Bu sureye ilk ayetinde "Duha "ya yemin edildiği için Duha adı
verilmiştir. Duha güneşin yükseldiği zaman veya gündüzün başlangıcıdır. Peygamber
(s.a.) hakkında inen bu sure aydınlığı, sabahı ifade eden bir kelime ile
başlamıştır. Cimri hakkında inen Leyi suresi ise gece ile başlamıştı.
[1]
Bu sure Leyi suresi ile iki yönden bağlantılıdır:
1- Leyi suresi Allah Tealâ'nın
yüce vaadi ile bitmişti. Günahlardan sakınan ahirette hoşnut edilecektir. Bu
Duha suresinde de Peygamberi (s.a.)'e vaadini tekid ederek şöyle buyurdu:
"Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnud olacaksın."
2- Allah Tealâ önceki surede
"Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır." buyurmuştu. Bunun ardından
sakınanların en büyüğüne Allah Tealâ'nın nimetlerini saydı. O da Muhammed
(s.a.)'dir.
[2]
Mekke'de inmiş olan Duha suresi, Peygamber (s.a.)'in şahsiyeti ile ilgili hususları ele almaktadır.
1-
Allah Tealâ'nın Rasulü'nü
unutmadığına, bırakıp terketmediğine dair büyük ilâhi bir yemin ile başladı. O,
rabbani bir inayet altındadır. O, Allah Tealâ katında değeri yüce olandır:
"Andolsun kuşluk vaktine, sükûna vardığı dem geceye ki..." (1-4.
ayetler).
2- Rabbi onu, ahiretteki büyük
bir lütuf ile müjdeledi. Büyük şefaat da ondandır: "Muhakkak Rabbin sana
verecek de hoşnud olacaksın." (5. ayet).
3- Allah, Peygamberine
küçüklüğünden bu yana verdiği nimetlerini hatırlattı. "O, bir yetim
olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı?" (6-8. ayetler).
4- Üç fazileti tavsiye ederek
sure bitmektedir. Yetime şefkat, miskini gözetme ve büyük nimete şükür. Bu
nimetler nübüvvet ve sayılan diğer nimetlerdir. "O halde yetime gelince
kahretme, isteyeni azarlayıp kovma. Bununla beraber Rabbinin nimetini
söyle." (9-11. ayetler).
[3]
İmam Şafii, Duha suresinin sonunda ve ondan sonraki surelerin sonunda tekbirin
sünnet olduğu görüşündedir. Şöyle denilmektedir: "Allahu ekber" veya
"Allahu ekber Lailâhe illellahu vallahu ekber." Tekbir münasebeti
ile Kur'an-ı Kerim ilmiyle ilgilenen alimler şunu zikretmiştir: Rasulul-lah
(s.a.)'dan vahiy bir zaman için gecikip, kesildikten sonra melek gelip ona
"Duha" suresini vahyettiğinde, sevinç ve neşesinden tekbir getirdi.
İb-ni Kesir dedi ki: Bu rivayeti sıhhatine veya zafma hükmedilecek bir isnatla
rivayet etmemişlerdir.
[4]
1- Andolsun kuşluk vaktine,
2- Sükûna vardığı dem geceye ki,
3- Rabbin seni terketmedi. Darılma-dı da.
4- Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır.
5- Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
6- O, bir yetim olduğunu bilip
de (seni) barındırmadı mı?
7- Seni kaybolmuş bulup da yolunu
8- Seni, bir fakir olduğunu bilip de, zengin yapmadı mı?
9- O halde, yetime gelince kahretme.
10- İsteyeni de azarlayıp kovma.
11- Bununla beraber, Rabbinin nimetini söyle.
"Ahiret" ve "dünya" arasında tezat vardır.
"O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı?" ile
"Seni, bir fakir olduğunu bilip de, zengin yapmadı mı?" arasında ve,
" O halde, yetime gelince kahretme." ile "İsteyeni de azarlayıp
kovma." arasında mukabele vardır.
"O, bir yetim olduğunu bilip de...(fe-âvâ)", "Seni
kaybolmuş bulup da...(fe-hedâ)" ve "Seni, bir fakir olduğunu bilip
de..(fe-agnâ)." ayetleri arasında seci vardır.
[5]
"Duha" gündüzün başında, güneşin yükselme vaktidir.
"Sükûna vardığı dem geceye." Sükûna varıp karanlığı ile eşyayı örten
geceye. Önceki surede gecenin başta anılıp, burada ise sonraya bırakılması,
gece ve gündüzden her birinin özelliklerine dikkat çekmek içindir. Gecenin
önce gelme fazileti, gündüzün de eşyayı aydınlatma özelliği vardır. Özellikle
kuşluk vaktinin anılması ise, gecenin karanlığından sonra normal hayata tam
geçişin başlangıç vakti olduğundandır. Gündüzden sadece bir dilimi olan kuşluğu
anarken gecenin tamamını anması da, üretimde gündüzün bir diliminin gecenin bütününü
karşıladığına işaret içindir; Muhammed (s.a.)'in başkası ile mukayese
edildiğinde bütün peygamberlere denk olması gibi.[6]
"Rabbin seni terketmedi. Darılmadı da." Rabbin seni
terketmedi veya senden terkeden biri gibi ayrılmadı. Sana darılmadı. Bu ayet
yeminin cevabıdır. Buradaki darılma olarak tercüme edilen "kala"
kelimesi şiddetli nefrettir. Bu ayet, vahyin on beş gün kesildiği bir zamanda
müşriklerin: Rabbi onu terketti, darıldı, demeleri üzerine indi. "Elbette
ahiret" bütün özellikleri ve saadet yurdu olması nedeni ile, "senin
için dünyadan hayırlıdır." Dünya ise sıkıntılarla, tehlikelerle doludur.
Bu, Peygamber (s.a.)'in kadrine ve paygamberlik için hazırlandığına, vahiyle ve
dünyadaki ikram ile bağlantısına, ahiretteki mevkiinin yüksekliğine ve
yükselmede, kemâlde hala devam ettiğine işarettir.
"Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." Rabbin
sana ahirette lütuflardan ve bol bağışlardan verecek de memnun olacaksın. Bu,
içinde büyük şefaatin de bulunduğu bol bağışı kapsamaktadır. Hatib'in
Tel-hısu'l-Müteşabih'te rivayet ettiğine göre Peygambermiz (s.a.) şöyle buyurdu:
"Ümmetimden bir kişi ateşte olduğu müddetçe razı olmam." İki menfiden
sonra iki de müsbet zikrederek yeminin cevabı tamamlanmış oldu.
"O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı?" Sen
doğmadan veya sonra, babanı kaybetmenle yetim düştün ve seni amcan Ebu
Talib'in himayesine koydu. Bu ve bundan sonrakiler Allah Tealâ'nm Peygamberi
Muhammed'e (s.a.) nimetlerinin sayılmasıdır. Geçmişte ona lütuf-ta bulunduğu gibi,
gelecekte de bulunacağına işarettir. "Seni bilmez bulup da bunları sana
öğretmedi mi?" Mealde "bilmez bulup" olarak geçen ayetteki
"dâll" kelimesinin, hidayetin aksi olan dalâlet anlamına kullanılması
mümkün değildir. Çünkü peygamberler bundan korunmuşlardır. Alimler dediler ki:
Peygamberimiz bir göz açıp kapayacak kadar dahi Allah'ı inkâr etmemiştir.
Burada dalâletle ifade edilmek istenen dinin hükümlerini bilmede, yani hanif
dininde hata etmektir. Ona doğru yolu dinin hükümlerinde yanılmamayı ilham
etmiş, bunu sağlamıştır. Şu ayet de bunun gibidir: "Kitap ve iman nedir
bilmiyordun." (Şûra, 42/52)
"Senin bir fakir olduğunu bilip de" ticaretle ve kalb
zenginliğiyle "zengin yapmadı mı?" Ahmed, Buhari, Müslim, Tirmizi ve
İbni Mace'nin Ebu Hureyre'den yaptıkları rivayette şöyle buyuruldu:
"Zenginlik mal çokluğu ile değil, gönül zenginliği iledir."
"Bununla beraber, Rabbinin" üzerindeki peygamberlik ve diğer
"nimetini söyle" ve Rabbine şükret.
[7]
"Andolsun kuşluk vaktine" ayetinin (1. ayet) ve devamının
nüzul sebebiyle ilgili olarak: Buhari, Müslim ve diğerleri Cündüb ten şöyle
rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.) rahatsız oldu ve bir ya da iki gece kalkamadı.
Bir kadın gelip: Muhammedi Şeytanını seni terketmiş görüyorum, dedi. Allah
Tealâ şu ayetleri indirdi: "Andolsun kuşluk vaktine, Sükuna vardığı dem
geceye ki, Rabbin seni terketmedi. Darümadı da."
Said b. Mansur ve Faryabi, Cündüb'ten rivayet ettiler. Dedi ki: Cebrail
Peygamber'e (s.a.) bir müddet vahiy getirmedi. Müşrikler de Muhammed (s.a.)
terkedildi, deyince bu ayetler indi.
Hakim, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.)
kendisine vahiy gelmeden birkaç gün geçirdi. Ebu Leheb'in karısı Ümmü Cemil
şöyle dedi: Sahibini seni terketmiş, sana kızmış olarak görüyorum. Allah Tealâ
da şu ayetleri indirdi: "Andolsun kuşluk vaktine, Sükûna vardığı dem
geceye ki, Rabbin seni terketmedi. Darümadı da."
İbni Cerir, Abdullah b. Şeddat'tan şöyle rivayet etti: Hatice, Peygamber
(s.a.)'e: Rabbini sana darılmış görüyorum, dedi. Ve bu ayet indi. Haber
mürseldir, ravileri ise güvenilir kimselerdir. Hafız İbni Hacer şöyle diyor:
Açık olan, Ümmü Cemil'in de Hatice'nin de böyle söylemiş olduğudur. Ancak,
Ümmü Cemil hakaret için söylemiş, Hatice ise, üzüldüğü için söylemiştir.
Kısacası Cebrail'in (a.s.) Peygamber'e (s.a.) gelişi gecikmiş,
müşrikler de Allah onu terketti, demişle, bunun üzerine de bu ayetler inmiştir.
"Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır." ayetinin (4.
ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak: Taberani Evsafta İbni Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Benden sonra
ümmetime fethedilecek olan yerler bana gösterildi. Beni sevindirdi."
Allah: "Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır." ayetini
indirdi. Bu rivayetin isnadı hasen-dir.
"Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." ayetinin
(5. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Hakim, Delail'de, Beyhaki, Taberani ve
diğerleri İbni Abbas'tan şu hadis-i rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.)'a
ümmetinin fethedeceği yerler köy köy gösterilmiş o da buna sevinmiş ve Allah
"Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." ayetini
indirmiştir.
[8]
"Andolsun kuşluk vaktine, Sükûna vardığı dem geceye ki, Rabbin
seni terketmedi. Darümadı da." Gündüzün başlangıcında güneşin yükselme anı
olan duha vaktine yemin olsun. Burada anlatılmak istenen ise, geceye karşılık
olduğu için gündüzdür. Ve, kişinin elbise ile örtündüğü gibi, yerleşip,
karanlığı ile gündüzü kapladığı zaman geceye yemin olsun. Rabbin seni bırakıp
terketmedi. Vahyi de senden kesmedi. Bazılarının sandığı veya senin içinden
geçirdiğin gibi sana küsmedi, danlmadı. Bu gerçek, Kur'an'm Allah katından
olduğuna delildir. Eğer Kur'an -haşa- Peygamberin kendi sözü olsaydı bir
kesinti olmazdı.
Sonra da, geleceğinin geçmişinden daha iyi olacağını müjdeleyerek
buyurdu ki:
"Elbette ahiret senin için dünyadan hayırlıdır." Vahyin
kesildiği ve ölümün geldiği varsayılsa bile, ahiret yurdu senin için daha
hayırlıdır. Zira senin gelecekteki durumun geçmiştekinden daha hayırlıdır.
Hergün daha bir aziz oluyorsun, mevkiin de yükseliyor. Seni terkettiğimi sanma.
Bilakis, gelen her günde sen daha yücelmiş ve yükselmiş oluyorsun. Bu şerefin
yanında her bir şeref ve nimet pek küçük kalır
İmam Ahmed, Tirmizi ve İbni Mace İbni Mesud'dan rivayet ettiler. Dedi
ki: Rasulullah (s.a.) bir hasırın üzerine yaslanmıştı. Alnında iz bıraktı.
Uyandığında alnını silmeye başladım ve dedim ki: Ya Rasulallah! İzin verseniz
de, hasırın üzerine (yumuşak) bir şey sersek! Rasulullah (s.a.) buyurdu ki:
"Benim dünya ile ne işim var? Ben ve dünyanın misali, bir yolcu gibidir;
bir ağacın altında konaklamış sonra da, bırakıp gitmiştir."
Büyük bir bağışla da müjdeledi onu:
"Muhakkak Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın." Elbette
Rabbin sana bol bir bağış, dünya ve ahirette büyük bir nimet lütfedecektir. Dünyadaki
nimet dini fetihtir. Ahiretteki ise, sevap, Havz ve ümmetine şefaattir ki, sen
bu verilenlerden hoşnut kalacaksın. Bu, her iki yerde de yücelik ve üstünlüğün
ona verileceğine delildir. Dini bütün dinlerin üstünde olacak, kıyamet gününde
de şefaat ile değer bütün peygamberler ve insanların üstünde olacaktır. Ayette
"elbette" anlamındaki tekid harfini ve gelecek ifade eden
"sevfe" edatım kullanması, bir maslahat için gecikse bile, lütfün hiç
tereddütsüz ve mutlaka olacağını ifade etmek içindir.
Sonra Allah Tealâ Peygamber (s.a.)'ine onu göndermeden önceki
nimetlerini saydı. Sanki şöyle demektedir: Seni, daha önce terkedip, bırakmadık
da, peygamberlikten sonra unutup, mahcup edeceğimizi mi sanıyorsun?
"O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı? Seni
bilmez bulup da bunları sana öğretmedi mi? Seni, bir fakir olduğunu bilip de
zengin yapmadı mı?" Rabbin seni, babasız bir yetim olarak bulup, sana
sığınacağın bir sığmak vermedi mi? O da deden Abdülmuttalib ve amcan Ebu
Talip'tir. Çünkü henüz anne karnında iken veya doğumundan sonra babasını
kaybetmişti. Altı yaşında iken de annesi Amine binti Vehb vefat etti. Sonra, o
sekiz yaşında iken vefat edinceye kadar dedesi Abdülmuttalib'in himayesinde
idi. Amcası Ebu Talip himaye etti onu. Kırk yaşında Allah onu peygamber olarak
gönderdikten sonra bile kendisini himaye ve yardımım sürdürdü.
Seni, dine ait hükümleri bilmez bulup da bunları sana en güzel ve doğru
şekilde öğretmedi mi? "İşte biz, sana da böylece emrimizden bir ruh
vahyettik. Halbuki kitap nedir, iman nedir, sen bilmezdin. Fakat biz onu bir
nur yaptık. Bununla kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet ederiz."
(Şura, 42/52).
Seni, aile sahibi, fakir, malsız olarak buldu da, Hatice'nin malıyla
yaptığı ticaret ve Allah'ın sana lütfettiği bereket ve kanaat ile seni zengin
etti. Buhari ve Müslim sahihlerinde Ebu Hureyre'den rivayet ettiler. Rasulullah
(s.a.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi: "Zenginlik mal çokluğu ile değil,
gönül zenginliği iledir." Sahih-i Müslim'de Abdullah b. Amr'dan Rasulullah
(s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi: "Müslüman olan, yeterli rızık
verilen ve Allah'ın kendisine verdiği ile kanaat etmeyi nasip ettiği kimse
kurtulmuştur."
İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Katade'den "O, bir yetim olduğunu
bilip de (seni) barındırmadı mı? Seni bilmez bulup da bunları sana öğretmedi
mi? Seni, bir fakir olduğunu bilip de, zengin yapmadı mı?" sözü hakkında,
bunlar Rasulullah (s.a.)'ın Allah Tealâ'nın onu peygamber olarak göndermeden
önceki merhaleleri idi, dediğini nakletmiştir.
Ardından Rabbi, bazı ahlâkî ilkeleri ve bu nimetlere şükrü emrederek
şöyle buyurdu:
1- "O halde, yetime
gelince kahretme." Nasıl ki sen bir yetimdin de Allah seni barındırdı,
sen de yetimi horlama, ona kötülükte bulunma, zaafından ötürü ona zulümle
musallat olma. Aksine hakkını koru, ona
iyilikte bulun, nazik davran. Kendi yetimliğini hatırla. Bundan dolayı da
Rasulul-lah (s.a.) yetime iyi davranır, ona iyilikte bulunup, yetimlere hoş
muamele yapılmasını tavsiye ederdi.
2- "isteyeni de azarlayıp
kovma." İlim elde etmek isteyeni, mal isteyeni horlama, azarlama. Bilakis
ona güzel bir şekilde cevap ver.
3- "Bununla beraber,
Rabbinin nimetini söyle." Rabbinin sana nimetini an, şükret. Peygamberlik
ve hayatın boyunca sana verilen diğer nimetlere şükret. Nitekim nebevi bir
duada şöyle gelmiştir: "Bizi nimetine şükreden, onu öven ve benimseyenler
kıl. Üzerimizdeki nimetini tamamla."
Ebu Davud ve Tirmizi sahih dediği bir rivayette Ebu Hureyre'den şöyle
rivayet ettiler: Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "İnsanlara teşekkür etmeyen
Allah'a da şükretmez."
[9]
Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1-
Allah Tealâ, Peygamberini
terketmediğine dair duhaya yani gündüze, sükûna vardığı zaman geceye yemin
etmiştir. İbni Cüreyc şöyle dedi: On iki gün ona vahiy gelmedi. İbni Abbas ise
bu sürenin on beş gün olduğunu söyler. Yirmi beş gün denildiği gibi, Mukatil
kırk gündür, demiştir.
Daha önce de geçtiği gibi Razi şöyle diyor: Bu olay Kur"an'ın Allah katından olduğuna delildir. Zira, kendisinden olsa idi, kesilme olmazdı.[10]
2-
Allah peygamberine iki büyük
müjde verdi: Birincisi: Gelecekteki durumunu geçmişinden hayırlı kılmıştır.
Kendisine hergün izzetine izzet katacağını vadetmiştir. Ahirette ise ona daha
hayırlı nimetler hazırlamıştır.
İkincisi: Dünyada zafer, başarı ve dininin bütün dinlere galip olması
ile, ahirette de sevap, havz ve şefaat ile her dilediğini verip onu razı
edecek.
Hatib, Peygamber (s.a.)'in "Muhakkak ki Rabbin sana verecek de
hoş-nud olacaksın." ayeti indiğinde onun şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"O halde ümmetimden birisi ateşte olduğu sürece razı olmam."
Sahih-i Müslim'de Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet edildi: Peygamber
(s.a.) İbrahim (a.s.) hakkındaki "Rabbim, çünkü onlar insanlardan bir
çoğunu baştan çıkardılar. Bundan sonra kim bana uyarsa, işte o, bendendir."
(İbrahim, 14/36) ve İsa (a.s.) hakkındaki "Eğer kendilerine azap edersen
şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları yarlığarsan mutlak galip
yegane hüküm ve hikmet sahibi olan da hakiketen sensin sen." (Maide,
5/118) ayetlerini okudu ve ellerini kaldırarak: "Allahım! Ümmetim,
ümmetim, dedi ve ağladı. Cebrail (a.s.) geldi ve sordu. Peygamber (s.a.) ona
söylediğini haber verdi. O ise daha iyi biliyordu. Allah Tealâ buyurdu ki: Ey
Cebrail! Muhammed'e git ve de ki: "Biz ümmetin hakkında seni memnun
edeceğiz ve sana kötü davranmıyacağız."
3- Allah Tealâ bu surede
Peygamberi Muhammed'e (s.a.) verdiği nimetlerinden üçünü zikretti: Yetimlikten
sonra barındırma, bilmeme ve tereddütte olma durumundan sonra yol gösterme ile
fakirlikten sonra zengin etme.
Barındırması, babası ve annesinin ölümünden sonra dedesi
Abdül-muttalip, ondan sonra da amcası Ebu Talib'in himayesi ve eziyetlere karşı
onu koruması şeklindedir.
Yolunu doğrultması ise dini, Kur"an ve hükümlerini ona
açıklamasıdır. Allah onu, Kur'an ahkâmı ve İslâm prensiplerine hidayet etti.
Ulemanın cumhuru Peygamber (s.a.)'in bir an bile Allah'ı inkâr etmediği
hususunda ittifak etmişlerdir.
Zengin etmesine gelince, Hatice (r.a.)'nin malındaki ticaretle mal,
nzık ve bolluk vermesidir. Risalet döneminde de Ebu Bekir'in malı, sonra da
hicretin ardından ensann malı ile ardından da ganimet ile zengin etti.
Yetim olmasının zikredilmesindeki hikmet, yetimlerin kadrini bilmesi ve
haklarını gözetip işleri ile ilgilenmesi içindir. Bir de yetimlik ve fakirlik
genelde insanlar arasında bir eksiklik olarak görülürdü. Muhammed (s.a.) bu iki
vasıfla bereber mahlukâtın en şereflisi bir peygamber olunca, bu düşünce de
boşa çıkmıştır.
4- Allah peygamberi Muhammed'i
(s.a.), halka karşı, Allah'ın ona yaptığı muamele gibi muamele etmesi için
eğitti. Ona yetime zulmetmemesini, hakkını vermesini, onun gibi bir yetim
olduğunu hatırlamasını emretti. Ayet, yetimi taltif edip iyi davranılmasını ve
iyilik yapılmasını istediğine delâlet etmektedir. Hatta Katade: Yetime şefkatli
bir baba gibi ol, demiştir. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre: Bir adam
Peygamber'e (s.a.) kalbinin katılığından dert yanınca ona şöyle buyurmuş:
"Yumuşamasını istiyorsan yetimin başını okşa, miskini doyur."
Buhari'nin, Ahmed ve diğerlerinin rivayet ettiği sahih bir hadiste Ebu Hureyre
Rasulullah (s.a.)'ın şöye buyurduğunu söyledi: "Ben ve kendisinin veya
başkasının yetimini himaye eden, şu ikisi gibiyiz." Orta ve baş parmağını
işaret etti.
Allah Tealâ isteyenin azarlanması ve ona kaba söz söylenmesinden
Peygamberini (s.a.) nehyedip, basit bir ikramla veya bu da mümkün değilse
tatlı bir üslupla çevrilmesini ve fakirliğini hatırlamasını emretti. Ebu
Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Sizden
biriniz asla isteyeni menetmesin. İsteğinde versin. Velevki elinde altından
bir bilezik bile görmüş olsa." Yine Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "İsteyeni
az bir şeyle gönderin veya güzellikle savın. Zira insanlardan ve cinlerden
olmayan biri gelir de, Allah'ın size verdiğini nasıl kullandığınıza
bakar."[11]
Allah Tealâ Peygamber (s.a.)'e verdiği nimetler için şükretmesini emretti.
Şükür de, Allah'ın nimetlerini anlamak ile olur. Nimetin itirafı da şükürdür.
Burada dikkat edilecek husus Allah'ın, onu iki şeyden nehyedip bir şeyi
emretmiş olmasıdır. Ayette geçen nimete karşılık yetimi kahretmeme: "O bir
yetim olduğunu bilip de seni barındırmadı mı?" Ve "Seni bir fakir olduğunu
bilip de zengin yapmadı mı?" ifadesine mukabil olarak da, isteyenin
azarlanmasını nehyetti. Rabbinin nimetini anmasını ise emretti. Bu da,
"Seni kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?" ayetine mukabildi.
Alimler dediler ki: Allah'ın nimetini anlatmak mutlak olarak caizdir.
Hatta, maksadı başkasının onu örnek alması ya da, Rabbine şükrünü dili
ile yayması ise mendubtur. Eğer, fitne ve kendini beğenme hususunda nefsine
güvenmiyorsa gizlemesi daha yerinde olur.
Şafii'nin, Duha'nın sonunda, tekbir getirmenin sünnet olduğu görüşünde
olduğu rivayet edilmiştir. Daha önce de geçtiği gibi vahiy kesildikten sonra
bu sure indiğinde Rasulullah (s.a.) "Allahu Ekber" demişti.
Bu tekbir Kur an değildir. Çünkü bu tekbir, Kur'an'ın sureleri,
ayetleri ve harfleri ile tevatüren, eksik ve fazlası olmadan nakledildiği gibi
nak-ledilmemiştir. Alimler: Hatim yapanın muhakkak söylemesi gerekir,
demiyoruz, fakat yapanın güzel yapmış olacağını, yapmayana da günah olmadığını
söylüyoruz, demişlerdir.
Tekbir sözü ise ya "Allahu ekber" şeklinde ya da,
"Lâilâhe illallahu vallahu ekber." şeklindedir.
[12]
[1] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/536.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/536.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/536.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/537.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/538.
[6] Kurtubi, XX/101.
[7] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/538-539.
[8] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/540.
[9] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/540-542.
[10] Razi,XXXI/210.
[11] Kurtubi, XX/101.
[12] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/543-545.