Birinci ayetindeki nas kelimesinden dolayı Nas
suresi olarak anılmıştır: "De ki: Sığınırım insanların Rabbine." Nas
kelimesi bu surede beş defa tekrar edilmiştir. Önceki sure ile beraber
inmiştir. Medine'de inmiştir de denmekle birlikte çoğunluğa göre Mekke
döneminde inmiştir. Bu görüşler daha önce belirtilmişti. İlişkisi önceki surede
geçmişti.
Kur'an'm son süresidir. Kur'an-ı Kerim, Allah'tan
yardım ve O'na hamd olan Fatiha suresi ile başladı ve yine Allah'a sığınma olan
Muav-vizeteyn ile bitti.
[1]
Muavizeteynlerin ikincisi olan sure, Allah'a
sığınmayı, İblis ve onun insanları vesveseleri ile aldatan ordusunun şerrinden,
Melik, Hak İlâh olan insanların Rabbine dayanmayı ihtiva eder.
Felak ve İhlâs süreleriyle Rasulullah (s.a.)'ın,
Yahudinin sihrinden sığındığını görmüştük. Şöyle de denmiştir: Muavvizeteyne
Mükaşkışetân, yani nifaktan temizleyen, denirdi.
Tirmizi, Ukbe b. Amir'den rivayet etmişti: Peygamber
(s.a.) şöyle buyurdular: 'Allah bana misli görülmemiş ayetler indirdi: Nas
suresi ve Felak suresi."[2]
1- De ki: "Sığınırını insanların Rabbine,
2- İnsanların malikine,
3- İnsanların ilâhına,
4-O sinsi şeytanın şerrinden,
5- Ki o,
insanların göğüslerine daima vesvese
verendir.
6- Gerek cinden, gerek insandan."
"Sığınırım insanların Rabbine." Bu cümle
ve devamındaki izafet teşrif, tekrim ve sığınma içindir. Rab insanlara izafe
edilmiştir. Çünkü sığınma, göğüslere vesvese verendendir. Kölenin sıkıştığında
efendisine sığındığı gibi, insanlar da Rablerine sığınmışlardır. Ebu Hayyan:
Zahir olan, "insanların maliki" ve "insanların ilâhı"
deyimlerinin Rabb'in sıfatları olduğudur, demiştir. Zemahşeri ise: Rabbe atf-ı
beyandır. Rab melik olmayabilir, melik de ilâh (ma'bud) olmayabilir.
"İnsan" lafzının tekrarı ona verilen önemi
göstermektedir.
"Cin" ile "insan" arasında tezat
vardır.
Ayet sonları ses bakımından etkileyici bir ahenge
sahiptir.[3]
"Sığınırım insanların Rabbine" Onları
terbiye eden, işlerini görene sığınır, himayesini isterim. Beyzavi diyor ki:
Önceki surede sığınma insan ve diğerlerini kuşatan bedeni zararlardandı. Burada
ise, beşeri kimliği ilgilendiren ve bilhassa onda bulunanların zararından
sığmıldığı için orada umumileştirilmiş olan izafet burada insanlara özel
tutuldu. Sanki şöyle denmiştir: İnsanlara vesvese verenin şerrinden onların
iplerini elinde tutana, kulluklarına müstahak olana sığınırım.
"insanların malikine, İnsanların ilâhına."
Allah Tealâ'nın sığınılmanın tam yeri ve ona kadir, engellenemez olduğuna
delâlet eden iki sıfattır. "Gerek cinden, gerek insandan" Vesvese
verenin açıklamasıdır. Cin. Allah'tan başkasının mahiyetini bilmediği gizli
yaratıklardır.
[4]
"De ki: "Sığınırım insanların Rabbine,
İnsanların malikine, İnsanların ilâhına." Ey Peygamber! De ki: Allah'a
sığınır, O'ndan yardım dilerim; insanları inayeti ve gözetmesi ile kollayan,
yaratıcıları, işlerinin müdebbiri ve durumlarının düzelticisi... tam bir mülk
ve kesin otorite kendisinin olana. İnsanların ibadet ettiği ma'bud ilâh da
O'dur.
Allah Tealâ için burada üç sıfat vardır: Rububiyet, meliklik ve uluhiyet. O herşeyin Rabbi, meliki, ilâhıdır. Bütün eşya O'nun yaratığıdır, O'nun mülkündedir, O'na kuldur. Rububiyeti önce söylemesi, sığınmaya münasip olmasındandır. O, muhafaza, himaye ve gözetme nimetini ihtiva etmektedir. Sonra malik olmayı zikretti. Zira sığınan, malikinden başka yardımcı ve kurtarıcı bulamaz. Sonra da şükre ve sadece O'na ibadete müstahak olduğunu beyan için ulûhiyeti zikretti. "İnsan" lafzının tekrarı ona verilen önemi ifade eder. Bütün mahlukâtm Rabbi olduğu halde "insanların Rabbi" demiştir.
"O sinsi şeytanın şerrinden" Vesveseci,
çok sinsi ve Allah'ın zikri ile uzaklaşan şeytanın şerrinden Allah'a sığınır ve
dayanırım. İnsan Allah Tealâ'yı zikredince şeytan gizlenir. Allah
zikredilmezse, kalbe yerleşir. İb-ni Abbas bu ayet hakkında: Şeytan Ademoğlunun
kalbine çömelmiştir; dalıp gaflet edince vesvese verir. Allah zikredildiğinde
siner, dedi.
Allah Tealâ O'nun korudukları müstesna, mücahede,
fitne ve imtihan için şeytanı insanlara musallat etmiştir. Sahih bir hadiste
denildi ki: "Sizden kimse yoktur ki beraberine birisi bulunmamış
olsun." Sen de mi ey Allah'ın elçisi? dendi. "Evet. Ancak Allah, ona
karşı bana yardım etti de o müslüman oldu. Bana hayırdan başka bir şey telkin
etmez." demiştir.
Buhari ve Müslim'de Enes'ten, Safiyye'nin Peygamber
(s.a.)'i ziyareti kıssasında rivayet edildi: Rasulullah (s.a.) itikafta idi.
Gece, evine göndermek için onunla beraber çıktı. Ensardan iki kişi onu
gördüler. Peygamber (s.a.)'i görünce hızlandılar. Peygamber (s.a.) "Yavaş
olun. O, (mahremim) Safiyye b. Huyay'dır." dedi. "Sübhanellah! Ya
Rasulallah?" (Hiçbir şüphe aklımızdan geçmedi) dediler. Buyurdu ki:
"Şeytan Ademoğlunun kan damarlarında dolaşır. Ben kalbinize bir şey (bir
rivayette: şer) sokmasından çekindim, buyurdu."
Hafız Ebu Ya'la, Enes b. Malik'ten rivayet etti:
Rasulullah (s.a.) buyurdular ki: "Şeytan çenesini Ademoğlunun kalbi
üzerine koyar; Allah'ı zikrederse siner, unutursa kalbini kapar. İşte
"sinsi şeytanın vesvesesi" budur." İmam Ahmed, Rasulullah
(s.a.)'m beraberindeki durumu anlatan Ebi Temime'den rivayet ediyor:
"Peygamber'in (s.a.) eşeği tökezledi. Şeytanın uğursuzluğu, dedim.
Peygamber: "Öyle deme. Şeytanın uğursuzluğu dersen, büyüklenir ve gücümle
onu yendim, der. Ama "Bismillah" dersen bir sinek haline gelinceye
kadar küçülür." Bunda da, kalpte Allah anıldıkça şeytan küçülüp mağlup
olmakta, Allah anılmadıkça da büyüyüp galip gelmekte olduğuna delil vardır.
Bunun ardından vesvese yerini beyan etti:
"Ki o, insanların göğüslerine daima vesvese
verendir." O kötü ve şer düşünceleri kalplere sokandır. Göğüs demesi,
kalbin göğüste bulunmasm-dandır.
Bundan sonra Allah Tealâ vesvese verenlerin
cinlerden ve insanlardan olduğunu söyleyerek:
"Gerek cinden, gerek insandan" O vesvese
veren, ya cinlerin şeytanıdır ki, insanların göğüslerine vesvese verir; ya da,
insanların şeytanıdır ki, onun insanların göğüslerine vesvese vermesi,
kendisini müşfik bir Öğüt veren olarak gösterip, nasihat süsü ile ortaya attığı
sözünü göğse sokarak, cinlerden olan şeytanın vesvesesine av olarak
hazırlamakla olur. Bu ise, gösteriyor ki vesvese, cinden de olabilir, insandan
da. Nitekim ayette şöyle buyurulmaktadır: "Biz her peygambere de insan ve
cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için,
yaldızlı birtakım söz telkin eder." (En'am, 6/112). Yani, düşmanlık kahren
ve cebri değildir. Allah'ın onlara verdiği seçme kudreti iledir. Kimi şeytanın
aldatmasına teslimiyeti seçerken, kimi de düşmanlığına ve vesvesesine karşı
uyanık olur.
[5]
Allah Tealâ bu surede, bize rahmet olarak insanların
ve cinlerin şeytanlarından sığınmanın keyfiyetini öğretip üç sıfatı:
Rububiyet, malik olma ve ulûhiyeti ile kendisine sığmanı şeytanın serleri ve
zararlarından dünya ve ahirette himaye ettiğini anlattı.
Bütün mahlukâtm Rabbi olduğu halde "insanların
Rabbi" olduğunu zikretmesi iki nedenledir:
Birincisi: İnsanlar çok önemli, çok büyük
varlıklardır. Fakat yine de bir Rabbe muhtaçtırlar.
İkincisi: İnsanların şerrinden sığınmayı emrettiğine
göre, insanı anmakla, onlardan koruyanın da O olduğunu bildirdi.[6]
Sonra da, insanlara onların her ne kadar melikleri varsa da, gerçek meliki
olduğunu beyan için mülk ve uluhiyet sıfatlarını zikretti. Onların ilâhı ve
ma'bududur. O'ndan başka ma'budları yoktur. Başka varlıklara değil, O'na
sığınılması, O'ndan yardım istenmesi zorunludur.
Sure vesvesecinin ya cinlerin şeytanı ya da
insanların şeytanı olacağını açıkladı. Hasan: Ya cin şeytanıdır ki, insanların
göğüslerine vesvese verir, ya da insanların şeytanıdır ki, aleni gelir, dedi.
Katade de: Cinlerden şeytanlar vardır. İnsanlardan da şeytanlar vardır;
insanların ve cinlerin şeytanlarından Allah'a sığın, demiştir
Felak suresinde kendisine sığınılanın bir sıfatla
zikredildiği (Sabahın Rabbi), kaçınılan şeyin de üç sınıf afet olduğu (gece,
üfürenler ve hasetçi) olduğunu hatırlatıyoruz. Bu surede ise kendisine
sığınılan üç sıfatla zikrediliyor: Rab, melik, ilâh. Kaçınılan ise bir
afettir: Vesvese. Farklılığın sebebi: Birinci surede istenen nefis ve bedenin
selâmetidir. Bu surede ise, dinin selâmetidir. Az da olsa dine zarar, dünyevi
zarardan önemlidir.
Evet... Bu, hem naklî hem de aklî birikimi kapsayan,
beyanın çeşitlerini ve Kur'an'm hükümlerini toplayan tefsiri bitirmeyi
lütfeden Allah Te-alâ'ya şükür secdesine kapanıyorum. Bu, günümüze hitap eden
bir tefsirdir. Hicri 1408 yılı Zilkade ayının 13. mübarek pazartesi günü sabah
saat tam sekizdeelli altı yaşında iken bitti. Bu önemli görev için uzun yıllar,
çoluk çocuğu bırakarak Arap Emirlikleri'ne (Ayn'a) göç ettim. Rabbim azze ve
celle'nin kelâmının azametine gömülmüştüm. İman üzerine imanım arttı.
İlk eserimi, 1932 yılında doğduğum şehir, Dimaşk
yakınlarındaki Dir Atiye'de yazdım. O da, 1962 yılında yazdığım Asaru'l-Harb
adlı eserdir. Ardından telif ve araştırmalarım geldi. Otuzdan fazla olan telif
ve araştırmalarımın çoğunu, Riyad, Dimaşk ve Ayn'da yazdım. Allahım! Sana
şükür ve hamd olsun. Bu tefsirdeki bütün harflerini yüce rızan için kıl.
Onlarla ahi-rette benim cismimden ve ruhumdan her parçayı, derimi, tüyümü,
kemiğimi, etimi, kulağımı, gözümü, beynimi ve kanımı ateşinden azat et. Beni,
selâmet ile cennete koy.
Sübhanekellahumme! Sana övgüler dizecek değilim. Sen
kendini övdüğün gibisin. Allahım! Ey Bütün latiflerin üzerindeki Latif!
İşlerimde arzu ettiğim gibi bana lütufta bulun. Dünyam ve ahiretimde beni
hoşnut et. Beni, anne babamı, bütün müslümanları mağfiret et.
[7]
İslâmm temel esaslarından birisi de, yüce Kur'an'ın
şu İslâm Üm-meti'ne indirilmesi ile; içindeki inanç ve uygulamaya yönelik
prensiplerin, ahlâki öğütlerin hepsi ile amel edilmesinin kastedilmiş
olduğudur. Erkek ve kadın müslümana sadece bir okuma veya ibadet, bereket
maksadı ile tilâveti yeterli olmaz. Bilakis içindekilerden istifade
edilmelidir. O bütün insanlığa inmiş, mükemmel bir dindir.
Akademik çevrelerde yaygın olan görüş, müfessirlerin
metod farklılıkları ve her tefsirin diğerlerinde bulunmayan yönleri ile eski
bir tefsirin diğerlerini gereksiz yapmayacağıdır. Biri akaiddedir, diğeri de
ahkâma aittir. Bir başkası da hadislere ve rivayetlere çokça yer vermiş, öbürü
de akıl zemininde tevile veya tabiî bilimlere yer vermiştir. Hepsi birbirini
tamamlıyor. Ancak, son asırda her müslümanm bütün bu tefsirleri edinmesi zordur.
Bir de kimi zaman anlaşılma zorluğu da vardır. Bazı tefsirlerin meseleleri
uzatmaları ve konu dışına taşmaları da bir başka zorluk. Ayetleri, -bir defada
anlaşılabilmesi için- bütün konuları ile kapsayan bir tefsirin eksikliği
duyulmaktadır. Bu durumda surenin muhtevasının ve bölümlerinin bağlantısının
anlaşılması ya da, kastedilen konunun öğrenilmesinin zorluğu söz konusudur.
Zamanımızda vasat bir kültüre sahip birisinin
güvenebileceği en güzel tefsir hangisidir, sorusu yaygındır. Doğru bir cevap
bulmakta zorlanabilir bu soruya muhatap olan kişi. Eski tefsirlerde metod
zorluğu, yenilerde de aksaklıklar veya bazı ekol görüşlerini destekleme
eğilimi, kimi zaman da çağdaş eğilimlere cevap vermek için aşırı görüşler, tevil
ve tuhaflıkta uç noktalara kayma vardır.
Bunun için, mutedil, kapsamlı bir tefsirin yazılması
zorunlu hale gelmiştir. Bu tefsir muhtelif tefsirlerin özelliklerini
toplamalı, okuyup inceleyenlere ayet-i kerimelerin anlaşılmasını
kolaylaştırman ve zaruri olan her bilgiyi kuşatmalıdır. Akaid, ibadet, ahkam,
âdab, ahlâk ve hayatın önemli alanlarında Kur'an'm makasadını
gerçekleştirmelidir. Kur'an'ı Kur'an ile, sahih sünnet ve sabit siret ile
tefsir etmelidir. İşte bu kitapta yaptığım budur. Aynı zamanda ayetlerden
çıkarılan muhtelif ahkâmı açıklamayı da amaç edindim.
Bazı kardeşlerim bu gayeyi gerçekleştirmem için bana ısrar etmişlerdi. Önce durakladım. Sonra Allah, yoğun bir çalışma ve uzun bir zaman isteyen bu çalışma için göğsümü genişletti. Ve nakil ve akıl taraftarlarının metodlarına göre, Kur'an okuyan herkesin yolunu aydınlatan, Kur'an ahkamını toplayan bu kapsamlı tefsiri yazdım. Kolay, açık bir ibare, akıcı ve net bir üslûp, parçadan bütüne doğru ilerleyen bir programla bu tefsiri kaleme aldım. Allah Tealâ'ya hamdolsun. Kelime ve ibarelerin açıklamaları, irab ve belagata önem verenler için öz bilgiyi ortaya koyuyor. Nüzul sebeplerinin, ayetler ve süreler arası ilişkinin, Kur"an kıssalarının ve ayet grupları arasında açıklamanın yapılması bilgi ve ilim için orta halli bir malumat veriyor. Akaid, ahlâk, amel, ayetlerden çıkarılan amelî hükümleri ihtiva eden "Fıkh-ı Ekber" manasında hayat hükümlerinin (bu bölümler "Ayetlerden Çıkan Hüküm ve Hikmetler" başlığı ile çevrilmiştir.) açıklanması da, orta halli veya kapsamlı, uzun bilgi isteyenlerin isteğine cevap veriyor.
Bu üç kademeli planı yürütebilmek için, ihtiyacı
karşılama kastı ve geçen yerlere dönme ihtiyacı olmadan konuyu anlatabilmek
için bazı bilgi tekrarları bulunmaktadır.
Kaynaklara gelince: Ön sözde onları belirtmiştim. Yine tekrar edeyim ki ben, eski ve yeni yazılmış tefsirlerin çoğuna müracaat etim. Asar ve ma'kulü beraberce, esbab-ı nüzulde, kimi düzeltme ve tercih konusunda müfessirlerin imamı İbni Cerir et-Taberi'den başladım. Sonra da, Zemahşeri'nin Keşşaf’ına, Ebu Hayyan et-Tevhidi'nin el-Bahru'l-Muhiti'ne, en-Nazzam el-A'rac'ın Garâibu'l-Kur'an'ma; dil bilgisi ve ince manalarda, bağlantılarda Beyzavi, Nesefi, Ebussuud ve Celâleyn'e; akaid, ilahiyat, kevniyat, ahlâk ve bazı hükümler, ayet ve surelerin ilişkileri, nüzul sebeplerinde de Razi'nin tefsiri et-Tefsiru'l-Kebir'e dayandım. Nüzul sebeplerini açıklarken Vahidi en-Nisaburi'nin "Esbabu'n-Nüzulü ve Süyuti'nin "Esbabu'n-Nüzul"üne de müracaat ettim.
Ayrıca, fıkhi hükümlerde İmam Kurtubi'nin tefsirine,
İbnü'l-Arabi'nin Ahkâmu'l-Kur'an'ına, Cassas'ın Ahkamu'l-Kur'an'ma dayandım.
Hem bu konularda hem de diğerlerinde Hafız İbni Kesir'in tefsirine, Şevkâni'nin
Fethu'l-Kadir'ine, İbni Cüzey'in et-Teshil li Ulumi't-Tenzil'ine, ayetlerin manaları
ve sahih hadis ve haberlerle desteklenmesi için müracaat ettim. Bazı bilgileri
de Hazin ve Beğavi tefsirlerinden topladım.
Bazı durularda da, yeni müfessirlerin güzel ve
yararlı cümlelerini kullandım: Kasimi'nin Mehasinu't-Te'vil'i, Tefsiru'l-Meraği,
Fi Zilali'l-Kur'an... Allah hepsine rahmet etsin. Müslümanlar adına onlara en
güzel ihsanlarda bulunsun.
Nüzul sebeplerinde ve diğer konularda zayıf rivayet
ve hadislerden, peygamberlerin ismeti ve vahyin selâmetini koruma ilkesi ile
uyuşmayan İsrailiyattan kaçındım.
İ'rabta ana kaynağım, Ebu'l-Berekat b. el-Enbari'nin
el-Beyan fi İ'rabi'l-KwJan'ı oldu. Belagatta da genelde kaynağım Şeyh Muhammed
Ali as-Sabuni'nin Safvetü't-Tefasifi oldu. Kısas-ı Enbiya'da ise, dikkatli
olmakla beraber üstad Abdülvehhab en-Neccar'ın Kısasu'l-Enbiya'sma dayandım.
Olaylar, savaş bilgileri, Siret'te ise dayanağım
İbni Hişam ve İbni İshak4m Siret'i, İbni Kesirdin el-Bidaye ve'n-Nihaye'si ve
eski veya yeni yazılmış olan meşhur siyer kitapları oldu.
Üniversite köşelerinde çeyrek asırdan fazla, İslâm
Fıkhı ve Usulü, Hadis, Allah'ın Kitab'mı tefsirde ve diğer ilimlerde geçirdiğim
uzun telif hayatı, tecrübe ve birikimlerime dayanarak diyebilirim ki: Akide,
Kur'an olmadan ne sahih olur ne de insan nefsinde sonuç verir. Bir müslümanm
tavırları da ancak Allah'ın kitabını anlamakla düzgün olabilir. Kişi Kur'an'dan
sonra sadece nebevi hadislerle ve onun ruhani füyuzatı ile tatmin olabilir.
Müslümanın ameli de ancak fıkıhta belirtilmiş olan şer"i ahkamla sahih
olabilir. Akıl ve düşünce hatadan masum tutulamaz. Din ahkamı da ancak usul-ı
fıkıh ile oturabilir.
Şimdi, her yerdeki, yönetici ve yönetilen
müslümanlara Tirmizi ve Daremi'nin Emiru'l-Müminin Ali (r.a.)'den merfu olarak
rivayet ettiği şu hadisten daha güzel bir hediye bulamıyorum: "Yüce
Allah'ın kitabı: Onda sizden öncekilerin bilgisi, sizden sonrakilerin haberi
vardır. Aranızda hakemdir. Ciddidir, şakası yoktur. İnadına onu terkedeni Allah
kahreder. Ondan başka bir yerde hidayet arayanı Allah sapıttırır. O Allah'ın
sağlam ipidir. Açık nurudur. Hakim zikridir. O sırat-ı müstakimdir. O kendisi
ile arzuların kaymadığı, dillerin bocalamadığı, görüşlerin onunla parçalanmadığı,
alimlerin doymadığı, muttakilerin bıkmadığı, çok okumakla eskimeyen,
harikuladelikleri bitmeyen, duyulmadık hakikatleri tükenmeyendir. O cinlerin
duyar duymaz: "Biz acaib bir Kur'an işittik" dedikleri, ilmini
bilenin geçtiği, onunla söyleyenin doğru söylediği, onunla hükmedenin adil
olduğu, onunla amel edenin ecir aldığı, ona çağıranın sırat-ı müstakim'e hidayet
edildiği kitaptır."
Son sözüm: Ben bizzat kendim, Allah'ın kitabından
her bir ayet veya sureyi tefsir ettikçe bu yüce kitabın Allah'ın elçisi
Muhammed (s.a.)'a indirildiğinin sıhhatine, beşeriyetin düşmüş olduğu zulmet
ve sapıklık bataklığm-daki bocalamasında onu kurtaracak tek kitap olduğuna
imanım, Kufan'ın i'cazına ve azametine hayranlığım, güven ve yakinim arttı. Her
ne kadar anlam ve ahkâmı kuşatmaya gayret ettiysem de Allah'ın kelâmı muradı
ve muhtevası kuşatılamıyan derin bir deniz olarak kaldı. Ancak benim çalışmam,
yetersizin gayreti ve yalnız Allah'a boyun eğen bir kulun, Kur'an'm bütün
manalarını idrakten aciz bir kulun amelidir. İlan etmemin bana yeteceği
hakikat: Yüce Kur'an'm fikir ve tavırlarıma,, kişiliğimin oluşmasına etki eden
ilk ve yegane kitap olduğudur. Allahım! Hepimizi onunla amel etmeye muvaffak
kıl. Nimeti ile salih amellerin tamamlandığı Allah'a hamd olsun.
Prof. Dr. Vehbe Mustafa ez-Zuhayli
Dımaşk Üniversitesi
İslâm Fıkhı ve Mezhebleri Bölümü Başkanı.
[8]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir,
Risale Yayınları: 15/682.
[2] Tirmizi hadis hasendir,
sahihtir, dedi. Müslim de bunu rivayet etmiştir.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/682.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/683.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir,
Risale Yayınları: 15/683.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/684-685.
[6] Kurtubi, XX/260.
[7] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/685-686.
[8] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/687-689.