And İcilmeğe Değer Üç Önemli Olay. 2

Farklı Ve Değişik Meslekler. 2

Başarının Üç Ayrı Basamağı 3

Kolaydan Yana Kolaylaştırmak. 4

Mal Ve Mülk Kısa Süreli Birer Geçimliktir. 4

Doğru Yolu Allah Gösterir. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

İlâhî Uyarı Ve Tehditte De Rahmet Sinyali Vardır. 5

Kalbi,  Bedenî Ve Malî  İbâdeti Birleştirenler. 5

 


Bu konuda ikinci bir tarikle gelen rivayet şöyledir:

«Biz bir cenazenin defninde hazır olmak üzere Baki' kabristanında bulunuyorduk. O sırada Resûlülloh (A.S.) Efendimiz geldi ve oturdu. Biz de oturduk. Yanında bir çubuk bulunuyordu. Başını eğip elindeki o çubuk­la yeri eşeleyerek şöyle buyurdu: «Sizden hiçbir kimse yoktur ki, Cen­net'tek i ve Cehennem'deki yeri(yle ilgili olarak) saîd (mutlfa), şaki (bed­baht) yazılmış olmasın.»

Bunun üzerine ashab-ı kiram sordu:

  Ya Resûlellah! Biz yazılan yazıya itimad edip amel (ve ibâdeti) bırakalım mı? Zira bizden kim saadet ehliyse (o kafileye) varıp ulaşacak­tır; kim de şekavet ehlindense, o da şekavet ehlinin (kafilesine) varıp ka­tılacaktır.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onlara şu cevabı verdi:

  Saadet ehline gelince: Onlara saadet ehlinin ameli kolaylaştırı­lacaktır. Şekavet ehline ise, şekavet ehlinin ameli kolaylaştırılacaktır.

Sonra da Resûlüllah (A.S.) devamla şu âyeti okudu: «Artık kim (Al­lah için) verir ve (kötülüklerden) sakınır, en güzel olanı doğru I arsa, biz onu, kolayını kolaylaştırıp başarılı kılarız..»[1]

«Cehennem'e ancak şakî (bedbaht) olan girer..» Bunun üzerine soruldu:

  Şâkî kimdir? Cevap verdi:

Taât ve ibâdette bulunmayan; Allah için hiçbir günahı terketmeyendir.[2]

«Kıyamet gününde ümmetimin hepsi Cennet'e girer; ancak oraya gir­mekten imtina' eden girmez.»

Bu beyân üzerine ashab-ı kiram sordu :

  Ya Resûlellah! Kim imtina' eder? Cevap verdi:

  Bana itaat eden Cennet'e girer; bana karşı gelip isyan eden ise, gerçekten (Cennet'e girmekten) imtina' etmiş olur.[3]

 

And İcilmeğe Değer Üç Önemli Olay

 

«(Kafonhğıyla ortalığı) bürüdüğü zaman geceye; (karanlığı yırtıp) aydınlığıyla ortaya çıktığı zaman gündüze; erkeği ve dişiyi yaratana and olsun kî, gerçekten sizin çalışıp çabalamanız dağınık (yönde farklı amaçlara yönelik)tir.»

İnsan hayatının düzen ve dengede tutulmasını ve devamını sağlayan üç önemli olaydan söz edilmektedir; Gece, gündüz, erkek ile dişi..

Gece vücudun dinlenmesine; gündüz ise onun çalışıp rızık elde etme­sine yönelik hikmeti içermektedir. Aynı zamanda güneş sisteminde yer alan dünyanın iki ayrı hareketinin bulunduğunu yansıtmaktadır. Erkek ile dişi, canlıların, özellikle insanın yeryüzünde devamına yönelik ilâhî dü­zenlemenin programlanmış İki ünitesi olarak bulunuyor ve birbirini ta­mamlıyor.

Bundan bir önceki Şems Sûresi'nde gece ve gündüz kavramları üze­rinde durularak insan hayatının devamıyla ilgili düzenlemeye geniş yer verilirken, bunca sistemli ve programlı nimetleri takdîr edemiyen nankör­ler uyarıldı ve Semûd Kavmi misal verilerek gereken uyarı yapıldı. Bura­da ise, aynı konunun az değişik yanı ele alınarak bir özeti verilmekte ve böylece ilâhî rıza doğrultusunda arınan mü'minler müjdelenmektedir.

Âyette belirtilen üç olay üzerinde dikkatle durduğumuzda, bunların birbirini tamamladığını, birinin vücuduyla diğerinin var kılınmasının hikme­tinin ortaya çıktığını görürüz. O bakımdan bunlardan birinin ortadan kalk­masıyla insan hayatı denge ve düzenini kaybeder ve yaşama şansı pek kalmaz.

İnsan bu gerçeği anlayıp kavradığı ve her sistem ve programda Hakk'ın yüksek hikmetini ve nîmetini gördüğü oranda mutlu ve huzurlu olabilir. Aynı zamanda CenâbHakk'a yakın olma bahtiyarlığına erişir. Bu takdirde kişi nefis ve günah karanlığından kurtulup imân ve sâlih amel aydınlığına erişir. Erkek ve dişiden her biri hilkatinin hikmetini anlama basîretine kavuşur.

Kendini bu irfan çizgisine getiren mü'minler gündüzün aydınlığında çalışıp çabalamanın hikmet ve felsefesini kavramakta gecikmezler. Ömür­lerini imân, ibâdet, meşru yolda çalışıp kazanma; okuyup öğrenme; fay­dalı olup çevreye güven ve huzur havası estirme; her işte CenâbHakk'ın hoşnutluğunu ön plân« alma bütünlüğü.            değerlendirerek kendilerini   hesap gününe hazırlamış olurlar.[4]

 

Farklı Ve Değişik Meslekler

 

Herkes yeteneğine, eğilimine, kültür ve bilgisine göre kendine mesle seçer. Yetenekler, eğilimler ve bilgiler farklı olduğu gibi, meslekler de fark lılık arzeder.

Önee şunu belirtelim ki, hayat bütünüyle hareketten ibarettir. Her ki şi, hayatını kazanmak, hem kendine, hem de çevresine faydalı olabilmel için bu harekete katflmak zorundadır. Zaten ilâhî hilkat kanunu ve onc bağlı olarak kurulan düzen bunu böyle gerektirmektedir. Fert ve ailelerir kendi yetenek ve becerilerine uygun iş tutmaları, meslek seçmeleri ha^ yatın dengesini sağlamakta ve toplum yapısında farklı iş ve meslekler bir­birini tamamlamaktır.

Gerçek bu olunca, kişi bağlandığı işini, mesleğini imân şuuruyla yü­rütmeğe çalışır ve onun her saatini sâlih amel kalıbına dökerek şekillen-dirirse, hem kendini, hem de iş veya mesleğini hikmetine uygun sürdürme şerefine erişir ve Hakk'ıp rızası doğrultusunda mutlu ve bahtiyar bir ömür geçirir ve buna göre, âhirette de kendisine çok feyizli ve şerefli bir haya­tın kapıları sonuna kadar açılmış olur.

Bunun aksine iş ve mesleğini nefsanî arzu ve eğilimine göre sürdü­ren; kişisel çıkarından başka bir ölçü tanımayan ve bu sebeple meşru sınırları aşan kimseler ise, fazîletli ve şerefli bir hayata hazırlanma idrâk ve imânından yoksun bulunduklarından hılkatlarının bağlı bulunduğu hik­metten sapmış olurlar ve bunun sonu üzüntü, pişmanlık ve hüsran olur. [5]

 

Başarının Üç Ayrı Basamağı

 

«Artık kim (Allah için) verir ve (kötülüklerden) sakınır, en güzel olanı doğrularsa, biz ona kolayını kolay­laştırıp kendisini başarılı kılarız.»

Hayat mücadelesi verirken, geçinme yolunda başarı sağlamak için yürürken şu üç basamağı dikkatten uzak bulundurmamak; diğer bir an­latımla, o basamaklara bilerek bir bir basıp yükselmek gerekir:

1- Allah için yermek; toplum içinde İslâm adına yardımcı ve hayır­hah olmaya çalışmak,

2- Cenâb-ı Hak'tan her iş ve amelde korkup kötülüklerden sakınmak,

3- Güzellerin en güzeli olan Allah'ı, O'nun kitabını ve peygamberini kalp ve dil ile tasdîk edip ibâdet-ü taâtimizi buna şahit kılmak..

Şüphesiz bu üc basamak, sağlam imânın en tabii ürünleri ve dünya hayatının gaye ve hedefidir. Zira helâlinden kazanıp elde ettiğinin bir bö­lümünü Allah'ın dini uğrunda harcamak bedenî ibâdeti malî ibâdetle bir­leştirip kişinin sadakatini isbatlar.

Allah'ın verdiği nimetleri yerli yerince kullanıp her türlü haksızlık, hayasızlık, adaletsizlik ve aşırılıktan kaçınmak ise, her nimette CenâbHakk'ın «rezzak-i âlem» olduğunu idrâk ve bu sıfatının damgasını görmek­ten kaynaklanır. Böylece imânla sâlih amel birleşip bir bakıma bütünleşir de hedefine yönelmiş olur.

En güzeli tasdîk etmek ise, tercîhin en doğrusunu yapmanın, CenâbHakk'ı gönülden sevip emir ve nehiylerine bağlılık göstermenin; her buy­ruğunu tereddütsüz doğrulamanın gayeler gayesi olduğunu idrâkten kay­naklanır. Böylesinin mükâfatı da o güzeller güzeline erişip cemaliyle ebediyen bahtiyar olmaktır. Nitekim Yunus Sûresi 26. âyette şu müjde verilmektedir :

«İyi, yararlı, güzel amellerde bulunanlara daha İyisi ve güzeli; bir de fazlası vardır.»

Şûra Sûresi 23. âyette ise bu müjde şöyle kuvvetlendirilmektedir: «Kim çalışıp iyilik kazanırsa, ona, ondaki iyiliği artırırız.  Çünkü Al­lah gerçekten çok bağışlayandır ve şükredene nimetini artırandır.»

Farklı iş ve ameller:

İşler ve ameller farklılık da arzetse, gaye ve hedefte; bir de temel­deki imânda birleşmelidirler. Aksi halde amelin büyüklüğü ve küçüklüğü, göz ve gönül dolduranı ile düşük seviyede olanı arasındaki fark sadece zahirî olarak kalır ki, bu o kadar önemli sayılmaz. Şüphe veya inkâr üze­rine kurulan çok ameldense, imân ve takva üzerine kurulan az, fakat de­vamlı amel çok daha hayırlı ve saadet vaadedicidir.

Konunun baş kısmında kısmen değindiğimiz gibi, her kişi yetenek, bilgi, görgü, beceri, kültür ve öğrenim seviyesine göre bir düşünce at­mosferi oluşturur ve hayatının yol ve hedefini seçer:

a) Kimi doğru yolu, Hakk'a yönelik ameli seçer de günlük işini bu çer­çevede değerlendirir.

b) Kimi sapıklığa yönelip sâlih amelden uzak kalır ve böylece dünya­lığı ilâh edinecek kadar Hak'tan uzaklaşır

c) Kimi imân ve iyiliği Hak yolunda seviyeli cihada çevirip günlük hayatında buna ağırlık vererek en güzeline yönelmiş olur.

d) Kimi de inkâr ve haksızlığa yönelip günlük hayatını manevî ka­ranlıklara boğarak ömür sermayesini bir hiç uğruna harcamış olur.

e) Kimi uğraştığı iş ne olursa olsun, onun her safha ve kademesinde Allah'ı hatırlayarak dünyanın bir geçimlikten ibaret bulunduğunu düşünür ve böylece huzur ve güven içinde çalışmasını sürdürür.

f) Kimi de nefis ve ihtirasının kurbanı olarak dünyalığı amaç edinir ve öylece asıl amaç ve gaye olan o en güzeli unutur da helâl ve haram sınırı diye bir engel tanımaz olur.

g) Kimi kalbindeki Allah ve din sevgisinden kaynaklanan cömertlikle çevresine rahmet olur. Kimi inkâr ve tuğyanından  kaynaklanan kötülük ve cimriliğiyle bulunduğu yerdeki topluma dert ve belâ olur.

Sonuç olarak, Allah'ın kitabına ve gönderdiği son peygamberine kulak verip gönül aynasını ilâhî füyuzata çevirenler kurtulur; aksine bir inanç ve tutum içinde ısrar edenler ise kendilerine çok yazık etmiş olurlar.

Beşinci âyetten onuncu âyete kadar bu iki ayrı yolu seçenlerin inanç, düşünce, duygu ve amellerinin üçer basamağına veya özelliğine deği­nilerek aydınlatıcı, yönlendirici, uyarıcı ve müjdeleyici bilgiler verilmek­tedir..

«En güzel» ile çevirisini yaptığımız «hüsnâ» kavramı üzerinde az fark­lı yorumlar yapılmıştır ki, hepsi de aynı maksat ve hikmeti yansıtır an­lamdadır. Şöyle ki:

1- «En güzel»den maksat, «Lâ ilahe illâllah»tır. Bu yorum, İbn Ab-bas (R.A.) ile Dahhak'e göredir.

2- Mücahid'e göre : CenâbHakk'ın gerçekleştirip ortaya koyaca­ğını vaadettiği şeylerdir.

3- Zeyd b. Eslem'e göre: Namaz, zekât ve oruçtur.

4- İlim adamlarından hatırı sayılır bir cemaate göre: Allah, Peygam­ber ve Kitaptır. [6]

 

Kolaydan Yana Kolaylaştırmak

 

«Biz ona, kolayını kolaylaştırıp kendisini başarılı kılarız.»

Bu, hayır, salâh, güzel ahlâk ve faziletin gerçekleşmesini sağlayan sebepleri harekete geçirip kolaylaştırmaktır.

Zorluktan yana kolaylaştırmak ise, dalâleti seçenlere şer ve kötülük yollarını irâdeleri doğrultusunda açık tutmak ve kötü niyet ve amellerine göre o yolu nefis duvarında çekici ve çarpıcı göstermektir.

Nitekim ilim adamları bu âyetin tefsirinde şu söze yer vermişlerdir:

«Şüphesiz ki cömertlik mekârim-i ahlâktan bir bölümdür. Cimrilik ise en rezîl huydan bir kısımdır.»

«Cömert, verilmeyecek yerde veren değildir. Cimri de verilmeyecek yerde vermeyen değildir. Ama gerçek cömert, verilmesi gereken yerde verendir. Cimri de verilmesi lüzumlu yerde vermeyendir.» [7]

 

Mal Ve Mülk Kısa Süreli Birer Geçimliktir

 

«Başaşağı gelip (Cehennem'e) yuvarlandığı zaman malı ona yarar sağlamaz.»

Mal ve makam hayatın amacı ve hedefi değildir; onu dengeleyen bi­rer araçtır ve geçicidir. İnsanoğlu durmadan mal toplamak, servet edin­mek ve nefsini tatmin için yüksek makamlara tırmanmak için yaratılma­mıştır. İçimize yerleştirilen arzu, hırs ve istek hayatı canlı tutmaya, kişi­ye hareket sağlamaya, uyuşukluktan kurtarmaya yönelik birer itici kuv­vetlerdir. Bunları başıboş, kontrolsüz bıraktığımız takdirde, kutsal hiçbir sınır tanımadan mada'eye doğru bütün hızıyla gider ve sonunda bizi bek­lenmedik bir anda felâketle sonuçlanan bir uçurumdan aşağı iter. O ba­kımdan içimizdeki bu itici kuvvetleri peygamber sünnetiyle disiplin altına alıp gayelerin gayesi olan ilâhî hoşnutluğa uygun düzeyde tutmak gere­kir. Aksi bir düşünce ve tutum geçici kısa bir hayatı, sonsuz hayata ter-cîh etme basiretsizliğini doğurur.

Mekke müşriklerinin ileri gelen şımarıklarından Ubey b. Halef de mal ve şöhretiyle, evlât ve maddî imkânlarıyla böbürlenip bunların ötesinde başka bir değer tanımıyordu. Bedir savaşında ilâhî hışma uğrayarak mü'-minlerin adalet kılıçları altında can verirken her şey bitmiş oldu; ne mal, ne servet ve şöhret, ne de evlât ve çevresi bir fayda vermedi. Ubey kendi ebedî azabını beraberinde yüklenip götürdü. Ömrünü madde ve şöhrete, maddeyi gururuna dayanak seçti; nefsini her bakımdan tatmine çalışıp ruhunu ve vicdanını bütünüyle boş ve silik bıraktı. Duygusu devamlı ak­lının önünde yürüyerek Hakk'ın rahmet sesini duymasına engel oldu.

Nitekim müfessirlerimizden bir kısmı bu âyetin Ubey b. Halef hak­kında indiğini kaydetmişlerdir. Şüphesiz Ubey b. Halef bu konuda bir mi­saldir ki, malı ve şöhreti amaç seçenleri uyarmayı içeren bir hikmeti yan­sıtmaktadır. [8]

 

Doğru Yolu Allah Gösterir

 

 «Şüphesiz ki bize gereken doğru yolu göstermektir. Ve elbette Âhiret de, Dünya da bize aittir.»

İnsanı kâinatın hikmeti ve özü olarak yaratan Cenâb-ı Hak, aynı za­manda onu birtakım yeteneklerle donatmakla kalmamış hayatın asıl amaç ve hikmetini de ona haber vermek suretiyle nimetini tamamlamış bulu­nuyor. Gönderilen peygamber ve indirilen kitap insan aklına ışık tutmakta, Allah'ın belirlediği hidâyeti (doğru yol) ve dalâleti (eğri yol) göstermekle ona yaratılışının hikmetini öğretip Yüce Yaratanı kemal sıfatlarıyla ve âhi­ret hayatını bütün uyarıcı, yönlendirici safhalarıyla tanıtmaktadır.

Böylece Allah'tan, Peygamber ve kitaptan mahrum kalan aklın yal­nız başına bu gerçekleri tesbit edip anlaması düşünülemez. Hem akıl da­lâlet ve hidâyet yollarını bilip seçecek bir kudrete de sahip değildir. İn­san için doğru ve eğri yolu belirleyip bildirmek Allah'a aittir. Çünkü kâi­nat bütünüyle O'nun eseridir ve O'nun hazırladığı plân ve programa göre düzen ve dengesini sürdürmektedir. Kâinatın bir bakıma mevcudiyetinin hikmeti olan insanın hayatını belli kurallara bağlamak da Allah'a aittir; kimsenin bunu değiştirme yetkisi yoktur ve insan o kurallara uyrnak zo­rundadır. Böylece kişi kitap ve peygamberin desteğinde ve rehberliğinde aklını ve irâdesini ilâhî beyâna açık tuttuğu takdirde hakikaif anlayabilir.

Dünya da, âhiret de Allah'a aittir. Zira dünyayı insan için düzenle­yip hazırlayan O Yüce Kudret, âhireti de düzenlemiş ve kalıcılığını takdîr etmiştir. İnsanoğlunun bu iki hayatı bütünüyle değiştirmeye, amacından saptırmaya ne gücü yeter, ne de buna hakkı vardır. Her şey Allah'a ait­tir; birinci hayatı sona erdirip ikinci hayata başlatma tasarrufu da sadece O'na mahsustur. Hayır ve şerrin ne olduğunu O bildirmekte ve hangi ame­lin hayra, hangisinin şerre kapı açacağını da ancak O haber vermek­tedir.

Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, aklını peygamber tebliğiyle yönlendirme-yip sapıklığı seçenleri tehdit edip uyarmaktadır. [9]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, insanın günlük hayatı üzerinde durularak her­kesin kendi yetenek ve becerisine göre bir meslek seçtiği ve ayrı bir iş pe­şinde koştuğu konu edildi. İlâhî düzene uyanların kalıcı hayata ulaşmakta başarılı olacakları, üç önemli olaya yemin edilerek müjdelendi. Bunun ak­sine bir tutum içinde hayatını amacından saptıranlar uyarıldı. Sonra da doğru yolu göstermenin ve bu maksatla akla ışık tutmanın, düşünce uf­kunu genişletmenin Allah'a ait olduğuna dikkat çekilerek insanla Cenâb-ı Hak arasındaki irtibata işarette bulunuldu.

Aşağıdaki âyetlerle, şekaveti tercih edip Hakk'ı yalanlayan inkarcı sapıkların amellerine uygun cezanın hazırlandığı haber veriliyor. Hakk'a inanıp yönelen, bedenî ibâdetle malî ibâdeti sâlih amel düzeyinde birleş­tiren ve her vesileyle Hakk'ın rızasını gözeten takva sahibi mü'minler müj­deleniyor. [10]

 

Meali:

 

14- Sizi, köpürüp dalga dalga alevleri yükselen ateşle uyardım.

15- Ona, ancak en şaki (bedbaht) olan varıp girer.

16- O bedbaht ki (Hakk'ı) yalanlayıp arkasını dönmüştür.

17-18- (Allah'tan) saygı île korkup (fenalıklardan) en çok sakınan ve arınmak için malını (Allah yolunda) veren de o ateşten uzaklaştırılır.

19- O'nun yanında hiç birine, karşılığı verilecek bir nimeti (minnet borcu) yoktur.

20 -Ancak karşılığını sırf o çok yüce Rabbın'don bekleyerek yap­tığı (iyilik) mükâfatlandırılır.

21- Ve elbette (böylesi) ileride razı olacaktır.

 

İlâhî Uyarı Ve Tehditte De Rahmet Sinyali Vardır

 

Sizi  köpürüp dal­ga dalga alevleri yükselen ateşle uyardım. Ona, ancak en şaki (bedbaht) olan varıp girer.»

Dünya hayatındaki zıtların sürtüşme ve çarpışması ile hareket ve canlılık kazanan insanoğlu bu sürtüşmenin dayandığı hikmeti ve hangi amaca yönelik bulunduğunu bilmediği sürece, gerçek anlamda dünyada yaşadığının farkına varamaz. İçinde taşıdığı birbirine karşıt iki manevî gücün kaynağını ve doğuracağı sonuçları idrâk etmediği müddetçe o ken­di mahiyet ve hakikatini anlayamaz. Bu durumda da Yüce Yaratan'ı ya hiç bilmez, ya da lâyıkıyla kalbine sindiremez.

Bundan dolayıdır ki, Kur'ân insanın iç yapısındaki iki karşıt güce ay­rı ayrı seslenmekte ve ikisini hidâyet çizgisinde yönlendirmeyi amaçla­maktadır. Aşağı âlemden olan nefsanî duyguları, âhiret âleminde kurulup hazırlanan iki zıd konaktan biriyle korkutup tehdît etmekte; yüce âlem­den olan ruhu sonsuz nimetlerle müjdelemekte ve böylece birinci gücü frenleyip meşru sınıra çekmemizi; ikinci gücü menşei'ne lâyık bir düzey­de tutmamızı ilham etmektedir.

Unutmayalım ki. ilâhî mesajı yansıtan Kur'ân-ı Kerîm'in bu iki ayrı seslenişinde mutlak surette rahmet ışığı bulunmakta ve CenâbHakk'ın rahmetinin insanlara yönelmiş bulunduğunu ortaya koymaktadır. İlâhî teb-şiratta nasıl rahmet ve inayet, gufran ve feyiz havası mevcutsa, ilâhî uyarı ve tehditte de aynı havanın inzarla kılıflanmışı vardır.

Yukarıda konumuzu oluşturan âyet de. Cehennem ateşinin alev alev köpürmesi konu edilirken bütünüyle bu manâyı taşımakta ve o rahmetin havasını estirmektedir.

İlâhî uyarı ve tehdide sebep olan iki tavır ve olay:

Âyette tehdide sebep olarak kişinin iki tavrı gösteriliyor: Biri, hakkı yalanlaması; diğeri, Hakk'ın çağrısına arkasını dönüp kulaklarını tıkamasıdır. Birincisi, küfür ve putperestlikle şartlanmanın ve aklı duygunun em­rine vermenin; ikincisi, gurur ve bencilliğe mağlup olup onu haktan üstün tutmanın belirtisidir.

İlâhî olan dinlerin hepsi insanı bu iki yanlışlıktan kurtarma bilgi ve metoduyla teblîğ ve irşadını sürdürmüş ve son din İslâmiyetle bu bilgi ve metod son çizgisine ulaşarak ilmi ve aklı değişmeyen muhatab olarak seç­miştir. [11]

.

Kalbi,  Bedenî Ve Malî  İbâdeti Birleştirenler

 

«(Allah'tan) saygı ile korkup (fenalık­lardan) en çok sakınan ve arınmak için malını (Allah yolunda) veren de o ateşten uzaklaştırılır.»

Nefsi, ateşe yaklaştırıcı fiil ve düşünceden uzaklaştırıp ruhun imânla gelişen havasına sokmak için üç şeye ihtiyaç vardır:

1- Tahkiki imân düzeyinde kalbî ibâdet,

2- Tahkiki  iman  düzeyinde  bedenî ibâdet,

3- Tahriki iman düzeyinde malî ibâdet,

Kalbî ibâdet burada takva ile ifade edilmiştir. Zira Allah'tan saygı ile korkmanın en çok belirtisi, her iş ve sözde, her davranış ve düşüncede CenâbHakk'ın ismini ahıp O'nun üzerimizde murakıp bulunduğuna inan-mamızdır. İşte bu inanç kalbî ibâdetin aslını oluşturur ve bedenî ibâde­tin lüzumunu zevk ve heyecanıyla kalp ve kafada doğurur. Böylece insan kendi istediği yoldan değil, Allah'ın düzenleyip koyduğu yoldan Mevlâsı-na kavuşmaya özen gösterir. Farz ibâdetleri belirlendiği anlam ve ölçüde ve tayin edilen vakitlerde yerine getirmekte kusur etmemeye çalışır.

Bu iki ibâdetin birleşmesiyle üçüncü ibâdete süratle yönelme arzusu belirir ve malî ibâdetin önemi, Müslümanlardan yana lüzumu kişinin ben­liğini sarar da zekât ve sadakadan tutun da Allah yolunda hakkıyla cihada kadar Hak'tan yana olan her türlü fedakârlık ve ferağat-i nefis onun şahsî çıkarının önünde yürür.

Allah'ın izniyle kendini bu noktaya getiren kimsenin kalbinde ve vic­danında köklü bir arınma başlar; geçen yıllarda sözünü ettiğimiz üç ayrı ibâdeti ihmalinden dolayı biriken manevî kirler temizlenmeye tabi tutulur.

Cenâb-ı Hak bu gerçeğe değinerek, konuyu iki kısa cümleyle çok veciz bir anlatım üslûbu çerçevesinde kalp ve kafalara şöyle işlemektedir: «Allah'tan saygı ile korkup, (fenalıklardan) en çok sakınan ve arınmak için malını (Allah yolunda) veren kimse ise o ateşten uzaklaştırılır.»

Nitekim hayatının düzenini bu üç ibâdetle değerlendiren Ebû Bekir Sıddîk'ın (R.A.) her mü'mine misal teşkil edecek davranışlarından birinin, bu âyetlerin inmesine sebep olduğunu siyercilerle müfessirler şöyle nak-letmişlerdir:

Atâ' ve Dahhak'ın İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre : Mek­ke'de putperest müşrikler Habeşli Bilâl'a (R.A.) işkenee ediyorlar ve Bilâl da her defasında «Ahad, ahad!» diye karşılık veriyor; aynı zamanda «Tev-hîd İnancı» ilân ediyordu. Şüphesiz o, bu sözüyle Allah'ın bir olduğu­nu, ortağının bulunmadığını ifadeye çalışıyordu. O sırada Hz. Peygamber (A.S.) işkence olayına ve Bilâl'ın «Ahad, ahad!» sözlerine şahit oldu ve ona seslenerek şöyle buyurdu : «Ya Bilâl! Ahad seni kurtaracaktır.» Sonra Resûlüllah (A.S.) Ebû Bekir Siddîk (R.A.) ile karşılaştı. Ona : «Ya Ebâ Be­kir! Şüphesiz Bilâl, Allah yolunda, O'nun dini uğrunda işkenceye mâruz kalmaktadır.» Ebû Bekir (R.A.), Resûlüllah'ın {A.S.) ne demek istediğini anladı ve hemen ayrılıp evine döndü; az sonra bir miktar dînar ve dirhem alarak Umeyye b. Halefe geldi ve Bilâl'ı ondan satın alıp Allah rızasını umarak hürriyetine kavuşturdu. Bunun üzerine müşrikler: «Ebû Bekir'in o Habeşli köleye herhalde bir minnet borcu vardı ki onu satın alıp azat etti» diyerek birtakım yersiz yorum ve tahminlerde bulundular.

Bunun üzerine 17-21. âyetler inmiştir.[12]

Böylece ilgili âyet iki şekilde yorumlanmıştır: Birincisi, meal kısmında belirttiğimiz şekildir ki, «indehu»daki zamirin Allah'a râci' olması söz ko­nusudur. İkincisi, ise, zamirin Ebû Bekir Sıddîk'a (R.A.) râci' olmasıdır ki, iniş sebebiyle birleşmektedir.

Birinci yoruma göre, CenâbHakk'ın hiç kimseye minnet borcu yok­tur. Zira her şey, her nimet ve mülkün tamamı O'na aittir. İkinci yoruma göre, Ebû Bekir Sıddîk'ın (R.A.) o asil davranışı bir minnet, bir ödeşme borcundan değil, sadece CenâbHakk'ın hoşnutluğundan kaynaklanıp İs­lâmiyet adına bir hizmettir. Nitekim yirminci âyetle bu husus açıklanmak­ta ve mükâfatının da ileride gerçekleşeceği müjdelenmektedir.

Sonuç olarak konuyu şöyle özetliyebiliriz :

Kalbî: bedenî ve mâlî ibâdetleri tahkiki imân doğrultusunda yerine getiren mü'min için razı olacağı iki mükâfat vardır: Biri dünyada, diğeri âhirettedir. Dünyadnki mükâfatı, isminin hayır ile anılması ve kalıcı bir misal teşkil etmesidir. Âhiretteki mükâfatı ise, ilâhî rıza havasında ebedî saadet yurdunda mutlu ve bahtiyar olmasıdır.

Leyi Sûresi'ne, gece ve gündüzde kendini gösteren ilâhî programın insanlardan yana fayda ve hikmetine yemin edilerek başlandı ve Hak rı­zası için amel ve ibâdette bulunan mü'minler ilâhî rızayla müjdelenerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; kalbî, bedenî ve malî ibâdetin sevap ve mükâfatını, fe­yizli sonuçlarını bize günlük hayatından örnekler vererek anlatan Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz'e salât-u selâmlar olsun. [13]

 



[1] Buhari, Cenaiz: 82, 83, Tefsir: 92; Müslim, Kader: 6; Ebu Davud, Sünnet: 16; Ahmed: 1/27, 29.

[2] İbn Mace, Zühd: 35; Ahmed: 2/349.

[3] Buhari, İ’tisam: 2; Ahmed: 2/361.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6839.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6840.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6841.

[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6841-6843.

[7] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6843-6844.

[8] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6844-6845.

[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6845.

[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6846.

[11] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6847-6848.

[12] El-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an: 20/88’den özetlenerek.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6848-6850.