-
114 -
NÂS SÛRESİ
Mushaf’taki sıralamaya göre kitabımızın
114., Nüzûl sıralamasına göre 21., Mufassal sûreler kısmının on beşinci
grubunun on ikinci ve sonuncu sûresi olan Nâs sûresi Mekke’de nâzil olmuş olup
âyetlerinin sayısı 6’dır.
Hamd yalnız ve
yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlü’ne,
O’nun pâk aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü
sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.
“Rahmân
ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.”
1. “De ki: İnsanların Rabbine
sığınırım. 2. İnsanların Melikine. 3. İnsanların İlâhına. 4. Sinsice kalplere
vesvese ve kuşku verip duran vesvâs’ı hannâs’ın (vesvesecinin) şerrinden. 5. Ki
o insanların göğüslerine vesvese verir. 6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardandır o.”
Muhterem arkadaşlar, inşallah bu
haftaki dersimizde kulluk ki-tabımızın son sûresini, Nâs sûresini tanımaya çalışacağız.
Geçen haftaki dersimizde Muavezeteyn sûreleri diye isimlendirilen sûreler-den
birincisini tanımaya çalışmıştık. Bu sûrede de öncekinde olduğu gibi istiâze
emrini görüyoruz. İstiâzenin ne olduğunu demeye çalış-mıştık. Sığınan kuldur,
sığınan zayıftır, sığınan güçsüzdür, Müsteaz da yani kendisine sığınılan da
yalnız Allah'tır. Başkasına sığınma bü-yük günahtır. Lâkin burada dikkat
ediyorsanız Allah’ın kelimeleri vası-tasıyla Allah sığınmamız emredilmektedir.
Rasûlullah efendimizin bir duasından da öğreniyoruz ki Allah’ın Resûlü:
“Yaratıkların şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine
sığınırım”
buyurmaktadır.
Evet Allah’ın kelimelerine sığınıyor Rasûlullah zira onlar mah-luk
değildir ve Allah’ın kelimelerine, ya da o kelimeler, o âyetler vası-tasıyla
Allah’a sığınmak caizdir. Sığınmayı, istiâzeyi geçen haftaki dersimizde anlatmaya
çalışmıştım. Orada Rabbimiz Felâk'ın Rabbine sığınmamızı emrediyordu, burada
birinci âyette de insanların Rabbine sığınmamız emredilmektedir.
Kur'an-ı
Kerim'in yüz on dördüncü sûresi. Altı ayet, on altı keli-me ve yetmiş dokuz
harften ibarettir. Fasılâsı sin harfidir. Medenî sû-relerden olup, Felak
sûresinden sonra nazil olmuştur. Mekkî olduğu da söylenmektedir. Muavvizeteyn
sûreleri de denen bu iki surenin Mekkî mi yoksa Medenî mi oldukları
tartışmalıdır. Felak sûresi ile aynı konuyu işleyen sûre, bilinen ve bilinmeyen
bir takım zararlı şeylerin şerrinden Allahu Teâlâ'ya sığınmayı emretmektedir.
Sûre, Mekkeli müşriklerin, İslam'ın mesajını boğup, yok etmek için, bütün
güçleriyle Resulullah (s.a.s)'in başına üşüştükleri bir zamanda nâzil oldu.
Müş-rikler onu susturmak için kullandıkları zorbaca yöntemler yanında, si-hir
yoluna da başvurmaktan geri kalmıyorlardı. Allah Teâlâ, Resûlunü ve kendine
inanan bütün insanları, bu tip kötü insanların ve onların yardımcı ve yol
göstericileri olan şeytanların vereceği zararlardan ko-rumak için bu iki sûreyi
gönderdi.
Felak sûresinde, büyü ve
hasetten doğabilecek kötülüklerden dolayı bir sığınmadan bahsedilmektedir. Bu
sûrede ise, insanın kal-bine vesvese verenlerin şerrinden korunmak için bir
sığınma söz ko-nusudur. Sûrenin ilk üç ayeti, kendisine sığınılması emredilen
Allah Teâlâ'nın Rablik, Hükümdarlık ve İlâhlık sıfatlarını zikretmektedir. Bu,
sığınılan Allah Teâlâ'nın dilediğini her türlü kötülükten koruyabilece-ğini ve
izni olmadan kimsenin kimseye bir zarar vermesinin mümkün olmadığım vurgulamaktadır.
Vesvesecinin şerrinden bu sıfatlara sığı-nıldığı gibi, diğer bütün
kötülüklerden korunmak için yine bu sıfatlara iltica edilir:" De ki:
Sığınırım bütün insanların Rabbine bütün insanla-rın hükümdarına, bütün
insanların ilâhına" (1-3).
Peşinden, sığınılması
gereken şer zikredilir: "İnsanlara kötü şeyler (vesvese) fısıldayan o
sinci vesvesecinin şerrinden. O ki tekrar tekrar döner ve insanların
göğüslerine (kötü şeyler) fısıldar" (4-5). İn-sanları saptırmak, başlarına
kötü şeyler getirmek isteyenler, görün-mez varlıklar olan cinlerden
olabildikleri gibi, insanların arasında dola-şan hemcinslerinden de
olabilirler:" Bu vesveseci gerek cinden, gerek insandandır" (6).
Bu şerden Allah'a
sığınmanın anlamı, şerrin kalbe yerleşme-mesi için Allah'a dua etmek ve sığınma
isteminde bulunmaktır. İkinci anlamı: Allah yolunda çalışanların aleyhinde
halkın kalbine vesvese verene karşı daima Allah'a sığınmaktır. Hak davetçilerinin,
Allah'a da-veti bırakarak, her bireyin davetçiler hakkındaki yanlış düşüncelerini
düzeltemeyeceği ve ithamlara cevap veremeyeceği ve bunlar için va-kit ayıramayacağı
bilindiğine göre, tek çare bütün bunlardan Allah'a sığınmaktır. Ayrıca
muhaliflerin seviyesine inilerek, kendini savunmak için onlara cevap verilmesi
de uygun değildir. Onun için Allah, hak da-vetçilerine yol gösterir ve şöyle
buyurur: "Şerre karşı Allah'a sığınarak hiç bir şeye aldırmadan davete
devam edin".
Burada vesvesecinin, şer
fiilinin başlangıcı olduğu sonucu diş çıkmaktadır. Vesvese, gâfil ve zihni boşalan
bir insan üzerinde önce etkili olur ve kalbinde kötülüğe istek meydana getirir.
Bu kötü niyet da-ha sonra irade haline gelir ve vesvesenin de etkisiyle irade
pekişir. Son adımda ise, şer amel ortaya çıkar. Vesvese verenin şerrinden
Al-lah'a sığınmanın anlamı, Allah'ın henüz başlangıcında şerri yok etme-sini
istemektir.
Bu kısa mukaddimeden sonra
sûrenin âyetlerini tek tek tanı-maya başlayabiliriz inşallah. Bu sûrede de
öncekinde olduğu gibi is-tiâze emrini görüyoruz. İstiâzenin ne olduğunu demeye çalışmıştık.
Sığınan kuldur, sığınan zayıftır, sığınan güçsüzdür, Müsteaz da yani kendisine
sığınılan da yalnız Allah'tır. Başkasına sığınma büyük günahtır. Lâkin burada
dikkat ediyorsanız Allah’ın kelimeleri vasıtasıyla Allah sığınmamız
emredilmektedir. Rasûlullah efendimizin bir duasından da öğreniyoruz ki
Allah’ın Resûlü:
“Yaratıkların şerrinden Allah’ın
tam olan kelimelerine sığınırım”
buyurmaktadır.
Evet Allah’ın kelimelerine sığınıyor Rasûlullah
zira onlar mahluk değildir ve Allah’ın kelimelerine, ya da o kelimeler, o
âyetler vasıtasıyla Allah’a sığınmak caizdir.
Rabbin nas'a, insanların Rabbine
sığınırım de. Rabb; yeryüzünde yarattığı her canlıyı yaratan ve yarattıklarının
hayat programını çizen, her varlığın kulluk programını belirleyen demektir. Rabb,
kişiye yaptığını yaptıran, yapmayıp terk ettiğini terk ettiren demektir. Rabb, terbiye
eden, düzenleyen, besleyen, büyüyen, sahip olan demektir.
Rabb, kişinin hayat programını
belirleyen varlık demektir. İnsanın hayat programını belirleyen kimse onun
Rabbidir. İnsan kimin arzularını gerçekleştiriyorsa, kimin dediği gibi yaşamaya
çalışıyorsa onun Rabbi odur. Rabb, insanın hayatına hakim olan, hayatında
etkili olan, yaptıklarını yaptıran, yapmadıklarını da yaptırmayan güçtür. Şöyle
giyiniyor veya böyle giyinmemeye çalışıyoruz. Kim dedi bunu? Kimi razı etmek
için böyle yapıyoruz?
Yani öyle, ya da böyle giyinirken bunun
yaptırıcısı kimse, o konuda Rabbimiz odur. Moda mı? Toplum mu? Çevre mi? Âdetler
mi? Töreler mi? Müdür mü? Âmir mi? Yönetmelikler mi? Yasalar mı? Yok-sa Allah
mı? Kim dedi böyle giyinin diye? Kimdir bize bunu yaptıran? Kimse işte, kişinin
Rabbi odur.
Birine küsüyoruz yaptırıcısı kim? Allah
mı? Yoksa para mı? Menfaat mı? Birini seviyoruz. Kim dedi diye? Birileriyle
beraber olmaya çalışıyoruz. Kimi memnun etmek için? Filan mektepte okuyoruz.
Kim dedi bunu? Evimizi şöyle şöyle tefriş ediyoruz. Kim dedi diye? Şu şu
meslekleri seçiyoruz kim dedi?
Evet yaptıklarımızın yaptırıcısı
kimse bizim Rabbimiz odur. Öy-leyse geçen ay neler yaptınız ve kim yaptırdı
bunları size? Veya dün neler yaptınız? Bugün neler yaptınız ve kim yaptırdı?
Bunları düşünmek zorundayız.
İşte mü’minler bunu düşünen ve
yaptıklarını Allah dedi diye yapan, Allah kitabında böyle istiyor diye yapan,
Allah şu anda beni görüyor diye yapan ve yaptıklarının tümünü Allah'a lâyık
olarak yapan kimselerdir.
Çünkü Allah bizim Rabbimizdir. Bizi
yaratan, bizi büyütüp besleyen, bizi koruyup doyuran, bizim için yeryüzünde
yasa belirleyen Rabbimiz Allah'tır. O’nun tarafından getirildiğimiz şu dünya
hayatında neler yapacağımızı, neler yapmayacağımızı, O’na ait olan bu
hayatımızı nasıl yaşayacağımızı belirleyen Allah'tır. Bizim günlük hayat programımızı
tespit eden Allah'tır. Bizim boynumuzdaki kulluk iplerinin ucu elinde olan ve
çektiği yere gitmemiz gereken Rabbimiz O’dur. Gece hayatımızın nasıl olacağını,
gündüz hayatımızın nasıl olacağını, aile hayatımızın nasıl olacağını, sabah
kaçta kalkacağımızı, soframız-da nelerin bulunacağını, nelerin asla
bulunmayacağını, neleri yiyip neleri yemeyeceğimizi, nerelerden kazanıp
nerelerde harcayacağımızı, çocuklarımızı nasıl eğiteceğimizi, hanımlarımızla
nasıl bir münasebet kuracağımızı, onları nasıl giydireceğimizi, kılık
kıyafetimizin nasıl olacağını belirleyen Rabbimiz Allah’tır.
İşte Rabbimiz sûrenin birinci âyetinde
kendisinin insanların yegane Rabbi olduğunu anlatarak kendisine sığınmamızı,
kendisinin koruması altına girmemizi, kendisiyle yol bulmamızı ve tüm hayat
programımızı kendisinden almamızı, kendisi için bir hayat yaşamamızı emrediyor.
2. “İnsanların Melikine”
İnsanların Melikine Mâlikine sığınırım
de. Evet Allah Meliktir, insanların Meliki ve Mâlikidir Rabbimiz. İnsanı yoktan
var eden Allah-tır. İnsanın sahibi ve Mâliki Allah’tır. Mülkü üzerinde tasarruf
hakkı da sadece Allah’a aittir. Mülkü üzerinde söz söyleme hakkı Allah’a aittir.
Zaten mülkün sahibi Allah’tır demek, o mülk üzerinde söz sahibi Allah’tır
demektir.
Allah Melik ve Mâlik, bizler de O’nun
mülkü olduğumuza göre mülkün Mâlik üzerinde hiçbir söz, itiraz hakkı olamaz.
Çünkü O bizi yaratmasaydı şu anda olmayacaktık. Olmayan bir varlığın da elbette
itiraz hakkı da olamaz. Bizler de O’nunuz, dünyamız da O’nundur, sa-hip olduğumuz her şey de
O’nundur.
Melekler, cinler, insanlar hepsi O’nun
kullarıdır. Hiçbir varlık onun ulûhiyetine ve rubûbiyetine ortaklık iddia
edemez. Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka melikler, söz sahipleri varsa o
zaman onların sınırlarına girdiğimiz zaman onlara kulluk yapalım. Değil mi?
Farz edin ki bir yere girdik. Soralım, burası kimin diye? Veya gökyüzüne
çıktığımız zaman burası kimin diyelim, varsa Allah’tan başka bir sahip ona
kulluk yapalım. Yahut zamana beş dakikalığına söz geçirebilen birisi varsa ona
da kulluk edelim. Meselâ güneşe beş dakikalığına sahip olabilen birisi varsa, o
beş dakikalığına biz de ona kulluk edelim. Diyelim ki ey bu beş dakikayı bize
veren tanrılar tanrısı! Kulluk sizin hakkınızdır! Ubûdiyet sizin hakkınızdır?
diyelim. Var mı böyle yeryüzünde birileri? Yoksa, o zaman hiçbir kimseyi
rubûbiyet makamına geçirmeye hakkımız yoktur.
Şu soruyu soralım kendi kendimize. Bu
mülkün sahibi kimdir? Göklerdeki ecramı semaviye, melekler, ay, güneş,
yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve bilmediğimiz daha nice varlıklar kimindir?
Yerdekiler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar, ağaçlar, evler
villalar, köşkler, paralar, mallar, mülkler, altınlar, gümüşler kimindir?
Tabi bu soruyu önce kendimize
soracağız, sonra da karşımızdakilere soracağız. Soracağız ama beklemeyeceğiz
karşımızdakinin cevabını. Çünkü karşımızdaki yanılabilir yanlış anlayabilir.
Onun cevabını beklemeden biz kendimiz diyeceğiz ki Allah’ındır. Her şey Allah’ındır.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Madem bütün kâinat Allah’ın, o
zaman siz kiminsiniz? Bütün kâinat O’nun mülküyse siz kimin mülküsünüz? Ya da
tüm kâinat O’nun emrine boyun bükmüşken, tüm varlıklar O’na teslim olmuşken siz
kime teslim oluyorsunuz? Bütün varlıklar Allah’a kulluk ederken siz kime kulluk
ediyorsunuz? Yegâne hakim olarak Allah’ı mı tanıyorsunuz? Yoksa göklerde
Allah’ın hâkimiyetini kabul edip de yerde kabul etmeyen müşriklerden misiniz?
Mekke müşrikleri böyleydi. Onlar
göklerin hâkimiyetini Allah’a veriyorlardı ama O’nu yeryüzüne karıştırmamaya
çalışıyorlardı. Onlar yerde Allah’ın yardımcıları olduğuna inanıyorlardı. Onlar
yeryüzünde Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin tasarruf hakkının olmadığını
bir türlü kabule yanaşmıyorlardı. Hayatlarının bazı bölümlerine Allah’ı karıştırmayıp,
bazı bölümlerinde onu hakim, mâlik kabul ediyorlardı. Onun için bunlara müşrik
denmiştir. Peki ya günümüzde her türlü hâkimiyet haklarını Allah’tan alıp kendi
ellerinde toplamaya çalışanlara ne demek lâzım? Yani bunların adı nedir? Varın
onu siz düşünün.
Yaratıldıkları günden beri gökler,
göktekiler ve yerdekiler Rablerinin emrine teslimken, Rablerinin emrine boyun
bükmüşken ey insanlar siz kime teslimsiniz? Siz kimi sahip ve mâlik
biliyorsunuz? Sizin sahibiniz kim? Siz kimin arzularına boyun büküyorsunuz? Siz
hayat programınızı kimden alıyorsunuz? Siz kime kulluk ediyorsunuz?
İnsanların Melikine, Mâlikine,
insanların sahibine, insanların sevk ve idare edicisine, insanlar adına emreden,
nehy eden, kanunlar koyan, organize eden, insanlara egemen olan, insanlara
hükmetme makamında olan insanların hükümdarına sığınırım de.
3. “İnsanların İlâhına”
İnsanların İlâhıdır Allah. İlâh,
kendisine kulluk edilen varlık de-mektir. İlâh, kişinin boynundaki ipin ucu
elinde olan varlık demektir. İlâh, kişinin hatırını kazanmak için çırpındığı,
arzularını gerçekleştirmek için can attığı, itirazsız ve gönül rahatlığıyla
isteklerini yerine getirdiği varlık demektir. İlâh, kişinin uğrunda feday-ı can
ve feday-ı mal-da bulunduğu varlık demektir. İlâh, kişinin uğrunda seve seve malını
ve canını feda ettiği varlık demektir. İlâh, kişinin hayat programını kendisi
için hayat programı kabul ettiği varlık demektir. Kişinin boynundaki doğuştan
getirdiği kulluk ipin ucunu eline verdiği varlık, kişinin İlâhıdır.
Tüm peygamberler insanlığı “La İlâhe
illallah” temel esasına çağırmışlardır. Allah’tan başka sözü dinlenecek, hatırı
kazanılacak hayata hakim olan İlâh yoktur. Allah’tan başka kendisine kulluk yapılacak,
hayat programı program kabul edecek varlık yoktur esasına çağırmışlardır. Zaten
tarih boyunca en büyük problem işte burada çık-mıştır. Tarih boyunca en büyük
problem sadece Allah’a kulluk etmek, sadece Allah’ı dinlemek ve hayata hakim
olarak sadece Allah’ı kabul etmek konusunda çıkmıştır. Değilse Allah’a da
ibadet konusunda hiç problem çıkmamıştır.
Yani İlâhlardan bir İlâh olarak
Allah’a da kulluğu herkes kabul etmiştir. Öteki İlâhlar yanında Allah’a da kulluğa
kimse ses çıkarmamıştır. Yani göklerin ve yerin, göklerdekiler ve yerdekilerin
yaratıcısı olarak, dağların ve denizlerin yaratıcısı olarak, rızık verici, öldüren,
yaratan, yaşatan bir İlâh olarak her kez onu kabul etmiştir. Ama inandığınız bu
Allah kendisinden başka İlâh olmayandır, bu Allah hayata karışan ve kendisinden
başka hayata karışıcı olmayandır. Ama bu Allah insanların kulluk programlarını
belirleyendir ve kendisinden başka kanun koyucu olmayandır. Ama bu Allah
boyunlarınızdaki kulluk ipinin ucu elinde olan ve sadece kendisinin çektiği
yere gidilmesi gerekendir. Yani bu Allah kendisinden başka Rabb, Melik, İlâh olmayandır
dendiği zaman işte kavga burada başlamıştır. Göklerin ve yerin yaratıcısı,
rızık vericisi olarak kabul ettikleri bu Allah’ı insanlar hayatlarına karışıcı
olarak reddetmeye çalışmışlardır. İlâh olarak Allah’ı kabul edelim ama tek İlâh
olarak asla kabul etmeyiz diyorlar. İlâhlardan birisi olarak onu da dinleyelim,
İlâhlardan birisi olarak ona da kulluk yapalım ama tek İlâh olarak sadece ona
kulluğa hayır diyorlar. Çünkü bizim hayatımıza karışacak başka İlâhlarımız da
var. Hayatımızda sözünü dinleyeceğimiz başka Rablerimiz de var.
Bizim Allah’tan başka hukuk,
eğitim, şifa tanrılarımız, siyaset tanrılarımız da var. Tamam bu tanrılardan
birisi olarak Allah’ı da dinleyelim ama öteki tanrılarımızı da dinlemek
zorundayız diyorlar. Aslında bu iddiaların altında Allah’tan, Allah’a kulluktan
kurtulup kendi keyiflerince bildikleri gibi bir hayat yaşama arzuları yatmaktadır.
Bunlar Allah’a kulluktan kurtulup kendi kendilerine,
kendi hevâ ve heveslerine tapınmak istiyorlar. Keyiflerinin istediği gibi sorumsuz
ve sınırsızca bir hayat yaşamak istiyorlar. Çünkü bakıyoruz bu adamlar
Allah’tan başka kendilerinin İlâhları olduklarını iddia ettikleri kimseleri de
kendileri seçiyorlar. Seçtiklerini istedikleri gibi yönlendirebileceklerini
bildikleri için seçiyorlar. Seçtiklerine bizi şöyle şöyle idare ederseniz sizi
seçeriz değilse sizi seçmeyiz diyebildikleri için seçiyorlar. Bizden şunları şunları
istemeyeceksiniz! Bizi şu şu sorumluluklar altına almayacaksınız! Bizden namaz,
zekât, tesettür gibi ağır sorumluluklar istemeyeceksiniz! İçki, kumar, fâiz,
zina gibi bizim alışık olduğumuz şeyleri bizim için yasaklamayacaksınız! Bize
lüks ve müreffeh bir hayat sağlayacaksınız!
Yani biz ne istersek nasıl bir
hayata razıysak onu sağlayacaksınız! Eğer bizim istediğimiz kanunları çıkarır,
bizim istediğimiz ha-yatı hazırlarsanız, Rabb olarak, İlâh olarak biz de
sizleri seçeriz diyebildikleri için onları seçebiliyorlar. Tamam göklerde İlâh
olan O’dur ama O Allah yeryüzüne karışmaz, diyorlar. Allah bizim hayatımıza ka-rışmaz, diyorlar.
Halbuki göklerde İlâh olan da O’dur, yerde İlâh olan da O’dur. Göklerde
sözü geçen de O’dur, yerde de. Göklerde egemen olan da O’dur yerde de.
Göklerdekiler de O’na teslim, yerdekiler de. Göklerdekiler de O’nu dinler, yerdekiler
de. Göklerde de, yerde de tapınılacak, ibadet edilecek, sözü dinlenecek,
çektiği yere gidilecek, yasaları uygulanacak tek İlâh O’dur.
Nasıl da bozuk düşünüyorsunuz böyle? Nasıl
da yanlış inanıyorsunuz? Nasıl da iftira ediyorsunuz Allah’a? Yani göklerin hâkimiyeti
Allah’a ait de, yerdekilerin hâkimiyeti başkalarına mı ait? Göklere egemen olan
Allah da, yerdekilere egemen başkaları mı var diyorsu-nuz? Tamam gökler O’nun
olsun, yıldızlar, güneşler O’nun olsun, göklerde O’nun sözü geçsin, göklerde
egemen O olsun, göklerde O’-nun sözü dinlensin ama yeryüzüne karışmasın bu
Allah. Bizim hayatımıza karışmasın bu Allah mı demeye çalışıyorsunuz? Yeryüzüne
egemen başka İlâhların, başka Rablerin varlığından mı söz ediyorsunuz? Göklerin
Rabbi ayrı, yerdekilerin Rabbi ayrı mı demeye çalışıyorsunuz?
Ya da yaratan ayrı ama yaratıkları
idare eden ayrı mı demeye getiriyorsunuz? Bu ne kötü bir düşünüş! Bu ne çirkin
bir iftira! Yaratan ayrı, idare eden ayrı olur mu? Yaratan yarattıklarını idare
edemez mi? Yaratan, yarattıklarının hayat programını bilmez mi? Yaratan, yarattıklarını
başıboş bırakır mı? Ya da yaratmayan İlâh olabilir mi? Kendisini bile
yaratmaktan aciz varlıklar Rabb olur mu? Hiç aklınız yok mu sizin? diyor
Rabbimiz.
Allah kendisinden başka İlâh olmayandır
ve işte biz göklerde ve yerde tek İlâh olan Allah’a sığınıyoruz. Dikkat ediyorsanız
sûrede Rabbimizin üç sıfatı peş peşe sıralanarak bu sıfatların sahibi olan Allah’a
sığınmamız emrediliyor. Buradan şunları anlıyoruz:
1. Rabbimiz bu sıfatının üçünde de
kendisini kullarına izafe etmiş. “Rabbin nas” (insanların Rabbi), “Melikin nas”
(İnsanların Meliki), “İlâhi’n nas” (İnsanların İlâhı) buyurarak kendisini
kullarına izafe etmiştir ki, bu insanlar için en büyük bir şereftir. Rabbimiz
bu sıfatlarıyla tavsif buyurduğu zatını kullarına izafe ederek kullarına en
büyük bir şeref kazandırmıştır.
2. Bir de aslında Rabbimiz tüm
varlıkların, tüm kullarının Rab-bi, Meliki ve İlâhı iken sadece insanların
zikrinden şunu anlıyoruz. Bu varlıklar içinde Rabbimizin bu sıfatları konusunda
irade sahibi olmaları hasebiyle sadece insanlar istismarda bulunabilecekleri
için Rabbi-miz bu üç sıfatına dikkat çekmiştir diyoruz. Zira Cenab-ı Hakk’ın
öteki sıfatlarını istismar eden hemen hemen hiç çıkmamıştır. Yaratıcı, Kâdir
oluşunu, rızık verici oluşunu hiç kimse reddetmezken, O’nun Rabb oluşunu, insan
hayatına karışıcı oluşunu, hayat programı belirleyici, kanun koyucu oluşunu,
Melik, mülkün sahibi, mülkü konusunda tasarruf yetkisine sahip oluşunu ve
sadece kendisine kulluk yapılıp, sadece kendisi dinlenilecek, çektiği yere
gidilecek tek İlâh oluşunu reddedenler hep olagelmiştir.
Yani bugüne kadar ben Allah’ım
diyenler, ben yaratıcıyım diyenler, benim her şeye gücüm yeter diyenler hiç
olmamış, ama ben Rabbim, ben kanun koyma yetkisine sahibim, egemenlik bendedir,
ben mülkün sahibiyim, bu ülke benimdir, ben İlâhım, benim sözlerim dinlenmeli
diyenler çok olmuştur. Her halde insanların istismarlarına müsait olduğu için
Rabbimiz peş peşe bu üç sıfatını zikrederek özellikle bu sıfatların yegane
sahibi olarak kendisine sığınmamızı istiyor bu sûresinde.
Rabb, Melik ve İlâh O’dur. O’ndan başka
Rabb, O’ndan başka Melik, O’ndan başka İlâh yoktur. Rabb makamında, Melik, ulûhiyet
makamında hayatınızın kanunlarını düzenleme konusunda Rabbiniz O’dur. Ve bu
Rabbiniz olan Allah kendisinden başka İlâh olmayandır. O her şeyin
yaratıcısıdır. Varlığımızın sebebi O’dur. Hayatın kaynağı O’dur. Göklerin,
yerin, gecenin, gündüzün, meyvelerin, sebzelerin sa-hibi O’dur. Malımızı, evimizi,
ailemizi, çocuklarımızı, makamımızı, paramızı, pulumuzu, aklımızı, zekamızı,
bilgimizi, havamızı, suyumuzu her şeyimizi yaratan O’dur. Allah yaratıcıdır, o
halde O’na kulluk edin. Madem ki her şeyinizi yaratan O’dur, madem ki her
şeyinizi veren O’-dur, o halde sadece O’nu dinleyin.
Allah her şeyin yaratıcısıdır ve
kendisinden başka İlâh, Rabb, otorite, egemen, yetkili olmayandır. Çünkü İlâh
olanın, Rabb olanın yaratıcı olması gerekir. Ondan başka yaratıcı da olmadığına
göre Rabb sadece O’dur. Öyleyse sadece ona kulluk edin, sadece O’nu dinleyin.
Sadece O’nun emirlerini dinleyin ve sadece O’nu razı etmeye çalışın. Rabb
olarak, İlâh olarak O’na inandığınızı ortaya koymak üzere hayatınızı O’nun
adına yaşayın. Yirmi dört saatinizi O’nun belirlediği yasalar istikâmetinde
yaşayın.
Allah’tan başka toplum, moda, baba,
ana, amir, müdür, âdetler, yönetmelikler gibi putları Allah makamına oturtup
onların istedikleri bir hayatı yaşayıp Allah’a şirk koşmaya kalkışmayın.
Yaşadığınız bu hayatın sonunda O’nun huzuruna gideceğinizi ve hayatınızın
hesabını sonunda O’na ödeyeceğinizi asla unutmayın.
Eğer böyle Rabb, İlâh olarak Allah’a
iman eder, Allah’ı böyle güçlü kuvvetli bilir ve sadece O’nu hesaba katar, O’nun
istediği hayatı yaşarsanız, O’nun dışında her şeyin hatırını ayaklarınızın
altına alabilirseniz o zaman bilesiniz ki O Allah sizin her şeyinize vekildir.
Bilesiniz ki sizin arkanızda Allah vardır. Sizin önünüzde Allah vardır. Dayanacağınız
güveneceğiniz Allah’tır. Sizi herkese karşı ve her şeye karşı koruyacak olan
Allah’tır. Böyle bir Allah’a sığındığınız takdirde göklerde ve yerde sizi
yenecek, size zarar verebilecek hiçbir varlık yoktur. Çünkü göklerde ve yerde
ne varsa hepsi de O’nun kuludur. Hepsinin üzerinde egemen olan O’dur. Hepsinin boyunlarındaki
iplerin ucu elinde olan hepsine söz geçiren O’dur. Böyle bir Allah’a sığındığınız,
dayanıp güvendiğiniz takdirde size yol gösterecek olan O’dur. Sizin tüm
problemlerinizi çözümleyecek ve sizi her sahada sahili selamete çıkaracak olan
O’dur. Tarih boyunca dostlarını tüm düşmanlarına karşı nasıl korumuş ve galip
getirmişse, sizi de koruyacaktır. Bu konuda en küçük bir şüpheniz olmasın.
Öyleyse ey Allah’ın kulları gelin
sadece O’na sığının! Sadece O’nun koruması altına girin! Sadece O’na ve O’nun
hayat programına yönelin! Sadece Allah’ı dinleyin! Yalnızca Allah’a kulluk
yapın! Sadece Allah’ın hayat programını uygulayın! Eğitiminizi Allah’ın
istediği biçimde düzenleyin! Hukukunuzu Allah’ın istediği biçimde ayarlayın!
Ticaretinizi Allah yasalarına göre belirleyin, evinizi, eşyanızı, kazanmanızı,
harcamanızı, hayata bakışınızı, insanlarla olan ilişkilerinizi, gecenizi,
gündüzünüzü Allah’ın istediği biçimde ayarlayın! Çünkü sizin için Allah’tan
başka sözünü dinleyeceğiniz İlâhınız yoktur. Allah’tan başka hayat programı
kabul edilmeye lâyık Rabb ve İlâh yoktur.
Buraya kadar Rabbimiz kime
sığınacağımızı anlattı. Bundan sonrada bakın kimden sığınacağımızı, kime karşı
kendisine sığınma-mız gerektiğini anlatacak. Acaba bu Rabb, Melik ve İlâh olan
Allah’a kimden sığınacağız? Kime karşı korunma dileceğiz?
4. “Sinsice kalplere vesvese ve kuşku
verip duran vesvâs’ı hannâs’ın (vesvesecinin) şerrinden”
Rabbimiz kendisine sığınmamız gereken en büyük tehlikeyi, en büyük
düşmanı bize haber veriyor. İnsanlığın baş düşmanı Vesvâs ve Hannâs olan
şeytanın şerrinden insanların Rabbi, Meliki ve İlâhı olan Allah’a sığınırız.
Vesvâs, çok
vesveseci, sürekli vesvese veren, tekrar tekrar
vesvese veren anlamına şeytanın bir ismidir. Zira onun mesleği ve bütün işi
vesvese ve iğvâdır.
Hannâs da onun isimlerinden birisidir.
Hannâs kancık, kaypak, dönek anlamlarına geldiği gibi bir de Tekvir sûresinde
bu kelime yıldızlar için de kullanılmaktadır.
“Gündüz sinip geceleri gözüken
gezegenlere andol-sun;”
(Tekvir 15,16)
Gündüz saklanıp gece göründükleri için
ya da buluta gömülüp görünmez olduktan sonra tekrar göründükleri için
yıldızlara da hun-nes denmiştir.
İşte şeytan da sinip sinip ortaya
çıktığı için, saklanıp saklanıp hücuma geçtiği için, bir gerileyip bir saldırıya
geçtiği için, kaybolmuş gibi görünüp tekrar hücuma geçtiği için, geri
çekilerek, büzülüp yok olarak, sinerek, saklanarak fırsatını bulunca saldırdığı
için ona da hannâs denmiştir. Hannâs, geri dönen sonra saldıran mânâsına gelir.
Tıpkı güneşi görünce kaybolup sonra yine yeniden ortaya çıkan yıldızlar gibi.
Veya buluta girince kaybolup sonra tekrar açığa çıkan yıldızlar gibi.
Şeytan insanı kandırabilmek,
saptırabilmek, onu kulluktan koparabilmek için tekrar tekrar gelir. Namazdan
önce gelir kişinin nama-zına engel olmak ister, orada
yenersiniz namazda bir daha gelerek namazınızı gafletle boşa çıkarmak ister.
Kıyamda beceremezse, rükuda bir daha gelir. Rükuda atlatırsınız secdede bir
daha gelir. Gitti zannedersiniz bir daha gelir. Sindirdik zannedersiniz, kovduk
zannedersiniz tekrar gelir. Sürekli insanın gafil zamanını yakalamak ve onun
işini bitirmek ister.
Veya şeytanın hannâs oluşunu bir de
şöyle anlamaya çalışıyoruz. Farklı kılıklarda, farklı kimliklerde gelir insana.
“Oğlum sakın ileri gitme! Sakın şunları şunları yaparak kendini tehlikeye atma!
Bu soğukta derse gitme! Benim yanımda otur! Yoksa sana analık hakkımı helal
etmem!” diyerek ananız kılığında gelir. Onu yenersiniz, öldürürsünüz, bu defa
da baba olarak çıkar karşınıza üzerinizde baskılar kurarak sizin kulluğunuzu
engellemeye çalışır.
“Yemeğini şöyle yemelisin!
Sofranda şunları şunları bulundurmalısın! Şöyle giyinmelisin! Başörtünü şöyle
bağlamalısın! Pantolonunun paçası, gömleğinin yakası şöyle olmalı! İki günde
bir tıraş ol-malısın! Nişanlınla mutlaka şöyle şöyle görüşmelisin! Eğer evine gelen
misafir dindarsa dinden, imandan; fâizciyse fâizden, tüccarsa ticaretten bahsetmelisin!
Her gün eve şu saatte geleceksin! Çoluk çocuğunun başında olacaksın! İleri
gitmeyeceksin! Allah adına da olsa, din adına da, hizmet adına da olsa kendini
tehlikeye atacak işlere girmeyeceksin!” Şeytan size böyle gelir, onu da aşarsınız.
Bu defa toplum olarak çıkar karşınıza: “Aman
ha! Şu şöyle ol-malı, bu böyle olmalı! Gömleğin yakası şöyle olmalı! Pencerenin
perdesi böyle olmalı, tavandan tabana olmalı, içerden dışarıyı dikiz edebilecek
biçimde olmalı! Mutfağın dizaynı, oturma odasının tefrişi şöyle olmalı! Şöyle
kazanılmalı, böyle harcanmalı! Üç günlük ömre dokuz günlük rızık hazırlanmalı!
Sekiz saat çalışılmalı! Şuralarda okunmalı! Şu şu bilgiler alınmalı! Şu şu
okullar bitirilmeli! Şu şu noktalara gelinmeli! Topluma ters düşülmemeli! Toplumun
eğilimi neyse ona sahip çıkılmalıdır! Yılda bir iki mevlüd okuttun mu artık
senden iyisi yoktur vs. vs. diyerek şeytan karşınıza toplum olarak, toplum
baskısı olarak çıkıp sizin kulluğunuzu bitirmek ister.
Onu da aşınca ev ihtiyacı olarak
çıkıyor karşınıza. Şekil değiştirip tekrar tekrar çıkıyor karşımıza. Tıpkı
büyük şeytan olarak öldürdük zannederken vusta olarak karşımıza çıktığı, onu da
öldürdük der-ken küçük şeytan olarak karşımıza
çıktığı gibi. Saklanıp saklanıp hücuma geçen, sinip sinip tekrar saldıran, tam
öldürdük dediğiniz anda birdenbire karşınıza dikilen ve fırsat kollayan, gafil
bir anımızı bekleyip duran, bizi hak yoldan saptırmak için tüm izinleri kaldırmış
olan o hannâstan o dönek ve sinsi vesvese kaynağının şerrinden de Allah’a
sığınmak zorundayız.
5. “Ki o insanların göğüslerine vesvese
verir.”
Evet o sinsi şeytan insanın göğsüne vesvese verir.
Kulağa takılan küpenin kulakta hafif
hareketinden doğan sese vesvese denir. Aslında küpenin kulağa yakınlığı sebebiyle çok hafif bile olsa
çıkardığı sesin kulak tarafından duyulması algılanması gibi, şeytan da tıpkı
küpenin kulağa yakınlığı gibi insana yakınlığından ötürü onun verdiğine de
vesvese denmiştir. Şeytanın fis! hiş! gibi sesler çıkararak insanı haramlara,
isyana çağırışına, kalbe ilka ettiği hayırsız duygulara vesvese denir.
Vesvese, Kur’an'ın başka âyetlerinden
de anladığımıza göre insanın içinden ve dışından kaynaklanan dinde sapıklığa,
şehvete dâ-vet, masiyeti irtikaba dâvetin adıdır.
Şeytan, kişinin boş bulduğu kalbine
oturur, her türü günahları akla getirir, düşündürür, hayal ettirir. İnsanları Allah’a
itaatten, Allah’ı dinlemekten çıkarıp onları isyan, küfür, şirk, ateistlik,
dinsizlik, dindarlara düşmanlık, Allah’a peygambere savaş açmak gibi yollara
sevk etmek ister. İnsanlara bunları temenni ettirir, aklına getirir, dürtükler,
günahlara, isyanlara ve şehvete sürükler, bu tür şeyleri onlara güzel gösterir.
Kişiyi Allah’a isyan olan hangi konu varsa onlara meylettirir, sonunu
düşündürmez, kalbini içini bu duygularla öyle bir sarar ki, bundan sonra artık
o kişinin ilmi kalmaz, iradesi ve düşüncesi kalmaz her şeyi altüst olur. Bu iş
yapılır mı yapılmaz mı? Haram mı helâl mi? Caiz mi değil mi? Adam düşünemez
artık.
Haramlara bir yorum getirerek insanlar
nazarında onları basitleştirir. Bunu bugün yapmayan kaldı mı? Bugün bunu yapmayanı
göster de onun alnını karışlayalım gibi düşüncelerle insanları günahlara teşvik
eder. Ya da büyük günahları küçük gösterir. Veya eğer insanı büyük günahlara
razı edememişse küçük günahlara meylettirir. Böylece küçüklerini işlettirerek
büyüklerine zemin hazırlar. Veya işlettiği günahların akabinde bu günahları işledikten
sonra senin artık ne dünyada, ne de ukbada Allah katında yerin kalmamıştır
diyerek mü’-minin rahmet-i ilâhiyeden ümit kesmesini sağlayarak temelli onu kulluktan
çıkarmak ister.
İnsanı önce kulluktan, Allah’a itaatten
çıkarıp küfrün, inkârın, şirkin, isyanların, haramların, günahların içine
çekmek ister. Eğer bu konuda muvaffak olamamış, insanı küfre ve şirke düşürememişse,
yani her şeye rağmen kişi yine de şeytanın vartalarına düşmeyerek Allah’a
kullukta ısrarlı davranmışsa, bu sefer de o kişinin dinini, girdiği yolunu
bozar. Yani karşısındakinin yolunu ne yapar yapar İslâm’dan saptırır. Yani o
kişinin girdiği yolu, girdiği İslam’ı eğri büğrü yapmaya çalışır.
İslam’ını bozar adamın. Din yaşıyorum diye bidatleri
karşısına çıkarır onun, ya da din diye insanların sunduğu, aslını bir türlü öğrenemediği
bir yığın felsefenin içine çeker onu. Yani Allah’ın kitabına, peygamberin
Sünnetine değil de insanların kitaplarına, insanların sözlerine sevk eder onu.
Ya da yerdeki iki ayaklı şeytanlarla el ele vererek resmî bir din çıkarır onun
karşısına. Hayata karışmayan, kılık-kıyafete karışmayan, kazanmasına
harcamasına karışmayan, hukukuna, eğitimine karışmayan sadece vicdanlara hapsedilmiş
resmî bir din çıkarır kişinin karşısına, böylece onu saptırır.
Yani Allah’a değil de başkalarına
kulluk yaptırır. Allah’a değil de güneşlere, güneş gibi büyüklere secde etmelerini
sağlar. Allah dururken büyüklerin önünde secde ettirir. Böyle güneş gibi
piyasada yıldızı parlayan niceleri vardır ki, niceleri onlara secde etmektedirler,
onlara secde etmek için çırpınmaktadırlar Allah korusun.
Yine şeytanın insana verebileceği
vesveselerden birisi de insanı mubahlarla meşgul etmeye çalışır. Farzlardan
uzaklaştırıp mubahların peşine takar. Mubahları dinin vazgeçilmez unsurlarıymış
gibi göstererek onlar peşinde kişiyi koştururken farzlara zaman bıraktır-maz.
Akvaryumun başında uzun uzun bekletiverir insanı. Veya ekranın başında
namazları geçirtiverir. Veya bülbülün sesi de güzelmiş, bunu dinlemek de ibadettir
dedirtiverir.
Yine şeytan bazen de insanı kendisine
döndürür. Kişiyi kendisine döndürür ve zannettirir ki yeryüzünde sadece
müslüman bir tek kendisidir. Varsa da, yoksa da dünyada müslüman kendisi vardır.
Şeytanın vesveseleri sonucu kişi yeryüzünde kendisinden daha iyi müslümanın
olmadığını, yaşadığı hayatın Allah'ın istediği hayatın ta kendisi olduğunu,
bundan daha güzel bir müslümanlığın yaşanamayacağını iddia etmeye başlar.
İşte bu, Allah korusun değişmenin
önünde en büyük engeldir. Ben iyiyim, biz iyiyiz düşüncesi değişmenin, iyiye
doğru gitmenin, daha güzel müslümanlığa ulaşmanın önüne dikilmiş en büyük
puttur. Veya bazen de kişinin müslümanlığının kendisiyle sınırlı kalmasını
sağlamak adına, müslümanlığını dışa taşımasını, çevresini de müslü-manlaştırmasını,
yani tebliğ ve talimde bulunmasını engellemek adına şeytan ona vesveselerde
bulunur. Sen kendine bak yeter, el âlemden sana ne? Peygamber misin ki ümmet
kayıracaksın? Senin gibi şerefli bir âlimin bu şerefsizlerin ayağına gitmesi
senin şerefine leke getirir gibi vesveselerle müslümanın önünü kapatmak ve
müslümanlığını kendi şahsıyla sınırlı bırakmak ister.
Eğer müslüman şeytanın bu vesveselerine
karşı uyanık olur, onun vartalarına düşmez ve Allah’ın istediği biçimde
davranmaya çalışırsa, Allah kullarına din duyurmaya, ilim halkalarında Allah
kullarını eğiterek onları cennete kazandırmaya devam ederse bu defa da onun bu
çalışmalarını engellemek için der ki ona, “yahu gerçekten çok çalıştın ve
yoruldun. Aslında bir umreyi çoktan hak ettin. Hadi bir umreye git ve biraz da
Rabbinle baş başa dinlen.” Böylece onu bir umreye sevk ederek sohbetini, ilim
halkasını, ilmi çalışmalarını sekteye uğratmak, hem ona, hem de talebelerine
soğukluk vermek ister.
Veya bazen Allah adına koşturan, Allah
kullarına din anlatarak onların daha iyi müslüman olmaları sağlamaya çalışan
hasbi müs-lümanların bu çalışmalarını bitirebilmek için, onları oyalayabilmek
için onların üzerine ordular gönderir. Cinlerden ve insanlardan kimilerini o
müslüman hakkında tahrik ederek, kışkırtarak onun üzerine saldırtır. Halkı onun
aleyhinde kışkırtarak o mücahit müslümanın üzerine saldırtır. Onun aleyhinde
bağırıp çağırmalarını sağlar. O mücahid müs-lüman kul kendisinin aleyhinde
bağırıp çağıran bu ordularla karşı karşıya gelince de şeytan ona şöyle akıl
vermeye başlar: “Bak bu adamlar senin aleyhinde konuşuyorlar, hadi sen de cevap
ver onlara! Sen de karşılık ver onlara! Değilse eğer suskun kalırsan
haksızlığına hük-medecekler, ya da sana korkak diyecekler” diyerek alçak şeytan
onu da onlarla uğraşmaya teşvik eder ve böylece hedef saptırır.
Yani o müslüman onlara cevap
vereceğim derken, onlarla oyalanacağım derken müslüman esas hedefini kaybeder,
esas çalış-malarını unutur. Zaten şeytanın derdi de budur. İstiyor ki o müslüma-nın
hayırla çalışmaları bitsin, hayırlı planları sekteye uğrasın.
Demek ki şeytanlar bazen hak yolunun
yolcusu olan dâvetçi müslümanlar hakkında diğer müslümanların kalplerine
vesveseler vererek onları onlara dümen yapmaya ve böylece dâvetin onlara
ulaşmasına engel olmaya çalışan insan ve cin vesvâslarından sürekli Allah’a
sığınacağız. Gerçekten bizler Allah için Kitap ve Sünnet mesajını Allah kullarına
ulaştırma kavgası verirken birileri insanlara bizim hakkımızda bir takım
vesveseler vererek onlarla bizim aramıza perdeler germeye çalışıyorlarsa, bizim
insanlara sunduğumuz mesajın etkisini kırmaya çalışıyorsa, bizim bunu
düzeltmemiz gerçekten çok zordur ve zaman alacaktır. Bizim o zihinleri idlâl
edilmiş insanların her birerine giderek hakkımızda oluşturulmuş yanlış
düşüncelerini, kanaatlerini düzeltmeye çalışmamız çok zaman alacaktır. Bu iş
bizim çok zamanımızı alacak ve bizim tebliğimizi engelleyecektir. Yapacağımız
hayırlı ve bereketli çalışmaları sekteye uğratacaktır.
Onun için bizim hakkımızda vesveselerle
insanları idlâl etmeye çalışan bildiğimiz ve bilmediğimiz vesvâslardan Allah’a
sığınacak ve korunmuş olacağız. Rabbimiz işte bu sûrelerinde bize bu konuda yol
gösteriyor. “Ey kullarım siz yolunuza devam edin, bana sığının, onları bana
bırakın ve işinize bakın. Çünkü onların Rabbi, onların Meliki ve İlâhı benim.
Onların tümünün boyunlarındaki ipler benim elimdedir. Onların sahibi benim ve
benim iznim olmadan onların size karşı yapabilecekleri hiçbir şeyleri yoktur” diyor.
Şeytanın sadırda vesvese vermesi
meşguliyet mânâsına gelmektedir. Namazda bile vesvese vererek insanı meşgul
edip unutmaya sevk eder. Ezanda kaçarsın kamette gelir, kamette kurtulursun na-mazda
gelir bulur seni. Farzda kaçarsın, sünnetle gelir yakalar. Ves-vese vererek unutturmaya çalışır sana. Hatta kaç rekat
kıldığını bile hatırlayamaz insan.
Onun için şeytanın bu tür
vesveselerinden kurtulabilmek için meşguliyetlerimizi azaltmaya çalışacağız. Bakışta,
kelâmda, taamda ve insanlarla ihtilatta fazlalıktan sakınacağız. Bakışın
çoğundan sakınacağız. Eşyayı azaltacağız. Öyle değil mi? Yumuyorsun gözünü Allah’ı
düşünmek için karşında pek çok şey duruyor. Elbette namazda da devam edecektir
bunlar. Meselâ çok yiyorsa kişi namazda hep onu hatırlayacaktır. Hattâ sofrada
yemek hazırsa namazdan önce yemeği yiyip sonra da namaza durma emri zannediyorum
onu düşünmekten kurtulmak için verilmişti. Namazdan önce çok konuşulmuşsa
elbette namazda onlar hatıra gelecektir. Veya meyhanede ömür geçiren bir adam
namaz da kılsa elbette o hayatı düşünecektir namazında. Bizim toplum şu anda
sanki meyhane. Adam bilgisayar düşünecek namazda, matematik çözecek namazda,
borç ödeyecek namazda, mal satacak, İngilizce öğrenecek, telefona cevap verecek,
çekleri düzenleyecek namazda. Bunların hepsini birden yapmak zorundadır namazda.
İşte vesvese budur ve bu tür
vesveselerin pek çoğu kendimizden kaynaklanır. Yaşadığımız hayatın bozukluğundan
kaynaklanır. Malın çokluğu, paranın çokluğu, dükkânın çokluğu, işin çokluğu,
düşüncenin çokluğu, eşyanın çokluğu, konuşmanın ve meşgalenin çokluğu vesvese
kaynağıdır. Meselâ adamın bir anahtarı olsa onu dü-şünür, ama 40 anahtarı varsa
kırkını da düşünecektir adam namazda. Bir dükkânı olan bir dükkânlık düşünecek,
on dükkânı olan da elbette on dükkânlık düşünecektir. Yangın mı çıktı? Hırsız
mı girdi? Sel mi bastı? İflas mı götürdü? Elbette on dükkânı olan bunun onunu
da düşünmek zorundadır namazda.
Adamın bir günlük endişesi varsa
dünya adına o kadar düşünecek, kırk günlük endişesi varsa o da o kadar
düşünecek kırk yıllık endişesi olan da o kadar düşünecektir. Yani kişinin kafasındaki
he-defi neyse o kadar düşünecektir. Vesvese budur işte. Unutmayalım ki o zaman
biz kendi kendimize şeytanlık yapmaya, şeytanın görevini üstlenerek kendi
kendimizi mahvetmeye yönelmişiz demektir Allah korusun.
Rasûlullah efendimizin bir hadisinden
öğreniyoruz ki kalpte iki delik varmış birinde devamlı şeytan, öbüründe de
melek oturur fısıldarmış. Tabi şeytan boş bulduğu kalbe oturarak orada vesvese
vermeye çalışmaktadır. Eğer kişinin kalbi boş değilse, şeytana yer bırakmayacak
biçimde Allah’la, Allah’ın Kitabı ve Resûlünün Sünnetiyle meşgul ise elbette
şeytanın o kalpte etkili olması mümkün olmayacaktır.
Yâni biz kendimiz şeytana dâvetiye
çıkarmayacağız. Şeytana kapı açmayacağız. Bakın Rasûlullah efendimiz bir hadislerinde
şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz hanımıyla
kavga ettiğiniz zaman sakın boşamadan, boşanmadan söz etmeyin. Çünkü o anda
sizi dinleyen şeytanlar sizden bunu duyunca ümide kapılırlar.”
Yani karı-koca aranızda
kavga ettiğiniz zaman sakın iki taraf ta boşanmadan söz etmesin. Çünkü
çevrenizde sürekli sizi takip eden, sürekli sizin bir gafletinizi yakalayıp
sizi Allah’a kulluktan koparmak isteyen şeytanlar bunu duyunca ümide kapılıp
sizin üzerinize daha çok çullanırlar. “Bizim telkinlerimiz bu karı-koca
üzerinde etkili olmaya başladı. Burada bize ekmek var. Aman biraz daha
üzerlerine gidersek bu işi başaracağız” diye ümide kapılıp daha çok üzerinize
gelirler. Onun için onlara karşı zaaflarınızı açıp onlara dâvetiye çıkar-mayın
buyuruyor Rasûlullah efendimiz.
Yine
tuvalet yaptıktan sonra acaba üzerime bir sıçrantı filan oldu mu ki? Diye
sürekli şeytanlardan vesveselere maruz kalanlar için Rasûlullah efendimiz
tuvalet yaptıktan sonra avucunuza bir miktar su alıp serpiverin ki nereye ne
değmiş bilemez olup böylece şeytanların vesveselerinden kendinizi kurtarmış
olursunuz buyurmaktadır.
Tabi şu anda piyasada bütün bu
hadisleri bilmeyen, şeytanı ve onun verebileceği vesveseleri tanımayan yığınlarla
insan farkında olmadan şeytanlara kapı açıp, onlara dâvetiye çıkarmaktadırlar.
Meselâ nasıl? Meselâ adam konuşmaya başlıyor: Efendim, galiba benim nasibim
bağlanmış. Galiba benim rızkım bağlanmış. Hiç bir şey ala-mıyorum. Hiç bir şey
satamıyorum. Hiç bir müşteri gelmiyor.
Veya bir başkası şöyle diyor:
Galiba benim nasibim bağlanmış. Beni hiç isteyen kalmadı. Tüm dünürcülerim kesildi.
Bütün bunlar bilelim ki şeytanlara dâvetiye çıkarmaktır. Bunu duyan şeytanlar
birbirlerini çağırırlar. Gelin, gelin burada bir enayi var. Burada bizi bir şey
zanneden, bizi güçlü zanneden bir müşteri var. Biraz daha üzerine gidelim,
çünkü bizim telkinlerimiz, bizim vesveselerimiz sonuç ver-meye başladı diye
birbirlerini çağırıp onun vücudunu istilaya başlarlar. Öyleyse onlara karşı hep
böyle inançlı, Allah’a güvenen, onlardan korkmayan bir tavır takınmalıyız ki bizden
ümit kesip çekip gitsinler.
Zaten onlar karşısında biz hep ayakta dimdik olursak bize yapabilecekleri
hiçbir şeyleri yoktur. Hani insan vücudu dengede iken, vücudun ısısı, dengesi
yerinde iken onun vücuduna bir mikrop girer. O mikrobun bünyeye girdiğini gören
kanımızın içindeki akyuvarlar, antikorlar yani İslam askerleri hemen harekete
geçip yarı yolda o mikrobun işini bitirirler. Ama öyle değil de eğer vücudun
ısısı, dengesi bo-zulmuşsa,
meselâ çok uykusuz kaldığı için, çok korktuğu için, çok aç ve susuz kalığı
için, ya da doğum yapıp çok kansız kaldığı için vücudun direnci azalmışsa
vücuda giren bir mikrop nasıl etkili olabiliyorsa aynen bunun gibi Allah’la
diyalogu kopmuş, Allah’ın desteğini kaybetmiş, Allah’a kulluğu bozulmuş, bunun
tabii sonucu olarak ta şeytanlara karşı direnci azalmış bir kişiye şeytanlar
etkili olabilecektir.
Yine Rasûlullah efendimizin bir başka
hadisinden öğreniyoruz ki şeytan bir adamın vücudunun herhangi bir yerine girer
ve rahatsızlık vermeye başlar. Ta ki adam bir doktora, bir hocaya, veya bir tekkeye,
türbeye gidince hemen oradan çıkar ve ağrı vermekten vazgeçer. Maksadı o adam
beni hoca kurtardı, doktor kurtardı, beni falan türbe veya falan tekke kurtardı
diyerek şirke düşmesini ister hain. Oraya gidene kadar adamın o uzvunda ağrı ve
sancı veren hain tam orada çıkıverir ve adamı beni kurtaran falandır diyerek
şirke düşürmek ister. Bunu Rasûlullah hadislerinde aynen böyle anlatır.
Yine biliyoruz ki şeytan hayır
yollarına oturur ve bunlardan insanları meneder. İnfak etmek isteyen insanın
karşısına aç kalma, fakir düşme korkusuyla çıkarak ona bu tür vesveseler
vererek infaktan alıkoymaya çalışır. Cihada ve hicret yolunda mü’minlere vesveseler
vererek onları durdurmaya çalışır. Mü’minleri namazdan alıkoymaya çalışır.
Hatta Rasûlullah efendimizin bir
hadislerinden öğreniyoruz ki şeytan uykuda insana üç düğüm vurur. Bunlar zikir,
abdest ve namazla çözülür. Mü’min sabahleyin namaz vaktinde kalkıp bismillah diyerek
Allah’ı zikredince birinci düğüm çözülür, namaz için abdest alınca ikinci düğüm
çözülür, Allahu ekber diyerek namaza durduğu zaman da üçüncü düğüm çözülür.
Eğer namaz vaktinde kalkmayarak bu düğümleri çözmezse kişi artık şeytan onun
kulağına işer de onun üzerine ağırlık çöküverir diyor Allah’ın Resûlü. Evet
işte şeytanın engellemeleridir bunlar.
Bir de Rasûlullah efendimizin bu
beyanından anlaşılıyor ki ab-destsiz zikir, Kur’an okumak caizdir. Abdestsiz
Kur'an okunabileceğine delildir bu. Çünkü burada zikir abdestten önce gelmiş.
Kişi sabaha kadar uyanmamışsa şeytan kulağına işer. Uyanıp zikir, abdest ve na-mazı
yapmamışsa tabii. Öyleyse şeytanın bu vesveselerine, bu iğva-larına kapılmamak
için Rabbimizin istediği biçimde O’nun bizden istediği kullukların tamamını
icra etmeye çalışacağız, üşengeçlik göstermeyeceğiz inşallah.
Yine kul günah işler, Allah affeder,
Allah onun ayıplarını örter de şeytan açığa çıkarır ve insanı rezil eder. Böylece
onun haya damarını çatlatıp artık günahları aleni işleyecek duruma getirmek
ister.
Şeytandan gelebilecek tüm dürtülere
karşı, tüm vesveselere ve fısıltılara karşı insanların Rabbi, insanların Meliki
ve insanların İlâhı olan Allah’a sığınacağız. Allah’ın koruması altına
gireceğiz. Allah’ın gösterdiği yola girerek, Allah’ın gönderdiği Kitap ve Sünnet
istikâmetinde bir hayat yaşayarak, Allah’ın belirlediği sınırların içine
girerek kendimizi koruma altına alacağız. Allah’ın gösterdiği usullerle şeytanlardan
korunmasını bileceğiz. Allah’ı tanıyacağız, Allah’ın kitabını tanıyacağız,
Allah’ın yasalarını tanıyacağız, şeytanı tanıyacağız, şeytanın hilelerini
tanıyacağız ve ondan korunma imkânı elde etmiş olacağız.
Şeytanı tanımak bu kitapla mümkündür,
İslâm’ı tanımak ta bu kitapla mümkündür. Kitabı tanırız, böylece şeytanı
tanırız. Şeytanı tanırız şeytan yolundan uzaklaşırız, İslâm’ı tanırız İslâm yoluna
gireriz. Allah’ı tanırız, Allah yoluna gireriz ve tüm şeytanlardan Allah’a
sığınırız. Rabbimiz buyurur ki bakın:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek
olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve bilir.”
(Fussilet 36)
Eğer bu konuda şeytandan sana bir
dürtü, bir kamçı, bir teşvik gelecek olursa hemen ondan Allah’a sığının diyor
Rabbimiz.
6. “Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her
hannâs’tan Allah’a sığınırım de).”
Demek ki vesvese sadece şeytandan
gelmiyor, bu misyonu üstlenen sadece şeytan değildir; bir de iki ayaklı şeytanlardan
söz ediyor Rabbimiz. Bu ve bunun gibi âyetlerden anlıyoruz ki şeytan sade-ce cinlerden değil, insanlardan da olabilmektedir.
Şeytanlık neydi? Allah’a kafa tutmak, Allah’a karşı gelmek, secde etmemek,
Allah’a kulluktan çıkmak ve secdesizliğine diğer varlıkları da çağırmak. Adem’i
ve onun çocukları olan insanları Allah’a kulluktan koparmak ve kendisinin
gideceği ebedî azap mahalline onları da beraberinde götürmek.
İşte şeytan budur, şeytanlık da
budur. Allah kullarının dinlerini ve yollarını karıştırarak, dini karma karışık
bir hale getirerek Allah kullarının yolunu şaşırtmak. İnsanlara küfrü, şirki,
isyanı, itaatsizliği, secdesizliği empoze etmek. İşte yeryüzünde şeytanın bu
görevini üstlenen, şeytan fonksiyonu, şeytan rolü oynayan bir kısım iki ayaklı
insanlar da şeytandır. Bunlar da insanların şeytanlarıdırlar. Bunların ataları
İblis değildir, bunların babaları Adem’dir ama bunlar insanlıktan çıkıp İblisin
çocukları, İblisin kulları ve aveneleri olmuşlardır.
Şeytanların lideri ve reisi olan İblis,
Kur’an’ın başka âyetlerinden öğreniyoruz ki cinlerdendir. Evet o cinlerdendir
ama onun emrine giren, onun direktifleriyle çalışan, yeryüzünde onun rolünü ve
misyonunu üstlenen, Allah kullarının din eğitimlerini yasaklayan, insanların dinleriyle
tanışmalarını engelleyen, dinin önüne barikatlar koyan, dindarlara zulmeden,
böylece insanların dine girmelerini engelleyen, dini karıştırmaya çalışan,
Allah kullarını Allah’a kulluktan ve secdeden uzaklaştırmak için çırpınan iki
ayaklı şeytanlar da vardır. Bu iki ayaklı insan şeytanlarının yeryüzünde bütün
dertleri, peygamberleri ve mü'-minleri Allah’tan uzaklaştırmak, Allah’ın kitabından
uzaklaştırmak, Allah’a kulluktan çıkarmak ve sırat-ı müstakimden uzaklaştırmaktır.
Gerek cin şeytanları ve gerekse
bunların rollerini üstlenen iki ayaklı insan şeytanları Allah’ın kullarını Allah’a
kulluktan koparabilmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. İnsanların
önlerine farklı dinler ve yollar çıkarırlar. Daha önce de ifade ettiğim gibi din
budur diye insanların önüne resmî dinler çıkarırlar. İnsanların önüne farklı İlâhlar
çıkarırlar. Allah’ı farklı tanıtırlar. Hayata karışmayan, insanlara kulluk
programı göndermeyen, vahiy göndermeyen, insanları keyifleriyle baş başa
bırakan, onlardan hiçbir sorumluluk istemeyen, yeryüzü tanrılarına ses
çıkarmayan, egemenlik haklarını onlara devreden uyuşuk bir Allah tanıtırlar.
İnsanların karşısına farklı kulluk anlayışları çıkarırlar. Farklı secde
makamları çıkarırlar.
Çünkü cin ve insan şeytanları
kesinlikle bilirler ki insanlar mutlaka secde edeceklerdir. İnsanlar yaratılış
gereği birilerine kulluk yapmaya, birilerine secde etmeye müsait
yaratılmışlardır. Tapacaktır onlar bir şeylere. Bunu çok iyi bilen şeytanlar
insanların önüne secde edecek mekanizmalar çıkarırlar. Futbolculara,
sanatçılara, yıldızlara, artistlere, siyasîlere, güneşlere, büyüklere, büyük bilinenlere,
tâğut-lara, tâğutların yasalarına, mallara, makamlara secde ettirirler. Onların
tüm dertleri insanlar Allah’a secde etmesinler de kime ve neye secde ederlerse
etsinler fark etmez. İnsanların önüne öyle programlar çıkarırlar ki bu
programlar içinde insanların Allah’a gitmeleri kesinlikle mümkün değildir. Cin
ve insan şeytanlarının düzenledikleri hayat programı insanların Allah’a
gitmelerini baştan bitirmektedir.
Gerek iki ayaklı insan şeytanlarının
gerekse onların akıl hocaları olan İblis’in şerrinden Allah’a sığınacağız. Hiçbir
zaman bunlardan da korkmayacağız. Biz bunlardan Allah’a, Allah’ın yasalarına,
Allah’ın gösterdiği hayata, Allah’ın istediği kulluğa sığındığımız, Allah
yolunda olduğumuz sürece bunların bize karşı yapabilecekleri hiçbir şeyleri
yoktur. Bakın Rabbimiz Nisâ sûresinde bunların zerre kadar bir güçlerinin
olmadığını, hilelerinin ve tuzaklarının çok basit olduğunu anlatıyor.
“Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen
şeytanın hilesi pek zayıftır.”
(Nisâ 76)
Evet şeytanın hilesi çok zayıftır diyor
Rabbimiz. Şeytan bizzat kendisi de itiraf ediyor bunu:
“İblis: “Senin kudretine
andolsun ki, onlardan, sana içten bağlı ihlaslı kulların müstesna, hepsini
azdıracağım” dedi.”
(Sâd 82,83)
Hayatını Allah için yaşamaya çalışan,
Allah’a sığınan, Allah’ın koruması altına giren, Allah’ın dinine sımsıkı
sarılan ve Allah’ın yasalarına sımsıkı bağlı olan ihlaslı müminlere şeytan ve
dostlarının yapabilecekleri hiç bir şey yoktur.
Öyleyse sürekli istiâzeye devam
edeceğiz, sürekli şeytanlardan Allah’a sığınmaya devam edeceğiz. Ama bunu
sadece dille değil bizzat hayatımızla da ortaya koyacağız. Rabbimizin bu
sûreleriyle bize yol gösterdiği gibi Felâk, Nas ve Âyet el-Kürsi'ye devam
edeceğiz. Okuduk bitti değil. Zira namazda başında okuduğumuz halde yine geliyor.
O halde okumaya devam edeceğiz. Bakara’ya devam edeceğiz. Bakara’nın sonundaki
iki âyeti sürekli okuyacak ve hatırımızda canlı tutacağız. Allah’ın zikrini
çoğaltacağız. Abdest ve namaza devam edeceğiz. Günahlardan uzak duracak ve
şeytanlara kapı açmayacağız inşallah. Allah yardımcımız olsun.
Böylece kitabımızın son sûresini de
bitirmiş olduk. Rabbim kendi bilgisiyle bilgilenip, vahiyle kuşanıp, vahiy
rehberliğinde bir hayat yaşamayı cümlemize nasip buyursun. Rabbim bir an bile
bizi kitabından ayırmasın. Sürekli kitabı ve onun pratik örneği ve açıklayıcısı
olan peygamberinin sünneti ile dyalog halinde olmayı
bize nasip buyursun. Bizi nefisimize, şeytanlara ve tagutlara
bırakmasın. Çünkü kitap ve sünnetle ilgisi kesilmiş insanlar Allah’tan başkalarının
kucağına düşmek zorunda kalacaklardır. Rabbim bizi sadece kendine kul köle
eyle. Rabbim bu konuda yardımı sadece senden bekliyor, kulluğumuzu sadece sana
yapmaya söz veriyoruz. Bu konuda bize yardım buyur ya Rabbi. Bizi iki cihanda
da aziz eyle. Vahyinden ayrı kalışımızın sonucu olarak şu içine düştüğümüz
zillet ve meskenetten bizi kurtar. Rabbim sadece senin rızanı kazanabilmek için
yaptığımız bu çalışmalarımızı kabul buyur. Dünya ve ukba
kurtluş ve saadetimize vesile kıl. Bu ümmetin
uyanışına sebep kıl. Kitabına ve peygamberinin sünnetine karşı yabancılaşmış bu
şaşkın ümmeti yeniden kitabın ve peygam-berinle tanıştır
ya Rabbi. Senden başkalarında çözüm arayan, baş vurduğu herkesten ve her yerden
eli boş dönen ve bunun sonucu olarak da alçaldıkça alçalan şu İslâm ümmetine
şuur ver ya Rabbi. Önce bu ümmetin önüne geçip onlara din duyurması gerekenlere
şuur ver ya Rabbi. Bizleri bağışla ya Rabbi. Çünkü vahyini insanların gündemi-ne
indiremedik. Toplumun gündemini vahiyle oluşturamadık. Gündemi başkaları
oluşturdu. İnsanlar şu anda onların gündemleriyle beraberler. Bize güç ver,
samimiyet ver, basiret ver de bu uğurda onlar kadar güçlü ve samimi olalım.
Sübhanekallahümme ve bihamdik, eşhedü
en la ilahe illa en-te, estağfiruke ve etûbü ileyk.
Ve âhiru da’vana enilhamdü lillahi Rab-bi’l âlemin.