KISAS-MİSİLLEME. 1

Katlin Çeşitleri 4

Diyetler: 5

KISASDA HAYAT  VARDIR.. 5

Ölüm Cezası 6

YARALAR  BİRBİRİNE  KISASTIR.. 7

Çıkarılan Hükümler 10

YANLIŞLIKLA ADAM ÖLDÜRMEK.. 10

Çıkarılan Hükümler : 14

HIRSIZIN ELİNİ KESMEK.. 14

Çıkarılan Hükümler : 17

 

KISAS-MİSİLLEME

 

«Ey îmân edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür üe, köle köle ile, kadın kadın ile (kısas olu­nur). Fakat kimin (hangi kaatilîn) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından cüz'î bir şey afv olunursa (hemen kısas dü­şer), artık örfe uymak (şer'in ve aklın iyi gördüğünü) ona gü­zellikle ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir.» [1]

Kısas, kavad'ın müteradifi, Ödeşme, misli ile ceza demek­tir. Müsavat mânasına gelir. Gerek adam Öldürme («kısas fi'I-nefs» kan intikamı), gerek ölüme sebebiyet vermiyen yaralara (kısas fî dûn el-nefs) şâmildir.

Kısas, Arap câhiliyye devrinde mevcut olan kan intikamı, Kur'ân ile ilâhî bir müessese hâline gelmiş olup, yalnız suçlu­nun Öldürülebileceği kaydı ile mukayyettir ve mâhiyeti itibarı ile de, her zaman suçlunun kendisine müteveccih olmamakla beraber, tam kısas.m tatbikmdan ibaret bulunan hudutsuz kan kavgasından ayrılır. Nitekim îsrâ sûresi âyet otuz üçte buyu-ruluyor ki: «Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olma­dıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak Öldürülürse biz onun ve­lîsine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda) bir salahiyet vermişizdir. O da katilde israf etmesin (kaatiîden baş­kasına da cezayı tatbika çalışmasın, başkasını öldürtmesin). Çünkü o zâten yardıma mazhar edilmiştir.» Böylece intikamcı­nın (maktulün mirasçısının) suçludan başkasını öldürmesi men'e dilmektedir.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.V.)in hayatına dair nakillerden toplanan vakıalar yukarıda belirttiğimiz hususlara tamamen uymaktadır. Medine cemâatinin Medine devrinin ilk zaman­larına ait nizamlarında şu kayıt vardır: Bir kimse bir mü'mi­ni öldürür ve bu suçtan dolayı hüküm giyerse, kısas tatbik edilir; meğer ki, intikamcı (mirasçı) başka türlü tatmin edil­miş olsun; bütün mü'minler adam öldüren kimseye karşı cep­he almağa mecburdurlar ve cephe almaktan başka türlü de davranamazlar. Böylece kısas kabile hayatından dinî ve siyasî cemâat sahasına girdi.

Ayet-i Kerimede geçen  «kütibe» fiili «farz kılındı» manasınadır Cenâb-ı Hak bununla kısasın yolunu ve tatbik şeklini bildiriyor.

Cumhur bu âyetle, hür kimsenin köle karşılığında öldü-rülemiyeceğini istidlal etmiştir. Ebû Hanîfe ve arkadaşları (Al lah hepsinden razı olsun), Ibnü Hbî Leylâ ve Davud'a göre. Hür kimse, kaatilin efendisi değilse, köle karşılığında öldürü­lür. Kaatil onun efendisi olarak bulunuyorsa, bil'icmâ' öldü­rülmez.

Nahaî'den yapılan rivayete göre: Mutlaka öldürülür, şek­lindedir. Bu, Hazret-i Ali (R.A.) ve tbnü Mes'ud (R.A.)dan ri vâyet olunmuştur.

Böyle diyenlerin delili: âyetidir.[2] Ebû Hanîfe ve arkadaşları buna cevap vererek demişler ki âyeti                          âvetini tef-sir ediyor; ve âyeti Allah'ın İsrâîl oğulla­rına meşru kıldığı bihükümdür ki Tevrat'ta geçer.

Nahaî, Katâde ve Hakem bin Utbe'nin delili ise, Peygamber (S.A.V.)in «Müslümanların kanlan eşittir, aynı seviyede tutulur.» Hadîs-i şerifte köle ve hür diye bir kayıt ve tasrîh yoktur, sadece müslüman tâbiri kullanıl­mıştır.

Buna cevap verenler demişler ki: Hadîs-i şerîf mücmeldir, âyet ise açıktır. Bu cevaba da şöyle bir itiraz vâki olmuştur: âyeti mefhum itibariyle hür hür ile, kö­le köle ile kısas edilir,hükmünü ifâde eder. «Hür köle ile kısas olunmaz» hükmüne delâlet eden bir cihet yoktur.

Bu husustaki geniş izahat usûlü'L-fıkıh kitaplarında ve ayrıca fıkıh kitaplarında mevcuttur.

Ayrıca Sevrî ve Küfe âlimleri, bu âyetle «Müslüman kâfir ile (onun karşılığında) kısas olunur» hükmünü istidlal etmiş­lerdir. Çünkü «hür» kelimesi müslümana da kâfire de şâmil­dir. Bunun gibi «köle» ve «kadın» kelimeleri de aynı şümulü taşır. Diğer âyetteki, cümlesinde geçen «nefs» kelimesi müslümana, kâfire, köleye, erkek ve kadına şâmildir.

Fakat cumhur, Peygamber (S.A.V.)irı «Müslüman kâfir karşılığında öldürülmez» hadîsinin âyetteki icmali açıkladığını istidlal ederek, müslümanın kâfir ile kısas olunmıyacağı hükmüne varmışlardır.

Bâzı âlimlerimiz de bu âyetle, «erkeğin kadın ile kısas olun-mıyacağmı» istidlal etmişler; ancak kadmm velîsi diyet fazla­lığını telâfi ederse, o zaman kısas yapılır. Nitekim İmâm-ı Şâfıî ve İmâm Mâlik, İmâm Ahmed, İshâk, Sevrî ve Ebû Sevr bu hükme varmışlardır. Cumhura göre, bir fazlalık düşünülmek-sizin, erkek kadın ile kısas olunur. Hakikat de budur.

Kaatil, maktulün kardeşi (velîsi - miras­çısı) tarafından kana karşılık bir diyet almak suretiyle afv olunursa, bu hususta artık maktulün velîsi mâruf olana uy­malı, kaatil de gereken diyeti en güzel yolla ödemelidir.

Alimlerden bir kısmı, âyeti şöyle tefsir etmişlerdir:  İbâ-rede geçen  «min» velîye, «ehîhi» kaatile işarettir.

elçi den murad, «diyet»tir.  Buna göre  mânâ:  Velî kısastan vazgeçip diyet ile afv etmeye meylederse, kaatil bu hususta muhayyerdir, isterse diyet verir kurtulur, isterse canını kısas için teslim eder. Nitekim İmâm Mâlik'den de böyle rivayet olunmuştur. Diğer imamlara göre: Velîler diyete razı olmadık­ça kaatil için hiç bir veçhile ihtiyar yoktur.

«Şey'» kelimesinin nekre (belirsiz) getirilmesi, afv et­menin az bir diyet karşılığında olmasına ve vârislerden birinin afve yanaşmasına şâmil olması içindir.

îbnü Abbâs (R-A.)dan yapılan rivayete göre, kabilelerden kadın için erkek kısas yapılmazdı. Erkek erkek ile, kadın kadın ile kısas olunurdu. Bunun üzerine âyeti indi. Böylece hür olan kadın ve erkek; köle olan kadın ve erkek karşı­lıklı kısas hükmüne girmiş oldular,

İbnü Cerîr el-Taberî ve İbnü Merdveyh'in Ebû Mâlik'den çıkardıkları bir rivayette, Ensardan iki kabile arasında savaş olmuştu, birinin diğeri üzerinde bir kudret ve üstünlüğü var­dı, zayıf taraftan fazla bir şey almak istiyorlardı. Cenâb-ı Pey­gamber (S.A.V.) bunların arasını bulmak için gelmişti. Bunun üzerine  âyeti indi. Fazlabğın adalete uygun olmadı­ğına işaret ediliyordu.

İbnü Abbas'a  (R.A.) göre bu âyet, , âyetiyle neshedilmiştir. Yine İbnü Abbas'a göre: cümlesi, katl-amed (kasden öldürme)de    maktulün ehli afve taraf olursa, mâruf olana uyulur. Kaatil de diyeti en güzel şekilde öder.

Velî diyet aldıktan sonra kaatili öldürecek olursa ne lâ­zım gelir? İmâm Mâlik ve îmâm-ı Şafiî'ye göre, Ölüm cezasına mahkûm olmamış bir adamı Öldürmek gibidir; velîsi isterse kısas talep eder, isterse afv eder.

Katâdc İkrime ve Süddî'ye göre, kısas tatbik edilerek öl­dürülür. Hasan el-Basrî'ye göre, yalnız diyet geri alınır ve di­ğer cezası âhirete bırakılır. Abdurrezzak, İbnü Ebî Şcybe, Ah-med bin Hanbel, İbnü Ebî Hâtem ve Beyhakî'nin Ebû Şüreyye el-Huzâî'den yaptıkları rivayette. Peygamber (S.A.V. buyurdu­lar ki:

«(Kasden) öldürülen kimsenin velîsi (mirasçısı) üç şey­den birini (isteyip tatbik ettirmekte) serbesttir: 1- Kısas (misilleme yapmak) yâni kaatilin öldürülmesini istemek, 2- diyet almak, 3- afv etmek. Dördüncü bir şey isterse onun el­lerini tutun. Kim bu hükümlerin dışına çıkıp haddi aşarsa,

onun için cehennem ateşi vardır ve orada ebedî kalıcıdır.» [3]

Bütün bu rivayetlerden çıkarılan hükümler;

1- Kısas farz kılınmıştır.

2- İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre: Hür kimse efendisi değilse köle ile öldürülür (kısas yapılır).

3- Cumhura eöre, «Müslüman kâfir karşılığında öldürülmez (kısas yapilmaz).

4- Imâm-ı Şafiî, İmâm Mâlik ve îmanı Ahmed bin Han-bel'e (Allah hepsinden razı olsun) göre: Erkek kadın ile kı­sas olunmaz, ancak kadının velîleleri erkek diyetine karşılık olmak üzere maktule namına diyet fazlalığını verirlerse o tak­dirde kısas yapılır. Fakat cumhura göre: Diyet farkı nazara alınmadan kısas yapılır.

5- Maktulün velîlerinden biri kısastan vaz geçerse, di­ğer velîler ısrar etse bile kısas düşer ve en uygun yolla diyet alınır. Bu amden öldürülen hakkındadır.

6- Diyet alındıktan sonra maktulün velîlerinden biri kaa-tili öldürecek olursa, İmâm-ı Şafiî'ye ve İmâm Mâlik'e göre: Hakkında kısas hükmü tatbik olunur. Hasan el-Basrî'ye göre, diyet geri alınır ve cezası âhirete bırakılır. İmamlardan çoğu­na göre de böyledir. [4]

 

Katlin Çeşitleri

 

Cezayı gerektiren katil (adam öldürme)ler beş türlüdür:

1- Amden öidürmek; (bilerek istiyerek, öldürülmesi dînen meşru olmayan bir insanı kesici, yaralayıcı bir âletle Öl­dürmek) gibi.

2- Şibh-i amd, (bilerek kasden öldürmeye benzer şekil­de, yine öldürülmesi dînen caiz olmayan bir insanı kesici ve yaralayıcı âletten sayılmayan bir şey ile öldürmek). Meselâ: Küçük bir taş veya ağaç parçasıyla veya tokat ve yumrukla meydana gelen Ölüm bu kabildendir. Buna «şibh-i hatâ» da denilir.

3- Hatâen öldürmek, (istiyerek ve elde olmıyarak yâni kasde mukarin olmaksızın yanlışlıkla birini öldürmek).

Bu da iki kısımdır:

a) Failin zannmda vuku bulan hatâ. Av sanarak atılan kurşunla bir insanı öldürmek gibi.

b) Failin filinden meydana gelen hatâ. Belli bir insana atılan kurşunun kazaen diğer bir insana isabet edip Öldürmesi gibi.

4- Hatâ mecrasında câri olan öldürme. Elde olmıyarak, ihtiyar dışında vâki bir fiille meydana gelen ölüm gibi. Mese­lâ: Hamalın sırtındaki yükün kazaen düşüp bir insanı Öldür­mesi..

5- Birinin ölümüne sebebiyet vermek. Meselâ umuma ait yolda izinsiz kazdığı kuyuya birinin düşüp ölmesi..

Aniden öldürmenin hükmü: Şartlar tahakkuk ettiği tak­dirde kısas lâzım gelir. Kaatil maktulün mirasçısı ise, miras ve vasiyetinden mahrum olur. Maktulün velîsi diyete razı olur­sa, kısas düşer. Amden öldürmeden dolayı keffaret gerekmez.

Şibh-i amdin hükmü: Ağır diyet ile keffaret gerekir. Kaa­til vereseden ise, miras ve vasiyetten mahrum olur; ayrıca la'-zîr (tekdir ve azarlama) görür.

Hatâen öldürmenin hükmü: Tastamam diyet ile mak­tulün veresesinden ise miras ve vasiyetten mahrumiyeti ge­rektirir. [5]

Hatâ mecrasında câri olan öldürmenin hükmü: Tastamam diyet ile keffaret lâzım gelir. Ayrıca maktulün mirasçılarından ise miras ve vasiyetten mahrum olur.

Birinin ölümüne sebebiyet vermenin hükmü: Sadece tas­tamam diyet vermektir.

Geniş izahat için fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi.. [6]

 

Diyetler:

 

Diyetlere gelince: İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye göre, altın, gümüş ve deve olmak üzere üç nev'e ayrılır. İmâmeyne göre; bunlardan başka sığır, koyun ve elbise de olabilir.

Hür bir erkeğin tastamam diyeti, bin dînar veya on bin dirhem-i şer'î gümüş veya yüz deve veya iki yüz sığır veya iki bin koyun veyahut her iki parçadan ibaret olmak üzere iki yüz kat elbisedir.

Hür bir kadının diyeti, bunların yarısıdır.

Köle ve cariyelerin diyeti, kıymetlerine göre takdir edilir.

Diyetlerin diğer nevileri için fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi. [7]

 

KISASDA HAYAT  VARDIR

 

«Ey salim akıl sahipleri! Kısasda sizin için (umumî) bir hayat vardır. Tâ ki (katilden) sakınasımz[8]

İslâm'a göre, Kısas, her bakımdan âdil bir hükümdür; bütün yönleriyle yaşayanlara hayat bahşeder. Hiç bir hukuki müeyyide kısas ve diyet kadar hayat ve huzur getirememiştir Cenâb ı Hak, hissiyle hareket edip günahlara dalan kullarının ne ile ıslâh olacağını herkesten daha iyi bildiği için onların dü­şünce ve davranışlarına uygun müeyyideler koymuştur. Kur'-ân-ı Kerîm «Kisasda sizin için hayat vardır» derken cem'iyeti ve cem'iyet içindeki azgm ferdleri ıslâh etmenin yollarından birini beyân ediyor:

a) Kısas ıslâh edici bir hükümdür, yaşayanlara hayat ka­pısını açık tutar.

b) Kısas olunacağını bilen bir kimse kasden adam öldür­meye kolay kolay cesaret edemez. Bu bakımdan kendisi için de, öldürmek istediği fakat öldüremediği kimse için de hayat yolu kapanmaz.

c) Kasden adam öldüren kimse hakkında kısas tatbik edi­lince maktulün velîleri (mirasçıları)nin intikam hisleri tatmin edilmiş olur ki bu sebeble kan gütme dâvası başlamaz.

Hüküm böyle olunca cem'iyet içinde adam öldürme hâ­diseleri yok denecek kadar azalır. Huzur ve emniyet içinde ya­şama gücü artar.

Şunu da ilâve edelim ki: İslâm hukukunda Cenâb-ı Allah'­ın hadd veya ta'zîr ile yasakladığı şer'î mahzurlara «suç» adı verilir. Mahzurlar ise, ya yasaklanan bir fiili işlemek veya emrolunan bir fiili terketmektir.

Bu iki husustan birincisini işlemek, ikincisini terketmek cem'iyet düzeni için zararlı olur; bu zarar ya onların îtikadleri, ya ferdlerin hayâtı veya mal ve namusları ile ilgilidir. Kar­şılığında müeyyide olarak ceza konulmayan emir veya nehyin te'siri lâftan ibaret kalacağı için yüce İslâm dîni cem'iyet ve milletlerin huzur ve nizamını korumak, gerçek adalet ve eşitliği sağlamak için bir takım dünyevî ve uhrevî cezalar koymuştur. Kısas da bunlardan biridir.

1789'da Fransa'da neşredilen însan Haklan Beyannamesi, 1350 yıl önce Kur'ân'm getirmiş olduğu insan hakları karşı-smda pek sönük kalmıştır. Çünkü Kur'ân bunun çok daha mü­kemmelini en âdilâne bir yolla halletmiştir. [9]

 

Ölüm Cezası

 

Kısas ve ölüm cezası hakkındaki hükümlere diğer dinler­de ve Hamurabi kanunlarında da rastlamaktayız. Ayrıca son yüzyıl içinde otorite sayılan hukukçuların bu hususta birbiri­ne uymayan görüş ve iddiaları da şâyân-ı tedkiktir. Bunlara da kısaca temas etmekte fayda mülâhaza ediyoruz.

Tevrat'da deniliyor ki:

«Bir kimseyi vurarak öldüren kimse, mutlaka öldürüle­cektir. Ama istiyerek olmayıp da Tanrı rastgetirdiyse onun sı-ğmabilmesi için sana bir yer tâyin edeceğim. (Çıkış: 21/13).

Böyle, istemeden adam öldürenlerin kan dâvasından kur­tulabilmeleri için belirli şehirler ayrılmıştır).

«Bir kimsenin komşusuna garezi olur ve onu hile ile öl­dürürse, öldürülmesi için onu mizbahimdan bile alacaksın. » (Çıkış: 21/14).

«Babasını ve anasını döven kimse mutlaka öldürülecek­tir.» (Çıkış: 21/15).

«Adamlar kavga ederlerken, biri, arkadaşına taş veyahut yumrukla vurursa, vurulan ölmez, fakat yatağa düşerse; kal­kar ve dışarıda değneği ile gezerse, o zaman ona vuran suçsuz olacaktır; ancak kaybettiği vaktin bedelini ödiyecck ve onu iyice tedavi ettirecektir.» (Çıkış: 21/18-19).

«Adamlar kavga ettikleri sırada bir gebe kadına vurulur ve kadın çocuğunu düşürürse, ama kendisine bir zarar olmaz­sa, kocasının takdir edeceği diyeti, yargıçların vasıtasiyle ödi-yecektir. Ama eğer zarar olursa, o zaman can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin.» (Çıkış: 21/22-23).

«Tanrının ismine küfreden mutlaka öldürülecektir, bütün cemaat mutlaka onu taşlıyacaktır; garip olsun, yerli olsun, Rabbin ismine küfrettiği zaman öldürülecektir.» (Levililer: 24/16).

«Bir kimse bir adamı öldürürse mutlaka öldürülecektir.» (Levililer 24/17).

«Bir adam, insan vurursa, kaatil, şahitlerin ifadesiyle öl­dürülecektir. Fakat bir canın ölmesi için tek şahit şehadet et-miyecektir. Ölüme müstahak olan kaatilin canı için diyet almı-yacaksmız, o mutlaka öldürülecektir.» (Tesniye:  18/11).

Hamurabi kanunundaki cezaların da aynı ağırlıkta oldu­ğunu görüyoruz.

İslâmiyet kısas bahsinde Mûsâ şeriatını haylice ta'dil ede­rek kısası yalnız katil dâvalarına hasretmiş ve ayrıca bu husus­ta da maktulün velîsi razı olursa diyet ve afvı kabul etmiştir.

18. Yüzyılda Montesquiev, ölüm cezasının cemaat yararı­na uygun bir müeyyide olduğunu ileri sürdü. Voltaire ve ondan sonra Beccaria bunun aksini iddia ettiler.

XIX ve XX. yüzyılda ölüm cezasının kaldırılması fikri da­ha yaygın hâle geldi. Yetkililerin tesbitine göre: 184S'de Fran­sa'da, 1862'de Yunanistanda, 1870'de Hollanda'da, 1905'de Norveç'de, 1921'de îsveç'de, 1930'da Danimarka'da, 1937'de İsviçre'de, 1944'de İtalya'da, 1949'da Almanya ve Finlandiya'­da ve en son 19 şubat 1956'da İngiltere'de kaldırılmışsa da ıs­lâh edici çâre olamamıştır. Ağır suçîar daha fazlasiyle işlen­meye başlanmış, bu yüzden birçok medenî memleketlerde ölüm cezası tekrar meriyete konulmuştur.

Görülüyor ki İslâm dini kısası bir takım uygun şartlarla tatbik sahasına koymuş ve cem'iyeti ıslâhta veya adam öldür­mekten kaçınmakta dâima müessir olmuştur. Evet, kısasta bi­zim için hayat vardır. Çünkü ilâhî hükmün gayesi, öldürmele­rin tevalisini Önlemek ve yaşayanları emniyet içinde korumak­tır.[10]

 

YARALAR  BİRBİRİNE  KISASTIR

 

«Biz İsrâiloğullarma onda (Tevrat'da) şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kar­şılıktır. (Hulâsa bütün) yaralar birbirine kısastır. Fakat kim bu hakkını sadaka olarak bağışlarsa o kendi (günâhına) kef-faret, (yarhğanmasına vesiledir). [11]

Ayet-i Kerîmede geçen (ketebnâ) fiili, birinci şahıs çoğul içindir, tâ'zîm makamında getirilmiştir; (faraznâ) ile tefsir edi­lir ki meâlen, «Biz Tevrat'da İsrâiloğulları üzerine şunu da farz kıldık» demek olur.

Kısas (misilleme)nin İsrâiloğullarma da farz kılındığı ve bu hükmün Tevrat'da ayrıntılarıyla beyân edildiği kaydedili­yor. Siyak ve sibaktan, bunun îsrâiloğullariyle ilgili bir hüküm olduğu ve onların bu hükümle dosdoğru amel etmedikleri an­laşılıyor. Aynı hükmün İslâmiyette de carî ve mer'î olup olma­dığını hadîs-i şeriflerin yardımiyle tedkik ve tahkik etmiyenler veya edip de bu neticeye varamıyanlar âyet-i kerîmeyi şu meal­de mânâlandırmışlardır: «Biz îsrâiloğullarma Tevrat'da farz kıldık: Can cana, göz göze, burun buruna, kulak kulağa, diş dişe karşılıktır. Yaralar da ödetilir. Her kim onu afv ederse kendi günâhı için keffaret olur. Her kim Allah'ın indirdiği hü­kümlerle hükmetmezse işte zâlimler onlardır.»

Şimdi aynı hükmün İslâm'da da mer'î olup olmadığı üze­rindeki görüş farklarını sıralıyalım:

a)  îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ile ilim ehlinden bir cema­at bu âyetle istidlal edip demişler ki: «Müslüman zımmî ile kısas yollu öldürülür. Çünkü aynı hüküm Müslümanlıkta da mer'îdir ve zimmı de bir candır ve can cana karşılıktır. Züh-rî'nin Hazret-i Enes b. Mâlik (R.A.)den yaptığı rivayette, Haz-ret-i Peygamber (S.A.V.)in nefsten sonra gelen el-ayn kelime­sini müste'nefe olarak merfu' okuduğu bildiriliyor. Bu riva­yete göre nefsten sonra ifâde edilen hükümlerin doğrudan doğ­ruya Müslümanlara ait olduğu neticesine varılıyor.[12]

b) İmâm-ı Şafiî ile ilim ehlinden diğer bir cemâate göre ise, âyet bizden önceki şeriatın keyfiyetini ve îsrâiloğullarmm bununla amel etmediklerini haber verir mahiyettedir, bize şâ­mil ve İslâm'da mer'î bir şeriat değildir.

c) Cumhura göre bizden evvelki şeriat  nesholmamış-sa  bizim için de şeriattır. Usûlcularla fukahâdan bir cemaat de «Bizden önceki şeriat mukarrar olarak ifâde edilir ve neş­rolunmadığına dair bir delil bulunmazsa, o bizim için de şerî-attır» demişlerdir.[13] Hak olan görüş de budur. Nitekim İbni Kesir âyetin tefsirinde der ki: «İmamların hemen hepsi erkeğin kadına karşılık öldürüleceğini ihticac etmişlerdir. Çünkü âyet "bu mânayla umum ifâde ediyor.

Bununla alâkalı hadîslere gelince:

Hazret-i Peygamber (S.A.V.)    Arar bin   Hazm'a   yazdığı (yazdırdığı) yazıda şu cümle de yer alıyordu :

«Şühesiz kî erkek kadına karşılık  (kı­sas yollu) öldürülür. [14]

ikinci hadîste: kadın olsun, erkek olsun  Müslümanların kanları birbirine müsavidir; denk gelir.» [15]

Hazret-i Ali'ye göre erkek kadını öldürürse ona karşılık öldürülmez, ancak Öldürülen kadının velîleri erkeğin velîleri­ne yarım diyet verirlerse, o takdirde kısas yapılır. İmâm Ah-h med bin Hanbel de bu rivayeti tutmuştur. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe bunun hilafını ihticac etmiştir. Az yukarıda da belirt­tiğimiz gibi Ebû Hanîfe âyet-i kerimenin umum ifâde ettiğini dikkate alarak hüküm istinbat etmiş ve «Müslüman zimmîye karşılık, hür kimse de köleye karşıhk (kısasen) öldürülür» ne­ticesine varmıştır. Cumhur bu görüş ve ihticaca muhalefet edip

sened olarak Sahîheyn'de geçen «Müslüman kâfire karşılık (kısasen) öldürülmez» hadîsiyle, selef-i -lihînden bu hususta vârid olan birçok haberleri almışlardır. Selef hür kimseyi köleye karşılık, Müslümanı da kâfire karşı­lık öldürmemişlerdir.

İmâm-ı Şafiî diyor ki: «Belirtilen hususta icmâ' Ebû Ha­nîfe'nin görüş ve ihticacma uygun mahiyette vâki olmamıştır» Cumhurun görüşü icma'a uygundur.»

Şevkânî Müntekaa şerhinde diyor ki: Âyet-i kerîmede Al­lah'ın emrine muhalefet ettikleri için İsrâiloğullarına tenbîh ve ihtar vardır. Çünkü onlar canlar arasında fark gözettiler; Benî Nadîr ile Benî Kurayza'yı bu hususta eşit tutmadılar. Aristokratlarla halk tabakası arasında da aynı eşitsizlik mev­cuttu. Halbuki Tevrat'da cana can veya can cana karşılıktır, hükmü yazılı idi. İsrâiloğulları bu açık hükmün hilâfına Benî Nadîr'den olanların diyetini daha çok tuttular; onlardan biri Benî Kurayza'dan birine karşılık kısasen öldürülmezdi.»

Ayette geçen  nin meal ve tef­sirinde de görüş farkı vardır:

a) İlim ehlinden bâzısına göre bunlar birbirine matuftur; hepsi de mensup okunur, âmil (inne)dir. Nâfi', Âsim, A'meş ve Hamza böyle okumuşlardır. Bu kırâete göre, hükümlerin hepsi Tevrat'da yazılı imiş.

b) İbn-i Kesîr, îbn-i Âmir, Ebû Amr ve Ebû Cafer ise, (cürûh) müstesna diğerlerini mensup okumuşlardır. Bu kırâete göre, (cürûh)a kadar olan cümleler birbirine matuftur, Tevrat'da yazılı bulunduğuna delâlet eder.  (Cürûh) «Yaralar birbirine kısastır» hükmü ise bize ait bir hükümdür.

c) Kisâî ve Ebû Ubeyd ise (nefs)ten sonra gelenleri rner-fu' okumuşlardır. Bu kırâete göre «cana can» hükmü Tevrat'­da yazılı imiş, geri kalanlar cümle-i müste'nefe olarak bize ait hükümler ihtiva eder.

Ayet-i kerimenin delâlet ettiği diğer hüküm ve hususlara gelince: Kitabımızın hacmi buna müsait olmamakla beraber ahkâm istinbatina medar olduğu ve bu sebeble müctehidlerin ihticacda bulunduğu için özetini vermeyi faydalı görüyoruz.

1. Önce kulağı veya eli veyahut herhangi bir azayı kestik­ten sonra öldüren kimse hakkında misilleme    nasıl    yapılır? îmâm-ı Şafiî'nin arkadaşlariyle Ebû Hanîfe'ye göre kaatile ay­nı muamele yapılır, yâni önce kestiği azaya karşılık aynı âza­sı kesilir ve sonra öldürülür. Mâlikîlere göre kaatil    bile bile böyle yapmışsa aynı şey onun hakkında da tatbik edilir. Dö­vüşme ve boğuşma esnasında can havliyle olmuşsa sadece kı­lıçla öldürülür.

2. Kısaslamada sağ sola veya bunun aksi karşılık tutula­bilir mi? İbn-i Şübrüme'ye göre cümleler umum ifâde ettiğin­den sağ göz sol göze ve sol göz sağ göze karşılık tutulabilir. Diğer azalar arasmdki misillemede de aynı usûl tatbik edilebi­lir. Ekseri âlimlere göre ise, sağ göz sağ göze karşılık olabilir. Ancak sağ göz mevcud olmazsa sol göz karşılık tutulur.

3. Diğer yaralara gelince:

Mafsal (oynak)dan ise bi'1-icmâ kısas lâzım gelir. Meselâ el veya ayağın bilekten kesilmesi halinde kısas gerekir. Çünkü misilleme yapmak mümkündür. Yaralama mafsalda de­ğil de kemik kısmında olursa, İmâm Mâlik'e gode uyluk, bel kemiği ve benzeri mühim kemikler hariç diğerlerinde kısas ge­rekir. Ebû.Hanîfe ile arkadaşlarına göre dişten başka hiç bir kemikte kısas yoktur. İmâm-ı Şafiî'ye göre, istisnasız hiçbir kemikte kısas uygulanmaz Bu son kavi, Ömer bin Hat-tâb ve İbn Abbas (R.A.)dan mervîdir. Atâ', Şa'bî, Hasan el Basrî, Zührî, İbrahim Nahaî ve Ömer bin Abdülâziz de bu ri­vayeti tutmuşlardır. Süfyân el~Sevrî ile Leys bin Esed de aynı görüştedirler. İmâm Ahmed bin Hanbel'in mezhebinde meş­hur olan budur. İmâm-ı A'zam Ebû HanîPe ise, Rübeyyi' binti Nadr'ın hadîsiyle hüccet getirmiştir. Rübeyyi' Ümmü Haris, bir cariyenin dişini kırmıştı. Durum Hazret-i Peygambere arze-dilince kısas yapılmasını buyurmuşlardı. Rübeyyi'in erkek kardeşi Enes bin Nadr (R.A.) buna üzüldü ve:

  Ya Resûlellah1 Kız kardeşimin dişi mi kırılacak?

  Enes! Allah'ın Kitabı kısas emrediyor.. Bunun üzerine Enes:

  Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki (Kitab böyle emretmekle beraber buna bir çâre bulup) kız kardeşimin dişi  kırılrnamalıdır? Diyerek afv edilmesini recâ etti. Enes'in arzusu te'sirini göstermişti, davacılar kısastan vaz­geçti ve böylece Rübeyyi'in dişi kısas yapılmadı. Bunun üzeri­ne Hazret-i Peygamber (S.A.V.): «Allah'ın kullarından öylesi var ki (bir husus hakkında Allah üzerine yemin edecek olursa, Allah onun yemininin yerine gelmesini te'min eder.» [16]

Netice olarak: Kısas kul hakkına taallûk eder; sübût bulduğu takdirde o hakkı lasadduk olarak bırakmak kulun arzu ve irâdesine bıra­kılmıştır. Bu hususta hukukullah da bir farizadır, fakat hukuk-ı şahsiyye zımnında tahakkuk eder. O halde hak sahibi dâ­va etmedikçe kısas yapılmaz. Dâva ettiği zaman ise kısas farz olur. Ancak dâva etmek ona farz değildir; bilâkis afvetmesi menduptui. Çünkü kısasta hayat vardır. Afvetmek bu maksa­da çok uygundur.[17]

 

Çıkarılan Hükümler

 

1. İmâm-ı A'zarn Ebû Hanîfe'ye göre müslüman zimmiye, hür de köleye, karşihk (kısas yollu) öldürülür.

2. Erkek de kadına karşılık öldürülür. İmâm Ahmed bin Hanbel'e göre maklûlenin velîleri yarı diyet verirlerse erkek öldürülür.

3. Aza kestikten sonra öldürene kısas olarak aynı mua­mele yapılır. Bu, İmâm-ı Şafiî'nin arkadaşlariyle Ebû Hanîfe'­ye göredir. İmâm Mâlik'e göre kasden, bile bile böyle yapmış­sa aynen kısas yapılır, boğuşma ve müdafaa sadedinde yapmış­sa, sadece kılıçla öldürülür.

4. Sağ sola, sol da sağa karşılık (kısas) yapılabilir.

5. Mafsaldan yaralama veya kesilmede misilleme yapılır. İmâm-ı Şafiî'ye göre hiçbir kemikte  mafsal olsun olmasın  kısas yapılmaz. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre dişten başka kemiklerde kısas yapılmaz.

6. Davacı afvederse kısas hakkı kalkar. Çünkü dâva et­mek farz değildir. Afvetmek ise menduptur.[18]

 

YANLIŞLIKLA ADAM ÖLDÜRMEK

 

«Bir mü'minin diğer bir mü'mini yanlışlık eseri olmaya­rak öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini yanlışlıkla Öldürür­se mü'min bir köleyi âzâd etmesi ve (ölenin) ailesine (miras­çılarına) teslim edilecek bir diyet (kan babası) vermesi lâzım­dır. Meğerki onlar (o diyeti) sadaka olaıak bağışlamış olsun­lar. Eğer öldürülen mü'min olmakla beraber size düşman bir kavimden ise o zaman (öldürenin) mü'min bir köle âzâd etmesi lâzımdır. Şâyed kendileriyle aranızda andlaşma olan bir kavm-den ise o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir de mü'­min bir köle âzâd etmek gerekdir. Kim (bunları) bulamazsa, Allah (tarafın)dan tevbesi(nin kabulü) için birbiri ardınca ski ay oruç tutması îcab eder. Allah, her şey'i bilendir, gerçek hü­küm ve hikmet sahibidir.» [19]

İnsan, insan olduğu için muhteremdir. îmân nuruna ka­vuşup «mü'min» sıfatım alınca daha çok muhteremdir. Adam Öldürmek gibi kötü bir cinayet, onun bu vasfıyla asla bağdaşmaz. Aynı mânayla onun öldürülmesi de büyük bir cinayet sa­yılır. Mâide sûresi, 32. âyetle buna işaret edilerek buyuruluyor ki: «Bundan dolayıdır ki İsrail oğullarına şu hakıykatı hükmet­tik: Kim bir canı, bir can mukabilinde veya yeryüzünde fesad çıkarmaktan dolayı olmıyarak, öldürürse bütün insanları öl­dürmüş gibi olur. Kimde onu kurtarırsa bütün insanları dirilt­miş gibi olur.»

Yanlışlıkla da olsa bir mü'minin hayal hakkını yok etmek büyük bir günah ve ağır bir vebaldir. İslâm dini bu hususta en ufak bir yanlışlık ve dikkatsizliği bile afvetmemiş, herkesin hayat hakkını tam bir güven içinde korumak sadedinde bir ta­kım ağır cezaî müeyyideler koymuştur.

Meselâ: Bir mü'mini yanlışlıkla öldüren kimsenin bir mü'-min köle âzâd etmesi (hürriyetine kavuşturması) ve ölenin mi­rasçılarına teslim edilmek üzere bir diyet (kan bahası) verme­si gerekli kılınmıştır. Buna imkânı bulamıyan kimse iki ay ara­lıksız üstüste oruç tutmak suretiyle yüklendiği vebali kısmen olsun hafifletmiş olur.

Kısasta nasıl hayat varsa, yanlışlıkla adam öldürme olay­larını önlemek için konulan cezaî müeyyidelerde de o nisbette hayat, huzur ve emniyet vardır:

a) Bir mü'minin ölümüne sebebiyet vermemek veya onu yanlışlıkla öldürmemek için daima dikkatli   olmak   lâzımdır. Çünkü:

b) Bu yüzden malî bir külfet altına düşüp iktisaden sar­sılmamak için herkesin  canını korumaya göstereceği dikkat, kendi nefsini korumak için gösterdiği dikkat kadar veya ona yakın bir ölçüde olması gerektir.

c) Fertleri böyle düşünüp dikkatli olan bir cem'iyette her­kes rahat ve güven içinde yaşar.

Bu konuda iki türlü cezânm konulmasının bir takım se­bepleri vardır; ekseri tefsîrciler bunu şöyle ifâde etmişlerdir: Bir köle âzâd etmek, maktulün nefsindeki ilâhî hakkı tatile be­del bir keffareîtir. Diyet (kan bahası) ise kul hakkı olan bir borçtur. Çünkü hayatı lütfeden Allah hürriyeti de lütfetmiştir. Bir mü'minin hayat hakkını yanlışlıkla yoketmek muka­bilinde bir köleyi hürriyetine kavuşturmak ve ölenin vârisleri­ne diyet vermek kısmen de olsa bu hakkı yoketmekten doğan günâhı örtmeye medar olur.

İslâm hukukçularının bu âyetten çıkardıkları hükümlere gelince: Allah'ın Kitabında diyetin miktarı tâyin edilmemiştir. Bu hususta Resûlüllah'm hadîs-i şeriflerinden anlaşılan mik­tar ise şöyledir:

Yanlışlıkla öldürülen hür bir müslümanm diyeti yüz de­vedir. Bu te'min edilemediğinde, bir kavle göre yüz devenin kıymeti dirhem veya dînar olarak takdir edilir. Diğer bir kav­le göre ise, bin dînâr veya oniki bin dirhem verilir.

Abdullah bin Anır bin Âs (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah (S. A.V.) devrinde diyet sekizyüz dînâr veya sekiz bin dirhem idi. Kitab ehli (Yahudi ve Hıristiyan) olanların diyeti ise, müslü-man diyetinin yarısı idi. Bu hal Hazret-i Ömer (R.A.) devrine kadar devam etti. Sonra roüslümanîardan biri şöyle bir teklif­te bulundu: «Artık bizlerde deve çok azaldı. Diyet hususunda başka bir şey takdir edilse olmaz mı?» Hazret-i Ömer bu tekli­fe uyarak altın para kullananlara bin dînâr, gümüş para kulla­nanlara onikibin dirhem büyük baş hayvan sahiplerine ikiyüz sığır, koyun keçi sahiplerine bir koyun - keçi, hazır elbisecilere iki yüz hülle takdir etti. Ehl-i kitabın diyetini eskiden olduğu hâl üzere bıraktı.» [20]

Fukahâdan bir kısmına göre diyette vâcib olan miktar: Yüz deve veya bin dînâr veya onikibin dirhemdir. Bu, Urve bin Zübeyr ve Hasan el-Basrî'nin kavlidir. İmâm-ı Şafiî ile İmâm Mâlik'e göre de böyledir. Diğer bir kısmına göre de: Yüz deve veya bin dînâr veya onbin dirhemdir. Bu, Süfyân Sev- ile re'y tarafdarı olan âlimlerin görüşüdür.

Kadın diyeti erkek diyetinin yarısıdır. Ehl-i zimmet kitab ehli olursa, diyeti, müslüman diyetinin üçte biridir. Mecûsî ve­ya putperest olursa beşte biridir. Bu, Saîd bin Müseyyeb ile îmâm-ı Şafiî'nin kavlidir. İbnü Mes'ud, Süfyân Sevrî ve re'y tarafdarı olanlara göre ise, zimmî ile muahidin diyeti müslü-man diyeti kadardır. İmâm Mâlik i]e İmâm Ahmed'e göre: Zimmînin diyeti müslüman diyetinin yarısıdır. Bu, Ömer bin Abdülâziz'den mervîdir.

Nitekim Ebû Davud'un yaptığı rivayette Hazret-i Peygamber (S.A.V.) «Kendisiyle muahede yapılan kimsenin diyeti, hür müslümanm diyetinin yarısıdır.»

Neseî'nin yaptığı rivayette:

«Zımmî'nin diyeti, Müslümanların diyetinin yarısıdır. Zimmîden maksad Yahudi ve Hıristiyanlardir

Keffarete gelince:

Varsa mü'min bir köle âzâd etmektir. Maktul ister müslü-^man, ister muâhıd, ister erkek, ister kadın, ister hür, ister -'îe olsun, farketmez. Bu te'min edilemezse, iki ay aralıksız üst-üste oruç tutmaktır.

Köle hususunda görüş farkı vardır:

a) Azâd edilen kölenin mü'min olması şarttır; bu itibar­la kâfir köle âzâd etmekle keffaret verilmiş olmaz.

b) İbnü Cerîr, İbnü Abbas, Şa'bî, İbrahim Nahaî ve Ha­san el-Basrî'ye göre, henüz küçük yaşta olup namaz kılmasını biîmiyen, îmân nedir idrâk edemiyen köleyi âzâd etmek kâfi gelmez. İmâm-ı Kurtubî der ki: «Bu babda sahih olan da bu­dur.»

c) Cumhura göre, köle müslüman olduktan geri ister kü­çük, ister büyük olsun farketmez.

İmâm Ahmed'in yaptığı rivayette: Ensardan bir adam si­yah bir câriye alıp Hazret-i Peygamber'e geldi ve:

Ya Resûlellah! Üzerimde bir köle âzâd etme keffareti vardır. Şu cariyeyi mü'mine olarak görüyorsan âzâd edeyimr diye sordu. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) o cariyeye sordu:

  Allah'tan başka tanrı olmadığına şehadet eder misin?

  Evet..

  Benim hak peygamber olduğuma şehadet eder misin?

— Evet..

  Öldükten sonra tekrar dirilip kalkmaya îmân eder mi­sin?

— Evet..

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.V.) o adama: «Bunu âzâd edebilirsin!» buyurdular.

İmâm-ı Şafiî ile İmâm Mâlik'e göre, bu konuda genel hü­küm şöyledir: «Ölünce cenaze namazının kılınması şer'an ge­rekli olan her hangi bir köleyi keffaret olarak âzâd etmek kâ­fi gelir.»

İmâm Mâlik buna ilâveten diyor ki: «Namaz kılıp oruç tutan kölenin âzâdı bu babda daha iyi olur.»

d) Cumhur-i ulemâya göre, kör veya iki ayağı veya iki eli kesik veya felçli olan köle keffaret hususunda kâfi gelmez.

Ekseri fukahâya göre, bir ayağı topal veya bir gözü kör olan köle keffaret olarak âzâd olunabilir.

İmâm Mâlik, İmâm-ı Şâfü ve ekseri ulemâya göre: İki elin­den ve iki ayağından biri kesik olan köle de kâfi gelmez. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre kâfi gelir.[21]

Diyetin hangi develerden verileceği hakkında da görüş far­kı vardır:

a) Resûlüllah (S.A.V.):

«Yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti, otuzu bintimahad, otuzu bintilebûn, otuzu hıkka ve on'u ibnilebûn olmak üzere yüz devedir.» [22]

Hattâbî diyor ki: «Ulemâdan bu hadîsi nakledip sened olarak getiren bir kimse bilmiyorum. Bildiğim, ekseri âlimle­rin, «yanlışlıkla öldürülenin diyeti ahmaslır» dedikleridir. Re'y tarafdarı olanlara göre de böyledir.

b) İmâm Ahmed'e göre: Yüz devenin beşte biri bintime-had, beşte  biri benîmahad, beşte biri bintilebûn, beşte biri hıkka, beşte biri de cezeadır.

c) İmâm Mâlik ve İmâm-ı Şafiî'ye göre: Beşte biri hıkka, beşte biri cezea, beşte biri bintilebûn, beşte biri bintimehad, beşte biri de ibnilebûndur. Bu, Ömer bin Abdülâziz, Süleyman bin Yesar, Zührî, Rabîa ve Leys bin Sa'd'm kavlidir. [23]

Belirtilen diyeti kaatil mi öder, yoksa âkile (baba tarafın­dan olan akrabası) mı öder?

Kurtubî'nin beyânına göre, Peygamber (S.A.V.)in yanlış­lıkla öldürme olayında diyeti âkileye hükmettiği rivayet yoluy­la sabit olmuştur. [24] İlim ehli de bu rivayeti muteber say­mıştır. Aynı zamanda bu hususta icma' vâki' olmuştur.

Yalnız diyetin üçte birinden fazlasının âkileye gerektiği üzerinde durulmuştur:

Cumhur-i ulemâya göre, hatâen katilde diyetin üçte birini tecavüz eden miktar âkileye yükletilir. İmâm-ı Şafiî ve bir kı­sım fukahâya göre cinayet az olsun, çok olsun hatâen katlin diyeti cânînin âkilesine yükletilir. [25]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1. Yanlışlıkla öldürülen bir mü'minin diyeti, yüz devedir. Bu olmadığı takdirde kıymeti ödenir.

2. Kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır.

3. İmâm-ı Şafiî'ye göre: Kitab ehlinden zımmî olanların diyeti, Müslümanların diyetinin üçte biridir. Mecûsî ve putpe­rest olursa, beşte biridir.

İmâm Mâlik ve İmâm Ahmed'e göre: ımmî'nin diyeti, Müslümanların diyetinin yarısıdır. Süfyân Sevrî ve ıe'y taraf-darlarına göre, zımmî ile muahıdin diyeti, Müslümanların di­yeti kadardır.

4. Hatâen öldürmenin keffareti, mü'min bir köle âzâd et» raektir. Bu te'mîn edilemediği takdirde iki ay aralıksız oruç tut­maktır.

5. Diyetin ya hepsi veya üçte birinden fazlası âkileye yük­letilir. [26]

 

HIRSIZIN ELİNİ KESMEK

 

«Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıkları­na ceza ve Allah tarafından ibret verici bir ukubet olmak üze­re ellerini kesin. Allah Azîz ve Hakîm'dir.» [27]

Bir milletin huzur ve emniyet içinde yaşayabilmesi için o milletin bünyesindeki parazitlerin, mütecaviz ve zâlimlerin, ah­lâksız ve şirretlerin işledikleri suçun nev'ine göre ceza gör­meleri ve bu husustaki cezaî müeyyidelerin, suçun tekrar edil­mesine imkân bırakmıyacak veya azaltacak bir nitelikte olma­sı şarttır. Aksi halde işlenen suçların, irtikâp edilen haksızlık ve zulmün ardı-arkası kesilmez. Bu bakımdan İslâm Hukukun­da te'min-i maslahat ve tevzi-i adalet ana prensip olarak gös­terilmiş, hüküm vaz'edilirken bu prensipler dikkate alınmış­tır. Ayrıca insanlığın yararına şu beş amacın korunması hedef olarak tâyin edilmiştir:

1- Canı muhafaza,

2- Malı muhafaza ve bunların emniyeti,

3- Dini muhafaza,

4- Aklı muhafa­za.

5- Ve nesli muhafaza.

Bu saydıklarımıza paralel olarak suç işleyenlerle, bundan zarar görenler ve cezayı tatbik mevkiinde olanlar arasında iç­timaî adalete medar olacak bir vasatın mevcud olması gerek­tir. Aksi halde tatbik edilen ceza gayr-ı âdil olabilir. Meselâ:

a) Fakirlerin hakkı tastamam verilmeyen, onlara iş  sa­hası te'min edilmeyen, bilâkis her gün biraz daha onların se­falet ve sıkıntısını artıran cem'iyetlerdeki sakîm zihniyet,

b) Gençlerin şehvetini tahrik eden ve onların nefsânî ar­zularını gıcıklayan gayr-i ahlâkî yaşayış ve buna çare aramıyan bozuk bir düzen,

c) Eğitici vasıtaların ahlâk kuralları dışında hazırlandığı ve aynı zamanda sansür edilmediği halka dönük bir idare gibi sebepler bu vasatı ihlâl eder.

Bunun için İslâm dini, «herkes emr u idaresi altında bu­lunanlardan sorumludur» der ve bunu aile reisinden tâ devle­tin en yüksek kademesinde bulunan zâta kadar teşmil eder.

îşte bu ve benzeri bir takım sebepler ferdleri, hattâ cem'i-yet ve milletleri hırsızlığa, rüşvete, irtikâba ve ahlâksızlığa sev-keder. O halde bu kabil sebeplerin teşvik edici havası içinde muztar kalıp hırsızlık eden bir adama, hırsızlık cezası olarak kesme tatbik edilmez. Çünkü cem'iyet ve idareciler el bir­liğiyle onu bu suçu işlemeye âdeta zorlamıştır. Nitekim bize kadar gelen sahih rivayetlerden öğreniyoruz ki, Hazret-i Ömer (R.A.) kıtlık senesinde hırsızlık haddini (el kesme cezasını) uygulamamıştir; daha hafif cezalar tatbik etmiştir.

Hırsızlıktan dolayı el kesme cezası İslâmdan önce vardı. Câhiliyye devrinde Velîd bin Muğîre'nin tatbik ettiği meşhur­dur. İslâmda ise ilk eli kesilen, erkeklerden Hıyar bin Adiy bin Nevfel bin Abdimenâfdır. Kadınlardan Benî Mahzûm kabile­sinden Mürre binti Süfyân bin Abdil'esed'dir.

Hazret-i Peygamber (S.A.Y.) devrinde yalnız bu ikisinin eli kesilmiş ve başka da bir hırsızlık hâdisesi tesbît edileme­miştir. Hazret-i Ebûbekr (R.A.) devrinde Esma binti Umeys'-in gerdanlığını çalan bir Yemenlinin eli kesilmiştir. Hazret-i Ömer (R.A.) devrinde de yalnız bir hırsızlık olayı tesbît edil­miş ve bu yüzden İbn-i Semûre'nin eli kesilmiştir. [28]

Demek ki Resûlüllah Efendimiz ile iki halîfesi devrinde (22 yıl içinde) üç hırsızlık hâdisesi görülmüş ve gerekli ceza verilmiştir.

Acaba her hırsızlıktan dolayı el kesilebilir mi? Yoksa bu­nun bir takım şartları var rnı? Âyet-i Kerîmenin zahiri umum ifâde eder; yâni hırsızlık  az olsun çok olsun  yaptığı tesbît edilen her hırsızın eli kesilir. Fakat âyetin asıl delâlet ettiği mâna böyle değildir. Çünkü âyeti, varsa başka bir âyetle, yoksa hadîslerle tefsîr etmek gerekir. Aksi halde ilâhî muradın dışı­na çıkılmış olur.

Bu hususta başka âyet olmadığına göre hadîslere müraca­at edelim.. Âyet-i Kerîme'nin tefsirinde Hazret-i    Peygamber (S.A.V.) buyuruyorlar ki:

«Hırsızın eli ancak (çaldığı şey'in) bir dinarın dörtte biri ve­ya daha fazla (değerinde) olursa kesilir.» [29]

O halde âyette «hırsızlık eden»den murad, bu nisbette hır­sızlık yapanlardır.

Bu, Ömer bin Hattâb, Osman bin Afvan ve Ali bin Ebûtâlib'in kavlidir. Ömer bin Abdülâziz, Leys, İmâm-ı Şafiî ve Ebû Sevr'e göre de böyledir. İmâm Mâlik'e göre çalman şey bir dî-narm dörtte biri veya üç dirhem değerinde [30] olursa el kesilir. Bu duruma göre îmâm Mâlik altın ile gümüşten her biri­ni kendi nefsinde asıl (birim) olarak kabul etmiştir.

İmâm Ahmed bin Hanbel ve İshâk'a göre, çalman altın ise dînârın dörtte biri, altın ve gümüşten başka bir şey ise, ya dî-narın dörtte biri veya üç dirhem kıymetine tekabül ederse el kesilir. Bunların hücceti, İbn Ömer (R.A.)dan yapılan şu riva­yettir: «Adamın biri başkasına ait bir kalkan çalmıştı. Onu ya­kalayıp Hazret-i Peygamber'e getirdiklerinde, kıymetlendirilr meşini emretti. Üç dirhem olarak kıymetlendirildi.» Fakat bu hususta en sahîh rivayet Hazret-i Âişe'nin dînârın dörtte biri olduğuna dair yapmış olduğu rivayettir.

Ebû Hanîfe, arkadaşları ve îmâm-ı Sevrî'ye göre, hırsızlık edenin eli ancak, kıymet olarak on dirhem veyahut tartı veya ayın olarak bir dînâr ile kesilebilir. Şu şartla ki çaldığı şey'i, sahibinin mülkünden çıkarmış olsun..

Bunların delili, çalman kalkanın on dirhem olarak kıy-metlendirildiğine dair İbn-i Abbas (R.A.)dan yapılagelen riva­yettir.

Yukarıdaki şarttan başka bir de, malın muhafaza edildi­ği yerden çalınması şarttır.

Hasan bin Ebû Hasen'e göre ise, hırsızın, çaldığı elbise ve eşyayı evin bir yerinde toplarsa yine eli kesilir.

Belirtilen miktarı birkaç kişi müştereken çalacak olursa:

Şâfiîlere göre hepsinin eli kesilir. Diğer imamlar aynı gö­rüşte değildirler.

Hırsız el kesilme cezasına çarpılınca, çaldığı malı veya be­delini ödemeğe borçlu tutulur mu? Ebû Hanîfe'ye göre, hayır. İmâmı Şafiî'ye göre evet. İmâm Ahmed de aynı görüştedir. Mâlikîlere göre çalınan mal telef olmamışsa sahibine verilir. Telef olmuşsa, hırsızın malî durumu müsaidse buna borçlu olur, fakirse borçlu olmaz.

Bu hususta Hanefîlerin delili «Hırsıza hadd ikaame edi­lince artık (çaldığı malı ödemeye) borçlu değildir,» hadîsidir.

Çalman bir malı hırsızdan çalan kimsenin eli kesilir mi?

Mâlikîlere göre kesilir. Şâfiîlere göre kesilmez. Çünkü ikinci hırsız o malı asıl sahibinden ve muhafaza edildiği yer­den çalmamıştır.

El kesme cezası tevbeyle düşer mi?

a)  Atâ' ve bir cemaate göre, eli kesilmeye imkân bulun­madan tevbe ederse hadd sakıt olur. Çünkü CenâbHakk 38.âyet i müteakip: «Fakat yaptığı o haksız hareketinden sonra tevbe  (ve rücû')   eder, kendini düzeltirse, şüphesiz ki Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah Azîz ve Hakîm'dir» buyuruyor. Nitekim İmâm-ı Kurtubî    (min ba'di   zulmihî)yi (min ba'di sırkatihî) diye tefsir etmiştir,

b) Şâfiîlerden bir kısmı, muhârib haddine kıyasla buna kaaildirler. Çünkü onlara göre istisna vücubdandır, yâni müs­tesna minh, vücubdur. Böylece bütün hadleri buna hamletmek gerekir.

c) Mâlikîlere göre el kesme cezası tevbeyle sakıt olmaz. İbn Kesîr'in rivayet ettiği bir hadîste bu hususun îzahı yapıla­rak buyuruluyor ki: Hırsızlık yapan bir kadını Hazret-i Pey-gamber'e getirdiler ve:

  Ya Resûlellah! müsâade buyurursanız (bunun eli ke­silmesin de) biz ona bedel kurtuluş akçesi verelim.

  Hayır, elini kesin!..

  Fidye olarak beşyüz dînar verelim (olmaz mı?). Hazret-i Peygamber (S.A.V.):

  Hayır, elini kesin!., buyurdu.

Emir yerine getirildikten sonra kadın  Hazret-i Peygam-ber'e müracaatla:

  Ya Resûlellah! Tevbe edebilir miyim?

  Evet, bugün sen annenden doğduğun günde olduğu gi­bi hatâlarından temizlendin!, buyurdular. Bunun üzerine: «Fa­kat yaptığı o haksız hareketinden sonra tevbe eder, kendini dü­zeltirse...» mealindeki âyet indi. [31]

İki sözgötürmez hadîs kitaplarının tesbîtine göre: Bu ka­dının elinin kesilmemesi için şefaatte bulunanların bu hareke­tine karşı Hazret-i Peygamberin rengi değişmiş ve şöyle bu­yurmuştur:

«Azîz ve Celîl olan Allah'ın hadlerinin (tatbik edilmemesi için) şefaat mi ediyorsun? Bilmiş olun ki: Sizden evvelkileri, onlardan şerefli bir kimse hırsızlık yaptığında bırakır, zayıf bir kimse yaptığında elini keserlerdi. Bu haksızlık onları he­lak etmiştir. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fâtım'a da hırsızlık etse elini keserim.»

Bunun için Îbnü'l-Arabî, Şâfiîlere seslenerek diyor ki: «Subhanellah! Nerede kaldı mes'eîelerin derinliğinden istin-bat ettiğiniz fıkhın ve şer'î hükümlerin inceliği? Muhârib had-diyle bunun arasında ne münasebet vardır? Hal ve hikmet bu iki had arasını ayırmıştır. O halde tevbe makbuldür, fakat el kesme keffarettir. Yâni hırsız tevbe de etse yine keffaret ola­rak eli kesilir.»

Geniş bilgi için fıkıh kitapları (sirkat) bahsine bakılsın. [32].

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1. Te'min-i maslahat ve tevzi-i adalet ana prensiptir.

2. Hırsızın eli kesilir.

3. El kesme cezasının uygulanabilmesi için çalman şey'in en az dînarm dörtte biri olması veya o değerde bulunması şarttır. Bu, îmâm-ı Şafiî ile tmâm Sevre'e göredir. İmâm Mâlik'e göre, ya dinarın dörtte biri veya üç dirhem olması veya bu değerde bulunması şarttır. Hanefîlere göre, ya bir dînâr veya on dirhem olması veya bu değerde bulunması şarttır.

4, Hırsızın eli kesilince artık çaldığı malı ödemeğe borçlu tutulmaz,

5. El kesme cezası tevbeyle sakıt olmaz. [33]

 



[1] Bakare sûresi, âyet:  178

[2] Mâide  sûresi, âyet:  45.

[3] Velîden maksad, yukarıda da belirtildiği gibi, Öldürülenin işlevini -zenliyen mirasçılarıdır. Maktulün hakkını taleb hususunda onlara bir salâhiyet ierîlnîhtii".. Bu salâhiyet su üç husustan birini seçmekle kullanılır. Kısas, di­yet, ai'v.. Şayet maktulün vârisleri yoksa bu hakkı hükümdar kullanmaya yet­kilidir.. İsrâ sûresi, 33. âyetle buna işaret edilerek buyuruluyor ki: «Kim maz­lum olarak öldürülürse, biz onun velîsine (mirasçısına, yoksa onun işlerini ted­vire yetkili olan hükümdara) bir sultan (salâhiyet vermişizdir. O da katilde is­raf etmesin. Çünkü o, cidden yardıma mazlıar edilmiştir.»

[4] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/133-138.

[5] Bak, Nisa sûresi 92. âyetin açıklamasına.

[6] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/138-140.

[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/140.

[8] Bakare sûresi, âyet: 179

[9] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/140-141.

[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/142-143..

[11] Mâide sûresi, âyet:  45.

[12] Tefsîr-i İbn Kesîr C.  2, S. 62.

[13] Ebû Dâvud,  Tirmîzî.  Hâkim  Müstedrek'de  Abdullah  bin  Mübârek'den. Tirmizî bu rivayet için:  «Hasenün garibim» diyor.

[14] Neseî, İbn-i Kesîr Tefsiri, C. 2, S. 62.

[15] İbni Kesir Tefsiri C. Z, S. 62.

[16] Buîıâri, Müslim ve diğer eshâb-ı sünen.

[17] Geniş bilgi için bak:  Tefsîr-i Kurlubî C.  6,  S. 208/  Ebûbekr Râzî'nîn Ahkâmü'l-Kur'ân C. 2, S. 439 - 442. İstanbul baskı 1335.

Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/144-149.

[18] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/149.

[19] Nisa sûresi, âyet: 92.

[20] Ebû Dâvud.

[21] Bu hususta geniş bilgi için bak, Kurtubî Tefsiri C. 5, S. 314-315.

[22] Ebû Dâvud.

[23] Fazla bilgi için bak Kurtubî Tefsiri C. 5, S. 318.

[24] Tefsîr-i Kurtubi, C. 5, S. 320.

[25] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/150-155.

[26] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/155-156

[27] Mâİde  sûresi, âyet:  3S.

[28] Tefsîr-i Kurtubî, C. 6, S. 160.

[29] Dinar, sikke demektir ki, 4,25 gr. agırlığındadır. Muamelâtta resmi dî-nar 4,25 gr. olarak bugüne kadar muteber kalmıştır. Arap müelliflerinin ver­dikleri malumata dayanan kıymet hesaplarında, başka bir rayiç ayrıca bildiril-mediği takdirde, dâima 4,25 gr. saf  altını hâvî  dînâr nazar-ı i'tibare alınmış­tır. Bak: İslâm Ansiklopedisi DÎNAR maddesine..

[30] Halîfe Ömer devrinde bir dirhemin 2,97 . olduğu söylenir. Daha son­raları 3.148 gr. hk bir vezin adı almıştır. Bugün fıkıh kitaplarının verdiği -rât-ı şer'î ve kırât-ı örfî üzere şöyle tesbît olunmuştur: Bir Dirhem-İ ser'î 3.365 gr. Bir dirhem-i örfi ise 3.207 gr. dır ki bu ağırlık birimi olarak kg. kabul edil­meden önce İstanbul'da ağırlık birimi olarak kabul edilmiştir.

[31] İbn Kesir, İmâm Ahraed bin Ilanbel'den..  C. 1, S.  56 - 57. Bu  kadın, aa yukarıda bahsettiğimiz Benî Mahzûnı kabilesinden olandır.

[32] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/156-161.

[33] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/161-162.