İMAM KURTUBİ 6

HAYATI, ESERLERİ, TEFSİRİ VE TESİRİ 6

ÖNSÖZ. 6

Birinci Bölüm.. 8

KURTUBİ’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI DÖNEM... 8

1. Hayatı ve Dönemi: 8

II. Kurtubî'nin Yaşadığı Dönem: 9

İkinci Bölüm.. 9

ŞAHSİYETİ VE ESERLERİYLE İMAM KURTUBÎ 9

I. Hocaları ve Öğrencileri: 9

A- Hocaları: 10

1-  "Ebû Hucce" diye bilinen Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Kaysî: 11

2- Ebû Muhammed Abdulmu'tî b. Mahmûd b. Abdulmu'tî en-Nahvî: 11

3- Ebû Ali el-Hasen b. Muhammed : 11

4- Ebu'l-Kasım Abdullah: 11

5- Ebû Âmir Yahya b. Âmir: 11

6- Hafız el-Münzirî: 11

7- Rabi’ b. Abdurrahman: 12

8- Muhammed b. Ali eş-Şakîkî: 12

9- Selm b. el-Hasen: 12

10- İbn Vaddâh: 12

11- Ebû'l-Ğavs el-A'rabî 12

12- İbn Revvâc: 12

13- İbnu'l-Cümmeyzâ: 12

14- Kurtubî'nin Adını Zikretmediği Bir Hocası: 13

B- Öğrencileri: 13

II. Kurtubî'nin Şahsiyeti: 13

A- Tahsil Hayatı: 14

B- Ahlakî Şahsiyeti: 14

C- İtikadî Mezhebi ve Diğer Mezheplere Karşı Tutumu: 16

D- Fıkhî Mezhebi ve İlmî Seviyesi: 18

E- Bazı Konulara Dair Fikirleri: 21

1. Siyasî Fikirleri: 21

2. Sosyal Fikirleri: 24

3. Tasavvufa Yaklaşımı: 25

4. İlmî Delillere Karşı Tutumu: 28

F- Çeşitli İlimlere Dair Bilgisi: 30

G. Eserleri: 33

1. et-Tezkire; 33

2. el-Esnâ fi Şerhi Esmâi'l-Lahi'l-Hüsnâ: 34

3.  el-Muktebes: 34

4. Kam'u'l-Hırs: 34

5. el-Lümau'l-Lü'lüiyye: 35

6. el-İ'lâm: 35

7. Menhecu'l-Ubbâd: 35

8. Fıkıh Usulüne Dair Bir Eseri: 35

9.  et-Tizkâr: 35

10.  Şerhü't-Takassî: 35

11.  et-Takrîb: 36

12. Esmâü'n-Nebî: 36

13. el-î'lâm: 36

14. Diğer Eserleri: 36

Üçüncü Bölüm: 37

KURTUBÎ'NİN TEFSİR'DEKİ USÛLÜ.. 37

I. Tefsir Tarihinde Kurtubî'nin Yeri: 37

Birinci Aşama: Hz. Peygamber ve Sahabe Dönemi: 37

İkinci Aşama: Tabiin Dönemi: 38

1- Mekke Okulu: 39

2- Medine Okulu: 39

3- Irak Okulu: 39

Üçüncü Aşama: Tedvin Aşaması: 40

Dördüncü Aşama: Tefsirlerin Telifi: 40

Beşinci Aşama: Dirayetle Tefsir: 40

II. Kurtubî'nin Tefsiri'ni Yazdığı Tarih: 41

III. Usûlü: 41

A- Kendi İfadesiyle Tefsirini Te'lif Amacı ve Usûlü: 41

B- Kurtubî'nin Usûlü (Tefsirdeki Metodu): 42

1. Kur'ân ve Hadise Öncelik Tanıması: 43

2. Sahabe ve Tabiînden Gelen Nakillerden Yararlanması: 43

3. Sözlük Anlamlarına, Dilbilgisi Kurallarına ve Anlatım Üslûplarına Dair Açıklamaları: 44

4. Kıraatlere Dair Açıklamaları: 44

5. Nakil'deki Usulü: 44

6. Tefsirini Yazarken İzlediği Yol: 45

a. Tefsiri'nin Mukaddimesi: 45

b. Sûre Başlarında Verdiği Bilgiler: 45

c. Ayetleri Tefsiri: 46

ca) Âyetlerarası İlişki: 46

cb) Nüzul Sebebi ve Tarihî Olaylar: 47

cc) Ahkâma Dair Açıklamaları: 49

cd) Kanaatini Belirtmesi: 49

Dördüncü Bölüm.. 50

KURTUBI TEFSİRİNİN KAYNAKLARI 50

I- Kuran İlimlerine Dair Kaynaklar: 50

A. Tefsirler: 51

1) Rivayet Tefsirleri: 51

1.1. Taberî Tefsiri: 51

1.2. Bahru'1-Ulûm veya Ebu'1-Leys es-Semerkandî Tefsiri: 51

1.3. es-Sa'lebî'nin Tefsiri: 52

1.4. el-Mehdevî'nin: "et-Tahsîl..." Adlı Tefsiri: 52

1.5. Ebu'l-Hasen el-Maverdî'nin Tefsiri: 52

1.6. en-Nakkâş'ın Tefsiri: 53

1.7. Mekkî b. Ebi Tâlib'in "el-Hidâye..." adlı Tefsiri: 53

1.8. İbn Atiyye'nin Tefsiri: 53

2. Dirayet Tefsirleri: 53

2.1. Ebû İshâk ez-Zeccâc ile Ebû Cafer en-Nehhâs: 53

2.2. Zamehşerî'nin "el-Keşşâfı: 53

2.3. İbn Huveyzimendâd'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"ı: 54

2.4. el-Cessâs'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân''ı: 54

2.5. el-Kiyâ et-Taberî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ı: 54

2.6. İbnü'l-Arabî'ye ait "Ahkâmu'l-Kur'ân": 54

3. İşari (Tasavvufi) Tefsirler: 54

3.1. et-Tüsterî'nin "Tefsirü Kur’âni'l-Azîm''i: 55

3.2. es-Sülemî'nin"Hakaiku't-Tefsir"i: 55

3.3. Abdurrahim el-Kuşeyrî'nin "et-Teysir fî't-Tefsir: 55

B- Kur'ân Tarihine ve Kıraate Dair Eserler: 56

1.  el-Enbarî'nin "er-Red" Adlı Eseri: 56

2. Ebû Ali el-Fârisî'nin  "el-Hucce" Adlı Eseri: 56

3. İbn Cinnî'nin  "el-Muhtesib" Adlı Eseri: 56

4. Ebû Amr ed-Dânî'nin  Eserleri: 56

5. Ebû Ma'şer et-Taberî'nin "Sûku'1-Arûs" Adlı Eseri: 56

C- Garîbu'l-Kur'ân'a Dair Eserler: 57

II- Hadis, Hadis Fıkhı ve Sîret'e Dair Kaynaklar: 57

A. Kütüb-i Sitte ve Diğer Hadis Eserleri: 57

1. el-Halimî'nin "Minhâcu'd-Din" adlı eseri: 58

2. et-Tirmizî el-Hakîm'e Ait "Nevâdüru'l-Usûl": 58

3. Ebû Nuaym'm "Hilyetü'l-Evliya"sı: 58

4. Ebû Nasr es-Siczî'ye Ait "el-İbâne": 58

5. İbnü'l-Hassâr'a Ait "Şerhü's-Sünne": 58

6. Dârâkutnî'nin "Kitabu'l-Medih" (el-Mudebbec)'i: 58

7.  Hâkime Ait "Ulumu'l Hadis": 59

8.  el-Hatib el-Bağdâdî'ye Ait Eserler: 59

9. İbn Salâh'ın Ulûmu'l-Hadis'e Dair Mukaddimesi: 59

10. Ebû Bekr el-Âcurrî 59

B- Hadis Fıkhına Dair Eserler: 60

1. İbn Abdi'lberr'in  "el-İstizkâr"ı: 60

2.  et-Temhîd: 60

3.  el-Bâcî'nin "el-Muntekâ" adlı eseri: 60

4. İbnü'l-Arabî'nin "el-Kabes" adlı Eseri: 60

5. İbnü'l-Harrât'ın "Kitabul-Ahkâm'ı: 61

6. Ebû Cafer et-Tahavî: 61

C- Siret, Şemail... v. b. Eserler: 61

1. îbn İshâk'm "Sîretu'r-RasûTü: 61

2. el-Vakidî'nin "el-Mağazî" Adlı Eseri: 61

3. İbn Abdi'l-Berr'e Ait "ed-Dürer fî'1-Mağazî ve's-Siyer": 62

4. Beyhakî'nin "Delâilu'n Nubuvve" Adlı Eseri: 62

5. İbnü'l-Cevzî'nin "el-Vefâ" Adlı Eseri: 62

6. Ebû'r-Rebf Süleyman'ın "Şifâu's-Sudûr" Adlı Eseri: 62

7. Kadı Iyad'ın "eş-Şifâ" Adlı Eseri 62

8. İbn Sa'd'ın Tabakât'ı: 62

9. İbn Abdi'l-Berr'in "el-İstîâb"ı: 63

10. Taberî Tarihi: 63

11. İbn Asâkir’n "Dimaşk Tarihi": 63

12. el-Kisaî'nin "Kasasu'l-Enbiya" Adlı Eseri: 63

13. es-Sa'lebi'nin "Kitabu'l-Arâis" Adlı Eseri: 63

III- Tevhid (Akaid) ve Kelâma Dair Eserler: 63

1- Ebû Mansur el-Maturidî'ye ait "el-Akîde": 64

2- İbn Mende'ye Nisbet Edilen "Kitabu't-Tevhîd": 64

3- Ebû Bekr el-Bakillânî'nin "et-Temhîd''i: 64

4- Ebû İshâk el-İsferâyinî'ye Ait "el-Evsat": 64

5- Ebû'l-Meâlî el-Cuveynî'ye ait "el-İrşâd": 65

IV- Fıkha Dair Eserler: 65

1- Sahnûn b. Said'in "el-Müdevvene" Adlı Eseri: 65

2- İbn Habib'in "el-Vâdıha" Adlı Eseri: 65

3- Muhammed b. Ahmed'e Ait "el-Utbiyye": 66

4- İbnü'l-Mevvâz'a Ait "Kitabu'l-Muvâzene" 66

5- İbnü'l-Münzir'in "Kitabu'1-İşrâf" Adlı Eseri 66

6- İbn Abdi'l-Berr'e Ait "el-Kâfı" Adlı Eser: 66

7- İbn Rüşd'e Ait "el-Mukaddimât" Adlı Eser: 66

8- İbn Şâs'ın "el-Cavâhirü's-Semîne" Adlı Eseri: 67

9- er-Rûyanî'nin "Bahru'l-Mezheb" Adlı Eseri: 67

V- Arap Diline Dair Eserler: 67

A. Garîbu'l-Kur'ân ve Garîbu'l-Hadis'e Dair Eserler: 68

1. Ebû Ubeyd'in "Ğarîbu'l-Hadis"i: 68

2. Ebu'l-Ferec el-Cevzî'ye Ait "Fuhûmu'1-Âsâr": 68

B. Genel Lügatler (Sözlükler): 68

1. İbnü'l-Enbârî'nin "Kitab ez-Zâhir"i: 68

2. Ebû Ömer el-Mutarriz'e Ait "Kitabü'l-Yavâkît: 68

3. el-Esmaî'nin "Kitabu'1-Efâl" Adlı Eseri 69

4. el-Cevherî'nin "es-Sıhah"ı: 69

5. İbn Fâris'in "el-Mücmel" ve "Mekâyîsü'1-Lüğa"  Adlı Eserleri: 69

6. İbn Sîde'nin "el-Muhkem" Adlı Eseri 69

C. Kurtubî'nin Nahiv Kaynakları: 69

VI- Diğer Bazı Eserler: 70

Beşinci Bölüm.. 70

MEZİYET VE ZAAFLARIYA KURTUBÎ TEFSİRİ 70

I. Meziyetleriyle Kurtubî Tefsiri: 70

A. Kaynaklarını Tesbitteki Hassasiyeti: 71

B. Nakillerdeki Hassasiyeti: 71

C. İnsafı 72

D. Kıraat, Lügat, Sarf-Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları: 73

1. Kıraatler: 73

2. Kurtubî Tefsirinde Lügat Açıklamaları: 76

3. Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları: 77

E. Fıkıh ve Fıkıh Usûlü Bahisleri: 78

1. Fıkıh Bahisleri: 78

2. Fıkıh Usulü Bahisleri: 80

II. Zaaflarıyla Kurtubî Tefsiri: 80

A- Zayıf ve Uydurma Rivayetler: 81

B. Kurtubî Tefsiri'nde İsrâiliyyât: 82

C. Çağının İlmî Etkisi Altında Kalması: 83

Altıncı Bölüm.. 84

KURTUBÎ TEFSİRİNİN TESİRİ 84

I. Kurtubî ve Tefsiri Hakkında Değerlendirmeler: 84

II. Kurtubî Tefsiri Üzerinde Yapılan Çalışmalar: 85

III. Kurtubî ve Tefsiri'nin Tesiri: 86

A- İbn Kesir: 87

B- el-Cemel: 87

C- Şevkânî: 88

D- el-Kasimî: 88

E- eş-Şankitî: 88

F- Elmalılı: 89

G- Dr. Vehbe ez-Zuhaylî: 89

Sonuç. 90

GENEL BİR DEĞERLENDİRME. 90

BİBLİYOGRAFYA.. 92

İMAM KURTUBİ'NİN "EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ'L-KUR'ÂN" TERCÜMESİNE DAİR.. 93

TERCÜME ESNASINDA BAŞVURULAN ESERLER.. 95


İMAM KURTUBİ

 

HAYATI, ESERLERİ, TEFSİRİ VE TESİRİ

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

ÖNSÖZ

 

Cenâb-ı Allah'a sonsuz hamd-u senalar...

Son Rasulü Muhammed'e, sair rasul ve nebilere, aile halklarına, arkadaş­larına, onların miraslarını devir alarak yaygınlaştıran ilim adamlarına, şehid-lere, onların izinden gidenlere de sonsuz salat-u selam...

"İmam Kurtubi'nin Hayatını, Eserlerini, Tefsir'ini ve Tesirini" konu alan bu çalışma -haddimiz olmayarak- "Kurtubi Tefsiri"ni tercüme etmeye kalkışmak gibi cesaret isteyen bir işin zorunlu kıldığı bir çalışmadır. Kurtubi Tefsiri'nin tercüme kararı elbette büyük bir işti. (Cenab-ı Allah bu karara sebeb olan­ların ecrini versin; bize de bu işi yüzakıyla tamamlamayı nasib etsin, ecrin­den mahrum etmesin...)

Ancak İmam Kurtubi ve eseri -yer yer ondan yapılmış nakillere rastlanıl­makla birlikte- Türkçe okuyan müslümanlarca yeterince -bu işle ilmen ilgi­lenenler dışında- tanınmıyordu.

Bu bakımdan Kurtubi'yi ve Tefsiri'ni tanıtıcı bağımsız bir çalışmanın var­lığı da gerekli hatta bir bakıma zorunlu idi. Bu sebebten dolayı, bir taraftan Kurtubi tefsirini tercüme ederken bu amaçla tasarladığım plan çerçevesinde değerlendirmek üzere de yeri geldikçe notlar aldım. Onuncu cildin tercüme­sini tamamladıktan sonra, Tefsir'den çıkardığım notların büyük ölçüde yeter­li olacağını, arada görülecek boşlukların diğer ciltlere ve gerek görülecek eser­lere başvurarak doldurulabileceğini gördüm. Diğer taraftan Kurtubi ve Tef­siri üzerine yapılmış çalışmaların var olup olmadığını da araştırıp durdum. Sonunda Dr. el-Kasabi Zelât'ın: "el-Kurtubi ve Menhecehu fi't-Tefsir" adını taşıyan bir doktora tezini ilim ehli bir kardeşimizin yardımı ile tesbit ettik. Yi­ne ondan bu çalışmayı ve ayrıca meşhur Hasan Selman ile Cemâl Abdulla-tif ed-Dusuki'nin müştereken hazırladıkları "Keşşaf Tahlili li'1-Mesâili'l-Fık-hiyye fi Tefsiri'l-Kurtubi'yi de tedarik ettik. Bu çalışmanın da özellikle "Kur­tubi'nin Tefsiri'ne göre şahsiyet ve asrı" unvanlı bölümü, bizim bu çalışma­mızda yardımcı oldu.

Bilahare Mustafa İbrahim el-Mişni tarafından "Medresetu't-Tefsir fi'1-Ende-lüs" adlı bir çalışmayı da gördük. Bu çalışmanın da Kurtubi'ye dair bölüm­leri işlerimizi oldukça kolaylaştırdı.

Bunlar dışında Tefsir Tarihi'ne ve biyografilere dair yazılmış eserlerde bi­zim bu alanda yararlandığımız ikinci dereceden kaynaklar arasında yer alır.

Kurtubi ve Tefsiri'ne dair bu çalışmamızda -mesela- çeşitli eserlere ve mü­elliflere ya da belirgin bazı şahsiyetlere dair bilgileri aldığımız kaynaklar da bu çalışmanın diğer kaynaklan arasındadır.

Ancak görüleceği gibi; bu çalışmanın bütün aşamalarında en çok Kurtu-bi'nin kendi tefsirinde verdiğ bilgiler yol gösterici olmuş, ışık tutmuştur.

Görülecek olan ikinci husus şudur: Bu çalışma, aynı alanda önceden ya­pılmış çalışmaların değişik bir tekrarından ibaret değildir. Bu çalışmada da­ha önce yapılmış çalışmalardan oldukça farklı ve oralarda yer almayan bir çok bilgi yanında; farklı bazı hususlara ve konulara da dikkat çekilmiş ve önplana çıkartılmıştır. Sanırım bu kadarı da bağımsız bir çalışma yapmak için yeterli gerekçelerdir.

Bu çalışmanın kısa bir çerçevesini çizmek amacıyla da şunları kaydede­lim.-

Kurtubi'nin hayatı ve yaşadığı dönemi konu alan kısa bir bölümden son­ra; ikinci bölümde, Kurtubi'nin ilmi ve ahlaki şahsiyetini belirginleştirmeye ve eserlerine dair bilgi vermeye çalıştık.

Üçüncü Bölümde, Kurtubi Tefsiri'nin usulünü belli bir sistem çerçevesin­de ortaya çıkarmaya çalıştık.

Dördüncü Bölüm'de Kurtubi Tefsirinin kaynaklarını tesbit etmeye çalış­tık. Bunu yaparken de özellikle hem müellifin hem de eserlerini ismen zik­rettiklerini tasnif edip kayd ettik ve bunlara dair kısa bilgiler vermekle ye­tindik.

Beşinci Bölümde Kurtubi Tefsirinin gözden kaçabilecek bazı meziyetle­rini ortaya çıkarmaya, bununla birlikte zaaf olarak nitelendirilebilecek -tes­bit edebildiğimiz- bir iki noktaya değinmeye çalıştık. Pek çok meziyeti ya­nında bazı zaaflarının da bulunduğuna dikkat çekmeyi adaletli bir değerlen­dirme için gerekli gördüğümüz gibi; kemal'in Allah'a mahsus olduğuna ve İmam Malik'in de işaret ettiği gibi, "Allah Rasulü dışındaki herkesin sözleri­nin bir kısmı alınabilirken, bir kısmının da red edilebileceğine" de işaret et­mek istedik.

Altıncı Bölümde Kurtubi Tefsiri'nin kendisinden sonra gelen bazı müfes-sirlere etkilerini örneklendirmeye gayret ettik ve Kurtubi Tefsirinin etkisinin bunlarla sınırlı görülmemesi gerektiğine de dikkat çekmeye çalıştık.

Kısa bir "değerlendirme" ile de noktaladığımız bu mütevazi çalışmanın -karınca kararınca- ilmi hayatımıza katkıda bulunacağını ümid ederiz.

Bu vesile ile Peygamberi mirasın bize intikalinde rol oynamış bütün ilim adamlarına, ilmi cehdiyle bu dine hizmeti geçmişlerin yanında cihadıyla da bu dinin sonraki nesillere ve diğer insanlara ulaşmasında, ulaştırılmasında mutlak katkıları olan gazi, mücahid ve şehidlere de Allah'tan mağfiret ve ih­san dileriz.

Rabbimiz! İlmimizi artır!

Rabbimiz! Bize dünyada da bir iyilik ve güzellik ver! Ahirette de bir iyi­lik ve güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru![1]

M. Beşir Eryarsoy

Üsküdar, Muharrem 1417

Haziran 1996


Birinci Bölüm

 

KURTUBİ’NİN HAYATI VE YAŞADIĞI DÖNEM

 

1. Hayatı ve Dönemi:

 

Künyesi: Ebu Abdullah, adı: Muuhammed, babasının adı: Ahmed, dedesi: Ebu Bekr, dedsinin babası Ferh olan müfessirimiz, Ensari ve Hazrecli bir soydan gelmektedir. Kurtubada doğduğu kaynakların ittifakı ile belirtilmektedir.[2]

Aynı şekilde kaynaklar, hicri 671 yılında vefat ettiğini de belirtmektedirler,[3] hatta bu kaynaklar arasında vefat tarihini günü ile tesbit edenler de vardır. ed-Davudi , ez-Zehebi’den naklen şöyle demektedir: “(Kurtubi) Said’in alt kısmında yer alan Hasiboğulları Minye’si diye bilinen yerde yaşardı. Pazarı pazartesiye bağlayan geceye rastlayan 671 yılı  Şevval ayının 9’uncu gününde (30.IV.1273) vefaat  etmiştir.”[4]

Kurtubi’nin doğum tarihini tesbit eden yahut da buna işaret eden herhangi bir kaynak bulunmamakla beraber, başta tefsiri olmak üzere eserlerinde de buna işaret eden herhangi bir ifadeye rastlanmamıştır. Kurtubi’nin şahsiyeti ve tefsirdeki metodu üzerine yayınlanmış doktora tezi bulunan Dr. El Kasabi Mahmut Zelat da bu konuda herhangi bir kayda rastlamadığını belirtmektedir.[5]

Bununla birlikte çocukluk, öğrencilik, gençlik, hatta yetişme döneminin büyük bir bölümünün Endülüste geçtiğini, daha sonra ise hicret ederek Mısıra gelip yerleştiğini ve hayatının geride kalan bölümlerini burada geçirip Mısırda vefat ettiğini tefsirdeki diğer açıklamalardan anlayabiliyoruz.

Mesela Kurtubi, Ali-İmran suresi169-170’nci ayetlerine dair açıklamalarında ( beşinci başlıkta ) bulunduğu sırada, düşmanın bulundukları yere yaptıkları bir baskından söz etmekte ve babasının da bu arada öldürüldüğünü şöy­lece zikretmektedir: "...Kahrolası düşman, 627 yılının mübarek Ramazan ayının 3'ncü günü sabahında herkes işlerinde bir şeyden habersiz çalış­makta iken, düzenlediği baskında pek çok kimseyi öldürüp esir aldı. Öldü­rülenler arasında rahmetlik babam da vardı..."[6]

Bu ifadeden, Kurtubî'nin 627 yılı Ramazan ayının 3'ncü gününe tesadüf eden (16 Temmuz 1230) tarihinde Endülüs'te bulunduğu ve çiftçi bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır.

Yine Tefsir'inde, (el-Bakara, 245'nci âyetin tefsirinde) hocalarından olan

Kadı Ebû Âmir Yahya b. Âmir'den Rabiu'1-Âhir 628 yılında (Şubat 1231'de) Kurtuba'da kendisinin kıraat ile hadis ahzettiğini haber vermektedir. [7]

Bu ifadeden hem o dönemin Kurtuba'sındaki ilmi hayata dair bir takım işaretler bulunmakta, hem Kurtubî'nin (ileride nisbeten etraflı bir şekilde gö­receğimiz) ilmi hayatına atıfta bulunulmaktadır. Ancak, bu ifade bize şunu göstermektedir ki Kurtubî, hicri 628 tarihine kadar kesinlikle Endülüs'te bulunuyordu.

Özellikle az önce babasının vefatı ile ilgili açıklamasından hareket eden Dr. el-Kasabî, Kurtubî'nin doğum tarihini takribi olarak da olsa tahdit etme­ye çalışırken şunları söylemektedir: Kurtubî'nin, hicri 6. asrın son diliminde, yahut bunun az öncesinde dünyaya gelmiş olduğunu varsayacak olursak O'-nun Muvahhidler zamanında ve onlara mensub Yakub b. Yusuf b. Abdul-mu'min (580-595 / 1184-1199) döneminde doğduğunu kabul edebiliriz. [8]

Kurtubî'nin Mısır'a ne zaman geldiğini kesin olarak tesbit etmemiz müm­kün olmamakla birlikte Tefsirinde Mısır'da yaşadığına dair pek çok ifadele­ri tesbit etme imkânımız vardır. [9]

Mısır'a geliş tarihini kesinlikle tesbit edememekle birlikte Tefsir'inde ye-ralan şu ifadelerden takribi bir tarih çıkarma imkânından söz edilebilir. Kur­tubî, İsra sûresinin 45'nci âyetinin tefsirini yaparken başından geçen şöyle bir olayı anlatmaktadır: "...Ülkemiz Endülüs'te Kurtuba'ya bağlı yıkık yahut da (Mensur adını taşıyan) bir kalede başımdan şöyle bir olay geçmiştir: Düşmanın önünden kaçarken yana doğru bir başka tarafa çekildim. Aradan fazla zaman geçmeden arkamdan beni yakalamak üzere iki atlı yola koyul­du. Düzlük bir arazide oturuyordum. Beni takib eden bu iki atlıya karşı be­ni gizleyecek hiçbir şey yoktu. O sırada Yâsîn sûresinin baş taraflarını ve Kur'ân-ı Kerîmin başka bölümlerini okumaktaydım. Beni izleyen iki kişi yanımdan geçtiler, sonra geçtikleri aynı yerden geri döndüler. Bu sırada on­lardan birisi diğerine: "Bu bir Di'beludur" -Şeytan demek istiyorlardı- dedi­ler. Allah onların basiretlerini kör etti ve beni göremediler. Bundan dolayı Yü­ce Allah'a çok hamd-ü senalar ettim." [10]

Bu ifadeden, Kurtubî'nin düşmandan kaçtığı ve Allah'ın onu koruduğu açıkça anlaşılmakla birlikte buna dair herhangi bir tarihten de söz etmemek­tedir. Dr. el-Kasabî, sözü geçen bu kalenin h. 632 (1234-1235) yılında Kur-tuba çevresinde hıristiyanlar tarafından düşürülen kalelerden birisi olabile­ceğine ve sonunda da 23 Şevval 633 (1. VII. 1236) yılında Kurtuba'nın da düş­tüğüne, Kurtuba ahalisinin bunun üzerine şehirlerini terk ettiklerine dikkat çekmekte ve Kurtubî'nin Mısır'a gelmek üzere İspanya'dan ayrılması 633'lü yıllardan sonraya rastladığında şüphe olmadığı sonucuna varmaktadır. [11]

Yine Dr. el-Kasabî'nin, Endülüs'ten Mısır'a gelmek isteyip de Said veya Ka-hire'ye doğru gitmek isteyenlerin, ister kara ister deniz yoluyla gelsinler, mut­laka İskenderiye'ye uğramak zorunda olduklarını belirtmekte; diğer taraftan Kurtubî'nin (ileride sözü edilecek) bazı hocalarının İskenderiye'de yaşamış olduklarından hareketle, önce İskenderiye'de bir süre kaldığını, ondan son­ra da Said'de yer alan Minye'ye gitmiş olması gerektiği ve hocalarından bi­risi olan İmam Muhaddis Ebû Muhammed Abdulvehhab b. Revvâc'ın 648 h. (1250-12551 M.) de vefat etmesi dolayısıyla da 648'den önce İskenderiye'ye varmış olması gerektiği sonucuna varmaktadır. [12]

Buna göre şu sonuca varmamız mümkündür: Kurtubî, İskenderiye'ye geldikten sonra bir süre ilmi tahsiline orada devam etmiş ve büyük bir ihti­malle İskenderiye'de kendisinden ilim tahsil edeceği kimsenin kalmadığına kanaat getirdikten sonra Hasiboğullan Münye'si diye bilinen şehire gidip yer­leşmiş ve vefat ettiği tarihe kadar orada kalmıştır.

Başta da işaret edildiği gibi Kurtubî, Pazartesi gecesine rastlayan 9 Şev­val 671 (30. IV. 1273) günü Minye'de vefat etmiştir.

Dr. el-Kasabî'nin belirttiğine göre Kurtubî'nin kabri, Said'in aşağı bölge­lerinde yer alan ve Nil'in doğu taraflarında bulunan Munye'de bulunmakta ve halen bilinmektedir. 1971 yılında Kurtubî adını taşıyan büyükçe bir mes-cid yapıldığını da bize bildirmektedir. [13]

Kurtubî'nin nesebine dair açıklamalar başta zikredilmişti. Kurtubî'nin so­yundan gelenler ile ilgili olarak da aynı zamanda bir ilim adamı da olduğu anlaşılan Şihabuddin Ahmed adında bir oğlu olduğunu da öğreniyoruz. Çünkü ed-Davudî, Kurtubî'nin hayatını zikrederken: "Ondan oğlu Şihabud-din Alımed de rivayet etmiştir" [14] demektedir. [15]

 

II. Kurtubî'nin Yaşadığı Dönem:

 

Az önceki kısa açıklamalardan ve takribi olarak çıkartılan bir takım sonuç­lardan anlaşıldığına göre Kurtubî, yaklaşık 600 h. (1203-1204 m.) yılı dolay­larında Kurtuba'da doğmuş, 640 / 1242-1243 yılları civarında Mısır'a gelmiş ve 671 / 1273 yılında vefat etmiştir.

Bu dönemlere tekabül eden tarihlerde ise, Endülüs'te Muhammed b. Tû-mert'in kurmuş olduğu Muvahhidler Devletinin yönetim başında olduğu görülür. Çünkü, bilindiği gibi Muvahhidler, (524-667 / 1130-1269) yıllan arasında varlığını sürdürmüş bir devlettir. Buna göre Kurtubî'nin hayatının birinci dönemi Endülüs'te Muvahhidler döneminde tamamlanmıştır.

Mısır'a gidişi ise, hicri 648 (m. 1250)'den önce olduğuna ve 671 yılında da vefat ettiğine göre, Kurtubî'nin Mısır'daki hayatının da Memlûk Hanedanının kuruluşuna -647 h. /1249 m. da- rastladığını ve vefatının da Bahri Memlûk-lular diye bilinen Memlûk sultanlarının dördüncüsü olan ve (659-676 1260-1277) yılları arasında hükümdarlık süren el-Melik ez-Zâhir Rüknüddin Baybars dönemine rastladığını görüyoruz. [16]

Kurtubî'nin hayatı ile ilgili belli başlı bu noktalan tesbit ettikten sonra şah­siyeti ve eserleri üzerlerinde nisbeten daha etraflı bir şekilde durmamız ge­rekmektedir. [17]

 

İkinci Bölüm

 

ŞAHSİYETİ VE ESERLERİYLE İMAM KURTUBÎ

 

I. Hocaları ve Öğrencileri:

 

Kurtubî'nin yaşadığı asır olan hicri 7'nci asır, İslâm ilim tarihinin gerçek­ten önemli bir dönemine rastlamaktadır. Siyasal açıdan İslâm Tarihinin par­lak dönemleri nisbeten geride kalmakla birlikte, bu dönemde özellikle ön­ceki asırların ilmî birikimlerinin çok ciddi bir şekilde tasnif edildiğini görü­yoruz. Önceleri temel bilgilerin bir araya getirilmesi şeklinde başlayan ilmî hareket, bu dönemde çok daha kapsamlı bir hâl aldı. Diyebiliriz ki: Her dal­da yapılan derleme ve tasnifler adeta ilim piramidinin en üst taşlarının ko­nulduğu bir dönemi temsil etmektedir.

Kurtubî'nin, doğumundan itibaren yaklaşık 648'li yıllara kadar Endü­lüs'te yaşadığını kabul ettiğimize göre Kurtubî, Muvahhidler döneminde Endülüs'te yetişmiş, ilmî hayatının önemli bir bölümünü burada tamamlamış olmaktadır.

Daha sonra Kurtubî, Mısır'a geçmiştir. 648'nci hicri (1250 m.) yılında ise o sıralarda Eyyubîlerin Mısır'daki son dönemleri ile Memlûk Sultanlığının baş­lama dönemleri olduğunu ve Kurtubî'nin 671 / 1273 yılında Baybars'ın hü­kümdarlığı sırasında vefat ettiğini tesbit etmiştik. Bu iki coğrafi alanda ve bu dönemde oldukça verimli ve zengin bir ilmi hayat ile karşı karşıya bulunu­yoruz.

Bu konuda fikir verecek şekilde açıklamalarda bulunmak, esasen Kurtu-bî'yi ve eserlerini, özellikle de Tefsirini bir tanıtım mahiyetinde olan bu ça­lışmanın sınırlarını aşacağından, bu konu ile ilgili derli toplu bilgi edinmek isteyenlerin başka kaynaklara başvurmaları gerekmektedir. [18]

Müfessirimiz, o zaman İslâm aleminin geleneksel ilim tahsil etme ve ilmi rivayet etme yollarını sürdürmüş bulunmaktadır. Tefsirinde yer yer kullan­dığı ifadelerden bunu anlamaktayız. Mesela: "Hocamız İmam Ebu'l-Abbas dedi ki... derdi ki..."[19] ifadelerine rastladığımız gibi, "hocamız Ebû Cafer el-Kurtubî'yi şöyle derken dinledim" [20]; "Selm b. el-Hasan'ı şöyle derken dinle-dim"[21]; "Ben bunu, Ebu'1-Ğavs el-A'râbî'den dinledim" [22]; "Hocamız, Hafız el-Munzirî eş-Şafii Ebû Muhammed Abdulazim'i dinledim ki..." [23] ve "Hoca­mız İmam Hafız Ebû Muhammed Abdulazim'i şöyle derken dinledim..." [24] gibi bizzat hocasının ağzından dinlediğini ifade eden hadis terimlerini kul­lanarak nakillerde de bulunur. Yine "bize bildirdi" anlamına gelen "enbeenâ" diye rivayetlerde bulunduğunu da görüyoruz. Mesela, birisinde şöyle demek­tedir:

"Bize, büyük ilim adamı, fakih, İmam Ebu'l Kasım Abdullah... babası... el-Kûmî et-Tilmisanî bildirdi ki..." [25] demektedir.

Yine benzer anlama gelen bir edâ tabiri olan "ahberanâ" ve: "ben ona oku­yordum, o dinliyordu" anlamında; "kıraaten minnî aleyhi" ifadelerini, "İmam Muhaddis Kadı Ebû Âmir Yahya" adındaki hocasından yaptığı nakil ile ilgi­li olarak kullandığını da görmekteyiz. [26]

"Bize bunu Muhammed b. Ali eş-Şakîkî anlattı" anlamındaki ifadede de "haddesenâ" tabirini kullandığını görüyoruz. [27]

Belli bir takım rivayetleri nakledebilme hususunda hocalarından icazet al­dığına dair ifadelere de: "Yüce Allah'a hamd olsun ki, biz bütün bunları ica­zet ile rivayet etmekteyiz"[28] ifadelerine ve yine: "Biz, bütün bunları İbn Vad-dâh'dan rivayet ettik..." [29] ifadelerine de rastlamaktayız.

İşte, yer yer rastladığımız bütün bu ifadeler, Kurtubî'nin o zamanın ilim geleneğine uygun olarak bir eğitimden, tahsil hayatından geçtiğini ve telif­lerinde de bunlardan yeri geldikçe gereği gibi faydalandığını göstermekte­dir. Bu hususları bu şekilde kısaca tesbit ettikten sonra imkânlarımız ölçü­sünde Kurtubî'nin hocalarını tesbit etmeye çalışalım: [30]

 

A- Hocaları:

 

Kurtubî'nin Tefsir'inde sözünü ettiği onu aşkın hocasından ayrı olarak ba­zı kaynaklar onun, bunların dışında kimi hocalarının da isimlerini vermek­tedir. Dr. el-Kasabî, "Kurtubî ve Tefsirdeki Metodu" ile ilgili olarak hazırla­dığı doktora tezinde Kurtubî'nin hocalarına özellikle Kurtubî dönemindeki ilmHıareketten söz ederken sırası geldikçe işaretlerde bulunmaktadır. [31] An­cak bizler, gerek Tefsirini tercüme ederken, gerekse de başka eserlerin de yar­dımıyla tesbit edebildiğimiz hocalarının isimlerini şöylece kaydedebiliriz: [32]

 

1-  "Ebû Hucce" diye bilinen Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Kaysî:

 

Kurtubî, Tefsirinde en çok bu hocasının adından söz etmektedir. [33] İs­kenderiye'de de ders veren Malikî mezhebine mensup muhaddis ve fakih ola­rak nitelendirilen bu değerli ilim adamı, 578 (1182) yılında Kurtuba'da do­ğup ilim tahsilini orada sürdürdükten sonra İskenderiye'ye gelip yerleşmiş­tir. Kurtubî, bu hocasından "el-Mufhim Şerhu Sahilı-i Müslim" adındaki ese­rinin bir bölümünü de okuyup dinlemiştir. Bu hocasının hicri 656 (1258) yı­lında vefat ettiği bildirilmektedir. [34]

 

2- Ebû Muhammed Abdulmu'tî b. Mahmûd b. Abdulmu'tî en-Nahvî:

 

Kurtubî, bu hocasından yine değişik vesilelerle Tefsirinde söz ederken, onu "hocamız, imam" unvanları ile de anmaktadır. [35] Bir yerinde de bu hoca­sının Kuşeyrî'nin Risalesi'ni şerh ettiğinden söz ettiğini gördüğümüz gibi,[36] İskenderiye'de ondan ilim ahzettiğine işarette bulunduğunu da görüyo­ruz. [37]

 

3- Ebû Ali el-Hasen b. Muhammed :

 

Kurtubî, tam adını Ebû Ali el-Hasen b. Muhammed b. Muhammed b. Am-rûk el-Bekrî diye verdiği bu hocasından "imam, muhaddis ve hafız" olarak sözetmekte ve Mısır diyarında el-Mansura'nın karşısındaki el-Cezire'de on­dan ilim ahzettiğine atıfta bulunmaktadır. [38]

 

4- Ebu'l-Kasım Abdullah:

 

Bu hocasından da "fakih ve imam" diye sözeden Kurtubî, babasının da "fa-kih, imam ve muhaddis" unvanlarını zikrederek, Ebû'l-Hasen, Ali b. Halef b. Ma'zûz olduğunu belirtmekte ve bu hocasının aslen Tilmisanh olduğuna da işaret etmektedir.[39]

 

5- Ebû Âmir Yahya b. Âmir:

 

Kurtubî, bu hocasından Kurtuba'da 628 yılı Rabiü'1-Âhir (1231 Şubat) ayında ilim öğrendiğine işaretle, bu hocasının hem fakih, hem imam, hem muhaddis ve kadı olduğunu belirtmektedir. Hem mezhebi itibariyle Eş'arî mezhebine mensup olduğunu hem de neseb itibariyle de Eş'arî olduğunu İfa­de etmektedir. [40]

 

6- Hafız el-Münzirî:

 

Çağının en ileri gelen hadis alimlerinden olan Abdulazim b. Abdulkavî b. Abdullah b. Selâme b. Said'den de ilim ahzetmek Kurtubî'ye nasib olmuştur. Bu büyük hadis aliminin "et-Terğîb ve Terhîb" adlı meşhur hadis eseri dışın­da özellikle "Muhtasaru Sahih-i Müslim" ile "Muhtasaru Sünen-i Ebi Dâvûd" adlı eserleri, daha sonraki dönemlerde ilim adamlarının çokça istifade etti­ği eserler arasında yer almıştır. Cumartesiye tesadüf eden 4 Zülkade'de 656 (.2 Kasım 1258)de vefat etmiştir. [41]

el-Münzirî'nin tedris ve te'lif hayatı, özellikle Mısır'da sözkonusu olduğun­dan hareketle, Kurtubî'nin de burada Münzirî'den ilim ahzetmiş olduğunu ra­hatlıkla söyleyebiliriz. Kurtubî, bu hocasından "hocamız, hafız ve Şafii mez­hebine mensub olduğunu" belirterek sözetmektedir. [42]

 

7- Rabi’ b. Abdurrahman:

 

Kurtubî düşmanların baskını esnasında öldürülen babasının hükmünü sor­duğu hocalarından birisi olarak sözkonusu etmekte ve ondan "hocamız Ra-bi' b. Abdurrahman b. Ahmed b. Rabi' b. Ubey" [43] diye bahsetmektedir. Bu da, bu hocasının Endülüs'te iken kendilerinden ilim tahsil ettiği kimselerden birisi olduğunu göstermektedir. [44]

 

8- Muhammed b. Ali eş-Şakîkî:

 

Kurtubî, iki ayrı yerde: "Bize bunu Muhammed b. Ali eş-Şakîkî anlattı.."[45] diye bir ifade kullanmaktadır. İfadenin zahirinden Kurtubî'nin bu hocadan doğrudan ilim ahzettiği anlaşılmakta ise de -işaret ettiğimiz- birinci yerde: "Bize Muhammed b. Ali eş-Şakîkî babasından o, Abdullah b. el-Mübârek'ten . naklen anlattı..." demekte; ikincisinde ise: "Bize bunu Muhammed b. Ali eş-Şakîkî anlattı, dedi ki: Ben, babamı bunu Süfyân b. Uyeyne'den nakledip..." demektedir.

Görüldüğü gibi her iki yerde de eş-Şakîkî, babası vasıtası ile nakletmek­tedir. Bu nakillerin birincisini 215/851 yılında vefat eden Muhammed b. el-Mübârek'ten, ikincisini ise 198/813-814'te vefat eden Süfyan b. Uyeyne'dendir. Bu ilim adamları ile müfessirimiz Kurtubî arasında birisi eş-Şakîkî, diğeri babasından ibaret iki râvinin bulunması tarihen mümkün değildir. O bakımdan Meşhur Selmân ile Cemâl ed-Dusûkî'nin "Keşşaf" adlı eserlerinde eş-Şakîkî'yi Kurtubî'nin hocaları arasında saymaları (s. 21'de) bir yanılgıdır. [46]

 

9- Selm b. el-Hasen:

 

Kurtubî, -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- "Selm b. el-Hasen'den dinledim ki..." diye bir ifade kullanmaktadır. [47] Bu ifadeden Selm'in Kurtubî'nin ho­cası olduğu anlaşılmakta ise de buna imkân yoktur. Çünkü ifadenin tercümesi şöyledir: "Selm b. el-Hasan'ı şöyle derken dinledim: Ebû İshâk ez-Zeccâc'ı şöyle derken dinledim..." ez-Zeccâc'ın vefat tarihi ise 311/923'tür. Buna göre "Keşşafı hazırlayanların, Selm'i de Kurtubî'nin hocaları arasında say­maları (s. 21) -aynı mülahaza ile- bir yanılgıdır. [48]

 

10- İbn Vaddâh:

 

İsmini zikretmeksizin sadece "İbn Vaddâh" diye yalnızca bir defa "biz, bü­tün bunları İbn Vaddâh'tan rivayet ettik..." [49] diyerek bu hocasından baba­sının da adını vererek söz etmektedir. [50]

 

11- Ebû'l-Ğavs el-A'rabî

 

Kurtubî, bu hocasından da "... ben bunu Ebû'l-Ğavs el-A'rabî'den dinle­dim..." [51] diye Nebe' sûresinin 14'ncü âyet-i kelimesindeki "el-Mu'sirât (bulutlar)" kelimesini açıklarken zikretmektedir. [52]

 

12- İbn Revvâc:

 

ed-Davudî bize, Kurtubî'nin İbn Revvâc adlı bir zattan ilim ahzetmiş ol­duğunu bildirmektedir. [53]

 

13- İbnu'l-Cümmeyzâ:

 

Yine ed-Davudî, İbn el-Cümmeyzâ adındaki bir zattan ilim dinlemiş oldu­ğunu zikretmektedir. [54]

 

14- Kurtubî'nin Adını Zikretmediği Bir Hocası:

 

Kurtubî: "Hocalarımdan birisini şöyle derken dinledim... " diye bir ifade kullanmakta ve bu hocasının ismini vermemektedir. [55] O bakımdan, bizim için bu zatın kimliğini tesbit etmek mümkün olamamaktadır. Acaba şimdiye kadar anılan hocalardan birisi midir, bir başkası mıdır?

Kurtubî'nin ilim tahsil ettiği hocalarının bunlardan ibaret olduğunu söy­lemek elbetteki mümkün değildir. Başka eserlerinde ve Tefsir'inde de zikret­mekle birlikte bizim ve Kurtubî üzerinde çalışmalar yapan başka müellifle­rin, yada araştırmacıların gözünden kaçmış başka bir takım isimler de bulu­nabilir. [56]

Kurtubî'nin bir yerde de "hocalarımızın hocası" diyerek "Ebu'l-Hasan Ali b. el-Mufaddal el-Makdisî"nin adını vermektedir. [57]

Şunu belirtelim ki -ileride Kurtubî'nin yararlandığı kaynaklar üzerinde du­racağımızda da görüleceği gibi- Kurtubî'nin yalnızca hocalarından edinmiş olduğu bilgilere istinaden Tefsirini -ve dolayısıyla diğer eserlerini de- te'lif ettiğini düşünmek esasen mümkün değildir. Nitekim Kurtubî, sırası geldik­çe pek çok esere ve mü'ellife atıfta bulunmaktadır. Buna dayanarak şunla­rı söyleyebiliriz:

Kurtubî, tahsil hayatı boyunca kendilerinden ilim almış oluduğu hocala­rından aldığı bilgileri bir anahtar gibi kullanmış, kendi dönemine kadar İslâm kütüphanesinin zenginliklerinden alabildiğine istifade edebilmiş ve bu ansiklopedik çapta, gerçekten kapsamlı ve yoğun bilgi ve araştırma mahsu­lü olan -başta tefsiri olmak üzere- değerli eserlerini bizlere miras olarak bı­rakmıştır.

Onun ve bizlerin bu alandaki çalışmalarının ecrinden mahrum bırakılmı-yarak yüce Allah tarafından bol bol mükâfaata nail olmayı niyaz ederiz. [58]

 

B- Öğrencileri:

 

Kurtubî gibi ilmî bir şahsiyetten pek çok kimsenin-ilim aldığında şüphe yoktur. Bununla birlikte kaynakların ona öğrencilik yapan şahısların kim ol­duklarına dair herhangi bir bilgi verdiğini şimdiye kadar da tesbit etmek müm­kün olmamıştır. Ancak, Kurtubî'nin hayatına dair bilgi veren bütün kaynak­lar, Onun oğlu Şihâbuddin Ebu'l-Abbâs Ahmed'in ondan ilim aldığını ve ri­vayette bulunduğunu da zikretmektedirler. [59]

Kurtubî'nin oğlu Ebu'l-Abbâs'ın hayatı ile ilgili muhtemel bazı bilgileri tes­bit etmeye gayret eden Dr. el-Kasabî, Tabakatu'ş-Şafiiye'de: Ebu'l-Abbas, Ah-med b. Ferh el-İşbilî diye birisinden söz edildiğini ve bunun 625 yılında dün­yaya gelip, düşman tarafından esir alındıktan sonra Yüce Allah'ın onu kur­tardığı belirtilen bilgiden hareketle; Şihâbuddîn'in İşbiliye'nin hıristiyanlar ta­rafından Ağustos 1247'ye rastlayan Cumadelûlâ 645 yılında başlayan muha­sara esnasında kaçmak isterken esir düşmüş olabileceği kanaatine ulaşmak­tadır. [60]

Ancak, Kurtubî'nin adı geçen oğlu Şihabuddin'in hayatını aydınlatmak için girişilen bütün bu çabalar ihtimali olmanın yanında, Kurtubî'nin ailesinin di­ğer fertleri hakkında da başka birtakım bilgiler sahibi olmamıza imkân tanı­mamaktadır.

Durum ne olursa olsun Kurtubî'nin, çağının ilim adamlarından yararlana­bilmek için yoğun bir mesai harcadığı eserlerinden anlaşıldığına göre; ilmin yaygınlaştırılmasının ve korunabilmesinin ise ilim öğrenmek kadar öğretmek­le de mümkün olabileceğini idrak etmiş bir ilim adamı olduğu muhakkak­tır. O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki Kurtubî, bir çok ilim adamından ya­rarlanmayı ihmal etmediği gibi, kendisinden de pek çok ilim adamının ya­rarlanması için elinden gelen bütün gayretleri ortaya koymuştur. Şu an için ^nun kütüphanelerde neşredilmeyi bekleyen diğer eserleri ile birlikte eli­mizde Tefsiri olmak üzere bütün eserleri, onun ilmi, sonraki nesillere intikal ektirmek için koyduğu cehdinin bir semeresidir. Bu cehdi ile birlikte ilim adamı yetiştirmek için de aynı gayreti gösterdiğini -burdan hareketle- rahatlıkla söylemek imkânımız vardır. [61]

 

II. Kurtubî'nin Şahsiyeti:

 

Kurtubî, bir ilim adamıdır. Aynı zamanda Kur'ân-ı Kerîm Tefsiri te'lif etmiştir. Dolayısıyla Kurtubî'yi hem bir ilim adamı olarak, hem de bir müfessir olarak çeşitli yönleriyle tanımak gerekmektedir.

Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerîm, gerek fert olarak, gerek toplum olarak hayatın bütün alanlarını kuşatmak ve hayatı kendisine has boyası ile boyamak üzere gelmiş bir kitaptır. Dolayısıyla Kurtubî'nin şahsiyetini ele almak ve Kur-tubî'yi bu yönleri ile belirgin nitelikleriyle tanımak isteyen bir kimsenin, bü­tün bu yönleriyle Kurtubî'yi mümkün mertebe değerlendirme yoluna gitme­si gerekmektedir. O bakımdan Kurtubî, hem bir ilim adamı olarak, hem de Kur'ân-ı Kerîm'den etkilenmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'in perspektifiyle bakmaya gayret eden bir şahsiyet olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.

Kurtubî'nin şahsiyetini tanıyabilmek için elimizdeki en önemli kaynak -İslâm ilim tarihine mal olmuş bir şahsiyet olması itibariyle- eserleri ile onun şahsiyeti çerçevesinde mütalaalarını belirtmiş birtakım biyografi alimlerinin verdiği bilgilerdir.

Kurtubî, İslâm ilim tarihine mal olmuş bir şahsiyettir. Bu itibarla onun şah­siyetinin tanımanın en sağlıklı yolu, yine onun eserlerinden, yazdıklarından hareketle bunu ortaya çıkarmak olacaktır. İleride belirtileceği gibi Kurtubî'nin, Tefsiri dışında da önemli eserleri bulunmaktadır. Ancak, özellikle Tefsirin­de diğer eserlerine atıfta bulunmuş olması, Kurtubî'nin, Tefsirini diğer eser­lerinden sonra yazdığını veya en azından diğer eserlerinden sonra Tefsirini bir daha gözden geçirmiş olduğunu göstermektedir.

Bu ise bir taraftan Kur'ân-ı Kerîmin hayatın bütün yönlerini kuşatan bir kitap olması, diğer taraftan da Kurtubî'nin, Tefsirini sonradan yazmış yada asgari bir ihtimalle gözden geçirmiş olması dolayısıyla, şahsiyetini tanımak için Tefsirinden hareket etmek ve hatta bununla yetinmek yanlış olmasa ge­rektir. Diğer taraftan esasen bir dereceye kadar bununla da yetinmek zorun­dayız. Çünkü elimizin altında matbu olarak, Kurtubî'nin Tefsiri ve "et-Tezkire..." adını taşıyan eserinden başka bir eser bulunmamaktadır. Diğer eserle­ri ise halen yazma olarak, ilim adamlarının alakasını beklemektedir. [62]

 

A- Tahsil Hayatı:

 

Kurtubî'nin hocaları ile ilgili vermiş olduğumuz kısa açıklamalardan an­laşıldığına göre Kurtubî, gerek Endülüs'te bulunduğu dönemlerde, gerekse de Mısır'a intikal ettikten sonra çağının ilim adamlarından istifade etmiş, on­lardan ders almış, onlardan ilim nakletmiş, istifade etmiş bir kimsedir. Bunun­la da yetinmiyerek Kurtubî, zamanına kadar konuları ile ilgili olarak yazıl­mış ilgisini çeken eserleri de çok mükemmel bir şekilde tetkik etmiş, bun­lardan yararlanmış bir kimsedir. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: Kurtubî, bir taraftan yetişmiş olduğu canlı ilim kaynaklarından yararlanmış, diğer taraf­tan da bıraktıkları eserleriyle manen hayatta kabul edilen ilim- adamlarının eserlerinden, bir ilim adamının yetkinliği, vukufiyeti ve şuuru ile iktibaslar­da bulunmuştur. Böylece hem birçok ilim adamına ve eserine dikkatlerimi­zi çekmiş, hatta bazan bizi bunlardan haberdar etmiş, hem de yer yer bu eserlerin mahiyetleri, özellikleri, meziyetleri konusunda dolaylı olarak da olsa bi­ze fikir vermiş bulunmaktadır.

Bütün bunlar bizlere Kurtubî'nin, ilim adamı için temel bir özellik olan "tahsil hayatının sürekliliği anlayışı"na sahip bulunduğunu, sürekli araştırıp öğrenmenin gerektiği anlayışını devam ettirdiğini, her geçen gün ilmini ye­ni birtakım bilgilerle zenginleştirmek için çaba harcadığını ve bu çabasını da eserlerine büyük bir ölçüde yansıttığını göstermektedir.

Bu özelliği ile Kurtubî'nin hadis-i şerifte belirtilen ve öldükten sonra amelleri kesileceklerden istisna edilen "insanların kendisiyle yararlanabile­ceği bir ilim bırakmış bulunan kimselerden" olduğunu rahatlıkla söyleyebi­liriz. Bu yönü ile Kurtubî gerçekten kendisinden sonraki müslümanlara gü­zel bir ilmi miras bırakmış, müslümanlar tarafından hayırla yad edilmesi ge­reken bir konuma gelmiş bulunmaktadır.

Bu vesile ile biz de Cenab-ı Allah'tan ona bu salih amellerinin, bıraktığı ilim mirasının mükafatını fazlasıyla ihsan etmesini niyaz ederiz. [63]

 

B- Ahlakî Şahsiyeti:

 

Merhum müfessirimizin "Allah'ın salih kullarından, dünyaya karşı zahid, vera' sahibi, âhiret işlerinden kendilerini ilgilendiren şeylerle meşgul olan alimlerden, zamanını Yüce Allah'a yönelmek, ibadet etmek ve tasnif ile de­ğerlendirenlerden olduğu, bununla birlikte dış görünüşüne itina göstermek için kendisini zora koşmadığı" bunun bir belirtisi olmak üzere de "başında bir takke ve tek bir kat elbise ile dolaştığı" [64] hususu Kurtubî'nin hayatına dair açıklamalarda bulunan bütün kaynakların ittifak ile belirttikleri ve Kur­tubî'nin ahlâkî şahsiyetini büyük ölçüde yansıtan ifadelerdir.

Kurtubî'nin ahlakî şahsiyetine dair bu genel açıklamalar ile birlikte, Kur­tubî'nin özellikle ölüm ve âhiretle ilgili "et-Tezkire" adlı bir eser yazdığını, diğer taraftan zühd ve kanaatin önemine dair bir eser de yazmış olduğunu hatırlayacak olursak, Kurtubî'nin insanların hayatında zühd ve takvaya ne ka­dar önem verdiğini de daha iyi kavrarız. Yani Kurtubî, insanlara yaşadığı ve faziletine inandığı bir hayatı tavsiye etmekle kalmamış, bunun da gereğini biz­zat yaşamıştır.

Tefsir'inde, Kurtubî'nin ahlâkî şahsiyetine ışık tutabilecek oldukça yoğun bir malzeme ile karşılaşmak mümkündür. Bütün bunları bir araya getirip sun­mak bir anlamda Tefsiri'nin çok büyük bir bölümünü tasnif ederek aktarmak olacağından, Kurtubî şahsiyetinin belirgin ve eserlerinin mütealası esnasın­da gözden kaçabilmesi muhtemel olan bazı hususlara kısa da olsa değinmek, daha uygun bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır.

a. Kurtubî, ihlâs ve takvaya büyük çapta önem veren bir ilim adamıdır. Kurtubî, İmam Malik b. Enes'in: "Çağımızda insafdan daha az hiçbir şey yoktur" sözünü naklettikten sonra şunları söylemektedir: "Bu, Malik'in dö­neminde olan bir şeydi. Bugün bizim çağımızda ise fesat, aramızda alabildi­ğine yaygınlaşmış, had bilmezlikler alabildiğine çoğalmıştır. Bu çağımızda il­im, ilmi kavramak ve anlamak kastıyla değil de "riyaset için taleb edilir olmuş­tur. Hatta, dünyada üstünlük sağlamak, kalbi katılaştıran, kinin yerleşmesi­ne sebep teşkil eden tartışma ve münakaşalar ile kendisine denk olan kim­selere galip gelmek kaygısıyla tahsil edilir olmuştur. Bu ise, kişiyi takvâsız-lığa iter ve Allah'tan korkmayı terk etmeye götürür." [65]

Sonra Hz. Ömer'in, kadınların mehirlerinin artırılmaması ile ilgili hitabe­sine itiraz eden bir kadına karşı yanıldığını söylemesini, Hz. Ali'nin de, bir meselede kendisiyle tartışan ve Hz. Ali'ye-. "Gerçek böyle değildir Ey Mü'min-lerin emiri, şöyle şöyledir" demesi üzerine: "Sen isabet ettin, bense yanıldım. Her bilenin üzerinde çok iyi bir bilen vardır, demesini örnek göstererek" baş­ta ilim tahsilinde olmak üzere bütün alanlarda ihlas ve takvanın önemine işa­ret etmeye gayret etmiştir.

Diğer taraftan, çağının yanlış yaklaşımlarını da ilmiyle amil her ilim ada­mı gibi eleştirmeyi ve bu hususlarda doğru tutuma dikkat çekmeyi ihmal et­memiştir.

Nisa suresinin 36'ncı âyet-i kerimesini tefsir ederken de, âyetin açıklama­sı sadedinde açtığı 18 başlığın birincisini, şirk koşmamanın önemine, gere­ğine ve Allah'a karşı yapılan bütün ibadetlerde ve bu arada ilim tahsil etmek­te Yüce Allah'a karşı ihlas'ın zorunluluğuna dair açıklamalara hasretmiş bu­lunmaktadır. Konu ile ilgili gerek âyet-i kerimeler, gerekse hadis-i şerifler ışı­ğında yaptığı açıklamalar gerçekten oldukça etkileyici ve son derece fayda­lıdır. [66]

Bütün bu açıklamalarıyla Kurtubî'nin, mü'minin zahidliğine, ıslâhına, ih-lâsına, riyakârlıktan uzak kalmasının önemine işaret ederken, bu konuda da Şer'î nassların belirlediği çerçeveyi de çizmeye özel bir gayret ve hassasiyet . gösterdiğini görüyoruz.

Kurtubî, Hicr sûresinin 3'ncü âyet-i kerimesini açıklarken de 2'nci başlık­ta göz yaşının donmasının, kalbin katılaşmasının, tûl-ı emelin ve dünya tut­kusunun, bedbahtlığın bir alâmeti olduğunu belirten ve el-Bezzâr'ın Müs-ned'inde yer alan rivayetten hareketle bedbahtlığın belirtisi olan bu dört hu­susa dair açıklamalarda bulunur ve bu hususta ashab-ı kiramdan ve tabiin­den konu ile ilgili bir takım sözlerini aktararak bu olumsuz hasletlerden uzak kalmayı teşvik edici açıklamalarda bulunur. [67]

b. Kurtubî, müslümanlan zühd ve takvaya teşvik etmekle birlikte bunun nasların tesbit ettiği çerçeve içerisinde olmasına da özellikle dikkat eder. Bu konuda da Peygamber (s.a)'ın sünnetine ve aynı şekilde onun izinden giden Raşid Halifelerin yolundan gitmeye önem verir.

Bu bakımdan Kurtubî, kaynakların ittifakla işaret ettikleri şekilde basit ve mütevazi bir giyimi kendisi için tercih etmekle birlikte, yünlü ve kıldan ya­pılmış elbiseleri, pamuk ve ketenden yapılmış elbiselere tercih eden zahid-lerin ya da mutasavvıfların bu tutumlarının yanlışlığına dikkat çekmekte ve Taberî'nin bu konudaki şu sözlerini nakletmektedir: "Her kim bizim söyle­diğimizin aksine nefse ağır geldiği için kaba elbiseler giymenin, kaba şey­ler yemenin daha hayırlı olduğunu zannedecek olup, artanı ihtiyaç sahiple­rine harcamanın daha iyi olduğu kanaatine sahip olursa, yanlış bir zanda bu­lunmuş olur. Çünkü insanın öncelikle önem vermesi gereken şey, kendi nef­sini ıslah etmesi, Rabbine itaat üzere nefsine yardımcı olmasıdır. İnsan vü­cuduna ise bayağı yiyeceklerden daha zararlı hiçbir şey yoktur. Çünkü bun­lar kişinin hem aklını bozar, hem de Yüce Allah'ın itaatine sebep olarak kıl­mış olduğu aklın emrindeki organları da zayıflatır" dedikten sonra da şu ib­retli örneği nakleder:

"Adamın birisi Hasan-ı Basri'ye gelerek: Benim pelte yemeyen bir kom­şum var, der. Hasan-ı Basri ona: Neden, diye sorunca, şu cevabı verir: Kom­şum, peltenin şükrünü eda edemem, diyor. Bunun üzerine Hasan-ı Basri: Pe­ki bu, soğuk su da içiyor mu? deyince, adam: Evet der. Bu sefer Hasan-ı Bas­ri şu cevabı verir: Senin komşun cahil birisidir. Çünkü Yüce Allah'ın soğuk su nimeti, onun üzerinde pelte yiyebilme nimetinden daha büyüktür."

Arkasından da Ahkâmu'l-Kur'ân müellifi Ebû Bekr Muhammed İbnü'1-Ara-bî'nin şu sözlerini nakletmeyi ihmal etmez: "İlim adamlarımız derler ki: Bu durum ise dinin dimdik ayakta olması, elde edilen malın haram olmaması ha­linde böyledir. Eğer insanların dini hayatları fesada erecek, haram genel bir hal alacak olursa, kişinin kendisini Rabbine vermesi ve lezzetlerini terketme-si daha uygundur. Helali bulduğu takdirde ise, Peygamber (s.a)'ın durumu­na uygun hareket etmek daha faziletli ve daha üstündür." [68]

c. Kurtubfnin Tefsirini tetkik eden bir kimsenin, her konuda Kur'ân ve Sün-net'in ve Selef-i Salihin'in göstermiş olduğu hak, doğru ve mutedil çizgiyi özenle tesbit etmeye, muhafaza etmeye çalıştığını ve bunu tavsiye etmesi şek­lindeki genel bir yaklaşıma sahip olduğunu görür. Özellikle zühd, ihlâs, tak­va, riya ve benzeri konularda da aynı titizliği gösterdiğini görüyoruz. İşte bur-dan hareketle şunu söyleyebiliriz: Kurtubî, ahlâkî şahsiyetini oluştururken ve insanlara da bu konuda irşadlarda bulunmaya çalışırken, dinin ölçülerine gö­re doğru olanı tesbit etmeye gayret eder ve hem kendisi buna bağlı kalmanın yollarını arar, hem de okuyucularına bunu tavsiye eder.

Nitekim Kurtubî, kişinin hayatındaki yanlışlıklardan vazgeçmesi demek olan tevbeye iten ve kişiyi tevbeye yönelten en önemli unsurun, Kur'ân-ı Ke­rîm okumak, Kur'ân-ı Kerimi tetkik etmek, onun üzerinde sürekli düşünmek olduğunu da belirtmekte ve:

"Tevbeye iten ve günah üzere ısrarı çözmeye götüren husus ise Aziz ve Gaffar olan Allah'ın Kitabı Kur-ân-ı Kerim üzerinde, Onun zikretmiş olduğu cennet ve itaatkârlara vaadlerinin tafsilatı, cehennem azabına dair açıklama­ları ve isyankârları kendisiyle tehdit ettiği hususlar üzerinde sürekli tefekkür etmeyi Allah'tan korkması ve Allahın rahmetini umması güç kazanıncaya ka­dar bunu sürekli yapmayı, böylelikle de korku ve ümit ile Allah'a dua etme­yi..." kişiyi Allah'ın rahmetini ümid etmeye, Onun azaplarından korkmaya iten en önemli bir husus olarak ortaya koymaktadır. [69]

Görülüyor ki Kurtubî, Kur'ân-ı Kerimin, Sünnet-i seniyyenin tesbit etmiş olduğu ahlâkî bir şahsiyet sahibi olmanın yolunu her vesile ile vurgulamak­ta ve her vesile ile bu doğrultuda yol göstericiliği ihmal etmemektedir.

d. Bilindiği gibi, özellikle yöneticiler eğer İslâm'ın istediği şahsiyete sa­hip değil, bu doğrultudaki uygulamalarda ihmalkâr davaranan kimseler ise­ler, ilim adamlarının bunlara yakın olması ve bu yakınlıklarına rağmen on­ların yanlışlıklarını tashih etme mücadele ve kararlılığını göstermemeleri, baş­ta bir ilim adamı olarak onların yanında yer alan kişilere, ondan sonra yö­neticilere ve buna bağlı olarak da bütün yönetilenlere büyük bir zarardır. Bu noktada -ise Kurtubî'nin siyasi ve sosyal konulara yaklaşımına dair yapaca­ğımız bir takım atıflar ile birlikte- burada şu hususlara da dikkat çekelim:

Kurtubî, Nisa sûresinin 59'ncu âyet-i kerimesini açıklarken, yöneticilere itaatin sınırlarını belirlemek sadedinde İbn Huveyzimendâd'ın şu sözlerini ak­tarmaktadır: "Yöneticiye itaat, Allah'a itaat olan hususlarda gerekir. Allah'a isyanı gerektiren hususlarda ise itaat vacib değildir. Bundan dolayı biz şöy­le deriz: Günümüzün yöneticilerine itaat de, onlara yakın olmak da, onları ta'zim etmek de caiz değildir..." [70]

Yine Kurtubî, zekâtın harcama yerlerini tesbit eden et-Tevbe 60'ncı âyet-i kerimesini tefsir ederken, fetih için yola çıkmakla ve bir takım fütuhatta bu­lunmakla birlikte yeryüzünde fesat çıkartıp yol kesen kimselerin, Allah yo­lunda cihad edenlerden olmıyacaklarına dair İbn Ömer'in bir vesile ile yap­mış olduğu açıklamaları nakletmekte ve şu ifadelerini de aktarmaktadır: "...Şeytanın binici kafilesi ise, şu emirlerin yanına giren, onlara birtakım söz­leri ulaştıran, müslümanlar hakkında yalan söyleyerek (yöneticileri onların aleyhlerine) çevirmeye çalışan, buna bağlı olarak da emirler tarafından bir­takım hediyelerle ödüllendirilen ve kendilerine ihsanlarda bulunulan kimse­lerdir." [71]

Kurtubî'nin yöneticilere yakınlığına ve onlarla herhangi bir ilişkisinin bulunduğuna dair en ufak bir kayıt ve bir işarete rastlanılmamakla birlikte, eserlerinde de özellikle onlara münkerlerini olumlu karşılamak anlamını ih­tiva edecek şekilde hiçbir yakınlığı ve yakınlaşmayı tasvip etmediğine dair pek çok şey tesbit etmek imkânımız vardır.

Biraz sonra ele alacağımız "Siyasi Fikirleri" bu hususa daha da açıklık ge­tirecektir. [72]

 

C- İtikadî Mezhebi ve Diğer Mezheplere Karşı Tutumu:

 

Kurtubî'nin doğup yetiştiği yer olan Endülüs'te, hicri 4'ncü asrın ikinci ya­rısından itibaren Eş'ari mezhebine mensup ilim adamlarının varlığını biliyo­ruz. [73] Eş'ari mezhebinin kurucusu olan İmam Ebû'l-Hasen el-Eş'ari'nin, 330 (942) yılında vefat ettiğini hatırlayacak olursak, Eş'ari mezhebinin, doğuşun­dan hemen sonra Endülüs'te de yayılma alanı bulunduğunu söyleyebiliriz.

a. Kurtubî, genel çizgileri ile Müteşâbihâte karşı Selefi hatırlatan bir tutum takınarak tevil yoluna gitmemekle birlikte, özellikle bid'at ehli kabul edilen Kaderiye, Râfizî ve Mutezilîler ile benzerlerinin kanaatlerini reddederken, Eş'arî mezhebinin metodunu kullandığını ve bu mezheb alimlerinin kanaat­lerinden hareketle bu yanlış görüşleri reddetmeye çalıştığını tesbit edebili­riz.

Şu satırların bu konuda bize Kurtubî'nin itikadi meseleleri ele alış keyfi­yeti ile ilgili yeterli bir fikir verebileceği kanaatindeyiz: Kurtubî, Bakara sû­resinin 3'ncü âyetini açıklarken, rızkın, Ehl-i Sünnete göre helal yada haram olsun kendisinden yararlanılması mümkün olan her şeyi kapsadığını belir­terek: "Haram rızık değildir, çünkü mülk edinilmesi sahih olamaz. Yüce Al­lah ise haramı rızık olarak vermez. Rızık, ancak helal olabilir ve rızık ancak mülk edinmek anlamında olabilir" diyen Mu'tezileye muhalif kanaatte olduk­larını dile getirmektedir. Mu'tezilenin görüşlerinin delillerini de serdettikten sonra bu görüşlerinin yanlış olduğunu belirtmekte ve rızkın mülk edinmek anlamına gelemiyeceğini söylemektedir. Çünkü, eğer rızık mülk edinmek an­lamına gelecek olursa, küçük çocuğun ve bebeğin, meralarda otlayan hay­vanların, kuzuların, oğlakların hiçbir şekilde rızık sahibi olmamaları gereke­ceğini itiraz olarak ortaya koymaktadır. Oysa bütün bunların rızıklanan var­lıklar olduğunun da ümmetin icmaı ile kabul edildiğini ifade etmektedir. Kurtubî, bu hususu bu şekilde aklî bir yolla açıkhyarak Mu'tezilenin kanaatini reddettiği gibi, arkasından konu ile ilgili âyet-i kerimeleri de arka arkaya zik­rederek, onların kanaatlerinin yanlışlığını açıklamaktadır. [74]

Bir örnek olmak üzere değindiğimiz bu açıklamalarla Kurtubî'nin itikadi meseleleri ele alış usulü konusunda yeterli fikir verdiği kanaatindeyiz. Bun­dan anlaşıldığına göre Kurtubî, itikad ile ilgili olup da yanlış olduğuna kani olduğu bir hususu evvela o görüşü savunanların sundukları şekliyle, delille­riyle açıklamakta, daha sonra da bu açıklamalardaki yanlışlıklan yine delil­lerle ortaya koymakta ve muhalif kanaatin delillerini reddolunması mümkün gibi görülmiyen daha kuvvetli ve kat'i deliller ile red edip çürütmektedir.

b.  Kelamı mezhep ve fırkaların ortaya çıkışında önemli rol oynadığı ka­bul edilen bütün meselelerde Kurtubî'nin, Ehl-i Sünnet mezheplerinden Eş'ari mezhebine ve bu mezhep alimlerinin kanaatlerine uygun açıklamalar­da bulunduğunu görüyoruz.

Mesela, Tevbe sûresinin 6'ncı âyet-i kerimesinde: "Allah'ın kelâmını işi-tinceye kadar" buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: "Bu buyrukta Al­lah'ın kelâmını okuyan bir kimsenin bu okuyuşu esnasında kelâm'ın işitilir bir söz olduğuna delil vardır" demekle ve bu açıklamayı Ebû'l-Hasen (el-Eş'arî), Kadı Ebû Bekr (el-Bâkillanî), Ebu'l-Abbas el-Kalanisî, İbn Mücahid ile Ebû İshak el-İsferayinî'nin ve başkalarının da belirttiğini[75] zikretmektedir.

Görüldüğü gibi burada Kurtubî, Eş'arî mezhebine mensup ilim adamları­nın isimlerini de zikretmekte ve bu kanaati benimseyen başka ilim adamla­rı olmakla birlikte özellikle Eş'arî mezhebine mensup alimlerin isimlerini kay­detmektedir.

c.  Benzeri tutum ve açıklamalarını Tefsiri'nin birçok yerinde mezhepler arası farklı görüş belirtmeye sebep teşkil etmiş bütün konuların ele alındığı âyet-i kerimelerin tefsirinde görme imkânımız vardır. [76]

Kurtubî, genel olarak bid'at görüş ve kanaatleri sahiplenen mezhepleri red ettiği gibi, [77] Kaderiye'nin de, [78] Mu'tezile'nin de yeri geldikçe kanaatle­rini ele almakta, görüşlerini reddetmektedir.

Meselâ, Kurtubî'nin, el-A'râf, 7/54. âyet-i kerimesinde yer alan: "Haberi­niz olsun ki, yaratmak da O'nundur, emretmek de..." buyruğunu açıklarken açtığı birinci başlıkta Kur'ân-ı Kerim'in yaratıldığı kanaatinde olanların gö­rüşlerini reddetmek sadedinde geniş sayılabilecek bir açıklama ile Kur'ân-ı Kerim âyetlerine dayalı olarak izahlarda bulunduğunu görebiliyoruz. [79]

Bilindiği gibi Mu'tezile, Ahirette dahi yüce Allah'ın görüleceği kanaatini kabul etmez. [80] Çünkü el-A'râf, 6/143'üncü âyetinde yer alan Hz. Musa'nın Allah'ı görmek isteğine karşılık olarak, yüce Allah'ın kendisini göremeyece­ğini belirtmesi buna delildir.

Bu delillendirmelerinin yerinde olmadığına işaret etmek kastı ile Kadı Iyad'ın, Kadı Ebu Bekir b. et-Tayyib (el-Bakillanî)'den yaptığı şu anlamda­ki görüşü nakletmektedir: "Musa (a.s.), yüce Allah'ı görmüştür. Bundan do­layı baygın olarak yere yıkıldı. Dağ da Rabbini - yüce Allah'ın onun için ya­ratmış olduğu özel bir idrâk ile- gördüğünden dolayı param parça olmuştu."

Daha sonra da Kurtubî âyet-i kerimede geçen "tecelli" kelimesinin lüga-vî açıklamalarını yaparak bu görüşü te'yid etmek ister gibidir.

Bundan anlaşılan şu ki: Kurtubî, bu kanaati benimser görünmektedir ve böylelikle Mu'tezilenin elinde Allah'ın görülmesinin imkânsızlığına dair önemli bir delil olarak gösterilen bu delilin kanaatlerine elverişli bir delil ol­madığını da ortaya koymak istemiştir. [81]

d. Kurtubî, yalnızca İslâmi fırkaları ele almakla yetinmemekte, bazen İslâm aleminde söylemlerini dile getirenlerin de bulunduğu mataryalistleri de, inkar­cıları da ele almakta, onlara da cevap vererek kanaatlerini çürütmektedir.

Mesela, el-En'âm, 6/141'nci âyet-i kerimeyi açıklarken aşağı doğru inme özelliğine sahip suyun, bir ve tek, bütün gaybleri bilen yüce Allah'ın kud­retiyle ağacın yukarılarına doğru çıktığını ve ağacın dallarında ise cinsinden olmayan yapraklar yetiştiğini, yine ağacın dallarında belli bir hacim ve ağır­lığı bulunan parlak rengi ve yepyeni bir tür olup değişik lezzete sahip mey­velerin yetiştiğini belirterek tabiatçı filozofların bu işlerin tabiatları gereği or­taya çıktığını iddialarını reddetmekte ve bunun asılsız ve tutarsızlığına işa­ret etmektedir. [82]

e.  Bir başka yerde de inkarcıların (mülhidler, ateistlerin) risalet ile ilgili iti­razlarını sözkonusu ederek her bir peygamberin aslında insanların istedikle­ri mucizeyi getirmedikçe peygamberliğini isbat etmiş olmayacaklarını söyle­diklerini hatırlatmakta ve onlara şu cevabı vermektedir: "... Eğer Yüce Allah insanların teklif ettikleri her türlü mucizeyi peygamberleri aracılığı ile göster­miş olsaydı, aynı şekilde diledikleri kişileri de peygamber olarak göndermesi gerekir, bu takdirde de her bir insanın: Ben, benden başkasının istediğin­den farklı bir mucize bana verilmedikçe iman etmiyeceğim, deme imkânı olur­du. Bu ise, işlerin çekip çevrilmesinin insanlara ait olması ve onlara havale edilmesi sonucunu verirdi. Oysa kâinatın idaresi Yüce Allah'a aittir." [83]

"Tevhid" âyeti diye de anılan el-Bakara, 2/l64'ncü âyet-i kerimeyi de açık­larken, kâinatın kendiliğinden yaratılmış olduğu iddiasını ileri süren inkarcı ate­ist ve mataryalistlere mantıkî yöntemlerle cevap verdiğini görüyoruz.[84]

Kurtubî, yalnızca itikada dair itirazlara cevap vermekle kalmıyarak hac­ca dair kendilerince birtakım itirazlarda bulunan mülhidlere de cevap ver­mekte, onların bakış açılarının imani bakış açısı ile bağdaşmadığını belirtmek­tedir. [85] Kurtubî, bu husustaki açıklamalarıyla onlara adeta: Siz bu kısır ak­lınızla, olay ve eşyanın sırrını kavrayamayan yetersiz idrâkinizle bu yüce iba­deti ve benzerlerini kavramaktan fersah fersah uzaklardasınız, demeye ge­tirmektedir.

Bütün bunlar, bizlere Kurtubî'nin çağının ilmi hayatını İslâm'a uygun ol­mayan fikir ve inanç akımlarını yakından tanıdığını ve bunlara dair eleştiri­lerini de yöneltmekten geri kalmadığını da göstermektedir.

Bu kısa işaret ve atıflarımız, Kurtubî'nin itikadi mezheb olarak Eş'ari ol­makla birlikte, Eş'ariliğin selefi tutumunu ağırlıklı olarak benimseyen kesi­minin kanaatlerine daha yatkın ve yakın olduğunu; İslâm'a ve İslâm'ın itika­di hususlarına itirazları reddetmekte de kelâmcıların metodunu kullanmak­tan geri kalmadığını göstermektedir. [86]

 

D- Fıkhî Mezhebi ve İlmî Seviyesi:

 

Kurtubî'nin, fıkhi mezhebler arasında Maliki mezhebine mensup olduğu­nu söylemek adeta bir fazlalıktır. Çünkü, hem doğup büyüdüğü, ilim tahsil edip yetiştiği yer olan Endülüs'te hakim olan fıkhi mezhep Maliki idi, hem de değerli Tefsiri de fıkhi bahisleri ele aldığı yerlerde Maliki mezhebine men­sup olduğunu ortaya koyan açık ifadeler vardır.

Ancak bu, ileride de açıklanacağı üzere Kurtubî'nin körü körüne bir mez­heb mukallidi olduğu anlamına gelmez. Kurtubî, yeri geldikçe başta mezhe­binin imamı İmam Malik olmak üzere, kendilerinden nakillerde bulunduğu mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının da kanaatlerini ilmi deliller çerçeve­sinde tenkid etmekte, yer yer onlara muhalif kanaat de belirtmektedir. Bu, Kur­tubî'nin, -tıpkı konu ile ilgili kanaat belirten ilim adamlarının da tesbit ettik­leri şekilde- mezhebinin görüşünü ancak delile tabi olarak tercih etmiş oldu­ğunu orta, a koymaktadır. Bu hususu açıkça ortaya koyan bazı örneklere de­ğineceğimiz için burada bu kadarını vurgulamakla yetinmek istiyoruz.

ed-Davudî, İlm-i Rical ve Terâcim (biyografi) alimlerinin en ileri gelenle­rinden Hafız ez-Zehebî'nin şu sözlerini nakletmektedir: "Kurtubî, oldukça sağ­lam nakillerde bulunan (mutkin) ve ilimde derya, imam bir zattır. İmameti­ne, çokça eserlere muttali olduğuna, faziletinin üstünlüğüne delalet eden ol­dukça faydalı eserleri vardır." [87]

İbnü'1-İmad da, Kurtubî'nin ilmi seviyesi ile ilgili olarak şunları söylemek­tedir: "Kurtubî, hadisin anlamlarına dair delillere dalan belli başlı dalgıç bir imam, tasnifi güzel, nakli oldukça iyi, imam bir zat idi..." [88]

Kurtubî'nin ilmi seviyesi ve üslûbu ile ilgili olarak bir değerlendirmede bu­lunan Dr. ez-Zehebî de özetle şunları söylemektedir: "Özetle Kurtubî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu Tefsirinde araştırmalarında hür, tenkidinde nezih, tartışma ve münakaşasında iffetli, bütün yönleriyle tefsire dair geniş bilgi sa­hibi, ele aldığı ve hakkında söz söylediği herbir hususta ise son derece ma­haretli açıklamalarda bulunmuş bir ilim adamıdır." [89]

Müfessirimizin ilmi seviyesi konusunda fikir verebilecek özellikteki bazı yaklaşımlarına kısa da olsa göz atmak, bu konuda fikir verici özelliği açısın­dan oldukça önem taşımaktadır. Esas itibariyle Tefsirinin geneli Kurtubî'nin ilmi seviyesi konusunda fikir verici olmakla birlikte, aşağıdaki hususlara bir kilometre taşı gibi işaret etmek faydadan uzak değildir:

a. Mesela; el-İsrâ, 17/70'nci âyet-i kerimeyi tefsir ederken Âdem oğulla­rının üstünlük yönleriyle ilgili görüşleri naklettikten sonra şunları söylemek­te ve bu açıklamaları ile doğru ve kapsamlı anlayışı konusunda bize açık bir fikir vermektedir:

"... Bu konuda esas olarak kabul edilmesi gereken şudur: Âdem oğlunun üstünlüğü, onun mükellef kılınmasının temelini teşkil eden ve kendisi vası­tası ile Allah'ın bilinip sözünün kavranılabildiği, onun aracılığı ile nimetine ve peygamberlerinin tasdikine ulaşılabildiği şey olan akıldır..." (6o) Bu söz­leriyle imam Kurtubî, bu hususa dair daha değişik açılardan ve farklı üslûp­larla açıklamalarda bulunmakta, konu ile ilgili doğru görüşün bu olduğunu ifade etmektedir.

Yine el-Enfâl, 8/64'ncü âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bu âyetin Hz. Ömer'in müslüman olması hakkında indiğini söyleyen İbn Abbas'ın görüşü­nü nakletmektedir: "İbn Abbas'a göre Peygamber (s.a) ile birlikte o tarihe ka­dar otuzüç erkek ve altı kadın müslüman olmuştu. Hz. Ömer'in müslüman olması ile birlikte sayıları kırkı bulmuştu..." Kurtubî, Kuşeyrî tarafından nak­ledildiğini belirttiği bu rivayeti zikrettikten sonra, bu rivayeti eleştiri süzge­cinden geçirerek şunları söylemektedir:

"Derim ki: Kuşeyrî'nin, İbn Abbas'tan naklen Ömer (r.a)'ın müslüman olu­şu ile ilgili yaptığı açıklamanın aksi, Sirette (İbn İshak'ın Sireti'nde) zikredil­mektedir. Orada Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediği nakledilmektedir: Biz, Ömer İslâm'a girinceye kadar Kâ'be'.nin yakınında namaz kılamıyorduk. Ömer müslüman olunca, Kâ'be'nin yakınında kendisi namaz kılıncaya kadar Kureyşlilerle çarpışıp durdu, biz de onunla birlikte namaz kıldık. Ömer (r.a) ise, Rasulullah (s.a)'ın ashabından Habeşistan'a gitmek üzere hicret eden­lerin (Mekke'den) çıkışından sonra müslüman olmuştu. İbn İshak der ki: Ha­beşistan'a gidip oraya hicret eden müslümanlar, eğer Ammar b. Yasir onlar­dan ise -ki, onlardan olduğu hususunda şüphe edilmektedir- 380 kişidirler. Beraberlerinde götürdükleri küçük çocuklar, yahut da orada doğanlar ise bun­lardan müstesnadır." [90]

Görüldüğü gibi, burada Kurtubı, çoğu kimsenin doğru olarak kabul etti­ği Hz. Ömer'in kırkıncı kişi olarak müslüman olduğuna dair ve İbn Abbas'a atfedilen rivayeti ele almakta ve bu konuda sağlam bir kaynak olarak kabul edilen İbn İshak'ın Sireti'nden ve yine bu hususları çok yakından bilen Ab­dullah b. Mes'ud gibi bir sahabinin kanaatinden hareketle bu görüşün kabul edilemiyeceğini ortaya koymaktadır. Bunlar ise bize Kurtubî'nin nakletmiş ol­duğu rivayetleri ilmi bir süzgeçten geçirip muhakeme ettiği şeklinde bir yar­gıyı kabul etmemize rahatlıkla imkân vermektedir.

Buna benzer bir başka örneği de, et-Tevbe, 9/37'nci âyet-i kerimenin, Arap­ların haram ayların yerlerini değiştirmeleriyle ilgili açıklamalarında da göre­biliyoruz. Kurtubî orada, Kutrub'un da, Taberî'nin de Katade'den nakletmiş oldukları Safer ayını da haram aylara kattıkları şeklindeki görüşü dile geti­rerek şunları söylemektedir: "... Yani onlar, haram ayların sayısının dört kalması için bir ayı helal kıldılar mı, mutlaka bir başka ayı haram kılarlardı. İşte doğru olan da budur, yoksa onların haram ayları beş ay kıldıklarına da­ir yapılan nakil doğru değildir." [91]

b. Kurtubî'nin, nasların inceliklerini kavramakta da oldukça maharetli ve yetkin bir seviyede olduğunu, zaman zaman "derim ki..." diye başladığı ifa­delerinden de anlamak mümkündür. Mesela, Müdâyene âyeti diye bilinen el-Bakara, 2/282'nci âyet-i kerimenin: "Şahidler de çağırıldıkları takdirde kaçın­masınlar" bölümünü açıklarken şunları söylemektedir:

"Bu âyet-i kerimeden, İmamın (İslâm devlet başkanının) insanların hak­larına dair şahitlikte bulunacak kimseleri tayin edip, bunlara bu görevleri kar­şılığında yeterli olacak şekilde Beytülmalden maaş tesbit etmesi anlamı da çıkartılabilir. Bu gibi kimselerin, insanların haklarını korumak kastı ile hak­larına dair şahitlik etmekten başka da bir meşguliyetleri olmaz. Çünkü böyle bir şey yapılmıyacak olursa, haklar zayi ve geçersiz olur. Bu durumda buy­ruğun anlamı: "Şahidler hakettiklerini aldıkları takdirde şahidlik etmeye ça­ğırıldıkları zaman kabul etmekten kaçınmasınlar, şeklinde olur." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır..." Bundan sonra da Kurtubî, bu görüşüne yöneltilebi­lecek bir itirazı ele almakta ve buna cevap vermektedir. [92]

Kurtubî'nin bu şekilde kendine has yada daha,önce başkaları tarafından ifade edildiği bilinmeyen naslardan hareket ile ortaya koyduğu görüşlerini, Tefsirinde yer yer görmek mümkündür. Özellikle de belirttiğimiz gibi Kur­tubî, bu kanaatlerini: "Derim ki..." İfadesinden sonra zikretmektedir. [93]

c.  Kurtubî, nasları sadece fıklıi hükümleri itibariyle değerlendirmekte maharetli değildir, aynı zamanda güzel te'viller yapmakta da yer yer başarı­lı örneklerini .görüyoruz. Mesela; Yusuf, 12/37'nci âyet-i kerimesinin: "Size rızıklanmak üzere bir yiyecek gelecek oldu mu, muhakkak onun ne olduğu­nu size daha gelmezden evvel haber veririm" buyruğunu açıklarken şunla­rı söylemektedir: "Bana göre ifadenin anlamı şudur: Rüyanızın te'vili, size ge­lecek yiyeceğin bilgisi ile Allah'ın dinine dair bilgiyi ben size haber veriyo­rum. O bakımdan, öncelikle hidayet bulmanız için bu din ile ilgili olan hu­suslara kulak veriniz. İşte Hz. Yusuf'un, hapishane arkadaşlarını İslama da­vet etmedikçe rüyalarını tabir etmeyişinin sebebi budur..." [94]

Görüldüğü gibi Kurtubî, kendisinden emin olarak: "Bana göre mana şu­dur..." diyerek açıklamalarını yapmakta ve rüyaların yorumu ile işe başlama­masının sebebini güzel bir gerekçeye bağlamaktadır.

d.  Fıkıh usulü ilmindeki "deliller" bahsinin oldukça önemli bir bahis ol­duğu bilinen bir husustur. Bu konuda da Kurtubî'nin yeri geldikçe -ileride bir başka açıdan da ele alınacağı gibi- usulü fıkıh bahislerine değindiğini, bu bahislerin Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyâstan kaynaklarını özellikle ortaya çı­karmaya çalıştığını da görüyoruz. Bu delillerin özellikle fer'i olanlarının, de­lil olarak kabul edilebilmesi için Kur'an ve Sünnetten birtakım dayanakları­nın da bulunması kaçınılmazdır. Bu fer'i delillerden birisi de bilindiği gibi "Şer'i maslahatlar" veya "mesalih-i mürsele" diye bilinen bir delildir.

Mesela; Yusuf, 12/47'nci âyet-i kerimeyi açıklarken şunları söylemektedir: "Bu âyet-i kerime dinin, nefsin, aklın, neseblerin ve malların korunması de­mek olan Şer'i maslahatları kabul etmenin asli dayanaklarındandır..." diye­rek buna dair açıklamalarda bulunduktan sonra da sözü tefsir hacmi açısın­dan uzatmanın yerinde olmayacağı kanaati ile: "Buna dair geniş açıklamalar usulü fıkıhtadır" diyerek sözlerini bağlamaktadır. [95]

e. Kurtubî, naslardan hareketle yanlış delillendirmelere de temas ederek, bunların yanlışlığına dikkat çekmektedir. Mesela; Hz. İbrahim'in Beyt-i Ha-ram'ın yanında zürriyetinin bir bölümünü ekin bitmiyen bir vadide bırakıp gitmesi ile ilgili olarak şunu açıklamaktadır: "Bazılarının -aşırıya kaçmış su-filerin- tevekkülün gerçek mahiyeti ile ilgili söyledikleri gibi, Aziz ve Rahim olan Allah'a tevekkül edip, İbrahim el-Halil'in uygulamasına da ittiba ede­rek telef olacakları bir yerde çoluk çocuğunu bırakmaya bu buyruğu delil ka­bul etmek caiz değildir." Daha sonra bunun niçin caiz olamıyacağını da açık­lığa kavuşturmaktadır. [96]

Bunlar, bir .taraftan Kurtubî'nin naslan sahih anlamaya ne derece önem ver­diğini göstermekte, diğer taraftan da çağının, çağdaşlarının görüşlerini, yak­laşımlarını iyiden iyiye tanıyan bir ilim adamı olduğunu da göstermektedir.

f. Kurtubî, Maliki mezhebine mensup olmakla birlikte, ileride Kurtu­bî'nin, "İlmi İnsafına dair açıklamalarda bulunacağımız vakit de görülece­ği gibi, delile rağmen mezhebinin görüşünü tercih eden bir ilim adamı de­ğildir. O, yeri geldikçe mezhebindeki kanaatlere muhalif görüşleri nassa ve delile dayanarak tercih edebilmektedir.

Kurtubî, eti yenilmesi caiz olan hayvanlar ile yenilmesi caiz olmayan hay­vanlara dair, başta Maliki mezhebinin görüşü olmak üzere diğer mezheple­rin de görüşlerini serdettikten, bu görüşlerin de dayandıkları delilleri açık­ladıktan sonra şunları söylemektedir: "Aklın ve haberin delil teşkil ettiği sa­hih görüş ise, at etini yemenin caiz olduğu ve zikredilen âyet ile hadiste bağ­layıcı bir hüküm teşkil edecek şekilde delil bulunmadığıdır. Âyet-i kerime­de at etinin haram kılındığına dair delil yoktur..." diyerek haram hükmünü verenlerin delillerini eleştirmekte ve kendisince doğru kabul ettiği görüşü de­lilleriyle birlikte açıklamaktadır. [97]

g. Kurtubî, muhtelif görüşler dışında eğer bir kanaat belirtmiyor ve bu gö­rüşlerden herhangi birisini tercih ediyor ise, yaptığı bu tercihini de delile is­tinaden yapar. Mesela; "Andolsunki sizi yarattık, sonra da size şekil verdik..." (el-A'raf, 7/11) âyet-i kerimesini tefsir ederken, buradaki "yaratma ve şekil verme"nin hangisinin Hz. Adem, hangisinin soyundan gelenler için sözko-nusu olduğuna dair görüşleri naklettikten sonra, şunları söylemektedir:

"Derim ki: Bütün bu görüşler ihtimal dahilindedir. Ancak, bunların doğ­ru olanı Kur'ân-ı Kerim'in desteklediğidir..." dedikten sonra açıklamalarını şöylece bağlamaktadır: "Buna göre Âdem, çamurdan yaratıldıktan sonra ona su­ret verildi ve ona secde edilmesi ile mükerrem kılındı. Onun soyundan ge­lenler ise annelerin rahimlerinde -babaların sulblerinde ve annelerin ra­himlerinde yaratıldıktan sonra- orada şekillendirildiler..." [98]

et-Tevbe, 9/121'nci âyet-i kerimeyi de tefsir ederken, ganimete hak kazan­manın şartı ile ilgili olarak Maliki mezhebindeki görüş ayrılıklarını sözkonu-su ettikten sonra şu açıklamada bulunmaktadır:

"Derim ki: Birinci görüş (yani, düşman topraklarına girmek ve orada bu­lunmak ile ganimete hak kazanılır ve bu takdirde bir kimse bundan sonra öle­cek olursa, ganimetten payını alır, şeklindeki görüş) daha sahihtir. Çünkü yü­ce Allah, kâfirlerin topraklarını çiğnemeyi, onların mallarından birşeyler ele geçirmek ve onları yurtlarından çıkarmak seviyesinde kabul etmiştir..." diye­rek; birinci görüşü tercih ederken nassa dayandığını ve bunu delil gördüğü­nü ortaya koymaktadır. [99]

h. Kurtubî, şer'î ahkâm'ın ruhuna ve hikmetlerine de gereği gibi nüfuz et­tiğini ortaya koymuştur. O bakımdan Tefsirinde yeri geldikçe yaptığı tercih­lerinde bu kavrayışının da rol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Mesela: Zekât'ın harcama yerlerine dair açıklamalarda bulunurken, zekât alma hakkına sahip kimselere verilecek zekât miktarı ile ilgili değişik görüş­leri açıkladıktan sonra şunları söylemektedir: "Eğer bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu aile halkı varsa, bu kimseye verilen zekât miktarı aile fert­lerinden her birisine tevzi edilecek olursa, eğer (zekât nisabı olan) 200 dir­hemden daha az miktar isabet edecek olursa, (görünüşte) tek kişiye verilen ve 200 dirhemden fazla olan miktardaki bir malı zekât olarak vermekte bir beis yoktur. Çünkü, böyle bir kimseye yapılan tasadduk, mana itibariyle hem ona hem de aile halkına yapılan bir tasadduktur. Bu, güzel bir görüştür." [100]

Görüldüğü gibi, Kurtubî, burada meselenin ruhunu güzel bir şekilde kavramış ve derinliğine nüfuz etmiştir. Bu nüfuzun bir sonucu olarak da ze­kattan gözetilen asli maksada uygun olan görüşü tercih ettiğini ifade etmek­ten geri kalmamıştır. Kurtubî, bunu yaparken de, tercih ettiği kanaatin ken­di mezhebinde benimsenen görüşe uygun olup olmadığına, yahut da mez­hebinde bu görüşün zayıf kabul edilip edilmediğine de pek önem vermez. Bu, aynı zamanda Kuıtubî'nin bir ilim adamı olarak Şer'î sorumluluğunun bi­lincinde olduğunu da ayrıca göstermektedir.

i. Kurtubî'nin, Tefsirini yazmaktaki esas amaçlarından birisi de -adından anlaşılacağı gibi- Kur'ân ahkâmına dair geniş açıklamalar ihtiva eden bir tef­sir vücuda getirmek olmakla birlikte, yer yer çeşitli fırkaların ve kesimlerin yanlış bulduğu kanaatlerini de ele alıp tenkid etmekte ve her zamanki ade­ti üzere delillere istinad ederek bunları eleştirmekten geri kalmamaktadır. Ör­neğin; Yüce Allah'ın gazab sıfatının sonunun geleceğini ileri sürerek; İblis, ona tabi olan Firavun, Haman, Karun ve benzerlerinin bir vakit gelip cenne­te gireceğini söyleyenlerin kanaatlerinin, konu ile ilgili âyet ve hadislerce red-dolunduğunu, bütün kâfirlerin cehennemde ebedi kalacağını çok açık şekil­de dile getirmektedir. [101]

j. Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim İslâm dinini kabul edilmesi, bağlanılması gereken bir din olarak ortaya koymakla birlikte diğer dinlere ve Kitaplara da yer yer temas etmektedir. Bir müfessir olarak Kurtubî'nin de bu gibi mese­lelere eğilmesi, bu gibi konulara dair yer yer açıklamalarda bulunması ka­çınılmaz bir şeydir. Kurtubî, ilahi Kitapların müşterek maksatlarına: "İşte İla­hi Kitaplardan kasıt budur: Onların gereklerince amel etmektir. Yoksa, dil ile sadece onları okuyup tertil etmek değildir. Çünkü, böyle şey -eş-Şa'bi ve İbn Uyeyne'nin açıklamalarına göre- kitapları bir kenara atmaktır..." [102] diyerek işaret etmekte ve Kur'ân-ı Kerim gibi diğer ilahi kitapların da inanılması, ge­reklerince amel edilmesi maksadıyla inmiş olduğu gerçeğini tekrarladıktan sonra, İslâm ümmetinin de yahudilerle hıristiyanların durumuna düştüğünü müteessir bir üslûpla şöylece dile getirmektedir: "Bizler de Yüce Allah'ın Ki-tabı'na uymak ve gereğince amel etmekle emr olunduğumuz halde bunu, ya-hudi ve hıristiyanların terk ettiği gibi terk ettik. Geriye Kitap ve Mushaf'ların cisimleri hiçbir şey ifade etmez halleriyle kaldı. Buna sebep ise cahilliğin, baş­kanlık talebinin ve hevâlara uymanın baskın bir hal almasıdır." [103]

İlahi kitapların ve bu arada Kur'ân-ı Kerimin maksadına özellikle işaret­te bulunan Kurtubî, ilahi vahyin yanlış anlaşılması sonucu ortaya çıkan de­ğişik itikadi mezheplere de temas etmektedir. Daha önce İslâm'ın bünyesin­de ortaya çıkmış farklı itikadi mezheplere yaklaşımı hususunda bir takım ör­nekleri sunmuş bulunuyoruz. Burada da şunu belirtelim:

Kurtubî, gerek kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanların değişik itikadi fır­kalarına, gerekse de diğer itikadi anlayış ve mezheplere de temas etmeyi ih­mal etmez, bunlara dair yeri geldikçe açıklamalarda bulunur, yanlış kanaat­lerini reddetmekten geri kalmaz.

Âl-i İmran, 3/103'ncü âyet-i kerimeyi açıklarken, İslâm ümmeti bünyesin­de görülen değişik mezhepleri bir liste halinde mümkün mertebe kapsamlı ve özlü bir şekilde sunmaktadır. [104]

Diğer taraftan sırası geldikçe, özellikle Hıristiyanların çeşitli mezhep ve fır­kalarına da temas etmektedir. [105]

Bu kısa işaretler ve atıfların, Kurtubî'nin ilmi seviyesi, konulara genel ola­rak bakış açısı ve değerlendirmeleri ile ilgili yeterli kanaat vereceğini düşü­nerek bu kadarıyla yetiniyoruz. [106]

 

E- Bazı Konulara Dair Fikirleri:

 

Kur'ân-ı Kerîmi tefsir eden şahsiyetin başarısının ölçülerinden birisi de Kur'ân-ı Kerimin ele almış olduğu hususları gerçek mahiyetiyle kavramak ve bunu yansıtabilmekteki başarısıdır. Bu açıdan Kurtubî Tefsir'ini değerlendir­diğimizde, gerçekten de Kurtubî, çağının gerek siyasal, gerek sosyal yakla­şım ve tutumlarını yakından izlemiş ve bunları Kur'anî bir gözle değerlendir­meye özel bir gayret harcamış olduğunu görüyoruz.

Bir taraftan çağının yönetimlerini ve yöneticilerinin tutumlarını değerlen­dirirken, diğer taraftan toplumsal hayatta karşı karşıya kalınan ve Kur'ana, Sünnete diğer bir ifadeyle İslâm'a uymayan, onlarla bağdaşmayan sosyal yak­laşımları, sosyal rahatsızlıkları ele almıştır. Din adına, zühd ve takva adına gelişen, toplumda yaygınlaşan, İslâmî çizgiden sapma gösteren tasavufî bir­takım yaklaşımlara yanlış bir kanaat, ibadet ve irfan anlayışlarına temas et­tiğini, bunları tashih etmeye büyük gayret harcadığını, pek çok bid'atleri söz-konusu ederek bunları Kur'ân ve Sünnet çerçevesi dışında gördüğünü, bun­ların reddedilmesi, değiştirilmesi, bunlardan vazgeçilmesi gerektiğini vurgu­ladığını görüyoruz.

Buna karşılık Kurtubî, bütün alanlarda her türlü red ve kabulde ilmî de­lil ve ölçülere itibar edilmesi gerektiğini de bilhassa vurgulamıştır. Bu genel çerçeveden sonra, Kurtubî'nin çeşitli hususlara Kur'ânî yaklaşımının müşah­has bir takım örneklerini zikretmeye geçebiliriz. [107]

 

1. Siyasî Fikirleri:

 

a. İnsanlar için din ve şeriat koymak yetkisinin yalnızca Allah'a ait bir yetki ve münhasıran O'nun selahiyeti çerçevesinde bir hak olduğu Kur'ân-ı Kerîm'in, pek çok âyet-i kerimesinde ve açık ifadelerle vurguladığı önem­li bir gerçek ve bir itikadi meseledir. Bu niteliğiyle bu mesele, Kur'ân'ın al­tını önemle çizdiği bir husustur.

Bu önemli gerçeği sair müfessirler gibi Kurtubî'nin de çok iyi bir şekilde kavramış ve yeri geldikçe bunu açıkça ifade etmiş olduğunu görüyoruz. Me­sela; Yüce Allah'ın: "De ki: Ey Kitap ehli! Bizimle sizin aranızda âdil olan bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayalım, kimimiz kimimizi Allah'tan başka rabler edinmesin" (Âl-i İmran, 3/64) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir:

"Yani, yüce Allah'ın helal kıldığı çerçeve içerisindekiler müstesna olmak üzere, herhangi bir şeyi helal yada haram kılmak hususunda O'na (Allah'tan başka herhangi bir kimseye) uymayalım. Bu buyruk da: "Onlar, ilim adam­larını ve rahiplerini Allah'ı bırakıp rabler edindiler" (et-Tevbe, 9/31) buyru­ğunu andırmaktadır. Bu da şu demektir: Onlar, Allah'ın haram ve helal kıl­madığı şeyler ile ilgili olarak onların haram ve helal kılmalarını kabul husu­sunda, bu ilim adamları ve rahiplerini rablerinin konumuna çıkardılar..." [108]

Aslında Kurtubî bu ifadeleri el-Kiyâ et-Taberî'den nakletmiştir. [109] Ancak, ne bunların başında, ne de sonlarında bunların el-Kiyâ'ya ait olduğunu be­lirtmemiş olması, -Tefsiri'nin başında riayet edeceğini belirttiği hususlara ay­kırı görülebilmekle birlikte- şunu da söylemek mümkündür: Kurtubî'nin burada, el-Kiyâ'dan bunları naklettiğini ayrıca belirtmemesi, bu ifadeleri aynen benimsemiş olduğundan da kaynaklanıyor, olabilir. Çünkü Kurtubî'nin, aynı âyetin tefsirinde üçüncü başlıkta şunları söylediğini görmekteyiz:

"Yüce Allah'ın: 'Eğer yüz çevirirlerse' yani, davet olundukları şeyleri ka­bul etmiyecek olurlarsa 'bizim gerçekten müslümanlar olduğumuza şahid ol­un, deyin' yani biz, İslâm dinine bağlı olmak, onun hükümlerine itaat etmek, bu hususta Allah'ın üzerimizdeki bütün lütuf ve nimetlerini itiraf etmek ni­teliklerine sahibiz. Bununla birlikte ne İsa'yı, ne Uzeyr'i, ne de melekleri, O'n-dan başka hiçbir kimseyi rab edinmeyiz. Çünkü onlar bizim gibi beşerdirler ve bizim yaratıldığımız gibi yaratılmışlardır. Bizler rahiplerin, Allah'ın bize ha­ram kılmadığı herhangi bir şeyi bize haram kılmalarını da kabul etmiyoruz. O takdirde onları rabler edinmiş oluruz." [110]

Görüldüğü gibi merhum müfessir, bu konuda yüce Allah'ın tek yetkili ol­duğunu, O'nun hükmüne aykırı hüküm koymak hak ve selâhiyetine hiçbir kimsenin sahip olmadığını açıkça ifade etmektedir.

b. Bir başka yerde ise, Allah'ın hükümlerine aykırı olarak hüküm ko­yup helâl ve haram kılma yetkisini kullanmanın şirk olacağını, Allah'ın var­lığını inkâr etmek ve peygamberler gönderdiğini inkâr etmekle eş bir küfür ve şirk gibi olacağını yüce Allah'ın: "Nesi' ancak küfürde bir artıştır." (et-Tev­be, 9/37) buyruğunu açıklarken şöylece dile getirmektedir:

"(Bu) Arapların türlü küfür çeşitlerini bir arada işlemiş olduklarını açık­lamaktadır. Onlar, yüce yaratıcının varlığını inkâr ederek, "Rahman da ne imiş?" (el-Furkan, 25/60) diyerek yaratıcının varlığını, "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" (Yâsîn, 36/78) diyerek öldükten sonra dirilişi, "Bizden bir tek in­sana mı, ona mı uyacağız?" (el-Kamer, 54/24) diyerek peygamberlerin gön­derilişini inkâr ettikleri gibi, helal ve haram kılma yetkisinin de kendilerinin olduğunu iddia ederek bunu (Nesî' uygulamasını) kendiliklerinden uydur­dular. Ve böylelikle Allah'ın haram kıldığını helâl kıldılar. Halbuki müşrik­ler hoş görmeseler dahi Allah'ın sözlerini hiç kimse değiştiremez." [111]

Anlaşıldığı gibi Kurtubî de Kur'an-ı Kerim'in açık ifadeleri doğrultusun­da Allah'ın hükümlerine aykırı hüküm koymayı bir rubûbiyet iddiası, O'nun hakimiyet ve teşrî' hakkını kabul etmeyip Allah'a şirk koşmak olarak ve tıpkı Allah'ın varlığını inkâr etmek, öldükten sonra dirilişi inkâr etmek gibi bir küfür olarak değerlendirmektedir.

c. Kurtubî, bu gibi hususları yalnızca fikri planda ele almakla kalmıya-rak, çağının uygulamalarını ve müslümanların başına şu veya bu yolla gel­miş yöneticilerin yanlış uygulamalarını da ele alır, gözönünde bulundurur ve böylelikle müşahhas uygulamaların Kur'anî açıdan değerlendirmelerini de yapmaya özellikle önem verir.

Hakim ve yöneticilere rüşvet vermenin hükmünü, zararlarını açıklarken: "Günümüz hakimleri ve yöneticileri bizatihi rüşvetçilerin kendileridir. Rüş­vetçi oldukları zannolunan kimseler değil. Lâ havle velâ kuvvete illâ billah"[112] diyerek, çağındaki yöneticilerin ve hakimlerin uygulamaları hakkındaki de­ğerlendirmesini herhangi bir kapalı ifadeye gerek bırakmaksızın açık seçik bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bir başka yerde de Abdullah b. Ömer'in cihad maksadıyla savaşa çıksa­lar dahi yaptıkları haksızlıklar dolayısı ile çağdaşı yöneticilerin askerlerini "şey­tanın kafilesi" diye nitelendirdiğini nakletmekte, [113] bunun aksine anlaşıla­bilecek herhangi bir değerlendirmede bulunmamaktadır. Bu da onun Abdul­lah b. Ömer'in, çağdaşı yöneticilerinin orduları ile ilgili değerlendirmeleri­ni benimsediğini, bunu da aşarak, Kurtubî'nin kendi çağdaşları hakkında da aynı kanaati kendisi için mahfuz tuttuğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

el-A'raf, 7/86'ncı âyetteki: "Ve siz öyle her yolun başında durarak... Allah'ın yolundan alıkoymayın" buyruğunu açıklarken, Şuayb kavminin, Allah'ın yolunu izlemek, Allah'a itaat etmek isteyen kimseleri tehdit ettiklerini belirt­tikten sonra, onların aynı zamanda yol kesicilik de yaptıklarına dair kanaatleri nakleder ve okuyucunun dikkatini günündeki haksız vergi uygulamala­rına çekerek şunları söyler:

"Şu insanları şer'an ödemekle yükümlü olmadıkları malî yükümlülükleri ödemek mecburiyetinde bırakarak, zor ve baskı ile onlardan mallarını alan­lar da tıpkı onlar gibidir. Çünkü bunlar, malın aslına yükletilmesi caiz olma­yan zekât ve miras dışında birtakım yükümlülükler yüklemişlerdir." Yollar­da ve başka sahalarda ülkenin değişik yerlerinde uygulaması görülen hak­sızca alınan vergilerin en büyük ve en çirkin günahlardan olduğunu, bunun bir gasp, bir zulüm, insanlara bir haksızlık, münkeri yaygınlaştırmak, mün-ker iş yapmak, bunu sürdürmek ve münkeri kabul etmek olduğunu belirt­mekte ve "artık İslâm'ın sadece şekli, dinin de sadece adı kalmıştır" diyerek bu İslâm dışı uygulamalara eseflerini dile getirmektedir. [114]

d. Kuıtubî, bir ilim adamına yakışan haysiyet ile başta yöneticiler olmak üzere, İslâm'ın gerektirdiği niteliklere ve ahlâka sahip olmamanın, müslüman-ların başına gelen pek çok musibetin sebebini teşkil ettiğine dikkat çekmek­tedir. Kurtubî, baştaki yöneticilerin bu kabilden yanlış uygulamalarına olduk­ça muzdarip bir ifade kullanarak şu sözleri ile dikkat çekmektedir:

"Allah'a yemin ederim ki, bizler de fitnelere kendimizi kaptırarak bütün bunlardan yüzçevirdik ve birbirimizin aleyhine (başkasına) yardımcı olduk. Keşke müslümanların yardımını alarak birbirimize karşı güçlenmiş olsaydık. Aksine, kâfirlerin yardımını aldık. Ve sonunda öz kardeşlerimizi üzerlerinde müşriklerin hükmü uygulanır halde, küçülmüşler ve zeliller olarak bıraktık. Lâ halve velâ kuvvete illâ billahi'1-Aliyyi'l-Azim." [115]

Müslümanların da bu tutumları ile, benzer durumları tenkid edilen yahu-dilerden daha da ileri bir noktaya giderek, kâfirlerin yardımını alarak müs-lümanlara karşı güçlendiklerini açıkça dile getirmekte ve özellikle Endülüs'te bölük pörçük müslüman yöneticilerin uygulamalarına ve benzerlerine işaret etmekte, bunların yanlışlıklarını Kur'ân-ı Kerime ve İslâm'a uygun olmadık­larını dile getirmektedir.

Müslümanların dışında olanların yani mü'minlerin başına türlü türlü sıkın­tıların gelmesini isteyip, kalplerinde daha büyük kötü istek ve arzularını giz­lemekle birlikte ağızlarından kin ve öfkeleri taşan kimselerin sırdaş edinil­melerini yasaklayan Âl-i İmran, 3/118'nci âyet-i kerimeyi açıklarken de ken­di dönemindeki yöneticilerin kâfirlere karşı takındıkları tavırlarını ve bu buy­ruklar ile selef-i salihin bu doğrultudaki uygulamalarına aykırı olarak işleri­ni tenkid ederek şunları söylemektedir:

"Bu dönemlerde şartlar tersyüz olmuştur. Çünkü (yöneticiler), kitap ehli arasından kâtipler, eminler edinmişler ve böylelikle bunlar cahil ve ahmak yönetici ve emirler nezdinde ileri geçenler arasına katılmış oldular..." [116]

Kurtubî'nin bu kabilden siyasi kanaatlerini Kur'ân'ın ve hadislerin ışığın­da serdederek, çağındaki yöneticilere ve yönetim şekillerine, yönetim eliy­le yapılan gayri İslâmî uygulamalara itiraz ve eleştirilerine dair örnekleri da­ha da çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, uygulamalara yönelik yaklaşımı ile ilgili olarak bu kadarıyla yetinmek, istiyoruz.

e. Kurtubî, siyasi birtakım kanaatlere sahip olan, daha doğrusu mezhep olarak sahip bulundukları siyasi kanaat ve yorumları ile belirginleşen özel­likle Şia ve İmamiyenin kanaatlerini de yer yer ele alır ve bunları Kur'ân-ı Ke­rimin âyetleri, hadis-i şerifler ve İslâm Tarihinin örnek alınması gereken Asr-ı saadet dönemindeki uygulamalar ışığında tenkid süzgecinden geçirir.

Bu bakımdan Kurtubî'nin, ümmetin emri dinlenen, kendisine itaat olunan, sözbirliğini gerçekleştirecek ve halifelik makamına getirilmesinin sonucu ola­rak hükümlerin kendisi vasıtası ile uygulanmasını sağlayacak bir imam ve bir halife tayininde asli bir dayanak olarak değerlendirdiği, el-Bakara, 2/30'ncu âyet-i kerimenin tefsirinde, [117] ümmetin başına geçecek olan kimsenin, sa­hip olduğu imamet hasletlerinin mükemmelliği ve onun kendisine itaate da­vet etmesi gerektiği şeklindeki kanaatler ile, Hz. Ali'nin imametine dair nassın bulunduğunu ileri süren İmamiye'nin iddialarını ele almakta ve bun­lara dediğimiz çerçevede cevap vermektedir. Genel olarak Kurtubî'nin me­seleleri ele alışının karakteristik özelliğini teşkil eden deliller ışığında, konu­lan değerlendirme özelliği ile de bütün bu hususları etraflı bir şekilde ele ala­rak bu iddiaları cevaplandırmakta, bu konudaki doğru yaklaşıma da özellik­le değinmekte ve savunmaktadır. [118]

Bunlar, Kurtubî'nin yalnızca pratik uygulamaları eleştirmekle yetinmedi­ğini, konu ile ilgili türlü kanaatlerle de ilgilenerek bunlar üzerinde de bir il­im adamına yakışan bir seviyede münakaşa edep ve çerçevesini titizlikle mu­hafaza ederek, bunları ilmi tetkik süzgecinden geçirdiğini ortaya koymak­tadır.

f. Kurtubî, toplumların yükseliş ve düşüşleriyle ilgili İlâhî Sünnetlerin de farkında ve bilincindedir. O bakımdan Kurtubî, çağdaşı müslümanların kar­şı karşıya kaldıkları hallerin, olumsuz durumların, İlâhî Sünnetin tabii karşı­lanması gereken bir sonucu olduğunu da yeri geldikçe vurgular ve bunların altını özellikle ve dikkat çekici bir üslûpla çizer.

Kurtubî, el-Bakara, 2/249'ncu âyetin tefsirini yaparken, ll'nci başlıkta "ni­ce az bir topluluk, oldukça kalabalık bir topluluğu yenik düşürmüştür" buyruğunun, savaşmaya bir teşvik, sabıra bir işaret, Rabbini tasdik eden kimse­lere de uyma emrini ihtiva ettiğini belirttikten sonra şunları söylemektedir: "Derim ki: İşte bizim de yapmamız gereken budur. Ancak, çirkin amelleri­miz ve bozuk niyetlerimiz, bizim bu sonuçlarla karşılaşmamıza engel teşkil etmiştir. Öyleki, bizden pek çok sayıda bir ordu, -pek çok defa gördüğümüz gibi- oldukça az sayıdaki düşman karşısında yenik düşmüştür. Bu ise bizim kendi ellerimizle kazandıklarımızdan dolayıdır." Daha sonra, Hz. Peygamber'e atfedilen: "Size, zayıflarınız dışında başka bir sebeple rızık verildiği ve yar­dım edildiği kanaatinde misiniz yoksa?" [119] buyruğunu nakletmektedir.

Arkasından yine çağdaşı müslümanların hallerine: "Amellerimiz bozuk, za­yıflar ihmal edilmiş, sabır az, Allah'a güven cılız, takva ise ortada yok" de­dikten sonra Yüce Allah'ın: Âl-i İmran, 3/200; el-Mâide, 5/23; en-Nahl, 16/128; el-Hac, 22/40; el-Enfâl, 8/145 âyet-i kerimelerini hatırlatmakta; ko­nu ile ilgili İlâhî Sünnete şu sözleriyle dikkat çekerek açıklamalarını sonuç­landırmaktadır:

"İşte zaferin sebep ve şartları bunlardır. Bunlar ise bizde yok, bunlar biz­de bulunmuyor. Başımıza gelen musibetler ve karşı karşıya kaldığımız du­rumlardan dolayı, innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, diyoruz. Hatta, geriye sa­dece İslâm'ın adı kalmıştır, dinin ise şekli kalmıştır. Çünkü fesat galip gelmiş, tuğyan pek çoğalmış, doğruluk ise oldukça azalmış. Sonunda doğuda, batı­da, karada, denizde düşman bize galip gelmiş, bizi istila etmiş, fitneler her tarafı kuşatmış, mihnetler de alabildiğine büyümüştür. Allah'ın rahmet etti­ği dışında ise koruyacak yoktur, (korunma imkânı da yoktur)." [120]

Görüldüğü gibi Kurtubî, çağının müslümanlarının ve İslâm dünyasının do­ğuda ve batıda karşı karşıya bulunduğu, gerek Moğol musibet ve felaketle­rine, gerekse de Haçlılar eliyle tattıkları musibet ve felaketlere işaret etmek­te, bunların sebeplerini de özellikle açıklayarak vurgulamaktadır.

Yine Kurtubî: "De ki: O, size üstünüzden... bir azap göndermeye, yada si­zi birbirinize katıp, kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadir olandır..." (el-En'âm, 6/65) âyetini açıklarken de şunları söylemektedir:

"... Bir görüşe göre de, birbiriniz ile çarpışan fırkalar haline getirir sizi. Bu ise, işlerini içinden çıkılmaz bir hale getirmesi ve başlarındaki yöneticilerin dünyayı isteyerek tefrikaya düşmeleri ile olur... Âyet-i kerime, müslümanlar ve kâfirler hakkında umumidir... Derim ki: Doğrusu da budur. Nitekim fiilen görülen de budur. Kendi topraklarımızda düşman üzerimize gelmiş, canla­rımız ve mallarımıza egemen olmuş bulunuyor. Bununla birlikte birbirimizi öldürmek, birbirimizin mallarını mubah kabul etmek şeklinde tepemize musallat olmuş fitneler de vardır..." [121] Bu sözleriyle yaptığı açıklamalarda da aynı gerçekleri dile getirdiğini görüyoruz.

Yine bir başka yerde -daha önce de işaret ettiğimiz gibi- müslümanların birbirlerinin aleyhine, müslümanlardan değil hatta kâfirlerden yardım aldık­larını, kardeşlerini müşriklerin hükümleri altında küçülmüşler ve zelil olarak terk ettiklerini dile getirmekte, bundan dolayı teessüflerini de ifade etmek­tedir. [122]

Bütün bunların ifade ettikleri gerçek nedir? İfade ettikleri gerçekler ara­sında elbetteki şuna dikkat çekebiliriz: Kurtubî, müslümanların karşı karşı­ya bulundukları halleri, musibetleri gören ve gözlemleyen bir şahsiyet idi. Görmek ve gözlemlemekle kalmayıp, bunların sebeplerini araştırarak tesbit eden bir ilim adamıydı. Bununla da kalmayarak müslümanların kötü ve olumsuz durumlarından derinden derine ızdırap duyan, üzülen, bundan çı­kış yollarını ariyan, ümmetin dertleriyle dertlenen bir mü'min idi. [123]

 

2. Sosyal Fikirleri:

 

Şunu diyebiliriz ki: Kurtubî'nin Tefsiri; Kur'ân ahkâmı ağırlıklı olmakla bir­likte bir müfessir olarak, bir mü'min ve bir insan olarak Kur'ân-ı Kerimi Al­lah'ın kendisine nasib ettiği ölçüde geniş boyutlarıyla ve oldukça kapsamlı bir çerçeve ile idrâk etmiş, kavramıştır. Gerek şimdiye kadar Kurtubî'nin ki­şiliği ile ilgili yaptığımız açıklamalar, gerek bundan sonraki değinmelerimiz, bu kanaatimizin sadece ipuçlarını teşkil etmektedir. Bu konuda gerçekten Kur-tubî'yi, kapsamlı yaklaşımını, Kur'ânî çerçeve içerisinde olaylara bakışını da­ha yakından tanıyabilmek, tesbit edebilmek, Tefsir'ini de daha yakından bi­lip tanımaya, incelemeye bağlı bir iştir.

a. Kurtubî, çağının toplumsal hayatında sünnete aykırı olarak yayılan çeşitli adetlere karşı itiraz etmekte, sesini yükselterek bunları açıkça reddet­mektedir:

Hz. Yusuf'un, anne ve babasının, karşısında secdeye kapandıklarını be­lirten âyet-i kerimeyi (Yusuf, 12/100) açıklarken de, gerek Mısır'da, gerek­se de Arap olmıyanlar arasında yaygın bulunan karşılıklı olarak eğilip bükül-menin, aynı şekilde birbirlerine kıyam etmenin nesli olmuş bir adet olduğu­nu belirttikten sonra, bu nesli olmuş adeti yerine getirmeme halindeki tep­kileri dile getirirken şunları söylemektedir:

"... O kadar ki, onlardan birisine karşı kıyam edilmiyecek olursa, içten içe kendisine aldırış edilmediği, kendisine kıymet verilmediği kanaatine kapılır. Birbirleriyle karşılaştıkları vakit de, birbirlerinin önünde eğilip bükülmeleri sürekli devam edip giden bir adet ve sürüp giden ve miras olarak devralınan bir alışkanlık haline gelmiştir. Özellikle emir ve başkanlarla karşılaşma ha­linde bu böyledir. Bu uygulamalarıyla onlar peygamberlerin sünnetinden uzaklaşmış, doğru yoldan yüzçevirmiş oluyorlar." [124]

b. Kurtubî, bunun dışında toplumsal hayatta görülen daha birçok ak­saklığa da işaret etmeyi ihmal etmemektedir.[125] Önemli bölümüne atıfta bu­lunduğumuz siyasal, toplumsal ve ahlâkî hayattaki yanlışlıklara karşı tavrı, genel özellik ve nitelikleriyle bizim için açıklık kazanmış bulunmaktadır. Kur­tubî, çeşitli yanlış tavırlara, tutumlara yeri geldikçe temas etmekten geri kal­mamaktadır.

Meselâ cahil mutasavvıfların semaları esnasında, şeyhlerinin huzuruna gi­rip istiğfar ettikleri sıralarda, cahilliklerinden dolayı kıbleye doğru mu, baş­ka bir tarafa doğru mu secde ettiklerine dahi aldırmadıklarını ve vecd halin­de olduklarını ileri sürdüklerini aktarmakta; bunun ise amellerinin boşa çıkması anlamına geldiğini söyliyerek [126] bu gibi haller sergileyenleri uyar­maktadır. Onların diğer iyi hallerine bakarak bütün tutumlarını doğru kabul etmek gibi yanlış kanaate sahip olması muhtemel olan diğer insanları da ay­nı zamanda uyarmayı amaçlamaktadır.

Aynı şekilde bid'atçi, avam ve bayağı insanlar olmakla da nitelendirdiği cahil kimselerin Allah'tan korktuklarını ileri sürerek, tıpkı eşeklerin anırma­larını andıran bağırıp çağrışmalarının hiçbir zaman huşu ile Allah'tan kork­makla ilgisi olamıyacağını belirtmesi ve buna dair geniş açıklamaları önem­semesi de, [127] hem toplumsal olaylara bakışı ve bunları değerlendirişi ile il­gili bize açıkça kanaatlerini yakalayabilme imkânını vermekte, hem de müs-lümanları Kur'ân ve Sünnet çerçevesinde inanıp düşünmeye davete özel ola­rak gayret harcamaktadır.

c. Bilindiği gibi İslâm adına birtakım davranışlar, tutumlar veya kanaatler ileri sürenler, aynı zamanda bunları İslâm'ın temel kaynaklan olan Ki­tap ve Sünnetten delillendirmek ihtiyaçlarını hatta zorunluluğunu da duymak­tadırlar. Kurtubî, (el-En'âm, 6/42'nci âyet-i kerimeyi tefsir ederken) İbn Atiyye'den şu sözleri nakletmektedir:

"Abidler darlık ve fakirlikle kendilerini te'dip etmek maksadıyla malları­nı dağıtmaya, sıkıntılarla te'dip etmek maksadıyle de bedenlerini açlık ve çıp­laklık ile terbiyeye bu âyet-i kerimeyi delil göstermişlerdir." Daha sonra da İbn Atiyye'nin bu kanaatleriyle ilgili olarak kendisi şu açıklamaları yap­maktadır:

"Derim ki: Bu işi yapanların ve bu âyet-i kerimeyi bu uygulamalarına as­li dayanak kabul edenlerin bir cahilliğidir bu. Çünkü, Yüce Allah'ın âyet-i ke­rimede sözünü ettiği husus, bu yolla imtihan etmeyi dilediği kullarına bir ce­za olduğunu belirtmektedir. Bizim buna kıyasen nefislerimizi mihnetlere sü­rüklememiz ve buna dayanarak nefislerimizi mükâfatlandırmaya kalkışma­mız caiz değildir. Çünkü nefsimiz, sırtına binerek Allah'ın lütuf yurdu olan cennete ulaştığımız ve kendisi aracılığıyla Kıyametin dehşetli hallerinden kur-tulabildiğimiz bineğimizdir..." [128] Bilâhare benzeri yolları izleyenlerin daha başka hususlardaki birtakım yanlış tutum ve kanaatlerine değişik âyet-i ke­rimeleri delil göstermelerinin yanlışlığını, tutarsızlığını da özellikle belirtme­yi ihmal etmemektedir. [129]

d. Bu ve benzeri açıklamalardan, Kurtubî'nin insanlara zaman zaman öğüt vermenin onları dünyaya karşı zahid, Allah'a karşı takvalı olmayı hatır­latmanın gereksiz olduğuna, Allah'tan korkmak, yakin sahibi olmak için on­lara öğüt vermenin lüzumsuzluğuna inandığı kanaati anlaşılamaz. Ancak Kur­tubî, insanların kalplerini yumuşatacak, yakinlerini artıracak vaaz ve öğüt­lerin birtakım nitelikleri taşıması gerektiğine de özellikle dikkat çekerek, in­sanlara öğüt vermek, emri bilma'ruf ve nehy anilmünkerde bulunmak konu­munda olanların bu görevlerini ifade ederken dikkat etmeleri gereken esas­lara da şöylece işaret etmektedir: "... İşte bu, kalpleri yumuşatan ve incelten, yakînleri güçlendiren, hertürlü bid'atten uzak ve her türlü dalalet ve şüphe­den arınmış vaazın caiz olduğuna delil teşkil etmektedir..." [130]          

 

3. Tasavvufa Yaklaşımı:

 

Kurtubî, zaman zaman "İşarî tefsir" diye de bilinen, Tasavvufi tefsir'in ön­derlerinden olan Ebû Muhammed Sehl et-Tüsterî'den, Ebû Abdurrahman Muhammed es-Sülemî'den, onun öğrencisi olan Ebû Nasr Abdulkerim el-Kuşeyrî'den nakiller yaptığı gibi, belli bir kişiye nisbet etmeksizin sufi olarak bi­linen kesimler arasında yaygın birtakım kanaat ve davranışlara da atıflarda bulunur.

Kurtubî, bu mutasavvıf alimlerden naklettiği görüşler arasında Kur'ân ve Sünnete uygun, bunların ruhlarına aykırı düşmeyen kanaatleri herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan nakletmekle birlikte, özellikle kendisinin yer yer "ca­hil" olmakla da nitelendirdiği mutasavvıf ve zahid kesimler arasındaki yan­lış kanaatlere temas eder, bu kanaatleri Kur'ân ve Sünnete uygun olmadık­ları gerekçesi ile tenkid eder, reddeder. Bunlara dair örnekleri bu başlıkta ele alacağımız gibi, Kur'ân ve Sünnete ters görmediği açıklamaları reddetmek-sizin nakillerine örneklerini de özellikle "Kaynaklarıyla Kurtubî Tefsiri"ni ele alacağımız zaman örneklendirmeye gayret edeceğiz.

a. Kurtubî, cahil mutasavvıfların, şeyhlerinin huzuruna girdikleri vakit önlerinde eğilmek, secde etmek gibi yanlış tutumlarının hiçbir şekilde doğ­ru olamıyacağını belirterek, [131] şeyh-mürid ilişkisindeki yanlışlıklara temas eder ve öncelikle düzeltilmesi gereken yani, Kur'ân ve Sünnetin çerçevesi­ne oturtulması gereken ilişki türünün nasıl olması gerektiğine değinir.

b. Zahidlerin mala ve servete, bunların şer'î ölçüler içerisinde korunup geliştirilmesine dair kanaatlerini, bu kanaatleri savunan cahil mutasavvıf ve zahidleri eleştirmekle birlikte Ebû'l-Ferec el-Cevzî'den de nakil ile bir takım ilim adamlarının da bu tuzağa düşmüş olduklarına dikkat çeker ve konu ile ilgili ileri sürülen aslı astan olmayan rivayetleri ele alır, tenkid eder ve bun­ların ilmî bakımdan hiçbir değer taşımadıklarını belirtir. Bu maksatla el-Mu-hasibî'nin konu ile ilgili naklettiği bir olayı Ebû Hâmid (el-Gazzâlî)'nin de nak­letmek suretiyle bir vartaya düşmüş olduğuna dikkat çeker. [132] Böylelikle Kurtubî, mutasavvıf ve zahidlerin söylemlerini, anlattıklarını her zaman için ilmi bir süzgeçten -başkaları için olduğu gibi bunlar için de aynı çerçevede-geçirilmesi gerektiğine bilhassa işaret eder.

c.  Kurtubî, özellikle yanlış kanaat sahibi olmakla nitelendirdiği sufiler ile zındıkları bilgi kaynaklarına bakışları açısından aynı kefeye koymaktadır. Şöyle der:

"Derim ki: Fıkıhtan, Peygamber'in Sünnetlerinden ve selefin izlediği yol­dan yüzçevirerek şöyle diyenler de bu kabildendir: Bu gibileri içime şu doğ­du, yahut kalbim bana bunu bildirdi diyerek, kalplerine doğan ve hatırları­na gelen şeylere istinaden hüküm verirler ve onlar kalplerinin hertürlü ke­derden uzak ve arınmış, ağyar ile ilişkisi kalmamış olduğundan dolayı ilahi ilimlerle Rabbânî hakikatlerin kalplerine tecelli ettiğini iddia ederler. Böyle­likle kalplerinin küllî sırlara vakıf olup, cüz'î hükümleri de bu yolla öğrendiklerini söyler, buna bağlı olarak küllî şer'î hükümlere ihtiyaçlarının bulun­madığını ileri sürerler. Devamla da şöyle derler: Bu gelen şer'î hükümler ile ahmaklar ve avam hükmederler. Evliya ile havâs'ın ise bu gibi naslara ihti­yaçları yoktur." [133]

Yine hemen hemen aynı ifadeleri bir başka yerde de hocası İmam Ebu'l-Abbas'tan nakleder ve yine hocasından naklen şunları da ekler: "Bu gibi söz­leri söylemek zındıklık ve küfürdür. Bu gibi sözleri söyleyenler öldürülür, tev-be etmeleri de istenmez. Çünkü bu sözler bilinen şer'î hükümleri inkâr et­mektir..." [134]

Dikkat edilirse, özellikle günümüzde aynı şekilde cahil birtakım sufilerin "ledün ilmi" diyerek, evliyaullah oldukları iddia edilen kimselerin keşf yo­luyla elde ettikleri bilgilerin, şer'î ve peygamberi bilgilerden daha ileri de­recede olduklarını iddia etmektedirler. Buna dair gerekçeleri ise, Hz. Musa ile ilgili ve hadis-i şerifte Hz. Hızır diye adı belirtilen yüce zat arasında ce­reyan eden olayların konu edildiği âyetlerdir.

d. Kurtubî'nin, sufilerin yanlış tevekkül anlayışlarını da reddettiğini gö­rüyoruz: "Sufilerden bir taife der ki: "Ona (tevekküle) ancak arslan veya on­dan başka, Allah'ın dışında herhangi bir varlığın korkusu kalbinden büsbü­tün silinmedikçe ve Yüce Allah'ın rızkı teminat altına almış olması dolayısıy­la rızık talebi için çalışmayı terk etmedikçe hiçbir kimse hak kazanamaz" [135] diyerek görüşlerini nakleder. Daha sonra, bu kanaatin yanlışlığını birçok âyet-i kerimeyi de delil göstererek belirtir ve çürütür.

Yanlış tevekkül anlayışının bir sonucu olarak görebileceğimiz bir yanlış zühd anlayışının da sufiler arasında yaygınlık kazandığını ve hatta ilim ada­mı olarak bilinen kimselerin de bu konuda yanlışlıklara düştüğünü görüyo­ruz.

Kurtubî, bunu örneklendirmek maksadı ile de Hz. Âişe'nin Peygamber (s.a)'den rivayet ettiği belirtilen: "Nefislerinizi hoş ve güzel yiyeceklerden mah­rum ediniz..." hadisini sufilerin pek çoğunun hoş ve temiz şeyleri yemeyi terk etmek için delil gösterdiklerini belirtir. Sonra, bu hadisin herhangi bir daya­nağının bulunmadığını da söyler. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in ve -başka birçok yerlerde de açıklandığı üzere - sabit sünnetin bunun aksini ortaya koymuş olduğu bilinen bir husustur. Kurtubî bunları açıkladıktan sonra Ebû Hamid et-Tusî (el-Gazali)'nin, Sehl'in uzun yıllar boyunca kurutup toz haline getir­diği incir yapraklarını yeyip durduğunu belirtir; buna benzer örnekleri Zünnûn'dan ve Ebû Yezid'den nakleder. Daha sonra da bu gibi yanlış zühd davranışları ile ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunur: "Bunlar, insanın kendisini mecbur etmesi caiz olmayan şeylerdendir. Çünkü Yüce Allah, Âdem oğluna buğdayı ikram etmiştir..." [136] Çünkü Allah Teala insan oğlu­na hoş ve temiz şeyleri nzık olarak ihsan etmiştir. Helal çerçevesi içerisin­de kalmak şartıyla bunlardan kaçınmak caiz olamaz, der.

Kur'ân ve Sünnetin üzerinde durduğu esasların, hükümlerin yanlış anla­şılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan yanlış tevekkül ve yanlış zühd an­layışı dolayısıyla, yine cahilce mutasavvıfların bulunduğunu belirtir ve züh­dü elden bırakmak istemediklerini ileri sürenlerin, kaba elbise giymenin, ka­ba, katı ve nefsin hoşuna gitmeyecek şeyleri yemenin önemine, faziletine da­ir kanaatlerini ele alır ve bunları reddeder. [137]

e.  Kurtubî, yüce Allah'ın Âl-i İmran, 3/190'ncı âyet-i kerimesini ve deva­mını tefsir ederken, Hz. Peygamber'in bir hadisini de naklederek şunları söylemektedir: "Yüce Allah'ın rahmeti üzerinize olsun. Hz. Peygamber'in, Al­lah'ın yarattıkları hakkındaki tefekkürü ile birlikte bundan sonra namaza nasıl yöneldiğine dikkatle bakınız! İşte dayanak olarak alınması gereken sünnet budur. Sufilerin izlediği yol olan onlardan herhangi bir şeyhin, bir gün bir gece ve hatta bir ay kesintisiz olarak tefekküre dalma yolu ise, insanlara yakışmayan ve sünnetlere de uymıyan, doğruluktan alabildiğine uzak bir yol­dur."

Daha sonra da İbn Atiyye'nin babasının doğuda (Mısır'da) ilim adamların­dan birisinin kendisine nakletmiş olduğu bir olayı da zikreder. Burada ge­ce boyunca üstü örtülü ve yanı üzere yatmış bir kimsenin sabah namazı için yerinden kalkarak abdestsiz namaza durduğuna, bunun bu davranışını red­detmek isterken, bu kimsenin kendisine okuduğu bir şiir üzerine tefekkür ile ibadet ettiğini iddia eden kimselerden olduğunu anlaması üzerine ona bir şey söylemekten vazgeçtiğine dair bir ibretli olayı da zikretmektedir. [138]

f.  Yanlış birtakım kanaatlere sahip olan mutasavvıf ve zahidlerin, söyle­diklerini Kur'ân âyetleriyle, bazan hadis-i şeriflerle desteklemesi dolayısıy­la çoğu kimse onların bu yanlış kanaatlerinin ve delillendirmedeki isabetsiz­liklerinin farkına varamayabilir. O bakımdan Kurtubî bu gibi hususlara da ye­ri geldikçe dikkat çeker. Mesela: et-Tevbe, 9/28'nci âyet-i kerimesini açıklar­ken, 6'ncı başlıkta şunları söylemektedir:

"Bu âyet-i kerimede nzık mukadder olmakla Allah'ın emri ve taksimatı ye­rine gelmekle birlikte, kalbin rızık hususunda esbaba taalluk etmesinin ca­iz olduğuna ve bunun tevekküle aykırı olmadığına delil vardır..." [139]

Böylece bu konuda yanlış kanaatleri ileri süren ve tevekkülün kalbin her türlü ağyardan ve esbaptan arınması anlamına geldiğini söyleyen sufilerin ka­naatlerini uzun uzadıya delilleri ile birlikte reddettiğini görüyoruz.

Bu yolla îmam Kurtubî, yanlış kanaatlerin tashih edilmesi noktasında ger­çekten küçümsenmeyecek bir hizmet ifa etmiş bulunmaktadır.

g. Bilindiği gibi sufilerde; vecd, sema, (nağmeli sesler, çalgılar) dinlemek gibi yanlış davranışlar ve bid'atler, ibadet anlayışı çerçevesinde dahi yer bul­muş, yaygınlık kazanmıştır. Cahil sufilerin raks, alkış ve semalarının, bunun etkisi altında kalarak baygın düşerek kendilerini yerden yere vurmalarının, akıl sahibi kimselere yakışmıyan işler olduğunu, bunu yapan kimselerin ise Beyt'in (Kâ'be'nin) çevresinde el çırparak tavaf eden müşriklerin davranış­larına benzer bir tutum sergilemiş olacaklarını da belirterek, bu gibi yanlış hareketleri reddetmektedir. [140]

Kurtubî, sufilerin raks ve sema'larını da kabul etmemekle, onların raks ve sema'a dair gösterdikleri delillerin delil olmaktan uzak olduğunu belirt­mekle kalmıyarak, esasen bu tür davranışların Kur'ân-ı Kerim'in âyetlerine, açık naslarına da aykırı olduğuna da değinmektedir.

Mesela; Kurtubî, el-İsra, 17/37-38'nci âyet-i kerimeleri açıklarken 5'nci baş­lıkta şunları söylemektedir: "İlim adamları bu âyet-i kerimeyi raksın ve raks etmenin yerildiğine delil göstermişlerdir. İmam Ebû'1-Vefâ İbn Akîl şöyle de­mektedir: Kur'ân-ı Kerim, raks'ın yasaklandığını açık nass ile belirterek: "Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme" (el-İsra, 17/37.) diye buyurmaktadır. Bu buyruğu ile büyüklük taslayan kimseyi yerdiğini görüyoruz.-Raks ise, bü-yüklenmenin, şımarmanın en ileri derecesidir. Bizler, aralarındaki nçşe ve sar­hoşluk vermek ortak özelliği dolayısıyla nebiz'i hamra (şaraba) kıyas etmi­yor muyuz? Ne diye mızrabı ve onunla birlikte tanbur, zurna ve davul üze­rinde şiirin nağmeli olarak söylenişini (büyüklenmek ile birlikte ortak özel­likleri dolayısıyla) buna kıyas etmiyoruz?.." Daha sonra da İmam el-Gazza-lî'nin şu sözlerini nakleder: "Raks, iki omuz arasındaki (başta) bir ahmaklık­tır. Ancak, oyun ile ortadan kalkar" [141] sözlerini zikreder ve el-Kehf sûresi (14'ncü âyet, 2'nci başlık) ile başka yerlerde (Lukman, 31/6.) buna dair ek açık­lamalarda bulunacağını da ekler.

Bu ek açıklamaların yer aldığı el-Kehf, 18/14'ncü âyetin tefsirinde de su­filerin bu husustaki yanlış istidlallerini vurguladıktan sonra bu istidlalin yanlışlığını da açıklar ve şöyle der:

"İbn Atiyye der ki: Sufiler ayağa kalkıp söz söyleme (raks ve sema')nın meşruiyetine: "Ayağa dikilip de: Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir... dediklerinde" (el-Kehf, 18/14) buyruğunu delil göstermişlerdir.

"Derim ki: Bu doğru olmayan bir delillendirmedir. Çünkü onlar (As-hab-ı Kehf) ayağa kalkıp Allah'ı (kendilerine) hidâyeti üzere anmışlar ve ken­dilerine ihsan etmiş olduğu nimet ve bağışlarından dolayı şükretmişlerdi. Son­ra da kavimlerinden korkarak herşeyden uzaklaşıp dosdoğru Rablerine yö­neldiler. İşte Allah'ın, rasulleri, peygamberleri ve faziletli velileri hakkında­ki uygulayageldiği sünneti budur. Bu nerede, ayakları yere vurarak, elleri aça­rak raks etmek nerede? Özellikle de tüysüz oğlanlardan ve kadınlardan gü­zel seslerin dinlenmesi esnasında şu günümüzde görülenler nerede? Heyhat! bu ikisi arasında -Allah'a and olsun ki- göklerle yer arasındaki kadar mesa­fe vardır. Diğer taraftan, ileride Yüce Allah'ın izniyle (Lukman sûresinde) bu­na dair açıklamalar geleceği üzere ilim adamlarının büyük bir topluluğu nez-dinde bu haram bir iştir..."

Daha sonra Kurtubî, İmam Ebû Bekr et-Tarasusî'ye, sufilerin izledikleri bu yol hakkında soru sorulması üzerine şu şekilde cevap verdiğini nakletmek­tedir: "Raks ve vecd haline girmeye gelince; bunu ilk ortaya çıkaranlar Sâ-mirî'nin arkadaşlarıdır. Sâmirî onlara, böğürtüsü olan bir buzağı heykeli ya­pınca, bunlar da kalkıp o buzağının etrafında raks etmeye koyuldular ve vecd'e geldiler. O bakımdan bu, ileride de geleceği üzere kâfirlerin ve bu­zağıya tapanların yoludur." [142]

h. Bir başka yerde de yine cahil bir takım sufilerin velayet makamının nü­büvvet makamından üstün olduğu anlamına gelen iddialarına işaret etmek­te ve bunun kabul edilecek türden bir iddia olmadığını, vakıadan ve beşer tabiatından hareketle reddetmektedir. [143]

Kurtubî'nin, mutasavvıfların ilmî ve şer'î bakımdan dayanaksız ve doğru olmayan iddialarına, yeri geldikçe temas ettiğine, bu iddiaları çürüttüğüne da­ir örnekleri daha da çoğaltmak mümkün olmakla birlikte biz bu kadarını ye­terli görüyoruz. [144]

Kuıtubî'nin tasavvufa yaklaşımı ile ilgili olarak şu hususu özellikle bir da­ha tekrarlıyalım: Kurtubî'nin reddettiği, kabul etmediği tasavufi yaklaşımlar, zühd ve takva anlayışları Kur'ân ve Sünnetin çerçevesinde yer almayan zühd ve takva anlayışlarıdır. Herhangi bir şekilde Kur'ân ve Sünnete dayan-dırılamayan, Kur'ân ve Sünnetten sağlıklı bir şekilde delillendirilemiyen an­layışları, tutum ve davranışları reddeder. Bunu yaparken de, bu yanlış yaklaşımların yaygınlık kazanmış olmalarını, kimi zaman ileri gelen şahsiyetler tarafından ileri sürülmüş ve savunulmuş olmalarını ise gözönünde bulundur­maz. Çünkü Kurtubî, her müslümanın sahip olması gereken şu esas ilkeyi her zaman için titizlikle göz önünde bulundurmuştur: Kim olursa olsun -görece­ğimiz gibi.mezhep imamı İmam Malik olsa, mezhebinin görüşü olsa dahi- nas-lara aykırı olduğu takdirde her görüş red edilir. Her zaman için nasların be­nimsediği görüşü tercih etme gayretini ortaya koyan Kurtubî, naslara uygun olmayan görüş ve kanaatleri reddetmeye çalışır. Bunu yapmak için ise, Kur­tubî'nin karşı karşıya kaldığı görüş, davranış ve yaklaşımın Kur'ân ve sünnet ile temellendirilmesinin mümkün olmadığını tesbit etmesi, bunun farkına var­ması yeterli olmaktadır.

Buna göre, Kurtubî'nin kabul ve redlerini tenkid etmeye kalkışacak bir kimsenin de, herşeyden önce Kurtubî'nin, her müslümanın hassasiyetle bağlı olması ve vukufiyetle kullanması gereken İslâmî ilmî metod olan Kur'ân ve Sünnete uygunluk prensibini iltizam etmesi, bunu hiçbir şekilde elden bırakmaması, gözden uzak tutmaması icabeder. Bu çerçevedeki kısa açıklamalarımıza bundan bir sonraki başlığımızda bir dereceye kadar açık­lık getireceğimizden, burada bu kadarıyla yetinelim. [145]

 

4. İlmî Delillere Karşı Tutumu:

 

Esasında bu başlık altında yapacağımız açaklamalar, bir taraftan daha ön­ceden işaret etmeye çalıştığımız, Kurtubî'nin ilmî seviyesi ile, diğer taraftan da ileride Tefsirinin bazı meziyetleri üzerinde duracağımız vakit Kurtubî'nin ne denli "insaflı bir ilim adamı olduğuna dair yapacağımız açaklamalar ile de ilgilidir. Gerek bu başlıkta, gerekse de değindiğimiz başlıklarda yapaca­ğımız açıklamalar her üç yerde de mümkün mertebe birlikte hatırlanmaya ça­lışılmalıdır.

a. Kurtubî, bizce oldukça önemli ve ilmî olan Kur'ân-ı Kerim Tefsirini müteala edecek kimseler için önemli temel bilgileri ihtiva eder. Tefsir Mukad-dimesi'nde reye dayanarak Kur'ânı tefsir etmeye dair açtığı başlıkta kabul edi-lemiyecek türden rey'e dayalı tefsirleri örneklendirirken, hem ilmî bakımdan konuya nasıl yaklaştığını, hem de insafı elden bırakmayarak, neyin hak, ne­yin yanlış olduğunu da tesbit etmeye gayret gösterdiğini görüyoruz.

Kurtubî diyor ki: "Kimi zaman kişinin sağlıklı bir maksadı olur ve bu mak­sadına Kur'ân-ı Kerimden bir delil arar. Kendisinin bu maksadının murad edil­mediğini (açıkça) bildiği hususu da ona delil gösterir. Mesela; katı kalbe kar­şı mücahadede bulunmaya gayret eden bir kimse: Yüce Allah: "Firavuna git! Çünkü o azmıştır" (Taha, 20/24) diye buyurmaktadır, der ve bu esnada da kal­bine işaret ederek bununla "Firavun" ile onun (katı kalbinin) murad edildi­ğini ima etmeye çalışır. Bu tür delillendirmeyi kimi vaizler, sözlerini güzelleştirmek, dinleyenlerin de şevklerini artırmak için, sağlıklı maksatlar ama­cıyla kullanmakla birlikte, böyle bir açıklama şekli memnu'dur. Çünkü bu, lügatta bir kıyastır. Lügatte kıyas ise caiz değildir. Kimi zaman ise bunu, Bâ-tinî fırkalara mensup kimseler, insanları aldatmak ve kendi batıl mezheple­rine onları davet etmek için fasit maksatları uğrunda kullanır. Kur'ân-ı Ke­rimi kendilerinin katiyetle kast edilmediklerini bildikleri bir takım hususla­ra, kendi görüş ve mezheplerine uygun olarak açıklamaya çalışırlar. İşte bu, rey'e dayanarak tefsirin yasak kılındığı şekillerden birisidir..." [146] Kurtubî, bundan sonra diğer çeşitlere dair açıklamalarda bulunur.

Bu bölümden anlaşıldığı gibi Kurtubî, bir taraftan vaizlerin bu maksatla­rının iyi olduğunu itiraf ve kabul etmekte, diğer taraftan ise maksatlarının iyi olmasının bu yanlış istidlallerini haklı çıkarmak için yeterli olmadığına da te­mas etmektedir.

b. Kurtubî'nin en mümeyyiz vasfı, bilindiği gibi -ve adından da anla­şıldığı üzere- fıkhı meseleleri etraflı bir şekilde ele alması, delilleriyle ince­lemesidir. Kurtubî, bunu yaparken kuru kuruya mezhep görüşlerini naklet­mekle hiçbir zaman yetinmez. Naklettiği her bir görüşün delilini, tıpkı o gö­rüşün savunucusu ve sahibi kendisiymiş gibi zikreder, ortaya koyar. Daha son­ra da bu görüşlerin delilleriyle birlikte muhakemesini yapar. Buna dair bir ör­nek olmak üzere; Kurtubî'nin el-Bakara, 2/275'nci âyet-i kerimesini açıklar­ken, 3'ncü başlıkta faizli alış verişlere dair hadis-î şerifi naklettikten sonra, konuyla ilgili değişik görüşleri sıralayıp arkasından kendi kanaatini şu şekil­de belirttiğini kayd edelim:

"Derim ki: Sünnet sabit olduğu takdirde ise, artık söylenecek başka bir gö­rüş yoktur... Bu, Şafii, Ebû Hanife, es-Sevrî ve ashab-ı hadisin görüşüdür." [147] Bu sözleriyle nassın sınırları çerçevesinde kaldığını ve nassın açıklamasının esas olduğunu, bu açıklamalara aykırı görüşlerin nazarı itibara alınmaması gereken görüşler olduğunu bilhassa vurgulamaktadır.

Kurtubî'nin bu kanaati, mezhebinin de bu doğrultudaki görüşü benimse­diğinden dolayı ileri sürmüş olduğu hatıra gelebilir. Ancak, pek çok örnek arasından şu örnek de Kurtubî'nin maksadının, mezhebine uygun olan gö­rüşü tercih etmek değil, delile uygun olan görüşü tercih etmek olduğunu açık­ça göstermektedir:

"(Fukahâ), hata yoluyla başkasını öldürenin keffaretle yükümlü olduğu­nu icmâ' ile kabul etmekle birlikte, kasten öldürmede (kısasın affedilmesi ha­linde) keffâretin söz konusu olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahip­tirler. Malik ve Şafii hata yoluyla öldürmede olduğu gibi, kasten öldürmede de, katilin keffaret ile yükümlü olduğu görüşüne sahip bulunuyorlardı... es-Sevrî, Ebû Sevr ve rey ashabı ise: Keffaret, ancak yüce Allah'ın farz kıldığı yerlerde farz olur, derler. İbnü'l-Munzir der ki: Biz de böyle diyoruz. Çün­kü keffaretler ibadettir. Bunların, başkaları örnek alınarak kıyas edilmeleri caiz değildir. Kitap, Sünnet, yahut icma ile olması müstesna, herhangi bir kim­senin, Allah'ın kullarını yerine getirmekle yükümlü tutacak şekilde bir hük­mü farz kılması caiz değildir. Belirttiğimiz noktalardan ise, kasten başkası­nı öldürenin, keffârette bulunması gerektiğini kabul edenlerin ileri sürebi­lecekleri bir delili de yoktur." [148]

Görüldüğü gibi Kurtubî, delilin desteklemediği herhangi bir görüşü ka­bul etmemektedir. Bu tutumuyla mezhebinin benimsediği görüşe muhalefet edecek olsa dahi.

c. Kurtubî, mensub olduğu Mâliki mezhebinde de farklı görüşler varsa, yine bu görüşler arasından delili kuvvetli olan görüşü'tercih eder. Bu konu­da abdest âyetini açıklarken, el ve ayak parmaklarının aralarının da açılarak yıkanması gerektiğine dair açıklamalarını örnek olarak gösterebiliriz. [149]

Yine, zulmen hakkı alınmış bir kimsenin hırsız olarak değerlendirilmeye­cek bir halde olması şartıyla hakkını herhangi bir yolla alabilmesinin caiz ol­duğu görüşünü kabul ederken, konu ile ilgili delillerini de zikrettiğini gör­düğümüz gibi, [150] yetim olan bir kızın reşit sayılması ile ilgili süre tahdidi konusundaki değişik görüşleri ileri sürdükten sonra "bütün bunlara dair de­lil yoktur" gerekçesi ile süre tahdidini kabul etmiyerek, İbnü'l-Arabî'nin ko­nu ile ilgili zikrettiği şu görüşünü de benimsediğini görmekteyiz:

"Böylelikle rüşdün nazar-ı itibara alınacağı, kesin bir husus olarak orta­ya çıkmaktadır. Ancak, rüşdün anlaşılması, reşit kişinin durumunun farklılı­ğına göre farklılık arzeder..." [151]

Görüldüğü gibi Kurtubî, delile dayandırılabilen bir görüşü kime ait olur­sa olsun kabul etmekte, delile dayandırılmaktan uzak olan görüşü de kabul etmemekte, delilin tesbit ettiği sınırın dışına çıkmamayı bir ilim adamı ola­rak kendisine en yakışan bir üslûp ve bir metod olarak tesbit etmektedir.

Kurtubî, bu konuda tercihlerini yaparken herhangi bir eğilime kendisini kaptırmadığı gibi, kudretli bir ilim adamı olarak da bu tercihlerini yaptığını görüyoruz. Mesela; zaruret halinde haram olan bir şeyden yemek duru­munda olan bir kimsenin, İmam Malik ve bir görüşüne göre Şafii'nin yol kes­mek gibi bir masiyet halinde olanın bu zaruret ruhsatından faydalanamıya-cağına dair görüşlerini naklederken, Ebû Hanife'nin ve diğer görüşünde Şafii'nin faydalanmasının mubah olduğuna dair görüşlerini kaydeder. Daha son­ra ise, İbnü'l-Arabî'nin, böyle bir kimseye bu durumda zaruretin mubah kıl­dığı şeylerden istifade etmeyi mubah kabul edenlere hayret ettiğini nakleder, sonra, İbnü'l-Arabi'ye, Maliki mezhebinin ileri gelen bir alimi olarak, olduk­ça itibar etmesine rağmen: "Derim ki: Doğrusu bunun aksidir..." deyip bu gö­rüşünün de gerekçelerini, delillerini sıralamaktadır. [152]

Bayramın birinci gününde kılınamayan Ramazan ve Kurban bayramları na­mazının ertesi günü kılınıp kılınmıyacağı ile ilgili görüş ayrılıklarını ele alır­ken de, bunlar arasından kendisi ertesi günü kılınabileceği görüşünün da­ha sahih bulduğunu görüyoruz. Bu görüşü tercih ederken de bu tercihinin delillerini sıralamayı ihmal etmemektedir. [153]

İşte Kurtubî'nin Tefsiri -ahkâm konusunda diyebiliriz ki baştan sonuna ka­dar- bu derece ilmî bir titizlik ve delillere bağlılık ile ele alınmış ve böyle­ce yazılmış bir tefsirdir.

d. Kurtubî'nin ilmi delillere itibarına ve bunları ne şekilde ele aldığına dair açıklamalarımızın bir yanını tamamlamak üzere; onun ve tefsirlerinde ri­vayetlere yer veren tefsir alimlerinin kendilerinden bolca nakillerde bulun­duğu şahıslardan gelen rivayetleri nasıl ele alıp değerlendirdiğine dair de bir örnek vermemiz yerinde olacaktır.

Kurtubî, es-Süddî ve İbn Cüreyc'in şöyle dediklerini nakleder: "Musa (a.s) buzağıyı bir eğe ile toz haline getirdi ve onu suya savurdu. İsrail oğul­larına da-. Bu sudan içiniz, dedi. Hepsi o sudan içtiler. Buzağıyı seven kim­senin dudakları üzerinde törpülenen altın tozları görüldü. O sudan içen her­kesin delirdiği de rivayet edilmiştir. Bunu el-Kuşeyrî nakletmektedir." Son­ra, bu rivayeti Kur'ânî naslar ışığında değerlendirmekte ve bunun ne kada­rının doğru olabileceğini, ne kadarının da doğru olmadığını âyetlerin ışığın­da şöylece tesbit etmektedir:

"Derim ki: Buzağıyı denizde savurduğuna gelince; Yüce Allah'ın: "Biz onu denize savurup darmadağın edeceğiz" (Tâha, 20/97) buyruğu buna delil teş­kil etmektedir. Sudan içilip törpülenen buzağının tozlarının dudaklar üzerin­de görülmesi kanaatini ise, Yüce Allah'ın: "Buzağı (sevgisi) kalplerine içiril-miş idi" (el-Bakara, 2/93) buyruğu reddetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allahtır." [154]

Kurtubî, yer yer büyük ta'zim ve ihtiram tabirleri ile zikrettiği ilim adam­larının kanaatlerine de eleştiri getirmektedir. Meselâ, Hz. Peygamber'in unutmasının caiz olup olmadığı meselesini ele alırken şunları söyler: "Bâtı-nîler ile "kalp ilmi erbabından bir taife" istisna olmak üzere: Hz. Peygamber'in unutması caiz değildir. O, kasten unutur ve Sünnet olması için unuttuğu in­tibaını kasti olarak verir, derler. Bu görüşe tahkik önderlerinden büyük bir şahsiyet olan Ebu'l-Muzaffer el-İsferayinî "el-Evsat" isimli kitabında da mey­letmiş bulunuyor. Ancak bu doğru olmayan bir görüştür. Çünkü zıddın zıd ile birlikte olması uzak ve imkânsız bir şeydir." [155]

Kurtubî'nin ilmi delillere karşı tutumunu açıklığa kavuşturmak için bu ör­neklerin yeterli olabileceği kanaati ile buna dair açıklamalarımızı burada so­na erdirirken, başta da işaret ettiğimiz gibi, bundan az önce geçen "İlmî se-viyesi"ne dair açıklamalarımız ile "Tefsirinin meziyetleri"ne dair açıklamala­rımızda gelecek "insafına dair vereceğimiz bilgilerin de göz önünde bulun­durulması halinde, bu konu daha bir açıklık kazanacaktır. [156]

 

F- Çeşitli İlimlere Dair Bilgisi:

 

Mutlak olarak "ilim" teriminin kapsamına İslâm kültür tarihinde hem dinî ve şer'î ilimler, hem de deneysel ve sosyal ilimler girer. Ancak biz bu başlık altında Kurtubî'nin özellikle İslâmi ilimler dışında kalan deneysel bir takım ilim­lere dair bilgisine temas edeceğimiz gibi, Tefsiri'nde -özellikle fıkıh, kıraat, lü­gat, hadis gibi ilimlere göre de- nisbeten daha az mevzubahis ettiği fıkıh usû­lü, kelâm ve benzeri hususlara dair bilgisine de değinmek istedik. Bizi bun­lara değinmeye iten sebep, Tefsiri'nin genel hacmi içerisinde bu gibi konu­lara da vakıf olduğunun gözden kaçabilme ihtimalidir.

Çünkü, bu gibi bahisler, diğerlerine göre daha az sözkonusu edilmişler­dir. Bunda da garipsenecek bir taraf yoktur, çünkü müfessirimizin asıl mev­zuu elbetteki Kur'ân-ı Kerim'in tefsir edilmesidir. Bu gibi bahislere el atma­sı ise, Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması demek olan tefsiri ve özellikle de Kur'ân ahkâmının açıklanması açısından gerek gördüğü kadarıyla bu gibi konula­ra temas etmesidir.

Kurtubî, yazmış olduğu Tefsiri'nde İslâmî ilimlere gerçekten vakıf oldu­ğunu ortaya koymanın yanında, çağındaki genel ilmî ve kültürel hayata da vakıf olduğunu, gerek İslâmi ilimler, gerekse de deneysel ilimler çerçevesin­de ele alınmış temel konulardan haberdar bulunduğunu ve deneysel ilimler­den de en azından temel kaynaklarından yahut da kaynak olarak bilinen şah­siyetlerden nakilde bulunabilecek kadar ve bu ilimlerden yararlanabilecek seviyede olduğunu görüyoruz. Şimdi, çerçevesini çizmeye çalıştığımız şek­liyle onun, çağındaki ilimlere dair bilgisini birtakım örnekler ışığında işaret yolu ile de olsa açıklamaya gayret gösterelim:

Kurtubî Tefsiri'nin, fıkhî ahkâm ağırlıklı olduğu söylenebilse de, bunun dışındaki meselelere de hakettikleri önemi vermeksizin üstün körü geçtiği, yahut da hiç değinmeden konuları ele aldığı söylenemez. Meselâ Kurtubî'nin bir dereceye kadar kelâm ve fıkıh usulü'nün tartışma konuları arasında yer alan "eşyada aslolan mübahlık mıdır" konusu ile "hüsn ve kubh'un menşei" konusunu özel bir başlık olarak ele alıp, konuyu derin bir vukufiyet ile özet­lediğini görüyoruz. [157]

a. Kurtubî, -"İtikadı mezhebi ve diğer mezheplere karşı tutumu"na dair açıklamalarda bulunduğumuz sırada da temas etmeye çalıştığımız gibi- sıra­sı geldikçe âyetler ile ilgili kelâmcıların yöntemini de kullanarak onların üs­lubu ile açıklamalarda bulunur, kelâmî tartışmalara girişir.

Bu türden bölümler tesbit etmek, Tefsiri'ni tetkik*eden bir kimse için pek zor olmayacaktır.

Meselâ: Yüce Allah'ın semî' ve basîr olduğunu, yîni işitip gördüğünü be­lirten ilâhî buyruklardan birisini açıklarken bunun, hem sem'î yolla sabit ol­duğunu, hem de aklın da yüce Allah'ın bu sıfatlara sahip olmasına delâlet et­tiğini belirterek, aklın buna nasıl ve hangi yolla delil olduğunu bir kelâmcı üslûbu ile açıkladığını görüyoruz. [158]

Hatta yer yer yaptığı bazı açıklamalarda, ehl-i sünnet dışındaki bir takım mezheplere mensup olanların kendi mezhebi mantıkları içerisindeki birta­kım değerlendirmelerinin esasen yanlış olduğuna ve bu tür değerlendirme­yi kendi mezhebini bilmeyen, mezhebinin cahili kimselerin yaptığına işaret ettiğini de görüyoruz ki, "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir" (en-Nisâ, 4/79) buyruğu ile ilgili yaptığı açıklama­ları buna örnek olarak gösterebiliriz. [159]

Bilindiği gibi yüce Allah'ın vahdaniyetini, yaratılmışların özelliklerinden ve yaratılışlarındaki mucizevî yanlarından, niteliklerinden hareketle isbat et­mek kelâmî metotlar arasında yer alır. Kurtubî, bir taraftan bu metodu kul­lanırken ve bu yolla yüce Allah'ın yaratıcılığını isbat etmeye çalışırken, di­ğer taraftan her bir olayın kendiliğinden meydana geldiğini, onu meydana getiren bir sâni'in bulunmadığını ileri süren ve bu kanaatlerine de ağaçlar­dan çıkan meyveleri delil gösteren mataryalist tabiatçılara da cevap verme­yi ihmal etmez. [160]

Kelâm bahisleri arasında oldukça önemli bir tartışma konusu teşkil eden, hatta kelâm ilminin "kelâm" adını almasına sebep teşkil ettiği dahi söylenen hususlardan birisi de, "Allah'ın kelâm sıfatı" ve Kur'ân-ı Kerim'in Allah'ın ke­lâmı olmakla birlikte, bunun yaratılmış olup olmadığı meselesi işgal eder. Kurtubî, yeri geldikçe bu konuya da el atar ve bu konu ile ilgili kanaatlerini de Tefsiri'nde alışageldiğimiz üslûbu ve metodunu elden bırakmıyarak belirtmeye çalışır. Bu ise, yerine göre nas ile istidlaldir, yerine göre ise yine nassın ışığında fakat hasmın da delil olarak kabul edebileceği bir istidlaldir. İşte bu çerçevede, Kur'ân-ı Kerim'in mahlûk olmadığına dair delilleri de ge­rek naklî, gerekse de aklî olmak üzere ortaya koyduğunu ve bunlara da te­mas ettiğini görüyoruz. [161]

Bu değinmelerle anlatmak istediğimiz husus şu ki: Kurtubî, kendi döne­mine kadar İslâmî endişelerle, yada İslâmı şu veya bu şekilde çeşitli yönle­riyle ilgilendiren konular ile ilgili tartışmaları yakından izlemeye, tesbit et­meye gayret harcamış ve bu konuları bir ilim adamı, bir müfessir olarak ele almış, Kur'ân'ın çerçevesi içerisinde sunmaya ve kendisi farklı bir kanaat ser-dedecekse de karşı tarafın kabul edebileceği veya hiç olmazsa red edemiye-ceği bir üslûb ve bir yöntem ile konulara açıklık getirmeye gayret etmiştir. Bilhassa bu yöntemi, Tefsiri'nin genel hacmi içerisinde nisbeten daha az yer tutsa bile- Kelâmî mevzulara dair açıklamalarından ya da dönemine kadar Ke­lâm tarihi içerisinde ele alınmış konulan inceleyip bunlara dair doğru gör­düğü görüşü tesbit etmesinden anlıyabilmekteyiz.

b. İslâmî ilimler çerçevesinde ortaya çıkmış çeşitli görüş ayrılıklarının ge­rek nass ile gerekse de işaret yolu ile delâleti ile delillendirilmesi, konuyu haddinden fazla genişletmesi ve dağıtması açısından Kurtubî Tefsiri'nin bir zaafı olarak görülebilirse de [162] bunun, bir meziyet olarak görülmesi de mümkündür.

Mesela; mana ile hadisin rivayet edilmesinin hükmü ile ilgili görüş ayrı­lığı bilinen bir husustur. Kurtubî, bu görüş ayrılığına, İsrail oğullarına Kudüs'e girecekleri vakit söylemekle emr olundukları "hıtta" sözünü değiştirdikleri­ni belirten âyet-i kerimeyi (el-Bakara, 2/58'i) açıklarken temas etmekte ve ko­nu ile ilgili farklı görüş sahiplerinin kimlikleriyle birlikte delillerini açıklamak­tadır. [163]

Ortalama genişlikteki bir hadis usulü kitabında bu görüş ayrılığının men­şeini teşkil eden birtakım hadislere temas edilmekle birlikte, Kurtubî'nin bu âyet-i kerimeye işaret ettiği gibi bir işarete rastlamak zordur.

O bakımdan Kurtubî'nin, bu âyet-i kerimeyi açıklarken bir hadis usulü il­mi meselesi olan bu konuya değinmesi, hadis usulü ilminin meselelerinin de esasen Kur'ân-ı Kerime dayalı olduğu tezine bir bakıma kuvvet kazandırmak­tadır.

Bu yönüyle, bizler, her ne kadar Tefsirin hacminin kabarmasına bu gibi hususlara girilmesi bir sebebiyet teşkil ettiğini kabul ediyorsak dahi, bu gi­bi konulara temasın yerine göre ilim açısından oldukça faydalı bir yaklaşım şekli olduğu kanaatindeyiz.

Bununla birlikte Kurtubî'nin bu gibi meseleleri büsbütün ahkâmı ilgilen­diren bir mesele olmaktan uzaklaştırıp mücerred o ilmin bir meselesi olarak sunmadığını da görebiliyoruz. Bu da, çeşitli İslâmî ilimlerin ve bu ilimlerin ele aldıkları meselelerin Kur'ân ile irtibatlandırılmasında Kurtubî'nin önem­li bir pay sahibi olduğunu da gösterebilecek hususlar arasında değerlendi-rebilinir.

Kurtubî'nin, ahkâmı açıklarken delillerine de özellikle değinmesi ve fark­lı görüş sahiplerinin getirdikleri delilleri ele alıp ilmî olarak değerlendirme­ye tabi tutması önemli özellikleri arasında yer alır. O bakımdan, ele aldığı her-bir delili de alınması gereken şekliyle ele alır ve değerlendirir. Eğer görüş ay­rılığına temel teşkil eden delil bir hadis ise, Kurtubî bu hadisi kabul veya red­dediyor ise; bu hadisi delil olarak almasını gerekli kılan sebepleri de açık­lar; reddediyor ise, yine bu hadisi, delil olarak reddedilmesini gerektiren se­bepleriyle birlikte ele alır. [164] Bunlar ise bizlere, Kurtubî'nin hadis usulü il­mine ve bu ilmin meselelerine gereği gibi vakıf olduğunu müşahhas olarak göstermektedir.

c. Kurtubî, açıklamalarını yaparken, birkaç defadır vurguladığımız gibi, özellikle tarafların delillerini, görüşlerinin dayanaklarını da belirtmeye dik­kat eder. Konu ile ilgili farklı görüşleri ele alır ve bunlar arasından kuvvet­li gördüğü görüşü de -ki, kuvvetli kabul ettiği delil dolayısıyla bir görüşü kuv­vetli görür- tercih eder. Bu konuda genellikle rivayet edilen hadis de ona yol gösterici olmaktadır. O bakımdan Kurtubî, farklı görüşler arasından herhan­gi birisini tercih etmeye giderken, konuyla ilgili hadisleri de serdeder. Riva­yetler arasında ihtilaflı gibi görünenleri de te'lif etmeye çalışır. [165]

Bu da Kurtubî'nin hadis kaynaklarına ve hadis tekniklerine vakıf olduğu­nu, yeri geldikçe bu bilgisini pratiğe dökerek gerekli şekilde bundan istifa­de ettiğini göstermektedir.

Gerek bu hususta Kurtubî'nin ilmî yetkinliği, gerekse başka alanlardaki ilmî yetkinliği esasen bizim için şaşırtıcı olmamalıdır. Çünkü Kurtubî'nin, İs­lâmî ilimleri döneminin ilim elde etme usûlleri çerçevesinde tahsil ettiğini bi­liyoruz. Bu arada özellikle üzerinde durmakta olduğumuz konu ile ilgili ola­rak da onun icazet yoluyla hadis rivayet ettiğini açıkça ifade ettiğini görüyo­ruz. [166] Bu, Kurtubî'nin çağındaki İslâmî ilimleri, usûlü çerçevesinde tahsil ettiğini göstermektedir. Bundan dolayı ele aldığı konuları bu derece ilmî bir vukufiyet ve yetkinlik ile tartışmasını ve sonuca bağlamasını tabii bir so­nuç olarak karşılamak gerekir. Bunun yanında bunlar, bir ilim adamının var­dığı sonuçlar olmaları itibari ile de kalbî bir itminan ile kabul edilebilecek nitelikte oldukları da elbetteki söylenebilir.

d.  Kurtubî, meselelerin ilmî münakaşasını yaparken özellikle fıkıh usulü bahislerine de yer yer temas eder ve fıkıh usulü kaidelerinden hareketle gö­rüş tercihi ya da reddi yoluna gider. [167] Yeri geldikçe fıkıh usulü ilminde la­fızların delâletleri ile ilgili açıklamalarda bulunduğunu gördüğümüz gibi [168] beyanın sorulan sorudan sonraya bırakılması (tehiri) gibi [169] fıkıh usulünde nisbeten ayrıntı kabul edilen meselelere de - ihtiyaç kadarı ile de olsa - el attığını görebiliyoruz..

e. Kurtubî'nin Tefsiri ahkâm ağırlıklı bir tefsir olması nedeni ile kıraat ah­kâmı ile ilgili oldukça ayrıntı kabul edilebilecek meselelere de el atar, konu ile ilgili ilim adamlarının görüşlerini hülâsa ederek sunar.

Meselâ, hiçbir şekilde Fâtiha'yı yahut da Kur'ân-ı Kerim'den herhangi bir bölümü ezberleyemeyen kimsenin -hadisi delil göstererek- hangi dua ve zi­kirleri yapacağını, bu dua ve zikirleri ezberleyemeyenin neler yapacağını, bu­na da zaman ve imkan bulamamakla birlikte dili hiçbir şekilde Arapçaya dön­meyen Arap olmayanın ne yapacağını... ve benzeri birtakım ayrıntı konula­rı da ele aldığını ve bu konudaki fukahânın görüşlerine işaret ettiğini de gö­rüyoruz. [170]

f. "Kurtubî'nin şahsiyeti"ni belirginleştirmeye çalıştığımız bu başlıkta Kur­tubî'nin özellikle İslâmî ilimlerin dışında kalan diğer beşerî ve deneysel ilim­lere de vakıf olduğuna dair bir takım atıflarda bulunmayacak olursak, orta­ya çıkarmak istediğimiz tablonun eksik kalacağı endişesini taşıdığımızdan do­layı, Kurtubî'nin bu alandaki bilgilerden de haberdar hatta onlara vakıf ol­duğunu ortaya koyan bazı hususlara - şimdiye kadar diğer konularda da yap­tığımız üzere - kısaca değinmeyi zorunlu görüyoruz.

Burada şunu hatırlatalım ki; Kur'ân-ı Kerim'de de deneysel ilimlere atıf­lara bulunulduğu bir vakıadır. Ancak bundan amaç, Kur'ân-ı Kerim'in bu de­neysel ilimleri insanlara öğretmesi olduğu söylenemez. Bunlar anlatılmak, açıklığa kavuşturulmak istenen gerçeğin anlatılması ve anlaşılması için yar­dımcı bir unsur olarak kullanılmaktadır.

Bu noktada şunu belirtelim; Kurtubî'nin Tefsiri'nde de yer yer dolaylı ola­rak deneysel ilimler ile ilgili belli bir seviyede bilgi sahibi olduğunu göste­ren bir takım açıklamalara rastlayabiliyoruz. Ancak burada da amaç bunlara dair açıklamalarda bulunmak değil, konu ile ilgili olarak bu gibi hususla­ra temas etmenin gerekli oluşundan dolayıdır.

Nitekim Kurtubî, Mâide Sûresinde yer alan ve kısas ile ilgili hükümleri ih­tiva eden 45. âyet-i kerimeyi açıklarken, kısas yolu ile çıkarılan dişin tekrar yerine konulup dişin eski haline dönmesinde, kısas yolu ile kopartılan bir ku­lağın hemen yerine konulması halinde kaynaması ile ilgili hükümlerden ve konu ile ilgili fukahânın görüşlerinden bahsettiğini görüyoruz. [171]

Bunlar konu itibari ile tıp alanına girmekle birlikte, Kurtubî, bunlardan fık-hî bir konuya açıklık getirmek vesilesi ile söz etmektedir. Aynı âyetin açıklan­ması çerçevesinde yine tıp alanına giren birçok meseleyi ele aldığını görüyo­ruz. Çünkü kısası gerektiren her bir yaralama, elbetteki insan vücudunun bir bölümünde cereyan eder. Bu bölümde cereyan eden yaralama ve bunun ce­zası olan kısas esnasında çeşitli haller ile karşı karşıya kalınır. Bu hallerin her birisinin kendisine göre bir hükmü vardır. İşte bu hükümler açıklanırken, do-layısı ile tıbbın alanına giren birçok açıklamalara da girileceği yahutta bun­lara atıflarda bulunulacağı tabii bir husustur. Bu türden gerek doğrudan be­den ile ilgili, gerekse de hastalıklardan korunma ve tedavi ile ilgili yer yer çe­şitli açıklamalara girdiğini görmemizin sebebi de buna bağlıdır. [172]

Bununla birlikte Kurtubî'nin - günümüz doktorları olsun, çağdaşı doktor­ları olsun bu gibi hususlarda ne dediklerini bilemeyeceğimiz - tedavi yolla­rını da sözkonusu ettiğini görüyoruz. Bunlardan birisi ellerde ve vücudun baş­ka yerlerinde meydana gelen siğillerin tedavisi ile ilgilidir. Kurtubî bizzat ken­disinin denediği ve yüce Allah'ın izni ile faydalı olduğunu gördüğü bir siğil tedavi yolunu da bize göstermektedir. [173] Kurtubî bunlardan başka çeşitli -manevî tedavi yolu diyebileceğimiz- rukyeleri de yer yer sözkonusu etmek­te ve bu gibi meşru manevi tedavilerin çerçevesini de belirlemektedir. [174]

g. Kurtubî yer yer astronomiyi ilgilendiren konulara da girmektedir. An­cak bu konulan ele alırken bir taraftan bunların esas itibari ile yaratılış hik­metleri olan insanlık için Allah tarafından musahhar kılınmış olmaları gerçe­ğine değinmekte [175] diğer taraftan da tefsirini yaptığı âyet ile ilgili olarak işaret etmekte ya da açıklamakta fayda mülahaza ettiği astronomiye dair bir bilgiye de temas etmektedir. [176]

h. Kurtubî yalnızca çeşitli deneysel ilimlere dair bilgi sahibi olmakla ya da yeri geldikçe eserlerinde bunlara değinmekle kalmayıp sosyal ilimler ile de ilgilenmekte, bu meyanda tarih ile ilgili eserleri, eski dinlerin kaynaklarını, kutsal kitaplarını da incelediğini, bunlar hakkında kanaat sahibi olduğunu da göstermektedir. Meselâ, Hz. Mesih'in doğumu ve Mısır'a götürülüşü ile ilgi­li olarak açıklamalarda bulunurken: "Derim ki: Mısır tarihinde okuyup gör­düğüme ve İncil'de açıklandığına göre..." [177] diyerek bu konuda önemli ta­rihi bilgiler verdiğini görüyoruz.

Bu türden Kurtubî'nin bize verdiği bilgiler, elbetteki bundan ibaret değil­dir ve bunlar yalnızca Hz. İsa ve Mısır ile alakalı da değildir. Kur'ân-ı Kerim'in akışı içerisinde tarihî olaylara, şahıs ve mekanlara atıf yapıldıkça ve tefsir akı­şı çerçevesinde gerek gördükçe bu kabilden açıklamalara girişir. Bu türden açıklamaları tesbit etmek, okuyucu için de oldukça kolaydır. Bu kabilden ol­mak üzere özellikle Kurtubî'nin gerek Daru'1-Fikr tarafından yapılan basımı ile gerek Daru'l-Hadis tarafından yapılan basımının fihrist bölümlerinin din ve fırkalara dair atıflarına ve benzeri başlıklarına bakmak halinde; konu ile ilgili oldukça etraflı bilgi ve malzeme ile karşı karşıya bulunduğumuzu gö­rebileceğiz.

Böylelikle Kurtubî'nin tahsil hayatı ile ele almaya başladığımız ve çeşitli ilimlere dair bilgisine işarete kadar getirdiğimiz bu çerçeve içerisinde Kur­tubî'nin bir müfessir ve ilim adamı olarak nasıl bir kişiliğe sahip olduğu ko­nusunda aynntılı olmasa bile kapsamlı sayılabilecek bir çerçeve içerisinde Kur­tubî'nin kişiliğini belli bir seviyede aydınlığa kavuşturmuş olduğumuzu söy­leyebiliriz. Bundan sonra artık, ilmi kişiliği bizim için bir dereceye kadar te­barüz etmiş olan müfessirimizin eserleri üzerinde durabiliriz. [178]

 

G. Eserleri:

 

İmam Kurtubî'nin en önemli eseri hiç şüphesiz "el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân..." adını verdiği tefsiridir. Ancak biz tefsirini etraflı bir şekilde bundan sonraki bölümde ele alacağımız için tefsiri ile ilgili açıklamaları oraya bıra­karak burada Kurtubî'nin gerek kendi Tefsiri'nde sözkonusu ettiği, gerekse de başka kaynakların değindiği eserlerine dair birtakım bilgileri derleyip to­parlamaya ve Kurtubî'nin eserlerinin takribi bir listesini ortaya çıkarmaya gay­ret edeceğiz. Bu eserlerini sıralarken de öncelikle Tefsiri'nde atıfta bulundu­ğu eserlerini zikredeceğiz. Bunlar arasında da daha çok atıfta bulunduğu eser­lerini öncelikle ele alacağız. [179]

 

1. et-Tezkire;

 

Tam adı: "et-Tezkire fi Ahvâli'l-Mevta ve Umuri'l-Âhira" şeklinde olan bu kitabına Kurtubî çokça atıfta bulunur. [180] Çünkü kitap adından da anlaşıl­dığı gibi ölüm halleri ve ahiret ile ilgili hususları sözkonusu etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de ise bilindiği gibi bu bahislere geniş yer verilmiştir. O ba­kımdan Kurtubî'nin konu açısından münasebet düştükçe bu eserine gönder­melerde bulunacağı tabiidir.

Kurtubî, "veciz" olmakla nitelendirdiği bu kitabında, kendisi için bir ha­tırlatma ve ölümünden sonra da salih bir amel olması amacı ile ölüm, ölen­lerin halleri, haşr, neşr, cennet, cehennem, çeşitli fitneler, kıyametin alâmet­leri gibi bahisleri ele alacağını, bu bahisleri önder ilim adamları ile bu üm­metin ileri gelen güvenilir şahsiyetlerinin kitaplarından kendi görüşüne ve rivayetine uygun olarak derleme isteği ile bu kitabı vücuba getirdiğini söy­ler. Ayrıca kimden ne nakil yaptıysa bunu yüce Allah'ın izni ile görüş sahi­bine veya kaynağına nisbet edeceğini belirtir.

Kitabı bablara ayırıp her bir babın arkasında bir veya birkaç fasıl da ek­leyeceğini, bu fasıl ya da fasıllarda ise hadisin gerek duyulacak olan garip la­fızlarını yahut da fıkhını veya bir müşkili açıklamaya gayret edeceğini belir­terek [181] bu eserinde takip edeceği metodunu da tesbit ettiğini görüyoruz.

Değişik baskıları yapılan bu eserin son olarak Dâru'r-Reyyân tarafından (Kahire, 1407/1987 büyük boy 801 sahife) güzel bir baskısı yapılmıştır.

Bu eserin Abdülvehhab eş-Şa'rânî'ye nisbet edilen bir Muhtasar'ı olduğu söylenmiş ve bu şekilde de basılmış bulunmaktadır. Sözkonusu bu Muhtasa­rın sonunda yer alan bu ifadeler muhtasarı yapanın Abdülvehhab eş-Şa'rânî olduğunu ortaya koymaktadır: "Bunun (bu muhtasarın) müellifi Şeyh... Ab­dülvehhab eş-Şa'rânî der ki: ... bu eserin telifi Mısır'da 908 yılı Rabiyulevvel ayının onyedisine rastlayan cumartesi gününde bitirilmiş bulunmaktadır..."[182]

Ancak Katip Çelebi, Tezkire'yi kimin ihtisar ettiğini (kısalttığını) zikretmek-sizin "ilim adamlarından birisi bunu ihtisar etmiştir" [183] demekle yetinmek­tedir.

"Kurtubî ve tefsirdeki metodu" üzerine bir doktora tezi hazırlayan Dr. el-Kasabî, bu Muhtasarın, Şa'rânî'ye ait olduğu hakkında bir takım şüpheleri söz­konusu etmekte ve bu şüphelerde haklı olunabileceği kanaatini de izhar et­mektedir. [184]    

 

2. el-Esnâ fi Şerhi Esmâi'l-Lahi'l-Hüsnâ:

 

Yüce Allah'ın güzel isimlerinin açıklanmasına dair olan bu eserin tam adı: "el-Esnâ fi Şerhi Esmâi'l-Lahi'l-Hüsnâ ve Sıfatihi'l-Ulyâ" şeklindedir. Özel­likle yüce Allah'ın Esma-i Hüsnâsını zikreden âyet-i kerimeler geldikçe za­man zaman daha geniş açıklamalar ve bilgiler için bu kitabına atıflarda bu­lunmaktadır. [185] 

 

3.  el-Muktebes:

 

Tam adı: "el-Muktebes fi Şerhi Muvatta-i Mâlik İbn Enes" şeklinde olan ve adından anlaşıldığı kadarı ile İmam Malik'in Muvatta adlı eserini şerh et­meyi konu olan bu eserinden de Kurtubî, Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde yedi sekiz defa söz etmekte ve bazı konuları burada etraflı bir şekilde ele aldığı­nı belirtmektedir. [186]

 

4. Kam'u'l-Hırs:

 

Kurtubî, bu eserine üç yerde atıfta bulunmaktadır. Bu eserine ilk olarak en-Nisâ, 4/32. âyet-i kerimenin tefsirinde 4. başlığın konusunu teşkil eden "Ve Allah'ın lütfundan dileyin" bölümünü tefsir ederken işaret ederek şunları söy­lemektedir: "... Biz bu hususa dair geniş açıklamalarımızı 'Kam'u'KHırs bi'z-Zühdi ve'1-Kanâ'ah' adlı eserimizde genişçe açıkladık." [187]

Bu kitabını yine ez-Zariyat, 51/22. âyeti olan "Rızkınız ve vaadolunduğu-nuz semâdadır" buyruğunu açıklarken bu eserinin adını aynı şekilde verdi­ğini görüyoruz. [188]

Bir başka yerde ise kitabının adını daha uzunca ve tam olarak şöylece ver­mektedir: "Kam'u'l-Hırsı bi'z-Zühdi ve'1-Kanaati ve Reddu Zülli's-Suâli bi'l-Kes-bi ve's-Sınaati." Tefsir'in Arapça baskısını hazırlayanlar bu eserinin adının bir nüshada bu şekilde olduğunu ve doğru şeklinin de böyle olması gerektiğini belirttikten sonra üç nüshada ise son iki kelime olan "kesb ve sınaa" kelime­leri yerine "kütüb ve şefaat" kelimelerinin yer aldığını belirtmektedirler. [189]

İbn Ferhûn, ed-Dîbâc'da [190] ve ondan naklen ed-Dâvûdi de Tabakâtu'l-Müfessirîn'de de son iki kelimeyi "Kütüb ve Şefaat" diye zikretmişlerdir. Buna göre İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî Arapça baskıyı hazırlayanların işaret et­tikleri ve doğru olmadıklarını ima ettikleri nüshalardan birisinden bu ismi kay­detmiş olmalıdırlar.

Ömer Rıza Kehhâle ise kitabın isminde yer alan sondan ikinci kelimeyi ise "bil ketli..." diye zikretmektedir. [191]

Kitabın doğru ismi olduğu tercih edilen adı ise: "Zühd ve Kanaat ile Hır­sın Kökünün kazılması Kazanç ve Sanat (Zenaat) ile de Dilenciliğin Zilleti­nin Bertaraf Edilmesi" anlamına gelir.

İsmail Paşa da bu kitap ile ilgili olarak: "Bu kitabını tefsir ve hadise dair kırk bab şeklinde düzenlemiştir" [192] diye bilgi vermektedir. [193]

 

5. el-Lümau'l-Lü'lüiyye:

 

Kurtubî, asıl metninin el-Fadârî'ye ait olduğunu belirttiği "el-İşrînât en-Nebeviyye" adlı eserine yaptığı şerhe: "el-Lümau'l-Lü'lüiyye fi Şerhi'l-İşrî-nâti'n-Nebeviyye" adını verdiğini belirtmektedir. [194]

Her ne kadar bir başka yerde bu eserin aslının "Farabi"ye ait olduğunu be­lirtmekte ise de [195] bunun bir istinsah hatası olduğu anlaşılmaktadır. [196]

 

6. el-İ'lâm:

 

Kurtubî, bu eserinden birisinde: "el-İ'lâm fî Ma'rifeti Mevlidi'l-Mustafâ Aleyhisselatu Vesselam"[197] ikincisinde ise, "el-İ'lâm bi Mevlidi'n-Nebiyyi Aleyhisselam"[198] diye sözetmektedir. Eserin adından ve Tefsiri'nde ona yap­tığı atıflardan Hz. Peygamberin soyu, doğumu gibi hususlardan söz ettiği an­laşılmaktadır. [199]

 

7. Menhecu'l-Ubbâd:

 

Tam adi: "Menhecu'l-Ubbâd ve Mahaccettü's-Sâlikîne ve'z-Zühhâd (Âbid-lerin :zlediği yol ve saliklerle zahidlerin takip ettikleri iz)" diye tercüme edi­lebilecek olan bu eserine Kurtubî, yalnızca bir defa atıfta bulunmaktadır. [200]

Gerek kitabın adından, gerek atıfta bulunduğu esnada Tefsiri'ndeki açık­lamalarından, Kurtubî bu eserinde ibadet, zühd, sülük ve takva ile ilgili yan­lış anlayışları red ve bunların doğru olan halinin hangisi olduğunu Kur'ân ve Sünnetin ışığında ortaya koymaya çalıştığını söyleyebiliriz. [201]

 

8. Fıkıh Usulüne Dair Bir Eseri:

 

Kurtubî, bu eserine yalnızca bir yerde adını vermeksizin atıfta bulunarak: "... Biz bunu Usülu'l-Fıkh'da açıklamış bulunuyoruz..." diye işaret etmekte­dir. [202] Kitabın adı, muhtevası konusunda bize fikir vermektedir.

Kurtubî, bu eserine kişinin kalbindeki boşama ve küfür gibi niyetlerin hük­müne dair açıklamalarda bulunurken işaret ettiğine göre, bu eserinin de (Tefsiri'nde ve haklarında bilgi sahibi olduğumuz diğer eserlerinden anlaşıldığı üzere) konusu ile ilgili oldukça etraflı bir kitap olduğu tahmin edilebilir. [203]

 

9.  et-Tizkâr:

 

Tam adı: "et-Tizkâr fi Efdali'l-Ezkâr (En Faziletli Zikirlere Dair Hatırlat­ma)" adını taşıyan bu eseri ile ilgili olarak İbn Ferhûn şu kaydı düşmekte­dir: "Bu kitabı, Nevevî'nin et-Tıbyân (el-Ezkâr diye bilinir) adlı eserinin sis­temine uygun şekilde tasnif etmiş olmakla birlikte, bu kitap ondan daha ek­siksiz, ilim bakımından daha üstün ve doyurucudur." [204]

Kâtip Çelebi de bu kitap ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: "Bu ki­tabını Kur'ân-ı Kerimin, onu okuyanın, onu dinliyenin, Kur'ân gereğince amel edenin fazileti, Kur'ân-ı Kerimin saygınlığı ve okuma keyfiyetine dair kırk fa­sıla ayırmıştır." [205]   

 

10.  Şerhü't-Takassî:

 

İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî'nin müştereken "Şerhü't-Takassî" diye söz ko­nusu ettiği bu eser ile ilgili olarak Dr. el-Kasabî şu bilgileri vermektedir: "İbn Abdi'1-Berr "et-Temhid..." adlı eserini "et-Takassî fil Hadisi'n-Nebevî"[206] adı ile ihtisar etmiştir. Kurtubî de bu muhtasarı "Şerhu't-Takassî" diye şerh etmiş­tir. [207] Daha sonra el-Kasabî, Burockelman'a istinaden şu bilgileri vermek­tedir: "Kurtubî, et-Temhîd adlı kitabı da ihtisar etmiştir." Daha sonra el-Kasa­bî der ki: "Yine Kurtubî'nin, İbn Abdilber'in et-Takassî adlı eserini şerh etmiş ve buna "Şerhü't-Takassi" adını vermiş olması da muhtemeldir. [208]

 

11.  et-Takrîb:

 

Hayruddin ez-Ziriklî, Kurtubî'nin "et-Takrîb li Kitabi't-Temhîd" adlı bir eserinin bulunduğunu, bunun iki büyük cild halinde Fas'da el-Kuraviyyûn Kütüphane'sinde, 80/117 no'da kayıtlı olduğunu bildirmektedir. [209]

Kurtubî Tefsirini tetkik eden görür ki Kurtubî, İbn Abdi'l-Berr'in gerek et-Temhid, gerekse de el-İstizkâr adlı eserlerinden çokça nakillerde bulunmak-udır. Dolayısıyla Kurtubî'ye ait olduğu belirtilen Şerhü't-Takassi ile et-Takrib'in aynı eser olma ihtimali de vardır. Kurtubî'nin, birincisi İbn Abdi'l-Berr'in muhtasarı olan Takassî'yi Şerhi, ikincisi de Kurtubî'nin et-Temhîd üze--ndeki müstakil ve özgün bir çalışması olma ihtimali de vardır. [210]

 

12. Esmâü'n-Nebî:

 

Kurtubî'nin, Peygamber (s.a)'ın isimlerini bir araya getirdiği recez veznin­de bir şiirinin bulunduğundan da kaynakların söz ettiğini görüyoruz. [211]

 

13. el-î'lâm:

 

Bağdatlı İsmail Paşa, müfessirimizin: "el-î'lâm bimâ fi Dini'n-Nasârâ ve îzhari Mehâsini Dini'l-lslâm (Hıristiyanların Dininde bulunan (tutarsızlık­lar ile İslâm Dininin güzelliğinin açığa çıkartılması ile ilgili hususları bildir­me)" [212] adını taşıyan bir eseri olduğunu bildirmektedir. Adından hıristiyan-lığa bir reddiye mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. [213]

 

14. Diğer Eserleri:

 

Müfessirimizin hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren kaynaklar onun: "Da­ha başka birtakım te'lif ve talik (notlan) lerinin de bulunduğundan" [214] söz etmektedirler. Ancak, eser ismi vermemektedirler. Dr. el-Kasabî de zikrettik­lerimizden başka: "Risale fi Elkâbi'l-Hadîs, el-Akdiye, el-Cem-u Beyne'l-Efâli ve's-Sıhah..." gibi eserlerinin de varlığından -Burockelman'a istinaden-sözetmektedir. [215]

Görüldüğü gibi Kurtubî'nin Tefsir ile et-Tezkire'si dışında pek çoğu neş­redilmeyi bekleyen yazma halinde bulunan birçok eseri daha bulunmakta­dır. Henüz varlığından haberdar olunamamış eserlerinin bulunması da müm­kündür. [216]

Kurtubî'nin şahsiyeti ve eserleri ile ilgili bu açıklamalardan sonra, usûlü ve kaynaklarıyla Kurtubî'nin Tefsiri'ni incelemeye geçebiliriz. [217]

1.  İbn Ferhûn, ed-Dîbâcu'l-Müzehheb fi Ma'rifeti Ulemâi'l-Mezheb, Kahire, baskı tarihi yok, II, 308-309;

2. ed-Dâvûdî, Tabakâtu'l-Müfessirîn, Kahire, 1392/1972, II, 65-66;

3. İbnu'1-îmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, Beyrut, baskı tarihi yok, V, 335;

4. Hacı Halife (.Kâtib Çelebi), Keşfu'z-Zunûn, İstanbul, 1360/1941, 383, 390, 534.

5. Bağdatlı İsmail Paşa, İzahu'l-Meknûn, İstanbul, 1364/1945, 81, 241.

6. Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955, II, 129.

7.  Hayruddin ez-Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1979, V, 322.

8. Ö. Rıza Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn, Beyrut, baskı tarihi yok, VIII, 239-240.

9.  Dr. Muhammed Hüseyn ez-Zehebî. et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, Kahire, 1396/1976, II, 457-464.

10.  Dr. el-Kasabî Mahmud Zelat, el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir, Kahire, 1399/1979, -özellikle s. 6-50 arası.

11.  Meşhur Hasan Selman - Cemal Abdullatif Dusûkî, Keşşaf Tahlili, li'l-Me-saüi'l-Fıkhiyye ft Tefsiri'l-Kurtubî, Taif, 1407/1988, s. 9-24.

12. Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1974, II, 523-525;

13. Ayrıca; Kehhâle'nin anılan yerde, Keşşaf Tahlilinin s. 24'te, el-Kasabî'nin s. 50, dn. 2'de, Bilmen'in II, 525 te verdikleri kaynaklar...

 

Üçüncü Bölüm:

 

KURTUBÎ'NİN TEFSİR'DEKİ USÛLÜ

 

I. Tefsir Tarihinde Kurtubî'nin Yeri:

 

Görünen ve bilinen şekliyle tefsirlerin bugünkü hallerinin belli bir süre­cin neticesinde ortaya çıktığını söylemeye gerek yoktur. İşte Kurtubî Tefsi­ri de böyle bir süreç neticesinde te'lif edilmiş bir tefsir olması hasebiyle, onun Tefsir Tarihi içerisindeki yerini tesbit etmeye çalışmamız önemli bir konu ola­rak karşımıza çıkmaktadır. Bunun için de tefsirin ilk dönemlerinden itibaren geçirmiş olduğu çeşitli aşamaları yada devreleri, - özetle de olsa - gözden ge­çirmemiz gerekmektedir. Bu konuda Dr. Muhammed Huseyn ez-Zehebî'nin, "et-Tefsîr ve Müfessirûn" adlı eserinde vermiş olduğu bilgileri özetleyerek ve bazı tasarruflarla aktarmayı uygun görüyoruz: [218]

 

Birinci Aşama: Hz. Peygamber ve Sahabe Dönemi:

 

Her ne kadar Hz. Âişe'den: "Rasulullah (s.a) Kur'ân-ı Kerim'den ancak Hz. Cebrail'in kendisine öğretmiş olduğu az sayıdaki âyet-i kerimeler dışında bir tefsirde bulunmamıştır" şeklinde bir rivayet nakledilse bile, İbn Kesîr'in de dediği gibi bu, münker bir hadistir. O bakımdan Suyutî, Hz. Âişe'nin bu sö­zünü nakletmekle birlikte İbn Teymiye'nin şu kanaatine de yer vermektedir: Peygamber (s.a), ashab-ı kirama Kur'ân-ı Kerim'in tümünün veya büyük bir çoğunluğunun tefsirini açıklamıştır. Bunu da Ahmed ve İbn Mace'nin, Hz. Ömer'den naklettikleri şu rivayet desteklemektedir: Son inen âyetlerden bi­risi de riba (faizin haramlığını belirten) âyetidir. Allah Rasulü ise bunu tef­sir etmeden önce öbür dünyaya göç etti. Burada ifadeden, Hz. Peygambe­rin kendisine inen bütün buyrukları tefsir ettiğine delil vardır. Faiz ile ilgili âyeti tefsir etmeyişinin tek sebebi ise, bu âyetin nüzulünden çok kısa bir sü­re sonra vefat etmiş olmasıdır. Aksi takdirde bunun özellikle faiz âyeti zik­redilerek açıklama cihetine gidilmesinin bir anlamı olmaz. [219]

Buna bağlı olarak, sahabe-i kiramın da -başta Hz. Peygamber'den feyz alış oranlarındaki farklılık olmak üzere- Kur'ân'ın dili olan Arapçaya vukufiyet-leri ve bu konuda onlara yüce Allah'ın vermiş olduğu kavrayış farkı dolayı­sıyla Kur'ân Tefsiri konusundaki yetkileri de değişik değişiktir. Bu sebepler yanında bir de vefat tarihlerinin önce ve sonralığı da onlardan nakledilen­lerin farklı olması sonucunu doğurmuştur. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerimin tefsirini en iyi ve ileri derecede bildikleri kabul edilen Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer ve benzerlerinden, tefsir ile ilgili bizlere az rivayet ulaşmasının sebe­bi, bu sahabilerin vefat tarihlerinin erken dönemlere rastlamasıdır.

Bu dönemde yani tefsir tarihinin birinci aşamasını teşkil eden Hz. Peygam­ber ve sahabe döneminde Kur'ân-ı Kerim tefsirinin bir takım kaynakları var­dır:

Birinci kaynak, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerimdir. Bunun için Kur'ân-ı Ke­rimin mücmeli mübeyyene, mutlakı mukayyede hamledilerek açıklama cihe­tine gidilmekle birlikte, aralarında ihtilaf bulunduğu vehmi olan âyet-i keri­melerin de uygun şekilde açıklanması, diğer taraftan Kur'ân-ı Kerimin âyet­leri üzerinde çokça düşünmek, tefekkür etmek, aklını yormak... gibi yollar da Kur'ân-ı Kerimin Kur'ân ile tefsir edilmesi kapsamı içerisinde ele alınır.

İkinci kaynak ise, hiç şüphesiz ashab-ı kiramın Allah'ın Kitabını anlamak ve tefsiri hususunda Allah Rasûlüne müracaat etmeleri, ya da kendisinin on­lara, müracaatları sözkonusu olmaksızın açıklamalarda bulunması dolayısı ile sünnet-i seniyyedir. Bu açıdan, tedvin edilmiş sünnet kitaplarına başvuracak olursak, konularına göre tasnif edilmiş hadis kitaplarının önemli olanların­da tefsir ile ilgili özel bölümlerin bulunduğunu göreceğimiz gibi, birçok ha-dis-i şerif zikredilirken bunlarla beraber pek çok âyet-i kerimeye atıflarda bu­lunduğunu da görüyoruz.

Hz. Peygamberin, Kur'ân-ı Kerim ile ilgili tefsire dair açıklamaları husu­sunda pek az açıklamalarda bulunmuş olduğunu söyleyenler ile tamamını tef­sir etmiştir, diyenlerin iki ayrı ucu temsil eden kanaatlerini muhakeme eden Dr. ez-Zehebî, bu konudaki tartışmaya dair kanaatlerini şöylece belirtmeye çalışmaktadır: Allah Rasulü, Kur'ân-ı Kerim'in birçok manasını ashab-ı kira­ma açıklamış bulunmaktadır.

Nitekim sahih hadis kitapları, bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamber, Kur'ân-ı Kerim'in ihtiva ettiği anlamların tü­münü de açıklamamıştır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'in bir bölümüne dair bilgi­yi yüce Allah, yalnız kendisine tahsis ettiği gibi, onun bir bölümünün anlam­larını ilim adamları, bir bölümünü araplar, arap dilinin özelliklerinden bilmek­tedirler. Kur'ân-ı Kerim'in bazı bölümlerine dair bilgisiz kalmak hususunda ise -İbn Abbas'ın da açıkça belirttiği gibi- hiçbir kimse mazur görülemez... Allah Rasulünün, ashab-ı kirama, anlaşılması Arap dili ile mümkün olabile cek yerleri tefsir etmediği açıktır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim zaten onların diliy­le inmiştir. Yine bilinmemesi mazeret teşkil etmiyecek şekilde hemen ve ko­laylıkla anlaşılabilecek yerleri de açıklamamış olmalıdır. Çünkü zaten bunun, kimseye gizli kalacak bir tarafı yoktur. Kıyametin kopması, ruhun gerçek ma­hiyeti gibi ilminin yüce Allah'ın kendisine tahsis ettiği hususları açıklamamış olması da tabiidir... Buna göre Allah Rasulü ashab-ı kirama Şünnet-i seniy-yenin Kur'ân-ı Kerimi beyan edici özelliğine binaen gerekli açıklamalarda bu­lunmuş ve Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılıp kavranılması konusunda Sünnete dü­şen rolü eksiksiz ve fazlasız olarak ifa etmiştir, denilebilir. [220]

Sahabe-i kiram döneminde tefsirin üçüncü kaynağı ise, ictihad ve Kur'ân-ı Kerim âyetlerinden hüküm istinbat etme gücüdür. Ashab-ı kiram, yü­ce Allah'ın Kitabına dair açıklamaları Kur'ân-ı Kerimde bulamıyacak olup da bu konuda Rasulullah (s.a)'dan birşeyler öğrenme imkânını da elde edeme­yecek olurlarsa, kendi ictihadlanna başvurup konu ile ilgili görüşlerini or­taya çıkarmaya gayret ederlerdi. Bu ise, gerçekten düşünmeyi ve içtihadı ge­rektiren konularla alakalı idi.

Sadece Arapçayı bilmekle anlaşılması mümkün olan buyruklar için ise, ay­rıca anlaşılmaları amacıyla düşünmeyi gerektirecek bir taraf yoktur. Çünkü onlar Arapçayı ve dilin üslûplarını bildikleri gibi Hz. Ömer'in de belirttiği gi­bi "Arapların divanı" olan cahili şiiri de biliyorlardı. Buna göre ashab-ı kira­mın bir çoğunun Kur'ân tefsirinde izledikleri yolun şundan ibaret olduğu söy­lenebilir:

1-  Dili ve inceliklerini bilmek,

2- Arapların adet ve alışkanlıklarına dair bilgi,

3- Kur'ân-ı Kerimin nüzulü döneminde Arapların arasında yaşıyan yahu-di ve hıristiyanların durumlarına dair bilgi,

4-  Güçlü bir kavrayış ve geniş çerçeveli bir idrâk.

Bununla birlikte ashab-ı kiramın bu yollar ile Kur'ân-ı Kerime dair bilgi­leri, anlayış, kavrayış ve istinbatları arasında farklılık olduğu bilinen bir hu­sustur ve bu tabii bir şeydir.

Tefsir tarihinin birinci aşamasını teşkil eden Hz. Peygamber ve sahabe dö­neminde tefsirin dördüncü kaynağı ise, yahudi ve hıristiyanların teşkil etti­ği kitap ehlidir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim özellikle peygamber kıssalarında geçmiş ümmetler ile alakalı hususlarda ortaya çıkan bir takım meselelerde Tevrat ile uyum arzetmektedir. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerim, Hz. İsa'nın do­ğumu, mucizeleri gibi hususlarda da İncil'de yer alan birtakım hususlara da temas etmektedir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'in bu hususlarda izlediği yöntem, Tevrat ve İncil'den farklıdır. Konularla ilgili gereksiz tafsilata hiç değinmez-ken, bir kıssayı bütün yönleriyle de anlatma yolunu seçmez. Sadece ibret alınacak ve bu kıssanın anlatılması münasebeti ile önem arzeden hususlara de­ğinmekle yetinir.

Diğer taraftan kıssa ve benzeri olayların anlatılmayan yönlerini bilmek ve konu ile ilgili daha etraflı bilgi sahibi olmak eğilimi tabii bir eğilimdir. O ba­kımdan bazı sahabiler Kur'ân-ı Kerim'in vermediği tafsilatı öğrenmek için ki­tap ehli arasından İslâm'a giren kimselere -Abdullah b. Selâm, Kâ'b el-Ah-bâr ve diğer yahudi ve hıristiyan ilim adamlarına- müracaat edip sorular sor­dukları görülen bir husustur.

Ancak, ashab-ı kiramın bu konuda kitap ehline başvurmaları ilk üç kay­nak kadar önemli bir kaynak değildir. Diğer taraftan bunun da alanı olduk­ça dar ve sınırlı idi. Tevrat ve İncil'in tahrife uğratılmış ve değiştirilmiş olma­sı dolayısıyla da ashab-ı kiramın akidelerini koruma gayretini göstermeleri, Kur'ân-ı Kerim'in daha önce indirilmiş ve tahrif edilmiş kitaplara göre anla­şılmasına sebep olacak veya bu sonucu verecek yola karşı onu korumaları da tabii idi. O bakımdan onlar, kitap ehlinden ancak akideleri ile uyum arzeden, Kur'ân-ı Kerim ile çelişmeyen şeyleri belliyor, öğreniyor veya kabul ediyor­lardı.[221]

 

İkinci Aşama: Tabiin Dönemi:

 

Tefsir tarihinin birinci aşaması, ashab-ı kiram döneminin sona ermesi ile biter. İkinci aşama da ashab-ı kirama öğrencilik yapıp, sahip oldukları bil­gilerin büyük bir çoğunluğunu onlardan öğrenen tabiîn dönemi ile başlar. As­hab-ı kiram arasında tefsirde meşhur olmuş birtakım kimseler olduğu gibi, tabiîn arasında da bu konuda ileri gitmiş, tebarüz etmiş kimseler vardır.

Bu dönemde tefsirin kaynağı, tabiîn müfessirlerinin bizzat Kur'ân-ı Kerim1-de yer almış buyruklardan hareketle Allah'ın Kitabını anlamak, ikinci olarak; ashab-ı kiramın Rasulullah (s.a)'dan yaptıkları rivayetlere, üçüncü olarak; ta­biînin bizzat ashab-ı kiramın kendi ictihadları ile yaptıkları tefsirlerine dair rivayetlere, dördüncü olarak; kitap ehlinin kitaplarından öğrendiklerine ve beşinci olarak da yüce Allah'ın Kitabını tetkikleri ve incelemeleri sonucu iç-tihad ederek, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği bilgiye istinad ediyorlardı.

Tefsir kitapları, işte bu tabiîn nesline mensup tefsir alimlerinin -kendile­rine ne Allah Rasulünden, ne de herhangi bir sahabiden bir bilgi ulaşmamış konularda- kendi görüş ve içtihadlarına dayanarak ileri sürdükleri görüşle­rinden pek çoğunu bize nakletmiş bulunmaktadırlar.

Ashab-ı kiramın, fetihlerle gelişen İslâm dünyasının çeşitli yörelerine ya­yılmalarının bir sonucu olarak, tabiîn döneminde bazi tefsir okullarının da kurulduğunu görüyoruz: [222]

 

1- Mekke Okulu:

 

Bu okulun birinci hocası Abdullah b. Abbas'tır. O, tabiînden arkadaşla­rının arasında oturur, onlara Allah'ın Kitabını açıklar, içinden çıkamadıkları anlamlan vuzuha kavuştururdu. Öğrencileri de onun söylediklerini iyice bel­liyor ve kendilerinden sonra geleceklere de ondan işittiklerini rivayet ediyor­lardı. İbn Abbas'ın Mekke'deki en ünlü öğrencileri arasında Said b. Cübeyr, Mücâhid, İbn Abbas'ın azadlı kölesi İkrime, Tavus b. Keysan ve Atâ b. Ebi Rebâh gibileridir. [223]

 

2- Medine Okulu:

 

İslâm ülkesinin başka yerlerine gitmeyerek Medine'de kalmış pekçok sahabi vardı. Bunlar, Medine'de kalarak tabiîne Kur'ân-ı Kerim'i tefsir etmiş ve bu konuda onlara bildiklerini aktarmışlardır. Denilebilir ki, bu okulun bi­rinci derecedeki hocası Ubey b. Ka'b idi. Çünkü Ubey b. Ka'b'dan tefsire da­ir yapılan rivayetler diğerlerinden çok daha fazladır ve bu konuda başkala­rından daha ünlüdür. Bu dönemde tabiîn arasında Medine'de Kur'ân tefsiri bilgisiyle meşhur olmuş pek çok kimse olmakla birlikte, bunların arasından özellikle Zeyd b. Eşlem, Ebû'l-Âliye ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî en ün­lüleridir. [224]

 

3- Irak Okulu:

 

Irak tefsir okulunun temelini atan Abdullah b. Mes'ud'dur. Irakta, Iraklı­ların kendilerinden tefsir öğrendikleri başka sahabiler de bulunmakla birlik­te bu okulun birinci hocası Abdullah b. Mes'ud olarak kabul edilir. Çünkü hem tefsir konusundaki ünü, hem de bu alanda ondan gelen rivayetlerin çok­luğu da bunu göstermektedir. Diğer taraftan Hz. Ömer'in Ammâr b. Yâsir'i Kûfe'ye vali gönderirken onunla birlikte Abdullah b. Mes'ud'u bir öğretmen ve bir yardımcı (vezir) olarak gönderdiği bilinen bir husustur. O bakımdan Abdullah b. Mes'ud, mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in emri ile Kûfelilerin ho­cası olmuştur, Kûfeliler onun yanında oturur ve diğer sahabilerden öğrendik­lerinden daha çok ondan öğrenmeye gayret ederlerdi. Tefsir konusunda Irak­lı tabiîn arasından ün kazanmış pek çok kimse vardır. Alkame b. Kays, Mesrûk, el-Esved b. Yezid, Hemdanlı Murra, Âmir eş-Şa'bi, Hasan-ı Basri, Ka-tâde b. Deâme es-Sedusî bunlar arasındadır.

Bu aşamadaki tefsirin belirgin bazı özellikleri vardır:

1- Bu dönemde pek çok İsrailiyat ve hıristiyani haber tefsire girmiş bu­lunmaktadır. Buna sebep ise kitap ehline mensup pek çok kişinin İslama gir­mekle birlikte yine, şer'î ahkâm ile ilgili olmayan, yaratılmanın başlangıcı, var­lıkların sırrı, varlığın başlangıcı gibi bir takım haberlere dair bilgiler hâlâ ka­falarında yer etmeye devam ediyordu. Bir çok kıssalara dair bilgiler de bu kabildendir. Kur'ân-ı Kerim'in işaret ettiği olaylara dair teferruatlı bilgi sahi­bi olmak ise, insanın arzu ettiği bir şeydir. O bakımdan kitap ehli arasından müslüman olan Abdullah b. Selâm, Kâ'b el-Ahbâr, Vehb b. Münebbih, Abdul-melik b. Abdulaziz b. Cüreyc ve benzerlerinden tefsirlere pekçok rivayetler girmiştir.

2- Yine bu dönemde tefsire dair bilgiler sözlü olarak telakki ediliyor, alınıyor ve rivayet ediliyordu ve bu rivayetlerde adeta bir ihtisaslaşma da gö­rülmekte idi. Her bir bölge ahalisi, özellikle kendi bölgelerinde imam kabul ettikleri sahabeden ilim öğreniyor ve onu rivayete önem veriyordu. Mekke-lilerin İbn Abbas'tan, Medinelilerin Ubey'den, Iraklıların İbn Mes'ud'dan... ri­vayete öncelik tanımaları gibi.

3- Bu dönemde mezhebi ihtilafların tohumları da ortaya çıkmıştır. O ba­kımdan, bu dönemde çeşitli mezheblerin görüşlerini de bünyesinde taşıyan farklı açıklamaların da ortaya çıktığını görüyoruz. Meselâ, Katâde b. De-âme'nin, kaza ve kader konusunda etraflı açıklamalarda bulunduğu belirti­liyordu. Hiç şüphesiz bu onun tefsir anlayışını ve tefsire dair açıklamalarını da etkilemiştir. O bakımdan bazı kimseler ondan tefsire dair rivayetlerde bu­lunmaktan çekinirlerdi. Diğer taraftan Hasan-ı Basri'nin kaderi, imani bir esas kabul ederek Kur'âna dair açıklamalarda bulunduğunu görüyoruz.

4- Her ne kadar daha sonra gelen müfessirler arasındaki görüş ayrılık­larına kıyasen daha az oranda tabiînin tefsir çerçevesindeki görüş ayrılıkla­rı mevcutsa da, onların ashab-ı kirama nisbetle görüş ayrılıkları elbetteki da­ha fazla idi. Gerek ashab-ı kiramın tefsirleri arasındaki görüş ayrılıklarında, gerek tabiînin tefsirleri ile ilgili görüş ayrılıklarında izlenecek metoda gelin­ce; ez-Zerkeşî'nin görüşüne göre, eğer farklı sahabe görüş ve kanaatlerinin bir noktada cem ve te'lif edilmesine imkân bulunmuyor ise, bu konuda İbn Abbas'ın görüşüne öncelik tanınır. Çünkü Peygamber, özel olarak onun hakkında "Allah'ım ona te'vili öğret" diye duada bulunmuştur. [225]

Tabiînden gelen rivayetlere gelince; eğer tabiîn herhangi bir hususta ic-ma ederek aynı kanaati belirtmiş iseler, bu icmalarının bir delil olacağında şüphe yoktur. Şayet farklı kanaatler varsa, onların birisinin görüşü diğerine karşı da, onlardan sonra gelenlere karşı da delil teşkil etmez. Bu konuda ya Kur'ân-ı Kerim ve Sünnetin dili kullanış üslûbuna, yahut genel olarak arap diline, yada konu ile ilgili ashab-ı kiramın görüşlerine müracaat edilir. [226]     

 

Üçüncü Aşama: Tedvin Aşaması:

 

Bu aşama tefsir tedvininin ortaya çıkış tarihlerini teşkil eden Emevilerin son dönemleri ile Abbasüerin ilk dönemlerine rastlar. Buna göre tefsirdeki ilk adım, rivayet yolu ile yapılan nakiller şeklindeydi. Ashab, Allah Rasulün-den ve birbirlerinden rivayetlerde bulundukları gibi, tabiîn de ashab-ı kiram­dan ve birbirlerinden rivayette bulunuyorlardı. Bu, tefsir tarihinin ilk adımı­nı teşkil etmektedir.

Ashab ve tabiîn döneminden sonraki ikinci adım ise, Allah Rasulünün ha­disinin tedvini ile başlar. Bu dönemde tedvin edilen hadisler çeşitli konula­rı ihtiva ediyordu. Tefsire dair yapılan rivayetler de bu konulardan birisini teşkil etmekte idi.

Üçüncü adımda ise tefsir, hadisten ayrılarak başlı başına bir ilim haline gel­di ve Kur'ân-ı Kerim'in her bir âyeti ile ilgili tefsirler yapılmaya ve mushaf-taki sıraya uygun düzenlemelerde bulunulmaya başlandı. Bu ise, aralarında İbn Mace (273/886), İbn Cerir (310/922), Ebû Bekir b. el-Münzir (318/930), İbn Ebi Hatim (327/938), Ebû Şeyh b. Hibban (369/979-980), Hakim (405/1014), Ebû Bekir Merdûye (410/1019) ve diğerleri tarafından gerçekleş­tirildi.

Bütün bunların yaptıkları tefsirler Allah Rasulüne, ashaba, tabiîne ve. et-bâu't-tâbiîne kadar ulaşan senedlerle rivayet edilir.

Ve bunlar rivayet tefsirleri olmaktan öteye gitmez. Ancak, İbn Cerir ko­nu ile ilgili görüşleri zikrettikten sonra bunlara dair açıklamalarda bulunmuş, birini diğerine tercih etmiş, ek olarak gerek gördükçe i'râba dair açıklama­larda bulunmanın yanında Kur'ânın, âyet-i kerimelerinden anlaşılması müm­kün olan hükümleri de istinbat cihetine gitmiştir. Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerim'in tümünü ve mushaf sırasına uygun olarak ilk olarak tefsirini kimin tedvin ettiğini bilmek de pek kolay değildir. [227]

 

Dördüncü Aşama: Tefsirlerin Telifi:

 

Rivayet tefsirinin sınırlarını aşmamakla birlikte pek çok kimsenin bu ko­nuda tefsir te'lif edip senetleri kısalttıklarını ve müfessirlerin kendilerinden öncekilerin görüşlerini sahiplerine nisbet etmeksizin nakletme yoluna gittik­lerini görüyoruz. Bu sefer tefsirde uydurma ve sıhhatli rivayetlerle sıhhatli olmayan rivayetler birbirine karışmış oldu. Pek çok isrâiliyât sabit hakikat­ler olarak nakledildi. [228]

 

Beşinci Aşama: Dirayetle Tefsir:

 

Tefsir tarihindeki adımların en genişidir. Bu, Abbasiler çağından başlar, gü­nümüze kadar devam eder. Önceleri tefsir, bu ümmetin selefinden nakledi­lenleri rivayetten ibaret iken, bu geniş adımı ile artık naklî tefsir yanında Kur'ân âyetlerinin aklî kavrayışlarının da tefsire girdiği görülmektedir.

Bunun tabii bir sonucu olarak zamanla çeşitli ilim dallarında mütehassıs Kimselerin ihtisas alanları çerçevesinde tefsire dair açıklamaları genişlettiklerini ve adeta belli ilim dallarının daha bir yoğunluk kazanmış tefsirlerin or­taya çıktığını görüyoruz. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, Kur'ân tefsir­leri genel olarak rivayet (et-Tefsir bil me'sur) ile dirayet tefsirleri olmak üze­re iki genel kısma ayrıldıklarını da görüyoruz. [229]

Dr. ez-Zehebî'den yapmış olduğumuz bu özetlemeler çerçevesinde Kur­tubî Tefsiri'nin yerini tesbit etmeye çalışırsak, şunları görebiliriz:

1- Kurtubî Tefsirinde Kur'ân-ı Kerim âyetlerini, Kur'ân-ı Kerimin âyetleri ışığında anlayıp tefsir etmeye özel bir ihtimam gösterdiğini görüyoruz.

2- Kurtubî, âyetlerin tefsirinde Hz. Peygamber'den yani, Sünnetten ve ha­dis kitaplarından nakillerde bulunmaya ve bunları âyet-i kerimenin anlaşıl­ması açısından irtibatlandırmaya özel bir ihtimam harcadığını da görüyoruz.

3- Kurtubî'nin, elindeki kaynaklardan gerek ashab-ı kiramdan, gerek ta­biînden rivayetlerde bulunduğunu görüyoruz.

4- Ashab-ı kiram arasında ittifak varsa ve eğer ashabdan nakledilen bir gö­rüş bulunmayıp tabiinden ittifakla bir görüş nakledilmiş ise, Kurtubî'nin, ge­nellikle bu ittifakın çerçevesi dışına çıkmadığı görülmektedir.

5-  Kurtubî, ashab yada tabiîn arasında ihtilafın varlığını tesbit etmiş ise, kuvvetli gördüğü delili tercih eder ve tercih sebebini bildirir.

6-  Kurtubî, yeri geldikçe kıraatlere dair açıklamalarda da bulunmayı ih­mal etmez.

İşte bütün bu özellikleriyle Kurtubî, bir taraftan bir rivayet tefsiridir. Di­ğer taraftan:

1- Ashab ve tabiinden nakledilen ihtilaflı görüşler arasında tercih yoluna gitmesi,

2- Özellikle adından da anlaşıldığı gibi Kur'ân ahkâmına dair açıklama­lara ağırlık vermesi,

3- Yeri geldikçe, gerek fıkhî gerekse itikadı mezheplerin görüş ayrılıkla­rını ele alıp değerlendirmesi,

4- Lügavî açıklamalara, âyetler ve sûreler arasındaki münasebetlere yer yer değinmesi... dolayısı ile de bir dirayet tefsiridir.

Buna göre sonuç olarak Kurtubî Tefsiri'nin hem rivayet, hem de dirayet tefsirinin -ileride temas edeceğimiz bazı zaaflarına rağmen- mükemmel bir derecede bir kaynaşması, bunların buluştuğu bir alan olarak görülmesi ve de­ğerlendirilmesi, mübalağalı bir değerlendirme olarak görülmemelidir.

Bu başlık altında "Kurtubî'nin tefsir tarihinindeki yeri"ni tesbit çabasından sonra, Kurtubî'nin tefsirini yazdığı dönemi tesbite geçebiliriz. [230]

 

II. Kurtubî'nin Tefsiri'ni Yazdığı Tarih:

 

Kurtubî, Tefsiri'ni yazma gerekçesini açıklarken şunları söylemektedir: "Müstakil olarak farz ve sünneti beyan eden bütün şer'î ilimleri ihtiva eden, semânın emininin arzın eminine indirdiği kitap olan Allah'ın Kitabı (Kur'ân-1 Kerim) olduğundan, ömrüm boyunca bu kitapla uğraşmayı, ona özlü bir­takım notlar yazmak suretiyle bütün gücümü bu uğurda harcamayı uygun gör­düm. Bu özlü açıklama birtakım tefsir, dil, i'rab ve kıraat ile ilgili nükteleri... ihtiva etsin (istedim)." [231]

Daha önceden de değindiğimiz gibi Kurtubî'nin babası 627 yılı Ramazan ayının üçüncü günü (16. VII. 1230) sabahında düşmanın yaptığı bir baskın sonucu şehid edilmişti. [232]

Yine Kurtubî'nin, Endülüs'te bir vesile ile düşmanın önünden kaçışından söz ettiğini gördüğümüz gibi [233] Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde Mısır'a gidişin­den, Mısır'da kalışından söz ettiğini de görmekteyiz. [234]

Bütün bunlar bizlere, Tefsiri'ni Endülüs'te bulunduğu dönemlerde yazma­ya başlamamış olduğunu göstermektedir. Çünkü, babasının şehid düşmesi mü­nasebetiyle babasına yıkanıp gömülmesi hususunda ona şehid muamelesi mi yapacağı, yoksa normal bir mevta muamelesi mi yapacağına dair hocaları­na soru sorduğunu görüyoruz.

Diğer taraftan, Endülüs'ten düşman önünden kaçışını, düşman tarafından kovalanışını Tefsiri'nde zikretmesi, Mısır'a gelip Mısır'dan söz etmesi şunla­rı göstermektedir: Babasının şehadeti sırasında Kurtubî henüz ilim tahsili ya­pan bir kimse idi. Sözünü ettiği tarihî olayları Tefsiri'nde tesbit etmiş olma­sı ise, en azından bunları tescil ettiği satırları bu olayların vukuundan son­ra yazdığını göstermektedir. Diğer taraftan Kurtubî, Tefsiri'nde eserlerinin bir çoğuna da atıfta bulunmaktadır.

Bütün bunlara istinaden diyebiliyoruz ki: Kurtubî, Tefsiri'ni öğrencilik ha­yatını bitirdikten, telife başlayıp pek çok eser yazdıktan sonra yazmaya baş­ladığı gibi, bazı eserlerinden Tefsiri'nin önemli bir bölümünden sonra sözet-meye başlamış olması da Tefsiri'ni yazdığı süre içerisinde adını verdiği bu eserleri yazıp bitirmiş olması ihtimalini hatıra getirmektedir.

Tefsiri'ni te'life başlaması ve bitirmesi ile ilgili bir tarih tesbit etme imkâ­nımız bulunmamakla birlikte kendisinin ifadesiyle "ömrünü vakfetmeyi uy­gun gördüğü" bir uğraşı alanı olarak Allah'ın Kitabını seçmiş olduğundan sö-zetmesi, olgunluk döneminin büyük bir bir bölümünde bu Tefsirini te'lif et­tiğini söylemek mümkün görünmektedir. [235]

 

III. Usûlü:

 

A- Kendi İfadesiyle Tefsirini Te'lif Amacı ve Usûlü:

 

Kurtubî, bu konuda Tefsirinin Mukaddimesinin baş taraflarında şunları söy­lemektedir: "... ömrüm boyunca onunla (Allah'ın Kitabı ile) meşgul olmayı, bütün takatimi onun hakkında özlü bir açıklama (ta'lik) yazmaya harcama­yı uygun gördüm. Bu açıklama tefsir, dil, i'rab ve kıraatlere dair nükteler ile sapıklık ve doğrudan uzaklaşmış yolları izleyenlerin (kanaatlerine) reddini ihtiva etsin; sözünü edeceğimiz ahkâm ve âyetlerin nüzulüne dair hususla­ra tanıklık edecek pek çok hadisler, bu ikisinin manalarını bir arada te'lif eden, onların müşkil delillerini, selefin ve onlara uyan halefin sözleri ile beyan eden bir muhtevaya sahip olsun, istedim. Ben bunu kendim için bir hatırlatma ve öğüt, kabre gireceğim gün için bir azık, ölümümden sonra da salih bir amel olsun diye hazırladım..." [236]

Çünkü Kurtubî'ye göre, Allah'ın Kitabı'nı bilen bir kimsenin, yasakların­dan kaçınması, Kur'ânda kendisine açıklanan şeyler gereğince ibret ve öğüt alması, Allah'tan korkup takvalı olması, O'nun gözetimi altında olduğunu bi­lip O'ndan haya etmesi gerekir. Çünkü Kur'ân ilmini elde etmiş bir kimse­ye peygamberlerin yüklerinin sorumluluğu yükletilmiş ve o kimse Kıyamet gününde bu Kitaba muhalefet eden çeşitli din mensuplarına karşı şahidlik ede­cek konuma yükselmiş bir kimsedir. Zira yüce Allah: "Böylece sizleri insan­lara karşı şahidler olasınız diye vasat bir ümmet kıldık" (el-Bakara, 2/143) di­ye buyurmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki, Kur'ân-ı Kerimi bilip de ondan yana gaflete düşen bir kimseye karşı ilahi delil, ona karşı kusurlu davranıp onu öğrenemeyen kimseye göre daha ileri ve sağlam derecede konulmuş de­mektir. Kendisine Kur'ân bilgisi verilmekle birlikte ondan yararlanmayan, ya­saklarından uzak kalması istenmekle birlikte bu yasaklardan çekinmeyen, çir­kin günahlar ve rezil edici suçlar işleyen bir kimseye karşı Kur'ân-ı Kerim hiç şüphesiz aleyhinde bir delil ve ona karşı bir hasım olacaktır... O halde, yü­ce Allah'ın Kitabını ezberlemek ve bellemek özelliği ile mümtaz kıldığı kim­seye düşen görev, o Kitabı gereği gibi okumak, ibarelerinin hakikatleri üze­rinde gereği gibi düşünmek, hayret verici gerçeklerini kavramaya çalışmak, garip (anlaşılmıyan) lafızlarını da açıklamaya çalışmak olmalıdır... [237]

İşte Kurtubî, böylece Tefsirini te'lif ediş sebeplerini bizlere kısaca anlat­maktadır.

Kurtubî, bu eserini te'lif ederken, tefsirî nükteleri, lügavî açıklamaları, i'rab ve kıraatlere dair bilgileri, sapık mezhep ve kanaat sahiplerinin görüşlerini reddetmeyi, âyetlerin ahkâmı ve nüzulüne tanıklık edecek pekçok hadis-i şerifi tanık olarak göstermeyi, bunların müşkil olanlarını selefin görüşleri ve ha­leften onlara tabi olanların açıklamaları ile açıklamaya çalışacağını belirtmek­le birlikte; Tefsiri'ni te'lif ederken riâyet edeceğini bildirdiği diğer şartları da şöylece açıklamaktadır:

"Bu kitabı yazarken riâyet etmeyi taahhüt ettiğim şartım şudur: Sözleri sa­hiplerine, hadisleri musannıflanna izafe edeceğim. Denildiğine göre bir sö­zün söyleyene izafe edilmesi ilmin bereketindendir." Kurtubî kendisini bu­na özellikle dikkat edeceğini belirtmesine iten sebepleri de şöylece açıkla­maktadır:

"Çoğu zaman fıkıh ve tefsir kitaplarında hadis müphem olarak zikredil­mekte, o hadisi hadis kitaplarına muttali olan kimseler dışında kimin kitabın­da kaydettiği bilinememektedir. Böylelikle bu konuda yeterli bilgisi olmayan bir kimse şaşırır kalır. Neyin sahih olduğunu, neyin olmadığını bilemez. Bu­nu bilmek ise büyük bir ilimdir. O bakımdan hadisi, kitabında kaydeden ön­der imamlara izafe etmedikçe bir kimsenin hadis ile ihticac etmesi veya onu delil göstermesi kabul olunmaz... İşte biz, bu kitapda bu kabilden birtakım hususlara işaret edeceğiz. Doğruya ulaşmak başarısını ihsan eden Allah'tır."

Kurtubî, kıssalar ve ahkâmı açıklamak hususunda da nelere dikkat ede­ceğini şöylece izah eder: "Ben, müfessirlerin naklettikleri kıssaların, tarihçi­lerin zikrettikleri haberlerin pek çoğunu nazarı itibara almıyacağım. Bundan kaçınılmaz olanlar ile açıklama için müstağni kalınamıyacak olanlar müstes­nadır. Bunun yerine ahkâm âyetlerini, bu âyetlerin anlamını açığa çıkartan, ilim taleb eden kimseye muktezâlarının ne olduğunu gösteren bir takım me­selelere dair açıklamaları koymayı uygun gördüm. O bakımdan bir yahut iki ve daha fazla hüküm ihtiva eden herbir âyet-i kerimeyi açıklarken, âyetin ih­tiva ettiği nüzul sebepleri, garip lafızların ve hükümlerin açıklanmasına da­ir birtakım meseleler (başlıklar) ile açıklama yoluna gittim. Eğer âyet-i keri­me herhangi bir hüküm ihtiva etmiyorsa, o âyet ile ilgili tefsir ve te'vil ka­bilinden açıklamaları zikretmekle yetindim ve bu, kitabın sonuna kadar böylece devam edip gitti." [238]

Daha sonra Kurtubî, tefsirine: "el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân ve'1-Mübeyyin Lima Tedammanahû Mine's-Sünneti ve Âyi'l-Furkân (Kur'ân Ahkâmını Bün­yesinde Toplayan ve İhtiva Ettiği Sünnet ve Furkan Ayetlerini Beyan Eden)" diye adlandırdığını belirttikten sonra; yüce Allah'tan bu amelini yalnızca ken­disi için halis kılmasını, bununla kendisini, anne-babasını ve Allah'ın rızası­nı murad eden kimseleri lütfuyla faydalandırmasını niyaz etmektedir. Sonra da Kur'ân-ı Kerim'in faziletlerine dair rivayetleri zikrederek Mukaddimesinin diğer bölümlerini tamamlamaktadır.

Kurtubî, Tefsirini yazarken izliyeceği yolu gerçekten özlü bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. Bağlı kalacağını taahhüd ettiği bu usule, oldukça büyük bir nisbette bağlı kaldığını, bu incelememizin bundan sonraki bölüm­lerinde ortaya koymaya çalışacağız. [239]

 

B- Kurtubî'nin Usûlü (Tefsirdeki Metodu):

 

Az önce Kurtubî'nin, kendi ifadesiyle nasıl bir usûl izleyeceğine dair kendi kalemi ile açıklamalarını aktarmaya çalıştık. Bu açıklamaları tahlil edecek olursak, şu noktalan tesbit edebiliriz:

1- Kurtubî, âyetleri tefsir ederken Kur'ân ve hadise öncelik tanır.

2- Ashab-ı kiramın tefsirini yaptığı buyruklar ile ilgili nakledilmiş sözle­rine başvurur.

3- Tabiîn ve onlardan sonra gelen ve selef-i salihe uyanların kanaat­lerinden yararlanma yoluna gider.

4- Kur'ân lafızlarının sözlük anlamlarına, bu lafızların kelime ve cümle halindeki terkipleri ile ilgili sarf ve nahv'e dair açıklamalara gereken ehem­miyeti verir.

5- Kıraatlere dair açıklamalar yapar.

6- Âyet-i kerimelerin nüzul sebepleri, fıkhî hükümleri ve benzeri diğer hususları ile ilgili delilleriyle açıklamalarda bulunur.

İşte bunlar, Kurtubî'nin Tefsiri'nde riâyet edeceğini taahhüd ettiği ve bariz olarak görülüp tesbit edilebilen usûlünün ana başlıklarını teşkil etmek­tedir. Şimdi bu hususlara biraz daha açıklık getirmek maksadı ile bunları ör­neklendirme yoluna gideceğiz. [240]

 

1. Kur'ân ve Hadise Öncelik Tanıması:

 

Kurtubî'nin, âyet-i kerimeleri tefsir ederken yeri geldikçe başka âyetlere gönderme yapması, Tefsirinin oldukça önemli ve bariz özellikleri arasında yer alır. Zaman zaman yalnız âyet-i kerimelere atıfta bulunmakla kalmayarak bu konuda daha geniş açıklamaların: "... âyetinde geçti" yahut: "... âyetinde açıklaması gelecektir..." gibi ifadelerle yaptığı yada yapacağı tefsirlere de gön­derme yaptığı görülür.

Meselâ, Yüce Allah'ın: "Saat (kıyamet) hadisesi ise ancak bir göz kırpma gibidir" (en-Nahl, 16/77) buyruğunu açıklarken: "Çünkü onlar onu uzak görür­ler, biz ise onu yakın görürüz" (el-Meâric, 70/6-7) buyruğunu delil göstererek, âyetin sözünü ettiği yakınlığın ne demek olduğunu ve kime izafetle böyle ol­duğunu açıklama cihetine gitmektedir. [241]

el-Bakara, 2/221'nci âyet-i kerimeyi açıklarken de, evvela kitap ehline men­sup kadınlarla evlenmeyi helal kılan el-Mâide, 5/5'nci âyet-i kerime ile hükümlerinin umumu, tahsisi veya neshi açısından âyetlerin biribirlerine kar­şı durumlarını, ilim adamlarının konu ile ilgili görüşlerini uzun uzadıya ele almaktadır. [242]

Âyet-i kerime ile ilgili çeşitli hükümleri başlıklar halinde sözkonusu eder­ken de, konu ile ilgili herbir farklı görsün başta Kur'ân-ı Kerimden delillerini de zikrettiğini görüyoruz... Gerek bu âyet-i kerimede, gerek diğer âyet-i kerimelerde Kurtubî'nin bu konudaki titizliğini, hassasiyetini yani, âyet-i ker­imelere dair yaptığı açıklamaları, Kur'ân-ı Kerim âyetlerine dayandırmaktaki hassasiyetini, Tefsiri'nin rastgele herhangi bir bölümüne bakılması halinde bile yakalamak rahatlıkla mümkün olduğundan dolayı ayrıca uzun uzadıya örnek-lendirmeye gerek görmüyoruz. [243] Bundan dolayı Kurtubî'nin, Hz. Pey­gamberin sünnetinden, hadislerinden Tefsirinde nasıl yararlandığına kısaca göz atmak istiyoruz:

Mesela, el-Bakara, 2/178'nci âyet-i kerimeyi açıklarken Buharı, Neseî ve Dârakutnî'nin müştereken rivayet ettiği ve İbn Abbas'ın "bu ümmette İsrail oğullarından farklı olarak kısas ile birlikte diyetin de mevzubahis olduğunu belirten" rivayeti zikrederek başlar. Daha sonra kısasın bizzat suçu işleyen kimseye uygulanması gerektiğini belirten hadisi, âyet ile ilgili açıklamalarını yaptığı başlıkların üçüncüsünde zikrederken, müslümanların kanlarının arasında denklik bulunduğuna dair hadisi altıncı başlıkta; kâfire karşılık müslümanın öldürülmeyeceği hadisini, yedinci başlıkta; efendinin kölesine karşı işlediği cinayetlerin cezasının da kısas olduğunu belirten hadisi onun­cu başlıkta; maktulün velilerinin diyet yada kısastan birisini tercih etmekte muhayyer olduklarını belirten hadisi on üçüncü başlıkta; kısasın, Allah'ın farz kıldığı bir hüküm olduğunu belirten hadisi on dördüncü başlıkta... zikrettiğini görüyoruz. [244]

Kurtubî, özellikle nüzul sebeplerine dair rivayetleri naklederken, konu ile ilgili hadis tesbit edebilmişse onu öncelikle kaydeder. Nitekim et-Tevbe, 9/58'nci âyet-i kerimeyi açıklarken, Ebû Said el-Hudrî'den, bir malı taksim ederken Hurkûs b. Züheyr adındaki birisinin Allah Rasulüne: "Âdil ol" demesi üzerine bu âyet-i kerimenin indiğini belirttiği rivayeti kaydeder, da­ha sonra da: "Bu, sahih bir hadistir. Müslim bunu bu manada rivayet etmiş­tir" demektedir. [245]  

 

2. Sahabe ve Tabiînden Gelen Nakillerden Yararlanması:

 

Kurtubî, Tefsiri'nde sahabe ve tabiînin görüşlerini nakletmeyi -kendisinin de belirttiği gibi- ihmal etmemekle birlikte bazen ashab ve tabiînden gelen görüşleri başka müfessirlerin görüşleri ile birlikte zikretmekte ve bunları te'lif etmeye gayret etmektedir.

Meselâ: "Müfessirler burada "şeytanlar" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptir" dedikten sonra şöyle der: "İbn Abbas ve es-Süddî derler ki: Bunlar küfrün elebaşlandır. el-Kelbî ise: Bunlar cinlerin şeytanlarıdır, der. Müfessirlerden bir topluluk ise: Bunlar kâhinlerdir, demektedir. İman­dan ve hayırdan uzak anlamını ihtiva eden "şeytanat" lafzı ise, bütün bu sözü edilenleri kapsayan umumi bir lafızdır." [246]

Kurtubî, bazan ashab-ı kirama yada tabiîne ulaştırdığı görüşün senedini de verir: "el-Kelbî, Ebû Salih'ten, O, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre bu âyet-i kerime yahudiler hakkında inmiştir." [247]

Kimi zaman sadece sahabeye ait olan görüşü zikrederken, yalnızca sa-habinin adını vermekle yetinir. [248] Kimi zaman, sahabelerin görüşleriyle bir­likte tabiînin görüşünü de birarada naklettiği olur. [249]

Şayet Kurtubî, görüşler arasında telifte bulunma imkânını bulamıyacak olursa, ister istemez görüşler arasında tercih yoluna gider ve bunlar arasın­dan kuvvetli bulduğu görüşü tercih etmeye çalışır. Bunun için de genel olarak ya âyetin umumi manasına daha uygun kabul ettiği görüşü ya lügavî açık­lamaya, yahut âyetlerin akışına, yahut hadislerin desteklediğine yahut da sahih kıraatlerin delâletine uygun kabul ettiği görüşü tercih eder. [250]

 

3. Sözlük Anlamlarına, Dilbilgisi Kurallarına ve Anlatım Üslûplarına Dair Açıklamaları:

 

Kurtubî, özellikle Kur'ân lafızlarının sözlük anlamlarını ve bu sözlerin dizilişleri ile ilgili olarak anlamı etkileyen sarf ve nahv'e dair açıklamalarını oldukça önemser ve Tefsiri'nde buna büyük çapta yer verir. Bu açıklamalarını ileri gelen dil bilginlerinin eserlerinden naklederek, yahut onların görüşlerin­den hareket ederek yapmaya da bilhassa gayret gösterir.

Meselâ, Fatiha sûresini açıklarken 4'ncü bölümü, Fâtiha'nın ihtiva ettiği mana, kıraat ve i'rab...a dairdir. Bu bölümün 4'ncü başlığında Kurtubî, "hamd" kelimesinin sözlük anlamına dair açıklamaları yaparken 5'nci başlık­ta ise hamd ile şükür arasındaki anlam ilişkilerine değinmekte, daha sonra da kendisi şu neticeyi ortaya koymaktadır:

"Derim ki: Doğru olan hamd'ın, hamd olunan kişiye iyilik olmaksızın dahi sıfatları ile övgüde bulunmaktır. Şükür ise, yaptığı ihsanlar sebebiyle kendisine teşekkür olunana şükürde bulunmaktır..." [251]

Daha sonra da sırası ile Rab, âlemler, kelimelerine ve diğer lafızlara dair açıklamalarda bulunur. "Mâlik" ile "Melik" okuyuşları arasındaki anlam far­kına -yakınlığına- değinir...

Görüldüğü gibi Kurtubî, Kur'ândaki lafızların sözlük anlamlan ve cümlenin yapısı ile ilgili açıklamalara özel bir ihtimam göstermektedir. Bunun ise Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılmasındaki rolünü, fonksiyonunu inkâr etmeye mecal yoktur.

Kurtubî, genel olarak her bir lafzı ilk olarak geçtiği yerde ve ağırlıklı olarak geçtiği yerdeki anlamı ile ilgili sözlük açıklamalarda bulunma yolunu seçmek­le birlikte; bunu zaman zaman aştığı ve konu ile ilgili gereksiz görülebilecek fazla tafsilâta girdiği de görülebilir. Ancak, bu gibi mülahazalarda bulun­abileceğimiz açıklamaları gerçekten sınırlı olduğunu da eklememiz bir hak­şinaslıktır. Kurtubî, sözlük ve dil açıklamalarını Kur'ân-ı Kerim'in lafız ve söz dizilişi itibariyle anlamını daha açık bir şekilde ortaya çıkarmak maksadı ile yaptığı kolaylıkla anlaşılan bir husustur. [252]

 

4. Kıraatlere Dair Açıklamaları:

 

Kurtubî, -ileride "Tefsirinin bazı meziyetleri" başlığında tekrar değin­eceğimiz yönlerini ele almaksızın- kıraate dair açıklamaları da ihmal et­mez. Çünkü bu kıraatlere dair açıklamaların -Tefsirinin Mukaddimesinden yaptığımız alıntıda da işaret ettiği gibi- Kur'ân'ın anlaşılmasında önem arzet-tiğine, dolayısıyla Kur'ân Tefsirinde bunlara değinilmesi gerektiğine inandığını söyleyebiliriz. Bu inancı taşıdığını yeri geldikçe bu açıklamaları doyurucu bir şekilde verdiğinden de anlıyabilmekteyiz.

Meselâ Kurtubî, az önce Fatiha sûresinde değindiğimiz bölümdeki açık­lamaları esnasında 7'nci başlığını "elhamdülillah" lafzının okunuş şekillerine ve bu kıraatlerin açıklanmasına ve gerekçelerine ayırdığını görüyoruz. Yine aynı bölümün 14'ncü başlığında da "mâlikiyevmiddin" deki "mâlik" lafzının okunuşu ile ilgili açıklamalara ayırmıştır.

15'nci başlık ise "mâlik" mi, "melik" mi kıraatinin daha beliğ olduğu ile ilgili görüşlere ayırmıştır.

Yine kıraatler arasında -yeri geldikçe kendisinin de- tercihte bulun­duğunu ve kıraat şekilleri ile ilgili kanaatlerini de belirttiğini görüyoruz. Ki, "mâlik" ile "melik" ile ilgili kanaatini' konuyla ilgili açıklamaları yaptığı 15'nci başlığın sonunda verdiğini görmekteyiz.

Tıpkı lügat açıklamalarında bulunduğu gibi, kıraat farkı bulunan ke­limeleri ilk olarak geçtiği yerde açıklar ve daha sonra farklı bir açıklamayı gerektiren bir yer gelirse onları ekler ve önceki açıklamalara yeri geldikçe göndermelerde bulunur. [253]

 

5. Nakil'deki Usulü:

 

Kurtubî Tefsiri, tetkik edildiğinde pek çok kaynakdan nakillerde bulun­duğu ve bunun Tefsirinin dikkat çekici özellikleri arasında yer aldığı rahat­lıkla görülür.

Kurtubî, kaynaklardan nakilde bulunurken nakil yaptığı kaynaktaki ifadeyi aynen aktarmaya bilhassa gayret eder. Bunu Kurtubî'nin kaynakları arasında elimizin altındaki kaynaklarla yaptığımız karşılaştırmalarda kolay­lıkla tesbit edebildik.

Meselâ, özellikle ahkâm ile ilgili meseleleri izah ederken Kurtubî'nin başvurduğu kaynakların başında yer alan İbnu'l Arabî diye bilinen Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eserinden el-Bakara, 2/178. âyeti açıklarken 10. başlıkta [254] verdiği açıklamaları İbnu'l Arabî'den lafızlarda herhangi bir değişikliğe gitmeksizin naklettiğini görüyoruz. [255]

Yine Kurtubî'nin kaynak aldığı en önemli tefsirler arasında yer alan İbn Atiy-ye'den de yeri geldikçe nakillerde bulunur. Zaman zaman İbn Atiyye'ye yapılan nakilleri tahkik etmek için yaptığımız müracatlarda da benzeri bir durumla karşılaştık. Hz. Âişe'den rivayet ettiği belirtilen: "Rasulullah (sav) Al­lah'ın Kitabından ancak Hz. Cebrail'in kendisine öğretmiş olduğu sayılı âyet­leri tefsir ederdi" şeklindeki rivayeti naklettikten sonra İbn Atiyye der ki... diy­erek İbn Atiyye'in bu hadisin anlamı ile ilgili yorumu nakletmektedir." [256]

Ancak Kurtubî, İbn Atiyye'den yaptığı bu nakil ile birlikte onun zikret­mediği başka hadisleri de zikrettiği gibi, bu hadislerin yer aldığı kaynakları, sıhhat dereceleri ile ilgili bilgiler de aktarır. Bu ise Kurtubî'nin bir meziyeti olarak kabul edilmelidir.

Yeri geldikçe, Kurtubî'nin çeşitli kaynaklarını, bu kaynaklardan nakil­lerini de örneklendireceğimiz için burada ek olarak şunları söylemekle yetin­memiz gerekir: Kurtubî eser adı vermemekle birlikte görüşleri kaynaklarda meşhur ve mütedavil olan tefsir ve tevil alimlerinin, lügat ve kıraat bilginlerinin isimlerini zikrederek, onların konu ile ilgili nakledilen görüşlerini belirtir. Bazen de eser sahibi müelliflerin eserlerini değil de isimlerini zikrederek, kimi za­man da eserlerinin adını vererek nakilde bulunma yoluna gider...

Durum ne olursa olsun, Kurtubî'nin telifte uymayı tâahhüt ettiği şartlara çok ileri derecede riâyet ettiğini ve her sözü sahibine nisbet ettiğini görüy­oruz. Bu da Kurtubî'nin bir ilim adamı olarak oldukça dürüst davrandığını ve görüşün kime ait olduğunu tesbit etmiş ise, onu sahibine nisbet etmeye özellikle gayret harcadığını göstermektedir. [257]

 

6. Tefsirini Yazarken İzlediği Yol:

 

Her ne kadar bütün tefsirlerde esas itibari ile benzer yol ve metodların iz­lendiği söylenebilse de aynı yaklaşım şekillerinin, açıklama ve tefsir üslûp­larının bütün tefsirlerde harfiyyen izlendiği elbetteki söylenemez. O bakım­dan her bir tefsirin diğer tefsirlerle pekçok müşterek yanı olmakla birlikte, o tefsirin farklı yanını da teşkil eden bir takım hususiyetlerinin de bulunacağı tabii bir durumdur. Bu açıdan diğer tefsirler ile her hangi bir karşılaştırmaya girmeyi burada gerekli görmeksizin, sadece Kurtubî'nin tefsir ederken izlediği yola dair açıklamalarda bulunmakla yetinmek istiyoruz. [258]

 

a. Tefsiri'nin Mukaddimesi:

 

Kurtubî, Tefsiri'ne 100 sahifeyi aşkın bir Mukaddime ile başlamak­tadır. Bu mukaddimesinde Kurtubî, Kur'ân-ı Kerim'in faziletleri, tilâvet key­fiyeti, Kur'ân-ı Kerim'in i'râbı öğretilmesi, Kur'ân tefsiri ve müfessirlerinin fazileti, Kur'ân okuyan ve Kur'ân hafızının uyması gereken hususlar, mücerred re'ye dayanarak tefsir, Kitabın Sünnet ile beyan edilmesi, yüce Allah'ın Kitabının ve Peygamberinin Sünnetinin öğrenilmesi keyfiyeti, "Kur'ân-ı Ker­im'in yedi harf üzere indirildiği" meselesi, yedi kıraatin bu yedi harfle iliş­kisi, Kur'ân-ı Kerim'in derlenmesi, sûrelerinin tertibi, âyetlerinin sıralanışı, harekelenmesi, noktalanması, hizblere, onarlı âyetlere ayrılması (ta'şîr), harflerinin, cüzlerinin, kelime ve âyetlerinin sayısı, sûre, âyet ve harfin an­lamı, Kur'ân-ı Kerim'de Arapçadan başka kelimelerin bulunup bulunmaması, Kur'ân'ın i'cazı ve mucizede aranan şartlar, Kur'ân sûrelerinin faziletine dair uydurulmuş bir takım hadislere dikkat çekmesi, Hz. Osman'ın çoğalttığı mushafa muhalefet edenlerin kanaatlerinin red edilmesi, istiâze ve besmele gibi konulara dair ilmî ve doyurucu açıklamalar vermektedir.

Mukaddimesinden sonra Fatiha sûresinden başlayarak tefsirine geçmek­tedir. Kurtubî, yalnızca Fatiha sûresinin tefsirini bablara (bölümlere) ve bu bölümleri de alt başlıklara ayırarak açıklamaktadır. Diğer sûrelerin âyetlerini açıklarken ise yerine göre bir ya da birkaç âyet-i kerimeyi ard arda zikreder ve tefsirlerini yapar. Eğer nüzul sebebi ile ilgili rivayet tesbit etmiş ise bun­ları da kaydeder. [259] 

 

b. Sûre Başlarında Verdiği Bilgiler:

 

Kurtubî birçok sûrenin başında sûrenin özelliklerine, niteliklerine, iniş dönemine, nüzul sebebine, faziletine ve buna benzer çeşitli hususlara dair sûre ile ilgili genel bir takım hususlara malumat vererek sûrelerin tefsirine başlamaktadır.

Sûreye bir çeşit mukaddime mahiyetindeki bu bilgileri Fatiha sûresinden ayrı olarak Bakara Sûresinin, Nisa sûresinin, Mâide sûresinin, En'âm sûresinin ve daha benzeri birçok sûrenin başında verdiğini görüyoruz. Diğer taraftan - meselâ Âl-i İmran Sûresinde olduğu gibi - ilk âyetlerin tefsiri sırasında da bu kabilden bilgileri verdiğine şahit oluyoruz.

A'râf Sûresinde Mekke'de indiğini ve sekiz âyetinin bundan müstesna ol­duğunu belirtir ve Hz. Peygamber'in A'râf sûresini akşam namazında ikiye bölerek okuduğunu zikreder.

Enfâl Sûresinin başındaki bilgilerde sadece sûrenin iniş yeri ve zamanını tahdit edip Medine'de inmemiş olan âyet-i kerimelere dair İbn Abbas'dan bir rivayeti zikretmekle yetinir.

Tevbe Sûresinde de ittifakla Medine'de indiğini kaydettikten sonra, hemen sûrenin âyetlerinin tefsirine geçer. Birinci başlığı ise sûrenin isimleri ile ikinci başlığı da başında besmelenin yer almaması ile alakalı olarak verdiği bilgilerle Tefsirini sürdürür.

Bu kabilden kimi yerde genişçe kimi yerde kısaca sûrelerin başındaki mukaddimeler yer almakla birlikte, Hicr Sûresi, Enbiyâ Sûresi, Mü'minûn Sûre­si gibi Mekki mi Medeni mi olduğuna dair açıklamaları dışında hiçbir açık­lama ve mukaddimede bulunmaksızın sûrelerin âyet be âyet tefsirine geçtiğini de görürüz. [260]

 

c. Ayetleri Tefsiri:

 

ca) Âyetlerarası İlişki:

 

Kur'ân-ı Kerim'in sûre ve âyetleri arasında belli bir ilişkinin bulunup bulunmadığı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre böy­le bir ilişki vardır ve ilişki göz önünde bulundurularak, Kur'ân'ın sûre ve âyet­leri ilahi hikmete mebni olarak tertib edilmiştir. Bu görüşün karşısında Kur'ân-ı Kerim'in yirmi üç yılda nazil olmuş bir kitap olması hasebi ile onun değişik zamanlarda nazil olmuş sûre ve âyetleri arasında böyle bir mü­nasebet aramak gereksiz yere yorulmaktır, diyen bir görüş de bulunmakta­dır. [261]

Müfessirimiz merhum Kurtubî'nin, Tefsiri'nde bu mevzua çokça yer ver­memekle birlikte bunu büsbütün ihmal etmediğini de görüyoruz.

Ancak sûrelerin biribirleri ile ilişkisi konusunda açıklamalarda bulunma­yı ihmal eden Kurtubî âyetler arası ilişkiye işarette bulunmayı ihmal etme­miştir.

Kurtubî, bunu her âyette yapmaz. Genelde âyetlerin birbirleri ile müna­sebetlerine işarette bulunduğu yerleri tetkik edecek olursak, şöyle bir sonu­ca varmamız mümkündür: Kurtubî özellikle bu âyet-i kerimelerin şu âyet-i kerimelerden sonra gelmesindeki hikmetin anlaşılmasının, vasat bir okuyu­cu için zor olduğunu kabul ettiği yerlerde buna temas etmiştir, diyebiliriz.

Bu kısa açıklamadan sonra Kurtubî'nin bu gibi değinmelerine birtakım ör­nekler vererek konuya açıklık getirmemiz yerinde olacaktır. Meselâ, Baka­ra sûresinin altıncı âyet-i kerimesini tefsir ederken: "Yüce Allah, müminleri ve onların hallerini sözkonusu ettikten sonra kâfirleri ve onların akıbetini söz-konusu etmektedir" diyerek, önceki beş âyet-i kerime ile bundan sonra ge­lecek âyet-i kerimelerin aralarındaki ilişkiye işaret ettiğini görüyoruz. [262]

Daha sonra ise iman edip salih ameller işleyenlere müjdeyi ihtiva eden 25. iyet-i kerimenin tefsirine başlarken de birinci başlıkta şunları söylemektedir: *Aziz ve celil olan Allah, kâfirlerin görecekleri cezayı sözkonusu ettikten son­ra müminlerin de karşı karşıya kalacakları mükâfatları sözkonusu etmekte­dir." [263]

Bu sözleri ile görüldüğü gibi Kurtubî, bu âyet-i kerime ile önceki âyetler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır.

En'âm sûresinin 141. âyet-i kerimesini açıklarken de ikinci başlığın son-.annda, şu sözleri ile bu âyet-i kerimenin kendisinden önceki âyet-i kerime-erle ilişkisini açık ifadelerle şöylece dile getirmektedir: "Bu buyruğun ön­ceki buyruklarla ilişki yönü şudur: Kâfirler Allah'a iftirada bulunup, O'nunla beraber başkalarını ortak koşarak helal ve harama dair hükümler koyun­ca yüce Allah, onlara her şeyi yaratanın kendisi olduğunu ve bütün bu eş­yayı onlar rızık olarak yaratmış olduğunu belirterek vahdaniyetini delilleri ile gösterdi." [264]

Yine En'âm sûresinin 161-163- âyet-i kerimelerini açıklarken daha önce­ki âyet-i kerimelerle ilişkilerine şöylece işaret etmektedir: "Yüce Allah, kâ­ri derin tefrikaya, ayrılığa düştüklerini beyan ettikten sonra (burada Peygam-cerine) yüce Allah'ın kendisini İbrahim'in dini olan dosdoğru dine ilettiği--.: (söylemesini emr ettiğini) beyan etmektedir." [265]

Yüce Allah'ın Tebûk Gazvesinde geri kalan ve tevbeleri kabul edilen üç müslümanın halini sözkonusu ettiği et-Tevbe, 9/118. âyetin tefsirinden son­ra 119- âyet-i kerime olan: "Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve sâdıklar­la birlikte olun" âyetinin tefsirini yaparken, birinci başlıkta şunları söylemek­tedir: "Yüce Allah'ın: "Ve sâdıklarla birlikte olun" buyruğunun yer alması, doğ­ruluğun kendilerine fayda sağlayıp kendilerini münafıkların konumundan uzak tuttuğu o üç kişinin kıssasından sonra, gerçekten güzel bir münasebet­tir." [266]

Mâide sûresinde yüce Allah, İsrâiloğulları ile Hz. Musa'nın başından geç­miş ve zorba bir kavmin bulunduğu bir beldeye girme emrini verişini ihti­va eden buyruklarını açıkladıktan sonra yer alan ve Âdem (as)'ın iki oğlu­nun yüce Allah'a bir kurban sunmaları ile ilgili olayı sözkonusu eden 27. âyet-i kerimeyi de açıklamaya başlarken şunları söylemektedir:

"Bu âyet-i kerimenin önceki buyruklar ile ilişki yönü şudur: Yüce Allah, yahudilerin zulmünün, ahit ve misaklarını bozmaları, Âdem'in oğullarından birisinin kardeşine zulmüne benzediğine dikkat çekmektir. Yani: Bu yahu-diler "Ey Muhammed, seni öldürmek istemiş olsalar bile şunu bilki, senden öncede peygamberleri öldürdüler. Kabil de Habil'i öldürdü ve kötülük esa­sen eski dönemlerden beri varolagelmiştir..." [267]

Görüldüğü gibi Kurtubî, bu gibi yerlerde de normal bir Kur'ân ve tefsir okuyucuları arasından âyetler arası ilişkiyi tesbit etmekte zorlanabilecek kimselerin dikkatini böylelikle bu ilişkiye çekmektedir.

Kurtubî, bazen bir âyetin kendi lafızları arasındaki lafız ve mana ilişkisi­ne de dikkat çekmektedir. Meselâ er-Ra'd sûresi ikinci âyet-i kerimesini açıklarken şunları söylediğini görüyoruz: "... Yani bütün bunları yaratmaya gücü yeten, bunları tekrar yoktan var etmeye de kadirdir. İşte bundan do­layı (âyetin sonunda): "Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız di­ye" diye buyurmaktadır." [268]

el-Mülk sûresinin 19. âyet-i kerimesi olan: "Üstlerinde sıra sıra dizilip ka­natlarını açıp kapayan kuşları görmediler mi?.." âyetini açıklarken de önce­ki buyruklarla ilişkilerine: "Yani yüce Allah, yeryüzünü insanoğlunun emri­ne verdiği gibi havayı da kuşlara uygun şekilde yaratmıştır" [269] sözleri ile işa­ret etmektedir. [270]

 

cb) Nüzul Sebebi ve Tarihî Olaylar:

 

Kurtubî'nin tefsir ederken üzerinde önemle durduğu hususlardan bi­risi de âyet-i kerimelerin tersin ile ilgili olarak tarihî olayları ve konu ile il­gili hadisleri de serdetmesidir. Âyet-i kerimelerin- tefsiri ile ilgili olarak ha­disleri zikretmesine dair örneklere çok sık rastlamak mümkün olduğundan dolayı, sadece tefsirini yaptığı âyetler arasında bir takım tarihî olaylara atıf­ta bulunan ya da daha kolay anlaşılabilmeleri için bir takım tarihî -dar an­lamda da Hz. Peygamber'in Sireti ile ilgili- olayları zikrettiğini ve böylelik­le âyetlerin daha rahat anlaşılması için gerekli olan şekilde arka planı açık­lığa kavuşturmaya gayret ettiğini görüyoruz.

Hz. İbrahim'in Beyt-i Haram'ın yanında ekin bitmeyen bir vadide zürri-yetinin bir bölümünü yerleştirdiğini dile getirdiği duasını hatırlatan İbrahim, 14/37. âyet-i kerimesini açıklarken Buhârî'nin İbn Abbâs'dan rivayet etmiş olduğu hadisi zikreder. Bu hadis, Hz. İbrahim'in oğlu İsmail ile birlikte ha­nımını orada yerleştirmesini, Hz. İsmail'in annesinin azıkları tükenince Sa­fa ile Merve arasındaki gidip gelmesini (Say'ini), Zemzem kuyusunun orta­ya çıkartılmasını sözkonusu eder. Kurtubî, bu hadisi zikrederek âyet-i keri­menin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak böyle bir tarihi olayı sahih ri­vayetlere istinaden açıklamayı ihmal etmemektedir. [271]

Kurtubî, ilk şehid olan kadının ve ilk şehid olan erkeğin, müslüman ol­duklarını ilk olarak açıklayanların kimliklerini ve bunlarla ilgili birtakım ta­rihî olayları sözkonusu ettiği gibi[272] Kur'ân-ı Kerim tarihi ile de yakından il­gisi bulunan Kur'ân-ı Kerim'den ilk olarak nazil olan buyrukları [273] sûre ola­rak son nazil olan buyrukları [274] oldukça erken dönemde inen âyet ve sû­releri [275] Medine'de ilk inen sûrenin hangisi olduğunu bildiren görüşleri [276]de nakletmektedir.

Bunun yanında bazı sûrelerin çeşitli yerlerinde o sûreler ile ilgisi bulunan bir takım vakıalara temas ettiğini de görüyoruz. [277] Burada Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerim'in tarihi ile ilgili çeşitli bilgileri özellikle Mukaddimesinde ver­meyi ihmal etmediğini de hatırlamalıyız. [278]

Kurtubî aynı zamanda âyet-i kerimeler ile ilgili açıklamaları yaparken yeri geldikçe ve gerek gördükçe Hz. Peygamber'in Siretine ve onun dönemin­de cereyan eden bir takım olaylara temas etmeyi de âyet-i kerimelerin anla­şılması, arka planlarının ortaya çıkarılması açısından önemli kabul eder ve bun­lar üzerinde de yeterli bir şekilde durur. Buna dair bazı örnekleri görelim:

Enfâl sûresinin baş taraflarının Bedir gazvesi ile ilgili olduğu bilinen bir husustur. O bakımdan Kurtubî de yeri geldikçe bu gazvenin tafsilatına dair sağlam kaynaklara dayanarak ve Tefsiri'nin bütünlüğü içerisinde açıklama­larda bulunmaktadır. Savaşın hazırlayıcı sebebleri, savaşta cereyan eden olaylar ile çeşitli merhalelerine dair açıklamalar ile birlikte; [279] savaşın so­nuçları ve neticesinde alınan ganimetler ve ganimetlerin paylaştırılması ile ilgili hususları da aynı sûrenin 41. âyet-i kerimesini tefsir ederken ele aldı­ğını görüyoruz. [280]

Yine başka bir yerde Kur'ân-ı Kerim'de Bedir Gazvesi ile ilgili açıklama­larda bulunulması dolayısı ile tekrar Bedir Gazasından ve genel olarak da Hz. Peygamber'in katılmış olduğu gazalardan söz ettiğini görüyoruz. [281]

Yine aynı sûrenin 121. âyet-i kerimesinden itibaren de âyet-i kerimelerin Uhud gazasına atıfta bulunması dolayısı ile Uhud gazvesini sözkonusu etti­ğini ve buna dair geniş açıklamalarda bulunduğunu görmekteyiz. [282]

el-Ahzab sûresinin 9- âyet-i kerimesi dolayısı ile de bir adı Ahzab olan Hen­dek Gazvesi ve onun akabinde de Kurayzaoğullan gazvesi ile ilgili genişçe açıklamalarda bulunmaktadır. Önce bu gazanın tarihinin tesbiti ile işe baş­lamakta, arkasından Hendeğin kazılması, Kureyşlilerin ve müttefiklerinin Me­dine'ye doğru gelmeleri, bu gelişten sonra aralarında cereyan edenler, bu ara­da Medine'de müslümanların ve müslüman olmayanların yahudilerle müna­fıkların durumları, Nuaym b. Mes'ud'un Medine'yi kuşatanların maneviyat­larını kırmak üzere uyguladığı taktikleri, muhasaranın kaldırılması ve bunun sebebleri; daha sonra da Kurayzaoğullarının üzerine gidişi, bu gazanın ne­ticesi, Hendek Gazvesinde şehid düşenler ve buna benzer daha pekçok ay­rıntıyı yerine göre sağlam hadis kaynaklarından ve yerine göre de güveni­lir siretlere ve siret bilginlerine istinaden açıklayıp oldukça doyurucu bilgi­ler vermektedir. [283]

Daha sonraki birkaç âyet-i kerime de esasen bu konu ile ilgili olmakla bir­likte bu çerçevedeki bilgileri, bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken vermesi do­layısı ile daha sonraki âyet-i kerimeleri tefsir ederken anlaşılmaları için ge­rekli açıklamalar ile yetindiğini görüyoruz. Bu açıklamaları daha önceki âyet-i kerime dolayısıyla vermesine sebeb teşkil eden hususlar arasında birbirine sıkı sıkıya bağlı bulunan olayların serdedilmesi esnasında anlatımı kesmemek düşüncesi de vardır.

Siret-i Nebeviyenin en önemli olaylarından birisi de hiç şüphesiz Hudey-biye musalahasıdır. Kur'ân-ı Kerim'in bu musahalaya da özel bir değer ver­mesi ve onu; "Apaçık bir fetih: Feth-i mübîn" diye adlandırması dolayısı ile bundan söz eden âyet-i kerimeleri tefsir ettiği sırada da Kurtubî, bu husus ile ilgili geniş açıklamalar vermeyi ihmal etmemektedir. Bu sûrede Hudeybiye musalahası dışında çeşitli olaylara da atıflarda bulunduğundan dolayı, yeri geldikçe Kurtubî'nin adeti üzere bu hususlara dair etraflı ve güzel açıklama­lar verdiğini görmek şaşırtıcı değildir. [284]

Hudeybiye musalahasının bozulmasının sebebi bilindiği gibi Kureyşlile-rin ve onların müttefikleri olan Bekroğullarının antlaşmayı ihlal ederek Hz. Peygamber'in müttefiki olan Huzaalılara bir baskın düzenlemeleridir. İşte Kur­tubî bu olaya yani Hz. Peygamber ile Kureyşliler arasındaki Hudeybiye mu­salahasının bozulmasına sebeb teşkil eden vakıaya et-Tevbe sûresinin ikin­ci âyet-i kerimesini tefsir ederken yer vermektedir. [285]

Esas itibari ile Kur'ân-ı Kerim'in çok büyük bir bölümü Hz. Peygamber'in sireti ile yakından irtibatlı bulunduğundan dolayı Kurtubî'nin bu gibi konu­lara temas etmesini garip karşılamadığımız gibi, bütün bu olaylara ait gön­derme ve açıklamaları tek tek sıralamak da böyle bir çalışmanın elbetteki sı­nırlarını çok aşar. O bakımdan Hz. Peygamber'in hayatındaki belli başlı bir takım olaylara temas etmeyi kıstas aldığımız bu hatırlatmalarda Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerim'in ışığı altında yeri geldikçe Tebûk gazvesine dair de olduk­ça etraflı açıklamalarda bulunduğunu hatırlatmakla yetiniyoruz.

Gerçekten de Kurtubî, bizleri, Kur'ân-ı Kerim'in gerek müslümanların ge­rek Medine'deki müslüman olmayan unsurların Medine çevresinin itikadi, ah­lâkî, ruhî hatta iktisadi ve siyasi durum ve tavırlarını oldukça kapsamlı bir şe­kilde ele alan bir sûre olan et-Tevbe sûresinde yeri geldikçe Hz. Peygamber'in hayatının oldukça büyük önem taşıyan ve hayatının sonlarına denk düşen bu zaman dilimi ile ilgili son derece etraflı ve yoğun bilgilerle karşı karşıya bı­rakmaktadır. Tebûk gazvesi eksenli verilen oldukça etraflı ve kıyamete ka­dar gelecek müslümanlara yol gösterici bilgilerin sûrenin geneli içerisinde ser-piştirilmesi dolayısı ile Kurtubî'nin de yeri geldikçe âyet-i kerimeleri eksen alarak Siretin bu önemli bölümüne dair doyurucu, etraflı, sahih ve sağlam bil­giler vermektedir. Hemen hemen sûrenin geneli ve buna bağlı olarak da bu sûrenin tefsirinin tamamı bu özelliği taşıdığından dolayı ayrıca belli bir ta­kım yerlere atıfta bulunmaya da gerek görmüyoruz. [286]  

 

cc) Ahkâma Dair Açıklamaları:

 

Kurtubî Tefsirini telif ederken izlediği yola dair bir dereceye kadar açıklık getirmeye çalıştığımız bu satırlarımızda, onun, âyetlerin ihtiva ettiği fıkhî hükümlere özel olarak temas ettiğini, bunlara oldukça geniş ve önem­li bir yer ayırdığını söylemeye ayrıca gerek görmüyoruz. Kurtubî âyetlerin fıkhi hükümlerini açıklamaya o derece önem vermektedir ki, kimi ilim adam­ları onun gereksiz kıssa ve tarihi bilgileri bir kenara bırakarak bunların ye­rine Kur'ân ahkâmını ve delillerin istinbatını mevzubahis etmesi dolayısı ile tefsirini överken [287] kimi ilim adamı da "bazen âyetler ile ilişkisi olmayan fer'î fıkhî meselelere dair deliller getirip muhalif kanaate sahip olanların delil­lerine cevap vermek sureti ile" oldukça geniş parantezler açtığını ileri süre­rek [288] tenkidlerde bulunurlar.

Kurtubî'nin bu tutumunu ister takdir edenlerden olalım, ister eleştirenler­den olalım her halükârda karşı kanaati savunanlarla ittifak ettiğimiz nokta şu olacaktır: Kurtubî ahkâm âyetleri ile ilgili fıkhî meselelere dair yaptığı açık­lamalar ile en azından mezhebler arası mukayeseli İslâm hukukuna olduk­ça önemli hizmetlerde bulunmuştur. Kur'ân âyetlerinin fıkhî veya ahkâm âyet­lerinin tefsiri konusunda da oldukça önemli bir hizmet ifa etmiştir. Bu ko­nuda onun tefsiri gerçekten müstağni kalınamayacak abidevi bir kaynak özel­liğini taşımaktadır.

Evet Kurtubî'nin bu şekilde ahkâm âyetlerine dair yaptığı açıklamaları is­ter yerinde görerek savunalım, ister gereksiz ve tefsir için oldukça geniş açık­lamalar olarak değerlendirelim her halükârda Kurtubî'nin yaptığı açıklama­ların oldukça yüksek bir ilmi değer taşıdığını itiraf eder ve kabul ederiz.

Kurtubî'nin Tefsiri'nin her bir kaç sahifesinde en azından bu türden açık­lamalar rahatlıkla bulunabileceğinden dolayı bu hususa da ayrıca örnek vermeyi gereksiz görüyoruz. [289]

 

cd) Kanaatini Belirtmesi:

 

Kurtubî'nin tefsir yaparken izlediği yolu belirleme çerçevesinde son olarak yeri geldikçe kendi kanaatini "Kultu (Derim ki...)" diyerek belirttiği, yahut bir tercihini yada konu ile ilgili bir araştırmasının, tahkikinin netice­sini dile getirdiği noktalara da değinmemiz faydalı olacaktır. Bu kabilden pek çok örneğe hemen hemen her âyet-i kerimenin tefsirinde birkaç defa rast­lama imkânımız olmakla birlikte, Kurtubî'nin ilmî şahsiyet ve yetkinliğini, Tefsiri'nin de önemli bir özelliğini yansıtması dolayısıyla bu konuda birkaç karakteristik örnek vermeyi de yerinde görüyoruz:

Meselâ; Bakara Sûresi'nin 159. âyeti, Allah'ın Kitab-ı Keriminde insanla­ra beyan ettiği apaçık belgelerle hidayeti gizleyen kimselerin cezasını bildir­meye dairdir. Bu âyet-i kerime ile ilgili açıklamaları ve Ashâb-ı Kiramın önemli şahsiyetlerinden gelen bir takım rivayetleri ve hadisleri zikrettikten sonra, âyet-i kerimenin manası ile ilgili olarak yaptığı tahkik sonucu ulaştı­ğı neticeyi şöylece dile getirmektedir:

"İlim adamı eğer ilmi gizlemeyi kastetmiş ise, bundan dolayı asi olur. Öy­le bir kastı yoksa, eğer bu bilgiye başkasının da sahip olduğunu biliyor ise, o bilgiyi tebliğ etmekle yükümlü değildir. Bu konuda kendisine soru soru­lana gelince, bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif dolayısıyla tebliğde bulunma­sı icabeder..." [290]

Daha sonra 161 ile 162'nci âyet-i kerimeye dair açıklamalardan sonra da bu âyet-i kerimeyle anlatılmak istenenleri şöylece tesbit etmektedir: "... böyle birisine Kıyamet gününde insanların lanet etmeleri, o kimsenin bun­dan dolayı etkilenmesi, zarar görmesi ve kalbinin elem duymasıdır. O vakit bu, onun küfrünün bir cezası olur. Nitekim yüce Allah: "Sonra Kıyamet gü­nünde kiminiz kiminizi inkâr eder, kiminiz kiminize lanet eder" (el-Ankebût, 29/25) diye buyurmaktadır. Bu görüş (ümüz) e de âyet-i kerimenin, yüce Al­lah'ın onların lanetleneceklerine dair haber vermesi -bunu emretmesi değil-delil teşkil etmektedir..." [291]

Bu iki örnekte de görüldüğü gibi Kurtubî, belli bir araştırma sonucu ve bir takım delillere dayanarak âyet-i kerime ile ilgili görüşlerin ifade edebi­lecekleri doğru ve nihai manayı ortaya koymaya gayret etmektedir ki, bu bir müfessir için oldukça önemlidir ve tefsir telif edenden beklenen bir çabadır.

Kurtubî, âyet ile ilgili açıklamalarda bulunurken, münasebet dolayısı ile çe­şitli müelliflerden nakillerde bulunmaktadır. Ancak, yaptığı bu nakilleri tah-kiksiz ve gözü kapalı bir şekilde aktaran kuru bir nakilci değildir. Yeri geldik­çe bu nakillerdeki eksikliklere yada yanlışlıklara da temas eder. Meselâ, kı­sası emreden Bakara suresi 178'nci âyet-i kerimeyi tefsir ederken, 10'ncu baş­lıkta İbnü'l-Arabî'den bir nakilde bulunmakta ve İbnü'l-Arabî'nin naklettiği bir hadis hakkında "zayıftır" hükmünü verdiğini belirtmektedir. Ancak Kurtubî, İbnü'l-Arabî'den yaptığı bu nakili bitirdikten sonra şunları söylemektedir:

"Derim ki: İbnü'l-Arabî'nin sahih olduğu halde zayıf olduğunu belirttiği bu hadisi, Nesaî ve Ebû Davud rivayet etmiş olup, hadisin metninin tamamı şu şekildedir..." Daha sonra Kurtubî, Buharı'nin şu sözlerini nakletmektedir: "Ali İbnü'l-Medinî'den: el-Hasen'in, Semura'dan hadis dinlediği sahihtir ve O, bu hadisi delil almıştır." Buharî (devamla) der ki: "Ben de bu kanaatteyim." Sonra, hadisin sahih olduğuna dair kanaatini teyid etmek üzere de şunları söylemektedir: "Eğer bu hadis sahih olmasaydı, bu iki büyük imam da bu ka­naatte olmazdı. Onlar ise (delil olarak) yeterdir." [292]

İbnü'l-Arabî'nin, Maliki mezhebinde oldukça otoriter bir ilim adamı oldu­ğu, kendisinden sonra gelenlerin, onun görüşlerine, tahkikine itibar ettiği bi­linen bir husustur. Kurtubî de İbnü'l-Arabî'nin ilmî şahsiyetini büyük ölçü­de takdir etmekle, hatta ona saygı duymakla birlikte; burada ve daha pek çok yerde görüldüğü gibi, İbnü'l-Arabî'den delile istinad ederek farklı kanaat be­lirtme yolunu seçmesi onun, ilme ne kadar saygılı olduğunu, ilmî esaslara ne derece itibar ettiğini göstermeye yeterlidir.

Az önce de belirttiğimiz gibi, sık sık Kurtubî'nin, "derim ki" ve benzeri ifa­deler ile bir takım tahkikleri ve özel görüşlerinin hatta içtihadlarının yer al­dığına kolaylıkla rastlamak mümkün olduğundan, biz sadece farklı özellik­ler taşıyan bu kabilden tahkik, görüş ve incelemelerini dile getirdiği bu ör­nekleri zikretmekle yetinmek istiyoruz.

Bundan sonra "Kurtubî'nin Tefsiri'nde kullandığı kaynaklar"a imkânları­mız çerçevesinde ışık tutmaya gayret edeceğiz. [293]

 

Dördüncü Bölüm

 

KURTUBI TEFSİRİNİN KAYNAKLARI

 

Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen kişi, lıerşeyden önce birçok ilim dalından söz eden, onların temel meseleleriyle ve çoğu yerde oldukça teferruat kabilin­den konularıyla ilgilenen, bunlara el atan büyük bir "îslâmî İlimler Ansiklo­pedisi" ile karşı karşıya bulunduğunu görür; bunu farketmekte gecikmez. Kur-tubî'nin, gerek müellif ve kitap ismi ile birlikte atıfta bulunduğu kaynakla­rı, gerekse de müellif ismini vermekle yetindiği kaynakları bütünüyle tesbit etmek ve bunların tam bir listesini çıkarıp ismen saymak dahi başlı başına bir iştir ve hiç şüphesiz böyle bir liste oldukça kabarık bir yekûn tutar.

O bakımdan, Kurtubî Tefsiri'nin kaynakları ile ilgili vereceğimiz bu bilgi­lerin, Kurtubî'nin yararlandığı bütün kaynakları kapsamak gibi bir iddiası yok­tur. Ancak, Kurtubî'nin muazzam Tefsiri'ni vücuda getirirken başvurduğu ve çeşitli İslâmî ilimlere dair kaynaklarının önemli olanlarını tasnif ederek sıra­lamaya, bu eserlere ve müelliflere dair oldukça özlü bilgiler vermeye gayret edeceğiz. Yer yer sadece bir örnek teşkil etmek üzere Kurtubî'nin bu kay­naklardan nerelerde nakillerde bulunduğunu zikretmeye çalışacağız.

Bununla birlikte bu kabilden göndermeleri, Kurtubî'nin nisbeten daha az nakilde bulunduğu eserlere tahsis edecek, Taberî, İbn Atiyye, İbnü'l-Arabî gibi kendilerinden çokça nakilde bulunduğu tefsirler ile İbn Abdi'l-Berr'in "et-Temhid" ve "el-İstizkâr"ı gibi hadis fıkhına dair eserler ve İbnü'l-Münzir'in "el-İşraf" adlı eserinden, el-Cevherî'nin "SıhalV'ından ve daha başka çeşitli İs­lâmî ilimlere dair olup sıkça nakillerde bulunduğu kaynaklardan, nerelerde nakiller yaptığını örneklendirme yoluna gitmeyeceğiz.

Kurtubî'nin yararlandığı kaynakları sıralamaya geçmeden önce Kurtu­bî'nin, kaynaklardan nakillerde bulunurken izlediği yol ile ilgili bir iki hususu hatırlatmamız yerinde olur:

1- Kurtubî, genellikle nakilde bulunduğu kaynakların ya kaynak adını ya­hut müellifinin adını zikrederek, yada her ikisini bir arada belirterek nakil­de bulunur. Kaynağa atıfta bulunurken, yerine göre kaynağın adını başta zikreder, kimi zaman da nakli yaptıktan sonra "filan bunu zikreder" diye kay­nağını belirtir.

2- Kurtubî, yerine göre dolaylı olarak nakillerde de bulunur. Yani, nakil­de bulunduğu kaynak, görüşü kime nisbet etmişse o da o kaynağa tabi olarak o görüşü ona nisbet eder. Özellikle İbn Abdi'1-Berr ve İbn Münzir'den ve benzerlerinden yaptığı nakiller böyledir.

3- Kurtubî, nadiren de olsa nakilde bulunduğu kaynağın adını vermez. Bu türden kaynak adını vermediği yerlerdeki malumat çoğunlukla -o dönemin şartlan içerisinde- bilinen ve ayrıca kaynak ile teyidine gerek olmayan bil­giler türündendir.

4- Kurtubî, bir ilim adamı olma sıfatıyla her zaman yaptığı nakilleri oldu­ğu gibi benimsemeyebilir. Yerine göre bu kanaatlere katılmıyorsa, bir ilim ada­mının nezih bir üslûbu ile tenkid eder. Yada kimi zaman -İbnü'l-Arabi'den yaptığı nakillerde bazan görüldüğü gibi- haksızca gördüğü birtakım kanaat­leri tashih etme yoluna da gider.

Kurtubî'nin kaynaklardan yararlanma yöntemi ile ilgili bu genel çerçeve­yi ortaya koyduktan sonra, Kurtubî'nin kaynaklarını belli bir tasnife tabi tu­tarak gözden geçirmeye çalışalım: [294]

 

I- Kuran İlimlerine Dair Kaynaklar:

 

Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen bir kimsenin Kurtubî'nin, iyi bir tefsirde ara­nan özelliklere dair kanaati ile ilgili birtakım ipuçları da yakalayabilir. Kur­tubî'nin, tefsir yaparken verdiği bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla, iyi bir Kur'ân tefsirinin tarih boyunca Kur'ân-ı Kerim âyetleri çerçevesinde ortaya çıkmış farklı görüşleri, çeşitli tartışmaları, yada farklı görüş ve çeşitli tartış­ma guruplarının görüşlerini teyid etmek için delil olarak gösterdikleri Kur'ân âyetlerini nasıl ele aldıklarını ve ne şekilde delil kullandıklarını ortaya koy­makla birlikte; bunların haklılık oranını da tesbit edebilecek ve buna bağlı olarak Kur'ân-ı Kerimin tefsirini ilahi maksada en yakın bir şekilde ortaya ko­yup tesbit edebilecek bir çabayı harcaması gerektiği kanaatinde olduğunu söy­leyebiliriz.

O bakımdan Kurtubî, Kur'ân-ı Kerim çerçevesinde ortaya çıkmış tefsir, Kur'ân tarihi ve kıraate dair eserler ile Kur'ân-ı Kerim'in belli özellikteki bir takım lafızlarını açıklamayı hedef alan Garîbu'l-Kur'ân'a dair yazılmış eser­lerden de bolca istifade ettiğini görüyoruz. [295]

 

A. Tefsirler:

 

Kurtubî, dönemine kadar yazılmış tefsirleri gruplandıracak olursak, bun­ları rivayet tefsirleri, dirayet tefsirleri ve işarî tefsirler olmak üzere üç gruba ayırmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Kurtubî, Tefsiri'ni telif ederken bu kabilden yararlandığı tefsirleri sıralamaya çalışalım: [296]

 

1) Rivayet Tefsirleri:

 

Dr. Mustafa İbrahim'in genel olarak Endülüs'lü tefsir alimlerinin riva­yetle tefsir (diğer adı ile et-tefsir bi'l-me'sur)e dair şu değerlendirmesini, özel olarak Kurtubî hakkında da geçerli kabul edebiliriz:

"(Endülüslü müfessirler) rivayet ile tefsire dayanmış ve itimad etmişlerdir... O bakımdan Kur'ân-ı Kerim (âyetleri) ve sahih hadisler ile açıklamalarını de-lillendirmiş, zayıf ve uydurma hadislere dikkat çekmişlerdir. Ancak onlar ço­ğunlukla hadisleri senedlerini belirtmeksizin ya alındıkları hadis kaynakla­rını zikretmeksizin kaydederler. (Burada Kurtubî'nin farklı bir yol izleyerek hadislerin kimi zaman senedini zikrettiğini ve oldukça yüksek bir nisbette de . hadislerin yer aldıkları kaynakları belirttiğini hatırlatmamız ve Kurtubî'nin bu konuda bir istisna teşkil ettiğini söylememiz gerekir. -M. B. Eryarsoy-) Bun­dan sonra (Endülüslü müfessirler) sahabe ve tabiîn görüşlerine (tefsirlerin­de) dayanır ve bu görüşleri diğer müfessirlerin görüşleri ile birlikte bir ara­da zikrederler. Arkasından da delilin desteklediği ve karinelerin güçlendir­diği görüş hangisi ise onu tercih ederler." [297]   

 

1.1. Taberî Tefsiri:

 

Hiç şüphesiz Kurtubî'nin de daha sonraki müfessirlerin de en güve­nilir ve en büyük kaynaklarından birisi "Taberî Tefsiri" diye de meşhur olan Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd et-Taberî (224-310 / 839-922)nin "Câmiu'l-Beyân An Tevili Âyi'l-Kur'ân" adını taşıyan tefsiridir.

Kurtubî'nin bu tefsirden çokça yararlandığını görüyoruz. Taberî ve tefsi­rini tefsir tarihindeki yeri ve önemini bilenler için bunun garipsenecek bir ta­rafı da yoktur. Çünkü Taberî: "İnsanların ellerinde bulunan tefsirlerin en sa­hili olanıdır. O geçmişlerin görüşlerini sabit senetleri ile birlikte zikreder. Tef­sirinde herhangi bir bid'at olmadığı gibi (rivayeti ile) itham altında bulunan kimselerden de rivayette bulunmaz."[298] O bakımdan Kurtubî'de bu tefsirden en güzel bir şekilde yararlanmanın örneklerini kolaylıkla görebiliriz. [299]

 

1.2. Bahru'1-Ulûm veya Ebu'1-Leys es-Semerkandî Tefsiri:

 

Semerkand'lı büyük ilim adamı Ebu'1-Leys es-Semerkandî'nin "Bahru'l-Ulûm" adlı eseri müellifimiz imam Kurtubî'nin yer yer istifade ettiği, atıf­larda bulunduğu önemli rivayet tefsirleri arasında yer alır. Kâtip Çelebi 'nin belirttiğine göre "bu kitap oldukça meşhur, latif ve faydalı bir eserdir. Hadis-lerini Şeyh Zeyneddün Kasım.b. Kutluboğa (879 / 1474) tahrîc etmiş ayrıca İbn Arab Şah diye bilinen Ahmed bin Muhammed (854 / 1450) tarafından da Türkçe'ye tercüme edilmiştir." [300]

Doğum tarihi tesbit edilemeyen Ebu'1-Leys es-Semerkandî 11 Cumadelâ-hire 393 (17 Nisan 1003) tarihinde vefat etmiştir. [301]

Kurtubî'nin Ebu'1-Leys es-Semerkandî'nin Tefsiri "Bahru'l-Ulûm"dan çok­ça nakillerde bulunduğu söylenemez. [302] Bir defaya mahsus olmak üzere de "el-Büstan (Büstanu'l-Ârifîn)" adlı eserinden de nakilde bulunduğunu görü­yoruz. [303]

 

1.3. es-Sa'lebî'nin Tefsiri:

 

Ebû İshak Ahmed b. İbrahim es-Sa'lebî (427 / 1036) tarafından telif edilmiş bu tefsirin birçok yönden meziyeti ve üstünlüğüne rağmen özellik­le rivayetleri nakletmekteki gelişigüzel tutumu dolayısı ile tenkide uğradığı gibi; pekçok sahili olmayan kıssa ve haberleri de sahih midir, batıl mıdır bak­maksızın nakletmesi dolayısı ile ilim adamlarının eleştirilerine maruz kalmış­tır. [304]

Tefsirinin bir takım meziyetlere sahip olmasına rağmen kendisine yönel­tilen eleştirileri haklı çıkartacak tarafları olduğu da şüphesizdir. Meselâ, Kurtubî, Ashab-ı Kehfin köpeğinin rengi ile ilgili pek çok görüş ayrılıkları­nın bulunduğunu es-Sa'lebî'ye dayanarak zikrettiği gibi [305] yine es-Sa'lebî'ye dayanarak Hz. Peygamber'in Ashab-ı Kehfi görmek istemesi üzerine yüce Al­lah'ın kendisine dünya hayatında onları görmesinin asla mümkün olmaya­cağını belirttiğini, risaletini onlara tebliğ etmek üzere ve onları imana davet etmeleri için ashabının seçkinlerinden dört kişiyi göndermesini emrettiğini, bunun için de elbisesini yayarak onun dört bir tarafına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'yi oturttuktan sonra Hz. Süleyman'a musahhar kılınmış rüzgarı çağırmasını istediğini... anlatan akla hayale sığmayan uzun­ca bir hadis naklettiğini görüyoruz. [306]

Kurtubî bu olayı her ne kadar Salebi'ye istinaden ve böylelikle Kurtubî, sorumluluktan kurtulduğu kanaati ile bunu zikretmekte ise de hiç şüphesiz Salebi'nin de bunları tefsirine alarak tefsirine gölge düşürmemesi gerekirdi; Kurtubî'nin de Sa'lebî'ye istinaden bu gibi rivayetleri zikretmemesi daha uy­gun olurdu.

Ancak bu ne Sa'lebî'deki bütün rivayetlerin bu kabilden olduğu anlamın­dadır, ne de Kurtubî'nin Sa'lebî'den yaptığı bütün nakillerin bu kabilden ol­duğu anlamına gelir. Kurtubî'nin, Sa'lebî'den yüzlerce nakilde bulunduğunu gözönünde bulunduracak olursak, bu türden tenkide maruz kalabilecek ri­vayetlerin az olduğunu da kolaylıkla tesbit etmek imkânımız vardır.

Kurtubî, Sa'lebî'nin "el-Keşfu ve'1-Beyân an-Tefsiri'1-Kur'ân" adlı eserinden başka, "el-Arâis fi Kasasi'l-Enbiyâ" adlı eserinden de zaman zaman nakiller­de bulunmaktadır. [307]

Kurtubî'nin, es-Sa'lebî'nin öğrencisi el-Vâhidî diye bilinen Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed (468 / 1075-1076)'den de es-Sa'lebî'ye göre oldukça az miktarda nakilde bulunduğunu görüyoruz. el-Vahidî -İbn Teymiye'nin belirttiği gibi-es-Sa'lebî'ye oranla Arapçayı daha iyi bilen birisidir. Onun yazdığı "el-Basît, el-Vesît ve el-Vecîz" adlı tefsirleri oldukça faydalı bilgiler ihtiva etmekle birlikte bunun nakillerinde de batıl olan bilgiler de doğru olan bilgiler de bu­lunmaktadır. [308]

Kurtubî'nin el-Vâhidî'ye istinaden aktardığı bilgileri incelerken genelde bunların ya başka müfessirlerce de paylaşılan kanaatler olduğunu ya da ko­nu ile ilgili bir görüşü yansıtan türden olduğunu tesbit ettik. Buna rağmen özellikle hadis olarak kaydettiği rivayetlerin sağlam kaynaklarca teyidi tes­bit edilemediği takdirde ihtiyatla bakılması gerektiği kanaatine vardık. [309]

 

1.4. el-Mehdevî'nin: "et-Tahsîl..." Adlı Tefsiri:

 

430 h. (1038-1039 m.) yılında vefat eden Ebu'l-Abbas Ahmed b. Am-mâr el-Mehdevî'nin "et-Tahsîl li Fevaidi Kitabi't-Tafsil el-Camiu li Ulû-mi'tTenzîl" [310] adlı eserinden pek çok yerde nakillerde bulunmaktadır. Do-iayısıyla Kurtubî'nin bu tefsirden çokça yararlandığını rahatlıkla söyleyebi­liriz. [311]

 

1.5. Ebu'l-Hasen el-Maverdî'nin Tefsiri:

 

Kurtubî, h. 450 (m. 1058) yılında vefat eden Ebu'l-Haseri Ali b. Mu-hammed el-Maverdî'nin "en-Nuket ve'l Uyun" adını taşıyan [312] bu özlü ve ri­vayet ağırlıklı tefsirinden de yeri geldikçe nakillerde bulunur. Aynı müelli­fin "Edebü'd-Dünya ve Din" adını taşıyan eserinden de zaman zaman nakil­lerde bulunduğunu hatırlatalım. [313]

 

1.6. en-Nakkâş'ın Tefsiri:

 

en-Nakkâş diye bilinen Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Ziya (351 / 962)'nın "Şifau's-Sudûr" [314] adlı tefsiri, Kurtubî'nin vasat oranda nakiller­de bulunduğu önemli tefsirler arasında yer alır. Kurtubî, bu tefsirden de ade­ti üzere nakil yapmakla birlikte zaman zaman farklı kanaatlerini izhar etmek­ten de geri kalmaz. [315]

 

1.7. Mekkî b. Ebi Tâlib'in "el-Hidâye..." adlı Tefsiri:

 

437 h. (1045-1046 m) yılında vefat eden Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî'ye ait "el-Hidâye ilâ Buluği'n-Nihâye fi İlmi Meâni'l-Kur'âni ve Tefsirihî ve Envai Ulumihî" adını taşıyan ve oldukça kabarık olduğu belirti­len tefsirinden [316] yer yer yararlandığı gibi, "Müşkilu İ'râbi'l-Kur'ân" adlı ese­rinden de yararlanmış, [317] farklı kanaate sahip olduğu yerlerde de kendi ka­naatini delili ile birlikte zikretmiştir. [318]

 

1.8. İbn Atiyye'nin Tefsiri:

 

Tefsir tarihinde oldukça önemli yeri bulunan İmam Ebû Muhammed Ab-dulhak b. Ebi Bekr b. Atiyye (481-546 / 1088-1151 )'nin: "el-Muharraru'1-Ve-cîz fi Tefsiri'1-Kitabi'l-Azîz" adlı eserinin, Kurtubî'nin en geniş çapta yararlan­dığı bir tefsir olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. [319]

Kurtubî, bu tefsirden büyük ölçüde yararlanmakla birlikte, hemen her za­man nakilde bulunduğu kaynaklara karşı takındığı ilmî ve tarafsız tutumu­nu burada da takındığını görüyoruz. Yani Kurtubî, jbn Atiyye'den de nakil­de bulunurken, yeri geldikçe ilmî gerekçelerle farklı kanaatlerini belirtmek­ten de geri durmamaktadır. [320]

 

2. Dirayet Tefsirleri:

 

2.1. Ebû İshâk ez-Zeccâc ile Ebû Cafer en-Nehhâs:

 

Kurtubî, İbrahim b. es-Sevrî Ebû İshâk ez-Zeccâc (311 / 923)'den [321]in "Meâni'l-Kur'ân" adh eserinden ve diğer eserlerinden nakillerde bulun­duğu gibi Ebû Cafer Alırned b. Muhammed en-Nehhâs (338 / 949)'den yani onun gerek "Meâni'l-Kur'ân," gerekse "İ'râbu'l-Kur'ân" adlı eserlerinden nakil­lerde bulunmaktadır. [322]

Meâni'l-Kur'ân'a dair bildiğimiz en eski eser Ebû Zekeriya el-Ferrâ (207 / 822)'ye aittir. Kurtubî, el-Ferrâ'nın görüşlerini ise genellikle en-Nehhâs ile ez-Zeccâc vasıtası ile nakletmektedir. [323]

 

2.2. Zamehşerî'nin "el-Keşşâfı:

 

ez-Zamehşerî diye meşhur olan Ebu'l-Kasım Mahmûd b. Ömer (.467-538 / 1074-1143)'in, "el-Keşşâf' diye meşhur olan "el-Keşşâf an Hakâiki't-Tenzîl" adlı eserinden, Kurtubî, genellikle Zamahşerî'nin Mu'tezilî mezhebini yan­sıtan kanaatleri dışında kalan ve âyet-i kerimenin lafzî tefsirleri ile zaman za­man belagat nüktelerini ihtiva eden kısımlarını iktibas eder. [324]

Böylelikle Kurtubî'nin Keşşaftan asıl yararlanması gereken yönüyle ya­rarlanmış olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan şu iki husus dolayısıyla Kur­tubî'nin Keşşafa fazla müracaat etmediği düşünülebilir:

1- Evvela Kurtubî, Zamahşerî'nin belirgin özelliklerinden olan Kur'ân-ı Kerim'in belagat yönü üzerinde başka hususlar açısından durduğu kadar durmaz.

2- Özellikle bu alanda İbn Atiyye'nin Zamehşerî ile mukayese edi­lebilecek çapta, ancak daha açık ve anlaşılır ifadelerle bu hususlara dair açık­lamalarda bulunmuş olması. Çünkü Kurtubî'nin İbn Atiyye'den çokça nakil yapmış olmasının, bu açıdan Zamahşerî'den ayrıca istifade etmesine pek gerek bırakmadığı kanaatindeyiz. [325]

 

2.3. İbn Huveyzimendâd'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"ı:

 

Yaklaşık 390 / 1000 yılında vefat ettiği belirtilen Ebû Abdullah kün-vesini taşıyan ve İbn Huveyzimendâd diye meşhur olan Muhammed b. Ah­med b. İshâk'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân"ı,[326] Kurtubî'nin özellikle ahkâm âyetlerini tefsir ederken başvurduğu eserler arasında yer almaktadır. [327]

 

2.4. el-Cessâs'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân''ı:

 

Hanefi mezhebinin önde gelen ilim adamlarından olan Ahmed b. Ali Ebû Bekr er-Razî el-Cessâs (376 / 986)'ın "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eseri[328] de Kurtubî'nin -nisbeten az olmakla birlikte- nakilde bulunduğu kaynaklar ara­sındadır. [329] 

 

2.5. el-Kiyâ et-Taberî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ı:

 

Döneminin Bağdad'ının Şafiî mezhebine mensup en ileri gelen il­im adamlarından olan ve el-Kiyâ el-Herasî diye meşhur olan İmaduddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed (450-504 / 1058-1110)'e ait "Ahkâmu'l-Kur'ân" ad­lı eseri, [330] Kurtubî'nin er-Razî'ye nisbetle daha çok nakilde bulunduğu eserler arasında yer alır. Kurtubî, büyük çoğunlukla nakillerinde adını verir. Ancak bazan ondan nakilde bulunmakla birlikte ona işaret etmediği, atıfta bulunmadığı yerler de vardır. [331]

 

2.6. İbnü'l-Arabî'ye ait "Ahkâmu'l-Kur'ân":

 

-Maliki mezhebinin sonraki ilim adamları başta olmak üzere- birçok ilim adamının da sık sık başvurduğu en önemli kaynaklardan birisi hiç şüp­hesiz Kadı Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah (468-543 / 1075-ll48)'a ait "Ah­kâmu'l-Kur'ân" adlı eseri[332] önemli bir yer tutmaktadır. Kurtubî, adından da anlaşılacağı üzere özellikle ahkâm âyetlerini izah ederken, bu değerli tefsir­den sık sık nakillerde bulunur. Ancak -yeri gelince de işaret edileceği gibi-Kurtubî, zaman zaman ondan yaptığı nakillerden farklı kanaatlerini izhar ed­er. [333] Ona atıfta bulunmaksızın nakillerde bulunduğu yerler de vardır. [334]

 

3. İşari (Tasavvufi) Tefsirler:

 

Merhum müfessirimizin, işarî tefsirlerden kaynaklarına değinmeden ön­ce "Kur'ân-ı Kerim'in bir zahir ve bir de batını olduğu" tezinden hareket ile Kur'ân-ı Kerimi yorumlamak iddiasıyla ortaya çıkan Batinilere mensup çeşit­li kimselerin iddiaları ile, genelde remzî veya işarî tefsir olarak anılan tasav­vuf! tefsirlerin yorumlarının sıhhati için öngörülmüş temel kıstasları hatırlat­mak yerinde olacaktır.

Şâtibî, "el-Muvafakât" adlı eserinde, bâtını tefsirin kabul edilebilmesi için gerekli şartlan zikrederken şunları söylemektedir:

1- Arapçada kabul edilen esasların zahirinden anlaşılana göre batını ya­da işarı yorumun sahih olması ve Arap dilinin anlatım üslûbuna uygun ya­pılmış olması,

2- Yapılan bu yorumun doğruluğuna bir başka yerde nassen veya za­hiren bir tanık bulunması (destekleyici bir başka delilin olması) ve onunla çelişecek bir delilin olmaması.

Birinci şartın gerekliliği, Kur'ân-ı Kerim'in Arapça oluşunun tabii bir so­nucu olarak ortadadır. Çünkü eğer Arap dilinin gerektirmediği bir mana an­laşılacak olursa, bu anlaşılan mana hiçbir zaman Arapça olmak sıfatına sa­hip olamaz.

İkinci şart ise, eğer yapılan bu batınî ya da işarî yorumun bir başka yer­de bir kanıtı, bir delili yoksa yahut da başka bir yerde onunla çelişen bir de­lil bulunuyor ise bu, Kur'ân-ı Kerime karşı ileri sürülen mücerred iddialar­dan bir iddia olur. Mücerred (delilsiz) bir iddia ise, ilim adamlarının ittifakı ile makbul değildir. [335] Bundan sonra da Şatıbî, Kur'ân-ı Kerim'in çeşitli âyet ve lafızlarının batıl olan batınî yorumlarına bir takım örnekler vererek bun­ların batıl oluş sebeplerine açıklık getirmektedir.

Bu kısa açıklamalardan anlaşıldığına göre, İslâm tarihinde birisi Kur'ân-ı Kerim ile bağdaşmayan, Kur'ânın maksadına uymayan, Arap dilinin Kaidelerine aykırı çıkarımlar ve manalar ihtiva eden Baünîlerin remzî ya da sufîlerin işarî tefsiri, diğeri ise bu iki şartı taşıyan ve Arap diline de aykırı ol-mıyan Kur'ân-ı Kerimin muhtevası ile de herhangi bir şekilde çelişki arzet-miyen işarî tefsir.

Kurtubî'nin, Batınîlerce kullanılan ve Arap dilinin de Kur'ân-ı Kerimin de hiçbir şekilde teyid edip desteklemediği işarî tefsiri red edeceği tabiidir. Surîlerin kullandıkları işarî tefsire karşı tutumuna gelince; Kurtubî'nin, belirti­len bu iki şartı taşıyan, Arap dilinin anlaşılma kuralları ile Kur'ân-ı Kerimin zahirinden anlaşılanlara aykırı düşmeyen işarî tefsiri uygun gördüğünü, ba­zı nüktelerine zaman zaman değindiğini, bunları dile getirdiğini görüyoruz. Ancak, Şeriatın temel esaslarıyla, dilin anlaşılma kuralları ile çelişen sufî tef­siri reddettiğini de görmemiz mümkündür ve bu kolaylıkla anlaşılabilen bir nusustur. [336]

Bu kısa açıklamalardan sonra Kurtubî'nin atıfta bulunduğu, sufî olarak bi­linen âlimlerce te'lif edilmiş tefsirlere kısaca değinelim: [337]

 

3.1. et-Tüsterî'nin "Tefsirü Kur’âni'l-Azîm''i:

 

Ebû Muhammed Sehl b. Abdullah b. Yunus et-Tüsterî, hicri 200 yada 201 (815 ve 816) yılında dünyaya gelmiş, 273 / 886 ya da 283 / 896 yılında ve­fat etmiştir.[338] Kurtubî'nin şeriate ve Arap dilinin anlaşılması kurallarına aykı­rı olmayan şekilde bu tefsirden zaman zaman nakillerde bulunduğunu görü­yoruz. [339]

 

3.2. es-Sülemî'nin"Hakaiku't-Tefsir"i:

 

Ebû Abdurrahman Muhammed b. el-Huseyn b. Musa es-Sülemî (330-412 / 942-1021)'nin "Hakaiku't-Tefsir" adlı eseri[340] de Kurtubî'nin na­kilde bulunduğu mutasavvıf birisince telif edilmiş bir diğer tefsirdir. Kurtu-bî, gerek Sülemî'nin Hakaik'inden, gerekse de Tüsterî'nin tefsirinden nakil­lerde bulunurken özellikle bu nakillerin manalarının doğru olanlarını seçmek­te özel bir hassasiyet gösterdiğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. [341]

 

3.3. Abdurrahim el-Kuşeyrî'nin "et-Teysir fî't-Tefsir:[342]

 

Ebu'l-Kasım Abdulkerim b. Hevâzin Ebû Nasır el-Kuşeyrî (376-465 / 986-1073), kendisinden oldukça övgü ile söz edilmiş fakih, usul alimi, müfessir ve "Kuşeyrî Risalesi" diye bilinen "e'r-Risale"nin müellifidir.[343] Kurtubî, zaman zaman Kuşeyrî'nin görüşlerini, kimi zaman tefsirini zikretmeden naklettiğini gördüğümüz gibi,[344] kimi zaman da tefsirine atıfta bulunarak gö­rüşlerini naklettiğini görüyoruz. [345]

Burada Kurtubî'nin, zaman zaman atıflarda bulunduğu sûfî bir kaynağı da­ha zikretmek yerinde olacaktır. Bunlardan birisi, Haris b. Esed el-Muhasibî (243/857)'ye ait "Kitabu'r-Riâye" [346] adlı eseridir.

Kurtubî, anne-baba hukukuna dair açıklamalarda bulunurken, olumlu bir değerlendirme ile el-Muhasibî'den nakilde bulunmanın yanında [347] bir baş­ka yerde İbnü'l-Cevzî'den, el-Muhasibî'ye dair bir değerlendirmeyi nakletmek­tedir. Bu değerlendirmede, el-Muhasibî'nin ilmî bir mesned olmaksızın zen­ginlerin fakirlerden çok daha sonra cennete gireceklerine dair görüşünü -ve Gazzali'nin bunu ondan nakledişini- eleştirmekte, Kurtubî de bu eleştiriyi ye­rinde bularak İbnü'l-Cevzî'den aktarmaktadır. [348]

 

B- Kur'ân Tarihine ve Kıraate Dair Eserler:

 

Kurtubî, özellikle Mukaddimesi'nde Kur'ân tarihine dair eserlere atıflar­da bulunduğu gibi, Tefsiri'nin başından sonuna kadar yeri geldikçe kırâata dair belli başlı eserlere atıfta bulunur, onlardan nakiller yapar.[349]

 

1.  el-Enbarî'nin "er-Red" Adlı Eseri:

 

Başta Kur'ân-ı Kerim ilimlerine dair olmak üzere çeşitli konularda ol­dukça değerli eserlerin sahibi olan Muhammed b. el-Kasım b. Muhammed, b. Beşşâr b. el-Hasen el-Enbarî (271-328 / 884-940)'ye ait "er-Reddü Alâ Men Halefe Mushafe Usmân" adlı eseri, [350] Kurtubî'nin, Kur'ân tarihini ilgilendi­ren hususlarda zaman zaman nakillerde bulunduğu eserler arasında önem­li bir yer tutmaktadır. [351]

 

2. Ebû Ali el-Fârisî'nin [352] "el-Hucce" Adlı Eseri:

 

Ebû Ali el-Hasen b. Ahmed b. Abdulğaffâr (377 / 987)'ın "el-Hucce fî İleli'l-Kırâat es-Seb'» adlı eseri, Kurtubî'nin, kıraat ile ilgili açıklamalarında çok­ça başvurduğu eserlerden birisidir. [353]

Ancak, bu eser yalnızca kıraat kitabı olmayıp, kıraat ile ilgili nahiv bilgin­lerinin de görüşlerini nakleden, bu görüşleri açıklayan, oldukça zengin ve çeşitli bilgiler ihtiva eden değerli bir eserdir. Kurtubî'nin bu eserden zaman zaman geniş açıklamalarını özetleyerek naklettiği de görülebilmektedir. [354]

 

3. İbn Cinnî'nin [355] "el-Muhtesib" Adlı Eseri:

 

Müfessirimiz İmam Kurtubî, Ebu'1-Feth Osman b. Cinnî (392 veya 393 1002 veyal003)'nin "el-Muhtesib fîTebyîni Vucûhi Şevâzzi'l-Kıraât ve'l-İzâ-hi anhâ" adlı eserinden de çokça yararlanmıştır. Eserin adından da anlaşıla­cağı gibi, özellikle şâz kıraatler açıklanmakta ve bunların anlamları verilmek­te yahut da lügat ve nahiv açıklamaları yapılmaktadır. "el-Muhtesib" Kur­tubî'nin bu alanda yararlandığı eserlerdendir. [356]

 

4. Ebû Amr ed-Dânî'nin [357] Eserleri:

 

Kıraat alimleri arasında döneminde "üstadlar üstadı, kıraat bilginleri­nin bilgini" diye bilinen Osman b. Said b. Ömer Ebû Amr ed-Dânî (371-444/981-1052)'ye ait "Câmiu'l-Beyân fi'l Kırââti's-Seb'ı, Kitabu't-Teysîr, Kita-bü'1-Mukanna' fi Resmi Mesahifi'l-Emsâr" gibi eserleri, müfessirimiz merhum Kurtubî'nin çokça yararlandığı eserler arasında yer alır. [358] Özellikle kıraate dair açıklamaların Kurtubî Tefsiri' nde çokça ele alınması dolayısıyla bu ko­nuda ayrıca örnekler vermeye gerek görmüyoruz.[359]

 

5. Ebû Ma'şer et-Taberî'nin[360] "Sûku'1-Arûs" Adlı Eseri:

 

Abdulkerim b. Abdussamed b. Muhammed b. Ali b. Muhammed Ebû Ma'şer et-Taberî (478 / 1085) "et-Telhîs fi'l Kırââti's-Semân" ve "Sûku'1-Arûs" adlarını taşıyan kıraate dair oldukça değerli eserleri bulunan bir müelliftir. Özellikle Sûku'1-Arûs adlı serinde 1500 rivayet ve tarîk olduğu bilhassa anıl­maya değer görülmektedir. [361]

Kurtubî, bu kitabın ismini -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- her ne kadar Tef­sirinde bir defa zikretmekte ise de,[362] bu eserden daha çok yararlandığı ve bazen de yalnızca Ebû Ma'şer adını zikretmekle yetindiği yerlerde bu eser­den iktibaslarda bulunduğu hususundaki kanaatimiz kuvvetlidir. [363]

 

C- Garîbu'l-Kur'ân'a Dair Eserler:

 

Garib, yabancı anlamında olup, herkesçe ne anlama geldiği bilinemeyen lafızlar demektir. O bakımdan, Garibu'l-Kur'ân'dan kasıt, Kur'ân lafızlarının ne anlama geldiğini bilmek demektir.[364] Garibu'l-Hadis de buna göre hadis-i şerifte yer alan ve arapça olmakla birlikte herkes tarafından ne anlama gel­diği bilinemeyen lafızlar demek olur.

İmam Kurtubî, bu alanda ilk eser vermiş Ebû Ubeyde Ma'mer b. el-Mü-sennâ (v. 210 / 825)'dan başlayarak Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm (224 / 839), Ebû Bekir Muhammed el-Enbarî (328 / 940)'den ve buna benzer bu alanda oldukça değerli eser vermiş olan şahıslardan çoğu kere isimlerini zikrederek açıklamalar nakletmekte ve onlara atıflarda bulunmaktadır.

Kurtubî, özellikle Kur'ân lafızlarının anlaşılmasına ehemmiyet verdiğinden dolayı, yararlandığı birçok lügat eseri ile birlikte, onun Garibu'l-Kur'ân'a da­ir yazılmış önemli eserlerden de istifade ettiğini belirtmeye ayrıca gerek gör­müyoruz.

Bu arada Kurtubî'nin, Ebû Kasım Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî (581/1185)'ye ait "et-Ta'rif ve'1-İ'lâm fîmâ Vaka'a fi'1-Kur'âni Mine'l-Esmâi ve'l-A'lâm" [365] adını taşıyan ve Kur'ân-ı Kerimde adı anılmaksızın kendilerinden söz edilmekle birlikte, haberlere dair bilgi sahibi olanların adını bildiği isimleri açıklamaya ve tanıtmaya dair olan eserinden de sözettiğini ve buna atıfta bulunduğunu görüyoruz. [366]

 

II- Hadis, Hadis Fıkhı ve Sîret'e Dair Kaynaklar:

 

Gerek Kur'ân-ı Kerimin muhtevası, gerekse de Kurtubî'nin tefsirini te'lif üslûbu ve te'lifindeki amacı ile Tefsiri'ni te'lifte uymayı taahhüt ettiğini be­lirttiği şartlar ve buna dair çizdiği çerçeve, onun birçok hadis eserinden, mec­muasından, sîret'e, şemaile, hadis fıkhına dair kaynaklardan yeri geldikçe ve büyük çapta yararlanmasını gerektirmiş bulunmaktadır. Kurtubî'nin bu alan­da da oldukça kapsamlı, çeşitli ve zengin bir eser listesinden mükemmel bir şekilde yararlandığını söylemek mübalağalı bir iddia olarak görülmemelidir.

Şimdi de Kurtubî'nin bu alanda yararlandığı kaynakları ve eserleri imkân ölçüsünde tasnif ederek sunmaya gayret edelim:[367]

 

A. Kütüb-i Sitte ve Diğer Hadis Eserleri:

 

Kütüb-i Sitte, harfi anlamı ile "altı kitap" demek olup, özellikle hadis kay­naklarının en güvenilir olanlarını ifade etmek için kullanılan bir tabirdir. Bu tabirin kapsamına Buharî ve Müslim'in Sahihleri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-saî ve İbn Mace'nin Sünenleri girmektedir. Kurtubî'nin yararlandığı hadis ki­tapları hem sayıca pek çok, hem de hadis zikretmeksizin tefsir yaptığı hemen hemen tek bir âyet ve belki de tek bir sahife geçmediğinden -yada bu olduk­ça nadir olduğundan- dolayı, yalnızca -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- Kur­tubî'nin ismen zikrettiği hadis eserlerinin listesini vermekle yetinmek yolu­nu tercih edeceğiz:

1- Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256 / 870)'nin el-Câmiu's-Sahih'i.

2- Ebu'l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (251 / 865)'nin el-Câmiu's-Sahih'i.

3- Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî (275 / 888)'nin Sünen'i.

4- Ebû İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizî (279 / 892)'nin Sünen'i.

5- Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesaî (303 / 915)'nin Sünen'i.

6- Muhammed b. Yezid b. Mâce el-Kazvinî (273 / 886)'nin Sünen'i.

7- Ahmed b. Hanbel (241 / 855)'nin Müsned'i.

8- Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî (255 / 869)'nin Müsned'i yada Sünen'i.

9- İmam Malik b. Enes (179 / 795)'in el-Muvatta adlı ese'ri.

10- Ebu'l-Hasen Ali b. Ömer ed-Dârakutnî (385 / 995)'nin Sünen'i.

11- Ebû Bekr Ahmed b. Ömer el-Bezzâr (292 / 905)'ın Müsned'i.

12- Ebû Hatim Muhammed b. Hibban el-Büstî (354 / 965)'nin Sünen'i.

13- Ebû Dâvûd Süleyman b. Dâvûd et-Tâylisî (131-201 / 749 - 8l6)nin Müs­ned'i.

14- Kurtubî, ayrıca iki Sahihi bir arada toplıyan eserlerden de istifade et­miştir ki, bunlardan birisi Ebû'l-Hasen Ahmed b. Rezîn el-Abderî (535 / 1141)'nin "et-Tecrid fi'l Cem'i Beyne's-Sıhah" adlı eseri ile Ebû Abdullah Mu­hammed b. Ebi Nasır el-Humeyrî (488 / 1095)'nin "el-Cem' Beyne's-Sahihayn" ve İmam Muhammed b. Abdulhak el-İşbilî (582 / 1186)'ye ait "el-Cem' Bey-ne's-Sahiheyn" adlı eserlerinden de nakillerde bulunmuştur. [368]

Kurtubî'nin bunlar dışında ikinci derecede yararlandığı başka hadis eser­leri de vardır. Bunların hadis eserleri arasındaki önemi de diğerlerine göre daha azdır. Bunlara da kısaca değinip geçmekte fayda görmekteyiz:[369]

 

1. el-Halimî'nin "Minhâcu'd-Din" adlı eseri:

 

Ebû Abdullah el-Huseyn b. el-Hasen (403 / 1112) el-Halimî'ye ait olup "şuabu'l-iman"a dair olduğu belirtilen bu eser, [370] konularını hadisleri esas alarak sunduğundan ve müfessirimiz Kurtubî de bu eserden genel olarak nak­lettiği hadisler ile ilgili atıflarda bulunduğundan [371] biz de Kurtubî'nin Tef-siri'nde yararlandığı hadise dair kaynaklar arasında zikretmeyi uygun bulduk. Eserin konusunu da gözönünde bulunduracak olursak; eseri Kurtubî'nin yararlandığı tevhîd ve kelâma dair eserler arasında da sayabiliriz. [372]

 

2. et-Tirmizî el-Hakîm'e Ait "Nevâdüru'l-Usûl":[373]

 

el-Hakîm et-Tirmizî diye meşhur olan Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. el-Hasen (318 veya 320 / 930 veya 932)'in bu eseri oldukça garip ve muteber olmıyan pek çok rivayet de ihtiva etmektedir.

O bakımdan tercümemiz esnasında Kurtubî'nin naklettiği rivayetlerin yerini Nevâdiru'l-Usul'de tesbit etmekle birlikte, gerek duydukça bu rivayet­lerin başka güvenilir kaynaklardan da tahkiki yoluna gittik. Bu rivayetleri gü­venilir kaynakta tesbit edemediğimiz takdirde ise, ya onun ile ilgili hiçbir atıf­ta bulunmadık yahut da bu rivayetin güvenilir bir rivayet olmadığını ve bu­nun sebebini de izah etmeye çalıştık. [374]

 

3. Ebû Nuaym'm "Hilyetü'l-Evliya"sı:[375]

 

430 / 1039 yılında vefat eden Hafız Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah b. Ahmed'in "Hilyetu'l-Evliyâ" adlı eseri, müfessirimizin ikinci derecede yarar­landığı hadis eserleri arasında yer alır. [376]

 

4. Ebû Nasr es-Siczî'ye Ait "el-İbâne":[377]

 

Ebû Nasr Ubeydullah b. Said b. Hatim es-Siczî (440 / 1048)'ye ait "el-İbane an Usuli'd-Diyâne" adlı eser de Kurtubî'nin zaman zaman atıflarda bu­lunduğu kitaplar arasında yer almaktadır. [378]

 

5. İbnü'l-Hassâr'a Ait "Şerhü's-Sünne":

 

Ali b. Muhammed b. Muhammed b. İbrahim Ebu'l-Hasen el-Hassâr (611/1211), aslen İşbiliye'li Fas doğumlu bir fakihtir. Kaynaklar onun Fıkıh Usulü, Nasih ve Mensûh gibi birtakım eserlerinden söz etmektedir. [379]

Kurtubî, ayrıca -adını vermeksizin- sadece İbnü'l-Hassâr'a ait olduğunu be­lirttiği "Şerhü's-Sünne" adlı eserden iki defa nakilde bulunur. [380] Birkaç de­fa da sadece "İbnü'l-Hassâr" diyerek eser ismi vermeksizin ona atıfta bulu­nur. [381]

 

6. Dârâkutnî'nin "Kitabu'l-Medih" (el-Mudebbec)'i:

 

Yalnızca bir defa bu kitaptan nakilde bulunduğunu tesbit ettiğimiz "Ki-tabu'l-Medîh"in geçtiği yerde kitabın arapça baskısını hazırlayanlar dipnot­ta: "Bazı nüshalarda: el-Mezbah diye geçmektedir, doğrusunu tesbite muvaf­fak olamadık" kaydını düşmüş bulunuyorlar. [382] Ancak, Dârakutnî ve eserleri üzerine yapılan araştırmalarda onun bu adı taşıyan bir eserinin bulun­duğuna dair bir bilgi tesbit edemedik. Şu kadar var ki hat itibariyle aynı olan sadece noktalamaları farklı bulunan "el-Müdebbec" adında bir eserinin bu­lunduğunu gördük.[383] Dolayısı ile metinde "Kitabu'l-Medih" diye; dipnot­ta bazı nüshalarda "el-Mezbah" diye verilen eserin asıl adı "el-Müdebbec"den başkası olamaz.

"el-Müdebbec" ise, ilk olarak Dârakutnî tarafından kullanılmış ve hakkın­da müstakil bir eser yazılmıştır. [384] İslâm âlimlerinden akran olanların biri-birlerinden rivayetleri demek olan el-Müdebbec'e dair ilk eser yazanın Dâ-râkutnî olduğuna Hakim en-Neysaburi de "hocalarımızdan birisi" diyerek işa­rette bulunmaktadır. [385]

Son olarak Kurtubî'nin atıfta bulunduğu ve hadis usulü ilmine dair birkaç eseri de kaydedelim:[386]

 

7.  Hâkime Ait "Ulumu'l Hadis": [387]

 

İmam Hâkim Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah en-Neysaburî (321-405 / 933-1014)ye ait "Ma'rifetu Ulûmi'l Hadis" adlı esere Kurtubî yal­nızca bir defa atıfta bulunmaktadır. [388]

 

8.  el-Hatib el-Bağdâdî'ye Ait Eserler:

 

Kurtubî, Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdadî diye bilinen ve (392-463 / 1002-1071) yılları arasında yaşamış Ahmed b. Sabit b. Ahmed'den [389] de za­man zaman nakillerde bulunmakta ve çeşitli eserlerinin adını vermektedir:

a.  Rivayetu (Rivâyâtu) es-Sahabeti Ani't-Tâbiîn [390]

b.  Esmâu'1-Men Ravâ an Malik [391]

c.  es-Sâbik ve'1-Lâhik [392]

d.  el-Faslu ve'1-Vaslu [393]

e. Tam adı «el-Câmi'li Âdâbi'ş-Şeyh ve's-Sâmi'» olan [394] ve Kurtubî'nin sadece "Cami"' diye adını verdiği eser. [395]

 

9. İbn Salâh'ın Ulûmu'l-Hadis'e Dair Mukaddimesi:

 

İbn Salah diye meşhur olan Ebû Amr Osman b. Abdurrahman (577 / 1181)ın telifi olan meşhur Mukaddime'sine [396]  tesbit edebildiğimiz kada­rı ile - adını anarak yalnızca iki defa atıfta bulunmaktadır. [397]

 

10. Ebû Bekr el-Âcurrî [398]

 

Kurtubî, Tefsiri'nin çeşitli yerlerinde, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hu-seyn b. Abdullah el-Âcurrî (360 / 971) tarafından kaydedildiğini belirttiği, de­ğişik sahabeler tarafından rivayet edilmiş bir takım hadislere de işarette bu­lunmaktadır.

Bu hadislerin bazısı Ebû Said el-Hudri[399] bazısı Ebû Zer [400] ve bazısı da Um ed-Derdâ [401] tarafından rivayet edilmiştir.[402]

 

B- Hadis Fıkhına Dair Eserler:

 

Kur'ân ahkâmını önceleyen bir tefsir olan "el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân" ad­lı eserinde İmam Kurtubî'nin hadis-i şeriflerden bol bol istifade etmesi ne ka­dar tabii ise, hadis-i şeriflerdeki ahkâmı açıklamaya dair telif edilmiş ve "ha­dis fıkhı eserleri" diye nitelendirilebilecek eserlerden yararlanması ve müel­lifinin de Mâliki mezhebine mensub olması dolayısı ile Mâliki mezhebinde yazılmış bu tür eserlerin ağırlıklı olması, bu eserler arasından da özellikle sa­ir mezheblerin de görüşlerine yer veren, onların delillerini açıklamayı önem­seyen eserleri kaynakları arasına alarak bunlara öncelik tanıması tabiidir.

İşte Kurtubî Tefsiri'ni tetkik eden bir kimse, bu tefsirin müellifinin gerçek­ten bu alanda yazılmış oldukça mükemmel, kapsamlı ve sağlam kaynaklar­dan istifade etmeye büyük bir önem verdiğini görür. Şimdi Kurtubî'nin ya­rarlandığını tesbit edebildiğimiz "hadis fıkhı"na dair eserleri sıralamaya ça­lışalım: [403]

 

1. İbn Abdi'lberr'in [404] "el-İstizkâr"ı:

 

İmam ve hafız unvanlı Ebû Umer künyeli Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdi'1-Berr (368-463 / 979-1071) genelde bütün İslâm aleminin, özel­de de Endülüs'ün kendisinden övünerek söz edeceği değerli ilim adamların­dan birisidir. İmam Kurtubî, "el-İstizkâr el Câmiu li Mezahibi Fukahâi'1-Em-sâr..." adını taşıyan ve otuz cilt halinde yayınlanan [405] eserinden oldukça ya­rarlanmıştır. Bu eserden nakillerine sık sık rastlamak imkânımız vardır. [406] Kur­tubî bazen bu eserden nakillerde bulunmakla birlikte her hangi bir atıfta da -nadiren de olsa- bulunmaz. [407]

 

2.  et-Temhîd:

 

İbn Abdilberr'in Muvatta üzerine İmam Malik'in hocalarını alfabetik sı­raya göre tasnif ederek te'lif ettiği "et-Temhîd limâ fi Muvatta Mine'l-Meânî ve'1-Esânîd" adlı eseri de [408] müfessirimiz İmam Kurtubî'nin en önemli ha­dis fıkhı kaynaklan arasında yer alır. İmam Kurtubî tıpkı el-İstizkâr gibi bu eserden de çokça nakillerde bulunur. [409]

Kurtubî bu eserden de nakillerde bulunmakla birlikte - nadiren de olsa - esere her hangi bir atıfta bulunmaz. [410]

 

3.  el-Bâcî'nin "el-Muntekâ" adlı eseri:

 

Ebû'l-Velid Süleyman b. Halef el-Bâcî (494 / llOD'nin "el-Müntekâ" adı­nı taşıyan Muvatta şerhi hem geniş hem de ilim ortamlarında itibar görmüş şerhler arasında yer alır. [411]

Kurtubî, değişik görüşlere yeri geldikçe temas eden bu eserden, yeri gel­dikçe yararlanmış bulunmaktadır. [412]

 

4. İbnü'l-Arabî'nin "el-Kabes" adlı Eseri:

 

Ahkâmu'l-Kur'ân adlı eserinden çokça istifade eden Kurtubî, yine İb-nü'1-Arabî'ye ait olan "el-Kabes bimâ Aleyhi el-İmam Mâlik b. Enes" adlı ese­rine de zaman zaman atıfta bulunur.[413] Kâtip Çelebi ise bu eserin adını "el-Kabes fi Şerhi Muvattaı Mâlik b. Enes" diye kaydetmektedir. [414]

 

5. İbnü'l-Harrât'ın "Kitabul-Ahkâm'ı:

 

582 / 1186 yılında vefat eden İbnül-Harrât diye tanınan Ebû Muham-med Abdulhak b. Abdurrahman'ın [415] ahkâm ile ilgili ve hadis fıkhına da­ir "el-Ahkâmu'1-Kübrâ, el-Ahkâmu'1-Vustâ ve el-Ahkâmu's-Suğrâ" olmak üze­re üç ayrı eseri olduğu belirtilmektedir. [416]

İmam Kurtubî, çoğunlukla İbnü'l-Harrât'ın adını vererek nakillerde bulu­nur ve bu nakilleri de çoğunlukla hadislerin sıhhat derecelerinin değerlen­dirilmesi ile ilgilidir. Kurtubî, bu konuda Ebû Muhammed Abdulhak'ın ka­naatlerine de oldukça itimat eder. [417]

 

6. Ebû Cafer et-Tahavî:[418]

 

Kurtubî, Tefsirinde, Hanefi mezhebinin ileri gelen ilim adamlarından İmam Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selâme et-Tahavî (229-321 / 844-933)'ye pek çok görüşü nisbet edip onun adını zikretmekle birlikte [419] -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- herhangi bir eserinin adını vermemektedir. O ba­kımdan Kurtubî'nin Tahavî'ye ait görüşleri İbn Abdi'1-Berr ve benzeri ilim adamlarının eserlerinden nakletmiş olma ihtimali vardır.[420]

 

C- Siret, Şemail... v. b. Eserler:

 

Kurtubî Tefsiri, gibi hacimli bir eser yazmayı hedeflemek, elbetteki Kur'ân-ı Kerim'in, özlü ve Kur'ân üslûbu çerçevesinde söz ettiği bir takım ta­rihi olayları, Hz. Peygamber'in siretini çeşitli yönleriyle ilgilendiren husus­ları etraflı bir şekilde alma ihtiyacını da beraberinde getirir. O bakımdan mü-fessirimiz İmam Kurtubî'nin, yeri geldikçe Peygamber efendimizin sireti, ga­zaları, peygamberliğinin mucizelerini ilgilendiren Delâil kitapları ve hatta Tabakât ve tarih kitaplarından yararlanma gereğini hissetmiştir.

Böyle bir ihtiyaca binaen, Kurtubî de Tefsiri'nin diğer kaynaklarını seçer­ken gösterdiği hassasiyeti, bu alana dair kaynaklardan yararlanırken de gösterdiğini görüyoruz. Kurtubî'nin, Siyer, Delâil ve Tabakât ile tarih kitap­ları arasından ismini verdiğini tesbit edebildiğimiz kaynaklarını şöylece sı­ralayabiliriz:[421]

 

1. îbn İshâk'm "Sîretu'r-RasûTü:[422]

 

Muhammed b. İshâk b. Yesâr (85-151 / 703-768)'e ait ve "Siretu İbn İs-hâk" diye de bilinen, "el-Mübtedeu ve'1-Meb'asu ve'1-Mağazî" adlı eser, İmam Kurtubî'nin siret ile ilgili bahislerde başvurduğu en önemli eserdir. [423] Kurtubî, sireti dolaylı olarak ilgilendirdiği kabul edilebilecek hususlardan birisi olan nüzul sebepleri hususunda da İbn İshâk'tan nakillerde bulunur. Âl-i İmran sûresinin tefsirini yaparken, baş taraflarının Hz. Peygamber ile hı-ristiyanlık konusunda tartışmalara girişmek maksadı ile gelen Necranhlar he-yeti'nin gelişi sebebiyle indiğini belirten açıklamalarına yer vermesi bu ka­bildendir. [424]

 

2. el-Vakidî'nin "el-Mağazî" Adlı Eseri:

 

Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer el-Eslemî el-Vâkidî (207 / 822)'ye ait "el-Mağazî" adlı eser[425] de Kurtubî'nin yararlandığı sirete dair eserler ara­sında yer almaktadır. [426] Kurtubî, bazan Vâkidî'den, başka peygamberlere dair bilgi ihtiva eden görüşler de aktarmaktadır. [427]

 

3. İbn Abdi'l-Berr'e Ait "ed-Dürer fî'1-Mağazî ve's-Siyer":

 

el-İstizkâr'ın tahkikli neşrini yapan Dr. el-Kal'acî'nin "ed-Dürer fî İhtisari'l-Meğazî ve's-Siyer" adı altında bilgi verdiği eseri,[428] Kurtubî: "ed-Dü­rer fi'1-Mağazî ve's-Siyer" diye zikretmekte ve ondan nakillerde bulunmak­tadır.[429]

 

4. Beyhakî'nin "Delâilu'n Nubuvve" Adlı Eseri: [430]

 

458 / 1066 yılında vefat eden Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin el-Bey-hakî'ye aid "Delâilu'n-Nubuvve" adlı eser de Kurtubî'nin zaman zaman baş­vurduğu kaynaklar arasında yer almaktadır. [431]

 

5. İbnü'l-Cevzî'nin "el-Vefâ" Adlı Eseri:[432]

 

Ebû'l-Ferac Abdurrahman b. Ebi'l-Hüseyn İbnü'l-Cevzî (597 / 1201)ye ait "el-Vefâ fî Fedâili'l-Mustafâ" adı ile kaynaklarda zikredilen eseri, Kurtu-bî "el-Vefâ fî Şerefi'l-Mustafâ" adı ile zikretmekte ve ona atıfta bulunmakta­dır. [433]

 

6. Ebû'r-Rebf Süleyman'ın "Şifâu's-Sudûr" Adlı Eseri: [434]

 

Ebu'r Rabî' Süleyman b. Seb' el-Bustî'ye ait "Şifâu's-Sudûr fî A'lâmi Nü-büvvet'i-Rasûl ve Hasâisihî" adlı eseri de Kurtubî'nin Şemail ve Delâili'n-Nü-büvve'ye dair olup -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- yalnızca bir defa atıfta bu­lunduğu eserler arasında yer alır. [435]

 

7. Kadı Iyad'ın "eş-Şifâ" Adlı Eseri [436]

 

Kadı Iyâd diye meşhur olan Hafız Ebu'1-Fadl Iyâd b. Mûsâ (544 / Il49)'nın pek çok eseri vardır. Kurtubî de Kadı Iyâd ismini vererek ondan yer yer nakillerde bulunmaktadır. [437] Bununla birlikte Kadı Iyad'ın en meşhur eseri olan "eş-Şifâ fî Ta'rifi Hukuki'l-Mustafâ" adlı eserinden de na­killerde bulunduğunu görüyoruz. [438]

 

8. İbn Sa'd'ın Tabakât'ı:[439]

 

Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'd (230 veya 235 / 844 veya 849) "et-Tabakâtu'l-Kübrâ" diye anılan oldukça önemli eserinden Kurtubî yeri geldik­çe nakillerde bulunmaktadır. Bu nakillerinde kimi zaman "et-Tabakât" adı­nı verdiği gibi, [440] sadace İbn Sa'd'a atıfta bulunarak nakillerde bulundu­ğu da görülmektedir [441]

 

9. İbn Abdi'l-Berr'in "el-İstîâb"ı:[442]

 

Kurtubî, İbn Abdi'l-Berr'in, sahabe biyografilerini konu alan önemli ese­ri el-İstîâb'ından adını zikrederek nakillerde bulunduğu gibi, [443] kimi yer­de adından "Kitabü's-Sahâbe" diye söz ederek nakillerde bulunmaktadır.[444]

 

10. Taberî Tarihi:

 

İmam Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr'in meşhur eseri aynı zamanda "Ta-rihu'1-Umem ve'1-Mülûk" diye de bilinen Taberî Tarihi de Kurtubî'nin kaynak olarak yararlandığı tarih eserleri arasında yer alır. Kurtubî, çoğunlukla sade­ce Taberî adini vermekle yetinerek nakilde bulunduğundan dolayı, kimi na­killerin Tarihinden yapıldığını tesbit etmek ya karine ile mümkün olur, [445] yahut da yaptığı nakil yada bulunduğu atıf Tefsiri'nde mi yer almaktadır, Tarihi'nde mi yer almaktadır? Üçüncü bir ihtimal olarak da Taberî'nin başkala­rı tarafından nakledilen görüşünü Kurtubî de nakleden kimseye uyarak mı nakletmektedir? Eğer karine ile belli olmuyor ve Kurtubî naklettiği eseri zik­retmiyor ise, ayrıca bir tetkiki gerektirdiğinde şüphe yoktur. Bazan Kurtubî, Taberî'nin Tarih-i Kebiri'nin adını zikrederek de atıfta bulunmaktadır. [446]

 

11. İbn Asâkir’n "Dimaşk Tarihi":[447]

 

İbn Asâkir diye bilinen ve ileri gelen hadis alimlerinin sonuncuların­dan kabul edilen İmam Hafız Ebu'l-Hasen Ali b. Hasen (571 / 1175)ın, "Di­maşk Tarihi" yeri geldikçe Kurtubî'nin yararlandığı önemli tarih eserleri arasında yer alır ve kimi zaman Kurtubî bazı hadisleri rivayet ederken de ona atıfta bulunur. Kurtubî, İbn Asâkir'in bu eserinden kimi yerde "Dimaşk Ta­rihi" diye sarahaten sözeder, kimi yerde de "İbn Asâkir Tarihi'nde nakletti­ğine göre..." diye atıfta bulunur. [448]

 

12. el-Kisaî'nin "Kasasu'l-Enbiya" Adlı Eseri: [449]

 

el-Kisaî diye şöhret bulmuş olan Ali b. Hamza b. Abdullah b. Behmen (181, 182, 185, 189 ve 193 / 797, 798, 804 ve 809 tarihlerinden birisinde ve­fat ettiğine dair farklı rivayetler vardır)in eserleri arasında "Kasasu'l-Enbiyâ" adını taşıyan bir eserinin de bulunduğunu Kâtip Çelebi, Küşfuz-Zunûn'da zik­retmektedir. [450]

Kurtubî'nin el-Kisaî'den yaptığı nakiller, esas itibariyle lügat ve kıraat ile ilgili olmakla birlikte bir yerde onun "Kasasu'l-Enbiyâ" adlı eserine de atıf­ta bulunduğunu görüyoruz. [451]

 

13. es-Sa'lebi'nin "Kitabu'l-Arâis" Adlı Eseri:

 

Kurtubî'nin, müfessir olarak kendisinden çokça rivayette bulunduğu es-Sa'lebî'nin, Kasasu'l-Enbiya'ya dair "Kitabu'l-Arâis"[452] adlı eserinden de na­kilde bulunduğundan daha önce de söz etmiş idik. [453]

 

III- Tevhid (Akaid) ve Kelâma Dair Eserler:

 

İmam Kurtubî'nin Tefsiri'nin değeri hiç şüphesiz hacminin büyüklüğün­den kaynaklanmıyor. Bu Tefsir'in değeri, elbetteki -bir bakıma- ihtiva ettiği ilmî meselelerden ve bu meselelere açıklık getirmeye çalışırken yararlandı­ğı oldukça geniş kaynaklar yelpazesinden kaynaklanmaktadır.

Bir diğer sebep de, Kurtubî'nin yararlandığı kaynakları tesbit ederken, il­im adamına yakışan bir titizlik ile bu kaynaklarını seçmesidir. Bu eserleri te­lif edenlerin, mümkün mertebe sahalarının en yetkili olanlarının, yararlan­dığı konulara dair yazmış oldukları eserlerin en kıymetli ve kapsamlı olan­larını seçmeye de belli bir özen göstermiş olmasıdır.

Diğer alanlara dair yararlandığı kaynaklarını sıralamaya çalışırken rahat­lıkla bu husus gözümüze çarptığı gibi, tevhid ve kelâm alanında yararlandı­ğı eserler ve atıfta bulunduğu şahıslar da Kurtubî'nin bu hususta da aynı ti­tizliği ve hassasiyeti gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bunun da Tefsiri'nin kıy­metini daha da artırdığında şüphe yoktur. Şimdi de Kurtubî'nin bu alanda adı­nı vererek yararlandığı eserler ile sadece isimlerini vermekle yetindiği kay­nak şahısların önemli olanlarını zikretmeye çalışalım:[454]

 

1- Ebû Mansur el-Maturidî'ye ait "el-Akîde":[455]

 

İtikadda Maturidî mezhebinin kendisine nisbet edildiği Muhammed b. Mu-hammed b. Mahmud Ebû Mansur el-Maturidî (333/945)'ye ait "el-Akîde" ad­lı esere Kurtubî, -tesbit edebildiğimiz kadarıyla- bir yerde atıfta bulunmak­tadır. [456] Bir başka yerde de: "Şeyh İmam Ebû Mansur el-Maturidî'den nak­ledildiğine göre..." [457] diyerek bir atıfta bulunmaktadır. [458]

 

2- İbn Mende'ye Nisbet Edilen "Kitabu't-Tevhîd":[459]

 

İmam Kurtubî, Kehf, 18/48'nci âyeti tefsir ederken "Hafız Ebu'l-Kasım Ab-durrahman b. Mende, Kitabu't-Tevhid'de... rivayet etmektedir" [460] şeklinde bir ifade kullanmakta ise de bu ismi taşıyan ve kaynaklarca 470 / 1077 yılın­da vefat ettiği belirtilen Ebû Kasım Abdurrahman b. Muhammed b. İshâk b. Mende'ye bu isimde bir kitap nisbet edildiğini tesbit edemedik. [461]

Ancak, 395 / 1005 yılında vefat ettiği belirtilen İshâk b. Muhammed b. Yah­ya b. Mende'ye ait bu isimde bir kitabın nisbet edildiğini görüyoruz.[462] Bu­na göre kitap, Ebu'l-Kasım'ın dedesi olduğu anlaşılan İshâk b. Muhammed b. Yahya b. Mende'ye ait olmalıdır.

Muhtemeldir ki, Kurtubî, isim benzerlikleri dolayısıyla aslında Ebu'l-Ka­sım'ın dedesine ait olan eseri Ebu'l-Kasım'a nisbet etmiş olabilir. Doğrusu­nu en iyi bilen Allah'tır. [463]

 

3- Ebû Bekr el-Bakillânî'nin "et-Temhîd''i:[464]

 

Eş'arî mezhebinin ileri gelen kelamcılarından olan "ve el-Bakillanî" diye meşhur olan Ebû Bekr Muhammed b. et-Tayyib b. Muhammed'e ait "Temhî-dü'1-Evâil ve Telhisu'd-Delâil" adlı eserine Kurtubî, atıfta bulunarak ondan nakil yapmaktadır. [465]

Bir başka yerde de ondan "Seyfü's-Sünne ve Lisânü'1-Ümme = Sünnetin Kılıcı ve Ümmetin (Savunucu) Dili" diye söz ettiğini görüyoruz. [466] Bunun dışında Kurtubî'nin, daha pek çok yerde Ebû Bekir el-Bakillânî'ye atıflarda bulunduğunu görüyoruz. [467]

 

4- Ebû İshâk el-İsferâyinî'ye Ait "el-Evsat":[468]

 

İmam Kurtubî, Ebû İshâk el-İsferâyinî ve "Rüknüddin" diye meşhur olan İbrahim b. Muhammed b. İbrahim (418 / 1027)'e ait "el-Evsat" adı ile anılan eserine bir yerde atıfta bulunmaktadır. Atıfta bulunduğu bu hususa dair gö­rüşünü benimsemediği anlaşılan el-İsferayinî'den "tahkik imamlarından bü­yük bir zat olan Ebû'l-Muzaffer el-İsferayinî..." diye söz etmektedir. [469] Baş­ka yerlerde de Kurtubî ona, ismini anarak atıflarda bulunmaktadır. [470]

 

5- Ebû'l-Meâlî el-Cuveynî'ye ait "el-İrşâd":[471]

 

"İmamu'l-Harameyn el-Cuveynî" diye meşhur olan Ebû'l-Meâlî Abdulmelik b. Abdullah (419-478 / 1028-1085)'a ait ve tam adı "el-İrşâd İla Kavatıi'l-Edilleti fî Usulü'l-İ'tikad" şeklinde olan eserine Kurtubî, Tefsiri'nin baş taraf­larında işaret etmektedir. [472]

Yine aynı yerde ona ait ve usûlü fıkh'a dair "el-Burhan" adlı eserinden de söz ettiğini ve atıfta bulunduğunu görüyoruz. Bundan başka Kurtubî, Ebû'l-Meâlî'ye her hangi bir kitap nisbet etmeksizin, çeşitli vesileler ile atıfta bu­lunmakta ve ele aldığı konu ile ilgili kanaatlerine işaret etmektedir. [473]

Kurtubî'nin kendilerine kelâma dair çeşitli görüşler atfedip isimlerini zik­rettiği kelâm bilginleri elbetteki bunlardan ibaret değildir. Gerek kelâm ali­mi olarak meşhur olmuş, gerekse de bu alanda şöhret bulmamış olmakla bir­likte kelâma dair kanaat belirtmiş, Eş'arî mezhebine mensup olsun olmasın pek çok Ehl-i Sünnet alimine atıflarda bulunmuştur. Bazı örneklerine Kurtu-bî'nin şahsiyetini ele alırken değindiğimiz diğer kelâmî mezheb görüşlerini ve bu görüşlerin sahiplerini de zikretmiş ve onlara da atıflarda bulunmuştur.

Tekrar hatırlatalım ki, Kurtubî'nin adını vermekle birlikte kendilerine herhangi bir kitap nisbet etmeksizin görüş ve kanaat naklettiği kimseler, ken­dilerine ayrıca bir kitap da nisbet ederek nakillerde bulunduğu kimselerin-sayısından çok çok fazladır. Bunların tesbiti ise ancak bu konuda hazırlana­cak müstakil bir indeks ile mümkün olur.[474]

 

IV- Fıkha Dair Eserler:

 

Özellikle Endülüs menşeli müfessirlerde daha açıkça tesbit edilebilen bir özellik, fıkhî hükümleri açıklamaya, fıkhî hükümler istinbat etmeye, bunla­rın delillerini sunup münakaşa ve tercihe önem vermiş olmalarıdır. Özellik­le İbnü'l-Arabî ve arkasından Kurtubî, bu fıkhî konuları genişçe ve kapsam­lı bir şekilde ele alırlar. Öyleki, her ikisinin de tefsirleri Mâlikî mezhebine da­ir, aynı zamanda yeterli bir fıkhî başvuru kaynağıdır da. İbnü'l-Arabî'nin Mâ­likî mezhebine taassubla bağlılığı gibi eleştirilebilecek bir özelliği bulunma­sına rağmen, Kurtubî'de bu taassub hemen hemen yok gibidir. [475]

Hiç şüphesiz Kurtubî, bu zengin fıkhî bilgileri başta Mâlikî mezhebine da­ir telif edilmiş fıkıh eserleri olmak üzere birçok fıkhı kaynaktan derlemiş bu­lunmaktadır.

Kurtubî, fıkhî meseleleri genellikle naklettiği şahıslara nisbet etmekle bir­likte özellikle Mâlikî fıkhına dair oldukça sınırlı bir şekilde eser ismi vermek­tedir. [476] Bu şahıslara atıflar sık sık tekrarlandığından dolayı, ayrıca bunlar­dan yaptığı nakillere örnek vermeyi gerekli görmüyoruz.

Elbetteki Kurtubî'nin fıkha dair kaynakları yalnızca fukahânın te'lif ettik­leri fıkıh eserleri değildir. Bunlar arasında İbn Abdi'l-Berr'in el-İstizkâr ile et-Temhid adlı eserlerinin yanında Ahkâmu'l-Kur'ân'a dair yazılmış tefsirler de şüphesiz önemli bir yer tutmaktadır. Bunlara daha önceden değinmiş bulu­nuyoruz.

Şimdi de Kurtubî'nin kendilerinden nakilde bulunduğu önemli kimi fıkıh müelliflerinin bazı eserlerini sıralamaya çalışacağız:[477]

 

1- Sahnûn b. Said'in "el-Müdevvene" Adlı Eseri: [478]

 

Sahnûn Ebû Said lakablı Abdusselâm b. Said (160-240 / 777-854)'in Mâ­likî fıkhına dair ve Kayrevân'lı alimlerin güvenip dayandığı Mâlikî fıkhının en önemli eserlerinden birisi olan el-Müdevvene, Kurtubî'nin nakilde bulun­duğu belli başlı Mâlikî fıkhı kaynaklan arasında yer alır. Kurtubî, çoğunluk­la Sahnûn adını vermekle yetinmekle birlikte, nadiren de olsa "el-Müdevve-ne"nin adını da verdiğini görmekteyiz. [479]

 

2- İbn Habib'in "el-Vâdıha" Adlı Eseri:[480]

 

Abdulmelik b. Habib b. Süleyman el-Endelüsî (180-238 / 796-852)'nin eserleri arasında yer alan "el-Vâdıha fi's-Süneni ve'1-Fıkh" adlı eser de Kurtubî'nin Mâliki fıkhına dair önemli kaynakları arasında yer alır.[481]

 

3- Muhammed b. Ahmed'e Ait "el-Utbiyye":[482]

 

Muhammed b. Ahmed b. Abdulaziz b. Utbe (255 / 869)'nin pek çok ese­rinden birisi "el-Utbiyye" diye anılır. Kurtubî de genelde "el-Utbî" adını anarak birçok fıkhi görüşü Muhammed b. Ahmed b. Utbe'ye isnat etmekle birlikte nadiren de olsa, eseri olan "el-Utbiyye" yi de zikrederek atıfta bulu­nur. [483]

 

4- İbnü'l-Mevvâz'a Ait "Kitabu'l-Muvâzene" [484]

 

Kurtubî, İbnu'l-Mevvâz diye meşhur olan Muhammed b. İbrahim b. Ziyad el-İskenderî (180-269 / 796-882)'ye de pekçok yerde görüş atfetmekte ve "Ki-tabu'l-Muvâzene"sinden nakillerde bulunmaktadır.

Bunun dışında Kurtubî, Mâlikî mezhebine mensup belli başlı ilim adam­larına da -isimlerini zikrederek- pek çok yerde görüş nisbet etmekte ve on­ların kanaatlerini nakletmektedir. Bu naklettiği kanaat ve görüşlerin önem­li bir bölümünü, adını andığımız Mâlikî mezhebi ilim adamlarının eserlerin­den, yada bunlardan nakleden başka müelliflerden naklettiğini rahatlıkla söy­lemek mümkündür.[485]

 

5- İbnü'l-Münzir'in "Kitabu'1-İşrâf" Adlı Eseri [486]

 

Kurtubî, ayrıca "İlmu'l-Hilâf" diye bilinen ve mezhepler arası mukayese­li fıkıh (el-Fıkhu'1-Mukaren) diye de anılan dala ait fıkıh eseri bulunan ilim adamlarından da nakiller yapmıştır ki, bunlardan birisi de İbnü'l-Münzir'dir:

Kurtubî, İbnü'l-Münzir diye meşhur olan Ebû Bekir Muhammed b. İbrahim İbnü'l-Münzir en-Neysaburî (309 / 921)nin adını özellikle değişik mezheple­rin görüşlerini arka arkaya sıralarken vermekte ve nadiren de olsa onun bu görüşlerinin "el-İşrâf' diye bilinen kitabında yer aldığını belirtmektedir. [487]

Kısa adı "el-İşraf" olan bu eserin Kâtip Çelebi tarafından zikredilen adı "el-İşraf alâ Mezahibi'l-Eşrâf" şeklinde Kehhale tarafından zikredilen adı ise, "el-İşraf alâ Mezahibi Ehli'1-İlm" şeklinde olmakla birlikte bir başka yerde ise bu eserin adı "el-İşrâf alâ Mezahibi Ehli'1-İlm (veya: el-İşrâf fî İhtilâfi'l Ulemâ Alâ

Mezahibi'l-Eşraf)" şeklinde verilmektedir. [488] İbnü'l-Münzir'in vefat tarihi­ni 310 / 922 ve 318 / 930 olarak gösterenler de vardır. [489]

 

6- İbn Abdi'l-Berr'e Ait "el-Kâfı" Adlı Eser:[490]

 

Ebû Ömer künyeli Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdi'l-Berr'e ait "el-Kâfi fî Fıkhi Ehli'l-Medine el-Mâlikî" adlı eserinden kimi zaman ismini de vererek nakillerde bulunmaktadır. [491] Kurtubî'nin, Hadis fıkhına dair kay­naklarını tanıtırken İbn Abdi'l-Berr'e ve eserlerine ayrıca değinmiş idik.[492]

 

7- İbn Rüşd'e Ait "el-Mukaddimât" Adlı Eser:[493]

 

Ebu'1-VeHd b. Rüşd diye meşhur olan Muhammed b. Ahmed b. Ahmed b. Rüşd (450-520 / 1029-1126) ait "el-Mukaddimât" adlı eserine Kurtubî, eseri­nin adını vererek atıfta bulunduğu gibi,[494] eserinin adını zikretmeksizin de atıfta bulunmaktadır. [495]

 

8- İbn Şâs'ın "el-Cavâhirü's-Semîne" Adlı Eseri:[496]

 

Kurtubî, Abdullah b. Necmeddin b. Şâs'a ait "el-Cevâhirü's-Semîne alâ Mez­hebi Mâlik'in Âlimi'l-Medine" adlı Mâliki fıkhına dair esere atıfta bulunarak nakiller yaptığı gibi,[497] sadece İbn Şâs'ın adını zikrederek da ondan nakil­lerde bulunmaktadır. [498]

 

9- er-Rûyanî'nin "Bahru'l-Mezheb" Adlı Eseri:[499]

 

Kurtubî, hiç şüphesiz sadece Maliki mezhebine dair fıkıh kaynaklardan ya­hut da mukayeseli mezheplere dair fıkhî kaynaklardan nakilde bulunmakla yetinmemiştir. Bundan önce Kurtubî'nin yararlandığına işaret ettiğimiz bir ta­kım kaynaklardan bu husus anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan Kurtubî'nin çeşitli mezheplere göre yazılmış fıkhi kaynak­lardan da doğrudan yararlandığını görmekteyiz. Bunlara örnek olmak üzere de Şafii mezhebine mensup ve er-Rûyânî diye meşhur olan Abdulvahid b. İsmail b. Ahmed'in -ki, Ebu'l-Mehasin künyelidir- (415-502 / 1024-1109) Şa­fiî mezhebinin en geniş fıkıh kitaplarından birisi olan "Bahru'l-Mezheb" ad­lı eserinden nakillerde bulunduğunu, bu esere atıflar yaptığını görmekte­yiz.[500]

Nitekim Kurtubî'nin bir yerdeki ibaresinden de onun Hanefi mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının eserlerini bizzat mütalaa ettiğini de anlamakta­yız. [501]

Kurtubî'nin Tefsirinde zaman zaman fıkıh usulü bahislerinin de ele alın­dığını, ayrıca söylemeye gerek olmadığı gibi bu konuya dair daha sonraki bir bölümde temas edeceğimizi belirterek yeri geldikçe bazı fıkıh usûlü eserle­rine atıfta bulunduğuna da işaret etmekle yetinelim. [502]

Burada bir daha şu hususu belirtmekte yarar vardır: Bizler, bu deneme­mizle hiç şüphesiz Kurtubî'nin yararlandığı bütün kaynaklan sıralamış olmak gibi bir iddia taşımıyoruz. Esasen Kurtubî'nin bütün kaynaklarını ismen tes-bit etmek belki de imkânsızdır. Çünkü Kurtubî'nin, görüşleri naklederken ki­tap ismi vermeksizin sahiplerine görüşleri nisbet ettiği yerler ile ayrıca kitap ismini de zikrederek görüşleri zikrettiği yerler arasında bir mukayese yapı­lacak olursa, kitap ismi zikretmeksizin sadece şahıs ismi vererek yaptığı na­killerin, diğerlerinden kat kat fazla olduğu görülecektir. Bu ise, her bir gö­rüşün kaynağını tesbit etmenin ne kadar zor olduğunu ayrıca belirtmeye ge­rek bırakmıyacak bir husustur.

Gerek buraya kadar ismini sıraladığımız eserler, gerek bundan sonra isim­lerini vereceğimiz eserler yine de Kurtubî'nin ismen zikretmiş olduğu eserle­rin tamamını kuşatmaktan uzaktır; önemlilerinin büyük bir bölümünü bu lis­te kapsamakta ise de hepsini kapsadığını iddia etmiyoruz.[503]

 

V- Arap Diline Dair Eserler:

 

Kur'ân-ı Kerim, Arap diliyle indirilmiş bir kitaptır. Bu kitabı gereği gibi an-:yabilmek ise, gerek bu dilin kelimelerinin anlamlarını, gerekse de Ârapça'nın dil bilgisi kurallarını ve bu dilin anlatım şekil ve tekniklerini de bilmeyi gerektirir. Hatta bunlar ne kadar güzel ve sağlıklı bilinebilirse, Kur'ân-ı Ke­rime muhatap olan bir kimsenin de bu ilâhî hitabı daha güzel, daha doğru ve yerinde anlıyabilmesi, yorumluyabilmesi imkânı yükselir. Bu açıdan genel ola­rak bütün müfessirler, daha dar çerçevede çeşitli yönleriyle Arap dili ile ilgi­li bahisler çerçevesinde tefsire ağırlık veren müfessirler, bu arada da müfes-sirimiz Kurtubî de Tefsiri'nde Arap dilini ilgilendiren çeşitli yönleriyle açık­lamalara ehemmiyet vermiştir. Bu sebeple bu alanda yazılmış bir takım kay­naklardan, bu konuda söz sahibi otorite şahsiyetlerden nakillerde bulunma­sı, onlardan yararlanması tabii bir hadisedir. Şimdi bu alanda Kurtubî'nin ya­rarlandığı eserleri genel bir tasnife tabi tutarak, kısaca değinmeye çalışalım:[504]

 

A. Garîbu'l-Kur'ân ve Garîbu'l-Hadis'e Dair Eserler:

 

Kurtubî'nin Kur'ân-ı Kerimin anlaşılmasında güçlük çekilen lafızlarını (Garîbû'l-Kur'ân'ı) açıklamaya çalışırken gerek özel olarak bu alanda yazıl­mış kaynaklardan, gerekse de sadece Ğarîbu'l-Hadis'e dair yazılmış eserler­den faydalandığında şüphe yoktur. Çünkü, bu alanda eser vermiş belli başlı ilim adamlarının isimlerini zikrederek onlara atıfta bulunarak Kur'ân-ı Keri-m'in çeşitli lafızlarına dair kapsamlı ve doyurucu açıklamalar bulunduğunu gör­mek için -denilebilir ki- Tefsiri'nin herhangi bir sahifesine müracaat etmek ye­terli bulunmaktadır. Sadece Garîbu'l-Kur'ân'a dair yazılmış herhangi bir eser ismi verildiğini tesbit edemediğimizden Ğaribu'l-Hadis'e dair yazılmış, yada bu alanda eser verdiği bilinen bazı müelliflere işaret edelim:[505]

 

1. Ebû Ubeyd'in "Ğarîbu'l-Hadis"i:[506]

 

Bu konuda derli toplu ilk eser veren kişi olduğu belirtilen Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm (224 / 839)'e, Kurtubî, ismen sayılamıyacak kadar çok yer­de atıfta bulunmakta ve birçok Kur'ânî lafzın lügavî manasını ona nisbeten açıklamaktadır. Nadiren de olsa Ebû Ubeyd'in "Ğarîbu'l-Hadis" kitabının adı­nı ismen verdiğini de görüyoruz. [507]

Ancak bu, müfessirimizin Ebû Ubeyd'e atfen yaptığı bütün nakillerin bu eserinden olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü Ebû Ubeyd'in gerek fıkha dair gerekse kıraatlere dair açıklamaları da pek çoktur ve Kurtubî bu yön­de de Ebû Ubeyd'den çokça istifade etmiştir. [508]

 

2. Ebu'l-Ferec el-Cevzî'ye Ait "Fuhûmu'1-Âsâr":

 

Ebû'l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî'nin (510-597 / 1116-1201) pek çok eseri olduğu bilinmektedir. Kurtubî de onun çeşitli eserlerinden yararlanır, nakillerde bulunur, onlara atıflar yapar. Bunlardan birisi de görüldüğü kadanyla Kitap ve Sünnette varid bir takım kelimeleri şerh etmeye, açıklamaya tahsis edilmiş bir eser olduğu anlaşılan "Fuhûmu'1-Âsâr" adlı eseridir. [509]

Burada bir daha ifade etmekte fayda mülahaza ettiğimiz husus şuki, Kur-tubî, yararlandığı kaynakların ismini zikretmekten çok, naklettiği bilginin ait olduğu şahsın adını zikretmeye önem verir. Bu ise onun verdiği eser isim­lerinin az, buna karşılık kendilerine görüş atfedip doğrudan yahut dolaylı olarak eserlerinden nakillerde bulunup ismini zikrettiği ilim adamı sayısının buna nisbetle çok daha kabarık olması sonucunu vermiştir. [510]

 

B. Genel Lügatler (Sözlükler):

 

Kurtubî'nin, Kur'ân-ı Kerim lafızlarını açıklamaya çalışırken sık sık başvur­duğu kaynaklar arasında -özel olarak Kur'ân ve hadis lafızlarını şerhetmeye ayrılmış eserlerden ayrı olarak- Arap diline dair yazılmış, kapsamlı genel söz­lüklerin de yer aldığını görmekteyiz. Yer yer isimlerini zikrederek atıfta bulunduğunu tesbit ettiğimiz bu eserlerin önemlilerini sıralıyalım:[511]

 

1. İbnü'l-Enbârî'nin "Kitab ez-Zâhir"i:[512]

 

Ebû Bekr Muhammed b. Ebû Muhammed el-Enbârî (271-328 / 884-940)'ye ait "insanların kullanmakta oldukları kelimelerin anlamlannı açıklayan" ez-Zâhir adlı sözlükten Kurtubî'nin isim zikrederek yararlandığını görmek­teyiz. [513]

 

2. Ebû Ömer el-Mutarriz'e Ait "Kitabü'l-Yavâkît:[514]

 

Sa'leb (291 / 904)in arkadaşlarından Ebû Ömer Muhammed b. Abdul-vahid el-Mutarriz (345 / 956)in eseri olan "el-Yavâkît" adlı sözlük türü eser­den de Kurtubî nakillerde bulunmaktadır. [515]

 

3. el-Esmaî'nin "Kitabu'1-Efâl" Adlı Eseri[516]

 

Kâtip Çelebi'nin "Kitabü Ef'alu ve Efale yada Kitabu Ef'ale ve Fe'ale" diye adını verdiği ünlü edebiyatçı ve bununla birlikte fıkıh ve hadis bilgini olarak da kabul edilen Ebû Said Abdulmelik el-Asmaî (216 / 83D'ye ait eser­den Kurtubî, "Kitabu'1-Efâl" diye adını vererek nakilde bulunmaktadır. [517]

 

4. el-Cevherî'nin "es-Sıhah"ı:[518]

 

İmam Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî (393 / 1003)'ye ait "Tacu'1-Luğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye" adlı ünlü sözlük, Kurtubî'nin adeti üzere pek çok yerde sadece Cevherî'nin ismini anarak, bazan de "el-Cevherî, es-Sıhah adlı eserinde..." gibi ifadelerle eserinin adını da vererek nakillerde bulunduğu [519] ve çokça yararlandığı önemli bir sözlüktür.

Hiç şüphesiz bu sözlük, gerek kendisinden sonraki sözlük çalışmalarının, gerekse de sözlük müracaatı gerektiren çalışmalarda bulunanların en önem­li müracaat kaynaklarından birisi olmuştur. O bakımdan Kurtubî'nin de bu değerli sözlükten gereği gibi yararlandığını görmekteyiz.[520]

 

5. İbn Fâris'in "el-Mücmel" ve "Mekâyîsü'1-Lüğa" [521] Adlı Eserleri:

 

Ebû'l-Huseyn Ahmed b. Fâris (395 / 1005) çağının Arap dili sözlük bil­ginlerinin en ileri gelenlerinden ve kendisinden sonra gelenleri de etkileyen ilim adamlarından birisidir. Kurtubî, adeti üzere sadece kaynak şahsın ismini vermekle yetinmekle birlikte, İbnü'l-Fâris'in "el-Mücmel" adlı eserinin adını zikrederek atıfta bulunduğu da görülmektedir.[522] Bununla birlikte yine İb­nü'l-Fâris'in "Mekâyîsu'1-Lüğa" adlı eserinden de nakillerde bulunduğun­dan şüphe etmiyoruz. Ancak, İbnü'l-Fâris'e atfettiği ibarelerin hangisinin han­gi eserinden olduğunu tesbit etmek, Kurtubî'nin naklettiği ibareler ile İbnü'l-Fâris'in bu eserlerindeki ibareler arasında bir karşılaştırma yapmayı gerek­tirmektedir.

Burada Kurtubî'nin, zaman zaman İbn Fâris ile el-Cevherî'den yaptığı nakil­ler akabinde onların kanaatlerine eleştiriler de yönelttiğini kaydetmekte fayda görüyoruz. [523]

 

6. İbn Sîde'nin "el-Muhkem" Adlı Eseri[524]

 

Büyük dil bilgini ve İbn Sîde diye bilinen Ebu'l-Hasen Ali b. İsmail (398-458 / 1007-1066)in en önemli eseri olan "el-Muhkem ve'1-Muhîtu'l-A'zam" ad­lı sözlüğü, Kurtubî'nin kendisinden istifade ettiği önemli lügat kitapları arasındadır. Kurtubî, bu eserden de adeti üzere çoğunlukla müellif ismini ver­erek, nadiren de eser ismini de belirterek yararlanmaktadır. [525]

Kurtubî'nin, bunlar dışında kalan pek çok lügat bilgini (el-Halil b. Ahmed v. b)'nden de nakillerde bulunduğunu, açıklamalarından yararlandığını ay­rıca söylemeye de gerek yoktur.[526]

 

C. Kurtubî'nin Nahiv Kaynakları:

 

Kurtubî, hiç şüphesiz nahiv ilminin iki büyük imamı Sibeveyh diye meş­hur olan Ebû Bişr Amr b. Osman (180 / 796) ile el-Müberred diye bilinen Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (285 / 898)'den, [527] çokça istifade etmiştir. Hiç şüphesiz Kurtubî onlardan naklettiği açıklamaları, Kur'ân-ı Kerimin an­laşılmasında olumlu katkıları olacağı kanaati ile yapmıştır. [528]

 

VI- Diğer Bazı Eserler:

 

Bu arada Kurtubî'nin, çeşitli konulara değinen kimisi edep, ahlâk ile, kimisi zühd ve takva ile ilgili bazı kaynaklara da atıfta bulunarak onlardan nakil­ler yaptığını görüyoruz.

Bunlardan birisi, İmam Gazzali (450-505 / 1058-1 lll)ye ait "Minhâcu'l-Ârifîn" adlı eserdir. [529]

Abdullah İbnü'l-Mübarek (509 / 1115)e ait "ed-Dakâik" adlı eserine de Kur­tubî bir yerde atıfta bulunmaktadır. [530]

Kurtubî'nin atıfta bulunduğu bir diğer eser, Ebu'l-Hasen Şebib b. İb­rahim b. Muhammed b. Haydere (510-558 / Ill6-ll63)ye ait[531] "Hazzu'l-Ğalâsım fî İfhamı'l-Muhâsım" adlı eseridir. [532] Esere gönderme yaptığı yer­de ele alınan konunun kelâmî bir mesele olduğu nazarı itibara alınırsa, bu eser de kelâma dair bir eser olmalıdır.

Kurtubî'nin işarette bulunmakla birlikte mahiyetini ve müellifinin tam adını :esbit etmekte güçlük çektiğimiz bir eser de ez-Zebibî (veya ez-Zübeybî)'nin "et-Tabakât" adlı eserinde el-Müberred'e isnad ettiğini belirttiği Kur'âna ilk nok-13. koyan kimsenin Ebû'l-Esved ed-Düelî olduğunu zikrettiği husustur. [533] Bu et-Tabakât adlı eserin mahiyetini de gerçek müellifini de tesbit edemedik.

Kurtubî'nin yararlandığı ve ismini belirttiği kaynakların hepsinin bunlar­dan ibaret oluduğunu söylemek, bizim için mümkün olmamakla birlikte yarar­landığı kaynakların önemli bir bölümünün bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla tahkik ederek vermeye çalıştığımız bu liste, gerçekten "İmam" vas­fına layık kabul ettiğimiz bir müfessir olan Kurtubî'nin eserini te'lif ederken ne büyük zorluklarla karşılaştığını ve ne derece bir ilmî mesai harcadığını kıs­men de olsa ortaya koymaya çalıştık.

Bu liste, gerçekten Kurtubî'nin bir ilim adamı olarak oldukça zengin bir litaretürden yararlandığını, değerlendirdiğini ve kendisinden sonra gelen nesil­lere bu eserlerden yaptığı nakiller ile de muhtevalarına dair önemli fikirler vermek suretiyle de ciddi hizmetlerde bulunduğunu ayrıca belirtmeye gerek yoktur, sanırız.

Diğer taraftan yeri geldikçe zaman zaman belirttiğimiz gibi Kurtubî'nin, eser ismi vererek yaptığı nakillerin oranı, eser adını zikretmeden yaptığı nakil­lere göre oldukça fazladır.

Başta ashab ve tabiîn olmak üzere müstakil bir eser te'lif etmeksizin sözleri belli bir senet zinciri ile nakledilerek kitaplara geçen ve böylelikle ken­dilerine görüş ve kanaatlerin nisbet edildiği şahsiyetler yekûnunu da tasav­vur etmeye kalkışacak olursak, Kurtubî Tefsiri'nin gerçekten kendi alanında başlı başına bir değer ve oldukça muazzam bir ilmî hazinenin hülâsası, çok bilinçli bir şekilde ortaya konulmuş bir özü olduğunu ifade etmek bir mübalağa olarak kabul edilmemelidir. Eserini yakından tetkik edenler, zan­nederiz bizim bu değerlendirmemizin abartılı olmadığı kanaatini onlar da pay­laşacaklardır.

Kurtubî Tefsiri'ni kaynakları ile tanıtmaya çalıştığımız bu bölümden son­ra, Kurtubî Tefsiri'ni meziyetleriyle ve -meziyetlerine göre oldukça cüz'i ve söz edilmeye değer bulunmamakla birlikte yine de var olduğunu tesbit et­tiğimiz- kısmî zaafları ile tanımaya sıra geldiğini zannediyoruz.[534]

 

Beşinci Bölüm

 

MEZİYET VE ZAAFLARIYA KURTUBÎ TEFSİRİ

 

I. Meziyetleriyle Kurtubî Tefsiri:

 

Kemâlin Allah'a mahsus olduğu, her mümin tarafından bilinen ve kabul edi-ien bir gerçektir. Mü'min bir kimsenin yaptığı bir işi, gücünün yettiği kada­rıyla, o iş için mümkün olabilecek en mükemmel noktaya doğru yaklaştırma­ya çalışması da konu ile ilgili Hz. Peygamberin irşadının bir gereğidir. [535]

Müfessirimiz İmam Kurtubî'nin de Tefsir'ini telif ederken aynı idrâk ve ça­ba içerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O bakımdan "el-Câmi' li Ah-kâmi'l-Kur'ân" in belirgin ve olumlu bir takım özelliklerinin yanında, bazı za­aflarının da bulunması -beşer olmasının bir sonucu olarak- tabii kabul edil­melidir.

İmam Kurtubî'nin Tefsiri hakkında da geçerli olan bu genel değerlendir­menin biraz daha açıklayıcı bir şekilde ele alınması, bu yönden de Tefsiri'nin daha iyi tanınıp tanıtılması açısından zorunludur..

Şimdiye kadar ele aldığımız hususların bu habisle ilgili olanlarının tekrar natırlanması hususunda değerli okuyucuların hafızalarına itimad ederek, daha önce ele aldığımız hususları tekrara gerek görmeksizin, burada sade­ce sözkonusu etmediğimiz bazı noktalara açıklık getirmeye çalışacağız. Bu­nunla beraber, -farklı açılardan da olsa- bazı tekrarlardan da kendimizi alı-koyamayacağımız bazı yerler de olabilecektir.[536]

 

A. Kaynaklarını Tesbitteki Hassasiyeti:

 

Zaman zaman değinildiği gibi, Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen bir kişi gerek muhtevası itibariyle, gerekse bu muhtevanın derlendiği kaynaklar itibariyle adeta bir ansiklopedi ile karşı karşıya bulunduğunu fark etmekte gecikmez. Bu hususu Kurtubî'nin kaynaklarını tesbit etmeye çalıştığımız bahisten de ko­laylıkla anlamak imkânımız vardır. Kaldı ki bizim tesbit ettiğimiz liste, konu :Ie ilgili yapılmış önceki çalışmalarda takdim edilen ve sadece pek çok nakillerin yapıldığı ana kaynakların/ tesbit etmeyi hedeflediği anlaşılan diğer listelere kıyasla [537]oldukça kabarıktır. Esasen bu dar kapsamlı listeOerkkaii dahi, aynı sonuca ulaşmak mümkündür.

Kurtubî'nin kaynaklarının çokluğu, önüne gelen her eserden -yerli yersiz, gerekli gereksiz- ayırım yapmadan yararlandığı anlamına gelmez. Bu açıdan Kurtubî'nin kaynaklarını ele alacak olursak, onun her konuda otoritesi ve yet kinliği ilim ehlince kabul edilmiş şahıs ve eserlerden yararlanıp nakillerde bu­lunduğunu görüyoruz. Bunu hemen hemen bütün kaynakları için geçerli bir değerlendirme olarak kabul edebiliriz.

Kurtubî'nin kendi eserini yazdığı döneme kadar -meselâ- gerek rivayet ge­rekse de dirayet türünden kabul edilen tefsirler arasından, ancak tefsir tari­hine mal olmuş olan önemli ve muteber kabul edilen tefsirlere öncelik ver­diğini görüyoruz. Rivayet tefsirleri arasında özellikle Taberî'ye, dirayet ve ah­kâm tefsirleri arasında da başta İbn Atiyye'nin el-Veciz'i ile İbnu'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ına özellikle itimad etmesi, kaynak tesbitindeki hassasiye­tinin bir tezahürüdür.

Benzer değerlendirmeleri, Kurtubî'nin kendilerinden hadis naklettiği kay­naklar, lügat, kıraat, nahiv, hadis, fıkıh v.s... alanlara dair olup itibar ettiği ve nakillerde bulunduğu eserler hakkında da söyleyebiliriz.

Bu hususta herhangi bir örneklendirmeye gerek görmüyoruz. Çünkü Kurtubî Tefsiri'nin kaynaklarını tanıtmaya ayırdığımız bahisteki açıklamalar sırasında yaptığımız atıflar, bizce böyle bir çalışma için belirlenen sınırlar çer­çevesinde yeterlidir. [538]

 

B. Nakillerdeki Hassasiyeti:

 

Kurtubî, kaynaklardan nakillerde bulunurken belirli bir hassasiyet göster­miştir. Bu "hassasiyef'i ile biz bir kaç hususu bir arada kast etmekteyiz: Na­kilde bulunurken gösterdiği hassasiyet ya da sadakat; yani yaptığı naklin as­lına uygun olması için özel bir çaba göstemesi; yaptığı nakil -özellikle- Hz. Peygamber'e dayandırılan ya da bu kabilden bir rivayet olup bu rivayet o ka­dar itimada şayan değilse bunu açıkça belirtmesi yahut bunu anlatan bir ta­bir kullanması; bir de çeşitli rivayetler arasında eğer bir farklılık -ya da bir aykırılık- bulunuyor ise bunu da konu ile ilgili ilmî esaslara bağlı kalarak te­lif etmeye çalışması...

İşte "Kurtubî'nin nakillerdeki hassasiyeti" ile anlatmak istediklerimiz bun­lardır. Şimdi açıklamaları uzatmamak ilkemizi de gözönünde bulundurarak, bu hususa dair bir takım örneklerle konuya bir parça açıklık getirmeye ça­lışalım:

İmam Kurtubî, hırsıza el kesme cezasının uygulanmasını gerektiren ma-.m kıymetinin ne kadar olacağına dair çeşitli rivayetleri Dârakutnî ve başka­larından nakletmektedir.[539] Aynı rivayetleri sened ve lafızlanyle Dârakutnî'de ıvnen tesbit etmek mümkündür. [540]

Kurtubî'nin atıfta bulunduğu kaynakta aynı naklin yaptığı yeri bulup tes-'oit ettiğimiz takdirde, eğer farklılık varsa, bir kaç kelimeyi aşmadığını rahat­lıkla söyleyebiliriz. [541]

Kurtubî'nin özellikle ahkâm âyetlerini tefsir ederken başvurduğu en Dnemli kaynak, İbnü'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân adlı eseridir. Bu eserinden Taptığı nakilleri yer yer karşılaştıracak olursak göreceğimiz bazı farklılıklar va önemsizdir; yahutta Kurtubî'nin nakli -meselâ elimizdeki matbu nüshaya şore- ifadesi itibariyle dil kuralları açısından daha düzgündür. el-Bakara, 2 230. âyetin tefsirini yaparken birinci başlığında İbnü'l-Arabî'den yaptığı na-îilde bunu görüyoruz. [542] Oldukça cüz'i farklılıkların yer aldığı bir nakle atıf­ta bulunmaktan amacımız orada olabilecek nakildeki farklılıkların önemsiz ıvnntılardan öteye gitmediğini ortaya koymaktır.

Kurtubî'nin nakilde bulunup da karşılaştırma imkânımız bulunan kaynak-ardan birisi de İbn Atiyye'nin "el-Muharrar el-Vecîz" adlı tefsiridir. Kurtubî, :--j tefsirden de nakilde bulunurken ibareyi hemen hemen aynen aktarmak­tadır. Nadiren de olsa, arada konu ile yakından ilgili olması dolayısıyla baş­ça görüşleri zikretmesi ise, görüş sahibine -genellikle- atıfta bulunduğu çın, yaptığı nakli doğru aktarması özelliğine her hangi bir gölge düşürecek melikte değildir. Buna da bir örnek olmak üzere el-Bakara, 2/213- âyetin tef­sirinde İbn Atiyye'den yaptığı nakilleri gösterebiliriz. [543]

Bu tür örnekleri aynı kaynaklardan da, değişik kaynaklardan da çoğalt­mak mümkündür. Ancak bu nakillerin çokluğu bu konudaki yargımızda rlumsuz herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Sadece bu doğrultudaki ka­naatimizi pekiştirir. Bu sebepten ötürü bu hususa dair bu örneklerle yetin-—eliyiz.

Merhum Kurtubî'nin nakilde bulunurken dikkat ettiği hususlardan bir ta­nesi de şudur: Yaptığı nakil eğer Rasulullah (s.a)'a dayandırılan ya da bu hü-cûmde bir rivayet olup pek güvenilir değil ise, buna işaret etmeyi ihmal etmez ve bu konuda delil olarak gösterilen rivayetin, kim tarafından delil gösterilmiş olduğundan çok, rivayetin kendisini gözönünde bulundurur. [544]

Merhum müfessirimizin nakildeki hassasiyetinin bir diğer boyutu da ay­nı konu ile ilgili farklı rivayetleri -bu alanda kabul görmüş- ilmî yollarla te­lif yoluna gitmesidir. Bu türden ilmî çabalarına da tek bir örnek göstermek­le yetinebiliriz:

el-Mâide, 5/41. âyet-i kerimenin tefsirinde, zina etmiş yahudi kadın ve er­keğin recmedilmesi ile ilgili değişik kaynaklardaki bir takım rivayetleri kay­dettikten sonra, "bütün bu rivayetler arasında her hangi bir tearuz yoktur, çün­kü bunların hepsi aynı olayla ilgilidir..." diyerek bu rivayetlerin arasını cem ve telif yoluna gitmektedir. [545]

Bunlar, İmam Kurtubî'nin önüne gelen kaynaktan, belli bir takım kıstas­lara bağlı kalmadan, avama yakışır bir şekilde nakilde bulunan bir kimse ol­mayıp, ilmî açıdan muteber kaynaklardan, ilmî bir titizlik ve ilim adamına ya­kışan bir sunuş ve üslûpla nakillerde bulunduğunu; diğer yandan yaptığı na­killeri yeri geldikçe ilmî bir takım değerlendirmelere de tabi tuttuğunu or­taya koymaktadır. [546]

 

C. İnsafı

 

Daha önce gerek "Kurtubî'nin Şahsiyeti"ne dair açıklamalardan, gerek "tef­sir yaparken izçlediği yol"a dair açıklamalardan anlaşıldığı gibi; İmam Kur-tubî; bir ilim adamı sıfatıyla yeri geldikçe kişisel yorum, muhakeme ve ka­naatlerini ortaya koymaktan geri kalmamaktadır. Bu ise Kurtubî'nin Tefsiri'-ne ayrı bir meziyet kazandırmaktadır.

Kurtubî, ne olursa olsun, mutlaka mezhebinin görüşünü tercih eden ya da her durumda muhalif mezhebin kanaatini red etmeye çalışarak delilleri eğip büken birisi değildir.'Değişik konuları tahkik etmeyen bir mutaassıp olmak­tan uzak bir ilim adamı olarak Kurtubî, yeri geldikçe farklı mezheplerin gö­rüşlerini delil itibariyle daha güçlü bulduğundan dolayı tercih etmekte tered­düt etmez.

Bu türden yaklaşımlarını çeşitli örneklerle açıklayalım:

1. Mücahid'in, Bedir savaşında yardıma gelen meleklerin atlarının kuyruk ve yelelerinin kesilmiş olduğuna dair kanaatine işaret ederek, Hz. Peygam-ber'in "atların perçemlerini, yele ve kuyruklarını kesmeyi yasaklayan" [547] ha­disini hatırlatarak, Mücahid'in bu görüşünü kabul edebilmek için bu konu­da özel bir delile ihtiyaç bulunduğunu belirtmekte ve bu görüşü kabule de­ğer görmemektedir. [548]

Görüldüğü gibi burada Kurtubî, tâbiîn'in ünlü tefsir alimlerinden Müca-ııid'in kanaatini, konu ile ilgili umumi bir hadis ile bağdaştıramadığından ve onun mücerred kanaatini bu umumu tahsise yeterli görmediğinden kabul ede­memektedir.

2. Bilindiği gibi Kurtubî, Malikî mezhebine mensup bir ilim adamıdır. De­lile aykırı düşmedikçe kendi mezhebinin kanaatini tercih etmesi dolayısıy-.3 eleştirilmesi mümkün değildir. Ancak delile aykırı ya da delilinin zayıf ol­duğunu bilerek mezhebinin görüşünde ısrar etmemesi, onun seviyesindeki bir ilim adamından haklı olarak beklenen bir tutumdur. Kurtubî, bir çok yer-ie bu haklı beklentiyi boşa çıkarmamaktadır. Meselâ;

İmam Mâlik'in yemekten önce temiz elin yıkanmasını mekruh gördüğü­nü belirtir, ancak yemekten önce elleri yıkamayı emreden hadise uygun ol­madığına işaret etmek üzere: "Hadise uymak daha uygundur" [549] der.

Kadının mehrini hibe etmesinin cumhur tarafından -âyet dolayısıyla- ca­iz görüldüğünü belirttikten sonra, İmam Mâlik'in: "Evlenen bakire kızın mehrini -mülkiyeti kendisinin olmakla birlikte- kocasına bağışlayamacağı, bu • etkinin velisine ait olduğunu" [550] ifade ettiğini belirtir ve "mülkiyeti ken­disinin olduğunu" kabul etmekle birlikte bağışlayamayacağını söylemesinin ie bir tutarsızlık olduğuna edebe uygun bir şekilde işaret eder.

3. İmam Kurtubî, İbnu'l-Arabi'ye "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eserinden pek çok nakillerde bulunmakla ne kadar değer verdiğini, ona bir ilim adamı olarak ne kadar itimat ettiğini ortaya koymaktadır. Ancak, İbnu'l-Arabî'yi bazan hak-j bulmayarak görüşlerine katılmadığını, İbnu'l-Arabî'nin hücum ettiği görü­şü ve görüşün sahibini savunduğunu görüyoruz.

Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin Ebû Hanife'nin bir meseleye dair kanaatini nak-ettikten sonra red ettiğini ortaya koyan ifadelerini de aktarır. Ancak kendi­si de: "Derim ki: Ebû Hanife'nin görüşü daha sahihtir..." diyerek, hem lügat rakımından, hem de ilgili rivayet dolayısıyla haklılığının gerekçelerini belirtir.[551]

Bir başka yerde hediye gönderilecek kurbanlık develerin hörgüçlerinin ka-natılarak işaretlenmesini Ebû Hanife'nin mekruh gördüğüne işaret ettikten >onra; İbnu'l-Arabî'nin bu görüşü dolayısıyla Ebû Hanife'yi ağır bir üslûpla renkit etmesini uygun bulmamakta, aşırıya kaçtığını belirttikten sonra da, Ha--efi mezhebinde Ebû Yusuf ile Muhammed'in bunu mubah gördüklerini ifa--e etmektedir. Hatta bu kadarla da kalmayarak, Ebû Hanife'nin bunu bir "müsle" kabul ettiğini belirterek bu görüşünde mazur olduğunu ortaya koy­makta, arkasından Ebû Mansur el-Maturidî'nin, Ebû Hanife'nin bu görüşünü yorumlayan bir açıklamasını da eklemektedir. [552]

Bir başka yerde İbnu'l-Arabî'nin benzer bir hamlesine karşı İmam Şafiî'yi de savunduğunu görüyoruz. [553]

İmam Kurtubî'nin İbnu'l-Arabî'ye karşı savundukları arasında İmam İbn Cerir et-Taberî de vardır. İbnu'l-Arabî, Taberî'nin doğru olmayan bir icma id­diasında bulunduğunu ileri sürdüğüne işaret ettikten sonra; Kurtubî, Tabe-rî'yi ona karşı savunur ve haklılığını ortaya koyar. [554]

Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin bazan fıkhı olmayan kanaatlerini de uygun gör­mez ve bunları red eder. Meselâ, bir yerde İbnu'l-Arabî'nin tevekküle dair ka­naatini neklettikten sonra, bu kanaate katılmadığını İbnü'l-Cevzî'den yaptı­ğı uzun sayılabilecek bir nakille ortaya koymaya çalışır. [555]

İşte bu ve benzeri örnekler, değerli müfessirimizin hakkı bulup ortaya çı­karmaya ve ona uymayı teşvik etmeye ne kadar büyük önem verdiğini or­taya koymakta ve İbn Ferhûn'un bu konudaki şu değerlendirmesinde isabet­li ve son derece haklı olduğunu göstermektedir:

"O (Kurtubî), mezhebi lehine taassup göstermez. Aksine o, görüş sahibi kim olursa olsun, doğru gördüğü görüşü tesbit edip ortaya koyana kadar de­lil ile birlikte yol alır. İnsafı dolayısıyla çoğu kere Ahkâmu'l-Kur'ân müellifi Ebû Bekr İbnu'l-Arabî'ye karşı hücum ettiği muhaliflerini savunur ve İbnu'l-Arabî'nin kendisi ile aynı kanaati paylaşmayan geçmiş İslâm alimleri hakkın­da kullandığı katı ifadeleri dolayısıyla onu kimi zaman kınadığı dahi olur."[556]

İşte sıraladığımız bu örnekler, sıralayamadığımız benzeri diğer örnekler hakkında fikir vermekte ve Kurtubî'nin bir ilim adamı olarak gerçekten in­saflı birisi olduğunu ortaya koymaktadır. [557]

 

D. Kıraat, Lügat, Sarf-Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları:

 

Kur'ân-ı Kerim, apaçık, fasih bir Arapça ile indirilmiş bir kitaptır. Cenab-ı Allah, insanlığa yolgösterici olmak üzere indirmiş olduğu bu son Kitabı için pek çok hikmet dolayısıyla Arapça'yı uygun bir dil olarak seçmiştir.

Arap dili ise, uzun tarihi geçmişi, Arapların kabile ve kollarının çokluğu, geniş bir coğrafi alana yayılmış olmaları sonucunda Arapça'nın bir birinden uzak ve farklı bölgelerde konuşulması gibi pek çok etken dolayısıyla, farklı lehçelere ve değişik zengin anlatım üslûp ve tekniklerine sahip olmuştur.

Bu hususiyetlerin Kur'ân-ı Kerim'in müslümanlar tarafından okunup an­laşılmasında kendilerini göstermeleri, ya da bunların ortaya çıkmaları -ya da çıkarılmaları- kaçınılmaz bir durumdur. İşte bundan dolayı her bir müfessir, tefsirinin hacmi, tefsirini kaleme alırken gözettiği maksatlar ve benzeri esas ve etkenlere göre Kur'ân-ı Kerimin kıraati, ifadelerinin düzeni yani kelime­leri ve cümleleri arasındaki ilişkinin gramer kaideleri açısından tebarüz et­tirilip, açıklanması gereken hususlara (sarf ve nahve) dair bilgileri ve keli­melerle cümlelerin kendi aralarındaki anlatım, düzen ve ahengini yani tek­nik anlatımın anlama kattığı genişlik ve zenginliği (belagat) ihtiva eden bil­gilere de tefsirinde yer vermeye özellikle gayret göstermiştir.

Kurtubî gibi bir müfessirin bu gibi hususları Tefsir'inde ele almaması ya­da bunlara Tefsiri'nin hacmi ile orantılı yer vermemesi mümkün değildi; ta­bii de karşılanmazdı. Gerçekten de Kurtubî Tefsiri'ni inceleyen bir kimse, onun bu alanda da Kur'ân-ı Kerime küçümsenemeyecek çapta ciddi bir hizmet sunduğunu idrâk etmekte güçlük çekmez. O bakımdan bu Tefsiri'n du yönüyle daha yakından tanınması yerinde ve gerekli bir tutumdur.[558]

 

1. Kıraatler:

 

Az olsun çok olsun kıraat farklılıklarına temas etmeyen bir müfessir • ok gibidir. Tefsirler arasında bu açıdan fark, kıraatlere dair açıklamalara ve-nlen önem ve buna gösterilen ihtimamda ortaya çıkar. Tabii olarak tefsirin neminin de bu konuda belirleyici bir faktör olduğunu söylemeye ayrıca ge­rek yoktur.

Mustafa İbrahim, Endülüs menşeli müfessirlerin, kıraatlere dair açıklama-annın tefsirlerinde izledikleri yöntemin önemli bir esasını teşkil ettiğine dik-•otlerimizi çekmektedir. Mütevatir kıraatlere dair açıklamalarda bulunmala-r. yanında, bunların nasıl bir anlam ihtiva ettiklerine dair açıklamalar da yap­mışlardır. Şazz olan kıraatlere de dikkat çekip Hz. Osman'ın çoğalttığı ve ic-—a ile kabul edilmiş Mushaf'ın hattına uygun olmayan kıraatleri de benim-sememişlerdir. Ancak bunlar arasından, mütevatir kıraatlerle bağdaştırılabi-en kıraatleri de uygun bir şekilde açıklamaktan geri durmamışlardır. Müte-atir kıraatleri ilmî kaidelere uygun olarak açıklayıp gereken şekilde savun­acaktan da geri kalmamışlardır. [559]

Genel olarak Endülüs'lü müfessirlerin kıraate dair açıklamaları hakkında şsnel nitelik ve özellikleriyle yapılan bu açıklamalar, özelde müfessirimiz İmam Kurtubî hakkında da geçerlidir. O bakımdan kıraatler ve bunların hükümlerine dair kısa da olsa bazı açıklamalarda bulunmamız yerinde olacaktır.

Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim, Hz. Peygamber döneminden itibaren iki yol­la muhafaza edilmiştir. -Esasen beşeriyyet de günümüze kadar herhangi bir metni ya da bilgiyi muhafaza edebilmek için üçüncü bir yol keşfedebilmiş değildir.- Bu iki yol; kayıt ve hafızadan ibarettir.

Yani muhafaza edilmek istenen herhangi bir bilgi, ya ezber yoluyla (hıfz), yada yazı ile belgelemek, kayda geçirmek yoluyla korunabilir ve sonraki ne­sillere aktarılabilir. Kur'ân-ı Kerim, indiği ilk andan itibaren başta Hz. Pey­gamber tarafından ve Allah'ın koruması altında ezberlenerek,[560] Ashâb-ı Ki­ram tarafından da hem ezberlenerek, hem de yazı ile kayd edilerek -günü­müze kadar gelen nesiller boyunca da aynı yolla- sonraki nesillere eksiksiz, fazlasız ve tam bir ittifak ve tevatür ile nakledilegelmiştir.

Şu kadar var ki, Kur'ân-ı Kerim'in yazı ile kayd edilmesi esasına kesinti­siz riâyet edilmiş olmakla birlikte, bunun tekniği ya da şekli farklılık arzetmiştir. Şöyle ki, Hz. Peygamber döneminde başta vahiy kâtipleri tarafından olmak üzere, geniş enli kemiklere, düz taşlara, deri parçalarına v.s. ye ya­zılan ve bir araya tek bir nüsha halinde Hz. Peygamber döneminde -hafıza­larda mevcut olmakla birlikte- cem edilmeyen Kur'ân-ı Kerim, görülen lüzum üzerine önce Hz. Ebû Bekir döneminde verdiği bir emir ile yetkili bir komis­yon tarafından tek bir nüsha olarak toplanmış, daha sonraları Hz. Osman ta­rafından da belli sayıda çoğaltılarak İslâm aleminin belli başlı merkezlerine gönderilmiştir. [561]

Kıraatler arasındaki farklılık bir vakıadır. Bunun sebepleri üzerinde dur­mak ise ayrı bir bahistir. Bir diğer ayrı bahis ise bu kıraatler ile ilgili çeşitli teknik bilgileri derli toplu bir şekilde ihtiva eden ve konusu bunları tesbit ve nakletmek olan "kıraat ilmi"dir.

Bu hususlar üzerinde durmak, kıraatlere dair geniş denilebilecek boyut­larda açıklamalar ihtiva eden tefsirlerin dahi ihtisas alanı dışında kalır. Bu se­bepten biz burada önce kıraatler ile ilgili çeşitli hükümlere -kısa da olsa- de­ğinecek ve daha sonra da İmam Kurtubî'nin kıraatlere dair açıklamalarını ör-neklendirmeye çalışacağız.

Suyutî'nin, "çağının kıraat ilminin imamı ve hocalarımızın hocası" diye ni­telendirdiği Ebu'1-Hayr İbnu'l-Cezerî, bir kıraatin kabule şayan görülebilme­si için şu üç şartı taşıması gerektiğini belirtmektedir:

1.  Arapça'ya bir yönüyle dahi uygunluğunun tespit edilmesi,

2. Hz. Osman'in çoğaltıp İslâm ülkesinin belli başlı merkezlerine gönderdiği mushaflardan birisine olsun uygunluğunun tesbiti,

3.  Sahih bir sened ile rivayet edilmesi.

Bu üç şartı taşıyan bir kıraat, sahih bir kıraat olup inkârı caiz değildir. Böy­le bir kıraat, ister yedi kıraat imamından, ister onlar dışında kalan makbul kı­raat imamlarından herhangi birisinden nakledilmiş olsun, kabul edilmesi ge­reken bir kıraattir. Bu üç şarttan herhangi birisi bulunmayacak olursa, o kı­raat yerine göre "zayıf yahut "şâz" ya da "bâtıl" hükmünü alır. Selef ile ha­leften muhakkik imamların ittifakla kabul ettiği görüş budur. Seleften buna muhalif bir kanaat bilinmemektedir. [562]

Daha sonra Suyutî çeşitli kıraatlere dair örneklerle açıklamalarını sürdür­mekte ve "Kur'ân ilimleri"nden birisi olmak özelliğiyle bu hususa dair bilgi­ler vermektedir. [563]

Kıraatlerin ister mütevatir ister şaz türleriyle Kur'ân'ın anlaşılması ve çe^ şitli hükümlere delil olması bakımından büyük bir önem taşımalarının yanın­da, bizzat kıraatler ile ilgili olarak da bir takım hükümlere kısaca işaret et­mekte fayda, hatta bir gereklilik bulunduğu kanaatindeyiz:

1. Az önce İbnu'l-Cezerî'nin nakledilen kanaatinden de anlaşıldığı gi­bi, belirlenen şartları eksiksiz taşıyan bir kıraatin kabul edilmesi gerekir, böy­le bir kıraat, herhangi bir şekilde red edilemez.

2. Yedi Kıraat diye meşhur kıraatlerin her birisi okunur ve onlarla na­maz kılınır. Çünkü bu kıraatler icma' ile sabittir.

3.  Şaz kıraatlerle ise -icma' ile kabul görmüş kıraatler olmadıkların­dan- namaz kılınamaz.

4. Sahabe ve tabiînden gelen rivayetler ise yalnızca onlar tarafından nakledilmiş rivayetler olarak değerlendirilebilir. Bu gibi kıraatlerle, Kur'ân-dandır, diye amel edilmez ve bunlara böylece itibar edilmez. En iyisi bun­ları, o kıraat kime nisbet ediliyor ise, onun özel görüşü olarak kabul edilme­sidir. İbn Mes'ud'un kıraati gibi.

5. Şayet bu kıraati rivayet eden (şahabı) bunu Hz. Peygamber'den işit­tiğini açıkça ifade ederse, bunun Kur'ân'dan olduğu sabit olmamakla birlik­te, -bir görüşe göre- sünnet olarak sabit olduğu kabul edilir ve sair âhâd ha­berler gibi değerlendirilir. [564]

6. Sahabe ve tabiînden şu şu şekilde okuduklarına dair nakledilen ri­vayetlere gelince, bu onların beyan ve tefsir (açıklamaları olarak değerlen­dirilir. Yoksa bu "tilavet olunan Kur'ân" olarak algılanamaz. [565]

7. Mütevatir olmayan kıraatlerin namazda okunmaları ise caiz değil­dir ve mütevatir olmayan kıraatlerle okumayan imamın arkasında namaz kı­lınmaz. [566]

Mütevatir olmayan kıraatlerin namazda okunma hükmü bu olmakla bir­likte, bu kıraatlerin gerek kıraate dair eserlerde gerek tefsirlerde muhafaza edilip nakledilmelerinin ise iki önemli sebebinden söz edilebilir:

Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi bunlar yerine göre âhâd bir sünnet, yerine göre de nisbet edildiği zatın bir açıklaması ve tefsiridir. O halde bu tür rivayetler gerek Kur'ân'ın ilgili bölümün anlaşılması, gerekse de çeşitli hü­kümlere ışık tutması açısından önem taşır.

İkinci olarak da, kıraat ile ilgili rivayetlerin -mütevatir olmasa dahi- nak­ledilmeleri, bu ümmetin alimlerinin Kur'ân ile -hatta genel olarak dinin bü­tün veçheleriyle- ilgili herşeyi kayd edip tespit etmeye ve bu gibi bilgilerden herhangi bir ayırım gözetmeksizin -en basit türden dahi olsa- hiç bir şeyin kaybolmamasına verdikleri aşırı önemi, gösterdikleri büyük hassasiyeti or­taya koymaktadır.

Şimdi de Kurtubî'nin kıraate dair açıklamalarında izlediği yol hakkında -böyle bir çalışmanın çerçevesine uygun bir şekilde- bazı açıklamalarda bu­lunabiliriz:

Kurtubî'nin kıraatlere dair açıklamalarında izlediği yolu ve tutumunu tespit ederken Mustafa İbrahim, şunları söylemektedir. [567]

1. Kurtubî bazan Kur'ânî lafızlarda varid olmuş mütevatir kıraatleri her­hangi bir tercih ve açıklamada bulunmaksızın açıklar. [568]

2.  Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri, ifade ettikleri anlam farklılıklarını da açıklayarak zikreder. [569]

3.  Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri sunup bunların hangi lügavî köklerle ilişkisi bulunduğuna dair açıklamalarda bulunur. [570]

4. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş mütevatir kıraatleri sunmakla bir­likte, bu hususta ilim adamlarının görüşlerini de açıkladıktan sonra, yüce Al­lah'ın celâl ve azametine yakışır türden ihtiva ettiği anlamlar dolayısıyla bir kıraati diğerlerine tercîh eder. [571]

5. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş mütevatir kıraatleri zikretmek­le birlikte, bu hususta nahiv ve tefsir alimlerinin kanaatlerini zikreder, her­hangi bir kıraati hatalı bulanların yanlışlıklarını ve yanıldıkları yeri de ortaya koyduktan sonra, hatalı bulunan kıraatin ilmî bir üslûpla açıklamasını ya­par ve doğruluğunu ortaya koyar. [572]

6. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri sunmakla birlikte, bu kıraatlerle ilgili i'rab şekillerini açıklayıp kıraatin anlamına binaen, daha ter­cihe değer bulduğunu tercih eder. [573]

7. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş şazz kıraati olduğu gibi zikret­tikten sonra, bu şazz kıraati tevil ederek uygunluğunu ortaya koymaya ça­lışan ilim adamlarının görüşlerini red eder. [574]

8. Bazan Kur'ânî lafızda varid olmuş kıraatleri sunmakla birlikte, bunların hangisinin Mushaf Hattı'na uygun düşmeyip şazz olduğunu beyan eder. Çünkü böyle bir kıraatin (sahih) kıraatler arasında zikredilmemesi, an­cak tefsirlerde ondan söz edilmesi gerekir. [575]

9.  Bazan bir lafızda varid olmuş kıraatleri zikreder, bunların açıkla­masını yapar; bununla birlikte şaz olan kıraati zikreder ve -yalnızca anlam bakımından- cumhûr'un kıraatine uygun düşmesi için anlamına dair gerek­li açıklamalar yapar. [576]

Görülüyor ki Kurtubî, kıraat ilmine hem vâkıf, hem de kıraatlerin kabu­lü, reddi, açıklanması, kabul edilebilir olanı ve olmayanı hususlarında yet­kin ve basiret sahibi bir müfessirdir. Bu yönüyle tefsiri, genel olarak bütün tefsirler arasında, özel olarak da "ahkâm" ağırlıklı tefsirler arasında önemli bir yer işgal etmektedir. [577]

 

2. Kurtubî Tefsirinde Lügat Açıklamaları:

 

Apaçık, fasih Arapça bir lisan ile indirilmiş Kur'ân-ı Kerimin [578] an­laşılmasında, bu dilin tek tek lafız ve kelimelerinin anlaşılmasının ne kadar büyük bir rol oynadığını açıklamaya kalkışmak, büyük bir ihtimalle gerek­siz bir külfettir.

Kur'ânî lafızların ne anlama geldiğini açıklamanın önemini belirtmeye ay­rıca gerek olmadığı açık bir gerçek olduğuna göre, pek çok müfessirin ve bu arada da müfessirimiz İmam Kurtubî'nin, Kur'ânî lafızları açıklamaya neden bu derece önem verdikleri de kolaylıkla anlaşılabilir.

Kurtubî, Tefsirinin baştaraflarında: "... tefsir ve lügate, i'râb ve kıraatlere dair incelikleri ihtiva eden özlü bir tefsir" yazmayı kararlaştırdığını [579] belirttikten sonra, tefsirini telif ederken uymayı taaahhüt ettiği şartlarını da şöy­lece açıklamakta ve: ".... her bir âyetin açıklanması gereken lafızlarını açık­lamaya gayret edeceği..." [580] ni belirtmektedir.

Lügat'e dair açıklamalarda bulunurken Kurtubî'nin izlediği yolun belli baş­lı özellikleri şöylece sınıflandırılmaya çalışılmıştır: [581]

1. Kurtubî, âyet-i kerimede geçen bir lafzı açıklarken, aynı kökten tü­remiş diğer lafızlara da işaret etmeyi ihmal etmemektedir. el-Bakara, 2/219. âyette geçen: "Hamr = Şarap (içki)" kelimesini açıklarken, birbirine sarmaş dolaş olmuş ağaçlar demek olan "el-hamer"e, görüşün olgunlaşması demek olan "hamure er-re'y"e, hamurun mayalanma halini anlatmak için kullanılan: "ihtemera'l-acîn"e de değinir ve bu kelimeye açıklık getirmeye çalışır. [582]

2. Kurtubî, bir lafzı açıklarken, onunla aynı kökten türemiş diğer la­fızlara da işaret etmek yoluyla açıklık getirmeye çalıştığı gibi, belli bir lafzın hangi kökten türemiş olduğunu tespit ederek de anlamına açıklık getirmek yolunu izler. Meselâ, "Melâike" kelimesini açıklamaya çalışırken, [583] "fe-lâh"ın ne anlama geldiğini tespit etmek isterken [584] bu yolu izlediğini görmek­teyiz.

3. Bir kelimenin türediği kökü (iştikaakı) ile ilgili ilim adamlarının fark­lı görüşleri varsa, kendince kuvvetli gördüğü delile dayanarak bu görüşler­den birisini tercih ettiğini de görebiliyoruz. Besmele'ye dair açıklamalarda bu­lunurken "ism"in iştikakı ile ilgili olarak Basralıların ve Kulelilerin görüşle­rini kaydeddikten sonra, Basralıların görüşlerini daha sahih bulduğunu ge­rekçeleriyle birlikte açıklamaktadır. [585]

Açıkladığı lafzın iştikaakı ile ilgili görüş ayrılıklarına işaret etmekle birlik­te, herhangi bir tercihte bulunmadığı haller de sözkonusudur. Bu durumda Kur­tubî'nin her iki açıklama şeklini de kabul ettiğinden söz edilebilir[586] Meselâ, Lafza-i Celâlin iştikakına dair açıklamalarda bu yolu seçtiğini görüyoruz. [587]

4. Kurtubî, birden çok anlama gelen lafızların geçtiği yerlerde de bu anlamların neler olduğunu tek tek belirtmeye gayret eder. Meselâ "ümmet ke­limesi sekiz anlama gelen müşterek bir lafızdır..." [588] diyerek bu anlamlan sıralamasını buna örnek gösterebiliriz. "Emr kelimesi Kur'ân-ı Kerimde on-dört anlama gelir" [589] deyip verdiği açıklamalar da böyledir.

Bazı deyim ve tabirlerin anlamına dair müfessir ve lügat alimlerinin yo­rumlarını nakletmesini de bu kabilden değerlendirebiliriz. "Evvâh" tabirine dair açıklamaları[590] ile el-Kalem, 68/9. âyetindeki "iddihân" in anlamlarına dair açıklamalarını da buna örnek gösterebiliriz. [591]

5. Kurtubî, kimi yerde lafzın sözlük anlamını verirken, bunun şer'î bir hükme delâlet ettiğini söyler ve bu delâletin keyfiyyetini de belirtir. "Teyem­müm" kelimesine dair yaptığı açıklamalarda olduğu gibi. [592]

Kurtubî'nin lügate dair açıklamalarını daha değişik bir şekilde tasnif ede­rek açıklamak mümkün olduğu gibi, bu sayılan şıklara başkalarını eklemek imkânı da vardır. [593]

Kurtubî'nin lügate dair açıklamlarında yararlandığı ilmî malzemeye ve bu­nu kullanış tekniğine gelince;

İmam Kurtubî, Kur'ânî lafızların anlamlarını açıklarken bu husustaki ilmî yaklaşımın da gereği olarak şiirlerden de bol bol yaralanır ve onları delil gös­terir. Öyleki, bu alanda bir kimse bir araştırma yapmaya kalkışıp Kurtubî'nin Tefsiri'nde tanık olarak kullandığı beyitleri bir araya getirmek isteyecek olursa, bu hususta oldukça zorlanır ve çok miktarda değişik anlamlarda kul­lanılmış pek çok tanık beyitlerin büyük bir yekûn tuttuklarını görür.

İmam Kurtubî, kendisinden önceki müfessirlerin tanık olarak kullandığı beyitlerle yetinmeyip, çoğu yerde Arap dili üzerinde yapılmış pek çok ve çe­şitli diğer çalışmalarda tanık olarak zikredilmiş beyitlerden de yararlanır. Bu­nun sonucunda Tefsir'inde diğer tefsirlere oranla daha çok miktarda tanık ile karşı karşıyayız. İşte bu, Kurtubî Tefsir'inde yer alan "şiir ile iştişhâd"ın, ben­zeri kaynaklara göre daha çok olması sonucunu doğurmuştur.

Kurtubî'nin şiirin tanıklığına başvurmaktaki amaçlarını da şöylece sınıf­landırmak mümkündür. [594]

1. Kurtubî, âyet-i kerimelerde varid olmuş lafızların anlamlarını açık­larken şiirden tanıklar gösterir:

a. Meselâ, el-Bakara, 2/2. âyet-i kerimelerde geçen "reyb" kelime­sinin:

1. Şüphe, 2. İtham, 3. İhtiyaç anlamlarına geldiğini söylerken, bu kelimenin bu anlamlarda kullanılışına şiirden örnekler verir. [595]

b. "İki iş arasında mütereddit ve kararsız kalan kişi" demek olan ve en-Nisâ, 4/143. âyet-i kerimede geçen "el-Müzebzeb" kelimesini açıklarken de birden çok beyitin tanıklığına başvurur. [596]

2. Kur'ânî lafzın çeşitli söyleniş (telaffuz) şekilleri ile ilgili açıklama­larda bulunnurken de şiirin tanıklığına başvurur. Meselâ, Kurtubî, el-Fâtiha, 1/4. âyette geçen "mâlik" kelimesinin dört türlü söylenişi olduğunu açıklar­ken şiirden de örnekler verdiği gibi, [597] el-Bakara, 2/6. âyet-i kerimesinde yer alan "e-enzertehum" lafzının kıraat farklılıklarını açıklarken de bu fark­lılıklara delil teşkil edebilecek türden beyitleri de kaydeder. [598]

3. İ'rab esas alınarak anlaşılmış bir manayı delillendirmek için de Kur­tubî, şiirin tanıklığına başvurur. el-Bakara, 2/19. âyet-i kerimesinde "hazere'l-mevf'in mef'ûlün leh olduğunu belirtir ve bu hususta şiirdeki benzer kulla­nımı delil olarak gösterir. [599] Yine bir başka yerde (el-Bakara, 2/30. âyet-i ke­rimenin tefsirinde): "men" edatının cümle içindeki yerini (mahallî i'râbını) açıklarken de şiir ile istişhâdı ihmal etmez. [600]

Şiirleri ile istişhâd edilmesi (tanık gösterilmesi) açısından şairlerin aynı se­viyede olmadıkları bilinen bir husustur. Kurtubî de bu konuda ancak başka­ları tarafından delil olarak gösterilmiş ya da kabul edilmiş şiirleri delil gös­termeye gayret etmiştir. Bu konuda eleştirilmiş bazı şairlerin kimi beyitler-ni tanık gösterdiği için Kurtubî'nin eleştirilmesi yanlıştır. Çünkü Kurtubî bu konuda bir taraftan yetkili kabul edilmiş kimselere uymuştur, diğer taraftan -çoğunlukla görüldüğü gibi- yalnız bir beyiti tanık göstermekle yetinmemiş, birden çok beyiti delil göstermek yoluna gitmiştir. [601]

Kurtubî'nin Tefsiri'ndeki lügat açıklamaları ile ilgili açıklamalarımıza son vermeden, bir takım lafızları açıklarken hadisten de yeri geldikçe yararlan­dığını ve hadisi delil olarak gösterdiğini hatırlatmamız yerinde olur. Meselâ, el-Bakara, 2/228 de geçen "bu'ûl = kocalar" kelimesinin tekili olan "ba'l" in koca anlamına geldiğine hadisten delil göstermektedir. [602]

İmam Kurtubî, Kur'ânın anlaşılmasında, lafızlarının gereği gibi anlaşılma­sının bilincinde olan bir müfessirdir. Lafızların ve lafızların toplamı olan âyet­lerin anlamları ile ilgili farklı açıklamaların bir sebebi ise lafızlara verilen fark­lı anlamlardır. Bu farklı anlamların hangisinin doğru ya da daha doğru oldu­ğunun ispatlanmasına ihtiyaç olduğundan dolayı iştişhade (kanıt göstermeye) ihtiyaç vardır. Kurtubî de bunu şiirlere başvurmak suretiyle gerçekleştir­diği gibi, -yerine göre- hadisten iştişhad yoluna da gitmiştir.

Kurtubî'nin bu seviyedeki lügavî açıklamaları, bir taraftan onun Kur'ân la­fızlarının anlaşılması için sahip olduğu bilincin göstergesidir. Diğer taraftan .Arap diline ne derece hakim ve yetkin bir lügat bilgini olduğunun apaçık bir göstergesidir. Bu ise Kur'ân-ı Kerime yaptığı muazzam hizmeti dolayısıyla, Kurân'ı anlamaya çalışan ve onu kendilerine ve çevrelerine egemen kılma­ya gayret gösteren Kur'ân'ın "gerçek talebeleri"nin Kurtubî'ye ne derece teşekkür borçlu olduklarını da ortaya koymaktadır. [603]

 

3. Nahiv ve Belagat'a Dair Açıklamaları:

 

Kur'ân-ı Kerim'in ibarelerinin daha iyi anlaşılması, manalarının daha iyi kavranılması için Nahiv kaideleri ve buna dair bilginin önemi inkâr olu­namayacak kadar açıktır. Bu sebeple Kurtubî, bir kelimenin cümle içindeki yeri ve bu yerine göre başka kelimelerden etkilenip onları etkilemesi sonu­cu kelimenin zarihinde ve anlamında meydana gelen değişiklikleri (i'rabı) ko­nu alan bir ilim dalı olan Nahiv ilmi açıklamalarına da bir müfessir olarak ge­reken yeri verir ve bu yolla âyet-i kerimelerde yer alan münferit lafızların bir cümle gurubu halinde nasıl bir anlamı ifade ettiklerini açıklamak için büyük bir çaba harcar. Çünkü Kurtubî'nin Tefsir'inde gözettiği ana amaçların başın­da yer alan Kur'ân ahkâmı'nın gereği gibi anlaşılabilmesi ve ortaya çıkartıl­ması, ilâhî lıitab'ın, nazil olduğu dilin kurallarına uygun olarak anlaşılması­na bağlıdır.

Kurtubî'nin bir müfessir olarak nahive dair yaptığı açıklamaları teknik ola­rak şöylece sınıflandırabiliriz:

1. Kur'ânî lafızdaki çeşitli i'rab şekillerini açıklayarak anlama netlik kazandırmaya çalışır. [604] el-Bakara, 2/26. âyetindeki "mâ zâ = neyi" lafzına ve diğerlerine dair açıklamalar buna örnek gösterilebilir. [605]

2. Tercihte bulunmaksızın hem Küfe ekolüne hem Basra ekolüne men­sup nahivcilerin görüşlerini serd ederek açıklamalarda bulunur.

Bu ise onun her iki görüşü de diğerine tercihe değer bulmadığı yani her ikisini de doğru ve yerinde bulduğu anlamına gelir. Bunun yanında çeşitli gö­rüşleri tartıştığı, kimi görüşleri kabul ederken, kimilerini red ettiği de görül­mektedir. [606]

Belagat, üstün ve değerli bir manayı insanda etki uyandıran üstün bir üs­lûpla fasih (açık-seçik ve anlaşılır) ve doğru ifadelerle anlatmak [607] diye ta­rif edilir.

Tarifinden de anlaşıldığı gibi, anlamın güzel, edebî, bediî bir zevk (este­tik) uyandırıcı ifadelerle dile getirilmesidir belagat. İslâm Dünyasının batısı­nı teşkil eden Mağrip kökenli müfessirlerin, doğuda yetişmiş müfessirlere oranla, Kur'ân'ın bu yönüne daha az eğildikleri bir vakıadır. Bunun en önemli sebebi, Mağrib kökenli müfessirlerin, ifadede aslolanın hakikat oldu­ğu ilkesini esas kabul etmeleri olarak gösterilmiştir. [608]

Kurtubî de, -Endülüslü ve diğer Mağribli müfessirler gibi- Kur'ândaki belagat inceliklerine -belirtilen mülâhaza dolayısıyla- daha az eğilmiştir. Ancak bu, onun Tefsir'inde belagat inceliklerini açıklamaya, ortaya çıkarma­ya hiç bir şekilde yanaşmadığı anlamına da gelmez. İmam Kurtubî, yeri gel­dikçe teşbih,[609] istiare, [610]mecaz-ı aklî,[611] maziden muzari (müstakbel, ya­ni şimdiki ve geniş zaman) fiiliyle sözetmek ve bunun aksi,[612] îcâz,[613] tekrîr [614] gibi beyani anlatımlara dair açıklamalarda bulunmayı da ihmal etmez.

Bu açıklamalar ışığında diyebiliriz ki: İmam Kurtubî, "Tefsiri'nin Mukad­dimesinde taahhüt ettiği gibi,[615] aslı-astarı olmayan rivayetlerle, senedi sağ­lam olmayan ya da faydasız haberlerle Tefsir'inin hacmini kabartmak yerine; Kur'ân'ın gereği gibi anlaşılmasında önemli katkıları bulunan kıraatlere, lü­gate dair açıklamalara yer vermeyi tercih etmiştir. Kurtubî, bu tercihinde isabetli olduğu gibi, maksadını büyük çapta gerçekleştirdiğini de rahatlıkla söy­lemek imkânımız vardır. Bu hususlara dair açıklamalarını kısmen de olsa tet­kik etmek, bu yargıyı ya da değerlendirmeyi haklı çıkartmaya yeterlidir. [616]

 

E. Fıkıh ve Fıkıh Usûlü Bahisleri:

 

1. Fıkıh Bahisleri:

 

Bundan önce çeşitli vesilelerle Kurtubî Tefsiri'nde yer alan "fıkhî hükümler"e dair farklı açılardan açıklamalarda bulunduk. [617] Ancak burada Kurtubî Tefsiri'nin önemli bir meziyeti -bazılarına göre de zaafı-[618] olarak .•cabul edilen fıkhî hükümleri ele alışında izlediği yolu ve bu hususa dair ver­diği bilgilerin kapsamı açısından konuyu ele almak istiyoruz. Dolayısıyla bu­rada yapacağımız açıklamalar ile bu husus ile ilgili kabul edilebilecek türden :lup daha önce yapmış olduğumuz açıklamalar -yer yer tekrara kaçsa dahi-birbirini tamamlayacak bir mahiyet de arz etmektedir.

Kur'ânî âyetlerin ahkâma delâleti hususunda İmam Kurtubî"nin İbnu'1-Ara-orden etkilendiği ya da çokça istifade ettiği doğrudur. Ancak bundan önce­si bazı açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, Kurtubî, yer yer İbnu'l-Arabi'den rarklı kanaatleri savunur. Bununla birlikte Kurtubî, İbnu'l-Arabî'nin "Ahkâmu'l-Kur'ân" adlı eserinde yaptığı açıklamalardan daha geniş ve etraflı bir şekilde konuyu ele alır ve inceler.

Bunun başlıca sebebi ise, Kurtubî'nin Kur'ân'ın fıkhî ahkâmının, sünnet fık­hı m da gözününde bulundurmadan yeterince açıklığa kavuşmayacağına da­ir kanaatidir. Bu kanaatte olduğunu yaptığı açıklamalardan rahatlıkla tesbit et­mek mümkündür. Çünkü Kurtubî, gerek mensup olduğu mezheb olan Mali­ki mezhebi'nin, gerekse diğer mezheplerin aynı meselenin hükmü ile ilgili olarak farklı kanaatlere sahip olmalarının biricik sebebinin yalnızca Kur'ânî nassın çerçevesindeki ihtilâflarından kaynaklanmadığını bir ilim adamı sıfa­tı ile elbetteki tespit etmiş bulunuyordu.

Bu sebepten İmam Kurtubî'nin Tefsir'inde Kur'ân Fıkhı'nı, Hadis Fıkhı'nı ve Mezhepler arası mukayeseli fıkhı bir arada görebiliyoruz. İmam Kurtubî'nin ahkâm âyetlerini açıklarken fıkhî hükümlere dair yaptığı açıklamalarını tas­nif eden Dr. el-Kasabî, [619] ile Mustafa İbrahim, [620] Kurtubî'nin fıkhî ahkâ­ma dair açıklamalarını şöylece tasnife tabi tutmaktadırlar:

1. İmam Kurtubî, bazan yalnızca İmam Malik ile Malikî Mezhebine men­sup kimi fakih'in görüşünü nakledip delilini açıklamakla yetinir. Bu gibi du­rumlarda Kurtubî'nin bu görüşü benimseyip kabul etmiş olması muhtemeldir. el-Bakara, 2/196. âyet-i kerimesinin "Eğer ahkonulursanız o halde kolayınıza gelen kurbanlardan gönderin" buyruğu ile ilgili yaptığı açıklamaların onikin-ci başlığında verdiği bilgileri[621] ile el-Bakara, 2/173. âyet-i kerimesinin yirmi dört, yirmibeş ve yirmialtıncı başlıklarındaki açıklamaları[622] bu kabildendir.

2. Kurtubî bazan da Malikî mezhebine mensup ilim adamlarının gö­rüşlerini nakleder ve bunlar arasında üstün bulduğu görüşü tercih eder. el-Bakara, 2/3. âyetindeki: "Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılar­lar" buyruğunun öndürdüncü başlığında, iftitah tekbiri dışında kalan tekbir­lere dair açıklamaları [623] bu kabildendir.

3. Kurtubî, çoğunlukla Malikî mezhebi ile birlikte başka mezheplerin de görüşlerini arzeder. Bunu yaparken de az önce Malikî mezhebi ile ilgili görüşleri sunarken takındığı tutumun benzerini takınır: Yani, kimi zaman ko­nu ile ilgili görüşleri ve bu görüşlerin ilmî dayanaklarını sunmakla yetinir, el-Bakara, 2/184. âyetinin: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa, o günler sayı­sınca başka günlerde oruç tutsun" bölümü ile ilgili açıklamalarının dördün­cü başlığı altında verdiği bilgiler, [624] el-Bakara, 2/180. âyetinin öndürdüncü başlığında verdiği bilgiler [625]ile el-Bakara, 2/187. âyetin onbirinci başlığın­da verdiği bilgiler [626] bu türdendir.

4. Kimi zaman da Kurtubî, konu ile ilgili mezhep görüşlerini karşılaş­tırmalı olarak delilleri ile birlikte zikreder. Yine delile dayanarak ve delilini zikrederek bu görüşler arasından kuvvetli gördüğü görüşü desteklediğini açık­lar. Bunun örnekleri pek çoktur ve Kurtubî'nin ilmî kudretinin en güzel or­taya çıktığı alanlardan birisi de budur.

el-Bakara, 2/196. âyetinin: "...Eğer alıkonulursanız, o halde kolayınıza ge­len kurbanlardan gönderin" bölümü ile ilgili açıklamalarının altıncı başlığın­daki açıklamaları ve konu ile ilgili görüşler arasından Şafii'nin görüşünü ter­cih ettiğini belirten ifadeler buna örnektir. [627]

5. Kurtubî, Tefsiri'nin birçok yerinde hadislere istinaden mezheple-rarası görüş ayrılıklarını açıklarken, farklı görüşleri, hadisleri zahirî tearuz ya da tenakuzu ortadan kaldıracak bir şekilde tevil etmek yoluyla (uyuşturma­ya çalışarak.) gidermeye çalışır.

Bu kabilden giriştiği ilmî çabalarına şunu örnek olarak gösterebiliriz: el-Bakara, 2/125. âyet-i kerimeyi tefsir ederken dördüncü başlıkta, Ka'benin için­de namaz kılmak ile ilgili mezheplerin görüş ayrılıklarını belirttikten sonra, bu hususta varid olmuş hadis-i şerifleri kayd eder ve bunları telif etmek için yoğun bir ilmî çaba ortaya koyar. [628]

Şayet hadisler arasında umum-husus ilişkisi var ise, tahsis edileni umum bildiren hükmün kapsamından dışarıda tutar.

Mutlak-mukayyed ilişkisi var ise mutlak olanı mukayyed olana hamlede­rek, mukayyed olanın, mutlakın hükmü dışında olduğunu ortaya koyar.

Umum-husus ilişkisine örnek olmak üzere el-Bakara, 2/184. âyetinin: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa, o günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun" bölümünü tefsir ederken onbeşinci başlıkta yaptığı açıklamaları gösterebiliriz. [629]

Mutlak-mukayyed ilişkisinin sözkonusu olduğu haldeki yaklaşımına örnek olarak da el-Bakara, 2/149. âyetin tefsirini yaparken yaptığı açıklamaları gös­terebiliriz. [630]

6. İmam Kurtubî, farklı görüşleri telif etmek imkânını bulamayacak olursa, görüşler arasında tercihte bulunmak yoluna da gider. Bunu ilmî bir esasa dayayarak yapar: Görüşleri münakaşa eder, uygun bulmadığı görüşü çürütür, doğru bulduğu görüşü destekler ve savunur.

Elbetteki bu da Kurtubî'nin ilmi seviyesini, ilmi kudretini ve delili esas alıp Dna tabi olan gerçek bir ilim adamı olduğunu göstermektedir.

el-Bakara, 2/41. âyetin: "... Âyetlerimi de az bir pahaya satmayın" bölü­münü açıklarken ikinci başlıkta, Kur'ân ve ilim öğretme karşılığında ücret al­ma hususunu inceler ve yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan yolu izler.[631]

 

2. Fıkıh Usulü Bahisleri:[632]

 

Kurtubî görüldüğü gibi, çoğu yerde farklı görüşler arasında tercih yo-- una ya da farklı delillere dayalı görüşleri -mümkünse- bir arada cem etme telif-uyuşturma) yoluna gitmektedir. Bu ise Tefsir'inde yeri geldikçe fıkıh usû-u bahislerine dair açıklamalarda ya da göndermelerde bulunmasını kaçınıl­maz kılmaktadır.

Eserlerine dair bilgi verirken de gördüğümüz gibi Kurtubî, bizzat telif et­tiği bir fıkıh usulü eserinden de söz etmektedir. [633] Bu da onun konu ile il-z:ii eser telif edecek ve hatta bu ilim dalı ile ilgili bahisleri münakaşa ede-; ilecek derecede bu ilme hakim olduğunu göstermektedir. Nitekim Tef-fir'indeki pek çok açıklamalardan da bunu görmekteyiz.

İmam Kurtubî, fukahânın görüşlerini açıklarken, görüşlerine esas aldık-;in delile de işaret eder. Kimi yerde görüşlerinin esasını teşkil eden Sâri'in buyruğunun "nass" ya da "zahir" türünden olduğuna işaret eder ve "nass"ın hükümlere delâleti daha güçlü olduğundan onu "zâhir"in delâletine tercih e-der. Nitekim el-Bakara, 2/188. âyetinin tefsirinde üçüncü başlığa dair açık­lamalarının [634] buna örnek teşkil ettiğini görmekteyiz.

Hüküm çıkarmakta nasların delâlet şekillerinin bilinmesi kaçınılmaz bir husustur. Bunların en güçlülerinden birisi ise "ibarenin delâleti"dir. Kurtubî'nin birçok âyet-i kerimenin tefsirini yaparken "ibarenin delâleti"ni: "Bu âyet bu­na delildir; bundan şu hüküm (ler) anlaşılmaktadır" gibi ifadelerle açıkça bu­na işaret etmektedir. Bu türden pek çok örnek arasından el-Bakara, 2/233-âyetin tefsirini yaparken sekizinci başlıkta verdiği açıklamaları[635] hatırlata­biliriz.

el-Bakara, 2/282. âyetin otuz sekizinci başlığında "işaretin delâleti"ne dair açıklamalarda bulunmaktadır. [636]

Âl-i İmrân, 3/75. âyetin ikinci başlığında da "Fehva (mefhum) el-Hitab" in lehine delil göstermekte ve esasen bu konunun ilim adamları arasında ol­dukça tartışılan bir fıkıh usûlü konusu olduğuna da işaret etmektedir. [637]

İ. Kurtubî, kıymetli, hacimli ve kapsamlı Tefsir'inde bundan başka daha pekçok Fıkıh Usûlü meselesini, Tefsirin sınırları çerçevesinde ele alır, konu­nun anlaşılması için gerektiği kadarıyla açıklamalarda bulunduktan sonra, da­ha geniş bilgi için ilgili eserlere okuyucuyu havale eder, konunun oralardan izlenmesini tavsiye eder.

Bizim bu çalışmadan amacımız, müfessirimizin ele aldığı bütün bahisle­ri tasnif edip tanıtmak değildir. Amacımız Kurtubî Tefsiri'nin ihtiva ettiği mu­azzam bilgi hazinesine, bu hazinenin muhtevasına -kaba hatlarıyla da olsa-dikkat çekmektir. Bu sebepten ötürü Kurtubî Tefsiri'nin ihtiva ettiği fıkıh usu­lü bahislerine bu kadarcık işaret etmeyi yeterli görüyoruz. Bu hususta birkaç örnek daha görmek isteyenler, Kurtubî Tefsiri üzerinde bildiğimiz kadarıy­la tek bağımsız çalışma olan Dr. el-Kasabî'nin: "el-Kurtubî ve Menhecuhî Fi't-Tefsir: Kurtubî ve Tefsirdeki Metodu" adlı eserinin işaret ettiğimiz ilgili bö­lümüne müracaat etmelidirler.

Kurtubî Tefisirindeki Fıkıh Usûlü bahislerinin nerelerde yer aldığını ve bu konuda Tefsirindeki zengin malzemeyi bir tefsir üslûbu içerisinde mütalaa et­mek isteyenler de, Tefsir'inin yeni yapılan baskısına eklenen fihrist (in-deks)inin ilgili bahsine [638] ve Kurtubî Tefsiri'nin ihtiva ettiği fıkhi bahislere dair hazırlanmış "Keşşaf Tahlilî..." adını taşıyan esere [639] başvurmalıdırlar. [640]

 

II. Zaaflarıyla Kurtubî Tefsiri:

 

Kurtubî Tefsirinin şimdiye kadar açıkça ortaya koymaya çalıştığımız ve ay­rıca sözkonusu etmek imkânını bulamadığımız bunca meziyetine; (müellifi-nin de ilmî yetkinliğine ve ilmî açıdan eleştirilebilecek kusurlardan uzak, oku­yucuların tam bir güvenle yararlanabilecekleri bir eser ortaya koymak arzu­suna rağmen; müellifinin insan olması ve kemal'in yalnızca Allah'a ait olma­sı dolayısıyla, elbette eksik ya da kusurlu yönleri vardır ve bu, tabiî görül­melidir.

Kurtubî Tefsiri'ni incelediğimiz taktirde Tefsiri'nde: Zayıf ve uydurma ri­vayetlere, menşei Kur'ândan önce kendilerine kitap .verilmiş bulunan yahu-di ve hıristiyanlar (Kitap Ehli) olan rivayetler (İsriliyyât)'a rastlamak mümkün­dür.

Bunların ilmî açıdan böyle bir esere gölge düşürdüğü kabul edilmelidir. Ancak kabul edilmesi gereken bir diğer gerçek de, Kurtubî Tefsiri'nde zaaf noktaları teşkil eden bu gibi hususların toplamının, Tefsiri'nin genel hacmi­ne kıyasla oldukça az bir yekûn tuttuğudur.

Diğer yandan, dinî bir mahiyet arz etmeyen bazı hususlarda müfessirimi-zin çağının ilmî etkisi altında kaldığını da görmek mümkündür. Çağındaki bu :ur ilmî görüş ya da nazariyesinin etkisi altında kalmış olması, yaşadığı o dö­nemin bir şahsiyeti olması dolayısıyla elbetteki olumsuz bir eleştiriyi gerek-_rmez. Ancak günümüzde bu gibi kanaat ve nazariyelerin de değişmiş olma-s.ndan ötürü bunlara atıfta bulunmayı da uygun ve gerekli görmekteyiz.

Burada itiraz olarak ileri sürülebilecek tek bir husus şu olabilir: Kur'ân-ı Kerim âyetleri, her zaman için değişmesi imkân dahilinde olan ilmî görüş ve -izariyeler doğrultusunda açıklanmaya ve anlaşılmaya çalışılmamalıdır. ^ankü ilmî nazariyenin değişmesi halinde yapılan açıklamanın da değiştiril-—e ihtiyacı ortaya çıkacaktır.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Kurtubî Tefsiri'ndeki başlıca zaaflar:

a)  Zayıf ve uydurma rivayetler ihtiva etmesi,

b) İsrâiliyyât'a yer vermiş olması,

c) Çağının ilmî etkisi altında kalması şeklinde şıklara ayırmamız mümkün-

Şimdi bazı örneklerle bu şıkları açıklamaya çalışalım: [641]

 

A- Zayıf ve Uydurma Rivayetler:

 

Kurtubî'nin, Tefsiri'nde bol bol hadis zikretmiş olması ve bunları başta Kü-t_c-: Sitte olmak üzere güvenilir kaynaklardan alıp her bir hadisi kaynağı ile : -':kte zikretmiş olması ve bu konuda pek çok müfessire göre daha hassasiyet göstermesi, elbetteki Kurtubî Tefsiri'nin önemli ve kayda değer bir me­ziyetidir. Esasen bunu Tefsiri'nin Mukaddimesinde de kendisi bir görev ola­rak taahhüt etmekte ve şöyle demektedir: "Bu eserde ben, sözleri söyleyen­lerine, hadisleri musannıflarına nisbet etmeyi taahhüt ediyorum... (Çünkü) hadis, onu zikreden önder ilim adamı ve İslâm âlimlerinden güvenilir ünlü kişi kim ise ona nisbet edilmedikçe delil gösterilmeye elverişli değildir..." [642]

İmam Kurtubî, bu taahhüdünü büyük ölçüde yerine getirmiştir. Eğer "muteber olan nadiren görülen değil, çoğunlukla rastlanılandır"[643] şeklin­deki kaideyi buraya uygulayacak olursak, Kurtubî'nin taahhüdünü yerine ge­tirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz, onun bu anlamda taahhüdünü yerine getirmediğini söylemek maksadı gütmeksizin, yer yer bazı zayıf ve uydurma rivayetleri nakletmekten kendisini alamadığına dair örnekler aktarmadan şu­nu da hatırlatalım:

İmam Kurtubî, önüne gelen her bir rivayeti nakledip geçen bir kimse de­ğildir. Özellikle rivayetleri ile ilgili çeşitli ilim adamları tarafından olumlu (ta­dil) ve olumsuz (cerh) kanaatler belirtilmiş ve kendisi de bu türden birile­rinin rivayetlerini kayd etmek gereğini duymuş ise; leh ve aleyhteki görüş­leri nakleder ve kendisini bu rivayeti kayd etmekte haklı kılan kanaatini de ortaya koyar. Meselâ, Âl-i İmrân, 3/18. âyetin tefsirini yaparken 3. başlıkta, Galib el-Kattan'ın bu âyetin faziletine dair naklettiği rivayeti zikretmekte, da­ha sonra da Ğalib'in leh ve aleyhinde söylenmiş sözleri aktarmakta ve arka­sından kendi kanaatini şöylece belirterek bu rivayeti aktarmakta ilmen bir be­is görmediğine işaret etmektedir:

"Derim ki: Buhari ile Müslim'in, onun yoluyla gelen hadisleri eserlerine al­mış olmaları, onun adaleti ve güvenilirliğini ortaya koymak için yeterlidir"[644]

Kurtubî, kimi yerde naklettiği hadis ya da rivayetin sahih olmayıp zayıf olduğuna da bizzat işaret eder ve bu konuda okuyucunun dikkatini çekme­yi ihmal etmez. Bu türden rivayetleri kaydetmeye ise -büyük bir ihtimalle-bunlann çeşitli vesilelerde ve ilgili âyetlerin tefsiri yapılırken zikredildikle-rini tespit etmiş olması sebep olmuştur. Meselâ, el-Bakara, 2/255. âyetin tef­sirinde; "Ebû Hureyre'den zikredilen ve Hz. Musa'nın yüce Allah'a uyuyup uyumadığını içinden geçirdiğine dair rivayetin" insanlar tarafından sözkonu-su edildiğini belirterek bu rivayeti nakleder; daha sonra da şunları söyler: "Bu hadis sahih değildir. Aralarında Beyhakî'nin de bulunduğu birden fazla ki­şi hadisin zayıf olduğunu açıkça ifade etmişlerdir." [645]

Kurtubî'nin kimi yerde hadisin zayıf ve pek kuvvetli olmadığını kendisi ie kabul etmekle birlikte, anlam ve muhtevası itibariyle sahih hadislere ay­sın olmadığını da belirterek bir bakıma bu gibi rivayetleri anlamları itibariy­le doğru ve yerinde bulduğunu da ifade eder. [646]

Kurtubî, kimi yerde sıhhati belirsiz olmakla birlikte, gereksiz ve aleyhin­de herhangi bir ifade kullanmadan bazı rivayetler de kayd etmektedir:

el-Mehdevî'den naklen Hz. Nuh'un gemisinin evsafına dair naklettiği bil­iler ile daha sonra el-Kelbî'ye atfen en-Nakkâş'tan yaptığı nakiller[647] ile İbn Abbas'tan (temrîd sigası olarak bilinen ve adem-i sıhhate alâmet bir ifade olan) "rjviye = rivayet olundu ki..." diye naklettiği ve Hz. Nuh tufanı sırasında bir :^kım hayvanların yaratılışına dair yaptığı nakil [648] bu kabildendir.

Bir başka yerde Firavun'un sihirbazlarının sayısından ve onların Mısır'ın ingi bölgelerinden geldiklerine dair bilgiler vermektedir. [649] Oysa bu rdgilerin sıhhati belli olmadığı gibi, bunların bilinmesinin ilgili Kur'ânî buy---ikların anlaşılmasında da olumlu herhangi bir katkılarından söz edilemez.

Kurtubî'nin, hakkında sahih naslara dayalı olmaksızın kanaat belirtmemek şereken gaybî hususlardan olan göklerin ve sair mükevvenâtın yaratılışı ile ıgîli sıhhati belli olmayan ve aynı şekilde Kur'ânî buyrukların anlaşılmasın-ra olumlu bir katkılarından söz edilemeyen, dolayısıyla gerekli olmayan bir mam bilgiler verdiğini de görüyoruz. [650]

Yine İmam Kurtubî'nin temrîd sigası olup (yerine göre rivayetin zayıf ya ü uydurma olduğuna delalet eden) meçhul kip ile "yü'seru = nakledilir ki..." odesini başa alıp es-Sa'lebî ve başkaları tarafından zikredildiğini belirtiği ve —jercimek yemeyi teşvik eden" bir hadis naklettiğini görüyoruz. [651]

Oysa bu hadisin uydurma olduğu belirtildiği gibi[652] esasen es-Sa'lebî'nin x Tefsirinde pek çok uydurma ve zayıf rivayetleri naklettiği ilim adamların­ca açıkça ifade edilmiştir. [653]

imam Kurtubî bu gibi rivayetleri -ki Tefsiri'nin genel hacmine göre pek az bir yekûn tuttuklarını tekrar belirtelim- sahiplerine atf ederek zikretmek suretiyle taahhüdünü yerine getirmiş olarak değerlendirilebilir ve bundan do­layı bu tür rivayetleri kayd etmiş olması müsamaha ile karşılanabilir. Ancak yine de böyle kıymetli bir tefsirde -önemsiz görülebilse bile- bu tür gölge dü­şürücü bir zaafın bulunmaması elbette "Tefsir'inin rivayetlerinin sağlamlığı" şeklindeki bir meziyeti daha mükemmel bir nitelik arz ederdi. [654]

 

B. Kurtubî Tefsiri'nde İsrâiliyyât:

 

"İsrâiliyyât" terimi "isrâiliyye" kelimesinin çoğuludur. Kelime, İsrâilî bir kay­naktan aktarılan kıssa veya olay demek olup, İsrail de Hz. Ya'kub'un laka­bıdır. Tefsir usulü ve tarihi ile ilgilenenler "İsrâiliyyât" kelimesinin terimsel olarak çerçevesini şöylece tesbit ederler: "Kelime her ne kadar tefsire girmiş yahudi kültürünü ifade ediyorsa da, İslâm'a ve özellikle tefsire girmiş olan yahudi, hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntıları, dinin gerek lehine, gerek aleyhine uydurulup Hz. Peygamber'e ve sahabe ile daha sonra gelen nesillere izafe edilen her türlü haber, İsrâiliyyât kelimesinin kapsamına gi­rer." [655]

İmam Kurtubî, -muhtemelen es-Sa'lebî gibi- bazı kaynaklarının da etkisi ile Tefsiri'nde yer yer "İsrâiliyyât" kapsamına giren rivayetleri kaydetmiş bu­lunmaktadır. Bu tür İsrâilî rivayetleri çoğu kere tenkid edip çürütmekle bir­likte; [656] kimi rivayetleri nakleder ve onlara dair herhangi bir eleştiride da­hi bulunmaz, red ve kabullerine dair herhangi bir açıklama yapmaz.

Red edip çürüttüğü rivayetleri dahi nakletmemiş olması elbette daha iyi olurdu. Ancak reddetmekle birlikte naklettiği rivayetlerden ötürü onu tenkit etmek pek yerinde görülmeyebilir. O bakımdan biz burada bu tür nakilleri­ne örnek olmak üzere -açıklamaları kısa tutmak amacıyla- dipnotta işaret et­mekle yetindik. Burada da İsrâiliyyattan oldukları açıkça anlaşılmakla birlik­te, herhangi bir eleştiriye tabi tutmayıp red etmediği rivayetlerine bazı örnek­ler vereceğiz.

Kurtubî, el-Mâide, 5/21 ve 22. âyetlerin tefsirini yaparken önce âyetlerde sözü edilen "zorba kavmin" sonra da aralarında bulunan 'Uc b. el-A'nek adın­daki birisinin niteliklerine ve boy-poslarına dair olur olmaz, hayale sığmaz is-railiyyat oldukları açıkça ortada olan rivayetleri zikretmekte; bu rivayetleri İbn Ishâk, Taberî ve Mekkî gibi ilim adamlarının naklettiğini belirtmekten başka bu rivayetleri red ettiğini gösteren herhangi bir ifade eklememektedir. [657]

Halbuki İbn Kesir bu rivayetleri naklettikten sonra bunların sahih olma­dıklarını ve İsrail oğullarının uydurmalarından olduklarını açıkça ifade etmek-:edir. [658]

Yine müfessirimizin Hz. Yusuf'un kıssasının çeşitli yerlerinde sağlam bir senedi olmayan rivayetleri zikretmesinin yanında özellikle Yusuf, 12/24. lyetin tefsirinde söz konusu ettiği rivayetlerin [659] peygamberlerin "ismet sı­ratı" ile bağdaşır bir tarafı bulunmamaktadır. Oysa Fahruddin er-Râzî gibi mü-ressirler bu gibi rivayet ve iddiaları uzun uzadıya red edip çürütmüş bulu­nuyorlar. [660]

Son olarak merhum müfessirimizin Arş'ı taşımakla görevli ve "Hamele-i Arş" olarak bilinen meleklerin vasıfları ile ilgili olarak naklettiği rivayetin de, Arşın yaratıldığı maddenin mahiyeti ile ilgili açıklamalarının [661] da bu kabilden asılsız rivayetler olduğunu belirtelim.

Merhum Kurtubî'ye bir müfessir olarak duyduğumuz hürmet ve takdir his-enmize rağmen, bu gibi aslı olmayan rivayetleri -az bir yekûn tutsalar da - Tefsirine alıp bunları -başka yerlerdeki az önce işaret ettiğimiz diğer rivayetler gibi- ilmî bir tenkide tabi tutmamış olmasını, Tefsirinin kıymetini kıs-raen de olsa düşüren, gölgeleyen bir kusur olarak mütalaa ediyoruz. [662]

 

C. Çağının İlmî Etkisi Altında Kalması:

 

Kendisini İmam Kurtubî'nin çağında farz eden bir kimsenin, Tefsiri'nin za-irLînnı ele alırken böyle bir başlık açması mantıki olarak açıklanamaz. Çün-tû bundan daha tabii birşey yoktur. Belli bir çağın içinde yaşayan her bir il­in adamı, çağında kabul gören ilmî görüş ve nazariyelerden elbetteki etkilenecektir. İmam Kurtubî de çağında geçerli kabul edilen ilmî görüş ve na­zariyelerin etkisi altında kalmıştır ve bu, onun eserlerine daha özel bir tabir­le Tefsirine de yansımıştır.

Herkesin çağının ilmi hayatının etkisi altında kalması tabii olmasına rağ­men, Kurtubî Tefsiri'nin zaafları arasında onun çağının ilmi etkisi altında kal­dığını saymamızın sebebi de şudur: O zamanlar için doğru kabul edilen ba­zı hususların günümüzde doğru olmadıkları ispatlanmış olanları olabildiği gi­bi; o dönemlerde geçerli olan bir takım kanaatler günümüzde doğru görül­meyebilir ya da ilmi açıdan onlara itibar edilmeyebilir. İşte bu gibi hususla­rın etkisi altında kalmaksızın zaaf olarak kabul edilmesi görecelidir. Yani Kur­tubî'nin çağındaki ilmi ortama nisbetle bunlardan etkilenmek, zaaf olarak de-ğerlendirilmeyebilir. Ancak günümüz şartlarında yaşayan bir kimse için ay­nı kanaatlere sahip olmak belki bir zaaf olarak görülebilir.

Ayrıca şu hususu da hatırlatalım: Günümüzde de doğru kabul edilen ya da aksi ispatlanamadığı için doğru olmaları ihtimali yüksek sayılan pek çok kanaat ya da bilimsel ve hatta deneysel yargının, yarın değişebilmesi ihtimal dahilinde kabul edilmektedir. Dolayısıyla günümüzde doğru kabul edilen bir takım yargılardan hareketle, bizim burada Kurtubî'nin zaafları arasında sa­yacağımız bazı hususlar ile ilgili kabuller, bizim bu kabullerimize esas teş­kil eden yargılarımızın değişmesi dolayısıyla değişebilir. Buna göre aşağıda "Kurtubî Tefsirindeki Zaaflar" olarak sıralayacağımız hususlar, Kurtubî, çağın­da da büyük bir ihtimalle zaaf değildi; muhtemelen gelecekte de -kısmen de olsa- zaaf olarak görülemeyebilecektir. Bunların zaaf olarak sayılmaları bi­ze göre ve çağımıza nisbetledir.

Bu türden tespit ettiğimiz hususların fazla bir yekûn tutmadıklarını belir­terek; Kurtubî Tefsiri'ndeki bu "göreceli zaafları" ömeklertdirmeye çalışalım:

İmam Kurtubî, er-Ra'd, 13/3- âyet-i kerimesinde yer alan: "O, yeri uzatıp döşeyendir..." bölümü ile ilgili açıklamalarda bulunurken şunları söylemek­tedir: "Bu âyet-i kerimede arzın küresel olduğunu iddia edenlerin görüşlerine red vardır... Müslümanların ve Kitap Ehli'nin kabul ettikleri kanaat ise arzın yerinde durduğu, hareket etmediği ve yayılıp döşendiği şeklindedir." [663]

Müfessirimiz aynı kanaatine bir başka yerde de işaret etmekte ve naklet­tiğimiz bu ibarelere atıfta bulunmakta ve bu arada ayrıca en-Nâziât, 79/30. âyet-i kerimesi ile ez-Zâriyât, 51/48. âyet-i kerimesini de delil göstermekte, bunların ayın şeklinin küresel olduğunu ileri sürenlerin kanâatini red ettiği­ni bir daha ifade etmektedir. [664]

Müfessirimiz görüldüğü gibi müslümanların hep bu kanaate sahip oldukları izlenimini veren bir ifade kullanmaktadır. Oysa -o dönemlerde- müslü-manlar arasında bu kanaate sahip olanların yanında, farklı kanaatlere sahip olanları ve bu kanaatlerini naklî ve aklî delillerle destekleyenler de pek çok­tu. [665]İmam Kurtubî'nin çağdaşı sayılabilecek İmam Fahruddin er-Razî (v. Şevval 606/Mart 1210), arzın küresel olmayıp düz bir satıh halinde olduğu­nu söyleyenlerin kanaatlerine ve en-Nâziât, 79/30. âyetini de delil gösterdik­lerine işaret ettikten sonra: "Delillerle yerin küresel şekilde olduğu ispat edil­diğine göre, bu konuda delile rağmen tartışmak nasıl mümkün olabilir?" di­yerek, küresel olduğunu delillerle ortaya koyar. [666]

O halde bu konuda sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Yerin şekli ile ilgili olarak o dönemlerde İslâm Dünyasında farklı görüşler vardı ve bu görüşlerin her birisinin çeşitli kesimlerden taraftarları vardı. İmam Kur-tubî de bir müfessir olarak ilgili âyetlerin lafızlarına uygun bulduğu kanaati desteklemiştir.

İmam Kuıtubî, Tefsirinin bir başka yerinde zayıf bir görüş olduğuna da [667] işaret ederek: "Hamam, hamam otu, değirmenler, şişeler (de saklanan ilaç­lar) ve sabun, şeytanların çıkardıkları şeylerdendir" [668] demektedir.

Müfessirimiz bunları şeytanların Hz. Süleyman'ın emrine verilmiş olduk­larını anlatan âyetin tefsirinde zikretmektedir. Bu gibi faydalı şeylerin, Hz. Sü­leyman'ın emrine verilmiş şeytanların yaptıkları çeşitli iş ve hizmetleri ara­sında bulunduklarına işaret etmektedir. Bu ifadesinden bunları kötü ve şey­tanî şeyler olarak gördüğü anlamı çıkartılmamalıdır. Bununla birlikte sağlam bir delile dayandırılamayan bu gibi ifadelerin "tefsir" olarak zikredilmeleri­nin kolay kolay benimsenebilecek bir tarafını göremiyoruz.

İmam Kurtubî'nin Tefsir esnasında gereği olmayan bir takım açıklamala­ra giriştiği, n2i) bazan da yapması gereken açıklamaları -her nedense- yap­mayıp ihmal ettiği de görülmektedir. [669]

Ancak bu tür zaaflardan ayrıca bir başlık altında söz etmeyi gerektirecek kadar bir yekûnlarını tespit edemediğimizden burada buna işaretle yetiniyo­ruz. [670]

 

Altıncı Bölüm

 

KURTUBÎ TEFSİRİNİN TESİRİ

 

Kısaca "Kurtubî Tefsiri" diye meşhur olan İmam Kurtubî'nin "el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân" adını verdiği tefsiri, hiç şüphesiz yazıldığı günden beri üm­metin çokça istifade ettiği bir tefsirdir. Bunu bu tefsir ile ilgili olarak daha son­ra yetişmiş ilim adamlarının Kurtubî Tefsiri hakkında söylediklerinden ve bu Tefsir'den çeşitli vesilelerde nakillerde bulunanların çokluğundan anlıyoruz.

Bu bölümde, çeşitli ilim adamlarının Kurtubî Tefsiri'ne dair söyledikleri­nin bir kısmını bir "giriş" mahiyetinde arzettikten sonra, Kurtubî Tefsiri'nden etkilenmiş ya da çeşitli vesilelerle nakillerde bulunmuş müfessirlerin tefsir­lerinden örnekler vereceğiz. [671]

 

I. Kurtubî ve Tefsiri Hakkında Değerlendirmeler:

 

İmam Kurtubî, kendi Tefsiri hakkında şunları söylemektedir: "... Allah'ın Kitabı, bütün şer'î ilimleri ihtiva ettiğinden... ömrüm boyunca onunla meş­gul olmayı, bütün gücümü bu uğurda harcamayı uygun buldum. Bu bakım­dan tefsir, lügat, i'rab ve kıraatlere dair bir takım incelikleri, dalalet ve sapık­lık ehli kimselerin görüşlerini reddi, sözünü edeceğimiz ahkâm ve âyetlerin nüzulüne delil olarak bir takım hadisleri ihtiva eden özlü bir açıklama yaz­mak istedim...

"Bu kitapta uymayı taahhüt ettiğim şartlara gelince; her bir sözü söyleye­nine, hadisleri de musannıflanna izafe etmek... Tefsircilerin anlattıkları kıs­saların, tarihçilerin naklettikleri haberlerin -açıklama için kaçınılmaz olanla­rı dışında- birçoğunu nakletmemek... Bunların yerine ahkâm âyetlerini, -an­lamlarına açıklık kazandıracak, öğrenciye muktezâsını gösterecek şekilde-açıklama yolunu seçtim..." [672]

Kurtubî Tefsiri üzerinde çalışma yapmış ya da incelemiş olanlar Kurtubî'nin bu taahhüdünü yerine getirdiğini açıkça ifade etmişlerdir. Şimdi gerek bu an­lama gelen, gerekse Kurtubî Tefsiri'nin önemine ve ilmî değerine işarette bu­lunan çeşitli ilim adamlarının kanaatlerini sıralayalım:

Tarihu'l-İslâm, Tezhibu't-Tehzîb, Tabakâtu'l-Huffâz, Mîzânu'l-İ'tidâl gibi birçok ölümsüz eserin sahibi Ebû Abdillah Muhammed ez-Zehebî, (748/1348) Kurtubî Tefsiri hakkında Tarihu'l-İslâm'da şunları söylemekte­dir: "Şerefi oldukça yüksek olan bu muazzam tefsir için kafilelerle yolculuk yapmaya değer. Bu tefsir kendi alanında kâmildir." [673]

İbn Ferhûn (799/1397), Malikî Mezhebinin ileri gelen ilim adamlarının hal tercümelerini konu alan ed-Dibâc adlı eserinde şunları söylemektedir: "Kurtubî, "Câmiu'l-Ahkâm..." adını verdiği oniki ciltlik büyük bir Kur'ân Tefsiri tasnif etmiştir. Tefsirlerin en değerlilerinden, en faydahlarındandır. Bu tefsirine kıssaları ve tarihî hikâyeleri almamış, onların yerine Kur'ân ahkâmı­nı, delillerin istinbatını, kıraate dair açıklamaları, i'râba, nâsih-mensûh'a da­ir bilgileri zikretmiştir." [674]

Ünlü tarihçi İbn Haldun (808/1406), Mukaddime'sinde Kurtubî Tefsi-ri'ni şöylece değerlendirmektedir: "İnsanlar tahkik ve temhise (bilgi ve riva­yetleri iyice tetkikten geçirmeye) dönüp Mağrib'de müteahhirînden İbn Atiyye gelip bütün bu tefsirleri (yani rivayet tefsirlerini) özetledi, doğruya da­ha yakın olanlarını araştırıp bunları Mağrib ve Endülüs halkı arasında elden ele dolaşan usulü güzel bir tefsir telif etti. Bu hususta Kurtubî de doğuda şöh­ret bulmuş bir başka eserde aynı yol ve üslûpta bir tefsir ile onun izinden git-ti." [675]

Celaluddin es-Suyutî'nin öğrencilerinden Şemsu'd-Din ed-Dâvûdî (945/1539), "Tabakatu'l-Müfessirîn" adlı eserinde Kurtubî ve Tefsiri hakkın­da diyor ki: "Kurtubî kendisi dolayısıyla kafilelerle yolculuk yapılmaya de­ğer meşhur Tefsirin müellifidir. Allah'ın salih kullarından, dünyaya karşı zahid, verâ sahibi, arif alimlerdendi... Zamanı yüce Allah'a teveccüh, ibadet ve tasnif ile mamur idi. Kur'ân Tefsirine dair onbeş ciltlik bir kitap telif et­miştir... Bu tefsiri en değerli ve en faydalı tefsirlerdendir." [676] Daha sonra o da tefsirine ne tür bilgileri alıp neleri almamaya dikkat gösterdiğine dair açık­lamalarda bulunarak, diğer eserlerine dair bilgiler verir.

İbnu'1-İmâd (1089/1679) da müfessirimizin ilmî şahsiyeti ve tefsiri ile il­gili olarak şu değerlendirmede bulunmaktadır: "İmam Ebû Abdullah el-Kur-tubî de bu yılda (H. 671) veefat etmiştir. et-Tezkire ve el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân adlı eserlerin sahibidir o. Bu tefsirinde selefin bütün mezhepleri (görüşleri)ni nakletmektedir. Bu tefsirinin faydaları ne kadar da çoktur! Kendisi hadisin ihtiva ettiği manaları ortaya çıkartan dalgıçlardan önder bir ilim adamı idi. Tasnifi güzel, nakli oldukça iyi idi." [677]

Merhum Ö. Nasuhi Bilmen de müfessirleri tanıtmak maksadıyla telif et­tiği eserinde İmam Kurtubî ve Tefsiri hakkında şunları söylemektedir: "Ebû Abdullah el-Kurtubî, Endülüs'te yetişen yüksek alimlerden biridir... Tefsirde, hadiste, hilâfiyyâtta (mezhebler arası görüş ayrılıkları ilminde) mütebahhir (derya) idi... Bu büyük müfessir, tefsirinde rivayet tarikına itina etmiş, dira­yet itibariyle de muvaffakiyet göstermiştir... Bu tefsir lisaniyata, fıkhı ahkâ­ma, hilafiyata, muhaddislerin cerh ve ta'diline dair birçok tafsilâtı cami'dir."[678]

Tespit edebildiğimiz kadarıyla İmam Kurtubî hakkında yapılmış bağımsız ve kapsamlı bir çalışmanın ilk ve tek müellifi Dr. el-Kasabî de Kurtubî Tef­siri hakkında şu değerlendirmede bulunmaktadır:

"Kurtubî'de benim takdirimi celb eden şudur: O, Tefsirinde ne vakit ilmî bir meseleyi ele alsa, bir konuyu araştırsa ya da bir hususu tartışsa, mutla­ka bunların hepsini çok güzel ve eksiksiz bitirmiş olduğunu gördüm. Onun ele aldığı meseleleri, araştırmaları ve tartışmaları -çoğunlukla- Tefsirinde usan­dıracak kadar geniş parantezler açacak kadar ileriye götürmemiştir. Aksine bu açıklamaları Kur'ân lafızlarını açıkça anlamak, anlamlarını iyice bilmek is­teyenin yolunu aydınlatacak türdendir..." [679]

Esasen bu doğrultuda daha pek çok ilim adamının takdirkâr mütalaaları­nı aktarmak mümkün olmakla birlikte, biz bu kadarını yeterli görmekteyiz. [680]

 

II. Kurtubî Tefsiri Üzerinde Yapılan Çalışmalar:

 

Kurtubî'nin yetiştiği dönemin ilmî hayatının genel çizgileriyle bir değer­lendirmesini yapacak olursak, kısaca şunları söyleyebiliriz:

Kurtubî'nin yaşadığı asır olan hicrî yedinci asır, İslâmî ilimlerin en olgun ve en ileri seviyesine ulaştığı bir dönem olarak görülebilir. Çünkü bu döne­me kadar bütün İslâmî ilimler çoktan tedvin edilmiş, irili ufaklı çeşitli hacim­lerde olmak üzere, özel ve genel bütün konularda pek çok ve türlü çeşitli tas­nifler yapılmış; hatta şerhler, haşiyeler, zeyller, telhîsler (kısaltmalar) ile il­me pek az istisnalar ile yeni birşey katılmamıştır.

İşte Kurtubî, İslâmî ilimlerin olgunluk devrini bile çoktan tamamlamış ol­duğu bir dönemde eserlerini ve bu arada Tefsiri'ni telif etmiştir. O bakımdan elinin altında ihtiyaç duyduğu her alanda zengin bir kaynaklar yekûnu bu­labilmiş ve bunlardan da, tam bir ehliyet ile mükemmel bir şekilde istifade edebilmiştir. Kaynaklarına dair yaptığımız açıklamalarda bu hususa bir de­receye kadar da olsa, açıklık kazandırmaya gayret etmiş idik.

Kurtubî Tefsiri üzerinde yazıldığı dönemden itibaren yapılmış ilk çalışma muhtemelen Siracuddin Ömer b. Ali el-Mulakkin eş-Şâfiî (804/1401) nin [681] ihtisarıdır. [682] Adından da anlaşıldığı gibi Kurtubî Tefsiri'nin kısaltması olan bu eserin mahiyetini ve Kurtubî Tefsiri ile mukayese ederek ihtisarının bo­yutlarını, şekil ve tekniğini tespit etmek, ayrı bir çalışma konusudur.

Dr. el-Kasabî Mahmud Zelat tarafından yapılmış ve Kahire'de Daru'1-En-sar tarafından 1399/1979 yılında basılmış -ve bu çalışmada bizim de çokça yararlandığımız- "el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir" unvanlı doktora tezi, Kurtubî ve Tefsiri üzerinde bildiğimiz bağımsız ikinci çalışmadır.

Bunun dışında tarihçiler (Zehebî, İbn Ferhûn, İbnu'1-İmâd gibi), olsun tef­sir ve tefsir tarihi bilginleri ve araştırıcıları (ed-Dâvûdî, Dr. Muhammed el-Huseyn ez-Zehebî, Mustafa İbrahim, Ö.N. Bilmen gibi) olsun, eserlerinin hacim­leriyle mütenasip bir şekilde Kurtubî'ye ve Tefsiri'ne yer vermişlerdir.

Kurtubî Tefsirinin müslümanların hizmetine basılı olarak sunulması ise an­cak 195O'li yılların başından itibaren mümkün olabilmiştir. 1952 yılında ilk cildi neşredilen Kurtubî Tefsiri, hepsi de Mısır'ın çeşitli kütüphanelerinde yer alan -ve II. ciltten itibaren cilt baskısına esas teşkil eden yazma nüshaların tanıtıldığı- müteaaddit nüshalar esas alınarak baskıya hazırlanmış ve sırasıy­la Ahmed Abdulhalim el-Bârudî (I ve II. ciltler), Ebû İshak İbrahim Atfay-yiş (III-XIII. ciltler arası), Ahmed Abdulhalim el-Bendûnî (XIV-XVIII. ciltler arası) ve Mustafa es-Saka (XIX, XX. ciltler) tarafından tahkik, âyetler tahric ve değişik oranlarda ek bazı tamamlayıcı bilgiler eklenerek, 1965 yılında 20 cildin baskısı tamamlanmıştır. Daha sonra bu baskının tıpkı bısımı Dâru'1-Fikr tarafından Lübnan, 1407/1987 yılında yapılıp buna bir de hadislerin başta-rafları esas alınarak bir fihristi, şiirler, özel isimler, kabileler, halklar, yerler... gibi fihristler (indexler) den oluşan XXI. ve XXII. ciltler ilavesiyle daha ko­lay yararlanılır bir hale getirilmiştir.

Bu baskı daha sonra, tahkik ve notlar bölümü kaldırılarak, âyet tahriçle-ri hemen âyetlerin akabinde yapılmak ve ilk baskının sahife numaraları, sa-hife kenarlarına kaydedilmek suretiyle, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye tarafından (Beyrut, 1408/1985'de) yeniden bir dizgi ile cilde cilt denk gelecek şekilde yani yine yirmi cilt olarak (iki cildi de index ilavesiyle yirmi iki cilt halin­de) fakat her iki cilt bir arada ciltlenmiş olarak basıldı.

Yine ilk baskı esas alınarak 1414/1994'te Kahire, Dâru'l-Hadis yayınevi ta­rafından yapılan son baskıya gelince;

Bu baskının baştarafında belirtildiğine göre; Kahire Şeriat ve Hukuk Fa­kültesi Fıkıh Usulü profesörlerinden Dr. Muhammed İbrahim el-Hafnâvî, me­tin kontrolünü, okunması zor isim ve kelimelerin zabtını yapmış, notlar eklemistir. Tanta Şeriat ve Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Mahmud Hâmid Osman da hadislerin tahricini yapmıştır.

Bu baskının da XXI ve XXII. ciltleri Fihristlere ayrılmış olup XXI. ciltte Kur-tubî'de geçen hadislerin baştarafları esas alınarak alfabetik bir fihristi, özel isimler fihristi; XXII. ciltte de dinler, kabileler, şiirler fihristi ile; ilmî ve fık­hı konuları kapsayan bir konu fihristi yer almaktadır. Bu fihristleri ise Sey-yid İbrahim Sadık ile Muhammed Ali Abdulkadir hazırlamışlardır.

Son olarak Kurtubî üzerinde yapılmış bağımsız bir fihrist çalışmasına değinelim:

"Keşşaf Tahlîlî li'1-Mesâili'l-Fıkhiyye fî Tefsiri'l-Kurtubî" adını taşıyan bu çalışma, Taif, 1408/1988 yılında Mektebetu's-Sıddîk tarafından neşredilmiş olup, Meşhur Hasan Selman ve Cemal Abdullatif ed-Dusûkî tarafından müş­tereken hazırlanmıştır. Birinci bölümünde Kurtubî'nin şahsiyeti, Tefsiri'nden hareketle ortaya konulmaya çalışılmış, daha sonar da: Kur'ân-ı Kerim, ilim, ilkeler, farklar... gibi başlıklar altında alt başlıklar açılılıp yerleri cilt ve sahife verilerek gösterilmiştir. Daha sonra "Usulü Fıkıh", arkasından da diğer fıkhî bahisler tasnife tabi tutulup aynı yolla yerleri gösterilmiştir. Bun­ların sonunda da konu başlığı teşkil eden fıkhî terimler alfabetik sıra ile "Keş­şaf" içinde hangi sahifede yer aldıkları gösterilerek, bu bölümler daha kul-lanılışlı bir hale getirilmiştir. En sonda da bütün fihristlerin kitaptaki sıraya göre yerleri sahife numarası belirtilerek gösterilmiştir.

Az önce sözünü ettiğimiz Daru'l-Hadis baskısındaki konu fihristlerinin büyük bir ölçüde bu Keşşaftan yararlanılarak hazırlandığını anlamak çok kolaydır. [683]

 

III. Kurtubî ve Tefsiri'nin Tesiri:

 

Kaynaklarını belli bir takım ilmî esas ve ölçülere göre tespit eden, bu kay­naklardan bilinçli bir şekilde yararlanarak bunlardan süzdüğü özlü bilgileri Tefsiri'nde yerli yerince aktaran, taassuptan uzak bir zihniyetle konuları il­mi çerçevede mütalaa ederek, yeri geldikçe de ilmî esaslara göre kanaat ve muhakemelerini ortaya koyan İmam Kurtubî'nin ve Tefsiri'nin, kendisinden sonraki ilim adamlarını ve eserlerini etkilemesi tabii bir olaydır.

Bu başlık altında İmam Kurtubî'nin ve Tefsiri'nin kendisinden sonraki müfessir ve tefsirlerin bir kısmına etkisini ele alacağız. Kurtubî'nin müfessir Dİmayan ya da tefsiri de bulunmakla birlikte başka eserlerinde Kurtubî'nin ".efsiri'nden ya da başka eserlerinden etkilenenleri sözkonusu etmeyeceğimiz gibi, Kurtubî'nin Tefsiri'nden etkilenmiş müfessir ve tefsirlerinin tümünü de ele alamayacağız. Kurtubî'den ve Tefsiri'nden etkilenmiş tefsirler arasından ::: kaçına işarette bulunmakla yetineceğiz. [684]

 

A- İbn Kesir:

 

İmam Kurtubî'den ve Tefsir'inden etkilenenlerden birisi -muhtemelen de ilki- Hafız İbn Kesir (774/1363) dir. İbn Kesir, müfessirimizden etkilenmiş ve onun tefsirinden nakillerde bulunmuştur. Bunlara bazı örnekler verelim:

İmam İbn Kesir, el-Bakara, 2/62. âyetin tefsirini yaparken, âyette sözü edilen Sabitlere dair hükümleri beyan etmek sadedinde İmam Kurtubî'nin Mücahid, Hasan ve Ebî Necîh'ten naklettiği görüşleri nakleder; ayrıca Kur­tubî'nin Sâbiîlerle ilgili olarak ilim adamlarının serdetmiş olduğu ilmî kanaatin hülâsasını 'da aktarır. [685]

Bir başka yerde İbn Kesir, el-Bakara 2/102. âyeti tefsir ederken yine Kurtubî'den Hârût ile Mârufun iki melek değil, iki şeytan olduklarına dair açıklamaları, aynen naklettiğini görüyoruz. [686]

Bununla birlikte İbn Kesir, bazan Kurtubî'nin kanaatleri ile ilgili farklı mülahazalarda da bulunur. Meselâ, el-Bakara, 2/30. âyetin tefsirini yaparken, İbn Kesir, Kurtubî'nin âyet-i kerimede sözü edilen Âdem'in İbn Mes'ud, İbn Abbâs ve bütün tefsir alimlerine göre beşeriyyetin ilk atası Âdem (a.s) olduğunu belirttiğini zikreder ve akabinde: "Bütün tefsir alimlerine göre" böy­le olduğu iddiasının tartışılır olduğunu belirterek, farklı görüşleri er-Razî'nin ve başkalarının naklettiğini kaydeder. [687]

Bir başka yerde de İbn Kesir, Kurtubî'nin Muhammed b. Ka'b'dan naklet­tiği görüşü Kurtubî'ye nisbet ederek aynen nakletmektedir. [688]

Bununla birlikte İbn Kesir, İmam Kurtubî'nin Tefsiri dışındaki eserlerin­den -özellikle et-Tezkire'den- de yararlandığını ve onun kanaatlerini benim­ser bir üslûpla ona atıflarda bulunduğunu da görüyoruz. [689]

 

B- el-Cemel:

 

Tefsir olarak kısa ve özlü açıklamalarıyla tefsirler arasında özel bir yeri bu­lunan ve Celâlüddin el-Mahallî (864/1460) ile Celâluddin es-Suyutî (911/1505) tarafından telif edildiği için -iki Celâluddin'in Tefsiri anlamında- "Celâleyn Tef­siri" diye meşhur olan kıymetli tefsirin yer yer muğlak ve açıklanmaya muhtaç yerlerini açıklamak maksadıyla, Celâleyn'e bazı haşiyeler yazılmış­tır. Bunlar arasında en meşhurlarından bir tanesi de hiç şüphesiz "el-Cemel" diye meşhur olan Süleyman b. Ömer b. Mansur el-Uceylî (1204/1790) nin, <ısaca "el-Cemel" diye tanınan ve "el-Futûhâtu'l-llâhiyye" adını taşıyan r.aşiyesidir.

el-Cemel, Haşiye'sinde yaptığı nakillerin kaynağına yeri geldikçe işaret et-~_:ştir. Müfessirimizden de özellikle fıkhî ahkâma dair açıklamalarda bulunur-*;en etkilenmiş olduğunu görüyoruz. Meselâ, en-Nûr, 24/31- âyet-i kerimeyi açıklarken, el-Cemel, Kurtubî'nin, zinetine dikkat çekmek maksadıyla kadının "ivaklarını yere vurması" ile ilgili olarak yaptığı açıklamaları aynen naklet-ıç-ni görüyoruz. [690]

Yine el-Cemel, el-Mücadele, 58/11. âyete dair açıklamalarda bulunurken, —escidde kişinin bir başkası vasıtasıyla kendisine yer tutmasını istemesine rı:r müfessirimiz Kurtubî'nin ibaresini aynen aktardığını görüyoruz. [691]

el-Cemel, bazan Kurtubî'den ibareyi lafzıyla değil, manasıyla nakletmek e Kurtubî'ye atıfta bulunmakla yetinir.[692]

el-Cemel kimi zaman Kurtubî'nin -ahkâm ile ilgili olmakla birlikte- naklettiği hadisleri ve bu hadislere dair yaptığı yorum ve açıklamaları da aynen anırmaktadır. [693]

 

C- Şevkânî:

 

Kısaca "Şevkânî" diye meşhur olan çağının en güçlü, muktedir ve çalışkan alimi diye takdim edilen [694] Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî (1350/1758-1834)'nin tefsire dair eseri "Fethu'l-Kadir el-Câmiu Bey­ne Fenneyi'r-Rivâyeti ve'd-Dirâyeti min İlmi't-Tefsir" adını taşımakta ve acımdan da anlaşıldığı gibi, hem rivayete hem dirayete dair tefsir bilgilerini bir arada sunmak amacıyla telif edilmiş bulunmaktadır. Bu maksatla telif edil mis r-ır eserin Kurtubî gibi -bu amacı gerçekleştirmeye büyük ölçüde yardımcı olabilecek nitelikteki bir tefsirden- yararlanmaması elbetteki düşünülemez.

Meselâ, eş-Şevkânî, el-Bakara, 2/4. âyetinde geçen "hidâyet"in anlamına dair Kurtubî'nin de açıklamalarını harfiyyen nakletmektedir. [695]

Yine Şevkâni'nin, Yasın sûresinin Mekkî mi, Medenî mi olduğu hususu ile ilgili olarak Kurtubî'nin de açıklamalarını özellikle kaydettiğini görüyoruz.[696] Rahman sûresinde de aynı şekilde Kurtubî'den konu ile ilgili nakilde bulun­maktadır. [697]

Bunun dışında Şevkânî, rivayetle tefsirde (tefsir bi'1-me'sûr) olsun, fıkhî hükümlerde olsun, nüzul sebeplerine dair verdiği bilgilerde olsun müfes-sirimize çokça itimad etmekte, ondan özellikle nakillerde bulunmaktadır.[698]

 

D- el-Kasimî:

 

Cemaluddin b. Muhammed el-Kasimî (1283-1332/1866-1914) bu asrın başlarında pekçok eser vermiş ve bu arada da "Mehâsinu't-Te'vîl" adını taşıyan bir tefsirin müellifi olan verimli bir İslâm alimidir. Müfessirimiz İmam Kurtubî'den çeşitli hususlarda yararlanmıştır. Burada Mustafa İb­rahim'in, "Medresetu't-Tefsir" adlı eserine (s.870-872) aldığı iki örneği ver­mekle yetiniyoruz.

el-Kasimî'nin Kurtubî'den nakilde bulunduğu hususlardan birisi âyet-i kerimelerdeki lafızların anlamlarını açıklamaya dairdir. Meselâ, el-Kasimî, yüce Allah'ın en-Necm, 53/6. âyetinde yer alan "festevâ" lafzına dair açıklamaları Kurtubî tefsirinden özetleyerek nakletmektedir. [699]

el-Kasimî de İmam Kurtubî'den etkilenen her müfessirde olduğu gibi, ah­kâma dair açıklamalarda da ondan yararlanmakta, nakillerde bulunmak­tadır. Nitekim en-Nisâ, 4/12. âyetin tefsirini yaparken, âyette sözü edilen kar­deşlerin, anne-bir kardeşler olduğunu söylerken, Kurtubî'nin bu husustaki açıklamalarına yer vermektedir. [700]

 

E- eş-Şankitî:

 

Aslen Moritanya'lı olup Hicaz'a yerleşmiş ve orada ilmî faaliyetlerde bu­lunup eserlerinin bir çoğunu orada vermiş bulunan Muhammed el-Emin b. Muhammed el-Muhtar eş-Şankîtî (Zülhicce 1393/Ocak 1974) asrımızın ilim adamlarından olup "Edvâu'l-Beyân fi Îdâhi'l-Kur'ânî bi'l-Kur'ân" adında ve el-Mücadele sûresi'nin sonuna kadar telif ettiği bir tefsiri vardır. Eserde adından da anlaşıldığı gibi, âyetleri âyetlerle açıklamaya oldukça önem verir. Bununla birlikte yeri geldikçe âyetlere dair geniş ve doyurucu açık­lamalarda da bulunur. Merhum müfessir, Kurtubî'den de özellikle ahkâm âyet-erinin tefsirine dair açıklamalar nakleder. Bununla birlikte âyet-i kerimelerin lafızlarına dair açıklamaları naklettiğini de görüyoruz.

Meselâ, Meryem, 19/54-55. âyetlerin tefsirini yaparken, müfessirimiz Kur-r-bfden talep üzerine yapılan hibe va'dinin bağlayıcılığına dair mezhep imanl­arının görüşlerini nakletmekte; arkasından bu hususa dair, kendisi de daha raşka eserlerden de nakillerde bulunarak, muhakemelerini ekleyerek açık-.amalarını sürdürmektedir. [701]

en-Nur, 24/4-5. âyetleri tefsir ederken iftira (kazf) dolayısıyla köleye ver-jecek cezasının miktarına dair Kurtubî'nin açıklamalarını nakletmekte, da-j-ji sonra da bu husustaki görüşleri muhakeme etmektedir. [702]

Tâhâ, 20/105- âyetin tefsirinde de Kurtubî'den naklen nahve dair bir —eşele ile ilgili olarak nakilde bulunmakta; ancak Kurtubî'nin bu açıklaması ıe iigili olarak: "Bu söylediğinin delil (ile desteklenmeğ) e ihtiyacı vardır, doğru bilgi Allah katındadır" demekten başka birşey eklememektedir. [703]

 

F- Elmalılı:

 

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1294/1877 - 27 Mayıs 1942)'ın "Hak Dinî Kur'ân Dili" adını taşıyan kıymetli tefsiri, yayınlandığı tarihten itibaren Türkçe okuyucuların çokça rağbetine mazhar olmuş; ilmî seviyesinin yüksek-bb. yanında daha birçok meziyeti bulunan değerli bir tefsirdir. Elmalılı, îl-rtubî'ye birçok yerde atıfta bulunmakla birlikte, birkaç yerde açıkça işaret ettiği gibi, Kurtubî'den dolaylı olarak yararlanmış görünüyor. [704]

Merhum Elmalılı, Tefsiri'ni telif ederken önüne geleni muhakeme et­meden, ilmî bir süzgeçten geçirmeden gelişigüzel nakleden birisi değildi. Ger-rescen de takdire değer muhakkik bir ilim adamı idi. Bu, Tefsiri'ni mütalaa eoen herkesin rahatlıkla tespit edeceği bir gerçektir. Bunun böyle olması dolayısıyla Kurtubî'den -dolaylı da olsa- nakilde bulunması bizim açımızdan ayrı bir önem taşır. Elmalılı'mn müfessirimizden yaptığı nakillerin mahiyeti bir kaç çeşittir:

1. Bazan Kurtubî'den bir takım lafızların mahiyetine dair açıklamalar nakleder. Zebûrûn, [705] Tûbâ ağacının [706] Tekvîr'in [707] mahiyetine dair Kur-tubî'ye atfen yaptığı açıklamalar böyledir.

2. Bazan herhangi bir hususun tevili ile ilgili olarak Kurtubî'nin kanaati­ni nakleder. et-Tekvîr, 81/4. âyet-i kerimesinde sözü edilen "doğumu yaklaş­mış develerin (işar) başıboş bırakılması" ile ilgili Kurtubî'nin tevilini naklet­mesi buna örnektir. [708]

3. Elmahlı, Müfessirimiz Kurtubî'den bazan Esbâb-ı Nüzûl'a, [709] bazan rivayete istinaden belli bir görüşü tercihe,[710] bazan da bir âyetin pratikteki etkisi ile ilgili tecrübe ile sabit bir hususa [711] dair nakilde bulunur.

Bunlar merhum Elmalılı'nın, Kurtubî Tefsirinden yaptığı nakillere ve bu yolla ondan etkilenmesine dair bir takım örneklerdir. Diğer müfessirlerin et­kilenmelerine dair örnekleri çoğaltmak mümkün olduğu gibi, Elmahlı için de aynı şeyi yapmak mümkündür. Ancak maksat yalnızca Kurtubî'nin ken­disinden sonraki müfessirlere etkisine sadece değinmekten ibaret olduğun­dan bu kadarı ile yetinmek zorundayız. [712]

 

G- Dr. Vehbe ez-Zuhaylî:

 

Prof. Dr. Vehbe ez-Zuhaylî dilimize özellikle "İslâm Fıkhı Ansiklopedisi" adı ile tercüme edilen "el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû" eseri ile tanınır. Pek çok eseri bulunan muhterem müellif, son olarak da "et-Tefsiru'l-Munîr" adını taşıyan tefsirini ilim dünyasına sunmuş bulunmaktadır. Halen hayatta olan muhterem müellif, Şam Üniversitesi İslâm Fıkhı ve Mezhebleri Anabilim dalı kürsü başkanlığını da yapmaktadır.

ez-Zuhaylî'nin, Tefsirini telif ederken çokça yararlandığı belli başlı kay­naklar arasında İmam Kurtubî'nin tefsirinin önemli bir yer tuttuğu rahatlık­la göze çarpmaktadır. Kurtubî tefsiri anılınca akla ilk gelen fıkhî ahkâm ol­makla birlikte, et-Tefsiru'1-Münir'in öne çıkan özelliği fıkhi hükümleri de açık­laması olmasına rağmen, Dr. ez-Zuhaylî başka alanlarda da Kurtubî Tefsirinden yararlanmayı ihmal etmemiştir.

Şimdi Zuhaylî'nin Kurtubî'den hangi alanlarda yararlandığına dair bazı ör­neklere işaret edelim:

1. Dr. Zahaylî, bazan bir lafzın anlamını ya da mahiyetini açıklamak için Kurtubî'den nakilde bulunur. Vahy'in anlamına [713] ve Zebûr'ın mahiyetine[714] dair nakillerinde olduğu gibi. Bu kabilden açıklamalardan sayılabilecek olan İstitâat'ın Cenab-ı Allah hakkında kullanılmasına dair açıklamaları da Zulıaylî, Kurtubî'ye dayanarak yapar.[715]

2. Dr. Zulıaylî, müfessirimiz Kurtubî'ye istinaden hadis naklettiği gibi,[716] âyetlerin nüzul sebeplerini kaydederken de Kurtubî'ye dayandığı yerler var­dır. [717] Bazı kıssaların sebebine dair bilgileri [718] de Kurtubî'ye uyarak zik­rettiğini de görüyoruz.

3. Dr. ez-Zuhaylî, bazan âyetlerin arasını telif hususunda [719] bazan değişik rivayetler arasında tercihte bulunurken Kurtubî'den nakillerde bulunur; [720] kimi zaman Kurtubî'nin tercihlerine katıldığını açıkça ortaya koyar. [721]

4. Dr. ez-Zuhaylî, -belirttiğiniz gibi- özellikle Fıkhî mesele ve ahkâma dair açıklamalarında Kurtubî'den yararlanır. Bu hususa dair verilebilecek örnek­ler gerçekten pek çoktur.[722]

Görülüyor ki İmam Kurtubî, Tefsirini telif ettiği tarihten itibaren, gerek il­im adamları arasında, gerek müellif -müfessirler arasında ve gerekse de halk arasında büyük bir rağbet ve itibar görmüş, ondan çokça yararlanılmış­tır. Bu da elbetteki İmam Kurtubî için ilâhî bir lütuf ve mazhariyyettir. Çün­kü böylelikle onun Tefsiri gerçek bir "sadaka-i câriye" hüviyetine yükselmiş bulunmaktadır.

İmam Kurtubî'nin Tefsiri'nden etkilenen ve yararlanan müfessirler elbet­te bunlardan ibaret değildir. Çünkü Ebu's-Suûd Efendi'den Âlusî'ye, Said Hav­va'dan es-Sâbûnî'ye kadar daha birçok müfessirin Kurtubî'den çokça etkilen­diklerini, ondan istifade ettiklerini, kesinlikle biliyoruz. Bunu, gerek kendi eserlerindeki açık ifadelerinden, gerekse yaptıkları nakillerden öğreniyoruz.

Kurtubî Tefsiri'nin bundan sonra da Kur'ân-ı Kerim ile çeşitli seviyelerde ilgilenen herkese yardımcı olacağına, Tefsirinin -Allah'ın izni ile- daha pek uzun bir süre Kur'ân talebelerine yol göstereceğine inanmakta kişiyi haklı kıla­cak pek çok sebep vardır. İmam Kurtubî'nin bilinen, herkesçe teslim olunan takvası ve ilmî yetkinliği, bu sebepler arasında oldukça önemli bir yer tutar, hiç şüphesiz. [723]

 

Sonuç

 

GENEL BİR DEĞERLENDİRME

 

İmam Kurtubî (9 Şevval 671 / 30 Nisan 1273), siyasal açıdan İslâm Tari-:ü"nin iç açıcı olmayan bir asrında (Hicri 7. asır /Miladi 13. asır) dünyaya gel­miştir.

Bu asırdan itibaren Moğol istilalarının yaraları yavaş yavaş sarılmaya taşlanmıştır. Ancak daha sonraları meydana gelen toparlanmaların sonucu olarak kurulan devletlerin İslâm Tarihi'ni "Asr-ı Saadet" mecrasına akıtmayı gerçekleştirmeleri bir tarafa, hangi oranda böyle bir amacı hedeflendikleri dahi sorgulanabilir

İlmi hayatın siyasal hayata paralel seyrettiği hükmü, İmam Kurtubî'nin as-- olan 7/13- asır için de geçerlidir. Bu dönemlerin ilmi ve siyasi hayatın tah-1: değerlendirmelerini yapmak elbetteki bu çalışmanın sınırlarını çok genişletecekti.

Diğer taraftan böyle bir çalışmanın gerektireceği emek ve çabaya denk ola­rak konumuzun aydınlatılmasına katkı sağlayacağı şüpheli olduğundan, ayrıca bu husus üzerinde durup "Kurtubî'nin yaşadığı asrın ilmi,siyasi arka planını" ana hatlarıyla da olsa netleştirmeyi -kısmen gerekli görmekle birlikte-rccunlu görmedik.

işte müfessirimiz İmam Kurtubî'nin hayatını ve yaşadığı dönemi konu alan rınnci bölümde; yalnızca konumuz açısından ulaşabildiğimiz zorunlu ve bi--nei derecede önemli bilgilerle yetinmemiz bundan dolayıdır.

Bu bölümden; Kurtubî'nin takribi doğum tarihinin; ancak kaynakların ke-srl:kle belirttiği 9 Şevval 1671 / 30 Nisan 1273'ten itibaren normal bir insan zErrû kadar geriye giderek ve eserlerinden tanık olduğunu öğrendiğimiz bazı olayların karineleriyle yaklaşık doğum tarihini, Endülüs'teki ve Mısır'daki hayatını tesbit edebileceğimiz ortaya çıkmıştır.

ikinci bölümde özellikle Tefsirinden hareketle -ve bu hususta diğer kay­ıtlat ve eserlerin de yardımıyla- Kurtubî'nin kendilerinden ilim aldığını tes-:c edebildiğimiz hocalarını kaydettik.

Ancak oğlu Şihabuddin'den başka bir öğrencisinin olduğuna dair kaynak-arr her hangi bir bilgi bulunmadığını gördük.

Bir ilim adamının hoca ve öğrencileri onun ilmi şahsiyeti hakkında elbette dolaylı olarak fikir vericidir. Ancak yeterli değildir.

Bu sebebten Kurtubi’nin Tahsil Hayatı, Ahlaki Şahsiyeti, İtikadi Mezhebi, diğer mezheblere karşı tutumu, Fikri Mezhebi ve ilmi seviyesi, siyasi, sosyal alanlara dair fikirleri, zamanında da türlü bid'atlere bulaşmış kesimleri bu­lunan tasavvufi hayata dair değerlendirmeleri ele alındı. Bütün bunlar da ese­rinden yapılan alıntı ve atıflarla dolaysız bir yolla ortaya konulmaya gayret edildi.

İlmi delillere karşı tutumu da özellikle vurgulanarak, müfessirimizin bü­yük ölçüde ilmi insaftan ayrılmadığı, bu hususta özel bir gayrete sahip oldu­ğu görüldü.

Kurtubî'nin Tefsiri'nde ele aldığı çeşitli konulardan ve zaman zaman kaydettiği bilgilerden, aynı zamanda İslâmî ilimlerden ayrı olarak, çağının çe­şitli ilimlerinden de belli bir seviyede haberdar olduğu görüldü.

"el-Câmî"' li Ahkâmi'l-Kur'an" gibi bir eseri telif etmiş birisinin başka bir takım eserler de telif etmiş olduğunu düşünmek, tabii bir şeydir.

Biz de başta tefsirinden hareketle -bazan hayatı ve eserlerine dair bilgi ve­ren kaynaklarında yardımı ile- Kurtubî'nin eserlerini ve Tefsirinde ismen geç­tikleri yerleri tesbit etmeye gayret ettik. Ancak çok ve ismi geçen eserleri için zikrettiği yerlere yeteri kadar örnek vermek yolunu tercih ettik.

Çoğu eserlerinin tam ve doğru isimlerini de tesbit etmeye çalıştık.

Üçüncü bölümde Kurtubî'nin Tefsirindeki Usulünü özellikle belirginleş­tirmemiz gerekiyordu. Bu bölümde Kurtubî'nin Kur'an-ı Kerim'i, sûre sûre, âyet âyet nasıl bir yol izleyerek Tefsir ettiğini, Tefsiri'nin başında yazdığı Mu-kaddime'sindeki genel ifadelerinden ve bunları fiili uygulamasından hareket­le açıklama yoluna gittik.

Bütün bu hususlara dair çeşitli başlıklar altında yaptığımız açıklamaları, mutlaka Tefsiri'ne atıflar ve Tefsiri'nden örneklendirmeler yoluyla yapma ade­timizi burada da sürdürdük.

Gördük ki müfessirimiz, tefsir yaparken yeri geldikçe, âyetlerden, hadis­ten, sahabe ve tabiinin sözlerinden, ilim adamlarının açıklayıcı görüşlerinden, şiirden, lügattan, sarf ve nahivden, kıraatlerden, siret ve tarihten ve daha pek çok ilimden mükemmel bir şekilde istifade etmiş ve sonunda zamanına ka­dar, Kur'an'a dair yapılmış önemli çalışmanın adeta "bir özeti"ni ortaya koy­muştur.

Faydalandığı bunca ilmî serveti de Kur'an-ı Kerim'in süre ve âyet tertibi esasına göre yeri geldikçe değerlendirmiştir.

Tefsirinde bunca ilmi malzemeden, birikimden belli bir usul çerçevesin­de yararlanan böyle bir müfessirin, Tefsirinde zikretmiş olduğu kaynakların belli bir tasnif içerisinde sunulmasını ve bunlara dair çok özlü dahi olsa ba­zı bilgilerin verilmesini, ilmi ve mantıki bir gereklilik olarak gördüğümüzden; -bu hususta önceden yapılmış el-Kasabi'nin doktora tezinden de yararlanarak- Kurtubî Tefsiri'nin kaynaklarını belli bir tasnife tabi tutarak sunmaya gay­ret ettik.

Bu bölümde de gördük ki; şimdiye kadar Kurtubî'nin kaynaklarına dair verilmiş bilgiler; O'nun kaynaklarının tümünü kapsamıyor. Bizim tesbit et­liğimiz liste de, öncekilere göre daha geniş olmakla -ve ismen az zikredilen­leri dahi kaydetmek amacı güdülmekle birlikte; kaynakların bir kısmının lis­tesi olmaktan öte kabul edilmemelidir.

Beşinci bölümde Kurtubî'nin bir müfessir olarak - buna bağlı olarak Tef­siri'nin-bir takım meziyetlerini açıklamaya çalışırken, sadece önemli olan­larının bir kısmını ön plana çıkarmaya çalıştık.

Kaynaklarını tesbitte, kaynaklardan yaptığı nakillerde hassas davrandığı gibi; değişik görüşlere ve görüş sahiplerine karşı kendisinin kanaat ve yak­ışımı ne olursa olsun "insafı çoğunlukla elden bırakmamış olduğunu gördük.

Bunların dışında kalan çeşitli ilmi açıklamaları ise Tefsirinde izlediği me-:?dun bir uzantısı ya da yansıması olarak, esasen Tefsiri'nin tabii ve karak­teristik özellikleri arasında anılmalıdır.

Müfessirimiz Kurtubî -maalesef- zayıf hatta bazan uydurma rivayetleri nak-etmekten, İsrailiyat türünden bilgiler aktarmaktan da kurtulamamıştır. Ancak çoğu yerde bunlara dikkat de çekmiş, okuyucularını uyarmak istemiştir.

Keşke bunları nakletmese idi, diye temenni edilse bile; Tefsirinin kaba--..< hacmi içerisinde bu tür rivayet ve bilgilerin azlığı da bir teselli sebebi ola--î.< kabul edilebilir.

Çalışmamızın altıncı bölümünde Kurtubî Tefsiri'nin Tesiri'ne dair aydın-ı::cı bazı bilgiler ortaya koymaya çalıştık.

Katip Çelebi'nin Keşfu'z-Zunûn (534/1155)da belirtildiğine göre Siracud--_r. el-Mulakkim (804/1401) Kurtubî Tefsiri'ni ihtisar etmiştir.

Diğer çalışmalar ile Tefsiri'nin neşrine dair bilgiler yanında Kurtubî'nin, -raşka Tefsiri vasıtasıyla olmak üzere- İbn Kesir'den itibaren günümüze ka­zar -öncelikli olarak müfessirler olmak üzere- pek çok ilim adamını etkile­ri tini. eserlerinde ondan yararlandıklarını gördük; bunlar arasında Ebussûd Efendi ve Elmalık gibi müfessirlerin de yer aldığını göstermiş olduk.

3u çalışmamızın nihayetinde özellikle şu hususlara dikkat çekmek yerin-ne alacaktır:

'_ İslâm dünyasının yeni bir uyanışa hazırlandığı bu dönemde geçmiş İs-;i.~ alimlerinin birikimine gözlerimizi kapamak gibi bir saflık ya da bir bü--_K>Jk kompleksine kapılmamak gerekir.

Dnlara karşı aşağılık duygusuna kapılmadan, onları ve kendimizi aynı yo-ı_- yolcusu, aynı teşbihin taneleri, aynı hedef ve gayelere yönelmiş üyele-

: .-.rak değerlendirebilmeliyiz.

Unutmayalım ki, "Amerika'yı yeniden keşfetmeye kalkışmak" ilmi bir yaklaşım değildir.

"Geçmişi tekrarlarım!" korkusu ile geçmişle bağları koparmak, küsmek, hor görmek ya da aşağılamak hüner değildir. Asıl mesele geçmişte inşa edilmiş bu muhteşem ilim sarayına tamamlayıcı unsurlar, hatta bu sarayın mi­mari projesi mesabesinde olan Kur'an ile tatbiki ve inşai uygulaması mahi­yetinde olan sünnet ışığında hareket etmek, bu ikisine uygun olmak şartıy­la bütünüyle uyumlu yeni bölümler eklemektir.

Bunun için de öncekilerin bu evsafta inşa ettiklerinden gereği gibi yarar­lanma yollarını arayıp bulmak ve bunu fiilen uygulamak esastır ve şarttır.

2. Müslümanların ilmen, fikren, ahlaken, siyaseten... sapmalarına karşı en büyük teminat elbetteki Kur'an-ı Kerim'dir ve Sünnet-i Seniyye'dir. O bakım­dan bu iki kaynağın da ümmetin istifadesi için elinin altında bulunmasının, bu uğurda mesai harcamasının, kaynakların seferber edilmesinin önemi; henüz yeterince anlaşılabilmiş değildir.

3. İmam Kurtubî'nin Tefsiri hiç şüphesiz ümmetin istifadesine sunulma­sı gerekli, "Tefsir klasiklerinin baştaraflarında yer alır. Tefsiri'ni yakından ta­nıma fırsatını bulduğumuz bu çalışma sonucunda bu kanaatimiz daha da güç­lendi. Bu kanaatimizin kısmen de olsa dile getirilmesinde bu çalışmamızın belli bir katkısı olacağını ümid ederiz.

Hatalar elbetteki bizim nefsimizden, kusurlarımızdan kaynaklanır. Bütün doğrular, güzellikler ve mükemmellikler ise yüce Rabbimizdendir. Bütün lütufları, nimet ve ihsanları, rahmet ve bağışlan dolayısıyla yüce­ler yücesi Rabbimiz, ilahımız, Malikimiz'e sonsuz hamd ve senalar olsun. [724]

 

BİBLİYOGRAFYA

 

İbn Abdi'1-Berr, Ebû Umer Yûsuf b. Abdillah, el-lstizkâr, Tahkik: Dr. Abdulmu'tî

el-Kal'acî, Daru Kuteybe ve Daru'1-Va'y neşri, tarihsiz. Abdulkadir, Dr. Muvaffak b. Abdullah, Suâlâtu Hamze b. Yûsuf es-Sehmi

li'd-Dârakutnî ve Ğayrihi Mine'l-Meşâyih, Riyad, 1404/1984, Suâlâtu'l-Hâkim en-Neysâbûrî li'd-Dârakutnî fi'l-Cerhi ve't-Ta'dîl,

Riyâd, 1404/1984. Akkâvî, Dr. İn'âm Fevvâl, el-Mu'cemu'l-Mufassal fiUlûmi'l-Belâğa, Beyrut,

1413/1992. el-Âlûsî, Mahmûd, Rûhu'l-Meânî, Beyrut, 1405/1985, (el-Munîriyye'den

tıpkı basım).

İbnu'l-Arabî, Ebû Bekr, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'1-Fikr el-Arabî, tarihsiz. İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhakk, el-Muharraru'l-Vecîz fi Tefsiri'l-

Kitâbi'l-Azîz, Fâs, 1395-1411/ 1975-1991 Aydemir, Dr. Abdullah, Tefsirde Isrâiliyyât, Ankara, 1979 Bağdatlı, İsmail Paşa, Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955.

Îzâhu'l-Meknûn, İstanbul, 1364/1945.

Bilmen, Ömer Nasûhî, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1973. el-Cârim, Ali ve Emin, Mustafa, el-Belâğatu'l-Vâdıha, Mısır, 1959. el-Cemel, Süleyman b. Ömer b. Mansûr, el-Futûhâtu'l-îlâhiyye, îsâ el-Bâbî,

el-Halebî baskısı (tıpkı basımı, İstanbul, 1987) Cerrahoğlu, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988. İbnu'l-Cevzî, Ebu'l-Ferac, el-Mevzûât, Dârû'1-Fikr, 1403/1983, (ikinci baskı) el-Cezerî, Şemsuddin, Ğâyetu'n-Nihâye fi Tabakati'l-Kurrâ, Mısır, 1351/1932 el-Cüneylî, es-Seyyid, bk. es-Sayih Ahmed.

İbn Cüzey, Muhammed b. Ahmed, et-Teshil li Ulûmi't-Tenzîl, Beyrut, 1403/1983. Çakan, Doç. Dr. İ. Lütfi, Hadis Edebiyatı, İstanbul, 1989. Dârakutnî, Ali b. Umer, Sünen, Beyrut, 1406/1986.

ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn, Kahire, 1392/1972. ed-Dehlevî, Abdülaziz b. Şah Veliyyullah, Bustânu'l-Ârifin,

Çeviren: Doç. Dr. A. Osman Koçkuzu, Ankara 1986. Ebu'l-Ecfân, Muhammed ve ez-Zahi, Muhammed, Fihris İbn Atiyye, Beyrut, 1983-

Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Yayınlan, 3. baskı.

Emin, Mustafa, bk. el-Cârim Ali.

el-Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ziyâd, Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok.

Hacı Halife, bk. Kâtip Çelebi.

el-Hakîm en-Neysâbûrî, bk. en-Neysâbûrî

el-Hakîm et-Tirmizî, Ebû Abdullah Muhammed, Nevâdiru'l-Usûl, Tahkik:

Ahmed Abdurrahim es-Sâyih ve es-Seyyid el-Cumeylî,

Kahire 1407/1988 Hamidullah, Prof. Dr. Muhammed, Siretu İbn îshâk Mukaddimesi,

Konya, 1401/1981. Hasan, Prof. Dr. Hasan İbrahim, Siyasî, Dinî, Sosyal, Kültürel İslâm Tarihi,

Çevirenler: Yrd. Doç. Dr. İ. Yiğit, Yrd. Doç. Dr. S. Gümüş, İstanbul,

1985-1986.

Hitti, Prof. Dr. Philip K., İslâm Tarihi,Çeviren: Prof. Dr. S. Tuğ, İstanbul, 1980 İbnu'1-Esir, İzzuddin Ebulhasen Ali, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, 1400/1980. İbn Ferhûn, ed-Dibâcû'l-Muzehheb fi Ma'rifeti A'yâni'l-Mezheb, Kahire,

baskı tarihi yok.

İbnu'I-İmâd, Ebu'l-Felâh Abdulhayy, Şezerâtu'z-Zeheb, Beyrut, baskı tarihi yok. el-Kal'âcî, Dr. Abdulmu'tî, el-tstizkâr Mukaddimesi, Dâru Kuteybe ve

Dâru'1-Va'y neşri, tarihsiz. Karaçam, Doç. Dr. İsmail, Kur'ân-ı Kerîm'in Faziletleri ve Okunma Kaideleri,

İstanbul, 1991.

____  ,         Kur'an-ı Kerim'in Nüzulü ve Kıraati, İstanbul, 1974.

el-Kasabî, Dr. Mahmûd Zelat, el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir, Kahire,

1399/1979.

el-Kasimî, Cemâluddin b. Muhammed, Mehâsinu't-Te'vil, el-Halebi, ilk baskı. Kâtip Çelebi (Hacı Halife), Mustafa Abdullah, Keşfu'z-Zunûn an

Esâmi'l-Kutubi ve'l-Funûn, İstanbul, 1360/1941. Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, tarihsiz. İbn Kesir, Ebu'1-Fidâ İsmail, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim, Daru'l-ma'rife, tarihsiz

ve İstanbul, 1985 Dâru'ş-Şa'b baskısından tıpkı basım.

____  ,         el-Bidâye ve'n-Nihâye, Kahire, 1414/1994

el-Kettânî, es-Seyyid eş-Şerif Muhammed b. Ca'fer, er-Risâletu'l-Mustatrafe,

İstanbul, 1986 (tıpkı basım).

el-Kiyâ, el Herâsî İmâduddin et-Taberî, Ahkâmu'l-Kur'an, Beyrut, 1405/1985 el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân,

(1) Kahire, 1952-1965'ten tıpkı basım: Dâru'1-Fikr, Beyrut, 1407/1987

baskısı, (2) Dâru'l-hadis, Kahire, 1414/1994 baskısı. ____  ,         et-Tezkire, Kahire, 1411/1991.

el-Mâverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nuketu ve'l-Uyûn, Beyrut,

1412/1992. el-Mer'aşli, Dr. Yusuf Abdurrahman, Ebû Cafer et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr

Mukaddimesi, Beyrut, 1414/1994.

el-Mişnî, Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelus, Beyrut, 1406/1986. el-Moritânî, Dr. Muhammed Ahmed, İbn Abdilberr, Kitabu'l-Kâfi

Mukaddimesi, Riyad, 1398/1978. en-Neccâr, Muhammed Ali, Ebu'1-Feth İbn Cinnî, el-Hasâis Mukaddimesi,

Beyrut, tarihsiz, ikinci baskı.

en-Neysâbûrî, el-Hâkim, Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut, 1400/1980. er-Râzî, Fahruddin, et-Tefsiru'l-Kebir, Beyrut, 1411/1990. es-Sâlih, Dr. Subhi, Mebâhisfi Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1974. es-Semerkandî, Ebu'1-Leys, Bahru'l-Ulûm, Beyrut, 1413/1993. es-Sâyih, Ahmed Abdurrahim el-Cümeylî es-Seyyid, Nevâdiru'l-Usûl

Mukaddimesi, Kahire, 1408/1988. es-Suyûtî, Celâluddîn, el-ltkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1398/1978'den tıpkı

basım: İstanbul, 1988.

eş-Şa'rânî, Abdulvehhab, Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî, Kahire 1411/1991. eş-Şâtıbî, İbrahim b. Mûsâ, el-Muvâfakât, Beyrut, 1395/1975. Şener, Doç. Dr. Abdulkadir, İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-lcma' Mukaddimesi,

Ankara, 1983. eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu'l-Kadir, el-Câmiu Beyne Fenneyi'r-

Rivâyeti ve'd-Dirâyeti min İlmi't-Tefsir, el-Halebî, 1349 baskısı. eş-Şenkîtî, Muhammed el-Emin, Edvâu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'âni bi'l-Kur'an,

Kahire, 1408/1988.

ibn Teymiyye, Ahmed, Mecmû'u'l-Fetâvâ, 1. baskıdan toplu basım. Uğur, Doç. Dr. Mütebâ, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1992. ez-Zahî, Muhammed, bk. Ebu'l-Ecfan Muhammed

Ebû Zehra, Muhammed, İmam Malik,Çeviren: Osman Keskioğlu, Ankara, 1985. ez-Zemahşerî, Cârullah, el-Keşşâf, Kahire 1308. ez-Zirikli, Hayruddin, el-A'lâm, Beyrut 1979. ez-Zuhaylî, Prof. Dr. Vehbe, et-Tefsiru'l-Munîr, Beyrut ve Dımaşk 1411/1991. [725]

 

İMAM KURTUBİ'NİN "EL-CÂMİU Lİ AHKÂMİ'L-KUR'ÂN" TERCÜMESİNE DAİR

 

Merhum müfessirimizin hayatına, eserlerine, tefsir ve tesirine dair yaptı­ğınız açıklamalardan sonra, bu büyük eserin tercümesi esnasında riayet et­eğimiz bazı hususları ve bu çalışma esnasında zaman zaman başvurduğumuz »erlere dair bir listeyi burada kaydetmek yerinde olacaktır.

Öncelikle itiraf edeyim ki; bu işe başlamadan, ne kadar büyük bir mesai sarcamamız ve bu çalışmanın ne denli emek ve gayretleri gerektireceğini tam ıniamıyla tasavvur edememiştik. Ancak, Kurtubî Tefsiri gibi bir eserin, muh­tevasına ve ciddiyetine yaraşır bir çevirisinin ilim ve irfan hayatımıza ciddi :ır katkısının olacağında en ufak bir şüphemiz yoktu. Bu noktada yanılma-nakla birlikte, esere layık bir ciddiyette bir tercüme ortaya koyduğumuz id-ûiasında değiliz. Ama bu uğurda beşeri takatimizi zorladığımızı belirtelim. Ça­kmak bizden; tevfik ve inayet Allah'tandır.

Şimdi de eseri tercüme ederken riayet ettiğimiz bazı teknik noktalan sayd edelim:

1. Tercümeye başladığımız ilk aylarda yer yer kıraate ve sarf ve nahve da­ir açıklamaları, kimi okuyucuları gözönünde bulundurarak, tercüme etme­mek gibi bir yol izlemiştik. Ancak daha sonraları bu kararımızdan vazgeçip eserde ne varsa herşeyi tercüme etme ilkesini benimsedik. Yapılan bu tür açık­lamaların anlamı etkilemeleri halinde buna da işaret ettik. Bununla beçajper ;ok istisnai hallerde Türkçe okuyanlar için tamamıyla gereksiz görülebilecek -birkaç satırı aşmayan- çok cüzi bazı bölümlerin tercüme edilmediği de ol­muştur. Bu gibi yerlerde gerekli not düşülmüştür.

2.  Eser, bir yerde lügat ve nahiv açıklamaları bol olan bir kaynaktır. Bu rakımdan açıklaması yapılan kelimelerle ilgili kaidelere dair gösterilen be-vit ve benzeri tanıkların da yeri geldikçe Arapça orjinalleri ile birlikte kay­dedilmesi yoluna gidilmiş, gerek tercüme tekniğindeki zorluklar, gerekse diz-gi-baskı zorlukları bu hususta engel ve mazeret olarak kabul edilmemiştir.

3. Kurtubî, kendisinden önceki ilim adamlarından çokça istifade etmiş ve veri geldikçe nakillerde bulunmuştur. Ancak sağlam gördüğü rivayetleri na-iille yetinmeyerek -muhtemelen ilim tarihinde belli bir yer işgal etmiş olma-lan mülahazasıyla- zayıf görüşleri de naklettiği olmuştur. Bu gibi görüşlere "kîle: denildi ki..." ve benzeri bir ifade kullanarak işarette bulunur. Biz de bu gibi ibareleri "denildi ki..., denildiğine göre..., bir diğer görüşe/rivayete gö­re..." ifadeleriyle ve benzeri tabirlerle Türkçeye çevirdik.

Uydurma ya da İsrailiyyat kabilinden olan rivayet ve görüşlere de yeri gel­dikçe notlar ekleyerek dikkat çekmeye gayret ettik.

4. Kurtubî'nin rivayet ettiği hadislerin çok büyük bir bölümü sağlam kaynaklardan alınmıştır. Delil gösterilemeyecek kadar zayıf ya da uydurma hadislerin yekûnu, ayrıca zikredilmeyi gerektirmeyecek kadar azdır. Bu­nunla birlikte elimizden geldiğince bütün hadislerin -tesbit edebildiğimiz ka­darıyla- kaynaklarını ve gerektikçe ilim adamlarının ona dair kanaatlerini öz­lü bir şekilde notlar halinde kaydetmeye çalıştık.

Hadislerin kaynaklarını Buhari, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesaî, İbn Mâce ve Dârimî'de kitap ismi ve bab numarası (mesela; Buhârî, Salât 12 gibi) şeklin­de, Müslim ve Muvatta'da kitap ismi ve o kitapta hadis sırası numarası (meselâ; Müslim, İman 137 gibi) şeklinde; diğer kaynaklarda ise cilt ve sahife nu­marası şeklinde kayd ettik.

Ayrıca prensip olarak, bizzat yerinde görerek tesbit etmedikçe hiçbir ha­disin yer aldığı kaynağa atıfta bulunmadık.

Kütüb-i Sitte ile Dârimî'nin Sünen'i ve Muvatta adlı eserlere yapılan atıflardaki bâb ve hadis rakamları, "el-Mu'cemu'l-Mufehres li Elfâzi'l-Hadis" ile "Miftâhu Künüzi's-Sünne"nm esas aldıkları sayılardır.

5. Kurtubî Tefsiri, bir ahkâm Tefsiri olduğundan, özellikle Hanefi Mezhe-bi'ne dair açıklamaları, nadiren de olsa yetersiz görüldüğü yerlerde, gerek­li tamamlayıcı bilgilerin ya da notların eklenmesi cihetine gidilmiştir.

Bazı önemli terimlere ya da özel isimlere dair de zaman zaman bu tür kı­sa notlar düşülmüştür.

6. Tefsirin tercümesi -zorunlu ve istisnaî haller dışında- müfessirin yap­tığı şekilde, âyet nazmına uygun olarak yapılmıştır. Ancak nadiren Türkçe cümle yapısına uygun ve mealdeki sıra esas alınarak bu nazımda değişiklik yapılmıştır. Bu ise, tefsire dair açıklamaların uzun olmadığı hallerde böyle ol­muştur. Ancak her iki halde de, anlamayı kolaylaştırmak ve cümleler arası ifade kopukluklarını gidermek amacıyla gerek görüldükçe, eklenen bazı ifa­deler parantez içine alınarak eklenmiştir.

7. Müfessir, genellikle birer, ikişer âyet tefsir eder. Ancak -özellikle kıs­salarda- sekiz on âyetlik bir bölümü de ele alıp tefsir ettiği de olur. Bu gibi hallerde tefsiri yapılan âyetin başına ayrıca âyet numarasını koymak ciheti­ne gittik.

8.  Kurtubî, özellikle ahkâm âyetlerini tefsir ederken, "birinci mesele, ikinci mesele..." diye başlıklar kullanarak çeşitli konulara dair açıklamalar­da bulunur. Biz bunları uygun başlıklar ilâve ederek "1..., 2..." diye kaydettik. Nadiren de olsa, bağımsız bir mesele olarak ele alınmamış yerlerde de uygun başlıklar eklediğimiz olmuştur. Bu gibi başlıklar rakamsızdır.

9. Bazı âyetleri de bölümler halinde tefsir etmiştir. Bu gibi hallerde tefsi­ri biten bölümden sonra alttaki satırın orta yerine üç yıldız (* * *) konulmuş­tur.

10. Tercümemizde esas aldığımız baskı, ilk cildi Ahmed Abdulalim el-Bâ-rûdî tarafından tashih edilen ve 1952 yılında ilk baskısı neşredilip, son yir­minci cildi ise Mustafa es-Sakâ tarafından hazırlanıp neşredilen birinci bas­kısının tahkikli ikinci baskısından yapılmıştır. Bu baskının muhtelif ciltleri­nin başında, baskıya esas alınan asıl nüshalar liste halinde belirtilmiştir. Tercümemizin sonuna kadar esas alacağımız baskı bu olacaktır -inşallah-. Bu arada yedinci cildin tercümesinden itibaren Dâru'l-hadis yayınevi tarafından yayınlanmış ve bizim esas aldığımız baskıdan hareketle yapılmış bir diğer bas­kıyı da edindik. Bu baskı hakkında gerekli bilgiler de Kurtubî'ye dair çalış­mamızın ilgili bölümünde kaydedilmiştir. Bu baskının da yer yer faydasını gör­dük. Kimi yerde de yapmamız gereken açıklamalarda yolumuzu kısalttığı da oldu.

Bu eseri tercüme ederken oldukça değerli ağabey ve kardeşlerimizin görüşleri, istişareleri, teşvik ve destekleri şevkimizi artırmış, gayretlerimizi ta­zelemiştir.

Burûc Yayınevi'nin değerli yöneticisi Sayın Kâzım Sağlam, sabırlı dizgi operatörleri ve musahhihleri sayın A. Turan Karakoç ve İrfan Kavak kardeş­lerim, ilmî teşvik ve desteklerini gördüğüm, Taberi Tefsiri mütercimi Sayın Hasan Karakaya ile Prof. Dr. Ahmed Ağtrakça'ya ve bu arada emek ve hak­kı geçmiş ayrıca zikredemediğim herkese teşekkür ve dualarımı iletir, "Allah Razı Olsun" derim.

M. Beşir Eryarsoy

Üsküdar - İstanbul

Cemaziyelevvel 1417

Eylül 1996[726]

 

TERCÜME ESNASINDA BAŞVURULAN ESERLER

 

İbn Abdi'1-Berr,[727] Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah, el-lstizkâr, Kahire 1417/1993

____ ,             et-Temhîd, Ribât 1387/1967-1412/1992

____  ,             el-Kâfi fi Fıkhi Ehli'l-Medine el-Mâlîkî, Riyâd 1398/1978

el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu'l-Hafâ ve Muzîlu'l-llbâs, Beyrut 1351 el-Ahterî, Mustafa b. Şemsuddin el-Karahisarî, Ahteri-i Kebîr, Âmira 1310'dan

tıpkı basım, baskı yer ve yılı yok. Akkâvî, Dr. İn'âm Fevvâl, el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulûmi'l-Belâğa,

Beyrut 1413/1992 el-Alûsî, Şihâbuddin Mahmud, Ruhu'l-Meânî, el-Munîriyye baskısından tıpkı

basım; Beyrut 1405/1985 Antere, bk. Mevlevi, Muhammed Said İbnu'l-Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah, Ahkâmu'l-Kur'ân, Dâru'1-Fikr

el-Arabî, tarihsiz. el-Askalânî, Ahmed b. Ali b. Hacer, Fethu'l-Bârî bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî,

Kahire 1409/1988

____ ,         Takrîbu't-Tehzîb, Beyrut 1395/1985

İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdullıak, el-Muharraru'l-Vecîz fi Tefsîri'l-Kitâbi'l-

Azîz, Fas 1395/1975-1411/1991

Aydemir, Dr, Abdullah, Tefsir'de İsrâiliyyât, Ankara 1979 el-Aynî, Bedruddin Ahmed b. Mûsâ, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî,

Kahire 1348 baskısından tıpkı basım: Dâru'1-Fikr, tarihsiz. Aydınlı, Yard. Doç. Dr. Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 1987 dkAzizî, Ali b. Ahmed, es-Sirâcu'l-Munîr Şerhu'l-Câmi'i's-Sağîr, Mısır 1324 dt-Bennâ, Ahmed Abdurrahmân, el-Fethu'r-Rabbânî Tertibu Müsnedi'l-lmâm

Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî, Kahire tarihsiz.

____ .         Minhatu'l-Ma'bûd fi Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, Beyrut 1400

«-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Huseyn, es-Sunenu'l-Kübrâ, Beyrut 1414/1994 l*i»en. Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1973-1974

el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Câmiu's-Sahîh, Âmira, 1315'ten

tıpkı basım: İstanbul 1413/1992

el-Cârim, Ali ve Emin, Mustafa, el-Belâğatu'l-Vâdıha, Mısır 1959

Celâluddin es-Süyûtî, bk. es-Süyûtî

İbn Cerîr et-Taberî, bk. et-Taberî, Ebû Cafer

el-Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali, Ahkâmu'l-Kur'ân, İstanbul 1338 baskısından

tıpkı basım: Beyrut, tarihsiz.

İbnu'l-Cevzî, Ebu'l-Ferac Abdurrahman b. Ali, el-Mevdûât, Dâru'1-Fikr, 1403/1983 Ebû Ceyb, Sa'dî, el-Kâmûsu'l-Fıkhl, Dımaşk 1408/1988 el-Cezerî, Şemsuddin Muhammed b. Muhammed, Ğâyu'n-Nihâye fi Tabakâti'l-

Kurrâ, Mısır 1351/1932 el-Cezîrî, Abdurrahman, Kitâbu'l-Fıkh Ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, Kahire tarihsiz,

üçüncü baskı

İbn Cinnî, Ebu'1-Feth Osman, el-Hasâis, Beyrut ikinci baskı el-Cürcânî, eş-Şerîf Ali b. Muhammed, et-Ta'rîfât, Mısır, 1283. Dârakutnî, Ali b. Ömer, Sünen, Beyrut 1413/1993 Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, Sünen, Abdullah Hâşim

tahkikli baskısından: İstanbul, 1413/1992

ed-Dâvûdî, Şemsuddin Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn, Kahire 1392/1972 Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1977-1980 ed-Derdîr, Ebu'l-Berekât Ahmed, Hâşiyetu'd-Dusûkî, el-Halebî baskısı, tarihsiz İbnu'1-Esîr, İzzuddin, Üsdu'l-Ğâbe, Beyrut 1409/1989 İbnu'1-Esîr, Mecduddin el-Mubarek b. Muhammed, en-Nihâye fî Ğarîbi'l-Hadis,

Beyrut 1399/1979

el-Eş'arî, Ebu'l-Hasen Ali b. İsmail, Mekalâtu'l-lslâmiyyîn, Beyrut 1411/1990 el-Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ziyâd, Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok el-Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed, el-Kâmûsu'l-Muhît, Beyrut 1407/1987 el-Ğelâyînî, eş-Şeyh Mustafa, Ricalu'l-Muallâkati'l-Aşere, Beyrut 1331 el-Ğamrâvî, Muhammed ez-Zührî, es-Sirâcu'l-Vehhâc Şerhun alâ

Metni'l-Minhâc, İstanbul, tarihsiz bir tıpkı basım İbn Hacer el-Askalânî, bk. el-Askâlânî el-Hâkim en-Neysâbûrî, bk. en-Neysâbûrî el-Hakîm, et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl fi Ma'rifeti Ehâdîsi'r-Rasûl,

Kahire 1408/1988 İbn*HanbeI, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, el-Müsned, el-Halebî 1313

baskısından tıpkı basım: İstanbul 1413/1992

Hamidullah, Dr. Muhammed, el-Vesâiku's-Siyasiyye, Beyrut 1389/1969 el-Hansâ, Tumâzer bint Amr, Dîvânu'l-Hansâ, Mısır 1305/1888

İbn Hazm, Ebu Mulıammed Ali b. Ahmed, el-Fisal fi'l-Mileli ve'l-Ehvâi ve'n-

Nihal, Beyrut 1395/1975

el-Heysemî, Nureddin Ali b. Ebî Bekr, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1408/1988 el-Himyerî, Mulıammed b. Abdulmun'im, er-Ravdu'l-Mi'târ fi Haberi'l-Aktâr,

Muessesesetu Nasır li's-Sekâfe 1980 İbn Hişânı, Ebû Muhammed Abdullah, Katru'n-Nedâ ve Bellu's-Sadâ,

Kahire tarihsiz.

____  ,         Şerhu Şuzûri'z-Zeheb, Mısır 1385/1965

İbnu'l-Hummâm, Kemaluddin, Şerhu Fethi'l-Kadir, Bulak 1315 baskısından

tıpkı basım: Dâru Sâdır, tarihsiz el-İrakî, Ebu'1-Fadl Abdurrahim, Zeylu Mîzâni'l-ftidâl, Dâru'1-Fikr el-Arabî

tarihsiz

el-Kefevî, Ebu'l-Bekaa Eyyûb, el-Külliyyât, Âmira 1287 Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut tarihsiz İbn Kesîr, Ebu'1-Fidâ İsmail, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, Kitâbu'ş-Şa'b baskısından

tıpkı basım: İstanbul 1984-1985

____  ,         Şemâilu'r-Rasûl, Kahire 1386/1967

el-Kettânî, es-Seyyid Şerîf Muhammed b. Ca'fer, er-Risâletu'l-Mustatrafe,

baskı yer ve tarihi belirsiz baskıdan tıpkı basım: İstanbul 1986 el-Kiyâ, İmaduddin b. Muhammed et-Taberî el-Herâsî, Ahkâmu'l-Kur'ân,

Beyrut 1405/1985

Koçyiğit, Prof. Dr. Talat, Hadis Istılahları, Ankara 1980 ibn Kudâme, Muvaffakuddin, el-Muğnî, eş-Şerhu'1-Kebir ile birlikte yapılmış-

baskıdan tıpkı basım: Beyrut tarihsiz

el-Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, et-Tezkire, Kahire 1411/1991 ibn Kuteybe, Muhammed Abdullah, Te'vîlu Muhtelifi'l-Hadîs, Beyrut 1393/1973 el-Lebdî,     Dr. Muhammed Semîr, Mu'cemu'l-Mustalahati'n-Nahviyye ve's-

Sarfiyye, Beyrut 1405/1985

ibn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî, Sünen, Dâru İhyâi'l-Y. .lübi'l-Arabiyye, tarihsiz baskısından: İstanbul 1413/1992 inam Mâlik, İbn Enes, el-Muvatta, M. F. Abdulbâki tahkikli baskısından tıpkı

basım: İstanbul 1413/1992

Ibo Manzûr, Ebu'1-Fadl Cemâluddin Muhammed, Lisânu'l-Arab, Beyrut tarihsiz d-Mâverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nuketu ve'l-Uyûn, Beyrut

1412/1992

ümb Mevdûd, Abdullah b. Mahmud, el-îhtiyâr li Ta'lîli'l-Muhtar, Kahire tarihsiz HeMevi. Muhammed Said, Dîvânu Antere, el-Mektebu'1-İslâmî, 1403/1983 • -Mevdânî. Adulganî el-Ğuneymî, el-Lubâb fi Şerhi'l-Kitâb, Beyrut 1400/1980

Mustafa, İbrahim ve arkadaşları, el-Mu'cemu'l-Vasît, Mısır Arap Dili Kurumu

Yayım, Dâru'l-Meârit 1400/1980 Müslim, Ebu'l-Huseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, M. F.

Abdulbâkî tahkikli baskısından tıpkı basım: İstanbul 1413/1992 en-Nablusî, Abdulğanî, Zehâiru'l-Mevârîs fi'd-Delâleti alâ Mevâdi'i'l-Ehâdls,

Tahran tarihsiz Naim, Ahmed ve Miras, Kâmil, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Serih

Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1972-1973 en-Nebhânî, Yusuf b. İsmail, el-Envâru'l-Muhammediyye mine'l-Mevâhibi'l-

Leduniyye, Beyrut 1312 en-Nesaî, Ebû Abdurrahman b. Şuayb, Sünen, Mısır 1383/1964 baskısından

tıpkı basım; İstanbul 1413/1992

en-Nevevî, Muhiddin b. Şeref, el-Mecmû' Şerhu'l-Muhezzeb, Cidde tarihsiz en-Neysâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim, el-Müstedrek,

Beyrut 1411/1990

____ ,         Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1400/1980

İbn Nuceym, Zeynuddin, el-Eşbâhu ve'n-Nezâir, Matbaatu Vâdi'n-Nil 1298

Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971

er-Râzî, Fahruddin, et-Tefsîru'l-Kebîr (veya: Mefâtîhu'l-Ğayb), Beyrut 1411/1990

Özek, Ali, en-Nusûsu'l-Edebiyye, İstanbul 1972

İbn Sa'd, Ebû Abdullah Muhammed, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyaıt tarihsiz

es-Sâğânî, Muhammed b. İsmail, Sübulu's-Selâm, el-Halebî 1369/1950

İbn Salâh, bk. eş-Şehrezûrî

es-Sâlih, Dr. Subhi, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1974

Sandıkçı, Dr. S. Kemal, İlk Üç Asırda İslâm Coğrafyasında Hadis, Ankara 1991

Sarı, Mevlût, el-Mevârid Arapça-Türkçe Lügat, İstanbul 1980

es-Semerkandî, Ebu'1-Leys Nasr b. Muhammed, Bahru'l-Ulûm, Beyrut 1413/1993

Sezgin, Fuâd, Târihu't-Turâsi'l-Arabî, Câmiatu'1-İmâm Muhammed b. Suûd,

1403/1983-1408/1988 es-Sicistânî, Süleyman b. el-Eş'as, Sünen, Hıms, 1395'ten tıpkı basım: İstanbul

1413/1992 es-Suyûtî, Celâluddin Abdurrahman, Tedrîbu'r-Râvî, Medine 1392/1972

____ ,         el-Leâliu'l-Masnûa fi'l-Ehâdîsi'l-Mevdûa, Beyrut 1403/1983

____ ,         ed-Durru'l-Mensûr fi't-Tefsîri bi'l-Me'sûr, Beyrut 1403/1983

____ ,         el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1398/1978'den tıpkı basım:

İstanbul 1988 eş-Şehristânî, Ebu'1-Feth Muhammed b. Abdulkerîm, el-Milel ve'n-Nihal,

Beyrut 1395/1975

eş-Şâfîî, Ebû Abdullah Muhammed b. İdris, el-Umm, Kitâbu'ş-Şa'b, tarihsiz

____  ,         er-Risâle, Kahire 1388/1969 baskısından tıpkı basım: İstanbul 1985

eş-Şehrezûrî, Takiyyuddin Ebû Amr Osman b. Abdurrahman (İbn Salâh),

Mukaddimetu Ulûmi'l-Hadîs, Mektebetu'l-Fârâbî 1404/1984 eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Neylu'l-Evtâr, el-Halebî baskısı, tarihsiz.

____  ,         el-Fevâidu'l-Mecmûafi'l-Ehâdîsi'l-Mevdûa, Kahire 1380/1960

et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Câmi'u'l-Beyân an Te'vili Âyi'l-

Kur'ân, Beyrut 1408/1988 et-Tahâvî, Ebû Ca'fer Ahmed b. Muhammed, Şerhu Meâni'l-Âsâr,

Beyrut 1414/1994 et-Tehânevî, Muhammed Ali, Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn, Kalkutta 1862

baskısından tıpkı basım: İstanbul 1404/1984 et-Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ, Sünen, el-Mektebetu'1-İslâmiyye tarihsiz

baskısından tıpkı basım: İstanbul 1404/1984

____  ,         Şemâil-i Şerife, Tercüme ve Şerh: Hüsâmuddin en-Nakşibendî,

Sadeleştiren: M. Sâdık Aydın, İstanbul ikinci baskı

Uğur, Doç. Dr. Müctebâ, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992 el-Ukberî, Ebu'1-Beka Abdullah, et-Tibyân fi İ'râbi'l-Kur'ân,  el-Halebi baskısı,

tarihsiz

el-Vahidî, Ebu'l-Hasen Ali b. Ahmed, Esbabu Nuzûli'l-Kur'ân, Beyrut 1411/1991 Yaltkaya, Ord. Prof. Şerafeddin, Yedi Askı, İstanbul 1985 Ebû Yûsuf, Ya'kûb, Kitâbu'l-Haraç, Çeviren: Ali Özek, İstanbul 1973 ez-Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Mîzânu'l-l'tidâl, Dâru'1-Fikr el-

Arabî tarihsiz

ez-Zemahşerî, Cârullah Mahmûd, el-Keşşâf, Kahire 1308 ez-Zerkeşî, Burhanuddin Muhammed b. Abdullah, el-Burhân fi Ulûmi'l-Kur'ân,

Beyrut 1408/1988 ez-Zeylaî, Abdullah b. Yûsuf, Nasbu'r-Râye li Ehâdîsi'l-Hidâye, el-Mektebetu'l-

İslâmiyye, 1393/1973 ez-Zuhaylî, Dr. Vehbe, el-Fıkhu'l-lslâmiyyu ve Edilletuhû, Dımaşk 1409/1989

 

 

 

 

 

 



[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/9-11.

[2] İbn Ferhun, ed-dibac, Kahire baskı tarihi yok, II, 308; Şemsu’d-Din Muhammed ed-Davudi, Tabakatü’l-Müfessirin, Kahire, 1392/1972, II, 65; İbnu’l-İmad, Şezertu’z-Zeheb, Beyrut, baskı tarihi yok, V, 335;Katib Çelebi, Keşku’z- Zunun, İstanbul, 1360/1941, 390; Hayru’d-Din ez-Zikirli, el-A’lam, Beyrut, 1979, V,322; Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l- Müellifin, Beyrut, baskı tarihi yok, VIII, 239.    

[3] Aynı yerler.

[4] ed-Davudi, a.g.e., II,66.

[5] Bk. Dr. El Kasabi Mahmut Zelat, el- Kurtubî ve Menhecehu fi’t-Tefsir, Kahire, 1399/1979, s. 6 v.d.

[6] Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmî'l-Kur'ân, IV, 272.

[7] Kurtubî, a.g.e, III, 237.

[8] el-Kasabî, a.g.e., s.8,

[9] Meselâ, bk. IX. 175'te: "Mısırlıların pek kıskanç olmadığını..."; XIII, 17'de: '"...Mısır'lı kadınların gereği gibi tesettüre riayet etmediklerini...", IX, 265'te: "... birbirlerine şer'an makbul olmayan şekillerde saygı gösterdiklerini..."; VIII, 249'da: "... çağdaşı yönetici­lerin haksızca vergi tahsil eden memurlarının bulunduğunu..." ifade etmektedir.

[10] Kurtubî, a.g.e., X; 270.

[11] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 20.

[12] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 20-21.

[13] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 30.

[14] Dâvûdî, a.g.e., II, 66.

[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/13-16.

[16] Kurtubî'nin yaşadığı dönem olan H. 600-671 yıllarının ilk 29 yılı için bk. Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, 1400/1980, IX, 261-387; bu dönemin tamamının belli baş­lı siyasal olayları, siyasî ve ilmî kişilikleri için de meselâ; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, Kahire, 1414/1994, XIII, 45-299; İbnüi-İmâd, Şezerât, V, 2-336; ilmî haya­ta dair kısa bilgiler için: Dr. el-Kasabî, s. 65 vd...: kısa bir siyasal tarih için de: Muvah­hidler dönemi için bk. Prof. Dr. H. İbrahim Hasan, Siyasî, Dini, Sosyal, Kültürel islâmTarihi, İstanbul, 1992, (Çev. Doç. 1. Yiğit) V, 265-282; Prof. Dr. Philip K. Hit-ti, İslam Tarihi, İstanbul, 1980, (Çev. Prof Dr. S. Tuğ) III, 864-882; Memlûk Hane­danı dönemi için: Hitti, a.g.e., IV, 1084-1093; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 105 v.d.

[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/16.

[18] Bunun için Dr. el-Kasabî'nin, el-Kurtubî... adlı eserinin s. 10 v.d.na ve burada atıfta bulunulan kaynaklara; Kurtubî'nin yaşadığı dönemin ilmî hayatının özlü bir man­zarası için de s. 65 v. da bakılabilir.

[19] Meselâ; IV, 13, Âl-i İmiân, 3/7. âyet, 6. haslıkta; VI, 295, el-Mâide, 5/93- âyet, 4. başlıkta; V, 44 en-Nisâ, 4/6. âyet, 14. başlıkta; XI, 39, 40, el-Kehf, 18/79-82. âyetler 1. ve 3-başlıklarda; XIII, 236, en-Neml, 27/82-86. âyetlerin tefsirlerinde; XIV, 229, el-Ahzâb 33/53 âyet; 13. başlıkta)

[20] XI, 257, Tâhâ, 20/120-122. âyetler, 5. başlıkta.

[21] XX, 87, el-Leyl, 92/14-16. âyetlerin tefsiri. Ayrıca "Hocaları" arasında bu zatı zikre­deceğiz. Ancak orada belirttiğimiz gibi bu zat, Kurtubî'nin hocası olamaz.

[22] XIX, 173, en-Nebe1, 78/6-16. âyetlerin tefsiri.

[23] VIII, 9, el-Enfâl, 8/41. âyet, 6. başlıkta.

[24] VIII, 180, et-Tevbe, 9/60. âyet, 12. başlıkta.

[25] X. 5, el-Hicr, 15/6-7. âyetlerin tefsiri.

[26] III, 237, el-Bakara, 2/245. âyet, 1. başlıkta.

[27] II, 103, el-Bakara, 2/124. âyet, lO.başlıkta. Biraz sonra hocaları arasında zikredilecek bu zata dair açıklamalardaki mülahazamıza bakınız.

[28] X, 398, el-Kehf, 18/30-31. âyetlerin tefsiri.

[29] III, 132, el-Bakara, 2/229. âyet, 5. başlıkta.

[30] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/17-18..

[31] Bk. s. 65 v.d.

[32] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/19.

[33] Meselâ bk: IV, 272; V, 44, 370; VII, 5, 297; VIII, 147, 222, 297; XI, 40, 257; XIII, 236.

[34] İbn Ferhûn, ed-Dibâc, II, 309; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, XIII, 241; İbnu'1-İmâd, Şezerâtu'z-Zeheb, V, 673-674; ed-Dâvûdî, Tabakâtu'l-Müfessirîn, II, 66.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/19.

[35] Meselâ bk. IV, 214; X, 422; XI, 43.

[36] XI. 43.

[37] X. 422.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/19.

[38] XV. 141. es-Sâffât, 37/180-182. âyetler, 3. başlıktn. İbn Ferhûn, a.g.e II, 309; ed-Dâvûdî, a.g.e, II, 66; Dr. el-Kasabî. a.g.e., s. 27

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/19.

[39] X,5, el-Hicr, 15/3. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20.

[40] III, 237, el-Bnkara, 2/245. âyet, 1. Başlıkta.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20.

[41] İbn Kesir, a.g.e., XIII, 240.

[42] VIII, 9, el-Enfâl, 8/41. âyet, 6. başlıkta, 180, et-Tevbe, 9/60. âyet, 12. başlıkta.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20.

[43] IV, 272, Âl-i İmrân, 3/169-170. âyetler, 5. başlıkta.

[44] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20.

[45] I, 30 Tefsiri'nin Mukaddimesi, Kur'an Hamili (hafızı) başlığında; II, 103, el-Bakara, 2/124. âyet, 10. başlıkta.

[46] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/20-21.

[47] xx, 87

[48] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.

[49] III, 132, el-Bakara, 2/229. âyet, 5. başlıkta.

[50] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.

[51] XIX, 473.

[52] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.

[53] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66. Adı: Reşîduddin Ebû Muhammed Abdulvelıhâb b. Revvâc (554-648 /' 1159 - 1251) olup, kendisinden -imam, ınııhaddis, İskenderiyye müsnidi" diye söz edilmiştir. (Dr. el-Kasabî. a.g.e.,  s. 23)

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/21.

[54] Aynı yer. Büyük ilim adnını, Bahâuddin Ebu'l-Hasen Ali b. Hibetullah eş-Şâfîî. İleri gelen hadis, fıkıh ve kıraat âlimlerindendi. Zülhicce 649 (Mart 1252) de vefa etmiştir. (Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 24-25)

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/22.

[55] XX, 16; el-A'lâ, 87/2-5. âyetin tefsiri.

[56] Bu listeyi hazırlarken, tercüme esnasında bizim tesbit ettiklerimizle birlikte; ayrıca Dr. el-Kasabî'nin el-Kurtubî adlı eserinden, Meşhur Hasan Selman ile Cemal Abdullatif ed-Dusûkî'nin Keşşaf Tahlilî li'l-Mesâili'l-Fıkhiyye fi Tefsiri'l-Kurtubî, Taif 1408/1988, s. 19-21 deki notlarından ve Kurtubî'nin gerek tercümeye esas aldığımız baskısının, gerekse de, Kahire, Dâru'l-Hadis, 1414/1994 baskısının fihristlerinden de yararlandık.

[57] VII, 198, el-A'râf, 7/32. âyet, 3. başlık.

[58] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/22.

[59] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66; Dr. el-Kasabî, a.g.e., 40.

[60] el-Kasabî, a.g.e., 40-42.

[61] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/23.

[62] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/23-24.

[63] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/24-25.

[64] İbn Ferinin, a.g.e., II, 308-9; ed-Dnvûdî, a.g.e., 65-66.

[65] I, 286, el-Bakara, 2/32. âyet, 2. başlık.

[66] Bk. V, 180-2, en-Nisâ, 4/36. âyet, 1. başlık.

[67] Bk. X, 2-3, el-Hicr, 15/3. âyet, 2. başlık.

[68] VI, 262, el-Mâide, 5/87. âyet, 3. bnşlık.

[69] IV, 211-212; Âl-i İmran, 3/135. âyet, 3. başlık.

[70] V, 259, en-Nisâ, 4/59. âyet 1. başlık.

[71] VIII, 185; et-Tevbe, 9/60. nyet 22. başlık.

[72] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/25-29.

[73] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., 52 v.d.

[74] Bk. I, 177-178, el-Baknra, 2/3. âyet, 22. başlık.

[75] Bk. VIII, 77, et-Tevbe, 9/6. âyet, 4. başlık.

[76] Meselâ, müteşabililere karşı tutumu için bk: IV, 14'te Âl-i İmran, 3/7. âyet, 6. başlık; VI, 234, el-Mâide, 5/64. âyet; istivâ'nın anlamına dair açıklamaları için: I, 254, el-Bakara, 2/29. âyet, 5. başlık. Bu konulan daha çoğaltmak mümkün olmakla birlikte çeşitli hususlara dair açıklamaları ihtiva eden şu yerlere işaret etmekle yetiniyoruz: I, 207, el-Bakara, 2/15. âyet; III, 26, el-Bakara, 2/210. âyet; III, 422, el-Bakara 2/284. âyet; VI, 399, el-En'âm 6/18. âyet; VII, 227, el-A'raf, 7/56. âyet; VIII, 330, Yunus, 10/26. âyet; XI, 169. Tâhâ, 20/5 âyet; XIII, 228, Sâd, 38/75. âyet; XVI, 267-268, el-Feth, 48/10. âyet...

[77] Meselâ; I, 177, el-Bakara. 2/3. âyet, 22. başlık; I, 378, el-Bakara, 2/48. âyet, 4. başlık v.s...

[78] Meselâ, I, 187, el-Bakara, 2/7. âyet. 3. başlık; ayrıca bk. XVIII, 308, el-Mücadele, 58/22. âyet, 2. başlık; XV, 136. es-Sâffât, 37/161-162. âyetler, 2. başlık; XV, 331-332, el-Mü'min, 40/69-70. âyetler.

[79] VII, 99.

[80] Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî, Mekaalâtu'l-İslâmiyyîn, Beyrut, 1411/1990, I. 238

[81] VII, 222.

[82] VII, 288.

[83] X, 331, el-İsrâ, 17/93. âyetin tefsiri.

[84] II, 201, anılan âyet, 14. başlık.

[85] IV, 143, Âl-i İmrân. 3/97. âyet, 1. başlık.

[86] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/29-32.

[87] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66.

[88] İbnu'1-İmad, a.g.e., V, 335.

[89] Dr. M. Hüseyn ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, Kahire, 1396/1976, II, 464.

[90] VIII, 43.

[91] VIII, 139.

[92] III, 398-399, el-Bakara, 2/282. âyet, 38. başlık.

[93] Meselâ, V, 219 da en-Nisâ, 4/43. âyet 23. başlıkta: "Derim ki: Suya gidecek olursa na­mazın vaktinin geçeceğinden korkarsa -mukim iken- teyemmümün caiz oluşunun delili Kitab ve Sünnettir..." diyerek bu görüşün delillerini zikrederken nasları oldukça yetkin bir şekilde ele alıp hüküm çıkardığını görebiliriz.

[94] IX, 191.

[95] IX, 203, Yusuf, 12/47. âyet, 2. başlık.

[96] IX, 370, İbrahim, 14/37. âyet, 1. başlık.

[97] X, 76, en-Nnhl, 16/8. âyet, 5. başlık; ayrıca X, 125, en-Nahl, 16/6. âyet, 6. başlıkta meninin necaseti ile ilgili münakaşasını da, onun delili açısından kuvvetli görmediği görüşü benimsemediğine bir örnek olarak görebiliriz.

[98] VII, 168-169.

[99] VIII, 291-292, belirtilen âyet 4. başlık. Kurtubî'nin Malikî mezhebindeki farklı görüşleri tahkik edip hangisinin tercihe değer olduğunu tespit için ilmî yaklaşımına bir başka örnek de velilerin mertebelerine dair açıklamaları ve bunlar arasındaki tercihi için: III, 77-78, el-Bakara, 2/221. âyetin: "... müşrikleri nikahlamayın..." bölümüne dair açıkla­malarının 5. başlığına bakılabilir.

[100] VIII, 190rl91, et-Tevbe, 9/60. âyet, 27. başlık.

[101] XI, 109, Meryem, 19/39. âyetin tefsiri.

[102] I, 437, el-Bakara, 2/63-64. âyetlerin tefsiri.

[103] Aynı yer.

[104] IV, 159 v.d.

[105] Meselâ, IV, 101, Âl-i îmran, 3/55. âyetin tefsirinde Nasturiyye'den ve Ya'kııbiyye'den; VI, 9, en-Nisâ, 4/157-158 de: Nasturiyye ve Melkâniyye'den; XI, 106, Meryem, 19/34 de: Ya'kubiyye, İsrâiliyye ve Nasturiyye'den sözettiğini görüyoruz.

[106] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/32-39.

[107] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/39.

[108] IV, 106.

[109] el-Kiyâ et-Taberî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut, 1405/1985, I, 288.

[110] IV, 107.

[111] VIII, 139.

[112] II, 340, el-Bakara, 2/188. âyet, 6. başlık.

[113] VIII, 185, et-Tevbe, 9/60. âyet, 22. başlık. İbn Ömer'in bu ifadeleri -Ahlâkî Şah-siyeti"ne dair açıklamaların sonlarında geçmişti. IX, 342, İbrahim, 14/5. âyetin tefsirinde de, Haccac'ın zulmünden yedi yıl süreyle kaçan Hasan-ı Basrî'nin, Haccac'ın öldüğü haberini alınca, şükür secdesine kapanarak; "Allah'ım! Onun canını aldın, onun yol­unu da öldür (izinden giden yönetici olmasın)" diye dua ettiğini nakletmektedir. Biz bunu Kurtubî'nin, aynı yolu izleyen çağdaşı olsun, olmasın tüm zalimler için bir bed­dua olarak benimsediği şeklinde değerlendiriyoruz.

[114] VII, 249.

[115] II, 22, el-Bakara, 2/86. âyet, 4. başlık.

[116] IV, 179.

[117] II, 264, 4. başlık.

[118] II, 265-6, 5. ve 6. başlıklar v.d.

[119] Buharî, Cihad 76; Ebû Dâvûd,Cihad 70; Tirmizî. Cihad 34; Neseî, Cihad 43-

[120] III, 255, el-Bakara, 2/240. âyet, 11. başlık. Ayrıca: V, 420, en-Nisâ, 4/141-142. âyet, 3. baştık.

[121] VII, 9.

[122] II, 22. Ayrıca. XIV, 122, el-Ahzâb, 33/6. âyet, 1. başlık.

[123] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/39-45.

[124] IX, 265.

[125] Meselâ, yanlış olarak Allah'ın nimetini yaratıklara nisbet etmenin, sosyal açıdan bir olum-

suzluk olmakla birlikte itikadı bakımdan da sakıncalı olduğunu: IX, 273, Yusuf, 12/108. âyetin tefsirinde; kadınların tesettüre riayetsizliklerini: XIII, 17, el-Furkan, 25/20. âyet, 6. başlıkta; çağındaki insanların, ahalinin zulmünden yakınmasını: IV, 211, Â-li İmran, 3/135. âyet 1. başlıkta; çağındaki insanların çalgı dinlemeye düşkünlüklerini: X, 290, el-İsra, 17/64. âyet, 6. başlıkta; insanların, yöneticilerin ve hatta alim diye bi­linenlerin, münneccim (asrolog-yıldız falcısı) ve kâhinlere gitmek suretiyle itikadi açıdan da tehlikeye düştüklerini: VII, 3, el-En'âm, 6/59. âyet, 2. başlıkta; cenaze ve yaslardaki bid'atlere: IV, 300, Âl-i İmran, 3/185. âyet, 3- başlıkta; Kur'ân okuyucularının nağmeli okuyuşlarını: I, 16, Mukaddime'sinin baş taraflarında; kamuya açık banyolarda insanların avretlerinin açılmasına aldırış etmediklerine: XII, 224, en-Nûr, 24/30. âyet, 5. başlıkta... temas etmekte, bunların Kur'ân ve sünnetteki hükümlere aykırılıklarını dile getirmekte, tashih edilmeleri gereğine parmak basmaktadır. (Çoğunlukla M. Hasan Selman - C. Abdullatif, Keşşaf, 10-14'teki atıflarından yararlanıldı.)

[126] I, 294, el-Bakara, 2/34. âyet, 4. başlık.

[127] VII, 366, el-Enfâl, 8/2-4 âyet, 3. âyet.

[128] VI, 424.

[129] Bk. VI, 424-425, el-En'âm, 6/42. âyetin tefsiri.

[130] IX, 342; İbrahim, 14/5. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/45-47.

[131] I, 294, el-Bakara, 2/34. âyet, 4. başlık.

[132] III, 417 v.d., el-Bakara, 2/283. âyet, son başlık.

[133] VII, 39, el-En'âm, 6/93- âyetin tefsiri.

[134] XI, 40, el-Kehf, 18/79-82. âyetler, 3. başlık.

[135] IV, 253, Âl-i İmran, 3/159. âyet, 8. başlık.

[136] X, 295, el-İsrâ, 7/70. âyet, 4. başlık.

[137] VII, 185, el-En'âm, 6/26. nyet, 3. başlık, VII, 196, el-En'nm, 6/32. nyet, 2. başlık ve VII, 198. de aynı âyet, 3. başlık

[138] IV, 315

[139] VIII, 107, v.d.

[140] VII, 400, el-Enfâl, 8/25. âyetin tefsiri ve bak. 288. el-A'raf, 7/150. âyet, 2. başlık.

[141] X, 263, el-isra, 17/37-38. âyet, 5. başlık.

[142] X, 366, el-Kehf, 18/14. âyet, 2. başlık.

[143] IX, 169, Yusuf, 12/23-24. ayetin tefsiri

[144] Daha başka örneklerin yerleri için: Keşşaf Tahlili li'l-Kurtubî, 16-19 ile tercümeye esas aldığımız baskı için hazırlanmış ve Tefsirin XXI ile XXII ciltleri olarak basılan Fe-hâris (İndeks), Beynıt, 1407/1978, XXII, 559: "es-Sûfiyye" maddesi ile 560'da: Uel-Mu-tasavvife" maddesi ile, Kurtubî'nin Kahire, 1414/1994 de Daru'l-Hadis tarafından yapılan baskısının {Fihristleri ihtiva eden XXI. ve XXII. ciltlerinden) XXII, 102 de: "el-Mutesavvife" maddesine bakılabilir.

[145] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/47-53.

[146] I, 33-34.

[147] III, 348, belirtilen âyet, 3. başlık.

[148] V, 331, en-Nisâ, 4/93. âyet, 4. başlık.

[149] VI, 97, el-Mâide, 5/6. âyet, 15. başlık.

[150] II, 355, el-Bakara, 2/194. âyet, 2. başlık.

[151] V, 39, en-Nisâ, 4/6. âyet, 6. başlık.

[152] II, 232, el-Bakarn, 2/173. âyet, 32. başlık.

[153] II, 304, el-Bakara 2/185. âyet, 17. başlık.

[154] II, 32, el-Bakara, 2/93. âyetin tefsiri.

[155] VII, 14, el-En'âm, 6/68. nyet, 4. başlık.

[156] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/53-57.

[157] I, 251, el-Bakara, 2/29. âyet, 2. başlık.

[158] V, 258, en-Nisâ, 4/58. âyet, 2. başlık.

[159] V, 285-287, en-Nisâ, 4/79. âyetin tefsiri.

[160] IX, 281-282, er-Ra'd, 13/4. âyet, 2 ve 3. başlık.

[161] X, 106, en-Nahl, 16/40. âyetin tefsiri.

[162] Meselâ, Dr. ez-Zehebî şöyle der: "(Kurtubî'nin) âyetlerle uzaktan yakından ilgili ihti­laflı meseleler hakkında -her görüşün delilini de beyan ederek- açıklamalarda bu­lunması, olumsuz bir ınülahnzaınızdır." (et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, II, 459). Süyûtî de benzer bir eleştiride bulunmaktadır. Bk. el-İtkân, II, 244.

[163] I, 411-413, el-Bakara, 2/58. âyet, 6. başlık.

[164] Bk. V, 6, en-Nisâ, 4/1. âyet, 3. başlık; V, 222-223, en-Nisâ, 4/43- âyet, 25. başlık; V, 278, en-Nisâ, 4/74. âyet. 3. başlık.

[165] Mesela bk. VI, 176 v.d, el-Mâide, 5/41. âyet, 1. başlık.

[166] X, 398, el-Kehf, 18/30-31. âyetlerin tefsiri.

[167] Bk. V, 38, en-Nisâ, 4/6. âyet, 6. bnşlık; V, 84, en-Nisâ, 4/15. âyet, 6. başlık.

[168] Mesela bk. VIII, 258, et-Tevbe, 9/108. âyet, 2. başlık.

[169] Mesela bk. V, 55, en-Nisâ, 4/11-14. âyetler, 1. başlık.

[170] Mesela bk. I, 126, Fatiha suresi, 2. bölüm, 16-19. başlıklar.

[171] VI, 199, el-Mâide, 5/45. âyet, 17. başlık.

[172] Örnekler ve yerleri için bk. Kurtubî, Darû'l-Hadis baskısı, XXII, 664-665; ayrıca, VII, 192, el-A'raf, 7/31. âyet, 4. başlık.

[173] XI, 246, Tâhâ, 20/105-110. âyetlerin tefsiri.

[174] Örnekler ve yerleri için bk. Kurtubî, Daru'l-Hadis baskısı, XXII, 662.

[175] Mesela, V, 284, en-Nisâ, 4/78. âyet, 4. başlık.

[176] Mesela, VIII, 138, et-Tevbe, 9/37. âyet.

[177] XI, 106-107, Meryem, 19/34-40. âyetlerin tefsiri.

[178] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/57-63.

[179] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/63.

[180] Atıftn bulunduğu yerler için bk. Keşşaf Tahlilî, s. 22-23.

[181] Ebû Abdullah el-Kurtubî, et-Tezkire, Kahire, 1411/1991, s. 3.

[182] Abdülvehhab eş-Şa'ranî, Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî, Beyrut, paru'1-Fikr, tarih­siz ve yer ve tarihi belirtilmemiş bir nüshadan tıpkı basım, s. 160.

[183] Kâtip Çelebi, Keşfu'z-Zünûn, 390.

[184] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 45.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/64.

[185] Bk. Keşşaf Tahlilî, s. 22.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/65.

[186] Bk. Keşşaf Tahlilî, s. 23.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/65.

[187] V, 165.

[188] XVII, 43.

[189] XIII, 16, el-Furkan, 25/20. âyet, 3. başlıkta.

[190] İbn Ferhûn, a.g.e., II, 309.

[191] Kehhâle, a.g.e., VIII, 240.

[192] İsmail Paşa, İzahu'l-Meknûn, İstanbul, 1364/1945, II, 241.

[193] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/65-66.

[194] X, 268, el-İsra, 17/44. âyetin tefsiri.

[195] XVI, 146, ed-Duhân, 44/38-39. âyetlerin tefsiri

[196] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.

[197] XV, 113, es-Sâffât, 37/102-113. âyetler, 16. başlık.

[198] XV, 217, Sâd, 38/45-47. âyetlerin tefsiri.

[199] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.

[200] XV, 216, Sâd, 38/44. âyet, 7. başlık

[201] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66.

[202] XV, 308, el-Mü'min, 41/28. âyet, 3. başlık.

[203] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/66-67.

[204] İbn Ferhûn, a.g.e, II, 309, ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 66.

[205] Kâtip Çelebî, a.g.e., 383.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/67.

[206] İbn Ferhûn, ed-Dâvûdî, aynı yerler.

[207] el-Kasabî, a.g.e., s. 47.

[208] el-Kasabî, aynı yer.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/67.

[209] el-A'lâm, Beyrut, 1979, V, 322.

[211] İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî, aynı yerler.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/68.

[212] İsmail Paşa, Hediyyetu'l-Ârifin, İstanbul, 1955, II, 129.

[213] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/68.

[214] İbn Ferhûn ve ed-Dâvûdî, aynı yerler.

[215] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., 48.

[216] Kurtubî'nin eserleri ve bunlara dair bilgilerin bulunabileceği önemli yerleri

[217] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/68.

[218] Dr. M. Hüseyn ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, I, 32-260; aynen bk: Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, I, 41-268; Kurtubî, I, 31-39; İbn Atiyye, el-Muharrau'l Vecîz, Fas, 1395/1975, I, 14-20; İbn Cüzey, et-Teshîl li Ulûmi't-Tenzîl, Beyrut, 1403/1983,1, 9-10; Suyûtî, el-îtkan, Kahire, 1398/1978'den tıpkı basım: İstan­bul, 1988,1, 239-265; Dr. Subhi es-Salih, Mebahis fi Ulumi'l-Kur'ân, Beyrut, 1974, s. 289-298; Ö. N. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1973, I, 183 v.d...

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/69.

[219] Suyûtî, a.g.e., II, 264.

[220] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 53-54.

[221] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/69-72.

[222] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/72.

[223] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/73.

[224] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/73.

[225] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 139.

[226] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 129.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/73-74.

[227] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/74-75.

[228] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/75.

[229] Ayrıca bk. Suyutî, a.g.e., II, 239-244.

[230] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/75-76.

[231] Kurtubî, Tefsir, I, 2,3.

[232] IV, 272, Âl-i İmrân, 3/169-170. âyetler, 5. başlık.

[233] X, 270, el-isrâ, 17/45. âyetin tefsiri.

[234] Meselâ, IX, 175, Yusuf, 12/26-29. âyetler, 3. başlık; IX, 265, Yûsuf, 12/100. âyet 2. başlık; X, 422, el-Kehf, 18/50. âyet; XV, 141, es-Sâffât, 37/180-182. âyetler, 2. başlık v.s...

[235] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/77.

[236] I, 2-3.

[237] I, 2.

[238] 1,3.

[239] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/78-80.

[240] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/80.

[241] X, 150, en-Nahl, 16/77. âyetin tefsiri.

[242] 111, 67 v.d., 3. başlık.

[243] Bazı örnekler için bk. Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s. 194-196.

[244] II, 244-256, el-Bakara, 2/178. âyetin tefsiri

[245] VIII, 166. Hadis için bk. Müslim, Zekât 142. Ayrıca bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 197-200 ile s. 208 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/80-81.

[246] I, 207, el-Bakara, 2/14. âyetin tefsiri:

[247] I, 205, el-Bakara, 2/13. âyetin tefsiri; Meselâ, I, 208'de el-Bakara, 2/15. âyetin tefsirinde de aynı senedle İbn Abbas'tan rivayet kaydeder.

[248] Meselâ, I, 210, el-Bakara, 2/16. âyetin tefsiri

[249] Meselâ, I, 290, el-Bakara, 2/33. âyet, 5. başlık.

[250] Tercihteki bu metoduna dair örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 197 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/82.

[251] I, 133-134. (25)1, 141.

[252] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/82-83.

[253] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/83-84.

[254] II, 248-249, el-Bakara, 2/178. âyet, 10. başlık.

[255] İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'ân, Daru'1-Fikr el-Arabî, baskı tarihi yok, I, 63.

[256] I, 31-32'e Rey ile Tefsirden sakındırma bahsi bahsi; İbn Atiyye, a.g.e., I, 17-18.

[257] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/84-85.

[258] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/85.

[259] Meselâ, bk. II, 10. el-Bakara, 2/80. âyet, 1. başlık; II, 20, el-Bakara, 2/85-86. âyetler: II, 57, el-Bakara, 2/104. âyet, 1. başlık; V, 23, en-Nisâ, 4/4. âyet. 1. başlık, V, 402, en-Nisa, 4/127. âyet...

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/85.

[260] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/86.

[261] Suyutî, el-ltkan, II, 138.

[262] 1, 183.

[263] 1, 238.

[264] VII, 99.

[265] VII, 152. Bu kabilden başkn örnekler için bk. VIII, 231, et-Tevbe, 9/97. âyet, 1. başlık; VIII, 235, et-Tevbe, 9/100. âyet, 1. başlık, VIII, 328, Yunus, 10/25. âyet; IX, 279, er-Ra'd, 13/2. âyet; IX, 214, er-Ra'd, 13/25-26. âyetler; IX, 314, er-Ra'd, 13/25-26. âyet­lerin sonu; X, 68, en-Nahl, 16/5. âyet, 1. başlık...

[266] VIII, 288.

[267] VI, 133. Bu kabilden başka örnekler için bk. VI, 159, el-Mâide, 5/38. âyet, 1. başlık; VI, 247, el-Mâide, 5/70. âyette: "... bütün bunlar, sûrenin başındaki buyruklara racidir..." sözleriyle; VI, 36O, el-Maide, 5/109. âyet.

[268] IX, 279.

[269] XVIII, 217.

[270] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/86-88.

[271] IX, 368-369- Hadisi Bu harı, Enbiyâ 9, da rivayet etmiştir. Nüzul sebeplerine dair örnekler için bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 205 vd.

[272] X, 180-181, en-Nahl, 16/106. âyet, 2. başlık.

[273] I, 115-116, Fatiha sûresi, 2. bölüm, 1. başlık; XX, 117, el-Alak 96/1. âyet; XX, 123, el-Alak, 96/6-7. âyetler.

[274] XX, 229, en-Nasr, 110. Sûre; VIII, 62,  et-Tevbe, 9/1. âyet, 2. başlık.

[275] X, 203, el-İsra, 17/Mukaddimesi.

[276] XIX, 250, el-Mutaffir'in, 83/Mukaddimesi, XX, 129, el-Kadr, 97/Mukaddimesi.

[277] XI, 72-73, Meryem, 19/Mukaddimesi; XI, 163, Tâhâ, 20/Mukaddimesi.

[278] I, 49 v.d da Kur'ân'ın toplanması ve ilgili diğer hususlardan, I, 59 v.d. da Kıır'ân sûre ve âyetlerinin tertibi, hareke ve nokta konulması ve diğer hususlardan söz etmektedir.

[279] VII, 367 v.d., el-Enfâl, 8/5. âyetin tefsiri v.d.

[280] VIII, 2 v.d.

[281] IV, 190, Âl-i İmran, 3/123-125. âyetlerin tefsin.

[282] IV, 184, v.d. Âl-i İmran 3/121 v.d. âyetlerin tefsiri.

[283] XIV, 128-144

[284] XVI, 259; el-Feth, 48. sûrenin tefsiri.

[285] VIII, 64-68.

[286] et-Tevbe Sûresi tefsiri VIII, 61. de başlamaktadır.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/89-91.

[287] Meselâ. İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, II, 309.

[288] Meselâ, Sııyûtî, a.g.e., II, 244; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 459.

[289] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/92.

[290] II, 185.

[291] II, 188.

[292] 11,249.

[293] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/92-94.

[294] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/95-96.

[295] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/96.

[296] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/96.

[297] Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelus, Beyrut, 1406/1986, s. 892.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/97.

[298] İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetavâ, 1. baskıdan tıpkı basım, 1398, XIII, 385. Etraflı bir değerlendirme için bk. Dr. ez-Zehebî, et-Tefsir ve'l-Mufessirûn, I, 205 v.d.

[299] Bk. el-Kasabî, a.g.e., s. 146-147; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 459.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/97.

[300] Kâtip Çelebî, a.g.e., 345; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 224 v.d.

[301] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 345; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 224 v.d. Eser Ali Muhammed, Âdil Ahmed ve Dr. Zekeriyya Abdulmecid tarafından tahkik edilerek, Beyrut 1413/1993 yılında büyük boy üç cild halinde basılmıştır. Tahkik heyeti tarafından Ebu'1-Leys ve tef­sirine ve başka hususlara dair 60 küsur sahifelik bir mukaddime eklenmiştir. Verdiğimiz vefat tarihi ed-Dâvudî'ye aittir. Bununla birlikte es-Safdî vefat tarihini 375 h. (985 m.) olarak gösterdiğini de kaydeder. Kâtip Çelebi ve ona uyarak Dr. ez-Zehebî de aynı şek­ilde 375 h. yi vermektedirler.

[302] Meselâ; I, 87, İstiâze bahsi 5. başlık; I, 115, el-Fâtiha, l/İkinci bölüm, 2. başlık; V, 191, en-Nisâ, 4/36. âyet, 18. başlık; XIX, 92, el-Kıyâme, 75/1-6. âyetlerin tefsiri.

[303] XIII, 193, en-Neml, 27/29-31. âyetler, 3. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/97-98.

[304] Eleştirilere örnek: Suyutî, a.g.e., II, 243-244; İbn Teymiyye, a.g.e, XIII, 286, 354; Dr. ez-Zehebî, a.g.e.h I, 233 v.d; Tefsirinin tanıtımı için bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 227 v. d.

[305] X, 370, el-Kehf, 18/18. âyet, 1. başlık.

[306] X, 389-390, el-Kehf, 18/27. âyetin tefsiri.

[307] Meselâ, bk. VII, 22, el-En'âm, 6/75. âyetin tefsiri; IX, 31, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tef­siri; XX, 13, el-A'lâ, 87/1. âyetin tefsiri.

[308] İbn Teymiyye, a.g.e., XIII, 386.

[309] XIV. 53te, Lukraan, 31/6. âyetin tefsirinde es-Sa'lebî ile el-Vâhidî'nin daha önce nakledilen hadise ek olarak zikrettikleri: "Yüksek sesle şarkı söyleyen bir adama..." bolümü buna örnek olabilir.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/98-99.

[310] Bk. ed-Dâvııdî, a.g.e., I, 56; Şemsuddîn el-Cezerî, Ğâyetu'n-Nihâye fi Tabakati'l-Kur-râ, Mısır. 1351/1932, I, 92.

[311] Dr. el-Kasabî. a.g.e., s. 128-130.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/99.

[312] es-Seyyid Abdulmaksud'ıın notlarıyla Beyrut, 1412/1992 de altı cilt halinde ilk defa basılmıştır.

[313] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 130 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/100.

[314] Kâtip Çelebi, a.g.e., s. 1050

[315] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 134-137.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/100.

[316] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 144-145, el-Cezerî, a.g.e, II, 309. 310, ed-Dâvudî, a.g.e, II, 331-332.

[317] el-Kasabî, a.g.e., s. 145.

[318] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/100.

[319] İbn Atiyye'nin hayatı ve eserleri için bk. Muhammed Ebû'l-Ecfân ve Muhammed ez-Zâhî, Fihris İbn Atiyye, Beyrut, 1983; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 238 v.d.; el-Kasabî, a.g.e., s. 427 v.d.; Mustafa İbrahim, a.g.e., s. 92 v.d; Tefsiri, Fas İlmî Meclisince (1975-1991 tarihleri arasında) 16 cilt olarak basılmıştır.

[320] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 427 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/100.

[321] ed-Dâvııdî a.g.e., I, 7-10.

[322] Dr. el-Kasabî, a.g.e., 123-127 (İ'rabu'l-Kur'ân), 127-128, (Meâni'l-Kur'ân); Ö.N. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul, 1973, I, 378, 379.

[323] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.

[324] Zemahşerî ve Tefsi/i için bk. Dr. ez-Zehebi, a.g.e., I, 429-482; ed-Dâvııdî a.g.e, II, 314-316.

[325] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.

[326] ed-Dâvûdî, a.g.e., II, 68; İbn Abdilberr, el-İstizkâr'a Dr. A. Mu'tî el-Kal'acî'nin Mukad­dimesi, I, 201, dn: 4; Kehhâle, a.g.e., VIII, 280.

[327] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/101.

[328] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 438 v.d, ed-Dâvudî, a.g.e., I, 55; Kâtip Çelebî, a.g.e., I, 20.

[329] Meselâ, V, 360, en-Nisâ, 4/101. âyet, 8. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/102

[330] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 444 v.d; el-Herâsî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Beyrut, 1405 / 1985, başındaki biyografi; Kâtip Çelebi, a.g.e., 20.

[331] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 139.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/102.

[332] Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 448 v.d. Kâtip Çelebi, a.g.e., 20.

[333] Bk. Dr. el-Kasabî a.g.e., s. 141; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 462 v.d.

[334] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 143 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/102.

[335] İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-Muvafakât, Beyrut, 1395/1975, III, 394. Ayrıca bk. Şâtıbî, a.g.e, III, 403-405; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 357-377.

[336] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., 308-314; Kurtubî'nin benimsemediği Batini tefsire örnek: X, 136, en-Nahl, 16/69. âyet, 3. başlık; X, 105, en-Nahl, 16/38. âyet; sufilere ait olup reddettiği işârî tefsire örnek: I, 301, el-Bakara, 2/54. âyetin tefsiri; III, 251, el-Bakara, 2/249, âyet, 1. başlık; III, el-Bakara, 2/260. âyet; XIII, 111, eş-Şuara, 26/78-81. âyetler; sufi yorumları şartlarını taşıması halinde kabul ettiğine örnek: I, 197, el-Bakara, 2/10. âyet; II, 412, el-Bakara, 2/192. âyet, 13. başlık.

[337] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/102-103.

[338] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e., II, 380.

[339] Örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 314-315.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/104.

[340] Bk. Dr. ez-Zehebî, a.g.e, II, 384; Dr. Süleyman Ateş, Siilemî ve Tasavvuft Tefsiri, İstan­bul, 1969.

[341] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 315-317.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/104.

[342] Kâtip Çelebî, a.g.e., 520

[343] İbnu'1-Esîr, el-Kâmil, VIII. 118; ed-Dâvvıdî, a.g.e., I, 291-292.

[344] Meselâ, II, 17, el-Bakara, 2/83. âyet, 8. başlık.

[345] Meselâ, II, 342, el-Bakara, 2/189. âyet, 2. başlık.

[346] Bk. Kâtip Çelebî, a.g.e., 98.

[347] X, 239-240, el-İsrâ, 17/23-24. âyetler, 6 ve 8. başlıklar

[348] III, 417-418, el-Bakara, 2/283. âyet, 24. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/104.

[349] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105.

[350] Bk. ed-Dâvııdî, a.g.e., II, 226-229; İ. Paşa, a.g.e., I, 556.

[351] Meselâ, I, 5, Kur'ân'ın Faziletleri bahsi; I, 23, Kur'ân'ın 1'rabı bahsi; I, 32, Kur'ân'ın Re'y ile tefsiri bahsi vs.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105.

[352] İbnu'l-Cezerî, a.g.e., I, 946-947.

[353] Bazı örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 148 v.d.

[354] Bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 151 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105.

[355] İbn Cinnî'nin hayatı ve eserlerine dair bilgi için bk. M. Ali en-Neccâr'in, Ebu'1-Feth Os­man b. Cinnî'nin el-Hasais (Beyrut, İkinci baskı tarihi yok) adlı eserine yazdığı mukaddime (I, 5-73).

[356] Örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 152-154.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105.

[357] İbnu'l-Cezerî, a.g.e., I, 503-505; Kâtip Çelebi, a.g.e., 538.

[358] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 154.

[359] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/105-106.

[360] İbnu'l-Cezeri, a.g.e., I, 401; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1317.

[361] İbnu'l-Cezerî, aynı yer. Ancak Kâtip Çelebî'nin bu rakamı (aynı yerde): "Bir milyon beşyüz elli rivayet ve tarik olarak zikretmesi bir kalem ziyadesi olmalıdır. Çünkü Ara­pça'da bir milyon "elf, elf' diye ifade edilir. Keşfu'z-Zunûn'da sehven fazladan bir "elf' yazılmış olmalıdır. "el-Ca'berî, Şerhu'ş-Şâtıbiyye'de der ki: Kırâât İmamın, Rivayet on­dan nakledenin, Tarîk Râvi'den nakledenin okuyuşuna denir." (Kâtip Çelebi, a.g.e., 1317)

[362] IX, 306, er-Ra'd, 13/17-19. âyetler.

[363] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/106.

[364] Suyutî, a.g.e., I, 149; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1203.

[365] Kâtip Çelebi, a.g.e., 421; Süyutî, a.g.e.,1, 10

[366] Bk. VIII, 38, el-Enfâl, 8/38. âyet, 4. başlık; X, 398, el-Kehf, 18/30-31. âyetlerin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/106-107.

[367] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/107.

[368] Buraya kadarki listeyi Dr. el-Kasabî de aynen zikretmektedir. Bk. s. 154-156. Bundan sonra sözü edilecek eserlerden ise -el-Hakiın et-Tirmizı'nin Nevâdiru'l-Usul'ü müstesna- nisbeten az nakilde bulunduğu için ayrıca Dr. el-Kasabî sözetmemiş ola­bilir.

[369] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/107-108

[370] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1871; el-Kettânî, er-Risâletu'l-Müstatrefe, İstanbul 1986 (tıpkı basım), s. 58.

[371] II, 121, el-Bakara, 2/127'nci âyetin tefsiri; VIII, 316, Yunus, 10/11'n'ci âyet, 3'ncü başlık;

VIII, 338, Yunus, 10/32'nci âyet, 7'nci başlık; X, 3İ, el-Hicr, 15/43-44; XVIII, 130, el-Münâfikûn, 63/10-11'nci âyetler, 2'nci başlık.

[372] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/108.

[373] el-Hakim et-Tirmizî'nin hayatı ve eseri için bk. Abdulaziz b. Şah Veliyyullah Dehlevi, Bustânu'l-Ârifın, Ankara, 1986, çev. Doç. Dr. Ali Osman Koçkuzu, s. 119-121; es­erin Ahmed Abdurrahim ile es-Sâyih -es-Seyyid el-Cumeylî'nin tahkiki ile Kahire, 1408/1988'de yapılan neşrinin I, 7-199'daki tanıtım. el-Kettânî, a.g.e., s. 56-57

[374] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/108-109

[375] Bk. el-Kettânî, a.g.e., s. 29 ve 140; ed-Dehlevî, a.g.e., s. 90-91 ve 131.

[376] Meselâ, II, 100, el-Bakara, 2/124. âyet, 7. başlık; IV, 52, Âl-i İmran, 3/26. âyet; XVIII, 80, es-Saff, 61/2-3. âyetler, 3. başlık vs...

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/109.

[377] Kâtip Çelebi, a.g.e., 2; el-Kettanî, a.g.e., s. 39.

[378] Meselâ: IV, 223, Âl-i İmran, 3/144. âyetin tefsiri, IV, 310; Âl-i İmran, 3/190-200. âyetler, 2. başlıkta.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/109.

[379] Ziriklî, a.g.e., IV, 330-331; Kehhâle, a.g.e., VII, 228. Her ikisi de "Şerhu's-Sünne" diye bir eser adı vermiyor. Elimizin altındaki kaynaklarda "İbnu'l-Hassâr" diye başka bir müellif de tespit edemedik.

[380] VI, 210, el-Mâide, 5/48. âyet ile VII, 364, el-Mâide, 5/112. âyet.

[381] I, 73, İ'cazu'l-Kur'ân bahsi, I, 103, Besmele bahsi, 19. başlık v.s...

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/109.

[382] X, 316, el-İsrâ; 17/82, 2. başlık.

[383] Bkz. Dr. Muvaffak b. Abdullah b. Abdulkadir'in:

1- Suâlâtu'l-Hâkim en-Neyhsâburî li'd-Dârakutnî fi'l-Cerhi ve't-Ta'dil, Riyad, 1404/1984, s. 34.

2- Suâlatu Hamze b. Yusuf es-Sehml li'd-Dârakutnî ve öayrihi mine'l-Meşayih, Riyad, 1404/1984, s. 37.

[384] Doç. Dr. Müctebâ Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1992, s. 248.

[385] Hâkim en-Neysâburî, Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis, Beyrut, 1400/1910, s. 215.

[386] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/109-110.

[387] Bk. Hâkim, a.g.e, baskıya hazırlayanın mukaddimesi, el-Kettanî, a.g.e., s. 143.

[388] X, 407, el-Kehf, 18/39-41. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/110.

[389] Kehhâle. a.g.e., II, 3-4.

[390] I, 218, eİ-Bakara, 2/19. âyet.

[391] I, 40, Mukaddime, Allah'ın Kitabını öğrenme keyfiyeti bahsi.

[392] II, 116, el-Bakara, 2/125. âyet, 6. başlık.

[393] VI, 398, el-En'âm, 6/17.

[394] el-Kettânî, a.g.e., s. 143.

[395] XII, 216, en-Nûr, 24/27. âyı-ı. 9. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/110.

[396] el-Kettânî, a.g.e., s. 214.

[397] I, 79, "Surelerin faziletine dair uydurulmuş hadisler" bahsi ve VIII, 180; et-Tevbe, 9/60. âyet, 12. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111.

[398] el-Kettânî, a.g.e., 42-43; Kehhâle, a.g.e., XI, 243; Kâtip Çelebi, a.g.e., 523; îsmail Paşa, İzahu'l-Meknûn, I, 335.

[399] X, 206, el-İsrâ, 17/1. âyet, 4. başlık.

[400] I, 328, el-Bakara, 2/38'nci âyetin tefsiri; II, 8, el-Bakara, 2/79'ncu âyet, 2'nci başlık; II, 116, el-Bakara, 2/125'nci âyetin tefsirinin sonlan; III, 32, el-Bakara, 212'nci âyetin tef­siri; III, 278, el-Bakara, 2/255; VI, 19, 4/l65'nci âyetin tefsiri; XIII, 224, en-Neml, 27/62-64'ncü âyetin tefsiri; XX, 24, el-A'lâ, 87/18-19'ncu âyetlerin tefsiri;

[401] IV, 298, Al-i İmrân, 3/185. âyet, 3. başlık ve XV, 1, Yasin / 36. Mukaddimesi

[402] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111.

[403] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111.

[404] Hayatı ve eserleri için bk. Dr. Abdulmu'ti Emin Kal'acî, İbn Abdilberr Siretuhû ve Kitabuhâ el-İstizkâr, -el-İstizkâr'ın Dâru Kuteybe ve Dâru'1-Va'y (tarihsiz) neşri I. cil­di baştarafında-; s. 11-162; Dr. Muhammed Ahmed el-Moritanî, İbn Abdilberr'in Kitabu'l-Kâfi, Riyâd, 1398/1978, I, 5-132'de yer alan mukaddimesi; ed-Dehlevî, a.g.e., 131-133.

[405] Eserin muhakkiki ve yayıncısına dair bilgiler bir önceki notta kaydedildi. ed-Dehlevî

bu eser hakkında şunları söyler: "el-İstizkâr, aslında Muvatta'ın en güzel şerhidir... eğer seyrek ve açık yazı ile yazılırsa 30 cilt kadardır..." (s. 132) Özel olarak bu es­erin tanıtımı için bk. Dr. Kal'acî, el-İstizkâr Mukaddimesi, I, 82 v.d.; Dr. el-Moritanînin el-Kâfi Mukaddimesi, I, 44 v.d.

[406] Bazı örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 158 v.d.

[407] Örnek için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 162 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/111-112.

[408] Tanıtıcı bilgi için bk. el-Kal'acî, a.g. mukaddime, I, 52-55; Dr. el-Moritanî, a.g. mukaddime, I, 84-100; el-Kettânî, a.g.e., s. 113.

[409] Örnek için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 165 v.d.

[410] Örnek için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 169 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/112.

[411] Doç. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul, 1989, s. 166.

[412] Örnek için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 170 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/112.

[413] V, 360, en-Nisâ, 4/101. âyet, 8. başlık; VII, 101, el-En'âm, 6/141. âyet, 6. başlık.

[414] Kâtip Çelebî, a.g.e., 1315.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/112.

[415] Kâtip Çelebî, a.g.e., 20; el-Kettânî, a.g.e., s. 173.

[416] el-Kettânî, a.g.e., s. 178-179; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 170.

[417] Bk. I, 121, el-Fâtiha, 1/Nuzülü ve ahkâmına dair bölüm, 10. başlık; II, 145, el-Bakara, 2/138. âyet, 2. başlık; IX, 328, er-Ra'd, 13/38. 2. başlıkta: "... Ebû Muhammed Abdulhakk'ın bu hadisin sahih olduğunu söylemiş olması sana yeter.." diyerek, bu hususta ona ne kadar güvendiğini de ortaya koymaktadır.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/113.

[418] Hayatı ve eserleri için bk. Şerhu Meâni'l-Âsâr, Beyrut, 1414/1994, I, 1-6 daki mukaddime ile el-Kettâni, a.g.e., s. 43-44; ed-Dehlevî, a.g.e., s. 159-161.

[419] Meselâ bk. II, 104; el-Bakara, 2/124. âyet 11. başlık; II, 424, el-Bakara, 2/198. âyet, 15. başlık; VI, 39, el-Mâide, 5/2. âyet, 2. başlık v.s.

[420] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/113.

[421] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/113.

[422] Bk. Muhammed Hamidullah'ın, Sîretu İbn îshâk'a (Konya, 1401/1981) yazdığı Mukaddime; el-Kettânî, a.g.e., 107.

[423] Meselâ bk. VI, 33, el-Mâide, 5/1. âyet, 2. başlık; XIV, 128, ekAhzâb, 33/9. âyet, 1. başlık.

[424] IV, 4, Âl-i İmran, 3/1-2. âyetler, 5. başlık. Bir başka örnek: VI, 120, el-Mâide, 5/18. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/114.

[425] Kehhâle, a.g.e; II, 95-96.

[426] II, 125, el-Bakara, 2/127. âyetin tefsiri; V, 372-373, en-Nisâ, 4/102. âyet, 11. başlık.

[427] XV, 208, Sâd, 38/41-43. âyetlerin tefsirinde olduğu gibi.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/114.

[428] Dr. el-Kal'acî, a.g. mukaddime, I, 66-67.

[429] IV, 191, Âl-i İmran, 3/123-125. âyetler, 1. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/114.

[430] Kâtip Çelebî, a.g.e., 760; el-Kettânî, a.g.e.. s. 33.

[431] I, 330, el-Bakara, 2/40. âyetin tefsiri; IV, 91-92, Âl-i İmran, 3/45-46. âyetlerin tefsiri; IV, 95, Âl-i İmrân, 3/48-49. âyetlerin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/114.

[432] Kâtip Çelebi, a.g.e., 2017; el-Kettânî, a.g.e., s. 45 ve 106.

[433] VIII, 181, et-Tevbe, 9/60. âyet, 12. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/115.

[434] el-Kettânî, a.g.e., s. 106 ve 202; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1050.

[435] X, 208, el-İsrâ, 17/1. âyet, 4. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/115.

[436] el-Kettânî, a.g.e., s. 106; Kâtip Çelebi, a.g.e., 1052; Kehhâle, a.g.e., VIII, 16-17; ed-Dehlevî, a.g.e., s. 226-230.

[437] V, 205, en-Nisâ, 4/43. âyet, 9. başlık; II, 152, el-Bakara, 2/142. âyet, 9. başlık; V, 392-393, en-Nisâ, 4/119. âyet, 7. başlık; VI, 3, en-Nisâ, 4/148-149. âyetler, 2. başlık.

[438] X, 209, el-İsrâ, 17/1. âyet, 5. başlık; XI, 167, Tâhâ, 20/1-8. âyetlerin tefsiri; XII, 80, el-Hacc, 22/52. âyet, 2. başlık; XII, 82, el-Hacc, 22/52. âyet, 3. başlık; XIII, 68, el-Furkan, 25/63. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/115.

[439] el-Kettâni, a.g.e., s. 138-139; Kâtip Çelebî, a.g.e., 1103; Kehhâle, a.g.e., X, 21-22.

[440] I, 279, el-Bakara, 2/31. âyet, 1. başlık; IV, 191, Âl-i İmrân, 3/123-125. âyetler, 1. başlık; VI, 121, el-Mâide, 5/19. âyetin tefsiri; VI, 388, el-En'âm, 6/2. âyetin tefsiri.

[441] VI, 122, el-Mâide, 5/19. âyetin tefsiri; VI, 225, el-Mâide, 5/58. âyet, 2. başlık; VII, 198, el-A'raf, 7/32. âyet, 1. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/115.

[442] Eseri tnnıtıcı bilgi için bk. Dr. Kal'acî, a.g. mukaddime, I, 59; Kâtip Çelebî, a.g.e., 81; Kettânî, a.g.e., s. 128.

[443] IV, 193, Âl-i İmrân, 3/123-125. âyetler, 1. başlıkta olduğu gibi.

[444] VIII, 181, et-Tevbe, 9/60. âyet, 11. başlıkta olduğu gibi.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/116.

[445] IV, 76, Âl-i İmrân, 3/39. âyette Hz. Meryem'in Hz. İsa'ya hamile kaldığı sırada Hz. Zek-eriyya'nın hanımının Hz. Yahya'ya hamile kalıp, Hz. Yahya'nın annesinin karnında iken Hz. İsa'ya secde ettiğini belirtmesine dair rivayet gibi.

[446] X, 219, el-İsrâ, 17/7. âyetin tefsirinde olduğu gibi.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/116.

[447] Kâtip Çelebi, a.g.e., 294; el-Kettânî, a.g.e., s. 57, 58.

[448] VII, 104, el-En'âm, 6/141. âyet, 6. başlıkta "Tarihu Dimaşk" diye zikrederken; III, 276, el-Bakara, 2/255'te-, IX, 32, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsirinde; IX,42, Hûd, 11/41-44. âyetlerin tefsirinde; XVI, 215,-el-Ahkâf, 43/29. âyetin tefsirinde; X, 218, el-İsrâ, 17/7. âyetin tefsirinde sadece "Tarih" diye zikretmektedir.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/116.

[449] İbnu'l-Cezerî, Tabakatu'l-Kurrâ, I, 535-540; ed-Dâvudî, Tabakatu'l-Müfessirîn, I, 399-403; Kehhâle, a.g.e., VII, 84.

[450] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1328.

[451] VII,  24, el-En'âm, 6/75. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/117.

[452] ez-Zehebî, a.g.e, I, 227;

[453] Bk. "1. Rivayet Tefsirleri, 1.3. es-Sa'lebî'nin Tefsiri"; VII, 22, el-En'âm, 6/75. âyetin tefsiri; IX, 31, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsiri; XX, 13, el-A'lâ, 87/1. âyetin tef­siri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/117.

[454] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/117.

[455] Kâtip Çelebi, a.g.e., 1157; Kehhâle, a.g.e., XI, 300.

[456] X, 148, en-Nahl, 16/75. âyet, 4. başlık.

[457] VI, 38, el-Mâide, 5/2. âyet, 2. başlık.

[458] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/118.

[459] Müfessirimizin sözünü ettiği Ebû'l-Kasım İbn Mende için bk. Kâtip Çelebi, a.g.e., 1671; Kettânî, a.g.e, 31; Kehhâle, a.g.e., V, 171.

[460] X, 417.

[461] Kâtip Çelebi, Kettânî, Kehhâle, aynı yerler.

[462] Kettânî, a.g.e., 39, Kâtip Çelebî, a.g.e., 1406.

[463] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/118.

[464] Kehhâle, a.g.e., X, 109.

[465] VII, 326, el-A'raf, 7/180. âyet, 3. başlık.

[466] IV, 320, Âl-i İmrân, 3/190-200. âyetler, 18. başlık.

[467] Meselâ, I, 370, 2/44. âyet, 9. başlık; II, 47, el-Bakara, 2/102. âyet. 9. başlık; V, 159, en-Nisâ, 4/31. âyet, 1. başlık, VIII, 77, et-Tevbe, 9/6. âyet, 4. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/118.

[468] Kehhâle, a.g.e., I, 83.

[469] VII, 14, el-En'âm, 6/68. âyet, 4. başlık.

[470] I, 272, 2/30. âyet, 17. başlık; V, 159, en-Nisâ, 4/31. âyet, 1. başlık; VIII, 77, et-Tevbe, 9/6. âyet, 4. başlık gibi...

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/119.

[471] Kâtip Çelebî, a.g.e., 68; Kehhâle, a.g.e., VI, 184-185.

[472] I, 370, el-Bakara, 2/44. âyet, 9. başlıkta.

[473] Meselâ bk. I, 103, Besmele, 21. başlık; II, 84, el-Bakara, 2/115. âyet, 4. başlık; V, 159, en-Nisâ, 4/31. âyet, 1. başlık; XII, 81, el-Hacc, 22/52. âyet, 3. başlık; XVI, 230, Muhammed, 47/5. âyet; XVII, 237, el-Hadid, 57/4-6. âyetlerin tefsiri.

[474] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/119.

[475] M. İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s. 893.

[476] Mâliki mezhebine dair fıkıh eserleri arasında zikrettiği önemli kaynaklar için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., 156-157. Bu eserlefe dair bazı bilgiler için de bk. Muhammed Ebû Zehra, İmam Mâlik, Çeviren: O. Keskioğlu, Ankara, 1985, s. 241-249

[477] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/120.

[478] Kehhâle, a.g.e., VI, 224

[479] Meselâ bk. II, 324, el-Bakara, 2/187. âyet, 13. başlıkta; X, 156, en-Nahl, 16/80. âyet, 5. başlrkta.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/120.

[480] Kehhâle, a.g.e., VI, 181

[481] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/120-121.

[482] Kehhâle, a.g.e., VIII, 276

[483] II, 231, el-Bakara, 2/173. âyet, 28. başlıkta olduğu gibi.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/121

[484] Kehhâle, a.g.e., VIII, 200.

[485] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/121.

[486] Kâtip Çelebi, a.g.e., 103; Kehhâle.o.^.e., VIII, 220

[487] III, 165, el-Bakara, 2/233. âyet, 10. başlık gibi

[488] Bk. Doç. Dr. Abdulkadir Şener'in İbnu'l-Miinzir'e ait Kitabu'l-İcmâ' neşri, Ankara, 1983, s. 13-22'de yer alan ve İbnu'l-Münzir'in hayatı ve eserlerine dair mukaddime, s. 16.

[489] Bk. Kehhâle, aynı yer; Kâtip Çelebi, aynı yer; Doç. Dr. A. Şener, a.g. Mukaddime, s. 13.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/121-122.

[490] Dr. Muhammed Madik, - İbn Abdilber'e ait Kitabu'l-Kâfi Mukaddimesi, I, 43-132 ile Dr. Emin el-Kal'acî el-lstizkâr Mukaddimesi, I, 56-57.

[491] VII, 3, el-En'âm, 6/59. âyet, 2. başlık

[492] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122.

[493] Kehhâle, a.g.e., VIII, 228

[494] V, 362, en-Nisâ, 4/101. âyet, 9. başlık

[495] V, 67, en-Nisâ, 4/11-14. âyetler, 12. başlık. Burada şunu hatırlatalım; el-Mukaddimât sahibi Ebu'l-Velîd unvanlı bu İbn Rüşd ile, "Bidâyetu'l-Müctehid" adlı eserin sahibi ve aynı zamanda Endülüs'ün ileri gelen felsefe bilginlerinden olup el-Hafîd unvanlı İbn Rüşd (520-595 / 1126-1199) birbirine karıştırılmamalıdır. (Bk. Kehhâle, a.g.e., VIII, 313)

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122.

[496] Kâtip Çelebî, 613; Kehhâle, a.g.e., VI, 158.

[497] V, 66, en-Nisâ, 4/11-14. âyetler,, 12. başlık.

[498] V, 133, en-Nisâ, 4/24. âyet, 13. başlık ve V, 204, en-Nisâ, 4/43. âyet, 7. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122.

[499] Kâtip Çelebî, a.g.e., 226; Kehhâle, a.g.e., VI, 206.

[500] X, 76, en-Nahl, 16/8. âyet, 5. başlık; VII, 122, el-En'âm, 6/145. âyet 3. başlık.

[501] Bk. VI, 38, el-Mâide, 5/2. âyet 2. başhk

[502] Meselâ, I, 370, el-Bakara, 2/44. âyet, 9. başhk.

[503] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/122-123.

[504] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/123-124.

[505] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124.

[506] Kâtip Çelebî a.g.e., 1204; el-Kettâni, a.g.e., 154.

[507] I, 5, Mukaddime, Kur'ân'ın faziletlerine dair bahiste.

[508] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124.

[509] I, 330, el-Bakara, 2/40. âyetin tefsiri.

[510] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/124-125.

[511] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/125.

[512] Kâtip Çelebî, a.g.e, 947.

[513] Meselâ, I, 104, Besmele bahsi, 23. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/125.

[514] Kâtip Çelebî, a.g.e, 2053-2054.

[515] X, 372, el-Kehf, 18/17-18. âyetler, 4. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/125.

[516] Kâtip Çelebî, a.g.e., 1395; Kehhâle, a.g.e, VI, 187.

[517] X, 376, el-Kehf, 18/19-20. âyetler, 3. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/125.

[518] Kâtip Çelebi a.g.e., 1071-1072; Kehhale a.g.e., II, 267. Dr. Kasabi, a.g.e., sh. 176-178

[519] I, 136. el-Fatiha 1/1. âyet 4. bölüm, 8. başlık.

[520] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/126.

[521] Kâtip Çelebi, a.g.e., II, 1604-1605; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 174-176.

[522] I, 112, el-Fâtiha, 1/1. âyet, 1. bölüm, 4. başlık.

[523] Örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., 178.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/126.

[524] Kâtip Çelebi, a.g.e., I6l6; Kehhâle, a.g.e., VII, 36.

[525] Eserin adını IV, 31, Â-li İmran, 3/14. âyet, 4. başlıkta, VI, 51, el-Mâide, 5/3. âyet, 8. başlık gibi yerlerde zikrettiğini görüyoruz. Buna karşılık, II, 285, el-Bakara, 2/266. âyetin tefsiri, el-Bakara, 2/283. âyet, 5. başlık... gibi yerlerde de eserinin adını zikretmemektedir.

[526] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/126-127.

[527] Sibeveyh için bk. Kâtip Çelebi, a.g.e., 1426-1429; Kehhâle, a.g.e., VIII, 10; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 179; el-Müberred için bk. Kâtip Çelebî, a.g.e., 1793; Kehhâle, a.g.e., XII, 114-115; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 180.

[528] Meselâ: Sibeveyh'e I, 207, el-Bakara, 2/14. âyetin tefsirinde; I, 220, el-Bakara, 2/19. âyetin tefsirinde; V, 107, en-Nisâ, 4/23. âyet, 1. başlıkta; XIV, 186, el-Ahzâb, 33/35. âyet, 2. başlıkta...; el-Müberred'e I, 140, el-Fâtiha, 4. bölüm, 15. başlıkta; I, 284, el-Bakara, 2/31. âyet, 6. başlıkta; IX, 148, Yusuf, 12/17. âyet, 7. başlıkta; XI, 201, Tâhâ, 20/45. âyetin tefsirinde... atıfta bulunmaktadır.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/127.

[529] VII, 320, el-A'raf, 7/175. âyetin tefsiri.

[530] VIII, 330, Yunus, 10/26. âyetin tefsiri.

[531] Kehhâle, a.g.e., IV, 295, en-Nisâ, 4/79.

[532] V, 287, en-Nisâ, 4/79. âyetin tefsiri.

[533] I, 63, Tefsirinin Mukaddimesi'nde Kur'ân'ın harekelenmesi bahsi.

[534] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/127-128.

[535] "Allah güzeldir, güzel olanı sever." (Müslim, İman 147; İbn Mace, Dua 10; Müsned, IV, 133, 134, 151); "Allah, her hususta ihsanı emir buyurmuştur..." (Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizi, Diyât 14 v.s) hadisleri ve benzerleri bu irşâdlara bir örnektir.

[536] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/129.

[537] Kurtubî'nin kaynaklan'na dair bizim verdiğimiz liste ile Dr. el-Kasabi'nin, el-Kurtubl ve Menhecuhî fi't-Tefsir adlı eserinde (s. 123 v.d) verdiği liste arasında yapılacak bir karşılaştırmada bu husus rahatlıkla görülebilir.

[538] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/129-130.

[539] VI, 161, el-Mâide, 5/38. âyet 1. başlık.

[540] Dârakutnî, Sünen, Beyrut, 1406/1986, III, 186, 190, 191, 192, 194.

[541] Nitekim tercüme esnasında yaptığımız tahriçlerden bu hususu tespit ettik. Yeri geldikçe de -inşaallah- okuyucu da bunu müşahade edecektir. 

[542] Kurtubî'nin III, 148'deki ifadeleri, İbnu'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'ân, Kahire, tarihsiz, I, 198'de yer almaktadır. Yapılacak karşılaştırma ile belirttiğimiz hususlar rahatlıkla tespit edilebilir.  

[543] Kurtubî, III, 33; İbn Atiyye, el-Muharrar, Fas, 1395/1975, II, 154-155.

[544] Bk. VI, 99, el-Mâide, 5/6. âyet, 17. başlık, 20. başlık, 21. başlık, 28. başlık... yine VI, 14-15, en-Nisâ, 4/162. âyetin tefsirinde Hz. Âişe'ye atfedilen görüşün doğru olamayacağını, -el-Kuşeyrî'den naklettiği, ilmi açıdan güçlü bir delile dayanarak ortaya koymaktadır.

[545] VI, 176-178.

[546] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/130-132.

[547] Ebû Dâvûd, Cihad, 41.

[548] VI, 167, Â-li İmrân, 3/123-125. âyetler, 6. başlık.

[549] VII, 194, el-A'raf, 7/31. âyet, 6. başlık. Ayrıca bk. VII, 363, el-Enfâl, 8/1. âyet, 5. başlık; VII, 364, el-Enfâl, 8/1. âyet, 6. başlık; IX, 371 v.d, İbrahim, 14/37. âyet, 6. başlık V, 153-155, en-Nisâ, 4/27-28, âyetler, 7. başlık; v.s...

[550] V, 24, en-Nisâ, 4/4. âyet, 4. başlık.

[551] III, 253, el-Bakara, 2/249. âyet, 7. başlık.

[552] VI, 38, el-Mâide, 5/2. âyet, 2. başlık.

[553] V, 216-217, en-Nisâ, 4/43. âyet, 21. başlık.

[554] IX, 109-110, Hûd, 11/114. âyetin tefsiri.

[555] IX, 308-309, Ra'd, 13/20. âyetin tefsin.

[556] İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, II, 309.

[557] Bu türden başka örnekler için bk. Dr. ez-Zehebi, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn, II, 459 v.d.; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 344 v.d.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/132-134.

[558] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/134-135.

[559] Mustafa İbrahim, Medresetu't-Tefsir fi'l-Endelüs, Beyrut, 1406/1986, s. 892.

[560] el-Kıyâme, 75/16-17; el-A'lâ, 87/6 v.s.

[561] Celaluddin es-Suyııtî, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kur'ân, İstanbul, 1988, (1398/1978 baskısından tıpkı basım), I, 76 v. d.

[562] Suyuti, a.g.e., I, 99.

[563] Bıı hususta Tefsir Usulü'ne (Ulumu'l-Kur'ân'a) dair eserlerin ilgili bahislerinden başka,

İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetavâ, Birinci baskıdan 1398 h. basımı, XIII, 389 v.d ile M. İbrahim, a.g.e., 245 v. d. na özellikle de bu alanda Türkçe'de -bildiğimiz kadarıyla-en derli toplu ve ilmî bir eser hüviyetindeki İsmail Karaçam hocamızın, Kur'ûn-ı Ker-im'in Nüzulü, ve Kıraati, İstanbul, 1974 adlı eserine bakılmalıdır.

[564] İkinci maddeden itibaren, Kurtubî, I, 47, Mukaddime'de: '"yedi kırâat"e dair bahis. Ayrıca bk. İ. Karaçam, a.g.e., s. 307-308.

[565] Kurtubî, I, 86, Mukaddime'de "Kur'ân'a dil uzatanlar..." bahsi. Ayrıca bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 249.

[566] M. İbrahim, a.g.e., s. 248.

[567] M. İbrahim, a.g.e., s. 284-300.

[568] Örnek olmak üzere bk. I, 184, el-Bakara, 2/6. âyetin tefsiri. (31) (.32.) (33)

[569] Örnek olmak üzere bk. II, 67-68 el-Bakara, 2/106. âyet, 14. başlık.

[570] Örnek olmak üzere bk. II, 37-38. el-Bakara, 2/98. âyetin tefsiri.

[571] Örnek olmak üzere bk. I, 139-141, el-Fâtiha, 1/4. âyet, 14. başlık.

[572] Örnek olmak üzere bk. VII, 91-93, el-En'âm, 6/137.

[573] Örnek olmak üzere bk. VIII, 86, et-Tevbe, 9/15. âyetin tefsiri.

[574] Örnek olmak üzere bk. XI, 79, Meryem, 19/5. âyet, 3. başlık.

[575] Örnek olmak üzere bk. XI, 131, Meryem, 19/67. âyetin tefsiri.

[576] Örnek olmak üzere bk. II, 92-93, el-Bakara, 2/19. âyetin tefsiri. Ayrıca bu konuda Dr. el-Kasabî, a.g.e., "Kurtubî'nin Şâzz ve Mütevatir Kıraatler Hususundaki Yöntemi ve Bunlara Karşı Tutumu" başlıklı (s. 213-235) bölüme ve bu bölümdeki örneklere de bakılması yararlı olacaktır.

[577] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/135-139.

[578] Bk. Eş-Şuara, 26/195; Yusuf: 12/2; Taha: 20/113; ez-Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3 v.s.

[579] 1, 3.

[580] Aynı yer.

[581] M. İbrahim, a.g.e., s. 393-403; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 237-257.

[582] III, 51, el-Bakara, 2/219. âyet, 1. başlık.

[583] I, 262-236, el-Bakara, 2/30. âyet, 2. başlık.

[584] I, 182, el-Bakara, 2/5. âyet.

[585] I, 101, Mukaddime'de "Besmele" bahsi, 17 ve 18. başlıklar.

[586] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 243.

[587] I, 102-103, Mukaddime'de "Besmele" bahsi, 21. başlık.

[588] IX, 9-10, Hûd, 11/8. âyetin tefsiri.

[589] II, 88-89, el-Bakara, 2/117. âyet, 4. başlık.

[590] "İlim adamları "ewâh"ın anlamı hakkında onbeş farklı açıklamada bulunmuşlardır..." diyerek bunları sıralar. VIII, 275-276, et-Tevbe, 9/114. âyet, 3- başlık.

[591] Bu tabirin de -birbirine yakın olmakla beraber- onbeş ayrı açıklamasını, açıklamaları yapanların kim olduklarını da belirterek zikreder. XVIII, 230-231. "La cereme" tabiri (IX, 20, Hûd, 11/22. âyet) ile ilgili ve "ihbâf'a dair açıklamaları (IX, 21, Hûd, 11/23) da bu kabilden değerlendirilebilir.

[592] V, 231-232, en-Nisâ, 43. âyet, 34. başlık.

[593] Dr. el-Kasabî, a.g.e., 237-257.

[594] Bu hususa dair açıklamalar Mustafa İbrahim, a.g.e., s. 411 v.d. ile Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 299 v.d. dan hareketle yapılmıştır.

[595] I, 159.

[596] V, 424.

[597] I, 139-140.

[598] I, 184.

[599] I, 220.

[600] 1, 275.

[601] Şairlerin şiirleriyle istişhâdn ve bu konuda Kurtubî'nin tutumuna dair açıklamalar için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 275 v.d.

[602] III, 120.

[603] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/139-143.

[604] Bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 404; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 263-264. Burada ayrıca örnek­lerle açıklamalarda bulunmayışımızın en önemli nedenleri arasında: 1. Konunun ol­dukça teknik olması dolayısıyla muhatabının nisbeten az olması, 2. Esasen Tefsiri'nin tercüme ederken bu hususların da atlanmaksızın yansıtılmaya çalışılmış olması, 3. Diz­gide de bu hususların teknik zorlukları beraberinde getirmesi, 4. Atıfta bulunduğumuz eserlerde bu hususları yeterince örneklendirmiş olması... gibi hususlar yer alır.

[605] I, 242-243

[606] Örnekler için bk.: M. İbrahim, a.g.e., s. 405 v.d.; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 259 v.d.

[607] Ali el-Cârim ve Mustafa Emin, el-Belâgatu'l-Vâdıha, Mısır, 1959, s. 8; Çeşitli tarifler

için bk. : Dr. In'âm Fevyâl Akkâvî, el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulûmi'l-Belağa, Beyrut, 1413/1992, s. 268.

[608] Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 293; M. İbrahim, a.g.e., s. 418.

[609] Meselâ, II, 316, el-Bakara, 2/187. âyet, 3. başlık; M. İbrahim, a.g.e., s. 420.

[610] Meselâ, I, 197, el-Bakara, 2/10. âyet; M. İbrahim, a.g.e., 421; Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 297. Müellifler aynı yerlerin devamında başka örnekler de vermektedirler.

[611] Meselâ, X, 266, el-İsrâ, 17/44. âyet ve diğer örnekler için bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 422-

423; Dr. el-Kasabi, a.g.e., 299-300.

[612] Meselâ, II, 30, el-Bakara, 2/91. âyet; M. İbrahim, a.g.e., s. 423-424; Dr. el-Kasabî, a.g.e.,

s. 301.

[613] VI, 31, el-Mâide, 5/1. âyet; M. İbrahim, a.g.e., s. 424; Dr. el-Kasabî, a.g.e., 300.

[614] XVII, 159 v.d., er-Rahmân, .55/13. âyet.

[615] I, 3.

[616] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/143-144.

[617] Meselâ 2. Bölüm'de "Fıkhî Mezhebi"ne dair açıklamalarda bulunurken, ve 4. bölümde "Kaynakları" bahsinde "Fıkıh Eserleri"ne dair açıklamalarda bulunurken, bu bölümün ana başlıklarından "Tefsiri'nin Meziyetleri" başlığı altında "İnsafı"na dair açıkla­malarda bulunurken...

[618] Meselâ, Suyûtî, el-İtkân (II, 244)'da: "... Fakih olan müfessir de... âyet ile ilgisi olmayan fıkhı hükümlere dair delilleri, muhaliflerin delillerine cevapları ihtiva eden uzun açıklamalara girişir" demektedir. Biraz sonra bu hususa değinilecektir -inşaAllah-.

[619] Dr. el-Kasabi, a.g.e., s. 319-343.

[620] M. İbrahim, a.g.e., s. 502-519.

[621] II, 377-378. el-Bakara, 2/198. âyetin: "... Arafat'tan hep birlikte geri döndüğünüzde Meş'ar-ı Haram'ın yanında Allah'ı anın" bölümünün 13. başlığı ile ilgili II, 422. deki açıklamaları da bu türdendir.

[622] II, 228-229.

[623] I, 171-172.

[624] II, 280.

[625] II, 265.

[626] II, 322.

[627] II, 375. Daha başka örnekler için, el-Kasabi, a.g.e., s. 327-328 ile, M. İbrahim, a.g.e., s. 505- 508, 511-518

[628] II, 115-116.

[629] 11,285-286.

[630] II, 168.

[631] I, 335-336. Ayrıca el-Kasabî, a.g.e., s. 338 v.d. daki örnekler de bu türdendir

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/144-147.

[632] Bu başlık altındaki açıklamalar Dr. el-Kasabî, a.g.e., 358-394. sahifelerde verdiği bil­gilerden özetlenmiştir.

[633] XV, 308, el-Mü'min, 40/28. âyet, 3. başlık.

[634] II, 338-339. Başka örnekler için bk. el-Kasabî, a.g.e., s. 360 v.d.

[635] III, 163.

[636] III, 398.

[637] IV, 116. Kurtubî Tefsir'inde Muhalefet Mefhıunu'na, Sıfat Mefhumu'na dair açıklamalara ve münakaşalara örnek olmak üzere de bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 367-370.

[638] Seyyid İbrahim Sadık ve Muhammed Ali Abdulkadir, Fehârisu'l-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire, 1414/1994, XXII, 339-351.

[639] Meşhur Hasan Selman ve Cemal Abdullatif ed-Düsukî, Keşşaf Tahlilî Li'l-Mesâili'l-Fıkhiyyefi Tefsiri'l-Kurtubî, Taif, 1408/1988, s. 57-64.

[640] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/147-148.

[641] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/149.

[642] I, 3, Mukaddimesi'nde.

[643] Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Md. 42.

[644] IV, 41-42.

[645] III, 273.

[646] Bk. I, 193-194, el-Bakara, 2/8. âyet, 4 ve 5. başlıklar; I, 365-366, el-Bakara, 2/44. âyet, 2 ve 3. başlıklar; II, 241-242, el-Bakara, 2/177. âyet, 6. başlık... v.s. Bu başlık altında buraya kadarki tespit ve örneklerde Dr. el-Kasabi'nin a.g.eserinin 395-409. sahifel-er arasında verdiği bilgiler esas alınmıştır.

[647] IX, 31-32, Hûd, 11/38-40. âyetlerin tefsiri.

[648] IX, 37-38, Hûd, 11/41-44. âyetlerin tefsiri.

[649] VII, 258, el-A'raf, 7/114. âyetin tefsiri.

[650] I. 256-257, el-Bakara, 2/29. âyet, 6. başlık.

[651] I, 426, el-Bakara, 2/61. âyetin tefsiri.

[652] Ebu'l-Ferac İbnu'l-Cevzi, el-Mevzûât, Danı'1-Fikr 1403/1983 (İkinci baskı), II, 294-295.

[653] İbn Teymiyye, Mecmûu'l-Fetavâ, 1398 (1. baskıdan tıpkı basım), XIII, 354; Suyûtî, el-ttkan, II, 243-244; Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 231-233. Ayrıca bu çalışmamızın Kur-tubînin kaynaklarının Rivayet Tefsirleri arasında yer alan ve 3 no'lu kaynak olarak es-Sa'lebi ve Tefsiri'ne kısaca değinmiş bulunuyoruz.

[654] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/149-152.

[655] Dr. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara, 1979, s. 6-7; İsrâiliyyât hakkında bağımsız bir çalışma olan bu eserden başka: Dr. ez-Zehebî, a.g.e., I, 165-200; M. İbrahim, a.g.e., s. 529-537'ye bakılabilir.

[656] II, 51-52, el-Bakara, 2/102. âyet, 16. başlıkta Hârut ile Mârut kıssasına dair anlatılan İsrâili rivayeti nakleder, sonra red ve iptal eder; XV, 208-210, Sâd, 38/41-43- âyetlerin tefsirinde Hz. Eyyûb'un rahatsızlanması ve benzeri halleri ile ilgili rivayetleri nakled­er ve çürütür; yine XII, 80-86, el-Hacc, 22/52. âyetin tefsirinde 3. başlıkta, Peygam­berlerin asaletlerinin şeytanın telkinlerine karşı korunduğunu açıklamak ve bunu sağlam rivayetlerle desteklemek sadedinde bilgiler verirken, Ğaranik Hadisesi diye bilinen olaya da temas etmekte ve ilmî delillerle bunu ve İsrâiliyyattan olan benzeri rivayetleri çürütmektedir.

[657] VI, 125-127.

[658] İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ânî'l-Azim, İstanbul, 1985 (Dnru'ş-Şa'b baskısından tıpkı basım), II, 70-71.

[659] IX, 166-167.

[660] Fahruddin er-Râzî, et-Tefsiru'l-Kebir, Beyrut, 1411/1990, XVIII, 92-94.

[661] XV, 294, el-Mü'ınin, 40/7. âyetin tefsiri. Bu başlık altında verdiğiniz örneklerin bir bolümü, bizim Kurtubî Tefsiri'ni tercüme ederken tespit ettiğimiz örneklerdir. Diğer bir bölümü de Dr. el-Kasabi tarafından a.g.e., s. 410-417 ile M. İbrahim tarafından a.g.e., s. 560-578 arasında verilen örneklerden yararlanılarak zikredilmiştir. Çoğu yerde bizim de muhterem iki müellifin de dikkatini aynı örneklerin çektiğini özellikle tes-bit ettik. Şahsi tesbitlerimiz bu iki müellifin eserlerine muttali olmadan öncedir. Bur-dan hareketle şu sonuca varabileceğimizi sanıyorum: Kurtubî Tefsiri'nde İsrâiliyyât'ın bulunduğu bir vakıadır. Ancak bunlar özellikle aynı hacimdeki başka tefsirlerdekine kıyas edilecek olursa, oldukça az bir yekûn tutar.

[662] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/152-153.

[663] IX, 280.

[664] X, 12-13, el-Hicr, 15/19-20. âyetlerin tefsiri

[665] Bu türden kannatler ve delilleri için bk. Mahmud el-Âlûsî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut, 1405/1985 (el-Müniriyye baskısından tıpkı basım), XIII, 90-92.

[666] er-Râzî, a.g.e., XIX, 3-4.

[667] XI, 322, el-Enbiyâ, 21/81-82. âyetler.

[668] IX, 20, Hûd, 11/22. âyetin tefsirinde "La cereme" lafzını açıklarken "ce-le-me" fiiline dair açıklamalarını gerektirecek herhangi bir husus yoktur.

[669] VIII, 135, et-Tevbe, 9/36. âyet, 8. başlıkta: "fe in kîle..." diye ortaya attığı soruya ce­vap teşkil edecek ifadeleri yeterince nakletmemektedir. Esasen bu farazî sora ve onun doyurucu cevabını el-Ferrâ, Meâni'l-Kur'ân, Baskı yer ve yılı yok, 1, 435'te görmek mümkündür.

[670] Tercümemizde -inşaAllah- yeri geldikçe bu gibi hususlara imkân nisbetinde işaret et­meye gayret edilecektir.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/153-155.

[671] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/157.

[672] 1, 2-3.

[673] ez-Zehebî, Tarihu'l İslâm, XXV, 166 dnn nakleden, Dr. el-Kasabî, el-Kurtubî ve Menhecuhû fi't-Tefsir, s. 418.

[674] İbn Ferhûn, ed-Dîbâc, II, 309.

[675] Abdurrahman İbn Haldun, Mukaddime, Mısır, tarihsiz, s. 440.

[676] ed-Davûdî, Tabakatu'l-Müfessirîn, II. 65-66.

[677] İbnu'1-İmâd. Şecerâtu'z-Zeheb, V, 335.

[678] Ö.N. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 523-524.

[679] Dr. el-Kasabî, el-Kurtubî ve Menfıecuhû fi't-Tefsir, s. 1-2.

[680] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/157-159.

[681] Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, VII, 297-298.

[682] Kâtip Çelebî, Keşfu'z-Zunûn, 534; Ö. N. Bilmen, a.g.e., II, 525.

[683] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/159-161.

[684] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/161.

[685] İbn Kesir, Beyrut, (Tarihsiz, Daru'l-Ma'rife baskısı), I, 104; Kurtubî, I, 434-435, el-Bakara,

2/62. âyet, 5. başlık. Bu örnek ile diğer örnekler, İbn Kesir'in Dr. M. İbrahim el-Ben-nâ, M. Ahmed Âşûr, Abdulaziz Guneyyim tarafından tahkiki yapılan ve Daru'ş-Şa'b tarafından (İstanbul, 1984 yılında Kahraman Yayınları tarafından tıpkı) basımı yapılan baskıda yoktur. Bunun sebebini işaret ettiğimiz baskının tahkikini yapanlar (I, 7) şöylece açıklamaktadırlar: "... Bizim bu baskımız müellifin ilk nüshasını temsil eder. Daha önce yapılmış diğer baskı (lar), sonraki bir aşamayı temsil eder. Bu aşamada İbn Kesir, çoğunluğu Zemahşerî, Kurtubî ve Fahruddin er-Râzî'den alınmış bir takım ek bilgiler katmıştır." Buna göre bu ek ibareler, İbn Kesir'in Tefsirini bir daha gözden geçir­diği bir sonraki nüshasında yer almıştır. Bu ifadeler de Daru'l-Ma'rife baskısında yer aldığından buradaki atıflar, aksi belirtilmedikçe bu baskıya aittir.

[686] İbn Kesir, I, 136; Kurtubî, II, 50, el-Bakara, 2/1102. âyet, 15. başlık.

[687] İbn Kesir, I, 69; Kurtubî, I, 263, el-Bakara, 2/30. âyet. 3- başlık Bu örnekler M. İbrahim, a.g.e., s. 779-881'deki bilgilere dayanılarak verilmiştir.

[688] Bu da: et-Tîn, 95/1. âyetin tefsirinde "Tin = incir"in mahiyeti ile alakalıdır. Bk. İbn Ke­sir, Daru'ş-Şa'b baskısı, VIII, 456; Kurtubî, XX, 111. Başka örnekler için bk. Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 418-422.

[689] Meselâ, 1. İbn Kesir, -Daru'ş-Şa'b baskısı, (İstanbul, 1984 tıpkı basımı)-, IV, 160 da; Hz.

Peygamber'in annesi ve babasının kabirlerinde diriltilip iman ettiklerine dair rivayeti kay­dettiğine atıfta bulunmaktadır. Kurtubî de bu husustaki rivayet ve görüşleri, et-Tezkire, Kahire 1411/1991, er-Reyyân baskısı, s. 15-17 de almaktadır. 2. V, 57 de müşriklerin çocuk yaşta ölen evlatları ile ilgili görüş ayrılıklarına temas ederken: "Kurtubî de buna yakın görüşleri et-Tezkire adlı eserinde zikretmektedir" der. Bk. et-Tezkire, 591-598.

[690] El-Cemel, el-Futûhatu'l-İlahiyye, İsa el-Bâbî baskısı - tıpkı basımı İstanbul, 1987-;III, 221; Kurtubî, XII, 238, en-Nûr, 24/31. âyet, 22. bnşlık.

[691] el-Ceınel, IV, 305; Kurtubî, XVII, 298, el-Mücadele, 58/11. âyet, 4. başlık.

[692] Meselâ, bekâr kadınların ve erkeklerin evlendirilmesi ile ilgili hükmü nakletmesi bövledir. Bk. el-Cemel, III, 221; Kurtubî, XII, 239; en-Nûr, 24/32. âyet, 2. başlık.

[693] Meselâ. Kurtubî, XVII, 295, el-Mücadele, 58/10. âyet 2. başlıktaki uzunca bir iktibası, el-Ceınel. IV, 304'te görebiliyoruz.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/162.

[694] Bilmen, a.g.e., II, 735.

[695] Bk. eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadir, el-Halebî, 1349 bnskısı, III, 383; Kurtubî I, 160, el-Bakara, 2/2. âyet, "onda takva sahipleri için bir hidâyet vardır" bölümü ile ilgili 2. başlık.

[696] Bk. eş-Şevkânî, IV, 347; Kurtubî, XV, 1; Yasin, 36. sûre mukaddimesi.

[697] Bk. eş-Şevkânî, V, 127; Kurtubî, XVII, 151, er-Rahmân, 55. sûre mukaddimesi.

[698] Bu hususlara dair örnekler için bk. M. İbrahim, a.g.e., s. 864-867'e ayrıca Dr. el-Kasabî, a.g.e., s. 423-426.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/163-164.

[699] Bk. el-Kasiınî, Mehasinu't-Te'vil, el-Halebî tarafından yapılan ilk baskısı, XV, 5559; Kurtubî, XVII, 87-88, en-Necm, 53/6. âyetin tefsiri.

[700] Bk. el-Kasimî a.g.e., V, 1149; Kurtubî, V, 78, en-Nisâ, 4/11-14. âyetler, 28. başlık.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/164.

[701] Bk. eş-Şnnkîtî, Edvâu'l-Beyân, Kahire, 1408/1988, IV, 325; KurtubîXI, 116, Meryem, 19 '54-55. âyet, 4. başlık.

[702] Bk. eş-Şankîtî, a.g.e, VI, 92-93; Kurtubî, XII, 174, en-Nûr, 24/4-5. âyetler, 7. başlık.

[703] Bk. eş-Şankıtî, a.g.e, IV, 558; Kurtubî, XI, 245, Tâhâ, 20/105. âyetin tefsiri.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/164-165.

[704] Meselâ, Elmalılı bir yerde: "Ebussuûd'un naklettiği veçhile Kurtubî demiştir ki..."

Hak Dini Kur'ân Dili, Eser yayınları, 3. baskı, VII, 5079) derken bir başka yerde: "Âlusî der ki... Kurtubî de bunu tercih eylemiş iseler de..." (VIII, 5957-5958) demek­ledir. Bu ifadeler aynı zamanda Ebussuûd Efendi'nin de Âlusî'nin de Kurtubî'den etkilenenler arasında olduklarını göstermektedir.

[705] Elmalılı, III, 1528; Kurtubî, VI, 17, en-Nisâ, 4/164. âyet.

[706] Elmahlı, IV, 2986; Kurtubî, IX, 317, er-Ra'd, 13/29. âyetin tefsiri.

[707] Elmahlı, VIII, 5595; Kurtubî, XIX, 227, et-Tekvîr, 81/1. âyetin tefsiri.

[708] Elmahlı, VIII, 5598; Kurtubî, XIX, 228-229.

[709] Elmalılı, VI, 4468; Kurtubî, XVI, 325, el-Hucurât, 49/11. âyetin tefsiri.

[710] Elmalılı, VIII, 5957-5958, Kurtubî, X, 210, el-İsrâ, 17/1. âyet, 7. başlık (ya da, 4. başlıktan sonra zikredilen 3. başlık) ile Elmahlı, VII, 5079; Kurtubî, XVIII, 175, et-Talâk, 65/12. âyetin tefsiri.

[711] Meselâ, ekine isabet edecek afetlere karşı ve mahsûl bolluğu için yapılması halinde faydası görülen dua gibi. Elmalılı, VII, 4717; Kurtubî, XVII, 218, el-Vâkıa, 56/63. âyetin tefsiri.

[712] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/165-166.

[713] Prof. Dr. Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsiru'l-Munîr, Beyrut ve Dimaşk, 1411/1991, VI, 3; Kurtubî, VI, 15, en-Nisâ, 4/163. âyetin tefsiri.

[714] Dr. ez-Zuhaylî, VI, 34; Kurtubî, VI, 17, aynı âyetin tefsiri.

[715] Dr. ez-Zuhaylî, VII, 115; Kurtubî, VI, 364-365, el-Mâide, 5/112. âyetin tefsiri.

[716] Sabah-akşam belli bir duayı yapanın Allah nezdinde bir ahdinin bulunacağına dair hadis gibi: Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 164; Kurtubî, XI, 154, Meryem, 19/83-87. âyetlerin tefsiri.

[717] el-Mâide, 5/18. âyetin nüzul sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, VI, 136, Kurtubî, VI, 120, el-Mâide,

5/18. âyetin tefsiri; el-Mâide, 5/54. âyetin nüzul sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, VI, 236; Kur­tubî, VI, 220, el-Mâide, 5/54. âyetin tefsiri; el-Bakara, 2/272. âyetin nüzul sebebi: Dr. ez-Zuhaylî, III, 74; Kurtubî, III, 337, el-Bakara, 2/272. âyetin tefsiri.

[718] Hâbil ile Kabil'in kurban sunmalarına dair kıssanın sebebi: Zuhaylî, VI, 158; Kurtubî, VI, 134, el-Mâide, 5/27. âyet, 1. başlık.

[719] Meselâ, iyilik va'dine mazhar olanların cehennemden uzaklaştırılacaklarını belirten el-Enbiyâ, 21/101. âyet ile herkesin cehenneme mutlaka uğrayacağını belirten Meryem, 19/71. âyetin arasını telife dair Kurtubî'nin kanaatini nakletmektedir: Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 148; Kurtubî, XI, 138-139, Meryem, 19/66-72. âyetlerin tefsiri. Âyetler arasında umum-husus ilişkisi bulunduğunu belirten telif şeklini nakline örnek: Dr. ez-Zuhaylî, VI, 173; Kurtubî, VI, 159, el-Mâide, 5/37. âyetin tefsiri; çeşitli hususlara dair âyetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koyan bir telif şekli: Zuhaylî, III, 156, Kurtubî, IV, 12-13, Âl-i İmran, 3/7. âyet, 3. başlık.

[720] Meselâ, Hz. Meryem'in hamileliği ile Hz. İsa'nın doğumu arasındaki süre hususunda Kurtubî'nin tercihini aktarır. Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 72; Kurtubî, XI, 92, Meryem, 19/16-26. âyetlerin tefsiri.

[721] Hz. Musa'nın yol arkadaşı Hz. Hızır'ın duvarı düzeltmesi ile ilgili Kurtubî'nin tercihine katılması: Dr. Ez-Zuhaylî, XVI, 13; Kurtubî, XI, 27, el-Kehf, 18/77-78. âyet, 7. başlık.

[722] Meselâ bk. Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 17; Kurtubî, XI, 40-41, el-Kehf, 18/82. âyet, 3. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, VII/67; Kurtubî, VI, 320, el-Mâide, 5/96. âyet, 4. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 31; Kurtubî, XI, 59, el-Kehf, 18/94. âyet, 2. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, VII, 83; Kur­tubî, VI, 332, el-Mâide, 5/101-102. âyet, 2. başlık; Dr. ez-Zuhaylî, XVI, 123; Kurtubî, XI, 116, Meryem, 19/54-55. âyet, 4. başlık...

[723] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/166-168.

[724] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/169-172.

[725] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/173-175.

[726] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/185-187.

[727] Türkçe'de de kullanılan özel isimler, çoğunlukla Türkçe telaffuza riâyet edilerek kayıt edilmiştir.