HAYATI,
ESERLERİ, TEFSİRİ VE TESİRİ
KURTUBİ’NİN
HAYATI VE YAŞADIĞI DÖNEM
II.
Kurtubî'nin Yaşadığı Dönem:
ŞAHSİYETİ
VE ESERLERİYLE İMAM KURTUBÎ
1- "Ebû Hucce" diye bilinen Ebû Cafer
Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Kaysî:
2-
Ebû Muhammed Abdulmu'tî b. Mahmûd b. Abdulmu'tî en-Nahvî:
3-
Ebû Ali el-Hasen b. Muhammed :
14-
Kurtubî'nin Adını Zikretmediği Bir Hocası:
C-
İtikadî Mezhebi ve Diğer Mezheplere Karşı Tutumu:
D-
Fıkhî Mezhebi ve İlmî Seviyesi:
E-
Bazı Konulara Dair Fikirleri:
4.
İlmî Delillere Karşı Tutumu:
F-
Çeşitli İlimlere Dair Bilgisi:
2.
el-Esnâ fi Şerhi Esmâi'l-Lahi'l-Hüsnâ:
8.
Fıkıh Usulüne Dair Bir Eseri:
I.
Tefsir Tarihinde Kurtubî'nin Yeri:
Birinci
Aşama: Hz. Peygamber ve Sahabe Dönemi:
Dördüncü
Aşama: Tefsirlerin Telifi:
Beşinci
Aşama: Dirayetle Tefsir:
II.
Kurtubî'nin Tefsiri'ni Yazdığı Tarih:
A-
Kendi İfadesiyle Tefsirini Te'lif Amacı ve Usûlü:
B-
Kurtubî'nin Usûlü (Tefsirdeki Metodu):
1.
Kur'ân ve Hadise Öncelik Tanıması:
2.
Sahabe ve Tabiînden Gelen Nakillerden Yararlanması:
3.
Sözlük Anlamlarına, Dilbilgisi Kurallarına ve Anlatım Üslûplarına Dair
Açıklamaları:
4.
Kıraatlere Dair Açıklamaları:
6.
Tefsirini Yazarken İzlediği Yol:
b.
Sûre Başlarında Verdiği Bilgiler:
cb)
Nüzul Sebebi ve Tarihî Olaylar:
I-
Kuran İlimlerine Dair Kaynaklar:
1.2.
Bahru'1-Ulûm veya Ebu'1-Leys es-Semerkandî Tefsiri:
1.4.
el-Mehdevî'nin: "et-Tahsîl..." Adlı Tefsiri:
1.5.
Ebu'l-Hasen el-Maverdî'nin Tefsiri:
1.7.
Mekkî b. Ebi Tâlib'in "el-Hidâye..." adlı Tefsiri:
2.1.
Ebû İshâk ez-Zeccâc ile Ebû Cafer en-Nehhâs:
2.2.
Zamehşerî'nin "el-Keşşâfı:
2.3.
İbn Huveyzimendâd'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"ı:
2.4.
el-Cessâs'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân''ı:
2.5.
el-Kiyâ et-Taberî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ı:
2.6.
İbnü'l-Arabî'ye ait "Ahkâmu'l-Kur'ân":
3.
İşari (Tasavvufi) Tefsirler:
3.1.
et-Tüsterî'nin "Tefsirü Kur’âni'l-Azîm''i:
3.2.
es-Sülemî'nin"Hakaiku't-Tefsir"i:
3.3.
Abdurrahim el-Kuşeyrî'nin "et-Teysir fî't-Tefsir:
B-
Kur'ân Tarihine ve Kıraate Dair Eserler:
1. el-Enbarî'nin "er-Red" Adlı Eseri:
2.
Ebû Ali el-Fârisî'nin
"el-Hucce" Adlı Eseri:
3.
İbn Cinnî'nin "el-Muhtesib"
Adlı Eseri:
4.
Ebû Amr ed-Dânî'nin Eserleri:
5.
Ebû Ma'şer et-Taberî'nin "Sûku'1-Arûs" Adlı Eseri:
C-
Garîbu'l-Kur'ân'a Dair Eserler:
II-
Hadis, Hadis Fıkhı ve Sîret'e Dair Kaynaklar:
A.
Kütüb-i Sitte ve Diğer Hadis Eserleri:
1.
el-Halimî'nin "Minhâcu'd-Din" adlı eseri:
2.
et-Tirmizî el-Hakîm'e Ait "Nevâdüru'l-Usûl":
3.
Ebû Nuaym'm "Hilyetü'l-Evliya"sı:
4.
Ebû Nasr es-Siczî'ye Ait "el-İbâne":
5.
İbnü'l-Hassâr'a Ait "Şerhü's-Sünne":
6.
Dârâkutnî'nin "Kitabu'l-Medih" (el-Mudebbec)'i:
7. Hâkime Ait "Ulumu'l Hadis":
8. el-Hatib el-Bağdâdî'ye Ait Eserler:
9.
İbn Salâh'ın Ulûmu'l-Hadis'e Dair Mukaddimesi:
B-
Hadis Fıkhına Dair Eserler:
1.
İbn Abdi'lberr'in
"el-İstizkâr"ı:
3. el-Bâcî'nin "el-Muntekâ" adlı
eseri:
4.
İbnü'l-Arabî'nin "el-Kabes" adlı Eseri:
5.
İbnü'l-Harrât'ın "Kitabul-Ahkâm'ı:
C-
Siret, Şemail... v. b. Eserler:
1.
îbn İshâk'm "Sîretu'r-RasûTü:
2.
el-Vakidî'nin "el-Mağazî" Adlı Eseri:
3.
İbn Abdi'l-Berr'e Ait "ed-Dürer fî'1-Mağazî ve's-Siyer":
4.
Beyhakî'nin "Delâilu'n Nubuvve" Adlı Eseri:
5.
İbnü'l-Cevzî'nin "el-Vefâ" Adlı Eseri:
6.
Ebû'r-Rebf Süleyman'ın "Şifâu's-Sudûr" Adlı Eseri:
7.
Kadı Iyad'ın "eş-Şifâ" Adlı Eseri
9.
İbn Abdi'l-Berr'in "el-İstîâb"ı:
11.
İbn Asâkir’n "Dimaşk Tarihi":
12.
el-Kisaî'nin "Kasasu'l-Enbiya" Adlı Eseri:
13.
es-Sa'lebi'nin "Kitabu'l-Arâis" Adlı Eseri:
III-
Tevhid (Akaid) ve Kelâma Dair Eserler:
1-
Ebû Mansur el-Maturidî'ye ait "el-Akîde":
2-
İbn Mende'ye Nisbet Edilen "Kitabu't-Tevhîd":
3-
Ebû Bekr el-Bakillânî'nin "et-Temhîd''i:
4-
Ebû İshâk el-İsferâyinî'ye Ait "el-Evsat":
5-
Ebû'l-Meâlî el-Cuveynî'ye ait "el-İrşâd":
1-
Sahnûn b. Said'in "el-Müdevvene" Adlı Eseri:
2-
İbn Habib'in "el-Vâdıha" Adlı Eseri:
3-
Muhammed b. Ahmed'e Ait "el-Utbiyye":
4-
İbnü'l-Mevvâz'a Ait "Kitabu'l-Muvâzene"
5-
İbnü'l-Münzir'in "Kitabu'1-İşrâf" Adlı Eseri
6-
İbn Abdi'l-Berr'e Ait "el-Kâfı" Adlı Eser:
7-
İbn Rüşd'e Ait "el-Mukaddimât" Adlı Eser:
8-
İbn Şâs'ın "el-Cavâhirü's-Semîne" Adlı Eseri:
9-
er-Rûyanî'nin "Bahru'l-Mezheb" Adlı Eseri:
A.
Garîbu'l-Kur'ân ve Garîbu'l-Hadis'e Dair Eserler:
1.
Ebû Ubeyd'in "Ğarîbu'l-Hadis"i:
2.
Ebu'l-Ferec el-Cevzî'ye Ait "Fuhûmu'1-Âsâr":
B.
Genel Lügatler (Sözlükler):
1.
İbnü'l-Enbârî'nin "Kitab ez-Zâhir"i:
2.
Ebû Ömer el-Mutarriz'e Ait "Kitabü'l-Yavâkît:
3.
el-Esmaî'nin "Kitabu'1-Efâl" Adlı Eseri
4.
el-Cevherî'nin "es-Sıhah"ı:
5.
İbn Fâris'in "el-Mücmel" ve "Mekâyîsü'1-Lüğa" Adlı Eserleri:
6.
İbn Sîde'nin "el-Muhkem" Adlı Eseri
C.
Kurtubî'nin Nahiv Kaynakları:
MEZİYET
VE ZAAFLARIYA KURTUBÎ TEFSİRİ
I.
Meziyetleriyle Kurtubî Tefsiri:
A.
Kaynaklarını Tesbitteki Hassasiyeti:
D.
Kıraat, Lügat, Sarf-Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları:
2.
Kurtubî Tefsirinde Lügat Açıklamaları:
3.
Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları:
E.
Fıkıh ve Fıkıh Usûlü Bahisleri:
II.
Zaaflarıyla Kurtubî Tefsiri:
A-
Zayıf ve Uydurma Rivayetler:
B.
Kurtubî Tefsiri'nde İsrâiliyyât:
C.
Çağının İlmî Etkisi Altında Kalması:
I.
Kurtubî ve Tefsiri Hakkında Değerlendirmeler:
II.
Kurtubî Tefsiri Üzerinde Yapılan Çalışmalar:
III.
Kurtubî ve Tefsiri'nin Tesiri:
İMAM
KURTUBİ'NİN "EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ'L-KUR'ÂN" TERCÜMESİNE DAİR
TERCÜME
ESNASINDA BAŞVURULAN ESERLER
Bismillahirrahmanirrahim
Cenâb-ı Allah'a sonsuz hamd-u senalar...
Son Rasulü Muhammed'e, sair rasul ve nebilere, aile halklarına,
arkadaşlarına, onların miraslarını devir alarak yaygınlaştıran ilim
adamlarına, şehid-lere, onların izinden gidenlere de sonsuz salat-u selam...
"İmam Kurtubi'nin Hayatını, Eserlerini,
Tefsir'ini ve Tesirini" konu alan bu çalışma -haddimiz olmayarak-
"Kurtubi Tefsiri"ni tercüme etmeye kalkışmak gibi cesaret isteyen bir
işin zorunlu kıldığı bir çalışmadır. Kurtubi Tefsiri'nin tercüme kararı elbette
büyük bir işti. (Cenab-ı Allah bu karara sebeb olanların ecrini versin; bize
de bu işi yüzakıyla tamamlamayı nasib etsin, ecrinden mahrum etmesin...)
Ancak İmam Kurtubi ve eseri -yer yer ondan yapılmış
nakillere rastlanılmakla birlikte- Türkçe okuyan müslümanlarca yeterince -bu
işle ilmen ilgilenenler dışında- tanınmıyordu.
Bu bakımdan Kurtubi'yi ve Tefsiri'ni tanıtıcı
bağımsız bir çalışmanın varlığı da gerekli hatta bir bakıma zorunlu idi. Bu
sebebten dolayı, bir taraftan Kurtubi tefsirini tercüme ederken bu amaçla
tasarladığım plan çerçevesinde değerlendirmek üzere de yeri geldikçe notlar
aldım. Onuncu cildin tercümesini tamamladıktan sonra, Tefsir'den çıkardığım
notların büyük ölçüde yeterli olacağını, arada görülecek boşlukların diğer
ciltlere ve gerek görülecek eserlere başvurarak doldurulabileceğini gördüm.
Diğer taraftan Kurtubi ve Tefsiri üzerine yapılmış çalışmaların var olup
olmadığını da araştırıp durdum. Sonunda Dr. el-Kasabi Zelât'ın:
"el-Kurtubi ve Menhecehu fi't-Tefsir" adını taşıyan bir doktora
tezini ilim ehli bir kardeşimizin yardımı ile tesbit ettik. Yine ondan bu
çalışmayı ve ayrıca meşhur Hasan Selman ile Cemâl Abdulla-tif ed-Dusuki'nin
müştereken hazırladıkları "Keşşaf Tahlili li'1-Mesâili'l-Fık-hiyye fi
Tefsiri'l-Kurtubi'yi de tedarik ettik. Bu çalışmanın da özellikle "Kurtubi'nin
Tefsiri'ne göre şahsiyet ve asrı" unvanlı bölümü, bizim bu çalışmamızda
yardımcı oldu.
Bilahare Mustafa İbrahim el-Mişni tarafından
"Medresetu't-Tefsir fi'1-Ende-lüs" adlı bir çalışmayı da gördük. Bu
çalışmanın da Kurtubi'ye dair bölümleri işlerimizi oldukça kolaylaştırdı.
Bunlar dışında Tefsir Tarihi'ne ve biyografilere dair
yazılmış eserlerde bizim bu alanda yararlandığımız ikinci dereceden kaynaklar
arasında yer alır.
Kurtubi ve Tefsiri'ne dair bu çalışmamızda -mesela-
çeşitli eserlere ve müelliflere ya da belirgin bazı şahsiyetlere dair bilgileri
aldığımız kaynaklar da bu çalışmanın diğer kaynaklan arasındadır.
Ancak görüleceği gibi; bu çalışmanın bütün
aşamalarında en çok Kurtu-bi'nin kendi tefsirinde verdiğ bilgiler yol gösterici
olmuş, ışık tutmuştur.
Görülecek olan ikinci husus şudur: Bu çalışma, aynı
alanda önceden yapılmış çalışmaların değişik bir tekrarından ibaret değildir.
Bu çalışmada daha önce yapılmış çalışmalardan oldukça farklı ve oralarda yer
almayan bir çok bilgi yanında; farklı bazı hususlara ve konulara da dikkat
çekilmiş ve önplana çıkartılmıştır. Sanırım bu kadarı da bağımsız bir çalışma
yapmak için yeterli gerekçelerdir.
Bu çalışmanın kısa bir çerçevesini çizmek amacıyla da
şunları kaydedelim.-
Kurtubi'nin hayatı ve yaşadığı dönemi konu alan kısa
bir bölümden sonra; ikinci bölümde, Kurtubi'nin ilmi ve ahlaki şahsiyetini
belirginleştirmeye ve eserlerine dair bilgi vermeye çalıştık.
Üçüncü Bölümde, Kurtubi Tefsiri'nin usulünü belli bir
sistem çerçevesinde ortaya çıkarmaya çalıştık.
Dördüncü Bölüm'de Kurtubi Tefsirinin kaynaklarını
tesbit etmeye çalıştık. Bunu yaparken de özellikle hem müellifin hem de
eserlerini ismen zikrettiklerini tasnif edip kayd ettik ve bunlara dair kısa
bilgiler vermekle yetindik.
Beşinci Bölümde Kurtubi Tefsirinin gözden kaçabilecek
bazı meziyetlerini ortaya çıkarmaya, bununla birlikte zaaf olarak
nitelendirilebilecek -tesbit edebildiğimiz- bir iki noktaya değinmeye
çalıştık. Pek çok meziyeti yanında bazı zaaflarının da bulunduğuna dikkat
çekmeyi adaletli bir değerlendirme için gerekli gördüğümüz gibi; kemal'in
Allah'a mahsus olduğuna ve İmam Malik'in de işaret ettiği gibi, "Allah
Rasulü dışındaki herkesin sözlerinin bir kısmı alınabilirken, bir kısmının da
red edilebileceğine" de işaret etmek istedik.
Altıncı Bölümde Kurtubi Tefsiri'nin kendisinden sonra
gelen bazı müfes-sirlere etkilerini örneklendirmeye gayret ettik ve Kurtubi
Tefsirinin etkisinin bunlarla sınırlı görülmemesi gerektiğine de dikkat çekmeye
çalıştık.
Kısa bir "değerlendirme" ile de
noktaladığımız bu mütevazi çalışmanın -karınca kararınca- ilmi hayatımıza
katkıda bulunacağını ümid ederiz.
Bu vesile ile Peygamberi mirasın bize intikalinde rol
oynamış bütün ilim adamlarına, ilmi cehdiyle bu dine hizmeti geçmişlerin
yanında cihadıyla da bu dinin sonraki nesillere ve diğer insanlara ulaşmasında,
ulaştırılmasında mutlak katkıları olan gazi, mücahid ve şehidlere de Allah'tan
mağfiret ve ihsan dileriz.
Rabbimiz! İlmimizi artır!
Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik ve güzellik ver!
Ahirette de bir iyilik ve güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru![1]
M. Beşir Eryarsoy
Üsküdar, Muharrem 1417
Haziran 1996
Künyesi: Ebu Abdullah, adı: Muuhammed, babasının adı:
Ahmed, dedesi: Ebu Bekr, dedsinin babası Ferh olan müfessirimiz, Ensari ve
Hazrecli bir soydan gelmektedir. Kurtubada doğduğu kaynakların ittifakı ile
belirtilmektedir.[2]
Aynı şekilde kaynaklar, hicri 671 yılında vefat
ettiğini de belirtmektedirler,[3] hatta
bu kaynaklar arasında vefat tarihini günü ile tesbit edenler de vardır.
ed-Davudi , ez-Zehebi’den naklen şöyle demektedir: “(Kurtubi) Said’in alt
kısmında yer alan Hasiboğulları Minye’si diye bilinen yerde yaşardı. Pazarı
pazartesiye bağlayan geceye rastlayan 671 yılı
Şevval ayının 9’uncu gününde (30.IV.1273) vefaat etmiştir.”[4]
Kurtubi’nin doğum tarihini tesbit eden yahut da buna
işaret eden herhangi bir kaynak bulunmamakla beraber, başta tefsiri olmak üzere
eserlerinde de buna işaret eden herhangi bir ifadeye rastlanmamıştır.
Kurtubi’nin şahsiyeti ve tefsirdeki metodu üzerine yayınlanmış doktora tezi
bulunan Dr. El Kasabi Mahmut Zelat da bu konuda herhangi bir kayda
rastlamadığını belirtmektedir.[5]
Bununla birlikte çocukluk, öğrencilik, gençlik, hatta
yetişme döneminin büyük bir bölümünün Endülüste geçtiğini, daha sonra ise
hicret ederek Mısıra gelip yerleştiğini ve hayatının geride kalan bölümlerini
burada geçirip Mısırda vefat ettiğini tefsirdeki diğer açıklamalardan
anlayabiliyoruz.
Mesela Kurtubi, Ali-İmran suresi169-170’nci
ayetlerine dair açıklamalarında ( beşinci başlıkta ) bulunduğu sırada, düşmanın
bulundukları yere yaptıkları bir baskından söz etmekte ve babasının da bu arada
öldürüldüğünü şöylece zikretmektedir: "...Kahrolası düşman, 627 yılının
mübarek Ramazan ayının 3'ncü günü sabahında herkes işlerinde bir şeyden
habersiz çalışmakta iken, düzenlediği baskında pek çok kimseyi öldürüp esir
aldı. Öldürülenler arasında rahmetlik babam da vardı..."[6]
Bu ifadeden, Kurtubî'nin 627 yılı Ramazan ayının
3'ncü gününe tesadüf eden (16 Temmuz 1230) tarihinde Endülüs'te bulunduğu ve
çiftçi bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır.
Yine Tefsir'inde, (el-Bakara, 245'nci âyetin
tefsirinde) hocalarından olan
Kadı Ebû Âmir Yahya b. Âmir'den Rabiu'1-Âhir 628
yılında (Şubat 1231'de) Kurtuba'da kendisinin kıraat ile hadis ahzettiğini
haber vermektedir.
[7]
Bu ifadeden hem o dönemin Kurtuba'sındaki ilmi hayata
dair bir takım işaretler bulunmakta, hem Kurtubî'nin (ileride nisbeten etraflı
bir şekilde göreceğimiz) ilmi hayatına atıfta bulunulmaktadır. Ancak, bu ifade
bize şunu göstermektedir ki Kurtubî, hicri 628 tarihine kadar kesinlikle
Endülüs'te bulunuyordu.
Özellikle az önce babasının vefatı ile ilgili
açıklamasından hareket eden Dr. el-Kasabî, Kurtubî'nin doğum tarihini takribi
olarak da olsa tahdit etmeye çalışırken şunları söylemektedir: Kurtubî'nin,
hicri 6. asrın son diliminde, yahut bunun az öncesinde dünyaya gelmiş olduğunu
varsayacak olursak O'-nun Muvahhidler zamanında ve onlara mensub Yakub b. Yusuf
b. Abdul-mu'min (580-595 / 1184-1199) döneminde doğduğunu kabul edebiliriz.
[8]
Kurtubî'nin Mısır'a ne zaman geldiğini kesin olarak
tesbit etmemiz mümkün olmamakla birlikte Tefsirinde Mısır'da yaşadığına dair
pek çok ifadeleri tesbit etme imkânımız vardır.
[9]
Mısır'a geliş tarihini kesinlikle tesbit edememekle
birlikte Tefsir'inde ye-ralan şu ifadelerden takribi bir tarih çıkarma
imkânından söz edilebilir. Kurtubî, İsra sûresinin 45'nci âyetinin tefsirini
yaparken başından geçen şöyle bir olayı anlatmaktadır: "...Ülkemiz
Endülüs'te Kurtuba'ya bağlı yıkık yahut da (Mensur adını taşıyan) bir kalede
başımdan şöyle bir olay geçmiştir: Düşmanın önünden kaçarken yana doğru bir
başka tarafa çekildim. Aradan fazla zaman geçmeden arkamdan beni yakalamak
üzere iki atlı yola koyuldu. Düzlük bir arazide oturuyordum. Beni takib eden
bu iki atlıya karşı beni gizleyecek hiçbir şey yoktu. O sırada Yâsîn sûresinin
baş taraflarını ve Kur'ân-ı Kerîmin başka bölümlerini okumaktaydım. Beni
izleyen iki kişi yanımdan geçtiler, sonra geçtikleri aynı yerden geri döndüler.
Bu sırada onlardan birisi diğerine: "Bu bir Di'beludur" -Şeytan
demek istiyorlardı- dediler. Allah onların basiretlerini kör etti ve beni
göremediler. Bundan dolayı Yüce Allah'a çok hamd-ü senalar ettim."
[10]
Bu ifadeden, Kurtubî'nin düşmandan kaçtığı ve
Allah'ın onu koruduğu açıkça anlaşılmakla birlikte buna dair herhangi bir
tarihten de söz etmemektedir. Dr. el-Kasabî, sözü geçen bu kalenin h. 632
(1234-1235) yılında Kur-tuba çevresinde hıristiyanlar tarafından düşürülen
kalelerden birisi olabileceğine ve sonunda da 23 Şevval 633 (1. VII. 1236)
yılında Kurtuba'nın da düştüğüne, Kurtuba ahalisinin bunun üzerine şehirlerini
terk ettiklerine dikkat çekmekte ve Kurtubî'nin Mısır'a gelmek üzere
İspanya'dan ayrılması 633'lü yıllardan sonraya rastladığında şüphe olmadığı
sonucuna varmaktadır.
[11]
Yine Dr. el-Kasabî'nin, Endülüs'ten Mısır'a gelmek
isteyip de Said veya Ka-hire'ye doğru gitmek isteyenlerin, ister kara ister
deniz yoluyla gelsinler, mutlaka İskenderiye'ye uğramak zorunda olduklarını
belirtmekte; diğer taraftan Kurtubî'nin (ileride sözü edilecek) bazı
hocalarının İskenderiye'de yaşamış olduklarından hareketle, önce İskenderiye'de
bir süre kaldığını, ondan sonra da Said'de yer alan Minye'ye gitmiş olması
gerektiği ve hocalarından birisi olan İmam Muhaddis Ebû Muhammed Abdulvehhab
b. Revvâc'ın 648 h. (1250-12551 M.) de vefat etmesi dolayısıyla da 648'den önce
İskenderiye'ye varmış olması gerektiği sonucuna varmaktadır.
[12]
Buna göre şu sonuca varmamız mümkündür: Kurtubî,
İskenderiye'ye geldikten sonra bir süre ilmi tahsiline orada devam etmiş ve
büyük bir ihtimalle İskenderiye'de kendisinden ilim tahsil edeceği kimsenin
kalmadığına kanaat getirdikten sonra Hasiboğullan Münye'si diye bilinen şehire
gidip yerleşmiş ve vefat ettiği tarihe kadar orada kalmıştır.
Başta da işaret edildiği gibi Kurtubî, Pazartesi
gecesine rastlayan 9 Şevval 671 (30. IV. 1273) günü Minye'de vefat etmiştir.
Dr. el-Kasabî'nin belirttiğine göre Kurtubî'nin
kabri, Said'in aşağı bölgelerinde yer alan ve Nil'in doğu taraflarında bulunan
Munye'de bulunmakta ve halen bilinmektedir. 1971 yılında Kurtubî adını taşıyan
büyükçe bir mes-cid yapıldığını da bize bildirmektedir.
[13]
Kurtubî'nin nesebine dair açıklamalar başta
zikredilmişti. Kurtubî'nin soyundan gelenler ile ilgili olarak da aynı zamanda
bir ilim adamı da olduğu anlaşılan Şihabuddin Ahmed adında bir oğlu olduğunu da
öğreniyoruz. Çünkü ed-Davudî, Kurtubî'nin hayatını zikrederken: "Ondan
oğlu Şihabud-din Alımed de rivayet etmiştir"
[14]
demektedir.
[15]
Az önceki kısa açıklamalardan ve takribi olarak
çıkartılan bir takım sonuçlardan anlaşıldığına göre Kurtubî, yaklaşık 600 h.
(1203-1204 m.) yılı dolaylarında Kurtuba'da doğmuş, 640 / 1242-1243 yılları
civarında Mısır'a gelmiş ve 671 / 1273 yılında vefat etmiştir.
Bu dönemlere tekabül eden tarihlerde ise, Endülüs'te
Muhammed b. Tû-mert'in kurmuş olduğu Muvahhidler Devletinin yönetim başında
olduğu görülür. Çünkü, bilindiği gibi Muvahhidler, (524-667 / 1130-1269) yıllan
arasında varlığını sürdürmüş bir devlettir. Buna göre Kurtubî'nin hayatının
birinci dönemi Endülüs'te Muvahhidler döneminde tamamlanmıştır.
Mısır'a gidişi ise, hicri 648 (m. 1250)'den önce
olduğuna ve 671 yılında da vefat ettiğine göre, Kurtubî'nin Mısır'daki
hayatının da Memlûk Hanedanının kuruluşuna -647 h. /1249 m. da- rastladığını ve
vefatının da Bahri Memlûk-lular diye bilinen Memlûk sultanlarının dördüncüsü
olan ve (659-676 1260-1277) yılları arasında hükümdarlık süren el-Melik
ez-Zâhir Rüknüddin Baybars dönemine rastladığını görüyoruz.
[16]
Kurtubî'nin hayatı ile ilgili belli başlı bu noktalan
tesbit ettikten sonra şahsiyeti ve eserleri üzerlerinde nisbeten daha etraflı
bir şekilde durmamız gerekmektedir.
[17]
Kurtubî'nin yaşadığı asır olan hicri 7'nci asır,
İslâm ilim tarihinin gerçekten önemli bir dönemine rastlamaktadır. Siyasal
açıdan İslâm Tarihinin parlak dönemleri nisbeten geride kalmakla birlikte, bu
dönemde özellikle önceki asırların ilmî birikimlerinin çok ciddi bir şekilde
tasnif edildiğini görüyoruz. Önceleri temel bilgilerin bir araya getirilmesi
şeklinde başlayan ilmî hareket, bu dönemde çok daha kapsamlı bir hâl aldı.
Diyebiliriz ki: Her dalda yapılan derleme ve tasnifler adeta ilim piramidinin
en üst taşlarının konulduğu bir dönemi temsil etmektedir.
Kurtubî'nin, doğumundan itibaren yaklaşık 648'li
yıllara kadar Endülüs'te yaşadığını kabul ettiğimize göre Kurtubî, Muvahhidler
döneminde Endülüs'te yetişmiş, ilmî hayatının önemli bir bölümünü burada
tamamlamış olmaktadır.
Daha sonra Kurtubî, Mısır'a geçmiştir. 648'nci hicri
(1250 m.) yılında ise o sıralarda Eyyubîlerin Mısır'daki son dönemleri ile
Memlûk Sultanlığının başlama dönemleri olduğunu ve Kurtubî'nin 671 / 1273
yılında Baybars'ın hükümdarlığı sırasında vefat ettiğini tesbit etmiştik. Bu
iki coğrafi alanda ve bu dönemde oldukça verimli ve zengin bir ilmi hayat ile
karşı karşıya bulunuyoruz.
Bu konuda fikir verecek şekilde açıklamalarda
bulunmak, esasen Kurtu-bî'yi ve eserlerini, özellikle de Tefsirini bir tanıtım
mahiyetinde olan bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, bu konu ile ilgili
derli toplu bilgi edinmek isteyenlerin başka kaynaklara başvurmaları
gerekmektedir.
[18]
Müfessirimiz, o zaman İslâm aleminin geleneksel ilim
tahsil etme ve ilmi rivayet etme yollarını sürdürmüş bulunmaktadır. Tefsirinde
yer yer kullandığı ifadelerden bunu anlamaktayız. Mesela: "Hocamız İmam
Ebu'l-Abbas dedi ki... derdi ki..."[19]
ifadelerine rastladığımız gibi, "hocamız Ebû Cafer el-Kurtubî'yi şöyle
derken dinledim"
[20];
"Selm b. el-Hasan'ı şöyle derken dinle-dim"[21];
"Ben bunu, Ebu'1-Ğavs el-A'râbî'den dinledim"
[22];
"Hocamız, Hafız el-Munzirî eş-Şafii Ebû Muhammed Abdulazim'i dinledim
ki..."
[23] ve "Hocamız İmam
Hafız Ebû Muhammed Abdulazim'i şöyle derken dinledim..."
[24] gibi
bizzat hocasının ağzından dinlediğini ifade eden hadis terimlerini kullanarak
nakillerde de bulunur. Yine "bize bildirdi" anlamına gelen
"enbeenâ" diye rivayetlerde bulunduğunu da görüyoruz. Mesela,
birisinde şöyle demektedir:
"Bize, büyük ilim adamı, fakih, İmam Ebu'l Kasım
Abdullah... babası... el-Kûmî et-Tilmisanî bildirdi ki..."
[25]
demektedir.
Yine benzer anlama gelen bir edâ tabiri olan
"ahberanâ" ve: "ben ona okuyordum, o dinliyordu"
anlamında; "kıraaten minnî aleyhi" ifadelerini, "İmam Muhaddis
Kadı Ebû Âmir Yahya" adındaki hocasından yaptığı nakil ile ilgili olarak
kullandığını da görmekteyiz.
[26]
"Bize bunu Muhammed b. Ali eş-Şakîkî
anlattı" anlamındaki ifadede de "haddesenâ" tabirini
kullandığını görüyoruz.
[27]
Belli bir takım rivayetleri nakledebilme hususunda
hocalarından icazet aldığına dair ifadelere de: "Yüce Allah'a hamd olsun
ki, biz bütün bunları icazet ile rivayet etmekteyiz"[28]
ifadelerine ve yine: "Biz, bütün bunları İbn Vad-dâh'dan rivayet
ettik..."
[29] ifadelerine de
rastlamaktayız.
İşte, yer yer rastladığımız bütün bu ifadeler,
Kurtubî'nin o zamanın ilim geleneğine uygun olarak bir eğitimden, tahsil
hayatından geçtiğini ve teliflerinde de bunlardan yeri geldikçe gereği gibi
faydalandığını göstermektedir. Bu hususları bu şekilde kısaca tesbit ettikten
sonra imkânlarımız ölçüsünde Kurtubî'nin hocalarını tesbit etmeye çalışalım:
[30]
Kurtubî'nin Tefsir'inde sözünü ettiği onu aşkın
hocasından ayrı olarak bazı kaynaklar onun, bunların dışında kimi hocalarının
da isimlerini vermektedir. Dr. el-Kasabî, "Kurtubî ve Tefsirdeki
Metodu" ile ilgili olarak hazırladığı doktora tezinde Kurtubî'nin
hocalarına özellikle Kurtubî dönemindeki ilmHıareketten söz ederken sırası
geldikçe işaretlerde bulunmaktadır.
[31] Ancak
bizler, gerek Tefsirini tercüme ederken, gerekse de başka eserlerin de yardımıyla
tesbit edebildiğimiz hocalarının isimlerini şöylece kaydedebiliriz:
[32]
Kurtubî, Tefsirinde en çok bu hocasının adından söz
etmektedir.
[33] İskenderiye'de de ders
veren Malikî mezhebine mensup muhaddis ve fakih olarak nitelendirilen bu
değerli ilim adamı, 578 (1182) yılında Kurtuba'da doğup ilim tahsilini orada
sürdürdükten sonra İskenderiye'ye gelip yerleşmiştir. Kurtubî, bu hocasından
"el-Mufhim Şerhu Sahilı-i Müslim" adındaki eserinin bir bölümünü de
okuyup dinlemiştir. Bu hocasının hicri 656 (1258) yılında vefat ettiği
bildirilmektedir.
[34]
Kurtubî, bu hocasından yine değişik vesilelerle
Tefsirinde söz ederken, onu "hocamız, imam" unvanları ile de
anmaktadır.
[35] Bir yerinde de bu hocasının
Kuşeyrî'nin Risalesi'ni şerh ettiğinden söz ettiğini gördüğümüz gibi,[36]
İskenderiye'de ondan ilim ahzettiğine işarette bulunduğunu da görüyoruz.
[37]
Kurtubî, tam adını Ebû Ali el-Hasen b. Muhammed b.
Muhammed b. Am-rûk el-Bekrî diye verdiği bu hocasından "imam, muhaddis ve
hafız" olarak sözetmekte ve Mısır diyarında el-Mansura'nın karşısındaki
el-Cezire'de ondan ilim ahzettiğine atıfta bulunmaktadır.
[38]
Bu hocasından da "fakih ve imam" diye
sözeden Kurtubî, babasının da "fa-kih, imam ve muhaddis" unvanlarını
zikrederek, Ebû'l-Hasen, Ali b. Halef b. Ma'zûz olduğunu belirtmekte ve bu
hocasının aslen Tilmisanh olduğuna da işaret etmektedir.[39]
Kurtubî, bu hocasından Kurtuba'da 628 yılı
Rabiü'1-Âhir (1231 Şubat) ayında ilim öğrendiğine işaretle, bu hocasının hem
fakih, hem imam, hem muhaddis ve kadı olduğunu belirtmektedir. Hem mezhebi
itibariyle Eş'arî mezhebine mensup olduğunu hem de neseb itibariyle de Eş'arî
olduğunu İfade etmektedir.
[40]
Çağının en ileri gelen hadis alimlerinden olan
Abdulazim b. Abdulkavî b. Abdullah b. Selâme b. Said'den de ilim ahzetmek
Kurtubî'ye nasib olmuştur. Bu büyük hadis aliminin "et-Terğîb ve
Terhîb" adlı meşhur hadis eseri dışında özellikle "Muhtasaru Sahih-i
Müslim" ile "Muhtasaru Sünen-i Ebi Dâvûd" adlı eserleri, daha
sonraki dönemlerde ilim adamlarının çokça istifade ettiği eserler arasında yer
almıştır. Cumartesiye tesadüf eden 4 Zülkade'de 656 (.2 Kasım 1258)de vefat
etmiştir.
[41]
el-Münzirî'nin tedris ve te'lif hayatı, özellikle
Mısır'da sözkonusu olduğundan hareketle, Kurtubî'nin de burada Münzirî'den
ilim ahzetmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kurtubî, bu hocasından
"hocamız, hafız ve Şafii mezhebine mensub olduğunu" belirterek
sözetmektedir.
[42]
Kurtubî düşmanların baskını esnasında öldürülen babasının
hükmünü sorduğu hocalarından birisi olarak sözkonusu etmekte ve ondan
"hocamız Ra-bi' b. Abdurrahman b. Ahmed b. Rabi' b. Ubey"
[43] diye
bahsetmektedir. Bu da, bu hocasının Endülüs'te iken kendilerinden ilim tahsil
ettiği kimselerden birisi olduğunu göstermektedir.
[44]
Kurtubî, iki ayrı yerde: "Bize bunu Muhammed b.
Ali eş-Şakîkî anlattı.."[45] diye
bir ifade kullanmaktadır. İfadenin zahirinden Kurtubî'nin bu hocadan doğrudan
ilim ahzettiği anlaşılmakta ise de -işaret ettiğimiz- birinci yerde: "Bize
Muhammed b. Ali eş-Şakîkî babasından o, Abdullah b. el-Mübârek'ten . naklen
anlattı..." demekte; ikincisinde ise: "Bize bunu Muhammed b. Ali
eş-Şakîkî anlattı, dedi ki: Ben, babamı bunu Süfyân b. Uyeyne'den nakledip..."
demektedir.
Görüldüğü gibi her iki yerde de eş-Şakîkî, babası
vasıtası ile nakletmektedir. Bu nakillerin birincisini 215/851 yılında vefat
eden Muhammed b. el-Mübârek'ten, ikincisini ise 198/813-814'te vefat eden
Süfyan b. Uyeyne'dendir. Bu ilim adamları ile müfessirimiz Kurtubî arasında
birisi eş-Şakîkî, diğeri babasından ibaret iki râvinin bulunması tarihen mümkün
değildir. O bakımdan Meşhur Selmân ile Cemâl ed-Dusûkî'nin "Keşşaf"
adlı eserlerinde eş-Şakîkî'yi Kurtubî'nin hocaları arasında saymaları (s. 21'de)
bir yanılgıdır.
[46]
Kurtubî, -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- "Selm
b. el-Hasen'den dinledim ki..." diye bir ifade kullanmaktadır.
[47] Bu
ifadeden Selm'in Kurtubî'nin hocası olduğu anlaşılmakta ise de buna imkân
yoktur. Çünkü ifadenin tercümesi şöyledir: "Selm b. el-Hasan'ı şöyle
derken dinledim: Ebû İshâk ez-Zeccâc'ı şöyle derken dinledim..."
ez-Zeccâc'ın vefat tarihi ise 311/923'tür. Buna göre "Keşşafı
hazırlayanların, Selm'i de Kurtubî'nin hocaları arasında saymaları (s. 21)
-aynı mülahaza ile- bir yanılgıdır.
[48]
İsmini zikretmeksizin sadece "İbn Vaddâh"
diye yalnızca bir defa "biz, bütün bunları İbn Vaddâh'tan rivayet
ettik..."
[49] diyerek bu hocasından
babasının da adını vererek söz etmektedir.
[50]
Kurtubî, bu hocasından da "... ben bunu
Ebû'l-Ğavs el-A'rabî'den dinledim..."
[51] diye
Nebe' sûresinin 14'ncü âyet-i kelimesindeki "el-Mu'sirât (bulutlar)"
kelimesini açıklarken zikretmektedir.
[52]
ed-Davudî bize, Kurtubî'nin İbn Revvâc adlı bir
zattan ilim ahzetmiş olduğunu bildirmektedir.
[53]
Yine ed-Davudî, İbn el-Cümmeyzâ adındaki bir zattan
ilim dinlemiş olduğunu zikretmektedir.
[54]
Kurtubî: "Hocalarımdan birisini şöyle derken
dinledim... " diye bir ifade kullanmakta ve bu hocasının ismini
vermemektedir.
[55] O bakımdan, bizim için bu
zatın kimliğini tesbit etmek mümkün olamamaktadır. Acaba şimdiye kadar anılan
hocalardan birisi midir, bir başkası mıdır?
Kurtubî'nin ilim tahsil ettiği hocalarının bunlardan
ibaret olduğunu söylemek elbetteki mümkün değildir. Başka eserlerinde ve
Tefsir'inde de zikretmekle birlikte bizim ve Kurtubî üzerinde çalışmalar yapan
başka müelliflerin, yada araştırmacıların gözünden kaçmış başka bir takım
isimler de bulunabilir.
[56]
Kurtubî'nin bir yerde de "hocalarımızın
hocası" diyerek "Ebu'l-Hasan Ali b. el-Mufaddal el-Makdisî"nin
adını vermektedir.
[57]
Şunu belirtelim ki -ileride Kurtubî'nin yararlandığı
kaynaklar üzerinde duracağımızda da görüleceği gibi- Kurtubî'nin yalnızca
hocalarından edinmiş olduğu bilgilere istinaden Tefsirini -ve dolayısıyla diğer
eserlerini de- te'lif ettiğini düşünmek esasen mümkün değildir. Nitekim
Kurtubî, sırası geldikçe pek çok esere ve mü'ellife atıfta bulunmaktadır. Buna
dayanarak şunları söyleyebiliriz:
Kurtubî, tahsil hayatı boyunca kendilerinden ilim
almış oluduğu hocalarından aldığı bilgileri bir anahtar gibi kullanmış, kendi
dönemine kadar İslâm kütüphanesinin zenginliklerinden alabildiğine istifade
edebilmiş ve bu ansiklopedik çapta, gerçekten kapsamlı ve yoğun bilgi ve
araştırma mahsulü olan -başta tefsiri olmak üzere- değerli eserlerini bizlere
miras olarak bırakmıştır.
Onun ve bizlerin bu alandaki çalışmalarının ecrinden
mahrum bırakılmı-yarak yüce Allah tarafından bol bol mükâfaata nail olmayı
niyaz ederiz.
[58]
Kurtubî gibi ilmî bir şahsiyetten pek çok
kimsenin-ilim aldığında şüphe yoktur. Bununla birlikte kaynakların ona
öğrencilik yapan şahısların kim olduklarına dair herhangi bir bilgi verdiğini
şimdiye kadar da tesbit etmek mümkün olmamıştır. Ancak, Kurtubî'nin hayatına
dair bilgi veren bütün kaynaklar, Onun oğlu Şihâbuddin Ebu'l-Abbâs Ahmed'in
ondan ilim aldığını ve rivayette bulunduğunu da zikretmektedirler.
[59]
Kurtubî'nin oğlu Ebu'l-Abbâs'ın hayatı ile ilgili
muhtemel bazı bilgileri tesbit etmeye gayret eden Dr. el-Kasabî,
Tabakatu'ş-Şafiiye'de: Ebu'l-Abbas, Ah-med b. Ferh el-İşbilî diye birisinden
söz edildiğini ve bunun 625 yılında dünyaya gelip, düşman tarafından esir alındıktan
sonra Yüce Allah'ın onu kurtardığı belirtilen bilgiden hareketle;
Şihâbuddîn'in İşbiliye'nin hıristiyanlar tarafından Ağustos 1247'ye rastlayan
Cumadelûlâ 645 yılında başlayan muhasara esnasında kaçmak isterken esir düşmüş
olabileceği kanaatine ulaşmaktadır.
[60]
Ancak, Kurtubî'nin adı geçen oğlu Şihabuddin'in
hayatını aydınlatmak için girişilen bütün bu çabalar ihtimali olmanın yanında,
Kurtubî'nin ailesinin diğer fertleri hakkında da başka birtakım bilgiler
sahibi olmamıza imkân tanımamaktadır.
Durum ne olursa olsun Kurtubî'nin, çağının ilim
adamlarından yararlanabilmek için yoğun bir mesai harcadığı eserlerinden
anlaşıldığına göre; ilmin yaygınlaştırılmasının ve korunabilmesinin ise ilim
öğrenmek kadar öğretmekle de mümkün olabileceğini idrak etmiş bir ilim adamı
olduğu muhakkaktır. O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki Kurtubî, bir çok ilim
adamından yararlanmayı ihmal etmediği gibi, kendisinden de pek çok ilim
adamının yararlanması için elinden gelen bütün gayretleri ortaya koymuştur. Şu
an için ^nun kütüphanelerde neşredilmeyi bekleyen diğer eserleri ile birlikte
elimizde Tefsiri olmak üzere bütün eserleri, onun ilmi, sonraki nesillere
intikal ektirmek için koyduğu cehdinin bir semeresidir. Bu cehdi ile birlikte
ilim adamı yetiştirmek için de aynı gayreti gösterdiğini -burdan hareketle-
rahatlıkla söylemek imkânımız vardır.
[61]
Kurtubî, bir ilim adamıdır. Aynı zamanda Kur'ân-ı
Kerîm Tefsiri te'lif etmiştir. Dolayısıyla Kurtubî'yi hem bir ilim adamı
olarak, hem de bir müfessir olarak çeşitli yönleriyle tanımak gerekmektedir.
Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerîm, gerek fert olarak,
gerek toplum olarak hayatın bütün alanlarını kuşatmak ve hayatı kendisine has
boyası ile boyamak üzere gelmiş bir kitaptır. Dolayısıyla Kurtubî'nin
şahsiyetini ele almak ve Kur-tubî'yi bu yönleri ile belirgin nitelikleriyle
tanımak isteyen bir kimsenin, bütün bu yönleriyle Kurtubî'yi mümkün mertebe
değerlendirme yoluna gitmesi gerekmektedir. O bakımdan Kurtubî, hem bir ilim
adamı olarak, hem de Kur'ân-ı Kerîm'den etkilenmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'in
perspektifiyle bakmaya gayret eden bir şahsiyet olarak ele alınıp
değerlendirilmelidir.
Kurtubî'nin şahsiyetini tanıyabilmek için elimizdeki
en önemli kaynak -İslâm ilim tarihine mal olmuş bir şahsiyet olması itibariyle-
eserleri ile onun şahsiyeti çerçevesinde mütalaalarını belirtmiş birtakım
biyografi alimlerinin verdiği bilgilerdir.
Kurtubî, İslâm ilim tarihine mal olmuş bir
şahsiyettir. Bu itibarla onun şahsiyetinin tanımanın en sağlıklı yolu, yine
onun eserlerinden, yazdıklarından hareketle bunu ortaya çıkarmak olacaktır.
İleride belirtileceği gibi Kurtubî'nin, Tefsiri dışında da önemli eserleri
bulunmaktadır. Ancak, özellikle Tefsirinde diğer eserlerine atıfta bulunmuş
olması, Kurtubî'nin, Tefsirini diğer eserlerinden sonra yazdığını veya en
azından diğer eserlerinden sonra Tefsirini bir daha gözden geçirmiş olduğunu
göstermektedir.
Bu ise bir taraftan Kur'ân-ı Kerîmin hayatın bütün
yönlerini kuşatan bir kitap olması, diğer taraftan da Kurtubî'nin, Tefsirini
sonradan yazmış yada asgari bir ihtimalle gözden geçirmiş olması dolayısıyla,
şahsiyetini tanımak için Tefsirinden hareket etmek ve hatta bununla yetinmek
yanlış olmasa gerektir. Diğer taraftan esasen bir dereceye kadar bununla da
yetinmek zorundayız. Çünkü elimizin altında matbu olarak, Kurtubî'nin Tefsiri
ve "et-Tezkire..." adını taşıyan eserinden başka bir eser
bulunmamaktadır. Diğer eserleri ise halen yazma olarak, ilim adamlarının
alakasını beklemektedir.
[62]
Kurtubî'nin hocaları ile ilgili vermiş olduğumuz kısa
açıklamalardan anlaşıldığına göre Kurtubî, gerek Endülüs'te bulunduğu
dönemlerde, gerekse de Mısır'a intikal ettikten sonra çağının ilim adamlarından
istifade etmiş, onlardan ders almış, onlardan ilim nakletmiş, istifade etmiş
bir kimsedir. Bununla da yetinmiyerek Kurtubî, zamanına kadar konuları ile
ilgili olarak yazılmış ilgisini çeken eserleri de çok mükemmel bir şekilde
tetkik etmiş, bunlardan yararlanmış bir kimsedir. Dolayısıyla şunu
söyleyebiliriz: Kurtubî, bir taraftan yetişmiş olduğu canlı ilim kaynaklarından
yararlanmış, diğer taraftan da bıraktıkları eserleriyle manen hayatta kabul
edilen ilim- adamlarının eserlerinden, bir ilim adamının yetkinliği, vukufiyeti
ve şuuru ile iktibaslarda bulunmuştur. Böylece hem birçok ilim adamına ve
eserine dikkatlerimizi çekmiş, hatta bazan bizi bunlardan haberdar etmiş, hem
de yer yer bu eserlerin mahiyetleri, özellikleri, meziyetleri konusunda dolaylı
olarak da olsa bize fikir vermiş bulunmaktadır.
Bütün bunlar bizlere Kurtubî'nin, ilim adamı için
temel bir özellik olan "tahsil hayatının sürekliliği anlayışı"na
sahip bulunduğunu, sürekli araştırıp öğrenmenin gerektiği anlayışını devam
ettirdiğini, her geçen gün ilmini yeni birtakım bilgilerle zenginleştirmek
için çaba harcadığını ve bu çabasını da eserlerine büyük bir ölçüde
yansıttığını göstermektedir.
Bu özelliği ile Kurtubî'nin hadis-i şerifte
belirtilen ve öldükten sonra amelleri kesileceklerden istisna edilen
"insanların kendisiyle yararlanabileceği bir ilim bırakmış bulunan
kimselerden" olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yönü ile Kurtubî
gerçekten kendisinden sonraki müslümanlara güzel bir ilmi miras bırakmış,
müslümanlar tarafından hayırla yad edilmesi gereken bir konuma gelmiş
bulunmaktadır.
Bu vesile ile biz de Cenab-ı Allah'tan ona bu salih
amellerinin, bıraktığı ilim mirasının mükafatını fazlasıyla ihsan etmesini
niyaz ederiz.
[63]
Merhum müfessirimizin "Allah'ın salih
kullarından, dünyaya karşı zahid, vera' sahibi, âhiret işlerinden kendilerini
ilgilendiren şeylerle meşgul olan alimlerden, zamanını Yüce Allah'a yönelmek,
ibadet etmek ve tasnif ile değerlendirenlerden olduğu, bununla birlikte dış
görünüşüne itina göstermek için kendisini zora koşmadığı" bunun bir
belirtisi olmak üzere de "başında bir takke ve tek bir kat elbise ile
dolaştığı"
[64] hususu Kurtubî'nin
hayatına dair açıklamalarda bulunan bütün kaynakların ittifak ile belirttikleri
ve Kurtubî'nin ahlâkî şahsiyetini büyük ölçüde yansıtan ifadelerdir.
Kurtubî'nin ahlakî şahsiyetine dair bu genel
açıklamalar ile birlikte, Kurtubî'nin özellikle ölüm ve âhiretle ilgili
"et-Tezkire" adlı bir eser yazdığını, diğer taraftan zühd ve kanaatin
önemine dair bir eser de yazmış olduğunu hatırlayacak olursak, Kurtubî'nin
insanların hayatında zühd ve takvaya ne kadar önem verdiğini de daha iyi
kavrarız. Yani Kurtubî, insanlara yaşadığı ve faziletine inandığı bir hayatı
tavsiye etmekle kalmamış, bunun da gereğini bizzat yaşamıştır.
Tefsir'inde, Kurtubî'nin ahlâkî şahsiyetine ışık tutabilecek
oldukça yoğun bir malzeme ile karşılaşmak mümkündür. Bütün bunları bir araya
getirip sunmak bir anlamda Tefsiri'nin çok büyük bir bölümünü tasnif ederek
aktarmak olacağından, Kurtubî şahsiyetinin belirgin ve eserlerinin mütealası
esnasında gözden kaçabilmesi muhtemel olan bazı hususlara kısa da olsa
değinmek, daha uygun bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır.
a.
Kurtubî, ihlâs ve takvaya büyük çapta önem veren bir ilim adamıdır. Kurtubî,
İmam Malik b. Enes'in: "Çağımızda insafdan daha az hiçbir şey yoktur"
sözünü naklettikten sonra şunları söylemektedir: "Bu, Malik'in döneminde
olan bir şeydi. Bugün bizim çağımızda ise fesat, aramızda alabildiğine
yaygınlaşmış, had bilmezlikler alabildiğine çoğalmıştır. Bu çağımızda ilim,
ilmi kavramak ve anlamak kastıyla değil de "riyaset için taleb edilir
olmuştur. Hatta, dünyada üstünlük sağlamak, kalbi katılaştıran, kinin
yerleşmesine sebep teşkil eden tartışma ve münakaşalar ile kendisine denk olan
kimselere galip gelmek kaygısıyla tahsil edilir olmuştur. Bu ise, kişiyi
takvâsız-lığa iter ve Allah'tan korkmayı terk etmeye götürür."
[65]
Sonra Hz. Ömer'in, kadınların mehirlerinin
artırılmaması ile ilgili hitabesine itiraz eden bir kadına karşı yanıldığını
söylemesini, Hz. Ali'nin de, bir meselede kendisiyle tartışan ve Hz. Ali'ye-.
"Gerçek böyle değildir Ey Mü'min-lerin emiri, şöyle şöyledir" demesi
üzerine: "Sen isabet ettin, bense yanıldım. Her bilenin üzerinde çok iyi
bir bilen vardır, demesini örnek göstererek" başta ilim tahsilinde olmak
üzere bütün alanlarda ihlas ve takvanın önemine işaret etmeye gayret etmiştir.
Diğer taraftan, çağının yanlış yaklaşımlarını da
ilmiyle amil her ilim adamı gibi eleştirmeyi ve bu hususlarda doğru tutuma
dikkat çekmeyi ihmal etmemiştir.
Nisa suresinin 36'ncı âyet-i kerimesini tefsir
ederken de, âyetin açıklaması sadedinde açtığı 18 başlığın birincisini, şirk
koşmamanın önemine, gereğine ve Allah'a karşı yapılan bütün ibadetlerde ve bu
arada ilim tahsil etmekte Yüce Allah'a karşı ihlas'ın zorunluluğuna dair
açıklamalara hasretmiş bulunmaktadır. Konu ile ilgili gerek âyet-i kerimeler,
gerekse hadis-i şerifler ışığında yaptığı açıklamalar gerçekten oldukça
etkileyici ve son derece faydalıdır.
[66]
Bütün bu açıklamalarıyla Kurtubî'nin, mü'minin
zahidliğine, ıslâhına, ih-lâsına, riyakârlıktan uzak kalmasının önemine işaret
ederken, bu konuda da Şer'î nassların belirlediği çerçeveyi de çizmeye özel bir
gayret ve hassasiyet . gösterdiğini görüyoruz.
Kurtubî, Hicr sûresinin 3'ncü âyet-i kerimesini
açıklarken de 2'nci başlıkta göz yaşının donmasının, kalbin katılaşmasının,
tûl-ı emelin ve dünya tutkusunun, bedbahtlığın bir alâmeti olduğunu belirten
ve el-Bezzâr'ın Müs-ned'inde yer alan rivayetten hareketle bedbahtlığın
belirtisi olan bu dört hususa dair açıklamalarda bulunur ve bu hususta ashab-ı
kiramdan ve tabiinden konu ile ilgili bir takım sözlerini aktararak bu olumsuz
hasletlerden uzak kalmayı teşvik edici açıklamalarda bulunur.
[67]
b.
Kurtubî, müslümanlan zühd ve takvaya teşvik etmekle birlikte bunun nasların
tesbit ettiği çerçeve içerisinde olmasına da özellikle dikkat eder. Bu konuda
da Peygamber (s.a)'ın sünnetine ve aynı şekilde onun izinden giden Raşid
Halifelerin yolundan gitmeye önem verir.
Bu bakımdan Kurtubî, kaynakların ittifakla işaret
ettikleri şekilde basit ve mütevazi bir giyimi kendisi için tercih etmekle
birlikte, yünlü ve kıldan yapılmış elbiseleri, pamuk ve ketenden yapılmış
elbiselere tercih eden zahid-lerin ya da mutasavvıfların bu tutumlarının
yanlışlığına dikkat çekmekte ve Taberî'nin bu konudaki şu sözlerini
nakletmektedir: "Her kim bizim söylediğimizin aksine nefse ağır geldiği
için kaba elbiseler giymenin, kaba şeyler yemenin daha hayırlı olduğunu
zannedecek olup, artanı ihtiyaç sahiplerine harcamanın daha iyi olduğu
kanaatine sahip olursa, yanlış bir zanda bulunmuş olur. Çünkü insanın
öncelikle önem vermesi gereken şey, kendi nefsini ıslah etmesi, Rabbine itaat
üzere nefsine yardımcı olmasıdır. İnsan vücuduna ise bayağı yiyeceklerden daha
zararlı hiçbir şey yoktur. Çünkü bunlar kişinin hem aklını bozar, hem de Yüce
Allah'ın itaatine sebep olarak kılmış olduğu aklın emrindeki organları da
zayıflatır" dedikten sonra da şu ibretli örneği nakleder:
"Adamın birisi Hasan-ı Basri'ye gelerek: Benim
pelte yemeyen bir komşum var, der. Hasan-ı Basri ona: Neden, diye sorunca, şu
cevabı verir: Komşum, peltenin şükrünü eda edemem, diyor. Bunun üzerine
Hasan-ı Basri: Peki bu, soğuk su da içiyor mu? deyince, adam: Evet der. Bu
sefer Hasan-ı Basri şu cevabı verir: Senin komşun cahil birisidir. Çünkü Yüce
Allah'ın soğuk su nimeti, onun üzerinde pelte yiyebilme nimetinden daha
büyüktür."
Arkasından da Ahkâmu'l-Kur'ân müellifi Ebû Bekr
Muhammed İbnü'1-Ara-bî'nin şu sözlerini nakletmeyi ihmal etmez: "İlim
adamlarımız derler ki: Bu durum ise dinin dimdik ayakta olması, elde edilen
malın haram olmaması halinde böyledir. Eğer insanların dini hayatları fesada
erecek, haram genel bir hal alacak olursa, kişinin kendisini Rabbine vermesi ve
lezzetlerini terketme-si daha uygundur. Helali bulduğu takdirde ise, Peygamber
(s.a)'ın durumuna uygun hareket etmek daha faziletli ve daha üstündür."
[68]
c.
Kurtubfnin Tefsirini tetkik eden bir kimsenin, her konuda Kur'ân ve Sün-net'in
ve Selef-i Salihin'in göstermiş olduğu hak, doğru ve mutedil çizgiyi özenle
tesbit etmeye, muhafaza etmeye çalıştığını ve bunu tavsiye etmesi şeklindeki
genel bir yaklaşıma sahip olduğunu görür. Özellikle zühd, ihlâs, takva, riya
ve benzeri konularda da aynı titizliği gösterdiğini görüyoruz. İşte bur-dan
hareketle şunu söyleyebiliriz: Kurtubî, ahlâkî şahsiyetini oluştururken ve
insanlara da bu konuda irşadlarda bulunmaya çalışırken, dinin ölçülerine göre
doğru olanı tesbit etmeye gayret eder ve hem kendisi buna bağlı kalmanın
yollarını arar, hem de okuyucularına bunu tavsiye eder.
Nitekim Kurtubî, kişinin hayatındaki yanlışlıklardan
vazgeçmesi demek olan tevbeye iten ve kişiyi tevbeye yönelten en önemli
unsurun, Kur'ân-ı Kerîm okumak, Kur'ân-ı Kerimi tetkik etmek, onun üzerinde
sürekli düşünmek olduğunu da belirtmekte ve:
"Tevbeye iten ve günah üzere ısrarı çözmeye
götüren husus ise Aziz ve Gaffar olan Allah'ın Kitabı Kur-ân-ı Kerim üzerinde,
Onun zikretmiş olduğu cennet ve itaatkârlara vaadlerinin tafsilatı, cehennem
azabına dair açıklamaları ve isyankârları kendisiyle tehdit ettiği hususlar
üzerinde sürekli tefekkür etmeyi Allah'tan korkması ve Allahın rahmetini umması
güç kazanıncaya kadar bunu sürekli yapmayı, böylelikle de korku ve ümit ile
Allah'a dua etmeyi..." kişiyi Allah'ın rahmetini ümid etmeye, Onun
azaplarından korkmaya iten en önemli bir husus olarak ortaya koymaktadır.
[69]
Görülüyor ki Kurtubî, Kur'ân-ı Kerimin, Sünnet-i
seniyyenin tesbit etmiş olduğu ahlâkî bir şahsiyet sahibi olmanın yolunu her
vesile ile vurgulamakta ve her vesile ile bu doğrultuda yol göstericiliği
ihmal etmemektedir.
d.
Bilindiği gibi, özellikle yöneticiler eğer İslâm'ın istediği şahsiyete sahip
değil, bu doğrultudaki uygulamalarda ihmalkâr davaranan kimseler iseler, ilim
adamlarının bunlara yakın olması ve bu yakınlıklarına rağmen onların
yanlışlıklarını tashih etme mücadele ve kararlılığını göstermemeleri, başta
bir ilim adamı olarak onların yanında yer alan kişilere, ondan sonra yöneticilere
ve buna bağlı olarak da bütün yönetilenlere büyük bir zarardır. Bu noktada -ise
Kurtubî'nin siyasi ve sosyal konulara yaklaşımına dair yapacağımız bir takım
atıflar ile birlikte- burada şu hususlara da dikkat çekelim:
Kurtubî, Nisa sûresinin 59'ncu âyet-i kerimesini
açıklarken, yöneticilere itaatin sınırlarını belirlemek sadedinde İbn
Huveyzimendâd'ın şu sözlerini aktarmaktadır: "Yöneticiye itaat, Allah'a
itaat olan hususlarda gerekir. Allah'a isyanı gerektiren hususlarda ise itaat
vacib değildir. Bundan dolayı biz şöyle deriz: Günümüzün yöneticilerine itaat
de, onlara yakın olmak da, onları ta'zim etmek de caiz değildir..."
[70]
Yine Kurtubî, zekâtın harcama yerlerini tesbit eden
et-Tevbe 60'ncı âyet-i kerimesini tefsir ederken, fetih için yola çıkmakla ve
bir takım fütuhatta bulunmakla birlikte yeryüzünde fesat çıkartıp yol kesen
kimselerin, Allah yolunda cihad edenlerden olmıyacaklarına dair İbn Ömer'in
bir vesile ile yapmış olduğu açıklamaları nakletmekte ve şu ifadelerini de
aktarmaktadır: "...Şeytanın binici kafilesi ise, şu emirlerin yanına
giren, onlara birtakım sözleri ulaştıran, müslümanlar hakkında yalan söyleyerek
(yöneticileri onların aleyhlerine) çevirmeye çalışan, buna bağlı olarak da
emirler tarafından birtakım hediyelerle ödüllendirilen ve kendilerine
ihsanlarda bulunulan kimselerdir."
[71]
Kurtubî'nin yöneticilere yakınlığına ve onlarla
herhangi bir ilişkisinin bulunduğuna dair en ufak bir kayıt ve bir işarete
rastlanılmamakla birlikte, eserlerinde de özellikle onlara münkerlerini olumlu
karşılamak anlamını ihtiva edecek şekilde hiçbir yakınlığı ve yakınlaşmayı
tasvip etmediğine dair pek çok şey tesbit etmek imkânımız vardır.
Biraz sonra ele alacağımız "Siyasi
Fikirleri" bu hususa daha da açıklık getirecektir.
[72]
Kurtubî'nin doğup yetiştiği yer olan Endülüs'te,
hicri 4'ncü asrın ikinci yarısından itibaren Eş'ari mezhebine mensup ilim
adamlarının varlığını biliyoruz.
[73]
Eş'ari mezhebinin kurucusu olan İmam Ebû'l-Hasen el-Eş'ari'nin, 330 (942)
yılında vefat ettiğini hatırlayacak olursak, Eş'ari mezhebinin, doğuşundan
hemen sonra Endülüs'te de yayılma alanı bulunduğunu söyleyebiliriz.
a.
Kurtubî, genel çizgileri ile Müteşâbihâte karşı Selefi hatırlatan bir tutum
takınarak tevil yoluna gitmemekle birlikte, özellikle bid'at ehli kabul edilen
Kaderiye, Râfizî ve Mutezilîler ile benzerlerinin kanaatlerini reddederken,
Eş'arî mezhebinin metodunu kullandığını ve bu mezheb alimlerinin kanaatlerinden
hareketle bu yanlış görüşleri reddetmeye çalıştığını tesbit edebiliriz.
Şu satırların bu konuda bize Kurtubî'nin itikadi
meseleleri ele alış keyfiyeti ile ilgili yeterli bir fikir verebileceği
kanaatindeyiz: Kurtubî, Bakara sûresinin 3'ncü âyetini açıklarken, rızkın,
Ehl-i Sünnete göre helal yada haram olsun kendisinden yararlanılması mümkün
olan her şeyi kapsadığını belirterek: "Haram rızık değildir, çünkü mülk
edinilmesi sahih olamaz. Yüce Allah ise haramı rızık olarak vermez. Rızık,
ancak helal olabilir ve rızık ancak mülk edinmek anlamında olabilir" diyen
Mu'tezileye muhalif kanaatte olduklarını dile getirmektedir. Mu'tezilenin
görüşlerinin delillerini de serdettikten sonra bu görüşlerinin yanlış olduğunu
belirtmekte ve rızkın mülk edinmek anlamına gelemiyeceğini söylemektedir.
Çünkü, eğer rızık mülk edinmek anlamına gelecek olursa, küçük çocuğun ve
bebeğin, meralarda otlayan hayvanların, kuzuların, oğlakların hiçbir şekilde
rızık sahibi olmamaları gerekeceğini itiraz olarak ortaya koymaktadır. Oysa
bütün bunların rızıklanan varlıklar olduğunun da ümmetin icmaı ile kabul
edildiğini ifade etmektedir. Kurtubî, bu hususu bu şekilde aklî bir yolla
açıkhyarak Mu'tezilenin kanaatini reddettiği gibi, arkasından konu ile ilgili
âyet-i kerimeleri de arka arkaya zikrederek, onların kanaatlerinin
yanlışlığını açıklamaktadır.
[74]
Bir örnek olmak üzere değindiğimiz bu açıklamalarla
Kurtubî'nin itikadi meseleleri ele alış usulü konusunda yeterli fikir verdiği
kanaatindeyiz. Bundan anlaşıldığına göre Kurtubî, itikad ile ilgili olup da
yanlış olduğuna kani olduğu bir hususu evvela o görüşü savunanların sundukları
şekliyle, delilleriyle açıklamakta, daha sonra da bu açıklamalardaki
yanlışlıklan yine delillerle ortaya koymakta ve muhalif kanaatin delillerini
reddolunması mümkün gibi görülmiyen daha kuvvetli ve kat'i deliller ile red
edip çürütmektedir.
b. Kelamı mezhep ve fırkaların ortaya çıkışında
önemli rol oynadığı kabul edilen bütün meselelerde Kurtubî'nin, Ehl-i Sünnet
mezheplerinden Eş'ari mezhebine ve bu mezhep alimlerinin kanaatlerine uygun
açıklamalarda bulunduğunu görüyoruz.
Mesela, Tevbe sûresinin 6'ncı âyet-i kerimesinde:
"Allah'ın kelâmını işi-tinceye kadar" buyruğunu açıklarken şunları
söylemektedir: "Bu buyrukta Allah'ın kelâmını okuyan bir kimsenin bu
okuyuşu esnasında kelâm'ın işitilir bir söz olduğuna delil vardır" demekle
ve bu açıklamayı Ebû'l-Hasen (el-Eş'arî), Kadı Ebû Bekr (el-Bâkillanî),
Ebu'l-Abbas el-Kalanisî, İbn Mücahid ile Ebû İshak el-İsferayinî'nin ve
başkalarının da belirttiğini[75]
zikretmektedir.
Görüldüğü gibi burada Kurtubî, Eş'arî mezhebine
mensup ilim adamlarının isimlerini de zikretmekte ve bu kanaati benimseyen
başka ilim adamları olmakla birlikte özellikle Eş'arî mezhebine mensup
alimlerin isimlerini kaydetmektedir.
c. Benzeri tutum ve açıklamalarını Tefsiri'nin
birçok yerinde mezhepler arası farklı görüş belirtmeye sebep teşkil etmiş bütün
konuların ele alındığı âyet-i kerimelerin tefsirinde görme imkânımız vardır.
[76]
Kurtubî, genel olarak bid'at görüş ve kanaatleri
sahiplenen mezhepleri red ettiği gibi,
[77]
Kaderiye'nin de,
[78]
Mu'tezile'nin de yeri geldikçe kanaatlerini ele almakta, görüşlerini
reddetmektedir.
Meselâ, Kurtubî'nin, el-A'râf, 7/54. âyet-i
kerimesinde yer alan: "Haberiniz olsun ki, yaratmak da O'nundur, emretmek
de..." buyruğunu açıklarken açtığı birinci başlıkta Kur'ân-ı Kerim'in
yaratıldığı kanaatinde olanların görüşlerini reddetmek sadedinde geniş
sayılabilecek bir açıklama ile Kur'ân-ı Kerim âyetlerine dayalı olarak
izahlarda bulunduğunu görebiliyoruz.
[79]
Bilindiği gibi Mu'tezile, Ahirette dahi yüce Allah'ın
görüleceği kanaatini kabul etmez.
[80]
Çünkü el-A'râf, 6/143'üncü âyetinde yer alan Hz. Musa'nın Allah'ı görmek isteğine
karşılık olarak, yüce Allah'ın kendisini göremeyeceğini belirtmesi buna
delildir.
Bu delillendirmelerinin yerinde olmadığına işaret
etmek kastı ile Kadı Iyad'ın, Kadı Ebu Bekir b. et-Tayyib (el-Bakillanî)'den
yaptığı şu anlamdaki görüşü nakletmektedir: "Musa (a.s.), yüce Allah'ı
görmüştür. Bundan dolayı baygın olarak yere yıkıldı. Dağ da Rabbini - yüce
Allah'ın onun için yaratmış olduğu özel bir idrâk ile- gördüğünden dolayı
param parça olmuştu."
Daha sonra da Kurtubî âyet-i kerimede geçen
"tecelli" kelimesinin lüga-vî açıklamalarını yaparak bu görüşü te'yid
etmek ister gibidir.
Bundan anlaşılan şu ki: Kurtubî, bu kanaati benimser
görünmektedir ve böylelikle Mu'tezilenin elinde Allah'ın görülmesinin
imkânsızlığına dair önemli bir delil olarak gösterilen bu delilin kanaatlerine
elverişli bir delil olmadığını da ortaya koymak istemiştir.
[81]
d.
Kurtubî, yalnızca İslâmi fırkaları ele almakla yetinmemekte, bazen İslâm
aleminde söylemlerini dile getirenlerin de bulunduğu mataryalistleri de, inkarcıları
da ele almakta, onlara da cevap vererek kanaatlerini çürütmektedir.
Mesela, el-En'âm, 6/141'nci âyet-i kerimeyi
açıklarken aşağı doğru inme özelliğine sahip suyun, bir ve tek, bütün gaybleri
bilen yüce Allah'ın kudretiyle ağacın yukarılarına doğru çıktığını ve ağacın
dallarında ise cinsinden olmayan yapraklar yetiştiğini, yine ağacın dallarında
belli bir hacim ve ağırlığı bulunan parlak rengi ve yepyeni bir tür olup
değişik lezzete sahip meyvelerin yetiştiğini belirterek tabiatçı filozofların
bu işlerin tabiatları gereği ortaya çıktığını iddialarını reddetmekte ve bunun
asılsız ve tutarsızlığına işaret etmektedir.
[82]
e. Bir başka yerde de inkarcıların (mülhidler,
ateistlerin) risalet ile ilgili itirazlarını sözkonusu ederek her bir
peygamberin aslında insanların istedikleri mucizeyi getirmedikçe
peygamberliğini isbat etmiş olmayacaklarını söylediklerini hatırlatmakta ve
onlara şu cevabı vermektedir: "... Eğer Yüce Allah insanların teklif
ettikleri her türlü mucizeyi peygamberleri aracılığı ile göstermiş olsaydı,
aynı şekilde diledikleri kişileri de peygamber olarak göndermesi gerekir, bu
takdirde de her bir insanın: Ben, benden başkasının istediğinden farklı bir
mucize bana verilmedikçe iman etmiyeceğim, deme imkânı olurdu. Bu ise, işlerin
çekip çevrilmesinin insanlara ait olması ve onlara havale edilmesi sonucunu
verirdi. Oysa kâinatın idaresi Yüce Allah'a aittir."
[83]
"Tevhid" âyeti diye de anılan el-Bakara,
2/l64'ncü âyet-i kerimeyi de açıklarken, kâinatın kendiliğinden yaratılmış
olduğu iddiasını ileri süren inkarcı ateist ve mataryalistlere mantıkî
yöntemlerle cevap verdiğini görüyoruz.[84]
Kurtubî, yalnızca itikada dair itirazlara cevap
vermekle kalmıyarak hacca dair kendilerince birtakım itirazlarda bulunan
mülhidlere de cevap vermekte, onların bakış açılarının imani bakış açısı ile
bağdaşmadığını belirtmektedir.
[85]
Kurtubî, bu husustaki açıklamalarıyla onlara adeta: Siz bu kısır aklınızla,
olay ve eşyanın sırrını kavrayamayan yetersiz idrâkinizle bu yüce ibadeti ve
benzerlerini kavramaktan fersah fersah uzaklardasınız, demeye getirmektedir.
Bütün bunlar, bizlere Kurtubî'nin çağının ilmi
hayatını İslâm'a uygun olmayan fikir ve inanç akımlarını yakından tanıdığını
ve bunlara dair eleştirilerini de yöneltmekten geri kalmadığını da
göstermektedir.
Bu kısa işaret ve atıflarımız, Kurtubî'nin itikadi
mezheb olarak Eş'ari olmakla birlikte, Eş'ariliğin selefi tutumunu ağırlıklı
olarak benimseyen kesiminin kanaatlerine daha yatkın ve yakın olduğunu;
İslâm'a ve İslâm'ın itikadi hususlarına itirazları reddetmekte de kelâmcıların
metodunu kullanmaktan geri kalmadığını göstermektedir.
[86]
Kurtubî'nin, fıkhi mezhebler arasında Maliki
mezhebine mensup olduğunu söylemek adeta bir fazlalıktır. Çünkü, hem doğup
büyüdüğü, ilim tahsil edip yetiştiği yer olan Endülüs'te hakim olan fıkhi
mezhep Maliki idi, hem de değerli Tefsiri de fıkhi bahisleri ele aldığı
yerlerde Maliki mezhebine mensup olduğunu ortaya koyan açık ifadeler vardır.
Ancak bu, ileride de açıklanacağı üzere Kurtubî'nin
körü körüne bir mezheb mukallidi olduğu anlamına gelmez. Kurtubî, yeri
geldikçe başta mezhebinin imamı İmam Malik olmak üzere, kendilerinden
nakillerde bulunduğu mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının da kanaatlerini
ilmi deliller çerçevesinde tenkid etmekte, yer yer onlara muhalif kanaat de
belirtmektedir. Bu, Kurtubî'nin, -tıpkı konu ile ilgili kanaat belirten ilim
adamlarının da tesbit ettikleri şekilde- mezhebinin görüşünü ancak delile tabi
olarak tercih etmiş olduğunu orta, a koymaktadır. Bu hususu açıkça ortaya
koyan bazı örneklere değineceğimiz için burada bu kadarını vurgulamakla
yetinmek istiyoruz.
ed-Davudî, İlm-i Rical ve Terâcim (biyografi)
alimlerinin en ileri gelenlerinden Hafız ez-Zehebî'nin şu sözlerini
nakletmektedir: "Kurtubî, oldukça sağlam nakillerde bulunan (mutkin) ve
ilimde derya, imam bir zattır. İmametine, çokça eserlere muttali olduğuna,
faziletinin üstünlüğüne delalet eden oldukça faydalı eserleri vardır."
[87]
İbnü'1-İmad da, Kurtubî'nin ilmi seviyesi ile ilgili
olarak şunları söylemektedir: "Kurtubî, hadisin anlamlarına dair
delillere dalan belli başlı dalgıç bir imam, tasnifi güzel, nakli oldukça iyi,
imam bir zat idi..."
[88]
Kurtubî'nin ilmi seviyesi ve üslûbu ile ilgili olarak
bir değerlendirmede bulunan Dr. ez-Zehebî de özetle şunları söylemektedir:
"Özetle Kurtubî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu Tefsirinde
araştırmalarında hür, tenkidinde nezih, tartışma ve münakaşasında iffetli,
bütün yönleriyle tefsire dair geniş bilgi sahibi, ele aldığı ve hakkında söz söylediği
herbir hususta ise son derece maharetli açıklamalarda bulunmuş bir ilim
adamıdır."
[89]
Müfessirimizin ilmi seviyesi konusunda fikir
verebilecek özellikteki bazı yaklaşımlarına kısa da olsa göz atmak, bu konuda
fikir verici özelliği açısından oldukça önem taşımaktadır. Esas itibariyle
Tefsirinin geneli Kurtubî'nin ilmi seviyesi konusunda fikir verici olmakla
birlikte, aşağıdaki hususlara bir kilometre taşı gibi işaret etmek faydadan
uzak değildir:
a. Mesela;
el-İsrâ, 17/70'nci âyet-i kerimeyi tefsir ederken Âdem oğullarının üstünlük
yönleriyle ilgili görüşleri naklettikten sonra şunları söylemekte ve bu
açıklamaları ile doğru ve kapsamlı anlayışı konusunda bize açık bir fikir
vermektedir:
"... Bu konuda esas olarak kabul edilmesi
gereken şudur: Âdem oğlunun üstünlüğü, onun mükellef kılınmasının temelini
teşkil eden ve kendisi vasıtası ile Allah'ın bilinip sözünün kavranılabildiği,
onun aracılığı ile nimetine ve peygamberlerinin tasdikine ulaşılabildiği şey
olan akıldır..." (6o) Bu sözleriyle imam Kurtubî, bu hususa dair daha
değişik açılardan ve farklı üslûplarla açıklamalarda bulunmakta, konu ile
ilgili doğru görüşün bu olduğunu ifade etmektedir.
Yine el-Enfâl, 8/64'ncü âyet-i kerimeyi tefsir
ederken, bu âyetin Hz. Ömer'in müslüman olması hakkında indiğini söyleyen İbn
Abbas'ın görüşünü nakletmektedir: "İbn Abbas'a göre Peygamber (s.a) ile
birlikte o tarihe kadar otuzüç erkek ve altı kadın müslüman olmuştu. Hz.
Ömer'in müslüman olması ile birlikte sayıları kırkı bulmuştu..." Kurtubî,
Kuşeyrî tarafından nakledildiğini belirttiği bu rivayeti zikrettikten sonra,
bu rivayeti eleştiri süzgecinden geçirerek şunları söylemektedir:
"Derim ki: Kuşeyrî'nin, İbn Abbas'tan naklen
Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu ile ilgili yaptığı açıklamanın aksi, Sirette (İbn
İshak'ın Sireti'nde) zikredilmektedir. Orada Abdullah b. Mes'ud'un şöyle
dediği nakledilmektedir: Biz, Ömer İslâm'a girinceye kadar Kâ'be'.nin yakınında
namaz kılamıyorduk. Ömer müslüman olunca, Kâ'be'nin yakınında kendisi namaz
kılıncaya kadar Kureyşlilerle çarpışıp durdu, biz de onunla birlikte namaz
kıldık. Ömer (r.a) ise, Rasulullah (s.a)'ın ashabından Habeşistan'a gitmek
üzere hicret edenlerin (Mekke'den) çıkışından sonra müslüman olmuştu. İbn
İshak der ki: Habeşistan'a gidip oraya hicret eden müslümanlar, eğer Ammar b.
Yasir onlardan ise -ki, onlardan olduğu hususunda şüphe edilmektedir- 380
kişidirler. Beraberlerinde götürdükleri küçük çocuklar, yahut da orada doğanlar
ise bunlardan müstesnadır."
[90]
Görüldüğü gibi, burada Kurtubı, çoğu kimsenin doğru
olarak kabul ettiği Hz. Ömer'in kırkıncı kişi olarak müslüman olduğuna dair ve
İbn Abbas'a atfedilen rivayeti ele almakta ve bu konuda sağlam bir kaynak
olarak kabul edilen İbn İshak'ın Sireti'nden ve yine bu hususları çok yakından
bilen Abdullah b. Mes'ud gibi bir sahabinin kanaatinden hareketle bu görüşün
kabul edilemiyeceğini ortaya koymaktadır. Bunlar ise bize Kurtubî'nin nakletmiş
olduğu rivayetleri ilmi bir süzgeçten geçirip muhakeme ettiği şeklinde bir yargıyı
kabul etmemize rahatlıkla imkân vermektedir.
Buna benzer bir başka örneği de, et-Tevbe, 9/37'nci
âyet-i kerimenin, Arapların haram ayların yerlerini değiştirmeleriyle ilgili
açıklamalarında da görebiliyoruz. Kurtubî orada, Kutrub'un da, Taberî'nin de
Katade'den nakletmiş oldukları Safer ayını da haram aylara kattıkları
şeklindeki görüşü dile getirerek şunları söylemektedir: "... Yani onlar,
haram ayların sayısının dört kalması için bir ayı helal kıldılar mı, mutlaka
bir başka ayı haram kılarlardı. İşte doğru olan da budur, yoksa onların haram
ayları beş ay kıldıklarına dair yapılan nakil doğru değildir."
[91]
b.
Kurtubî'nin, nasların inceliklerini kavramakta da oldukça maharetli ve yetkin
bir seviyede olduğunu, zaman zaman "derim ki..." diye başladığı ifadelerinden
de anlamak mümkündür. Mesela, Müdâyene âyeti diye bilinen el-Bakara, 2/282'nci
âyet-i kerimenin: "Şahidler de çağırıldıkları takdirde kaçınmasınlar"
bölümünü açıklarken şunları söylemektedir:
"Bu âyet-i kerimeden, İmamın (İslâm devlet
başkanının) insanların haklarına dair şahitlikte bulunacak kimseleri tayin
edip, bunlara bu görevleri karşılığında yeterli olacak şekilde Beytülmalden
maaş tesbit etmesi anlamı da çıkartılabilir. Bu gibi kimselerin, insanların
haklarını korumak kastı ile haklarına dair şahitlik etmekten başka da bir
meşguliyetleri olmaz. Çünkü böyle bir şey yapılmıyacak olursa, haklar zayi ve
geçersiz olur. Bu durumda buyruğun anlamı: "Şahidler hakettiklerini
aldıkları takdirde şahidlik etmeye çağırıldıkları zaman kabul etmekten
kaçınmasınlar, şeklinde olur." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır..."
Bundan sonra da Kurtubî, bu görüşüne yöneltilebilecek bir itirazı ele almakta
ve buna cevap vermektedir.
[92]
Kurtubî'nin bu şekilde kendine has yada daha,önce
başkaları tarafından ifade edildiği bilinmeyen naslardan hareket ile ortaya
koyduğu görüşlerini, Tefsirinde yer yer görmek mümkündür. Özellikle de
belirttiğimiz gibi Kurtubî, bu kanaatlerini: "Derim ki..."
İfadesinden sonra zikretmektedir.
[93]
c. Kurtubî, nasları sadece fıklıi hükümleri
itibariyle değerlendirmekte maharetli değildir, aynı zamanda güzel te'viller
yapmakta da yer yer başarılı örneklerini .görüyoruz. Mesela; Yusuf, 12/37'nci
âyet-i kerimesinin: "Size rızıklanmak üzere bir yiyecek gelecek oldu mu,
muhakkak onun ne olduğunu size daha gelmezden evvel haber veririm"
buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: "Bana göre ifadenin anlamı
şudur: Rüyanızın te'vili, size gelecek yiyeceğin bilgisi ile Allah'ın dinine
dair bilgiyi ben size haber veriyorum. O bakımdan, öncelikle hidayet bulmanız
için bu din ile ilgili olan hususlara kulak veriniz. İşte Hz. Yusuf'un,
hapishane arkadaşlarını İslama davet etmedikçe rüyalarını tabir etmeyişinin
sebebi budur..."
[94]
Görüldüğü gibi Kurtubî, kendisinden emin olarak:
"Bana göre mana şudur..." diyerek açıklamalarını yapmakta ve
rüyaların yorumu ile işe başlamamasının sebebini güzel bir gerekçeye
bağlamaktadır.
d. Fıkıh usulü ilmindeki "deliller"
bahsinin oldukça önemli bir bahis olduğu bilinen bir husustur. Bu konuda da
Kurtubî'nin yeri geldikçe -ileride bir başka açıdan da ele alınacağı gibi-
usulü fıkıh bahislerine değindiğini, bu bahislerin Kitap, Sünnet, İcma ve
Kıyâstan kaynaklarını özellikle ortaya çıkarmaya çalıştığını da görüyoruz. Bu
delillerin özellikle fer'i olanlarının, delil olarak kabul edilebilmesi için
Kur'an ve Sünnetten birtakım dayanaklarının da bulunması kaçınılmazdır. Bu
fer'i delillerden birisi de bilindiği gibi "Şer'i maslahatlar" veya
"mesalih-i mürsele" diye bilinen bir delildir.
Mesela; Yusuf, 12/47'nci âyet-i kerimeyi açıklarken
şunları söylemektedir: "Bu âyet-i kerime dinin, nefsin, aklın, neseblerin
ve malların korunması demek olan Şer'i maslahatları kabul etmenin asli
dayanaklarındandır..." diyerek buna dair açıklamalarda bulunduktan sonra
da sözü tefsir hacmi açısından uzatmanın yerinde olmayacağı kanaati ile:
"Buna dair geniş açıklamalar usulü fıkıhtadır" diyerek sözlerini
bağlamaktadır.
[95]
e.
Kurtubî, naslardan hareketle yanlış delillendirmelere de temas ederek, bunların
yanlışlığına dikkat çekmektedir. Mesela; Hz. İbrahim'in Beyt-i Ha-ram'ın
yanında zürriyetinin bir bölümünü ekin bitmiyen bir vadide bırakıp gitmesi ile
ilgili olarak şunu açıklamaktadır: "Bazılarının -aşırıya kaçmış
su-filerin- tevekkülün gerçek mahiyeti ile ilgili söyledikleri gibi, Aziz ve
Rahim olan Allah'a tevekkül edip, İbrahim el-Halil'in uygulamasına da ittiba
ederek telef olacakları bir yerde çoluk çocuğunu bırakmaya bu buyruğu delil kabul
etmek caiz değildir." Daha sonra bunun niçin caiz olamıyacağını da açıklığa
kavuşturmaktadır.
[96]
Bunlar, bir .taraftan Kurtubî'nin naslan sahih
anlamaya ne derece önem verdiğini göstermekte, diğer taraftan da çağının,
çağdaşlarının görüşlerini, yaklaşımlarını iyiden iyiye tanıyan bir ilim adamı
olduğunu da göstermektedir.
f.
Kurtubî, Maliki mezhebine mensup olmakla birlikte, ileride Kurtubî'nin,
"İlmi İnsafına dair açıklamalarda bulunacağımız vakit de görüleceği gibi,
delile rağmen mezhebinin görüşünü tercih eden bir ilim adamı değildir. O, yeri
geldikçe mezhebindeki kanaatlere muhalif görüşleri nassa ve delile dayanarak
tercih edebilmektedir.
Kurtubî, eti yenilmesi caiz olan hayvanlar ile
yenilmesi caiz olmayan hayvanlara dair, başta Maliki mezhebinin görüşü olmak
üzere diğer mezheplerin de görüşlerini serdettikten, bu görüşlerin de
dayandıkları delilleri açıkladıktan sonra şunları söylemektedir: "Aklın
ve haberin delil teşkil ettiği sahih görüş ise, at etini yemenin caiz olduğu
ve zikredilen âyet ile hadiste bağlayıcı bir hüküm teşkil edecek şekilde delil
bulunmadığıdır. Âyet-i kerimede at etinin haram kılındığına dair delil
yoktur..." diyerek haram hükmünü verenlerin delillerini eleştirmekte ve
kendisince doğru kabul ettiği görüşü delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
[97]
g.
Kurtubî, muhtelif görüşler dışında eğer bir kanaat belirtmiyor ve bu görüşlerden
herhangi birisini tercih ediyor ise, yaptığı bu tercihini de delile istinaden
yapar. Mesela; "Andolsunki sizi yarattık, sonra da size şekil
verdik..." (el-A'raf, 7/11) âyet-i kerimesini tefsir ederken, buradaki
"yaratma ve şekil verme"nin hangisinin Hz. Adem, hangisinin soyundan
gelenler için sözko-nusu olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra, şunları
söylemektedir:
"Derim ki: Bütün bu görüşler ihtimal
dahilindedir. Ancak, bunların doğru olanı Kur'ân-ı Kerim'in
desteklediğidir..." dedikten sonra açıklamalarını şöylece bağlamaktadır:
"Buna göre Âdem, çamurdan yaratıldıktan sonra ona suret verildi ve ona
secde edilmesi ile mükerrem kılındı. Onun soyundan gelenler ise annelerin
rahimlerinde -babaların sulblerinde ve annelerin rahimlerinde yaratıldıktan
sonra- orada şekillendirildiler..."
[98]
et-Tevbe, 9/121'nci âyet-i kerimeyi de tefsir
ederken, ganimete hak kazanmanın şartı ile ilgili olarak Maliki mezhebindeki
görüş ayrılıklarını sözkonu-su ettikten sonra şu açıklamada bulunmaktadır:
"Derim ki: Birinci görüş (yani, düşman
topraklarına girmek ve orada bulunmak ile ganimete hak kazanılır ve bu
takdirde bir kimse bundan sonra ölecek olursa, ganimetten payını alır,
şeklindeki görüş) daha sahihtir. Çünkü yüce Allah, kâfirlerin topraklarını
çiğnemeyi, onların mallarından birşeyler ele geçirmek ve onları yurtlarından
çıkarmak seviyesinde kabul etmiştir..." diyerek; birinci görüşü tercih
ederken nassa dayandığını ve bunu delil gördüğünü ortaya koymaktadır.
[99]
h.
Kurtubî, şer'î ahkâm'ın ruhuna ve hikmetlerine de gereği gibi nüfuz ettiğini
ortaya koymuştur. O bakımdan Tefsirinde yeri geldikçe yaptığı tercihlerinde bu
kavrayışının da rol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mesela: Zekât'ın harcama yerlerine dair açıklamalarda
bulunurken, zekât alma hakkına sahip kimselere verilecek zekât miktarı ile
ilgili değişik görüşleri açıkladıktan sonra şunları söylemektedir: "Eğer
bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu aile halkı varsa, bu kimseye verilen zekât
miktarı aile fertlerinden her birisine tevzi edilecek olursa, eğer (zekât
nisabı olan) 200 dirhemden daha az miktar isabet edecek olursa, (görünüşte)
tek kişiye verilen ve 200 dirhemden fazla olan miktardaki bir malı zekât olarak
vermekte bir beis yoktur. Çünkü, böyle bir kimseye yapılan tasadduk, mana
itibariyle hem ona hem de aile halkına yapılan bir tasadduktur. Bu, güzel bir
görüştür."
[100]
Görüldüğü gibi, Kurtubî, burada meselenin ruhunu
güzel bir şekilde kavramış ve derinliğine nüfuz etmiştir. Bu nüfuzun bir sonucu
olarak da zekattan gözetilen asli maksada uygun olan görüşü tercih ettiğini
ifade etmekten geri kalmamıştır. Kurtubî, bunu yaparken de, tercih ettiği
kanaatin kendi mezhebinde benimsenen görüşe uygun olup olmadığına, yahut da
mezhebinde bu görüşün zayıf kabul edilip edilmediğine de pek önem vermez. Bu,
aynı zamanda Kuıtubî'nin bir ilim adamı olarak Şer'î sorumluluğunun bilincinde
olduğunu da ayrıca göstermektedir.
i.
Kurtubî'nin, Tefsirini yazmaktaki esas amaçlarından birisi de -adından
anlaşılacağı gibi- Kur'ân ahkâmına dair geniş açıklamalar ihtiva eden bir tefsir
vücuda getirmek olmakla birlikte, yer yer çeşitli fırkaların ve kesimlerin
yanlış bulduğu kanaatlerini de ele alıp tenkid etmekte ve her zamanki adeti
üzere delillere istinad ederek bunları eleştirmekten geri kalmamaktadır. Örneğin;
Yüce Allah'ın gazab sıfatının sonunun geleceğini ileri sürerek; İblis, ona tabi
olan Firavun, Haman, Karun ve benzerlerinin bir vakit gelip cennete gireceğini
söyleyenlerin kanaatlerinin, konu ile ilgili âyet ve hadislerce
red-dolunduğunu, bütün kâfirlerin cehennemde ebedi kalacağını çok açık şekilde
dile getirmektedir.
[101]
j.
Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim İslâm dinini kabul edilmesi, bağlanılması gereken
bir din olarak ortaya koymakla birlikte diğer dinlere ve Kitaplara da yer yer
temas etmektedir. Bir müfessir olarak Kurtubî'nin de bu gibi meselelere
eğilmesi, bu gibi konulara dair yer yer açıklamalarda bulunması kaçınılmaz bir
şeydir. Kurtubî, ilahi Kitapların müşterek maksatlarına: "İşte İlahi
Kitaplardan kasıt budur: Onların gereklerince amel etmektir. Yoksa, dil ile
sadece onları okuyup tertil etmek değildir. Çünkü, böyle şey -eş-Şa'bi ve İbn
Uyeyne'nin açıklamalarına göre- kitapları bir kenara atmaktır..."
[102]
diyerek işaret etmekte ve Kur'ân-ı Kerim gibi diğer ilahi kitapların da
inanılması, gereklerince amel edilmesi maksadıyla inmiş olduğu gerçeğini
tekrarladıktan sonra, İslâm ümmetinin de yahudilerle hıristiyanların durumuna
düştüğünü müteessir bir üslûpla şöylece dile getirmektedir: "Bizler de
Yüce Allah'ın Ki-tabı'na uymak ve gereğince amel etmekle emr olunduğumuz halde
bunu, ya-hudi ve hıristiyanların terk ettiği gibi terk ettik. Geriye Kitap ve
Mushaf'ların cisimleri hiçbir şey ifade etmez halleriyle kaldı. Buna sebep ise
cahilliğin, başkanlık talebinin ve hevâlara uymanın baskın bir hal
almasıdır."
[103]
İlahi kitapların ve bu arada Kur'ân-ı Kerimin
maksadına özellikle işarette bulunan Kurtubî, ilahi vahyin yanlış anlaşılması
sonucu ortaya çıkan değişik itikadi mezheplere de temas etmektedir. Daha önce
İslâm'ın bünyesinde ortaya çıkmış farklı itikadi mezheplere yaklaşımı
hususunda bir takım örnekleri sunmuş bulunuyoruz. Burada da şunu belirtelim:
Kurtubî, gerek kitap ehli olan yahudi ve
hıristiyanların değişik itikadi fırkalarına, gerekse de diğer itikadi anlayış
ve mezheplere de temas etmeyi ihmal etmez, bunlara dair yeri geldikçe
açıklamalarda bulunur, yanlış kanaatlerini reddetmekten geri kalmaz.
Âl-i İmran, 3/103'ncü âyet-i kerimeyi açıklarken,
İslâm ümmeti bünyesinde görülen değişik mezhepleri bir liste halinde mümkün
mertebe kapsamlı ve özlü bir şekilde sunmaktadır.
[104]
Diğer taraftan sırası geldikçe, özellikle
Hıristiyanların çeşitli mezhep ve fırkalarına da temas etmektedir.
[105]
Bu kısa işaretler ve atıfların, Kurtubî'nin ilmi
seviyesi, konulara genel olarak bakış açısı ve değerlendirmeleri ile ilgili
yeterli kanaat vereceğini düşünerek bu kadarıyla yetiniyoruz.
[106]
Kur'ân-ı Kerîmi tefsir eden şahsiyetin başarısının
ölçülerinden birisi de Kur'ân-ı Kerimin ele almış olduğu hususları gerçek
mahiyetiyle kavramak ve bunu yansıtabilmekteki başarısıdır. Bu açıdan Kurtubî
Tefsir'ini değerlendirdiğimizde, gerçekten de Kurtubî, çağının gerek siyasal,
gerek sosyal yaklaşım ve tutumlarını yakından izlemiş ve bunları Kur'anî bir
gözle değerlendirmeye özel bir gayret harcamış olduğunu görüyoruz.
Bir taraftan çağının yönetimlerini ve yöneticilerinin
tutumlarını değerlendirirken, diğer taraftan toplumsal hayatta karşı karşıya
kalınan ve Kur'ana, Sünnete diğer bir ifadeyle İslâm'a uymayan, onlarla
bağdaşmayan sosyal yaklaşımları, sosyal rahatsızlıkları ele almıştır. Din
adına, zühd ve takva adına gelişen, toplumda yaygınlaşan, İslâmî çizgiden sapma
gösteren tasavufî birtakım yaklaşımlara yanlış bir kanaat, ibadet ve irfan
anlayışlarına temas ettiğini, bunları tashih etmeye büyük gayret harcadığını,
pek çok bid'atleri söz-konusu ederek bunları Kur'ân ve Sünnet çerçevesi dışında
gördüğünü, bunların reddedilmesi, değiştirilmesi, bunlardan vazgeçilmesi
gerektiğini vurguladığını görüyoruz.
Buna karşılık Kurtubî, bütün alanlarda her türlü red
ve kabulde ilmî delil ve ölçülere itibar edilmesi gerektiğini de bilhassa
vurgulamıştır. Bu genel çerçeveden sonra, Kurtubî'nin çeşitli hususlara Kur'ânî
yaklaşımının müşahhas bir takım örneklerini zikretmeye geçebiliriz.
[107]
a.
İnsanlar için din ve şeriat koymak yetkisinin yalnızca Allah'a ait bir yetki ve
münhasıran O'nun selahiyeti çerçevesinde bir hak olduğu Kur'ân-ı Kerîm'in, pek
çok âyet-i kerimesinde ve açık ifadelerle vurguladığı önemli bir gerçek ve bir
itikadi meseledir. Bu niteliğiyle bu mesele, Kur'ân'ın altını önemle çizdiği
bir husustur.
Bu önemli gerçeği sair müfessirler gibi Kurtubî'nin
de çok iyi bir şekilde kavramış ve yeri geldikçe bunu açıkça ifade etmiş
olduğunu görüyoruz. Mesela; Yüce Allah'ın: "De ki: Ey Kitap ehli! Bizimle
sizin aranızda âdil olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına ibadet
etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayalım, kimimiz kimimizi Allah'tan başka
rabler edinmesin" (Âl-i İmran, 3/64) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir:
"Yani, yüce Allah'ın helal kıldığı çerçeve
içerisindekiler müstesna olmak üzere, herhangi bir şeyi helal yada haram kılmak
hususunda O'na (Allah'tan başka herhangi bir kimseye) uymayalım. Bu buyruk da:
"Onlar, ilim adamlarını ve rahiplerini Allah'ı bırakıp rabler
edindiler" (et-Tevbe, 9/31) buyruğunu andırmaktadır. Bu da şu demektir:
Onlar, Allah'ın haram ve helal kılmadığı şeyler ile ilgili olarak onların
haram ve helal kılmalarını kabul hususunda, bu ilim adamları ve rahiplerini
rablerinin konumuna çıkardılar..."
[108]
Aslında Kurtubî bu ifadeleri el-Kiyâ et-Taberî'den
nakletmiştir.
[109]
Ancak, ne bunların başında, ne de sonlarında bunların el-Kiyâ'ya ait olduğunu
belirtmemiş olması, -Tefsiri'nin başında riayet edeceğini belirttiği hususlara
aykırı görülebilmekle birlikte- şunu da söylemek mümkündür: Kurtubî'nin
burada, el-Kiyâ'dan bunları naklettiğini ayrıca belirtmemesi, bu ifadeleri
aynen benimsemiş olduğundan da kaynaklanıyor, olabilir. Çünkü Kurtubî'nin, aynı
âyetin tefsirinde üçüncü başlıkta şunları söylediğini görmekteyiz:
"Yüce Allah'ın: 'Eğer yüz çevirirlerse' yani,
davet olundukları şeyleri kabul etmiyecek olurlarsa 'bizim gerçekten
müslümanlar olduğumuza şahid olun, deyin' yani biz, İslâm dinine bağlı olmak,
onun hükümlerine itaat etmek, bu hususta Allah'ın üzerimizdeki bütün lütuf ve
nimetlerini itiraf etmek niteliklerine sahibiz. Bununla birlikte ne İsa'yı, ne
Uzeyr'i, ne de melekleri, O'n-dan başka hiçbir kimseyi rab edinmeyiz. Çünkü
onlar bizim gibi beşerdirler ve bizim yaratıldığımız gibi yaratılmışlardır.
Bizler rahiplerin, Allah'ın bize haram kılmadığı herhangi bir şeyi bize haram
kılmalarını da kabul etmiyoruz. O takdirde onları rabler edinmiş oluruz."
[110]
Görüldüğü gibi merhum müfessir, bu konuda yüce
Allah'ın tek yetkili olduğunu, O'nun hükmüne aykırı hüküm koymak hak ve
selâhiyetine hiçbir kimsenin sahip olmadığını açıkça ifade etmektedir.
b. Bir
başka yerde ise, Allah'ın hükümlerine aykırı olarak hüküm koyup helâl ve haram
kılma yetkisini kullanmanın şirk olacağını, Allah'ın varlığını inkâr etmek ve
peygamberler gönderdiğini inkâr etmekle eş bir küfür ve şirk gibi olacağını
yüce Allah'ın: "Nesi' ancak küfürde
bir artıştır." (et-Tevbe, 9/37) buyruğunu açıklarken şöylece dile
getirmektedir:
"(Bu) Arapların türlü küfür çeşitlerini bir
arada işlemiş olduklarını açıklamaktadır. Onlar, yüce yaratıcının varlığını
inkâr ederek, "Rahman da ne imiş?" (el-Furkan, 25/60) diyerek
yaratıcının varlığını, "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" (Yâsîn,
36/78) diyerek öldükten sonra dirilişi, "Bizden bir tek insana mı, ona mı
uyacağız?" (el-Kamer, 54/24) diyerek peygamberlerin gönderilişini inkâr
ettikleri gibi, helal ve haram kılma yetkisinin de kendilerinin olduğunu iddia
ederek bunu (Nesî' uygulamasını) kendiliklerinden uydurdular. Ve böylelikle
Allah'ın haram kıldığını helâl kıldılar. Halbuki müşrikler hoş görmeseler dahi
Allah'ın sözlerini hiç kimse değiştiremez."
[111]
Anlaşıldığı gibi Kurtubî de Kur'an-ı Kerim'in açık
ifadeleri doğrultusunda Allah'ın hükümlerine aykırı hüküm koymayı bir rubûbiyet
iddiası, O'nun hakimiyet ve teşrî' hakkını kabul etmeyip Allah'a şirk koşmak
olarak ve tıpkı Allah'ın varlığını inkâr etmek, öldükten sonra dirilişi inkâr
etmek gibi bir küfür olarak değerlendirmektedir.
c.
Kurtubî, bu gibi hususları yalnızca fikri planda ele almakla kalmıya-rak,
çağının uygulamalarını ve müslümanların başına şu veya bu yolla gelmiş
yöneticilerin yanlış uygulamalarını da ele alır, gözönünde bulundurur ve
böylelikle müşahhas uygulamaların Kur'anî açıdan değerlendirmelerini de yapmaya
özellikle önem verir.
Hakim ve yöneticilere rüşvet vermenin hükmünü,
zararlarını açıklarken: "Günümüz hakimleri ve yöneticileri bizatihi
rüşvetçilerin kendileridir. Rüşvetçi oldukları zannolunan kimseler değil. Lâ
havle velâ kuvvete illâ billah"[112]
diyerek, çağındaki yöneticilerin ve hakimlerin uygulamaları hakkındaki değerlendirmesini
herhangi bir kapalı ifadeye gerek bırakmaksızın açık seçik bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Bir başka yerde de Abdullah b. Ömer'in cihad
maksadıyla savaşa çıksalar dahi yaptıkları haksızlıklar dolayısı ile çağdaşı
yöneticilerin askerlerini "şeytanın kafilesi" diye nitelendirdiğini
nakletmekte,
[113] bunun aksine anlaşılabilecek
herhangi bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Bu da onun Abdullah b. Ömer'in,
çağdaşı yöneticilerinin orduları ile ilgili değerlendirmelerini benimsediğini,
bunu da aşarak, Kurtubî'nin kendi çağdaşları hakkında da aynı kanaati kendisi
için mahfuz tuttuğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
el-A'raf, 7/86'ncı âyetteki: "Ve siz öyle her
yolun başında durarak... Allah'ın yolundan alıkoymayın" buyruğunu
açıklarken, Şuayb kavminin, Allah'ın yolunu izlemek, Allah'a itaat etmek
isteyen kimseleri tehdit ettiklerini belirttikten sonra, onların aynı zamanda
yol kesicilik de yaptıklarına dair kanaatleri nakleder ve okuyucunun dikkatini
günündeki haksız vergi uygulamalarına çekerek şunları söyler:
"Şu insanları şer'an ödemekle yükümlü
olmadıkları malî yükümlülükleri ödemek mecburiyetinde bırakarak, zor ve baskı
ile onlardan mallarını alanlar da tıpkı onlar gibidir. Çünkü bunlar, malın
aslına yükletilmesi caiz olmayan zekât ve miras dışında birtakım yükümlülükler
yüklemişlerdir." Yollarda ve başka sahalarda ülkenin değişik yerlerinde
uygulaması görülen haksızca alınan vergilerin en büyük ve en çirkin
günahlardan olduğunu, bunun bir gasp, bir zulüm, insanlara bir haksızlık,
münkeri yaygınlaştırmak, mün-ker iş yapmak, bunu sürdürmek ve münkeri kabul
etmek olduğunu belirtmekte ve "artık İslâm'ın sadece şekli, dinin de
sadece adı kalmıştır" diyerek bu İslâm dışı uygulamalara eseflerini dile
getirmektedir.
[114]
d.
Kuıtubî, bir ilim adamına yakışan haysiyet ile başta yöneticiler olmak üzere,
İslâm'ın gerektirdiği niteliklere ve ahlâka sahip olmamanın, müslüman-ların
başına gelen pek çok musibetin sebebini teşkil ettiğine dikkat çekmektedir.
Kurtubî, baştaki yöneticilerin bu kabilden yanlış uygulamalarına oldukça
muzdarip bir ifade kullanarak şu sözleri ile dikkat çekmektedir:
"Allah'a yemin ederim ki, bizler de fitnelere
kendimizi kaptırarak bütün bunlardan yüzçevirdik ve birbirimizin aleyhine
(başkasına) yardımcı olduk. Keşke müslümanların yardımını alarak birbirimize
karşı güçlenmiş olsaydık. Aksine, kâfirlerin yardımını aldık. Ve sonunda öz
kardeşlerimizi üzerlerinde müşriklerin hükmü uygulanır halde, küçülmüşler ve
zeliller olarak bıraktık. Lâ halve velâ kuvvete illâ
billahi'1-Aliyyi'l-Azim."
[115]
Müslümanların da bu tutumları ile, benzer durumları
tenkid edilen yahu-dilerden daha da ileri bir noktaya giderek, kâfirlerin
yardımını alarak müs-lümanlara karşı güçlendiklerini açıkça dile getirmekte ve
özellikle Endülüs'te bölük pörçük müslüman yöneticilerin uygulamalarına ve
benzerlerine işaret etmekte, bunların yanlışlıklarını Kur'ân-ı Kerime ve
İslâm'a uygun olmadıklarını dile getirmektedir.
Müslümanların dışında olanların yani mü'minlerin
başına türlü türlü sıkıntıların gelmesini isteyip, kalplerinde daha büyük kötü
istek ve arzularını gizlemekle birlikte ağızlarından kin ve öfkeleri taşan
kimselerin sırdaş edinilmelerini yasaklayan Âl-i İmran, 3/118'nci âyet-i
kerimeyi açıklarken de kendi dönemindeki yöneticilerin kâfirlere karşı
takındıkları tavırlarını ve bu buyruklar ile selef-i salihin bu doğrultudaki
uygulamalarına aykırı olarak işlerini tenkid ederek şunları söylemektedir:
"Bu dönemlerde şartlar tersyüz olmuştur. Çünkü
(yöneticiler), kitap ehli arasından kâtipler, eminler edinmişler ve böylelikle
bunlar cahil ve ahmak yönetici ve emirler nezdinde ileri geçenler arasına
katılmış oldular..."
[116]
Kurtubî'nin bu kabilden siyasi kanaatlerini Kur'ân'ın
ve hadislerin ışığında serdederek, çağındaki yöneticilere ve yönetim
şekillerine, yönetim eliyle yapılan gayri İslâmî uygulamalara itiraz ve
eleştirilerine dair örnekleri daha da çoğaltmak mümkün olmakla birlikte,
uygulamalara yönelik yaklaşımı ile ilgili olarak bu kadarıyla yetinmek,
istiyoruz.
e.
Kurtubî, siyasi birtakım kanaatlere sahip olan, daha doğrusu mezhep olarak
sahip bulundukları siyasi kanaat ve yorumları ile belirginleşen özellikle Şia
ve İmamiyenin kanaatlerini de yer yer ele alır ve bunları Kur'ân-ı Kerimin âyetleri,
hadis-i şerifler ve İslâm Tarihinin örnek alınması gereken Asr-ı saadet
dönemindeki uygulamalar ışığında tenkid süzgecinden geçirir.
Bu bakımdan Kurtubî'nin, ümmetin emri dinlenen,
kendisine itaat olunan, sözbirliğini gerçekleştirecek ve halifelik makamına
getirilmesinin sonucu olarak hükümlerin kendisi vasıtası ile uygulanmasını
sağlayacak bir imam ve bir halife tayininde asli bir dayanak olarak
değerlendirdiği, el-Bakara, 2/30'ncu âyet-i kerimenin tefsirinde,
[117]
ümmetin başına geçecek olan kimsenin, sahip olduğu imamet hasletlerinin
mükemmelliği ve onun kendisine itaate davet etmesi gerektiği şeklindeki
kanaatler ile, Hz. Ali'nin imametine dair nassın bulunduğunu ileri süren
İmamiye'nin iddialarını ele almakta ve bunlara dediğimiz çerçevede cevap
vermektedir. Genel olarak Kurtubî'nin meseleleri ele alışının karakteristik
özelliğini teşkil eden deliller ışığında, konulan değerlendirme özelliği ile
de bütün bu hususları etraflı bir şekilde ele alarak bu iddiaları
cevaplandırmakta, bu konudaki doğru yaklaşıma da özellikle değinmekte ve
savunmaktadır.
[118]
Bunlar, Kurtubî'nin yalnızca pratik uygulamaları
eleştirmekle yetinmediğini, konu ile ilgili türlü kanaatlerle de ilgilenerek
bunlar üzerinde de bir ilim adamına yakışan bir seviyede münakaşa edep ve
çerçevesini titizlikle muhafaza ederek, bunları ilmi tetkik süzgecinden
geçirdiğini ortaya koymaktadır.
f. Kurtubî, toplumların yükseliş ve düşüşleriyle
ilgili İlâhî Sünnetlerin de farkında ve bilincindedir. O bakımdan Kurtubî,
çağdaşı müslümanların karşı karşıya kaldıkları hallerin, olumsuz durumların,
İlâhî Sünnetin tabii karşılanması gereken bir sonucu olduğunu da yeri geldikçe
vurgular ve bunların altını özellikle ve dikkat çekici bir üslûpla çizer.
Kurtubî, el-Bakara, 2/249'ncu âyetin tefsirini
yaparken, ll'nci başlıkta "nice az bir topluluk, oldukça kalabalık bir
topluluğu yenik düşürmüştür" buyruğunun, savaşmaya bir teşvik, sabıra bir
işaret, Rabbini tasdik eden kimselere de uyma emrini ihtiva ettiğini
belirttikten sonra şunları söylemektedir: "Derim ki: İşte bizim de
yapmamız gereken budur. Ancak, çirkin amellerimiz ve bozuk niyetlerimiz, bizim
bu sonuçlarla karşılaşmamıza engel teşkil etmiştir. Öyleki, bizden pek çok
sayıda bir ordu, -pek çok defa gördüğümüz gibi- oldukça az sayıdaki düşman
karşısında yenik düşmüştür. Bu ise bizim kendi ellerimizle kazandıklarımızdan
dolayıdır." Daha sonra, Hz. Peygamber'e atfedilen: "Size,
zayıflarınız dışında başka bir sebeple rızık verildiği ve yardım edildiği
kanaatinde misiniz yoksa?"
[119]
buyruğunu nakletmektedir.
Arkasından yine çağdaşı müslümanların hallerine:
"Amellerimiz bozuk, zayıflar ihmal edilmiş, sabır az, Allah'a güven
cılız, takva ise ortada yok" dedikten sonra Yüce Allah'ın: Âl-i İmran,
3/200; el-Mâide, 5/23; en-Nahl, 16/128; el-Hac, 22/40; el-Enfâl, 8/145 âyet-i
kerimelerini hatırlatmakta; konu ile ilgili İlâhî Sünnete şu sözleriyle dikkat
çekerek açıklamalarını sonuçlandırmaktadır:
"İşte zaferin sebep ve şartları bunlardır.
Bunlar ise bizde yok, bunlar bizde bulunmuyor. Başımıza gelen musibetler ve
karşı karşıya kaldığımız durumlardan dolayı, innâ lillâh ve innâ ileyhi
râciûn, diyoruz. Hatta, geriye sadece İslâm'ın adı kalmıştır, dinin ise şekli
kalmıştır. Çünkü fesat galip gelmiş, tuğyan pek çoğalmış, doğruluk ise oldukça
azalmış. Sonunda doğuda, batıda, karada, denizde düşman bize galip gelmiş,
bizi istila etmiş, fitneler her tarafı kuşatmış, mihnetler de alabildiğine
büyümüştür. Allah'ın rahmet ettiği dışında ise koruyacak yoktur, (korunma
imkânı da yoktur)."
[120]
Görüldüğü gibi Kurtubî, çağının müslümanlarının ve
İslâm dünyasının doğuda ve batıda karşı karşıya bulunduğu, gerek Moğol musibet
ve felaketlerine, gerekse de Haçlılar eliyle tattıkları musibet ve felaketlere
işaret etmekte, bunların sebeplerini de özellikle açıklayarak vurgulamaktadır.
Yine Kurtubî: "De ki: O, size üstünüzden... bir
azap göndermeye, yada sizi birbirinize katıp, kiminize kiminizin hıncını
tattırmaya kadir olandır..." (el-En'âm, 6/65) âyetini açıklarken de
şunları söylemektedir:
"... Bir görüşe göre de, birbiriniz ile çarpışan
fırkalar haline getirir sizi. Bu ise, işlerini içinden çıkılmaz bir hale
getirmesi ve başlarındaki yöneticilerin dünyayı isteyerek tefrikaya düşmeleri
ile olur... Âyet-i kerime, müslümanlar ve kâfirler hakkında umumidir... Derim
ki: Doğrusu da budur. Nitekim fiilen görülen de budur. Kendi topraklarımızda
düşman üzerimize gelmiş, canlarımız ve mallarımıza egemen olmuş bulunuyor.
Bununla birlikte birbirimizi öldürmek, birbirimizin mallarını mubah kabul etmek
şeklinde tepemize musallat olmuş fitneler de vardır..."
[121] Bu
sözleriyle yaptığı açıklamalarda da aynı gerçekleri dile getirdiğini görüyoruz.
Yine bir başka yerde -daha önce de işaret ettiğimiz
gibi- müslümanların birbirlerinin aleyhine, müslümanlardan değil hatta
kâfirlerden yardım aldıklarını, kardeşlerini müşriklerin hükümleri altında
küçülmüşler ve zelil olarak terk ettiklerini dile getirmekte, bundan dolayı
teessüflerini de ifade etmektedir.
[122]
Bütün bunların ifade ettikleri gerçek nedir? İfade
ettikleri gerçekler arasında elbetteki şuna dikkat çekebiliriz: Kurtubî,
müslümanların karşı karşıya bulundukları halleri, musibetleri gören ve
gözlemleyen bir şahsiyet idi. Görmek ve gözlemlemekle kalmayıp, bunların
sebeplerini araştırarak tesbit eden bir ilim adamıydı. Bununla da kalmayarak
müslümanların kötü ve olumsuz durumlarından derinden derine ızdırap duyan,
üzülen, bundan çıkış yollarını ariyan, ümmetin dertleriyle dertlenen bir
mü'min idi.
[123]
Şunu diyebiliriz ki: Kurtubî'nin Tefsiri; Kur'ân
ahkâmı ağırlıklı olmakla birlikte bir müfessir olarak, bir mü'min ve bir insan
olarak Kur'ân-ı Kerimi Allah'ın kendisine nasib ettiği ölçüde geniş
boyutlarıyla ve oldukça kapsamlı bir çerçeve ile idrâk etmiş, kavramıştır.
Gerek şimdiye kadar Kurtubî'nin kişiliği ile ilgili yaptığımız açıklamalar,
gerek bundan sonraki değinmelerimiz, bu kanaatimizin sadece ipuçlarını teşkil
etmektedir. Bu konuda gerçekten Kur-tubî'yi, kapsamlı yaklaşımını, Kur'ânî
çerçeve içerisinde olaylara bakışını daha yakından tanıyabilmek, tesbit edebilmek,
Tefsir'ini de daha yakından bilip tanımaya, incelemeye bağlı bir iştir.
a.
Kurtubî, çağının toplumsal hayatında sünnete aykırı olarak yayılan çeşitli
adetlere karşı itiraz etmekte, sesini yükselterek bunları açıkça reddetmektedir:
Hz. Yusuf'un, anne ve babasının, karşısında secdeye
kapandıklarını belirten âyet-i kerimeyi (Yusuf, 12/100) açıklarken de, gerek
Mısır'da, gerekse de Arap olmıyanlar arasında yaygın bulunan karşılıklı olarak
eğilip bükül-menin, aynı şekilde birbirlerine kıyam etmenin nesli olmuş bir
adet olduğunu belirttikten sonra, bu nesli olmuş adeti yerine getirmeme
halindeki tepkileri dile getirirken şunları söylemektedir:
"... O kadar ki, onlardan birisine karşı kıyam
edilmiyecek olursa, içten içe kendisine aldırış edilmediği, kendisine kıymet
verilmediği kanaatine kapılır. Birbirleriyle karşılaştıkları vakit de,
birbirlerinin önünde eğilip bükülmeleri sürekli devam edip giden bir adet ve
sürüp giden ve miras olarak devralınan bir alışkanlık haline gelmiştir.
Özellikle emir ve başkanlarla karşılaşma halinde bu böyledir. Bu
uygulamalarıyla onlar peygamberlerin sünnetinden uzaklaşmış, doğru yoldan
yüzçevirmiş oluyorlar."
[124]
b.
Kurtubî, bunun dışında toplumsal hayatta görülen daha birçok aksaklığa da
işaret etmeyi ihmal etmemektedir.[125]
Önemli bölümüne atıfta bulunduğumuz siyasal, toplumsal ve ahlâkî hayattaki
yanlışlıklara karşı tavrı, genel özellik ve nitelikleriyle bizim için açıklık
kazanmış bulunmaktadır. Kurtubî, çeşitli yanlış tavırlara, tutumlara yeri
geldikçe temas etmekten geri kalmamaktadır.
Meselâ cahil mutasavvıfların semaları esnasında,
şeyhlerinin huzuruna girip istiğfar ettikleri sıralarda, cahilliklerinden
dolayı kıbleye doğru mu, başka bir tarafa doğru mu secde ettiklerine dahi
aldırmadıklarını ve vecd halinde olduklarını ileri sürdüklerini aktarmakta;
bunun ise amellerinin boşa çıkması anlamına geldiğini söyliyerek
[126] bu
gibi haller sergileyenleri uyarmaktadır. Onların diğer iyi hallerine bakarak
bütün tutumlarını doğru kabul etmek gibi yanlış kanaate sahip olması muhtemel
olan diğer insanları da aynı zamanda uyarmayı amaçlamaktadır.
Aynı şekilde bid'atçi, avam ve bayağı insanlar
olmakla da nitelendirdiği cahil kimselerin Allah'tan korktuklarını ileri
sürerek, tıpkı eşeklerin anırmalarını andıran bağırıp çağrışmalarının hiçbir
zaman huşu ile Allah'tan korkmakla ilgisi olamıyacağını belirtmesi ve buna
dair geniş açıklamaları önemsemesi de,
[127] hem
toplumsal olaylara bakışı ve bunları değerlendirişi ile ilgili bize açıkça
kanaatlerini yakalayabilme imkânını vermekte, hem de müs-lümanları Kur'ân ve
Sünnet çerçevesinde inanıp düşünmeye davete özel olarak gayret harcamaktadır.
c.
Bilindiği gibi İslâm adına birtakım davranışlar, tutumlar veya kanaatler ileri
sürenler, aynı zamanda bunları İslâm'ın temel kaynaklan olan Kitap ve
Sünnetten delillendirmek ihtiyaçlarını hatta zorunluluğunu da duymaktadırlar.
Kurtubî, (el-En'âm, 6/42'nci âyet-i kerimeyi tefsir ederken) İbn Atiyye'den şu
sözleri nakletmektedir:
"Abidler darlık ve fakirlikle kendilerini te'dip
etmek maksadıyla mallarını dağıtmaya, sıkıntılarla te'dip etmek maksadıyle de
bedenlerini açlık ve çıplaklık ile terbiyeye bu âyet-i kerimeyi delil
göstermişlerdir." Daha sonra da İbn Atiyye'nin bu kanaatleriyle ilgili
olarak kendisi şu açıklamaları yapmaktadır:
"Derim ki: Bu işi yapanların ve bu âyet-i
kerimeyi bu uygulamalarına asli dayanak kabul edenlerin bir cahilliğidir bu.
Çünkü, Yüce Allah'ın âyet-i kerimede sözünü ettiği husus, bu yolla imtihan
etmeyi dilediği kullarına bir ceza olduğunu belirtmektedir. Bizim buna kıyasen
nefislerimizi mihnetlere sürüklememiz ve buna dayanarak nefislerimizi
mükâfatlandırmaya kalkışmamız caiz değildir. Çünkü nefsimiz, sırtına binerek
Allah'ın lütuf yurdu olan cennete ulaştığımız ve kendisi aracılığıyla Kıyametin
dehşetli hallerinden kur-tulabildiğimiz bineğimizdir..."
[128]
Bilâhare benzeri yolları izleyenlerin daha başka hususlardaki birtakım yanlış
tutum ve kanaatlerine değişik âyet-i kerimeleri delil göstermelerinin
yanlışlığını, tutarsızlığını da özellikle belirtmeyi ihmal etmemektedir.
[129]
d. Bu ve
benzeri açıklamalardan, Kurtubî'nin insanlara zaman zaman öğüt vermenin onları
dünyaya karşı zahid, Allah'a karşı takvalı olmayı hatırlatmanın gereksiz
olduğuna, Allah'tan korkmak, yakin sahibi olmak için onlara öğüt vermenin lüzumsuzluğuna
inandığı kanaati anlaşılamaz. Ancak Kurtubî, insanların kalplerini
yumuşatacak, yakinlerini artıracak vaaz ve öğütlerin birtakım nitelikleri
taşıması gerektiğine de özellikle dikkat çekerek, insanlara öğüt vermek, emri
bilma'ruf ve nehy anilmünkerde bulunmak konumunda olanların bu görevlerini
ifade ederken dikkat etmeleri gereken esaslara da şöylece işaret etmektedir:
"... İşte bu, kalpleri yumuşatan ve incelten, yakînleri güçlendiren,
hertürlü bid'atten uzak ve her türlü dalalet ve şüpheden arınmış vaazın caiz
olduğuna delil teşkil etmektedir..."
[130]
Kurtubî, zaman zaman "İşarî tefsir" diye de
bilinen, Tasavvufi tefsir'in önderlerinden olan Ebû Muhammed Sehl
et-Tüsterî'den, Ebû Abdurrahman Muhammed es-Sülemî'den, onun öğrencisi olan Ebû
Nasr Abdulkerim el-Kuşeyrî'den nakiller yaptığı gibi, belli bir kişiye nisbet
etmeksizin sufi olarak bilinen kesimler arasında yaygın birtakım kanaat ve
davranışlara da atıflarda bulunur.
Kurtubî, bu mutasavvıf alimlerden naklettiği görüşler
arasında Kur'ân ve Sünnete uygun, bunların ruhlarına aykırı düşmeyen kanaatleri
herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan nakletmekle birlikte, özellikle
kendisinin yer yer "cahil" olmakla da nitelendirdiği mutasavvıf ve
zahid kesimler arasındaki yanlış kanaatlere temas eder, bu kanaatleri Kur'ân
ve Sünnete uygun olmadıkları gerekçesi ile tenkid eder, reddeder. Bunlara dair
örnekleri bu başlıkta ele alacağımız gibi, Kur'ân ve Sünnete ters görmediği
açıklamaları reddetmek-sizin nakillerine örneklerini de özellikle
"Kaynaklarıyla Kurtubî Tefsiri"ni ele alacağımız zaman
örneklendirmeye gayret edeceğiz.
a.
Kurtubî, cahil mutasavvıfların, şeyhlerinin huzuruna girdikleri vakit önlerinde
eğilmek, secde etmek gibi yanlış tutumlarının hiçbir şekilde doğru
olamıyacağını belirterek,
[131]
şeyh-mürid ilişkisindeki yanlışlıklara temas eder ve öncelikle düzeltilmesi
gereken yani, Kur'ân ve Sünnetin çerçevesine oturtulması gereken ilişki
türünün nasıl olması gerektiğine değinir.
b.
Zahidlerin mala ve servete, bunların şer'î ölçüler içerisinde korunup
geliştirilmesine dair kanaatlerini, bu kanaatleri savunan cahil mutasavvıf ve
zahidleri eleştirmekle birlikte Ebû'l-Ferec el-Cevzî'den de nakil ile bir takım
ilim adamlarının da bu tuzağa düşmüş olduklarına dikkat çeker ve konu ile
ilgili ileri sürülen aslı astan olmayan rivayetleri ele alır, tenkid eder ve
bunların ilmî bakımdan hiçbir değer taşımadıklarını belirtir. Bu maksatla
el-Mu-hasibî'nin konu ile ilgili naklettiği bir olayı Ebû Hâmid (el-Gazzâlî)'nin
de nakletmek suretiyle bir vartaya düşmüş olduğuna dikkat çeker.
[132]
Böylelikle Kurtubî, mutasavvıf ve zahidlerin söylemlerini, anlattıklarını her
zaman için ilmi bir süzgeçten -başkaları için olduğu gibi bunlar için de aynı
çerçevede-geçirilmesi gerektiğine bilhassa işaret eder.
c. Kurtubî, özellikle yanlış kanaat sahibi
olmakla nitelendirdiği sufiler ile zındıkları bilgi kaynaklarına bakışları
açısından aynı kefeye koymaktadır. Şöyle der:
"Derim ki: Fıkıhtan, Peygamber'in Sünnetlerinden
ve selefin izlediği yoldan yüzçevirerek şöyle diyenler de bu kabildendir: Bu
gibileri içime şu doğdu, yahut kalbim bana bunu bildirdi diyerek, kalplerine
doğan ve hatırlarına gelen şeylere istinaden hüküm verirler ve onlar
kalplerinin hertürlü kederden uzak ve arınmış, ağyar ile ilişkisi kalmamış
olduğundan dolayı ilahi ilimlerle Rabbânî hakikatlerin kalplerine tecelli
ettiğini iddia ederler. Böylelikle kalplerinin küllî sırlara vakıf olup, cüz'î
hükümleri de bu yolla öğrendiklerini söyler, buna bağlı olarak küllî şer'î
hükümlere ihtiyaçlarının bulunmadığını ileri sürerler. Devamla da şöyle
derler: Bu gelen şer'î hükümler ile ahmaklar ve avam hükmederler. Evliya ile
havâs'ın ise bu gibi naslara ihtiyaçları yoktur."
[133]
Yine hemen hemen aynı ifadeleri bir başka yerde de
hocası İmam Ebu'l-Abbas'tan nakleder ve yine hocasından naklen şunları da
ekler: "Bu gibi sözleri söylemek zındıklık ve küfürdür. Bu gibi sözleri
söyleyenler öldürülür, tev-be etmeleri de istenmez. Çünkü bu sözler bilinen
şer'î hükümleri inkâr etmektir..."
[134]
Dikkat edilirse, özellikle günümüzde aynı şekilde
cahil birtakım sufilerin "ledün ilmi" diyerek, evliyaullah oldukları
iddia edilen kimselerin keşf yoluyla elde ettikleri bilgilerin, şer'î ve
peygamberi bilgilerden daha ileri derecede olduklarını iddia etmektedirler.
Buna dair gerekçeleri ise, Hz. Musa ile ilgili ve hadis-i şerifte Hz. Hızır
diye adı belirtilen yüce zat arasında cereyan eden olayların konu edildiği
âyetlerdir.
d.
Kurtubî'nin, sufilerin yanlış tevekkül anlayışlarını da reddettiğini görüyoruz:
"Sufilerden bir taife der ki: "Ona (tevekküle) ancak arslan veya ondan
başka, Allah'ın dışında herhangi bir varlığın korkusu kalbinden büsbütün
silinmedikçe ve Yüce Allah'ın rızkı teminat altına almış olması dolayısıyla
rızık talebi için çalışmayı terk etmedikçe hiçbir kimse hak kazanamaz"
[135]
diyerek görüşlerini nakleder. Daha sonra, bu kanaatin yanlışlığını birçok
âyet-i kerimeyi de delil göstererek belirtir ve çürütür.
Yanlış tevekkül anlayışının bir sonucu olarak
görebileceğimiz bir yanlış zühd anlayışının da sufiler arasında yaygınlık
kazandığını ve hatta ilim adamı olarak bilinen kimselerin de bu konuda
yanlışlıklara düştüğünü görüyoruz.
Kurtubî, bunu örneklendirmek maksadı ile de Hz.
Âişe'nin Peygamber (s.a)'den rivayet ettiği belirtilen: "Nefislerinizi hoş
ve güzel yiyeceklerden mahrum ediniz..." hadisini sufilerin pek çoğunun
hoş ve temiz şeyleri yemeyi terk etmek için delil gösterdiklerini belirtir.
Sonra, bu hadisin herhangi bir dayanağının bulunmadığını da söyler. Çünkü
Kur'an-ı Kerim'in ve -başka birçok yerlerde de açıklandığı üzere - sabit
sünnetin bunun aksini ortaya koymuş olduğu bilinen bir husustur. Kurtubî
bunları açıkladıktan sonra Ebû Hamid et-Tusî (el-Gazali)'nin, Sehl'in uzun
yıllar boyunca kurutup toz haline getirdiği incir yapraklarını yeyip durduğunu
belirtir; buna benzer örnekleri Zünnûn'dan ve Ebû Yezid'den nakleder. Daha
sonra da bu gibi yanlış zühd davranışları ile ilgili olarak şu
değerlendirmelerde bulunur: "Bunlar, insanın kendisini mecbur etmesi caiz
olmayan şeylerdendir. Çünkü Yüce Allah, Âdem oğluna buğdayı ikram
etmiştir..."
[136]
Çünkü Allah Teala insan oğluna hoş ve temiz şeyleri nzık olarak ihsan
etmiştir. Helal çerçevesi içerisinde kalmak şartıyla bunlardan kaçınmak caiz
olamaz, der.
Kur'ân ve Sünnetin üzerinde durduğu esasların,
hükümlerin yanlış anlaşılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yanlış
tevekkül ve yanlış zühd anlayışı dolayısıyla, yine cahilce mutasavvıfların
bulunduğunu belirtir ve zühdü elden bırakmak istemediklerini ileri sürenlerin,
kaba elbise giymenin, kaba, katı ve nefsin hoşuna gitmeyecek şeyleri yemenin
önemine, faziletine dair kanaatlerini ele alır ve bunları reddeder.
[137]
e. Kurtubî, yüce Allah'ın Âl-i İmran, 3/190'ncı
âyet-i kerimesini ve devamını tefsir ederken, Hz. Peygamber'in bir hadisini de
naklederek şunları söylemektedir: "Yüce Allah'ın rahmeti üzerinize olsun.
Hz. Peygamber'in, Allah'ın yarattıkları hakkındaki tefekkürü ile birlikte
bundan sonra namaza nasıl yöneldiğine dikkatle bakınız! İşte dayanak olarak
alınması gereken sünnet budur. Sufilerin izlediği yol olan onlardan herhangi
bir şeyhin, bir gün bir gece ve hatta bir ay kesintisiz olarak tefekküre dalma
yolu ise, insanlara yakışmayan ve sünnetlere de uymıyan, doğruluktan
alabildiğine uzak bir yoldur."
Daha sonra da İbn Atiyye'nin babasının doğuda
(Mısır'da) ilim adamlarından birisinin kendisine nakletmiş olduğu bir olayı da
zikreder. Burada gece boyunca üstü örtülü ve yanı üzere yatmış bir kimsenin
sabah namazı için yerinden kalkarak abdestsiz namaza durduğuna, bunun bu
davranışını reddetmek isterken, bu kimsenin kendisine okuduğu bir şiir üzerine
tefekkür ile ibadet ettiğini iddia eden kimselerden olduğunu anlaması üzerine
ona bir şey söylemekten vazgeçtiğine dair bir ibretli olayı da zikretmektedir.
[138]
f. Yanlış birtakım kanaatlere sahip olan
mutasavvıf ve zahidlerin, söylediklerini Kur'ân âyetleriyle, bazan hadis-i
şeriflerle desteklemesi dolayısıyla çoğu kimse onların bu yanlış kanaatlerinin
ve delillendirmedeki isabetsizliklerinin farkına varamayabilir. O bakımdan
Kurtubî bu gibi hususlara da yeri geldikçe dikkat çeker. Mesela: et-Tevbe,
9/28'nci âyet-i kerimesini açıklarken, 6'ncı başlıkta şunları söylemektedir:
"Bu âyet-i kerimede nzık mukadder olmakla
Allah'ın emri ve taksimatı yerine gelmekle birlikte, kalbin rızık hususunda
esbaba taalluk etmesinin caiz olduğuna ve bunun tevekküle aykırı olmadığına
delil vardır..."
[139]
Böylece bu konuda yanlış kanaatleri ileri süren ve
tevekkülün kalbin her türlü ağyardan ve esbaptan arınması anlamına geldiğini
söyleyen sufilerin kanaatlerini uzun uzadıya delilleri ile birlikte
reddettiğini görüyoruz.
Bu yolla îmam Kurtubî, yanlış kanaatlerin tashih
edilmesi noktasında gerçekten küçümsenmeyecek bir hizmet ifa etmiş
bulunmaktadır.
g.
Bilindiği gibi sufilerde; vecd, sema, (nağmeli sesler, çalgılar) dinlemek gibi
yanlış davranışlar ve bid'atler, ibadet anlayışı çerçevesinde dahi yer bulmuş,
yaygınlık kazanmıştır. Cahil sufilerin raks, alkış ve semalarının, bunun etkisi
altında kalarak baygın düşerek kendilerini yerden yere vurmalarının, akıl
sahibi kimselere yakışmıyan işler olduğunu, bunu yapan kimselerin ise Beyt'in
(Kâ'be'nin) çevresinde el çırparak tavaf eden müşriklerin davranışlarına
benzer bir tutum sergilemiş olacaklarını da belirterek, bu gibi yanlış
hareketleri reddetmektedir.
[140]
Kurtubî, sufilerin raks ve sema'larını da kabul
etmemekle, onların raks ve sema'a dair gösterdikleri delillerin delil olmaktan
uzak olduğunu belirtmekle kalmıyarak, esasen bu tür davranışların Kur'ân-ı
Kerim'in âyetlerine, açık naslarına da aykırı olduğuna da değinmektedir.
Mesela; Kurtubî, el-İsra, 17/37-38'nci âyet-i
kerimeleri açıklarken 5'nci başlıkta şunları söylemektedir: "İlim
adamları bu âyet-i kerimeyi raksın ve raks etmenin yerildiğine delil
göstermişlerdir. İmam Ebû'1-Vefâ İbn Akîl şöyle demektedir: Kur'ân-ı Kerim,
raks'ın yasaklandığını açık nass ile belirterek: "Yeryüzünde kibir ve
azametle yürüme" (el-İsra, 17/37.) diye buyurmaktadır. Bu buyruğu ile
büyüklük taslayan kimseyi yerdiğini görüyoruz.-Raks ise, bü-yüklenmenin,
şımarmanın en ileri derecesidir. Bizler, aralarındaki nçşe ve sarhoşluk vermek
ortak özelliği dolayısıyla nebiz'i hamra (şaraba) kıyas etmiyor muyuz? Ne diye
mızrabı ve onunla birlikte tanbur, zurna ve davul üzerinde şiirin nağmeli
olarak söylenişini (büyüklenmek ile birlikte ortak özellikleri dolayısıyla)
buna kıyas etmiyoruz?.." Daha sonra da İmam el-Gazza-lî'nin şu sözlerini
nakleder: "Raks, iki omuz arasındaki (başta) bir ahmaklıktır. Ancak, oyun
ile ortadan kalkar"
[141]
sözlerini zikreder ve el-Kehf sûresi (14'ncü âyet, 2'nci başlık) ile başka
yerlerde (Lukman, 31/6.) buna dair ek açıklamalarda bulunacağını da ekler.
Bu ek açıklamaların yer aldığı el-Kehf, 18/14'ncü
âyetin tefsirinde de sufilerin bu husustaki yanlış istidlallerini
vurguladıktan sonra bu istidlalin yanlışlığını da açıklar ve şöyle der:
"İbn Atiyye der ki: Sufiler ayağa kalkıp söz
söyleme (raks ve sema')nın meşruiyetine: "Ayağa dikilip de: Bizim Rabbimiz
göklerin ve yerin Rabbidir... dediklerinde" (el-Kehf, 18/14) buyruğunu
delil göstermişlerdir.
"Derim ki: Bu doğru olmayan bir
delillendirmedir. Çünkü onlar (As-hab-ı Kehf) ayağa kalkıp Allah'ı
(kendilerine) hidâyeti üzere anmışlar ve kendilerine ihsan etmiş olduğu nimet
ve bağışlarından dolayı şükretmişlerdi. Sonra da kavimlerinden korkarak
herşeyden uzaklaşıp dosdoğru Rablerine yöneldiler. İşte Allah'ın, rasulleri,
peygamberleri ve faziletli velileri hakkındaki uygulayageldiği sünneti budur.
Bu nerede, ayakları yere vurarak, elleri açarak raks etmek nerede? Özellikle
de tüysüz oğlanlardan ve kadınlardan güzel seslerin dinlenmesi esnasında şu
günümüzde görülenler nerede? Heyhat! bu ikisi arasında -Allah'a and olsun ki-
göklerle yer arasındaki kadar mesafe vardır. Diğer taraftan, ileride Yüce
Allah'ın izniyle (Lukman sûresinde) buna dair açıklamalar geleceği üzere ilim
adamlarının büyük bir topluluğu nez-dinde bu haram bir iştir..."
Daha sonra Kurtubî, İmam Ebû Bekr et-Tarasusî'ye,
sufilerin izledikleri bu yol hakkında soru sorulması üzerine şu şekilde cevap
verdiğini nakletmektedir: "Raks ve vecd haline girmeye gelince; bunu ilk
ortaya çıkaranlar Sâ-mirî'nin arkadaşlarıdır. Sâmirî onlara, böğürtüsü olan bir
buzağı heykeli yapınca, bunlar da kalkıp o buzağının etrafında raks etmeye
koyuldular ve vecd'e geldiler. O bakımdan bu, ileride de geleceği üzere
kâfirlerin ve buzağıya tapanların yoludur."
[142]
h.
Bir
başka yerde de yine cahil bir takım sufilerin velayet makamının nübüvvet
makamından üstün olduğu anlamına gelen iddialarına işaret etmekte ve bunun
kabul edilecek türden bir iddia olmadığını, vakıadan ve beşer tabiatından
hareketle reddetmektedir.
[143]
Kurtubî'nin, mutasavvıfların ilmî ve şer'î bakımdan
dayanaksız ve doğru olmayan iddialarına, yeri geldikçe temas ettiğine, bu
iddiaları çürüttüğüne dair örnekleri daha da çoğaltmak mümkün olmakla birlikte
biz bu kadarını yeterli görüyoruz.
[144]
Kuıtubî'nin tasavvufa yaklaşımı ile ilgili olarak şu
hususu özellikle bir daha tekrarlıyalım: Kurtubî'nin reddettiği, kabul
etmediği tasavufi yaklaşımlar, zühd ve takva anlayışları Kur'ân ve Sünnetin
çerçevesinde yer almayan zühd ve takva anlayışlarıdır. Herhangi bir şekilde
Kur'ân ve Sünnete dayan-dırılamayan, Kur'ân ve Sünnetten sağlıklı bir şekilde
delillendirilemiyen anlayışları, tutum ve davranışları reddeder. Bunu yaparken
de, bu yanlış yaklaşımların yaygınlık kazanmış olmalarını, kimi zaman ileri
gelen şahsiyetler tarafından ileri sürülmüş ve savunulmuş olmalarını ise
gözönünde bulundurmaz. Çünkü Kurtubî, her müslümanın sahip olması gereken şu
esas ilkeyi her zaman için titizlikle göz önünde bulundurmuştur: Kim olursa
olsun -göreceğimiz gibi.mezhep imamı İmam Malik olsa, mezhebinin görüşü olsa
dahi- nas-lara aykırı olduğu takdirde her görüş red edilir. Her zaman için
nasların benimsediği görüşü tercih etme gayretini ortaya koyan Kurtubî,
naslara uygun olmayan görüş ve kanaatleri reddetmeye çalışır. Bunu yapmak için
ise, Kurtubî'nin karşı karşıya kaldığı görüş, davranış ve yaklaşımın Kur'ân ve
sünnet ile temellendirilmesinin mümkün olmadığını tesbit etmesi, bunun farkına
varması yeterli olmaktadır.
Buna göre, Kurtubî'nin kabul ve redlerini tenkid
etmeye kalkışacak bir kimsenin de, herşeyden önce Kurtubî'nin, her müslümanın
hassasiyetle bağlı olması ve vukufiyetle kullanması gereken İslâmî ilmî metod
olan Kur'ân ve Sünnete uygunluk prensibini iltizam etmesi, bunu hiçbir şekilde
elden bırakmaması, gözden uzak tutmaması icabeder. Bu çerçevedeki kısa
açıklamalarımıza bundan bir sonraki başlığımızda bir dereceye kadar açıklık
getireceğimizden, burada bu kadarıyla yetinelim.
[145]
Esasında bu başlık altında yapacağımız açaklamalar,
bir taraftan daha önceden işaret etmeye çalıştığımız, Kurtubî'nin ilmî
seviyesi ile, diğer taraftan da ileride Tefsirinin bazı meziyetleri üzerinde
duracağımız vakit Kurtubî'nin ne denli "insaflı bir ilim adamı olduğuna
dair yapacağımız açaklamalar ile de ilgilidir. Gerek bu başlıkta, gerekse de
değindiğimiz başlıklarda yapacağımız açıklamalar her üç yerde de mümkün
mertebe birlikte hatırlanmaya çalışılmalıdır.
a.
Kurtubî,
bizce oldukça önemli ve ilmî olan Kur'ân-ı Kerim Tefsirini müteala edecek
kimseler için önemli temel bilgileri ihtiva eder. Tefsir Mukad-dimesi'nde reye
dayanarak Kur'ânı tefsir etmeye dair açtığı başlıkta kabul edi-lemiyecek türden
rey'e dayalı tefsirleri örneklendirirken, hem ilmî bakımdan konuya nasıl
yaklaştığını, hem de insafı elden bırakmayarak, neyin hak, neyin yanlış
olduğunu da tesbit etmeye gayret gösterdiğini görüyoruz.
Kurtubî diyor ki: "Kimi zaman kişinin sağlıklı
bir maksadı olur ve bu maksadına Kur'ân-ı Kerimden bir delil arar. Kendisinin
bu maksadının murad edilmediğini (açıkça) bildiği hususu da ona delil
gösterir. Mesela; katı kalbe karşı mücahadede bulunmaya gayret eden bir kimse:
Yüce Allah: "Firavuna git! Çünkü o azmıştır" (Taha, 20/24) diye buyurmaktadır,
der ve bu esnada da kalbine işaret ederek bununla "Firavun" ile onun
(katı kalbinin) murad edildiğini ima etmeye çalışır. Bu tür delillendirmeyi
kimi vaizler, sözlerini güzelleştirmek, dinleyenlerin de şevklerini artırmak
için, sağlıklı maksatlar amacıyla kullanmakla birlikte, böyle bir açıklama
şekli memnu'dur. Çünkü bu, lügatta bir kıyastır. Lügatte kıyas ise caiz
değildir. Kimi zaman ise bunu, Bâ-tinî fırkalara mensup kimseler, insanları
aldatmak ve kendi batıl mezheplerine onları davet etmek için fasit maksatları
uğrunda kullanır. Kur'ân-ı Kerimi kendilerinin katiyetle kast edilmediklerini
bildikleri bir takım hususlara, kendi görüş ve mezheplerine uygun olarak
açıklamaya çalışırlar. İşte bu, rey'e dayanarak tefsirin yasak kılındığı şekillerden
birisidir..."
[146]
Kurtubî, bundan sonra diğer çeşitlere dair açıklamalarda bulunur.
Bu bölümden anlaşıldığı gibi Kurtubî, bir taraftan
vaizlerin bu maksatlarının iyi olduğunu itiraf ve kabul etmekte, diğer
taraftan ise maksatlarının iyi olmasının bu yanlış istidlallerini haklı
çıkarmak için yeterli olmadığına da temas etmektedir.
b.
Kurtubî'nin en mümeyyiz vasfı, bilindiği gibi -ve adından da anlaşıldığı
üzere- fıkhı meseleleri etraflı bir şekilde ele alması, delilleriyle incelemesidir.
Kurtubî, bunu yaparken kuru kuruya mezhep görüşlerini nakletmekle hiçbir zaman
yetinmez. Naklettiği her bir görüşün delilini, tıpkı o görüşün savunucusu ve
sahibi kendisiymiş gibi zikreder, ortaya koyar. Daha sonra da bu görüşlerin
delilleriyle birlikte muhakemesini yapar. Buna dair bir örnek olmak üzere;
Kurtubî'nin el-Bakara, 2/275'nci âyet-i kerimesini açıklarken, 3'ncü başlıkta
faizli alış verişlere dair hadis-î şerifi naklettikten sonra, konuyla ilgili
değişik görüşleri sıralayıp arkasından kendi kanaatini şu şekilde belirttiğini
kayd edelim:
"Derim ki: Sünnet sabit olduğu takdirde ise,
artık söylenecek başka bir görüş yoktur... Bu, Şafii, Ebû Hanife, es-Sevrî ve
ashab-ı hadisin görüşüdür."
[147] Bu
sözleriyle nassın sınırları çerçevesinde kaldığını ve nassın açıklamasının esas
olduğunu, bu açıklamalara aykırı görüşlerin nazarı itibara alınmaması gereken
görüşler olduğunu bilhassa vurgulamaktadır.
Kurtubî'nin bu kanaati, mezhebinin de bu doğrultudaki
görüşü benimsediğinden dolayı ileri sürmüş olduğu hatıra gelebilir. Ancak, pek
çok örnek arasından şu örnek de Kurtubî'nin maksadının, mezhebine uygun olan görüşü
tercih etmek değil, delile uygun olan görüşü tercih etmek olduğunu açıkça
göstermektedir:
"(Fukahâ), hata yoluyla başkasını öldürenin
keffaretle yükümlü olduğunu icmâ' ile kabul etmekle birlikte, kasten öldürmede
(kısasın affedilmesi halinde) keffâretin söz konusu olup olmadığı hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Malik ve Şafii hata yoluyla öldürmede olduğu
gibi, kasten öldürmede de, katilin keffaret ile yükümlü olduğu görüşüne sahip
bulunuyorlardı... es-Sevrî, Ebû Sevr ve rey ashabı ise: Keffaret, ancak yüce
Allah'ın farz kıldığı yerlerde farz olur, derler. İbnü'l-Munzir der ki: Biz de
böyle diyoruz. Çünkü keffaretler ibadettir. Bunların, başkaları örnek alınarak
kıyas edilmeleri caiz değildir. Kitap, Sünnet, yahut icma ile olması müstesna,
herhangi bir kimsenin, Allah'ın kullarını yerine getirmekle yükümlü tutacak
şekilde bir hükmü farz kılması caiz değildir. Belirttiğimiz noktalardan ise,
kasten başkasını öldürenin, keffârette bulunması gerektiğini kabul edenlerin
ileri sürebilecekleri bir delili de yoktur."
[148]
Görüldüğü gibi Kurtubî, delilin desteklemediği
herhangi bir görüşü kabul etmemektedir. Bu tutumuyla mezhebinin benimsediği
görüşe muhalefet edecek olsa dahi.
c.
Kurtubî, mensub olduğu Mâliki mezhebinde de farklı görüşler varsa, yine bu
görüşler arasından delili kuvvetli olan görüşü'tercih eder. Bu konuda abdest
âyetini açıklarken, el ve ayak parmaklarının aralarının da açılarak yıkanması
gerektiğine dair açıklamalarını örnek olarak gösterebiliriz.
[149]
Yine, zulmen hakkı alınmış bir kimsenin hırsız olarak
değerlendirilmeyecek bir halde olması şartıyla hakkını herhangi bir yolla
alabilmesinin caiz olduğu görüşünü kabul ederken, konu ile ilgili delillerini
de zikrettiğini gördüğümüz gibi,
[150]
yetim olan bir kızın reşit sayılması ile ilgili süre tahdidi konusundaki
değişik görüşleri ileri sürdükten sonra "bütün bunlara dair delil
yoktur" gerekçesi ile süre tahdidini kabul etmiyerek, İbnü'l-Arabî'nin konu
ile ilgili zikrettiği şu görüşünü de benimsediğini görmekteyiz:
"Böylelikle rüşdün nazar-ı itibara alınacağı,
kesin bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, rüşdün anlaşılması, reşit
kişinin durumunun farklılığına göre farklılık arzeder..."
[151]
Görüldüğü gibi Kurtubî, delile dayandırılabilen bir
görüşü kime ait olursa olsun kabul etmekte, delile dayandırılmaktan uzak olan
görüşü de kabul etmemekte, delilin tesbit ettiği sınırın dışına çıkmamayı bir
ilim adamı olarak kendisine en yakışan bir üslûp ve bir metod olarak tesbit
etmektedir.
Kurtubî, bu konuda tercihlerini yaparken herhangi bir
eğilime kendisini kaptırmadığı gibi, kudretli bir ilim adamı olarak da bu
tercihlerini yaptığını görüyoruz. Mesela; zaruret halinde haram olan bir şeyden
yemek durumunda olan bir kimsenin, İmam Malik ve bir görüşüne göre Şafii'nin
yol kesmek gibi bir masiyet halinde olanın bu zaruret ruhsatından
faydalanamıya-cağına dair görüşlerini naklederken, Ebû Hanife'nin ve diğer
görüşünde Şafii'nin faydalanmasının mubah olduğuna dair görüşlerini kaydeder.
Daha sonra ise, İbnü'l-Arabî'nin, böyle bir kimseye bu durumda zaruretin mubah
kıldığı şeylerden istifade etmeyi mubah kabul edenlere hayret ettiğini
nakleder, sonra, İbnü'l-Arabi'ye, Maliki mezhebinin ileri gelen bir alimi
olarak, oldukça itibar etmesine rağmen: "Derim ki: Doğrusu bunun
aksidir..." deyip bu görüşünün de gerekçelerini, delillerini
sıralamaktadır.
[152]
Bayramın birinci gününde kılınamayan Ramazan ve
Kurban bayramları namazının ertesi günü kılınıp kılınmıyacağı ile ilgili görüş
ayrılıklarını ele alırken de, bunlar arasından kendisi ertesi günü
kılınabileceği görüşünün daha sahih bulduğunu görüyoruz. Bu görüşü tercih
ederken de bu tercihinin delillerini sıralamayı ihmal etmemektedir.
[153]
İşte Kurtubî'nin Tefsiri -ahkâm konusunda diyebiliriz
ki baştan sonuna kadar- bu derece ilmî bir titizlik ve delillere bağlılık ile
ele alınmış ve böylece yazılmış bir tefsirdir.
d.
Kurtubî'nin ilmi delillere itibarına ve bunları ne şekilde ele aldığına dair
açıklamalarımızın bir yanını tamamlamak üzere; onun ve tefsirlerinde rivayetlere
yer veren tefsir alimlerinin kendilerinden bolca nakillerde bulunduğu
şahıslardan gelen rivayetleri nasıl ele alıp değerlendirdiğine dair de bir
örnek vermemiz yerinde olacaktır.
Kurtubî, es-Süddî ve İbn Cüreyc'in şöyle dediklerini
nakleder: "Musa (a.s) buzağıyı bir eğe ile toz haline getirdi ve onu suya
savurdu. İsrail oğullarına da-. Bu sudan içiniz, dedi. Hepsi o sudan içtiler.
Buzağıyı seven kimsenin dudakları üzerinde törpülenen altın tozları görüldü. O
sudan içen herkesin delirdiği de rivayet edilmiştir. Bunu el-Kuşeyrî
nakletmektedir." Sonra, bu rivayeti Kur'ânî naslar ışığında
değerlendirmekte ve bunun ne kadarının doğru olabileceğini, ne kadarının da
doğru olmadığını âyetlerin ışığında şöylece tesbit etmektedir:
"Derim ki: Buzağıyı denizde savurduğuna gelince;
Yüce Allah'ın: "Biz onu denize savurup darmadağın edeceğiz" (Tâha,
20/97) buyruğu buna delil teşkil etmektedir. Sudan içilip törpülenen buzağının
tozlarının dudaklar üzerinde görülmesi kanaatini ise, Yüce Allah'ın:
"Buzağı (sevgisi) kalplerine içiril-miş idi" (el-Bakara, 2/93)
buyruğu reddetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allahtır."
[154]
Kurtubî, yer yer büyük ta'zim ve ihtiram tabirleri
ile zikrettiği ilim adamlarının kanaatlerine de eleştiri getirmektedir.
Meselâ, Hz. Peygamber'in unutmasının caiz olup olmadığı meselesini ele alırken
şunları söyler: "Bâtı-nîler ile "kalp ilmi erbabından bir taife"
istisna olmak üzere: Hz. Peygamber'in unutması caiz değildir. O, kasten unutur
ve Sünnet olması için unuttuğu intibaını kasti olarak verir, derler. Bu görüşe
tahkik önderlerinden büyük bir şahsiyet olan Ebu'l-Muzaffer el-İsferayinî
"el-Evsat" isimli kitabında da meyletmiş bulunuyor. Ancak bu doğru
olmayan bir görüştür. Çünkü zıddın zıd ile birlikte olması uzak ve imkânsız bir
şeydir."
[155]
Kurtubî'nin ilmi delillere karşı tutumunu açıklığa
kavuşturmak için bu örneklerin yeterli olabileceği kanaati ile buna dair
açıklamalarımızı burada sona erdirirken, başta da işaret ettiğimiz gibi,
bundan az önce geçen "İlmî se-viyesi"ne dair açıklamalarımız ile
"Tefsirinin meziyetleri"ne dair açıklamalarımızda gelecek
"insafına dair vereceğimiz bilgilerin de göz önünde bulundurulması
halinde, bu konu daha bir açıklık kazanacaktır.
[156]
Mutlak olarak "ilim" teriminin kapsamına
İslâm kültür tarihinde hem dinî ve şer'î ilimler, hem de deneysel ve sosyal
ilimler girer. Ancak biz bu başlık altında Kurtubî'nin özellikle İslâmi ilimler
dışında kalan deneysel bir takım ilimlere dair bilgisine temas edeceğimiz
gibi, Tefsiri'nde -özellikle fıkıh, kıraat, lügat, hadis gibi ilimlere göre
de- nisbeten daha az mevzubahis ettiği fıkıh usûlü, kelâm ve benzeri hususlara
dair bilgisine de değinmek istedik. Bizi bunlara değinmeye iten sebep,
Tefsiri'nin genel hacmi içerisinde bu gibi konulara da vakıf olduğunun gözden
kaçabilme ihtimalidir.
Çünkü, bu gibi bahisler, diğerlerine göre daha az
sözkonusu edilmişlerdir. Bunda da garipsenecek bir taraf yoktur, çünkü müfessirimizin
asıl mevzuu elbetteki Kur'ân-ı Kerim'in tefsir edilmesidir. Bu gibi bahislere
el atması ise, Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması demek olan tefsiri ve özellikle
de Kur'ân ahkâmının açıklanması açısından gerek gördüğü kadarıyla bu gibi
konulara temas etmesidir.
Kurtubî, yazmış olduğu Tefsiri'nde İslâmî ilimlere
gerçekten vakıf olduğunu ortaya koymanın yanında, çağındaki genel ilmî ve
kültürel hayata da vakıf olduğunu, gerek İslâmi ilimler, gerekse de deneysel
ilimler çerçevesinde ele alınmış temel konulardan haberdar bulunduğunu ve
deneysel ilimlerden de en azından temel kaynaklarından yahut da kaynak olarak
bilinen şahsiyetlerden nakilde bulunabilecek kadar ve bu ilimlerden
yararlanabilecek seviyede olduğunu görüyoruz. Şimdi, çerçevesini çizmeye
çalıştığımız şekliyle onun, çağındaki ilimlere dair bilgisini birtakım
örnekler ışığında işaret yolu ile de olsa açıklamaya gayret gösterelim:
Kurtubî Tefsiri'nin, fıkhî ahkâm ağırlıklı olduğu
söylenebilse de, bunun dışındaki meselelere de hakettikleri önemi vermeksizin
üstün körü geçtiği, yahut da hiç değinmeden konuları ele aldığı söylenemez.
Meselâ Kurtubî'nin bir dereceye kadar kelâm ve fıkıh usulü'nün tartışma
konuları arasında yer alan "eşyada aslolan mübahlık mıdır" konusu ile
"hüsn ve kubh'un menşei" konusunu özel bir başlık olarak ele alıp,
konuyu derin bir vukufiyet ile özetlediğini görüyoruz.
[157]
a.
Kurtubî, -"İtikadı mezhebi ve diğer mezheplere karşı tutumu"na dair
açıklamalarda bulunduğumuz sırada da temas etmeye çalıştığımız gibi- sırası
geldikçe âyetler ile ilgili kelâmcıların yöntemini de kullanarak onların üslubu
ile açıklamalarda bulunur, kelâmî tartışmalara girişir.
Bu türden bölümler tesbit etmek, Tefsiri'ni
tetkik*eden bir kimse için pek zor olmayacaktır.
Meselâ: Yüce Allah'ın semî' ve basîr olduğunu, yîni
işitip gördüğünü belirten ilâhî buyruklardan birisini açıklarken bunun, hem
sem'î yolla sabit olduğunu, hem de aklın da yüce Allah'ın bu sıfatlara sahip
olmasına delâlet ettiğini belirterek, aklın buna nasıl ve hangi yolla delil olduğunu
bir kelâmcı üslûbu ile açıkladığını görüyoruz.
[158]
Hatta yer yer yaptığı bazı açıklamalarda, ehl-i
sünnet dışındaki bir takım mezheplere mensup olanların kendi mezhebi mantıkları
içerisindeki birtakım değerlendirmelerinin esasen yanlış olduğuna ve bu tür
değerlendirmeyi kendi mezhebini bilmeyen, mezhebinin cahili kimselerin
yaptığına işaret ettiğini de görüyoruz ki, "Sana gelen her iyilik
Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir" (en-Nisâ, 4/79)
buyruğu ile ilgili yaptığı açıklamaları buna örnek olarak gösterebiliriz.
[159]
Bilindiği gibi yüce Allah'ın vahdaniyetini,
yaratılmışların özelliklerinden ve yaratılışlarındaki mucizevî yanlarından,
niteliklerinden hareketle isbat etmek kelâmî metotlar arasında yer alır.
Kurtubî, bir taraftan bu metodu kullanırken ve bu yolla yüce Allah'ın
yaratıcılığını isbat etmeye çalışırken, diğer taraftan her bir olayın
kendiliğinden meydana geldiğini, onu meydana getiren bir sâni'in bulunmadığını
ileri süren ve bu kanaatlerine de ağaçlardan çıkan meyveleri delil gösteren
mataryalist tabiatçılara da cevap vermeyi ihmal etmez.
[160]
Kelâm bahisleri arasında oldukça önemli bir tartışma
konusu teşkil eden, hatta kelâm ilminin "kelâm" adını almasına sebep
teşkil ettiği dahi söylenen hususlardan birisi de, "Allah'ın kelâm
sıfatı" ve Kur'ân-ı Kerim'in Allah'ın kelâmı olmakla birlikte, bunun
yaratılmış olup olmadığı meselesi işgal eder. Kurtubî, yeri geldikçe bu konuya
da el atar ve bu konu ile ilgili kanaatlerini de Tefsiri'nde alışageldiğimiz
üslûbu ve metodunu elden bırakmıyarak belirtmeye çalışır. Bu ise, yerine göre
nas ile istidlaldir, yerine göre ise yine nassın ışığında fakat hasmın da delil
olarak kabul edebileceği bir istidlaldir. İşte bu çerçevede, Kur'ân-ı Kerim'in
mahlûk olmadığına dair delilleri de gerek naklî, gerekse de aklî olmak üzere
ortaya koyduğunu ve bunlara da temas ettiğini görüyoruz.
[161]
Bu değinmelerle anlatmak istediğimiz husus şu ki:
Kurtubî, kendi dönemine kadar İslâmî endişelerle, yada İslâmı şu veya bu
şekilde çeşitli yönleriyle ilgilendiren konular ile ilgili tartışmaları
yakından izlemeye, tesbit etmeye gayret harcamış ve bu konuları bir ilim
adamı, bir müfessir olarak ele almış, Kur'ân'ın çerçevesi içerisinde sunmaya ve
kendisi farklı bir kanaat ser-dedecekse de karşı tarafın kabul edebileceği veya
hiç olmazsa red edemiye-ceği bir üslûb ve bir yöntem ile konulara açıklık
getirmeye gayret etmiştir. Bilhassa bu yöntemi, Tefsiri'nin genel hacmi
içerisinde nisbeten daha az yer tutsa bile- Kelâmî mevzulara dair
açıklamalarından ya da dönemine kadar Kelâm tarihi içerisinde ele alınmış
konulan inceleyip bunlara dair doğru gördüğü görüşü tesbit etmesinden
anlıyabilmekteyiz.
b. İslâmî
ilimler çerçevesinde ortaya çıkmış çeşitli görüş ayrılıklarının gerek nass ile
gerekse de işaret yolu ile delâleti ile delillendirilmesi, konuyu haddinden
fazla genişletmesi ve dağıtması açısından Kurtubî Tefsiri'nin bir zaafı olarak
görülebilirse de
[162]
bunun, bir meziyet olarak görülmesi de mümkündür.
Mesela; mana ile hadisin rivayet edilmesinin hükmü
ile ilgili görüş ayrılığı bilinen bir husustur. Kurtubî, bu görüş ayrılığına,
İsrail oğullarına Kudüs'e girecekleri vakit söylemekle emr olundukları
"hıtta" sözünü değiştirdiklerini belirten âyet-i kerimeyi
(el-Bakara, 2/58'i) açıklarken temas etmekte ve konu ile ilgili farklı görüş
sahiplerinin kimlikleriyle birlikte delillerini açıklamaktadır.
[163]
Ortalama genişlikteki bir hadis usulü kitabında bu
görüş ayrılığının menşeini teşkil eden birtakım hadislere temas edilmekle
birlikte, Kurtubî'nin bu âyet-i kerimeye işaret ettiği gibi bir işarete
rastlamak zordur.
O bakımdan Kurtubî'nin, bu âyet-i kerimeyi açıklarken
bir hadis usulü ilmi meselesi olan bu konuya değinmesi, hadis usulü ilminin
meselelerinin de esasen Kur'ân-ı Kerime dayalı olduğu tezine bir bakıma kuvvet
kazandırmaktadır.
Bu yönüyle, bizler, her ne kadar Tefsirin hacminin
kabarmasına bu gibi hususlara girilmesi bir sebebiyet teşkil ettiğini kabul
ediyorsak dahi, bu gibi konulara temasın yerine göre ilim açısından oldukça
faydalı bir yaklaşım şekli olduğu kanaatindeyiz.
Bununla birlikte Kurtubî'nin bu gibi meseleleri
büsbütün ahkâmı ilgilendiren bir mesele olmaktan uzaklaştırıp mücerred o ilmin
bir meselesi olarak sunmadığını da görebiliyoruz. Bu da, çeşitli İslâmî
ilimlerin ve bu ilimlerin ele aldıkları meselelerin Kur'ân ile
irtibatlandırılmasında Kurtubî'nin önemli bir pay sahibi olduğunu da
gösterebilecek hususlar arasında değerlendi-rebilinir.
Kurtubî'nin, ahkâmı açıklarken delillerine de
özellikle değinmesi ve farklı görüş sahiplerinin getirdikleri delilleri ele
alıp ilmî olarak değerlendirmeye tabi tutması önemli özellikleri arasında yer
alır. O bakımdan, ele aldığı her-bir delili de alınması gereken şekliyle ele
alır ve değerlendirir. Eğer görüş ayrılığına temel teşkil eden delil bir hadis
ise, Kurtubî bu hadisi kabul veya reddediyor ise; bu hadisi delil olarak
almasını gerekli kılan sebepleri de açıklar; reddediyor ise, yine bu hadisi,
delil olarak reddedilmesini gerektiren sebepleriyle birlikte ele alır.
[164]
Bunlar ise bizlere, Kurtubî'nin hadis usulü ilmine ve bu ilmin meselelerine
gereği gibi vakıf olduğunu müşahhas olarak göstermektedir.
c.
Kurtubî, açıklamalarını yaparken, birkaç defadır vurguladığımız gibi, özellikle
tarafların delillerini, görüşlerinin dayanaklarını da belirtmeye dikkat eder.
Konu ile ilgili farklı görüşleri ele alır ve bunlar arasından kuvvetli gördüğü
görüşü de -ki, kuvvetli kabul ettiği delil dolayısıyla bir görüşü kuvvetli
görür- tercih eder. Bu konuda genellikle rivayet edilen hadis de ona yol
gösterici olmaktadır. O bakımdan Kurtubî, farklı görüşler arasından herhangi
birisini tercih etmeye giderken, konuyla ilgili hadisleri de serdeder. Rivayetler
arasında ihtilaflı gibi görünenleri de te'lif etmeye çalışır.
[165]
Bu da Kurtubî'nin hadis kaynaklarına ve hadis tekniklerine
vakıf olduğunu, yeri geldikçe bu bilgisini pratiğe dökerek gerekli şekilde
bundan istifade ettiğini göstermektedir.
Gerek bu hususta Kurtubî'nin ilmî yetkinliği, gerekse
başka alanlardaki ilmî yetkinliği esasen bizim için şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü
Kurtubî'nin, İslâmî ilimleri döneminin ilim elde etme usûlleri çerçevesinde
tahsil ettiğini biliyoruz. Bu arada özellikle üzerinde durmakta olduğumuz konu
ile ilgili olarak da onun icazet yoluyla hadis rivayet ettiğini açıkça ifade
ettiğini görüyoruz.
[166] Bu,
Kurtubî'nin çağındaki İslâmî ilimleri, usûlü çerçevesinde tahsil ettiğini
göstermektedir. Bundan dolayı ele aldığı konuları bu derece ilmî bir vukufiyet
ve yetkinlik ile tartışmasını ve sonuca bağlamasını tabii bir sonuç olarak
karşılamak gerekir. Bunun yanında bunlar, bir ilim adamının vardığı sonuçlar
olmaları itibari ile de kalbî bir itminan ile kabul edilebilecek nitelikte
oldukları da elbetteki söylenebilir.
d. Kurtubî, meselelerin ilmî münakaşasını
yaparken özellikle fıkıh usulü bahislerine de yer yer temas eder ve fıkıh usulü
kaidelerinden hareketle görüş tercihi ya da reddi yoluna gider.
[167]
Yeri geldikçe fıkıh usulü ilminde lafızların delâletleri ile ilgili
açıklamalarda bulunduğunu gördüğümüz gibi
[168]
beyanın sorulan sorudan sonraya bırakılması (tehiri) gibi
[169]
fıkıh usulünde nisbeten ayrıntı kabul edilen meselelere de - ihtiyaç kadarı ile
de olsa - el attığını görebiliyoruz..
e.
Kurtubî'nin Tefsiri ahkâm ağırlıklı bir tefsir olması nedeni ile kıraat ahkâmı
ile ilgili oldukça ayrıntı kabul edilebilecek meselelere de el atar, konu ile
ilgili ilim adamlarının görüşlerini hülâsa ederek sunar.
Meselâ, hiçbir şekilde Fâtiha'yı yahut da Kur'ân-ı
Kerim'den herhangi bir bölümü ezberleyemeyen kimsenin -hadisi delil göstererek-
hangi dua ve zikirleri yapacağını, bu dua ve zikirleri ezberleyemeyenin neler
yapacağını, buna da zaman ve imkan bulamamakla birlikte dili hiçbir şekilde
Arapçaya dönmeyen Arap olmayanın ne yapacağını... ve benzeri birtakım ayrıntı
konuları da ele aldığını ve bu konudaki fukahânın görüşlerine işaret ettiğini
de görüyoruz.
[170]
f.
"Kurtubî'nin şahsiyeti"ni belirginleştirmeye çalıştığımız bu başlıkta
Kurtubî'nin özellikle İslâmî ilimlerin dışında kalan diğer beşerî ve deneysel
ilimlere de vakıf olduğuna dair bir takım atıflarda bulunmayacak olursak, ortaya
çıkarmak istediğimiz tablonun eksik kalacağı endişesini taşıdığımızdan dolayı,
Kurtubî'nin bu alandaki bilgilerden de haberdar hatta onlara vakıf olduğunu
ortaya koyan bazı hususlara - şimdiye kadar diğer konularda da yaptığımız
üzere - kısaca değinmeyi zorunlu görüyoruz.
Burada şunu hatırlatalım ki; Kur'ân-ı Kerim'de de
deneysel ilimlere atıflara bulunulduğu bir vakıadır. Ancak bundan amaç,
Kur'ân-ı Kerim'in bu deneysel ilimleri insanlara öğretmesi olduğu söylenemez.
Bunlar anlatılmak, açıklığa kavuşturulmak istenen gerçeğin anlatılması ve
anlaşılması için yardımcı bir unsur olarak kullanılmaktadır.
Bu noktada şunu belirtelim; Kurtubî'nin Tefsiri'nde
de yer yer dolaylı olarak deneysel ilimler ile ilgili belli bir seviyede bilgi
sahibi olduğunu gösteren bir takım açıklamalara rastlayabiliyoruz. Ancak
burada da amaç bunlara dair açıklamalarda bulunmak değil, konu ile ilgili
olarak bu gibi hususlara temas etmenin gerekli oluşundan dolayıdır.
Nitekim Kurtubî, Mâide Sûresinde yer alan ve kısas
ile ilgili hükümleri ihtiva eden 45. âyet-i kerimeyi açıklarken, kısas yolu
ile çıkarılan dişin tekrar yerine konulup dişin eski haline dönmesinde, kısas
yolu ile kopartılan bir kulağın hemen yerine konulması halinde kaynaması ile ilgili
hükümlerden ve konu ile ilgili fukahânın görüşlerinden bahsettiğini görüyoruz.
[171]
Bunlar konu itibari ile tıp alanına girmekle
birlikte, Kurtubî, bunlardan fık-hî bir konuya açıklık getirmek vesilesi ile
söz etmektedir. Aynı âyetin açıklanması çerçevesinde yine tıp alanına giren
birçok meseleyi ele aldığını görüyoruz. Çünkü kısası gerektiren her bir
yaralama, elbetteki insan vücudunun bir bölümünde cereyan eder. Bu bölümde
cereyan eden yaralama ve bunun cezası olan kısas esnasında çeşitli haller ile
karşı karşıya kalınır. Bu hallerin her birisinin kendisine göre bir hükmü
vardır. İşte bu hükümler açıklanırken, do-layısı ile tıbbın alanına giren
birçok açıklamalara da girileceği yahutta bunlara atıflarda bulunulacağı tabii
bir husustur. Bu türden gerek doğrudan beden ile ilgili, gerekse de
hastalıklardan korunma ve tedavi ile ilgili yer yer çeşitli açıklamalara
girdiğini görmemizin sebebi de buna bağlıdır.
[172]
Bununla birlikte Kurtubî'nin - günümüz doktorları
olsun, çağdaşı doktorları olsun bu gibi hususlarda ne dediklerini
bilemeyeceğimiz - tedavi yollarını da sözkonusu ettiğini görüyoruz. Bunlardan
birisi ellerde ve vücudun başka yerlerinde meydana gelen siğillerin tedavisi
ile ilgilidir. Kurtubî bizzat kendisinin denediği ve yüce Allah'ın izni ile
faydalı olduğunu gördüğü bir siğil tedavi yolunu da bize göstermektedir.
[173]
Kurtubî bunlardan başka çeşitli -manevî tedavi yolu diyebileceğimiz- rukyeleri
de yer yer sözkonusu etmekte ve bu gibi meşru manevi tedavilerin çerçevesini
de belirlemektedir.
[174]
g. Kurtubî
yer yer astronomiyi ilgilendiren konulara da girmektedir. Ancak bu konulan ele
alırken bir taraftan bunların esas itibari ile yaratılış hikmetleri olan
insanlık için Allah tarafından musahhar kılınmış olmaları gerçeğine değinmekte
[175]
diğer taraftan da tefsirini yaptığı âyet ile ilgili olarak işaret etmekte ya da
açıklamakta fayda mülahaza ettiği astronomiye dair bir bilgiye de temas
etmektedir.
[176]
h. Kurtubî
yalnızca çeşitli deneysel ilimlere dair bilgi sahibi olmakla ya da yeri
geldikçe eserlerinde bunlara değinmekle kalmayıp sosyal ilimler ile de
ilgilenmekte, bu meyanda tarih ile ilgili eserleri, eski dinlerin kaynaklarını,
kutsal kitaplarını da incelediğini, bunlar hakkında kanaat sahibi olduğunu da
göstermektedir. Meselâ, Hz. Mesih'in doğumu ve Mısır'a götürülüşü ile ilgili
olarak açıklamalarda bulunurken: "Derim ki: Mısır tarihinde okuyup gördüğüme
ve İncil'de açıklandığına göre..."
[177]
diyerek bu konuda önemli tarihi bilgiler verdiğini görüyoruz.
Bu türden Kurtubî'nin bize verdiği bilgiler,
elbetteki bundan ibaret değildir ve bunlar yalnızca Hz. İsa ve Mısır ile
alakalı da değildir. Kur'ân-ı Kerim'in akışı içerisinde tarihî olaylara, şahıs
ve mekanlara atıf yapıldıkça ve tefsir akışı çerçevesinde gerek gördükçe bu
kabilden açıklamalara girişir. Bu türden açıklamaları tesbit etmek, okuyucu
için de oldukça kolaydır. Bu kabilden olmak üzere özellikle Kurtubî'nin gerek
Daru'1-Fikr tarafından yapılan basımı ile gerek Daru'l-Hadis tarafından yapılan
basımının fihrist bölümlerinin din ve fırkalara dair atıflarına ve benzeri
başlıklarına bakmak halinde; konu ile ilgili oldukça etraflı bilgi ve malzeme
ile karşı karşıya bulunduğumuzu görebileceğiz.
Böylelikle Kurtubî'nin tahsil hayatı ile ele almaya
başladığımız ve çeşitli ilimlere dair bilgisine işarete kadar getirdiğimiz bu
çerçeve içerisinde Kurtubî'nin bir müfessir ve ilim adamı olarak nasıl bir
kişiliğe sahip olduğu konusunda aynntılı olmasa bile kapsamlı sayılabilecek
bir çerçeve içerisinde Kurtubî'nin kişiliğini belli bir seviyede aydınlığa
kavuşturmuş olduğumuzu söyleyebiliriz. Bundan sonra artık, ilmi kişiliği bizim
için bir dereceye kadar tebarüz etmiş olan müfessirimizin eserleri üzerinde
durabiliriz.
[178]
İmam Kurtubî'nin en önemli eseri hiç şüphesiz
"el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân..." adını verdiği tefsiridir. Ancak biz
tefsirini etraflı bir şekilde bundan sonraki bölümde ele alacağımız için
tefsiri ile ilgili açıklamaları oraya bırakarak burada Kurtubî'nin gerek kendi
Tefsiri'nde sözkonusu ettiği, gerekse de başka kaynakların değindiği eserlerine
dair birtakım bilgileri derleyip toparlamaya ve Kurtubî'nin eserlerinin
takribi bir listesini ortaya çıkarmaya gayret edeceğiz. Bu eserlerini
sıralarken de öncelikle Tefsiri'nde atıfta bulunduğu eserlerini zikredeceğiz.
Bunlar arasında da daha çok atıfta bulunduğu eserlerini öncelikle ele
alacağız.
[179]
Tam adı: "et-Tezkire fi Ahvâli'l-Mevta ve
Umuri'l-Âhira" şeklinde olan bu kitabına Kurtubî çokça atıfta bulunur.
[180]
Çünkü kitap adından da anlaşıldığı gibi ölüm halleri ve ahiret ile ilgili
hususları sözkonusu etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de ise bilindiği gibi bu
bahislere geniş yer verilmiştir. O bakımdan Kurtubî'nin konu açısından
münasebet düştükçe bu eserine göndermelerde bulunacağı tabiidir.
Kurtubî, "veciz" olmakla nitelendirdiği bu
kitabında, kendisi için bir hatırlatma ve ölümünden sonra da salih bir amel
olması amacı ile ölüm, ölenlerin halleri, haşr, neşr, cennet, cehennem,
çeşitli fitneler, kıyametin alâmetleri gibi bahisleri ele alacağını, bu
bahisleri önder ilim adamları ile bu ümmetin ileri gelen güvenilir
şahsiyetlerinin kitaplarından kendi görüşüne ve rivayetine uygun olarak derleme
isteği ile bu kitabı vücuba getirdiğini söyler. Ayrıca kimden ne nakil
yaptıysa bunu yüce Allah'ın izni ile görüş sahibine veya kaynağına nisbet
edeceğini belirtir.
Kitabı bablara ayırıp her bir babın arkasında bir
veya birkaç fasıl da ekleyeceğini, bu fasıl ya da fasıllarda ise hadisin gerek
duyulacak olan garip lafızlarını yahut da fıkhını veya bir müşkili açıklamaya
gayret edeceğini belirterek
[181] bu
eserinde takip edeceği metodunu da tesbit ettiğini görüyoruz.
Değişik baskıları yapılan bu eserin son olarak
Dâru'r-Reyyân tarafından (Kahire, 1407/1987 büyük boy 801 sahife) güzel bir
baskısı yapılmıştır.
Bu eserin Abdülvehhab eş-Şa'rânî'ye nisbet edilen bir
Muhtasar'ı olduğu söylenmiş ve bu şekilde de basılmış bulunmaktadır. Sözkonusu
bu Muhtasarın sonunda yer alan bu ifadeler muhtasarı yapanın Abdülvehhab
eş-Şa'rânî olduğunu ortaya koymaktadır: "Bunun (bu muhtasarın) müellifi
Şeyh... Abdülvehhab eş-Şa'rânî der ki: ... bu eserin telifi Mısır'da 908 yılı
Rabiyulevvel ayının onyedisine rastlayan cumartesi gününde bitirilmiş
bulunmaktadır..."[182]
Ancak Katip Çelebi, Tezkire'yi kimin ihtisar ettiğini
(kısalttığını) zikretmek-sizin "ilim adamlarından birisi bunu ihtisar
etmiştir"
[183]
demekle yetinmektedir.
"Kurtubî ve tefsirdeki metodu" üzerine bir
doktora tezi hazırlayan Dr. el-Kasabî, bu Muhtasarın, Şa'rânî'ye ait olduğu
hakkında bir takım şüpheleri sözkonusu etmekte ve bu şüphelerde haklı
olunabileceği kanaatini de izhar etmektedir.
[184]
Yüce Allah'ın güzel isimlerinin açıklanmasına dair
olan bu eserin tam adı: "el-Esnâ fi Şerhi Esmâi'l-Lahi'l-Hüsnâ ve
Sıfatihi'l-Ulyâ" şeklindedir. Özellikle yüce Allah'ın Esma-i Hüsnâsını
zikreden âyet-i kerimeler geldikçe zaman zaman daha geniş açıklamalar ve
bilgiler için bu kitabına atıflarda bulunmaktadır.
[185]
Tam adı: "el-Muktebes fi Şerhi Muvatta-i Mâlik
İbn Enes" şeklinde olan ve adından anlaşıldığı kadarı ile İmam Malik'in
Muvatta adlı eserini şerh etmeyi konu olan bu eserinden de Kurtubî,
Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde yedi sekiz defa söz etmekte ve bazı konuları
burada etraflı bir şekilde ele aldığını belirtmektedir.
[186]
Kurtubî, bu eserine üç yerde atıfta bulunmaktadır. Bu
eserine ilk olarak en-Nisâ, 4/32. âyet-i kerimenin tefsirinde 4. başlığın
konusunu teşkil eden "Ve Allah'ın lütfundan dileyin" bölümünü tefsir
ederken işaret ederek şunları söylemektedir: "... Biz bu hususa dair
geniş açıklamalarımızı 'Kam'u'KHırs bi'z-Zühdi ve'1-Kanâ'ah' adlı eserimizde
genişçe açıkladık."
[187]
Bu kitabını yine ez-Zariyat, 51/22. âyeti olan
"Rızkınız ve vaadolunduğu-nuz semâdadır" buyruğunu açıklarken bu
eserinin adını aynı şekilde verdiğini görüyoruz.
[188]
Bir başka yerde ise kitabının adını daha uzunca ve
tam olarak şöylece vermektedir: "Kam'u'l-Hırsı bi'z-Zühdi ve'1-Kanaati ve
Reddu Zülli's-Suâli bi'l-Kes-bi ve's-Sınaati." Tefsir'in Arapça baskısını
hazırlayanlar bu eserinin adının bir nüshada bu şekilde olduğunu ve doğru
şeklinin de böyle olması gerektiğini belirttikten sonra üç nüshada ise son iki
kelime olan "kesb ve sınaa" kelimeleri yerine "kütüb ve
şefaat" kelimelerinin yer aldığını belirtmektedirler.
[189]
İbn Ferhûn, ed-Dîbâc'da
[190] ve
ondan naklen ed-Dâvûdi de Tabakâtu'l-Müfessirîn'de de son iki kelimeyi
"Kütüb ve Şefaat" diye zikretmişlerdir. Buna göre İbn Ferhûn ve
ed-Dâvûdî Arapça baskıyı hazırlayanların işaret ettikleri ve doğru
olmadıklarını ima ettikleri nüshalardan birisinden bu ismi kaydetmiş
olmalıdırlar.
Ömer Rıza Kehhâle ise kitabın isminde yer alan sondan
ikinci kelimeyi ise "bil ketli..." diye zikretmektedir.
[191]
Kitabın doğru ismi olduğu tercih edilen adı ise:
"Zühd ve Kanaat ile Hırsın Kökünün kazılması Kazanç ve Sanat (Zenaat) ile
de Dilenciliğin Zilletinin Bertaraf Edilmesi" anlamına gelir.
İsmail Paşa da bu kitap ile ilgili olarak: "Bu
kitabını tefsir ve hadise dair kırk bab şeklinde düzenlemiştir"
[192]
diye bilgi vermektedir.
[193]
Kurtubî, asıl metninin el-Fadârî'ye ait olduğunu
belirttiği "el-İşrînât en-Nebeviyye" adlı eserine yaptığı şerhe:
"el-Lümau'l-Lü'lüiyye fi Şerhi'l-İşrî-nâti'n-Nebeviyye" adını
verdiğini belirtmektedir.
[194]
Her ne kadar bir başka yerde bu eserin aslının
"Farabi"ye ait olduğunu belirtmekte ise de
[195]
bunun bir istinsah hatası olduğu anlaşılmaktadır.
[196]
Kurtubî, bu eserinden birisinde: "el-İ'lâm fî
Ma'rifeti Mevlidi'l-Mustafâ Aleyhisselatu Vesselam"[197]
ikincisinde ise, "el-İ'lâm bi Mevlidi'n-Nebiyyi Aleyhisselam"[198]
diye sözetmektedir. Eserin adından ve Tefsiri'nde ona yaptığı atıflardan Hz.
Peygamberin soyu, doğumu gibi hususlardan söz ettiği anlaşılmaktadır.
[199]
Tam adi: "Menhecu'l-Ubbâd ve
Mahaccettü's-Sâlikîne ve'z-Zühhâd (Âbid-lerin :zlediği yol ve saliklerle
zahidlerin takip ettikleri iz)" diye tercüme edilebilecek olan bu eserine
Kurtubî, yalnızca bir defa atıfta bulunmaktadır.
[200]
Gerek kitabın adından, gerek atıfta bulunduğu esnada
Tefsiri'ndeki açıklamalarından, Kurtubî bu eserinde ibadet, zühd, sülük ve
takva ile ilgili yanlış anlayışları red ve bunların doğru olan halinin hangisi
olduğunu Kur'ân ve Sünnetin ışığında ortaya koymaya çalıştığını söyleyebiliriz.
[201]
Kurtubî, bu eserine yalnızca bir yerde adını
vermeksizin atıfta bulunarak: "... Biz bunu Usülu'l-Fıkh'da açıklamış
bulunuyoruz..." diye işaret etmektedir.
[202]
Kitabın adı, muhtevası konusunda bize fikir vermektedir.
Kurtubî, bu eserine kişinin kalbindeki boşama ve
küfür gibi niyetlerin hükmüne dair açıklamalarda bulunurken işaret ettiğine
göre, bu eserinin de (Tefsiri'nde ve haklarında bilgi sahibi olduğumuz diğer
eserlerinden anlaşıldığı üzere) konusu ile ilgili oldukça etraflı bir kitap
olduğu tahmin edilebilir.
[203]
Tam adı: "et-Tizkâr fi Efdali'l-Ezkâr (En
Faziletli Zikirlere Dair Hatırlatma)" adını taşıyan bu eseri ile ilgili
olarak İbn Ferhûn şu kaydı düşmektedir: "Bu kitabı, Nevevî'nin et-Tıbyân
(el-Ezkâr diye bilinir) adlı eserinin sistemine uygun şekilde tasnif etmiş
olmakla birlikte, bu kitap ondan daha eksiksiz, ilim bakımından daha üstün ve
doyurucudur."
[204]
Kâtip Çelebi de bu kitap ile ilgili olarak şu
bilgileri vermektedir: "Bu kitabını Kur'ân-ı Kerimin, onu okuyanın, onu
dinliyenin, Kur'ân gereğince amel edenin fazileti, Kur'ân-ı Kerimin saygınlığı
ve okuma keyfiyetine dair kırk fasıla ayırmıştır."
[205]
İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî'nin müştereken
"Şerhü't-Takassî" diye söz konusu ettiği bu eser ile ilgili olarak
Dr. el-Kasabî şu bilgileri vermektedir: "İbn Abdi'1-Berr
"et-Temhid..." adlı eserini "et-Takassî fil
Hadisi'n-Nebevî"[206] adı
ile ihtisar etmiştir. Kurtubî de bu muhtasarı "Şerhu't-Takassî" diye
şerh etmiştir.
[207]
Daha sonra el-Kasabî, Burockelman'a istinaden şu bilgileri vermektedir:
"Kurtubî, et-Temhîd adlı kitabı da ihtisar etmiştir." Daha sonra
el-Kasabî der ki: "Yine Kurtubî'nin, İbn Abdilber'in et-Takassî adlı
eserini şerh etmiş ve buna "Şerhü't-Takassi" adını vermiş olması da
muhtemeldir.
[208]
Hayruddin ez-Ziriklî, Kurtubî'nin "et-Takrîb li
Kitabi't-Temhîd" adlı bir eserinin bulunduğunu, bunun iki büyük cild
halinde Fas'da el-Kuraviyyûn Kütüphane'sinde, 80/117 no'da kayıtlı olduğunu
bildirmektedir.
[209]
Kurtubî Tefsirini tetkik eden görür ki Kurtubî, İbn
Abdi'l-Berr'in gerek et-Temhid, gerekse de el-İstizkâr adlı eserlerinden çokça
nakillerde bulunmak-udır. Dolayısıyla Kurtubî'ye ait olduğu belirtilen
Şerhü't-Takassi ile et-Takrib'in aynı eser olma ihtimali de vardır.
Kurtubî'nin, birincisi İbn Abdi'l-Berr'in muhtasarı olan Takassî'yi Şerhi,
ikincisi de Kurtubî'nin et-Temhîd üze--ndeki müstakil ve özgün bir çalışması
olma ihtimali de vardır.
[210]
Kurtubî'nin, Peygamber (s.a)'ın isimlerini bir araya
getirdiği recez vezninde bir şiirinin bulunduğundan da kaynakların söz
ettiğini görüyoruz.
[211]
Bağdatlı İsmail Paşa, müfessirimizin: "el-î'lâm
bimâ fi Dini'n-Nasârâ ve îzhari Mehâsini Dini'l-lslâm (Hıristiyanların Dininde
bulunan (tutarsızlıklar ile İslâm Dininin güzelliğinin açığa çıkartılması ile
ilgili hususları bildirme)"
[212]
adını taşıyan bir eseri olduğunu bildirmektedir. Adından hıristiyan-lığa bir
reddiye mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır.
[213]
Müfessirimizin hayatı ve eserleri hakkında bilgi
veren kaynaklar onun: "Daha başka birtakım te'lif ve talik (notlan)
lerinin de bulunduğundan"
[214] söz
etmektedirler. Ancak, eser ismi vermemektedirler. Dr. el-Kasabî de zikrettiklerimizden
başka: "Risale fi Elkâbi'l-Hadîs, el-Akdiye, el-Cem-u Beyne'l-Efâli
ve's-Sıhah..." gibi eserlerinin de varlığından -Burockelman'a
istinaden-sözetmektedir.
[215]
Görüldüğü gibi Kurtubî'nin Tefsir ile et-Tezkire'si
dışında pek çoğu neşredilmeyi bekleyen yazma halinde bulunan birçok eseri daha
bulunmaktadır. Henüz varlığından haberdar olunamamış eserlerinin bulunması da
mümkündür.
[216]
Kurtubî'nin şahsiyeti ve eserleri ile ilgili bu
açıklamalardan sonra, usûlü ve kaynaklarıyla Kurtubî'nin Tefsiri'ni incelemeye
geçebiliriz.
[217]
1. İbn Ferhûn, ed-Dîbâcu'l-Müzehheb fi Ma'rifeti
Ulemâi'l-Mezheb, Kahire, baskı tarihi yok, II, 308-309;
2.
ed-Dâvûdî, Tabakâtu'l-Müfessirîn, Kahire, 1392/1972, II, 65-66;
3.
İbnu'1-îmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, Beyrut, baskı tarihi yok, V, 335;
4. Hacı
Halife (.Kâtib Çelebi), Keşfu'z-Zunûn, İstanbul, 1360/1941, 383, 390, 534.
5.
Bağdatlı İsmail Paşa, İzahu'l-Meknûn, İstanbul, 1364/1945, 81, 241.
6.
Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955, II, 129.
7. Hayruddin ez-Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1979,
V, 322.
8. Ö. Rıza
Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn, Beyrut, baskı tarihi yok, VIII, 239-240.
9. Dr. Muhammed Hüseyn ez-Zehebî. et-Tefsir
ve'l-Mufessirûn, Kahire, 1396/1976, II, 457-464.
10. Dr. el-Kasabî Mahmud Zelat, el-Kurtubî ve
Menhecuhû fi't-Tefsir, Kahire, 1399/1979, -özellikle s. 6-50 arası.
11. Meşhur Hasan Selman - Cemal Abdullatif
Dusûkî, Keşşaf Tahlili, li'l-Me-saüi'l-Fıkhiyye ft Tefsiri'l-Kurtubî, Taif,
1407/1988, s. 9-24.
12. Ö.
Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1974, II, 523-525;
13.
Ayrıca; Kehhâle'nin anılan yerde, Keşşaf Tahlilinin s. 24'te, el-Kasabî'nin s.
50, dn. 2'de, Bilmen'in II, 525 te verdikleri kaynaklar...
Görünen ve bilinen şekliyle tefsirlerin bugünkü
hallerinin belli bir sürecin neticesinde ortaya çıktığını söylemeye gerek
yoktur. İşte Kurtubî Tefsiri de böyle bir süreç neticesinde te'lif edilmiş bir
tefsir olması hasebiyle, onun Tefsir Tarihi içerisindeki yerini tesbit etmeye
çalışmamız önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için de
tefsirin ilk dönemlerinden itibaren geçirmiş olduğu çeşitli aşamaları yada
devreleri, - özetle de olsa - gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bu konuda Dr.
Muhammed Huseyn ez-Zehebî'nin, "et-Tefsîr ve Müfessirûn" adlı
eserinde vermiş olduğu bilgileri özetleyerek ve bazı tasarruflarla aktarmayı
uygun görüyoruz:
[218]
Her ne kadar Hz. Âişe'den: "Rasulullah (s.a)
Kur'ân-ı Kerim'den ancak Hz. Cebrail'in kendisine öğretmiş olduğu az sayıdaki
âyet-i kerimeler dışında bir tefsirde bulunmamıştır" şeklinde bir rivayet
nakledilse bile, İbn Kesîr'in de dediği gibi bu, münker bir hadistir. O
bakımdan Suyutî, Hz. Âişe'nin bu sözünü nakletmekle birlikte İbn Teymiye'nin
şu kanaatine de yer vermektedir: Peygamber (s.a), ashab-ı kirama Kur'ân-ı
Kerim'in tümünün veya büyük bir çoğunluğunun tefsirini açıklamıştır. Bunu da
Ahmed ve İbn Mace'nin, Hz. Ömer'den naklettikleri şu rivayet desteklemektedir:
Son inen âyetlerden birisi de riba (faizin haramlığını belirten) âyetidir.
Allah Rasulü ise bunu tefsir etmeden önce öbür dünyaya göç etti. Burada
ifadeden, Hz. Peygamberin kendisine inen bütün buyrukları tefsir ettiğine
delil vardır. Faiz ile ilgili âyeti tefsir etmeyişinin tek sebebi ise, bu
âyetin nüzulünden çok kısa bir süre sonra vefat etmiş olmasıdır. Aksi takdirde
bunun özellikle faiz âyeti zikredilerek açıklama cihetine gidilmesinin bir
anlamı olmaz.
[219]
Buna bağlı olarak, sahabe-i kiramın da -başta Hz.
Peygamber'den feyz alış oranlarındaki farklılık olmak üzere- Kur'ân'ın dili
olan Arapçaya vukufiyet-leri ve bu konuda onlara yüce Allah'ın vermiş olduğu
kavrayış farkı dolayısıyla Kur'ân Tefsiri konusundaki yetkileri de değişik
değişiktir. Bu sebepler yanında bir de vefat tarihlerinin önce ve sonralığı da
onlardan nakledilenlerin farklı olması sonucunu doğurmuştur. Bundan dolayı
Kur'ân-ı Kerimin tefsirini en iyi ve ileri derecede bildikleri kabul edilen Hz.
Ebû Bekir ile Hz. Ömer ve benzerlerinden, tefsir ile ilgili bizlere az rivayet
ulaşmasının sebebi, bu sahabilerin vefat tarihlerinin erken dönemlere
rastlamasıdır.
Bu dönemde yani tefsir tarihinin birinci aşamasını
teşkil eden Hz. Peygamber ve sahabe döneminde Kur'ân-ı Kerim tefsirinin bir
takım kaynakları vardır:
Birinci kaynak, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerimdir. Bunun
için Kur'ân-ı Kerimin mücmeli mübeyyene, mutlakı mukayyede hamledilerek
açıklama cihetine gidilmekle birlikte, aralarında ihtilaf bulunduğu vehmi olan
âyet-i kerimelerin de uygun şekilde açıklanması, diğer taraftan Kur'ân-ı
Kerimin âyetleri üzerinde çokça düşünmek, tefekkür etmek, aklını yormak...
gibi yollar da Kur'ân-ı Kerimin Kur'ân ile tefsir edilmesi kapsamı içerisinde
ele alınır.
İkinci kaynak ise, hiç şüphesiz ashab-ı kiramın
Allah'ın Kitabını anlamak ve tefsiri hususunda Allah Rasûlüne müracaat etmeleri,
ya da kendisinin onlara, müracaatları sözkonusu olmaksızın açıklamalarda
bulunması dolayısı ile sünnet-i seniyyedir. Bu açıdan, tedvin edilmiş sünnet
kitaplarına başvuracak olursak, konularına göre tasnif edilmiş hadis
kitaplarının önemli olanlarında tefsir ile ilgili özel bölümlerin bulunduğunu
göreceğimiz gibi, birçok ha-dis-i şerif zikredilirken bunlarla beraber pek çok
âyet-i kerimeye atıflarda bulunduğunu da görüyoruz.
Hz. Peygamberin, Kur'ân-ı Kerim ile ilgili tefsire
dair açıklamaları hususunda pek az açıklamalarda bulunmuş olduğunu söyleyenler
ile tamamını tefsir etmiştir, diyenlerin iki ayrı ucu temsil eden kanaatlerini
muhakeme eden Dr. ez-Zehebî, bu konudaki tartışmaya dair kanaatlerini şöylece
belirtmeye çalışmaktadır: Allah Rasulü, Kur'ân-ı Kerim'in birçok manasını
ashab-ı kirama açıklamış bulunmaktadır.
Nitekim sahih hadis kitapları, bunun böyle olduğunu
göstermektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamber, Kur'ân-ı Kerim'in ihtiva ettiği
anlamların tümünü de açıklamamıştır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in bir bölümüne dair
bilgiyi yüce Allah, yalnız kendisine tahsis ettiği gibi, onun bir bölümünün
anlamlarını ilim adamları, bir bölümünü araplar, arap dilinin özelliklerinden
bilmektedirler. Kur'ân-ı Kerim'in bazı bölümlerine dair bilgisiz kalmak
hususunda ise -İbn Abbas'ın da açıkça belirttiği gibi- hiçbir kimse mazur
görülemez... Allah Rasulünün, ashab-ı kirama, anlaşılması Arap dili ile mümkün
olabile cek yerleri tefsir etmediği açıktır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim zaten onların
diliyle inmiştir. Yine bilinmemesi mazeret teşkil etmiyecek şekilde hemen ve
kolaylıkla anlaşılabilecek yerleri de açıklamamış olmalıdır. Çünkü zaten
bunun, kimseye gizli kalacak bir tarafı yoktur. Kıyametin kopması, ruhun gerçek
mahiyeti gibi ilminin yüce Allah'ın kendisine tahsis ettiği hususları
açıklamamış olması da tabiidir... Buna göre Allah Rasulü ashab-ı kirama
Şünnet-i seniy-yenin Kur'ân-ı Kerimi beyan edici özelliğine binaen gerekli
açıklamalarda bulunmuş ve Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılıp kavranılması konusunda
Sünnete düşen rolü eksiksiz ve fazlasız olarak ifa etmiştir, denilebilir.
[220]
Sahabe-i kiram döneminde tefsirin üçüncü kaynağı ise,
ictihad ve Kur'ân-ı Kerim âyetlerinden hüküm istinbat etme gücüdür. Ashab-ı
kiram, yüce Allah'ın Kitabına dair açıklamaları Kur'ân-ı Kerimde bulamıyacak
olup da bu konuda Rasulullah (s.a)'dan birşeyler öğrenme imkânını da elde edemeyecek
olurlarsa, kendi ictihadlanna başvurup konu ile ilgili görüşlerini ortaya
çıkarmaya gayret ederlerdi. Bu ise, gerçekten düşünmeyi ve içtihadı gerektiren
konularla alakalı idi.
Sadece Arapçayı bilmekle anlaşılması mümkün olan
buyruklar için ise, ayrıca anlaşılmaları amacıyla düşünmeyi gerektirecek bir
taraf yoktur. Çünkü onlar Arapçayı ve dilin üslûplarını bildikleri gibi Hz.
Ömer'in de belirttiği gibi "Arapların divanı" olan cahili şiiri de
biliyorlardı. Buna göre ashab-ı kiramın bir çoğunun Kur'ân tefsirinde
izledikleri yolun şundan ibaret olduğu söylenebilir:
1- Dili ve inceliklerini bilmek,
2-
Arapların
adet ve alışkanlıklarına dair bilgi,
3-
Kur'ân-ı Kerimin nüzulü döneminde Arapların arasında yaşıyan yahu-di ve
hıristiyanların durumlarına dair bilgi,
4- Güçlü bir kavrayış ve geniş çerçeveli bir
idrâk.
Bununla birlikte ashab-ı kiramın bu yollar ile
Kur'ân-ı Kerime dair bilgileri, anlayış, kavrayış ve istinbatları arasında
farklılık olduğu bilinen bir husustur ve bu tabii bir şeydir.
Tefsir tarihinin birinci aşamasını teşkil eden Hz.
Peygamber ve sahabe döneminde tefsirin dördüncü kaynağı ise, yahudi ve
hıristiyanların teşkil ettiği kitap ehlidir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim özellikle
peygamber kıssalarında geçmiş ümmetler ile alakalı hususlarda ortaya çıkan bir
takım meselelerde Tevrat ile uyum arzetmektedir. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerim,
Hz. İsa'nın doğumu, mucizeleri gibi hususlarda da İncil'de yer alan birtakım
hususlara da temas etmektedir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'in bu hususlarda izlediği
yöntem, Tevrat ve İncil'den farklıdır. Konularla ilgili gereksiz tafsilata hiç
değinmez-ken, bir kıssayı bütün yönleriyle de anlatma yolunu seçmez. Sadece ibret
alınacak ve bu kıssanın anlatılması münasebeti ile önem arzeden hususlara değinmekle
yetinir.
Diğer taraftan kıssa ve benzeri olayların
anlatılmayan yönlerini bilmek ve konu ile ilgili daha etraflı bilgi sahibi
olmak eğilimi tabii bir eğilimdir. O bakımdan bazı sahabiler Kur'ân-ı Kerim'in
vermediği tafsilatı öğrenmek için kitap ehli arasından İslâm'a giren kimselere
-Abdullah b. Selâm, Kâ'b el-Ah-bâr ve diğer yahudi ve hıristiyan ilim
adamlarına- müracaat edip sorular sordukları görülen bir husustur.
Ancak, ashab-ı kiramın bu konuda kitap ehline
başvurmaları ilk üç kaynak kadar önemli bir kaynak değildir. Diğer taraftan
bunun da alanı oldukça dar ve sınırlı idi. Tevrat ve İncil'in tahrife
uğratılmış ve değiştirilmiş olması dolayısıyla da ashab-ı kiramın akidelerini
koruma gayretini göstermeleri, Kur'ân-ı Kerim'in daha önce indirilmiş ve tahrif
edilmiş kitaplara göre anlaşılmasına sebep olacak veya bu sonucu verecek yola
karşı onu korumaları da tabii idi. O bakımdan onlar, kitap ehlinden ancak akideleri
ile uyum arzeden, Kur'ân-ı Kerim ile çelişmeyen şeyleri belliyor, öğreniyor
veya kabul ediyorlardı.[221]
Tefsir tarihinin birinci aşaması, ashab-ı kiram
döneminin sona ermesi ile biter. İkinci aşama da ashab-ı kirama öğrencilik
yapıp, sahip oldukları bilgilerin büyük bir çoğunluğunu onlardan öğrenen
tabiîn dönemi ile başlar. Ashab-ı kiram arasında tefsirde meşhur olmuş
birtakım kimseler olduğu gibi, tabiîn arasında da bu konuda ileri gitmiş,
tebarüz etmiş kimseler vardır.
Bu dönemde tefsirin kaynağı, tabiîn müfessirlerinin
bizzat Kur'ân-ı Kerim1-de yer almış buyruklardan hareketle Allah'ın Kitabını
anlamak, ikinci olarak; ashab-ı kiramın Rasulullah (s.a)'dan yaptıkları
rivayetlere, üçüncü olarak; tabiînin bizzat ashab-ı kiramın kendi ictihadları
ile yaptıkları tefsirlerine dair rivayetlere, dördüncü olarak; kitap ehlinin
kitaplarından öğrendiklerine ve beşinci olarak da yüce Allah'ın Kitabını
tetkikleri ve incelemeleri sonucu iç-tihad ederek, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği
bilgiye istinad ediyorlardı.
Tefsir kitapları, işte bu tabiîn nesline mensup
tefsir alimlerinin -kendilerine ne Allah Rasulünden, ne de herhangi bir
sahabiden bir bilgi ulaşmamış konularda- kendi görüş ve içtihadlarına dayanarak
ileri sürdükleri görüşlerinden pek çoğunu bize nakletmiş bulunmaktadırlar.
Ashab-ı kiramın, fetihlerle gelişen İslâm dünyasının
çeşitli yörelerine yayılmalarının bir sonucu olarak, tabiîn döneminde bazi
tefsir okullarının da kurulduğunu görüyoruz:
[222]
Bu okulun birinci hocası Abdullah b. Abbas'tır. O,
tabiînden arkadaşlarının arasında oturur, onlara Allah'ın Kitabını açıklar,
içinden çıkamadıkları anlamlan vuzuha kavuştururdu. Öğrencileri de onun
söylediklerini iyice belliyor ve kendilerinden sonra geleceklere de ondan
işittiklerini rivayet ediyorlardı. İbn Abbas'ın Mekke'deki en ünlü öğrencileri
arasında Said b. Cübeyr, Mücâhid, İbn Abbas'ın azadlı kölesi İkrime, Tavus b.
Keysan ve Atâ b. Ebi Rebâh gibileridir.
[223]
İslâm ülkesinin başka yerlerine gitmeyerek Medine'de
kalmış pekçok sahabi vardı. Bunlar, Medine'de kalarak tabiîne Kur'ân-ı Kerim'i
tefsir etmiş ve bu konuda onlara bildiklerini aktarmışlardır. Denilebilir ki,
bu okulun birinci derecedeki hocası Ubey b. Ka'b idi. Çünkü Ubey b. Ka'b'dan
tefsire dair yapılan rivayetler diğerlerinden çok daha fazladır ve bu konuda
başkalarından daha ünlüdür. Bu dönemde tabiîn arasında Medine'de Kur'ân
tefsiri bilgisiyle meşhur olmuş pek çok kimse olmakla birlikte, bunların
arasından özellikle Zeyd b. Eşlem, Ebû'l-Âliye ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî en
ünlüleridir.
[224]
Irak tefsir okulunun temelini atan Abdullah b.
Mes'ud'dur. Irakta, Iraklıların kendilerinden tefsir öğrendikleri başka
sahabiler de bulunmakla birlikte bu okulun birinci hocası Abdullah b. Mes'ud
olarak kabul edilir. Çünkü hem tefsir konusundaki ünü, hem de bu alanda ondan
gelen rivayetlerin çokluğu da bunu göstermektedir. Diğer taraftan Hz. Ömer'in
Ammâr b. Yâsir'i Kûfe'ye vali gönderirken onunla birlikte Abdullah b. Mes'ud'u
bir öğretmen ve bir yardımcı (vezir) olarak gönderdiği bilinen bir husustur. O
bakımdan Abdullah b. Mes'ud, mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in emri ile Kûfelilerin
hocası olmuştur, Kûfeliler onun yanında oturur ve diğer sahabilerden öğrendiklerinden
daha çok ondan öğrenmeye gayret ederlerdi. Tefsir konusunda Iraklı tabiîn
arasından ün kazanmış pek çok kimse vardır. Alkame b. Kays, Mesrûk, el-Esved b.
Yezid, Hemdanlı Murra, Âmir eş-Şa'bi, Hasan-ı Basri, Ka-tâde b. Deâme es-Sedusî
bunlar arasındadır.
Bu aşamadaki tefsirin belirgin bazı özellikleri
vardır:
1- Bu
dönemde pek çok İsrailiyat ve hıristiyani haber tefsire girmiş bulunmaktadır.
Buna sebep ise kitap ehline mensup pek çok kişinin İslama girmekle birlikte
yine, şer'î ahkâm ile ilgili olmayan, yaratılmanın başlangıcı, varlıkların
sırrı, varlığın başlangıcı gibi bir takım haberlere dair bilgiler hâlâ kafalarında
yer etmeye devam ediyordu. Bir çok kıssalara dair bilgiler de bu kabildendir.
Kur'ân-ı Kerim'in işaret ettiği olaylara dair teferruatlı bilgi sahibi olmak
ise, insanın arzu ettiği bir şeydir. O bakımdan kitap ehli arasından müslüman
olan Abdullah b. Selâm, Kâ'b el-Ahbâr, Vehb b. Münebbih, Abdul-melik b.
Abdulaziz b. Cüreyc ve benzerlerinden tefsirlere pekçok rivayetler girmiştir.
2- Yine bu
dönemde tefsire dair bilgiler sözlü olarak telakki ediliyor, alınıyor ve
rivayet ediliyordu ve bu rivayetlerde adeta bir ihtisaslaşma da görülmekte
idi. Her bir bölge ahalisi, özellikle kendi bölgelerinde imam kabul ettikleri
sahabeden ilim öğreniyor ve onu rivayete önem veriyordu. Mekke-lilerin İbn
Abbas'tan, Medinelilerin Ubey'den, Iraklıların İbn Mes'ud'dan... rivayete
öncelik tanımaları gibi.
3-
Bu
dönemde mezhebi ihtilafların tohumları da ortaya çıkmıştır. O bakımdan, bu
dönemde çeşitli mezheblerin görüşlerini de bünyesinde taşıyan farklı
açıklamaların da ortaya çıktığını görüyoruz. Meselâ, Katâde b. De-âme'nin, kaza
ve kader konusunda etraflı açıklamalarda bulunduğu belirtiliyordu. Hiç
şüphesiz bu onun tefsir anlayışını ve tefsire dair açıklamalarını da
etkilemiştir. O bakımdan bazı kimseler ondan tefsire dair rivayetlerde bulunmaktan
çekinirlerdi. Diğer taraftan Hasan-ı Basri'nin kaderi, imani bir esas kabul
ederek Kur'âna dair açıklamalarda bulunduğunu görüyoruz.
4- Her ne
kadar daha sonra gelen müfessirler arasındaki görüş ayrılıklarına kıyasen daha
az oranda tabiînin tefsir çerçevesindeki görüş ayrılıkları mevcutsa da,
onların ashab-ı kirama nisbetle görüş ayrılıkları elbetteki daha fazla idi.
Gerek ashab-ı kiramın tefsirleri arasındaki görüş ayrılıklarında, gerek
tabiînin tefsirleri ile ilgili görüş ayrılıklarında izlenecek metoda gelince;
ez-Zerkeşî'nin görüşüne göre, eğer farklı sahabe görüş ve kanaatlerinin bir
noktada cem ve te'lif edilmesine imkân bulunmuyor ise, bu konuda İbn Abbas'ın
görüşüne öncelik tanınır. Çünkü Peygamber, özel olarak onun hakkında
"Allah'ım ona te'vili öğret" diye duada bulunmuştur.
[225]
Tabiînden gelen rivayetlere gelince; eğer tabiîn
herhangi bir hususta ic-ma ederek aynı kanaati belirtmiş iseler, bu icmalarının
bir delil olacağında şüphe yoktur. Şayet farklı kanaatler varsa, onların
birisinin görüşü diğerine karşı da, onlardan sonra gelenlere karşı da delil
teşkil etmez. Bu konuda ya Kur'ân-ı Kerim ve Sünnetin dili kullanış üslûbuna,
yahut genel olarak arap diline, yada konu ile ilgili ashab-ı kiramın
görüşlerine müracaat edilir.
[226]
Bu aşama tefsir tedvininin ortaya çıkış tarihlerini
teşkil eden Emevilerin son dönemleri ile Abbasüerin ilk dönemlerine rastlar.
Buna göre tefsirdeki ilk adım, rivayet yolu ile yapılan nakiller şeklindeydi.
Ashab, Allah Rasulün-den ve birbirlerinden rivayetlerde bulundukları gibi,
tabiîn de ashab-ı kiramdan ve birbirlerinden rivayette bulunuyorlardı. Bu,
tefsir tarihinin ilk adımını teşkil etmektedir.
Ashab ve tabiîn döneminden sonraki ikinci adım ise,
Allah Rasulünün hadisinin tedvini ile başlar. Bu dönemde tedvin edilen
hadisler çeşitli konuları ihtiva ediyordu. Tefsire dair yapılan rivayetler de
bu konulardan birisini teşkil etmekte idi.
Üçüncü adımda ise tefsir, hadisten ayrılarak başlı
başına bir ilim haline geldi ve Kur'ân-ı Kerim'in her bir âyeti ile ilgili
tefsirler yapılmaya ve mushaf-taki sıraya uygun düzenlemelerde bulunulmaya
başlandı. Bu ise, aralarında İbn Mace (273/886), İbn Cerir (310/922), Ebû Bekir
b. el-Münzir (318/930), İbn Ebi Hatim (327/938), Ebû Şeyh b. Hibban
(369/979-980), Hakim (405/1014), Ebû Bekir Merdûye (410/1019) ve diğerleri
tarafından gerçekleştirildi.
Bütün bunların yaptıkları tefsirler Allah Rasulüne,
ashaba, tabiîne ve. et-bâu't-tâbiîne kadar ulaşan senedlerle rivayet edilir.
Ve bunlar rivayet tefsirleri olmaktan öteye gitmez.
Ancak, İbn Cerir konu ile ilgili görüşleri zikrettikten sonra bunlara dair
açıklamalarda bulunmuş, birini diğerine tercih etmiş, ek olarak gerek gördükçe
i'râba dair açıklamalarda bulunmanın yanında Kur'ânın, âyet-i kerimelerinden
anlaşılması mümkün olan hükümleri de istinbat cihetine gitmiştir. Bununla
birlikte Kur'ân-ı Kerim'in tümünü ve mushaf sırasına uygun olarak ilk olarak
tefsirini kimin tedvin ettiğini bilmek de pek kolay değildir.
[227]
Rivayet tefsirinin sınırlarını aşmamakla birlikte pek
çok kimsenin bu konuda tefsir te'lif edip senetleri kısalttıklarını ve
müfessirlerin kendilerinden öncekilerin görüşlerini sahiplerine nisbet
etmeksizin nakletme yoluna gittiklerini görüyoruz. Bu sefer tefsirde uydurma
ve sıhhatli rivayetlerle sıhhatli olmayan rivayetler birbirine karışmış oldu.
Pek çok isrâiliyât sabit hakikatler olarak nakledildi.
[228]
Tefsir tarihindeki adımların en genişidir. Bu,
Abbasiler çağından başlar, günümüze kadar devam eder. Önceleri tefsir, bu
ümmetin selefinden nakledilenleri rivayetten ibaret iken, bu geniş adımı ile
artık naklî tefsir yanında Kur'ân âyetlerinin aklî kavrayışlarının da tefsire
girdiği görülmektedir.
Bunun tabii bir sonucu olarak zamanla çeşitli ilim
dallarında mütehassıs Kimselerin ihtisas alanları çerçevesinde tefsire dair
açıklamaları genişlettiklerini ve adeta belli ilim dallarının daha bir yoğunluk
kazanmış tefsirlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu açıklamalardan da
anlaşıldığı gibi, Kur'ân tefsirleri genel olarak rivayet (et-Tefsir bil
me'sur) ile dirayet tefsirleri olmak üzere iki genel kısma ayrıldıklarını da
görüyoruz.
[229]
Dr. ez-Zehebî'den yapmış olduğumuz bu özetlemeler
çerçevesinde Kurtubî Tefsiri'nin yerini tesbit etmeye çalışırsak, şunları
görebiliriz:
1- Kurtubî
Tefsirinde Kur'ân-ı Kerim âyetlerini, Kur'ân-ı Kerimin âyetleri ışığında
anlayıp tefsir etmeye özel bir ihtimam gösterdiğini görüyoruz.
2-
Kurtubî, âyetlerin tefsirinde Hz. Peygamber'den yani, Sünnetten ve hadis
kitaplarından nakillerde bulunmaya ve bunları âyet-i kerimenin anlaşılması
açısından irtibatlandırmaya özel bir ihtimam harcadığını da görüyoruz.
3-
Kurtubî'nin, elindeki kaynaklardan gerek ashab-ı kiramdan, gerek tabiînden
rivayetlerde bulunduğunu görüyoruz.
4- Ashab-ı
kiram arasında ittifak varsa ve eğer ashabdan nakledilen bir görüş bulunmayıp
tabiinden ittifakla bir görüş nakledilmiş ise, Kurtubî'nin, genellikle bu
ittifakın çerçevesi dışına çıkmadığı görülmektedir.
5- Kurtubî, ashab yada tabiîn arasında
ihtilafın varlığını tesbit etmiş ise, kuvvetli gördüğü delili tercih eder ve
tercih sebebini bildirir.
6- Kurtubî, yeri geldikçe kıraatlere dair
açıklamalarda da bulunmayı ihmal etmez.
İşte bütün bu özellikleriyle Kurtubî, bir taraftan
bir rivayet tefsiridir. Diğer taraftan:
1- Ashab
ve tabiinden nakledilen ihtilaflı görüşler arasında tercih yoluna gitmesi,
2-
Özellikle adından da anlaşıldığı gibi Kur'ân ahkâmına dair açıklamalara
ağırlık vermesi,
3- Yeri
geldikçe, gerek fıkhî gerekse itikadı mezheplerin görüş ayrılıklarını ele alıp
değerlendirmesi,
4- Lügavî
açıklamalara, âyetler ve sûreler arasındaki münasebetlere yer yer değinmesi... dolayısı
ile de bir dirayet tefsiridir.
Buna göre sonuç olarak Kurtubî Tefsiri'nin hem
rivayet, hem de dirayet tefsirinin -ileride temas edeceğimiz bazı zaaflarına
rağmen- mükemmel bir derecede bir kaynaşması, bunların buluştuğu bir alan
olarak görülmesi ve değerlendirilmesi, mübalağalı bir değerlendirme olarak
görülmemelidir.
Bu başlık altında "Kurtubî'nin tefsir
tarihinindeki yeri"ni tesbit çabasından sonra, Kurtubî'nin tefsirini
yazdığı dönemi tesbite geçebiliriz.
[230]
Kurtubî, Tefsiri'ni yazma gerekçesini açıklarken
şunları söylemektedir: "Müstakil olarak farz ve sünneti beyan eden bütün
şer'î ilimleri ihtiva eden, semânın emininin arzın eminine indirdiği kitap olan
Allah'ın Kitabı (Kur'ân-1 Kerim) olduğundan, ömrüm boyunca bu kitapla
uğraşmayı, ona özlü birtakım notlar yazmak suretiyle bütün gücümü bu uğurda
harcamayı uygun gördüm. Bu özlü açıklama birtakım tefsir, dil, i'rab ve kıraat
ile ilgili nükteleri... ihtiva etsin (istedim)."
[231]
Daha önceden de değindiğimiz gibi Kurtubî'nin babası
627 yılı Ramazan ayının üçüncü günü (16. VII. 1230) sabahında düşmanın yaptığı
bir baskın sonucu şehid edilmişti.
[232]
Yine Kurtubî'nin, Endülüs'te bir vesile ile düşmanın
önünden kaçışından söz ettiğini gördüğümüz gibi
[233]
Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde Mısır'a gidişinden, Mısır'da kalışından söz
ettiğini de görmekteyiz.
[234]
Bütün bunlar bizlere, Tefsiri'ni Endülüs'te bulunduğu
dönemlerde yazmaya başlamamış olduğunu göstermektedir. Çünkü, babasının şehid
düşmesi münasebetiyle babasına yıkanıp gömülmesi hususunda ona şehid muamelesi
mi yapacağı, yoksa normal bir mevta muamelesi mi yapacağına dair hocalarına
soru sorduğunu görüyoruz.
Diğer taraftan, Endülüs'ten düşman önünden kaçışını,
düşman tarafından kovalanışını Tefsiri'nde zikretmesi, Mısır'a gelip Mısır'dan
söz etmesi şunları göstermektedir: Babasının şehadeti sırasında Kurtubî henüz
ilim tahsili yapan bir kimse idi. Sözünü ettiği tarihî olayları Tefsiri'nde
tesbit etmiş olması ise, en azından bunları tescil ettiği satırları bu
olayların vukuundan sonra yazdığını göstermektedir. Diğer taraftan Kurtubî,
Tefsiri'nde eserlerinin bir çoğuna da atıfta bulunmaktadır.
Bütün bunlara istinaden diyebiliyoruz ki: Kurtubî,
Tefsiri'ni öğrencilik hayatını bitirdikten, telife başlayıp pek çok eser
yazdıktan sonra yazmaya başladığı gibi, bazı eserlerinden Tefsiri'nin önemli
bir bölümünden sonra sözet-meye başlamış olması da Tefsiri'ni yazdığı süre
içerisinde adını verdiği bu eserleri yazıp bitirmiş olması ihtimalini hatıra
getirmektedir.
Tefsiri'ni te'life başlaması ve bitirmesi ile ilgili
bir tarih tesbit etme imkânımız bulunmamakla birlikte kendisinin ifadesiyle
"ömrünü vakfetmeyi uygun gördüğü" bir uğraşı alanı olarak Allah'ın
Kitabını seçmiş olduğundan sö-zetmesi, olgunluk döneminin büyük bir bir
bölümünde bu Tefsirini te'lif ettiğini söylemek mümkün görünmektedir.
[235]
Kurtubî, bu konuda Tefsirinin Mukaddimesinin baş
taraflarında şunları söylemektedir: "... ömrüm boyunca onunla (Allah'ın
Kitabı ile) meşgul olmayı, bütün takatimi onun hakkında özlü bir açıklama
(ta'lik) yazmaya harcamayı uygun gördüm. Bu açıklama tefsir, dil, i'rab ve
kıraatlere dair nükteler ile sapıklık ve doğrudan uzaklaşmış yolları
izleyenlerin (kanaatlerine) reddini ihtiva etsin; sözünü edeceğimiz ahkâm ve
âyetlerin nüzulüne dair hususlara tanıklık edecek pek çok hadisler, bu
ikisinin manalarını bir arada te'lif eden, onların müşkil delillerini, selefin
ve onlara uyan halefin sözleri ile beyan eden bir muhtevaya sahip olsun,
istedim. Ben bunu kendim için bir hatırlatma ve öğüt, kabre gireceğim gün için
bir azık, ölümümden sonra da salih bir amel olsun diye hazırladım..."
[236]
Çünkü Kurtubî'ye göre, Allah'ın Kitabı'nı bilen bir
kimsenin, yasaklarından kaçınması, Kur'ânda kendisine açıklanan şeyler
gereğince ibret ve öğüt alması, Allah'tan korkup takvalı olması, O'nun gözetimi
altında olduğunu bilip O'ndan haya etmesi gerekir. Çünkü Kur'ân ilmini elde
etmiş bir kimseye peygamberlerin yüklerinin sorumluluğu yükletilmiş ve o kimse
Kıyamet gününde bu Kitaba muhalefet eden çeşitli din mensuplarına karşı
şahidlik edecek konuma yükselmiş bir kimsedir. Zira yüce Allah: "Böylece
sizleri insanlara karşı şahidler olasınız diye vasat bir ümmet kıldık"
(el-Bakara, 2/143) diye buyurmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, Kur'ân-ı
Kerimi bilip de ondan yana gaflete düşen bir kimseye karşı ilahi delil, ona
karşı kusurlu davranıp onu öğrenemeyen kimseye göre daha ileri ve sağlam
derecede konulmuş demektir. Kendisine Kur'ân bilgisi verilmekle birlikte ondan
yararlanmayan, yasaklarından uzak kalması istenmekle birlikte bu yasaklardan
çekinmeyen, çirkin günahlar ve rezil edici suçlar işleyen bir kimseye karşı
Kur'ân-ı Kerim hiç şüphesiz aleyhinde bir delil ve ona karşı bir hasım
olacaktır... O halde, yüce Allah'ın Kitabını ezberlemek ve bellemek özelliği
ile mümtaz kıldığı kimseye düşen görev, o Kitabı gereği gibi okumak,
ibarelerinin hakikatleri üzerinde gereği gibi düşünmek, hayret verici
gerçeklerini kavramaya çalışmak, garip (anlaşılmıyan) lafızlarını da açıklamaya
çalışmak olmalıdır...
[237]
İşte Kurtubî, böylece Tefsirini te'lif ediş
sebeplerini bizlere kısaca anlatmaktadır.
Kurtubî, bu eserini te'lif ederken, tefsirî
nükteleri, lügavî açıklamaları, i'rab ve kıraatlere dair bilgileri, sapık
mezhep ve kanaat sahiplerinin görüşlerini reddetmeyi, âyetlerin ahkâmı ve
nüzulüne tanıklık edecek pekçok hadis-i şerifi tanık olarak göstermeyi,
bunların müşkil olanlarını selefin görüşleri ve haleften onlara tabi olanların
açıklamaları ile açıklamaya çalışacağını belirtmekle birlikte; Tefsiri'ni
te'lif ederken riâyet edeceğini bildirdiği diğer şartları da şöylece
açıklamaktadır:
"Bu kitabı yazarken riâyet etmeyi taahhüt
ettiğim şartım şudur: Sözleri sahiplerine, hadisleri musannıflanna izafe
edeceğim. Denildiğine göre bir sözün söyleyene izafe edilmesi ilmin
bereketindendir." Kurtubî kendisini buna özellikle dikkat edeceğini
belirtmesine iten sebepleri de şöylece açıklamaktadır:
"Çoğu zaman fıkıh ve tefsir kitaplarında hadis
müphem olarak zikredilmekte, o hadisi hadis kitaplarına muttali olan kimseler
dışında kimin kitabında kaydettiği bilinememektedir. Böylelikle bu konuda
yeterli bilgisi olmayan bir kimse şaşırır kalır. Neyin sahih olduğunu, neyin
olmadığını bilemez. Bunu bilmek ise büyük bir ilimdir. O bakımdan hadisi,
kitabında kaydeden önder imamlara izafe etmedikçe bir kimsenin hadis ile
ihticac etmesi veya onu delil göstermesi kabul olunmaz... İşte biz, bu kitapda
bu kabilden birtakım hususlara işaret edeceğiz. Doğruya ulaşmak başarısını
ihsan eden Allah'tır."
Kurtubî, kıssalar ve ahkâmı açıklamak hususunda da
nelere dikkat edeceğini şöylece izah eder: "Ben, müfessirlerin
naklettikleri kıssaların, tarihçilerin zikrettikleri haberlerin pek çoğunu
nazarı itibara almıyacağım. Bundan kaçınılmaz olanlar ile açıklama için
müstağni kalınamıyacak olanlar müstesnadır. Bunun yerine ahkâm âyetlerini, bu
âyetlerin anlamını açığa çıkartan, ilim taleb eden kimseye muktezâlarının ne
olduğunu gösteren bir takım meselelere dair açıklamaları koymayı uygun gördüm.
O bakımdan bir yahut iki ve daha fazla hüküm ihtiva eden herbir âyet-i kerimeyi
açıklarken, âyetin ihtiva ettiği nüzul sebepleri, garip lafızların ve
hükümlerin açıklanmasına dair birtakım meseleler (başlıklar) ile açıklama yoluna
gittim. Eğer âyet-i kerime herhangi bir hüküm ihtiva etmiyorsa, o âyet ile
ilgili tefsir ve te'vil kabilinden açıklamaları zikretmekle yetindim ve bu,
kitabın sonuna kadar böylece devam edip gitti."
[238]
Daha sonra Kurtubî, tefsirine: "el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân
ve'1-Mübeyyin Lima Tedammanahû Mine's-Sünneti ve Âyi'l-Furkân (Kur'ân Ahkâmını
Bünyesinde Toplayan ve İhtiva Ettiği Sünnet ve Furkan Ayetlerini Beyan
Eden)" diye adlandırdığını belirttikten sonra; yüce Allah'tan bu amelini
yalnızca kendisi için halis kılmasını, bununla kendisini, anne-babasını ve
Allah'ın rızasını murad eden kimseleri lütfuyla faydalandırmasını niyaz
etmektedir. Sonra da Kur'ân-ı Kerim'in faziletlerine dair rivayetleri
zikrederek Mukaddimesinin diğer bölümlerini tamamlamaktadır.
Kurtubî, Tefsirini yazarken izliyeceği yolu gerçekten
özlü bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. Bağlı kalacağını taahhüd ettiği bu
usule, oldukça büyük bir nisbette bağlı kaldığını, bu incelememizin bundan
sonraki bölümlerinde ortaya koymaya çalışacağız.
[239]
Az önce Kurtubî'nin, kendi ifadesiyle nasıl bir usûl
izleyeceğine dair kendi kalemi ile açıklamalarını aktarmaya çalıştık. Bu
açıklamaları tahlil edecek olursak, şu noktalan tesbit edebiliriz:
1-
Kurtubî, âyetleri tefsir ederken Kur'ân ve hadise öncelik tanır.
2-
Ashab-ı
kiramın tefsirini yaptığı buyruklar ile ilgili nakledilmiş sözlerine başvurur.
3-
Tabiîn
ve onlardan sonra gelen ve selef-i salihe uyanların kanaatlerinden yararlanma
yoluna gider.
4- Kur'ân
lafızlarının sözlük anlamlarına, bu lafızların kelime ve cümle halindeki
terkipleri ile ilgili sarf ve nahv'e dair açıklamalara gereken ehemmiyeti
verir.
5-
Kıraatlere dair açıklamalar yapar.
6-
Âyet-i
kerimelerin nüzul sebepleri, fıkhî hükümleri ve benzeri diğer hususları ile
ilgili delilleriyle açıklamalarda bulunur.
İşte bunlar, Kurtubî'nin Tefsiri'nde riâyet edeceğini
taahhüd ettiği ve bariz olarak görülüp tesbit edilebilen usûlünün ana
başlıklarını teşkil etmektedir. Şimdi bu hususlara biraz daha açıklık getirmek
maksadı ile bunları örneklendirme yoluna gideceğiz.
[240]
Kurtubî'nin, âyet-i kerimeleri tefsir ederken yeri
geldikçe başka âyetlere gönderme yapması, Tefsirinin oldukça önemli ve bariz
özellikleri arasında yer alır. Zaman zaman yalnız âyet-i kerimelere atıfta
bulunmakla kalmayarak bu konuda daha geniş açıklamaların: "... âyetinde
geçti" yahut: "... âyetinde açıklaması gelecektir..." gibi
ifadelerle yaptığı yada yapacağı tefsirlere de gönderme yaptığı görülür.
Meselâ, Yüce Allah'ın: "Saat (kıyamet) hadisesi
ise ancak bir göz kırpma gibidir" (en-Nahl, 16/77) buyruğunu açıklarken:
"Çünkü onlar onu uzak görürler, biz ise onu yakın görürüz"
(el-Meâric, 70/6-7) buyruğunu delil göstererek, âyetin sözünü ettiği yakınlığın
ne demek olduğunu ve kime izafetle böyle olduğunu açıklama cihetine
gitmektedir.
[241]
el-Bakara, 2/221'nci âyet-i kerimeyi açıklarken de,
evvela kitap ehline mensup kadınlarla evlenmeyi helal kılan el-Mâide, 5/5'nci
âyet-i kerime ile hükümlerinin umumu, tahsisi veya neshi açısından âyetlerin
biribirlerine karşı durumlarını, ilim adamlarının konu ile ilgili görüşlerini
uzun uzadıya ele almaktadır.
[242]
Âyet-i kerime ile ilgili çeşitli hükümleri başlıklar
halinde sözkonusu ederken de, konu ile ilgili herbir farklı görsün başta
Kur'ân-ı Kerimden delillerini de zikrettiğini görüyoruz... Gerek bu âyet-i
kerimede, gerek diğer âyet-i kerimelerde Kurtubî'nin bu konudaki titizliğini,
hassasiyetini yani, âyet-i kerimelere dair yaptığı açıklamaları, Kur'ân-ı
Kerim âyetlerine dayandırmaktaki hassasiyetini, Tefsiri'nin rastgele herhangi
bir bölümüne bakılması halinde bile yakalamak rahatlıkla mümkün olduğundan
dolayı ayrıca uzun uzadıya örnek-lendirmeye gerek görmüyoruz.
[243]
Bundan dolayı Kurtubî'nin, Hz. Peygamberin sünnetinden, hadislerinden
Tefsirinde nasıl yararlandığına kısaca göz atmak istiyoruz:
Mesela, el-Bakara, 2/178'nci âyet-i kerimeyi
açıklarken Buharı, Neseî ve Dârakutnî'nin müştereken rivayet ettiği ve İbn
Abbas'ın "bu ümmette İsrail oğullarından farklı olarak kısas ile birlikte
diyetin de mevzubahis olduğunu belirten" rivayeti zikrederek başlar. Daha
sonra kısasın bizzat suçu işleyen kimseye uygulanması gerektiğini belirten
hadisi, âyet ile ilgili açıklamalarını yaptığı başlıkların üçüncüsünde zikrederken,
müslümanların kanlarının arasında denklik bulunduğuna dair hadisi altıncı
başlıkta; kâfire karşılık müslümanın öldürülmeyeceği hadisini, yedinci
başlıkta; efendinin kölesine karşı işlediği cinayetlerin cezasının da kısas
olduğunu belirten hadisi onuncu başlıkta; maktulün velilerinin diyet yada
kısastan birisini tercih etmekte muhayyer olduklarını belirten hadisi on üçüncü
başlıkta; kısasın, Allah'ın farz kıldığı bir hüküm olduğunu belirten hadisi on
dördüncü başlıkta... zikrettiğini görüyoruz.
[244]
Kurtubî, özellikle nüzul sebeplerine dair rivayetleri
naklederken, konu ile ilgili hadis tesbit edebilmişse onu öncelikle kaydeder.
Nitekim et-Tevbe, 9/58'nci âyet-i kerimeyi açıklarken, Ebû Said el-Hudrî'den,
bir malı taksim ederken Hurkûs b. Züheyr adındaki birisinin Allah Rasulüne:
"Âdil ol" demesi üzerine bu âyet-i kerimenin indiğini belirttiği
rivayeti kaydeder, daha sonra da: "Bu, sahih bir hadistir. Müslim bunu bu
manada rivayet etmiştir" demektedir.
[245]
Kurtubî, Tefsiri'nde sahabe ve tabiînin görüşlerini
nakletmeyi -kendisinin de belirttiği gibi- ihmal etmemekle birlikte bazen ashab
ve tabiînden gelen görüşleri başka müfessirlerin görüşleri ile birlikte
zikretmekte ve bunları te'lif etmeye gayret etmektedir.
Meselâ: "Müfessirler burada
"şeytanlar" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere
sahiptir" dedikten sonra şöyle der: "İbn Abbas ve es-Süddî derler ki:
Bunlar küfrün elebaşlandır. el-Kelbî ise: Bunlar cinlerin şeytanlarıdır, der.
Müfessirlerden bir topluluk ise: Bunlar kâhinlerdir, demektedir. İmandan ve
hayırdan uzak anlamını ihtiva eden "şeytanat" lafzı ise, bütün bu
sözü edilenleri kapsayan umumi bir lafızdır."
[246]
Kurtubî, bazan ashab-ı kirama yada tabiîne
ulaştırdığı görüşün senedini de verir: "el-Kelbî, Ebû Salih'ten, O, İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu âyet-i kerime yahudiler hakkında
inmiştir."
[247]
Kimi zaman sadece sahabeye ait olan görüşü
zikrederken, yalnızca sa-habinin adını vermekle yetinir.
[248]
Kimi zaman, sahabelerin görüşleriyle birlikte tabiînin görüşünü de birarada
naklettiği olur.
[249]
Şayet Kurtubî, görüşler arasında telifte bulunma
imkânını bulamıyacak olursa, ister istemez görüşler arasında tercih yoluna
gider ve bunlar arasından kuvvetli bulduğu görüşü tercih etmeye çalışır. Bunun
için de genel olarak ya âyetin umumi manasına daha uygun kabul ettiği görüşü ya
lügavî açıklamaya, yahut âyetlerin akışına, yahut hadislerin desteklediğine
yahut da sahih kıraatlerin delâletine uygun kabul ettiği görüşü tercih eder.
[250]
Kurtubî, özellikle Kur'ân lafızlarının sözlük
anlamlarını ve bu sözlerin dizilişleri ile ilgili olarak anlamı etkileyen sarf
ve nahv'e dair açıklamalarını oldukça önemser ve Tefsiri'nde buna büyük çapta
yer verir. Bu açıklamalarını ileri gelen dil bilginlerinin eserlerinden
naklederek, yahut onların görüşlerinden hareket ederek yapmaya da bilhassa
gayret gösterir.
Meselâ, Fatiha sûresini açıklarken 4'ncü bölümü, Fâtiha'nın
ihtiva ettiği mana, kıraat ve i'rab...a dairdir. Bu bölümün 4'ncü başlığında
Kurtubî, "hamd" kelimesinin sözlük anlamına dair açıklamaları
yaparken 5'nci başlıkta ise hamd ile şükür arasındaki anlam ilişkilerine
değinmekte, daha sonra da kendisi şu neticeyi ortaya koymaktadır:
"Derim ki: Doğru olan hamd'ın, hamd olunan
kişiye iyilik olmaksızın dahi sıfatları ile övgüde bulunmaktır. Şükür ise,
yaptığı ihsanlar sebebiyle kendisine teşekkür olunana şükürde
bulunmaktır..."
[251]
Daha sonra da sırası ile Rab, âlemler, kelimelerine
ve diğer lafızlara dair açıklamalarda bulunur. "Mâlik" ile
"Melik" okuyuşları arasındaki anlam farkına -yakınlığına- değinir...
Görüldüğü gibi Kurtubî, Kur'ândaki lafızların sözlük
anlamlan ve cümlenin yapısı ile ilgili açıklamalara özel bir ihtimam
göstermektedir. Bunun ise Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılmasındaki rolünü,
fonksiyonunu inkâr etmeye mecal yoktur.
Kurtubî, genel olarak her bir lafzı ilk olarak
geçtiği yerde ve ağırlıklı olarak geçtiği yerdeki anlamı ile ilgili sözlük
açıklamalarda bulunma yolunu seçmekle birlikte; bunu zaman zaman aştığı ve
konu ile ilgili gereksiz görülebilecek fazla tafsilâta girdiği de görülebilir.
Ancak, bu gibi mülahazalarda bulunabileceğimiz açıklamaları gerçekten sınırlı
olduğunu da eklememiz bir hakşinaslıktır. Kurtubî, sözlük ve dil
açıklamalarını Kur'ân-ı Kerim'in lafız ve söz dizilişi itibariyle anlamını daha
açık bir şekilde ortaya çıkarmak maksadı ile yaptığı kolaylıkla anlaşılan bir
husustur.
[252]
Kurtubî, -ileride "Tefsirinin bazı
meziyetleri" başlığında tekrar değineceğimiz yönlerini ele almaksızın-
kıraate dair açıklamaları da ihmal etmez. Çünkü bu kıraatlere dair
açıklamaların -Tefsirinin Mukaddimesinden yaptığımız alıntıda da işaret ettiği
gibi- Kur'ân'ın anlaşılmasında önem arzet-tiğine, dolayısıyla Kur'ân Tefsirinde
bunlara değinilmesi gerektiğine inandığını söyleyebiliriz. Bu inancı taşıdığını
yeri geldikçe bu açıklamaları doyurucu bir şekilde verdiğinden de
anlıyabilmekteyiz.
Meselâ Kurtubî, az önce Fatiha sûresinde değindiğimiz
bölümdeki açıklamaları esnasında 7'nci başlığını "elhamdülillah"
lafzının okunuş şekillerine ve bu kıraatlerin açıklanmasına ve gerekçelerine
ayırdığını görüyoruz. Yine aynı bölümün 14'ncü başlığında da
"mâlikiyevmiddin" deki "mâlik" lafzının okunuşu ile ilgili
açıklamalara ayırmıştır.
15'nci başlık ise "mâlik" mi,
"melik" mi kıraatinin daha beliğ olduğu ile ilgili görüşlere
ayırmıştır.
Yine kıraatler arasında -yeri geldikçe kendisinin de-
tercihte bulunduğunu ve kıraat şekilleri ile ilgili kanaatlerini de
belirttiğini görüyoruz. Ki, "mâlik" ile "melik" ile ilgili
kanaatini' konuyla ilgili açıklamaları yaptığı 15'nci başlığın sonunda
verdiğini görmekteyiz.
Tıpkı lügat açıklamalarında bulunduğu gibi, kıraat
farkı bulunan kelimeleri ilk olarak geçtiği yerde açıklar ve daha sonra farklı
bir açıklamayı gerektiren bir yer gelirse onları ekler ve önceki açıklamalara
yeri geldikçe göndermelerde bulunur.
[253]
Kurtubî Tefsiri, tetkik edildiğinde pek çok kaynakdan
nakillerde bulunduğu ve bunun Tefsirinin dikkat çekici özellikleri arasında
yer aldığı rahatlıkla görülür.
Kurtubî, kaynaklardan nakilde bulunurken nakil
yaptığı kaynaktaki ifadeyi aynen aktarmaya bilhassa gayret eder. Bunu
Kurtubî'nin kaynakları arasında elimizin altındaki kaynaklarla yaptığımız
karşılaştırmalarda kolaylıkla tesbit edebildik.
Meselâ, özellikle ahkâm ile ilgili meseleleri izah
ederken Kurtubî'nin başvurduğu kaynakların başında yer alan İbnu'l Arabî diye
bilinen Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı
eserinden el-Bakara, 2/178. âyeti açıklarken 10. başlıkta
[254]
verdiği açıklamaları İbnu'l Arabî'den lafızlarda herhangi bir değişikliğe
gitmeksizin naklettiğini görüyoruz.
[255]
Yine Kurtubî'nin kaynak aldığı en önemli tefsirler
arasında yer alan İbn Atiy-ye'den de yeri geldikçe nakillerde bulunur. Zaman
zaman İbn Atiyye'ye yapılan nakilleri tahkik etmek için yaptığımız müracatlarda
da benzeri bir durumla karşılaştık. Hz. Âişe'den rivayet ettiği belirtilen:
"Rasulullah (sav) Allah'ın Kitabından ancak Hz. Cebrail'in kendisine
öğretmiş olduğu sayılı âyetleri tefsir ederdi" şeklindeki rivayeti
naklettikten sonra İbn Atiyye der ki... diyerek İbn Atiyye'in bu hadisin
anlamı ile ilgili yorumu nakletmektedir."
[256]
Ancak Kurtubî, İbn Atiyye'den yaptığı bu nakil ile
birlikte onun zikretmediği başka hadisleri de zikrettiği gibi, bu hadislerin
yer aldığı kaynakları, sıhhat dereceleri ile ilgili bilgiler de aktarır. Bu ise
Kurtubî'nin bir meziyeti olarak kabul edilmelidir.
Yeri geldikçe, Kurtubî'nin çeşitli kaynaklarını, bu
kaynaklardan nakillerini de örneklendireceğimiz için burada ek olarak şunları
söylemekle yetinmemiz gerekir: Kurtubî eser adı vermemekle birlikte görüşleri
kaynaklarda meşhur ve mütedavil olan tefsir ve tevil alimlerinin, lügat ve
kıraat bilginlerinin isimlerini zikrederek, onların konu ile ilgili nakledilen
görüşlerini belirtir. Bazen de eser sahibi müelliflerin eserlerini değil de
isimlerini zikrederek, kimi zaman da eserlerinin adını vererek nakilde bulunma
yoluna gider...
Durum ne olursa olsun, Kurtubî'nin telifte uymayı
tâahhüt ettiği şartlara çok ileri derecede riâyet ettiğini ve her sözü sahibine
nisbet ettiğini görüyoruz. Bu da Kurtubî'nin bir ilim adamı olarak oldukça
dürüst davrandığını ve görüşün kime ait olduğunu tesbit etmiş ise, onu sahibine
nisbet etmeye özellikle gayret harcadığını göstermektedir.
[257]
Her ne kadar bütün tefsirlerde esas itibari ile
benzer yol ve metodların izlendiği söylenebilse de aynı yaklaşım şekillerinin,
açıklama ve tefsir üslûplarının bütün tefsirlerde harfiyyen izlendiği
elbetteki söylenemez. O bakımdan her bir tefsirin diğer tefsirlerle pekçok
müşterek yanı olmakla birlikte, o tefsirin farklı yanını da teşkil eden bir
takım hususiyetlerinin de bulunacağı tabii bir durumdur. Bu açıdan diğer
tefsirler ile her hangi bir karşılaştırmaya girmeyi burada gerekli görmeksizin,
sadece Kurtubî'nin tefsir ederken izlediği yola dair açıklamalarda bulunmakla
yetinmek istiyoruz.
[258]
Kurtubî, Tefsiri'ne 100 sahifeyi aşkın bir Mukaddime
ile başlamaktadır. Bu mukaddimesinde Kurtubî, Kur'ân-ı Kerim'in faziletleri,
tilâvet keyfiyeti, Kur'ân-ı Kerim'in i'râbı öğretilmesi, Kur'ân tefsiri ve
müfessirlerinin fazileti, Kur'ân okuyan ve Kur'ân hafızının uyması gereken
hususlar, mücerred re'ye dayanarak tefsir, Kitabın Sünnet ile beyan edilmesi,
yüce Allah'ın Kitabının ve Peygamberinin Sünnetinin öğrenilmesi keyfiyeti,
"Kur'ân-ı Kerim'in yedi harf üzere indirildiği" meselesi, yedi
kıraatin bu yedi harfle ilişkisi, Kur'ân-ı Kerim'in derlenmesi, sûrelerinin
tertibi, âyetlerinin sıralanışı, harekelenmesi, noktalanması, hizblere, onarlı
âyetlere ayrılması (ta'şîr), harflerinin, cüzlerinin, kelime ve âyetlerinin
sayısı, sûre, âyet ve harfin anlamı, Kur'ân-ı Kerim'de Arapçadan başka
kelimelerin bulunup bulunmaması, Kur'ân'ın i'cazı ve mucizede aranan şartlar,
Kur'ân sûrelerinin faziletine dair uydurulmuş bir takım hadislere dikkat
çekmesi, Hz. Osman'ın çoğalttığı mushafa muhalefet edenlerin kanaatlerinin red
edilmesi, istiâze ve besmele gibi konulara dair ilmî ve doyurucu açıklamalar
vermektedir.
Mukaddimesinden sonra Fatiha sûresinden başlayarak
tefsirine geçmektedir. Kurtubî, yalnızca Fatiha sûresinin tefsirini bablara
(bölümlere) ve bu bölümleri de alt başlıklara ayırarak açıklamaktadır. Diğer
sûrelerin âyetlerini açıklarken ise yerine göre bir ya da birkaç âyet-i
kerimeyi ard arda zikreder ve tefsirlerini yapar. Eğer nüzul sebebi ile ilgili
rivayet tesbit etmiş ise bunları da kaydeder.
[259]
Kurtubî birçok sûrenin başında sûrenin özelliklerine,
niteliklerine, iniş dönemine, nüzul sebebine, faziletine ve buna benzer çeşitli
hususlara dair sûre ile ilgili genel bir takım hususlara malumat vererek
sûrelerin tefsirine başlamaktadır.
Sûreye bir çeşit mukaddime mahiyetindeki bu bilgileri
Fatiha sûresinden ayrı olarak Bakara Sûresinin, Nisa sûresinin, Mâide
sûresinin, En'âm sûresinin ve daha benzeri birçok sûrenin başında verdiğini
görüyoruz. Diğer taraftan - meselâ Âl-i İmran Sûresinde olduğu gibi - ilk
âyetlerin tefsiri sırasında da bu kabilden bilgileri verdiğine şahit oluyoruz.
A'râf Sûresinde Mekke'de indiğini ve sekiz âyetinin
bundan müstesna olduğunu belirtir ve Hz. Peygamber'in A'râf sûresini akşam
namazında ikiye bölerek okuduğunu zikreder.
Enfâl Sûresinin başındaki bilgilerde sadece sûrenin
iniş yeri ve zamanını tahdit edip Medine'de inmemiş olan âyet-i kerimelere dair
İbn Abbas'dan bir rivayeti zikretmekle yetinir.
Tevbe Sûresinde de ittifakla Medine'de indiğini kaydettikten
sonra, hemen sûrenin âyetlerinin tefsirine geçer. Birinci başlığı ise sûrenin
isimleri ile ikinci başlığı da başında besmelenin yer almaması ile alakalı
olarak verdiği bilgilerle Tefsirini sürdürür.
Bu kabilden kimi yerde genişçe kimi yerde kısaca
sûrelerin başındaki mukaddimeler yer almakla birlikte, Hicr Sûresi, Enbiyâ
Sûresi, Mü'minûn Sûresi gibi Mekki mi Medeni mi olduğuna dair açıklamaları
dışında hiçbir açıklama ve mukaddimede bulunmaksızın sûrelerin âyet be âyet
tefsirine geçtiğini de görürüz.
[260]
Kur'ân-ı Kerim'in sûre ve âyetleri arasında belli bir
ilişkinin bulunup bulunmadığı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bir
görüşe göre böyle bir ilişki vardır ve ilişki göz önünde bulundurularak,
Kur'ân'ın sûre ve âyetleri ilahi hikmete mebni olarak tertib edilmiştir. Bu
görüşün karşısında Kur'ân-ı Kerim'in yirmi üç yılda nazil olmuş bir kitap
olması hasebi ile onun değişik zamanlarda nazil olmuş sûre ve âyetleri arasında
böyle bir münasebet aramak gereksiz yere yorulmaktır, diyen bir görüş de
bulunmaktadır.
[261]
Müfessirimiz merhum Kurtubî'nin, Tefsiri'nde bu
mevzua çokça yer vermemekle birlikte bunu büsbütün ihmal etmediğini de
görüyoruz.
Ancak sûrelerin biribirleri ile ilişkisi konusunda
açıklamalarda bulunmayı ihmal eden Kurtubî âyetler arası ilişkiye işarette
bulunmayı ihmal etmemiştir.
Kurtubî, bunu her âyette yapmaz. Genelde âyetlerin
birbirleri ile münasebetlerine işarette bulunduğu yerleri tetkik edecek
olursak, şöyle bir sonuca varmamız mümkündür: Kurtubî özellikle bu âyet-i
kerimelerin şu âyet-i kerimelerden sonra gelmesindeki hikmetin anlaşılmasının,
vasat bir okuyucu için zor olduğunu kabul ettiği yerlerde buna temas etmiştir,
diyebiliriz.
Bu kısa açıklamadan sonra Kurtubî'nin bu gibi
değinmelerine birtakım örnekler vererek konuya açıklık getirmemiz yerinde
olacaktır. Meselâ, Bakara sûresinin altıncı âyet-i kerimesini tefsir ederken:
"Yüce Allah, müminleri ve onların hallerini sözkonusu ettikten sonra
kâfirleri ve onların akıbetini söz-konusu etmektedir" diyerek, önceki beş
âyet-i kerime ile bundan sonra gelecek âyet-i kerimelerin aralarındaki
ilişkiye işaret ettiğini görüyoruz.
[262]
Daha sonra ise iman edip salih ameller işleyenlere
müjdeyi ihtiva eden 25. iyet-i kerimenin tefsirine başlarken de birinci
başlıkta şunları söylemektedir: *Aziz ve celil olan Allah, kâfirlerin
görecekleri cezayı sözkonusu ettikten sonra müminlerin de karşı karşıya
kalacakları mükâfatları sözkonusu etmektedir."
[263]
Bu sözleri ile görüldüğü gibi Kurtubî, bu âyet-i
kerime ile önceki âyetler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır.
En'âm sûresinin 141. âyet-i kerimesini açıklarken de
ikinci başlığın son-.annda, şu sözleri ile bu âyet-i kerimenin kendisinden
önceki âyet-i kerime-erle ilişkisini açık ifadelerle şöylece dile
getirmektedir: "Bu buyruğun önceki buyruklarla ilişki yönü şudur:
Kâfirler Allah'a iftirada bulunup, O'nunla beraber başkalarını ortak koşarak
helal ve harama dair hükümler koyunca yüce Allah, onlara her şeyi yaratanın
kendisi olduğunu ve bütün bu eşyayı onlar rızık olarak yaratmış olduğunu
belirterek vahdaniyetini delilleri ile gösterdi."
[264]
Yine En'âm sûresinin 161-163- âyet-i kerimelerini
açıklarken daha önceki âyet-i kerimelerle ilişkilerine şöylece işaret
etmektedir: "Yüce Allah, kâri derin tefrikaya, ayrılığa düştüklerini
beyan ettikten sonra (burada Peygam-cerine) yüce Allah'ın kendisini İbrahim'in
dini olan dosdoğru dine ilettiği--.: (söylemesini emr ettiğini) beyan
etmektedir."
[265]
Yüce Allah'ın Tebûk Gazvesinde geri kalan ve tevbeleri
kabul edilen üç müslümanın halini sözkonusu ettiği et-Tevbe, 9/118. âyetin
tefsirinden sonra 119- âyet-i kerime olan: "Ey iman edenler! Allah'dan
korkun ve sâdıklarla birlikte olun" âyetinin tefsirini yaparken, birinci
başlıkta şunları söylemektedir: "Yüce Allah'ın: "Ve sâdıklarla
birlikte olun" buyruğunun yer alması, doğruluğun kendilerine fayda
sağlayıp kendilerini münafıkların konumundan uzak tuttuğu o üç kişinin
kıssasından sonra, gerçekten güzel bir münasebettir."
[266]
Mâide sûresinde yüce Allah, İsrâiloğulları ile Hz.
Musa'nın başından geçmiş ve zorba bir kavmin bulunduğu bir beldeye girme
emrini verişini ihtiva eden buyruklarını açıkladıktan sonra yer alan ve Âdem
(as)'ın iki oğlunun yüce Allah'a bir kurban sunmaları ile ilgili olayı sözkonusu
eden 27. âyet-i kerimeyi de açıklamaya başlarken şunları söylemektedir:
"Bu âyet-i kerimenin önceki buyruklar ile ilişki
yönü şudur: Yüce Allah, yahudilerin zulmünün, ahit ve misaklarını bozmaları,
Âdem'in oğullarından birisinin kardeşine zulmüne benzediğine dikkat çekmektir.
Yani: Bu yahu-diler "Ey Muhammed, seni öldürmek istemiş olsalar bile şunu
bilki, senden öncede peygamberleri öldürdüler. Kabil de Habil'i öldürdü ve
kötülük esasen eski dönemlerden beri varolagelmiştir..."
[267]
Görüldüğü gibi Kurtubî, bu gibi yerlerde de normal
bir Kur'ân ve tefsir okuyucuları arasından âyetler arası ilişkiyi tesbit
etmekte zorlanabilecek kimselerin dikkatini böylelikle bu ilişkiye çekmektedir.
Kurtubî, bazen bir âyetin kendi lafızları arasındaki
lafız ve mana ilişkisine de dikkat çekmektedir. Meselâ er-Ra'd sûresi ikinci
âyet-i kerimesini açıklarken şunları söylediğini görüyoruz: "... Yani
bütün bunları yaratmaya gücü yeten, bunları tekrar yoktan var etmeye de
kadirdir. İşte bundan dolayı (âyetin sonunda): "Rabbinize kavuşacağınıza
kesin olarak inanasınız diye" diye buyurmaktadır."
[268]
el-Mülk sûresinin 19. âyet-i kerimesi olan:
"Üstlerinde sıra sıra dizilip kanatlarını açıp kapayan kuşları görmediler
mi?.." âyetini açıklarken de önceki buyruklarla ilişkilerine: "Yani
yüce Allah, yeryüzünü insanoğlunun emrine verdiği gibi havayı da kuşlara uygun
şekilde yaratmıştır"
[269]
sözleri ile işaret etmektedir.
[270]
Kurtubî'nin tefsir ederken üzerinde önemle durduğu
hususlardan birisi de âyet-i kerimelerin tersin ile ilgili olarak tarihî
olayları ve konu ile ilgili hadisleri de serdetmesidir. Âyet-i kerimelerin-
tefsiri ile ilgili olarak hadisleri zikretmesine dair örneklere çok sık
rastlamak mümkün olduğundan dolayı, sadece tefsirini yaptığı âyetler arasında
bir takım tarihî olaylara atıfta bulunan ya da daha kolay anlaşılabilmeleri
için bir takım tarihî -dar anlamda da Hz. Peygamber'in Sireti ile ilgili-
olayları zikrettiğini ve böylelikle âyetlerin daha rahat anlaşılması için
gerekli olan şekilde arka planı açıklığa kavuşturmaya gayret ettiğini
görüyoruz.
Hz. İbrahim'in Beyt-i Haram'ın yanında ekin bitmeyen
bir vadide zürri-yetinin bir bölümünü yerleştirdiğini dile getirdiği duasını
hatırlatan İbrahim, 14/37. âyet-i kerimesini açıklarken Buhârî'nin İbn
Abbâs'dan rivayet etmiş olduğu hadisi zikreder. Bu hadis, Hz. İbrahim'in oğlu
İsmail ile birlikte hanımını orada yerleştirmesini, Hz. İsmail'in annesinin
azıkları tükenince Safa ile Merve arasındaki gidip gelmesini (Say'ini), Zemzem
kuyusunun ortaya çıkartılmasını sözkonusu eder. Kurtubî, bu hadisi zikrederek
âyet-i kerimenin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak böyle bir tarihi olayı
sahih rivayetlere istinaden açıklamayı ihmal etmemektedir.
[271]
Kurtubî, ilk şehid olan kadının ve ilk şehid olan
erkeğin, müslüman olduklarını ilk olarak açıklayanların kimliklerini ve
bunlarla ilgili birtakım tarihî olayları sözkonusu ettiği gibi[272]
Kur'ân-ı Kerim tarihi ile de yakından ilgisi bulunan Kur'ân-ı Kerim'den ilk
olarak nazil olan buyrukları
[273]
sûre olarak son nazil olan buyrukları
[274]
oldukça erken dönemde inen âyet ve sûreleri
[275]
Medine'de ilk inen sûrenin hangisi olduğunu bildiren görüşleri
[276]de
nakletmektedir.
Bunun yanında bazı sûrelerin çeşitli yerlerinde o
sûreler ile ilgisi bulunan bir takım vakıalara temas ettiğini de görüyoruz.
[277]
Burada Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerim'in tarihi ile ilgili çeşitli bilgileri
özellikle Mukaddimesinde vermeyi ihmal etmediğini de hatırlamalıyız.
[278]
Kurtubî aynı zamanda âyet-i kerimeler ile ilgili
açıklamaları yaparken yeri geldikçe ve gerek gördükçe Hz. Peygamber'in Siretine
ve onun döneminde cereyan eden bir takım olaylara temas etmeyi de âyet-i
kerimelerin anlaşılması, arka planlarının ortaya çıkarılması açısından önemli
kabul eder ve bunlar üzerinde de yeterli bir şekilde durur. Buna dair bazı
örnekleri görelim:
Enfâl sûresinin baş taraflarının Bedir gazvesi ile
ilgili olduğu bilinen bir husustur. O bakımdan Kurtubî de yeri geldikçe bu
gazvenin tafsilatına dair sağlam kaynaklara dayanarak ve Tefsiri'nin bütünlüğü
içerisinde açıklamalarda bulunmaktadır. Savaşın hazırlayıcı sebebleri, savaşta
cereyan eden olaylar ile çeşitli merhalelerine dair açıklamalar ile birlikte;
[279]
savaşın sonuçları ve neticesinde alınan ganimetler ve ganimetlerin
paylaştırılması ile ilgili hususları da aynı sûrenin 41. âyet-i kerimesini
tefsir ederken ele aldığını görüyoruz.
[280]
Yine başka bir yerde Kur'ân-ı Kerim'de Bedir Gazvesi
ile ilgili açıklamalarda bulunulması dolayısı ile tekrar Bedir Gazasından ve
genel olarak da Hz. Peygamber'in katılmış olduğu gazalardan söz ettiğini
görüyoruz.
[281]
Yine aynı sûrenin 121. âyet-i kerimesinden itibaren
de âyet-i kerimelerin Uhud gazasına atıfta bulunması dolayısı ile Uhud
gazvesini sözkonusu ettiğini ve buna dair geniş açıklamalarda bulunduğunu
görmekteyiz.
[282]
el-Ahzab sûresinin 9- âyet-i kerimesi dolayısı ile de
bir adı Ahzab olan Hendek Gazvesi ve onun akabinde de Kurayzaoğullan gazvesi
ile ilgili genişçe açıklamalarda bulunmaktadır. Önce bu gazanın tarihinin
tesbiti ile işe başlamakta, arkasından Hendeğin kazılması, Kureyşlilerin ve
müttefiklerinin Medine'ye doğru gelmeleri, bu gelişten sonra aralarında
cereyan edenler, bu arada Medine'de müslümanların ve müslüman olmayanların
yahudilerle münafıkların durumları, Nuaym b. Mes'ud'un Medine'yi kuşatanların
maneviyatlarını kırmak üzere uyguladığı taktikleri, muhasaranın kaldırılması
ve bunun sebebleri; daha sonra da Kurayzaoğullarının üzerine gidişi, bu gazanın
neticesi, Hendek Gazvesinde şehid düşenler ve buna benzer daha pekçok ayrıntıyı
yerine göre sağlam hadis kaynaklarından ve yerine göre de güvenilir siretlere
ve siret bilginlerine istinaden açıklayıp oldukça doyurucu bilgiler
vermektedir.
[283]
Daha sonraki birkaç âyet-i kerime de esasen bu konu
ile ilgili olmakla birlikte bu çerçevedeki bilgileri, bu âyet-i kerimeyi
tefsir ederken vermesi dolayısı ile daha sonraki âyet-i kerimeleri tefsir
ederken anlaşılmaları için gerekli açıklamalar ile yetindiğini görüyoruz. Bu
açıklamaları daha önceki âyet-i kerime dolayısıyla vermesine sebeb teşkil eden
hususlar arasında birbirine sıkı sıkıya bağlı bulunan olayların serdedilmesi
esnasında anlatımı kesmemek düşüncesi de vardır.
Siret-i Nebeviyenin en önemli olaylarından birisi de
hiç şüphesiz Hudey-biye musalahasıdır. Kur'ân-ı Kerim'in bu musahalaya da özel
bir değer vermesi ve onu; "Apaçık bir fetih: Feth-i mübîn" diye
adlandırması dolayısı ile bundan söz eden âyet-i kerimeleri tefsir ettiği
sırada da Kurtubî, bu husus ile ilgili geniş açıklamalar vermeyi ihmal
etmemektedir. Bu sûrede Hudeybiye musalahası dışında çeşitli olaylara da
atıflarda bulunduğundan dolayı, yeri geldikçe Kurtubî'nin adeti üzere bu
hususlara dair etraflı ve güzel açıklamalar verdiğini görmek şaşırtıcı
değildir.
[284]
Hudeybiye musalahasının bozulmasının sebebi bilindiği
gibi Kureyşlile-rin ve onların müttefikleri olan Bekroğullarının antlaşmayı
ihlal ederek Hz. Peygamber'in müttefiki olan Huzaalılara bir baskın
düzenlemeleridir. İşte Kurtubî bu olaya yani Hz. Peygamber ile Kureyşliler
arasındaki Hudeybiye musalahasının bozulmasına sebeb teşkil eden vakıaya
et-Tevbe sûresinin ikinci âyet-i kerimesini tefsir ederken yer vermektedir.
[285]
Esas itibari ile Kur'ân-ı Kerim'in çok büyük bir
bölümü Hz. Peygamber'in sireti ile yakından irtibatlı bulunduğundan dolayı
Kurtubî'nin bu gibi konulara temas etmesini garip karşılamadığımız gibi, bütün
bu olaylara ait gönderme ve açıklamaları tek tek sıralamak da böyle bir
çalışmanın elbetteki sınırlarını çok aşar. O bakımdan Hz. Peygamber'in
hayatındaki belli başlı bir takım olaylara temas etmeyi kıstas aldığımız bu
hatırlatmalarda Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerim'in ışığı altında yeri geldikçe Tebûk
gazvesine dair de oldukça etraflı açıklamalarda bulunduğunu hatırlatmakla
yetiniyoruz.
Gerçekten de Kurtubî, bizleri, Kur'ân-ı Kerim'in
gerek müslümanların gerek Medine'deki müslüman olmayan unsurların Medine
çevresinin itikadi, ahlâkî, ruhî hatta iktisadi ve siyasi durum ve tavırlarını
oldukça kapsamlı bir şekilde ele alan bir sûre olan et-Tevbe sûresinde yeri
geldikçe Hz. Peygamber'in hayatının oldukça büyük önem taşıyan ve hayatının
sonlarına denk düşen bu zaman dilimi ile ilgili son derece etraflı ve yoğun
bilgilerle karşı karşıya bırakmaktadır. Tebûk gazvesi eksenli verilen oldukça
etraflı ve kıyamete kadar gelecek müslümanlara yol gösterici bilgilerin sûrenin
geneli içerisinde ser-piştirilmesi dolayısı ile Kurtubî'nin de yeri geldikçe
âyet-i kerimeleri eksen alarak Siretin bu önemli bölümüne dair doyurucu,
etraflı, sahih ve sağlam bilgiler vermektedir. Hemen hemen sûrenin geneli ve
buna bağlı olarak da bu sûrenin tefsirinin tamamı bu özelliği taşıdığından
dolayı ayrıca belli bir takım yerlere atıfta bulunmaya da gerek görmüyoruz.
[286]
Kurtubî Tefsirini telif ederken izlediği yola dair
bir dereceye kadar açıklık getirmeye çalıştığımız bu satırlarımızda, onun,
âyetlerin ihtiva ettiği fıkhî hükümlere özel olarak temas ettiğini, bunlara
oldukça geniş ve önemli bir yer ayırdığını söylemeye ayrıca gerek görmüyoruz.
Kurtubî âyetlerin fıkhi hükümlerini açıklamaya o derece önem vermektedir ki,
kimi ilim adamları onun gereksiz kıssa ve tarihi bilgileri bir kenara
bırakarak bunların yerine Kur'ân ahkâmını ve delillerin istinbatını mevzubahis
etmesi dolayısı ile tefsirini överken
[287]
kimi ilim adamı da "bazen âyetler ile ilişkisi olmayan fer'î fıkhî
meselelere dair deliller getirip muhalif kanaate sahip olanların delillerine
cevap vermek sureti ile" oldukça geniş parantezler açtığını ileri sürerek
[288]
tenkidlerde bulunurlar.
Kurtubî'nin bu tutumunu ister takdir edenlerden
olalım, ister eleştirenlerden olalım her halükârda karşı kanaati savunanlarla
ittifak ettiğimiz nokta şu olacaktır: Kurtubî ahkâm âyetleri ile ilgili fıkhî
meselelere dair yaptığı açıklamalar ile en azından mezhebler arası mukayeseli
İslâm hukukuna oldukça önemli hizmetlerde bulunmuştur. Kur'ân âyetlerinin
fıkhî veya ahkâm âyetlerinin tefsiri konusunda da oldukça önemli bir hizmet
ifa etmiştir. Bu konuda onun tefsiri gerçekten müstağni kalınamayacak abidevi
bir kaynak özelliğini taşımaktadır.
Evet Kurtubî'nin bu şekilde ahkâm âyetlerine dair
yaptığı açıklamaları ister yerinde görerek savunalım, ister gereksiz ve tefsir
için oldukça geniş açıklamalar olarak değerlendirelim her halükârda
Kurtubî'nin yaptığı açıklamaların oldukça yüksek bir ilmi değer taşıdığını itiraf
eder ve kabul ederiz.
Kurtubî'nin Tefsiri'nin her bir kaç sahifesinde en
azından bu türden açıklamalar rahatlıkla bulunabileceğinden dolayı bu hususa
da ayrıca örnek vermeyi gereksiz görüyoruz.
[289]
Kurtubî'nin tefsir yaparken izlediği yolu belirleme
çerçevesinde son olarak yeri geldikçe kendi kanaatini "Kultu (Derim
ki...)" diyerek belirttiği, yahut bir tercihini yada konu ile ilgili bir
araştırmasının, tahkikinin neticesini dile getirdiği noktalara da değinmemiz
faydalı olacaktır. Bu kabilden pek çok örneğe hemen hemen her âyet-i kerimenin
tefsirinde birkaç defa rastlama imkânımız olmakla birlikte, Kurtubî'nin ilmî
şahsiyet ve yetkinliğini, Tefsiri'nin de önemli bir özelliğini yansıtması
dolayısıyla bu konuda birkaç karakteristik örnek vermeyi de yerinde görüyoruz:
Meselâ; Bakara Sûresi'nin 159. âyeti, Allah'ın
Kitab-ı Keriminde insanlara beyan ettiği apaçık belgelerle hidayeti gizleyen
kimselerin cezasını bildirmeye dairdir. Bu âyet-i kerime ile ilgili
açıklamaları ve Ashâb-ı Kiramın önemli şahsiyetlerinden gelen bir takım
rivayetleri ve hadisleri zikrettikten sonra, âyet-i kerimenin manası ile ilgili
olarak yaptığı tahkik sonucu ulaştığı neticeyi şöylece dile getirmektedir:
"İlim adamı eğer ilmi gizlemeyi kastetmiş ise,
bundan dolayı asi olur. Öyle bir kastı yoksa, eğer bu bilgiye başkasının da
sahip olduğunu biliyor ise, o bilgiyi tebliğ etmekle yükümlü değildir. Bu
konuda kendisine soru sorulana gelince, bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif
dolayısıyla tebliğde bulunması icabeder..."
[290]
Daha sonra 161 ile 162'nci âyet-i kerimeye dair
açıklamalardan sonra da bu âyet-i kerimeyle anlatılmak istenenleri şöylece
tesbit etmektedir: "... böyle birisine Kıyamet gününde insanların lanet
etmeleri, o kimsenin bundan dolayı etkilenmesi, zarar görmesi ve kalbinin elem
duymasıdır. O vakit bu, onun küfrünün bir cezası olur. Nitekim yüce Allah:
"Sonra Kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr eder, kiminiz kiminize
lanet eder" (el-Ankebût, 29/25) diye buyurmaktadır. Bu görüş (ümüz) e de âyet-i
kerimenin, yüce Allah'ın onların lanetleneceklerine dair haber vermesi -bunu
emretmesi değil-delil teşkil etmektedir..."
[291]
Bu iki örnekte de görüldüğü gibi Kurtubî, belli bir
araştırma sonucu ve bir takım delillere dayanarak âyet-i kerime ile ilgili
görüşlerin ifade edebilecekleri doğru ve nihai manayı ortaya koymaya gayret
etmektedir ki, bu bir müfessir için oldukça önemlidir ve tefsir telif edenden
beklenen bir çabadır.
Kurtubî, âyet ile ilgili açıklamalarda bulunurken,
münasebet dolayısı ile çeşitli müelliflerden nakillerde bulunmaktadır. Ancak,
yaptığı bu nakilleri tah-kiksiz ve gözü kapalı bir şekilde aktaran kuru bir
nakilci değildir. Yeri geldikçe bu nakillerdeki eksikliklere yada
yanlışlıklara da temas eder. Meselâ, kısası emreden Bakara suresi 178'nci
âyet-i kerimeyi tefsir ederken, 10'ncu başlıkta İbnü'l-Arabî'den bir nakilde
bulunmakta ve İbnü'l-Arabî'nin naklettiği bir hadis hakkında
"zayıftır" hükmünü verdiğini belirtmektedir. Ancak Kurtubî,
İbnü'l-Arabî'den yaptığı bu nakili bitirdikten sonra şunları söylemektedir:
"Derim ki: İbnü'l-Arabî'nin sahih olduğu halde
zayıf olduğunu belirttiği bu hadisi, Nesaî ve Ebû Davud rivayet etmiş olup,
hadisin metninin tamamı şu şekildedir..." Daha sonra Kurtubî, Buharı'nin
şu sözlerini nakletmektedir: "Ali İbnü'l-Medinî'den: el-Hasen'in,
Semura'dan hadis dinlediği sahihtir ve O, bu hadisi delil almıştır."
Buharî (devamla) der ki: "Ben de bu kanaatteyim." Sonra, hadisin
sahih olduğuna dair kanaatini teyid etmek üzere de şunları söylemektedir:
"Eğer bu hadis sahih olmasaydı, bu iki büyük imam da bu kanaatte olmazdı.
Onlar ise (delil olarak) yeterdir."
[292]
İbnü'l-Arabî'nin, Maliki mezhebinde oldukça otoriter
bir ilim adamı olduğu, kendisinden sonra gelenlerin, onun görüşlerine,
tahkikine itibar ettiği bilinen bir husustur. Kurtubî de İbnü'l-Arabî'nin ilmî
şahsiyetini büyük ölçüde takdir etmekle, hatta ona saygı duymakla birlikte;
burada ve daha pek çok yerde görüldüğü gibi, İbnü'l-Arabî'den delile istinad
ederek farklı kanaat belirtme yolunu seçmesi onun, ilme ne kadar saygılı
olduğunu, ilmî esaslara ne derece itibar ettiğini göstermeye yeterlidir.
Az önce de belirttiğimiz gibi, sık sık Kurtubî'nin,
"derim ki" ve benzeri ifadeler ile bir takım tahkikleri ve özel
görüşlerinin hatta içtihadlarının yer aldığına kolaylıkla rastlamak mümkün
olduğundan, biz sadece farklı özellikler taşıyan bu kabilden tahkik, görüş ve
incelemelerini dile getirdiği bu örnekleri zikretmekle yetinmek istiyoruz.
Bundan sonra "Kurtubî'nin Tefsiri'nde kullandığı
kaynaklar"a imkânlarımız çerçevesinde ışık tutmaya gayret edeceğiz.
[293]
Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen kişi, lıerşeyden önce
birçok ilim dalından söz eden, onların temel meseleleriyle ve çoğu yerde
oldukça teferruat kabilinden konularıyla ilgilenen, bunlara el atan büyük bir
"îslâmî İlimler Ansiklopedisi" ile karşı karşıya bulunduğunu görür;
bunu farketmekte gecikmez. Kur-tubî'nin, gerek müellif ve kitap ismi ile
birlikte atıfta bulunduğu kaynakları, gerekse de müellif ismini vermekle
yetindiği kaynakları bütünüyle tesbit etmek ve bunların tam bir listesini
çıkarıp ismen saymak dahi başlı başına bir iştir ve hiç şüphesiz böyle bir
liste oldukça kabarık bir yekûn tutar.
O bakımdan, Kurtubî Tefsiri'nin kaynakları ile ilgili
vereceğimiz bu bilgilerin, Kurtubî'nin yararlandığı bütün kaynakları kapsamak
gibi bir iddiası yoktur. Ancak, Kurtubî'nin muazzam Tefsiri'ni vücuda
getirirken başvurduğu ve çeşitli İslâmî ilimlere dair kaynaklarının önemli
olanlarını tasnif ederek sıralamaya, bu eserlere ve müelliflere dair oldukça
özlü bilgiler vermeye gayret edeceğiz. Yer yer sadece bir örnek teşkil etmek
üzere Kurtubî'nin bu kaynaklardan nerelerde nakillerde bulunduğunu zikretmeye
çalışacağız.
Bununla birlikte bu kabilden göndermeleri, Kurtubî'nin
nisbeten daha az nakilde bulunduğu eserlere tahsis edecek, Taberî, İbn Atiyye,
İbnü'l-Arabî gibi kendilerinden çokça nakilde bulunduğu tefsirler ile İbn
Abdi'l-Berr'in "et-Temhid" ve "el-İstizkâr"ı gibi hadis
fıkhına dair eserler ve İbnü'l-Münzir'in "el-İşraf" adlı eserinden,
el-Cevherî'nin "SıhalV'ından ve daha başka çeşitli İslâmî ilimlere dair
olup sıkça nakillerde bulunduğu kaynaklardan, nerelerde nakiller yaptığını
örneklendirme yoluna gitmeyeceğiz.
Kurtubî'nin yararlandığı kaynakları sıralamaya
geçmeden önce Kurtubî'nin, kaynaklardan nakillerde bulunurken izlediği yol ile
ilgili bir iki hususu hatırlatmamız yerinde olur:
1-
Kurtubî, genellikle nakilde bulunduğu kaynakların ya kaynak adını yahut
müellifinin adını zikrederek, yada her ikisini bir arada belirterek nakilde
bulunur. Kaynağa atıfta bulunurken, yerine göre kaynağın adını başta zikreder,
kimi zaman da nakli yaptıktan sonra "filan bunu zikreder" diye kaynağını
belirtir.
2-
Kurtubî,
yerine göre dolaylı olarak nakillerde de bulunur. Yani, nakilde bulunduğu
kaynak, görüşü kime nisbet etmişse o da o kaynağa tabi olarak o görüşü ona
nisbet eder. Özellikle İbn Abdi'1-Berr ve İbn Münzir'den ve benzerlerinden
yaptığı nakiller böyledir.
3-
Kurtubî, nadiren de olsa nakilde bulunduğu kaynağın adını vermez. Bu türden
kaynak adını vermediği yerlerdeki malumat çoğunlukla -o dönemin şartlan
içerisinde- bilinen ve ayrıca kaynak ile teyidine gerek olmayan bilgiler
türündendir.
4-
Kurtubî, bir ilim adamı olma sıfatıyla her zaman yaptığı nakilleri olduğu gibi
benimsemeyebilir. Yerine göre bu kanaatlere katılmıyorsa, bir ilim adamının
nezih bir üslûbu ile tenkid eder. Yada kimi zaman -İbnü'l-Arabi'den yaptığı
nakillerde bazan görüldüğü gibi- haksızca gördüğü birtakım kanaatleri tashih
etme yoluna da gider.
Kurtubî'nin kaynaklardan yararlanma yöntemi ile
ilgili bu genel çerçeveyi ortaya koyduktan sonra, Kurtubî'nin kaynaklarını
belli bir tasnife tabi tutarak gözden geçirmeye çalışalım:
[294]
Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen bir kimsenin
Kurtubî'nin, iyi bir tefsirde aranan özelliklere dair kanaati ile ilgili
birtakım ipuçları da yakalayabilir. Kurtubî'nin, tefsir yaparken verdiği
bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, iyi bir Kur'ân tefsirinin tarih boyunca
Kur'ân-ı Kerim âyetleri çerçevesinde ortaya çıkmış farklı görüşleri, çeşitli
tartışmaları, yada farklı görüş ve çeşitli tartışma guruplarının görüşlerini
teyid etmek için delil olarak gösterdikleri Kur'ân âyetlerini nasıl ele
aldıklarını ve ne şekilde delil kullandıklarını ortaya koymakla birlikte;
bunların haklılık oranını da tesbit edebilecek ve buna bağlı olarak Kur'ân-ı
Kerimin tefsirini ilahi maksada en yakın bir şekilde ortaya koyup tesbit
edebilecek bir çabayı harcaması gerektiği kanaatinde olduğunu söyleyebiliriz.
O bakımdan Kurtubî, Kur'ân-ı Kerim çerçevesinde
ortaya çıkmış tefsir, Kur'ân tarihi ve kıraate dair eserler ile Kur'ân-ı
Kerim'in belli özellikteki bir takım lafızlarını açıklamayı hedef alan
Garîbu'l-Kur'ân'a dair yazılmış eserlerden de bolca istifade ettiğini
görüyoruz.
[295]
Kurtubî, dönemine kadar yazılmış tefsirleri
gruplandıracak olursak, bunları rivayet tefsirleri, dirayet tefsirleri ve
işarî tefsirler olmak üzere üç gruba ayırmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Kurtubî, Tefsiri'ni telif ederken bu kabilden yararlandığı tefsirleri
sıralamaya çalışalım:
[296]
Dr. Mustafa İbrahim'in genel olarak Endülüs'lü tefsir
alimlerinin rivayetle tefsir (diğer adı ile et-tefsir bi'l-me'sur)e dair şu
değerlendirmesini, özel olarak Kurtubî hakkında da geçerli kabul edebiliriz:
"(Endülüslü müfessirler) rivayet ile tefsire
dayanmış ve itimad etmişlerdir... O bakımdan Kur'ân-ı Kerim (âyetleri) ve sahih
hadisler ile açıklamalarını de-lillendirmiş, zayıf ve uydurma hadislere dikkat
çekmişlerdir. Ancak onlar çoğunlukla hadisleri senedlerini belirtmeksizin ya
alındıkları hadis kaynaklarını zikretmeksizin kaydederler. (Burada Kurtubî'nin
farklı bir yol izleyerek hadislerin kimi zaman senedini zikrettiğini ve oldukça
yüksek bir nisbette de . hadislerin yer aldıkları kaynakları belirttiğini
hatırlatmamız ve Kurtubî'nin bu konuda bir istisna teşkil ettiğini söylememiz
gerekir. -M. B. Eryarsoy-) Bundan sonra (Endülüslü müfessirler) sahabe ve
tabiîn görüşlerine (tefsirlerinde) dayanır ve bu görüşleri diğer müfessirlerin
görüşleri ile birlikte bir arada zikrederler. Arkasından da delilin
desteklediği ve karinelerin güçlendirdiği görüş hangisi ise onu tercih
ederler."
[297]
Hiç şüphesiz Kurtubî'nin de daha sonraki
müfessirlerin de en güvenilir ve en büyük kaynaklarından birisi "Taberî
Tefsiri" diye de meşhur olan Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd
et-Taberî (224-310 / 839-922)nin "Câmiu'l-Beyân An Tevili
Âyi'l-Kur'ân" adını taşıyan tefsiridir.
Kurtubî'nin bu tefsirden çokça yararlandığını
görüyoruz. Taberî ve tefsirini tefsir tarihindeki yeri ve önemini bilenler
için bunun garipsenecek bir tarafı da yoktur. Çünkü Taberî: "İnsanların
ellerinde bulunan tefsirlerin en sahili olanıdır. O geçmişlerin görüşlerini sabit
senetleri ile birlikte zikreder. Tefsirinde herhangi bir bid'at olmadığı gibi
(rivayeti ile) itham altında bulunan kimselerden de rivayette bulunmaz."[298] O
bakımdan Kurtubî'de bu tefsirden en güzel bir şekilde yararlanmanın örneklerini
kolaylıkla görebiliriz.
[299]
Semerkand'lı büyük ilim adamı Ebu'1-Leys
es-Semerkandî'nin "Bahru'l-Ulûm" adlı eseri müellifimiz imam
Kurtubî'nin yer yer istifade ettiği, atıflarda bulunduğu önemli rivayet
tefsirleri arasında yer alır. Kâtip Çelebi 'nin belirttiğine göre "bu
kitap oldukça meşhur, latif ve faydalı bir eserdir. Hadis-lerini Şeyh Zeyneddün
Kasım.b. Kutluboğa (879 / 1474) tahrîc etmiş ayrıca İbn Arab Şah diye bilinen
Ahmed bin Muhammed (854 / 1450) tarafından da Türkçe'ye tercüme
edilmiştir."
[300]
Doğum tarihi tesbit edilemeyen Ebu'1-Leys
es-Semerkandî 11 Cumadelâ-hire 393 (17 Nisan 1003) tarihinde vefat etmiştir.
[301]
Kurtubî'nin Ebu'1-Leys es-Semerkandî'nin Tefsiri
"Bahru'l-Ulûm"dan çokça nakillerde bulunduğu söylenemez.
[302] Bir
defaya mahsus olmak üzere de "el-Büstan (Büstanu'l-Ârifîn)" adlı
eserinden de nakilde bulunduğunu görüyoruz.
[303]
Ebû İshak Ahmed b. İbrahim es-Sa'lebî (427 / 1036)
tarafından telif edilmiş bu tefsirin birçok yönden meziyeti ve üstünlüğüne
rağmen özellikle rivayetleri nakletmekteki gelişigüzel tutumu dolayısı ile
tenkide uğradığı gibi; pekçok sahili olmayan kıssa ve haberleri de sahih midir,
batıl mıdır bakmaksızın nakletmesi dolayısı ile ilim adamlarının eleştirilerine
maruz kalmıştır.
[304]
Tefsirinin bir takım meziyetlere sahip olmasına
rağmen kendisine yöneltilen eleştirileri haklı çıkartacak tarafları olduğu da
şüphesizdir. Meselâ, Kurtubî, Ashab-ı Kehfin köpeğinin rengi ile ilgili pek çok
görüş ayrılıklarının bulunduğunu es-Sa'lebî'ye dayanarak zikrettiği gibi
[305]
yine es-Sa'lebî'ye dayanarak Hz. Peygamber'in Ashab-ı Kehfi görmek istemesi
üzerine yüce Allah'ın kendisine dünya hayatında onları görmesinin asla mümkün
olmayacağını belirttiğini, risaletini onlara tebliğ etmek üzere ve onları
imana davet etmeleri için ashabının seçkinlerinden dört kişiyi göndermesini
emrettiğini, bunun için de elbisesini yayarak onun dört bir tarafına Hz. Ebû
Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi oturttuktan sonra Hz. Süleyman'a
musahhar kılınmış rüzgarı çağırmasını istediğini... anlatan akla hayale
sığmayan uzunca bir hadis naklettiğini görüyoruz.
[306]
Kurtubî bu olayı her ne kadar Salebi'ye istinaden ve
böylelikle Kurtubî, sorumluluktan kurtulduğu kanaati ile bunu zikretmekte ise
de hiç şüphesiz Salebi'nin de bunları tefsirine alarak tefsirine gölge
düşürmemesi gerekirdi; Kurtubî'nin de Sa'lebî'ye istinaden bu gibi rivayetleri
zikretmemesi daha uygun olurdu.
Ancak bu ne Sa'lebî'deki bütün rivayetlerin bu
kabilden olduğu anlamındadır, ne de Kurtubî'nin Sa'lebî'den yaptığı bütün
nakillerin bu kabilden olduğu anlamına gelir. Kurtubî'nin, Sa'lebî'den
yüzlerce nakilde bulunduğunu gözönünde bulunduracak olursak, bu türden tenkide
maruz kalabilecek rivayetlerin az olduğunu da kolaylıkla tesbit etmek
imkânımız vardır.
Kurtubî, Sa'lebî'nin "el-Keşfu ve'1-Beyân
an-Tefsiri'1-Kur'ân" adlı eserinden başka, "el-Arâis fi
Kasasi'l-Enbiyâ" adlı eserinden de zaman zaman nakillerde bulunmaktadır.
[307]
Kurtubî'nin, es-Sa'lebî'nin öğrencisi el-Vâhidî diye
bilinen Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed (468 / 1075-1076)'den de es-Sa'lebî'ye göre
oldukça az miktarda nakilde bulunduğunu görüyoruz. el-Vahidî -İbn Teymiye'nin
belirttiği gibi-es-Sa'lebî'ye oranla Arapçayı daha iyi bilen birisidir. Onun
yazdığı "el-Basît, el-Vesît ve el-Vecîz" adlı tefsirleri oldukça
faydalı bilgiler ihtiva etmekle birlikte bunun nakillerinde de batıl olan
bilgiler de doğru olan bilgiler de bulunmaktadır.
[308]
Kurtubî'nin el-Vâhidî'ye istinaden aktardığı
bilgileri incelerken genelde bunların ya başka müfessirlerce de paylaşılan
kanaatler olduğunu ya da konu ile ilgili bir görüşü yansıtan türden olduğunu
tesbit ettik. Buna rağmen özellikle hadis olarak kaydettiği rivayetlerin sağlam
kaynaklarca teyidi tesbit edilemediği takdirde ihtiyatla bakılması gerektiği
kanaatine vardık.
[309]
430 h. (1038-1039 m.) yılında vefat eden Ebu'l-Abbas
Ahmed b. Am-mâr el-Mehdevî'nin "et-Tahsîl li Fevaidi Kitabi't-Tafsil
el-Camiu li Ulû-mi'tTenzîl"
[310]
adlı eserinden pek çok yerde nakillerde bulunmaktadır. Do-iayısıyla Kurtubî'nin
bu tefsirden çokça yararlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
[311]
Kurtubî, h. 450 (m. 1058) yılında vefat eden
Ebu'l-Haseri Ali b. Mu-hammed el-Maverdî'nin "en-Nuket ve'l Uyun"
adını taşıyan
[312] bu
özlü ve rivayet ağırlıklı tefsirinden de yeri geldikçe nakillerde bulunur.
Aynı müellifin "Edebü'd-Dünya ve Din" adını taşıyan eserinden de
zaman zaman nakillerde bulunduğunu hatırlatalım.
[313]
en-Nakkâş diye bilinen Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen
b. Ziya (351 / 962)'nın "Şifau's-Sudûr"
[314]
adlı tefsiri, Kurtubî'nin vasat oranda nakillerde bulunduğu önemli tefsirler
arasında yer alır. Kurtubî, bu tefsirden de adeti üzere nakil yapmakla
birlikte zaman zaman farklı kanaatlerini izhar etmekten de geri kalmaz.
[315]
437 h. (1045-1046 m) yılında vefat eden Ebû Muhammed
Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî'ye ait "el-Hidâye ilâ Buluği'n-Nihâye fi İlmi
Meâni'l-Kur'âni ve Tefsirihî ve Envai Ulumihî" adını taşıyan ve oldukça
kabarık olduğu belirtilen tefsirinden
[316] yer
yer yararlandığı gibi, "Müşkilu İ'râbi'l-Kur'ân" adlı eserinden de
yararlanmış,
[317] farklı kanaate sahip
olduğu yerlerde de kendi kanaatini delili ile birlikte zikretmiştir.
[318]
Tefsir tarihinde oldukça önemli yeri bulunan İmam Ebû
Muhammed Ab-dulhak b. Ebi Bekr b. Atiyye (481-546 / 1088-1151 )'nin:
"el-Muharraru'1-Ve-cîz fi Tefsiri'1-Kitabi'l-Azîz" adlı eserinin,
Kurtubî'nin en geniş çapta yararlandığı bir tefsir olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz.
[319]
Kurtubî, bu tefsirden büyük ölçüde yararlanmakla
birlikte, hemen her zaman nakilde bulunduğu kaynaklara karşı takındığı ilmî ve
tarafsız tutumunu burada da takındığını görüyoruz. Yani Kurtubî, jbn
Atiyye'den de nakilde bulunurken, yeri geldikçe ilmî gerekçelerle farklı
kanaatlerini belirtmekten de geri durmamaktadır.
[320]
Kurtubî, İbrahim b. es-Sevrî Ebû İshâk ez-Zeccâc (311
/ 923)'den
[321]in
"Meâni'l-Kur'ân" adh eserinden ve diğer eserlerinden nakillerde bulunduğu
gibi Ebû Cafer Alırned b. Muhammed en-Nehhâs (338 / 949)'den yani onun gerek
"Meâni'l-Kur'ân," gerekse "İ'râbu'l-Kur'ân" adlı
eserlerinden nakillerde bulunmaktadır.
[322]
Meâni'l-Kur'ân'a dair bildiğimiz en eski eser Ebû
Zekeriya el-Ferrâ (207 / 822)'ye aittir. Kurtubî, el-Ferrâ'nın görüşlerini ise
genellikle en-Nehhâs ile ez-Zeccâc vasıtası ile nakletmektedir.
[323]
ez-Zamehşerî diye meşhur olan Ebu'l-Kasım Mahmûd b.
Ömer (.467-538 / 1074-1143)'in, "el-Keşşâf' diye meşhur olan
"el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl" adlı eserinden, Kurtubî, genellikle
Zamahşerî'nin Mu'tezilî mezhebini yansıtan kanaatleri dışında kalan ve âyet-i
kerimenin lafzî tefsirleri ile zaman zaman belagat nüktelerini ihtiva eden
kısımlarını iktibas eder.
[324]
Böylelikle Kurtubî'nin Keşşaftan asıl yararlanması
gereken yönüyle yararlanmış olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan şu iki husus
dolayısıyla Kurtubî'nin Keşşafa fazla müracaat etmediği düşünülebilir:
1- Evvela
Kurtubî, Zamahşerî'nin belirgin özelliklerinden olan Kur'ân-ı Kerim'in belagat
yönü üzerinde başka hususlar açısından durduğu kadar durmaz.
2-
Özellikle bu alanda İbn Atiyye'nin Zamehşerî ile mukayese edilebilecek çapta,
ancak daha açık ve anlaşılır ifadelerle bu hususlara dair açıklamalarda
bulunmuş olması. Çünkü Kurtubî'nin İbn Atiyye'den çokça nakil yapmış olmasının,
bu açıdan Zamahşerî'den ayrıca istifade etmesine pek gerek bırakmadığı
kanaatindeyiz.
[325]
Yaklaşık 390 / 1000 yılında vefat ettiği belirtilen
Ebû Abdullah kün-vesini taşıyan ve İbn Huveyzimendâd diye meşhur olan Muhammed
b. Ahmed b. İshâk'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"ı,[326]
Kurtubî'nin özellikle ahkâm âyetlerini tefsir ederken başvurduğu eserler
arasında yer almaktadır.
[327]
Hanefi mezhebinin önde gelen ilim adamlarından olan
Ahmed b. Ali Ebû Bekr er-Razî el-Cessâs (376 / 986)'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"
adlı eseri[328] de Kurtubî'nin -nisbeten
az olmakla birlikte- nakilde bulunduğu kaynaklar arasındadır.
[329]
Döneminin Bağdad'ının Şafiî mezhebine mensup en ileri
gelen ilim adamlarından olan ve el-Kiyâ el-Herasî diye meşhur olan İmaduddin
Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed (450-504 / 1058-1110)'e ait
"Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eseri,
[330]
Kurtubî'nin er-Razî'ye nisbetle daha çok nakilde bulunduğu eserler arasında yer
alır. Kurtubî, büyük çoğunlukla nakillerinde adını verir. Ancak bazan ondan
nakilde bulunmakla birlikte ona işaret etmediği, atıfta bulunmadığı yerler de
vardır.
[331]
-Maliki mezhebinin sonraki ilim adamları başta olmak
üzere- birçok ilim adamının da sık sık başvurduğu en önemli kaynaklardan birisi
hiç şüphesiz Kadı Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah (468-543 / 1075-ll48)'a ait
"Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eseri[332]
önemli bir yer tutmaktadır. Kurtubî, adından da anlaşılacağı üzere özellikle
ahkâm âyetlerini izah ederken, bu değerli tefsirden sık sık nakillerde
bulunur. Ancak -yeri gelince de işaret edileceği gibi-Kurtubî, zaman zaman
ondan yaptığı nakillerden farklı kanaatlerini izhar eder.
[333] Ona
atıfta bulunmaksızın nakillerde bulunduğu yerler de vardır.
[334]
Merhum müfessirimizin, işarî tefsirlerden
kaynaklarına değinmeden önce "Kur'ân-ı Kerim'in bir zahir ve bir de
batını olduğu" tezinden hareket ile Kur'ân-ı Kerimi yorumlamak iddiasıyla
ortaya çıkan Batinilere mensup çeşitli kimselerin iddiaları ile, genelde remzî
veya işarî tefsir olarak anılan tasavvuf! tefsirlerin yorumlarının sıhhati
için öngörülmüş temel kıstasları hatırlatmak yerinde olacaktır.
Şâtibî, "el-Muvafakât" adlı eserinde,
bâtını tefsirin kabul edilebilmesi için gerekli şartlan zikrederken şunları
söylemektedir:
1-
Arapçada kabul edilen esasların zahirinden anlaşılana göre batını yada işarı
yorumun sahih olması ve Arap dilinin anlatım üslûbuna uygun yapılmış olması,
2- Yapılan
bu yorumun doğruluğuna bir başka yerde nassen veya zahiren bir tanık bulunması
(destekleyici bir başka delilin olması) ve onunla çelişecek bir delilin
olmaması.
Birinci şartın gerekliliği, Kur'ân-ı Kerim'in Arapça
oluşunun tabii bir sonucu olarak ortadadır. Çünkü eğer Arap dilinin gerektirmediği
bir mana anlaşılacak olursa, bu anlaşılan mana hiçbir zaman Arapça olmak
sıfatına sahip olamaz.
İkinci şart ise, eğer yapılan bu batınî ya da işarî
yorumun bir başka yerde bir kanıtı, bir delili yoksa yahut da başka bir yerde
onunla çelişen bir delil bulunuyor ise bu, Kur'ân-ı Kerime karşı ileri sürülen
mücerred iddialardan bir iddia olur. Mücerred (delilsiz) bir iddia ise, ilim
adamlarının ittifakı ile makbul değildir.
[335]
Bundan sonra da Şatıbî, Kur'ân-ı Kerim'in çeşitli âyet ve lafızlarının batıl
olan batınî yorumlarına bir takım örnekler vererek bunların batıl oluş
sebeplerine açıklık getirmektedir.
Bu kısa açıklamalardan anlaşıldığına göre, İslâm
tarihinde birisi Kur'ân-ı Kerim ile bağdaşmayan, Kur'ânın maksadına uymayan,
Arap dilinin Kaidelerine aykırı çıkarımlar ve manalar ihtiva eden Baünîlerin
remzî ya da sufîlerin işarî tefsiri, diğeri ise bu iki şartı taşıyan ve Arap
diline de aykırı ol-mıyan Kur'ân-ı Kerimin muhtevası ile de herhangi bir
şekilde çelişki arzet-miyen işarî tefsir.
Kurtubî'nin, Batınîlerce kullanılan ve Arap dilinin
de Kur'ân-ı Kerimin de hiçbir şekilde teyid edip desteklemediği işarî tefsiri
red edeceği tabiidir. Surîlerin kullandıkları işarî tefsire karşı tutumuna
gelince; Kurtubî'nin, belirtilen bu iki şartı taşıyan, Arap dilinin anlaşılma
kuralları ile Kur'ân-ı Kerimin zahirinden anlaşılanlara aykırı düşmeyen işarî
tefsiri uygun gördüğünü, bazı nüktelerine zaman zaman değindiğini, bunları
dile getirdiğini görüyoruz. Ancak, Şeriatın temel esaslarıyla, dilin anlaşılma
kuralları ile çelişen sufî tefsiri reddettiğini de görmemiz mümkündür ve bu
kolaylıkla anlaşılabilen bir nusustur.
[336]
Bu kısa açıklamalardan sonra Kurtubî'nin atıfta
bulunduğu, sufî olarak bilinen âlimlerce te'lif edilmiş tefsirlere kısaca
değinelim:
[337]
Ebû Muhammed Sehl b. Abdullah b. Yunus et-Tüsterî,
hicri 200 yada 201 (815 ve 816) yılında dünyaya gelmiş, 273 / 886 ya da 283 /
896 yılında vefat etmiştir.[338]
Kurtubî'nin şeriate ve Arap dilinin anlaşılması kurallarına aykırı olmayan
şekilde bu tefsirden zaman zaman nakillerde bulunduğunu görüyoruz.
[339]
Ebû Abdurrahman Muhammed b. el-Huseyn b. Musa
es-Sülemî (330-412 / 942-1021)'nin "Hakaiku't-Tefsir" adlı eseri[340] de
Kurtubî'nin nakilde bulunduğu mutasavvıf birisince telif edilmiş bir diğer
tefsirdir. Kurtu-bî, gerek Sülemî'nin Hakaik'inden, gerekse de Tüsterî'nin
tefsirinden nakillerde bulunurken özellikle bu nakillerin manalarının doğru
olanlarını seçmekte özel bir hassasiyet gösterdiğini de rahatlıkla
söyleyebiliriz.
[341]
Ebu'l-Kasım Abdulkerim b. Hevâzin Ebû Nasır
el-Kuşeyrî (376-465 / 986-1073), kendisinden oldukça övgü ile söz edilmiş
fakih, usul alimi, müfessir ve "Kuşeyrî Risalesi" diye bilinen
"e'r-Risale"nin müellifidir.[343]
Kurtubî, zaman zaman Kuşeyrî'nin görüşlerini, kimi zaman tefsirini zikretmeden
naklettiğini gördüğümüz gibi,[344]
kimi zaman da tefsirine atıfta bulunarak görüşlerini naklettiğini görüyoruz.
[345]
Burada Kurtubî'nin, zaman zaman atıflarda bulunduğu
sûfî bir kaynağı daha zikretmek yerinde olacaktır. Bunlardan birisi, Haris b.
Esed el-Muhasibî (243/857)'ye ait "Kitabu'r-Riâye"
[346]
adlı eseridir.
Kurtubî, anne-baba hukukuna dair açıklamalarda bulunurken,
olumlu bir değerlendirme ile el-Muhasibî'den nakilde bulunmanın yanında
[347] bir
başka yerde İbnü'l-Cevzî'den, el-Muhasibî'ye dair bir değerlendirmeyi
nakletmektedir. Bu değerlendirmede, el-Muhasibî'nin ilmî bir mesned olmaksızın
zenginlerin fakirlerden çok daha sonra cennete gireceklerine dair görüşünü -ve
Gazzali'nin bunu ondan nakledişini- eleştirmekte, Kurtubî de bu eleştiriyi yerinde
bularak İbnü'l-Cevzî'den aktarmaktadır.
[348]
Kurtubî, özellikle Mukaddimesi'nde Kur'ân tarihine
dair eserlere atıflarda bulunduğu gibi, Tefsiri'nin başından sonuna kadar yeri
geldikçe kırâata dair belli başlı eserlere atıfta bulunur, onlardan nakiller
yapar.[349]
Başta Kur'ân-ı Kerim ilimlerine dair olmak üzere
çeşitli konularda oldukça değerli eserlerin sahibi olan Muhammed b. el-Kasım
b. Muhammed, b. Beşşâr b. el-Hasen el-Enbarî (271-328 / 884-940)'ye ait
"er-Reddü Alâ Men Halefe Mushafe Usmân" adlı eseri,
[350]
Kurtubî'nin, Kur'ân tarihini ilgilendiren hususlarda zaman zaman nakillerde
bulunduğu eserler arasında önemli bir yer tutmaktadır.
[351]
Ebû Ali el-Hasen b. Ahmed b. Abdulğaffâr (377 /
987)'ın "el-Hucce fî İleli'l-Kırâat es-Seb'» adlı eseri, Kurtubî'nin,
kıraat ile ilgili açıklamalarında çokça başvurduğu eserlerden birisidir.
[353]
Ancak, bu eser yalnızca kıraat kitabı olmayıp, kıraat
ile ilgili nahiv bilginlerinin de görüşlerini nakleden, bu görüşleri
açıklayan, oldukça zengin ve çeşitli bilgiler ihtiva eden değerli bir eserdir.
Kurtubî'nin bu eserden zaman zaman geniş açıklamalarını özetleyerek naklettiği
de görülebilmektedir.
[354]
Müfessirimiz İmam Kurtubî, Ebu'1-Feth Osman b. Cinnî
(392 veya 393 1002 veyal003)'nin "el-Muhtesib fîTebyîni Vucûhi
Şevâzzi'l-Kıraât ve'l-İzâ-hi anhâ" adlı eserinden de çokça yararlanmıştır.
Eserin adından da anlaşılacağı gibi, özellikle şâz kıraatler açıklanmakta ve
bunların anlamları verilmekte yahut da lügat ve nahiv açıklamaları
yapılmaktadır. "el-Muhtesib" Kurtubî'nin bu alanda yararlandığı
eserlerdendir.
[356]
Kıraat alimleri arasında döneminde "üstadlar
üstadı, kıraat bilginlerinin bilgini" diye bilinen Osman b. Said b. Ömer
Ebû Amr ed-Dânî (371-444/981-1052)'ye ait "Câmiu'l-Beyân fi'l
Kırââti's-Seb'ı, Kitabu't-Teysîr, Kita-bü'1-Mukanna' fi Resmi
Mesahifi'l-Emsâr" gibi eserleri, müfessirimiz merhum Kurtubî'nin çokça
yararlandığı eserler arasında yer alır.
[358]
Özellikle kıraate dair açıklamaların Kurtubî Tefsiri' nde çokça ele alınması
dolayısıyla bu konuda ayrıca örnekler vermeye gerek görmüyoruz.[359]
Abdulkerim b. Abdussamed b. Muhammed b. Ali b.
Muhammed Ebû Ma'şer et-Taberî (478 / 1085) "et-Telhîs fi'l
Kırââti's-Semân" ve "Sûku'1-Arûs" adlarını taşıyan kıraate dair
oldukça değerli eserleri bulunan bir müelliftir. Özellikle Sûku'1-Arûs adlı
serinde 1500 rivayet ve tarîk olduğu bilhassa anılmaya değer görülmektedir.
[361]
Kurtubî, bu kitabın ismini -tesbit edebildiğimiz
kadarıyla- her ne kadar Tefsirinde bir defa zikretmekte ise de,[362] bu
eserden daha çok yararlandığı ve bazen de yalnızca Ebû Ma'şer adını zikretmekle
yetindiği yerlerde bu eserden iktibaslarda bulunduğu hususundaki kanaatimiz
kuvvetlidir.
[363]
Garib, yabancı anlamında olup, herkesçe ne anlama
geldiği bilinemeyen lafızlar demektir. O bakımdan, Garibu'l-Kur'ân'dan kasıt,
Kur'ân lafızlarının ne anlama geldiğini bilmek demektir.[364] Garibu'l-Hadis
de buna göre hadis-i şerifte yer alan ve arapça olmakla birlikte herkes
tarafından ne anlama geldiği bilinemeyen lafızlar demek olur.
İmam Kurtubî, bu alanda ilk eser vermiş Ebû Ubeyde
Ma'mer b. el-Mü-sennâ (v. 210 / 825)'dan başlayarak Ebû Ubeyd el-Kasım b.
Sellâm (224 / 839), Ebû Bekir Muhammed el-Enbarî (328 / 940)'den ve buna benzer
bu alanda oldukça değerli eser vermiş olan şahıslardan çoğu kere isimlerini
zikrederek açıklamalar nakletmekte ve onlara atıflarda bulunmaktadır.
Kurtubî, özellikle Kur'ân lafızlarının anlaşılmasına
ehemmiyet verdiğinden dolayı, yararlandığı birçok lügat eseri ile birlikte,
onun Garibu'l-Kur'ân'a dair yazılmış önemli eserlerden de istifade ettiğini
belirtmeye ayrıca gerek görmüyoruz.
Bu arada Kurtubî'nin, Ebû Kasım Abdurrahman b.
Abdullah es-Süheylî (581/1185)'ye ait "et-Ta'rif ve'1-İ'lâm fîmâ Vaka'a
fi'1-Kur'âni Mine'l-Esmâi ve'l-A'lâm"
[365]
adını taşıyan ve Kur'ân-ı Kerimde adı anılmaksızın kendilerinden söz edilmekle
birlikte, haberlere dair bilgi sahibi olanların adını bildiği isimleri
açıklamaya ve tanıtmaya dair olan eserinden de sözettiğini ve buna atıfta
bulunduğunu görüyoruz.
[366]
Gerek Kur'ân-ı Kerimin muhtevası, gerekse de
Kurtubî'nin tefsirini te'lif üslûbu ve te'lifindeki amacı ile Tefsiri'ni
te'lifte uymayı taahhüt ettiğini belirttiği şartlar ve buna dair çizdiği
çerçeve, onun birçok hadis eserinden, mecmuasından, sîret'e, şemaile, hadis
fıkhına dair kaynaklardan yeri geldikçe ve büyük çapta yararlanmasını
gerektirmiş bulunmaktadır. Kurtubî'nin bu alanda da oldukça kapsamlı, çeşitli
ve zengin bir eser listesinden mükemmel bir şekilde yararlandığını söylemek
mübalağalı bir iddia olarak görülmemelidir.
Şimdi de Kurtubî'nin bu alanda yararlandığı kaynakları
ve eserleri imkân ölçüsünde tasnif ederek sunmaya gayret edelim:[367]
Kütüb-i Sitte, harfi anlamı ile "altı
kitap" demek olup, özellikle hadis kaynaklarının en güvenilir olanlarını
ifade etmek için kullanılan bir tabirdir. Bu tabirin kapsamına Buharî ve
Müslim'in Sahihleri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-saî ve İbn Mace'nin Sünenleri
girmektedir. Kurtubî'nin yararlandığı hadis kitapları hem sayıca pek çok, hem
de hadis zikretmeksizin tefsir yaptığı hemen hemen tek bir âyet ve belki de tek
bir sahife geçmediğinden -yada bu oldukça nadir olduğundan- dolayı, yalnızca
-tesbit edebildiğimiz kadarıyla- Kurtubî'nin ismen zikrettiği hadis
eserlerinin listesini vermekle yetinmek yolunu tercih edeceğiz:
1- Ebû
Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256 / 870)'nin el-Câmiu's-Sahih'i.
2-
Ebu'l-Huseyn
Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (251 / 865)'nin el-Câmiu's-Sahih'i.
3-
Ebû
Dâvûd Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî (275 / 888)'nin Sünen'i.
4- Ebû İsa
Muhammed b. İsa et-Tirmizî (279 / 892)'nin Sünen'i.
5- Ebû
Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesaî (303 / 915)'nin Sünen'i.
6-
Muhammed b. Yezid b. Mâce el-Kazvinî (273 / 886)'nin Sünen'i.
7- Ahmed
b. Hanbel (241 / 855)'nin Müsned'i.
8- Ebû
Muhammed Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî (255 / 869)'nin Müsned'i yada
Sünen'i.
9-
İmam
Malik b. Enes (179 / 795)'in el-Muvatta adlı ese'ri.
10-
Ebu'l-Hasen Ali b. Ömer ed-Dârakutnî (385 / 995)'nin Sünen'i.
11- Ebû
Bekr Ahmed b. Ömer el-Bezzâr (292 / 905)'ın Müsned'i.
12- Ebû
Hatim Muhammed b. Hibban el-Büstî (354 / 965)'nin Sünen'i.
13- Ebû
Dâvûd Süleyman b. Dâvûd et-Tâylisî (131-201 / 749 - 8l6)nin Müsned'i.
14-
Kurtubî, ayrıca iki Sahihi bir arada toplıyan eserlerden de istifade etmiştir
ki, bunlardan birisi Ebû'l-Hasen Ahmed b. Rezîn el-Abderî (535 / 1141)'nin
"et-Tecrid fi'l Cem'i Beyne's-Sıhah" adlı eseri ile Ebû Abdullah Muhammed
b. Ebi Nasır el-Humeyrî (488 / 1095)'nin "el-Cem' Beyne's-Sahihayn"
ve İmam Muhammed b. Abdulhak el-İşbilî (582 / 1186)'ye ait "el-Cem'
Bey-ne's-Sahiheyn" adlı eserlerinden de nakillerde bulunmuştur.
[368]
Kurtubî'nin bunlar dışında ikinci derecede
yararlandığı başka hadis eserleri de vardır. Bunların hadis eserleri
arasındaki önemi de diğerlerine göre daha azdır. Bunlara da kısaca değinip
geçmekte fayda görmekteyiz:[369]
Ebû Abdullah el-Huseyn b. el-Hasen (403 / 1112)
el-Halimî'ye ait olup "şuabu'l-iman"a dair olduğu belirtilen bu eser,
[370]
konularını hadisleri esas alarak sunduğundan ve müfessirimiz Kurtubî de bu
eserden genel olarak naklettiği hadisler ile ilgili atıflarda bulunduğundan
[371] biz
de Kurtubî'nin Tef-siri'nde yararlandığı hadise dair kaynaklar arasında
zikretmeyi uygun bulduk. Eserin konusunu da gözönünde bulunduracak olursak;
eseri Kurtubî'nin yararlandığı tevhîd ve kelâma dair eserler arasında da
sayabiliriz.
[372]
el-Hakîm et-Tirmizî diye meşhur olan Ebû Abdullah
Muhammed b. Ali b. el-Hasen (318 veya 320 / 930 veya 932)'in bu eseri oldukça
garip ve muteber olmıyan pek çok rivayet de ihtiva etmektedir.
O bakımdan tercümemiz esnasında Kurtubî'nin
naklettiği rivayetlerin yerini Nevâdiru'l-Usul'de tesbit etmekle birlikte,
gerek duydukça bu rivayetlerin başka güvenilir kaynaklardan da tahkiki yoluna
gittik. Bu rivayetleri güvenilir kaynakta tesbit edemediğimiz takdirde ise, ya
onun ile ilgili hiçbir atıfta bulunmadık yahut da bu rivayetin güvenilir bir
rivayet olmadığını ve bunun sebebini de izah etmeye çalıştık.
[374]
430 / 1039 yılında vefat eden Hafız Ebû Nuaym Ahmed
b. Abdullah b. Ahmed'in "Hilyetu'l-Evliyâ" adlı eseri, müfessirimizin
ikinci derecede yararlandığı hadis eserleri arasında yer alır.
[376]
Ebû Nasr Ubeydullah b. Said b. Hatim es-Siczî (440 /
1048)'ye ait "el-İbane an Usuli'd-Diyâne" adlı eser de Kurtubî'nin
zaman zaman atıflarda bulunduğu kitaplar arasında yer almaktadır.
[378]
Ali b. Muhammed b. Muhammed b. İbrahim Ebu'l-Hasen
el-Hassâr (611/1211), aslen İşbiliye'li Fas doğumlu bir fakihtir. Kaynaklar
onun Fıkıh Usulü, Nasih ve Mensûh gibi birtakım eserlerinden söz etmektedir.
[379]
Kurtubî, ayrıca -adını vermeksizin- sadece
İbnü'l-Hassâr'a ait olduğunu belirttiği "Şerhü's-Sünne" adlı eserden
iki defa nakilde bulunur.
[380]
Birkaç defa da sadece "İbnü'l-Hassâr" diyerek eser ismi vermeksizin
ona atıfta bulunur.
[381]
Yalnızca bir defa bu kitaptan nakilde bulunduğunu
tesbit ettiğimiz "Ki-tabu'l-Medîh"in geçtiği yerde kitabın arapça
baskısını hazırlayanlar dipnotta: "Bazı nüshalarda: el-Mezbah diye
geçmektedir, doğrusunu tesbite muvaffak olamadık" kaydını düşmüş
bulunuyorlar.
[382]
Ancak, Dârakutnî ve eserleri üzerine yapılan araştırmalarda onun bu adı taşıyan
bir eserinin bulunduğuna dair bir bilgi tesbit edemedik. Şu kadar var ki hat
itibariyle aynı olan sadece noktalamaları farklı bulunan
"el-Müdebbec" adında bir eserinin bulunduğunu gördük.[383]
Dolayısı ile metinde "Kitabu'l-Medih" diye; dipnotta bazı nüshalarda
"el-Mezbah" diye verilen eserin asıl adı "el-Müdebbec"den
başkası olamaz.
"el-Müdebbec" ise, ilk olarak Dârakutnî
tarafından kullanılmış ve hakkında müstakil bir eser yazılmıştır.
[384]
İslâm âlimlerinden akran olanların biri-birlerinden rivayetleri demek olan
el-Müdebbec'e dair ilk eser yazanın Dâ-râkutnî olduğuna Hakim en-Neysaburi de
"hocalarımızdan birisi" diyerek işarette bulunmaktadır.
[385]
Son olarak Kurtubî'nin atıfta bulunduğu ve hadis
usulü ilmine dair birkaç eseri de kaydedelim:[386]
İmam Hâkim Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah
en-Neysaburî (321-405 / 933-1014)ye ait "Ma'rifetu Ulûmi'l Hadis"
adlı esere Kurtubî yalnızca bir defa atıfta bulunmaktadır.
[388]
Kurtubî, Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdadî diye bilinen ve
(392-463 / 1002-1071) yılları arasında yaşamış Ahmed b. Sabit b. Ahmed'den
[389] de
zaman zaman nakillerde bulunmakta ve çeşitli eserlerinin adını vermektedir:
a. Rivayetu (Rivâyâtu) es-Sahabeti Ani't-Tâbiîn
[390]
b. Esmâu'1-Men Ravâ an Malik
[391]
c. es-Sâbik ve'1-Lâhik
[392]
d. el-Faslu ve'1-Vaslu
[393]
e. Tam adı «el-Câmi'li Âdâbi'ş-Şeyh ve's-Sâmi'» olan
[394] ve
Kurtubî'nin sadece "Cami"' diye adını verdiği eser.
[395]
İbn Salah diye meşhur olan Ebû Amr Osman b.
Abdurrahman (577 / 1181)ın telifi olan meşhur Mukaddime'sine
[396] tesbit edebildiğimiz kadarı ile - adını
anarak yalnızca iki defa atıfta bulunmaktadır.
[397]
Kurtubî, Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde, Ebû Bekr Muhammed
b. el-Hu-seyn b. Abdullah el-Âcurrî (360 / 971) tarafından kaydedildiğini
belirttiği, değişik sahabeler tarafından rivayet edilmiş bir takım hadislere
de işarette bulunmaktadır.
Bu hadislerin bazısı Ebû Said el-Hudri[399]
bazısı Ebû Zer
[400] ve
bazısı da Um ed-Derdâ
[401]
tarafından rivayet edilmiştir.[402]
Kur'ân ahkâmını önceleyen bir tefsir olan
"el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân" adlı eserinde İmam Kurtubî'nin hadis-i
şeriflerden bol bol istifade etmesi ne kadar tabii ise, hadis-i şeriflerdeki
ahkâmı açıklamaya dair telif edilmiş ve "hadis fıkhı eserleri" diye
nitelendirilebilecek eserlerden yararlanması ve müellifinin de Mâliki
mezhebine mensub olması dolayısı ile Mâliki mezhebinde yazılmış bu tür
eserlerin ağırlıklı olması, bu eserler arasından da özellikle sair mezheblerin
de görüşlerine yer veren, onların delillerini açıklamayı önemseyen eserleri
kaynakları arasına alarak bunlara öncelik tanıması tabiidir.
İşte Kurtubî Tefsiri'ni tetkik eden bir kimse, bu
tefsirin müellifinin gerçekten bu alanda yazılmış oldukça mükemmel, kapsamlı
ve sağlam kaynaklardan istifade etmeye büyük bir önem verdiğini görür. Şimdi
Kurtubî'nin yararlandığını tesbit edebildiğimiz "hadis fıkhı"na dair
eserleri sıralamaya çalışalım:
[403]
İmam ve hafız unvanlı Ebû Umer künyeli Yusuf b.
Abdullah b. Muhammed b. Abdi'1-Berr (368-463 / 979-1071) genelde bütün İslâm
aleminin, özelde de Endülüs'ün kendisinden övünerek söz edeceği değerli ilim
adamlarından birisidir. İmam Kurtubî, "el-İstizkâr el Câmiu li Mezahibi
Fukahâi'1-Em-sâr..." adını taşıyan ve otuz cilt halinde yayınlanan
[405]
eserinden oldukça yararlanmıştır. Bu eserden nakillerine sık sık rastlamak
imkânımız vardır.
[406] Kurtubî
bazen bu eserden nakillerde bulunmakla birlikte her hangi bir atıfta da
-nadiren de olsa- bulunmaz.
[407]
İbn Abdilberr'in Muvatta üzerine İmam Malik'in
hocalarını alfabetik sıraya göre tasnif ederek te'lif ettiği "et-Temhîd
limâ fi Muvatta Mine'l-Meânî ve'1-Esânîd" adlı eseri de
[408]
müfessirimiz İmam Kurtubî'nin en önemli hadis fıkhı kaynaklan arasında yer
alır. İmam Kurtubî tıpkı el-İstizkâr gibi bu eserden de çokça nakillerde
bulunur.
[409]
Kurtubî bu eserden de nakillerde bulunmakla birlikte
- nadiren de olsa - esere her hangi bir atıfta bulunmaz.
[410]
Ebû'l-Velid Süleyman b. Halef el-Bâcî (494 / llOD'nin
"el-Müntekâ" adını taşıyan Muvatta şerhi hem geniş hem de ilim
ortamlarında itibar görmüş şerhler arasında yer alır.
[411]
Kurtubî, değişik görüşlere yeri geldikçe temas eden
bu eserden, yeri geldikçe yararlanmış bulunmaktadır.
[412]
Ahkâmu'l-Kur'ân adlı eserinden çokça istifade eden
Kurtubî, yine İb-nü'1-Arabî'ye ait olan "el-Kabes bimâ Aleyhi el-İmam Mâlik
b. Enes" adlı eserine de zaman zaman atıfta bulunur.[413]
Kâtip Çelebi ise bu eserin adını "el-Kabes fi Şerhi Muvattaı Mâlik b.
Enes" diye kaydetmektedir.
[414]
582 / 1186 yılında vefat eden İbnül-Harrât diye
tanınan Ebû Muham-med Abdulhak b. Abdurrahman'ın
[415]
ahkâm ile ilgili ve hadis fıkhına dair "el-Ahkâmu'1-Kübrâ,
el-Ahkâmu'1-Vustâ ve el-Ahkâmu's-Suğrâ" olmak üzere üç ayrı eseri olduğu
belirtilmektedir.
[416]
İmam Kurtubî, çoğunlukla İbnü'l-Harrât'ın adını
vererek nakillerde bulunur ve bu nakilleri de çoğunlukla hadislerin sıhhat
derecelerinin değerlendirilmesi ile ilgilidir. Kurtubî, bu konuda Ebû Muhammed
Abdulhak'ın kanaatlerine de oldukça itimat eder.
[417]
Kurtubî, Tefsirinde, Hanefi mezhebinin ileri gelen
ilim adamlarından İmam Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selâme et-Tahavî (229-321
/ 844-933)'ye pek çok görüşü nisbet edip onun adını zikretmekle birlikte
[419]
-tesbit edebildiğimiz kadarıyla- herhangi bir eserinin adını vermemektedir. O
bakımdan Kurtubî'nin Tahavî'ye ait görüşleri İbn Abdi'1-Berr ve benzeri ilim
adamlarının eserlerinden nakletmiş olma ihtimali vardır.[420]
Kurtubî Tefsiri, gibi hacimli bir eser yazmayı
hedeflemek, elbetteki Kur'ân-ı Kerim'in, özlü ve Kur'ân üslûbu çerçevesinde söz
ettiği bir takım tarihi olayları, Hz. Peygamber'in siretini çeşitli yönleriyle
ilgilendiren hususları etraflı bir şekilde alma ihtiyacını da beraberinde
getirir. O bakımdan mü-fessirimiz İmam Kurtubî'nin, yeri geldikçe Peygamber
efendimizin sireti, gazaları, peygamberliğinin mucizelerini ilgilendiren
Delâil kitapları ve hatta Tabakât ve tarih kitaplarından yararlanma gereğini
hissetmiştir.
Böyle bir ihtiyaca binaen, Kurtubî de Tefsiri'nin
diğer kaynaklarını seçerken gösterdiği hassasiyeti, bu alana dair kaynaklardan
yararlanırken de gösterdiğini görüyoruz. Kurtubî'nin, Siyer, Delâil ve Tabakât
ile tarih kitapları arasından ismini verdiğini tesbit edebildiğimiz
kaynaklarını şöylece sıralayabiliriz:[421]
Muhammed b. İshâk b. Yesâr (85-151 / 703-768)'e ait
ve "Siretu İbn İs-hâk" diye de bilinen, "el-Mübtedeu
ve'1-Meb'asu ve'1-Mağazî" adlı eser, İmam Kurtubî'nin siret ile ilgili
bahislerde başvurduğu en önemli eserdir.
[423]
Kurtubî, sireti dolaylı olarak ilgilendirdiği kabul edilebilecek hususlardan
birisi olan nüzul sebepleri hususunda da İbn İshâk'tan nakillerde bulunur. Âl-i
İmran sûresinin tefsirini yaparken, baş taraflarının Hz. Peygamber ile
hı-ristiyanlık konusunda tartışmalara girişmek maksadı ile gelen Necranhlar
he-yeti'nin gelişi sebebiyle indiğini belirten açıklamalarına yer vermesi bu kabildendir.
[424]
Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Eslemî el-Vâkidî
(207 / 822)'ye ait "el-Mağazî" adlı eser[425] de
Kurtubî'nin yararlandığı sirete dair eserler arasında yer almaktadır.
[426]
Kurtubî, bazan Vâkidî'den, başka peygamberlere dair bilgi ihtiva eden görüşler
de aktarmaktadır.
[427]
el-İstizkâr'ın tahkikli neşrini yapan Dr.
el-Kal'acî'nin "ed-Dürer fî İhtisari'l-Meğazî ve's-Siyer" adı altında
bilgi verdiği eseri,[428]
Kurtubî: "ed-Dürer fi'1-Mağazî ve's-Siyer" diye zikretmekte ve ondan
nakillerde bulunmaktadır.[429]
458 / 1066 yılında vefat eden Ebû Bekr Ahmed b.
el-Hüseyin el-Bey-hakî'ye aid "Delâilu'n-Nubuvve" adlı eser de
Kurtubî'nin zaman zaman başvurduğu kaynaklar arasında yer almaktadır.
[431]
Ebû'l-Ferac Abdurrahman b. Ebi'l-Hüseyn İbnü'l-Cevzî
(597 / 1201)ye ait "el-Vefâ fî Fedâili'l-Mustafâ" adı ile kaynaklarda
zikredilen eseri, Kurtu-bî "el-Vefâ fî Şerefi'l-Mustafâ" adı ile
zikretmekte ve ona atıfta bulunmaktadır.
[433]
Ebu'r Rabî' Süleyman b. Seb' el-Bustî'ye ait
"Şifâu's-Sudûr fî A'lâmi Nü-büvvet'i-Rasûl ve Hasâisihî" adlı eseri
de Kurtubî'nin Şemail ve Delâili'n-Nü-büvve'ye dair olup -tesbit edebildiğimiz
kadarıyla- yalnızca bir defa atıfta bulunduğu eserler arasında yer alır.
[435]
Kadı Iyâd diye meşhur olan Hafız Ebu'1-Fadl Iyâd b.
Mûsâ (544 / Il49)'nın pek çok eseri vardır. Kurtubî de Kadı Iyâd ismini vererek
ondan yer yer nakillerde bulunmaktadır.
[437]
Bununla birlikte Kadı Iyad'ın en meşhur eseri olan "eş-Şifâ fî Ta'rifi
Hukuki'l-Mustafâ" adlı eserinden de nakillerde bulunduğunu görüyoruz.
[438]
Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'd (230 veya 235 / 844
veya 849) "et-Tabakâtu'l-Kübrâ" diye anılan oldukça önemli eserinden
Kurtubî yeri geldikçe nakillerde bulunmaktadır. Bu nakillerinde kimi zaman
"et-Tabakât" adını verdiği gibi,
[440]
sadace İbn Sa'd'a atıfta bulunarak nakillerde bulunduğu da görülmektedir
[441]
Kurtubî, İbn Abdi'l-Berr'in, sahabe biyografilerini
konu alan önemli eseri el-İstîâb'ından adını zikrederek nakillerde bulunduğu
gibi,
[443] kimi yerde adından
"Kitabü's-Sahâbe" diye söz ederek nakillerde bulunmaktadır.[444]
İmam Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr'in meşhur eseri aynı
zamanda "Ta-rihu'1-Umem ve'1-Mülûk" diye de bilinen Taberî Tarihi de
Kurtubî'nin kaynak olarak yararlandığı tarih eserleri arasında yer alır.
Kurtubî, çoğunlukla sadece Taberî adini vermekle yetinerek nakilde bulunduğundan
dolayı, kimi nakillerin Tarihinden yapıldığını tesbit etmek ya karine ile
mümkün olur,
[445] yahut da yaptığı nakil
yada bulunduğu atıf Tefsiri'nde mi yer almaktadır, Tarihi'nde mi yer
almaktadır? Üçüncü bir ihtimal olarak da Taberî'nin başkaları tarafından
nakledilen görüşünü Kurtubî de nakleden kimseye uyarak mı nakletmektedir? Eğer
karine ile belli olmuyor ve Kurtubî naklettiği eseri zikretmiyor ise, ayrıca
bir tetkiki gerektirdiğinde şüphe yoktur. Bazan Kurtubî, Taberî'nin Tarih-i
Kebiri'nin adını zikrederek de atıfta bulunmaktadır.
[446]
İbn Asâkir diye bilinen ve ileri gelen hadis
alimlerinin sonuncularından kabul edilen İmam Hafız Ebu'l-Hasen Ali b. Hasen
(571 / 1175)ın, "Dimaşk Tarihi" yeri geldikçe Kurtubî'nin yararlandığı
önemli tarih eserleri arasında yer alır ve kimi zaman Kurtubî bazı hadisleri
rivayet ederken de ona atıfta bulunur. Kurtubî, İbn Asâkir'in bu eserinden kimi
yerde "Dimaşk Tarihi" diye sarahaten sözeder, kimi yerde de
"İbn Asâkir Tarihi'nde naklettiğine göre..." diye atıfta bulunur.
[448]
el-Kisaî diye şöhret bulmuş olan Ali b. Hamza b.
Abdullah b. Behmen (181, 182, 185, 189 ve 193 / 797, 798, 804 ve 809
tarihlerinden birisinde vefat ettiğine dair farklı rivayetler vardır)in
eserleri arasında "Kasasu'l-Enbiyâ" adını taşıyan bir eserinin de
bulunduğunu Kâtip Çelebi, Küşfuz-Zunûn'da zikretmektedir.
[450]
Kurtubî'nin el-Kisaî'den yaptığı nakiller, esas
itibariyle lügat ve kıraat ile ilgili olmakla birlikte bir yerde onun
"Kasasu'l-Enbiyâ" adlı eserine de atıfta bulunduğunu görüyoruz.
[451]
Kurtubî'nin, müfessir olarak kendisinden çokça
rivayette bulunduğu es-Sa'lebî'nin, Kasasu'l-Enbiya'ya dair "Kitabu'l-Arâis"[452]
adlı eserinden de nakilde bulunduğundan daha önce de söz etmiş idik.
[453]
İmam Kurtubî'nin Tefsiri'nin değeri hiç şüphesiz
hacminin büyüklüğünden kaynaklanmıyor. Bu Tefsir'in değeri, elbetteki -bir
bakıma- ihtiva ettiği ilmî meselelerden ve bu meselelere açıklık getirmeye
çalışırken yararlandığı oldukça geniş kaynaklar yelpazesinden
kaynaklanmaktadır.
Bir diğer sebep de, Kurtubî'nin yararlandığı
kaynakları tesbit ederken, ilim adamına yakışan bir titizlik ile bu
kaynaklarını seçmesidir. Bu eserleri telif edenlerin, mümkün mertebe
sahalarının en yetkili olanlarının, yararlandığı konulara dair yazmış
oldukları eserlerin en kıymetli ve kapsamlı olanlarını seçmeye de belli bir
özen göstermiş olmasıdır.
Diğer alanlara dair yararlandığı kaynaklarını
sıralamaya çalışırken rahatlıkla bu husus gözümüze çarptığı gibi, tevhid ve
kelâm alanında yararlandığı eserler ve atıfta bulunduğu şahıslar da
Kurtubî'nin bu hususta da aynı titizliği ve hassasiyeti gösterdiğini ortaya
koymaktadır. Bunun da Tefsiri'nin kıymetini daha da artırdığında şüphe yoktur.
Şimdi de Kurtubî'nin bu alanda adını vererek yararlandığı eserler ile sadece
isimlerini vermekle yetindiği kaynak şahısların önemli olanlarını zikretmeye
çalışalım:[454]
İtikadda Maturidî mezhebinin kendisine nisbet
edildiği Muhammed b. Mu-hammed b. Mahmud Ebû Mansur el-Maturidî (333/945)'ye
ait "el-Akîde" adlı esere Kurtubî, -tesbit edebildiğimiz kadarıyla-
bir yerde atıfta bulunmaktadır.
[456] Bir
başka yerde de: "Şeyh İmam Ebû Mansur el-Maturidî'den nakledildiğine
göre..."
[457]
diyerek bir atıfta bulunmaktadır.
[458]
İmam Kurtubî, Kehf, 18/48'nci âyeti tefsir ederken
"Hafız Ebu'l-Kasım Ab-durrahman b. Mende, Kitabu't-Tevhid'de... rivayet
etmektedir"
[460]
şeklinde bir ifade kullanmakta ise de bu ismi taşıyan ve kaynaklarca 470 / 1077
yılında vefat ettiği belirtilen Ebû Kasım Abdurrahman b. Muhammed b. İshâk b.
Mende'ye bu isimde bir kitap nisbet edildiğini tesbit edemedik.
[461]
Ancak, 395 / 1005 yılında vefat ettiği belirtilen
İshâk b. Muhammed b. Yahya b. Mende'ye ait bu isimde bir kitabın nisbet
edildiğini görüyoruz.[462] Buna
göre kitap, Ebu'l-Kasım'ın dedesi olduğu anlaşılan İshâk b. Muhammed b. Yahya
b. Mende'ye ait olmalıdır.
Muhtemeldir ki, Kurtubî, isim benzerlikleri
dolayısıyla aslında Ebu'l-Kasım'ın dedesine ait olan eseri Ebu'l-Kasım'a
nisbet etmiş olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
[463]
Eş'arî mezhebinin ileri gelen kelamcılarından olan
"ve el-Bakillanî" diye meşhur olan Ebû Bekr Muhammed b. et-Tayyib b.
Muhammed'e ait "Temhî-dü'1-Evâil ve Telhisu'd-Delâil" adlı eserine
Kurtubî, atıfta bulunarak ondan nakil yapmaktadır.
[465]
Bir başka yerde de ondan "Seyfü's-Sünne ve
Lisânü'1-Ümme = Sünnetin Kılıcı ve Ümmetin (Savunucu) Dili" diye söz
ettiğini görüyoruz.
[466]
Bunun dışında Kurtubî'nin, daha pek çok yerde Ebû Bekir el-Bakillânî'ye
atıflarda bulunduğunu görüyoruz.
[467]
İmam Kurtubî, Ebû İshâk el-İsferâyinî ve
"Rüknüddin" diye meşhur olan İbrahim b. Muhammed b. İbrahim (418 /
1027)'e ait "el-Evsat" adı ile anılan eserine bir yerde atıfta
bulunmaktadır. Atıfta bulunduğu bu hususa dair görüşünü benimsemediği
anlaşılan el-İsferayinî'den "tahkik imamlarından büyük bir zat olan
Ebû'l-Muzaffer el-İsferayinî..." diye söz etmektedir.
[469] Başka
yerlerde de Kurtubî ona, ismini anarak atıflarda bulunmaktadır.
[470]
"İmamu'l-Harameyn el-Cuveynî" diye meşhur
olan Ebû'l-Meâlî Abdulmelik b. Abdullah (419-478 / 1028-1085)'a ait ve tam adı
"el-İrşâd İla Kavatıi'l-Edilleti fî Usulü'l-İ'tikad" şeklinde olan
eserine Kurtubî, Tefsiri'nin baş taraflarında işaret etmektedir.
[472]
Yine aynı yerde ona ait ve usûlü fıkh'a dair
"el-Burhan" adlı eserinden de söz ettiğini ve atıfta bulunduğunu
görüyoruz. Bundan başka Kurtubî, Ebû'l-Meâlî'ye her hangi bir kitap nisbet
etmeksizin, çeşitli vesileler ile atıfta bulunmakta ve ele aldığı konu ile
ilgili kanaatlerine işaret etmektedir.
[473]
Kurtubî'nin kendilerine kelâma dair çeşitli görüşler
atfedip isimlerini zikrettiği kelâm bilginleri elbetteki bunlardan ibaret
değildir. Gerek kelâm alimi olarak meşhur olmuş, gerekse de bu alanda şöhret
bulmamış olmakla birlikte kelâma dair kanaat belirtmiş, Eş'arî mezhebine
mensup olsun olmasın pek çok Ehl-i Sünnet alimine atıflarda bulunmuştur. Bazı
örneklerine Kurtu-bî'nin şahsiyetini ele alırken değindiğimiz diğer kelâmî
mezheb görüşlerini ve bu görüşlerin sahiplerini de zikretmiş ve onlara da
atıflarda bulunmuştur.
Tekrar hatırlatalım ki, Kurtubî'nin adını vermekle
birlikte kendilerine herhangi bir kitap nisbet etmeksizin görüş ve kanaat
naklettiği kimseler, kendilerine ayrıca bir kitap da nisbet ederek nakillerde
bulunduğu kimselerin-sayısından çok çok fazladır. Bunların tesbiti ise ancak bu
konuda hazırlanacak müstakil bir indeks ile mümkün olur.[474]
Özellikle Endülüs menşeli müfessirlerde daha açıkça
tesbit edilebilen bir özellik, fıkhî hükümleri açıklamaya, fıkhî hükümler
istinbat etmeye, bunların delillerini sunup münakaşa ve tercihe önem vermiş
olmalarıdır. Özellikle İbnü'l-Arabî ve arkasından Kurtubî, bu fıkhî konuları
genişçe ve kapsamlı bir şekilde ele alırlar. Öyleki, her ikisinin de
tefsirleri Mâlikî mezhebine dair, aynı zamanda yeterli bir fıkhî başvuru
kaynağıdır da. İbnü'l-Arabî'nin Mâlikî mezhebine taassubla bağlılığı gibi
eleştirilebilecek bir özelliği bulunmasına rağmen, Kurtubî'de bu taassub hemen
hemen yok gibidir.
[475]
Hiç şüphesiz Kurtubî, bu zengin fıkhî bilgileri başta
Mâlikî mezhebine dair telif edilmiş fıkıh eserleri olmak üzere birçok fıkhı
kaynaktan derlemiş bulunmaktadır.
Kurtubî, fıkhî meseleleri genellikle naklettiği
şahıslara nisbet etmekle birlikte özellikle Mâlikî fıkhına dair oldukça
sınırlı bir şekilde eser ismi vermektedir.
[476] Bu
şahıslara atıflar sık sık tekrarlandığından dolayı, ayrıca bunlardan yaptığı
nakillere örnek vermeyi gerekli görmüyoruz.
Elbetteki Kurtubî'nin fıkha dair kaynakları yalnızca
fukahânın te'lif ettikleri fıkıh eserleri değildir. Bunlar arasında İbn
Abdi'l-Berr'in el-İstizkâr ile et-Temhid adlı eserlerinin yanında
Ahkâmu'l-Kur'ân'a dair yazılmış tefsirler de şüphesiz önemli bir yer
tutmaktadır. Bunlara daha önceden değinmiş bulunuyoruz.
Şimdi de Kurtubî'nin kendilerinden nakilde bulunduğu
önemli kimi fıkıh müelliflerinin bazı eserlerini sıralamaya çalışacağız:[477]
Sahnûn Ebû Said lakablı Abdusselâm b. Said (160-240 /
777-854)'in Mâlikî fıkhına dair ve Kayrevân'lı alimlerin güvenip dayandığı
Mâlikî fıkhının en önemli eserlerinden birisi olan el-Müdevvene, Kurtubî'nin
nakilde bulunduğu belli başlı Mâlikî fıkhı kaynaklan arasında yer alır.
Kurtubî, çoğunlukla Sahnûn adını vermekle yetinmekle birlikte, nadiren de olsa
"el-Müdevve-ne"nin adını da verdiğini görmekteyiz.
[479]
Abdulmelik b. Habib b. Süleyman el-Endelüsî (180-238
/ 796-852)'nin eserleri arasında yer alan "el-Vâdıha fi's-Süneni
ve'1-Fıkh" adlı eser de Kurtubî'nin Mâliki fıkhına dair önemli kaynakları
arasında yer alır.[481]
Muhammed b. Ahmed b. Abdulaziz b. Utbe (255 /
869)'nin pek çok eserinden birisi "el-Utbiyye" diye anılır. Kurtubî
de genelde "el-Utbî" adını anarak birçok fıkhi görüşü Muhammed b.
Ahmed b. Utbe'ye isnat etmekle birlikte nadiren de olsa, eseri olan
"el-Utbiyye" yi de zikrederek atıfta bulunur.
[483]
Kurtubî, İbnu'l-Mevvâz diye meşhur olan Muhammed b.
İbrahim b. Ziyad el-İskenderî (180-269 / 796-882)'ye de pekçok yerde görüş
atfetmekte ve "Ki-tabu'l-Muvâzene"sinden nakillerde bulunmaktadır.
Bunun dışında Kurtubî, Mâlikî mezhebine mensup belli
başlı ilim adamlarına da -isimlerini zikrederek- pek çok yerde görüş nisbet
etmekte ve onların kanaatlerini nakletmektedir. Bu naklettiği kanaat ve
görüşlerin önemli bir bölümünü, adını andığımız Mâlikî mezhebi ilim
adamlarının eserlerinden, yada bunlardan nakleden başka müelliflerden
naklettiğini rahatlıkla söylemek mümkündür.[485]
Kurtubî, ayrıca "İlmu'l-Hilâf" diye bilinen
ve mezhepler arası mukayeseli fıkıh (el-Fıkhu'1-Mukaren) diye de anılan dala
ait fıkıh eseri bulunan ilim adamlarından da nakiller yapmıştır ki, bunlardan
birisi de İbnü'l-Münzir'dir:
Kurtubî, İbnü'l-Münzir diye meşhur olan Ebû Bekir
Muhammed b. İbrahim İbnü'l-Münzir en-Neysaburî (309 / 921)nin adını özellikle
değişik mezheplerin görüşlerini arka arkaya sıralarken vermekte ve nadiren de
olsa onun bu görüşlerinin "el-İşrâf' diye bilinen kitabında yer aldığını
belirtmektedir.
[487]
Kısa adı "el-İşraf" olan bu eserin Kâtip
Çelebi tarafından zikredilen adı "el-İşraf alâ Mezahibi'l-Eşrâf"
şeklinde Kehhale tarafından zikredilen adı ise, "el-İşraf alâ Mezahibi
Ehli'1-İlm" şeklinde olmakla birlikte bir başka yerde ise bu eserin adı
"el-İşrâf alâ Mezahibi Ehli'1-İlm (veya: el-İşrâf fî İhtilâfi'l Ulemâ Alâ
Mezahibi'l-Eşraf)" şeklinde verilmektedir.
[488]
İbnü'l-Münzir'in vefat tarihini 310 / 922 ve 318 / 930 olarak gösterenler de
vardır.
[489]
Ebû Ömer künyeli Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b.
Abdi'l-Berr'e ait "el-Kâfi fî Fıkhi Ehli'l-Medine el-Mâlikî" adlı
eserinden kimi zaman ismini de vererek nakillerde bulunmaktadır.
[491]
Kurtubî'nin, Hadis fıkhına dair kaynaklarını tanıtırken İbn Abdi'l-Berr'e ve
eserlerine ayrıca değinmiş idik.[492]
Ebu'1-VeHd b. Rüşd diye meşhur olan Muhammed b. Ahmed
b. Ahmed b. Rüşd (450-520 / 1029-1126) ait "el-Mukaddimât" adlı
eserine Kurtubî, eserinin adını vererek atıfta bulunduğu gibi,[494]
eserinin adını zikretmeksizin de atıfta bulunmaktadır.
[495]
Kurtubî, Abdullah b. Necmeddin b. Şâs'a ait
"el-Cevâhirü's-Semîne alâ Mezhebi Mâlik'in Âlimi'l-Medine" adlı
Mâliki fıkhına dair esere atıfta bulunarak nakiller yaptığı gibi,[497]
sadece İbn Şâs'ın adını zikrederek da ondan nakillerde bulunmaktadır.
[498]
Kurtubî, hiç şüphesiz sadece Maliki mezhebine dair
fıkıh kaynaklardan yahut da mukayeseli mezheplere dair fıkhî kaynaklardan
nakilde bulunmakla yetinmemiştir. Bundan önce Kurtubî'nin yararlandığına işaret
ettiğimiz bir takım kaynaklardan bu husus anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Kurtubî'nin çeşitli mezheplere göre
yazılmış fıkhi kaynaklardan da doğrudan yararlandığını görmekteyiz. Bunlara
örnek olmak üzere de Şafii mezhebine mensup ve er-Rûyânî diye meşhur olan
Abdulvahid b. İsmail b. Ahmed'in -ki, Ebu'l-Mehasin künyelidir- (415-502 /
1024-1109) Şafiî mezhebinin en geniş fıkıh kitaplarından birisi olan
"Bahru'l-Mezheb" adlı eserinden nakillerde bulunduğunu, bu esere
atıflar yaptığını görmekteyiz.[500]
Nitekim Kurtubî'nin bir yerdeki ibaresinden de onun
Hanefi mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının eserlerini bizzat mütalaa
ettiğini de anlamaktayız.
[501]
Kurtubî'nin Tefsirinde zaman zaman fıkıh usulü
bahislerinin de ele alındığını, ayrıca söylemeye gerek olmadığı gibi bu konuya
dair daha sonraki bir bölümde temas edeceğimizi belirterek yeri geldikçe bazı
fıkıh usûlü eserlerine atıfta bulunduğuna da işaret etmekle yetinelim.
[502]
Burada bir daha şu hususu belirtmekte yarar vardır:
Bizler, bu denememizle hiç şüphesiz Kurtubî'nin yararlandığı bütün kaynaklan
sıralamış olmak gibi bir iddia taşımıyoruz. Esasen Kurtubî'nin bütün
kaynaklarını ismen tes-bit etmek belki de imkânsızdır. Çünkü Kurtubî'nin,
görüşleri naklederken kitap ismi vermeksizin sahiplerine görüşleri nisbet
ettiği yerler ile ayrıca kitap ismini de zikrederek görüşleri zikrettiği yerler
arasında bir mukayese yapılacak olursa, kitap ismi zikretmeksizin sadece şahıs
ismi vererek yaptığı nakillerin, diğerlerinden kat kat fazla olduğu
görülecektir. Bu ise, her bir görüşün kaynağını tesbit etmenin ne kadar zor
olduğunu ayrıca belirtmeye gerek bırakmıyacak bir husustur.
Gerek buraya kadar ismini sıraladığımız eserler,
gerek bundan sonra isimlerini vereceğimiz eserler yine de Kurtubî'nin ismen
zikretmiş olduğu eserlerin tamamını kuşatmaktan uzaktır; önemlilerinin büyük
bir bölümünü bu liste kapsamakta ise de hepsini kapsadığını iddia etmiyoruz.[503]
Kur'ân-ı Kerim, Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır.
Bu kitabı gereği gibi an-:yabilmek ise, gerek bu dilin kelimelerinin
anlamlarını, gerekse de Ârapça'nın dil bilgisi kurallarını ve bu dilin anlatım
şekil ve tekniklerini de bilmeyi gerektirir. Hatta bunlar ne kadar güzel ve
sağlıklı bilinebilirse, Kur'ân-ı Kerime muhatap olan bir kimsenin de bu ilâhî
hitabı daha güzel, daha doğru ve yerinde anlıyabilmesi, yorumluyabilmesi imkânı
yükselir. Bu açıdan genel olarak bütün müfessirler, daha dar çerçevede çeşitli
yönleriyle Arap dili ile ilgili bahisler çerçevesinde tefsire ağırlık veren
müfessirler, bu arada da müfes-sirimiz Kurtubî de Tefsiri'nde Arap dilini
ilgilendiren çeşitli yönleriyle açıklamalara ehemmiyet vermiştir. Bu sebeple
bu alanda yazılmış bir takım kaynaklardan, bu konuda söz sahibi otorite
şahsiyetlerden nakillerde bulunması, onlardan yararlanması tabii bir
hadisedir. Şimdi bu alanda Kurtubî'nin yararlandığı eserleri genel bir tasnife
tabi tutarak, kısaca değinmeye çalışalım:[504]
Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerimin anlaşılmasında güçlük
çekilen lafızlarını (Garîbû'l-Kur'ân'ı) açıklamaya çalışırken gerek özel olarak
bu alanda yazılmış kaynaklardan, gerekse de sadece Ğarîbu'l-Hadis'e dair
yazılmış eserlerden faydalandığında şüphe yoktur. Çünkü, bu alanda eser vermiş
belli başlı ilim adamlarının isimlerini zikrederek onlara atıfta bulunarak
Kur'ân-ı Keri-m'in çeşitli lafızlarına dair kapsamlı ve doyurucu açıklamalar
bulunduğunu görmek için -denilebilir ki- Tefsiri'nin herhangi bir sahifesine
müracaat etmek yeterli bulunmaktadır. Sadece Garîbu'l-Kur'ân'a dair yazılmış
herhangi bir eser ismi verildiğini tesbit edemediğimizden Ğaribu'l-Hadis'e dair
yazılmış, yada bu alanda eser verdiği bilinen bazı müelliflere işaret edelim:[505]
Bu konuda derli toplu ilk eser veren kişi olduğu
belirtilen Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm (224 / 839)'e, Kurtubî, ismen
sayılamıyacak kadar çok yerde atıfta bulunmakta ve birçok Kur'ânî lafzın
lügavî manasını ona nisbeten açıklamaktadır. Nadiren de olsa Ebû Ubeyd'in
"Ğarîbu'l-Hadis" kitabının adını ismen verdiğini de görüyoruz.
[507]
Ancak bu, müfessirimizin Ebû Ubeyd'e atfen yaptığı
bütün nakillerin bu eserinden olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü Ebû Ubeyd'in
gerek fıkha dair gerekse kıraatlere dair açıklamaları da pek çoktur ve Kurtubî
bu yönde de Ebû Ubeyd'den çokça istifade etmiştir.
[508]
Ebû'l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî'nin (510-597 /
1116-1201) pek çok eseri olduğu bilinmektedir. Kurtubî de onun çeşitli
eserlerinden yararlanır, nakillerde bulunur, onlara atıflar yapar. Bunlardan
birisi de görüldüğü kadanyla Kitap ve Sünnette varid bir takım kelimeleri şerh
etmeye, açıklamaya tahsis edilmiş bir eser olduğu anlaşılan
"Fuhûmu'1-Âsâr" adlı eseridir.
[509]
Burada bir daha ifade etmekte fayda mülahaza ettiğimiz
husus şuki, Kur-tubî, yararlandığı kaynakların ismini zikretmekten çok,
naklettiği bilginin ait olduğu şahsın adını zikretmeye önem verir. Bu ise onun
verdiği eser isimlerinin az, buna karşılık kendilerine görüş atfedip doğrudan
yahut dolaylı olarak eserlerinden nakillerde bulunup ismini zikrettiği ilim
adamı sayısının buna nisbetle çok daha kabarık olması sonucunu vermiştir.
[510]
Kurtubî'nin, Kur'ân-ı Kerim lafızlarını açıklamaya
çalışırken sık sık başvurduğu kaynaklar arasında -özel olarak Kur'ân ve hadis
lafızlarını şerhetmeye ayrılmış eserlerden ayrı olarak- Arap diline dair
yazılmış, kapsamlı genel sözlüklerin de yer aldığını görmekteyiz. Yer yer
isimlerini zikrederek atıfta bulunduğunu tesbit ettiğimiz bu eserlerin
önemlilerini sıralıyalım:[511]
Ebû Bekr Muhammed b. Ebû Muhammed el-Enbârî (271-328
/ 884-940)'ye ait "insanların kullanmakta oldukları kelimelerin anlamlannı
açıklayan" ez-Zâhir adlı sözlükten Kurtubî'nin isim zikrederek
yararlandığını görmekteyiz.
[513]
Sa'leb (291 / 904)in arkadaşlarından Ebû Ömer
Muhammed b. Abdul-vahid el-Mutarriz (345 / 956)in eseri olan
"el-Yavâkît" adlı sözlük türü eserden de Kurtubî nakillerde
bulunmaktadır.
[515]
Kâtip Çelebi'nin "Kitabü Ef'alu ve Efale yada
Kitabu Ef'ale ve Fe'ale" diye adını verdiği ünlü edebiyatçı ve bununla
birlikte fıkıh ve hadis bilgini olarak da kabul edilen Ebû Said Abdulmelik el-Asmaî
(216 / 83D'ye ait eserden Kurtubî, "Kitabu'1-Efâl" diye adını
vererek nakilde bulunmaktadır.
[517]
İmam Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî (393 /
1003)'ye ait "Tacu'1-Luğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye" adlı ünlü sözlük, Kurtubî'nin
adeti üzere pek çok yerde sadece Cevherî'nin ismini anarak, bazan de
"el-Cevherî, es-Sıhah adlı eserinde..." gibi ifadelerle eserinin
adını da vererek nakillerde bulunduğu
[519] ve
çokça yararlandığı önemli bir sözlüktür.
Hiç şüphesiz bu sözlük, gerek kendisinden sonraki
sözlük çalışmalarının, gerekse de sözlük müracaatı gerektiren çalışmalarda
bulunanların en önemli müracaat kaynaklarından birisi olmuştur. O bakımdan
Kurtubî'nin de bu değerli sözlükten gereği gibi yararlandığını görmekteyiz.[520]
Ebû'l-Huseyn Ahmed b. Fâris (395 / 1005) çağının Arap
dili sözlük bilginlerinin en ileri gelenlerinden ve kendisinden sonra
gelenleri de etkileyen ilim adamlarından birisidir. Kurtubî, adeti üzere sadece
kaynak şahsın ismini vermekle yetinmekle birlikte, İbnü'l-Fâris'in
"el-Mücmel" adlı eserinin adını zikrederek atıfta bulunduğu da
görülmektedir.[522]
Bununla birlikte yine İbnü'l-Fâris'in "Mekâyîsu'1-Lüğa" adlı
eserinden de nakillerde bulunduğundan şüphe etmiyoruz. Ancak, İbnü'l-Fâris'e
atfettiği ibarelerin hangisinin hangi eserinden olduğunu tesbit etmek,
Kurtubî'nin naklettiği ibareler ile İbnü'l-Fâris'in bu eserlerindeki ibareler
arasında bir karşılaştırma yapmayı gerektirmektedir.
Burada Kurtubî'nin, zaman zaman İbn Fâris ile
el-Cevherî'den yaptığı nakiller akabinde onların kanaatlerine eleştiriler de
yönelttiğini kaydetmekte fayda görüyoruz.
[523]
Büyük dil bilgini ve İbn Sîde diye bilinen
Ebu'l-Hasen Ali b. İsmail (398-458 / 1007-1066)in en önemli eseri olan
"el-Muhkem ve'1-Muhîtu'l-A'zam" adlı sözlüğü, Kurtubî'nin
kendisinden istifade ettiği önemli lügat kitapları arasındadır. Kurtubî, bu
eserden de adeti üzere çoğunlukla müellif ismini vererek, nadiren de eser
ismini de belirterek yararlanmaktadır.
[525]
Kurtubî'nin, bunlar dışında kalan pek çok lügat
bilgini (el-Halil b. Ahmed v. b)'nden de nakillerde bulunduğunu,
açıklamalarından yararlandığını ayrıca söylemeye de gerek yoktur.[526]
Kurtubî, hiç şüphesiz nahiv ilminin iki büyük imamı
Sibeveyh diye meşhur olan Ebû Bişr Amr b. Osman (180 / 796) ile el-Müberred
diye bilinen Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (285 / 898)'den,
[527]
çokça istifade etmiştir. Hiç şüphesiz Kurtubî onlardan naklettiği açıklamaları,
Kur'ân-ı Kerimin anlaşılmasında olumlu katkıları olacağı kanaati ile
yapmıştır.
[528]
Bu arada Kurtubî'nin, çeşitli konulara değinen kimisi
edep, ahlâk ile, kimisi zühd ve takva ile ilgili bazı kaynaklara da atıfta
bulunarak onlardan nakiller yaptığını görüyoruz.
Bunlardan birisi, İmam Gazzali (450-505 / 1058-1
lll)ye ait "Minhâcu'l-Ârifîn" adlı eserdir.
[529]
Abdullah İbnü'l-Mübarek (509 / 1115)e ait
"ed-Dakâik" adlı eserine de Kurtubî bir yerde atıfta bulunmaktadır.
[530]
Kurtubî'nin atıfta bulunduğu bir diğer eser,
Ebu'l-Hasen Şebib b. İbrahim b. Muhammed b. Haydere (510-558 / Ill6-ll63)ye
ait[531]
"Hazzu'l-Ğalâsım fî İfhamı'l-Muhâsım" adlı eseridir.
[532]
Esere gönderme yaptığı yerde ele alınan konunun kelâmî bir mesele olduğu
nazarı itibara alınırsa, bu eser de kelâma dair bir eser olmalıdır.
Kurtubî'nin işarette bulunmakla birlikte mahiyetini
ve müellifinin tam adını :esbit etmekte güçlük çektiğimiz bir eser de ez-Zebibî
(veya ez-Zübeybî)'nin "et-Tabakât" adlı eserinde el-Müberred'e isnad
ettiğini belirttiği Kur'âna ilk nok-13. koyan kimsenin Ebû'l-Esved ed-Düelî
olduğunu zikrettiği husustur.
[533] Bu
et-Tabakât adlı eserin mahiyetini de gerçek müellifini de tesbit edemedik.
Kurtubî'nin yararlandığı ve ismini belirttiği
kaynakların hepsinin bunlardan ibaret oluduğunu söylemek, bizim için mümkün
olmamakla birlikte yararlandığı kaynakların önemli bir bölümünün bunlar
olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla tahkik ederek vermeye çalıştığımız bu
liste, gerçekten "İmam" vasfına layık kabul ettiğimiz bir müfessir
olan Kurtubî'nin eserini te'lif ederken ne büyük zorluklarla karşılaştığını ve
ne derece bir ilmî mesai harcadığını kısmen de olsa ortaya koymaya çalıştık.
Bu liste, gerçekten Kurtubî'nin bir ilim adamı olarak
oldukça zengin bir litaretürden yararlandığını, değerlendirdiğini ve
kendisinden sonra gelen nesillere bu eserlerden yaptığı nakiller ile de
muhtevalarına dair önemli fikirler vermek suretiyle de ciddi hizmetlerde
bulunduğunu ayrıca belirtmeye gerek yoktur, sanırız.
Diğer taraftan yeri geldikçe zaman zaman
belirttiğimiz gibi Kurtubî'nin, eser ismi vererek yaptığı nakillerin oranı,
eser adını zikretmeden yaptığı nakillere göre oldukça fazladır.
Başta ashab ve tabiîn olmak üzere müstakil bir eser
te'lif etmeksizin sözleri belli bir senet zinciri ile nakledilerek kitaplara
geçen ve böylelikle kendilerine görüş ve kanaatlerin nisbet edildiği
şahsiyetler yekûnunu da tasavvur etmeye kalkışacak olursak, Kurtubî
Tefsiri'nin gerçekten kendi alanında başlı başına bir değer ve oldukça muazzam
bir ilmî hazinenin hülâsası, çok bilinçli bir şekilde ortaya konulmuş bir özü
olduğunu ifade etmek bir mübalağa olarak kabul edilmemelidir. Eserini yakından
tetkik edenler, zannederiz bizim bu değerlendirmemizin abartılı olmadığı kanaatini
onlar da paylaşacaklardır.
Kurtubî Tefsiri'ni kaynakları ile tanıtmaya
çalıştığımız bu bölümden sonra, Kurtubî Tefsiri'ni meziyetleriyle ve
-meziyetlerine göre oldukça cüz'i ve söz edilmeye değer bulunmamakla birlikte
yine de var olduğunu tesbit ettiğimiz- kısmî zaafları ile tanımaya sıra
geldiğini zannediyoruz.[534]
Kemâlin Allah'a mahsus olduğu, her mümin tarafından
bilinen ve kabul edi-ien bir gerçektir. Mü'min bir kimsenin yaptığı bir işi,
gücünün yettiği kadarıyla, o iş için mümkün olabilecek en mükemmel noktaya
doğru yaklaştırmaya çalışması da konu ile ilgili Hz. Peygamberin irşadının bir
gereğidir.
[535]
Müfessirimiz İmam Kurtubî'nin de Tefsir'ini telif ederken
aynı idrâk ve çaba içerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O bakımdan
"el-Câmi' li Ah-kâmi'l-Kur'ân" in belirgin ve olumlu bir takım
özelliklerinin yanında, bazı zaaflarının da bulunması -beşer olmasının bir
sonucu olarak- tabii kabul edilmelidir.
İmam Kurtubî'nin Tefsiri hakkında da geçerli olan bu
genel değerlendirmenin biraz daha açıklayıcı bir şekilde ele alınması, bu
yönden de Tefsiri'nin daha iyi tanınıp tanıtılması açısından zorunludur..
Şimdiye kadar ele aldığımız hususların bu habisle
ilgili olanlarının tekrar natırlanması hususunda değerli okuyucuların
hafızalarına itimad ederek, daha önce ele aldığımız hususları tekrara gerek
görmeksizin, burada sadece sözkonusu etmediğimiz bazı noktalara açıklık
getirmeye çalışacağız. Bununla beraber, -farklı açılardan da olsa- bazı
tekrarlardan da kendimizi alı-koyamayacağımız bazı yerler de olabilecektir.[536]
Zaman zaman değinildiği gibi, Kurtubî Tefsiri'ni
inceleyen bir kişi gerek muhtevası itibariyle, gerekse bu muhtevanın derlendiği
kaynaklar itibariyle adeta bir ansiklopedi ile karşı karşıya bulunduğunu fark
etmekte gecikmez. Bu hususu Kurtubî'nin kaynaklarını tesbit etmeye çalıştığımız
bahisten de kolaylıkla anlamak imkânımız vardır. Kaldı ki bizim tesbit
ettiğimiz liste, konu :Ie ilgili yapılmış önceki çalışmalarda takdim edilen ve
sadece pek çok nakillerin yapıldığı ana kaynakların/ tesbit etmeyi hedeflediği
anlaşılan diğer listelere kıyasla
[537]oldukça
kabarıktır. Esasen bu dar kapsamlı listeOerkkaii dahi, aynı sonuca ulaşmak
mümkündür.
Kurtubî'nin kaynaklarının çokluğu, önüne gelen her
eserden -yerli yersiz, gerekli gereksiz- ayırım yapmadan yararlandığı anlamına
gelmez. Bu açıdan Kurtubî'nin kaynaklarını ele alacak olursak, onun her konuda
otoritesi ve yet kinliği ilim ehlince kabul edilmiş şahıs ve eserlerden
yararlanıp nakillerde bulunduğunu görüyoruz. Bunu hemen hemen bütün kaynakları
için geçerli bir değerlendirme olarak kabul edebiliriz.
Kurtubî'nin kendi eserini yazdığı döneme kadar
-meselâ- gerek rivayet gerekse de dirayet türünden kabul edilen tefsirler
arasından, ancak tefsir tarihine mal olmuş olan önemli ve muteber kabul edilen
tefsirlere öncelik verdiğini görüyoruz. Rivayet tefsirleri arasında özellikle
Taberî'ye, dirayet ve ahkâm tefsirleri arasında da başta İbn Atiyye'nin
el-Veciz'i ile İbnu'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ına özellikle itimad etmesi,
kaynak tesbitindeki hassasiyetinin bir tezahürüdür.
Benzer değerlendirmeleri, Kurtubî'nin kendilerinden
hadis naklettiği kaynaklar, lügat, kıraat, nahiv, hadis, fıkıh v.s... alanlara
dair olup itibar ettiği ve nakillerde bulunduğu eserler hakkında da
söyleyebiliriz.
Bu hususta herhangi bir örneklendirmeye gerek
görmüyoruz. Çünkü Kurtubî Tefsiri'nin kaynaklarını tanıtmaya ayırdığımız
bahisteki açıklamalar sırasında yaptığımız atıflar, bizce böyle bir çalışma
için belirlenen sınırlar çerçevesinde yeterlidir.
[538]
Kurtubî, kaynaklardan nakillerde bulunurken belirli
bir hassasiyet göstermiştir. Bu "hassasiyef'i ile biz bir kaç hususu bir
arada kast etmekteyiz: Nakilde bulunurken gösterdiği hassasiyet ya da sadakat;
yani yaptığı naklin aslına uygun olması için özel bir çaba göstemesi; yaptığı
nakil -özellikle- Hz. Peygamber'e dayandırılan ya da bu kabilden bir rivayet
olup bu rivayet o kadar itimada şayan değilse bunu açıkça belirtmesi yahut
bunu anlatan bir tabir kullanması; bir de çeşitli rivayetler arasında eğer bir
farklılık -ya da bir aykırılık- bulunuyor ise bunu da konu ile ilgili ilmî
esaslara bağlı kalarak telif etmeye çalışması...
İşte "Kurtubî'nin nakillerdeki hassasiyeti"
ile anlatmak istediklerimiz bunlardır. Şimdi açıklamaları uzatmamak ilkemizi
de gözönünde bulundurarak, bu hususa dair bir takım örneklerle konuya bir parça
açıklık getirmeye çalışalım:
İmam Kurtubî, hırsıza el kesme cezasının
uygulanmasını gerektiren ma-.m kıymetinin ne kadar olacağına dair çeşitli
rivayetleri Dârakutnî ve başkalarından nakletmektedir.[539]
Aynı rivayetleri sened ve lafızlanyle Dârakutnî'de ıvnen tesbit etmek
mümkündür.
[540]
Kurtubî'nin atıfta bulunduğu kaynakta aynı naklin
yaptığı yeri bulup tes-'oit ettiğimiz takdirde, eğer farklılık varsa, bir kaç
kelimeyi aşmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
[541]
Kurtubî'nin özellikle ahkâm âyetlerini tefsir ederken
başvurduğu en Dnemli kaynak, İbnü'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân adlı eseridir. Bu
eserinden Taptığı nakilleri yer yer karşılaştıracak olursak göreceğimiz bazı
farklılıklar va önemsizdir; yahutta Kurtubî'nin nakli -meselâ elimizdeki matbu
nüshaya şore- ifadesi itibariyle dil kuralları açısından daha düzgündür.
el-Bakara, 2 230. âyetin tefsirini yaparken birinci başlığında İbnü'l-Arabî'den
yaptığı na-îilde bunu görüyoruz.
[542]
Oldukça cüz'i farklılıkların yer aldığı bir nakle atıfta bulunmaktan amacımız
orada olabilecek nakildeki farklılıkların önemsiz ıvnntılardan öteye
gitmediğini ortaya koymaktır.
Kurtubî'nin nakilde bulunup da karşılaştırma
imkânımız bulunan kaynak-ardan birisi de İbn Atiyye'nin "el-Muharrar
el-Vecîz" adlı tefsiridir. Kurtubî, :--j tefsirden de nakilde bulunurken ibareyi
hemen hemen aynen aktarmaktadır. Nadiren de olsa, arada konu ile yakından
ilgili olması dolayısıyla başça görüşleri zikretmesi ise, görüş sahibine
-genellikle- atıfta bulunduğu çın, yaptığı nakli doğru aktarması özelliğine her
hangi bir gölge düşürecek melikte değildir. Buna da bir örnek olmak üzere
el-Bakara, 2/213- âyetin tefsirinde İbn Atiyye'den yaptığı nakilleri
gösterebiliriz.
[543]
Bu tür örnekleri aynı kaynaklardan da, değişik
kaynaklardan da çoğaltmak mümkündür. Ancak bu nakillerin çokluğu bu konudaki
yargımızda rlumsuz herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Sadece bu doğrultudaki
kanaatimizi pekiştirir. Bu sebepten ötürü bu hususa dair bu örneklerle
yetin-—eliyiz.
Merhum Kurtubî'nin nakilde bulunurken dikkat ettiği
hususlardan bir tanesi de şudur: Yaptığı nakil eğer Rasulullah (s.a)'a
dayandırılan ya da bu hü-cûmde bir rivayet olup pek güvenilir değil ise, buna
işaret etmeyi ihmal etmez ve bu konuda delil olarak gösterilen rivayetin, kim
tarafından delil gösterilmiş olduğundan çok, rivayetin kendisini gözönünde
bulundurur.
[544]
Merhum müfessirimizin nakildeki hassasiyetinin bir
diğer boyutu da aynı konu ile ilgili farklı rivayetleri -bu alanda kabul
görmüş- ilmî yollarla telif yoluna gitmesidir. Bu türden ilmî çabalarına da
tek bir örnek göstermekle yetinebiliriz:
el-Mâide, 5/41. âyet-i kerimenin tefsirinde, zina
etmiş yahudi kadın ve erkeğin recmedilmesi ile ilgili değişik kaynaklardaki
bir takım rivayetleri kaydettikten sonra, "bütün bu rivayetler arasında
her hangi bir tearuz yoktur, çünkü bunların hepsi aynı olayla
ilgilidir..." diyerek bu rivayetlerin arasını cem ve telif yoluna
gitmektedir.
[545]
Bunlar, İmam Kurtubî'nin önüne gelen kaynaktan, belli
bir takım kıstaslara bağlı kalmadan, avama yakışır bir şekilde nakilde bulunan
bir kimse olmayıp, ilmî açıdan muteber kaynaklardan, ilmî bir titizlik ve ilim
adamına yakışan bir sunuş ve üslûpla nakillerde bulunduğunu; diğer yandan
yaptığı nakilleri yeri geldikçe ilmî bir takım değerlendirmelere de tabi
tuttuğunu ortaya koymaktadır.
[546]
Daha önce gerek "Kurtubî'nin Şahsiyeti"ne
dair açıklamalardan, gerek "tefsir yaparken izçlediği yol"a dair
açıklamalardan anlaşıldığı gibi; İmam Kur-tubî; bir ilim adamı sıfatıyla yeri
geldikçe kişisel yorum, muhakeme ve kanaatlerini ortaya koymaktan geri
kalmamaktadır. Bu ise Kurtubî'nin Tefsiri'-ne ayrı bir meziyet
kazandırmaktadır.
Kurtubî, ne olursa olsun, mutlaka mezhebinin görüşünü
tercih eden ya da her durumda muhalif mezhebin kanaatini red etmeye çalışarak
delilleri eğip büken birisi değildir.'Değişik konuları tahkik etmeyen bir
mutaassıp olmaktan uzak bir ilim adamı olarak Kurtubî, yeri geldikçe farklı
mezheplerin görüşlerini delil itibariyle daha güçlü bulduğundan dolayı tercih
etmekte tereddüt etmez.
Bu türden yaklaşımlarını çeşitli örneklerle
açıklayalım:
1.
Mücahid'in, Bedir savaşında yardıma gelen meleklerin atlarının kuyruk ve
yelelerinin kesilmiş olduğuna dair kanaatine işaret ederek, Hz. Peygam-ber'in
"atların perçemlerini, yele ve kuyruklarını kesmeyi yasaklayan"
[547] hadisini
hatırlatarak, Mücahid'in bu görüşünü kabul edebilmek için bu konuda özel bir
delile ihtiyaç bulunduğunu belirtmekte ve bu görüşü kabule değer
görmemektedir.
[548]
Görüldüğü gibi burada Kurtubî, tâbiîn'in ünlü tefsir
alimlerinden Müca-ııid'in kanaatini, konu ile ilgili umumi bir hadis ile
bağdaştıramadığından ve onun mücerred kanaatini bu umumu tahsise yeterli
görmediğinden kabul edememektedir.
2.
Bilindiği
gibi Kurtubî, Malikî mezhebine mensup bir ilim adamıdır. Delile aykırı
düşmedikçe kendi mezhebinin kanaatini tercih etmesi dolayısıy-.3 eleştirilmesi
mümkün değildir. Ancak delile aykırı ya da delilinin zayıf olduğunu bilerek
mezhebinin görüşünde ısrar etmemesi, onun seviyesindeki bir ilim adamından
haklı olarak beklenen bir tutumdur. Kurtubî, bir çok yer-ie bu haklı beklentiyi
boşa çıkarmamaktadır. Meselâ;
İmam Mâlik'in yemekten önce temiz elin yıkanmasını
mekruh gördüğünü belirtir, ancak yemekten önce elleri yıkamayı emreden hadise
uygun olmadığına işaret etmek üzere: "Hadise uymak daha uygundur"
[549]
der.
Kadının mehrini hibe etmesinin cumhur tarafından
-âyet dolayısıyla- caiz görüldüğünü belirttikten sonra, İmam Mâlik'in:
"Evlenen bakire kızın mehrini -mülkiyeti kendisinin olmakla birlikte-
kocasına bağışlayamacağı, bu • etkinin velisine ait olduğunu"
[550] ifade
ettiğini belirtir ve "mülkiyeti kendisinin olduğunu" kabul etmekle
birlikte bağışlayamayacağını söylemesinin ie bir tutarsızlık olduğuna edebe
uygun bir şekilde işaret eder.
3. İmam
Kurtubî, İbnu'l-Arabi'ye "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eserinden pek çok
nakillerde bulunmakla ne kadar değer verdiğini, ona bir ilim adamı olarak ne
kadar itimat ettiğini ortaya koymaktadır. Ancak, İbnu'l-Arabî'yi bazan hak-j
bulmayarak görüşlerine katılmadığını, İbnu'l-Arabî'nin hücum ettiği görüşü ve
görüşün sahibini savunduğunu görüyoruz.
Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin Ebû Hanife'nin bir meseleye
dair kanaatini nak-ettikten sonra red ettiğini ortaya koyan ifadelerini de
aktarır. Ancak kendisi de: "Derim ki: Ebû Hanife'nin görüşü daha
sahihtir..." diyerek, hem lügat rakımından, hem de ilgili rivayet
dolayısıyla haklılığının gerekçelerini belirtir.[551]
Bir başka yerde hediye gönderilecek kurbanlık
develerin hörgüçlerinin ka-natılarak işaretlenmesini Ebû Hanife'nin mekruh
gördüğüne işaret ettikten >onra; İbnu'l-Arabî'nin bu görüşü dolayısıyla Ebû
Hanife'yi ağır bir üslûpla renkit etmesini uygun bulmamakta, aşırıya kaçtığını
belirttikten sonra da, Ha--efi mezhebinde Ebû Yusuf ile Muhammed'in bunu mubah
gördüklerini ifa--e etmektedir. Hatta bu kadarla da kalmayarak, Ebû Hanife'nin
bunu bir "müsle" kabul ettiğini belirterek bu görüşünde mazur
olduğunu ortaya koymakta, arkasından Ebû Mansur el-Maturidî'nin, Ebû
Hanife'nin bu görüşünü yorumlayan bir açıklamasını da eklemektedir.
[552]
Bir başka yerde İbnu'l-Arabî'nin benzer bir hamlesine
karşı İmam Şafiî'yi de savunduğunu görüyoruz.
[553]
İmam Kurtubî'nin İbnu'l-Arabî'ye karşı savundukları
arasında İmam İbn Cerir et-Taberî de vardır. İbnu'l-Arabî, Taberî'nin doğru
olmayan bir icma iddiasında bulunduğunu ileri sürdüğüne işaret ettikten sonra;
Kurtubî, Tabe-rî'yi ona karşı savunur ve haklılığını ortaya koyar.
[554]
Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin bazan fıkhı olmayan
kanaatlerini de uygun görmez ve bunları red eder. Meselâ, bir yerde
İbnu'l-Arabî'nin tevekküle dair kanaatini neklettikten sonra, bu kanaate
katılmadığını İbnü'l-Cevzî'den yaptığı uzun sayılabilecek bir nakille ortaya
koymaya çalışır.
[555]
İşte bu ve benzeri örnekler, değerli müfessirimizin
hakkı bulup ortaya çıkarmaya ve ona uymayı teşvik etmeye ne kadar büyük önem
verdiğini ortaya koymakta ve İbn Ferhûn'un bu konudaki şu değerlendirmesinde
isabetli ve son derece haklı olduğunu göstermektedir:
"O (Kurtubî), mezhebi lehine taassup göstermez.
Aksine o, görüş sahibi kim olursa olsun, doğru gördüğü görüşü tesbit edip
ortaya koyana kadar delil ile birlikte yol alır. İnsafı dolayısıyla çoğu kere
Ahkâmu'l-Kur'ân müellifi Ebû Bekr İbnu'l-Arabî'ye karşı hücum ettiği
muhaliflerini savunur ve İbnu'l-Arabî'nin kendisi ile aynı kanaati paylaşmayan
geçmiş İslâm alimleri hakkında kullandığı katı ifadeleri dolayısıyla onu kimi
zaman kınadığı dahi olur."[556]
İşte sıraladığımız bu örnekler, sıralayamadığımız
benzeri diğer örnekler hakkında fikir vermekte ve Kurtubî'nin bir ilim adamı
olarak gerçekten insaflı birisi olduğunu ortaya koymaktadır.
[557]
Kur'ân-ı Kerim, apaçık, fasih bir Arapça ile
indirilmiş bir kitaptır. Cenab-ı Allah, insanlığa yolgösterici olmak üzere
indirmiş olduğu bu son Kitabı için pek çok hikmet dolayısıyla Arapça'yı uygun
bir dil olarak seçmiştir.
Arap dili ise, uzun tarihi geçmişi, Arapların kabile
ve kollarının çokluğu, geniş bir coğrafi alana yayılmış olmaları sonucunda
Arapça'nın bir birinden uzak ve farklı bölgelerde konuşulması gibi pek çok
etken dolayısıyla, farklı lehçelere ve değişik zengin anlatım üslûp ve
tekniklerine sahip olmuştur.
Bu hususiyetlerin Kur'ân-ı Kerim'in müslümanlar
tarafından okunup anlaşılmasında kendilerini göstermeleri, ya da bunların
ortaya çıkmaları -ya da çıkarılmaları- kaçınılmaz bir durumdur. İşte bundan
dolayı her bir müfessir, tefsirinin hacmi, tefsirini kaleme alırken gözettiği
maksatlar ve benzeri esas ve etkenlere göre Kur'ân-ı Kerimin kıraati,
ifadelerinin düzeni yani kelimeleri ve cümleleri arasındaki ilişkinin gramer
kaideleri açısından tebarüz ettirilip, açıklanması gereken hususlara (sarf ve
nahve) dair bilgileri ve kelimelerle cümlelerin kendi aralarındaki anlatım,
düzen ve ahengini yani teknik anlatımın anlama kattığı genişlik ve zenginliği
(belagat) ihtiva eden bilgilere de tefsirinde yer vermeye özellikle gayret
göstermiştir.
Kurtubî gibi bir müfessirin bu gibi hususları
Tefsir'inde ele almaması yada bunlara Tefsiri'nin hacmi ile orantılı yer
vermemesi mümkün değildi; tabii de karşılanmazdı. Gerçekten de Kurtubî
Tefsiri'ni inceleyen bir kimse, onun bu alanda da Kur'ân-ı Kerime
küçümsenemeyecek çapta ciddi bir hizmet sunduğunu idrâk etmekte güçlük çekmez.
O bakımdan bu Tefsiri'n du yönüyle daha yakından tanınması yerinde ve gerekli
bir tutumdur.[558]
Az olsun çok olsun kıraat farklılıklarına temas
etmeyen bir müfessir • ok gibidir. Tefsirler arasında bu açıdan fark,
kıraatlere dair açıklamalara ve-nlen önem ve buna gösterilen ihtimamda ortaya
çıkar. Tabii olarak tefsirin neminin de bu konuda belirleyici bir faktör
olduğunu söylemeye ayrıca gerek yoktur.
Mustafa İbrahim, Endülüs menşeli müfessirlerin,
kıraatlere dair açıklama-annın tefsirlerinde izledikleri yöntemin önemli bir
esasını teşkil ettiğine dik-•otlerimizi çekmektedir. Mütevatir kıraatlere dair
açıklamalarda bulunmala-r. yanında, bunların nasıl bir anlam ihtiva ettiklerine
dair açıklamalar da yapmışlardır. Şazz olan kıraatlere de dikkat çekip Hz.
Osman'ın çoğalttığı ve ic-—a ile kabul edilmiş Mushaf'ın hattına uygun olmayan
kıraatleri de benim-sememişlerdir. Ancak bunlar arasından, mütevatir
kıraatlerle bağdaştırılabi-en kıraatleri de uygun bir şekilde açıklamaktan geri
durmamışlardır. Müte-atir kıraatleri ilmî kaidelere uygun olarak açıklayıp
gereken şekilde savunacaktan da geri kalmamışlardır.
[559]
Genel olarak Endülüs'lü müfessirlerin kıraate dair
açıklamaları hakkında şsnel nitelik ve özellikleriyle yapılan bu açıklamalar,
özelde müfessirimiz İmam Kurtubî hakkında da geçerlidir. O bakımdan kıraatler
ve bunların hükümlerine dair kısa da olsa bazı açıklamalarda bulunmamız yerinde
olacaktır.
Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim, Hz. Peygamber
döneminden itibaren iki yolla muhafaza edilmiştir. -Esasen beşeriyyet de
günümüze kadar herhangi bir metni ya da bilgiyi muhafaza edebilmek için üçüncü
bir yol keşfedebilmiş değildir.- Bu iki yol; kayıt ve hafızadan ibarettir.
Yani muhafaza edilmek istenen herhangi bir bilgi, ya
ezber yoluyla (hıfz), yada yazı ile belgelemek, kayda geçirmek yoluyla
korunabilir ve sonraki nesillere aktarılabilir. Kur'ân-ı Kerim, indiği ilk
andan itibaren başta Hz. Peygamber tarafından ve Allah'ın koruması altında
ezberlenerek,[560] Ashâb-ı Kiram
tarafından da hem ezberlenerek, hem de yazı ile kayd edilerek -günümüze kadar
gelen nesiller boyunca da aynı yolla- sonraki nesillere eksiksiz, fazlasız ve
tam bir ittifak ve tevatür ile nakledilegelmiştir.
Şu kadar var ki, Kur'ân-ı Kerim'in yazı ile kayd
edilmesi esasına kesintisiz riâyet edilmiş olmakla birlikte, bunun tekniği ya
da şekli farklılık arzetmiştir. Şöyle ki, Hz. Peygamber döneminde başta vahiy
kâtipleri tarafından olmak üzere, geniş enli kemiklere, düz taşlara, deri
parçalarına v.s. ye yazılan ve bir araya tek bir nüsha halinde Hz. Peygamber
döneminde -hafızalarda mevcut olmakla birlikte- cem edilmeyen Kur'ân-ı Kerim,
görülen lüzum üzerine önce Hz. Ebû Bekir döneminde verdiği bir emir ile yetkili
bir komisyon tarafından tek bir nüsha olarak toplanmış, daha sonraları Hz.
Osman tarafından da belli sayıda çoğaltılarak İslâm aleminin belli başlı
merkezlerine gönderilmiştir.
[561]
Kıraatler arasındaki farklılık bir vakıadır. Bunun
sebepleri üzerinde durmak ise ayrı bir bahistir. Bir diğer ayrı bahis ise bu
kıraatler ile ilgili çeşitli teknik bilgileri derli toplu bir şekilde ihtiva
eden ve konusu bunları tesbit ve nakletmek olan "kıraat ilmi"dir.
Bu hususlar üzerinde durmak, kıraatlere dair geniş
denilebilecek boyutlarda açıklamalar ihtiva eden tefsirlerin dahi ihtisas
alanı dışında kalır. Bu sebepten biz burada önce kıraatler ile ilgili çeşitli
hükümlere -kısa da olsa- değinecek ve daha sonra da İmam Kurtubî'nin kıraatlere
dair açıklamalarını ör-neklendirmeye çalışacağız.
Suyutî'nin, "çağının kıraat ilminin imamı ve
hocalarımızın hocası" diye nitelendirdiği Ebu'1-Hayr İbnu'l-Cezerî, bir
kıraatin kabule şayan görülebilmesi için şu üç şartı taşıması gerektiğini belirtmektedir:
1. Arapça'ya bir yönüyle dahi uygunluğunun
tespit edilmesi,
2. Hz.
Osman'in çoğaltıp İslâm ülkesinin belli başlı merkezlerine gönderdiği
mushaflardan birisine olsun uygunluğunun tesbiti,
3. Sahih bir sened ile rivayet edilmesi.
Bu üç şartı taşıyan bir kıraat, sahih bir kıraat olup
inkârı caiz değildir. Böyle bir kıraat, ister yedi kıraat imamından, ister
onlar dışında kalan makbul kıraat imamlarından herhangi birisinden nakledilmiş
olsun, kabul edilmesi gereken bir kıraattir. Bu üç şarttan herhangi birisi
bulunmayacak olursa, o kıraat yerine göre "zayıf yahut "şâz" ya
da "bâtıl" hükmünü alır. Selef ile haleften muhakkik imamların
ittifakla kabul ettiği görüş budur. Seleften buna muhalif bir kanaat
bilinmemektedir.
[562]
Daha sonra Suyutî çeşitli kıraatlere dair örneklerle
açıklamalarını sürdürmekte ve "Kur'ân ilimleri"nden birisi olmak
özelliğiyle bu hususa dair bilgiler vermektedir.
[563]
Kıraatlerin ister mütevatir ister şaz türleriyle
Kur'ân'ın anlaşılması ve çe^ şitli hükümlere delil olması bakımından büyük bir
önem taşımalarının yanında, bizzat kıraatler ile ilgili olarak da bir takım
hükümlere kısaca işaret etmekte fayda, hatta bir gereklilik bulunduğu
kanaatindeyiz:
1.
Az önce
İbnu'l-Cezerî'nin nakledilen kanaatinden de anlaşıldığı gibi, belirlenen
şartları eksiksiz taşıyan bir kıraatin kabul edilmesi gerekir, böyle bir
kıraat, herhangi bir şekilde red edilemez.
2. Yedi
Kıraat diye meşhur kıraatlerin her birisi okunur ve onlarla namaz kılınır.
Çünkü bu kıraatler icma' ile sabittir.
3. Şaz kıraatlerle ise -icma' ile kabul görmüş
kıraatler olmadıklarından- namaz kılınamaz.
4. Sahabe
ve tabiînden gelen rivayetler ise yalnızca onlar tarafından nakledilmiş
rivayetler olarak değerlendirilebilir. Bu gibi kıraatlerle, Kur'ân-dandır, diye
amel edilmez ve bunlara böylece itibar edilmez. En iyisi bunları, o kıraat
kime nisbet ediliyor ise, onun özel görüşü olarak kabul edilmesidir. İbn
Mes'ud'un kıraati gibi.
5. Şayet
bu kıraati rivayet eden (şahabı) bunu Hz. Peygamber'den işittiğini açıkça ifade
ederse, bunun Kur'ân'dan olduğu sabit olmamakla birlikte, -bir görüşe göre-
sünnet olarak sabit olduğu kabul edilir ve sair âhâd haberler gibi
değerlendirilir.
[564]
6. Sahabe
ve tabiînden şu şu şekilde okuduklarına dair nakledilen rivayetlere gelince,
bu onların beyan ve tefsir (açıklamaları olarak değerlendirilir. Yoksa bu
"tilavet olunan Kur'ân" olarak algılanamaz.
[565]
7.
Mütevatir olmayan kıraatlerin namazda okunmaları ise caiz değildir ve
mütevatir olmayan kıraatlerle okumayan imamın arkasında namaz kılınmaz.
[566]
Mütevatir olmayan kıraatlerin namazda okunma hükmü bu
olmakla birlikte, bu kıraatlerin gerek kıraate dair eserlerde gerek
tefsirlerde muhafaza edilip nakledilmelerinin ise iki önemli sebebinden söz
edilebilir:
Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi bunlar
yerine göre âhâd bir sünnet, yerine göre de nisbet edildiği zatın bir
açıklaması ve tefsiridir. O halde bu tür rivayetler gerek Kur'ân'ın ilgili
bölümün anlaşılması, gerekse de çeşitli hükümlere ışık tutması açısından önem
taşır.
İkinci olarak da, kıraat ile ilgili rivayetlerin
-mütevatir olmasa dahi- nakledilmeleri, bu ümmetin alimlerinin Kur'ân ile
-hatta genel olarak dinin bütün veçheleriyle- ilgili herşeyi kayd edip tespit
etmeye ve bu gibi bilgilerden herhangi bir ayırım gözetmeksizin -en basit
türden dahi olsa- hiç bir şeyin kaybolmamasına verdikleri aşırı önemi,
gösterdikleri büyük hassasiyeti ortaya koymaktadır.
Şimdi de Kurtubî'nin kıraate dair açıklamalarında
izlediği yol hakkında -böyle bir çalışmanın çerçevesine uygun bir şekilde- bazı
açıklamalarda bulunabiliriz:
Kurtubî'nin kıraatlere dair açıklamalarında izlediği
yolu ve tutumunu tespit ederken Mustafa İbrahim, şunları söylemektedir.
[567]
1. Kurtubî
bazan Kur'ânî lafızlarda varid olmuş mütevatir kıraatleri herhangi bir tercih
ve açıklamada bulunmaksızın açıklar.
[568]
2. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri,
ifade ettikleri anlam farklılıklarını da açıklayarak zikreder.
[569]
3. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri
sunup bunların hangi lügavî köklerle ilişkisi bulunduğuna dair açıklamalarda
bulunur.
[570]
4.
Bazan
Kur'ânî lafızda varid olmuş mütevatir kıraatleri sunmakla birlikte, bu hususta
ilim adamlarının görüşlerini de açıkladıktan sonra, yüce Allah'ın celâl ve
azametine yakışır türden ihtiva ettiği anlamlar dolayısıyla bir kıraati
diğerlerine tercîh eder.
[571]
5. Bazan
Kur'ânî lafızda varid olmuş mütevatir kıraatleri zikretmekle birlikte, bu
hususta nahiv ve tefsir alimlerinin kanaatlerini zikreder, herhangi bir
kıraati hatalı bulanların yanlışlıklarını ve yanıldıkları yeri de ortaya
koyduktan sonra, hatalı bulunan kıraatin ilmî bir üslûpla açıklamasını yapar
ve doğruluğunu ortaya koyar.
[572]
6. Bazan
Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri sunmakla birlikte, bu kıraatlerle ilgili
i'rab şekillerini açıklayıp kıraatin anlamına binaen, daha tercihe değer
bulduğunu tercih eder.
[573]
7. Bazan
Kur'ânî lafızda varid olmuş şazz kıraati olduğu gibi zikrettikten sonra, bu
şazz kıraati tevil ederek uygunluğunu ortaya koymaya çalışan ilim adamlarının
görüşlerini red eder.
[574]
8. Bazan
Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri sunmakla birlikte, bunların hangisinin
Mushaf Hattı'na uygun düşmeyip şazz olduğunu beyan eder. Çünkü böyle bir
kıraatin (sahih) kıraatler arasında zikredilmemesi, ancak tefsirlerde ondan
söz edilmesi gerekir.
[575]
9. Bazan bir lafızda varid olmuş kıraatleri
zikreder, bunların açıklamasını yapar; bununla birlikte şaz olan kıraati
zikreder ve -yalnızca anlam bakımından- cumhûr'un kıraatine uygun düşmesi için
anlamına dair gerekli açıklamalar yapar.
[576]
Görülüyor ki Kurtubî, kıraat ilmine hem vâkıf, hem de
kıraatlerin kabulü, reddi, açıklanması, kabul edilebilir olanı ve olmayanı
hususlarında yetkin ve basiret sahibi bir müfessirdir. Bu yönüyle tefsiri,
genel olarak bütün tefsirler arasında, özel olarak da "ahkâm" ağırlıklı
tefsirler arasında önemli bir yer işgal etmektedir.
[577]
Apaçık, fasih Arapça bir lisan ile indirilmiş
Kur'ân-ı Kerimin
[578] anlaşılmasında,
bu dilin tek tek lafız ve kelimelerinin anlaşılmasının ne kadar büyük bir rol
oynadığını açıklamaya kalkışmak, büyük bir ihtimalle gereksiz bir külfettir.
Kur'ânî lafızların ne anlama geldiğini açıklamanın
önemini belirtmeye ayrıca gerek olmadığı açık bir gerçek olduğuna göre, pek
çok müfessirin ve bu arada da müfessirimiz İmam Kurtubî'nin, Kur'ânî lafızları
açıklamaya neden bu derece önem verdikleri de kolaylıkla anlaşılabilir.
Kurtubî, Tefsirinin baştaraflarında: "... tefsir
ve lügate, i'râb ve kıraatlere dair incelikleri ihtiva eden özlü bir
tefsir" yazmayı kararlaştırdığını
[579]
belirttikten sonra, tefsirini telif ederken uymayı taaahhüt ettiği şartlarını
da şöylece açıklamakta ve: ".... her bir âyetin açıklanması gereken
lafızlarını açıklamaya gayret edeceği..."
[580] ni
belirtmektedir.
Lügat'e dair açıklamalarda bulunurken Kurtubî'nin
izlediği yolun belli başlı özellikleri şöylece sınıflandırılmaya
çalışılmıştır:
[581]
1.
Kurtubî, âyet-i kerimede geçen bir lafzı açıklarken, aynı kökten türemiş diğer
lafızlara da işaret etmeyi ihmal etmemektedir. el-Bakara, 2/219. âyette geçen:
"Hamr = Şarap (içki)" kelimesini açıklarken, birbirine sarmaş dolaş
olmuş ağaçlar demek olan "el-hamer"e, görüşün olgunlaşması demek olan
"hamure er-re'y"e, hamurun mayalanma halini anlatmak için kullanılan:
"ihtemera'l-acîn"e de değinir ve bu kelimeye açıklık getirmeye
çalışır.
[582]
2.
Kurtubî, bir lafzı açıklarken, onunla aynı kökten türemiş diğer lafızlara da
işaret etmek yoluyla açıklık getirmeye çalıştığı gibi, belli bir lafzın hangi
kökten türemiş olduğunu tespit ederek de anlamına açıklık getirmek yolunu
izler. Meselâ, "Melâike" kelimesini açıklamaya çalışırken,
[583]
"fe-lâh"ın ne anlama geldiğini tespit etmek isterken
[584] bu
yolu izlediğini görmekteyiz.
3. Bir
kelimenin türediği kökü (iştikaakı) ile ilgili ilim adamlarının farklı
görüşleri varsa, kendince kuvvetli gördüğü delile dayanarak bu görüşlerden
birisini tercih ettiğini de görebiliyoruz. Besmele'ye dair açıklamalarda bulunurken
"ism"in iştikakı ile ilgili olarak Basralıların ve Kulelilerin
görüşlerini kaydeddikten sonra, Basralıların görüşlerini daha sahih bulduğunu
gerekçeleriyle birlikte açıklamaktadır.
[585]
Açıkladığı lafzın iştikaakı ile ilgili görüş
ayrılıklarına işaret etmekle birlikte, herhangi bir tercihte bulunmadığı
haller de sözkonusudur. Bu durumda Kurtubî'nin her iki açıklama şeklini de
kabul ettiğinden söz edilebilir[586]
Meselâ, Lafza-i Celâlin iştikakına dair açıklamalarda bu yolu seçtiğini
görüyoruz.
[587]
4.
Kurtubî, birden çok anlama gelen lafızların geçtiği yerlerde de bu anlamların
neler olduğunu tek tek belirtmeye gayret eder. Meselâ "ümmet kelimesi
sekiz anlama gelen müşterek bir lafızdır..."
[588]
diyerek bu anlamlan sıralamasını buna örnek gösterebiliriz. "Emr kelimesi
Kur'ân-ı Kerimde on-dört anlama gelir"
[589]
deyip verdiği açıklamalar da böyledir.
Bazı deyim ve tabirlerin anlamına dair müfessir ve
lügat alimlerinin yorumlarını nakletmesini de bu kabilden değerlendirebiliriz.
"Evvâh" tabirine dair açıklamaları[590] ile
el-Kalem, 68/9. âyetindeki "iddihân" in anlamlarına dair
açıklamalarını da buna örnek gösterebiliriz.
[591]
5.
Kurtubî, kimi yerde lafzın sözlük anlamını verirken, bunun şer'î bir hükme
delâlet ettiğini söyler ve bu delâletin keyfiyyetini de belirtir. "Teyemmüm"
kelimesine dair yaptığı açıklamalarda olduğu gibi.
[592]
Kurtubî'nin lügate dair açıklamalarını daha değişik
bir şekilde tasnif ederek açıklamak mümkün olduğu gibi, bu sayılan şıklara
başkalarını eklemek imkânı da vardır.
[593]
Kurtubî'nin lügate dair açıklamlarında yararlandığı
ilmî malzemeye ve bunu kullanış tekniğine gelince;
İmam Kurtubî, Kur'ânî lafızların anlamlarını açıklarken
bu husustaki ilmî yaklaşımın da gereği olarak şiirlerden de bol bol yaralanır
ve onları delil gösterir. Öyleki, bu alanda bir kimse bir araştırma yapmaya
kalkışıp Kurtubî'nin Tefsiri'nde tanık olarak kullandığı beyitleri bir araya
getirmek isteyecek olursa, bu hususta oldukça zorlanır ve çok miktarda değişik
anlamlarda kullanılmış pek çok tanık beyitlerin büyük bir yekûn tuttuklarını
görür.
İmam Kurtubî, kendisinden önceki müfessirlerin tanık
olarak kullandığı beyitlerle yetinmeyip, çoğu yerde Arap dili üzerinde yapılmış
pek çok ve çeşitli diğer çalışmalarda tanık olarak zikredilmiş beyitlerden de
yararlanır. Bunun sonucunda Tefsir'inde diğer tefsirlere oranla daha çok
miktarda tanık ile karşı karşıyayız. İşte bu, Kurtubî Tefsir'inde yer alan
"şiir ile iştişhâd"ın, benzeri kaynaklara göre daha çok olması
sonucunu doğurmuştur.
Kurtubî'nin şiirin tanıklığına başvurmaktaki
amaçlarını da şöylece sınıflandırmak mümkündür.
[594]
1.
Kurtubî, âyet-i kerimelerde varid olmuş lafızların anlamlarını açıklarken
şiirden tanıklar gösterir:
a. Meselâ,
el-Bakara, 2/2. âyet-i kerimelerde geçen "reyb" kelimesinin:
1. Şüphe, 2. İtham, 3. İhtiyaç anlamlarına geldiğini söylerken, bu kelimenin bu
anlamlarda kullanılışına şiirden örnekler verir.
[595]
b.
"İki iş arasında mütereddit ve kararsız kalan kişi" demek olan ve
en-Nisâ, 4/143. âyet-i kerimede geçen "el-Müzebzeb" kelimesini
açıklarken de birden çok beyitin tanıklığına başvurur.
[596]
2. Kur'ânî
lafzın çeşitli söyleniş (telaffuz) şekilleri ile ilgili açıklamalarda bulunnurken
de şiirin tanıklığına başvurur. Meselâ, Kurtubî, el-Fâtiha, 1/4. âyette geçen
"mâlik" kelimesinin dört türlü söylenişi olduğunu açıklarken şiirden
de örnekler verdiği gibi,
[597]
el-Bakara, 2/6. âyet-i kerimesinde yer alan "e-enzertehum" lafzının
kıraat farklılıklarını açıklarken de bu farklılıklara delil teşkil edebilecek
türden beyitleri de kaydeder.
[598]
3.
İ'rab
esas alınarak anlaşılmış bir manayı delillendirmek için de Kurtubî, şiirin
tanıklığına başvurur. el-Bakara, 2/19. âyet-i kerimesinde "hazere'l-mevf'in
mef'ûlün leh olduğunu belirtir ve bu hususta şiirdeki benzer kullanımı delil
olarak gösterir.
[599]
Yine bir başka yerde (el-Bakara, 2/30. âyet-i kerimenin tefsirinde):
"men" edatının cümle içindeki yerini (mahallî i'râbını) açıklarken de
şiir ile istişhâdı ihmal etmez.
[600]
Şiirleri ile istişhâd edilmesi (tanık gösterilmesi)
açısından şairlerin aynı seviyede olmadıkları bilinen bir husustur. Kurtubî de
bu konuda ancak başkaları tarafından delil olarak gösterilmiş ya da kabul
edilmiş şiirleri delil göstermeye gayret etmiştir. Bu konuda eleştirilmiş bazı
şairlerin kimi beyitler-ni tanık gösterdiği için Kurtubî'nin eleştirilmesi
yanlıştır. Çünkü Kurtubî bu konuda bir taraftan yetkili kabul edilmiş kimselere
uymuştur, diğer taraftan -çoğunlukla görüldüğü gibi- yalnız bir beyiti tanık
göstermekle yetinmemiş, birden çok beyiti delil göstermek yoluna gitmiştir.
[601]
Kurtubî'nin Tefsiri'ndeki lügat açıklamaları ile
ilgili açıklamalarımıza son vermeden, bir takım lafızları açıklarken hadisten
de yeri geldikçe yararlandığını ve hadisi delil olarak gösterdiğini
hatırlatmamız yerinde olur. Meselâ, el-Bakara, 2/228 de geçen "bu'ûl =
kocalar" kelimesinin tekili olan "ba'l" in koca anlamına
geldiğine hadisten delil göstermektedir.
[602]
İmam Kurtubî, Kur'ânın anlaşılmasında, lafızlarının
gereği gibi anlaşılmasının bilincinde olan bir müfessirdir. Lafızların ve
lafızların toplamı olan âyetlerin anlamları ile ilgili farklı açıklamaların
bir sebebi ise lafızlara verilen farklı anlamlardır. Bu farklı anlamların
hangisinin doğru ya da daha doğru olduğunun ispatlanmasına ihtiyaç olduğundan
dolayı iştişhade (kanıt göstermeye) ihtiyaç vardır. Kurtubî de bunu şiirlere
başvurmak suretiyle gerçekleştirdiği gibi, -yerine göre- hadisten iştişhad
yoluna da gitmiştir.
Kurtubî'nin bu seviyedeki lügavî açıklamaları, bir
taraftan onun Kur'ân lafızlarının anlaşılması için sahip olduğu bilincin
göstergesidir. Diğer taraftan .Arap diline ne derece hakim ve yetkin bir lügat
bilgini olduğunun apaçık bir göstergesidir. Bu ise Kur'ân-ı Kerime yaptığı
muazzam hizmeti dolayısıyla, Kurân'ı anlamaya çalışan ve onu kendilerine ve
çevrelerine egemen kılmaya gayret gösteren Kur'ân'ın "gerçek
talebeleri"nin Kurtubî'ye ne derece teşekkür borçlu olduklarını da ortaya
koymaktadır.
[603]
Kur'ân-ı Kerim'in ibarelerinin daha iyi anlaşılması,
manalarının daha iyi kavranılması için Nahiv kaideleri ve buna dair bilginin
önemi inkâr olunamayacak kadar açıktır. Bu sebeple Kurtubî, bir kelimenin
cümle içindeki yeri ve bu yerine göre başka kelimelerden etkilenip onları
etkilemesi sonucu kelimenin zarihinde ve anlamında meydana gelen
değişiklikleri (i'rabı) konu alan bir ilim dalı olan Nahiv ilmi açıklamalarına
da bir müfessir olarak gereken yeri verir ve bu yolla âyet-i kerimelerde yer
alan münferit lafızların bir cümle gurubu halinde nasıl bir anlamı ifade
ettiklerini açıklamak için büyük bir çaba harcar. Çünkü Kurtubî'nin Tefsir'inde
gözettiği ana amaçların başında yer alan Kur'ân ahkâmı'nın gereği gibi
anlaşılabilmesi ve ortaya çıkartılması, ilâhî lıitab'ın, nazil olduğu dilin
kurallarına uygun olarak anlaşılmasına bağlıdır.
Kurtubî'nin bir müfessir olarak nahive dair yaptığı
açıklamaları teknik olarak şöylece sınıflandırabiliriz:
1. Kur'ânî
lafızdaki çeşitli i'rab şekillerini açıklayarak anlama netlik kazandırmaya
çalışır.
[604] el-Bakara, 2/26.
âyetindeki "mâ zâ = neyi" lafzına ve diğerlerine dair açıklamalar
buna örnek gösterilebilir.
[605]
2.
Tercihte bulunmaksızın hem Küfe ekolüne hem Basra ekolüne mensup nahivcilerin
görüşlerini serd ederek açıklamalarda bulunur.
Bu ise onun her iki görüşü de diğerine tercihe değer
bulmadığı yani her ikisini de doğru ve yerinde bulduğu anlamına gelir. Bunun
yanında çeşitli görüşleri tartıştığı, kimi görüşleri kabul ederken, kimilerini
red ettiği de görülmektedir.
[606]
Belagat, üstün ve değerli bir manayı insanda etki
uyandıran üstün bir üslûpla fasih (açık-seçik ve anlaşılır) ve doğru
ifadelerle anlatmak
[607]
diye tarif edilir.
Tarifinden de anlaşıldığı gibi, anlamın güzel, edebî,
bediî bir zevk (estetik) uyandırıcı ifadelerle dile getirilmesidir belagat.
İslâm Dünyasının batısını teşkil eden Mağrip kökenli müfessirlerin, doğuda
yetişmiş müfessirlere oranla, Kur'ân'ın bu yönüne daha az eğildikleri bir
vakıadır. Bunun en önemli sebebi, Mağrib kökenli müfessirlerin, ifadede
aslolanın hakikat olduğu ilkesini esas kabul etmeleri olarak gösterilmiştir.
[608]
Kurtubî de, -Endülüslü ve diğer Mağribli müfessirler
gibi- Kur'ândaki belagat inceliklerine -belirtilen mülâhaza dolayısıyla- daha
az eğilmiştir. Ancak bu, onun Tefsir'inde belagat inceliklerini açıklamaya,
ortaya çıkarmaya hiç bir şekilde yanaşmadığı anlamına da gelmez. İmam Kurtubî,
yeri geldikçe teşbih,[609]
istiare,
[610]mecaz-ı aklî,[611]
maziden muzari (müstakbel, yani şimdiki ve geniş zaman) fiiliyle sözetmek ve
bunun aksi,[612] îcâz,[613]
tekrîr
[614] gibi beyani anlatımlara
dair açıklamalarda bulunmayı da ihmal etmez.
Bu açıklamalar ışığında diyebiliriz ki: İmam Kurtubî,
"Tefsiri'nin Mukaddimesinde taahhüt ettiği gibi,[615]
aslı-astarı olmayan rivayetlerle, senedi sağlam olmayan ya da faydasız
haberlerle Tefsir'inin hacmini kabartmak yerine; Kur'ân'ın gereği gibi
anlaşılmasında önemli katkıları bulunan kıraatlere, lügate dair açıklamalara
yer vermeyi tercih etmiştir. Kurtubî, bu tercihinde isabetli olduğu gibi, maksadını
büyük çapta gerçekleştirdiğini de rahatlıkla söylemek imkânımız vardır. Bu
hususlara dair açıklamalarını kısmen de olsa tetkik etmek, bu yargıyı ya da
değerlendirmeyi haklı çıkartmaya yeterlidir.
[616]
Bundan önce çeşitli vesilelerle Kurtubî Tefsiri'nde
yer alan "fıkhî hükümler"e dair farklı açılardan açıklamalarda
bulunduk.
[617] Ancak burada Kurtubî
Tefsiri'nin önemli bir meziyeti -bazılarına göre de zaafı-[618]
olarak .•cabul edilen fıkhî hükümleri ele alışında izlediği yolu ve bu hususa
dair verdiği bilgilerin kapsamı açısından konuyu ele almak istiyoruz.
Dolayısıyla burada yapacağımız açıklamalar ile bu husus ile ilgili kabul
edilebilecek türden :lup daha önce yapmış olduğumuz açıklamalar -yer yer
tekrara kaçsa dahi-birbirini tamamlayacak bir mahiyet de arz etmektedir.
Kur'ânî âyetlerin ahkâma delâleti hususunda İmam
Kurtubî"nin İbnu'1-Ara-orden etkilendiği ya da çokça istifade ettiği
doğrudur. Ancak bundan öncesi bazı açıklamalardan da anlaşıldığı gibi,
Kurtubî, yer yer İbnu'l-Arabi'den rarklı kanaatleri savunur. Bununla birlikte
Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eserinde yaptığı
açıklamalardan daha geniş ve etraflı bir şekilde konuyu ele alır ve inceler.
Bunun başlıca sebebi ise, Kurtubî'nin Kur'ân'ın fıkhî
ahkâmının, sünnet fıkhı m da gözününde bulundurmadan yeterince açıklığa
kavuşmayacağına dair kanaatidir. Bu kanaatte olduğunu yaptığı açıklamalardan
rahatlıkla tesbit etmek mümkündür. Çünkü Kurtubî, gerek mensup olduğu mezheb
olan Maliki mezhebi'nin, gerekse diğer mezheplerin aynı meselenin hükmü ile
ilgili olarak farklı kanaatlere sahip olmalarının biricik sebebinin yalnızca
Kur'ânî nassın çerçevesindeki ihtilâflarından kaynaklanmadığını bir ilim adamı
sıfatı ile elbetteki tespit etmiş bulunuyordu.
Bu sebepten İmam Kurtubî'nin Tefsir'inde Kur'ân
Fıkhı'nı, Hadis Fıkhı'nı ve Mezhepler arası mukayeseli fıkhı bir arada
görebiliyoruz. İmam Kurtubî'nin ahkâm âyetlerini açıklarken fıkhî hükümlere
dair yaptığı açıklamalarını tasnif eden Dr. el-Kasabî,
[619] ile
Mustafa İbrahim,
[620]
Kurtubî'nin fıkhî ahkâma dair açıklamalarını şöylece tasnife tabi
tutmaktadırlar:
1. İmam
Kurtubî, bazan yalnızca İmam Malik ile Malikî Mezhebine mensup kimi fakih'in
görüşünü nakledip delilini açıklamakla yetinir. Bu gibi durumlarda Kurtubî'nin
bu görüşü benimseyip kabul etmiş olması muhtemeldir. el-Bakara, 2/196. âyet-i
kerimesinin "Eğer ahkonulursanız o halde kolayınıza gelen kurbanlardan
gönderin" buyruğu ile ilgili yaptığı açıklamaların onikin-ci başlığında
verdiği bilgileri[621] ile
el-Bakara, 2/173. âyet-i kerimesinin yirmi dört, yirmibeş ve yirmialtıncı
başlıklarındaki açıklamaları[622] bu
kabildendir.
2. Kurtubî
bazan da Malikî mezhebine mensup ilim adamlarının görüşlerini nakleder ve
bunlar arasında üstün bulduğu görüşü tercih eder. el-Bakara, 2/3. âyetindeki:
"Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar" buyruğunun
öndürdüncü başlığında, iftitah tekbiri dışında kalan tekbirlere dair
açıklamaları
[623] bu kabildendir.
3.
Kurtubî, çoğunlukla Malikî mezhebi ile birlikte başka mezheplerin de
görüşlerini arzeder. Bunu yaparken de az önce Malikî mezhebi ile ilgili
görüşleri sunarken takındığı tutumun benzerini takınır: Yani, kimi zaman konu
ile ilgili görüşleri ve bu görüşlerin ilmî dayanaklarını sunmakla yetinir,
el-Bakara, 2/184. âyetinin: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa, o günler
sayısınca başka günlerde oruç tutsun" bölümü ile ilgili açıklamalarının
dördüncü başlığı altında verdiği bilgiler,
[624]
el-Bakara, 2/180. âyetinin öndürdüncü başlığında verdiği bilgiler
[625]ile
el-Bakara, 2/187. âyetin onbirinci başlığında verdiği bilgiler
[626] bu
türdendir.
4. Kimi
zaman da Kurtubî, konu ile ilgili mezhep görüşlerini karşılaştırmalı olarak
delilleri ile birlikte zikreder. Yine delile dayanarak ve delilini zikrederek
bu görüşler arasından kuvvetli gördüğü görüşü desteklediğini açıklar. Bunun
örnekleri pek çoktur ve Kurtubî'nin ilmî kudretinin en güzel ortaya çıktığı
alanlardan birisi de budur.
el-Bakara, 2/196. âyetinin: "...Eğer
alıkonulursanız, o halde kolayınıza gelen kurbanlardan gönderin" bölümü
ile ilgili açıklamalarının altıncı başlığındaki açıklamaları ve konu ile
ilgili görüşler arasından Şafii'nin görüşünü tercih ettiğini belirten ifadeler
buna örnektir.
[627]
5.
Kurtubî, Tefsiri'nin birçok yerinde hadislere istinaden mezheple-rarası görüş
ayrılıklarını açıklarken, farklı görüşleri, hadisleri zahirî tearuz ya da
tenakuzu ortadan kaldıracak bir şekilde tevil etmek yoluyla (uyuşturmaya
çalışarak.) gidermeye çalışır.
Bu kabilden giriştiği ilmî çabalarına şunu örnek
olarak gösterebiliriz: el-Bakara, 2/125. âyet-i kerimeyi tefsir ederken
dördüncü başlıkta, Ka'benin içinde namaz kılmak ile ilgili mezheplerin görüş
ayrılıklarını belirttikten sonra, bu hususta varid olmuş hadis-i şerifleri kayd
eder ve bunları telif etmek için yoğun bir ilmî çaba ortaya koyar.
[628]
Şayet hadisler arasında umum-husus ilişkisi var ise,
tahsis edileni umum bildiren hükmün kapsamından dışarıda tutar.
Mutlak-mukayyed ilişkisi var ise mutlak olanı
mukayyed olana hamlederek, mukayyed olanın, mutlakın hükmü dışında olduğunu
ortaya koyar.
Umum-husus ilişkisine örnek olmak üzere el-Bakara,
2/184. âyetinin: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca
başka günlerde oruç tutsun" bölümünü tefsir ederken onbeşinci başlıkta
yaptığı açıklamaları gösterebiliriz.
[629]
Mutlak-mukayyed ilişkisinin sözkonusu olduğu haldeki
yaklaşımına örnek olarak da el-Bakara, 2/149. âyetin tefsirini yaparken yaptığı
açıklamaları gösterebiliriz.
[630]
6. İmam
Kurtubî, farklı görüşleri telif etmek imkânını bulamayacak olursa, görüşler
arasında tercihte bulunmak yoluna da gider. Bunu ilmî bir esasa dayayarak
yapar: Görüşleri münakaşa eder, uygun bulmadığı görüşü çürütür, doğru bulduğu
görüşü destekler ve savunur.
Elbetteki bu da Kurtubî'nin ilmi seviyesini, ilmi
kudretini ve delili esas alıp Dna tabi olan gerçek bir ilim adamı olduğunu
göstermektedir.
el-Bakara, 2/41. âyetin: "... Âyetlerimi de az
bir pahaya satmayın" bölümünü açıklarken ikinci başlıkta, Kur'ân ve ilim
öğretme karşılığında ücret alma hususunu inceler ve yukarıda çerçevesi
çizilmeye çalışılan yolu izler.[631]
Kurtubî görüldüğü gibi, çoğu yerde farklı görüşler
arasında tercih yo-- una ya da farklı delillere dayalı görüşleri -mümkünse- bir
arada cem etme telif-uyuşturma) yoluna gitmektedir. Bu ise Tefsir'inde yeri
geldikçe fıkıh usû-u bahislerine dair açıklamalarda ya da göndermelerde
bulunmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Eserlerine dair bilgi verirken de gördüğümüz gibi
Kurtubî, bizzat telif ettiği bir fıkıh usulü eserinden de söz etmektedir.
[633] Bu
da onun konu ile il-z:ii eser telif edecek ve hatta bu ilim dalı ile ilgili
bahisleri münakaşa ede-; ilecek derecede bu ilme hakim olduğunu göstermektedir.
Nitekim Tef-fir'indeki pek çok açıklamalardan da bunu görmekteyiz.
İmam Kurtubî, fukahânın görüşlerini açıklarken,
görüşlerine esas aldık-;in delile de işaret eder. Kimi yerde görüşlerinin
esasını teşkil eden Sâri'in buyruğunun "nass" ya da "zahir"
türünden olduğuna işaret eder ve "nass"ın hükümlere delâleti daha
güçlü olduğundan onu "zâhir"in delâletine tercih e-der. Nitekim
el-Bakara, 2/188. âyetinin tefsirinde üçüncü başlığa dair açıklamalarının
[634]
buna örnek teşkil ettiğini görmekteyiz.
Hüküm çıkarmakta nasların delâlet şekillerinin
bilinmesi kaçınılmaz bir husustur. Bunların en güçlülerinden birisi ise
"ibarenin delâleti"dir. Kurtubî'nin birçok âyet-i kerimenin tefsirini
yaparken "ibarenin delâleti"ni: "Bu âyet buna delildir; bundan
şu hüküm (ler) anlaşılmaktadır" gibi ifadelerle açıkça buna işaret
etmektedir. Bu türden pek çok örnek arasından el-Bakara, 2/233-âyetin tefsirini
yaparken sekizinci başlıkta verdiği açıklamaları[635]
hatırlatabiliriz.
el-Bakara, 2/282. âyetin otuz sekizinci başlığında
"işaretin delâleti"ne dair açıklamalarda bulunmaktadır.
[636]
Âl-i İmrân, 3/75. âyetin ikinci başlığında da
"Fehva (mefhum) el-Hitab" in lehine delil göstermekte ve esasen bu
konunun ilim adamları arasında oldukça tartışılan bir fıkıh usûlü konusu
olduğuna da işaret etmektedir.
[637]
İ. Kurtubî, kıymetli, hacimli ve kapsamlı Tefsir'inde
bundan başka daha pekçok Fıkıh Usûlü meselesini, Tefsirin sınırları
çerçevesinde ele alır, konunun anlaşılması için gerektiği kadarıyla
açıklamalarda bulunduktan sonra, daha geniş bilgi için ilgili eserlere
okuyucuyu havale eder, konunun oralardan izlenmesini tavsiye eder.
Bizim bu çalışmadan amacımız, müfessirimizin ele
aldığı bütün bahisleri tasnif edip tanıtmak değildir. Amacımız Kurtubî
Tefsiri'nin ihtiva ettiği muazzam bilgi hazinesine, bu hazinenin muhtevasına
-kaba hatlarıyla da olsa-dikkat çekmektir. Bu sebepten ötürü Kurtubî
Tefsiri'nin ihtiva ettiği fıkıh usulü bahislerine bu kadarcık işaret etmeyi
yeterli görüyoruz. Bu hususta birkaç örnek daha görmek isteyenler, Kurtubî
Tefsiri üzerinde bildiğimiz kadarıyla tek bağımsız çalışma olan Dr.
el-Kasabî'nin: "el-Kurtubî ve Menhecuhî Fi't-Tefsir: Kurtubî ve Tefsirdeki
Metodu" adlı eserinin işaret ettiğimiz ilgili bölümüne müracaat
etmelidirler.
Kurtubî Tefisirindeki Fıkıh Usûlü bahislerinin
nerelerde yer aldığını ve bu konuda Tefsirindeki zengin malzemeyi bir tefsir
üslûbu içerisinde mütalaa etmek isteyenler de, Tefsir'inin yeni yapılan
baskısına eklenen fihrist (in-deks)inin ilgili bahsine
[638] ve
Kurtubî Tefsiri'nin ihtiva ettiği fıkhi bahislere dair hazırlanmış "Keşşaf
Tahlilî..." adını taşıyan esere
[639]
başvurmalıdırlar.
[640]
Kurtubî Tefsirinin şimdiye kadar açıkça ortaya
koymaya çalıştığımız ve ayrıca sözkonusu etmek imkânını bulamadığımız bunca
meziyetine; (müellifi-nin de ilmî yetkinliğine ve ilmî açıdan eleştirilebilecek
kusurlardan uzak, okuyucuların tam bir güvenle yararlanabilecekleri bir eser
ortaya koymak arzusuna rağmen; müellifinin insan olması ve kemal'in yalnızca
Allah'a ait olması dolayısıyla, elbette eksik ya da kusurlu yönleri vardır ve
bu, tabiî görülmelidir.
Kurtubî Tefsiri'ni incelediğimiz taktirde
Tefsiri'nde: Zayıf ve uydurma rivayetlere, menşei Kur'ândan önce kendilerine
kitap .verilmiş bulunan yahu-di ve hıristiyanlar (Kitap Ehli) olan rivayetler
(İsriliyyât)'a rastlamak mümkündür.
Bunların ilmî açıdan böyle bir esere gölge düşürdüğü
kabul edilmelidir. Ancak kabul edilmesi gereken bir diğer gerçek de, Kurtubî
Tefsiri'nde zaaf noktaları teşkil eden bu gibi hususların toplamının,
Tefsiri'nin genel hacmine kıyasla oldukça az bir yekûn tuttuğudur.
Diğer yandan, dinî bir mahiyet arz etmeyen bazı
hususlarda müfessirimi-zin çağının ilmî etkisi altında kaldığını da görmek
mümkündür. Çağındaki bu :ur ilmî görüş ya da nazariyesinin etkisi altında
kalmış olması, yaşadığı o dönemin bir şahsiyeti olması dolayısıyla elbetteki
olumsuz bir eleştiriyi gerek-_rmez. Ancak günümüzde bu gibi kanaat ve
nazariyelerin de değişmiş olma-s.ndan ötürü bunlara atıfta bulunmayı da uygun
ve gerekli görmekteyiz.
Burada itiraz olarak ileri sürülebilecek tek bir
husus şu olabilir: Kur'ân-ı Kerim âyetleri, her zaman için değişmesi imkân
dahilinde olan ilmî görüş ve -izariyeler doğrultusunda açıklanmaya ve
anlaşılmaya çalışılmamalıdır. ^ankü ilmî nazariyenin değişmesi halinde yapılan
açıklamanın da değiştiril-—e ihtiyacı ortaya çıkacaktır.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Kurtubî
Tefsiri'ndeki başlıca zaaflar:
a) Zayıf ve uydurma rivayetler ihtiva etmesi,
b)
İsrâiliyyât'a yer vermiş olması,
c)
Çağının
ilmî etkisi altında kalması şeklinde şıklara ayırmamız mümkün-
Şimdi bazı örneklerle bu şıkları açıklamaya
çalışalım:
[641]
Kurtubî'nin, Tefsiri'nde bol bol hadis zikretmiş
olması ve bunları başta Kü-t_c-: Sitte olmak üzere güvenilir kaynaklardan alıp
her bir hadisi kaynağı ile : -':kte zikretmiş olması ve bu konuda pek çok
müfessire göre daha hassasiyet göstermesi, elbetteki Kurtubî Tefsiri'nin önemli
ve kayda değer bir meziyetidir. Esasen bunu Tefsiri'nin Mukaddimesinde de
kendisi bir görev olarak taahhüt etmekte ve şöyle demektedir: "Bu eserde
ben, sözleri söyleyenlerine, hadisleri musannıflarına nisbet etmeyi taahhüt
ediyorum... (Çünkü) hadis, onu zikreden önder ilim adamı ve İslâm âlimlerinden
güvenilir ünlü kişi kim ise ona nisbet edilmedikçe delil gösterilmeye elverişli
değildir..."
[642]
İmam Kurtubî, bu taahhüdünü büyük ölçüde yerine
getirmiştir. Eğer "muteber olan nadiren görülen değil, çoğunlukla
rastlanılandır"[643]
şeklindeki kaideyi buraya uygulayacak olursak, Kurtubî'nin taahhüdünü yerine
getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz, onun bu anlamda taahhüdünü yerine
getirmediğini söylemek maksadı gütmeksizin, yer yer bazı zayıf ve uydurma
rivayetleri nakletmekten kendisini alamadığına dair örnekler aktarmadan şunu
da hatırlatalım:
İmam Kurtubî, önüne gelen her bir rivayeti nakledip
geçen bir kimse değildir. Özellikle rivayetleri ile ilgili çeşitli ilim
adamları tarafından olumlu (tadil) ve olumsuz (cerh) kanaatler belirtilmiş ve
kendisi de bu türden birilerinin rivayetlerini kayd etmek gereğini duymuş ise;
leh ve aleyhteki görüşleri nakleder ve kendisini bu rivayeti kayd etmekte
haklı kılan kanaatini de ortaya koyar. Meselâ, Âl-i İmrân, 3/18. âyetin
tefsirini yaparken 3. başlıkta, Galib el-Kattan'ın bu âyetin faziletine dair
naklettiği rivayeti zikretmekte, daha sonra da Ğalib'in leh ve aleyhinde söylenmiş
sözleri aktarmakta ve arkasından kendi kanaatini şöylece belirterek bu
rivayeti aktarmakta ilmen bir beis görmediğine işaret etmektedir:
"Derim ki: Buhari ile Müslim'in, onun yoluyla
gelen hadisleri eserlerine almış olmaları, onun adaleti ve güvenilirliğini
ortaya koymak için yeterlidir"[644]
Kurtubî, kimi yerde naklettiği hadis ya da rivayetin
sahih olmayıp zayıf olduğuna da bizzat işaret eder ve bu konuda okuyucunun
dikkatini çekmeyi ihmal etmez. Bu türden rivayetleri kaydetmeye ise -büyük bir
ihtimalle-bunlann çeşitli vesilelerde ve ilgili âyetlerin tefsiri yapılırken
zikredildikle-rini tespit etmiş olması sebep olmuştur. Meselâ, el-Bakara,
2/255. âyetin tefsirinde; "Ebû Hureyre'den zikredilen ve Hz. Musa'nın
yüce Allah'a uyuyup uyumadığını içinden geçirdiğine dair rivayetin"
insanlar tarafından sözkonu-su edildiğini belirterek bu rivayeti nakleder; daha
sonra da şunları söyler: "Bu hadis sahih değildir. Aralarında Beyhakî'nin
de bulunduğu birden fazla kişi hadisin zayıf olduğunu açıkça ifade etmişlerdir."
[645]
Kurtubî'nin kimi yerde hadisin zayıf ve pek kuvvetli
olmadığını kendisi ie kabul etmekle birlikte, anlam ve muhtevası itibariyle
sahih hadislere aysın olmadığını da belirterek bir bakıma bu gibi rivayetleri
anlamları itibariyle doğru ve yerinde bulduğunu da ifade eder.
[646]
Kurtubî, kimi yerde sıhhati belirsiz olmakla
birlikte, gereksiz ve aleyhinde herhangi bir ifade kullanmadan bazı rivayetler
de kayd etmektedir:
el-Mehdevî'den naklen Hz. Nuh'un gemisinin evsafına
dair naklettiği bililer ile daha sonra el-Kelbî'ye atfen en-Nakkâş'tan yaptığı
nakiller[647] ile İbn Abbas'tan
(temrîd sigası olarak bilinen ve adem-i sıhhate alâmet bir ifade olan)
"rjviye = rivayet olundu ki..." diye naklettiği ve Hz. Nuh tufanı
sırasında bir :^kım hayvanların yaratılışına dair yaptığı nakil
[648] bu
kabildendir.
Bir başka yerde Firavun'un sihirbazlarının sayısından
ve onların Mısır'ın ingi bölgelerinden geldiklerine dair bilgiler vermektedir.
[649]
Oysa bu rdgilerin sıhhati belli olmadığı gibi, bunların bilinmesinin ilgili Kur'ânî
buy---ikların anlaşılmasında da olumlu herhangi bir katkılarından söz edilemez.
Kurtubî'nin, hakkında sahih naslara dayalı olmaksızın
kanaat belirtmemek şereken gaybî hususlardan olan göklerin ve sair mükevvenâtın
yaratılışı ile ıgîli sıhhati belli olmayan ve aynı şekilde Kur'ânî buyrukların
anlaşılmasın-ra olumlu bir katkılarından söz edilemeyen, dolayısıyla gerekli
olmayan bir mam bilgiler verdiğini de görüyoruz.
[650]
Yine İmam Kurtubî'nin temrîd sigası olup (yerine göre
rivayetin zayıf ya ü uydurma olduğuna delalet eden) meçhul kip ile
"yü'seru = nakledilir ki..." odesini başa alıp es-Sa'lebî ve
başkaları tarafından zikredildiğini belirtiği ve —jercimek yemeyi teşvik
eden" bir hadis naklettiğini görüyoruz.
[651]
Oysa bu hadisin uydurma olduğu belirtildiği gibi[652]
esasen es-Sa'lebî'nin x Tefsirinde pek çok uydurma ve zayıf rivayetleri
naklettiği ilim adamlarınca açıkça ifade edilmiştir.
[653]
imam Kurtubî bu gibi rivayetleri -ki Tefsiri'nin
genel hacmine göre pek az bir yekûn tuttuklarını tekrar belirtelim- sahiplerine
atf ederek zikretmek suretiyle taahhüdünü yerine getirmiş olarak
değerlendirilebilir ve bundan dolayı bu tür rivayetleri kayd etmiş olması
müsamaha ile karşılanabilir. Ancak yine de böyle kıymetli bir tefsirde -önemsiz
görülebilse bile- bu tür gölge düşürücü bir zaafın bulunmaması elbette
"Tefsir'inin rivayetlerinin sağlamlığı" şeklindeki bir meziyeti daha
mükemmel bir nitelik arz ederdi.
[654]
"İsrâiliyyât" terimi "isrâiliyye"
kelimesinin çoğuludur. Kelime, İsrâilî bir kaynaktan aktarılan kıssa veya olay
demek olup, İsrail de Hz. Ya'kub'un lakabıdır. Tefsir usulü ve tarihi ile
ilgilenenler "İsrâiliyyât" kelimesinin terimsel olarak çerçevesini
şöylece tesbit ederler: "Kelime her ne kadar tefsire girmiş yahudi kültürünü
ifade ediyorsa da, İslâm'a ve özellikle tefsire girmiş olan yahudi, hıristiyan
ve diğer dinlere ait kültür kalıntıları, dinin gerek lehine, gerek aleyhine
uydurulup Hz. Peygamber'e ve sahabe ile daha sonra gelen nesillere izafe edilen
her türlü haber, İsrâiliyyât kelimesinin kapsamına girer."
[655]
İmam Kurtubî, -muhtemelen es-Sa'lebî gibi- bazı
kaynaklarının da etkisi ile Tefsiri'nde yer yer "İsrâiliyyât"
kapsamına giren rivayetleri kaydetmiş bulunmaktadır. Bu tür İsrâilî
rivayetleri çoğu kere tenkid edip çürütmekle birlikte;
[656]
kimi rivayetleri nakleder ve onlara dair herhangi bir eleştiride dahi
bulunmaz, red ve kabullerine dair herhangi bir açıklama yapmaz.
Red edip çürüttüğü rivayetleri dahi nakletmemiş
olması elbette daha iyi olurdu. Ancak reddetmekle birlikte naklettiği
rivayetlerden ötürü onu tenkit etmek pek yerinde görülmeyebilir. O bakımdan biz
burada bu tür nakillerine örnek olmak üzere -açıklamaları kısa tutmak
amacıyla- dipnotta işaret etmekle yetindik. Burada da İsrâiliyyattan oldukları
açıkça anlaşılmakla birlikte, herhangi bir eleştiriye tabi tutmayıp red
etmediği rivayetlerine bazı örnekler vereceğiz.
Kurtubî, el-Mâide, 5/21 ve 22. âyetlerin tefsirini
yaparken önce âyetlerde sözü edilen "zorba kavmin" sonra da
aralarında bulunan 'Uc b. el-A'nek adındaki birisinin niteliklerine ve
boy-poslarına dair olur olmaz, hayale sığmaz is-railiyyat oldukları açıkça
ortada olan rivayetleri zikretmekte; bu rivayetleri İbn Ishâk, Taberî ve Mekkî
gibi ilim adamlarının naklettiğini belirtmekten başka bu rivayetleri red
ettiğini gösteren herhangi bir ifade eklememektedir.
[657]
Halbuki İbn Kesir bu rivayetleri naklettikten sonra
bunların sahih olmadıklarını ve İsrail oğullarının uydurmalarından olduklarını
açıkça ifade etmek-:edir.
[658]
Yine müfessirimizin Hz. Yusuf'un kıssasının çeşitli
yerlerinde sağlam bir senedi olmayan rivayetleri zikretmesinin yanında
özellikle Yusuf, 12/24. lyetin tefsirinde söz konusu ettiği rivayetlerin
[659]
peygamberlerin "ismet sıratı" ile bağdaşır bir tarafı
bulunmamaktadır. Oysa Fahruddin er-Râzî gibi mü-ressirler bu gibi rivayet ve
iddiaları uzun uzadıya red edip çürütmüş bulunuyorlar.
[660]
Son olarak merhum müfessirimizin Arş'ı taşımakla
görevli ve "Hamele-i Arş" olarak bilinen meleklerin vasıfları ile
ilgili olarak naklettiği rivayetin de, Arşın yaratıldığı maddenin mahiyeti ile
ilgili açıklamalarının
[661] da
bu kabilden asılsız rivayetler olduğunu belirtelim.
Merhum Kurtubî'ye bir müfessir olarak duyduğumuz
hürmet ve takdir his-enmize rağmen, bu gibi aslı olmayan rivayetleri -az bir yekûn
tutsalar da - Tefsirine alıp bunları -başka yerlerdeki az önce işaret ettiğimiz
diğer rivayetler gibi- ilmî bir tenkide tabi tutmamış olmasını, Tefsirinin
kıymetini kıs-raen de olsa düşüren, gölgeleyen bir kusur olarak mütalaa
ediyoruz.
[662]
Kendisini İmam Kurtubî'nin çağında farz eden bir
kimsenin, Tefsiri'nin za-irLînnı ele alırken böyle bir başlık açması mantıki
olarak açıklanamaz. Çün-tû bundan daha tabii birşey yoktur. Belli bir çağın
içinde yaşayan her bir ilin adamı, çağında kabul gören ilmî görüş ve
nazariyelerden elbetteki etkilenecektir. İmam Kurtubî de çağında geçerli kabul
edilen ilmî görüş ve nazariyelerin etkisi altında kalmıştır ve bu, onun
eserlerine daha özel bir tabirle Tefsirine de yansımıştır.
Herkesin çağının ilmi hayatının etkisi altında
kalması tabii olmasına rağmen, Kurtubî Tefsiri'nin zaafları arasında onun
çağının ilmi etkisi altında kaldığını saymamızın sebebi de şudur: O zamanlar
için doğru kabul edilen bazı hususların günümüzde doğru olmadıkları
ispatlanmış olanları olabildiği gibi; o dönemlerde geçerli olan bir takım
kanaatler günümüzde doğru görülmeyebilir ya da ilmi açıdan onlara itibar
edilmeyebilir. İşte bu gibi hususların etkisi altında kalmaksızın zaaf olarak
kabul edilmesi görecelidir. Yani Kurtubî'nin çağındaki ilmi ortama nisbetle
bunlardan etkilenmek, zaaf olarak de-ğerlendirilmeyebilir. Ancak günümüz
şartlarında yaşayan bir kimse için aynı kanaatlere sahip olmak belki bir zaaf
olarak görülebilir.
Ayrıca şu hususu da hatırlatalım: Günümüzde de doğru
kabul edilen ya da aksi ispatlanamadığı için doğru olmaları ihtimali yüksek
sayılan pek çok kanaat ya da bilimsel ve hatta deneysel yargının, yarın
değişebilmesi ihtimal dahilinde kabul edilmektedir. Dolayısıyla günümüzde doğru
kabul edilen bir takım yargılardan hareketle, bizim burada Kurtubî'nin zaafları
arasında sayacağımız bazı hususlar ile ilgili kabuller, bizim bu kabullerimize
esas teşkil eden yargılarımızın değişmesi dolayısıyla değişebilir. Buna göre
aşağıda "Kurtubî Tefsirindeki Zaaflar" olarak sıralayacağımız
hususlar, Kurtubî, çağında da büyük bir ihtimalle zaaf değildi; muhtemelen
gelecekte de -kısmen de olsa- zaaf olarak görülemeyebilecektir. Bunların zaaf
olarak sayılmaları bize göre ve çağımıza nisbetledir.
Bu türden tespit ettiğimiz hususların fazla bir yekûn
tutmadıklarını belirterek; Kurtubî Tefsiri'ndeki bu "göreceli
zaafları" ömeklertdirmeye çalışalım:
İmam Kurtubî, er-Ra'd, 13/3- âyet-i kerimesinde yer
alan: "O, yeri uzatıp döşeyendir..." bölümü ile ilgili açıklamalarda
bulunurken şunları söylemektedir: "Bu âyet-i kerimede arzın küresel
olduğunu iddia edenlerin görüşlerine red vardır... Müslümanların ve Kitap
Ehli'nin kabul ettikleri kanaat ise arzın yerinde durduğu, hareket etmediği ve
yayılıp döşendiği şeklindedir."
[663]
Müfessirimiz aynı kanaatine bir başka yerde de işaret
etmekte ve naklettiğimiz bu ibarelere atıfta bulunmakta ve bu arada ayrıca
en-Nâziât, 79/30. âyet-i kerimesi ile ez-Zâriyât, 51/48. âyet-i kerimesini de
delil göstermekte, bunların ayın şeklinin küresel olduğunu ileri sürenlerin
kanâatini red ettiğini bir daha ifade etmektedir.
[664]
Müfessirimiz görüldüğü gibi müslümanların hep bu
kanaate sahip oldukları izlenimini veren bir ifade kullanmaktadır. Oysa -o
dönemlerde- müslü-manlar arasında bu kanaate sahip olanların yanında, farklı
kanaatlere sahip olanları ve bu kanaatlerini naklî ve aklî delillerle
destekleyenler de pek çoktu.
[665]İmam
Kurtubî'nin çağdaşı sayılabilecek İmam Fahruddin er-Razî (v. Şevval 606/Mart
1210), arzın küresel olmayıp düz bir satıh halinde olduğunu söyleyenlerin
kanaatlerine ve en-Nâziât, 79/30. âyetini de delil gösterdiklerine işaret
ettikten sonra: "Delillerle yerin küresel şekilde olduğu ispat edildiğine
göre, bu konuda delile rağmen tartışmak nasıl mümkün olabilir?" diyerek,
küresel olduğunu delillerle ortaya koyar.
[666]
O halde bu konuda sonuç olarak şunu söylemek
mümkündür: Yerin şekli ile ilgili olarak o dönemlerde İslâm Dünyasında farklı
görüşler vardı ve bu görüşlerin her birisinin çeşitli kesimlerden taraftarları
vardı. İmam Kur-tubî de bir müfessir olarak ilgili âyetlerin lafızlarına uygun
bulduğu kanaati desteklemiştir.
İmam Kuıtubî, Tefsirinin bir başka yerinde zayıf bir
görüş olduğuna da
[667]
işaret ederek: "Hamam, hamam otu, değirmenler, şişeler (de saklanan ilaçlar)
ve sabun, şeytanların çıkardıkları şeylerdendir"
[668]
demektedir.
Müfessirimiz bunları şeytanların Hz. Süleyman'ın
emrine verilmiş olduklarını anlatan âyetin tefsirinde zikretmektedir. Bu gibi
faydalı şeylerin, Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş şeytanların yaptıkları
çeşitli iş ve hizmetleri arasında bulunduklarına işaret etmektedir. Bu
ifadesinden bunları kötü ve şeytanî şeyler olarak gördüğü anlamı
çıkartılmamalıdır. Bununla birlikte sağlam bir delile dayandırılamayan bu gibi
ifadelerin "tefsir" olarak zikredilmelerinin kolay kolay
benimsenebilecek bir tarafını göremiyoruz.
İmam Kurtubî'nin Tefsir esnasında gereği olmayan bir
takım açıklamalara giriştiği, n2i) bazan da yapması gereken açıklamaları -her
nedense- yapmayıp ihmal ettiği de görülmektedir.
[669]
Ancak bu tür zaaflardan ayrıca bir başlık altında söz
etmeyi gerektirecek kadar bir yekûnlarını tespit edemediğimizden burada buna
işaretle yetiniyoruz.
[670]
Kısaca "Kurtubî Tefsiri" diye meşhur olan
İmam Kurtubî'nin "el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân" adını verdiği tefsiri,
hiç şüphesiz yazıldığı günden beri ümmetin çokça istifade ettiği bir
tefsirdir. Bunu bu tefsir ile ilgili olarak daha sonra yetişmiş ilim
adamlarının Kurtubî Tefsiri hakkında söylediklerinden ve bu Tefsir'den çeşitli
vesilelerde nakillerde bulunanların çokluğundan anlıyoruz.
Bu bölümde, çeşitli ilim adamlarının Kurtubî
Tefsiri'ne dair söylediklerinin bir kısmını bir "giriş" mahiyetinde
arzettikten sonra, Kurtubî Tefsiri'nden etkilenmiş ya da çeşitli vesilelerle
nakillerde bulunmuş müfessirlerin tefsirlerinden örnekler vereceğiz.
[671]
İmam Kurtubî, kendi Tefsiri hakkında şunları
söylemektedir: "... Allah'ın Kitabı, bütün şer'î ilimleri ihtiva ettiğinden...
ömrüm boyunca onunla meşgul olmayı, bütün gücümü bu uğurda harcamayı uygun
buldum. Bu bakımdan tefsir, lügat, i'rab ve kıraatlere dair bir takım
incelikleri, dalalet ve sapıklık ehli kimselerin görüşlerini reddi, sözünü
edeceğimiz ahkâm ve âyetlerin nüzulüne delil olarak bir takım hadisleri ihtiva
eden özlü bir açıklama yazmak istedim...
"Bu kitapta uymayı taahhüt ettiğim şartlara
gelince; her bir sözü söyleyenine, hadisleri de musannıflanna izafe etmek...
Tefsircilerin anlattıkları kıssaların, tarihçilerin naklettikleri haberlerin
-açıklama için kaçınılmaz olanları dışında- birçoğunu nakletmemek... Bunların
yerine ahkâm âyetlerini, -anlamlarına açıklık kazandıracak, öğrenciye
muktezâsını gösterecek şekilde-açıklama yolunu seçtim..."
[672]
Kurtubî Tefsiri üzerinde çalışma yapmış ya da
incelemiş olanlar Kurtubî'nin bu taahhüdünü yerine getirdiğini açıkça ifade
etmişlerdir. Şimdi gerek bu anlama gelen, gerekse Kurtubî Tefsiri'nin önemine
ve ilmî değerine işarette bulunan çeşitli ilim adamlarının kanaatlerini
sıralayalım:
Tarihu'l-İslâm, Tezhibu't-Tehzîb, Tabakâtu'l-Huffâz,
Mîzânu'l-İ'tidâl gibi birçok ölümsüz eserin sahibi Ebû Abdillah Muhammed
ez-Zehebî, (748/1348) Kurtubî Tefsiri hakkında Tarihu'l-İslâm'da şunları
söylemektedir: "Şerefi oldukça yüksek olan bu muazzam tefsir için
kafilelerle yolculuk yapmaya değer. Bu tefsir kendi alanında kâmildir."
[673]
İbn Ferhûn (799/1397), Malikî Mezhebinin ileri gelen
ilim adamlarının hal tercümelerini konu alan ed-Dibâc adlı eserinde şunları
söylemektedir: "Kurtubî, "Câmiu'l-Ahkâm..." adını verdiği oniki
ciltlik büyük bir Kur'ân Tefsiri tasnif etmiştir. Tefsirlerin en
değerlilerinden, en faydahlarındandır. Bu tefsirine kıssaları ve tarihî
hikâyeleri almamış, onların yerine Kur'ân ahkâmını, delillerin istinbatını,
kıraate dair açıklamaları, i'râba, nâsih-mensûh'a dair bilgileri
zikretmiştir."
[674]
Ünlü tarihçi İbn Haldun (808/1406), Mukaddime'sinde
Kurtubî Tefsi-ri'ni şöylece değerlendirmektedir: "İnsanlar tahkik ve
temhise (bilgi ve rivayetleri iyice tetkikten geçirmeye) dönüp Mağrib'de
müteahhirînden İbn Atiyye gelip bütün bu tefsirleri (yani rivayet tefsirlerini)
özetledi, doğruya daha yakın olanlarını araştırıp bunları Mağrib ve Endülüs
halkı arasında elden ele dolaşan usulü güzel bir tefsir telif etti. Bu hususta
Kurtubî de doğuda şöhret bulmuş bir başka eserde aynı yol ve üslûpta bir
tefsir ile onun izinden git-ti."
[675]
Celaluddin es-Suyutî'nin öğrencilerinden Şemsu'd-Din
ed-Dâvûdî (945/1539), "Tabakatu'l-Müfessirîn" adlı eserinde Kurtubî
ve Tefsiri hakkında diyor ki: "Kurtubî kendisi dolayısıyla kafilelerle
yolculuk yapılmaya değer meşhur Tefsirin müellifidir. Allah'ın salih
kullarından, dünyaya karşı zahid, verâ sahibi, arif alimlerdendi... Zamanı yüce
Allah'a teveccüh, ibadet ve tasnif ile mamur idi. Kur'ân Tefsirine dair onbeş
ciltlik bir kitap telif etmiştir... Bu tefsiri en değerli ve en faydalı
tefsirlerdendir."
[676]
Daha sonra o da tefsirine ne tür bilgileri alıp neleri almamaya dikkat
gösterdiğine dair açıklamalarda bulunarak, diğer eserlerine dair bilgiler
verir.
İbnu'1-İmâd (1089/1679) da müfessirimizin ilmî
şahsiyeti ve tefsiri ile ilgili olarak şu değerlendirmede bulunmaktadır:
"İmam Ebû Abdullah el-Kur-tubî de bu yılda (H. 671) veefat etmiştir.
et-Tezkire ve el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân adlı eserlerin sahibidir o. Bu
tefsirinde selefin bütün mezhepleri (görüşleri)ni nakletmektedir. Bu tefsirinin
faydaları ne kadar da çoktur! Kendisi hadisin ihtiva ettiği manaları ortaya
çıkartan dalgıçlardan önder bir ilim adamı idi. Tasnifi güzel, nakli oldukça
iyi idi."
[677]
Merhum Ö. Nasuhi Bilmen de müfessirleri tanıtmak
maksadıyla telif ettiği eserinde İmam Kurtubî ve Tefsiri hakkında şunları
söylemektedir: "Ebû Abdullah el-Kurtubî, Endülüs'te yetişen yüksek
alimlerden biridir... Tefsirde, hadiste, hilâfiyyâtta (mezhebler arası görüş
ayrılıkları ilminde) mütebahhir (derya) idi... Bu büyük müfessir, tefsirinde
rivayet tarikına itina etmiş, dirayet itibariyle de muvaffakiyet
göstermiştir... Bu tefsir lisaniyata, fıkhı ahkâma, hilafiyata, muhaddislerin
cerh ve ta'diline dair birçok tafsilâtı cami'dir."[678]
Tespit edebildiğimiz kadarıyla İmam Kurtubî hakkında
yapılmış bağımsız ve kapsamlı bir çalışmanın ilk ve tek müellifi Dr. el-Kasabî
de Kurtubî Tefsiri hakkında şu değerlendirmede bulunmaktadır:
"Kurtubî'de benim takdirimi celb eden şudur: O,
Tefsirinde ne vakit ilmî bir meseleyi ele alsa, bir konuyu araştırsa ya da bir
hususu tartışsa, mutlaka bunların hepsini çok güzel ve eksiksiz bitirmiş
olduğunu gördüm. Onun ele aldığı meseleleri, araştırmaları ve tartışmaları
-çoğunlukla- Tefsirinde usandıracak kadar geniş parantezler açacak kadar
ileriye götürmemiştir. Aksine bu açıklamaları Kur'ân lafızlarını açıkça
anlamak, anlamlarını iyice bilmek isteyenin yolunu aydınlatacak
türdendir..."
[679]
Esasen bu doğrultuda daha pek çok ilim adamının
takdirkâr mütalaalarını aktarmak mümkün olmakla birlikte, biz bu kadarını
yeterli görmekteyiz.
[680]
Kurtubî'nin yetiştiği dönemin ilmî hayatının genel
çizgileriyle bir değerlendirmesini yapacak olursak, kısaca şunları
söyleyebiliriz:
Kurtubî'nin yaşadığı asır olan hicrî yedinci asır,
İslâmî ilimlerin en olgun ve en ileri seviyesine ulaştığı bir dönem olarak
görülebilir. Çünkü bu döneme kadar bütün İslâmî ilimler çoktan tedvin edilmiş,
irili ufaklı çeşitli hacimlerde olmak üzere, özel ve genel bütün konularda pek
çok ve türlü çeşitli tasnifler yapılmış; hatta şerhler, haşiyeler, zeyller,
telhîsler (kısaltmalar) ile ilme pek az istisnalar ile yeni birşey
katılmamıştır.
İşte Kurtubî, İslâmî ilimlerin olgunluk devrini bile
çoktan tamamlamış olduğu bir dönemde eserlerini ve bu arada Tefsiri'ni telif
etmiştir. O bakımdan elinin altında ihtiyaç duyduğu her alanda zengin bir
kaynaklar yekûnu bulabilmiş ve bunlardan da, tam bir ehliyet ile mükemmel bir
şekilde istifade edebilmiştir. Kaynaklarına dair yaptığımız açıklamalarda bu
hususa bir dereceye kadar da olsa, açıklık kazandırmaya gayret etmiş idik.
Kurtubî Tefsiri üzerinde yazıldığı dönemden itibaren
yapılmış ilk çalışma muhtemelen Siracuddin Ömer b. Ali el-Mulakkin eş-Şâfiî
(804/1401) nin
[681]
ihtisarıdır.
[682] Adından da anlaşıldığı
gibi Kurtubî Tefsiri'nin kısaltması olan bu eserin mahiyetini ve Kurtubî
Tefsiri ile mukayese ederek ihtisarının boyutlarını, şekil ve tekniğini tespit
etmek, ayrı bir çalışma konusudur.
Dr. el-Kasabî Mahmud Zelat tarafından yapılmış ve
Kahire'de Daru'1-En-sar tarafından 1399/1979 yılında basılmış -ve bu çalışmada
bizim de çokça yararlandığımız- "el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir"
unvanlı doktora tezi, Kurtubî ve Tefsiri üzerinde bildiğimiz bağımsız ikinci
çalışmadır.
Bunun dışında tarihçiler (Zehebî, İbn Ferhûn,
İbnu'1-İmâd gibi), olsun tefsir ve tefsir tarihi bilginleri ve araştırıcıları
(ed-Dâvûdî, Dr. Muhammed el-Huseyn ez-Zehebî, Mustafa İbrahim, Ö.N. Bilmen
gibi) olsun, eserlerinin hacimleriyle mütenasip bir şekilde Kurtubî'ye ve
Tefsiri'ne yer vermişlerdir.
Kurtubî Tefsirinin müslümanların hizmetine basılı
olarak sunulması ise ancak 195O'li yılların başından itibaren mümkün
olabilmiştir. 1952 yılında ilk cildi neşredilen Kurtubî Tefsiri, hepsi de
Mısır'ın çeşitli kütüphanelerinde yer alan -ve II. ciltten itibaren cilt
baskısına esas teşkil eden yazma nüshaların tanıtıldığı- müteaaddit nüshalar
esas alınarak baskıya hazırlanmış ve sırasıyla Ahmed Abdulhalim el-Bârudî (I
ve II. ciltler), Ebû İshak İbrahim Atfay-yiş (III-XIII. ciltler arası), Ahmed
Abdulhalim el-Bendûnî (XIV-XVIII. ciltler arası) ve Mustafa es-Saka (XIX, XX.
ciltler) tarafından tahkik, âyetler tahric ve değişik oranlarda ek bazı
tamamlayıcı bilgiler eklenerek, 1965 yılında 20 cildin baskısı tamamlanmıştır.
Daha sonra bu baskının tıpkı bısımı Dâru'1-Fikr tarafından Lübnan, 1407/1987
yılında yapılıp buna bir de hadislerin başta-rafları esas alınarak bir
fihristi, şiirler, özel isimler, kabileler, halklar, yerler... gibi fihristler
(indexler) den oluşan XXI. ve XXII. ciltler ilavesiyle daha kolay yararlanılır
bir hale getirilmiştir.
Bu baskı daha sonra, tahkik ve notlar bölümü
kaldırılarak, âyet tahriçle-ri hemen âyetlerin akabinde yapılmak ve ilk
baskının sahife numaraları, sa-hife kenarlarına kaydedilmek suretiyle,
Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye tarafından (Beyrut, 1408/1985'de) yeniden bir dizgi ile
cilde cilt denk gelecek şekilde yani yine yirmi cilt olarak (iki cildi de index
ilavesiyle yirmi iki cilt halinde) fakat her iki cilt bir arada ciltlenmiş
olarak basıldı.
Yine ilk baskı esas alınarak 1414/1994'te Kahire,
Dâru'l-Hadis yayınevi tarafından yapılan son baskıya gelince;
Bu baskının baştarafında belirtildiğine göre; Kahire
Şeriat ve Hukuk Fakültesi Fıkıh Usulü profesörlerinden Dr. Muhammed İbrahim
el-Hafnâvî, metin kontrolünü, okunması zor isim ve kelimelerin zabtını yapmış,
notlar eklemistir. Tanta Şeriat ve Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Dr.
Mahmud Hâmid Osman da hadislerin tahricini yapmıştır.
Bu baskının da XXI ve XXII. ciltleri Fihristlere
ayrılmış olup XXI. ciltte Kur-tubî'de geçen hadislerin baştarafları esas
alınarak alfabetik bir fihristi, özel isimler fihristi; XXII. ciltte de dinler,
kabileler, şiirler fihristi ile; ilmî ve fıkhı konuları kapsayan bir konu
fihristi yer almaktadır. Bu fihristleri ise Sey-yid İbrahim Sadık ile Muhammed
Ali Abdulkadir hazırlamışlardır.
Son olarak Kurtubî üzerinde yapılmış bağımsız bir
fihrist çalışmasına değinelim:
"Keşşaf Tahlîlî li'1-Mesâili'l-Fıkhiyye fî
Tefsiri'l-Kurtubî" adını taşıyan bu çalışma, Taif, 1408/1988 yılında
Mektebetu's-Sıddîk tarafından neşredilmiş olup, Meşhur Hasan Selman ve Cemal
Abdullatif ed-Dusûkî tarafından müştereken hazırlanmıştır. Birinci bölümünde
Kurtubî'nin şahsiyeti, Tefsiri'nden hareketle ortaya konulmaya çalışılmış, daha
sonar da: Kur'ân-ı Kerim, ilim, ilkeler, farklar... gibi başlıklar altında alt
başlıklar açılılıp yerleri cilt ve sahife verilerek gösterilmiştir. Daha sonra
"Usulü Fıkıh", arkasından da diğer fıkhî bahisler tasnife tabi
tutulup aynı yolla yerleri gösterilmiştir. Bunların sonunda da konu başlığı
teşkil eden fıkhî terimler alfabetik sıra ile "Keşşaf" içinde hangi
sahifede yer aldıkları gösterilerek, bu bölümler daha kul-lanılışlı bir hale
getirilmiştir. En sonda da bütün fihristlerin kitaptaki sıraya göre yerleri
sahife numarası belirtilerek gösterilmiştir.
Az önce sözünü ettiğimiz Daru'l-Hadis baskısındaki
konu fihristlerinin büyük bir ölçüde bu Keşşaftan yararlanılarak hazırlandığını
anlamak çok kolaydır.
[683]
Kaynaklarını belli bir takım ilmî esas ve ölçülere
göre tespit eden, bu kaynaklardan bilinçli bir şekilde yararlanarak bunlardan
süzdüğü özlü bilgileri Tefsiri'nde yerli yerince aktaran, taassuptan uzak bir
zihniyetle konuları ilmi çerçevede mütalaa ederek, yeri geldikçe de ilmî
esaslara göre kanaat ve muhakemelerini ortaya koyan İmam Kurtubî'nin ve
Tefsiri'nin, kendisinden sonraki ilim adamlarını ve eserlerini etkilemesi tabii
bir olaydır.
Bu başlık altında İmam Kurtubî'nin ve Tefsiri'nin
kendisinden sonraki müfessir ve tefsirlerin bir kısmına etkisini ele alacağız.
Kurtubî'nin müfessir Dİmayan ya da tefsiri de bulunmakla birlikte başka
eserlerinde Kurtubî'nin ".efsiri'nden ya da başka eserlerinden etkilenenleri
sözkonusu etmeyeceğimiz gibi, Kurtubî'nin Tefsiri'nden etkilenmiş müfessir ve
tefsirlerinin tümünü de ele alamayacağız. Kurtubî'den ve Tefsiri'nden
etkilenmiş tefsirler arasından ::: kaçına işarette bulunmakla yetineceğiz.
[684]
İmam Kurtubî'den ve Tefsir'inden etkilenenlerden
birisi -muhtemelen de ilki- Hafız İbn Kesir (774/1363) dir. İbn Kesir,
müfessirimizden etkilenmiş ve onun tefsirinden nakillerde bulunmuştur. Bunlara
bazı örnekler verelim:
İmam İbn Kesir, el-Bakara, 2/62. âyetin tefsirini
yaparken, âyette sözü edilen Sabitlere dair hükümleri beyan etmek sadedinde
İmam Kurtubî'nin Mücahid, Hasan ve Ebî Necîh'ten naklettiği görüşleri nakleder;
ayrıca Kurtubî'nin Sâbiîlerle ilgili olarak ilim adamlarının serdetmiş olduğu
ilmî kanaatin hülâsasını 'da aktarır.
[685]
Bir başka yerde İbn Kesir, el-Bakara 2/102. âyeti
tefsir ederken yine Kurtubî'den Hârût ile Mârufun iki melek değil, iki şeytan
olduklarına dair açıklamaları, aynen naklettiğini görüyoruz.
[686]
Bununla birlikte İbn Kesir, bazan Kurtubî'nin
kanaatleri ile ilgili farklı mülahazalarda da bulunur. Meselâ, el-Bakara, 2/30.
âyetin tefsirini yaparken, İbn Kesir, Kurtubî'nin âyet-i kerimede sözü edilen
Âdem'in İbn Mes'ud, İbn Abbâs ve bütün tefsir alimlerine göre beşeriyyetin ilk
atası Âdem (a.s) olduğunu belirttiğini zikreder ve akabinde: "Bütün tefsir
alimlerine göre" böyle olduğu iddiasının tartışılır olduğunu belirterek,
farklı görüşleri er-Razî'nin ve başkalarının naklettiğini kaydeder.
[687]
Bir başka yerde de İbn Kesir, Kurtubî'nin Muhammed b.
Ka'b'dan naklettiği görüşü Kurtubî'ye nisbet ederek aynen nakletmektedir.
[688]
Bununla birlikte İbn Kesir, İmam Kurtubî'nin Tefsiri
dışındaki eserlerinden -özellikle et-Tezkire'den- de yararlandığını ve onun
kanaatlerini benimser bir üslûpla ona atıflarda bulunduğunu da görüyoruz.
[689]
Tefsir olarak kısa ve özlü açıklamalarıyla tefsirler
arasında özel bir yeri bulunan ve Celâlüddin el-Mahallî (864/1460) ile
Celâluddin es-Suyutî (911/1505) tarafından telif edildiği için -iki
Celâluddin'in Tefsiri anlamında- "Celâleyn Tefsiri" diye meşhur olan
kıymetli tefsirin yer yer muğlak ve açıklanmaya muhtaç yerlerini açıklamak
maksadıyla, Celâleyn'e bazı haşiyeler yazılmıştır. Bunlar arasında en
meşhurlarından bir tanesi de hiç şüphesiz "el-Cemel" diye meşhur olan
Süleyman b. Ömer b. Mansur el-Uceylî (1204/1790) nin, <ısaca
"el-Cemel" diye tanınan ve "el-Futûhâtu'l-llâhiyye" adını
taşıyan r.aşiyesidir.
el-Cemel, Haşiye'sinde yaptığı nakillerin kaynağına
yeri geldikçe işaret et-~_:ştir. Müfessirimizden de özellikle fıkhî ahkâma dair
açıklamalarda bulunur-*;en etkilenmiş olduğunu görüyoruz. Meselâ, en-Nûr,
24/31- âyet-i kerimeyi açıklarken, el-Cemel, Kurtubî'nin, zinetine dikkat
çekmek maksadıyla kadının "ivaklarını yere vurması" ile ilgili olarak
yaptığı açıklamaları aynen naklet-ıç-ni görüyoruz.
[690]
Yine el-Cemel, el-Mücadele, 58/11. âyete dair
açıklamalarda bulunurken, —escidde kişinin bir başkası vasıtasıyla kendisine
yer tutmasını istemesine rı:r müfessirimiz Kurtubî'nin ibaresini aynen
aktardığını görüyoruz.
[691]
el-Cemel, bazan Kurtubî'den ibareyi lafzıyla değil,
manasıyla nakletmek e Kurtubî'ye atıfta bulunmakla yetinir.[692]
el-Cemel kimi zaman Kurtubî'nin -ahkâm ile ilgili
olmakla birlikte- naklettiği hadisleri ve bu hadislere dair yaptığı yorum ve
açıklamaları da aynen anırmaktadır.
[693]
Kısaca "Şevkânî" diye meşhur olan çağının
en güçlü, muktedir ve çalışkan alimi diye takdim edilen
[694]
Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî (1350/1758-1834)'nin tefsire dair eseri
"Fethu'l-Kadir el-Câmiu Beyne Fenneyi'r-Rivâyeti ve'd-Dirâyeti min
İlmi't-Tefsir" adını taşımakta ve acımdan da anlaşıldığı gibi, hem
rivayete hem dirayete dair tefsir bilgilerini bir arada sunmak amacıyla telif
edilmiş bulunmaktadır. Bu maksatla telif edil mis r-ır eserin Kurtubî gibi -bu
amacı gerçekleştirmeye büyük ölçüde yardımcı olabilecek nitelikteki bir
tefsirden- yararlanmaması elbetteki düşünülemez.
Meselâ, eş-Şevkânî, el-Bakara, 2/4. âyetinde geçen
"hidâyet"in anlamına dair Kurtubî'nin de açıklamalarını harfiyyen
nakletmektedir.
[695]
Yine Şevkâni'nin, Yasın sûresinin Mekkî mi, Medenî mi
olduğu hususu ile ilgili olarak Kurtubî'nin de açıklamalarını özellikle
kaydettiğini görüyoruz.[696]
Rahman sûresinde de aynı şekilde Kurtubî'den konu ile ilgili nakilde bulunmaktadır.
[697]
Bunun dışında Şevkânî, rivayetle tefsirde (tefsir
bi'1-me'sûr) olsun, fıkhî hükümlerde olsun, nüzul sebeplerine dair verdiği
bilgilerde olsun müfes-sirimize çokça itimad etmekte, ondan özellikle
nakillerde bulunmaktadır.[698]
Cemaluddin b. Muhammed el-Kasimî
(1283-1332/1866-1914) bu asrın başlarında pekçok eser vermiş ve bu arada da
"Mehâsinu't-Te'vîl" adını taşıyan bir tefsirin müellifi olan verimli
bir İslâm alimidir. Müfessirimiz İmam Kurtubî'den çeşitli hususlarda
yararlanmıştır. Burada Mustafa İbrahim'in, "Medresetu't-Tefsir" adlı
eserine (s.870-872) aldığı iki örneği vermekle yetiniyoruz.
el-Kasimî'nin Kurtubî'den nakilde bulunduğu
hususlardan birisi âyet-i kerimelerdeki lafızların anlamlarını açıklamaya
dairdir. Meselâ, el-Kasimî, yüce Allah'ın en-Necm, 53/6. âyetinde yer alan
"festevâ" lafzına dair açıklamaları Kurtubî tefsirinden özetleyerek
nakletmektedir.
[699]
el-Kasimî de İmam Kurtubî'den etkilenen her
müfessirde olduğu gibi, ahkâma dair açıklamalarda da ondan yararlanmakta,
nakillerde bulunmaktadır. Nitekim en-Nisâ, 4/12. âyetin tefsirini yaparken,
âyette sözü edilen kardeşlerin, anne-bir kardeşler olduğunu söylerken,
Kurtubî'nin bu husustaki açıklamalarına yer vermektedir.
[700]
Aslen Moritanya'lı olup Hicaz'a yerleşmiş ve orada ilmî
faaliyetlerde bulunup eserlerinin bir çoğunu orada vermiş bulunan Muhammed
el-Emin b. Muhammed el-Muhtar eş-Şankîtî (Zülhicce 1393/Ocak 1974) asrımızın
ilim adamlarından olup "Edvâu'l-Beyân fi Îdâhi'l-Kur'ânî bi'l-Kur'ân"
adında ve el-Mücadele sûresi'nin sonuna kadar telif ettiği bir tefsiri vardır.
Eserde adından da anlaşıldığı gibi, âyetleri âyetlerle açıklamaya oldukça önem
verir. Bununla birlikte yeri geldikçe âyetlere dair geniş ve doyurucu açıklamalarda
da bulunur. Merhum müfessir, Kurtubî'den de özellikle ahkâm âyet-erinin
tefsirine dair açıklamalar nakleder. Bununla birlikte âyet-i kerimelerin
lafızlarına dair açıklamaları naklettiğini de görüyoruz.
Meselâ, Meryem, 19/54-55. âyetlerin tefsirini
yaparken, müfessirimiz Kur-r-bfden talep üzerine yapılan hibe va'dinin
bağlayıcılığına dair mezhep imanlarının görüşlerini nakletmekte; arkasından bu
hususa dair, kendisi de daha raşka eserlerden de nakillerde bulunarak,
muhakemelerini ekleyerek açık-.amalarını sürdürmektedir.
[701]
en-Nur, 24/4-5. âyetleri tefsir ederken iftira (kazf)
dolayısıyla köleye ver-jecek cezasının miktarına dair Kurtubî'nin
açıklamalarını nakletmekte, da-j-ji sonra da bu husustaki görüşleri muhakeme
etmektedir.
[702]
Tâhâ, 20/105- âyetin tefsirinde de Kurtubî'den naklen
nahve dair bir —eşele ile ilgili olarak nakilde bulunmakta; ancak Kurtubî'nin
bu açıklaması ıe iigili olarak: "Bu söylediğinin delil (ile desteklenmeğ)
e ihtiyacı vardır, doğru bilgi Allah katındadır" demekten başka birşey
eklememektedir.
[703]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1294/1877 - 27 Mayıs
1942)'ın "Hak Dinî Kur'ân Dili" adını taşıyan kıymetli tefsiri,
yayınlandığı tarihten itibaren Türkçe okuyucuların çokça rağbetine mazhar
olmuş; ilmî seviyesinin yüksek-bb. yanında daha birçok meziyeti bulunan değerli
bir tefsirdir. Elmalılı, îl-rtubî'ye birçok yerde atıfta bulunmakla birlikte,
birkaç yerde açıkça işaret ettiği gibi, Kurtubî'den dolaylı olarak yararlanmış
görünüyor.
[704]
Merhum Elmalılı, Tefsiri'ni telif ederken önüne
geleni muhakeme etmeden, ilmî bir süzgeçten geçirmeden gelişigüzel nakleden
birisi değildi. Ger-rescen de takdire değer muhakkik bir ilim adamı idi. Bu,
Tefsiri'ni mütalaa eoen herkesin rahatlıkla tespit edeceği bir gerçektir. Bunun
böyle olması dolayısıyla Kurtubî'den -dolaylı da olsa- nakilde bulunması bizim
açımızdan ayrı bir önem taşır. Elmalılı'mn müfessirimizden yaptığı nakillerin
mahiyeti bir kaç çeşittir:
1. Bazan
Kurtubî'den bir takım lafızların mahiyetine dair açıklamalar nakleder. Zebûrûn,
[705]
Tûbâ ağacının
[706]
Tekvîr'in
[707] mahiyetine dair Kur-tubî'ye
atfen yaptığı açıklamalar böyledir.
2.
Bazan
herhangi bir hususun tevili ile ilgili olarak Kurtubî'nin kanaatini nakleder.
et-Tekvîr, 81/4. âyet-i kerimesinde sözü edilen "doğumu yaklaşmış
develerin (işar) başıboş bırakılması" ile ilgili Kurtubî'nin tevilini
nakletmesi buna örnektir.
[708]
3.
Elmahlı, Müfessirimiz Kurtubî'den bazan Esbâb-ı Nüzûl'a,
[709]
bazan rivayete istinaden belli bir görüşü tercihe,[710]
bazan da bir âyetin pratikteki etkisi ile ilgili tecrübe ile sabit bir hususa
[711]
dair nakilde bulunur.
Bunlar merhum Elmalılı'nın, Kurtubî Tefsirinden
yaptığı nakillere ve bu yolla ondan etkilenmesine dair bir takım örneklerdir.
Diğer müfessirlerin etkilenmelerine dair örnekleri çoğaltmak mümkün olduğu
gibi, Elmahlı için de aynı şeyi yapmak mümkündür. Ancak maksat yalnızca
Kurtubî'nin kendisinden sonraki müfessirlere etkisine sadece değinmekten
ibaret olduğundan bu kadarı ile yetinmek zorundayız.
[712]
Prof. Dr. Vehbe ez-Zuhaylî dilimize özellikle
"İslâm Fıkhı Ansiklopedisi" adı ile tercüme edilen
"el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû" eseri ile tanınır. Pek çok eseri
bulunan muhterem müellif, son olarak da "et-Tefsiru'l-Munîr" adını
taşıyan tefsirini ilim dünyasına sunmuş bulunmaktadır. Halen hayatta olan muhterem
müellif, Şam Üniversitesi İslâm Fıkhı ve Mezhebleri Anabilim dalı kürsü
başkanlığını da yapmaktadır.
ez-Zuhaylî'nin, Tefsirini telif ederken çokça
yararlandığı belli başlı kaynaklar arasında İmam Kurtubî'nin tefsirinin önemli
bir yer tuttuğu rahatlıkla göze çarpmaktadır. Kurtubî tefsiri anılınca akla
ilk gelen fıkhî ahkâm olmakla birlikte, et-Tefsiru'1-Münir'in öne çıkan
özelliği fıkhi hükümleri de açıklaması olmasına rağmen, Dr. ez-Zuhaylî başka
alanlarda da Kurtubî Tefsirinden yararlanmayı ihmal etmemiştir.
Şimdi Zuhaylî'nin Kurtubî'den hangi alanlarda
yararlandığına dair bazı örneklere işaret edelim:
1. Dr.
Zahaylî, bazan bir lafzın anlamını ya da mahiyetini açıklamak için Kurtubî'den
nakilde bulunur. Vahy'in anlamına
[713] ve
Zebûr'ın mahiyetine[714]
dair nakillerinde olduğu gibi. Bu kabilden açıklamalardan sayılabilecek olan
İstitâat'ın Cenab-ı Allah hakkında kullanılmasına dair açıklamaları da
Zulıaylî, Kurtubî'ye dayanarak yapar.[715]
2. Dr.
Zulıaylî, müfessirimiz Kurtubî'ye istinaden hadis naklettiği gibi,[716]
âyetlerin nüzul sebeplerini kaydederken de Kurtubî'ye dayandığı yerler vardır.
[717]
Bazı kıssaların sebebine dair bilgileri
[718] de
Kurtubî'ye uyarak zikrettiğini de görüyoruz.
3. Dr.
ez-Zuhaylî, bazan âyetlerin arasını telif hususunda
[719]
bazan değişik rivayetler arasında tercihte bulunurken Kurtubî'den nakillerde
bulunur;
[720] kimi zaman Kurtubî'nin
tercihlerine katıldığını açıkça ortaya koyar.
[721]
4. Dr.
ez-Zuhaylî, -belirttiğiniz gibi- özellikle Fıkhî mesele ve ahkâma dair
açıklamalarında Kurtubî'den yararlanır. Bu hususa dair verilebilecek örnekler
gerçekten pek çoktur.[722]
Görülüyor ki İmam Kurtubî, Tefsirini telif ettiği
tarihten itibaren, gerek ilim adamları arasında, gerek müellif -müfessirler
arasında ve gerekse de halk arasında büyük bir rağbet ve itibar görmüş, ondan
çokça yararlanılmıştır. Bu da elbetteki İmam Kurtubî için ilâhî bir lütuf ve
mazhariyyettir. Çünkü böylelikle onun Tefsiri gerçek bir "sadaka-i
câriye" hüviyetine yükselmiş bulunmaktadır.
İmam Kurtubî'nin Tefsiri'nden etkilenen ve yararlanan
müfessirler elbette bunlardan ibaret değildir. Çünkü Ebu's-Suûd Efendi'den
Âlusî'ye, Said Havva'dan es-Sâbûnî'ye kadar daha birçok müfessirin Kurtubî'den
çokça etkilendiklerini, ondan istifade ettiklerini, kesinlikle biliyoruz.
Bunu, gerek kendi eserlerindeki açık ifadelerinden, gerekse yaptıkları
nakillerden öğreniyoruz.
Kurtubî Tefsiri'nin bundan sonra da Kur'ân-ı Kerim
ile çeşitli seviyelerde ilgilenen herkese yardımcı olacağına, Tefsirinin
-Allah'ın izni ile- daha pek uzun bir süre Kur'ân talebelerine yol
göstereceğine inanmakta kişiyi haklı kılacak pek çok sebep vardır. İmam
Kurtubî'nin bilinen, herkesçe teslim olunan takvası ve ilmî yetkinliği, bu
sebepler arasında oldukça önemli bir yer tutar, hiç şüphesiz.
[723]
İmam Kurtubî (9 Şevval 671 / 30 Nisan 1273), siyasal
açıdan İslâm Tari-:ü"nin iç açıcı olmayan bir asrında (Hicri 7. asır
/Miladi 13. asır) dünyaya gelmiştir.
Bu asırdan itibaren Moğol istilalarının yaraları
yavaş yavaş sarılmaya taşlanmıştır. Ancak daha sonraları meydana gelen toparlanmaların
sonucu olarak kurulan devletlerin İslâm Tarihi'ni "Asr-ı Saadet"
mecrasına akıtmayı gerçekleştirmeleri bir tarafa, hangi oranda böyle bir amacı
hedeflendikleri dahi sorgulanabilir
İlmi hayatın siyasal hayata paralel seyrettiği hükmü,
İmam Kurtubî'nin as-- olan 7/13- asır için de geçerlidir. Bu dönemlerin ilmi ve
siyasi hayatın tah-1: değerlendirmelerini yapmak elbetteki bu çalışmanın
sınırlarını çok genişletecekti.
Diğer taraftan böyle bir çalışmanın gerektireceği
emek ve çabaya denk olarak konumuzun aydınlatılmasına katkı sağlayacağı
şüpheli olduğundan, ayrıca bu husus üzerinde durup "Kurtubî'nin yaşadığı
asrın ilmi,siyasi arka planını" ana hatlarıyla da olsa netleştirmeyi
-kısmen gerekli görmekle birlikte-rccunlu görmedik.
işte müfessirimiz İmam Kurtubî'nin hayatını ve
yaşadığı dönemi konu alan rınnci bölümde; yalnızca konumuz açısından
ulaşabildiğimiz zorunlu ve bi--nei derecede önemli bilgilerle yetinmemiz bundan
dolayıdır.
Bu bölümden; Kurtubî'nin takribi doğum tarihinin;
ancak kaynakların ke-srl:kle belirttiği 9 Şevval 1671 / 30 Nisan 1273'ten
itibaren normal bir insan zErrû kadar geriye giderek ve eserlerinden tanık
olduğunu öğrendiğimiz bazı olayların karineleriyle yaklaşık doğum tarihini,
Endülüs'teki ve Mısır'daki hayatını tesbit edebileceğimiz ortaya çıkmıştır.
ikinci bölümde özellikle Tefsirinden hareketle -ve bu
hususta diğer kayıtlat ve eserlerin de yardımıyla- Kurtubî'nin kendilerinden
ilim aldığını tes-:c edebildiğimiz hocalarını kaydettik.
Ancak oğlu Şihabuddin'den başka bir öğrencisinin
olduğuna dair kaynak-arr her hangi bir bilgi bulunmadığını gördük.
Bir ilim adamının hoca ve öğrencileri onun ilmi
şahsiyeti hakkında elbette dolaylı olarak fikir vericidir. Ancak yeterli
değildir.
Bu sebebten Kurtubi’nin Tahsil Hayatı, Ahlaki
Şahsiyeti, İtikadi Mezhebi, diğer mezheblere karşı tutumu, Fikri Mezhebi ve
ilmi seviyesi, siyasi, sosyal alanlara dair fikirleri, zamanında da türlü
bid'atlere bulaşmış kesimleri bulunan tasavvufi hayata dair değerlendirmeleri
ele alındı. Bütün bunlar da eserinden yapılan alıntı ve atıflarla dolaysız bir
yolla ortaya konulmaya gayret edildi.
İlmi delillere karşı tutumu da özellikle
vurgulanarak, müfessirimizin büyük ölçüde ilmi insaftan ayrılmadığı, bu
hususta özel bir gayrete sahip olduğu görüldü.
Kurtubî'nin Tefsiri'nde ele aldığı çeşitli konulardan
ve zaman zaman kaydettiği bilgilerden, aynı zamanda İslâmî ilimlerden ayrı
olarak, çağının çeşitli ilimlerinden de belli bir seviyede haberdar olduğu
görüldü.
"el-Câmî"' li Ahkâmi'l-Kur'an" gibi
bir eseri telif etmiş birisinin başka bir takım eserler de telif etmiş olduğunu
düşünmek, tabii bir şeydir.
Biz de başta tefsirinden hareketle -bazan hayatı ve
eserlerine dair bilgi veren kaynaklarında yardımı ile- Kurtubî'nin eserlerini
ve Tefsirinde ismen geçtikleri yerleri tesbit etmeye gayret ettik. Ancak çok
ve ismi geçen eserleri için zikrettiği yerlere yeteri kadar örnek vermek yolunu
tercih ettik.
Çoğu eserlerinin tam ve doğru isimlerini de tesbit
etmeye çalıştık.
Üçüncü bölümde Kurtubî'nin Tefsirindeki Usulünü
özellikle belirginleştirmemiz gerekiyordu. Bu bölümde Kurtubî'nin Kur'an-ı
Kerim'i, sûre sûre, âyet âyet nasıl bir yol izleyerek Tefsir ettiğini,
Tefsiri'nin başında yazdığı Mu-kaddime'sindeki genel ifadelerinden ve bunları
fiili uygulamasından hareketle açıklama yoluna gittik.
Bütün bu hususlara dair çeşitli başlıklar altında
yaptığımız açıklamaları, mutlaka Tefsiri'ne atıflar ve Tefsiri'nden
örneklendirmeler yoluyla yapma adetimizi burada da sürdürdük.
Gördük ki müfessirimiz, tefsir yaparken yeri
geldikçe, âyetlerden, hadisten, sahabe ve tabiinin sözlerinden, ilim
adamlarının açıklayıcı görüşlerinden, şiirden, lügattan, sarf ve nahivden,
kıraatlerden, siret ve tarihten ve daha pek çok ilimden mükemmel bir şekilde
istifade etmiş ve sonunda zamanına kadar, Kur'an'a dair yapılmış önemli
çalışmanın adeta "bir özeti"ni ortaya koymuştur.
Faydalandığı bunca ilmî serveti de Kur'an-ı Kerim'in
süre ve âyet tertibi esasına göre yeri geldikçe değerlendirmiştir.
Tefsirinde bunca ilmi malzemeden, birikimden belli
bir usul çerçevesinde yararlanan böyle bir müfessirin, Tefsirinde zikretmiş
olduğu kaynakların belli bir tasnif içerisinde sunulmasını ve bunlara dair çok
özlü dahi olsa bazı bilgilerin verilmesini, ilmi ve mantıki bir gereklilik
olarak gördüğümüzden; -bu hususta önceden yapılmış el-Kasabi'nin doktora
tezinden de yararlanarak- Kurtubî Tefsiri'nin kaynaklarını belli bir tasnife
tabi tutarak sunmaya gayret ettik.
Bu bölümde de gördük ki; şimdiye kadar Kurtubî'nin
kaynaklarına dair verilmiş bilgiler; O'nun kaynaklarının tümünü kapsamıyor.
Bizim tesbit etliğimiz liste de, öncekilere göre daha geniş olmakla -ve ismen
az zikredilenleri dahi kaydetmek amacı güdülmekle birlikte; kaynakların bir
kısmının listesi olmaktan öte kabul edilmemelidir.
Beşinci bölümde Kurtubî'nin bir müfessir olarak -
buna bağlı olarak Tefsiri'nin-bir takım meziyetlerini açıklamaya çalışırken,
sadece önemli olanlarının bir kısmını ön plana çıkarmaya çalıştık.
Kaynaklarını tesbitte, kaynaklardan yaptığı
nakillerde hassas davrandığı gibi; değişik görüşlere ve görüş sahiplerine karşı
kendisinin kanaat ve yakışımı ne olursa olsun "insafı çoğunlukla elden
bırakmamış olduğunu gördük.
Bunların dışında kalan çeşitli ilmi açıklamaları ise
Tefsirinde izlediği me-:?dun bir uzantısı ya da yansıması olarak, esasen
Tefsiri'nin tabii ve karakteristik özellikleri arasında anılmalıdır.
Müfessirimiz Kurtubî -maalesef- zayıf hatta bazan
uydurma rivayetleri nak-etmekten, İsrailiyat türünden bilgiler aktarmaktan da
kurtulamamıştır. Ancak çoğu yerde bunlara dikkat de çekmiş, okuyucularını
uyarmak istemiştir.
Keşke bunları nakletmese idi, diye temenni edilse
bile; Tefsirinin kaba--..< hacmi içerisinde bu tür rivayet ve bilgilerin
azlığı da bir teselli sebebi ola--î.< kabul edilebilir.
Çalışmamızın altıncı bölümünde Kurtubî Tefsiri'nin
Tesiri'ne dair aydın-ı::cı bazı bilgiler ortaya koymaya çalıştık.
Katip Çelebi'nin Keşfu'z-Zunûn (534/1155)da
belirtildiğine göre Siracud--_r. el-Mulakkim (804/1401) Kurtubî Tefsiri'ni
ihtisar etmiştir.
Diğer çalışmalar ile Tefsiri'nin neşrine dair
bilgiler yanında Kurtubî'nin, -raşka Tefsiri vasıtasıyla olmak üzere- İbn
Kesir'den itibaren günümüze kazar -öncelikli olarak müfessirler olmak üzere-
pek çok ilim adamını etkileri tini. eserlerinde ondan yararlandıklarını gördük;
bunlar arasında Ebussûd Efendi ve Elmalık gibi müfessirlerin de yer aldığını
göstermiş olduk.
3u çalışmamızın nihayetinde özellikle şu hususlara
dikkat çekmek yerin-ne alacaktır:
'_ İslâm dünyasının yeni bir uyanışa hazırlandığı bu
dönemde geçmiş İs-;i.~ alimlerinin birikimine gözlerimizi kapamak gibi bir
saflık ya da bir bü--_K>Jk kompleksine kapılmamak gerekir.
Dnlara karşı aşağılık duygusuna kapılmadan, onları ve
kendimizi aynı yo-ı_- yolcusu, aynı teşbihin taneleri, aynı hedef ve gayelere
yönelmiş üyele-
: .-.rak değerlendirebilmeliyiz.
Unutmayalım ki, "Amerika'yı yeniden keşfetmeye
kalkışmak" ilmi bir yaklaşım değildir.
"Geçmişi tekrarlarım!" korkusu ile geçmişle
bağları koparmak, küsmek, hor görmek ya da aşağılamak hüner değildir. Asıl
mesele geçmişte inşa edilmiş bu muhteşem ilim sarayına tamamlayıcı unsurlar,
hatta bu sarayın mimari projesi mesabesinde olan Kur'an ile tatbiki ve inşai
uygulaması mahiyetinde olan sünnet ışığında hareket etmek, bu ikisine uygun
olmak şartıyla bütünüyle uyumlu yeni bölümler eklemektir.
Bunun için de öncekilerin bu evsafta inşa
ettiklerinden gereği gibi yararlanma yollarını arayıp bulmak ve bunu fiilen
uygulamak esastır ve şarttır.
2.
Müslümanların ilmen, fikren, ahlaken, siyaseten... sapmalarına karşı en büyük
teminat elbetteki Kur'an-ı Kerim'dir ve Sünnet-i Seniyye'dir. O bakımdan bu
iki kaynağın da ümmetin istifadesi için elinin altında bulunmasının, bu uğurda
mesai harcamasının, kaynakların seferber edilmesinin önemi; henüz yeterince
anlaşılabilmiş değildir.
3. İmam
Kurtubî'nin Tefsiri hiç şüphesiz ümmetin istifadesine sunulması gerekli,
"Tefsir klasiklerinin baştaraflarında yer alır. Tefsiri'ni yakından tanıma
fırsatını bulduğumuz bu çalışma sonucunda bu kanaatimiz daha da güçlendi. Bu
kanaatimizin kısmen de olsa dile getirilmesinde bu çalışmamızın belli bir
katkısı olacağını ümid ederiz.
Hatalar elbetteki bizim nefsimizden, kusurlarımızdan
kaynaklanır. Bütün doğrular, güzellikler ve mükemmellikler ise yüce
Rabbimizdendir. Bütün lütufları, nimet ve ihsanları, rahmet ve bağışlan
dolayısıyla yüceler yücesi Rabbimiz, ilahımız, Malikimiz'e sonsuz hamd ve
senalar olsun.
[724]
İbn Abdi'1-Berr, Ebû Umer Yûsuf b. Abdillah,
el-lstizkâr, Tahkik: Dr. Abdulmu'tî
el-Kal'acî, Daru Kuteybe ve Daru'1-Va'y neşri,
tarihsiz. Abdulkadir, Dr. Muvaffak b. Abdullah, Suâlâtu Hamze b. Yûsuf es-Sehmi
li'd-Dârakutnî ve Ğayrihi Mine'l-Meşâyih, Riyad,
1404/1984, Suâlâtu'l-Hâkim en-Neysâbûrî li'd-Dârakutnî fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl,
Riyâd, 1404/1984. Akkâvî, Dr. İn'âm Fevvâl, el-Mu'cemu'l-Mufassal
fiUlûmi'l-Belâğa, Beyrut,
1413/1992. el-Âlûsî, Mahmûd, Rûhu'l-Meânî, Beyrut,
1405/1985, (el-Munîriyye'den
tıpkı basım).
İbnu'l-Arabî, Ebû Bekr, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'1-Fikr
el-Arabî, tarihsiz. İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhakk, el-Muharraru'l-Vecîz fi
Tefsiri'l-
Kitâbi'l-Azîz, Fâs, 1395-1411/ 1975-1991 Aydemir, Dr.
Abdullah, Tefsirde Isrâiliyyât, Ankara, 1979 Bağdatlı, İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955.
Îzâhu'l-Meknûn, İstanbul, 1364/1945.
Bilmen, Ömer Nasûhî, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul,
1973. el-Cârim, Ali ve Emin, Mustafa, el-Belâğatu'l-Vâdıha, Mısır, 1959.
el-Cemel, Süleyman b. Ömer b. Mansûr, el-Futûhâtu'l-îlâhiyye, îsâ el-Bâbî,
el-Halebî baskısı (tıpkı basımı, İstanbul, 1987)
Cerrahoğlu, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988. İbnu'l-Cevzî,
Ebu'l-Ferac, el-Mevzûât, Dârû'1-Fikr, 1403/1983, (ikinci baskı) el-Cezerî,
Şemsuddin, Ğâyetu'n-Nihâye fi Tabakati'l-Kurrâ, Mısır, 1351/1932 el-Cüneylî,
es-Seyyid, bk. es-Sayih Ahmed.
İbn Cüzey, Muhammed b. Ahmed, et-Teshil li
Ulûmi't-Tenzîl, Beyrut, 1403/1983. Çakan, Doç. Dr. İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı,
İstanbul, 1989. Dârakutnî, Ali b. Umer, Sünen, Beyrut, 1406/1986.
ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn,
Kahire, 1392/1972. ed-Dehlevî, Abdülaziz b. Şah Veliyyullah, Bustânu'l-Ârifin,
Çeviren: Doç. Dr. A. Osman Koçkuzu, Ankara 1986.
Ebu'l-Ecfân, Muhammed ve ez-Zahi, Muhammed, Fihris İbn Atiyye, Beyrut, 1983-
Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser
Yayınlan, 3. baskı.
Emin, Mustafa, bk. el-Cârim Ali.
el-Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ziyâd,
Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok.
Hacı Halife, bk. Kâtip Çelebi.
el-Hakîm en-Neysâbûrî, bk. en-Neysâbûrî
el-Hakîm et-Tirmizî, Ebû Abdullah Muhammed,
Nevâdiru'l-Usûl, Tahkik:
Ahmed Abdurrahim es-Sâyih ve es-Seyyid el-Cumeylî,
Kahire 1407/1988 Hamidullah, Prof. Dr. Muhammed,
Siretu İbn îshâk Mukaddimesi,
Konya, 1401/1981. Hasan, Prof. Dr. Hasan İbrahim,
Siyasî, Dinî, Sosyal, Kültürel İslâm Tarihi,
Çevirenler: Yrd. Doç. Dr. İ. Yiğit, Yrd. Doç. Dr. S.
Gümüş, İstanbul,
1985-1986.
Hitti, Prof. Dr. Philip K., İslâm Tarihi,Çeviren:
Prof. Dr. S. Tuğ, İstanbul, 1980 İbnu'1-Esir, İzzuddin Ebulhasen Ali, el-Kâmil
fi't-Tarih, Beyrut, 1400/1980. İbn Ferhûn, ed-Dibâcû'l-Muzehheb fi Ma'rifeti
A'yâni'l-Mezheb, Kahire,
baskı tarihi yok.
İbnu'I-İmâd, Ebu'l-Felâh Abdulhayy, Şezerâtu'z-Zeheb,
Beyrut, baskı tarihi yok. el-Kal'âcî, Dr. Abdulmu'tî, el-tstizkâr Mukaddimesi,
Dâru Kuteybe ve
Dâru'1-Va'y neşri, tarihsiz. Karaçam, Doç. Dr.
İsmail, Kur'ân-ı Kerîm'in Faziletleri ve Okunma Kaideleri,
İstanbul, 1991.
____ , Kur'an-ı Kerim'in Nüzulü ve Kıraati,
İstanbul, 1974.
el-Kasabî, Dr. Mahmûd Zelat, el-Kurtubî ve Menhecuhû
fi't-Tefsir, Kahire,
1399/1979.
el-Kasimî, Cemâluddin b. Muhammed, Mehâsinu't-Te'vil,
el-Halebi, ilk baskı. Kâtip Çelebi (Hacı Halife), Mustafa Abdullah,
Keşfu'z-Zunûn an
Esâmi'l-Kutubi ve'l-Funûn, İstanbul, 1360/1941.
Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, tarihsiz. İbn Kesir,
Ebu'1-Fidâ İsmail, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim, Daru'l-ma'rife, tarihsiz
ve İstanbul, 1985 Dâru'ş-Şa'b baskısından tıpkı
basım.
____ , el-Bidâye ve'n-Nihâye, Kahire,
1414/1994
el-Kettânî, es-Seyyid eş-Şerif Muhammed b. Ca'fer,
er-Risâletu'l-Mustatrafe,
İstanbul, 1986 (tıpkı basım).
el-Kiyâ, el Herâsî İmâduddin et-Taberî, Ahkâmu'l-Kur'an,
Beyrut, 1405/1985 el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi' li
Ahkâmi'l-Kur'ân,
(1) Kahire, 1952-1965'ten tıpkı basım: Dâru'1-Fikr,
Beyrut, 1407/1987
baskısı, (2) Dâru'l-hadis, Kahire, 1414/1994 baskısı.
____ , et-Tezkire, Kahire, 1411/1991.
el-Mâverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nuketu
ve'l-Uyûn, Beyrut,
1412/1992. el-Mer'aşli, Dr. Yusuf Abdurrahman, Ebû
Cafer et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr
Mukaddimesi, Beyrut, 1414/1994.
el-Mişnî, Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelus,
Beyrut, 1406/1986. el-Moritânî, Dr. Muhammed Ahmed, İbn Abdilberr,
Kitabu'l-Kâfi
Mukaddimesi, Riyad, 1398/1978. en-Neccâr, Muhammed
Ali, Ebu'1-Feth İbn Cinnî, el-Hasâis Mukaddimesi,
Beyrut, tarihsiz, ikinci baskı.
en-Neysâbûrî, el-Hâkim,
Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1400/1980. er-Râzî, Fahruddin,
et-Tefsiru'l-Kebir, Beyrut, 1411/1990. es-Sâlih, Dr. Subhi, Mebâhisfi
Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1974. es-Semerkandî, Ebu'1-Leys, Bahru'l-Ulûm, Beyrut,
1413/1993. es-Sâyih, Ahmed Abdurrahim el-Cümeylî es-Seyyid, Nevâdiru'l-Usûl
Mukaddimesi, Kahire, 1408/1988. es-Suyûtî,
Celâluddîn, el-ltkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1398/1978'den tıpkı
basım: İstanbul, 1988.
eş-Şa'rânî, Abdulvehhab, Muhtasaru
Tezkireti'l-Kurtubî, Kahire 1411/1991. eş-Şâtıbî, İbrahim b. Mûsâ,
el-Muvâfakât, Beyrut, 1395/1975. Şener, Doç. Dr. Abdulkadir, İbnu'l-Munzir,
Kitabu'l-lcma' Mukaddimesi,
Ankara, 1983. eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali,
Fethu'l-Kadir, el-Câmiu Beyne Fenneyi'r-
Rivâyeti ve'd-Dirâyeti min İlmi't-Tefsir, el-Halebî,
1349 baskısı. eş-Şenkîtî, Muhammed el-Emin, Edvâu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'âni
bi'l-Kur'an,
Kahire, 1408/1988.
ibn Teymiyye, Ahmed, Mecmû'u'l-Fetâvâ, 1. baskıdan
toplu basım. Uğur, Doç. Dr. Mütebâ, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü,
Ankara, 1992. ez-Zahî, Muhammed, bk. Ebu'l-Ecfan Muhammed
Ebû Zehra, Muhammed, İmam Malik,Çeviren: Osman
Keskioğlu, Ankara, 1985. ez-Zemahşerî, Cârullah, el-Keşşâf, Kahire 1308.
ez-Zirikli, Hayruddin, el-A'lâm, Beyrut 1979. ez-Zuhaylî, Prof. Dr. Vehbe,
et-Tefsiru'l-Munîr, Beyrut ve Dımaşk 1411/1991.
[725]
Merhum müfessirimizin hayatına, eserlerine, tefsir ve
tesirine dair yaptığınız açıklamalardan sonra, bu büyük eserin tercümesi
esnasında riayet eteğimiz bazı hususları ve bu çalışma esnasında zaman zaman
başvurduğumuz »erlere dair bir listeyi burada kaydetmek yerinde olacaktır.
Öncelikle itiraf edeyim ki; bu işe başlamadan, ne
kadar büyük bir mesai sarcamamız ve bu çalışmanın ne denli emek ve gayretleri
gerektireceğini tam ıniamıyla tasavvur edememiştik. Ancak, Kurtubî Tefsiri gibi
bir eserin, muhtevasına ve ciddiyetine yaraşır bir çevirisinin ilim ve irfan
hayatımıza ciddi :ır katkısının olacağında en ufak bir şüphemiz yoktu. Bu
noktada yanılma-nakla birlikte, esere layık bir ciddiyette bir tercüme ortaya
koyduğumuz id-ûiasında değiliz. Ama bu uğurda beşeri takatimizi zorladığımızı
belirtelim. Çakmak bizden; tevfik ve inayet Allah'tandır.
Şimdi de eseri tercüme ederken riayet ettiğimiz bazı
teknik noktalan sayd edelim:
1. Tercümeye
başladığımız ilk aylarda yer yer kıraate ve sarf ve nahve dair açıklamaları,
kimi okuyucuları gözönünde bulundurarak, tercüme etmemek gibi bir yol
izlemiştik. Ancak daha sonraları bu kararımızdan vazgeçip eserde ne varsa
herşeyi tercüme etme ilkesini benimsedik. Yapılan bu tür açıklamaların anlamı
etkilemeleri halinde buna da işaret ettik. Bununla beçajper ;ok istisnai
hallerde Türkçe okuyanlar için tamamıyla gereksiz görülebilecek -birkaç satırı
aşmayan- çok cüzi bazı bölümlerin tercüme edilmediği de olmuştur. Bu gibi
yerlerde gerekli not düşülmüştür.
2. Eser, bir yerde lügat ve nahiv açıklamaları
bol olan bir kaynaktır. Bu rakımdan açıklaması yapılan kelimelerle ilgili
kaidelere dair gösterilen be-vit ve benzeri tanıkların da yeri geldikçe Arapça
orjinalleri ile birlikte kaydedilmesi yoluna gidilmiş, gerek tercüme
tekniğindeki zorluklar, gerekse diz-gi-baskı zorlukları bu hususta engel ve
mazeret olarak kabul edilmemiştir.
3.
Kurtubî, kendisinden önceki ilim adamlarından çokça istifade etmiş ve veri
geldikçe nakillerde bulunmuştur. Ancak sağlam gördüğü rivayetleri na-iille
yetinmeyerek -muhtemelen ilim tarihinde belli bir yer işgal etmiş olma-lan
mülahazasıyla- zayıf görüşleri de naklettiği olmuştur. Bu gibi görüşlere "kîle:
denildi ki..." ve benzeri bir ifade kullanarak işarette bulunur. Biz de bu
gibi ibareleri "denildi ki..., denildiğine göre..., bir diğer
görüşe/rivayete göre..." ifadeleriyle ve benzeri tabirlerle Türkçeye
çevirdik.
Uydurma ya da İsrailiyyat kabilinden olan rivayet ve
görüşlere de yeri geldikçe notlar ekleyerek dikkat çekmeye gayret ettik.
4.
Kurtubî'nin rivayet ettiği hadislerin çok büyük bir bölümü sağlam kaynaklardan
alınmıştır. Delil gösterilemeyecek kadar zayıf ya da uydurma hadislerin yekûnu,
ayrıca zikredilmeyi gerektirmeyecek kadar azdır. Bununla birlikte elimizden
geldiğince bütün hadislerin -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- kaynaklarını ve
gerektikçe ilim adamlarının ona dair kanaatlerini özlü bir şekilde notlar
halinde kaydetmeye çalıştık.
Hadislerin kaynaklarını Buhari, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Nesaî, İbn Mâce ve Dârimî'de kitap ismi ve bab numarası (mesela; Buhârî, Salât
12 gibi) şeklinde, Müslim ve Muvatta'da kitap ismi ve o kitapta hadis sırası
numarası (meselâ; Müslim, İman 137 gibi) şeklinde; diğer kaynaklarda ise cilt
ve sahife numarası şeklinde kayd ettik.
Ayrıca prensip olarak, bizzat yerinde görerek tesbit
etmedikçe hiçbir hadisin yer aldığı kaynağa atıfta bulunmadık.
Kütüb-i Sitte ile Dârimî'nin Sünen'i ve Muvatta adlı
eserlere yapılan atıflardaki bâb ve hadis rakamları,
"el-Mu'cemu'l-Mufehres li Elfâzi'l-Hadis" ile "Miftâhu
Künüzi's-Sünne"nm esas aldıkları sayılardır.
5. Kurtubî
Tefsiri, bir ahkâm Tefsiri olduğundan, özellikle Hanefi Mezhe-bi'ne dair
açıklamaları, nadiren de olsa yetersiz görüldüğü yerlerde, gerekli tamamlayıcı
bilgilerin ya da notların eklenmesi cihetine gidilmiştir.
Bazı önemli terimlere ya da özel isimlere dair de
zaman zaman bu tür kısa notlar düşülmüştür.
6.
Tefsirin tercümesi -zorunlu ve istisnaî haller dışında- müfessirin yaptığı şekilde,
âyet nazmına uygun olarak yapılmıştır. Ancak nadiren Türkçe cümle yapısına
uygun ve mealdeki sıra esas alınarak bu nazımda değişiklik yapılmıştır. Bu ise,
tefsire dair açıklamaların uzun olmadığı hallerde böyle olmuştur. Ancak her
iki halde de, anlamayı kolaylaştırmak ve cümleler arası ifade kopukluklarını
gidermek amacıyla gerek görüldükçe, eklenen bazı ifadeler parantez içine
alınarak eklenmiştir.
7.
Müfessir, genellikle birer, ikişer âyet tefsir eder. Ancak -özellikle kıssalarda-
sekiz on âyetlik bir bölümü de ele alıp tefsir ettiği de olur. Bu gibi hallerde
tefsiri yapılan âyetin başına ayrıca âyet numarasını koymak cihetine gittik.
8. Kurtubî, özellikle ahkâm âyetlerini tefsir
ederken, "birinci mesele, ikinci mesele..." diye başlıklar kullanarak
çeşitli konulara dair açıklamalarda bulunur. Biz bunları uygun başlıklar ilâve
ederek "1..., 2..." diye kaydettik. Nadiren de olsa, bağımsız bir
mesele olarak ele alınmamış yerlerde de uygun başlıklar eklediğimiz olmuştur.
Bu gibi başlıklar rakamsızdır.
9. Bazı
âyetleri de bölümler halinde tefsir etmiştir. Bu gibi hallerde tefsiri biten
bölümden sonra alttaki satırın orta yerine üç yıldız (* * *) konulmuştur.
10.
Tercümemizde esas aldığımız baskı, ilk cildi Ahmed Abdulalim el-Bâ-rûdî
tarafından tashih edilen ve 1952 yılında ilk baskısı neşredilip, son yirminci
cildi ise Mustafa es-Sakâ tarafından hazırlanıp neşredilen birinci baskısının
tahkikli ikinci baskısından yapılmıştır. Bu baskının muhtelif ciltlerinin
başında, baskıya esas alınan asıl nüshalar liste halinde belirtilmiştir.
Tercümemizin sonuna kadar esas alacağımız baskı bu olacaktır -inşallah-. Bu
arada yedinci cildin tercümesinden itibaren Dâru'l-hadis yayınevi tarafından
yayınlanmış ve bizim esas aldığımız baskıdan hareketle yapılmış bir diğer baskıyı
da edindik. Bu baskı hakkında gerekli bilgiler de Kurtubî'ye dair çalışmamızın
ilgili bölümünde kaydedilmiştir. Bu baskının da yer yer faydasını gördük. Kimi
yerde de yapmamız gereken açıklamalarda yolumuzu kısalttığı da oldu.
Bu eseri tercüme ederken oldukça değerli ağabey ve
kardeşlerimizin görüşleri, istişareleri, teşvik ve destekleri şevkimizi
artırmış, gayretlerimizi tazelemiştir.
Burûc Yayınevi'nin değerli yöneticisi Sayın Kâzım
Sağlam, sabırlı dizgi operatörleri ve musahhihleri sayın A. Turan Karakoç ve
İrfan Kavak kardeşlerim, ilmî teşvik ve desteklerini gördüğüm, Taberi Tefsiri
mütercimi Sayın Hasan Karakaya ile Prof. Dr. Ahmed Ağtrakça'ya ve bu arada emek
ve hakkı geçmiş ayrıca zikredemediğim herkese teşekkür ve dualarımı iletir,
"Allah Razı Olsun" derim.
M. Beşir Eryarsoy
Üsküdar - İstanbul
Cemaziyelevvel 1417
Eylül 1996[726]
İbn Abdi'1-Berr,[727] Ebû
Ömer Yusuf b. Abdullah, el-lstizkâr, Kahire 1417/1993
____ ,
et-Temhîd, Ribât 1387/1967-1412/1992
____ , el-Kâfi fi Fıkhi Ehli'l-Medine
el-Mâlîkî, Riyâd 1398/1978
el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu'l-Hafâ ve
Muzîlu'l-llbâs, Beyrut 1351 el-Ahterî, Mustafa b. Şemsuddin el-Karahisarî,
Ahteri-i Kebîr, Âmira 1310'dan
tıpkı basım, baskı yer ve yılı yok. Akkâvî, Dr. İn'âm
Fevvâl, el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulûmi'l-Belâğa,
Beyrut 1413/1992 el-Alûsî, Şihâbuddin Mahmud,
Ruhu'l-Meânî, el-Munîriyye baskısından tıpkı
basım; Beyrut 1405/1985 Antere, bk. Mevlevi, Muhammed
Said İbnu'l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'1-Fikr
el-Arabî, tarihsiz. el-Askalânî, Ahmed b. Ali b.
Hacer, Fethu'l-Bârî bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî,
Kahire 1409/1988
____ ,
Takrîbu't-Tehzîb, Beyrut 1395/1985
İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdullıak,
el-Muharraru'l-Vecîz fi Tefsîri'l-Kitâbi'l-
Azîz, Fas 1395/1975-1411/1991
Aydemir, Dr, Abdullah, Tefsir'de İsrâiliyyât, Ankara
1979 el-Aynî, Bedruddin Ahmed b. Mûsâ, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî,
Kahire 1348 baskısından tıpkı basım: Dâru'1-Fikr, tarihsiz.
Aydınlı, Yard. Doç. Dr. Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 1987
dkAzizî, Ali b. Ahmed, es-Sirâcu'l-Munîr Şerhu'l-Câmi'i's-Sağîr, Mısır 1324
dt-Bennâ, Ahmed Abdurrahmân, el-Fethu'r-Rabbânî Tertibu Müsnedi'l-lmâm
Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Kahire tarihsiz.
____ .
Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, Beyrut 1400
«-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Huseyn,
es-Sunenu'l-Kübrâ, Beyrut 1414/1994 l*i»en. Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi,
İstanbul 1973-1974
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail,
el-Câmiu's-Sahîh, Âmira, 1315'ten
tıpkı basım: İstanbul 1413/1992
el-Cârim, Ali ve Emin, Mustafa, el-Belâğatu'l-Vâdıha,
Mısır 1959
Celâluddin es-Süyûtî, bk. es-Süyûtî
İbn Cerîr et-Taberî, bk. et-Taberî, Ebû Cafer
el-Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l-Kur'ân,
İstanbul 1338 baskısından
tıpkı basım: Beyrut, tarihsiz.
İbnu'l-Cevzî, Ebu'l-Ferac Abdurrahman b. Ali,
el-Mevdûât, Dâru'1-Fikr, 1403/1983 Ebû Ceyb, Sa'dî, el-Kâmûsu'l-Fıkhl, Dımaşk
1408/1988 el-Cezerî, Şemsuddin Muhammed b. Muhammed, Ğâyu'n-Nihâye fi
Tabakâti'l-
Kurrâ, Mısır 1351/1932 el-Cezîrî, Abdurrahman,
Kitâbu'l-Fıkh Ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, Kahire tarihsiz,
üçüncü baskı
İbn Cinnî, Ebu'1-Feth Osman, el-Hasâis, Beyrut ikinci
baskı el-Cürcânî, eş-Şerîf Ali b. Muhammed, et-Ta'rîfât, Mısır, 1283.
Dârakutnî, Ali b. Ömer, Sünen, Beyrut 1413/1993 Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah
b. Abdurrahman, Sünen, Abdullah Hâşim
tahkikli baskısından: İstanbul, 1413/1992
ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn,
Kahire 1392/1972 Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul
1977-1980 ed-Derdîr, Ebu'l-Berekât Ahmed, Hâşiyetu'd-Dusûkî, el-Halebî baskısı,
tarihsiz İbnu'1-Esîr, İzzuddin, Üsdu'l-Ğâbe, Beyrut 1409/1989 İbnu'1-Esîr,
Mecduddin el-Mubarek b. Muhammed, en-Nihâye fî Ğarîbi'l-Hadis,
Beyrut 1399/1979
el-Eş'arî, Ebu'l-Hasen Ali b. İsmail,
Mekalâtu'l-lslâmiyyîn, Beyrut 1411/1990 el-Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ziyâd,
Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok el-Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed,
el-Kâmûsu'l-Muhît, Beyrut 1407/1987 el-Ğelâyînî, eş-Şeyh Mustafa,
Ricalu'l-Muallâkati'l-Aşere, Beyrut 1331 el-Ğamrâvî, Muhammed ez-Zührî,
es-Sirâcu'l-Vehhâc Şerhun alâ
Metni'l-Minhâc, İstanbul, tarihsiz bir tıpkı basım
İbn Hacer el-Askalânî, bk. el-Askâlânî el-Hâkim en-Neysâbûrî, bk. en-Neysâbûrî
el-Hakîm, et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl fi Ma'rifeti Ehâdîsi'r-Rasûl,
Kahire 1408/1988 İbn*HanbeI, Ahmed b. Muhammed b.
Hanbel, el-Müsned, el-Halebî 1313
baskısından tıpkı basım: İstanbul 1413/1992
Hamidullah, Dr. Muhammed, el-Vesâiku's-Siyasiyye,
Beyrut 1389/1969 el-Hansâ, Tumâzer bint Amr, Dîvânu'l-Hansâ, Mısır 1305/1888
İbn Hazm, Ebu Mulıammed Ali b. Ahmed, el-Fisal
fi'l-Mileli ve'l-Ehvâi ve'n-
Nihal, Beyrut 1395/1975
el-Heysemî, Nureddin Ali b. Ebî Bekr,
Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1408/1988 el-Himyerî, Mulıammed b. Abdulmun'im,
er-Ravdu'l-Mi'târ fi Haberi'l-Aktâr,
Muessesesetu Nasır li's-Sekâfe 1980 İbn Hişânı, Ebû
Muhammed Abdullah, Katru'n-Nedâ ve Bellu's-Sadâ,
Kahire tarihsiz.
____ , Şerhu Şuzûri'z-Zeheb, Mısır 1385/1965
İbnu'l-Hummâm, Kemaluddin, Şerhu Fethi'l-Kadir, Bulak
1315 baskısından
tıpkı basım: Dâru Sâdır, tarihsiz el-İrakî,
Ebu'1-Fadl Abdurrahim, Zeylu Mîzâni'l-ftidâl, Dâru'1-Fikr el-Arabî
tarihsiz
el-Kefevî, Ebu'l-Bekaa Eyyûb, el-Külliyyât, Âmira
1287 Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut tarihsiz İbn Kesîr,
Ebu'1-Fidâ İsmail, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Kitâbu'ş-Şa'b baskısından
tıpkı basım: İstanbul 1984-1985
____ , Şemâilu'r-Rasûl, Kahire 1386/1967
el-Kettânî, es-Seyyid Şerîf Muhammed b. Ca'fer, er-Risâletu'l-Mustatrafe,
baskı yer ve tarihi belirsiz baskıdan tıpkı basım:
İstanbul 1986 el-Kiyâ, İmaduddin b. Muhammed et-Taberî el-Herâsî,
Ahkâmu'l-Kur'ân,
Beyrut 1405/1985
Koçyiğit, Prof. Dr. Talat, Hadis Istılahları, Ankara
1980 ibn Kudâme, Muvaffakuddin, el-Muğnî, eş-Şerhu'1-Kebir ile birlikte
yapılmış-
baskıdan tıpkı basım: Beyrut tarihsiz
el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed,
et-Tezkire, Kahire 1411/1991 ibn Kuteybe, Muhammed Abdullah, Te'vîlu
Muhtelifi'l-Hadîs, Beyrut 1393/1973 el-Lebdî, Dr. Muhammed Semîr,
Mu'cemu'l-Mustalahati'n-Nahviyye ve's-
Sarfiyye, Beyrut 1405/1985
ibn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî,
Sünen, Dâru İhyâi'l-Y. .lübi'l-Arabiyye, tarihsiz baskısından: İstanbul
1413/1992 inam Mâlik, İbn Enes, el-Muvatta, M. F. Abdulbâki tahkikli
baskısından tıpkı
basım: İstanbul 1413/1992
Ibo Manzûr, Ebu'1-Fadl Cemâluddin Muhammed,
Lisânu'l-Arab, Beyrut tarihsiz d-Mâverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed,
en-Nuketu ve'l-Uyûn, Beyrut
1412/1992
ümb Mevdûd, Abdullah b. Mahmud, el-îhtiyâr li
Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire tarihsiz HeMevi. Muhammed Said, Dîvânu Antere,
el-Mektebu'1-İslâmî, 1403/1983 • -Mevdânî. Adulganî el-Ğuneymî, el-Lubâb fi
Şerhi'l-Kitâb, Beyrut 1400/1980
Mustafa, İbrahim ve arkadaşları, el-Mu'cemu'l-Vasît,
Mısır Arap Dili Kurumu
Yayım, Dâru'l-Meârit 1400/1980 Müslim, Ebu'l-Huseyn
b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, M. F.
Abdulbâkî tahkikli baskısından tıpkı basım: İstanbul
1413/1992 en-Nablusî, Abdulğanî, Zehâiru'l-Mevârîs fi'd-Delâleti alâ
Mevâdi'i'l-Ehâdls,
Tahran tarihsiz Naim, Ahmed ve Miras, Kâmil, Sahih-i
Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Serih
Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1972-1973 en-Nebhânî,
Yusuf b. İsmail, el-Envâru'l-Muhammediyye mine'l-Mevâhibi'l-
Leduniyye, Beyrut 1312 en-Nesaî, Ebû Abdurrahman b.
Şuayb, Sünen, Mısır 1383/1964 baskısından
tıpkı basım; İstanbul 1413/1992
en-Nevevî, Muhiddin b. Şeref, el-Mecmû'
Şerhu'l-Muhezzeb, Cidde tarihsiz en-Neysâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b.
Abdillah el-Hâkim, el-Müstedrek,
Beyrut 1411/1990
____ ,
Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1400/1980
İbn Nuceym, Zeynuddin, el-Eşbâhu ve'n-Nezâir,
Matbaatu Vâdi'n-Nil 1298
Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971
er-Râzî, Fahruddin, et-Tefsîru'l-Kebîr (veya:
Mefâtîhu'l-Ğayb), Beyrut 1411/1990
Özek, Ali, en-Nusûsu'l-Edebiyye, İstanbul 1972
İbn Sa'd, Ebû Abdullah Muhammed, et-Tabakâtu'l-Kübrâ,
Beyaıt tarihsiz
es-Sâğânî, Muhammed b. İsmail, Sübulu's-Selâm,
el-Halebî 1369/1950
İbn Salâh, bk. eş-Şehrezûrî
es-Sâlih, Dr. Subhi, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut
1974
Sandıkçı, Dr. S. Kemal, İlk Üç Asırda İslâm
Coğrafyasında Hadis, Ankara 1991
Sarı, Mevlût, el-Mevârid Arapça-Türkçe Lügat,
İstanbul 1980
es-Semerkandî, Ebu'1-Leys Nasr b. Muhammed,
Bahru'l-Ulûm, Beyrut 1413/1993
Sezgin, Fuâd, Târihu't-Turâsi'l-Arabî, Câmiatu'1-İmâm
Muhammed b. Suûd,
1403/1983-1408/1988 es-Sicistânî, Süleyman b.
el-Eş'as, Sünen, Hıms, 1395'ten tıpkı basım: İstanbul
1413/1992 es-Suyûtî, Celâluddin Abdurrahman,
Tedrîbu'r-Râvî, Medine 1392/1972
____ ,
el-Leâliu'l-Masnûa fi'l-Ehâdîsi'l-Mevdûa, Beyrut 1403/1983
____ ,
ed-Durru'l-Mensûr fi't-Tefsîri bi'l-Me'sûr, Beyrut 1403/1983
____ ,
el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1398/1978'den tıpkı basım:
İstanbul 1988 eş-Şehristânî, Ebu'1-Feth Muhammed b.
Abdulkerîm, el-Milel ve'n-Nihal,
Beyrut 1395/1975
eş-Şâfîî, Ebû Abdullah Muhammed b. İdris, el-Umm,
Kitâbu'ş-Şa'b, tarihsiz
____ , er-Risâle, Kahire 1388/1969
baskısından tıpkı basım: İstanbul 1985
eş-Şehrezûrî, Takiyyuddin Ebû Amr Osman b.
Abdurrahman (İbn Salâh),
Mukaddimetu Ulûmi'l-Hadîs, Mektebetu'l-Fârâbî
1404/1984 eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Neylu'l-Evtâr, el-Halebî baskısı,
tarihsiz.
____ ,
el-Fevâidu'l-Mecmûafi'l-Ehâdîsi'l-Mevdûa, Kahire 1380/1960
et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u'l-Beyân
an Te'vili Âyi'l-
Kur'ân, Beyrut 1408/1988 et-Tahâvî, Ebû Ca'fer Ahmed
b. Muhammed, Şerhu Meâni'l-Âsâr,
Beyrut 1414/1994 et-Tehânevî, Muhammed Ali, Keşşâfu
Istılâhâti'l-Fünûn, Kalkutta 1862
baskısından tıpkı basım: İstanbul 1404/1984
et-Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ, Sünen, el-Mektebetu'1-İslâmiyye tarihsiz
baskısından tıpkı basım: İstanbul 1404/1984
____ , Şemâil-i Şerife, Tercüme ve Şerh:
Hüsâmuddin en-Nakşibendî,
Sadeleştiren: M. Sâdık Aydın, İstanbul ikinci baskı
Uğur, Doç. Dr. Müctebâ, Ansiklopedik Hadis Terimleri
Sözlüğü, Ankara 1992 el-Ukberî, Ebu'1-Beka Abdullah, et-Tibyân fi
İ'râbi'l-Kur'ân, el-Halebi baskısı,
tarihsiz
el-Vahidî, Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed, Esbabu
Nuzûli'l-Kur'ân, Beyrut 1411/1991 Yaltkaya, Ord. Prof. Şerafeddin, Yedi Askı,
İstanbul 1985 Ebû Yûsuf, Ya'kûb, Kitâbu'l-Haraç, Çeviren: Ali Özek, İstanbul
1973 ez-Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Mîzânu'l-l'tidâl, Dâru'1-Fikr
el-
Arabî tarihsiz
ez-Zemahşerî, Cârullah Mahmûd, el-Keşşâf, Kahire 1308
ez-Zerkeşî, Burhanuddin Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fi Ulûmi'l-Kur'ân,
Beyrut 1408/1988 ez-Zeylaî, Abdullah b. Yûsuf,
Nasbu'r-Râye li Ehâdîsi'l-Hidâye, el-Mektebetu'l-
İslâmiyye, 1393/1973 ez-Zuhaylî, Dr. Vehbe,
el-Fıkhu'l-lslâmiyyu ve Edilletuhû, Dımaşk 1409/1989
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/9-11.
[2] İbn Ferhun, ed-dibac, Kahire
baskı tarihi yok, II, 308; Şemsu’d-Din Muhammed ed-Davudi,
Tabakatü’l-Müfessirin, Kahire, 1392/1972, II, 65; İbnu’l-İmad, Şezertu’z-Zeheb,
Beyrut, baskı tarihi yok, V, 335;Katib Çelebi, Keşku’z- Zunun, İstanbul,
1360/1941, 390; Hayru’d-Din ez-Zikirli, el-A’lam, Beyrut, 1979, V,322; Ömer
Rıza Kehhale, Mu’cemu’l- Müellifin, Beyrut, baskı tarihi yok, VIII, 239.
[3] Aynı yerler.
[4] ed-Davudi, a.g.e., II,66.
[5] Bk. Dr. El Kasabi Mahmut
Zelat, el- Kurtubî ve Menhecehu fi’t-Tefsir, Kahire, 1399/1979, s. 6 v.d.
[6] Kurtubî, el-Câmi'li
Ahkâmî'l-Kur'ân, IV, 272.
[7] Kurtubî, a.g.e, III, 237.
[8] el-Kasabî, a.g.e., s.8,
[9] Meselâ, bk. IX. 175'te:
"Mısırlıların pek kıskanç olmadığını..."; XIII, 17'de:
'"...Mısır'lı kadınların gereği gibi tesettüre riayet
etmediklerini...", IX, 265'te: "... birbirlerine şer'an makbul
olmayan şekillerde saygı gösterdiklerini..."; VIII, 249'da: "...
çağdaşı yöneticilerin haksızca vergi tahsil eden memurlarının
bulunduğunu..." ifade etmektedir.
[10] Kurtubî, a.g.e., X; 270.
[11] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
20.
[12] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
20-21.
[13] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
30.
[14] Dâvûdî, a.g.e., II, 66.
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/13-16.
[16] Kurtubî'nin yaşadığı dönem
olan H. 600-671 yıllarının ilk 29 yılı için bk. Ibnü'l-Esir, el-Kâmil
fi't-Tarih, Beyrut, 1400/1980, IX, 261-387; bu dönemin tamamının belli başlı
siyasal olayları, siyasî ve ilmî kişilikleri için de meselâ; İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-Nihaye, Kahire, 1414/1994, XIII, 45-299; İbnüi-İmâd, Şezerât, V,
2-336; ilmî hayata dair kısa bilgiler için: Dr. el-Kasabî, s. 65 vd...: kısa
bir siyasal tarih için de: Muvahhidler dönemi için bk. Prof. Dr. H. İbrahim
Hasan, Siyasî, Dini, Sosyal, Kültürel islâmTarihi, İstanbul, 1992, (Çev. Doç.
1. Yiğit) V, 265-282; Prof. Dr. Philip K. Hit-ti, İslam Tarihi, İstanbul, 1980,
(Çev. Prof Dr. S. Tuğ) III, 864-882; Memlûk Hanedanı dönemi için: Hitti,
a.g.e., IV, 1084-1093; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 105 v.d.
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/16.
[18] Bunun için Dr.
el-Kasabî'nin, el-Kurtubî... adlı eserinin s. 10 v.d.na ve burada atıfta
bulunulan kaynaklara; Kurtubî'nin yaşadığı dönemin ilmî hayatının özlü bir manzarası
için de s. 65 v. da bakılabilir.
[19] Meselâ; IV, 13, Âl-i İmiân,
3/7. âyet, 6. haslıkta; VI, 295, el-Mâide, 5/93- âyet, 4. başlıkta; V, 44
en-Nisâ, 4/6. âyet, 14. başlıkta; XI, 39, 40, el-Kehf, 18/79-82. âyetler 1. ve
3-başlıklarda; XIII, 236, en-Neml, 27/82-86. âyetlerin tefsirlerinde; XIV, 229,
el-Ahzâb 33/53 âyet; 13. başlıkta)
[20] XI, 257, Tâhâ, 20/120-122.
âyetler, 5. başlıkta.
[21] XX, 87, el-Leyl, 92/14-16.
âyetlerin tefsiri. Ayrıca "Hocaları" arasında bu zatı zikredeceğiz.
Ancak orada belirttiğimiz gibi bu zat, Kurtubî'nin hocası olamaz.
[22] XIX, 173, en-Nebe1, 78/6-16.
âyetlerin tefsiri.
[23] VIII, 9, el-Enfâl, 8/41.
âyet, 6. başlıkta.
[24] VIII, 180, et-Tevbe, 9/60.
âyet, 12. başlıkta.
[25] X. 5, el-Hicr, 15/6-7.
âyetlerin tefsiri.
[26] III, 237, el-Bakara, 2/245.
âyet, 1. başlıkta.
[27] II, 103, el-Bakara, 2/124.
âyet, lO.başlıkta. Biraz sonra hocaları arasında zikredilecek bu zata dair
açıklamalardaki mülahazamıza bakınız.
[28]
X,
398, el-Kehf, 18/30-31.
âyetlerin tefsiri.
[29]
III,
132, el-Bakara, 2/229. âyet,
5. başlıkta.
[30] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/17-18..
[31] Bk. s. 65 v.d.
[32] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/19.
[33] Meselâ bk:
IV,
272;
V,
44, 370;
VII,
5, 297;
VIII,
147, 222, 297;
XI,
40, 257;
XIII,
236.
[34] İbn Ferhûn, ed-Dibâc, II,
309; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, XIII, 241; İbnu'1-İmâd,
Şezerâtu'z-Zeheb, V, 673-674; ed-Dâvûdî, Tabakâtu'l-Müfessirîn, II, 66.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/19.
[35] Meselâ bk.
IV,
214;
X,
422;
XI,
43.
[36] XI. 43.
[37] X. 422.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/19.
[38] XV. 141. es-Sâffât,
37/180-182. âyetler, 3. başlıktn. İbn Ferhûn, a.g.e II, 309; ed-Dâvûdî, a.g.e,
II, 66; Dr. el-Kasabî. a.g.e., s. 27
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/19.
[39] X,5, el-Hicr, 15/3. âyetin
tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/20.
[40] III, 237, el-Bnkara, 2/245.
âyet, 1. Başlıkta.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/20.
[41] İbn Kesir, a.g.e.,
XIII,
240.
[42] VIII, 9, el-Enfâl, 8/41.
âyet, 6. başlıkta, 180, et-Tevbe, 9/60. âyet, 12. başlıkta.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/20.
[43] IV, 272, Âl-i İmrân,
3/169-170. âyetler, 5. başlıkta.
[44] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20.
[45] I, 30 Tefsiri'nin
Mukaddimesi, Kur'an Hamili (hafızı) başlığında; II, 103, el-Bakara, 2/124.
âyet, 10. başlıkta.
[46] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20-21.
[47] xx, 87
[48] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.
[49] III, 132, el-Bakara, 2/229.
âyet, 5. başlıkta.
[50] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.
[51] XIX, 473.
[52] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.
[53] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66.
Adı: Reşîduddin Ebû Muhammed Abdulvelıhâb b. Revvâc (554-648 /' 1159 - 1251)
olup, kendisinden -imam, ınııhaddis, İskenderiyye müsnidi" diye söz
edilmiştir. (Dr. el-Kasabî. a.g.e., s.
23)
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/21.
[54] Aynı yer. Büyük ilim adnını,
Bahâuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Hibetullah eş-Şâfîî. İleri gelen hadis, fıkıh ve
kıraat âlimlerindendi. Zülhicce 649 (Mart 1252) de vefa etmiştir. (Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 24-25)
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/22.
[55] XX, 16; el-A'lâ, 87/2-5. âyetin tefsiri.
[56] Bu listeyi hazırlarken, tercüme esnasında bizim tesbit
ettiklerimizle birlikte; ayrıca Dr. el-Kasabî'nin el-Kurtubî adlı eserinden,
Meşhur Hasan Selman ile Cemal Abdullatif ed-Dusûkî'nin Keşşaf Tahlilî
li'l-Mesâili'l-Fıkhiyye fi Tefsiri'l-Kurtubî, Taif 1408/1988, s. 19-21 deki
notlarından ve Kurtubî'nin gerek tercümeye esas aldığımız baskısının, gerekse
de, Kahire, Dâru'l-Hadis, 1414/1994 baskısının fihristlerinden de yararlandık.
[57]
VII,
198,
el-A'râf, 7/32. âyet, 3. başlık.
[58] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 1/22.
[59] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66; Dr. el-Kasabî, a.g.e., 40.
[60] el-Kasabî, a.g.e., 40-42.
[61] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 1/23.
[62] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/23-24.
[63] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/24-25.
[64] İbn Ferinin, a.g.e., II,
308-9; ed-Dnvûdî, a.g.e., 65-66.
[65] I, 286, el-Bakara, 2/32.
âyet, 2. başlık.
[66] Bk. V, 180-2, en-Nisâ, 4/36.
âyet, 1. başlık.
[67] Bk.
X,
2-3, el-Hicr, 15/3. âyet, 2.
başlık.
[68] VI, 262, el-Mâide, 5/87.
âyet, 3. bnşlık.
[69]
IV,
211-212; Âl-i İmran, 3/135.
âyet, 3. başlık.
[70]
V,
259, en-Nisâ, 4/59. âyet 1.
başlık.
[71] VIII, 185; et-Tevbe, 9/60.
nyet 22. başlık.
[72] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/25-29.
[73] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
52 v.d.
[74] Bk. I, 177-178, el-Baknra,
2/3. âyet, 22. başlık.
[75] Bk.
VIII,
77, et-Tevbe, 9/6. âyet, 4.
başlık.
[76] Meselâ, müteşabililere karşı
tutumu için bk: IV, 14'te Âl-i İmran, 3/7. âyet, 6. başlık; VI, 234, el-Mâide,
5/64. âyet; istivâ'nın anlamına dair açıklamaları için: I, 254, el-Bakara,
2/29. âyet, 5. başlık. Bu konulan daha çoğaltmak mümkün olmakla birlikte
çeşitli hususlara dair açıklamaları ihtiva eden şu yerlere işaret etmekle
yetiniyoruz: I, 207, el-Bakara, 2/15. âyet; III, 26, el-Bakara, 2/210. âyet;
III, 422, el-Bakara 2/284. âyet; VI, 399, el-En'âm 6/18. âyet; VII, 227,
el-A'raf, 7/56. âyet; VIII, 330, Yunus, 10/26. âyet; XI, 169. Tâhâ, 20/5 âyet;
XIII, 228, Sâd, 38/75. âyet; XVI, 267-268, el-Feth, 48/10. âyet...
[77] Meselâ; I, 177, el-Bakara.
2/3. âyet, 22. başlık; I, 378, el-Bakara, 2/48. âyet, 4. başlık v.s...
[78] Meselâ, I, 187, el-Bakara,
2/7. âyet. 3. başlık; ayrıca bk. XVIII, 308, el-Mücadele, 58/22. âyet, 2.
başlık; XV, 136. es-Sâffât, 37/161-162. âyetler, 2. başlık; XV, 331-332,
el-Mü'min, 40/69-70. âyetler.
[79] VII, 99.
[80] Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî,
Mekaalâtu'l-İslâmiyyîn, Beyrut, 1411/1990, I. 238
[81] VII, 222.
[82] VII, 288.
[83] X, 331, el-İsrâ, 17/93.
âyetin tefsiri.
[84] II, 201, anılan âyet, 14.
başlık.
[85]
IV,
143, Âl-i İmrân. 3/97. âyet,
1. başlık.
[86] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/29-32.
[87] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66.
[88] İbnu'1-İmad, a.g.e., V, 335.
[89] Dr. M. Hüseyn ez-Zehebî,
et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, Kahire, 1396/1976, II, 464.
[90] VIII, 43.
[91] VIII, 139.
[92]
III,
398-399, el-Bakara, 2/282.
âyet, 38. başlık.
[93] Meselâ, V, 219 da en-Nisâ,
4/43. âyet 23. başlıkta: "Derim ki: Suya gidecek olursa namazın vaktinin
geçeceğinden korkarsa -mukim iken- teyemmümün caiz oluşunun delili Kitab ve
Sünnettir..." diyerek bu görüşün delillerini zikrederken nasları oldukça
yetkin bir şekilde ele alıp hüküm çıkardığını görebiliriz.
[94] IX, 191.
[95] IX, 203, Yusuf, 12/47. âyet,
2. başlık.
[96] IX, 370, İbrahim, 14/37.
âyet, 1. başlık.
[97] X, 76, en-Nnhl, 16/8. âyet,
5. başlık; ayrıca X, 125, en-Nahl, 16/6. âyet, 6. başlıkta meninin necaseti ile
ilgili münakaşasını da, onun delili açısından kuvvetli görmediği görüşü
benimsemediğine bir örnek olarak görebiliriz.
[98]
VII,
168-169.
[99] VIII, 291-292, belirtilen
âyet 4. başlık. Kurtubî'nin Malikî mezhebindeki farklı görüşleri tahkik edip
hangisinin tercihe değer olduğunu tespit için ilmî yaklaşımına bir başka örnek
de velilerin mertebelerine dair açıklamaları ve bunlar arasındaki tercihi için:
III, 77-78, el-Bakara, 2/221. âyetin: "... müşrikleri
nikahlamayın..." bölümüne dair açıklamalarının 5. başlığına bakılabilir.
[100]
VIII,
190rl91, et-Tevbe, 9/60.
âyet, 27. başlık.
[101]
XI,
109, Meryem, 19/39. âyetin
tefsiri.
[102] I, 437, el-Bakara, 2/63-64.
âyetlerin tefsiri.
[103] Aynı yer.
[104] IV, 159 v.d.
[105] Meselâ, IV, 101, Âl-i îmran,
3/55. âyetin tefsirinde Nasturiyye'den ve Ya'kııbiyye'den; VI, 9, en-Nisâ,
4/157-158 de: Nasturiyye ve Melkâniyye'den; XI, 106, Meryem, 19/34 de:
Ya'kubiyye, İsrâiliyye ve Nasturiyye'den sözettiğini görüyoruz.
[106] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/32-39.
[107] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/39.
[108] IV, 106.
[109] el-Kiyâ et-Taberî,
Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut, 1405/1985, I, 288.
[110] IV, 107.
[111] VIII, 139.
[112] II, 340, el-Bakara, 2/188.
âyet, 6. başlık.
[113]
VIII,
185, et-Tevbe, 9/60. âyet,
22. başlık. İbn Ömer'in bu ifadeleri -Ahlâkî Şah-siyeti"ne dair
açıklamaların sonlarında geçmişti. IX, 342, İbrahim, 14/5. âyetin tefsirinde
de, Haccac'ın zulmünden yedi yıl süreyle kaçan Hasan-ı Basrî'nin, Haccac'ın
öldüğü haberini alınca, şükür secdesine kapanarak; "Allah'ım! Onun canını
aldın, onun yolunu da öldür (izinden giden yönetici olmasın)" diye dua
ettiğini nakletmektedir. Biz bunu Kurtubî'nin, aynı yolu izleyen çağdaşı olsun,
olmasın tüm zalimler için bir beddua olarak benimsediği şeklinde
değerlendiriyoruz.
[114] VII, 249.
[115]
II,
22, el-Bakara, 2/86. âyet, 4.
başlık.
[116] IV, 179.
[117] II, 264, 4. başlık.
[118] II, 265-6, 5. ve 6.
başlıklar v.d.
[119] Buharî, Cihad 76; Ebû
Dâvûd,Cihad 70; Tirmizî. Cihad 34; Neseî, Cihad 43-
[120]
III,
255, el-Bakara, 2/240. âyet,
11. başlık. Ayrıca:
V,
420, en-Nisâ, 4/141-142. âyet, 3. baştık.
[121] VII, 9.
[122] II, 22. Ayrıca. XIV, 122,
el-Ahzâb, 33/6. âyet, 1. başlık.
[123] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/39-45.
[124] IX, 265.
[125] Meselâ, yanlış olarak
Allah'ın nimetini yaratıklara nisbet etmenin, sosyal açıdan bir olum-
suzluk olmakla birlikte itikadı bakımdan da
sakıncalı olduğunu: IX, 273, Yusuf, 12/108. âyetin tefsirinde; kadınların
tesettüre riayetsizliklerini: XIII, 17, el-Furkan, 25/20. âyet, 6. başlıkta;
çağındaki insanların, ahalinin zulmünden yakınmasını: IV, 211, Â-li İmran,
3/135. âyet 1. başlıkta; çağındaki insanların çalgı dinlemeye düşkünlüklerini:
X, 290, el-İsra, 17/64. âyet, 6. başlıkta; insanların, yöneticilerin ve hatta
alim diye bilinenlerin, münneccim (asrolog-yıldız falcısı) ve kâhinlere gitmek
suretiyle itikadi açıdan da tehlikeye düştüklerini: VII, 3, el-En'âm, 6/59.
âyet, 2. başlıkta; cenaze ve yaslardaki bid'atlere: IV, 300, Âl-i İmran, 3/185.
âyet, 3- başlıkta; Kur'ân okuyucularının nağmeli okuyuşlarını: I, 16,
Mukaddime'sinin baş taraflarında; kamuya açık banyolarda insanların avretlerinin
açılmasına aldırış etmediklerine: XII, 224, en-Nûr, 24/30. âyet, 5. başlıkta...
temas etmekte, bunların Kur'ân ve sünnetteki hükümlere aykırılıklarını dile
getirmekte, tashih edilmeleri gereğine parmak basmaktadır. (Çoğunlukla M. Hasan
Selman - C. Abdullatif, Keşşaf, 10-14'teki atıflarından yararlanıldı.)
[126] I, 294, el-Bakara, 2/34.
âyet, 4. başlık.
[127]
VII,
366, el-Enfâl, 8/2-4 âyet, 3.
âyet.
[128]
VI,
424.
[129] Bk.
VI,
424-425, el-En'âm, 6/42.
âyetin tefsiri.
[130] IX, 342; İbrahim, 14/5.
âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/45-47.
[131] I, 294, el-Bakara, 2/34.
âyet, 4. başlık.
[132] III, 417 v.d., el-Bakara,
2/283. âyet, son başlık.
[133] VII, 39, el-En'âm, 6/93-
âyetin tefsiri.
[134] XI, 40, el-Kehf, 18/79-82.
âyetler, 3. başlık.
[135]
IV,
253, Âl-i İmran, 3/159. âyet,
8. başlık.
[136] X, 295, el-İsrâ, 7/70. âyet,
4. başlık.
[137] VII, 185, el-En'âm, 6/26.
nyet, 3. başlık, VII, 196, el-En'nm, 6/32. nyet, 2. başlık ve VII, 198. de aynı
âyet, 3. başlık
[138] IV, 315
[139] VIII, 107, v.d.
[140] VII, 400, el-Enfâl, 8/25.
âyetin tefsiri ve bak. 288. el-A'raf, 7/150. âyet, 2. başlık.
[141] X, 263, el-isra, 17/37-38.
âyet, 5. başlık.
[142] X, 366, el-Kehf, 18/14.
âyet, 2. başlık.
[143] IX, 169, Yusuf, 12/23-24.
ayetin tefsiri
[144] Daha başka örneklerin
yerleri için: Keşşaf Tahlili li'l-Kurtubî, 16-19 ile tercümeye esas aldığımız
baskı için hazırlanmış ve Tefsirin XXI ile XXII ciltleri olarak basılan
Fe-hâris (İndeks), Beynıt, 1407/1978, XXII, 559: "es-Sûfiyye" maddesi
ile 560'da: Uel-Mu-tasavvife" maddesi ile, Kurtubî'nin Kahire, 1414/1994
de Daru'l-Hadis tarafından yapılan baskısının {Fihristleri ihtiva eden XXI. ve
XXII. ciltlerinden) XXII, 102 de: "el-Mutesavvife" maddesine
bakılabilir.
[145] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/47-53.
[146] I, 33-34.
[147] III, 348, belirtilen âyet,
3. başlık.
[148]
V,
331, en-Nisâ, 4/93. âyet, 4.
başlık.
[149] VI, 97, el-Mâide, 5/6. âyet,
15. başlık.
[150]
II,
355, el-Bakara, 2/194. âyet,
2. başlık.
[151]
V,
39, en-Nisâ, 4/6. âyet, 6.
başlık.
[152] II, 232, el-Bakarn, 2/173.
âyet, 32. başlık.
[153] II, 304, el-Bakara 2/185.
âyet, 17. başlık.
[154]
II,
32, el-Bakara, 2/93. âyetin
tefsiri.
[155]
VII,
14, el-En'âm, 6/68. nyet, 4.
başlık.
[156] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/53-57.
[157] I, 251, el-Bakara, 2/29.
âyet, 2. başlık.
[158]
V,
258, en-Nisâ, 4/58. âyet, 2.
başlık.
[159]
V,
285-287, en-Nisâ, 4/79.
âyetin tefsiri.
[160]
IX,
281-282, er-Ra'd, 13/4. âyet,
2 ve 3. başlık.
[161] X, 106, en-Nahl, 16/40.
âyetin tefsiri.
[162] Meselâ, Dr. ez-Zehebî şöyle
der: "(Kurtubî'nin) âyetlerle uzaktan yakından ilgili ihtilaflı meseleler
hakkında -her görüşün delilini de beyan ederek- açıklamalarda bulunması,
olumsuz bir ınülahnzaınızdır." (et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, II, 459).
Süyûtî de benzer bir eleştiride bulunmaktadır. Bk. el-İtkân, II, 244.
[163] I, 411-413, el-Bakara, 2/58.
âyet, 6. başlık.
[164] Bk. V, 6, en-Nisâ, 4/1.
âyet, 3. başlık; V, 222-223, en-Nisâ, 4/43- âyet, 25. başlık; V, 278, en-Nisâ,
4/74. âyet. 3. başlık.
[165] Mesela bk. VI, 176 v.d,
el-Mâide, 5/41. âyet, 1. başlık.
[166]
X,
398, el-Kehf, 18/30-31.
âyetlerin tefsiri.
[167] Bk. V, 38, en-Nisâ, 4/6.
âyet, 6. bnşlık; V, 84, en-Nisâ, 4/15. âyet, 6. başlık.
[168] Mesela bk.
VIII,
258,
et-Tevbe, 9/108. âyet, 2. başlık.
[169] Mesela bk. V, 55, en-Nisâ,
4/11-14. âyetler, 1. başlık.
[170] Mesela bk. I, 126, Fatiha
suresi, 2. bölüm, 16-19. başlıklar.
[171] VI, 199, el-Mâide, 5/45.
âyet, 17. başlık.
[172] Örnekler ve yerleri için bk.
Kurtubî, Darû'l-Hadis baskısı, XXII, 664-665; ayrıca, VII, 192, el-A'raf, 7/31.
âyet, 4. başlık.
[173] XI, 246, Tâhâ, 20/105-110.
âyetlerin tefsiri.
[174] Örnekler ve yerleri için bk.
Kurtubî, Daru'l-Hadis baskısı, XXII, 662.
[175] Mesela, V, 284, en-Nisâ,
4/78. âyet, 4. başlık.
[176] Mesela,
VIII,
138,
et-Tevbe, 9/37. âyet.
[177] XI, 106-107, Meryem,
19/34-40. âyetlerin tefsiri.
[178] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/57-63.
[179] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/63.
[180] Atıftn bulunduğu yerler için
bk. Keşşaf Tahlilî, s. 22-23.
[181] Ebû Abdullah el-Kurtubî,
et-Tezkire, Kahire, 1411/1991, s. 3.
[182] Abdülvehhab eş-Şa'ranî,
Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî, Beyrut, paru'1-Fikr, tarihsiz ve yer ve tarihi
belirtilmemiş bir nüshadan tıpkı basım, s. 160.
[183] Kâtip Çelebi, Keşfu'z-Zünûn,
390.
[184] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
45.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/64.
[185] Bk. Keşşaf Tahlilî, s. 22.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/65.
[186] Bk. Keşşaf Tahlilî, s. 23.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/65.
[187] V, 165.
[188] XVII, 43.
[189]
XIII,
16, el-Furkan,
25/20. âyet, 3. başlıkta.
[190] İbn Ferhûn, a.g.e., II, 309.
[191] Kehhâle, a.g.e., VIII, 240.
[192] İsmail Paşa, İzahu'l-Meknûn,
İstanbul, 1364/1945, II, 241.
[193] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/65-66.
[194] X, 268, el-İsra, 17/44.
âyetin tefsiri.
[195] XVI, 146, ed-Duhân,
44/38-39. âyetlerin tefsiri
[196] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.
[197] XV, 113, es-Sâffât,
37/102-113. âyetler, 16. başlık.
[198] XV, 217, Sâd, 38/45-47.
âyetlerin tefsiri.
[199] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.
[200] XV, 216, Sâd, 38/44. âyet,
7. başlık
[201] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.
[202] XV, 308, el-Mü'min, 41/28.
âyet, 3. başlık.
[203] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66-67.
[204] İbn Ferhûn, a.g.e, II, 309,
ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66.
[205] Kâtip Çelebî, a.g.e., 383.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/67.
[206] İbn Ferhûn, ed-Dâvûdî, aynı
yerler.
[207] el-Kasabî, a.g.e., s. 47.
[208] el-Kasabî, aynı yer.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/67.
[209] el-A'lâm, Beyrut, 1979, V,
322.
[211] İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî,
aynı yerler.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/68.
[212] İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955, II, 129.
[213] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/68.
[214] İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî,
aynı yerler.
[215] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
48.
[216] Kurtubî'nin eserleri ve
bunlara dair bilgilerin bulunabileceği önemli yerleri
[217] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/68.
[218] Dr. M. Hüseyn ez-Zehebî,
et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, I, 32-260; aynen bk: Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu,
Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, I, 41-268; Kurtubî, I, 31-39; İbn Atiyye,
el-Muharrau'l Vecîz, Fas, 1395/1975, I, 14-20; İbn Cüzey, et-Teshîl li
Ulûmi't-Tenzîl, Beyrut, 1403/1983,1, 9-10; Suyûtî, el-îtkan, Kahire,
1398/1978'den tıpkı basım: İstanbul, 1988,1, 239-265; Dr. Subhi es-Salih,
Mebahis fi Ulumi'l-Kur'ân, Beyrut, 1974, s. 289-298; Ö. N. Bilmen, Büyük Tefsir
Tarihi, İstanbul, 1973, I, 183 v.d...
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/69.
[219] Suyûtî, a.g.e., II, 264.
[220] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I,
53-54.
[221] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/69-72.
[222] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/72.
[223] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/73.
[224] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/73.
[225] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I,
139.
[226] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I,
129.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/73-74.
[227] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/74-75.
[228] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/75.
[229] Ayrıca bk. Suyutî, a.g.e.,
II, 239-244.
[230] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/75-76.
[231] Kurtubî, Tefsir, I, 2,3.
[232] IV, 272, Âl-i İmrân,
3/169-170. âyetler, 5. başlık.
[233] X, 270, el-isrâ, 17/45.
âyetin tefsiri.
[234] Meselâ, IX, 175, Yusuf,
12/26-29. âyetler, 3. başlık; IX, 265, Yûsuf, 12/100. âyet 2. başlık; X, 422,
el-Kehf, 18/50. âyet; XV, 141, es-Sâffât, 37/180-182. âyetler, 2. başlık v.s...
[235] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/77.
[236] I, 2-3.
[237] I, 2.
[238] 1,3.
[239] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/78-80.
[240] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/80.
[241] X, 150, en-Nahl, 16/77.
âyetin tefsiri.
[242] 111, 67 v.d., 3. başlık.
[243] Bazı örnekler için bk.
Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s.
194-196.
[244]
II,
244-256, el-Bakara, 2/178.
âyetin tefsiri
[245] VIII, 166. Hadis için bk.
Müslim, Zekât 142. Ayrıca bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 197-200 ile s. 208 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/80-81.
[246] I, 207, el-Bakara, 2/14.
âyetin tefsiri:
[247] I, 205, el-Bakara, 2/13.
âyetin tefsiri; Meselâ, I, 208'de el-Bakara, 2/15. âyetin tefsirinde de aynı
senedle İbn Abbas'tan rivayet kaydeder.
[248] Meselâ, I, 210, el-Bakara,
2/16. âyetin tefsiri
[249] Meselâ, I, 290, el-Bakara,
2/33. âyet, 5. başlık.
[250] Tercihteki bu metoduna dair
örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 197 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/82.
[251] I, 133-134. (25)1, 141.
[252] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/82-83.
[253] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/83-84.
[254]
II,
248-249, el-Bakara, 2/178.
âyet, 10. başlık.
[255] İbnü'l-Arabî,
Ahkâmü'l-Kur'ân, Daru'1-Fikr el-Arabî, baskı tarihi yok, I, 63.
[256] I, 31-32'e Rey ile Tefsirden
sakındırma bahsi bahsi; İbn Atiyye, a.g.e., I, 17-18.
[257] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/84-85.
[258] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/85.
[259] Meselâ, bk. II, 10.
el-Bakara, 2/80. âyet, 1. başlık; II, 20, el-Bakara, 2/85-86. âyetler: II, 57,
el-Bakara, 2/104. âyet, 1. başlık; V, 23, en-Nisâ, 4/4. âyet. 1. başlık, V,
402, en-Nisa, 4/127. âyet...
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/85.
[260] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/86.
[261] Suyutî, el-ltkan, II, 138.
[262] 1, 183.
[263] 1, 238.
[264] VII, 99.
[265] VII, 152. Bu kabilden başkn
örnekler için bk. VIII, 231, et-Tevbe, 9/97. âyet, 1. başlık; VIII, 235,
et-Tevbe, 9/100. âyet, 1. başlık, VIII, 328, Yunus, 10/25. âyet; IX, 279,
er-Ra'd, 13/2. âyet; IX, 214, er-Ra'd, 13/25-26. âyetler; IX, 314, er-Ra'd,
13/25-26. âyetlerin sonu; X, 68, en-Nahl, 16/5. âyet, 1. başlık...
[266]
VIII,
288.
[267]
VI,
133. Bu kabilden başka
örnekler için bk. VI, 159, el-Mâide, 5/38. âyet, 1. başlık; VI, 247, el-Mâide,
5/70. âyette: "... bütün bunlar, sûrenin başındaki buyruklara
racidir..." sözleriyle; VI, 36O, el-Maide, 5/109. âyet.
[268] IX, 279.
[269] XVIII, 217.
[270] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/86-88.
[271] IX, 368-369- Hadisi Bu harı,
Enbiyâ 9, da rivayet etmiştir. Nüzul sebeplerine dair örnekler için bk. M.
İbrahim, a.g.e., s. 205 vd.
[272] X, 180-181, en-Nahl, 16/106.
âyet, 2. başlık.
[273] I, 115-116, Fatiha sûresi,
2. bölüm, 1. başlık; XX, 117, el-Alak 96/1. âyet; XX, 123, el-Alak, 96/6-7.
âyetler.
[274]
XX,
229, en-Nasr, 110. Sûre;
VIII,
62, et-Tevbe, 9/1. âyet, 2. başlık.
[275] X, 203, el-İsra,
17/Mukaddimesi.
[276] XIX, 250, el-Mutaffir'in,
83/Mukaddimesi, XX, 129, el-Kadr, 97/Mukaddimesi.
[277] XI, 72-73, Meryem,
19/Mukaddimesi; XI, 163, Tâhâ, 20/Mukaddimesi.
[278] I, 49 v.d da Kur'ân'ın
toplanması ve ilgili diğer hususlardan, I, 59 v.d. da Kıır'ân sûre ve
âyetlerinin tertibi, hareke ve nokta konulması ve diğer hususlardan söz
etmektedir.
[279] VII, 367 v.d., el-Enfâl,
8/5. âyetin tefsiri v.d.
[280] VIII, 2 v.d.
[281]
IV,
190, Âl-i İmran, 3/123-125.
âyetlerin tefsin.
[282]
IV,
184, v.d. Âl-i İmran 3/121 v.d.
âyetlerin tefsiri.
[283] XIV, 128-144
[284]
XVI,
259; el-Feth, 48. sûrenin
tefsiri.
[285]
VIII,
64-68.
[286] et-Tevbe Sûresi tefsiri
VIII,
61. de
başlamaktadır.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/89-91.
[287] Meselâ. İbn Ferhûn,
ed-Dîbâc, II, 309.
[288] Meselâ, Sııyûtî, a.g.e., II,
244; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 459.
[289] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/92.
[290] II, 185.
[291] II, 188.
[292] 11,249.
[293] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/92-94.
[294] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/95-96.
[295] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/96.
[296] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/96.
[297] Mustafa İbrahim,
Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelus, Beyrut, 1406/1986, s. 892.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/97.
[298] İbn Teymiyye,
Mecmûu'l-Fetavâ, 1. baskıdan tıpkı basım, 1398, XIII, 385. Etraflı bir
değerlendirme için bk. Dr. ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, I, 205 v.d.
[299] Bk. el-Kasabî, a.g.e., s.
146-147; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 459.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/97.
[300] Kâtip Çelebî, a.g.e., 345;
Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 224 v.d.
[301] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 345;
Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 224 v.d. Eser Ali Muhammed, Âdil Ahmed ve Dr.
Zekeriyya Abdulmecid tarafından tahkik edilerek, Beyrut 1413/1993 yılında büyük
boy üç cild halinde basılmıştır. Tahkik heyeti tarafından Ebu'1-Leys ve tefsirine
ve başka hususlara dair 60 küsur sahifelik bir mukaddime eklenmiştir.
Verdiğimiz vefat tarihi ed-Dâvudî'ye aittir. Bununla birlikte es-Safdî vefat
tarihini 375 h. (985 m.) olarak gösterdiğini de kaydeder. Kâtip Çelebi ve ona
uyarak Dr. ez-Zehebî de aynı şekilde 375 h. yi vermektedirler.
[302] Meselâ; I, 87, İstiâze bahsi
5. başlık; I, 115, el-Fâtiha, l/İkinci bölüm, 2. başlık; V, 191, en-Nisâ, 4/36.
âyet, 18. başlık; XIX, 92, el-Kıyâme, 75/1-6. âyetlerin tefsiri.
[303]
XIII,
193, en-Neml, 27/29-31.
âyetler, 3. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/97-98.
[304] Eleştirilere örnek: Suyutî,
a.g.e., II, 243-244; İbn Teymiyye, a.g.e, XIII, 286, 354; Dr. ez-Zehebî,
a.g.e.h I, 233 v.d; Tefsirinin tanıtımı için bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 227
v. d.
[305] X, 370, el-Kehf, 18/18.
âyet, 1. başlık.
[306] X, 389-390, el-Kehf, 18/27.
âyetin tefsiri.
[307] Meselâ, bk. VII, 22,
el-En'âm, 6/75. âyetin tefsiri; IX, 31, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsiri; XX,
13, el-A'lâ, 87/1. âyetin tefsiri.
[308] İbn Teymiyye, a.g.e., XIII,
386.
[309] XIV. 53te, Lukraan, 31/6.
âyetin tefsirinde es-Sa'lebî ile el-Vâhidî'nin daha önce nakledilen hadise ek
olarak zikrettikleri: "Yüksek sesle şarkı söyleyen bir adama..."
bolümü buna örnek olabilir.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/98-99.
[310] Bk. ed-Dâvııdî, a.g.e., I,
56; Şemsuddîn el-Cezerî, Ğâyetu'n-Nihâye fi Tabakati'l-Kur-râ, Mısır.
1351/1932, I, 92.
[311] Dr. el-Kasabî. a.g.e., s.
128-130.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/99.
[312] es-Seyyid Abdulmaksud'ıın
notlarıyla Beyrut, 1412/1992 de altı cilt halinde ilk defa basılmıştır.
[313] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
130 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/100.
[314] Kâtip Çelebi, a.g.e., s.
1050
[315] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 134-137.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/100.
[316] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
144-145, el-Cezerî, a.g.e, II, 309. 310, ed-Dâvudî, a.g.e, II, 331-332.
[317] el-Kasabî, a.g.e., s. 145.
[318] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/100.
[319] İbn Atiyye'nin hayatı ve
eserleri için bk. Muhammed Ebû'l-Ecfân ve Muhammed ez-Zâhî, Fihris İbn Atiyye,
Beyrut, 1983; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 238 v.d.; el-Kasabî, a.g.e., s. 427
v.d.; Mustafa İbrahim, a.g.e., s. 92 v.d; Tefsiri, Fas İlmî Meclisince
(1975-1991 tarihleri arasında) 16 cilt olarak basılmıştır.
[320] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 427 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/100.
[321] ed-Dâvııdî a.g.e., I, 7-10.
[322] Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
123-127 (İ'rabu'l-Kur'ân), 127-128, (Meâni'l-Kur'ân); Ö.N. Bilmen, Büyük Tefsir
Tarihi, İstanbul, 1973, I, 378, 379.
[323] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.
[324] Zemahşerî ve Tefsi/i için
bk. Dr. ez-Zehebi, a.g.e., I, 429-482; ed-Dâvııdî a.g.e, II, 314-316.
[325] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.
[326] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 68;
İbn Abdilberr, el-İstizkâr'a Dr. A. Mu'tî el-Kal'acî'nin Mukaddimesi, I, 201,
dn: 4; Kehhâle, a.g.e., VIII, 280.
[327] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.
[328] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e.,
II, 438 v.d, ed-Dâvudî, a.g.e., I, 55; Kâtip Çelebî, a.g.e., I, 20.
[329] Meselâ, V, 360, en-Nisâ,
4/101. âyet, 8. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/102
[330] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e.,
II, 444 v.d; el-Herâsî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut, 1405 / 1985, başındaki
biyografi; Kâtip Çelebi, a.g.e., 20.
[331] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
139.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/102.
[332] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II,
448 v.d. Kâtip Çelebi, a.g.e., 20.
[333] Bk. Dr. el-Kasabî a.g.e., s.
141; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 462 v.d.
[334] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 143 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/102.
[335] İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî,
el-Muvafakât, Beyrut, 1395/1975, III, 394. Ayrıca bk. Şâtıbî, a.g.e, III,
403-405; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 357-377.
[336] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
308-314; Kurtubî'nin benimsemediği Batini tefsire örnek: X, 136, en-Nahl,
16/69. âyet, 3. başlık; X, 105, en-Nahl, 16/38. âyet; sufilere ait olup
reddettiği işârî tefsire örnek: I, 301, el-Bakara, 2/54. âyetin tefsiri; III,
251, el-Bakara, 2/249, âyet, 1. başlık; III, el-Bakara, 2/260. âyet; XIII, 111,
eş-Şuara, 26/78-81. âyetler; sufi yorumları şartlarını taşıması halinde kabul
ettiğine örnek: I, 197, el-Bakara, 2/10. âyet; II, 412, el-Bakara, 2/192. âyet,
13. başlık.
[337] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/102-103.
[338] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e.,
II, 380.
[339] Örnekler için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 314-315.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 1/104.
[340] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e,
II, 384; Dr. Süleyman Ateş, Siilemî ve Tasavvuft Tefsiri, İstanbul, 1969.
[341] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 315-317.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/104.
[342] Kâtip Çelebî, a.g.e., 520
[343] İbnu'1-Esîr, el-Kâmil, VIII.
118; ed-Dâvvıdî, a.g.e., I, 291-292.
[344] Meselâ, II, 17, el-Bakara,
2/83. âyet, 8. başlık.
[345] Meselâ, II, 342, el-Bakara,
2/189. âyet, 2. başlık.
[346] Bk. Kâtip Çelebî, a.g.e.,
98.
[347] X, 239-240, el-İsrâ,
17/23-24. âyetler, 6 ve 8. başlıklar
[348]
III,
417-418, el-Bakara, 2/283.
âyet, 24. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/104.
[349] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105.
[350] Bk. ed-Dâvııdî, a.g.e., II,
226-229; İ. Paşa, a.g.e., I, 556.
[351] Meselâ, I, 5, Kur'ân'ın
Faziletleri bahsi; I, 23, Kur'ân'ın 1'rabı bahsi; I, 32, Kur'ân'ın Re'y ile
tefsiri bahsi vs.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/105.
[352] İbnu'l-Cezerî, a.g.e., I,
946-947.
[353] Bazı örnekler için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 148 v.d.
[354] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 151 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/105.
[355] İbn Cinnî'nin hayatı ve
eserlerine dair bilgi için bk. M. Ali en-Neccâr'in, Ebu'1-Feth Osman b.
Cinnî'nin el-Hasais (Beyrut, İkinci baskı tarihi yok) adlı eserine yazdığı
mukaddime (I, 5-73).
[356] Örnekler için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 152-154.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/105.
[357] İbnu'l-Cezerî, a.g.e., I,
503-505; Kâtip Çelebi, a.g.e., 538.
[358] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
154.
[359] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105-106.
[360] İbnu'l-Cezeri, a.g.e., I,
401; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1317.
[361] İbnu'l-Cezerî, aynı yer.
Ancak Kâtip Çelebî'nin bu rakamı (aynı yerde): "Bir milyon beşyüz elli
rivayet ve tarik olarak zikretmesi bir kalem ziyadesi olmalıdır. Çünkü Arapça'da
bir milyon "elf, elf' diye ifade edilir. Keşfu'z-Zunûn'da sehven fazladan
bir "elf' yazılmış olmalıdır. "el-Ca'berî, Şerhu'ş-Şâtıbiyye'de der
ki: Kırâât İmamın, Rivayet ondan nakledenin, Tarîk Râvi'den nakledenin
okuyuşuna denir." (Kâtip Çelebi, a.g.e., 1317)
[362] IX, 306, er-Ra'd, 13/17-19.
âyetler.
[363] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/106.
[364] Suyutî, a.g.e., I, 149;
Kâtip Çelebi, a.g.e., 1203.
[365] Kâtip Çelebi, a.g.e., 421;
Süyutî, a.g.e.,1, 10
[366] Bk. VIII, 38, el-Enfâl,
8/38. âyet, 4. başlık; X, 398, el-Kehf, 18/30-31. âyetlerin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/106-107.
[367] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/107.
[368] Buraya kadarki listeyi Dr.
el-Kasabî de aynen zikretmektedir. Bk. s. 154-156. Bundan sonra sözü edilecek
eserlerden ise -el-Hakiın et-Tirmizı'nin Nevâdiru'l-Usul'ü müstesna- nisbeten
az nakilde bulunduğu için ayrıca Dr. el-Kasabî sözetmemiş olabilir.
[369] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/107-108
[370] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1871;
el-Kettânî, er-Risâletu'l-Müstatrefe, İstanbul 1986 (tıpkı basım), s. 58.
[371] II, 121, el-Bakara,
2/127'nci âyetin tefsiri; VIII, 316, Yunus, 10/11'n'ci âyet, 3'ncü başlık;
VIII, 338, Yunus, 10/32'nci âyet, 7'nci
başlık; X, 3İ, el-Hicr, 15/43-44; XVIII, 130, el-Münâfikûn, 63/10-11'nci
âyetler, 2'nci başlık.
[372] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/108.
[373] el-Hakim et-Tirmizî'nin
hayatı ve eseri için bk. Abdulaziz b. Şah Veliyyullah Dehlevi,
Bustânu'l-Ârifın, Ankara, 1986, çev. Doç. Dr. Ali Osman Koçkuzu, s. 119-121; eserin
Ahmed Abdurrahim ile es-Sâyih -es-Seyyid el-Cumeylî'nin tahkiki ile Kahire,
1408/1988'de yapılan neşrinin I, 7-199'daki tanıtım. el-Kettânî, a.g.e., s.
56-57
[374] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/108-109
[375] Bk. el-Kettânî, a.g.e., s.
29 ve 140; ed-Dehlevî, a.g.e., s. 90-91 ve 131.
[376] Meselâ, II, 100, el-Bakara,
2/124. âyet, 7. başlık; IV, 52, Âl-i İmran, 3/26. âyet; XVIII, 80, es-Saff,
61/2-3. âyetler, 3. başlık vs...
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/109.
[377] Kâtip Çelebi, a.g.e., 2;
el-Kettanî, a.g.e., s. 39.
[378] Meselâ: IV, 223, Âl-i İmran,
3/144. âyetin tefsiri, IV, 310; Âl-i İmran, 3/190-200. âyetler, 2. başlıkta.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/109.
[379] Ziriklî, a.g.e., IV,
330-331; Kehhâle, a.g.e., VII, 228. Her ikisi de "Şerhu's-Sünne" diye
bir eser adı vermiyor. Elimizin altındaki kaynaklarda "İbnu'l-Hassâr"
diye başka bir müellif de tespit edemedik.
[380] VI, 210, el-Mâide, 5/48.
âyet ile VII, 364, el-Mâide, 5/112. âyet.
[381] I, 73, İ'cazu'l-Kur'ân
bahsi, I, 103, Besmele bahsi, 19. başlık v.s...
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/109.
[382] X, 316, el-İsrâ; 17/82, 2.
başlık.
[383] Bkz. Dr. Muvaffak b.
Abdullah b. Abdulkadir'in:
1- Suâlâtu'l-Hâkim
en-Neyhsâburî li'd-Dârakutnî fi'l-Cerhi ve't-Ta'dil, Riyad, 1404/1984, s. 34.
2- Suâlatu Hamze b. Yusuf
es-Sehml li'd-Dârakutnî ve öayrihi mine'l-Meşayih, Riyad, 1404/1984, s. 37.
[384] Doç. Dr. Müctebâ Uğur,
Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1992, s. 248.
[385] Hâkim en-Neysâburî,
Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis, Beyrut, 1400/1910, s. 215.
[386] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/109-110.
[387] Bk. Hâkim, a.g.e, baskıya
hazırlayanın mukaddimesi, el-Kettanî, a.g.e., s. 143.
[388] X, 407, el-Kehf, 18/39-41.
âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/110.
[389] Kehhâle. a.g.e., II, 3-4.
[390] I, 218, eİ-Bakara, 2/19.
âyet.
[391] I, 40, Mukaddime, Allah'ın
Kitabını öğrenme keyfiyeti bahsi.
[392]
II,
116, el-Bakara, 2/125. âyet,
6. başlık.
[393] VI, 398, el-En'âm, 6/17.
[394] el-Kettânî, a.g.e., s. 143.
[395]
XII,
216, en-Nûr, 24/27. âyı-ı. 9.
başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/110.
[396] el-Kettânî, a.g.e., s. 214.
[397] I, 79, "Surelerin
faziletine dair uydurulmuş hadisler" bahsi ve VIII, 180; et-Tevbe, 9/60.
âyet, 12. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/111.
[398] el-Kettânî, a.g.e., 42-43;
Kehhâle, a.g.e., XI, 243; Kâtip Çelebi, a.g.e., 523; îsmail Paşa,
İzahu'l-Meknûn, I, 335.
[399] X, 206, el-İsrâ, 17/1. âyet,
4. başlık.
[400] I, 328, el-Bakara, 2/38'nci
âyetin tefsiri; II, 8, el-Bakara, 2/79'ncu âyet, 2'nci başlık; II, 116,
el-Bakara, 2/125'nci âyetin tefsirinin sonlan; III, 32, el-Bakara, 212'nci
âyetin tefsiri; III, 278, el-Bakara, 2/255; VI, 19, 4/l65'nci âyetin tefsiri;
XIII, 224, en-Neml, 27/62-64'ncü âyetin tefsiri; XX, 24, el-A'lâ, 87/18-19'ncu
âyetlerin tefsiri;
[401]
IV,
298, Al-i İmrân, 3/185. âyet,
3. başlık ve
XV,
1, Yasin / 36. Mukaddimesi
[402] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111.
[403] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111.
[404] Hayatı ve eserleri için bk.
Dr. Abdulmu'ti Emin Kal'acî, İbn Abdilberr Siretuhû ve Kitabuhâ el-İstizkâr,
-el-İstizkâr'ın Dâru Kuteybe ve Dâru'1-Va'y (tarihsiz) neşri I. cildi
baştarafında-; s. 11-162; Dr. Muhammed Ahmed el-Moritanî, İbn Abdilberr'in
Kitabu'l-Kâfi, Riyâd, 1398/1978, I, 5-132'de yer alan mukaddimesi; ed-Dehlevî,
a.g.e., 131-133.
[405] Eserin muhakkiki ve
yayıncısına dair bilgiler bir önceki notta kaydedildi. ed-Dehlevî
bu eser hakkında şunları söyler:
"el-İstizkâr, aslında Muvatta'ın en güzel şerhidir... eğer seyrek ve açık
yazı ile yazılırsa 30 cilt kadardır..." (s. 132) Özel olarak bu eserin
tanıtımı için bk. Dr. Kal'acî, el-İstizkâr Mukaddimesi, I, 82 v.d.; Dr.
el-Moritanînin el-Kâfi Mukaddimesi, I, 44 v.d.
[406] Bazı örnekler için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 158 v.d.
[407] Örnek için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 162 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/111-112.
[408] Tanıtıcı bilgi için bk.
el-Kal'acî, a.g. mukaddime, I, 52-55; Dr. el-Moritanî, a.g. mukaddime, I,
84-100; el-Kettânî, a.g.e., s. 113.
[409] Örnek için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 165 v.d.
[410] Örnek için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 169 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/112.
[411] Doç. Dr. İ. Lütfi Çakan,
Hadis Edebiyatı, İstanbul, 1989, s. 166.
[412] Örnek için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 170 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/112.
[413] V, 360, en-Nisâ, 4/101.
âyet, 8. başlık; VII, 101, el-En'âm, 6/141. âyet, 6. başlık.
[414] Kâtip Çelebî, a.g.e., 1315.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/112.
[415] Kâtip Çelebî, a.g.e., 20;
el-Kettânî, a.g.e., s. 173.
[416] el-Kettânî, a.g.e., s.
178-179; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 170.
[417] Bk. I, 121, el-Fâtiha,
1/Nuzülü ve ahkâmına dair bölüm, 10. başlık; II, 145, el-Bakara, 2/138. âyet,
2. başlık; IX, 328, er-Ra'd, 13/38. 2. başlıkta: "... Ebû Muhammed
Abdulhakk'ın bu hadisin sahih olduğunu söylemiş olması sana yeter.."
diyerek, bu hususta ona ne kadar güvendiğini de ortaya koymaktadır.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/113.
[418] Hayatı ve eserleri için bk.
Şerhu Meâni'l-Âsâr, Beyrut, 1414/1994, I, 1-6 daki mukaddime ile el-Kettâni,
a.g.e., s. 43-44; ed-Dehlevî, a.g.e., s. 159-161.
[419] Meselâ bk. II, 104;
el-Bakara, 2/124. âyet 11. başlık; II, 424, el-Bakara, 2/198. âyet, 15. başlık;
VI, 39, el-Mâide, 5/2. âyet, 2. başlık v.s.
[420] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/113.
[421] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/113.
[422] Bk. Muhammed Hamidullah'ın,
Sîretu İbn îshâk'a (Konya, 1401/1981) yazdığı Mukaddime; el-Kettânî, a.g.e.,
107.
[423] Meselâ bk. VI, 33, el-Mâide,
5/1. âyet, 2. başlık; XIV, 128, ekAhzâb, 33/9. âyet, 1. başlık.
[424]
IV,
4, Âl-i İmran, 3/1-2.
âyetler, 5. başlık. Bir başka örnek: VI, 120, el-Mâide, 5/18. âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/114.
[425] Kehhâle, a.g.e; II, 95-96.
[426] II, 125, el-Bakara, 2/127.
âyetin tefsiri; V, 372-373, en-Nisâ, 4/102. âyet, 11. başlık.
[427] XV, 208, Sâd, 38/41-43.
âyetlerin tefsirinde olduğu gibi.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/114.
[428] Dr. el-Kal'acî, a.g.
mukaddime, I, 66-67.
[429]
IV,
191, Âl-i İmran, 3/123-125.
âyetler, 1. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/114.
[430] Kâtip Çelebî, a.g.e., 760;
el-Kettânî, a.g.e.. s. 33.
[431] I, 330, el-Bakara, 2/40.
âyetin tefsiri; IV, 91-92, Âl-i İmran, 3/45-46. âyetlerin tefsiri; IV, 95, Âl-i
İmrân, 3/48-49. âyetlerin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/114.
[432] Kâtip Çelebi, a.g.e., 2017;
el-Kettânî, a.g.e., s. 45 ve 106.
[433]
VIII,
181, et-Tevbe, 9/60. âyet,
12. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/115.
[434] el-Kettânî, a.g.e., s. 106
ve 202; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1050.
[435] X, 208, el-İsrâ, 17/1. âyet,
4. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/115.
[436] el-Kettânî, a.g.e., s. 106;
Kâtip Çelebi, a.g.e., 1052; Kehhâle, a.g.e., VIII, 16-17; ed-Dehlevî, a.g.e.,
s. 226-230.
[437] V, 205, en-Nisâ, 4/43. âyet,
9. başlık; II, 152, el-Bakara, 2/142. âyet, 9. başlık; V, 392-393, en-Nisâ,
4/119. âyet, 7. başlık; VI, 3, en-Nisâ, 4/148-149. âyetler, 2. başlık.
[438] X, 209, el-İsrâ, 17/1. âyet,
5. başlık; XI, 167, Tâhâ, 20/1-8. âyetlerin tefsiri; XII, 80, el-Hacc, 22/52.
âyet, 2. başlık; XII, 82, el-Hacc, 22/52. âyet, 3. başlık; XIII, 68, el-Furkan,
25/63. âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/115.
[439] el-Kettâni, a.g.e., s.
138-139; Kâtip Çelebî, a.g.e., 1103; Kehhâle, a.g.e., X, 21-22.
[440] I, 279, el-Bakara, 2/31.
âyet, 1. başlık; IV, 191, Âl-i İmrân, 3/123-125. âyetler, 1. başlık; VI, 121,
el-Mâide, 5/19. âyetin tefsiri; VI, 388, el-En'âm, 6/2. âyetin tefsiri.
[441] VI, 122, el-Mâide, 5/19.
âyetin tefsiri; VI, 225, el-Mâide, 5/58. âyet, 2. başlık; VII, 198, el-A'raf,
7/32. âyet, 1. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/115.
[442] Eseri tnnıtıcı bilgi için
bk. Dr. Kal'acî, a.g. mukaddime, I, 59; Kâtip Çelebî, a.g.e., 81; Kettânî,
a.g.e., s. 128.
[443] IV, 193, Âl-i İmrân,
3/123-125. âyetler, 1. başlıkta olduğu gibi.
[444] VIII, 181, et-Tevbe, 9/60.
âyet, 11. başlıkta olduğu gibi.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/116.
[445]
IV,
76, Âl-i İmrân, 3/39. âyette
Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya hamile kaldığı sırada Hz. Zek-eriyya'nın hanımının Hz.
Yahya'ya hamile kalıp, Hz. Yahya'nın annesinin karnında iken Hz. İsa'ya secde
ettiğini belirtmesine dair rivayet gibi.
[446] X, 219, el-İsrâ, 17/7.
âyetin tefsirinde olduğu gibi.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/116.
[447] Kâtip Çelebi, a.g.e., 294;
el-Kettânî, a.g.e., s. 57, 58.
[448] VII, 104, el-En'âm, 6/141.
âyet, 6. başlıkta "Tarihu Dimaşk" diye zikrederken; III, 276,
el-Bakara, 2/255'te-, IX, 32, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsirinde; IX,42, Hûd, 11/41-44.
âyetlerin tefsirinde; XVI, 215,-el-Ahkâf, 43/29. âyetin tefsirinde; X, 218,
el-İsrâ, 17/7. âyetin tefsirinde sadece "Tarih" diye zikretmektedir.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/116.
[449] İbnu'l-Cezerî,
Tabakatu'l-Kurrâ, I, 535-540; ed-Dâvudî, Tabakatu'l-Müfessirîn, I, 399-403;
Kehhâle, a.g.e., VII, 84.
[450] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1328.
[451] VII, 24, el-En'âm, 6/75. âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/117.
[452] ez-Zehebî, a.g.e, I, 227;
[453] Bk. "1. Rivayet
Tefsirleri, 1.3. es-Sa'lebî'nin Tefsiri"; VII, 22, el-En'âm, 6/75. âyetin
tefsiri; IX, 31, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsiri; XX, 13, el-A'lâ, 87/1.
âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/117.
[454] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/117.
[455] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1157;
Kehhâle, a.g.e., XI, 300.
[456] X, 148, en-Nahl, 16/75.
âyet, 4. başlık.
[457] VI, 38, el-Mâide, 5/2. âyet,
2. başlık.
[458] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/118.
[459] Müfessirimizin sözünü ettiği
Ebû'l-Kasım İbn Mende için bk. Kâtip Çelebi, a.g.e., 1671; Kettânî, a.g.e, 31;
Kehhâle, a.g.e., V, 171.
[460] X, 417.
[461] Kâtip Çelebi, Kettânî,
Kehhâle, aynı yerler.
[462] Kettânî, a.g.e., 39, Kâtip
Çelebî, a.g.e., 1406.
[463] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/118.
[464] Kehhâle, a.g.e., X, 109.
[465]
VII,
326, el-A'raf, 7/180. âyet,
3. başlık.
[466]
IV,
320, Âl-i İmrân, 3/190-200.
âyetler, 18. başlık.
[467] Meselâ, I, 370, 2/44. âyet,
9. başlık;
II,
47, el-Bakara, 2/102. âyet. 9. başlık; V, 159,
en-Nisâ, 4/31. âyet, 1. başlık, VIII, 77, et-Tevbe, 9/6. âyet, 4. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/118.
[468] Kehhâle, a.g.e., I, 83.
[469] VII, 14, el-En'âm, 6/68.
âyet, 4. başlık.
[470] I, 272, 2/30. âyet, 17.
başlık; V, 159, en-Nisâ, 4/31. âyet, 1. başlık; VIII, 77, et-Tevbe, 9/6. âyet,
4. başlık gibi...
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/119.
[471] Kâtip Çelebî, a.g.e., 68;
Kehhâle, a.g.e., VI, 184-185.
[472] I, 370, el-Bakara, 2/44.
âyet, 9. başlıkta.
[473] Meselâ bk. I, 103, Besmele,
21. başlık; II, 84, el-Bakara, 2/115. âyet, 4. başlık; V, 159, en-Nisâ, 4/31.
âyet, 1. başlık; XII, 81, el-Hacc, 22/52. âyet, 3. başlık; XVI, 230, Muhammed,
47/5. âyet; XVII, 237, el-Hadid, 57/4-6. âyetlerin tefsiri.
[474] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/119.
[475] M. İbrahim,
Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s. 893.
[476] Mâliki mezhebine dair fıkıh
eserleri arasında zikrettiği önemli kaynaklar için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
156-157. Bu eserlefe dair bazı bilgiler için de bk. Muhammed Ebû Zehra, İmam
Mâlik, Çeviren: O. Keskioğlu, Ankara, 1985, s. 241-249
[477] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/120.
[478] Kehhâle, a.g.e., VI, 224
[479] Meselâ bk. II, 324,
el-Bakara, 2/187. âyet, 13. başlıkta; X, 156, en-Nahl, 16/80. âyet, 5.
başlrkta.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/120.
[480] Kehhâle, a.g.e., VI, 181
[481] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/120-121.
[482] Kehhâle, a.g.e., VIII, 276
[483] II, 231, el-Bakara, 2/173.
âyet, 28. başlıkta olduğu gibi.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/121
[484] Kehhâle, a.g.e., VIII, 200.
[485] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/121.
[486] Kâtip Çelebi, a.g.e., 103;
Kehhâle.o.^.e., VIII, 220
[487] III, 165, el-Bakara, 2/233.
âyet, 10. başlık gibi
[488] Bk. Doç. Dr. Abdulkadir
Şener'in İbnu'l-Miinzir'e ait Kitabu'l-İcmâ' neşri, Ankara, 1983, s. 13-22'de
yer alan ve İbnu'l-Münzir'in hayatı ve eserlerine dair mukaddime, s. 16.
[489] Bk. Kehhâle, aynı yer; Kâtip
Çelebi, aynı yer; Doç. Dr. A. Şener, a.g. Mukaddime, s. 13.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/121-122.
[490] Dr. Muhammed Madik, - İbn
Abdilber'e ait Kitabu'l-Kâfi Mukaddimesi, I, 43-132 ile Dr. Emin el-Kal'acî
el-lstizkâr Mukaddimesi, I, 56-57.
[491] VII, 3, el-En'âm, 6/59.
âyet, 2. başlık
[492] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122.
[493] Kehhâle, a.g.e., VIII, 228
[494] V, 362, en-Nisâ, 4/101.
âyet, 9. başlık
[495] V, 67, en-Nisâ, 4/11-14.
âyetler, 12. başlık. Burada şunu hatırlatalım; el-Mukaddimât sahibi Ebu'l-Velîd
unvanlı bu İbn Rüşd ile, "Bidâyetu'l-Müctehid" adlı eserin sahibi ve
aynı zamanda Endülüs'ün ileri gelen felsefe bilginlerinden olup el-Hafîd
unvanlı İbn Rüşd (520-595 / 1126-1199) birbirine karıştırılmamalıdır. (Bk.
Kehhâle, a.g.e., VIII, 313)
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/122.
[496] Kâtip Çelebî, 613; Kehhâle,
a.g.e., VI, 158.
[497]
V,
66, en-Nisâ, 4/11-14.
âyetler,, 12. başlık.
[498]
V,
133, en-Nisâ, 4/24. âyet, 13.
başlık ve
V,
204, en-Nisâ, 4/43. âyet, 7. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/122.
[499] Kâtip Çelebî, a.g.e., 226;
Kehhâle, a.g.e., VI, 206.
[500] X, 76, en-Nahl, 16/8. âyet,
5. başlık; VII, 122, el-En'âm, 6/145. âyet 3. başlık.
[501] Bk. VI, 38, el-Mâide, 5/2.
âyet 2. başhk
[502] Meselâ, I, 370, el-Bakara,
2/44. âyet, 9. başhk.
[503] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122-123.
[504] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/123-124.
[505] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124.
[506] Kâtip Çelebî a.g.e., 1204;
el-Kettâni, a.g.e., 154.
[507] I, 5, Mukaddime, Kur'ân'ın
faziletlerine dair bahiste.
[508] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124.
[509] I, 330, el-Bakara, 2/40.
âyetin tefsiri.
[510] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124-125.
[511] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/125.
[512] Kâtip Çelebî, a.g.e, 947.
[513] Meselâ, I, 104, Besmele bahsi,
23. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/125.
[514] Kâtip Çelebî, a.g.e,
2053-2054.
[515]
X,
372, el-Kehf, 18/17-18.
âyetler, 4. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/125.
[516] Kâtip Çelebî, a.g.e., 1395;
Kehhâle, a.g.e, VI, 187.
[517]
X,
376, el-Kehf, 18/19-20.
âyetler, 3. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/125.
[518] Kâtip Çelebi a.g.e.,
1071-1072; Kehhale a.g.e., II, 267. Dr. Kasabi, a.g.e., sh. 176-178
[519] I, 136. el-Fatiha 1/1. âyet
4. bölüm, 8. başlık.
[520] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/126.
[521] Kâtip Çelebi, a.g.e., II,
1604-1605; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 174-176.
[522] I, 112, el-Fâtiha, 1/1.
âyet, 1. bölüm, 4. başlık.
[523] Örnekler için bk. Dr. el-Kasabî,
a.g.e., 178.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/126.
[524] Kâtip Çelebi, a.g.e., I6l6;
Kehhâle, a.g.e., VII, 36.
[525] Eserin adını IV, 31, Â-li
İmran, 3/14. âyet, 4. başlıkta, VI, 51, el-Mâide, 5/3. âyet, 8. başlık gibi
yerlerde zikrettiğini görüyoruz. Buna karşılık, II, 285, el-Bakara, 2/266.
âyetin tefsiri, el-Bakara, 2/283. âyet, 5. başlık... gibi yerlerde de eserinin
adını zikretmemektedir.
[526] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/126-127.
[527] Sibeveyh için bk. Kâtip
Çelebi, a.g.e., 1426-1429; Kehhâle, a.g.e., VIII, 10; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
179; el-Müberred için bk. Kâtip Çelebî, a.g.e., 1793; Kehhâle, a.g.e., XII,
114-115; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 180.
[528] Meselâ: Sibeveyh'e I, 207,
el-Bakara, 2/14. âyetin tefsirinde; I, 220, el-Bakara, 2/19. âyetin tefsirinde;
V, 107, en-Nisâ, 4/23. âyet, 1. başlıkta; XIV, 186, el-Ahzâb, 33/35. âyet, 2.
başlıkta...; el-Müberred'e I, 140, el-Fâtiha, 4. bölüm, 15. başlıkta; I, 284,
el-Bakara, 2/31. âyet, 6. başlıkta; IX, 148, Yusuf, 12/17. âyet, 7. başlıkta;
XI, 201, Tâhâ, 20/45. âyetin tefsirinde... atıfta bulunmaktadır.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/127.
[529]
VII,
320, el-A'raf, 7/175. âyetin
tefsiri.
[530] VIII, 330, Yunus, 10/26.
âyetin tefsiri.
[531] Kehhâle, a.g.e., IV, 295,
en-Nisâ, 4/79.
[532]
V,
287, en-Nisâ, 4/79. âyetin
tefsiri.
[533] I, 63, Tefsirinin
Mukaddimesi'nde Kur'ân'ın harekelenmesi bahsi.
[534] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/127-128.
[535] "Allah güzeldir, güzel
olanı sever." (Müslim, İman 147; İbn Mace, Dua 10; Müsned, IV, 133, 134,
151); "Allah, her hususta ihsanı emir buyurmuştur..." (Müslim, Sayd
57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizi, Diyât 14 v.s) hadisleri ve benzerleri bu
irşâdlara bir örnektir.
[536] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/129.
[537] Kurtubî'nin kaynaklan'na
dair bizim verdiğimiz liste ile Dr. el-Kasabi'nin, el-Kurtubl ve Menhecuhî
fi't-Tefsir adlı eserinde (s. 123 v.d) verdiği liste arasında yapılacak bir
karşılaştırmada bu husus rahatlıkla görülebilir.
[538] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/129-130.
[539] VI, 161, el-Mâide, 5/38.
âyet 1. başlık.
[540] Dârakutnî, Sünen, Beyrut,
1406/1986, III, 186, 190, 191, 192, 194.
[541] Nitekim tercüme esnasında
yaptığımız tahriçlerden bu hususu tespit ettik. Yeri geldikçe de -inşaallah-
okuyucu da bunu müşahade edecektir.
[542] Kurtubî'nin III, 148'deki
ifadeleri, İbnu'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire, tarihsiz, I, 198'de yer
almaktadır. Yapılacak karşılaştırma ile belirttiğimiz hususlar rahatlıkla
tespit edilebilir.
[543] Kurtubî, III, 33; İbn
Atiyye, el-Muharrar, Fas, 1395/1975, II, 154-155.
[544] Bk. VI, 99, el-Mâide, 5/6.
âyet, 17. başlık, 20. başlık, 21. başlık, 28. başlık... yine VI, 14-15,
en-Nisâ, 4/162. âyetin tefsirinde Hz. Âişe'ye atfedilen görüşün doğru
olamayacağını, -el-Kuşeyrî'den naklettiği, ilmi açıdan güçlü bir delile
dayanarak ortaya koymaktadır.
[545] VI, 176-178.
[546] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/130-132.
[547] Ebû Dâvûd, Cihad, 41.
[548] VI, 167, Â-li İmrân,
3/123-125. âyetler, 6. başlık.
[549] VII, 194, el-A'raf, 7/31.
âyet, 6. başlık. Ayrıca bk. VII, 363, el-Enfâl, 8/1. âyet, 5. başlık; VII, 364,
el-Enfâl, 8/1. âyet, 6. başlık; IX, 371 v.d, İbrahim, 14/37. âyet, 6. başlık V,
153-155, en-Nisâ, 4/27-28, âyetler, 7. başlık; v.s...
[550]
V,
24, en-Nisâ, 4/4. âyet, 4.
başlık.
[551]
III,
253, el-Bakara, 2/249. âyet,
7. başlık.
[552] VI, 38, el-Mâide, 5/2. âyet,
2. başlık.
[553]
V,
216-217, en-Nisâ, 4/43. âyet,
21. başlık.
[554]
IX,
109-110, Hûd, 11/114. âyetin
tefsiri.
[555]
IX,
308-309, Ra'd, 13/20. âyetin
tefsin.
[556] İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, II,
309.
[557] Bu türden başka örnekler
için bk. Dr. ez-Zehebi, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn, II, 459 v.d.; Dr. el-Kasabî,
a.g.e., s. 344 v.d.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/132-134.
[558] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/134-135.
[559] Mustafa İbrahim,
Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s. 892.
[560] el-Kıyâme, 75/16-17;
el-A'lâ, 87/6 v.s.
[561] Celaluddin es-Suyııtî,
el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, İstanbul, 1988, (1398/1978 baskısından tıpkı
basım), I, 76 v. d.
[562] Suyuti, a.g.e., I, 99.
[563] Bıı hususta Tefsir Usulü'ne
(Ulumu'l-Kur'ân'a) dair eserlerin ilgili bahislerinden başka,
İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetavâ, Birinci
baskıdan 1398 h. basımı, XIII, 389 v.d ile M. İbrahim, a.g.e., 245 v. d. na
özellikle de bu alanda Türkçe'de -bildiğimiz kadarıyla-en derli toplu ve ilmî
bir eser hüviyetindeki İsmail Karaçam hocamızın, Kur'ûn-ı Ker-im'in Nüzulü, ve
Kıraati, İstanbul, 1974 adlı eserine bakılmalıdır.
[564] İkinci maddeden itibaren,
Kurtubî, I, 47, Mukaddime'de: '"yedi kırâat"e dair bahis. Ayrıca bk.
İ. Karaçam, a.g.e., s. 307-308.
[565] Kurtubî, I, 86, Mukaddime'de
"Kur'ân'a dil uzatanlar..." bahsi. Ayrıca bk. M. İbrahim, a.g.e., s.
249.
[566] M. İbrahim, a.g.e., s. 248.
[567] M. İbrahim, a.g.e., s.
284-300.
[568] Örnek olmak üzere bk. I,
184, el-Bakara, 2/6. âyetin tefsiri. (31) (.32.) (33)
[569] Örnek olmak üzere bk. II,
67-68 el-Bakara, 2/106. âyet, 14. başlık.
[570] Örnek olmak üzere bk. II,
37-38. el-Bakara, 2/98. âyetin tefsiri.
[571] Örnek olmak üzere bk. I,
139-141, el-Fâtiha, 1/4. âyet, 14. başlık.
[572] Örnek olmak üzere bk.
VII,
91-93,
el-En'âm, 6/137.
[573] Örnek olmak üzere bk. VIII,
86, et-Tevbe, 9/15. âyetin tefsiri.
[574] Örnek olmak üzere bk. XI,
79, Meryem, 19/5. âyet, 3. başlık.
[575] Örnek olmak üzere bk.
XI,
131,
Meryem, 19/67. âyetin tefsiri.
[576] Örnek olmak üzere bk. II,
92-93, el-Bakara, 2/19. âyetin tefsiri. Ayrıca bu konuda Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
"Kurtubî'nin Şâzz ve Mütevatir Kıraatler Hususundaki Yöntemi ve Bunlara
Karşı Tutumu" başlıklı (s. 213-235) bölüme ve bu bölümdeki örneklere de
bakılması yararlı olacaktır.
[577] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/135-139.
[578] Bk. Eş-Şuara, 26/195; Yusuf:
12/2; Taha: 20/113; ez-Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3 v.s.
[579] 1, 3.
[580] Aynı yer.
[581] M. İbrahim, a.g.e., s.
393-403; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 237-257.
[582]
III,
51, el-Bakara, 2/219. âyet,
1. başlık.
[583] I, 262-236, el-Bakara, 2/30.
âyet, 2. başlık.
[584] I, 182, el-Bakara, 2/5.
âyet.
[585] I, 101, Mukaddime'de
"Besmele" bahsi, 17 ve 18. başlıklar.
[586] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
243.
[587] I, 102-103, Mukaddime'de
"Besmele" bahsi, 21. başlık.
[588] IX, 9-10, Hûd, 11/8. âyetin
tefsiri.
[589] II, 88-89, el-Bakara, 2/117.
âyet, 4. başlık.
[590] "İlim adamları
"ewâh"ın anlamı hakkında onbeş farklı açıklamada bulunmuşlardır..."
diyerek bunları sıralar. VIII, 275-276, et-Tevbe, 9/114. âyet, 3- başlık.
[591] Bu tabirin de -birbirine
yakın olmakla beraber- onbeş ayrı açıklamasını, açıklamaları yapanların kim
olduklarını da belirterek zikreder. XVIII, 230-231. "La cereme" tabiri
(IX, 20, Hûd, 11/22. âyet) ile ilgili ve "ihbâf'a dair açıklamaları (IX,
21, Hûd, 11/23) da bu kabilden değerlendirilebilir.
[592]
V,
231-232, en-Nisâ, 43. âyet,
34. başlık.
[593] Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
237-257.
[594] Bu hususa dair açıklamalar
Mustafa İbrahim, a.g.e., s. 411 v.d. ile Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 299 v.d. dan
hareketle yapılmıştır.
[595] I, 159.
[596] V, 424.
[597] I, 139-140.
[598] I, 184.
[599] I, 220.
[600] 1, 275.
[601] Şairlerin şiirleriyle
istişhâdn ve bu konuda Kurtubî'nin tutumuna dair açıklamalar için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 275 v.d.
[602] III, 120.
[603] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/139-143.
[604] Bk. M. İbrahim, a.g.e., s.
404; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 263-264. Burada ayrıca örneklerle açıklamalarda
bulunmayışımızın en önemli nedenleri arasında: 1. Konunun oldukça teknik
olması dolayısıyla muhatabının nisbeten az olması, 2. Esasen Tefsiri'nin
tercüme ederken bu hususların da atlanmaksızın yansıtılmaya çalışılmış olması,
3. Dizgide de bu hususların teknik zorlukları beraberinde getirmesi, 4. Atıfta
bulunduğumuz eserlerde bu hususları yeterince örneklendirmiş olması... gibi
hususlar yer alır.
[605] I, 242-243
[606] Örnekler için bk.: M.
İbrahim, a.g.e., s. 405 v.d.; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 259 v.d.
[607] Ali el-Cârim ve Mustafa
Emin, el-Belâgatu'l-Vâdıha, Mısır, 1959, s. 8; Çeşitli tarifler
için bk. : Dr. In'âm Fevyâl Akkâvî,
el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulûmi'l-Belağa, Beyrut, 1413/1992, s. 268.
[608] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
293; M. İbrahim, a.g.e., s. 418.
[609] Meselâ, II, 316, el-Bakara,
2/187. âyet, 3. başlık; M. İbrahim, a.g.e., s. 420.
[610] Meselâ, I, 197, el-Bakara,
2/10. âyet; M. İbrahim, a.g.e., 421; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 297. Müellifler
aynı yerlerin devamında başka örnekler de vermektedirler.
[611] Meselâ, X, 266, el-İsrâ,
17/44. âyet ve diğer örnekler için bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 422-
423; Dr. el-Kasabi, a.g.e., 299-300.
[612] Meselâ, II, 30, el-Bakara,
2/91. âyet; M. İbrahim, a.g.e., s. 423-424; Dr. el-Kasabî, a.g.e.,
s. 301.
[613] VI, 31, el-Mâide, 5/1. âyet;
M. İbrahim, a.g.e., s. 424; Dr. el-Kasabî, a.g.e., 300.
[614]
XVII,
159 v.d., er-Rahmân, .55/13.
âyet.
[615] I, 3.
[616] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/143-144.
[617] Meselâ 2. Bölüm'de
"Fıkhî Mezhebi"ne dair açıklamalarda bulunurken, ve 4. bölümde
"Kaynakları" bahsinde "Fıkıh Eserleri"ne dair açıklamalarda
bulunurken, bu bölümün ana başlıklarından "Tefsiri'nin Meziyetleri"
başlığı altında "İnsafı"na dair açıklamalarda bulunurken...
[618] Meselâ, Suyûtî, el-İtkân
(II, 244)'da: "... Fakih olan müfessir de... âyet ile ilgisi olmayan fıkhı
hükümlere dair delilleri, muhaliflerin delillerine cevapları ihtiva eden uzun
açıklamalara girişir" demektedir. Biraz sonra bu hususa değinilecektir
-inşaAllah-.
[619] Dr. el-Kasabi, a.g.e., s.
319-343.
[620] M. İbrahim, a.g.e., s.
502-519.
[621] II, 377-378. el-Bakara, 2/198.
âyetin: "... Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüzde Meş'ar-ı Haram'ın
yanında Allah'ı anın" bölümünün 13. başlığı ile ilgili II, 422. deki
açıklamaları da bu türdendir.
[622] II, 228-229.
[623] I, 171-172.
[624] II, 280.
[625] II, 265.
[626] II, 322.
[627] II, 375. Daha başka örnekler
için, el-Kasabi, a.g.e., s. 327-328 ile, M. İbrahim, a.g.e., s. 505- 508,
511-518
[628] II, 115-116.
[629] 11,285-286.
[630] II, 168.
[631] I, 335-336. Ayrıca
el-Kasabî, a.g.e., s. 338 v.d. daki örnekler de bu türdendir
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/144-147.
[632] Bu başlık altındaki
açıklamalar Dr. el-Kasabî, a.g.e., 358-394. sahifelerde verdiği bilgilerden
özetlenmiştir.
[633] XV, 308, el-Mü'min, 40/28.
âyet, 3. başlık.
[634] II, 338-339. Başka örnekler
için bk. el-Kasabî, a.g.e., s. 360 v.d.
[635] III, 163.
[636] III, 398.
[637] IV, 116. Kurtubî Tefsir'inde
Muhalefet Mefhıunu'na, Sıfat Mefhumu'na dair açıklamalara ve münakaşalara örnek
olmak üzere de bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 367-370.
[638] Seyyid İbrahim Sadık ve
Muhammed Ali Abdulkadir, Fehârisu'l-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire, 1414/1994,
XXII, 339-351.
[639] Meşhur Hasan Selman ve Cemal
Abdullatif ed-Düsukî, Keşşaf Tahlilî Li'l-Mesâili'l-Fıkhiyyefi
Tefsiri'l-Kurtubî, Taif, 1408/1988, s. 57-64.
[640] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/147-148.
[641] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/149.
[642] I, 3, Mukaddimesi'nde.
[643] Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye,
Md. 42.
[644] IV, 41-42.
[645] III, 273.
[646] Bk. I, 193-194, el-Bakara,
2/8. âyet, 4 ve 5. başlıklar; I, 365-366, el-Bakara, 2/44. âyet, 2 ve 3.
başlıklar; II, 241-242, el-Bakara, 2/177. âyet, 6. başlık... v.s. Bu başlık
altında buraya kadarki tespit ve örneklerde Dr. el-Kasabi'nin a.g.eserinin
395-409. sahifel-er arasında verdiği bilgiler esas alınmıştır.
[647] IX, 31-32, Hûd, 11/38-40.
âyetlerin tefsiri.
[648] IX, 37-38, Hûd, 11/41-44.
âyetlerin tefsiri.
[649]
VII,
258, el-A'raf, 7/114. âyetin
tefsiri.
[650]
I.
256-257, el-Bakara, 2/29.
âyet, 6. başlık.
[651] I, 426, el-Bakara, 2/61.
âyetin tefsiri.
[652] Ebu'l-Ferac İbnu'l-Cevzi,
el-Mevzûât, Danı'1-Fikr 1403/1983 (İkinci baskı), II, 294-295.
[653] İbn Teymiyye,
Mecmûu'l-Fetavâ, 1398 (1. baskıdan tıpkı basım), XIII, 354; Suyûtî, el-ttkan,
II, 243-244; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 231-233. Ayrıca bu çalışmamızın
Kur-tubînin kaynaklarının Rivayet Tefsirleri arasında yer alan ve 3 no'lu
kaynak olarak es-Sa'lebi ve Tefsiri'ne kısaca değinmiş bulunuyoruz.
[654] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/149-152.
[655] Dr. Abdullah Aydemir,
Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara, 1979, s. 6-7; İsrâiliyyât hakkında bağımsız bir
çalışma olan bu eserden başka: Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 165-200; M. İbrahim,
a.g.e., s. 529-537'ye bakılabilir.
[656] II, 51-52, el-Bakara, 2/102.
âyet, 16. başlıkta Hârut ile Mârut kıssasına dair anlatılan İsrâili rivayeti
nakleder, sonra red ve iptal eder; XV, 208-210, Sâd, 38/41-43- âyetlerin
tefsirinde Hz. Eyyûb'un rahatsızlanması ve benzeri halleri ile ilgili
rivayetleri nakleder ve çürütür; yine XII, 80-86, el-Hacc, 22/52. âyetin
tefsirinde 3. başlıkta, Peygamberlerin asaletlerinin şeytanın telkinlerine
karşı korunduğunu açıklamak ve bunu sağlam rivayetlerle desteklemek sadedinde
bilgiler verirken, Ğaranik Hadisesi diye bilinen olaya da temas etmekte ve ilmî
delillerle bunu ve İsrâiliyyattan olan benzeri rivayetleri çürütmektedir.
[657] VI, 125-127.
[658] İbn Kesir,
Tefsiru'l-Kur'ânî'l-Azim, İstanbul, 1985 (Dnru'ş-Şa'b baskısından tıpkı basım),
II, 70-71.
[659] IX, 166-167.
[660] Fahruddin er-Râzî,
et-Tefsiru'l-Kebir, Beyrut, 1411/1990, XVIII, 92-94.
[661]
XV,
294, el-Mü'ınin, 40/7. âyetin
tefsiri. Bu başlık altında verdiğiniz örneklerin bir bolümü, bizim Kurtubî
Tefsiri'ni tercüme ederken tespit ettiğimiz örneklerdir. Diğer bir bölümü de
Dr. el-Kasabi tarafından a.g.e., s. 410-417 ile M. İbrahim tarafından a.g.e.,
s. 560-578 arasında verilen örneklerden yararlanılarak zikredilmiştir. Çoğu
yerde bizim de muhterem iki müellifin de dikkatini aynı örneklerin çektiğini
özellikle tes-bit ettik. Şahsi tesbitlerimiz bu iki müellifin eserlerine
muttali olmadan öncedir. Bur-dan hareketle şu sonuca varabileceğimizi sanıyorum:
Kurtubî Tefsiri'nde İsrâiliyyât'ın bulunduğu bir vakıadır. Ancak bunlar
özellikle aynı hacimdeki başka tefsirlerdekine kıyas edilecek olursa, oldukça
az bir yekûn tutar.
[662] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/152-153.
[663] IX, 280.
[664] X, 12-13, el-Hicr, 15/19-20.
âyetlerin tefsiri
[665] Bu türden kannatler ve
delilleri için bk. Mahmud el-Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut, 1405/1985
(el-Müniriyye baskısından tıpkı basım), XIII, 90-92.
[666] er-Râzî, a.g.e.,
XIX,
3-4.
[667] XI, 322, el-Enbiyâ, 21/81-82.
âyetler.
[668] IX, 20, Hûd, 11/22. âyetin
tefsirinde "La cereme" lafzını açıklarken "ce-le-me"
fiiline dair açıklamalarını gerektirecek herhangi bir husus yoktur.
[669] VIII, 135, et-Tevbe, 9/36.
âyet, 8. başlıkta: "fe in kîle..." diye ortaya attığı soruya cevap
teşkil edecek ifadeleri yeterince nakletmemektedir. Esasen bu farazî sora ve
onun doyurucu cevabını el-Ferrâ, Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok, 1,
435'te görmek mümkündür.
[670] Tercümemizde -inşaAllah-
yeri geldikçe bu gibi hususlara imkân nisbetinde işaret etmeye gayret
edilecektir.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/153-155.
[671] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/157.
[672] 1, 2-3.
[673] ez-Zehebî, Tarihu'l İslâm,
XXV, 166 dnn nakleden, Dr. el-Kasabî, el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir, s.
418.
[674] İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, II,
309.
[675] Abdurrahman İbn Haldun,
Mukaddime, Mısır, tarihsiz, s. 440.
[676] ed-Davûdî,
Tabakatu'l-Müfessirîn, II. 65-66.
[677] İbnu'1-İmâd.
Şecerâtu'z-Zeheb, V, 335.
[678] Ö.N. Bilmen, Büyük Tefsir
Tarihi,
II,
523-524.
[679] Dr. el-Kasabî, el-Kurtubî ve
Menfıecuhû fi't-Tefsir, s. 1-2.
[680] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/157-159.
[681] Kehhâle,
Mu'cemu'l-Müellifin, VII, 297-298.
[682] Kâtip Çelebî, Keşfu'z-Zunûn,
534; Ö. N. Bilmen, a.g.e., II, 525.
[683] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/159-161.
[684] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/161.
[685] İbn Kesir, Beyrut,
(Tarihsiz, Daru'l-Ma'rife baskısı), I, 104; Kurtubî, I, 434-435, el-Bakara,
2/62. âyet, 5. başlık. Bu örnek ile diğer
örnekler, İbn Kesir'in Dr. M. İbrahim el-Ben-nâ, M. Ahmed Âşûr, Abdulaziz
Guneyyim tarafından tahkiki yapılan ve Daru'ş-Şa'b tarafından (İstanbul, 1984
yılında Kahraman Yayınları tarafından tıpkı) basımı yapılan baskıda yoktur.
Bunun sebebini işaret ettiğimiz baskının tahkikini yapanlar (I, 7) şöylece
açıklamaktadırlar: "... Bizim bu baskımız müellifin ilk nüshasını temsil
eder. Daha önce yapılmış diğer baskı (lar), sonraki bir aşamayı temsil eder. Bu
aşamada İbn Kesir, çoğunluğu Zemahşerî, Kurtubî ve Fahruddin er-Râzî'den
alınmış bir takım ek bilgiler katmıştır." Buna göre bu ek ibareler, İbn
Kesir'in Tefsirini bir daha gözden geçirdiği bir sonraki nüshasında yer
almıştır. Bu ifadeler de Daru'l-Ma'rife baskısında yer aldığından buradaki
atıflar, aksi belirtilmedikçe bu baskıya aittir.
[686] İbn Kesir, I, 136; Kurtubî,
II, 50, el-Bakara, 2/1102. âyet, 15. başlık.
[687] İbn Kesir, I, 69; Kurtubî,
I, 263, el-Bakara, 2/30. âyet. 3- başlık Bu örnekler M. İbrahim, a.g.e., s.
779-881'deki bilgilere dayanılarak verilmiştir.
[688] Bu da: et-Tîn, 95/1. âyetin
tefsirinde "Tin = incir"in mahiyeti ile alakalıdır. Bk. İbn Kesir,
Daru'ş-Şa'b baskısı, VIII, 456; Kurtubî, XX, 111. Başka örnekler için bk. Dr.
el-Kasabî, a.g.e., s. 418-422.
[689] Meselâ, 1. İbn Kesir,
-Daru'ş-Şa'b baskısı, (İstanbul, 1984 tıpkı basımı)-, IV, 160 da; Hz.
Peygamber'in annesi ve babasının kabirlerinde
diriltilip iman ettiklerine dair rivayeti kaydettiğine atıfta bulunmaktadır.
Kurtubî de bu husustaki rivayet ve görüşleri, et-Tezkire, Kahire 1411/1991,
er-Reyyân baskısı, s. 15-17 de almaktadır. 2. V, 57 de müşriklerin çocuk yaşta
ölen evlatları ile ilgili görüş ayrılıklarına temas ederken: "Kurtubî de
buna yakın görüşleri et-Tezkire adlı eserinde zikretmektedir" der. Bk.
et-Tezkire, 591-598.
[690] El-Cemel,
el-Futûhatu'l-İlahiyye, İsa el-Bâbî baskısı - tıpkı basımı İstanbul, 1987-;III,
221; Kurtubî, XII, 238, en-Nûr, 24/31. âyet, 22. bnşlık.
[691] el-Ceınel, IV, 305; Kurtubî,
XVII, 298, el-Mücadele, 58/11. âyet, 4. başlık.
[692] Meselâ, bekâr kadınların ve
erkeklerin evlendirilmesi ile ilgili hükmü nakletmesi bövledir. Bk. el-Cemel,
III, 221; Kurtubî, XII, 239; en-Nûr, 24/32. âyet, 2. başlık.
[693] Meselâ. Kurtubî, XVII, 295,
el-Mücadele, 58/10. âyet 2. başlıktaki uzunca bir iktibası, el-Ceınel. IV,
304'te görebiliyoruz.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/162.
[694] Bilmen, a.g.e., II, 735.
[695] Bk. eş-Şevkânî,
Fethu'l-Kadir, el-Halebî, 1349 bnskısı, III, 383; Kurtubî I, 160, el-Bakara,
2/2. âyet, "onda takva sahipleri için bir hidâyet vardır" bölümü ile
ilgili 2. başlık.
[696] Bk. eş-Şevkânî, IV, 347;
Kurtubî, XV, 1; Yasin, 36. sûre mukaddimesi.
[697] Bk. eş-Şevkânî, V, 127;
Kurtubî, XVII, 151, er-Rahmân, 55. sûre mukaddimesi.
[698] Bu hususlara dair örnekler
için bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 864-867'e ayrıca Dr. el-Kasabî, a.g.e., s.
423-426.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/163-164.
[699] Bk. el-Kasiınî,
Mehasinu't-Te'vil, el-Halebî tarafından yapılan ilk baskısı, XV, 5559; Kurtubî,
XVII, 87-88, en-Necm, 53/6. âyetin tefsiri.
[700] Bk. el-Kasimî a.g.e., V,
1149; Kurtubî, V, 78, en-Nisâ, 4/11-14. âyetler, 28. başlık.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/164.
[701] Bk. eş-Şnnkîtî,
Edvâu'l-Beyân, Kahire, 1408/1988, IV, 325; KurtubîXI, 116, Meryem, 19 '54-55.
âyet, 4. başlık.
[702] Bk. eş-Şankîtî, a.g.e, VI,
92-93; Kurtubî, XII, 174, en-Nûr, 24/4-5. âyetler, 7. başlık.
[703] Bk. eş-Şankıtî, a.g.e, IV,
558; Kurtubî, XI, 245, Tâhâ, 20/105. âyetin tefsiri.
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/164-165.
[704] Meselâ, Elmalılı bir yerde:
"Ebussuûd'un naklettiği veçhile Kurtubî demiştir ki..."
Hak Dini Kur'ân Dili, Eser yayınları, 3.
baskı, VII, 5079) derken bir başka yerde: "Âlusî der ki... Kurtubî de bunu
tercih eylemiş iseler de..." (VIII, 5957-5958) demekledir. Bu ifadeler
aynı zamanda Ebussuûd Efendi'nin de Âlusî'nin de Kurtubî'den etkilenenler
arasında olduklarını göstermektedir.
[705] Elmalılı, III, 1528;
Kurtubî, VI, 17, en-Nisâ, 4/164. âyet.
[706] Elmahlı, IV, 2986; Kurtubî,
IX, 317, er-Ra'd, 13/29. âyetin tefsiri.
[707] Elmahlı, VIII, 5595;
Kurtubî, XIX, 227, et-Tekvîr, 81/1. âyetin tefsiri.
[708] Elmahlı, VIII, 5598;
Kurtubî, XIX, 228-229.
[709] Elmalılı, VI, 4468; Kurtubî,
XVI, 325, el-Hucurât, 49/11. âyetin tefsiri.
[710] Elmalılı, VIII, 5957-5958,
Kurtubî, X, 210, el-İsrâ, 17/1. âyet, 7. başlık (ya da, 4. başlıktan sonra
zikredilen 3. başlık) ile Elmahlı, VII, 5079; Kurtubî, XVIII, 175, et-Talâk,
65/12. âyetin tefsiri.
[711] Meselâ, ekine isabet edecek
afetlere karşı ve mahsûl bolluğu için yapılması halinde faydası görülen dua
gibi. Elmalılı, VII, 4717; Kurtubî, XVII, 218, el-Vâkıa, 56/63. âyetin tefsiri.
[712] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/165-166.
[713] Prof. Dr. Vehbe ez-Zuhaylî,
et-Tefsiru'l-Munîr, Beyrut ve Dimaşk, 1411/1991, VI, 3; Kurtubî, VI, 15,
en-Nisâ, 4/163. âyetin tefsiri.
[714] Dr. ez-Zuhaylî, VI, 34;
Kurtubî, VI, 17, aynı âyetin tefsiri.
[715] Dr. ez-Zuhaylî, VII, 115;
Kurtubî, VI, 364-365, el-Mâide, 5/112. âyetin tefsiri.
[716] Sabah-akşam belli bir duayı
yapanın Allah nezdinde bir ahdinin bulunacağına dair hadis gibi: Dr.
ez-Zuhaylî, XVI, 164; Kurtubî, XI, 154, Meryem, 19/83-87. âyetlerin tefsiri.
[717] el-Mâide, 5/18. âyetin nüzul
sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, VI, 136, Kurtubî, VI, 120, el-Mâide,
5/18. âyetin tefsiri; el-Mâide, 5/54. âyetin
nüzul sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, VI, 236; Kurtubî, VI, 220, el-Mâide, 5/54.
âyetin tefsiri; el-Bakara, 2/272. âyetin nüzul sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, III, 74;
Kurtubî, III, 337, el-Bakara, 2/272. âyetin tefsiri.
[718] Hâbil ile Kabil'in kurban
sunmalarına dair kıssanın sebebi: Zuhaylî, VI, 158; Kurtubî, VI, 134, el-Mâide,
5/27. âyet, 1. başlık.
[719] Meselâ, iyilik va'dine
mazhar olanların cehennemden uzaklaştırılacaklarını belirten el-Enbiyâ, 21/101.
âyet ile herkesin cehenneme mutlaka uğrayacağını belirten Meryem, 19/71. âyetin
arasını telife dair Kurtubî'nin kanaatini nakletmektedir: Dr. ez-Zuhaylî, XVI,
148; Kurtubî, XI, 138-139, Meryem, 19/66-72. âyetlerin tefsiri. Âyetler
arasında umum-husus ilişkisi bulunduğunu belirten telif şeklini nakline örnek:
Dr. ez-Zuhaylî, VI, 173; Kurtubî, VI, 159, el-Mâide, 5/37. âyetin tefsiri;
çeşitli hususlara dair âyetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koyan bir
telif şekli: Zuhaylî, III, 156, Kurtubî, IV, 12-13, Âl-i İmran, 3/7. âyet, 3.
başlık.
[720] Meselâ, Hz. Meryem'in
hamileliği ile Hz. İsa'nın doğumu arasındaki süre hususunda Kurtubî'nin
tercihini aktarır. Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 72; Kurtubî, XI, 92, Meryem, 19/16-26.
âyetlerin tefsiri.
[721] Hz. Musa'nın yol arkadaşı
Hz. Hızır'ın duvarı düzeltmesi ile ilgili Kurtubî'nin tercihine katılması: Dr.
Ez-Zuhaylî, XVI, 13; Kurtubî, XI, 27, el-Kehf, 18/77-78. âyet, 7. başlık.
[722] Meselâ bk. Dr. ez-Zuhaylî,
XVI, 17; Kurtubî, XI, 40-41, el-Kehf, 18/82. âyet, 3. başlık; Dr. ez-Zuhaylî,
VII/67; Kurtubî, VI, 320, el-Mâide, 5/96. âyet, 4. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, XVI,
31; Kurtubî, XI, 59, el-Kehf, 18/94. âyet, 2. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, VII, 83;
Kurtubî, VI, 332, el-Mâide, 5/101-102. âyet, 2. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, XVI,
123; Kurtubî, XI, 116, Meryem, 19/54-55. âyet, 4. başlık...
[723] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,
Buruç Yayınları: 1/166-168.
[724] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/169-172.
[725] İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/173-175.
[726] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 1/185-187.
[727] Türkçe'de de kullanılan özel isimler, çoğunlukla
Türkçe telaffuza riâyet edilerek kayıt edilmiştir.