Hz. Peygamber'in Son Dönemleri ve Vefatı
Kurandaki Sırası : 110
Nüzul Sırası : 114
Ayet Sayısı : 3
indiği Dönem : Medine
Bu surede Hz. Peygamberin, Allah'ın yardımı ve zaferi gelip insanların
akın akın Allah'ın dinine girdiklerini görünce
Allah'a hamdetmesi, istiğfarda bulunup O'nu teşbih etmesi
em redif m ektedir.
Temel aldığımız mushafa göre bu sure, Tevbe
suresinden sonra yani Medeni surelerin en son nazil olanıdır. Her ne kadar
surelerin tertibi hakkındaki diğer rivayetlerden bazıları bu surenin Medeni
surelerin yedincisi veya onaltıncısı ya da onsekizincisi;[1] hatta
bunun Mekki bir sure[2]olduğunu
söylüyorsa da kaynak aldığımız mushafı teyid eden ve değişik senedlerle
gelen birçok hadis ve rivayet vardır.
Sahih-i Buhari'nin Kitabu't-Tefsir'inde
bu sureyle ilgili olarak Ibn Abbas'fan
şu hadis rivayet edilmiştir: "Hz. Ömer, Bedir
büyükleriyle birlikte beni de Şura meclisine alırdı. Sanki oniardan
biri buna darılmıştı ve "Niye bu genç bizimle beraber bulunuyor? Onun
yaşında çocuklarımız var." diyordu. Hz. Ömer,
"O, sizin bildiğiniz ve tanıdığınız biridir." dedi. Yine bir gün Hz. Ömer, İbn Abbas'ı
çağırıp meclise aldı. (Ibn Abbas
diyor ki) "Hz. Ömer, o gün beni onlara göstermek
için çağırmıştı." Hz. Ömer onlara "Allah'ın
yardımı ve fetih geldiği zaman" ayeti hakkında ne düşünüyorsunuz?"
diye sordu. Onlardan bazısı "Allah'ın yardımı gelip, fethe mazhar olduğumuzda Allah'a hamdetmek
ve O'ndan mağfiret dilemekle em-rolunduk." dedi.
Bazısı da birşey söylemedi. Hz.
Ömer bana "Sen de böyle mi diyorsun ey İbn Abbas" diye sordu. Ben "Hayır" dedim.
"O halde sen ne diyorsun" diye sordu. Ben de "Bu ayetten Hz. Peygamberin ecelinin yakın olduğu anlaşılmaktadır.
Allah bu ayette, kendisine bunu bildirmektedir. Allah, Allah'ın yardımı ve
fethi geldiği vakit -ki bu senin ecelinin alametidir- Rabbini hamd ile teşbih et ve ondan mağfiret niyaz et, çünkü O, Tevbelerİ çokça kabul edendir." dedim. Bunun üzerine
Ömer, "ben de bundan başka mana anlamıyorum." dedi."[3]
Taberi bu sure hakkında İbn Abbas'tan şu hadisi rivayet etmiştir: "Bu sure nazil
olunca Hz. Peygamber "bana öyle geliyor ki ben
bu yıl içinde öleceğim" buyurdu." Ayrıca Taberi
ve Beğavi, ibn Abbas'tan çeşitli senetlerle aynı anlama gelen başka
hadisler de rivayet etmişlerdir. Zemahşerİ, bu
surenin son nazil olan sure olduğunu, Mina'da Veda Hacanda nazil olduğunu söylemiştir. Nisaburi,
bu surenin Mekki olduğunu söylemekle birlikte Hz. Peygamberin Veda Haccında, Mina'da
Teşrik günlerinin[4] ortasında nazil olduğunu, Hz. Peygamberin bu surenin nüzulünden sonra ancak yetmiş
gün yaşadığını, bunun için de Veda suresi olarak isimlendirildiğini ve bütün
sahabenin bu surenin Hz. Peygamberin ölümünü haber
verdiği üzerinde ittifak ettiklerini söylemiştir. İbn
Kesir, Bezzar ve Beyhaki'nin
ibn Ömer'den rivayet ettikleri şu hadisi
zikretmektedir: 'Bu sure Hz. Peygamber'e Teşrik
günlerinde nazil oldu, bunun bir veda olduğunu anladı, bineğinin hazırlanmasını
emretti. Ve Veda hutbesiyle bilinen meşhur hutbesini verdi."
Tüm
bunlardan hareketle kaynak kabul ettiğimiz mushafın
tertibini tercih ettik ve bu sureyi nüzul bakımından Medine'de en son nazil
olan sure kabul edip Tevbe suresinden sonraya
yerleştirdik. Bu, bu sureden sonra Kur'an'ın nazil
olmadığı anlamına gelmez. Ancak bundan sonra yeni bir sure nazil olmamıştır.
Bundan sonra bazı Kur'an ayetlerinin nazil olduğu ve
Hz. Peygamberin emriyle bu ayetlerin başka surelere
yerleştirildiği muhtemeldir. En doğrusunu Allah bilir. [5]
Rahman, Rahim Allah'ın
Adıyla.
1- Allah'ın yardımı ve Fetih geldiği
2- Ve insanların akın akın
Allah'ın dinine girdiklerini gör-düğün zaman
3- Rabbini hamdederek
teşbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeyi
çokça kabul edendir."
Bu ayetlerde hitap,
cumhuru ulemanın ittifakıyla Hz. Peygambere
yöneliktir. Surenin başında nüzulü hakkında zikredilen rivayetleri aktardığımız
için burada tekrar elme-ye gerek görmüyoruz. Allah'ı lesbih etme, O'na hamdetme ve
O'ndan mağfiret dileme gereği herhangi bir zamanla sınırlı değildir. Ayetlerde
Allah'ın, Peygamberi'ne nimetini tamamlayıp O'na fethi ve yardımı
kolaylaştırdığı ve insanların akın akın Allah'ın
dinine yöneldikleri zaman da bir daha vurgulanmış ve pekiştirilmiştir.
Bunların hepsi çok
önemlidir ve bu görevin kat kal yerine getirilmesi gerekir. Ayetler bu
itibarla, müslümanlara cemaat bazında Allah'ın
nimetlerini, özellikle de bu nimetler müslümanların
genel menfaatleriyle, zaferleriyle, kuvvet bulmalanyla,
Allah'ın dininin yayılmasıyla ilintiliyse; şükürle, hamd
ve istiğfar ile karşılamaları konusunda uyarılar içermektedir. Ardından birey
olarak her müsiümanm, Allah'ın yardımı ve gözetiminde
bulunan konumlardan bir konum içerisinde olduğunda bu görevleri yerine getirmesi
gerekir.
Ayetlerin üslubu,
ayetlerin zamana bağlı olduğunu göstermektedir. Yani Allah'ın yardımı ve fethi
gelip insanlar akın akın Allah'ın dinine girince
teşbih ve istiğfar gerekir. Ancak ayetin ruhundan öyle anlaşılıyor ki, bu
görev vacib olmuş ve sözü edilen an gelmiştir. Nüzulü
hakkında aktardığımız rivayet ve hadisler bunu teyid
etmektedir.
Müessirlerin çoğu,
surede sözü edilen fethin, Mekke'nin fethi olduğunu söylemişler ve bu surenin
tefsirini, bu fethin anlatılmasına vesile kılmışlardır. Hadid suresinin tefsirinde
açıkladığımız gibi Mekke'nin fethi, H. 8. senede Ramazan ayında
gerçekleşmiştir. Ve Hz. Peygamber, H. 11. yılda vefat
etmiştir.
Bu
surenin, Hz. Peygamberin vefatından üç ay gibi kısa
bir zaman önce indiğini belirten rivayetler mütevatirdir.
Bu da, ayetlerin yalnızca Mekke'nin fethini değil, h. 9. yıla rastlayan Taif'in fethini, Tevbe suresinde
açıkladığımız büyük Tebük savaşını, Hadid suresinde
anlattığımız Mekke'nin fethiyle zirvesine ulaşan ve Hz.
Peygamberin vefalının öncesine kadar Allah'ın ona kolaylaştırdığı tüm
fetihleri ve yardımları kastettiğini göstermektedir. Aynı zamanda bu sure,
hicretin 9. ve 10. yılında Hz. Peygamber'e biat etmek
için Arap yarımadasının her tarafından çıkıp Medine'ye gelenleri, onların akın akın Allah'ın dinine girmelerini, Hz.
Peygamberin vefatının Öncesine kadar akın akın gelenleri,
eski tarih ve siyer kitaplarında[6]
anlatıldığı gibi Yemen'den Hicaz'a, Do-ğu'dan Baü'ya İslam'ın ve Hz.
Peygamber'in otoritesinin tüm Arap yarımadasına yayıldığını, müşriklerin necis olarak ilan edildiklerini, Mescid-i
Haram'a girmelerinin yasaklandığını, Hz.
Peygamber'in büyük bir müslüman topluluğunun başında
haccettiğini göstermektedir. Rivayetten, Hz.
Peygamber'in bu haccına katılanların sayısının kırkbin
hatta daha fazla -ki bu, o zaman için büyük bir sayıdır- olduğu, Allah'ın mü'minlere veya Hz. Peygamber'in
mü'minlere tekrar tekrar
şöyle seslendiği anlaşılmakladır: "Bugün artık inkar edenler, sizin
dininizden umudu kesmiştir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için
dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a
razı oldum..." [7]
Veda haccı hicretin
10. yılında, Mekke'nin fethi de 8. yılın Ramazan'ında gerçekleşti. Şirk hiçbir
zaman orayı terketmemişti. Müşrikler hala orada
kendilerine özgü hac ibadetlerini yapıyorlardı. Allah'ın ve Peygamber'in
hikmeti, müşriklerle orada ortak bir şekilde Hz.
Peygamberin haccetmesini uygun bulmamıştı. Mekke ve çevresi Hz.
Peygamberin otoritesine girince H. 9. yılda Ebubekir'i
hac emiri olarak tayin etti ve müşriklerin artık bundan böyle Mescidi Haram
bölgesine girmelerinin yasak olduğunu, Allah'ın ve Peygamberin onlardan beri
olduğunu ilan etmesini emretti. Hicretin 10. yılında Medine ve çevresindeki
kabilelerden oluşan büyük bir müslüman topluluğun
başında haccetmek için çıktı. Bu da, Veda haccı olarak isimlendirildi. Çünkü Hz. Peygamber bundan kısa bir süre sonra vefat etti. Bu
esnada onun vefatının yaklaştığına işaret eden bu sure nazil oldu ve bundan
dolayı da veda suresi olarak isimlendirildi. Arap yarımadasının her tarafından
büyük bir müslüman kitle Mekke'ye akın etti. Onun
zamanında, hatta öyle inanıyoruz ki onun zamanına kadar gerçekleşen en büyük
hac buydu. Tebük savaşına katılanların sayısı otuz
bine ulaşrnışsa, mübalağasız bir tahminle bu hacca
katılanların sayısının iki katı olduğu söylenebilir. Bu sayı da o gün için
büyük bir sayıdır.
Veda haco hakkındaki haber, hadis, siyer ve tarih kitaplarında
çeşitli senetlerle uzun bir şekilde, Hz. Peygamber'in
arkadaşlarından rivayet eden tabiinden aktarılmıştır.
Müslim ve Ebu Davud'da yer alan uzun bir
hadiste bu hacca katılanlar, Hz. Peygamber'in
açıklayıcı, eğitici, yasama ve ahlakla ilgili fiilleri, sözleri ve tavırları
belirtilmiştir. Olduğu gibi buraya aktarmayı faydalı buluyoruz. Hadis, Cabir b. Abdullah'tan rivayet edilmiştir. İhtiyarlık
döneminde Tabiinden birinin sorusuna cevap olarak şöyle demiştir:[8]
"Hz. Peygamber dokuz sene haccetmedi.[9]
Onuncu sene haccedeceğini insanlara ilan etti. Birçok halk Medine'ye gelmişti.
Hepsi Rasulullah'ı örnek edinip, onun yaptığı gibi yapmak
istiyordu. Rasulullah'la birlikte yola çıktık. Zulhuleyfe'ye gelince Esma Binli Umeys[10], Ebubekir'in oğlu Muhammed'i doğurdu. Bunun üzerine ne
yapacağını öğrenmek için birini Hz. Peygamberin
yanına gönderdi. Rasulullah da kendisine, "yıkan,
bir bezle kanın akmasını önle ve ihrama bürün" dedi. Zülhuleyfe
mescidinde ikindi namazını kıldı. Sonra Kusva
adındaki devesine bindi. Beyda denilen düzlüğe
çıkınca görebildiğim kadar baktım. Önünde, arkasında, sağında ve solunda gözün
gördüğü kadar yaya ve binek büyük bir kalabalık vardı. Hz.
Peygamber'e Kur'an nazil oluyor, manasını da o
biliyordu. O ne yaparsa biz de Öyle yapıyorduk. Bir de "Lebbeyk, Allahiim-me Lebbeyk, Lebbeyk,
la şerike leke Lebbeyk, innel
hamde leke ve'l mülk, la
şerike leke" diye tevhid ve telbiye
etmeye başladı. İnsanlar da onun lelbiye ettiği gibi telbiye ettiler. Rasulullah
onların telbiye şekline itirazda bulunmadı. Kendi
yaptığı telbiyeye devam etti."
Cabir diyor ki; yalnızca hacca niyet etmiştik. Hacc günlerinde Umre'nin[11] de
yapılacağını bilmiyorduk. Rasulullah ile birlikte
Beyi-i Şerife gelince, o, Beyti istilam elti. Üç defa hızlı, dört defa da
normal bir yürüyüşle yürüdü. Sonra Makam-ı İbrahim'e gitti ve "İbrahim'in
makamını namazgah edinin" (Bakara, 135) mealindeki ayeti okudu. Makam ile
Beytullah arasında yer aldı. İki rekat tavaf namazı
kıldı. Namazda "Ihlas İle Ka-firun" surelerini okuyordu. Sonra rükne dönüp onu da
istilam etti. Safa'ya gitmek üzere Harem'in
kapısından çıktı. Safa'ya yaklaşınca "Safa ile Merve Allah'ın şeairindendir"
(Bakara, 157) mealindeki ayeti okudu. "Allah'ın başladığından
başlayın" diyerek, Sa-ia'dan
sa'ye başladı ve Safa'ya
çıktı. Beyti görünce, kıbleye döndü, Allah'ın birliğini ve büyüklüğünü ikrar
ederek "Allah'tan başka ilah yoktur, ortağı da yoktur, Mülk de O'nun, hamd da O'na aittir. O herşeye
güç yetirendir, Allah'tan başka ilah yoktur. O vadini yerine getirdi. Kuluna
yardım etti. Tek başına grupları bozguna uğrattı." dedi. Sonra üç defa dua
etli. Ve yukarıda söylediklerini tekrarladı. Ardından Safa'dan
inip Merve'ye gitti. Vadinin ortasına gelince sa'ye başladı. Merve'ye gelinceye
kadar da yürüdü. Safa'da yaptığım Merve'de de yaptı-. Yürüyüşe Merve'de
son verdi ve "Şu anda düşündüğüm gibi düşünmüş olsaydım, önce umre
yapacaktım. Kurbanını getirmemiş olanlar ihramdan çıksın ve haccını umreye
çevirsin" dedi. Bunun üzerine Sürâka b. Mâlik
kalktı ve "Yalnızca bu sene mi hac yerine umre yapılsın yoksa her zaman
mı?" diye sordu. Hz, Peygamber parmaklarını
birbirine kenetledi "umre iki dej'a haccla içice girdi; hayır, her zaman her zaman"[12] diye
cevap verdi. Hz. Ali, Yemen'den Peygamber'in de-veleriylc birlikte gelmişti. Hz. Fatjma'yi ihramdan çıkanların arasında buldu. Üzerinde ihramlılann giymesi yasak olan boyalı bir elbise vardı.
Gözlerine de sürme çekmişti. Hz. Ali onun bu durumunu
beğenmedi. Hz. Falıma "Babam böyle emretti"
dedi. Ravi diyor ki: Hz.
Ali Irak'la[13] şöyle diyordu. Bunun
üzerine, Falıma'yı yaptığı bu işinden dolayı
azarlanmasını arzeimek ve Rasulullah'ın
kendisine söylediklerini Hz. Peygam-ber'den sormak üzere yanına gittim. Fatima'nın
durumunu beğenmediğimi söyleyince, dedi ki: "Falıma doğru söylemiş, sen
hacca niyet etliğin zaman ne dedin'" Hz. Ali
"Ya Rabbi! Rasulü'nün
niyet ettiği gibi niyet ediyorum" dedim dedi. Rasulullah
"Ama benim yanımda kurbanlarım vardır, şu halde ihramdan çıkma"
buyurdu.
Râvi diyor ki; Hz. Ali'nin
Yemen'den getirdiği develerle, Hz. Peygamber'in
yanında getirdiği kurban develerinin toplamı yüz deveydi. İnsanların hepsi
ihramdan çıkıp saçlarını kestirdiler. Yalnız Hz.
Peygamber ve beraberinde kurbanlarını getirenler ihramdan çıkmadılar. Terviye[14] günü
olunca Mina'ya yöneldiler ve hacc
için telbiye ettiler. Rasullullah
da hayvanına bindi. Mina'ya gelip orada geceledi. Rasulullah namazlarını kıldı. Güneş doğuncaya kadar az bir
müddet durdu ve (Arafat'a yakın bir yer olan) Nemirc'dc
kendisi için kıldan bir çadırın kurulmasını emretti. Kureyş,
cahiliyyc zamanında kendilerinin yaptığı gibi, Peygambcr'in Meş'ari Haram'da
vakfe yapacağından şüphe etmiyordu. Fakal Rasulullah burada durmadan geçti. Arafat'a gelince, Nemi-re'de[15]
kendisi için emretmiş olduğu çadırın kurulduğunu gördü oraya indi. Güneş meyledince,
Kusva adındaki devesinin getirilmesini emretti.
Hayvanı hazırlandı ve Arene vadisinin ortasına geldi.
Orada insanlara şu hutbeyi irad etti; "Şu
beldeniz, şu ayınız, şu gününüz haram ve mukaddes olduğu gibi, kanlarınız ve
mallarınız da haram ve mukaddestir. Biliniz ki, cahiliyyenin
herşeyi ayaklarımın altındadır. Cahiliyyel
devrinden kalan kan davaları artık hükümsüzdür. Hükümsüz kıldığım ilk kan
davası bizim kanlarımızdan İbn-i Rebia
b. EI-Haris'in kanıdır. İbn Rebia
emzirilmek üzere, Beni Sa'da kabilesinin yanında
bulunuyordu. Hüzcyl onu öldürmüştü. Cahiliyyedcn kalma faizler de hükümsüzdür. Hükümsüz
kıldığım ilk faiz, bizim faizlerimizden Abbas b. Abdulmutta-lib'in faizidir. Çünkü
faizlerin hepsi hükümsüzdür. Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkun. Onları
Allah'ın ernanetiyle aldınız ve Allah'ın sözüyle
onları kendinize helal kıldınız. İstemediğiniz kimseleri evinize almamaları
sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa onları hafifçe
dövebilirsiniz. Onların da sizin üzerinizde giyim hakki vardır. Kendisine
sımsıkı sarıldığınız müddetçe dalalete sapmayacağınız bir şeyi, yani Allah'ın
Kitabını bırakıyorum. Ahirelte benden sorulacaksınız.
Şu soruya ne cevap vereceksiniz, ''hepsi bir ağızdan: Risaleti
tebliğ ettiğinize, vazifenizi yaptığınıza ve bize nasihat etliğinize şehadel ederiz" dediler. Bunun üzerine Rasulullah, işaret parmağını kaldırıp üç defa "Şahid ol ya Rab, şahid ol ya Rab, şahid ol ya Rabbi" buyurdu.
Sonra ezan okunup kamet getirilmesini emretti. Önce öğleyi kıldı. Sonra yine
kamet getirilmesini emredip ikindiyi kıldı. Bunların arasında başka bir namaz
kılmadı. Sonra Rasulullah bineğine binip (Arafalta'ki) yerine gelince devesi Kusva'nın
yönünü kayalara doğru çevirdi. İnsan kalabalığı da önünde yer almıştı. Kıbleye
döndü ve güneş batıncaya kadar vakfeye devam etti. Sonra Üsamc'yi
devesinin sırlına alıp, Arafat'tan Müzdelife'ye indi.
Devenin yularını o kadar kasmiştı ki, devenin başı
önüne isabet ediyordu. Sağ eliyle işaret ederek "Ey insanlar! Yavaş olun,
vakar ve sükûnetinizi muhafaza edin" diyordu. Kum yığınlarından birine
geldikçe, geçinceye kadar yuları hafifçe
salıveriyordu. Müzdelife'ye gelince, bir ezan ve iki
kametle akşam ve yatsı namazlarını kıldı. Aralarında başka namaz kılmadı. Sonra
sabaha kadar yatıp uyudu. Kametle sabah namazını kıldı. Sonra yine Kusva'ya bindi, Mcscid-i Haram'a
gelince kıbleye dönüp dua etti. Allah'ı birleyip tekbir ve tehlil
getirdi. Sabah iyice aydınlanıncaya kadar orada durdu. Güneş doğmadan Önce
ayrıldı. Abbas'ın oğlu Fadl'ı
devesine bindirdi. Fadl, güzel saçlı, beyaz tenli ve
yakışıklıydı. Rasululİah oradan hareket edince, yolda
develer üstünde bazı kadınlar kendisine rastladı. Fadl
onlara bakmaya başladı, Hz, Peygamber, elini Fadl'in gözüne koydu. Bu sefer Fadl,
bakmak için yüzünü diğer tarafa çevirdi. Rasululİah,
baktığı taraftan Fadl'ın yüzünü çevirmek için yine
elini onun yüzüne koydu. Batn-ı Muhassire
gelince yürüyüşünü hızlandırdı. Sonra Cemre-i Kübra'ya
çıkan orta yolu tuttu. Ağaç yanındaki cemreye gelince tekbirlerle yedi çakıl
taşını attı. Bakla tanesi büyüklüğündeki bu taşları vadinin ortasından attı.
Sonra kurban kesme yerine geldi. Orada kendi eliyle 63 deve kesti. Ötekilerin
kesme işini Hz. Ali'ye devretti. Sonra her kurbandan
birer küçük parça alınmasını emretti. Alıp bir kapta pişirdiler. Her ikisi de
kurbanların etinden yiyip, çorbasından İçtiler. Ardından Hz.
Peygamber devesine binip Kabe'ye gitti, İfa'da tavafını yaptı. Öğle namazını
Mekke'de kıldı. Zemzem kuyusu etrafında sakalık görevini yapan AbdÜImuttalib oğullarının yanına geldi ve "suyu
çekiniz, ey Abdülmuttalibo-ğulları!
İnsanların sakalık vazifenizi alıp, size galip gelmesinden korkmasam ben de sizinle
birlikte su çekerdim" dedi.[16]
Kendisine bir kova içinde su takdim edildi ve O'da bundan içli. İbn Hişam'm siretinde
ve İbn Sad'ın Tabakal'ında[17] Hz. Peygamber'in ashabından ve tabiinden bu hadisle uyum arzeden ve içerisinde azı önemli fazlalıkların bulunduğu
bir bölüm vardır. İbn Sa'd'ta
belirttiğine göre Hz. Peygamber Mekke'ye gelip
Kabe'yi görünce şöyle dedi: "Allah'ım bu beytin şerefini, yüceliğini,
onurunu ve heybelini artır. Orayı haccedenin ve umre yapanın şerefini,
yüceliğini, onurunu, iyiliğini ve heybelini arttır." Sonra Arafat
tepesinde durduğunda "Arafat'ın düzlüğü hariç her yeri vakfe
yeridir". Müzdelife'ye geldiğinde "Muhsar düzlüğü hariç Müzdelife'nin
her yeri vakfe yeridir" buyurdu. Kurbanı kesip, başını traş
ettirdi, bıyığını ve sakalını kısalttı, tırnaklarını kesti, saçının ve
tırnaklarının gömülmesini emretti. Sonra koku süründü ve gömlek giydi ve "Mina günleri yeme ve içme günleridir" şeklindeki
duyuruyu yaptırdı. Üç gece Mekke'de kaldı ve bu üç gün Muhacirin ikamet etliği
üç gündür" dedi. Ardından Kabe'ye veda ederek Medin'ye
doğru döndü. Ayrıca bu bölümde "Hz. Peygamber,
umre ile hac için beraber mi yoksa ayrı ayrı mı
tahlif gelirdi" şeklindeki bir somya Enes b.
Malik'in "Her ikisi için beraberce tahlil getirdi" cevabı da
bulunmaktadır. Bir Önceki uzun hadisten de bu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber müslümanları hac
ile umre arasını birleştirip birleştirmeme hususunda serbest bırakmıştır.
Kendisine soru sorana "Kimin yanında kurban yoksa umre yapsın. Hacca
umreyle erişin, umre yapın" şeklinde karşılık vermiştir.
Ayakkabılarını
çıkardıktan sonra Kabe'ye girmiştir. Ailesinin yanına dönünce Hz. Aişe'ye şöyle dedi:
"Öyle birşey yaptım ki keşke yapmasaydım. Beyt'e girdim. Belki de ümmetimden biri oraya giremeden
döner de nefsinde bir nefret hisseder. Oysa ki biz yalnızca tavafla emrolunduk, Beyt'in içine
girmekle emrolunmadık." Arafatta
vakfe yapınca şöyle dedi: "Hacc Arafat'tır, ya da arefe günüdür. Kim sabah
olmadan önce bayram gecesini idrak ederse haccı lamam olmuştur." Başka
bir yerde "Mina günleri üçtür. Kim iki gününde
acele ederse kendisi için bir günah yoktur. Kim gecikürirse
de kendisi için bir günah yoktur. Onlar oruç günleri değildir. Onlar yeme, içme
ve zikir günleridir." dedi. Veda Hutbesinde şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Allah her insanın mirastan alacağı payı belirtmiştir. Varisin
vasiyyet etmesi caiz değildir. Dikkat edin, çocuk doğduğu
yatağa aittir. Kim babasından başkasının olduğunu iddia ederse veya
efendisinden başkasına yönelirse Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti
onun üzerine olsun. Ey insanlar! Başınıza, simsiyah bir habeş
köle bile tayin edildiğinde, aranızda Allah'ın kitabıyla hükmettiği sürece onu
dinleyiniz ve itaat ediniz. Kölelerinize dikkat edin, yediğinizden onlara yedirin,
giydiğinizden onlara giydirin. Şayet affetmek istemediğiniz bir suçla size
gelirlerse onlara Allah'ın kullan olarak işkence yapmayın. Burada bulunan,
bulunmayana aktarsın. Belki de kendilerine ulaştırılanların bazıları duyanların
bazılarından daha çok kavrayış sahibidirler." Cemrelerin seçimi konusunda
aşırılık gösteren bir müslümam görünce ona
"Dinde aşırılığa kaçmayın, sizden öncekiler dinde aşırılığa kaçmaları
sebebiyle helak oldular" dedi.
îbn Hişam'da şunlar rivayet edilmektedir: "Ey insanlar, sözümü
dinleyin, bilmiyorum belki de ben burada bu yıldan sonra sizinle asla
karşılaşmayacağım. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade elsin. Size
öyle bir şey bırakıyorum ki ona sımsıkı sarıldığınız sürece asla dalalete
düşmezsiniz. Allah'ın kitabı, Peygamberi'nin sünneti. Sözümü dinleyin ve
düşünüp belleyin. Bilin ki, her müslüman müslümanın kardeşidir, müslümanlar
kardeştir. Kendinize zulmetmeyin. Ey insanlar, şeytan artık bu topraklarınızda
Allah'tan başkasına ibadet edilmekten ümidini kesmiştir. Ancak ona itaat etmek
hariç. O amellerinizden küçük gördüklerinize razı olur. Dininiz hakkında ondan
sakının." İşle bu mübarek hacc, Hz. Muhammed'in risaletinin en
büyük tablolarından biridir. [18]
Meşhur rivayetlere
göre[19], Hz. Peygamber 63 yaşında hicretin 11; yılında, Rebiulev-vcl ayının 12'sindc
vefat etti. Rivayetler, Hz. Peygamberin vefatına
sebep olan hastalığı belirtmem işi erdir. Ancak önce bir aleşin,
ardından da bir başağrısının olduğunu söylemişlerdir.
Amcası Abbas, onun verem hastalığına yakalandığını
zannetmişti. Ancak Hz. Peygamber Allah'ın kendisini
bu hastalığa duçar etmeyeceğini belirtti. Hastalığı uzun sürmedi, sadece iki
hafta sürdü. Ağrılarının ağırlığını hissedince, aralarındaki adalet düşüncesini
gerçekleştirmek amacıyla Hz. Aişe'nin
odasına intikal etmek için hanımlarmdan izin istedi.
Kendisine izin verildi. Onun odasında vefat elti ve oraya defnedildi. Ve Hz. Peygamberin bugün mediun
bulunduğu yerdir.
İbn Hişam'ın rivayet ettiğine
göre; Hz. Peygamber bir gece Ebu
Müveyhibe ile birlikte çıktı ve "Baki
kabristanında yalanlar için istiğfarda bulunmakla emrolundum"
dedi. Onunla birlikte gelip kabristanın ortasında durduklarında "Allah'ın
selamı üzerinize olsun ey kabir ehli, insanların içine düşeceği durumun
içindesiniz. Fitneler karanlık gece gibi geldi. Sonuncusu öncesine tabi olup
gitmekte. Sonuncusu öncekinden daha kötüdür." dedi. Sonra "Ey Ebu Müveyhibe, bana dünya
hazinelerinin anahtarı ve orada ebedi cennel verildi.
Bununla veya Rabbimle buluşma ve cennete girme konusu arasında serbest
bırakıldım." dedi. Ebu Müveyhibe
"Anam, babam sana feda olsun, dünya hazinelerinin anahtarlarını ve
ebediliği sonra da cenneti al" dedi. O da "Hayır, Allah'a yemin
olsun ki ey Ebu Müveyhibe,
ben Rabbimle buluşmayı ve cenneti seçtim." dedi. Ardından Baki ehli için
mağfiret diledi ve oradan ayrıldı. Sonra Hz.
Peygamber'in, vefatına sebep olan ağrısı başladı. Hastalığının biri esnasında
başı bağlı bir vaziyette dışarı çıktı ve minbere olurdu, Uhud
ashabı için dua etti, mağfiret diledi ve duasını artırdı. Sonra dedi ki: Ey
Muhacirler topluluğu, Ensara hayırlı davranın,
insanlar artar ama En-sar eski şekli ü/ere olup artmaz. Onlar kendilerine
sığındığım sığmağımdıriar. Onların iyisine iyilikte
bulunun, kötüsünden de elinizi çekin. Sonra dedi ki: Ey insanlar, Allah'ın
kullarından bir kul, Allah tarafından dünya ile kendi katındakini seçme konusunda
serbest bırakıldı, o da Allah'ın katındakini seçti. Ebubekir
vaziyeti anladı ve ağladı. Ve "Canlarımızla, çocuklarımızla kendimizi sana
feda ediyoruz." dedi. O'da dedi ki: "yavaş ol ey Ebubekir"
sonra da " mesciddeki bu kapılara bakın. Ebubckİr'in kapısı hariç tüm kapıları kapatın,
arkadaşlarım arasında benim katımda O'ndan daha faziletlisi yoktur. Şayet
kullardan dost edinmiş olsaydım, mutlaka Ebubekir'İ
dost edinirdim. Ancak arkadaşlık, kardeşlik ve iman Allah'ın kalında ikimizi
birleştirecektir" dedi. Hz.Peygamber'in ağrısı
artınca, Bilal gelip O'nu namaza çağırdı. "O'da insanlara namaz
kıldıracak olana emredin kıldırsın " dedi. Çıkınca Ömer'in insanlar
arasında olduğunu, Ebubekir'in orada olmadığını
gördü. Ben de dedim ki "Kalk ey Ömer, insanlara namaz kıldır." O da
kalktı tekbir getirince Rasulullah O'nun sesini
işitti. Gür sesli biriydi. Hz.Peygamber "Ebubekir nerede, Allah bunu kabul etmez, müslümanlar da etmez dedi. Sonra Ebubekir'e
haber gönderip çağırttı. Ömer namaz kıldıktan sonra geldi ve insanlara namaz
kıldırdı. Hz.Peygamber, hicretin yedinci yılında Ebu Usame komutasında gönderdiği
onun ve bazı müslümanların şehit olduğu ordunun bu
intikamını almak için
Mule'ye şxmsk üzere biv ottiu taırtamrç
ve taomulasma Usame b. Zs^d'i getirmişi.
Ordunun hareketi
yavaşlamıştı. Bazı insanların Usamc'nin komutanlığını
eleştirdiği kulağına geldi. Çünkü o henüz bir gençti. Hz.
Peygamber başı bağlı bir vaziyette bir daha çıktı ve minber'e oturdu; Allah'a hamd etti, ve dedi ki: "Ey insanlar, Üsame'nin ordusunu yola çıkarın. Andolsun
ki siz onun komutası hakkında konuşup duruyorsunuz, bilin ki daha önce de
babasının emirliği konusunda konuştunuz. Muhakkak ki o, bu komutanlığa
layıktır. Babası da ona layıktı."
Bazıları onun
hastalığını tedavi etmek için bazı ilaçlardan bahsettiler. O ateşten dolayı
kendinden geçmişti. Amcası "ona bu ilacı zorla içireceğim" dedi. Ve
ona içirdiler. Kendine geldiğinde bana bunu kim yaptı dedi. "Amcan"
dediler. Abbas "bu bir ilaçtır, kadınlar onu
Habeşistan'dan getirmiş" dedi. Hz. Peygamber
"bunu neden yaptınız" dedi. Amcası "Ya
Rasulallah, sende zatulcenb
hastalığının olmasından korktuk" dedi. O da "O Öyle bir hastalıktır
ki, Allah beni ona duçar edecek değildir. Evde bu ilaçtan ve amcamdan başkası
kalmasın. Ona da bana yaptığına ceza olarak bu ilacı verin" dedi.
Vefat edeceği
Pazartesi günü insanların yanına çıktı. Onlar Ebubekir'in
imamlığında sabah namazını kılıyorlardı. Müslümanlar, onu gördüklerinde
sevinçlerinden neredeyse namazlarını bozuyorlardı. Rasulullah
onların namazdaki şekillerine olan sevincinden tebessüm etti. Ona yol
verdiler, o da yerlerinden kımıldamamalarına işaret etti. Ebubekir
hareketi hissetti, gelenin Hz. Peygamber olduğunu
anladı, geriye çekilip imamlığı ona bırakmak isledi. Hz.
Peygamber yerinde kalmasını işaret elli. Sonra onun yanında oturarak namaz
kıldı. Bu hadisin ravisi Enes,
Hz. Peygamber'i o durumda bundan daha güzel bir
şekilde görmediğini söylüyor. Sonra insanlara döndü ve onlara yüksek sesle
şöyle konuşlu: "Ey insanlar, ateş kızıştı, fitneler karanlık gece gibi
geldi. Ben size Kur'an'ın helal kıldığını helal
kıldım ve Kur'an'ın haram kıldığının dışında birşey de haram kılmadım." Hz.
Ebubekir onun iyi olduğundan emin oldu ve evine
gitmek için ondan izin isteyerek "Ben senin Allah'ın fazilet ve yardımıyla
hayırda olduğunu görüyorum" dedi. Ona izin verdi. Ancak kısa bir süre geçmedi ki hastalığı şiddetlendi ve vefat etti.
İbn Hişam, Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Hz. Peygamberin son isteği Arap yarımadasında iki dini terk
etmemekti. Onun vefatı yaklaştığında kendisinden duyduğum sonsöz "bilakis,
Refiku'1-a'la-". Anladım ki Allah onu katına
seçti. Çünkü o diyordu ki, Allah hiç bir peygamberin haber vermeden ruhunu kabzetmez. Bu da Allah'ın onu aramızdan alacağından başka
bir anlama gelmiyordu. En son yaptığı da, Hz. Aişe'nin elinde bir misvak dalı görmüştü. Hz. Aişe şöyle diyor: "Onun misvaklanmak istediğini anladım. Elimdeki dalı
yumuşayıncaya kadar çiğnedim. Sonra ona verdim. Öyle bir misvaklandı
ki daha önce böylesine asla rastlamamıştım."
İbn Hişam, İbn
Abbas'tan şunu rivayet ediyor: Hz.
Ali, Hz. Peygamberin yanından çıkmıştı. İnsanlar Hz. Peygamberin nasıl olduğunu sordular. O da "Allah'a
hamdolsun iyi oldu" dedi. Abbas
onun elinden tutarak dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki ben Rasu-lullah'ın yüzünde Abdulmuttalib oğullarının yüzünden tanıdığım gibi gördüm.
Haydi Rasulullah'a gidelim. Eğer bu husus bizdeyse
onu görürüz, başkasındaysa emrederiz. "Hz. Ali
Allah'a hamdolsun ki ben bunu yapamayacağım"
Şayet biz bunu menedersek başkası bandan sonra O'nu
bize getirmeyecek" dedi. Hz. Peygamber o gün
hastalığı artınca vefat etti. İbn Hişam'ın rivayet ettiğine göre, Hz.
Peygamber vefat edince Ömer kalktı ve münafıklardan bazıları Hz. Peygamber'in vefat ettiğini iddia ediyor, O, Musa b. İmran gibi Rabbi'ne gitti, ölmedi. Musa öldü denildikten
sonra kırk gün kavminden kayboldu. Sonra onlara yeniden döndü. Allah'a yemin
olsun ki, Hz.Peygamber de Musa gibi tekrar dönecek ve
öldüğünü iddia edenlerin ellerini ve ayaklarını kesecek" dedi, Ebubekir geldi ve mescidin kapısında durdu, Ömer insanlara
konuşuyordu. Hiçbir şeye iltifat etmeden Rasulullah'ın
yanına girdi. O evin bir köşesine uzanmış ve üzerine bir örtü Örtülmüştü.
Yanına gitti, yüzünü açtı ve öptü. "Anam babam sana feda olsun, Allah'ın
sana takdir ettiği ölümü tatmış bulunmaktasın, bundan böyle sana asla bir ölüm
gelmeyecektir" dedi. Sonra yüzünü tekrar örttü ve dışarı çıktı. Ömer hala
insanlarla konuşuyordu. Dedi ki: "Yavaş ol ey Ömer, sus". Ömer yine
konuşmak istedi. İnsanlara yöneldi, insanlar O'nun konuştuğunu görünce
etrafında toplandılar. Allah'a hamd ve senadan sonra
dedi ki: "Ey insanlar, kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki Muhammed
ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah diridir, Ölmez". Sonra
şu ayeti okudu: "Muhammed sadece bir elçidir. O'ndan önce de elçiler
gelip geçmiştir. Şimdi O ölür yada öldürülürse siz gerisin geriye mi
döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir surette zarar veremez.
Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır." (Ali İmran,
144) Allah'a andolsun ki Ebubekir
o gün bu ayeti okuyuncaya kadar insanlar bu ayetin nazil olduğunu
bilmiyorlardı. Oysa ki o ayet ağızlarındaydi, onu
okuyorlardı. E-bu Hureyre şöyle dedi: "Ömer dedi
ki: Vallahi Ebubekir'den bu ayeti duyunca kendimden
geçtim, yere yığılıp kaldım. Ayaklarım beni taşımıyordu ve bildim ki Hz. Peygamber vefat etti." Hz.
Peygamber'i yıkama işiyle Ali b. Ebi Talib, Abbas b. Abdulmuttalib, Fadl b. Abbas, Kussam b. Abbas, Üsamc b. Zeyd ve Hz. Peygamber'in hizmetlisi Şek-ran
uğraşıyordu. O'nu tamamen soymadılar, üzerinden gömleğini çıkarmadılar ve onun
allından yıkadılar. Sonra üç parça elbiseyle kefenlediler. Bunlardan iki
parçası Yemen'e aitti, biri de çizgi çizgi şeklindeki
omuz alkışıydı. Sonra yatağının üzerine konuldu. İnsanlar namaz kılmak İçin
teker teker yanına girdiler. Önce erkekler, sonra
kadınlar, ardından da çocuklar üzerinde namaz kıldılar. Kimse insanlara
imamlık yapmadı. Defnedileceği yer hakkında ihtilafa düştüler. Hz. Ebubekir, ben Rasulullah'ın "Tüm peygamberler ruhunu teslim
ettikleri yere gömülmüştür" dediğini duydum dedi. Bunun üzerine Aişe'nin evine çarşamba gecesi, gece yarısı gömüldü. Onun
defin işini Ali b. Ebi Talib,
Fadl b. Abbas, Kussam b. Abbas ve Hz. Peygamber'in
hizmetlisi Şekran üstlendiler. Buraya kadar
anlatılanlar İbn Hişam'dan
alınmıştır. Birçoğu da Taberi'den aktarılmış-tır.
Ancak bazı rivayetler vardır ki İbn Hişam'da yer almamaktadır. Bu rivayetler, saha-bilerden
birine dayandırılmıştır. Hz. Aişc
ve Fadl b. Abbas'tan
rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber, ağrısı
şiddetlenince şöyle dedi: "Üzerime soğuk kuyu suyundan dökün ki insanların
yanına çıkıp onlara bir bakayım." Onu alçak bir yere oturttuk ve üzerine
su döktük. Öyle ki "yeter yeter" deyinceye
kadar. Sonra çıktı ve başı bağlıydı. Fadl b. Abbas elinden tuttu ve minbere oturdu. İnsanların
çağrılmasını istedi. İnsanlar gelip lop-landılar.
Dedi ki: "Ey insanlar, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a hamdederim. Eğer ben sizden birinin sırtına celde vurmuşsam, işte benim sırtını gelsin hakkını alsın,
kime haksız yere bir söz söylemişsem işte ben, gelsin hakkını alsın. Bilin ki
kin ve düşmanlık ne benim işim, ne de benim huyumdur. Dikkat edin ha! Sizden
bana en sevimli olan haklı olduğu halde gelip benden hakkını alan veya helal
edendir ki, ben de Rabbi-min huzuruna insanların en
iyisi olarak varayım. Öyle görüyorum ki, bunu aranızda defalarca tekrar
etmeyene kadar siz isteğimi yerine getirmeyeceksiniz".
Sonra inip öğle
namazını kıldı ve tekrar dönüp minbere oturdu. İlk sözünü yine tekrarladı. Bir
adam kalktı ve "Ya Rasulullah
benim senden alacağım üç dirhem var" dedi. O da "onları ver ey Fadl" dedi. Sonra "Ey insanlar, kimin yanında
başkasına ait birşey varsa onu iade etsin, dünyada
rezil olurum demesin. Bilin ki dünyada bu şekilde rezil olmak Ahirclte rezil olmaktan daha basittir." dedi. Bir adam
ayağa kalktı ve "Ya Rasulal-lah, yanımda Allah yolunda sahtekarlıkla elde ettiğim üç
dirhem var" dedi. Hz. Peygamber "neden
sahtekarlık yaptın" diye sorunca "onlara ihtiyacım vardı" dedi. Hz. Peygamber "onları ondan al, ey Fadl" dedi. Sonra "Ey insanlar, kim kendi
nefsinden birşeyden korkuyorsa kalksın, onun için dua
edeyim" buyurdu. Bir adam kalkarak "Ya Rasulullah, ben yalancıyım, ben günahkarım ve ben
uyuşuğum" dedi. Bunun üzerine Rasulullah "Ya Rabbi ona doğruluk ve iman ver ve istediği takdirde
ondan uykuyu (uyuşukluğu) gider" diye dua etti. Bir başka adam kalkıp
"Allah'a andolsun ki Ya
Rasulullah ben bir yalancıyım ve münafığını, hiçbir
şey olmasın ki onu yapmamış olayım" dedi. Hz.
Ömer kalkıp "ey adam kendini rezil ettin, açığa verdin" dedi. Hz. Peygamber "Ey Hattab'ın
oğlu, dünyada insanın kendini açığa vurması, Ahiretle
açığa çıkmasından daha basittir; Allah'ım ona doğruluk ve iman ver, onu hayra
tebdil et" buyurdu. :
Abdullah b. Mesud şöyle dedi: Peygamberimiz ve sevgilimiz, ölümünden
bir ay öncesinden bize ölümünün yaklaştığını söyledi. Ayrılık yaklaşınca
annemiz Aişe'nin evinde toplandık. Bize bakıp bizi
iyice süzdükten sonra gözleri yaşardı ve "hoş geldiniz, Allah size rahmet
etsin, sizi korusun, sizi yüceltsin, sizi faydalandırsın, sizi muvaffak kılsın,
sizi muzaffer etsin, size selamet versin ve sizi kabul elsin. Size Allah'tan
sakınmanızı tavsiye ederim, sizi Allah'a emanet ederim, .sizi O'na havale
ederim. Ben sizin için bir müjdeci ve bir uyarıcıyım. O'nun kulları arasında ve
yeryüzünde Allah'a karşı yücelik taslamayın. O size ve bana şöyle dedi: İşle
bu Ahiret yurdudur. Orası yeryüzünde fe-sad çıkarmayan ve büyüklük
taslamayanlar İçindir. Sonuç mütlakiler içindir.
Cehennem büyüklük taslayanlar için bir yurt değil midir?" diye sordu. Biz
de "Vefatın ne zaman'' dedik. O da "Ayrılık yaklaştı, dönüş
Allah'adır" dedi. "Seni kim yıkayacak ya Rasulullah" diye sorunca "ailem bu konuda bana
daha yakındır" dedi. "Seni ne ile kefenleyelim" dedik. O da
"dilerseniz üzerimde bulunan bu elbiselerimle veya Mısır'ın beyazı ya da Ycmen'in kumaşıyla"
dedi. "Üzerine kim namaz kılsın" dediğimizde "Yavaş olun, Allah
size mağfiret kılsın. Peygamberinize hayırlı mükafatlar versin" dedi. Biz
ağladık, o da ağladı. Sonra şöyle dedi: "Beni yıkayıp kefenlediğinizde,
beni yalağımın üslüne koyun, sonra beni bir saat yalnız bırakın, çünkü üzerimde
ilk namaz kılacak olan dostum, yandaşım Cebrail, sonra Mikail,
sonra İsrafil, sonra da meleklerden büyük bir ordu ile ölüm meleğidir. Ardından
yanıma grup grup girin, üzerimde namaz kılın, dua edin,
herhangi bir sesle, ağlamayla, bağırma çığırmayla bana eziyet etmeyin. Üzerimde
namaz kılmaya önce ehli beytimin erkekleri başlasın, sonra kadınları, ardından
da siz. Selam verin, dua edin, ben size şahidlik
yaparım ki dinim üzere bana biat edene bugünden kıyamet gününe kadar esenlik
diledim." "Ey Allah'ın Peygamberi, seni kim kabrine koysun"
dedik. O da "Sizin kendilerini görmediğiniz ama onların sizi gördüğü
birçok meleklerle birlikte ailem" dedi.
Said b. Cübeyr, İbn Abbas'lan bu konuda şunu
rivayet etmektedir: Rasulullah'in hastalığı artınca
şöyle dedi: "Bana (kalem-kağıt) verin, size birşey
yazayım da benden sonra asla sapmayasınız." Hz.
Peygamber'in yanındakiler bunun üzerine birbirleriyle tartıştılar. Oysa ki
Peygamberin yanında tartışmamaları gerekirdi. Dediler ki: "Ona ne oluyor,
ağrının şiddetinden ne söylediğini bilmiyor herhalde." Durumu daha iyi
anlamak için ona gidip bu konuyu sordular. O da dedi ki: "Bana
karışmayın, ben dediğiniz gibi olmayıp afiyetteyim. Üç şeyi vasiyet ediyorum:
Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın. Elçilere davrandığım gibi
davranın." Üçüncüsünde de sustu veya "onu unuttum" dedi.
Hz. Peygamber'in fiziki sıfatlarına gelince, bu konuda
birbirine yakın bazısı özlü bazısı teferruatlı birçok rivayet vardır. İbn Sa'd, Ebu
Hale et-Temimi'nin Hasan b. Ali'den rivayet ettiği
vasıfları şu şekilde aktarmaktadır:[20]
"Hz. Peygamber, heybetliydi, yüzü ayın ondördü gibi parlaktı. Orta boylu, ne kısa, ne de ince uzun
boyluydu. Başı mükemmeldi, saçları düzgündü, kendiliğinden ikiye ayrılmıştı,
bıraktığı zaman kulak memelerine kadar ulaşıyordu, parlak renkliydi. Geniş
alınlıydı. Kaşları sürmeliydi. Aralarında, öfkelendiğinde belirginleşen bir
damar vardı. Görenleri hayrete düşüren bir nuru vardı. Gür sakallıydı. Geniş
ağızlı ve dişleri mükemmeldi. Boynu harikaydı, gümüş saf-Iığındaydi,
mülâimdi. Karnı ve göğsü çıkıntılı olmayıp dümdüzdü.
Geniş göğüslüydü, yani iki omuz arası genişti. Kemik başlan büyük ve parlak
tenliydi. Göğsüyle göbeği arasında tek çizgi gibi kıllıydı. Karnı ve göğüsleri
çıkık değildi. Omuzları ve dirseklerinde kıllar vardı. Avuçları ve ayakları
iriydi. Ayakları düzdü. Yürüdüğünde tam yere basardı. Ahenkli yürür ve yavaş
adım atardı. Yürüdüğü zaman yokuştan iniyormuşcası-na ahenkli, adım adım yürürdü.
Döndüğü zaman bütün vücuduyla dönerdi. Yere bakışı göğe bakışından daha uzundu,
yani çok dikkatliydi. Ashabının önünde yürürdü. Karşılaştığı kimseye ilk
selamı verirdi. Hz. Peygamber daima hüzünlü ve
kederliydi. Her zaman için düşünceliydi. O'na rahat yoktu. İhtiyaç olmadığı
zaman konuşmazdı. Uzun süreli susardı. Söze başlarken de, son verirken de
anlaşılır bir şekilde davranırdı. Özlü sözlerle konuşur, konuşmasında ne
fazlalık ne de eksiklik bulunurdu. Sert ve katı olmayıp kibar ve nazikti.
Nimeti yüceltirdi. Ondan hiçbir şeyi kötülemezdi. Hiçbir zevki yermez ve
övmezdi. Dünya ve dünyalıklar onu sinirlendirmez, haksızlık karşısında öfkesine
hiçbir şey mani olmazdı, ta ki onu giderinceye kadar. Kendi nefsini savunmaz ve
kendi nefsi için kızmazdı. Bir şeye işaret edeceği zaman elinin tamamıyla
işaret ederdi. Bir şeye dikkat çekmek islediğinde sağ elinin işaret parmağıyla
sol elinin avucuna vururdu. Sinirlendiğinde yüz çevirir, sevindiğinde yüzü
gülerdi. Bütün gülmesi tebessümden ibaretti. Sakin ve durgundu. Evine girdiği
zaman, vaktini üçe bölerdi. Bir kısmını Allah'a, bir kısmını ailesine, bir
kısmını da kendisine ayırırdı. Sonra, kendisine ayırdığı zamanı da kendisiyle insanlar arasında taksim eder
ve genelde böyle yapardı. Onlara karşı birşey
gizlemezdi. Fazilet ehli onun meclisinde etkilenirdi. Onları dindeki faziletlerine
göre ayırırdı. Ve şöyle derdi; "Burada bulunan,
bulunmayana duyursun. Bana ihtiyacını bildiremeyenin ihtiyacını bildirin. Kim,
ihtiyacını bildirmekten çekinen birinin ihtiyacını yetkili yere bildirirse
Allah, kıyamet gününde ayaklarını sabitleşlırir."
Onun yanında bundan başkasından bahsedilmezdi ve bundan başkasından da birşey kabul etmezdi. Zikirsiz ne oturur ne de kalkardı.
İnsanların gelip geçtiği yerleri mekan tutmaz, bundan
nehyederdi. Bir guruba vardığında oradaki mecliste
boş bulduğu yere oturur ve böyle yapılmasını emrederdi. Yanında oturana veya
O'ndan bir ihtiyacım isteyene sab-rederdi.
O'ndan bir ihtiyacını gidermesini isleyeni reddetmez hiç olmazsa güzel sözle
davranırdı. İnsanlar O'nun yanında kendilerini rahat hissederdi, öyle ki, O
onlara baba gibiydi ve onlar da hakta O'nun yanında eşit seviyedeierdi.
O'nun meclisi; haya, sabır, emniyet ve hilm
meclisiydi. Orada sesler yükselmez, hiçbir haram Övülmez, hatalara düşülmez,
kötülüklere kapı aralanmazdı. Orada takva hususunda birbirlerinden üstün sayılırlardı.
Mütevazı olup büyüklere saygı gösterirlerdi. Küçüğe sevgi-şefkat gösterip, ihti-yaçhyla ilgilenirlerdi.
Garipleri korur ve barındırırlardı. Daima müjdeci ve yumuşak davranışlıdı. Katı, ayıplayan, hor gören, küçümseyen biri
değildi. İstemediği birşeye göz yummazdı. Üç şeyi
kendisi için terketmişti: Gösteriş, çokluğa rağbet,
kendini ilgilendirmeyen şeyler. İnsanları da üç şeyi lerkctmeye
sevketmiştir; Hiç kimseyi kötülememek ve ayıplamamak,
kusurlarını ortaya dökmemek. Konuştuğu her hususla sevap umuduyla konuşurdu.
Konuştuğu zaman yanmdakilerin başında bir kuş varmışcasına onlara yumuşak ve dikkatli davranırdı. O
sustuğu zaman yanındakiler konuşurdu. O'nun yanında birbirleriyle çekişmezlcrdi. Yanlarında konuşan birini, konuşmasını
bitirinceye kadar dinlerlerdi. Onların güldüklerine güler, onların
beğendiklerini beğenirdi. Garibe, onun sorusuna ve düşüncesine sabır gösterir
ve "bir İhtiyacının giderilmesini isteyen birini gördüğünüzde onun
ihtiyacını giderin" buyururdu. Karşılıksız yersiz bir övgüyü kabul
etmezdi. Biri konuştuğunda sözünü kesmez, ancak haddi aşınca ya kalkarak veya ikaz ederek onun konuşmasını keserdi.
Susması dört şey hususunda olurdu: Ahlak, uyarı, ikaz ve tefekkür. Uyardığında
insanları dinler ve doğruya yönlendirirdi. Kalıcı şeylerde hatırlatmalarda
bulunurdu. Yumuşaklığı ve sabrı gösterirdi. Birşey
O'nu kızdırmaz ve ürkütmezdi. Dört hususta ikazda bulunurdu. Uyulması için
iyiliği alır, kaçınılması için kötülüğü de terkederdi.
Ümmetine faydalı olan görüşleri beyan ederdi. Onların dünya ve Ahiret saadeti için çalışırdı. Rabbinin risaletini
tebliğ, dinini yayma ve bu uğurda var gücüyle gayret eden, onun ahlakının
yüceliğine uygun olarak salat ve selam onun üzerine
olsun.
Evet. Bu cildi
bitirerek "Çağdaş Tefsirimizin ciltlerini 3 Zilhicce 1382 h. ve 27 Nisan
1963 tarihinde tamamlamış bulunmaktayız.
Dâr-u İhyâ'i-1-Kütübi'l-Arabiyye'nin (İsa el-Babi el-Halebi ve ortaklan) muhterem müdürü Muhammed el-Halebi'ye, bu tefsirin basım ve yayımını üstlenip en kısa
zamanda çıkmasını sağladığı için teşekkür etmeyi bir görev biliyoruz. Tefsirin
basılmasında emeği geçen Şeyh Tahir ez-Zavi'ye ve tefsirin tüm ciltlerinin matbaa hatalarından
arınmış bir şekilde basılmasında emeği geçen diğer tüm çalışanlara da teşekkür
ederiz.
Bu
cildi de, birinci ciltte başladığımız gibi, Allah'ın adını anarak, nimetinden
ve tamamlama başarısını ve gücünü vermesinden dolayı, O'na hamdederek
bitiriyoruz. İnşa-allah yazdıklarımızda doğrudan
ayrılmamışızdır. Yazdıklarımızın doğru olmasını dileriz. Allah'ın bizleri
affedip mağfiret dilemesini, düştüğümüz hata ve yanılmalardan dolayı bizi
bağışlamasını, bu hizmeti kendi kitabı için kabul etmesini, O'nun rızasını umarak,
bundan faydalanılmasını sağlamasını temenni ederiz. Başarıya ulaştıran yardımcı
O'dur. O'ndan başka ne bir güç, ne de bir sığınak vardır. [21]
[1] Bkz. Kur'an'a
Göre Hz. Peygamber'in Hayatı, c. 2, sh. 9
[2] Nisaburi Tefsiri
[3] Bkz. Tac,
IV, 268. Hadisi ayrıca Tİrmizi ve İmam Ahmed de rivayet etmişlerdir.
[4] Kurban bayramının günleri.
[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/441-442.
[6] Bkz. Tabakat,
ibn Sa'd, II, 25-121; III,
166-241; İbn Hişam, IV; Taberi, Tarih, II, 315; Tarihu Cinsi'l-Arabi isimli kitabımız.
[7] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/442-444.
[8] Bkz. Tac,
c. 2, sh. 140-145.
[9] Hz. Peygamber Kuryş'le anlaşması üzerine Kabe'yi H. 7. senede ziyaret
etti. Fakat ziyaret hac mevsimine denk düşmemişti.
[10] Ebubekir'in hanımı.
[11] Bu gariptir. Çünkü Bakar 158 ve 196. ayetlerde umre zikredilmşiti. Umre, kabe'yiziyaret
ve çevresinde tavaftır. Haccın en önemli rüknü ise Arafat'ta vakfedir.
[12] Bkz. et-Tac,
c. 2, sh. 112
[13] Hilafeti sırasında Irak'ta idi.
[14] Zilhicce'nin 8. günü
[15] Arafat'ta karşısında.
[16] Sakalık görevi Abdulmuttalib'in
oğlu Abbas'ın elindeydi. Öyle görünüyor ki, Hz. Peygamber, Müslümanların bu görevi onlar için bir
sünnet olarak telakki etmelirinden çekinmiştir.
[17] İbn Hişam.
IV, 272-277; İbn Sa'd, III,
225-240
[18] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/444-448.
[19] İbn Hişam,
IV, 319-345; Tarihi Taberi, II, 430-444.
[20] İbn Sa'd,
II, 183-188.
[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/448-455.