkasından, «Yevme Tubla es-Serairu» cümlesini getiriyor. Bu cümle gizlilerin ortaya dökülüp yakalanacağı gün demektir. Bu da ölümden sonra dirilmek suretiyle olur.
Dokuzuncu ayetin başındaki «Yevme» bir zarftır. Onu mensup kılan «Kadirûn» kelimesidir. «Tubla»da, imtihan edilir demektir. Eivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: «Allah kulunu dört şey üzerinde emin kılmıştır: Namaz, oruç, zekât, cünüblükten yıkanmak». îşte bunlar Allah tarafından Kıyamet Günü'nde denenecek, imtihan edilecek gizlilerdir. (Mehdevi).
îbn Ömer, Allah Rasûlü'nün şöyle söylediğini kaydediyor: «Üç şey vardır, onları koruyan Allah'ın gerçek velisidir. Onlara ihanet eden de Allah'ın gerçek düşmanıdır: Namaz, oruç, cünüp-lükten yıkanmak» (Salebi).
Maverdi, Zeyd bin Eslem'den şöyle rivayet ediyor:
Rasûl-ü Ekrem: «Emanet üç şeydir: Namaz, oruç, cünUplükten yıkanmak. Allah Ademoğlunu namaz üzerinde emin kılmıştır.
terse ben kıldım diyebilir, halbuki kilmamıştır. Allah Ademoğlu-nu oruç üzerinde emin kılmıştır. Ben oruç tuttum, diyebilir, fakat tutmamıştır. Allah Ademoğlunu cenabet üzerinde emin kıldı. Dilerse ben yıkandım diyebilir. Halbuki yıkanmamıştır. İsterseniz dokuzuncu ayeti okuyun» buyurdu.
îbn Ömer, «Cenab-ı Hak Ktyamet Günü'nde her gizli sırrı ortaya çıkaracaktır. İnsanların yüzlerinde ziynet veya çirkinlik olacaktır. Allah her şeyi bilendir». Fakat müminlerin müminliklerinin alâmetleri ortaya çıkar. Yani onların bilgisine vesile olan alâmetler.
«Kuvvet» kelimesinden maksat aşiret, «nasır» kelimesinden maksat da, anlaşmalı dost olduğunu söylüyorlar. (Sufyanı Sevri).
ffiîec'i»den maksat yağmurdur. Yani yağmur sahibi olan göğe yemin ederim! Her sene yağmurdan sonra yağmuru geri getirir. Ehli lügat, «rec* yağmurdur» demişlerdir. Halil, «Rec't yağmurun ta kendisidir» der. Aynca rec'i yaz bitkileridir. Bazıları «Gök Rec't sahibidir, yani yarar sahibidir» demişlerdir. Abdurrahman bin Zeyd, «Güneş, ay ve yıldızlar semada dönüş yaparlar, bir nahiyede görünürler, bir nahiyede de batarlar» diyor. Bazıları «Red'den maksat melektir» demiştir. Yani melekler sahibi olan göğe yemin ederim. Çünkü melekler kulların amellerini zaman zaman göklere götürürler.
«Sad' sahibi olan arza da yemin ederim»; yani yarılıp da bitkisi, ağacı çıkan, meyvesi çıkan yere, Zira sad' yarmak demektir. O yer küresini yarar ve yer de o yarmayı kabul eder. Bitki çıkarır. Yaratıcı Cenab-ı Hak «Bitki sahibi olan yere yemin ede-, rim» demiştir.
Mücahid'e göre «Sad» yollar demektir. Yani yol sahibi olan yer küresine yemin ederim. Yahut da tarla sahibi olan yere yemin ederim. Yahut da ölüleri içinde kapsayan yere yemin ederim!» demektir.
Sema'ya ve yer'e yemin ederim ki kesinlikle bu fasl bir sözdür. Yani Kur'an hak ile bâtıl arasında fasl, ayırma getiren bir kelâmdır
El-Haris, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor. Rasûlullah'tan dinledim, şöyle diyordu: «Kur'an bir kitabtır, onda sizden Öncekilerin haberi ve sizden sonra gelenlerin hükmü vardır. Fasldır, hezl (mânâsız) değildir».
Mütekebbirlerden onu terkedenin belini Allah kıracaktır. O var iken başka yollarda hidayet arayanları Allah dalâlete götürecektir.
O hezl değildir. Yani Kur'an bâtıl ve oyun değildir. Hezl, ciddiyetin tersidir, bâtıl ve oyun demektir.
«Kesinlikle onlar, yani Allah'ın düşmanları, Kur'an'dan istifade etmek istemeyene, Hz. Muhammed ve ashabına tuzak kurmaktadırlar. Ben de onların yaptıklarının cezası olarak onlara tuzak kurdum.» Bazı müfessirler, «Allah'ın onlara kurduğu tuzak, Bedir Günü'nde başlarına gelen ölüm ve esarettir» demiştir. Bazıları «Cenab-ı Hak'kın tuzağı, onların bilmediği noktada onları aldatmasına racidir» demişlerdir. (Bu, Bakara Suresi'nde geçmişti. «Allah onlarla istihza eder» cümlesinin tefsirine bakın!)
17. ayette Cenab-ı Hak, Peygamberine «Kâfirlere mühlet ver» diyor. Yani Allah'tan onlara hemen ceza vermesini isteme. Cenab-ı Hak'kın onların emirlerini tedbir etmesine razı ol. Bu ayet daha sonra kılıç ayetiyle neshedildi. Zira orada Cenab-ı Hak «Müşrikleri nerede bulursanız öldürün» buyurmuştur.
«Mehhil» nasıl onların cezalandı olmasında acele etme mânâsını ifade ediyorsa «Emhil» de aynı mânâyı ifade eder. Dolayısıyla «Mehl»in bedeli, tekidi olur. Fakat daha fazla tekid ifade etsin diye biri mücerred, biri de mezid fiilden getirilmiştir.
«Ruveyden» kelimesi az demektir. Yani onlara azıcık mühlet ver. Burada şiddetli bir tehdid vardır. Cenab-ı Hak bu tehdidle onlara isabet edecek olanın yakın olduğunu ifade ediyor. İsterse bu dünya hayatında olsun, isterse ölümden sonra olsun. Aynı zamanda bu ayette Rasulullah için de bir söz, bir va'd vardır. Hatta hak-ka davet eden herkes için bir söz vardır. Çünkü Rasûl-ü Ekrem, amelin müstahak olduğu mükâfatı almak suretiyle muvaffak olacaktır. Ona karşı çıkanlar da zarar edeceklerdir. [2]
TARIK SURESÎ'NÎN SONU