Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
İki Sûre Arasındaki Münasebet:
Cumhura göre,
Mekke'de; Katade'ye göre, Medine'de inmiştir. İbn Merduye'nin yaptığı rivayete
göre, İbn Abbas (R.A.)
şöyle demiştir: «Asr Sûresi Mekke'de inmiştir.»
Taberânî'nin el-Evsaf'ta, Beyhakî'nin
eş-Sa'b'da Ebû Müzeyne ed-Dâremî'den
yaptıkları rivayette deniliyor ki: «Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin ashabından iki adam karşılaşınca (biraraya
gelince), onlardan biri diğerine Asr Sûresi'ni
okumadan ayrılmazdı. Sonra biri diğerine selâm verip öyle ayrılırlardı.» [1]
Allâme Zemahşerî'ye göre : Bu sûre, İnşirah sûresinden sonra inmiştir.»
[2]
Birinci âyetinde «asr»a yemîn edilerek başlanmış ve bu kelime aynı zamanda
sûreye isim olmuştur.
Âyet sayısı
: 3
Kelime »
: 14
Harf » :
68[3]
1- Asr'a
yemîn edilerek bu kavrama dikkat çekiliyor. Aynı zamanda insanın zararda
kaldığı konu edilerek mü'minlerin aklına sesleniliyor.
2- İmân edip
sâlih amellerde bulunanların kendilerini zarar uçurumundan
uzak tutabilecekleri bildiriliyor ve arkasından bunların iki güzel vasıf ve
özelliği üzerinde duruluyor. [4]
1- Asra
yemin olsun.
2- İnsan
gerçekten zarardadır.
3- Ancak iman
edip iyi-yararlı amellerde bulunurlar,birbirine hakkı tavsiye edenler,birbirine
sabrı tavsiye edenler müstesna…
Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz risâletle
gönderildikten bir süre sonra henüz İslâm'a girmemiş olan Amr
b. Âs (R.A.), peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan yalancı Müseyleme'ye
uğramıştı. Aralarında şu konuşmanın geçtiği
nakledilmektedir:
—Ya
Amr! Şu son günlerde Mekkeli hemşehrimiz
(Muhammed)e neler indirildi?
— Ona vecîz ve belîğ
bir sûre indirildiğini duydum.
— O sûre nasıldır,
söyler misin?
— Asr
Sûresi'dir ve metni şöyledir:
Bunun üzerine Müseyleme kısa bir sûre (!) uydurmak için bir süre
düşündükten sonra şöyle diyor:
— Ona indiğini iddia
ettiğin sûrenin (vecizlikte) bir benzeri bana da dirildi.
— Sana indirilen o sûre nedir ve nasıldır? Müseyleme, uydurduğu sûreyi şöyle okudu:
Müseyleme bu derme-çatma sözleri okuduktan sonra Amr'a sordu:
— Ya
Amr! Bunu nasıl görüyorsun? Amr
şu cevabı verdi:
— Ya Müseyleme! And olsun ki senin
yalancı olduğunu bildiğimi sen de çok iyi bilmektesin. [5]
Türkçesi :
«Ey adatavşanı, ey
adatavşanı! Sen ancak iki kulak, bir göğüsten ibaretsin. Sende geriye kalanı
ise, oyulmuş küçük bir çukurdur.»
Amr b. Âs (R.A.), şüphesiz ki duhat-i
Araptan biridir. Seyyal bir zekâya sahip
bulunuyordu. Asr Sûresi ile, Adatavşanını tarif eden
sözleri birbirinden ayırd edeoek
bir bilgiye sahipti. O bakımdan Müseyleme'nin yüzüne
karşı yalancı olduğunu ve bu gibi saçma sözlerin ilâhî olamıyacağını
söylemiş; Asr Sûresi'yle bu sözler arasında kıyas
yapmanın bile doğru olmayacağına işarette bulunmuştur. [6]
«Âdemoğlu dehre söverek bana eziyet ediyor. Oysa ben dehrim (onu düzenleyip varlık alanına getiren benim).» [7]
Asr: Zaman, yıl, yüzyıl ve sonsuza dek gibi mânalara
delâlet eder ve «dehr» ile eşanlamlı olduğu söylenir.
Aynı zamanda gece-gündüz, akşam-sabah, zeval ile gurup arası ve günün son saati
gibi mânalarda da kullanıldığı görülmektedir.
Belirtilen zaman
parçaları içinde birçok olaylar meydana geldiği; tasarruf ve değişiklikler vuku'
bulduğu için Cenâb-ı Hak, her zaman parça ve
diliminde ortaya çıkan değişme, başkalaşma ve uygulanan ilâhî program dan her birinin rububiyet
kudretine ve sanatına delâlet eden bir belge ve delil olduğuna işaretle «asr»a and içmekte ve böylece insanlardan
kimlerin kendilerine takdîr edilen ömür süresini zarar ve hüsranla noktalayacağını,
kimlerin de bunu ilâhî sisteme göre değerlendirmek suretiyle kârlı bir noktaya
getireceğini ve o sebeple ebediyen mutlu olacağını en veciz, en toplayıcı ve en
kapsamlı birkaç cümleyle özetlemektedir. Nitekim İmam Şafiî'nin şöyle dediği
rivayet edilerek sûrenin bir bakıma Kur'ân'ın özeti
olduğuna işarette bulunduğu görülmektedir:
«Eğer insanlar bu sûre
üzerinde derinden derine düşünecek olurlarsa, onlar için bu, hem dünyalarını,
hem de âhiretlerini huzur, güven ve istikrara
kavuşturmaya yeter.» [8]
Ayrıca «asrsdan maksadın ikindi namazı olduğu söylenir. Zira dinde
ikindi namazının çok önemli bir yeri ve anlamı vardır. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: «İkindi namazını kaçıran kimse,
çoluk çocuğunun ve malının bir kısmını kaybetmiş gibi sayılır.» [9]
Asr'ın Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in yaşadığı çağa veya zaman parçasına işaret
olduğu da ayrı bir yorum olarak ortaya konmuştur. Şöyle ki, Resûlüllah'ın
(A.S.) doğup büyüdüğü beldeye yemin edildiği gibi, O'nun doğduğu asra da yemîn
edilmiş bulunuyor. Böylece bu son yorumdan Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in gerek doğduğu mukaddes belde,
gerekse Onun yaşadığı cağda insanlığa yansıttığı ilâhî mesajın her yanıyla
birliğin, dirliğin, güven ve huzurun, kurtuluş ve selâmetin, adalet ve
hakkaniyetin kaynağı, Cenâb-ı Hakk'ın
inayet ve rahmetinin en çok tecelli dönemi olduğu neticesi çıkıyor.. [10]
«Asra yemin olsun,
insan gerçekten zarardadır..»
Âyette yer alan
«el-insan»in başındaki «elif-lâm» cins ve istiğraka, delâlet etmektedir, konuya
bu açıdan.bakınca, Cenâb-ı Hakk'ın
bütün insanları kasdettiği rahatlıkla anlaşılır.
Aynı zamanda bu, bir çağın insanlarına değil, kıyamete kadar her çağda
yaşayacak olan fert, aile, toplum, kavim, kabile, aşiret ve
milletleri kapsamaktadır.
Böylece âyetin
delâletinden dört vasıftan yoksun bulunan her insanın hüsranda, yani ziyanda
olduğu kesin bir beyân olarak önümüzde bulunuyor. Ancak «hüsran» çok yönlü bir
kavramsa da bütün delaletiyle ve kullanıldığı yer ve konuya göre aldığı az
farklı manâlarıyla tek noktada birleşmektedir; o da noksanlık, zarar ve kötü
bir hayat atmosferinde bocalamaktır.
Şüphesiz bu noksanlık,
zarar ve kötülükler, biri dünyada, diğeri âhi-rette olmak üzere iki yerde
tezahür eder. Dünyada ölümle silinip büsbütün yok olma endişesiyle tedirgin
olup nefsi her bakımdan tatmin etme arzusu belirir ve bu sebeple kişisel çıkar
ön plâna alınarak kalp katılığı, bencillik, ihtiras, haklara tecavüz, harama el
uzatma ve tek kelimeyle dün^ ya lığı tek amaç ve
hedef seçme baş gösterir. O yüzden kişinin iç âleminde manevî boşluktan
kaynaklanan fırtınalar kopar. Aile ve toplumda gerçek anlamda huzur ve güven
kalmaz. Küfür; ahlâksızlık, adaletsizlik, haksızlık ile bütünleşip belli
çizgiye gelince Cenâb-ı Hakk'in
-sünnetullah gereği-hükmü iner ve işte o zaman hüsran
grafiği en yüksek noktasına ulaşmış olur.
Âhirette ise, bu insanlar her türlü manevî destek ve yardımdan
mahrum kalıp amellerine uygun elîm bir azaba uğratılırlar ki, bu daha büyük ve
en açık hüsran olarak vasıflandırılır.
Cenâb-ı Hak Nisa Sûresi 119. âyetle bu elîm sonucu şöyle
beyân buyurmaktadır :
«Artık kim Allah'ı
bırakır da şeytanı dost ve arkadaş edinirse, gerçekten o açık bir ziyana
uğramıştır.»
En'âm Sûresi 31. âyette ise, Allah'a imândan ve ibâdetten
kopuk bir hayatın hüsran ile noktalanacağı şöyle ifade edilmektedir:
«Allah'a kavuşmayı
yalanlayanlar gerçekten ziyanda kaldılar; tâ ki kıyametin kopuşu ansızın
kendilerine gelince, günah Ve veballerinin ağırlıklarını sırtlarına
yüklendikleri halde «dünyadaki noksanlık ve kusurlarımızdan dolayı vah
yazıklar olsun bize!» diyecekler. Ne kötüdür o yüklendikleri şey!»
Hac Sûresi 11. âyette
ise, tahkikî imân sahibi olmayıp şüphe uçurumunun kenarında kararsız
duranların hem dünyada, hem de âhirette hüs-. râna uğratılma
ihtimallerinin çok büyük olduğu şöyle tasvîr edilmektedir:
«İnsanlardan kimi de
Allah'a kıyıdan (şüphe üzere) ibâdet eder. Kendisine bir iyilik erişirse
onunla gönlü yatışır; bir sıkıntı, dert ve belâ dokunursa yüzüstü döner de hem
dünyada, hem de âhirette zarara uğramış olur. Bu da
çok açık bir ziyandır.»
Burada sünnetullahın değişmeyen hükmü açıklanıyor ve bu hükmün
artık işlemezliğinin asla söz konusu olamıyacağı
dolaylı şekilde kalp ve kafalara işleniyor.
Güneş nasıl ısı ve
enerji veriyor, ateş yakıyor, zehir öldürüyorsa, âyette açıklanan dört vasıftan
uzak kalmak da öylece hüsranla sonuçlanıyor. Nitekim Cenâb-ı
Hak, Kaf Sûresi 29. âyetle bu sünneti şöyle açıklamaktadır
: «Benim yanımda söz değişmez ve ben kullarıma zulmedici de değilim.»
Evet söz ve hüküm
O'nun yanında değişmez. Kurduğu düzen ve dengeyi, belirlediği takdir ve tesbiti kimse için değiştirmez. Ezelde hazırladığı plân ve
programı aksatmadan hedefine doğru götürür. [11]
Ancak imân edip
İyi-yararlı amellerde bulunanlar, birbirine hakkı tavsiye edenler, birbirine
sabrı tavsiye edenler müstesna..»
Cenâb-ı Hak, hayatı ilâhî murada göre değerlendirip saadet
basamaklarında yükselen şuurlu kullarının dört ana vasfını belirtmektedir:
1- İman,
2- Salih
amel,
3- Hakk'ı
tavsiye.
4- Sabrı
tavsiye..
Bu dört sıfatın belli
şahıslarla ilgili olduğu mevkuf bir rivayetle nakledilmişse de, gerçekte insan
cinsinden istisna edilip bu dört vasfı taşıyan herkes söz konusudur.
Belli şahıslarla
ilgili olduğunu Ubey b. Kâb
(R.A.) şöyle anlatıyor: «Asr Sûresini Resûlüllah'ın (A.S.) huzurunda okudum ve sonra da Ona: «Ya Resûlellah! (A.S.) bunun
tefsiri nedir ve nasıldır?» diye sordum. Cevap olarak buyurdu ki: «Ve'l-asr, Allah'tan bir yemindir
ki bununla günün son bölümüne yemin etmiştir. İnsan'dan mcfMsat,
Ebû Cehl'dir. İmân edenden
maksat, Ebû Bekir Sıddîk'dır.
Salih amel işleyenlerden maksat.
Ömer'dir. Hakk'ı tavsiye edenden maksat, Osman'dır. Sabrı tavsiye
edenden maksat, Ali'dir.»
Nitekim İbn Abbas (R.A.) da minber
üzerinde hutbe irâd ederken bu anlamda bir tefsirde
bulunmuştur.[12]
Bu rivayetler pek
sahîh olmamakla beraber sözü edilen beş şahıs bu konuda birer misal ve sembol
gösterilebilir.[13]
İmân:
İmân, bütün güzel,
iyi, yararlı ve hayırlı vasıfların özü ve temelidir. O bakımdan Allah yanında
bu temel ve mayadan kopuk hiçbir iyiliğin, hayrın değeri yoktur. Çünkü bu
düzeydeki iyilik Allah için değil, dünyevî amaçlar içindir. Cenâb-ı Hak ise anoak kendi
rızası gözetilerek kendisi için işlenen iyi amelleri kabul edip
mükâfatlandırır. Nitekim bu ilâhî kıstas Kur'-an'ın yaklaşık onbeş yerinde anılarak mü'minlere
sağlam ölçü; inkarcı ve münafıklara uyarı sinyali verilmektedir. Biz teberrüken iki âyetin mealini nakletmekle yetiniyoruz:
«Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlar var ya,
onların amelleri boşa gitmiştir. Onlar ancak amel edegeldiklerinin
karşılığıyla cezalandırılırlar.» [14]
«Onlar ki, dünya
hayatında inkârlarından dolayı işleri boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel, yararlı
iş yaptıklarını sanıyorlar.
Onlardır ki,
Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr etmişlerdir. O sebeple amelleri
boşa gitmiştir. Kıyamet günü onlar için bir tartı tutmayacağız.» [15]
Salih Amel:
Salih ameller sağlam
imânın en tabii ve en tatil ürünleridir ki, bunların başında farz ibâdetler
gelir. Çünkü Cenâb-ı Hak kullarını kendi rahmet ve
gufranına, inayet ve nusratına ancak bu ibâdetlerlerle davet etmiş ve bunun için işlek bir yol
vücuda getirmiştir. Kişinin niyet ve inancı ne kadar doğru olursa olsun başka
bir yol seçip Allah'a yaklaşması söz konusu olamaz. Onun için her peygamber
istisnasız farz ibâdetleri aynen yerine getirmekle kalmamış, onları kendi
ümmetine de teblîğ etmiştir.
Nitekim kutsi hadîste
şöyle buyurulmaktadır:
«Kulum en çok
kendisine farz kıldığım ibâdetle bana yaklaşır ve o
durmadan nafile ibâdetlerle de bana
yakınlığı artırır..» [16]
O bakımdan kitap ve
sünnette nerede imândan söz ediliyorsa, arkasından sâlih
ameller anılıyor.[17]
Hak, burada Kur'ân, onunla amel, imân ve tevhîd
olarak yorumlanmış-sa da, kavram olarak sahası hayli
geniştir. Ayrıca Allah'ın doksandokuz isminden biri
de «Hakstır. Çünkü O, her şeyi düzen, denge ve uyum
üzere yaratmıştır. Kurduğu sistemde bir düzensizlik, uyumsuzluk ve dengesizlik
söz konusu olamaz. Böyle iddia eden biri ortaya çıkarsa, mutlaka onun görüş, tesbit ve takdirinde düzensizlik ve dengesizlik vardır.
Bu mânayla Allah'ın
varlığına, birliğine imân ve gereğince amel nasıl «hak» kapsamına giriyorsa,
hayatımızı ilâhî statüye göre uygun düzen ve dengeli sürdürmemiz de haktır.
Bunu eğitim ve öğretim yoluyla nesilden nesile
aktarmamız da hakkın kendisidir. Aksine bir yol ve tutum boş ve anlamsızdır;
tek kelimeyle bâtıldır.[18]
Sabrı Tavsiye:
Sabr, sözlük olarak «cebr»
kalıbında olup bir kimseyi bir söz veya işten alıkoymak manâsına delâlet eder.
Aynı zamanda sıkıntıda, darlıkta tutmak mânasında da kullanıldığı vakidir.
Meselâ, «Sabertü'd-dâbbete»
denilince, «hayvanı bir süre yemsiz hapsettim» anlaşılır.
Bunun dışında «sabr», farklı olaylara göre farklı mânaya delâlet eden bir
kelimedir. Meselâ bir musîbet karşısında kişi feryat etmekten ve ıstırap
duymaktan kendini alıkoyuyorsa, ona «sabretti» deniliyor. Bu durum savaşta
cereyan ederse, ona «şecaat» denilir. Bir şahsı «sabırla öldürdüler»
denilince, çeşitli aletlerle yavaş yavaş vurarak,
yara açarak öldürdüler mânası anlaşılır.[19]
Sonuç olarak sabr: Bir kimsenin başına bir musîbet, belâ veya felâket
geldiğinde bağırıp çağırmaktan, feryad-u figân
etmekten kendini alıkoyup dayanma gücünü ortaya koyması ve o musîbet veya
belânın kalkmasını beklemesidir.
Böylece «sabr», yer aldığı konu ve cümleye göre «dayanma gücünü
ortaya koyma» temasını taşıdığı halde az farklı mânalara delâlet eden bir
kavramdır. Âyette «sabr»ı belirtilen manâlar
doğrultusunda dikkate aldığımızda, farzları edada, ilâhî emirleri yerine
getirmede, Cenâb-ı Hakk'in
koyduğu helâl-haram sınırlarına bağlı
kalmada başarılı olabilmek için dayanma gücünü ortaya koymaktan, irâde
hâkimiyetini sağlamaktan ve bu durumda nefsin isteksizliğini yenmekten,
birtakım aşırılıklarını durdurmaktan ibarettir. Aynı zamanda cihada
hazırlanmada, fiilen cihada katılmada, mücahidleri
desteklemede adım adım azimle ilerleme gücünü
tazelemek, ve böyle anlarda ve dönemlerde ortaya çıkan şiddete karşı takat nisbetinde göğüs germek de «sabr»
m kapsamına girmektedir.
O bakımdan amel-i
Salih'in iki önemli bölümü olan «hakkı ve sabrı tav-siye»ye özel yer verilmiş;
tamîmden sonra tahsîse gidilmiştir. [20]
Asr Süresiyle, insanoğlunun hüsrandan kurtulmasının dört
ana esas ve prensibi belirtilerek ömrü en ciddi, en yararlı ve hikmetine uygun
şekilde değerlendirmenin yol ve yöntemi açıklandı.
Hümeze Süresiyle, ömrünü bu esas ve prensiplerin hilâfına
bir yolda harcayıp dünya malını kurtarıcı tek kaynak ve dayanak seçenlerin sonlarının
mutlak tehlike ile noktalanacağı bildiriliyor. Böylece inkarcı maddeciler
uyarılarak, ölmeden önce o tehlikeli yolu bırakmaları hatırlatılıyor.
Bu sûrenin de
tefsirini bize müyesser kılan Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-u senalar;
imân ve sâlih ameli bize sevdiren ve günlük
hayatındaki söz ve davranışlarıyla bunun en güzel misalini veren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun. [21]
[1] Şevkani, Fethü’l-kadlr: 5/491
[2] Tefsirü’l-Keşşaf: 4/793.
[3] Nisâbûri, TefsIrü Garaibi'l-Kur'ân: 30/158
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6981.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6981.
[5] Tefsîr-i Ibn Kesir : 4/547
[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6982-6983.
[7] Buhari, tefsir: 45; Tevhid: 35; Ebu Davud, Edeb: 169; Ahmed: 2/238, 272; Müslim, Elfaz:
2, 3.
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6983.
[8] Tefsîr-i îbn Kesir : 4/547
[9] Buharî/mevakiyt: 14- Müslim/mesacid
: 200, 201- Nesâî/salât:
17- İbn Mâce/salât: 6- Ebû Dâvud/salât: 5- Tirmizî/mevakiyt: 14- Dâremî/salât: 27-Taberânî/vukut: 21- Ahmed : 2/18, 27, 28, 54, 64, 75- 5/429
[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6983-6984.
[11] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6984-6986.
[12] Bilgi için bak: el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an:
20/180.
[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6986-6987.
[14] A'raf Sûresi: 147
[15] Kehf Sûresi: 104, 105
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6987.
[16] Buharî/rikak
: 58- Ahmed
: 6/256
[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6987-6988.
[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6988.
[19] Geniş bilgi için bak . Kamus Tercümesi: sabr maddesi
[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6988-6989.
[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6989.