1- Nüzul Sebebi ve Ayetin Anlamı:
2- Ebû Leheb'e Bu İsmin Veriliş Sebebi:
3- Meydana Gelen Olaylar ve Kader:
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adı İle
Mekke'de indiği
hususunda görüş birliği vardır. Beş âyet-i kerimedir.[1]
1. Ebû Leheb'in iki
eli kurusun. (Kendisi de) helak oldu zaten.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
"Ebû Leheb'in iki
eli kurusun..." buyruğu hakkında -lafız Müslim'e aiı olmak üzere- Buharî
ve Müslim ile başka eserlerde İbn Abbas'üın şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Yakın akrabanı uyar. "(eş-Şuara, 26/214); "Ve aralarından ihlâsa
erdirilmiş taraftarlarını"[2]
buyruğu nazil olunca, Rasûlullah (sav) evinden çıktı ve Safâ'nın üzerine çıktı.
(Savaş ve baskın tehlikesini haber vermek üzere kullanılan): Ya sabâhâh (sabah
baskınına uğradık)! diye seslendi. Onlar: Bu seslenen kira? dediler. Muhammed
diye cevap verdiler. Onun etrafında toplandılar. Şöyle buyurdu: "Ey
filanoğulları, ey filanoğulia-n, ey filan oğullan. Ey Abd-i Menafoğull-arı, ey
Abdo'l-Muttaliboğulları!" Hepsi de onun etrafında toplandılar. Bunun
üzerine şöyle dedi: "Bu dağın arka tarafında karsınıza çıkmak üzere bir
gtub süvarinin bulunduğunu size
haber
verecek olsaydım, ne dersiniz? Benim bu verdiğim haberi tasdik eder
miydiniz?" Onlar: Biz şimdiye kadar senin yalan söylediğini tesbit etmedik,
dediler. Peygamber: "İşte ben şüphesiz son derece çetin bir azabın önünde
sizin için bir uyarıp korkutanım." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb: Helak
olasıca! Sadece bunun için mi bizi topladıa' dedi. Sonra kalkıp gitti. Bu sefer
şu: "Ebû Leheb'tn iki eli kurusun. Helak oldu zaten" diye başlayan bu
sûre nazil oldu. (Hadisi) böylece (rivayet eden) el-A'meş, sûreyi sonuna kadar
okudu.[3]
el-Humeydi ve
başkaları şunu eklemektedir: Ebû Leheb'in karısı kendisi ve kocası hakkında
Kur'ân'dan nazil olan buyrukları işitince beraberinde Ebû Bekir (r.a) ile
Kabe'nin yakınında Mescid-i Haramda oturmakta olan Rasû-lullah (sav)'ın yanına gitti.
Elinde avuç dolusu taş da vardı. Peygamber (sav)'in yanıbaşında durduğu halde
Rasûlullah. (sav)'ı görmesin diye Allah gözlerini perdeledi. Ebû Bekir'den
başkasını görmüyordu. Ey Ebû Bekir, dedi. Bana ulaştığına göre senin arkadaşın
beni lıicvediyoımıış. Allah'a yemin olsun onu bulacak olursam, bu taşlan onun
ağzına atanın. Allah'a yemin ederim ben şair bir kadınım:
"Çok yerilen
birisine karşı geldik. Onun emrinden yüz çevirdik Ve onun dinini terke
ttik."
dedi ve çekip gitti.
Ebû Bekir: Ey Allah'ın
Rasûlü ne dersin? Seni görmedi mi? diye sordu. Peygamber: "Hayır, beni
görmedi. Allah, beni görmesin diye onun gözünü perdeledi" diye buyurdu.[4]
Kureyşliler Rasûlullah
(sav)'ı "yerilen (müzemmem)" diye adlandırıyor ve böylece ona hakaret
etmek istiyorlardı. Peygamber de şöyle buyurdu: "Allah'ın Kureyş'in
vermek istediği eziyetleri benden nasıl çevirdiğine hiç hayret etmiyor
musunuz? Onlar "müzemmem" diye birisini hicvedip ona sövüp
sayıyorlar. Ben ise Muhammed (çokça övülen)'im."[5]
Bir diğer açıklamaya göre;
sûrenin nüzul sebebi Abdurrahman b. Zeyd'in naklettiği üzere şöyledir Ebû Leheb
Peygamber (sav)'a gelip: Ey Muhammedi Sana iman edecek olursam, bana ne
verilecek? dedi Peygamber: "Diğer mü.s-lümanlara verilenlerin gibisi"
diye buyurdu. Ebû Leheb: Benim onlara bir üstünlüğüm olmayacak mı? dedi.
Peygamber: "Nasıl bir şey istiyorsun-1" diye sordu. Ebû L.eheb:
Böyle bir din olmaz olsun. Ben bunlarla birlikte eşit mi olacağım, dedi. Bunun
üzerine onun hakkında yüce Allah: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Helak
oldu zaten" buyruklarını indirdi.
Abdurrahman 1).
Keysan'ın naklettiği üçüncü bir görüş: Peygamber (sav)'ın yanma bir heyet
gelecek olursa, Ebû Leheb onların yanına giderdi. Onlar da Ebû Lebeb'e
Rasûlullah (sav) hakkında soru soruyorlar. Ona: Sen onu bizden daha iyi
tanırsın, diyorlardı. Ebû Leheb onlara şöyle diyordu: O çok yalancı bir
sihirbazdır. Bunun üzerine Peygamberin yanına gitmiyor, geri dönüyor ve onunla
karşılaşmıyorlardı. Yine bir heyet gelmişti. Ebû Leheb aynı şeyleri onlara da
yaptı. Onlar: Hayır onu görüp de, sözlerini dinlemedikçe geri gitmeyeceğiz,
dediler. Bu sefer Ebû Leheb onlara şöyle dedi: Biz hala onu tedavi edip
duruyoruz. O helak olsun, o yok olsun. Rasûlullah (sav)'a bu durum haber
verilince bundan dolayı çokça üzüldü. Yüce Allah, bu se-beble: "Ebû
Leheb'in İkİeJi kurusun..." sûresini indirdi.
Bir diğer görüşe göre
Ebû Leheb, Peygamber (sav)'a bir taş atmak istedi. Yüce Allah onun bu isteğine
engel oldu ve onun bu haline engel olunması dolayısıyla da yüce Allah:
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun, helak oldu zaten" buyruklarını
indirdi.
" (îki eli)
kurusun" buyruğu hüsrana uğrasın, demektir. Bu açıklamayı Katade
yapmıştır. Ziyana uğrasın, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn
Abbas yapmıştır.
Sapıttı, diye de açıklanmıştır
ki, bu da Ata'nın açıklamasıdır.
Helak olsun, anlamında
olduğu da söylenmiştir. Bu da İbn Cübeyrin açıklamasıdır. Yemen b. Riab dedi
ki: Hiçbir hayır elde etmesin demektir.
el-Esmai, Ebû Amr b,
el-Ala'dan naklettiğine göre; Osman -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
öldürülünce insanlar sahibini gömleksizin birisinin şöyle seslendiğini
işittiler:
"Andolsun seni
yalnız bırakıp geri gittiler Ne geriye baktılar, Be de döndüler. Adaklarının
gereğini yerine getirmediler O yaptıkları sebebiyle helak olasıcalar."
Özellikle
"ellerin kurumasından sözedilmesi, çoğu işlerin ellerle yapılmasından
dolayıdır. Yani o eller de hüsrana uğrasın, kendisi de hüsrana uğrasın.
"Eller" ile bizzat kendisinin kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü
bazan kişinin kendisinden "elleri" diye sözedilebiiir. Nitekim yüce
Allah: "Bu senin ellerinin önden gönderdiği sebebiyledir." (el-Hac,
22/10) diye buyurmaktadır. Bundan maksat, bi2Zat kendinin ... demektir.
İşte Arapçanın üslubu,
yolu yordamı budur. Bazan bir şeyin bir kısmını zikreder ve onun tamamını
kasteder. Nitekim: " O kimseye zamanın eli, musibetlerin ve ölümlerin eli
isabet etti" denilirken "bütün bunlar o kimseye isabet etti"
demek olur. Şair de şöyle demiştir:
"Musibetlerin eli
onun üzerine çullanınca,
Yok mu himaye edip
koruyacak olan kimse? diye seslendi."
'(Kendisi de) helak
oldu zaten" buyruğu hakkında el-Ferrâ dedi ki: Birinci "teb (ellerin
kuruması, helak oluş)" (bed)duadır. İkincisi ise haberdir. Nitekim: Allah
onu helak etsin, zaten de helak oldu, demek gibidir. Abdullah b. Ubey'in
kıraatinde ise: "Zaten helak olmuştur'7 şeklindedir.
Ebû Leheb'in adı
Abdu'l-Uzza'dır. Abdu'l-Muttalib'in oğlu olup, Peygamber (sav)'ın amcasıdır.
Karısı el-Avra Um Cemil ise, Ebıı Süfyan b. Harbin kız-kardeşidir. Her ikisi de
Peygamber (sav)'a aşırı derecede düşman idi.
Tarık b. Abdullah
el-Muharibi dedi ki: bizler Zü'1-mecaz panayırında iken bir kimsenin şunları
söylemekte olduğunu duydum: "Ey insanlar! Allah'tan başka hiçbir ilah
yoktur deyiniz, kurtuluşa ereceksiniz." Bir de baktım ki, arkasından bir
adam ona taş atıyor. Bacaklarını ve topuklarını kanatmış olduğu halde şöyle
diyordu: Ey insanlar! Bu bir yalancıdır, bunu tasdik etmeyiniz. Ben: Bu kim?
dedim. Muhammed, dediler, peygamber olduğunu ileri sürüyor. Bu da amcası Ebû
Leheb'dir, o da onun yalancı olduğunu söylüyor.
Ata, İbn Abbas'lan
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ebû Leheb dedi ki: Muhammed sizi büyüledi.
Çünkü bizden herhangi bir kimse bir yaşını bitirmiş bir kuzuyu yiyor ve
büyükçe bir kova süt içiyor yine doymuyor. Oysa Muhammed sizi bir koyun bacağı
ile doyurdu, bir miktar süt içirerek susuzluğunuzu giderdi.
[6]
•Yüce Allah'ın:
"Ebû Leheb" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Ona Leheb
(alev) adının verilişi güzelliğinden ve yüzünün parlaklığından dolayıdır.
Bazıları bunun müşriğe künye verilebileceğine delil olduğunu zannet-mişlerse de
bu kanaat batıldır. Çünkü ilim adamlarına göre yüce Allah'ın ona "Ebû
Leheb (alevin babası)" künyesini verişinin dört sebebi vardır:
1- Onun adı
Abdu'1-Uzza (Uzza'nın kulu) idi. Uzza ise bir puttur. Yüce Allah, Kitabında
hiçbir puta kulluk izafe etmiş değildir.
2- O
isminden çok künyesi ile meşhur olmuştu. Ondan dolayı açıkça künyesi
zikredilmiştir.
3- İsim,
künyeden daha şereflidir. Bu bakımdan yüce Allah, onu daha şerefli olandan
daha aşağı mertebeye indirmiştir. Zira ondan haber vermek kaçınılmaz bir
şeydi. İşte bundan dolayıdır ki yüce Allah, peygamberlere isimleri ile
seslenmiş, onlardan herhangi bir kimseden künyesi ile sözetmemiştir.
İsmin künyeden daha
şerefli olduğunu gösteren hususlardan birisi de şudur: Yüce Allah'a isim
verilir ama künye verilmez. Her ne kadar bu çok açık ve belli olmakla; künye
taşımaktan yüce ve mukaddes olduğundan ötürü künyenin ona nisbeti imkansız
olmakla birlikte böyledir.
4- Yüce
Allah onu cehenneme sokmakla onun mensub olduğu künyenin (manasını)
gerçekleştirmeyi murad etmiştir. Onun nisbetini gerçekleştirmek kendisi adına
seçtiği, uğur kabul ettiği hususu yerine getirmek için o, o ateşin babası
(yani o ateşe atılan) kimse olmasını dilemiştir.
Adı ile künyesinin aym
şey olduğu da söylenmiştir. Onun yakınları ona -yüzünün alev gibi parlaması ve
güzelliğinden ötürü- Ebû Leheb adını veriyorlardı. Onların sevilen ve
hoşlanılmayan hakkında ortak olarak kullanılabilen "Ebû'n-Nur, Ebû'z-Ziya
(nurun babası, aydınlığın babası, nurlu aydın-lıklı)" demelerini
engellemiş ve sadece hoşlanılmayan ve yerilen kimselere mahsus olan "Leheb
(ateş alevi)"e izafe etmelerini sağlamıştır ki, Leheb (alev) ateşin kendisidir.
Daha sonra da ateşi onun karar kılıp yerleşeceği yer kılmak sureti ile de bunu
gerçekleştirmiş olacaktır.
Mücahid, Humeyd, İbn
,Kesir ve İbn Muhaysın "Ebû Leheb" lafzının "he'.sini sakin
olarak; diye okumuşlar; fakat, "Alevli"
lafzının "he" harfinin üstün olduğu hususunda da (kıraat alimleri)
ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü onlar bu hususta âyetlerin sonlarını gözönünde
bulundurmuşlardır[7]
• İbn Abbas dedi ki: Yüce
Allah, Kalemi yaratınca una: Olacak şeyleri yaz dedi. Onun yazdığı şeyler
arasında "Ebû Leheb'in iki eli kurusun" da vardı.
Mansur dedi ki:
el-Hasene yüce Allah'ın; "Ebû Leheb'in iki eli kurusun"
buyruğu hakkında soru
soruldu: Acaba bu da Ummu'l-Kitab'ta var mıydı diye ve acaba Ebû Leheb,
cehennem ateşini isteseydi boylanmayabilir iniydi? el-Hasen şöyle dedi: Allah'a
yemin ederim, orayı isteği ile boylayamaması onun gücünde olan bir şey
değildir. Şüphesiz ki o, Ebû Leheb de, onun anne ve babası da yaratılmadan
önce Allah'ın Kitabında böyle idi. bunu Musa'nın, Adem'e söylediği: "Sen
Allah'ın eliyle yarattığı, kendisine ruhundan üflediği, cennetine
yerleştirdiği, kendisine meleklerini secde ettirdiği Adem'sin. İnsanları zarara
uğrattın, onları cennetten çıkardın" sözüne karşılık Adem'in söyiediği şu
sözler de desteklemektedir: Sen de Allah'ın kelamı İle (kendisi ile konuşmakla)
seçtiği Musa'sın. Sana Tevrat'ı verdi. Sen yüce Allah'ın benim hakkımda gökleri
ve yeri yaratmasından önce yazmış olduğu bir durumdan ölürü mü beni
kınıyorsun? Peygamber (sav) şöyle buyurdu: 'Adem getirdiği delil ile Musa'ya
galib geldi."[8]Bu (rivayet) daha önceden
(Ta-Ha, 20/121. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Hemmâm'ın, Ebû
Hureyre'den naklettiği hadiste Adem, Musa'ya şöyle demiş: "Sen Allah'ın
beni yaratmadan önce Tevrat'ı ne kadar bir süre önce yazdığını biliyor
musun!'" Musa: "İkibin yıl önce" dedi. Adem şöyle dedi:
"Peki sen Tevrat'ta "Adem Rabbinin emrine karşı geldi de
şaşırdı" (Taha, 20/121) buyruğunu da gördün mü?" Musa:
"Evet" dedi. 13u sefer Adem şöyle dedi: "Allah'ın benim
hakkımda işlemeyi ben yaratılmadan ikibin yıl önce yazıp takdir etmiş olduğu
bir işten ötürü beni nasıl kılarsın?" Böylece Adem getirdiği delil ile
Musa'yı yenik düşürdü.[9]
Tavus, İbn Hürmüz ve
el-Arec'in Ebû Hureyre'den rivayetlerinde "...kırk yıl süre ünce,.."
şeklindedir.[10]
2. Malı da,
kazandığı da kendisine fayda vermedi.
Onun topladığı mal,
kazandığı makam ve mevki, Allah'ın azabını kendisinden uzaklaştınnadı. Mücahid
dedi ki: Sahih olduğu ev!at (da bir işe yaramadı.) Çünkü kişinin evlatları da
kendi kazançları arasındadır.
el-Ameş,
"Kazandığı" anlamındaki buyruğu; diye okumuş ve bunu İbn Mestıd'dan rivayet
etmiştir.
Ebû't-Tufayl dedi ki:
Ebû Leheb'in oğullan gelip İbn Abbas'ın huzurunda davalaşlılar. Sonra da
birbirleriyle döğüşlüler. Onlara engel olmak için kalktı, onlardan birisi onu
itti ve yatağın üzerine düştü. İbn Abbas -çocuklarını kastederek-: Şu kötü
kazancı huzurumdan çıkartınız, dedi.
Aişe (r.anha)'dan
rivayete göre Rasûlullah (sav) söyle buyurmuştur; "Kişinin yediği en hoş
şey, onun kazancından yedikleridir ve elbetteki onun evlatları da kazanılan
cümlesindendir." Bu hadisi Ebû Davıtd rivayet etmiştir.[11]
İbn Abbas dedi ki:
Rasûlullah (sav) yakın akrabalarını cehennem ateşi ile korkutup uyarınca Ebû
Leheb: Şayet kardeşimin oğlunun dediği gerçek ise malımı ve çocuklarımı fidye
vererek kendimi kurtarırım, dedi. Bunun üzerine, "Malı da, kazandığı da
kendisine fayda vermedi" buyruğu nazil oldu.
"Fayda
vermedi" buyruğundaki; ...me" edatının nefy olması da mümkündür. (Mealde
olduğu gibi); soru olması da mümkündür. Yani bunun kendisine ne faydası oldu
ki?
İkinci nin; anlamında
(ism-i nıevsul) olması da mümkündür. Fiille beraber mastar manasını vermesi de
mümkündür. Onun malı ve kazandıkları kendisine bir fayda vermedi, demek olur.
(Birinci soru edatı kabul eli-dilirse: Onun malının ve kazandıklarının
kendisine faydası nedir, demek olur.)
[12]
3. Alevli bir ateşi
boylayacaktır o.
Alev alev yanan ateş
demektir.
Buna dair açıklamalar
daha Önceden el-Murselat Sûresi'nde (77/31- âye-tift tefsirinde) geçmiş*
bulunmaktadır.
"Boylayacaktır
o" anlamındaki: buyruğu genel
olarak "ye" harfi üstün olarak okunmuştur.
Ebû Reca ve el-A'meş
ise "ye" harfini ötreli okumuşlardır. Bu kıraati ayrıca Mahbub,
İsmail'den, ü İbn Kesir'den; Hüseyn, Ebû Bekir'den, o Asım'dan da rivayet
ettiği gibi ei-Hasen'den de rivayet edilmiştir. (Ateşe atılacaktır, demek
olur".)
Eşheb el-Ukayli,
Ebû's-Semnial el-Adevi ve Muhammed b. es-Sümeyka' ise "ye"yi ötreli
"sad"ı üstün ve "lam" harfini şeddeli olarak okumuşlardır.
(Bu) okuyuş Allah, onu oraya atacaktır demek olup yüce Allah'ın: "Ve
cehenneme bir atılış" (el-Vakıa, 56/94) buyruğundan (hareketle böyle okunmuş)dur.
Diğeri ise; "Başkasını atmak"tan gelmektedir ki; Allah onu
atacaktır, demektir.
Yüce Allah'ın: "Biz
onu ateşe sokacağız." (en-Nisa, 4/30) buyruğundan dolayı böyle
okumuşlardır. Ancak tercih edilen İlk okuyuştur. Çünkü insanlar onun üzerinde
icma (ittifak) etmişlerdir. Buna da yüce Allah'ın; Kendisi cehenneme girecek
olan müstesna" (es-Saffat, 37/163) buyruğu gerekçe gösterilmiştir.
[13]
4. Karısı
da; odun taşıyıcısı olarak,
"Karısı"
Ummu Cemil "da..."
İbnu'I-Arabi dedi ki:
Um Kabih el-Avra'dır.[14] O
tek gözü kör bir kadın idi.
"Odun taşıyıcısı
olarak" buyruğu hakkında İhn Abbas, Mücahid, Katade ve es-Süddi şöyle
demişlerdir: Bu kadın, insanlar arasında laf götürür geti-rirdi. Araplar birisi
diğerinin aleyhine başkalarını kışkırtacak olursa; Filan kişi filanın aleyhine udun taşır"
derler. Şair de şöyle demiştir:
"Şüphesiz
el-Edremoğullan odun taşıyanlardır
Onlar hem hoşnutluk
zamanında, hem kızgınlık halinde laf alıp götürenlerdir.
Lanet olsun üzerlerine
onların ve beş parasız, çırılçıplak kalsınlar ortada."
Bir bftşka şair de
şöyle demiştir:
"Bir binek
sırtında (binilerek) avlanılmamış beyazlardandır o, Kabile arasında yaş odun
götürüp getirmemiştir."
Şair bununla laf
götürüp getirmediğini kastetmektedir. "Yaş odurTdan sö-zetmesi ise daha
kötü bir şekilde yanan aşırı duman çıkarttığına işaret etmek içindir.
Eksem b. Sayfi
gocuklarına şöyle demiştir: Laf götürüp getirmekten okça sakınınız. O yangın
çıkartan bir ateştir. Şüphesiz laf taşıyıcının bir saatte yaptığını, bir
sihirbaz bir ayda yapamaz. Iiir şair bu anlamdan hareketle şöyle demiştir:
"Şüphesiz laf
taşıyıcılık bir ateştir, sakın ondan hem yakıcıdır Ondan kaç alabildiğince ve
bu işi yapandan uzak dur."
Bundan dolayı: Kin
ateşi sönmez denilmiştir. Peygamber (sav)'den da: "Laf alıp götüren kimse
cennete girmez"[15]dediği
sabit olmuştur. Yine o şöyle buyurmuştur: "İki yüzJü kimse Allah nezdinde
değerli birisi olamaz."[16] Yine
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötülerinden birisine
bir yüzle, diğerlerine bir başka yüzle giden iki yüzlü kişidir.[17]
Ka'b el-Ahbar dedi ki:
İsrailoğulları bir kıtlık musibeti ile karşılaştıhr. Musa (a.s) onları yanına
alıp üç defa yağmur duasına çıktığı halde onlara yağmur yağdırılmadı. Musa:
"İlâhi kullarındır (bunlar)" dedi. Yüce Allah ona: "Ben ne
i'enin, ne de seninle* birlikte olanların duasını kabul ederim. Çünkü onlar
arasında laf götürüp getiren birisi vardır ve o laf taşıyıcılığını ısrarla
yapmaktadır." diye buyurdu. Musa dedi ki: " Rabbim kim o? (Bize
söyle) ki onu aramızdan çıkartalım." Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey
Musa! ben sana laf taşıyıcılığını yasaklarken kendim mi başkasını jurnalleyeyiın?"
(Ka'b) dedi ki: Hep birlikte tevbe ettiler ve bunun üzerine onlara yağmur
yağdırıldı. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).
Laf taşıyıcılık
(nemime, koğuculuk) büyük günahlardandır. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur.
Öyle ki el-Fudayl b. İyad şöyle demiştir: Üç şey vardır ki salih ameii yıkar,
oruçlunun orucunu bozar ve abdesti de bozarlar: Gıybet (çekiştirmek), nemime
(koğuculuk) ve yalan.
Ata b. es-Saib dedi
ki: eş-Şa'bi'ye Peygamber (sav)ın: "Kan döken, laf alıp götüren ve faiz
alıp veren bir tacir cennete girmeyecektir." sözünü hatırlattım; şöyle
dedi: Ey Ebû Amil Yüce Allah laf alıp götüreni katil ve Faiz yiyenle birlikte
mi zikretti? diye sordum eş-Şa'bi: Acaba kanların dökülmesinin, malların talan
edilmesinin, çok büyük kötü işlerin körüklenmesinin, laf alıp götürmekten
başka bir sebebi mi var, dedi.
Katade ve başkaları
şöyle dedi: (Um Cemil) Rasûlullah (sav)'ı fakirliği dolayısıyla ayıplıyordu.
Diğer taraftan mallarının çokluğuna rağmen sırtında odun taşırdı. Çünkü aşırı
derecede cimri idi. Böylelikle cimriliği sebebiyle ayıplanmış olmaktadır.
İbn Zeyd ve ed-Dahhak
dedi ki: O kadın dikenli çalı çırpıları taşır, Peygamber (sav)'ın ve ashabının
gidip geldiği yollara geceleyin bırakırdı. İbn Ab-bas da böyle demiştir.
eı-Rabî dedi ki: Peygamber
(sav) ipek üzerinden geçer gibi o dikenlerin üzerinden geçerdi.
Murnt cl-Ilemdânî dedi
ki: Um Cemil her gün koca bir demet diken getirir. Bunları müslümanların gidip
geldikleri yollara bırakırdı. Bir gün yine bir demet taşırken bitkin düştü ve
dinlenmek üzere bir taşın üzerine oturdu. Melek onu arkasından çekti ve öldü.
Said b. Cübeyr dedi
ki: (Odun taşıyıcılığından maksat) büyük ve küçük günahları taşıyıcı olmasıdır.
Arapların: Filan kişi sırlı üzerinde
odun taşır" tabirlerinden alınmıştır. Bunun (bu açıklamanın) delili, yüce
Allah'ın: "Günahlarını sırtlarına yüklenerek..." (el-En'am, 6/31)
buyruğudur.
Buyruğun, cehennemde
odun taşıyıcısı olacaktır, anlamında olduğu da söylenmiştir. Ancak bu, uzak
bir ihtimaldir.
"Taşıyıcısı"
anlamındaki lafız gene! olarak; şeklinde meı-fû' olarak okunmuştur. Bu
durumda; " Onun karısı" anlamındaki lafız, mübtedadır. "Boynunda
hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu Jıalde"(4. âyet) anlamındaki buyruk
da "taşıyıcısı" lafzmdaki zamirden hal konumunda bir cümle yahutta
ikinci bir haber olur.[18]
Yahut "odun taşıyıcısı" lafzı "karısı" lafzının sıfatı
olur. Haber de; "boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu
halde" (4. âyet) anlamındaki buyruk olur. Buna göre " Alevli"
(3. âyet) lafzı üzerinde vakıf yapılır.
"Karısı da"
buyruğunun, "boylayacaktır o" anlamındaki zamirin üzerine atfedilmesi
mümkündür. Bu durumda "alevli" anlamındaki lafız üzerinde vakıf
yapılmaz. Buna karşılık "karısı da" anlamındaki lafız üzerinde vakıf
yapılır. "Odun taşıyıcısı olarak" anlamındaki lafız hazfedilmiş bir
mübtedanın haberi olur.
Asım; "Odun
taşıyıcısı olarak" anlamındaki lafzı yergi olmak üzere nasb ile
okumuştur. Sanki bu yönüyle meşhur olmuş gibidir. O bakımdan tahsis için değil,
yerilmek için bu sıfatı zikredilmiş olur. Yüce Allah'ın: "Lanete
uğramışlar olarak. Nerede ele geçirilirler-se..."(el-Ahzab, 33/61)
buyruğunda olduğu gibi.
Bu lafızları Ebû
Kılabe: "Odun taşıyan olarak" diye okumuştur.
[19]
5- (Hem de)
boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.
"Boynunda"
demektir. Şair İmruu'l-Kays şöyle demiştir:
"Ve bir boyun ki,
apak ceylanların boynu gibi; hiç de çirkin değildir Onu kaldırıp uzattığında;
üstelik zînetsiz de değildir,"
"Hurma lifinden
bükülmüş bir ip" buyruğunduk i "mesed", lif demektir. Nabiğa
şöyle demiştir:
"Alabildiğine
şişman, loplop etine dolgun Hurma lifinin çıkardığı gıcırtı gibi ses çıkartır.'
Bir başka şair de
şöyle demiştir:
"Ey hurma lifinin
ipi, sığın başkasına benden
Eğer sen yumuşak ve
nazik birisi isen, şüphesiz ben
istediğim şekilde
saçına ak düşmüş, ama gücünü kaybetmemiş birisiyim ben."
bu ip, hazan deve
köselesinden yahut kıllarından da yapılabilir. Şair şöyie demiştir:
"Ve dişi
develer(in derisin)den iyice bükülmüş bir ip ki; Bu develer koca ve yaşlı
develerden de değildir, derileri henüz sertleşmemiş dört yaşına girmiş
develerden de değildir."
Boyun, gerdan"
lafzının çoğulu " Hurma lifinden ip'' lafzının çoğulu da; diye gelir.
Ebû Ubeyde dedi ki:
Bu, yünden yapılan bir halattır. el-Hasen dedi ki: Bunlar Yemen'de yetişen ve
el-mesed adı verilen bir ağaçtan yapılan halatlardı. Bunlar bükülerek
yapılırdı.
ed-Dahhak ve başkaları
da şöyle demiştir: Bu, dünyadaki bir durumdur. Çünkü Ebû Leheb'in karısı
Peygamber (sav)'ı fakirlikle ayıplıyor, kendisi ise boynuna liften taktığı bir
halat ile odun taşıyordu. Yüce Allah, onu bu ipiyle boğdu ve onun canını aldı.
Ahirette ise bu, cehennem ateşinden bir halat olacaktır,
İbn Abbas, Ebû
Salih'in rivayetine göre şöyle demiştir: "Boynunda hurma lifinden
bükülmüş bir ip olduğu halde." Uzunluğu yetmiş arşın gelecek bir zincir
bulunduğu halde, demektir. Mücahid ve Urve b. ez-Zübeyr de böyle demiştir: Bu
zincir ağzından girecek, alt tarafından çıkacak ve geri kalan bölümleri de
boynuna dolanacaktır.
Katade dedi ki:
"Hurma lifinden bükülmüş bir İp" denizden çıkan boncuklardan
yapılmış irili, ufaklı boncuklardan bir gerdanlık demektir. Şair şöyle
demiştir:
"Aklı ise
boncukları emen küçük bir çocuk aklı gibidir."
Mısraın son
kelimesinin çoğulu: diye gelir.
el-Hasen dedi ki: Onun
boynunda boncuklar vardı. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Boynunda mücevherden
oldukça değerli bir gerdanlık vardı ve şöyle demişti: Lat ve Uzza'ya yemin
ederim ki, bu gerdanlığı Muhammed'in düşmanlığı uğrunda harcıyacağım. Bu,
kıyamet gününde onun boynunda bir azab olacaktır.
Şöyle de
açıklanmıştır: Bu onun ilahi yardıma mazhar olmayacağına bir işarettir. Yani o,
hakkında geçmiş bedbahtlık hükmü sebebiyle iman etmekten alıkonulmuş ve
bağlanmıştır. Tıpkı boynunda hurma lifinden bir ip bulunarak bağlanmış
kimsenin hali gibi.
" Bükmek'1 demektir.
İpini, halatını iyice büktü' anlammdadır. Şair şüyie demiştir;
"Onun üst
tarafındaki (sırtındaki) etleri iyice birbirine geçirir ve pekiştirir."
Şair şunu demek
istiyor; O otlar bu eşeğin sırtını güçlendirip, pekiştirir.
"Hilkati güçlü ve
sağlam bir binek" tabiri yaratılışı itibariyle güçlü ve kuvvetli olan
hayvan hakkında kullanılır. Şair şöyle demiştir:
"O bir ip {halat)
ki dişi develer(in köselesin)den bükülmüştür
Pek beyaz olmayan
fakat asil ve eti birbirine geçmiş develer
Bunlar yaşlı da değildir,
derisi güçlenmemiş dört yaşındaki develer de değildir."
(İkinci mısra) şöyle
de rivayet edilmektedir;
"Zayıf da
değildir onlar, etleri birbirine geçmiştir."
el-Ferra dedi ki; Bu
(ikinci mısranın son lafzı) merfûdur ve şiir mukfe'dir (kafiye kelimelerinin
irabı farklıdır). Çünkü şair burada: " Aksine onların etleri birbirine
geçmiştir" demek istemektedir. Mübteda olarak bu lafzı merfû kabul
etmiştir.
(Yine el-Ferra) diyor ki: Şairin: "Onlar
zayıf da değildirler, etleri birbirine de geçmiş değildir" demek istemiş
olmasına imkan yoktur. Tıpkı: " Ben babası ayakta duran bir adamın
yanından geçtim" derken (son kelimeyi) mecrur okumak caiz olmadığı gibi.
Başkası ise şöyle
demiştir: Burada: "Giden" demektir. O şöyle demiş gibidir-: Onlar
etleri zayıf kimseler de değildirler. Daha sonra "giden" lafzını da
zayıf kimselere atfetmiş (...ve gitmiyorlar da, demek istemiş)
Hilkati güçlü ve
sağlam adam" demektir.
"Hilkati güçlü ve
sağlam ve güzel cariye" demektir. "Fi'âl" vezninde; ise 'in bir söyleyiş şeklidir. Bu da yağ ve
balın konulduğu tulum demektir. Bütün bu açıklamaları el-Cev-heri yapmıştır.
Buna itiraz edilerek
şöyle denilmiştir: Eğer onun odun taşıdığı ipi bu ise peki bu pasil ateşte
kalacaktır. Bu itiraza şöyle cevab verilmiştir: Yandıkça onu tekrar yenilemeye
azi2 ve celil olan Allah elbetteki kadirdir. Ebû Leheb'in ve karısının ateşte
kalıcılığı ise onların ölüm halleri de dahil olmak üzere küfür üzere kalmaları
şartına bağlıdır. Her ikisi de kâfir olarak öldüklerinden ötürü onlar hakkında
verilen haber doğru çıkmış olmaktadır. O halde bu, Peygamber (sav) için bir
mucizedir.
Yüce Allah, karısının
ipi ile boğulmasını takdir etmiştir. Ebû Leheb'in de (mü'minterin annesi
Meymune'nin kızkardeşi olan) Um el-Fadi'ın kendisini yaralaması sonucu Bedir
vakasından yedi gün sonra abese diye bilmen bir yara ile ölmesini sağlamıştır.
Şöyle ki; el-Haysuman Mekke'ye Bedir'in sonucunu haber vermek üzere gelince,
Ebû Leheb ona: Bana insanların durumunu bildir, dedi. el-Haysuman: Olur dedi.
Allah'a yemin ederim. Bizler onlarla karşılaşır karşılaşmaz hemen onlara
kollarımızı uzaüverdik, onlar da silahlarını istedikleri gibi indiriyorlardı.
Bununla birlikte ben insanlara dokunamadım. Ablak atlar üzerinde beyaz
birtakım adamlarla karşılaştık. Allah'a yemin ederim ki bizi hiç
bırakmıyorlardı. -Hiçbir şey bırakmıyorlardı demek istiyor.- Ebû Rafı dedi ki:
Ben Abbas'ın bir kölesi idim. Zemzem suffasında çömlek yontuyordum. Yanımda da
Um el-Fadl oturuyordu. Gelen haber bizi sevindirmişti. Bunun için odanın
örtüsünü kaldırıp, Allah'a yemin ederim İşte onlar meleklerdir, dedim. Ebû
Leheb elini kaldırıp yüzüme oldukça şiddetli bir tokat indirdi. Ben de ona
karşı geldim fakat zayıf birisi idim. Beni kaldırıp yere yıktı, göğsüme oturup
beni döğmeğe başladı. Um el-Fadl ise odadan bir direk kapıp geldi ve: Efendisi
yanında yok diye onu zayıf buldun öyle mi? diyor ve direkle başına vuruyordu.
Başında büyükçe bir yara açtı.
Zelil bir şekilde
ayaklarını sürüyerek kalkıp gitti. Sonra Allah onu adese hastalığına mübtda
kıldı ve sonunda öldü. Üç gün defnedilmeksizin urtada kaldı, sonunda kokuştu.
Daha sonra çocukları onu su ile yıkadılar, fakat adese mikrobu kendilerine
bulaşır diye üzerine suyu uzaktan döküyorlardı. Ku-reyşliler taundan
sakındıkları gibi bu hastalıktan yakınırlardı. Sonra onu Mekke'nin üst tarafına
doğru taşıdılar. Bir duvara onu dayandırıp, üzerine [aşlar dizip üstünü
kapattılar.
[20]
(Tebbet Sûresi burada
sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/437.
[2] Nevevi diyor ki: 'İbarenin zahirinden anlaşıldığına
K"re "ihlâsa erdirilmiş taraftarlarını" ifadesi, indirilmiş
Kuranı bir ifade iken sonrada n nesh edilmiştir." (Şerku Müslim, 111, «2;
ayrıca bk. İtin Harer, Fetku'l-Bâri, VI», 502 ve 737 >
[3] Buhûrî, IV, 1902; Müslim, I, 193.
[4] Hu meydi, Müsned, I, 153-154; Hâkim, Müstedrek, II,
393; Ebu Yala, Müsııed, I, H3
[5] Buhârî, III, 1299; Müsned, II. 30>9.
[6] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/437-441..
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/441-442.
[8] DBuAdrî, III, 1251, IV, 1764, VI, 2439, 2730; Müslim,
IV, 2042, 2043, 2044; Tirmizi, IV, 444; Ebu Davud, IV, 226; İbn Maet, I, 31;
Muvatta, II, H98; Müsned, II, 164. 2H7, 392,
398...
[9] Müslim, IV, 2044'te Hemmâm'ın daha fince
zikrediltrnleıiııki gibi rivayet ettiğini kaydetmekte olup Kurtubî'nin bundan
sonra değindiği rivuyete atıfla bulunmaktadır.
[10] Müslim, IV, 2043.
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/442-443.
[11] Ebu Davud, III, 2HH; Nesâi, VII, 240, 241;
İbn Mace, II, 723; Müsned, VI, 31, M, 127, 191
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/443.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/444.
[14] Cemil" güzel, "Kehih" çirkin,
"Avra" tek gözü kor katlın demektir
[15] Müslim, 1. 101; Müsned, V, 391, 396. 399, 406.
[16] Kaynağım te.spil edemedik
[17] Buharı, VI, 2626; Müslim, 2011; Muvatta, II, 99 il
Müsned, 11. 307,
[18]
Meal, biraz sonra gelecek Âsim kıraatine daha uygundur. Bazı nüansları
gtızönünde bulundurmadan genelin kıraatine uygun olarak buyrukların meali
şöylece verilebilir: "Onun karısı ise -br>ynıınc!a hurma lifinden
bükülmüş bir ip bulunduğu hakle- odun taşıyandır "
[19] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/444-447.
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/448-452.