TARIK SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2


TARIK SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Göğe ve Tarık'a andolsun!

2- (Ey Rasûlüm!) O Tarık'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?

3- O (ışığı ile karanlığı) delen yıldızdır.

4- Üzerinde gözeten olmayan hiç kimse yoktur.

5- İnsan hangi şeyden yaratılmış olduğuna baksın.

6- O atılan bir sudan yaratılmıştır.

7 - O su, (erkeğin) belkemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkmaktadır.

8- Kuşkusuz ki Allah (insanı) geri götürmeye elbette kud­ret sahibidir.

9- Sırların ortaya çıkarılacağı gün (de o işlemi yapacaktır)

10- Artık o insan için ne bir kuvvet vardır ne bir yardımcı!

11- Dönüşü olan göğe andolsun,

12- Yankh olan yere andolsun ki,

13- (Kur'an) ayırdeden bir sözdür.

14- O bir şaka da değildir.

15- Kuşkusuz ki onlar bir tuzak kurmaktadırlar.

16- Ben de bir tuzak kuruyorum.

17- (Ey Rasûlüm!) Şimdi o kâfirlere mühlet ver. Kendile­rine az bir süre tanı. [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-17)   «Göğe ve Tarık'a...)} Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu sure ittifakla Mekki'dir. Meşhur'a göre 17 ayettir. Tey-sirde sabit olduğuna göre 16 ayettir. Kelimeleri 61, harfleri 239' dur.

«Sema» cumhura göre maruf olan gök demektir. Bazıları «se­madan maksat yağmurdur» demişlerdir. «Tarık» şiddetlice vuran demektir. «Tark» kökünden gelen bir ismi faildir. Bu kelime lü­gat örfünde, ayaklarıyla yolu dövmesi nedeniyle yolcu için kulla­nılmıştır. Sonra geceleyin gelene tahsis edilmiştir. Yani gece yol­cusuna tank denir. Çünkü gece yolcusu çoğu zaman kapıların ka­palı olduğunu görür ve açmak için kapılan döver. Sonra muhteva genişletilerek geceleyin ortaya çıkan herşey mânâsına gelmiştir. Hatta hayali suretler anlamına da kullanıldığı olur.

Cumhur'a göre, ayette zikredilen «Tank» geceleyin ortaya çı­kan yıldızdır. Bütün yıldızlar veya belli bir yıldız kastedilmektedir. «Tankmn ne olduğunu sana bildiren nedir?» cümlesinden mak­sat, daha önce kendisiyle yemin edilmek suretiyle tazim edilen Tarık'ın şanını yüceltmek ve kadrinin yüksekliğine dikkatleri çek­mek içindir. Öyle yücedir ki sonsuz ilme sahip olan Yaratıcı'dan başka hiçbir mahkûmun idraki onu kapsayamaz.

((Tank karanlığı delen bir yıldızdır». Bu cümle tankın tefsi­ridir. Sanki Cenab-ı Hak'tan soruluyor: Tank nedir? Cevab ola­rak «delici yıldızdır» buyuruyor.

«Saktb» kelimesi esasında harik, delici demektir. Sonra par­layan mânâsında kullanılmıştır. Çünkü karanlığı deliyor, yani ışık getiriyor.

Ferra'ya göre sakıb yüce, yüksek olandır. Delici veya ışık ve­rici yıldızdan maksat, Hasan Basri'ye göre bütün yıldızlardır. Çün-kü her yıldızın bir ışığı vardır, mutlaka bir şeyi deler. Her yıldız yücedir, yüksektir. Birçok kimseler «Bu yıldızdan maksat belli bir yıldızdır» demiştir. Mesela İbn Abbas'tan oğlak denilen «Cedy yıU dizi» olduğu rivayeti gelmiştir. İbn Cerir, İbn Zeyd'den «Süreyya yıldızı» olduğu rivayetini nakletmiştir. Çünkü Süreyya'ya Araplar «Necm» ismini vermektedirler.

Başka bir rivayete göre Zühal yıldızıdır. Zühal yeryüzünden en uzakta bulunan en yüksek yıldızdır. Rnun ışığı tarafından be­lirlenen felekler de en fazla olanıdır. Tabii bu müneccimlerin id­diasına göre böyledir.

Perra; «Necmi sakib'dan maksat aydır. Çünkü o, gecenin ala. metidir» diyor. Ve geceleyin en fazla ışık veren de odur.

Bazıları «Sabah yıldızı denilen yıldızdır» demişlerdir. Hz. Ali­den gelen bir rivayete göre yedinci katta bulunan bir yıldızdır. Ye­dinci gökte ondan başkası yoktur. Yıldızlar gökte yerlerini aldıktan sonra o iner, onlarla beraber olur, sonra yedinci kattaki yeri­ne gider. İnerken ve giderken tank'tır; yani kuvvetli ses çıkarır, vurucudur. Bunlan nakleden Alusi şu görüşe yer verir: Bilindiği gibi yedinci semada duran (sadece yedinci felekte duran) yıldız Zühal'dir. Bu Zühal'in delici yıldız olduğunu ifade eder. Fakat Zü­hal'in iniş-çikışı bilinmemektedir. Böylece onun yıldızlann istikrar bulduğu yere inişi de akledilmemektedir.. Çünkü onlann katında belli olan onun sekizinci felekte olmasıdır. Ancak bunların bir kıs-minin o feleklerin üstündeki feleklerde olması aklen mümkündür. Hatta yeni gelen felsefeciler feleklerin irtifada değişik olduklarında ısrar ederler, çünkü katlann yanlannda ona dair deliller vardır. Onlardan çoğunun çok uzakta olduklannda da şüpheleri olmasın. Zahirler nazari itibara alındığında ve «onlar sema-i dünyadadır» dediğimizde, her ne kadar yükseklik bakımından tefavutlan var­sa da bu da yıldızlann semada beraberlerinde Zühal olmadığı hal­de yerlerini tutmasına mani olur. Hülasa Hz. Ali'den gelen habe­ri bulandıran çok şeyler vardır. Hz. Ali'nin şam böyle olan başka bir yıldızı kastetmiş olması ihtimali ise gayet zayıftır. Taassuptan uzak insafın gereği şudur: Hz. Ali'ye nisbet edilen haber onun adı­na uydurulmuştur. Eğer yıldızın cinsi irade edilirse o takdirde bu­rada şeytanları recmetmek için atılan şihablann cinsi irade edi­lir, şeklindeki ihtimal de varid değildir.

Ebu Talib, Rasûl-ü Ekrem'in yanındaydı. Bir yıldız düştü. Ev­vela su bakımından sonra nur bakımından doldu. Ebu Talib, «Bu nedir?» diye sordu. Hz. Peygamber de «Bu bir yıldızdır. Şeytan'a atıldı. O Allah'ın ayetlerinden bir ayettir» dedi. Ebu Talib hayret­ler içerisinde kaldı ve bu ayet de o zaman nazil oldu. Bu rivayet, daha önce Hz. Ali'den nakledilen haberin gelmesini gerektirme­mektedir.

îbn Abbas ve Ata, »Sakib'tan maksat şeytanlara atılan yıldız­lardır» demiştir. Katade «O geneldir, diğer yıldızlar için de kullantlır. Çünkü yildnlann doğuşu geceleyindir. Geceleyin her gele­ne tank denilir» demiştir.

«Tarık» ismi cinsdir. Her yıldıza tank denilmesi geceleyin \ gelmeleri sebebiyledir. Araplar geceleyin her gelene tank derler. Bazılan «Bazan gündüz gelene de tank denilir» demişlerdir. Nite­kim Araplar «Bugün sana iki terka geldim», yani iki defa geldim, derler. Rasûl-ü Ekrem'in, «Ey Rahman, gece ve gündüzlerin tank­larının şerrinden sana sığınıyorum, ancak hayrı getiren tank müs­tesna» sözü bu kabildendir.

Dördüncü ayet «Senin için rızkını, amelini, ecelini koruyan hafaza meleklerinin seninle beraber olduğunu» ifade ediyor. Dör­düncü ayet kasemin cevabıdır. Yani Cenab-ı Hak semaya ve tanka yemin ederek her nefsi koruyan bir melek olduğunu ifade ediyor. Bazıları «Kasemin cevabının, «Kesinlikle Allah onu geri gönder­meye kadirdir» cümlesi olduğunu söylemişlerdir. Dördüncü ayetin başındaki «İn» olumsuzluk harfidir. «Lemma» da istisna mânâsı­nı ifade eder. Yani her nefsin üzerinde bir koruyucu vardır veya hiçbir nefis yoktur ki onun üzerinde bir koruyucu olmasın, onu afetlerden korumasın. Ta ki onu kadere teslim edinceye kadar.

Ferra, «Onu Allah'ın takdirine teslim edinceye kadar onu Al­lah'ın felaketlerinden korur» diyor. Ebu Umame diyor ki: Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurdu: «Her mümine 160 melek vekil edilmiştir. Onu takdir edilmeyenlerden korurlar». Mesela gözü ele ala­lım. Onu koruyan yedi melek vardır. Eğer kul bir göz açıp kapa­yıncaya kadar nefsine havale edilirse şeytanlar onu kapıp götürür­ler. Bazılan «Koruyucu Cenab-ı Hak'tır. Eğer onun koruyuculuğu-olmasaydı hiçbir şey kalmazdı» demiştir. Bazılan «Kişiyi koruyan aklıdır. Onu maslahatlarına irşad eder, zarar vericilerden de onu meneder» diyor.

Akıl ve diğerleri vasıtalardır. Hakiki hafız Cenab-ı Hak'tır.

Nitekim Cenab-ı Hak, Yusuf Suresi'nin 65 ayetinde «Allah hafız olarak en hayırlısıdır» buyuruyor. Enbiya 52'de de «De ki: Sizi Rahman'm emrinden gece ve gündüz koruyan kimdir?» denilmek­tedir.

Beşinci ayet ilk planda inşam şu gerçeği düşünmeye ve gere­ğini yapmaya davet eder: İnşam ilk defa yaratan, onu ölümün­den sonra da tekrar diriltmek suretiyle yaratmaya ve yaptıklarına karşılık vermeye kadirdir. Bu gerçeği idrak eden insan artık iman­dan ve salih amellerden geri kalmaz.

Sonra Cenab-ı Hak istifhamın cevabı olarak «O dafık bir su­dan yaratılmıştır» diyor. Yani meniden. Dıfk suyun dökülmesidir. Dafık dökülen su mânâsına gelir. Ferra ve Ahfeş, «Dafık sudan maksat rahme akıtılan menidir», Zeccac, «Dafık sudan maksat, in-difak sahibi olan su demektir» demişlerdir Yani dalgalan birbir­lerini iterek çıkan su demektir. Dafık'tan şiddetle birbirini iteleyip akan, çıkan su demektir. Cenab-ı Hak burada «O iki sudan yara­tılmıştır» şeklinde irade buyuruyor: Erkeğin suyu, kadının suyu. Çünkü insan bu iki sudan halkedilir. Fakat Cenab-ı Hak onları birbirlerine kanştiklan için bir tek su kabul etmiştir.

İbn Abbas, «Dafık'ın mânâsı yapışkan olmaktır» diyor. Bu su sulb (erkeğin sırtı) ile teraib (kadının göğsü) arasından çıkar. Te-raib çoğuldur, tekili teribedir. Teribe kadının gerdanlık takılan göğsüdür. Sulb erkeğin, teraib de kadınındır. İbn Abbas, «Teraib gerdanlığın takıldığı yer demektir» der. Başka bir rivayette «Kadı­nın iki memesi arasıdır» denilmiştir. îkrime «Kadının teraibinden maksat, elleri, ayakları ve gözleridir» der. Dahhak da böyle de­miştir. Said bin Cübeyr, «Teraib'den maksat kadının boynudur» derken, Mücahid, «İki omuzunun arası ile göğsüdür» demiştir. Mü-cahid'den gelen diğer bir rivayette göğüs demektir. Üçüncü bir ri­vayette de teraki denilen boynun dibindeki mafsallardır.

îbn Cübeyr İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «Teraib dört kaburgadır, şu taraftan (tarafın hangisi olduğuna işaret yoktur)». Zeccac «Teraib göğsün sağ tarafındaki dört kaburgadır» der.

Mamer bin Ebi Habibe el-Medeni «Teraib kalbin usaresidir». Yani kalbin sıkıştırılması veya çalışması neticesinde çıkan sırası­dır. İşte çocuk ondan gelir.

Arapça'da teraib göğüs kemiği demektir.

Tefsirde şu varid olmuştur: «Erkeğin suyundan, sulbünden çt-kan çocuğun kemiği ve damarları, kadının teraibinden çıkan su­dan da çocuğun eti ve kanı teşekkül eder» (A'meş.)

Bazıları «Erkeğin menisi dimağından iniyor, sonra yumurtatıklarında toplanıyor» demiştir. Bu görüş «sulb ile teraib arasından r çıkar» ayetiyle çalışmamaktadır. Çünkü meni dimağdan inerse sulb ile teraib arasından geçiyor demektir. Katade, «Erkeğin bel kemi­ğinden, kadının da göğüs kemiğinden çıkıyor» demiştir. Hasan H Basri'ye göre ayetin mânâsı, kişinin belinden ve teraibinden, kadı­nın da belinden ve teraibinden çıkıyor demektir. Biz biliyoruz ki meni bedenin bütün parçalarından gelir. Onun için kişi genellikle | anne ve babasına benzer. Bu da meninin çıkışından ötürü tütün | cesedin yıkanmasının hikmetidir.                                                        

Cinsi ilişkide bulunan birçok insan sırtında, belinde ağrılar olduğunu bilir. Bu ağrının orada bulunan meninin çıkışından mey­dana geldiği muhakkaktır.

Abduh, tefsirinde şöyle diyor: «Sulb'ten maksat erkektir. Te- S raib'den maksat da kadındır. Yani o dafık suyun insanın yaratılı­şının mebdei olması için erkek ve kadından çıkması Hırttır ve Ce-nab-ı Hak'kın insanı yaratmış olduğu merkeze dökülmesi şarttır M ki bu da kadının rahmidir.»                                                               

Mücahid ve Dahhak sekizinci ayetin tefsirinde şunu söylüyor­lar: «Allah insanı tekrar su haline getirmeye, daha önce su gibi olduğu hâle getirmeye kadirdir».

Yine Dahhak'tan gelen bir rivayet şöyledir: «Cenab-ı Hak in­sanı yaşlılıktan gençliğe, gençlikten de yaşlılığa götürmeye kadir­dir.» (Mehdevi). Maverdi ve Salebi, «İhtiyarlıktan çocukluk devre­sine çocukluk devresinden de nutfeye dönüştürmeye kadirdir de­mektir» demişlerdir. îbn Zeyd «O, suyu hapsetmeye, çıkmamasını sağlamaya kadirdir» der.

îbn Abbas, Katade, Hasan ve İkrime de «İnsanı ölümden son­ra döndürmeye, diriltmeye kadirdir demektir» demişlerdir. Bu, Taberi ve Salebi'nin de tefsiridir. En kuvvetli tefsir de budur. Çünkü Cenab-ı Hak bunun arkasından, «Yevme Tubla es-Serairu» cümlesini getiriyor. Bu cümle gizlilerin ortaya dökülüp yakalana­cağı gün demektir. Bu da ölümden sonra dirilmek suretiyle olur.

Dokuzuncu ayetin başındaki «Yevme» bir zarftır. Onu men­sup kılan «Kadirûn» kelimesidir. «Tubla»da, imtihan edilir demek­tir. Eivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: «Allah kulunu dört şey üzerinde emin kılmıştır: Namaz, oruç, zekât, cünüblükten yıkanmak». îşte bunlar Allah tarafından Kıyamet Günü'nde dene­necek, imtihan edilecek gizlilerdir. (Mehdevi).

îbn Ömer, Allah Rasûlü'nün şöyle söylediğini kaydediyor: «Üç şey vardır, onları koruyan Allah'ın gerçek velisidir. Onlara ihanet eden de Allah'ın gerçek düşmanıdır: Namaz, oruç, cünüp-lükten yıkanmak» (Salebi).

Maverdi, Zeyd bin Eslem'den şöyle rivayet ediyor:

Rasûl-ü Ekrem: «Emanet üç şeydir: Namaz, oruç, cünUplükten yıkanmak. Allah Ademoğlunu namaz üzerinde emin kılmıştır.  

terse ben kıldım diyebilir, halbuki kilmamıştır. Allah Ademoğlu-nu oruç üzerinde emin kılmıştır. Ben oruç tuttum, diyebilir, fakat tutmamıştır. Allah Ademoğlunu cenabet üzerinde emin kıldı. Di­lerse ben yıkandım diyebilir. Halbuki yıkanmamıştır. İsterseniz dokuzuncu ayeti okuyun» buyurdu.

îbn Ömer, «Cenab-ı Hak Ktyamet Günü'nde her gizli sırrı or­taya çıkaracaktır. İnsanların yüzlerinde ziynet veya çirkinlik ola­caktır. Allah her şeyi bilendir». Fakat müminlerin müminliklerinin alâmetleri ortaya çıkar. Yani onların bilgisine vesile olan alâmet­ler.

«Kuvvet» kelimesinden maksat aşiret, «nasır» kelimesinden maksat da, anlaşmalı dost olduğunu söylüyorlar. (Sufyanı Sevri).

ffiîec'i»den maksat yağmurdur. Yani yağmur sahibi olan gö­ğe yemin ederim! Her sene yağmurdan sonra yağmuru geri getirir. Ehli lügat, «rec* yağmurdur» demişlerdir. Halil, «Rec't yağmurun ta kendisidir» der. Aynca rec'i yaz bitkileridir. Bazıları «Gök Rec't sahibidir, yani yarar sahibidir» demişlerdir. Abdurrahman bin Zeyd, «Güneş, ay ve yıldızlar semada dönüş yaparlar, bir nahiyede görünürler, bir nahiyede de batarlar» diyor. Bazıları «Red'den maksat melektir» demiştir. Yani melekler sahibi olan göğe yemin ederim. Çünkü melekler kulların amellerini zaman zaman göklere götürürler.

«Sad' sahibi olan arza da yemin ederim»; yani yarılıp da bit­kisi, ağacı çıkan, meyvesi çıkan yere, Zira sad' yarmak demek­tir. O yer küresini yarar ve yer de o yarmayı kabul eder. Bitki çıkarır. Yaratıcı Cenab-ı Hak «Bitki sahibi olan yere yemin ede-, rim» demiştir.

Mücahid'e göre «Sad» yollar demektir. Yani yol sahibi olan yer küresine yemin ederim. Yahut da tarla sahibi olan yere yemin ederim. Yahut da ölüleri içinde kapsayan yere yemin ederim!» de­mektir.

Sema'ya ve yer'e yemin ederim ki kesinlikle bu fasl bir söz­dür. Yani Kur'an hak ile bâtıl arasında fasl, ayırma getiren bir ke­lâmdır

El-Haris, Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor. Rasûlullah'tan din­ledim, şöyle diyordu: «Kur'an bir kitabtır, onda sizden Öncekilerin haberi ve sizden sonra gelenlerin hükmü vardır. Fasldır, hezl (mâ­nâsız) değildir».

Mütekebbirlerden onu terkedenin belini Allah kıracaktır. O var iken başka yollarda hidayet arayanları Allah dalâlete götüre­cektir.

O hezl değildir. Yani Kur'an bâtıl ve oyun değildir. Hezl, cid­diyetin tersidir, bâtıl ve oyun demektir.

«Kesinlikle onlar, yani Allah'ın düşmanları, Kur'an'dan istifa­de etmek istemeyene, Hz. Muhammed ve ashabına tuzak kurmak­tadırlar. Ben de onların yaptıklarının cezası olarak onlara tuzak kurdum.» Bazı müfessirler, «Allah'ın onlara kurduğu tuzak, Bedir Günü'nde başlarına gelen ölüm ve esarettir» demiştir. Bazıları «Cenab-ı Hak'kın tuzağı, onların bilmediği noktada onları aldat­masına racidir» demişlerdir. (Bu, Bakara Suresi'nde geçmişti. «Allah onlarla istihza eder» cümlesinin tefsirine bakın!)

17. ayette Cenab-ı Hak, Peygamberine «Kâfirlere mühlet ver» diyor. Yani Allah'tan onlara hemen ceza vermesini isteme. Ce­nab-ı Hak'kın onların emirlerini tedbir etmesine razı ol. Bu ayet daha sonra kılıç ayetiyle neshedildi. Zira orada Cenab-ı Hak «Müşrikleri nerede bulursanız öldürün» buyurmuştur.

«Mehhil» nasıl onların cezalandı olmasında acele etme mânâ­sını ifade ediyorsa «Emhil» de aynı mânâyı ifade eder. Dolayısıyla «Mehl»in bedeli, tekidi olur. Fakat daha fazla tekid ifade etsin diye biri mücerred, biri de mezid fiilden getirilmiştir.

«Ruveyden» kelimesi az demektir. Yani onlara azıcık mühlet ver. Burada şiddetli bir tehdid vardır. Cenab-ı Hak bu tehdidle on­lara isabet edecek olanın yakın olduğunu ifade ediyor. İsterse bu dünya hayatında olsun, isterse ölümden sonra olsun. Aynı zaman­da bu ayette Rasulullah için de bir söz, bir va'd vardır. Hatta hak-ka davet eden herkes için bir söz vardır. Çünkü Rasûl-ü Ekrem, amelin müstahak olduğu mükâfatı almak suretiyle muvaffak ola­caktır. Ona karşı çıkanlar da zarar edeceklerdir. [2]

TARIK SURESÎ'NÎN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/578-579.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/579-588.