FELÂK SÛRESİ 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 3

Peygamber (A.S.) Efendimize Sihir (Büyü) Yapılmış Mıdır?. 3

Sihir Ve Büyü. 5

Felak'ın Rabbına Sığınmak. 5

Cenâb-ı Hakkın Yarattığı Şeylerden Yine Ona Sığınmak. 6

Felak Süresi’yle Nas Süresi Arasındaki Münasebet; 7

 


FELÂK SÛRESİ

 

Tabiîn'den el-Hasan, İkrime ve Câbir'e göre : Mekke'de; İbn Abbas (R.A.)dan yapılan bir rivayete ve Katade'ye göre: Medine'de inmiştir.[1]

İniş sebebine bakılınca, sûrenin Medine'de indiği ağırlık kazanıyor.

Allâme Zemahşerî'nin tesbitine göre: Fil Sûresi'nden sonra inmiş­tir. [2]

Ahmed, Bezzar, Taberânî ve İbn Merduye'nin çeşitli tariklerden yap­tıkları rivayete göre : İbn Mes'ûd (R.A.) kendi mushafindan Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i silmiş ve «Kur'ân'dan olmayan sözleri ona karıştır­mayın. Zira bu iki teavvüz Allah'ın Kitabından değildir. Peygamber (A.S.) Efendimiz bu,ikisiyle şer ve kötülüklerden Allah'a sığınmayı emretmiştir» diyerek kendisi de bunları âyet niyetiyle okumaz ve o niyetle okunmasını tavsiye etmezdi.. [3]

Ancak ünlü muhaddis Hafız Ebû Bekir Bezzar diyor ki: «Bu konuda ashab-ı kiramdan hiç biri İbn Mes'ûd'a (R.A.) uymamış, onun bu konudaki görüşünü tasvip etmemiştir.» [4]

Aynı zamanda en sahîh rivayetlerle, Resûlüllah'ın (A.S.) bu iki sûreyi namazda okuduğu sabit olmuştur ki, reddi mümkün değildir. Böylece son iki sûrenin Kur'ân'dan olduğuna dair ashabın icmâı vardır.

Nitekim Müslim, Tirmizî, Nesâî ve diğer birkaç muhaddisin yaptığı sahîh rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Bu gece bana birkaç âyet indirildi ki onların bir benzerini görmüş değilim : Kul eûzü bi-Rabbi'l-felâk (sûresi) ile, Kul eûzü bi-Rabbi'n-nâs (sûresi)dir[5]

Birinci âyetinde sabahın, karanlığı yarıp çıkan aydınlığı konu edilmek­te ve bu mânaya delâlet eden «felâk», sûreye isim olmaktadır.

Âyet sayısı : 5

Kelime » : 20

Harf : 47[6]

 

Meali:

 

1-5-De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığıyla ortalığa çö­ken gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen falcı ve büyücülerin şerrinden, hased ettiğinde hasedçinin şerrinden, karanlığı ayırıp sabahın aydınlığını çıkaran Rabba sığınırım,

 

İniş Sebebi

 

Urve b. Zübeyr'in (R.A.) yaptığı rivayete göre, Hz. Aişe (R.A.) şöyle demiştir:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e sihir (büyü) yapılmıştı. O kadar ki, Resûlüllah'ın (A.S.) (bazan) yapmadığı bir şeyi yaptığını tahayyül ettiği oluyordu. Bir gün benim yanımda bulunduğu sırada Allah'a yapılması uy­gun olan duayı yaptıktan sonra şöyle buyurdu : «Anladın ı.ıı ya Aişe!? Cenâb-ı Hak bir husus hakkında sormak istediğimi bana bildirdi.» Ben de Ona : «Allah'ın bildirdiği nedir?» diye sorduğumda, buyurdu ki: «İki me­lek bana geldi..» ve olayı bütün detayıyla anlattı.» [7]

Olayın detayı ise şöyledir:

«İki adam (melek) gelip biri başucumda, diğeri ayakucumda durdu. Biri diğerine sordu : «Bu kişiyi rahatsız edip ıstırap veren nedir?» Diğeri cevap verdi: «Sinirlenmiş (büyülenmiş)tir.» Ötekisi tekrar sordu : «Kim Onun aleyhine büyü yapmıştır?» Diğeri şu cevabı verdi: «Lebîd b. el-A'sam adında Benî Züreyk Kabilesi'nden bir yahudi..» Ötekisi yine sordu : «Nasıl sihir (büyü) yapmış?» «Diğeri cevap verdi: «Tarak ve tarağa takılıp ka­lan kılların kuru hurma kapçığı içine yerleştirilmesi suretiyle..» Ötekisi yi­ne sordu : «O yapılan sihir (büyü) nereye konmuştur? «Diğeri cevap ver­di : «Zervan Kuyusu'ndadır.» (Diğer bir rivayete göre. Benî Züreyk Ku-yusu'ndadır, denilmiştir).

Bunun üzerine Resûiüllah (A.S,) Efendimiz, ashabından bazı kişilerle birlikte o kuyuya gitti ve kuyuya baktı. Kuyunun üstünde bir hurma ağa­cı bulunuyordu. Sonra Resûiüllah (A.S.) Hz. Aişe'ye (R.A.) döndü ve şöy­le buyurdu : «O kuyunun suyu kına suyuna benziyordu; hurması da şey­tanların başı gibiydi.»

Hz. Aişe (R.A.) devamla diyor ki; Resûlüllah'a (A.S.) şöyle dedim :

«Ya Resûlellah! O sihri oradan çıkartsaydın ya..» Bunun üzerine Re­sûiüllah (A.S.) şöyle buyurdu : «Onu çıkartacak olursam, insanlara o yüz­den bir kötülük dokunmasından endişe ederim...»

Zeyd. b. Erkam (R.A.)den yapılan rivayete göre: Yahudilerden bir adam Hz. Peygamber'e (A.S.) sihir yapmış ve sihir olarak hazırladığı şeyi düğüm düğüm yapıp bir kuyuya atmıştı. Bunun üzerine Resûiüllah (A.S.) Efendimiz, Ali b. Ebî Tâlib'i (R.A.) gönderdi. O da yapılan düğümlü sihri o kuyudan çıkartıp Resûlüllah'a (A.S.) getirdi. Düğümler çözüldükçe Pey­gamber (A.S.) hafifledi ve neşesi yerine geldi. Ama O, bu olayı Yahudiye anmadı ve onun yüzünü de hiç görmek istemedi.»

Buna benzer bir, iki rivayet daha vardır ki, hepsi de aynı konuyu farklı anlatımlarıyla yansıtıyor.

O sebeple Muavvezeteyn (Muavvızeteyn) sûreleri inmiştir.» [8]

 

İlgili Hadîsler

 

Müslim'in Ukbe b. Âmir (R.A.)den yaptığı rivayete göre; Resûiüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu ki: «Baksanıza, bugece öyle âyetler indi ki on­ların bir benzeri görülmemiştir: Kul Eûzü bi-Rabbi'l-Felâk ve Kul Eûzü bi-Rabbi'n-Nâs..» [9]

Ahmed b. Han bel'in Ukbe b. Âmir'den yaptığı rivayette, adı geçen di­yor ki:

«Resûiüllah (A.S.)ın bindiği devenin yularını tutup giderken bana şöy­le buyurdu : «Ya Ukbe! Binmez misin?» Ben de, günah olur endişesiyle binmek istemedim. Ama Resûiüllah (A.S.) indi ve ben de (ister-istemez) az bir süre bindim. Sonra yine Resûiüllah (A.S.) Efendimiz bindi ve şöyle buyurdu: «Ya Ukbe! Sana insanların okuduğu iki hayırlı sûre öğreteyim mi?» Ben de «Evet Ya Resûlellah!» dedim. Bunun üzerine Resûiüllah (A.S.), Kul Eûzü bi-Rabbi'l-Felâk ile Kul Eûzü bi-Rabbi'n-Nâs sûrelerini okudu.» [10]

Yine Ukbe b. Âmir (R.A.) diyor ki:

«Resûiüllah (A.S.) Efendimiz her namazın arkasından Muavvezeteyn'i okumamı emretti.» [11]

Nesâî'nin Ebû Abdillah b. Abis el-Cühenî (R.A.)den yaptığı rivayette, adı geçen diyor ki: «Resûiüllah (A.S.) Efendimiz bana: «Ey Âbis'in oğlu! İnsanların teavvuz ettiğinin en üstün olanını sana haber vereyim mi?» Ben de : «Evet Ya Resûlellah!» dedim. Buyurdu ki: «Kul Eûzü bi-Rabbi'l-Felâk ve Kul Eûzü bi-Rabbi'n-Nâs.. İşte bu iki sûre.» [12]

İbn Merduye'nin Ümmu Seleme (R.A.) d an yaptığı rivayete göre, Re­sûiüllah (A.S.) şöyle buyurdu; «Allah yanında sûrelerin en üstünü, Kul Eûzü bi-Rabbi'l-Felâk ve Kul Eûzü bi-Rabbi'n-Nâs'dır[13]

İmam Mâllk'in İbn Şihab'dan, o da Urve'den, o da Âişe (R.A.)dan yap­tığı rivayete göre: Resûiüllah (A.S.) Efendimiz (az da olsa) bir ağrı ve sızıdan müşteki olunca, Muavvezeteyn'i okuyup kendi üzerine uf I erdi.» [14]

 

Peygamber (A.S.) Efendimize Sihir (Büyü) Yapılmış Mıdır?

 

Muavvezeteyn'in iniş sebebinde naklettiğimiz sahîh hadîslerden böyle bir olayın meydana geldiği anlaşılıyor. Olay, birçok râvi, siyeroi ve muhad-dis tarafından nakil ve rivayet edilmiştir. Rivayetlerin çoğunun zayıf veya mevzu olduğunu isbat eden olmamışsa da «haber-i ahad» niteliğinde ol­dukları kesindir. Sonra aynı olay ve konuyla ilgili olup çeşitli tariklerden yapılan rivayetlerin çokluğu dikkate alınarak bunun meşhur veya müteva-tir derecesine ulaştığı da iddia edilemez. Çünkü rivayetler arasında hem ifade, hem de olayın mahiyetini işleme farkı vardır. Bu da yapılan sihir (büyü) olayının ne derece Resûlüllah'ı (A.S.) etkilediğini kesin hatlarıyla ortaya koymamakta ve birtakım şüphelerin doğmasına sebep olmaktadır.

Şüphesiz Resûlüliah (A.S.) Efendimiz Allah'ın en sevgili kulu ve en son pegamberidir. Allah'tan aldığı emirleri,, inen âyet ve sûreleri aynen tebliğ etmiş, en küçük bir ilâve veya noksanlıktan kaçınarak Allah Ke-lâmı'nı bütün safiyet ve tazeliğiyle korumuştur. Bunda hiç şüphe yoktur. Çünkü mevcut delil ve belgelerin çokluğu, her türlü şüphe ve tereddüdü reddedecek kuvvet ve mahiyettedir.

Böylece dinî konularda Resûiüllah'ın (A.S.) yanılması, yanlış tebliğde bulunması söz konusu olamaz. Zira Cenâb-ı Hak, Onun bu yönü hakkında şu açıklamayı yaparak aksine bir düşünce ve iddiaya yer bırakmamıştır: «Arkadaşınız (Muhammed) ne sapıttı, ne*de azıttı. O, kendi hevesine de uyarak söz söylemez. O (Kur'ân) ancak Ona vahyolunan bir vahiydir.»[15]

Dünya işlerinde ise, kendi peygamberlik mertebesine göre, fahiş bir yanılma ve hatâ sadîr olmasa bile, bazı konularda az-çok yanılması söz konusu olabilir. Çünkü O da bir insandır. Namazda yanılması, hurma ağaç­larını aşılamada isabetli denmiyeçek bilgi vermesi bu cümledendir.

O halde Hz. Aişe (R.A.) hadîsinde belirtildiği üzere, Peygamber (A.S.) Efendimiz'in yapmadığı bir şeyi yaptığını; işlemediği bir işi işlediğini ta­hayyül etmesi, eğer doğru ve kesinse, bütünüyle dünya işleriyle ilgilidir. Hem Kadı lyaz'ın dediği gibi: Yapılan sihir (büyü) Onun dış organlarıyla ve biraz da sinir sistemiyle ilgilidir. Öyle ki, sihir Onun dış organları ve sathî olarak sinirleri üzerinde birtakım olumsuz tesir bırakmış olabilir. Kal­bi ve aklı hiçbir zaman asıl ölçü ve kudretini kaybetmemiş ve sihrin te­sir alanının dışında kalmıştır. [16]

Diğer önemli bir husus da şudur: Resûlüliah (A.S.) Efendimiz'in si­nirlendiği hakkındaki rivayetlerin hepsi böyle bir olayın meydana geldi­ğinde birleşiyor; ancak detayında farklılık arzediyor. Şöyle  ki:

a) Aişe (R.A.) ile İbn Abbas (R.A.) rivayetinde, Resûlüllah'a (A.S.) hiz­met eden bir yahudi gulâm (erkek çocuk, delikanlı, köle, hizmetçi) vasıtasıyla O'nun tarağının ve tarağa takılıp kalan birkaç kılının, büyücü yahudi-ye verildiği belirtilmektedir.

b) Yalnız Aişe (R.A.)nın diğer bir rivayetinde ise, bu husustan söz edilmemekte, sadece Resûiüllah'ın (A.S.) sihir edildiğine ve o yüzden bazı şeyleri tahayyül ettiğine yer verilerek iki meleğin Peygamber'e (A.S.) gel­diği ve böylece onların yapılan sihrin hangi kuyuya atıldığı hakkında bilgi verdikleri; Peygamber (A.S.) in o kuyunun başına kadar gidip sihri (büyüyü) oradan çıkarmadığı kaydediliyor ve öylece CenâbHakk'ın Ona şifâ ver­diğine değiniliyor.

c) Zeyd b. Erkam (R.A.)dan yapılan rivayette, Resûiüllah'ın (A.S.) bir yahudi tarafından sinirlendiği ve o sebeple Melek Cebrail'in gelip haber vermesi üzerine, Resûiüllah'ın (A.S.) Hz. Ali'yi o kuyuya gönderdiği ve ya­pılıp kuyuya atılan büyüyü çıkartıp getirttiği, büyü üzerindeki düğümlerden her birinin çözülmesiyle Resûiüllah'ın (A.S.) hafiflediği belirtilmektedir.

d) Diğer bir rivayette, Hz. Ali ile birlikte birkaç kişinin de gittiği konu edilmekte ve büyü üzerinde onbir düğüm bulunduğuna değinilmektedir.

e) Nesâî'nin rivayetinde ise, o büyünün sözü edilen kuyuda bir kaya­nın altına yerleştirildiği ve üzerinde onbir düğüm bulunduğu açıklanmak­tadır.

Buna benzer birkaç rivayette de az farklı beyânlara yer verildiğini görmekteyiz.

Konuya bu açıdan bakınca, az yukarıda da değindiğimiz gibi, bir si­hir (büyü) dayının ortada olduğu ağırlık kazanırken, tesiri ve bulunup or­taya çıkarılması hakkında rivayetler arasında bir birlik yoktur. O bakımdan olayın detayı şüphe arzetmekte, kesin bir ifade kullanmamıza imkân ver­memektedir.

O halde Resûlüliah (A.S.) Efendimizle ilgili bir sihir (büyü) olayı vakidir; ancak bunun Onda fazla bir tesir meydana getirdiği söylenemez.

Olayı meleğin haber vermesine gelince : Allah'a dosdoğru inanmayan ve dinin esaslarını kavrayamayan bazı sapık kişiler tarafından, insan ru­hu ve duygusu veya sinir sistemi üzerinde olumsuz tesir meydana getir­mek için sihir ve büyüye baş vurulduğu bildirilmekte ve buna karşı en koruyucu âyetin Muavvezeteyn olduğu haber verilmektedir.

Konunun diğer önemli yanlarından biri de, Kur'ân-ı Kerîm'de tevatür derecesindeki beyânla, müşriklerin, Hz. Muhammed (A.S.) hakkında «si­nirlenmiş, büyülenmiş» iddialarının kesinlikle reddedilmesidir. Zâriyat süresi 52. âyetle, gönderilen her peygamber hakkında inkarcı müşriklerin «sâhir» ve «mecnûn» sözünü kullandıkları bildirilerek, peygamberlerin si­hirbaz ve aklî dengelerinin bozuk olmadığı kesinlik arzeden bir anlatımla belirtiliyor. Resûlüilah (A.S.) Efendimiz hakkında da «sâhir», «meshûr» ve «mecnûn» gibi yakışıksız sözlerin kullanıldığını da görüyoruz. [17]

Resûlüllah'ın (A.S.) büyülendiğini haber veren hadîsleri aynen kabul edecek olursak Kur'ân'da belirtilip reddedilen iddiaların doğruluğunu ka­bul etmiş olmaz mıyız? Hayır.. Çünkü iki konu arasında fark vardır.

Ancak burada beş yorum karşımıza çıkmaktadır:

1- Hadîs ve rivayetlere göre, Resûlüilah (A.S.) Efendimiz bir yahudi tarafından sinirlenmiş ve az da oisa bunun tesiri altında kalmış; sonra da Muavvezeteyn sûrelerinin inmesiyle sihir ve büyünün tesiri sıfıra düşü­rülmüştür.

2- Konuyla ilgili hadîsler ve rivayetler hem «haber-i ahâd» olarak bu­lunuyor, hem de olayın detayında birbirinden ayrılıyor. Konu her yönüyle itikadî bir anlam taşıdığından bu gibi hadîsler ve rivayetler delil ve hüc­cet olarak alınabilir mi? Bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri ol­muştur.

3- Âyetlerle açık biçimde reddedilen «meshûr» ve «mecnûn» sıfat­ları, olumsuzluk yönüyle Resûlüilah (A.S.) Efendimiz hakkında devamlılık arzetmektedir. Hadîslerde belirtileni ise, gelip geçici bir sihir ve büyüdür ki, Resûlüllah'ın (A.S.) ruhu, kalbi ve aklı üzerinde en küçük bir tesir oluş­turmamış; sadece dış organları ve sinir sistemi üzerinde az bir tesir mey­dana getirmiştir.

4- Felâk Sûresi'nin Mekke'de indiğini söyleyen güvenilir üc ilim ada­mı bulunuyor. Sözü edilen olayın ise Medine'de meydana geldiğine göre, bu sûrenin o olayla ilgili olarak indiği söylenebilir mi? Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde olayla alâkalı hadîslerle ihticacın doğru olmayacağı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hadîsler üzerinde daha ciddi araştırma yapılması gerekmez mi?

5- Felâk Sûresi'nin Medine'de indiğini söyleyen Katade'ye ve bir ri­vayette İbn Abbas'a (R.A.) göre olayla sûre arasında bağlantı kurmak müm­kündür. Ancak Mekke'de indiğini söyleyenler çoğunluktadır. O bakımdan üçüncü maddedeki yorumu tercîh söz konusudur.

Buna bir altınca madde daha ilâve edersek, şu âyet üzerinde dur­mamızın çok yararlı olacağını söyleyebiliriz. Şöyle ki:

«Ey Peygamber! Rabbından sana indi­rileni tebliğ et; eğer etmezsen; (Rabbının sana verdiği) peygamberliği teb­liğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur ve şüphesiz ki Allah kâ­firleri amaçlarına eriştirmez» mealindeki Mâide Sûresi 67. âyetle, Resûlül­lah'ın (A.S.) insanlardan korunduğu ve korunacağı açıklanmaktadır. An­cak hangi hususlarda ve ne durumlarda korunacaktır? İlk akla gelen, pey­gamberlik görevini aksatacak hertürlü saldın ve dengesizlikten korunaca­ğıdır. Nitekim 23 yıllık risâlet dönemi tam şuur, tam idrâk ve tam denge içinde geçmiştir. Bunda hiç şüphe yoktur. O halde bunun dışında cere­yan eden sözlü saldırı, yaralama, ekonomik ablukaya alınma ve benzeri tecavüzlerden korunmadığı gibi, zahiri yönü, yani bedeni ve sinir siste­mi üzerinde kısmen olumsuz tesir yapan sihir ve büyüden de tamamıyla korunmadığı söylenebilir. Ancak sihir ve büyünün tesirinden korunması için Muavvezeteyn sûreleri indirilmiştir. Çünkü Resûlüilah (A.S.) Efendi­miz melek değil insandır. Her insan gibi bazı şeylerden müteessir olması caiz ve mümkündür. Uhud Savaşı'nda yara alıp dişinin kırılması, yürür­ken ayağının kayması, bazan baş ağrısı hissetmesi bu cümledendir.

Konuyu özetliyecek olursak şu sonucu ortaya koyabiliriz : Bir yahudi tarafından yapılan sihir (büyü)den Resûlüilah (A.S.) Efendimiz zahirî yö­nüyle az müteessir olmuştur. Ancak bu Onun risâlet görevini lâyıkıyla yü­rütmesine asla tesir etmediği gibi ruhu, kalbi, idrâki ve aklı üzerinde de olumsuz hiçbir tesir meydana getirmemiştir.

Muavvezeteyn'in Mekke'de indiği kabul edilirse, Resûlüllah'a (A.S.) sihir ve büyü yapıldığıyla alâkalı hadîsler ve rivayetlerin «haber-i ahâd» olduğunu dikkate alarak onlarla ihticac edilmemesinin daha uygun ola­cağı bir çıkış yolu olarak söylenebilir. Ancak bu da tartışma konusu ol­maktan kurtulamaz.[18]

 

Sihir Ve Büyü

 

Bakara Sûresi 102. âyetin tefsirinde sihir ve mu'cize üzerinde durmuş ve aydınlatıcı bilgi vermiş bulunuyoruz. Burada ise, sihir ve büyü üzerinde durmak istiyoruz. Zira Resûlüllah'a (A.S.} yapılan sihir, gerçek anlamda bir sihir midir, yoksa büyü müdür? İslâm ilim adamları «sihr»in üç manaya delâlet ettiğini belirtmişlerdir:

1- Birtakım tahayyüllerdir ki, hakikati yoktur.O bakımdan sihre,«gözbağcılık» ve «gözboyacılık» da denilmiştir. Nitekim A'raf Sûresi 116. âyette şöyle buyurulmaktadır: «(Musa onlara): «Önce siz atıverin» dedi. Bunun üzerine onlar hünerlerini ortaya atıverince, halkın gözlerini büyü-lediler ve onları hayli korkuttular da büyük bir sihir sergilediler.»

Âyette Arapça olarak «Seharû a'yüne'nâs» buyurulmuştur ki, bu bir bakıma gözbağcılık ve gözboyacılık anlamına da gelmektedir.

2- Cin ve şeytanlarla ilgi kurup onların yardımıyla birtakım geçici harikulade olaylar ortaya koyup sergilemektir.

3- Küfür olduğunu bile bile benimseyip birtakım afsunlarda bulun­mak suretiyle bir süre eşyanın şeklini ve hareketini değiştirmektir. Fir'avn'ın sihirbazlarının ellerindeki urgan ve sopaları halkın gözünde yılana çevir­meleri bu cümledendir. [19]

Büyü, bazı yöntemler kullanılarak ruh ve beden üzerinde geçici, arızî birtakım olumsuz tesir bırakmak anlamına gelir. Bu yöntem cinlerle irti­bat kurmak şeklindeyse, bir bakıma sihirle birleşir. Onun için Kur'ân ve hadîste «sihir» kelimesi anılarak bu kavramın yer aldığı konuya göre yo­rumlanabileceğine işaret edilmiştir.

Kur'ân'da Musa Peygamber'e (A.S.) karşı çıkartılan sihirbazlardan açık ve net biçimde söz edildiğinden, «sihir» denilen bir yöntemin mevcut ol­duğu kesinlik kazanıyor. Nitekim günümüzde de gerek el çabukluğuyla, gerekse gözbağcılık ve gözboyacılıkla sihir sürdürülmekte ve herkes ta­rafından bunun gerçek olmadığı, sadece halkın gözüne öyle yansıdığı bi­linmektedir.

Sihir ve büyü konusu bilimsel açıdan yeterince ele alınmış değildir. Ancak bazı yöntemlerle insan ruhu ve duygusu üzerinde olumsuz tesirler icra edildiği kabul edilmektedir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimize yönelik yapılan sihir ve büyü şekil İve muh­teva bakımından çok farklı rivayetlerle nakledildiğinden ortada bir ola­yın olduğu kabul edilse bile, onun şekli ve neticesi şöyle veya böyledir demek pek isabetli olmaz.[20]

 

Felak'ın Rabbına Sığınmak

 

«Felâk», birden fazla mânaya delâlet eden bir kelimedir. Eshab-ı Ki­ram ve Tabiîn'in bu hususta farklı yorum ve tesbitleri olmuştur. Onları

şöyle özetliyebiliriz:

a) Câbir b. Abdillah'a (R.A.) göre : Sabahın aydınlığıdır. Bu da fecr-i sâdık'ın doğmasıyla birlikte karanlık yarılmakta ve doğu ufkunda yatay ola­rak aydınlık belirmektedir.

b) İbn Cerîr ve İbn Merduye'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre : Bu kelimeyle bütün insanlar kasdedilmektedir.

c) Amr b. Anbese'ye (R.A.) göre: Cehennem'de bir kuyunun adıdır. O bakımdan bu konuda Resûlüllah'ın (A.S.) bir açıklaması söz konusudur ki, yine aynı sahabî onu rivayet etmiştir.

d) Ukbe b. Âmir'e göre, cehennem'de bir kapının adıdır. [21]

e) Kelbî'ye göre : Cehennem'de bir vadinin adıdır.

f) İbn Ömer'e (R.A.) göre : Cehennem'de bir ağacın adıdır.

Bu yorumların en sahîh ve tercihe lâyık olanı, (a) maddesidir. Zira Hz. Aişe'nin (R.A.) vahyin ilk dönemini anlatırken «misle felâki's-sübhi» cüm­lesini kullandığını ve bunun «sabahın ilk aydınlığı» manâsına geldiğini görüyoruz.

Nitekim İbn Abbas (R.A.) diyor ki: «Araplar, «Bu, sabahın felâk..*dan daha açıktır» derler ki, bununla sabahın ilk yatay aydınlığını kasdederler[22]

 

Cenâb-ı Hakkın Yarattığı Şeylerden Yine Ona Sığınmak

 

Burada uslûb-i ilâhî olarak, genellemeden sonra özellemeye geçilmiş ve yaratılanlar arasında daha çok şu üç şeyden sakınıp ilâhî kudret ve inayete sığınmamız emredilmiştir:

1- Gecenin karanlığından,

2- Düğümlere üfleyen falcı ve büyücülerden,

3- Haset duygusu kabardığı zaman hasetçiden..

Toplumu ve aileyi en çok tedirgin sden olayların çoğu bu üçünden kaynaklanır. Gecenin karanlığı çökünce fırsatçı soysuzlar, baskın yapmak isteyen düşmanlar, çapulou hırsızlar ortaya çıkar da karanlıktan yarar­lanarak birtakım gayr-i meşru yollara saparlar.

Günümüzde medenî geçinen Amerika'da geceleyin elektriklerin bir, iki saat kesilmesiyle nasıl bir yağmacılığın başladığını duymayan kalmadı. Kalp ve kafalarına Allah ve Âhiret korkusu enjekte edilmeyip nefsanî duy­gularıyla başbaşa bırakılan insanların her fırsatı kendi lehlerine değer­lendireceklerinde şüphe yoktur.

Falcılık, üfürükçülük ve büyücülüğü sanat haline getirip bunları ge­çim vasıtası olarak kullanan ve böylece saf insanları, dinî bilgisi az, genel kültürü çok zayıf olanları aldatıp sömüren ve bu yolla yaptığı hayalî tel­kinlerle bazı kimseleri zan ve şüphe altında tutanlar da toplumun bir ayrı baş belâsı ve yüz karasıdırtar.

Bu konuda uzmanlaşan falcı ve büyücünün insanın sinir sistemi ve ba-zan da ruhî yapısı üzerinde birtakım olumsuz tesirleri olabilir. Allah'ın yük­sek kudretine sığınıp O'nun âyetlerini, özellikle de Muavvezeteyn sûreleri­ni okumak en tesirli yöntemdir.

İslâm Dini, fert, aile ve toplumu bu gibi parazitlerin şerrinden koru­mak için birçok maddî ve manevî müeyyideler koymuştur. En azından, ga­ipten haber veren kimseye baş vurmayı, ona inanmayı, haram kılıp büyük günahlardan saymış ve inanarak onlara gidip dedikleriyle amel edenin Al­lah'tan ve peygamberinden ilgisinin kesileceğini; ona doğru gidip de amel etmeyenin namazının kırk gün kabul olunmayacağını haber vermiştir. Bu­na karşılık ruhî depresyon geçiren, stres içinde dengesini kaybeden Müs­lümanlara, hiçbir maddî kazanç ve çıkar beklemeksizin sırf Allah rızası için şifâ âyetlerinden okumak yasaklanmamıştır. Zira gerek Resûlüllah'ın (A.S.) gerekse ashabının bu yola ve çareye de baş vurdukları sahîh rivayetler­le sabit olmuştur.

Haset (kıskançlık), gıpta sınırını aştığı takdirde bir iç maraz halini alır ve tedavisi çok zor olur. O bakımdan İslâm, gıptayı meşru sayarken hasedi haram kılmıştır. İlimde ve ahlâkta kendimizden üstün olanlara; dün­yalık konusunda bizden aşağıda olanlara bakmamızı ısrarla tavsiye eder­ken birtakım manevî müeyyideleri de birlikte ortaya koymuştur. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Sizden biriniz (mal ve dünyalıkça) kendisinden yukarı (üstün) olana bakmasın; ama kendisinden aşağı olana baksın.» [23]

«Sizden biriniz kendisinden malca ve hıikatça (fiziksel yapıca) üstün kılınan kimseye baktığı zaman, hemen arkasından bu hususta kendisinden aşağı seviyede olana baksın.» [24]

«(Mal ve dünyalıkça) sizden aşağı olana bakın, sizden yukarı (üs­tün) olana bakmayın.» [25]

Vekab : Birden fazla manâya delâlet eder. o bakımdan müfessirlerin yorum ve tesbitleri farklı olmuştur. Şöyle ki:

a) Gece ve gecenin ilk karanlığı,

b) Gasak, gece; vekab, onun girmesi,

c) Gasak, gece; vekab onun karanlığının devam etmesi,

d) Gecenin soğuk havasının başlaması,

e) Güneş ve batması,

f) Ay'ın tutulması demektir.

Bunlardan (a) ve (b) maddesindeki yorumlar ağırlık kazanmıştır. Böy­lece bütün serlerden ve özellikle sözü edilen üç şeyden, tedbir alıp Al­lah'a sığınmak, mü'mine Rabbısı tarafından güven ve şifa havası estirir. Sonra da bu gibi hallerde Allah'ın mübarek is|rn ve sıfatının anılmasıyla serler defolur.

Bu sûrenin de tefsîrini bize müyesser kıları CenâbHakk'a hamd ol sun. Her türlü şer ve kötülükten, dengesizlik ve azgınlıktan O'na sığınır rahmet ve inayetini dileriz. Muavvezeteyn süreleriyle bize korunma yo ve yöntemini açıklayan Resûlüllah (A.S.) Efendimize ve Onun âl ve asha bina salât-ü selâmlar olsun.[26]

 

Felak Süresi’yle Nas Süresi Arasındaki Münasebet;

 

Bu iki sûre birbirini tamamlamakta ve teavvüz konusunda her ikisi d' manevî destek ve kalkan olmaktadır.[27]

 



[1] Tefsîr-i Kurtubî : 20/251 

[2] Tefsirü'l-Keşşaf:  4/820

[3] Şevkanî/Fethülkadîr: 5/518

[4] Şevkanî/Fethülkadîr: 5/518

[5] Müslim, Tirmizi, Nesai, İstiaze: 1; Daremi, Fezail-i Kur’an: 25.

[6] Lübabu't-te'vll: 4/428

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7081-7082.

[7] Buharî/bed'-i halk:  11, cizye:  14, tıb:   49,  50, daâvat:   58-  Ahmed: 6/50, 96

[8] Buhari /tıb:47-Ahmed:4/367-6/57,63,96-Nesai/tahrim:20-Ebü’l –Hasan Nisaburi/Esbabü’n-Nüzül:310

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7083-7084.

[9] Ebû Dâvud/fezâil-i Kur'ân : 25

[10] Ebû Dâvud/vitir :  19- Nesâî/istiâze :1

[11] Ebû Dâvud/vitir : 26

[12] Ahmed :  3/417 - 4/144, 153

[13] Şevkanî/Fethülkadîr :  5/518

[14] İmam Mâlik/Muvatta' - Taberânî/ayn : 10- Ahmed : 6/104   124   166   181 256, 263

[15] Necm Sûresi:  3, 4

[16] Bilgi için bak : LÜbabu't-te'vII fî-Maani't-Tenzîl: 4/429

[17] Bilgi için bak:  îsrâ Sûresi:  47, Furkan Sûresi:  8, Şuârâ Sûresi: 153 185- âyetin tefsiri

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7085-7089.

[19] Geniş bilgi için bak: Firuzabâdî/Kamus tercümesi: Sihir maddesi

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7089-7090.

[21] Bilgi için bak :  Şevkanî/Fethülkadîr :  5/521

[22] el-Câmi'u U-Ahkâmi'1-Kur'ân:  20/254

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7090-7091.

[23] Müsned-i Ahmed: 2/243

[24] Müsned-i Ahmed: 2/314

[25] Tirmizî/kıyâmet: 58- İbn Mâce/zühd : 9- Ahmed: 2/234, 482

[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7091-7093.

[27] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7093.