Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 19 ayettir.
Bu sureye «îkra» Suresi de denir. Mekkî olduğunda ihtilaf yoktur. İhtilaf ayetlerin adedindedir. Hicaz sayımına göre 20, Irak sayımına göre 19, Şam sayımına göre ise 18 ayettir.
Kelimeleri 92, harfleri 280'dir.
îlk inen sure olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır. Birçok müfessir «İlk inen sure budur» der. Nitekim Tabarani, Kebir'inde Ebu Reca el-Utariti'den rivayet ediyor: Ebu Musa el-Eşari bizi halka halinde oturtuyor, bizi okutuyordu. Sırtında beyaz elbise vardı. Biri Alak Suresi'ni okuduğu zaman: «Bu, Hz. Muhammed'e inen ilk suredir» derdi. (Hakim, Müstedrek'inde, Beyhaki de Delail'in-de Hz. Aişe'den bunun benzerini rivayet ederler).
Birçok kimse Mücahid'den, Kur'an'ın ilk inen kısmı Alak, sonra Nun Suresi'dir dediğini rivayet etmiştir.
Müslim ve Buhari, Ebu Seleme'den şöyle rivayet ediyorlar. Cabir bin Abdullah'tan «Kur'an'zn hangi suresi evvel inmiştir?» diye sordum: «Müddessir Suresi» dedi. Dedim ki: «Halk, evvela Alak Suresi'nin indiğini söylüyor?» «Ben Rasûlullah'tn bana söylediğini size söylüyorum» dedi. Bunun üzerine hadisi söyledi ve Onu kendisine delil yaptı. Ona birçok cevap verilmiştir.
Bazıları «Kur'an'm ilk inen suresi Fatiha Suresi'dir» der.
Amr bin Şerahbirden gelen mursel bir hadis de buna delil gösterilmiştir. Fakat ona «Bu hadisteki hüküm, îkra ve Müddessir' den sonra nazil olmuştur, mânâsında bir haber de olabilir» diye cevap verilmiştir. Halbuki başka görüşlerin delilleri rivayet yönünden bundan daha kuvvetlidir.
Cabir bin Zeyd, «Kur'an'm ilk inen süresi Alak, sonra Kalem, sonra Müzemmil, sonra Müddessir, sonra Fatiha Suresi'dir» demiştir. Bazıları, «İlk inen bölüm, Alak Suresi'nin 5. ayetine kadar olan kısımdır. Bu bölüm Kira Mağarası'nda indi. Sonra Alak'ın sonu geldin demişlerdir.
Müslim'in şerhinde «Doğrusu şudur ki, Kur'an'ın ilk inen kısmı kesinlikle Alak Suresi'dir. Vahyin inkitaından sonra ilk inen Müddessir Suresi'dir. Müfessirlerin, ilk inen sure Fatiha'dır, sözü bâtıldır» denilmektedir.[1]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- (Ey Rasûlüm) Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2- O insanı bir kan pıhtısından yarattı.
3- (Ey Rasûlüm) oku; (zira) Rabbin sonsuz bir kerem sahibidir.
4- O kalemle öğretti,
5- İnsana bilmediğini Öğretti.
6- Hayır! Kuşkusuz ki insan tuğyan eder.
7- Kendini müstağni gördüğünden ötürü...
8- Muhakkak
ki dönüş yalnızca Rabbinin katmadır.
9/10- Namaz kıldığı zaman bir kulu engelleyeni gördün mü?
11- Ya o doğru yol üzerinde ise,
12- Ya kötülüklerden korunmayı emrederse
13- Ya O (mani olan) yalanlar ve yüz çevirirse,
14- o (engelleyici) Allah'ın görür olduğunu bilmez mi?
15- Hayır, hayır! Eğer (o engelleyici) bu işten vazgeçmezse kesinlikle onu perçeminden tutup sürükleriz.
16- O yalancı, günahkâr perçeminden...
17- O zaman o (engelleyici) cemaatini çağırsın.
18- Biz de zebanileri çağırırız.
19- Hayır, hayır! (Ey Rasûlüm!) Sen ona itaat etme, Rab-bine secde et ve O'na yaklaş. [2]
(1-19) «(Ey Rasûlüm) Yaratan Rabbinin adıyla...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Rasûlultah'm ilk aldığı vahiyler sadık ve doğru rüyalardır. Melek Rasûlullah'a geldi. «Yaradan Rdbinin ismiyle oku. İnşam pıhtüaşmış kandan yaratan Rabbinin ismiyle oku. Oku, Rabbin kerem sahibidir» dedi. (Hadisi Buhari, Hz. Aişe'den rivayet etmiştir).
Yine Buhari'de, Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediliyor: «RasûluU lah'ın vahyden ilk başladığı uyku alemindeki sadık rüyalardır. Ra-sûl-ü Ekrem herhangi bir rüya gördüğünde, o sabahın geceden ayrılması gibi apaçık bir şekilde tahakkuk ederdi. Sonra Rasûl-ü Ekrem'e tek başına oturmak sevdirildi. (Yani âdeta insanlardan kaçıyor Hira Mağarası'na gidip tek başına uzun geceler orada ibadet ediyordu. Bunun için yanına azık alıyordu. Sonra azığı bitince Hatice validemize geliyor, yeniden azık alıyordu. Hira Mağa-rası'ndayken Hak onunla biraraya geldi. Melek (Cebrail) geldi, «oku» dedi. RasûUü Ekrem «Ben okuma bilmem» dedi. (Peygamber anlatıyor) «Melek beni tuttu ve sıktı. Öyle ki güç ve kuvvetim son noktaya gelmişti. Sonra beni bıraktı ve «oku» dedi. Ben de «Ben okuma bilmem» dedim. Beni tekrar tuttu ve üçüncü kez sıktı. Takatim son noktaya gelmişti. Sonra beni bıraktı ve dedi ki: «Yaradan Rabbinin ismiyle oku. O insanı kan pıhtısından yarattı. Oku, senin Rabbin kerem sahibidir O ki kalemle öğretti. İnsanlara bilmediklerini öğretti...»
Ebu Reca der ki: Ebu Musa el-Eşari (Basra camiine işaret ederek) bu mescidde bizim yanımıza geliyor, bizi halka haline sokuyor, bize Kur'an okutuyordu. Ben ona bakıyordum, beyaz bir elbise giymişti. Alak Suresi okunduğunda,. «Bu sure Allah'ın Mu-hammed üzerine ilk indirdiği suredir» dedi.
Hz. Aişe de «Bu sure Muhammed üzerine inen ilk suredir. Fakat ondan sonra Kalem Suresi getir. Ondan sonra Müddessir, ondan sonra Duha gelir» demiştir. (Maverdi).
Zühri der ki: «tik inen sure Alak'tır. 5. ayete kadar indi. Ondan sonraki kısım, sonradan inmiştir. Rasûlullah'ın peygamberliği yayılmış, Kureyş'i imana davet etmiş, Kureyş'ten bir grup ona iman etmiş, fakat toplum iman edenlerden kaçıyor, onlara eziyet verU yarlardı. Rabbinin katından gelene iman etmekten onları caydırmak istiyordu.»
Buhari'de şu ilave vardır: Vahy bir zaman için kesildi. Rasûl-ü Ekrem onun için mahzundu. Öyle bir şekilde mahzun olmuştu ki birkaç defa kendisini dağların tepesinden, doruklarından atmak istedi. Kendisini atmak için dağa her çıkışında Cebrail kendisine görünüyor: «Ey Muhammedi Sen, Allah'ın gerçek Rasûlü'sün» dediğinde üzüntüsü biraz azalır, gözü aydınlanırdı. Tekrar dönüp gelirdi. Müddet uzadıkça yine aynı şeyi yapmak için dağa çıkıyordu. Tam dağın zirvesindeyken Cebrail kendisine görünüyor ve «Ey Muhammed, kesinlikle sen Allah'ın Rasûlü'sün» diyordu ve yine sükunete kavuşuyordu. Rasûlullah'a vahy gelmezden önce, altı aylık bir dönemde, sadık rüyalarla işe başlamasının nedeni şudur: «Melekle ansızın karşılaşmasın. Ve melek ansızın ona açıkça peygamberliği getirmesin. Çünkü böyle gelirse beşeri kuvvet buna tahammül edemez. Önce peygamberliğin alâmetlerinin ilkiyle başladı, böylece vahyin zemini hazırlandı, daha sonra vahy geldi».
Alimlere göre, Cebrail'in peygamberi sıkmasının hikmeti, başkasına olan iltifatını meşgul etmek, kalbinin safavetinde mübalağa yapmaktır. Bunun için bunu üç defa tekrarlamıştır.
«Rabbinin ismiyle oku» ifadesinin mânâsı Rabbinin sana Kur'-an'dan indirdiğini Rabbinin ismiyle açarak oku. Yani besmeleyi her surenin başında zikretmek suretiyle oku.
«Insan»dan maksat Ademoğludur. «Alak» kan pıhtılarıdır. Tekili «alakat»6ır. Alaka katılaşmış kan demektir. «Alak» kelimesinin çoğul olarak gelmesi insandan cemi mânâsının kastedilmiş olmasındandır. Sadece «İnsanı alaktan yarattı» denmiş ve diğer mahlûkat zikredilmemiştir. Bununla insan tazim edilmek istenmiştir.
Üçüncü ayetin başındaki emir, «Oku», ilk ayetin başındaki «Okumun tekididir. Ve kelâm orada biter. «Senin Rabbin Kerimdir» cümlesi müste'nifedir. Kelbi «Senin Rabbin kulların cehaletini affedicidir, halimdir. Onları hemen cezaya çarptırmaz» şeklinde tefsir etmiştir. Fakat birinci tefsir mânâya daha uygundur. Çünkü daha Önce Cenab-ı Hak'kın nimetleri zikredilmiş ve onunla keremine delil getirilmiştir.
«Kalemle öğretilen»in hak ve sahih olduğu muhakkaktır. Yani insana kalemle yazmayı^ öğretti. Said, Katade'den rivayet ediyor: «Kalem Allah'tan gelen büyük bir nimettir. Eğer kalem olmasay. İi, herhangi bir din daimi kalmazdı. Herhangi bir maişet muvaffak olmazdı. Bu, Allah'ın kereminin îcemaline delâlet eder. Allah kullarına bilmediğini öğretti. Onları cehalet karanlığından ilim nuruna çıkardı.»
Cenab-ı Hak kitabet ilminin faziletine dikkati çekti. Çünkü orada büyük menfaatlar vardır. Bunun hikmetini ancak Allah bilir. Eğer kitabet ilmi olmasaydı ilimler tedvin edilmez, hikmetler kaydedilmezdi. Geçmiş milletlerin haberleri ve sözleri zaptedilmez-di. Allah'ın indirdiği kitaplar da zaptedilemezdi. Bütün bunlar ancak kitabetle (yazmakla) olur. Eğer kitabet olmasaydı dinin de dünyanın da emri müstakim olmazdı. Kaleme «kalem» denilmesi, onun zaman zaman kesilmesindendir. Yani ucu çıkarılır. Veya burada eskiden kamıştan yapılan kalemler tabiri kullanılmıştır.
Abdullah bin Ömer'den şöyle rivayet ediliyor: «Ey Allah'ın Ra-sûl-ü, senden dinlediğim hadisleri yazayım mı?» diye sorunca Ra-sûl-ü Ekrem: «Evet, yas! Çünkü Allah kalemle öğretmiştir» dedi.
Mücahid, Ebu Amr'dan rivayet ediyor: «Allah dört şeyi eliyle yaptı. Sonra diğer canlılara «Ol» dedi; onlar da oldular. Eliyle yaptıkları; Kalem, Arş, Adn Ceneti ve Adem'dir».
«Kalemle öğretti» ibaresi hakkında da üç görüş vardır:
1- Hz. Adem'dir. Çünkü ilk yazan odur. (Kâb'ul-Ahbar)
2- Hz, îdris'dir. Çünkü ilk hattı yazan odur. (Dahhak)
3- Kalemle yazan herkes buna dahildir. Çünkü böyle bir kimse ancak Allah'ın talimiyle bilmiş olur.
Ebu Hureyre, «Cenab-ı Hak'km ilk halket^ği kalemdir, Allah kaleme 'yaz' dedi. O da Kıyamet'e kadar olacak her şeyi yazdı. O, Allah'ın katında, Arş'ın üstünde zikir içindedir» dedi.
Alimler «Kalemler aslında üç tanedir. İlk kalem Allah'ın eliyle yaptığı ve yazmayı kendisine emrettiği kalemdir. İkinci kalem, meleklerin kalemidir. Allah onları meleklerin eline vermiştir. Onunla kaderleri, kainatta olan hadiseleri ve amelleri yazarlar. Üçüncü kalem insanların kalemleridir. Allah bu kalemleri insanların emrine vermiştir. Onlar kelâmlarını o kalemle yazıyorlar, ihtiyaçlarını onunla görüyorlar. Yazıda çok faziletler vardır. Yazmak beyanın bir parçasıdır. Beyan da betahsis insanlara verilen lütuftur» demişlerdir. Yine Alimler: «Araplar yazıyı bilmek hususunda herkesten daha gerideydiler. Yazıyı Araplar içinde en az bilen de Rasûl-ü Ekrem'dir. Mucizesinin daha sabit olmasında etkili olsun diye yazı onun ilminden uzaklaştırılmıştı» derler.
Beşinci ayetteki insan'dan maksat Hz. Adem'dir. Onun bilme-Uikleri'nden maksat eşyanın isimleridir. Allah ona her eşyanın ismini bildirmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak, Bakara Suresi'nde «Adem'e bütün isimleri öğretti» buyuruyor. Allah bütün eşyanın lûgattaki ismini Hz. Adem'e öğretmiştir. Hz. Adem de Allah'ın öğrettiklerini meleklere zikretti. Böylece de Adem'in meleklere üstünlüğü ortaya çıktı. Kadri belirdi, peygamberliği sabit oldu. Allah'ın melekleri üzerinde -hücceti kâim oldu, melekler de emri hemen yerine getirdiler.
Bazıları «Beşinci ayetteki insandan maksat Rasûl-ü Ekrem' dir» diyor. Çünkü Cenab-ı Hak «Senin bilmediğini sana Öğretti» (Nisa: 23) buyurmuştur. îşte bu tefsire binaen «sana öğretti» ifadesinden kastedilenin hepsi gelecektedir. Çünkü bu ilk inen surelerdir.
Bazıları da «İnsan lâfzı ammdır. Zira Cenab-ı Hak «Allah sizi annelerinizin karnından çıkarırken siz hiçbir şey bitmiyordunuz» buyurmuştur» (Nahl: 78), demişlerdir.
Altıncı ayetten surenin sonuna kadar ki bölüm Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. Bazıları da «Surenin tamamı Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur», demiştir. Ebu Cehil, Rasûl-ü Ekrem'i namaz kılmaktan nehyediyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Peygamberine, «Mesddde namaz kıl ve Rabbinin ismiyle oku» buyurmuştur. Bu yoruma göre sure ilk inen sure değildir. Mümkündür ki surenin ilk beş ayeti ilk inen ayetlerdendir, sonra diğer kısım Ebu Cehil hakkında nazil oldu ve Rasûlullah'a da o kısmı ilk beş ayete ekleme emri verildi. Zira surenin telifi Allah'tan gelen bir emirle olur. Mesela Bakara Suresi'nin 181. ayeti Allah Teâlâ'nın en son indirdiği ayettir. Sonra o ayet ondan uzun zaman önce inen bir ayetin yanına getirilmiştir.
«Kella» kelimesi hak mânâsını ifade eder. «Yetğa» fiili tuğyan kökünden gelir ve isyanda haddi aşmak demektir. «Çünkü o nefsini zengin gördü». Yani mal ve servet sahibi olduğunu gördü. Ebu Salih'in îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu ayet nazil olduğu zaman müşrikler bunu işitince Ebu Cehil Rasûl-ü Ekrem'e gele-«Ey Muhammedi İddia ediyorsun ki zengin olan bir kimse tuğyan eder. O halde bize Mekke'nin dağlarını alttn kil. Olur ki biz || onları alır ve tuğyan ederiz, dinlerimizi bırakır, senin dinine tabi oluruz» dedi.
(Ravi diyor ki:) Cebrail, Rasûl-ü Ekrem'e gelerek:k «Ey Muhammedi Beni bu hususta muhayyer bırak. Eğer dilerlerse biz onlara irade ettiğimizi tatbik ederiz. Eğer müslüman olmazlarsa biz Ashab-ı Maide'ye getirdiğimizi onların başına getiririz» dedi. Rasûl-ü Ekrem kavminin bunu kabul etmeyeceğini biliyordu. Böylece onlardan baki kalmasını sağlamak için onlardan vazgeçti.
İ Sekizinci ayetteki «Er-Ruc'a» kelimesi masdardır. Bu ayet hududu aşan o taği için bir tehdiddir. Tuğyan neticesinden onu uyar-maktadır.
Buradaki hitap, oazı rivayetlere göre, insanadır. Tehdidde şiddet göstermek için Cenab-ı Hak gaibten hitaba geçmiştir. Hitap Rasûl-ü Ekrem'e de olabilir. Yine taği bununla tehdit edilmiş olur ve en belirgini de umulur ki budur. Tabii bu da daha önceki hitaplara nazaran böyledir. Yani ölümle ve haşre gelmekle hepsinin dönüşü Rabbinedir, başkasına değildir. Ne istiklalen başkasına dönüş yapabilirler ne de iştiraken. İşte o zaman tuğyanın neticesini göreceksiniz!
Dokuzuncu ayette «nehyeden kişi» Ebu Cehil'dir. Onuncu ayetteki «Abd» (kul) kelimesinden maksat da Rasûl-ü Ekrem'dir. Çünkü Ebu Cehil demişti ki: «Eğer Muhammed'in namaz kıldığım görürsem kesinlikle onun boynuna basarım». (Hadisi Ebu Hüreyre rivayet ediyor). îşte Allah bu ayeti Ebu Cehl'in durumundan hayretle indirmiştir.
Onun durumu hayret vericiydi. Çünkü kibir ve inad onu Allah'ın kullarından birini Allah'a secde etmekten menetmeye sev-kediyordu. Ve o inanıyordu ki, namaz kılanın kendisine itaat etmesi gerekir. Halbuki o ne yaratıcıdır, ne de razık. Nasıl kendisi için böyle bir şeyi caiz görür? Halik ve razık olana taattan nasıl yüz çevirir?
11. ayetin başındaki hitap hususunda değişik görüşler vardır. Mesela Kurtubi, «Hitab Ebu CehiVedir» diyor. Yani ey Ebu Cehil! Haber ver, eğer Muhammed hidayet üzerinde ise veya takvayı emrediyorsa onu takvadan nehyeden, onun hidayet üzere olmasına mani olmaya kalkışan bir kişi helak olmaz mı?
Bazıları da «Bu hitap Rasûl-ü Ekrem'edir» demişlerdir Yani ey Muhammed! Haber ver, eğer o taği hidayet üzerinde olsa veya takvayı emretse (ıslah eden bir ahlâkla ahlaklanır ve Allah'ın tak-u vasina insanlan çağırırsa), küfürden ve taati menetmekten onun
için daha hayırlı olmaz mı? Küfür onun elinden büyük mertebeleri kaçırtıp, onu cehennemin en alt derekelerine koymuyor mu?
Onüçüncü ayetin başındaki hitap da böyledir. Meraği ve Şeyh Abduh, «Muhatap burada Ebu CehÜ'dir» diyorlar. Ahisi, «Burada-ki hitap tüm ayetlerde bir grubun tercihine binaen bu hitaba] eU verişii olan herkesedir» diyor. Bazıları da «Burada hitap insanadır» demiştir.
Beyzavi, «Denildi ki ikinci hitap Ebu Cehil'edir...» demek suretiyle hitabın Ebu Cehil'e olmasının zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Devamla Beyzavi şunları söylüyor: «Çünkü Ce- \ . nab-ı Hak iki hasmı huzuruna alıp, bozan biriyle bazan da ötekiyle konuşan bir hakim gibidir. Sanki Cenab-î Hak burada şöyle demektedir; «Ey kâfir Ebu Cehil! Eğer onun namazı hidayet, dua-sı Allah'a olursa, takvayı emrederse, haber ver, sen yine de mi ona mani olmaya çalışacaksın?»
14. ayet; «Azap Ebu Cehil'e olsun. Ebu Cehil Allah'ın gördü, günü bilmez mi? Onun yaptığını bildiğini bilmez mi?» demektir. Bu istifham tevbih için mi, takrir için midir? Bazıları, ikinci ve üçüncü «Eraeyte» birinci «Eraeyteanin bedeli olduğunu söylemiştir
«Lenesfe'an» kelimesinin mânâsı andolsun, biz onun perçemini yakalarız, onu zelil ederiz demektir. Bazıları «Biz Kıyamet Gü. fe nü'nde onu yakasından tutar, başım ayaklarıyla beraber bağlar, onu kütük haline getirip cehenneme atarız demektir» demiştir. Nitekim Rahman Suresi'nin 41. ayetinde «Mücrimler simalarından tanınır da alnının saçlarından ve ayaklarından yakalanırlar» denilmiştir.
Ayec her ne kadar Ebu Cehil hakkında gelmişse de bütün insanlar için bir mevizedir. Hayr işlerine mani olanlar için bir teh-diddir.
Lügat ehli «Nesfean fiili sefaa' kökünden gelir. O da şiddetli bir şekilde çekmek demektir» derler.
«Nasiye», başın önündeki saçlardır; yani perçem. Bazen «na-siya» insanın tümü için kullanılır. Mesela bir insanın zatına işaret ederek «Bu mübarek bir na&iyedir» denilir. Arapların adeti üzerine nasiye'nin zikri özellikle zelil ve rezil edilmesi istenen bir kişi için kullanılır. Muberrid, «Şefi şiddetle çekmekHr» der. Yani biz insanın nasiyesinden, perçeminden tutup onu şiddetle ateşe doğru çekeceğiz. Ebu Cehü'in nasiyesini yani kendisini, (o sözünde yalancı, fiilinde hata içindedir) cezalandırırız. «Nasiye»yi yalancılık ve yanlışlıkla vasıflandırması tıpkı yüzlerin nazarla va-sıflandırılması gibidir. Mesela Cenab-ı Hak «Rabbine nazırdır» (Kıyamet: 22) buyurmuştur. Bazıları «O nasiyenin sahibi yalancıdır, yanlıştır» şeklinde ayeti tevil ediyorlar.
«Onun gündüzü oruçludur»; yani gündüz oruç tutar. «Onun gecesi kaimdir (ibadetlidir)», yani o gecesinde kaimdir!
«O adamlarını çağırsın, biz de zebanileri çağırırız». Nadiye' den maksat meclisinin ehli ve aşiretidir. Yani o aşiretinden, meclisinin ehlinden yardım istesin. Biz de şedid ve galiz olan meleklerden, zebanilerden yardım isteriz.
Katade der ki: «Zebaniler, Arapçada emniyet teşkilatıdır. Zira defi mânâsına olan zebn kökünden alınmıştır». Onlara zebani denilmesi, elleriyle çalıştıkları gibi ayaklarıyla da çalışmalanndan-dır. (Ebu Leys Semerkandi). Ve Ebu Leys diyor ki: «Rivayet edilmiştir ki Rasûl-ü Ekrem bu sureyi okuduğunda «Andolsun biz nahiyeyi cezalandırırız» cümlesine gelince, Ebu Cehil: «Ben kavmimi çağıracağım ki senin Rabbini benim perçemime yapışmaktan me-netsinler» dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak «O kavmini çağırsın, biz de zebanileri çağırırız» buyurdu. Ebu Cehil zebaniler zikredü-diği zaman korkuyla oradan döndü. Ebu Cehil'e «Sen ondan kork-tun mu?» diye sordular. «Hayır, ben ondan korkmadım. Beni zebanilerle tehdid eden bir binici gördüm. Ben zebaninin ne olduğunu bilmiyordum. O binici bana yönelince beni yemesinden korktum» dedi.
Bazı müfessirler, «Zebani yaradılış bakımından meleklerin en korkunçları, en şiddetlileridir. Yani kuvveti ve şiddeti çok olan bir kimseye Araplar zebani derler» demişlerdir.
îkrime, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: Ebu Cehil, Hz. Peygamber'in yanından geçerken, Hz. Peygamber, Makamı İbrahim'in yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil: «Ey Muhammedi Bu namazı kılma, demedim mi sana?» dedi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem ona karşı katı davrandı. Ebu Cehil: «Ey Muhammed, beni ne ile tehdid ediyorsun? Allah'a yemin olsun, ben vadi ehlinin, meclis bakımından en çoğuyum. (Mekkeliler*n hepsinden benim meclisim daha fazladır)» dedi. O zaman Cenab-ı Hak «O, adamlarım çağırsın, biz de zebanileri çağırırız» ayetini indirdi.
îbn Abbas der ki «Allah'a yemin ederim, eğer Ebu Cehil adamlarını çağırsaydı, azap zebanileri hemen o saatte onu yakalarlardı» Hadisi Tirmizi bu mânâ ile rivayet etmiş, «Hasan, garib, sahih» demiştir. «Nadi» Arap kelamında sohbet edilen meclis demektir. Yani orada toplanarak sohbet ederlerdi.
19. ayetin başındaki «Kella» red harfidir. Yani durum hiç de Ebu Cehl'in zannettiği gibi değildir! «Sen ona itaat etme», yani namazı terketmek hususunda seni çağırdığında ona itaat etme. Secdeyi ve namazı Allah için yap, taat ve ibadet ile Allah'a yaklaş.
Bazı müfessirlere göre ayetin mânâsı, sen secde ettiğin zaman dua ile Allah'a yaklaş demektir.
Ata, Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ediyor; Allah'ın Rasûl-ü buyurdu: «Kulun Rabbine en yakın olduğu ve Rabbinin yanında en sevimli olduğu zaman, alnı yerde, Allah'a secde ettiği andır». Alimler, «Bunun böyle olmasının nedeni, zilletin en doruk noktası olmasındandır. Allah için izzetin gayesidir. İzzet Allah'ındır. O izzet ki onun miktarı yoktur. Sen ne kadar onun sıfatından uzaklaşırdan, O'nun cennetine yaklaşırsın, onun komşuluğuna yakın olursun» demişlerdir.
Rasûl-ü Ekrem sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur: «Rükua gelince, orada Rabbi tazim edin. (Subhane rabbiyelaıim, deyin). Secdeye gelince orada var kuvvetinizle duaya sanlın. Çünkü orası duanın kabul olmasına en elverişli yerdir». Bazıları Ey Muham-med! Namaz kıldığın halde secde et. Ey Ebu Cehil sen de ateşe yaklaş, şeklinde ayeti yorumlamıştır.
«Secde et» ayeti s-c-d kökünden geliyor. Namazdaki secde gibi secdenin mânâsı burada muhtemel olduğu gibi, bu surede tilavet secdesi olması da muhtemeldir. İbn Arabi «Zahir şudur ki bu namaz secdesidir.» Çünkü Cenab-i Hak, «Haber ver bana o kimseyi ki namaz lalan bir kulu menediyor» buyurmuştur ve bu ayet «Ona itaat etme, secde et, yaklaş» hükmüne kadar gelir» demiştir. Eğer Sahih-i Müslim rivayetinde Ebu Hüreyre'den gelen, «Rasûlullah ile beraber İnşikak Suresi'nde ve Alak Suresi'nde iki secde yaptım» sözü olmasaydı bu, secdenin tilavet secdesi olmasında delil olurdu.
îbn Vehb, Hammad bin Zeyd'den, O da Asım bin Berbere'den O da Zirr İbn Hubeyş'ten, Oda Hz. Ali'den şöyle rivayet ediyor: «Secdelerin azaimi dörttür; Elif lam mim, tenzihi minerrahmamr. rahim, Necm ve Alak».
îbn Arabi, «Eğer bu hadis sıhhatli ise kişiye haccın ikinci sec desi her ne kadar rükû ile beraberse de lazım gelir») diyor. Yani onun mânâsı şu olur: Rükuun yerine rüku, secdenin yerine de secde edin!
îbn Nafi ve Mutarrif, derler ki: «Malik bu surenin sonunda secde ederdi. «İbn Vehb de bu secdeyi azaimden görürdü.» [3]