MADDENİN VE KÂİNATIN YARATILMASI 1

A- ALLAH VE VARLIK.. 1

B- İLK MADDELERİN ORTAYA ÇIKIŞI 2

1- Suyun Yaratılışı (:Hidrojen Ve Oksijenin Ortaya Çıkışı) 2

2- İlk Maddeden Bulutsu Kütleye Geçiş Ve Yerküre Çekirdeğinin Oluşumu. 6

3- Maddelerin Ve Bazı Canlı, Cansız Nesnelerin Yaratılması Maddelerde Bölünme Ve Çoğalıp Çeşitlenme  10

 

MADDENİN VE KÂİNATIN YARATILMASI

 

A- ALLAH VE VARLIK

 

Peygamberlerin ilk ve en büyük görevi bize Allah'ı anlatmak ol­muştur. Eğer o yüce varlık yanlış bilinirse tüm kâinat yanlış bir temele otur­tulmuş olur. Her şeyin ilkinin ve herşeyin tek yaratıcısının Allah olduğunu Kur'an-ı Kerîm açık ve seçik olarak ifade etmiştir. Gene Kur'an'dan öğren­diğimize göre her varlığa bir ömür biçilmiştir ve herşeyin sonunda gene sâ­dece Allah kalacaktır ve bu son, gene O'nun tarafından yeni bir hayatın başlangıcı yapılacaktır.

" ilk O'dur, son da O'dur. O hem zahir (açık) ve hem de bâtın (iç­te) dir. O her şeyi bilendir"

Hadîd sûresinin bu üçüncü âyetinden önceki âyetde yer ve göklerdeki her şeyin Allah'ı tesbîh ettiği, kâinatın idare ve hâkimiyyetinin Yaratan'a âit olduğu ifâde edilmiş ve müteakip âyetlerde de ilerde ayrıntısıyla ele alacağı­mız yaratılışın safhalarından bahsedilmiştir. Yaratan tabiatiyle yarattığını ıdâre ve ona hükmedecektir. Herbir şeyin hem iç ve hem dış yapısı onu yara­tanı gösterir ve Yaratıcı'nın kudret eli dâima o şeyin içinde ve dışındadır, O, zahir ve bâtındır. Her şey, kendisinin eşsiz bir Yaratıcı tarafından yaratıldığı­nı, anlatır. Bu, Allah'ı itiraftır ve O'nu yüce nitelikleriyle anma (tesbîh)dır. Bu anma ve itiraf şekli her varlığa göre değişeceğinden biz sözlü ve ken­di dilimizde olmıyanları duyamaz veya farkına varamayız. Fakat gözlem, araştırma ve akıl yoluyla yukarda tercümesini verdiğimiz âyette anlatılanları her varlıkta görürüz. Burada "zahir ve bâ11n" ifâdelerine; madde ötesi ve madde altı gibi anlamlar da verilebilir. Maddî ve madde karşıtı Allah dü­şüncesini ortadan kaldırmak için O, kendisini bu şekilde vasıflandırmış da olabilir.

Yaratma hâdisesi; "yok" olanı "var" yapmak ve gene aynı şekilde var olanlardan, başka varları meydana getirmektir. Bu da ancak Allah'ın işi­dir. Bunun için de var edilecek nesnelerin önce mâhiyet, biçim ve şekilleriy­le takdir ve düzenlenmesi sonra da onların her birinin ihtiyaç duyacakları ön maddelerin yaratılıp önceden takdir ve tasarımı yapılan nesne ve âlemlerin varlık dünyasına getirilmeleri işi birbirini izliyecektir. Benim anlayışıma gö­re şu âyette bu üç merhaleden bahsedilmektedir:

" O, öyle bir Allah'dır ki yaratacağı her şeyi takdir edendir. On­ları var edendir. Varlıklara suret (biçim) verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbîh eder. O tek galiptir ve tek hikmet sahibi O'dur".[1]

Kur'an-ı Kerîm'de "halk yaratma" fiili sâdece yoktan değil de bir şeyin diğer bir şeyden var edilmesi anlamında da kullanılmıştır. Mese­lâ Adem'in topraktan, Cânn'in dumansız ateşten yaratıldıkları "halk" fiiliyle ifâde edilmiştir. [2]Görebildiğim kadarıyla müfessirlerin önemli bir kısmı "halik: Yaratan" kelimesini yukarda tercümesini verdiğimiz âyette "takdir eden" tarzında anlamışlardır. Gene bu âyetteki "musavvir" keli­mesi ise maddeyi çeşitli tarzlarda biçimlendiren, onun hatlarını çizen ve ter-kib eden anlamındadır.[3] Buna göre O, hem tek tek varlıkları ve hem de âlemleri şekillendirip biçimlendirmiştir.

Yaratmadan önce Allah'ın nerde olduğu merak konusu olmuştur. Ebû Razın (r.) adında birisinin; yer ve gökleri yaratmadan önce Allah'ın nerede olduğu sorusuna Peygamber (S); "O, bir amâ'da idi. Ne altında hava vardı, ne üstünde hava vardı. Orada, Arşı da su üstünde yaratmış değildi" cevabını vermişti. MüfessirFahruddîn er-Râzî'nin zayıf olarak gördü­ğü bu hadis,[4] küçük farklarla pek çok hadis kitabmda yer almıştır. Burada geçen "'amâ': kelimesi yazılış tarzına göre, ince bulut anlamına ve bir kısımlarının anlayışına göre de belli varlığı olmıyan anlamına gelmekte­dir.[5] Hadisçi İbn Hibban (ö. 739 h/1338 m)'in kitabındaki bir yoruma göre de adı geçen kelime, bilinmezliği ifâde etmektedir.[6] Kendisini tanıya­cak bir yaratık olmadığından O tam bir bilinmezlik içindedir. Hz. Muhammed (S)'in bu sözleri kanaatımca, az sonra ele alacağımız üzere, mad­denin ilk basit parçacıkları olan dumanımsı zerreciklerin ve muhtemelen hidrojenin bile o sırada bulunmadığını ifâde ediyor. [7]

 

B- İLK MADDELERİN ORTAYA ÇIKIŞI

 

1- Suyun Yaratılışı (:Hidrojen Ve Oksijenin Ortaya Çıkışı)

 

Yer ve göklerin oluşumuna temel teşkil eden İlk madde hangisidir? Yüce Allah, evreni hangi maddeden başlıyarak yaratmıştır? Kur'an-ı Ke­rim'de:

"Biz her canlı şeyi sudan yarattık"[8]

deniliyor. Acaba cansız nesneler de canlılar gibi sudan mı yaratılmışlardır? İlk ortaya çıkan ve diğer maddelere temel oluşturan ilk nesne gerçekten sumudur? Bu konuda pek çok hadis ve tefsir kitabmda Hz. Muhammed (S)'in Ebû Hureyre (r.) tarafından rivayet edilen bir sözlerine yer verilir. Bu kişinin Hz. Peygamber'e; bana her şeyi haber ver, demesi üzerine o da şöyle söyler:                                    

"Aziz ve yüce Allah her şeyi sudan yaratmıştır".    

Bir başka rivayet tarzına göre Ebû Hureyre; yaratıklar neden yara­tıldı diye sorar. Hz. Peygamber'in ona cevabı; "Her şey sudan yaratılmış­tır" tarzında olur.[9] Burada bütün bilgilerin ilk yaratılışa dayandırıldığı açıktır. Çünki her şeyi bilmek istiyen Ebû Hureyre'ye verilen cevap yukardaki şekilde olmuştur.

Acaba Hz. Peygamber (S) bu yukardaki sözleriyle sâdece canlı olan şeyleri mi kastedmiştir yoksa canlı-cansız ayırımı yapmadan her türlü nesne­nin ilk maddesinin su olduğunumu bildirmek istemiştir? Endülüslü mü-fessir Kurtubî (ö. 671 h/1272 m), azınlıkta kaldıkları anlaşılan bir kısım âlimlerin, ateş ve havanın da sudan yaratıldıkları görüşünde olduklarını, kaydeder. Onlara göre; Allah'ın âlemde ilk yarattığı su dur ve sonra da her şey sudan yaratılmıştır.[10] Bu anlayışa göre sonradan ortaya çı­kacak olan ateş, ceryan ve bunlara benzer değişik türden güçlerin ilk madde­si de su olacaktır. Burada benim aklıma, ateşin serinliğe dönüştüğü İbra­him Peygamber'in olayı gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de anlatıldığına göre o ateşe atıldığında Allah ateşe: "Ey nar! İbrahim için serinlik ve esen­lik ol" demiş[11] ve o da böyle bir ortama dönüşmüştür. Burada acaba ateşte geriye ve ilke doğru dönüş rnii olmuştur? Bunun tersi olarak da soğuk nes­nelerden hararet elde edilmesi düşünülebilir. İran ve Türk illerinde tabiat ve gök bilimleriyle Kur'an tefsiri üzerine dersler veren Eahruddîn er-Râzî (544-606 h/1150-1210 m); ilk olarak bir cevherin yaratıldığı ve bunun önce suya, daha sonra da hava ve nura dönüştürüldüğüne dair bir gö­rüş nakleder ve buna göre yaratılışta ilk mebdenin "su: mâ'" olduğunu, kaydeder.[12] Hadisçi Beyhakî (ö. 458 h/1065 m)'nin yazdığına bakılırsa Hz. Peygamber'in arkadaşlarından bazı kişiler de yukardakine benzer bir görüş ortaya koymuşlardır. Onlar yaratılışı araştıran bir kimseye cevap verir­ken bu görüşlerini dile getirdiler. Şöyleki:

"Adamın biri Abdullah b. Amr'e gelerek ona; yaratıklar neden yaratıldılar, diye sorar. O da bu soruya; su, nûr, karanlık, hava ve topraktan yaratıldılar, tarzında bir cevap veril'. Sonra adam (çevresine İşaret ederek); bütün bunlar neden yaratıldı, der ve fakat o bilmiyorum, cevabını alır. Adam oradan Abdullah b. Zübeyr'e gider ve ondan da aynı cevapları alır. Bu sefer o Abdullah b Abbas 'a gidip aynı soruyu sorar, o da yukardaki gibi; yaratıkların su, nûr, karanlık, hava ve topraktan yaratıldıklarını, söyler. Sonra adam, çevresindeki nesneleri ve âlemi kastederek; bütün bunların kaynağının ne olduğunu, neden yaratıldıklarını, sorar. İbn Abbas bu soru­ya; önce su yaratıldı. S u her hangi bir asıldan yaratılmamış ve daha Önce bulunan bir misal (:örnek)e göre de meydana getirilmemiştir. Su yaratıldık­tan sonra A Halı onu, daha sonra yarattığı her şey için bir asıl yapmıştır" tar­zında cevap verir.[13] Verilen cevaplara bakılırsa bilgi kaynaklarının aynı ol­duğu görülür. Şu kadar varki onlar bu görüşlerini Hz. Peygamber'e dayan­dırmam ıslardır. Bu cevaplarda suyun ilk madde olduğu ifâde edilmekte ve fakat diğer nesnelerin hangi yaratılış safhasında ortaya çıktıklarına dair her hangi bir şey söylenmemektedir. Şu kadar varki bu nesneler, kendilerinden eşya ve âlemin yaratıldığı beş temel unsur olarak ele alınmıştır. Burada dik­kat çeken bir nokta da "z u 1 m e t: Karanlık "in bir unsur gibi gösterilme­sidir. O ise diğerleri gibi bir madde değildir. Biz ışık ve karanlık konusunu daha sonra ele alacağız.[14]

Irak mektebinin kurucusu ünlü hukukçu Abdullah ibn Mes'ûd (o. 32 h/652 m) da diğer bir kısım sahabe ile beraber; Allah'ın su­dan önce başka bir şey yaratmadığı, görüşünü paylaşmakta ve fakat sudan önce "Arş"m mevcudiyetine inanmaktadır[15] ki müfessirlerin pîri olarak kabul edilen Abdullah İbn Abbas (. 68 h/687 m)'ın görüşü de aslında böyle­dir. Bu görüşler hiç şüphesizki:

" O (Allah) hanginizin daha güzel amel ve işte bulunacağını de­nemek için, arşı su üstündeyken, gökleri ve yeri yaratandır"[16]

âyetine ve bu ifâdenin geçtiği bir kısım hadislere dayanmaktadır,[17] gu âyette görüldüğü gibi yer ve göklerin yaratılışından önce Arş ve su ikili­sinden bahsedilmekte ve arş, göklerden ayrı bir âlem olarak ele alınmakta­dır. Sahabe (:Peygamberi gören nesil) den sonra gelip "Tâbiûn" demlen neslin ünlü âlimlerinden Dahhâk (ö. 105 h/723 m), Mücâhid ve Katâde (ö. 118 h/736 m) de Sahabe'den farklı bir görüş ortaya koymadılar.[18] Bun­lardan Mücâhid (ö. 100 h/718 m) yaratılışın; arş, su ve hava olarak başla­dığını, daha sonra da sudan yer yüzünün oluştuğu, görüşünü savunurken[19] türk asıllı ve Hanem beldesinden Zemahşerî (467-538 h/1074-1143 m) yukardaki âyetin; Arş ve suyun, yer ve göklerden önce yaratıldıklarına bir delil olduğunu, yazar.[20] Ebû Müslim el-Isfahânî (ö. 322 h/933 m) ise bahsi geçen âyete; göklerin su üzerine kurulduğu, yorumunu getirir.[21] ki bu yo­rumda " Arş " yerini göklere bırakmış olmaktadır.

İbn Abbas gibi yaratılış ve göklerle ilgili âyetlerin tefsirine en ge­niş yer vermiş bulunan müfessir-filozof Fahruddîn er-Râzî, yukardaki âyette söz konusu edilen arş ve su (:mâ') yun birbirlerine bitişik olmadıkla­rını, yazar. Gene onun yazdığına göre Mutezile mezhebi Arş ve sudan ön­ce ilk yaratık olarak melekleri kabul etmektedir. Onlar fayda ilkesinden ha­reket ederek bu sonuca varırlar. Onlara göre Allah her şeyi bir menfaat için yaratır. Cansız nesnelerin bir şeyden faydalanmaları söz konusu olamıyaca-ğına göre arş ve sudan önce bunlardan faydalanacak canlı türünden şeylerin yaratılması gerekir ki bunlar da ancak meleklerdir.[22] Bu yaklaşım tabiiki mantıkî değildir.

Arş'tan ayrı bir kitle oluşturan Su tek başına maddesiz bir boşlukta mı durmaktadır, yoksa boşlukta ve fakat çevresini kuşatan bazı gazlara mı dayanmaktadır? Bu su kütlesinin ne üzerinde durduğu merak konusu yapıl­mış ve bu sebeple de Abdullah b. Abbas (r.)'in bilgisine müracaat edilmiştir. Pek çok kaynak onun bu soruya: "havanın sırtı (:metnu'r-rîh) üstünde"

tarzında cevap verdiğini yazar[23] ki daha sonra Vehb b. Münebbih (Ö. 114 h) de bu görüşü paylaşanlardan olmuştur.[24]

Bugün suyun 2 Hidrojen + 1 Oksijenin bileşiminden oluştuğu ve bu bileşimin en büyük katkı maddesini de hidrojenin meydana getirdiği bilin­mektedir. Acaba yukardaki âyette sudan kasıt onu oluşturan bu iki gazmıdır veya o bildiğimiz su değil de diğer cinsten mâî bir maddemidir. Kur'an-ı Kerîm'in geldiği çağda insanlar bu iki gaz türünden bir şey anlamazlar ve fakat suyu bilmiyen yoktur. Suyun hidrojen ve oksijene dönüşümü dâima mümkün olduğu gibi bu ikisinin kendi şartlan içerisinde suyu oluşturmaları da dâima mümkündür. Suya dönüşemiyen hidrojen ve oksijen ise dönüşen miktardaki su kitlesine destek olacak ve yataklık yapacaktır kiîbn Abbas (r.) 'in bu kütleyi hava kütlesi üstüne oturtması da bundan ileri gelebilir. İbn Abbas aslında, rüzgar gövdesi, tâbirini kullanmıştır. Burada Hz. Pey­gamberin; Yer ve gökleri yaratmadan önce Allah'ın nerede olduğu soru­suna verdiği cevabı hatırlamak yerinde olacaktır:

" O bir ama da idî. Ne altında hava vardı ne üstünde hava vardı. Orada (o zamanda) arşı da su üstünde yaratılmış değildi''.[25]

Burada sâdece Allah'ın mevcut olup ondan gayri havanın bile bulunmadığı­nın ifâde edilmesi, ilk yaratılan maddelerin de suyu oluşturan gazlar veya gazlardan biri olacağı ihtimalini aklımıza getirmektedir.

Üzerinde durulması gereken diğer bir mesele de su ile ilgili âyette ge­çen " A r ş " in ne anlama geleceğidir. İlerde ayrı başlık altında ele alacağımız arş[26] acaba yedi yer ve göğün ötesinde yüce Allah'ın ilk ve en büyük, en mükemmel olarak yarattığı bir âlemmidir yoksa ondan maksat Allah'ın hü-kümranliğırmdır? Her ne kadar genel görüş birincisi ise de az sayıda ikinci görüşü savunanlar da vardır. "Arş" kelime olarak çeşitli anlamlara sahiptir ki bunlardan biri hükümdarın tahtı, diğerleri de; melik, mülk, iktidar ve hâ­kimiyettir[27] ki sonuç olarak aynı anlama gelirler. Eğer biz "Arş"ı genel görüşten ayrılarak bu ikinci mânasında ele alırsak o takdirde âyette geçen;

"Arşı da su üstündeydi1' ifâdesini, hâkimiyet ve hükümranlığı sâdece bu maddeye veya onu oluşturan nesnelere, gazlara inhisar ediyordu ve başka bir varlık yoktu, tarzında anlamamız gerekecektir. Eğer arş, yer ve gökler için temel madde teşkil eden gazlar ve sudan önce varsa o takdirde arşın bu nes­ne ve gazların oluşumuna kaynaklık etmiş olması ihtimali ortaya çıkacaktır. Kur'an'da "Arş"in büyük ve kerim gibi sıfatlarla nitelendirilmesi de[28] onun, âlemlerin en yüce ve mükemmeli olduğunu ifâde için olmalıdır. Du­rum ne olursa olsun içinde dünyamızın da bulunduğu yedi kat yer ve gökle­rin ilk temel maddesinin su ve dolayisiyle onu oluşturan gazların olduğu açıklık kazanmaktadır. Bu su bizimkinden biraz veya çok farklı felekî ^koz­mik) bir mâî olabilir.

Arşın, üzerinde bulunduğu suyun mâhiyeti hakkında çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür. Bazıları bunu, ölüleri diriltecek olan hayat suyu olarak görürlerken bir kısımları onu, dört unsurdan biri olan ve bütün canlılara ha­yat veren ve kaynak olan tabii su olarak görmüşlerdir. Ona gerçek su değil de mecazî bir anlam verenler ve ona mutlak İlâhî hâkimiyyetin temsili ola­rak bakanlar da vardır.[29] Varlığın ortaya çıkışında su konusunu gelişen ilim verileri ışığı altında elbetteki yeniden ele almak gerekir. Günümüzde bilim adamları kâinatın; önce hidrojen ve kısmen de helyumdan oluşan ve kendi etrafında yavaşça dönen bir kütleye sonra da karbon gazına oradan da oksi­jene geçtiğini kabul etmektedirler. Bundan sonra da mâdenlere ve madensi­lere varılmıştır.[30] Hidrojenle oksijen arasında pek çok gaz vardır ve fakat bu en baştaki ile en sonlardaki, suyun katkı maddelerini oluşturmaktadırlar. Kâinat ve varlık bilimi en son ne söyliyecektir, bunu da merakla bekliyeceğiz. [31]

 

2- İlk Maddeden Bulutsu Kütleye Geçiş Ve Yerküre Çekirdeğinin Oluşumu

 

Kur'an-i Kerîm'de göklerin, gök olarak yaratılmadan önce du­man hâlinde bulundukları yazılıdır. Kanaatimca bu, yer ve göklerin oluşu­munda sudan veya onun katkı maddelerinden sonra ikinci aşamayı göster­mektedir. Kur'an tefsirine yönelip varlık bilimini ve kâinatın oluşum evrele­rini elde etmeğe çalışan İslâmî ilk devir bilginlerini en çok düşündüren şu âyetlerde bu konuda şöyle denilmektedir:

"- Allah orada (yeryüzünde) üstünden ağırlık (dağ)lar yaptı. Orada bereketler yarattı. Onda, dört gün (devir) de, istiyenlere yeter durumda gıdalar var etti.

- Sonra göğe-ki o bir duman halindeydi - doğruldu da ona ve arza; ikinizde ister istemez gelin, buyurdu. Onlar da; istiye istiye geldik, dediler.

- Bu şekilde onları yedi gök olmak üzere iki günde var etti...."[32]

Hidrojen ve oksijen gibi gazların gözle görülmemelerine karşın bura­da gözle görülen bir dumandan veya duman görünümünde bir gaz kütlesin­den bahsedilmektedir. Bu safhada yaratılışta ilk veya ondan sonra gelen bir nesne -ki bu suyun en büyük katkı maddesi hidrojen olabilir- çok çeşitli gaz­lara ve muhtemelen küçücük madde parçacıklarının oluşmasına yol açmış olabilir. Gelelim yukardaki âyet hakkında Kur'an müfesshierinin ortaya koydukları görüşlere.

Bir ilim ve hikmet adamı olan Hz. A1i (ö. 40 h/661 m) göklerin, su ve dumandan yaratıldıklarına, yemin ederken'[33] bir kısım müfessirler âyet­te geçen " duhan: duman"a buhar anlamı vermişlerdir. Gene bunlardan bir kısmı duman veya diğer anlayışa göre buharın ilk madde "su" dan oluştuğunu savunurlar. Şüphesiz yer ve göklerden hangisinin ön­ce yaratıldığına dair münakaşalar da bu görüşlerin farklılığında etkili ol­muştur ki biz bu konuyu kendi bahsi içerisinde ele alacağız. Meselâ Mücâhid (ö. 100 h/718 m) ve birkısımlarma göre; Allah önce, üst kısmında "Arş" bulunan suyu kurutup onu arz hâline dönüştürürken bundan kalkıp yükselen duman (veya buhar) dan da gökleri yaratanştır.[34] İkinci İslâmî neslin âlimlerinden olan Mü câhid aslında arş'tan sonra ikinci yaratılış sirasında yer alan *'su: mâ'" dan arzların yaratıldığı inancındadır.[35] Şu ka­dar varki ona göre duman (bulutsu kitle) doğrudan sudan değil arz kütlesin­den çıkıp ayrılmıştır. Aynı görüşleri benimsemiş görünen İbn Kesîr (774 h/1372 m)'e göre gökleri oluşturan bu duman su buharından ibarettir.[36] Hz.  Ömer zamanında kurulan Basra şehri daha ilk günlerinde bir ilim merkezi hâline gelmeğe başlamıştır. Daha sonra bu şehrin en önde gelen bilginlerinden olan Hasan  el-Basrî (ö. 110 h/728 m) de çağdaşı Mucâhid 'den farklı düşünmemektedir. Bir kısım kaynakların verdikleri bilgi­lere göre onun görüşü şöyledir: "Yüce Allah, Beytü'1-makdis 1in bu- , lunduğu (yere isabet eden bir) yerde, ilâç yapımında kullanılan değirmen taşına benzer bir arz (toprak parçası) yaratmıştır. Bu yerin üstünde ona biti­şik duman kütlesi vardır. Sonra Allah bu dumanı yükseltip ondan gökleri yaratmış ve ilâç değirmeni biçimindeki kütleyi de yerinde tutup yer yüzünü sondan yayıp yapmıştır. Yerle göklerin bitişik olduğunu bildiren enbiya sûresi 30. âyetin anlamı işte budur".[37] Görüldüğü gibi Hasan  el-Basrî . yerküresi için önce merkez bir çekirdek kabul etmekte ve sonra buradan  tayrılan bulutsu bir kütleden de göklerin oluştuğunu düşünmektedir. Büyük v gaz kütlesi belli bir noktada yoğunluk kazanıp orası katı hâle gelebilir, fakat yerküresinin, gökten önce böyle bir çekirdek üzerinde geliştiğini söylemek zordur.                                                                                                

İslâmî ilimler sahasında çeşitli eserleri bulunan İbnu'l-Cevzî (508-597 h/l 114-1200 m) göğün duman halindeki aşamasından bahseden yukardaki âyeti tefsir ederken ilgili dumanın oluşumu hakkında iki ayrı gö­rüş bulunduğunu yazar: 1) Allah suyu yarattığı zaman onun üzerine rüzgar gönderir. Bu sayede ondan duman çıkıp yükselir. Bunun için ona, yüksek anlamına gelen "semâ': g ö k " ismini verir. 2) Allah arzı yarattığı zaman onu ateşe tâbi tutar ve bu yüzden ondan duman çıkıp yükselir. Bunun için ona semâ' ismini verir.[38]

Beyhakî'nin verdiği bilgilere bakılırsa İbn Abbas (ö. 68 h/687 m); arştan sonra suyun ve daha sonra da "nûn"'un yaratıldığını ve dünya­nın da "nûn" üzerine döşenip oluşturulduğunu, söyler. Sonra da oradan çı­kıp yükselen su buharından, parçalanıp ayrılma suretiyle gökler yaratılmıştır.[39] "Nûn" arap dilinde harf adlarından biri olduğu gi­bi, mürekkep okkası, kılıç ağzı ve nihayet balık gibi anlamlara gelmektedir.

Beyhakî'nin verdiği bu haberde arzın çekirdek olarak ilk oluşumunu "nûn" teşkil etmekte ve dünya onun üzerine yayılıp döşenmektedir. Bu ha­berin İbn Abbas'a isnadı eğer doğruysa onun "nûn"'dan kastı pek çoğunun anladığı gibi gerçekten balıkmıdir yoksa arzın ilk merkez çekirdeğimidir? "Nûn: " harfinin arapça yazılışına veya mürekkep okkası şekline ba­karsak İbn Abbas (r.)'ın onu bir çekirdek olarak gördüğü düşüncesine vara­biliriz. Beyhakî'nin kitabında ona ait şu ifâdeye bakalım; "Nûn debelendi de yer sarsıntılar geçirdi. Bunun üzerine yeryüzü dağlarla sâbitleştirildi". Bun­dan benim anladığım İbn Abbas'ın "nûn"'u arzın merkezi olarak gör­düğü ve buradaki hareketlerin yüzeyde yol açtıkları sarsıntıları gidermek için de dağların yaratılmış olduğudur ki biz "dağların oluşumu" başlığı altın­da bu konuya temas eden âyetleri ilerde ele alacağız. Beyhakî'nin İbn Abbas'ın yanı sıra îbn Mesûd ve diğer bir kısım sahabe (r.a)'ye mâlettiği bir başka rivayetinde ise, üzerine dünyanın döşendiği "nûn"dan sonra bir balıktan bahsedilmektedir ki bizim bunu kabulümüz veya gerçeğini anlama­mız mümkün değildir.[40] Biz Abdullah İbn Abbas ve İbn Mesûd'a âit bu gö­rüşlere başka kaynaklarda da rastlamaktayız ve hepsinde de, göklerin kendi­sinden oluştuğu "duman:   duhan" bizim dünyamızın ve diğer dünyala­rın yaratılmalarından önce yaratılmıştır. Bu konudaki görüşleri sıralıyan En­dülüslü Kurtubî, neticede bu iki sahabenin görüşlerine tutunan Katâde (ö. 118 h/736 m)'nin vardığı kanaati tercih etmiştir ki o da şöyledir; Gökle­rin yaratıldıkları duman kütlesi, dünyamızdan önce yaratılmıştır.[41] Hz. Ali veîbn Abbas (r.a)'dan gelen bir görüşte ise ilk olarak kalem ve son­ra da ona âit "nûn" denilen mürekkep okkasının yaratıldığı söylenir. İbn Abbas gene burada arzın "nûn" üzerine döşendiğini, söyler.[42] İlk Önce kalemin yaratılması ancak mecazî bir anlam ifâde edebilir. Bu, yaratılışın bir ön takdir ve düzenlemeğe göre başladığının bir anlatımı olabilir. Buna göre de kâinatın ilk çekirdeği oluşturulmuş olacaktır. İlk tefsir ve tarih müellifle­rinden biri sayılan Taberî (224-310 h/838-922 m)'den öğrendiğimize göre, Küfe mektebinin kurucusu İbn Mesûd (ö. 32 h/652 m) ile gene ora­da yaşamış olup uzay meselelerine ilgi duyduğu anlaşılan es-Süddî (ö. 127 h/744 m); göklerin yaratıldığı duman kütlesinin, suyun havalandırılması (:teneffüs) ile oluştuğu kanaatına sahiptirler.[43]

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerde hâkim olan görüş; sudan yeryüzü çekirdeğinin veya döşenip yayılması tamamlanmamış ona ait bir kütlenin oluşması ve ondan çıkıp yükselen duman yahut buhar kütlesinden de patla­yıp ayrılma (: fatk jzi ) sonucu göklerin yaratılmasıdır. Gene bu ana görüş çerçevesi içine dahil edilebilecek olan yaklaşımlar ise-ki bunların İbn Ab-bas ve İbn Mesûd'dan kaynakladığım söyleyebiliriz- Türk asıllı Hanem beldesinden Zemahşerî (456-538 h/1074-1143 m) ile Kanunî devri­nin ünlü Şeyhülislâmı Ebu's-Suûd'un naklettikleri görüşlerdir. Zemahşe-rî'nin zayıf bir ihtimal olarak gördüğü ve aslı îbn Mesûdve bazı sahabe­ye ait bulunan görüş şöyledir.

" Allah'ın arşı yer ve gökler yaratılmadan önce su üstündeydi. Allah, sudan duman çıkardı da bu duman su üzerinde yükseldi ve yükseklere çıktı. Allah suyu kurutup önce ondan tek bir arz, daha sonra da onu patlatıp parçalamak (:fatk) yoluyla diğer arzları yarattı ve sonra yukarı çıkan dumandan da gökleri mey­dana getirdi"[44]

Bu anlayış tarzında yerler kurutulan sudan yaratılırken gökler onun duman veya buharından yaratılmaktadır, fakat duman yer ve gök her ikisinin de ya­ratılışından önce mevcuttur. Ebu's-Suûd 'un biraz daha farklı biçimde ele aldığı görüşte ise şöyle denilir:

" Yer ve gökler yaratılmadan önce arş su üstündeydi. Sonra yüce Allah suda çalkantılar ve o sayede de köpük meydana getirdi. Duman (veya buhar) sudan ayrılıp yükseldi ve köpük tabakası su üstünde kaldı. Allah bu köpüğü kurutup önce ondan tek bir arz sonra da onu patlatıp bölmek suretiyle arzlar meydana ge­tirdi. Dumana gelince o kalkıp yükseklere çıktı ve yüce Allah ondan da gökleri yarattı".[45]

Burada Zemahşerî'nin kitabında olduğu gibi yer ve gökler yaratılma­dan önce sudan duman hâline geçilmekte ve aynı anda oluşan köpük tabaka­sının yoğunlaşmasından da yerküreler meydana getirilmektedir. Daha önce gördüğümüz bir nevi merkezî çekirdek diyebileceğimiz yoğunluğun yerini burada köpükleşme ve daha sonra da onun kuruyup katılaşması almaktadır. Burada bazı imamların camilerde sabah namazından sonra yaptıkları ve Ebû Hanîfe (ö. 150 h/767 m)'ye mâledilen tesbîh duasının bir bölümünü hatırlamamak mümkün değil. Bu duada; "yeri donmuş su üzerine yayıp dö­şeyen Allah a hamd olsun" denilir.

Ebu's-Suûd Efendi; "sonra, duman hâlinde iken göğe yöneldi -Fussılet, 11" âyetini tefsir ederken bu kütleye duman denilmesini; maddesi­nin karanlık olmasına yahut onun çok küçük parçacıklardan oluşmasına ve­ya sudan yükselen bir duman olması sebebine bağlar.[46] Bu bulutsu kütlenin böyle bir safhada ışık saçmıyacağını ve ayrıca onun çok çeşitli gazlardan ve küçük parçacıklardan oluşmuş olacağını söyliyebiliriz ki bu yaklaşım gerçe­ğe daha uygun düşmektedir.

İkinci ana görüş; göklerin yeryüzüyle aynı anda veya göklerin daha önce yaratıldığı, biçimindedir. Bu görüşte sudan Önce duman veya buhar oluşmakta ve bu bulutsu yahut buhanmsı kütlenin çatlayıp ayrılması sonucunda da yer ve gökler meydana gelmektedir. Göğün ilk duru­mundan bahsedilen ve Rab? b. Enes'ten gelen bir görüşte; "Göğün ilk hâli dışarı taşmıyan iç dalgalanmadır" deniliyor ve bundan sonra da her göğü oluşturan mâdenlerden bahsediliyor.[47] Burada bulutsu veya buhanmsı küt­lenin sakin olmayıp iç dalgalanmalara mâruz bulunduğu ifâde edilir. Biz bu­rada Vehb b. Münebbih (114 h/732 m)'in görüşüne yer verirken yeryuvarla-ğını oluşturan kütledeki ilk yoğunlaşma noktası hakkındaki görüşleri de ele alacağız. İbn Münebbih'e göre; Allah suyun saf kısmından alıp hâsıl et­tiği dumandan gökleri ve suyun tînet dediği, saf olmayıp karışık yaratılışta olan kısmından da alıp onunla da yeri yaratmıştır. Bunu ilk defa, şu anda üzerinde Beytullah'ın bulunduğu mekâna yerleştirmiş ve dünyayı o nok­tadan döşeyip tanzim etmiştir.[48] Hasan el-Basrî (ö. 110 h/728 m)'nin toprağa dönüşen ilk yoğunluğu Kudüs'deki Beytulmakdis'den başlat­masına karşılık müfessirlerin pîrî İbn Abbas (r.) dan başlıyarak 'Ata' (ö. 115 h/733 m), Katâde (ö. 118 h/736 m) ve Taberî (ö. 310 h/922 m) gibi ço­ğunluk bu oluşumu Mekke'deki Beytullah'ın yerinden başlatmışlardır. Katâde ile Buhara hanlığına bağlı Nesef den İmam Nesefî (ö. 710 h/1310 m) şekilsiz ve tanzimsiz yaratılan yer kütlesinin göklerin yaratılışın­dan sonra Mekke yerinden başlıyarak bir düzenlemeğe tâbi tutulduğu, gö­rüşünü savunurlar.[49]

Bütün bu görüşler Hz. Peygamber (S)'e mâledilmeden ortaya konul­muştur. Kur'an müfessirleri İslâm öncesi bazı kanaatlara saplanmış olabilir­ler. Bununla beraber onlarm hepsini burada ilk başta kaydettiğimiz ilgili âyetlerin, kâinatın oluşumu hakkında bir düşünce ve yoruma sevkettiği de açıktır. Biz bu konuyu "Yer ve göklerin yaratılışı" başlığı altında yeniden ele alacağımızdan şimdilik bu kadarla yetineceğiz.[50]

 

3- Maddelerin Ve Bazı Canlı, Cansız Nesnelerin Yaratılması Maddelerde Bölünme Ve Çoğalıp Çeşitlenme

 

Kâinatı oluşturan maddelerden her biri diğerine bağlı olmadan tek başlarına mı yaratıldılar. Yoksa yaratılma, ilk maddenin bölünmesi ve sonra belli bir süreye kadar zincirleme bölünme ve başkalaşım geçirme ile mi de­vam etti. Hem bölünüp başkalaşım geçirme ve hem de bunun dışında bazı maddelerin ilk yaratılış olarak ortaya çıkmaları şeklinde üçüncü bir yolun olması da mümkündür. Şüphesiz yüce Allah'ın gücünün yetmediği bir şey yoktur.

Kur'an-1 Kerîm'de yaratılış ve oluşumlarla ilgili olarak çok de­ğişik fiiller kullanılmıştır. Bu fiiller yaratılışın bütün safhalarını ortaya koya­cak durumdadırlar ve bizi gerçekten hayrete düşüren bazı sonuçlara götür­müşlerdir. Bu kitapta yaratma ile ilgili olarak Allah'ın değişik sıfat ve fiille­rine yer verilmekte ve bunlardan bazıları ilk yaratma (:bed' ) ve , (ibda )yı ifâde ederken[51] bazıları da bir şeyden diğer bir şeyi yarat­ma anlamını ifâde ederler. Meselâ "ha1k: " ve"ber'"[52] fiilleri böyle bir anlam taşırlar. Gene bu anlamda "inşâ': " fiili de kulla­nılmıştır. İlk insanın topraktan ve daha sonrakilerin ilk insan Adem 'den ya­ratılışları ve yeryüzündeki çeşitli bitkilerin oranın şartları içerisinde oluştu­rulmasından bahsedilirken diğerlerinin yanı sıra bu fiilin de kullanıldığı gö­ze çarpar.[53] Allah'ın bir kısım sıfat ve filleri de varlıklara, kendilerine özgü şekil verme (:tasvîr),[54] iç ve dışa ait düzenleme yapma (:terkîb, v tesviye) yi ifâde ederler.[55] Meselâ insanın iç ve dış uzuvlarına âit düzer lemeler için "terkîb" ve "tesviye"den söz edilirken yeryüzünün küt] olarak ortaya çıktıktan sonra yapılan düzenlemesi için "dahv: gene aynı şekilde "tahv: " fiilleri kullanılmıştır.[56] İnsan bedenini düzenlenmesinde olduğu gibi göklerin düzenlenmesi için gene biz "t e s v i ye" fiilinin kullanıldığını görüyoruz.[57] Bu yolla hem insan denen o küçü âlem ve hem de gökler âlemi kendi hedeflerini gerçekleştirecek bir hareke ve seyir içine sokulmuş olmaktadırlar. Buna ilâve insanın yaratılışında tesvi yeden sonra bir de "adi:" işleminden bahsedilmiştir.[58] Bu, denge] ve muvazeneli yapmak anlamını ifâde ediyor. Denge olabilmesi için uzuvlardaki yapı taşları olan molekül sayısının belli miktarlarda olması çift uzuvlarda da gene eşit sayıda olmaları gerekir. Aksi halde bedende den ge ve adalet olmaz. Terazinin iki kefesini ve yük hayvanının iki yanında asıl yük çuvallarım dengeleme anlamında da bu fiil kullanılır. Böylece tek olsun çift olsun insandaki her bir uzvun varlık kefesi, içine konulan belli sayıdak yapı taşlarıyla dengelenmiş olmaktadır.

Yukardakilerden "halk: "fiili ve Allah'ın "hâlık" sıfatı duru ma göre yukardaki bütün fiillerin ve ilgili diğer sıfatların yerinde kullanıl mistir. İnsanın başlangıçta topraktan yaratılması ve daha sonra onun men (tohum) den yaratılması için bu halk fiili kullanıldığı gibi yer ve göklerir yaratılması ve genel anlamda yaratma için de bu fiil kullanılmıştır. Gerek in san ve gerek yerler, gökler daha önce yaratılan maddelerden yaratılmışlardı! ki bu durum Kur'an'da açıkça ifâde edilmiştir. Suyun katkı maddelerin­den ve diğer gazlar (duman) dan yer ve göklerin yaratılmış olduğunu yukar­da görmüştük. Bazan bir tek varlıktan meselâ insanlığın bir tek kişiden yara­tılıp sonra üreyip çoğalışı için de "halk" fiili kullanılmıştır.[59] Bu fiil, bii şeyi yaratılmadan önce takdir etme yâni bir nevi ilâhî tasan diyebiIeceğim bir anlamda olarak da tefsîr edilmiştir. Buna bir varlığı belli bir durumundan alıp başka bir duruma getirme anlamı da verilmiştir ki bu, sonuç itibariyle bir şeyden diğer şeyi yaratmak demektir.[60]

"Halk" gibi geniş anlamlara sahip fiillerden biri de "cavl: " dır

ve Kur'an'da konumuz açısından en çok kullanılan fiillerden biridir. Bu fiil genellikle, yaratılan her hangi bir nesneye belli bir nitelik ve özellik kazan­dırma işlemleri için kullanılmıştır. Bu sebeple bir nesnenin ilk yaratılışından sonraki safhalarında eriştiği merhaleler ve kazanılan sıfat ve özellikler bu fi­ille İfade edilmiştir. Meselâ insanın yaratılışından bahsedilirken onun top­raktan ilk yaratılışı ve gene Âdem'den neslinin meydana getirilişi "halk" fiili ile anlatılmış ve ondan sonraki, meniden yaratılışlar, insanların erkekli-dişili yapılması ve insan vücudunun kulak, göz ve kalplere kavuşturulması "cavl" fiili ile anlatılmıştır.[61] Göklere burçların, güneş ve ayın yerleştiril­mesi yâni onların yaratılışından bahsedilirken biz gene bu fiili görüyoruz.[62] Çünki gökte belli bir aşamada bunlar ortaya çıkmışlardır.

"Ca1: " bir şeyden diğer şeyi yaratmak ve doğrudan bir nes­neyi yaratmak gibi anlamlara da geliyor. Meselâ her canlı şeyin sudan yara­tılışı, insanlar için hayvanların ve çeşitli geçimliklerin yaratılışı bu fiille ifâ­de edilmiştir.[63] Geniş anlamlara sahip bu fiil, başkalaşım geçirme ve bir kı­sım insanların maymun ve domuzlar hâline dönüştürülmesi olayının anlatı­mında da kullanılmıştır.[64]

Kur'an'daki "bina': fib " fiiline gelince bu, sâdece göğün yaratılışı ve ayrıca da bir kısım ev ve kulelerin yapılışından bahsedilirken kullanılmış­tır. Yerkürenin yaratılışı ile ilgili anlatımlarda bu kullanılmamıştır. Bunun böyle olması kanaatımca göğün ve bütün göklerin bir bina gibi değişik kat­lara, müştemilât ve bölümlere sahip olmasından dolayıdır. Burada ilgi çekici olan diğer husus da bu fiilin gökler sayısınca yâni yedi ayrı yerde geçmiş olmasıdir.[65]

Kur'an-ı Kerîm'de iki ayrı yerde, Allah'ın yer ve gökleri, daha önce mevcut olan benzerlerine göre değil, tanıamiyle, eş ve benzerleri olma­dan, yoktan yarattığı ifâde edilmiştir. İlgili âyetin anlamı şöyledir:

" O (Allah), gökleri ve yeri benzersiz yaratandır. O bir şeyi diledimi (bir şeye karar verince) ona sâdece; ol, der, o da hemen oluverir"[66]

Ayetlerdeki, Alah'ın bedf sıfatına temel oluşturan "ibdav: bir şeyi herhangi birşeyden değil de yoktan var etmektir. Bunun bir diğer an­lamı da Kurtubî (ö. 671 h/1272 m)'nin dediği gibi; bir şeyi bir örneğe göre değil de hiç eşi ve benzeri olmadan yaratmaktı.[67] Yer ve göklerin yoktan yaratılışlarına ilişkin ifâdeler, onları oluşturan unsur ve maddeler (:mevâlîd)in yoktan var edildiklerini anlatmak için olmalıdır. Çünki yer ve gökle­rin kendileri bir kısım ön maddelerden ve onların bölünerek çeşitlenme siyle ortaya çıkan nesnelerden yaratılıra şiardır. Alemler olarak yer ve göklerin eş­siz ve benzersiz yaratılışlarına gelince bu, onlardan önce bu tür gök ve yerle­rin olmadığını ifâde içindir.

Kur'an'da yaratma ile ilgili olarak Allah için kullanılan sıfatlardan bir başkası da "fâtır: dır ve sûrelerden biri de bu ismi almıştır. Bazı müfessirler "fâtır" sıfatına; bir şeyi ilk yapan ve ilk yaratan anlamını verirlerken[68] Endülüslü Kurtubî'nin kitabında; yaratan anlamındaki bu sı­fatın bir şeyi yarma mânasındaki "fatr: " fiilinden geldiği yazılmaktadır.[69] Bu anlayıştan hareket edersek ilgili âyetleri; "Yer ve gökleri yara­tan Allah" yerine "yarıp bölerek yaratan Allah" tarzında tercüme etmemiz gerekecektir ki kanaatımca doğrusu da budur. Nitekim bu ifade yedi ayrı sû­rede geçmektedir ki[70] bu da bu şekilde bölünme ile 7 yer ve göğün oluştu­ğuna bir işaret sayılmalıdır. Aynı "fatr" fiili insanın yaratılışından söz edi­lirken de kullanılmıştır. Onun bu sefer altı yerde kullanıldığını görüyoruz.[71] Kanaatımca bu da ana rahminde hücre bölünmesi suretiyle meydana gelen yaratılış safhalarını gösteriyor. Nitekim biz Mu'minûn sûresi 13 ve 14. âyet­lere bakarsak orada altı safhanın anlatıldığını görürüz. Yukarda gökler için bulutsu kütleyi temel kabul edip bölünme için ondan sonraki safhaları ele al­dığımız gibi buradada insanın adı geçen sürenin 12. âyetinde yer alan ilk ça­murdan yaratılışını temel almamız gerekecektir. Döllenen bir yumurtadan, hücre bölünmesi yoluyla hücre çoğalması olmakta ve bunlar insan yaratılı-şındaki çeşitli şamaların özelliklerine uygun yapı taşlan olmaktadırlar. Gök­ler için kullanılan aynı fiili ise madde bölünmesi olarak görmemiz kaçınıl­mazdır. Burada gene bölünmeyi kanaatımca sâdece kütle hâlindeki bölünüp ayrılma olarak görmemeliyiz. Bu tür bölünme, diğer bir âyette geçtiği gibi "fatr: " olayı değil "f at k: hadisesidir [72]ki onu yer ve gökle­rin yaratılışı başlığı altında inceleyeceğiz. Ana kütle tek bir bölünme veya atlamaya maruz kalmış olmalıdır ki ondan Kur'an'da bir kere söz edilmiştir. Kur'an âyetlerinde geçen bu "Fatr" olayı hücre ve molekül (:eczâ") leri bölüp çeşitlendirmek ve çoğaltmak ve bu yolla bir şeyden diğer şeyi ya­ratma olarak düşünülmelidir. Bu yolla bir varlık vücut bulmakta ve bir yapı­lanma olmaktadır. Bunun tersi, maddenin ve gök kütlesinin çözülüp dağılışı­nı ifâde için gene Kur'an'da bu kökten gelen "infitar: "ve"tafattur: "[73] fiilleri kullanılmış ve "Fâtır" sûresine karşılık olarak da "infitar" ismiyle bir sûre gelmiştir. "İnfitar"; bir kütleyi oluşturan madde­lerin tersine bir işlemle ondan çözülüp ayrılmasıdır. Bu da yıkım ve o kütle­nin veya yapının özelliğini kaybetmesi yahut yok olmasıdır. Durum böyle olunca "fatr" onun aksine maddenin kendi içindeki üretkenliği ve diğer nesnelerle birleşme kabiliyeti sonucu ortaya çıkan bir olaydır. Biri yapılan­ma öteki çözülmeden ibaret olan kâinatın bu iki ana işleminin Kur'an-ı Ke-rîm'de ayrı ayrı sûrelere isim olması bizi şaşırtmaktadır.

Yaratma ve yaratılışın bir başka şekli de Kur'an'da şöyle dile getiril­miştir:

" - Şüphesiz Allah (yaratmak için) taneleri ve çekirdekleri çatla­tıp yarandır. Ölüden diriyi o çıkartıyor. Diriden ölüyü çıkaran da O'dur. İşte Allah budur. O halde nasıl olup da îmandan dön­dürülüyorsunuz.

— O, sabahı da (karanlıkları) yarıp çıkarandır. O, geceyi bir sü­kûnet, güneşi, ayı bir hesap olarak yaratandır''[74]

Yüce Allah "f alık: yarıp yaratan" sıfatını "f alk: " fiilinden almıştır ki o da kelime olarak yarma anlamına gelmektedir. Burada yarıp yaratma söz konusu olduğundan İbn Abbas veDahhak (ö. 105 h/723 m) ona doğru­dan "yaratıcı" anlamını verirlerken Mücâhid gibi bir kısım âlimler de ondaki yarma anlamını ihmal etmemişlerdir. Müfessirler buradaki yarıp yaratma olayını hububat nevinde olduğu gibi taneli bitkilerle, çekirdekleri vasıtasiyle üreyen diğer bitkilerdeki oluşum ve yaratılışlara tahsis etmişlerdir. Buradaki tane (:habb) ve çekirdekler (:nevâ) bu değişik türden bitkilerin tane ve çe­kirdekleridir. İlgili âyetin bundan sonraki; "ölüden dirinin, diriden de ölü­nün çıkartılması''na ilişkin ifâdesini ise aynı müfessirler, bitki tohum ve çe­kirdeklerindeki oluşumun yanı sıra insan ve hayvan yumurta ve tohumları­nın yarılma suretiyle yeni bir canlı meydana getirmesi olarak görmüşlerdir. Yumurtanın tavuktan, tavuğun yumurtadan, insanın meni (tohum) den, me­ninin insandan, kuru buğday tanesinin yeşil olan bitkiden ve onun bu yeşil bitkisinin kuru tanesinden, zeytin ve elma ağaçlarının çekirdeklerden v.s çı­kartılıp yaratılmaları hep bu âyetlerin tefsirine misal olmuşlardır.[75] Karan­lıkların yarılıp içinden sabahın çıkarılış olayında ise canlı bir unsur bulun­mamaktadır. Aslında âyette karanlıktan hiç söz edilmemekte, doğrudan ay­dınlık diyebileceğimiz sabahın yarılıp meydana çıkarılışından söz edilmek­tedir, Bu da yerküresi üzerinde gündüzün oluşmasının yanı sıra kâinatta ışık denilen nesnenin meydana çıkışını ifade edebilir. Belkide bu ifâde sâdece o ışık denilen hârika şeyin açığa çıkışını anlatıyor. Çünkü burada, tane ve çe­kirdeklerin yarılması yoluyla gerçekleştirilen oluşumlar gibi bir oluşumdan bahsedilmektedir ki bu, atomların yarılıp patlaması ile ışığın ortaya çıkışını aklımıza getirmektedir. Kur'an-ı Kerîm'deki "Falak" sûresi de yukardaki âyetlerde geçen "faik: çatlatıp yarma" fiilinden isim almış ve bu sûrede Al­lah'ın "Rabbu'l-falak" olduğu dile getirilmiştir. Kâinat ve yaratılış ba­kımından bu çok önemli bir olay olmalıdır ki Allah bu olayın Rabbi ola­rak tanıtılmıştır. Bu âyet de diğerleri gibi ve ondan biraz daha geniş bir tefsi­re tâbi tutulmuştur.[76] Bu sûrede ilk baştan; "- Faîakın Rabbine sığınırım-Yarattıklarının kötülüklerinden" denilmesi, bunun yalnızca bitki ve diğer canlılara veya sabaha yorumlanmasına engel teşkil etmektedir.

Kur'an'ın bazı âyetlerinde biz "faik: yarıp yaratma" olayı ile benzer­liği veya yakın ilişkisi bulunan "ihrâc: çıkarma" fiilinin kullanıldığını gö­rürüz ki biz az sonra bunu yeniden ele alacağız.

" ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkartıyor. Yeryüzünü Ölümünün ardından O canlandırıyor"[77]

Bu âyette özellikle ilk baharda bitkilerin tane ve çekirdeklerinden çıkıp üre­melerine değinilmektedir. Fakat şu âyette bunu açık olarak söyleyemeyiz:

" (Ey Allahım sen) geceyi gündüzün içine koyarsın, gündüzü de geceye sokarsın. Ölüden diri çıkarırsın, diriden de ölü çıkarır­sın. Sen dilediğine sayısız rızık verirsin"[78]

Burada rızık meselesini sâdece bitki ve hayvanlardan sağladığımız faydalar olarak görürsek, ölü ile diri arasındaki bağlantının yol açtığı üreme ve çoğal­mayı da yalnızca onlar için düşünürüz. Ölü ve diriyi yukarda bahsettiğimiz anlayışın yanı sıra zerreler (atomlar)in ve enerji gücünün artı ve eksi yüklerine yorumlamamız da mümkündür. Çünkü bunlar arasında da alıp verme vardır ve bu ilişkiler, yeni maddelerin ve güçlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadırlar. Yukarda kaydettiğimiz bir âyette geçen tane (:habb) ve çe­kirdek (:nü ve)lerin çatlayıp yarılmasını da aynı şekilde, yukardaki tefsir ve anlayışları da koruyarak çok geniş bir anlayışa tâbi tutmak mümkündür. Böylece "faik" cansız maddeleri ve onlara âit zerre (atom) ve mole-kül'leri yarıp bölme anlamına da gelecektir. Bu işlemden yeni madde ve varlıkların teşekkülüne yol açacak olan parçacıklar ve enerji gücü ortaya çı­kacaktır. Bunlar da birleşme ve yeni bir varlığı oluşturabilmeleri için artı ve eksi yükler taşımaktadırlar. Onun için olmalıdır ki âyette, çatlatıp yarmadan hemen sonra ölü-diri (:eksi-artı) yer almıştır. Şimdi bu açıklamaya göre ilgili âyeti bir daha görelim: "Şüphesiz Allah (yaratmak için) tane ve çekirdekleri çatlatıp yarandır. Ölüden diriyi O çıkartıyor. Diriden de ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah budur". Burada her şeyden çift yaratıldığına ilişkin âyetleri hatırlamak da faydalı olacaktır.[79] Bitki ve hayvanlarda olduğu gibi patlatıp yarma yoluyla insanlar da pek çok nîmet ve faydalar elde etme imkânlarına sahip olmalılar ki Al-i İmran sûresi 27. âyette bu işlem rızık ile sonuçlandı­rılmıştır. Buna karşılık Falak sûresinde bunun tehlikelerinden insanın Al­lah'a sığınması İstenmiştir. Gerek "fatr: " ve gerek "faik: her iki işlem ile de hücrelerin, atom, molekül, çekirdek ve tanelerin yarılıp bölünme ve patlayıp ayrılmaları yoluyla yeni madde ve varlıklar ve yeni şe­killer ortaya çıkmıştır. Nitekim insanın az önce bahsettiğimiz, ana rahminde­ki altı yaratılış safhasından son aşama için; "sonra onu diğer bir yaratılış olarak vücuda getirdik" [80]denilmektedir. Kanaatimca bu iki işlem ister mo­lekül gibi küçük olsun ister yer ile gökleri, yıldız ve gezegenleri oluşturan dev bulutsu kütle olsun onların yapı taşlan nesnelerin iç bünyelerinde mey­dana gelen değişim, ayrılma, bileşim ve madde çeşitlenmelerini ifâde edi­yorlar. Daha sonra göreceğimiz dev kütlenin kütlesel olarak patlayıp bölün­mesi ise Kur'an-ı Kerîm'de "f atk: " fiiliyle anlatılmıştır.

Daha önce bir nebze bahsettiğimiz "ihrâc: çıkarma" fiiline gelince bu; bir şeyden diğer şeyin yaratılışını ve çeşitli nesneler içinden belli özelliği olan nesneleri çekip onlardan gene belli özelliği olan varlıkları vücuda getir­me anlamını ifâde ediyor. Çoğunlukla yeryüzünün şartları içerisinde orada yaratılan bazı şeylerden söz edildiğinde bu fiil kullanılır. Yerin bitirip çıkar­dığı bitkiler bunlardandır.[81] Yeryüzünde oluşup insanların zînet, süs ve gü­zelleşmek için kullandıkları her çeşit nesne ile yedikleri temiz ve hoş rızıkların yaratılışı anlatılırken biz bu fiili görürüz. Meselâ bir âyette şöyle denilir:

" Deki; Allah' in kullan için çıkardığı zîneti, temiz ve hoş rızıklan haram eden kim?".[82]

Gökyüzü içinde aydınlatıcı yıldız-güneşlerin yaratılışı gene bir âyette bu "ihrâc" fiiliyle anlatılmıştır. Bu sefer gökyüzünün şartlan içerisinde ora­daki temel unsurların kullanımı ile ve karanlık derinliklerin içinden aydınla­tıcı güneşler ortaya çıkanlmiş olmaktadır. Ayetin ifadesi şöyledir:

" (O Allah) göğün gecesini kararttı. Aydınlığını (güneşini) ortaya Çıkardı".[83]

İhraç işlemi öyle anlaşılıyor ki aşağıdan yukarıya doğru yaratılışları gösteri­yor. Az önce bahsi geçen her çeşit süs bitki ve zînet mâdenleriyle diğer bit­kilerin alttan yukarıya çıkışları gibi. Güneş ışığı da onun yapısındaki madde­lerde bulunan enerji gücünün içerden dışarı ve alttan yukarı çıkmasıyla olu­şuyor.

Bazı âyet ve hadislerde yaratma anlamında kullanıldığını gördüğümüz bir diğer fiil de "inzal: " dir. Kelime anlamı; indirmek, olan bu fiil muhtemelen bazı yerlerde "ihrâc"m zıddı olarak yukarıdan aşağıya doğru olan yaratılış ve oluşumları ifâde ediyor. İnzal bir şeyin yaratılması hakkın­daki yüce A11ah 'm takdir ve kararının, onun vücuda geleceği yere ulaştı­rılması anlamına da gelebilir. Eğer yeryüzündeki her hangi bir maddenin ve­ya canlının ilk oluşum safhası göklerde başlamış ve sonra oradan yeryüzüne indirilip buranın şartlarına göre bir oluşum ve gelişime tâbi tutulmuşsa "in­zal" ile böylesi yaratılışlar anlatılmış olabilir. Kur'an-ı Kerîm'de, etleri ye­nilen erkekli-dişili sekiz çeşit ehil hayvanın inzalinden söz edilmektedir.[84] Bu, bir kısım müfessirlerin anladığı şekilde doğrudan yaratma anlamına ge­leceği gibi gene bir kısımlarının dediği gibi bunların yaratılması ile ilgili İlâ­hî kararın mahalline inmesi olarak da anlaşılabilir. Bazı müfessirler de Hz. Adem misâlinde olduğu gibi bu hayvanları yeryüzüne cennetten indirmiş­lerdir.[85] Çeşitli türde giysiliklerin indirildiğine dâir âyet [86]de gene aynı tarz yorumlara konu olmuştur.[87] Bugün kendilerinden giysiler yaptığımız pamuk ve keten gibi bitkiler ise yeryüzü şartlan içerisinde yaratılmışlardır ki bunun için Avrâf, 32. âyette inzalin zıddı ihraç fiilinin kullanıldığını az önce görmüştük.

Kur'an-i Kerîm'de demir anlamındaki Hadîd sûresinde demir mâdeni­nin yaratılışından söz edilirken de yukarda olduğu gibi "inzal" fiili kulla­nılmıştır. Konunun geçtiği âyet şöyledir:

" Andolsunki Biz elçilerimizi açık, seçik delillerle gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde kitap ve mizanı (ölçüyü) indirdik. Bir de kendisinde hem büyük bir güç hem insanlar için faydalar bulunan demiri indirdik"[88]

Bir kısım müfessirler yukarda olduğu gibi "inzâT'e sâdece yaratma anlamını vererek demirin göklerden inen bir madde olduğu fikrine katılmaz­larken bazıları bu mâdenin veya ondan yapılan bazı eşyaların gökten indiril­diği görüşünü benimsemişlerdir. Bunlar demir ve tuz gibi mâdenlerin gökten indirildiğine ilişkin Hz. Peygamber (S) den bir söz de nakletmektedirler.[89] Bir sözlerinde Peygamberimiz; "Allah ilâcını indirmediği hiç bir hasta­lık yaratmamıştır"[90] derler ki O burada "inzal" fiilini gerçekten yaratma anlamında kullanmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de; kutsal kitapların Levh-ı mahfuz'daki yerlerinden alınıp dünyaya indirilişleri ile demir mâdeninin indirilişinin aynı âyette ve aynı fiille anlatımı ister istemez insanı bir düşün­ceye sevkedecektir. Acaba bununla demir cevherinin, dünyamızın ayrılma­dan önce bitişik olduğu gök kütlesinden mi geldiği anlatılmak isteniyor? Eğer böyleyse dünya bu cevheri ya ayrılma sırasında beraberinde alıp getirdi veya bu cevher daha sonra bir toz halinde dünya üzerine yağıp orada belli aşamalara mâruz kalarak bugünki hâlini aldı. Demirin indirilişi onun çökel-tilmesi anlamında da olabilir. Demir mâdeni yerküremizin yaratılışı sırasın­da cevher olarak yüzeyde veya yüzeye yakın yerlerde bulunup merkeze doğ­ru çökme yapmış ve basıncın etkisiyle de iyice yoğunlaşmış ve böylece de sertlik ve çok büyük bir güç kazanmış olabilir. Âyette demirin şiddet ve çe­tinlik gibi özelliklerine yer verilişi onun dibe doğru inerken kazandığı güçlü yoğunluğu ifâde için olabilir ve burada "inzal" demirin gerek bulutsu ana kütleden parçacıklar olarak yeryüzüne inişini ve gerek onun yerküredeki di­be doğru çökelmesini yâni her iki durumunu da anlatmak için kullanılmış olabilir. Bir kısım, haberlerde çeşitli tür mâdenlerin değişik göklerde yaratıl­dıkları ve daha doğrusu her göğün ayrı bir mâdenden oluştuğu görüşüne yer verilmiştir. Meselâ RabV b. Enes'ten gelen bir görüşte şöyle denilmektedir: "Göğün ilki olan en yakın gök, dışarı taşmıyan iç dalgalanmadan ibarettir.

İkinci gök kaya, üçüncüsü demir, dördüncüsü bakır, beşincisi gümüş, altıncı sı altun ve yedincisi ise yakuttandır"[91] Birinci derecede sahih hadis kay naklannda yer almayan bu haber Hz. Peygambere bağlanmadan rivayet edil mistir. Bazı hadisçiler bunu yalan bir söz kabul ederlerken bir kısımları di onu zayıf görmüşlerdir. Bu haberin sağlam olduğu görüşünden hareket eder­sek yeryüzü mâdenlerinin ilk temel cevherlerinin ayrı ayrı göklerde olduğu­nu ve bölünme parçalanma (:fatk) neticesinde veya daha sonra dünyanın belli ölçüde kendine düşen payı aldığını söyleyebiliriz. İlgili âyette Allah'ın indirdiği kutsal kitaplarla sağlanan adalet ve içtimaî dengenin yanı sıra de­mirin de indirilişinden söz edilmesi onun yerkürenin yapısında ve hareketle­rinde bir dengeleme unsuru olmasından kaynaklanmış olabilir. Burada ilginç olan diğer bir husus demir anlamındaki "Hadîd" sûresinin resmî Hz. Osman Mushafı'ndaki tertipde 57. sırada yer alması olmuştur. Bilindiği gibi demirin dört izotop atomundan biri 57 sayısını almıştır. kelimesi arapçada 4 harflidir. Bana göre bunlardan daha şaşırtıcı olan Hadîd sûresinin Kur'an'daki 114 sûrenin ortasında yer almasıdır. İlgili ayette ifade edilen "mîzan" burada da kendini göstermiş olmaktadır.

Madde çoğalmasına veya çeşitlenmesine yol açan patlama veya yarı­lıp bölünmeden söz ederken kendi üzerinde bu işlemlerin gerçekleşebileceği en küçük nesneden söz etmemiz gerekecektir. Gerek Kur ' an 'da ve gerek Hz. Muhammed (S)'in sözlerinde en küçük şey için daima "zerre: "kelimesi kullanılmıştır. Zerre kanaatimca ve Kur'an'dan anladığıma göre bölünebilen en küçük varlıktır ve ondan da küçük bolünemiyen varlık­lar vardır. Bu varlıklar o bölünebilen nesnenin içinde ve onun yapı taşlan durumunda olabilecekleri gibi dişarda tek başlarına da bulunabilirler. Bugün arapçada atom ve molekül için Kur'an'daki bu "zerre" kelimesi kulla­nılmaktadır. Bilindiği gibi önceden atom (:zerre) un bölünmezliği kabul edi­liyordu ve bolünemiyen nesneye de "cüz' lâ-yetecezza'" deniliyordu. Kur'an ise zerre denilen atomdan daha küçük varlıklara dikkat çekti. Meselâ şu âyetlerde bunu açıkça görmemiz mümkündür:

" ... Ne göklerde ne de yerde zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak ve gizli kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de hâriç olmamak üzere hepsi hiç şüphesiz apaçık bir kitapta­dır".[92]

Sebe' sûresinde yer olan bu âyetin üst tarafındaki âyette ise şöyle denilmek­tedir:

" Yere ne giriyor ve oradan ne çıkıyorsa, gökten ne iniyor ve ora­ya ne yükselip çıkıyorsa O (Allah) bilir".

Yukardaki âyette görüldüğü gibi bu âyetten hemen sonra zerre (atom) ağırlı­ğına sahip küçük nesnelerden bahsedilmesi, yerle gök arasında gözle görü-lemiyen bir madde ve enerji alış-verişi olduğu ihtimalini ortaya koymakta­dır. Gene Sebe' sûresi 22. âyette; Yüce Allah'a koşulan ortakların ne yerde ne de göklerde zerre ağırlığınca bir nesneye bile sahip olmadıkları ve böyle bir şeye dahi güçlerinin yetmiyeceği dile getirilmektedir. Atoma hükmetmek gerçekten zor bir iştir ve yerle gökleri oluşturan atomlar ancak tek Allah'ın hâkimiyeti altında bulunurlar.

Yukarda sözünü ettiğimiz bazı âyetlerde zerrenin yanı sıra; "zerreden daha küçük" [93]ifadesine yer verilişi, zerre: (atom)'nin de daha küçük nes­nelerden meydana geldiğini ve onun da ötesinde daha küçük madde ve nes­nelerin bulunduğunu gösterir. Küçüklük artık belli bir noktada enerji ve ha­raretle birleşip özdeşleşir.

Kur'an'da zerre ile ilgili dört ayrı sûrede 6 âyet gelmiştir ki bu, yer ve göklerin altı oluşum safhasına eşittir. Kâinat bu safhalara şüphesiz zerresel faaliyet ve değişimler sonucu ulaşmıştır.

Dikkati çeken ve insanın şaşa kaldığı diğer husus da Kur'an'da her "zerre" kelimesinin geçtiği yerde onun ağırlığına (:miskale) da değinil­miş olmasıdır. Böylece her atomun bir ağırlığı olduğu ve dolayisiyle buna bağlı olarak onu diğerlerinden ayıran bir yoğunluk ve şeklinin bulunduğu ortaya konulmuş olmaktadır.[94] Gene bu İlâhî Kitapta; sevap ve günah olan işlerin çok hassas bir ölçümle değerlendirilecekleri anlatılırken, zerre (:atom) ağırlığı bir haksızlık yapilmıyacağı vurgulanır.[95] Kâinatın topla­mını bütün yönleriyle ölçebilen İlâhî Terazi menfi olsun müsbet olsun insanın ortaya koyduğu hiç bir değeri kaçırmadan ölçüp tartacaktır.

Biz burada İran ve Türk illerinde yetişip gene bu bölgelerde il­mî faaliyetlerde bulunan müfessir-fılozof Fahruddîn er-Râzî (544-606 h/1150-1209 m)'nİn konumuzla ilgili görüşlerine yer vermeden edemiyeceğiz. Râzî'ye göre; parçaîanamiyan en küçük madde (:cüz lâ-yetecez-za'), bölünemiyen en küçük zaman birimi içinde bir defada yaratılmış ol­ması lâzımdır. Böyle olmazsa bölünemiyen parçacıkda bölünme kabul et­mek gerekir ki bu imkânsızdır. Allah âlemin tümünü tek bir defada yarat­maya kadirdir ve fakat O buna karşılık âlemi tedricî bir şekilde yaratmaya da kadirdir.[96] Râzî burada zamanla madde arasında birbirinden ayrılmı-yan bir bağ kurmaktadır. Ona göre, bölünemiyen en küçük madde gene bö­lünemiyen en küçük zaman (an) birimi içerisinde ve bir defada yaratılmış ol­maktadır. En küçük nesne eğer bir defada değilde peyder pey yaratılmış ol­saydı onda bölünme de tabii olacak ve her gelişme ve ilâveyi ilk parçacıktan ayırmak mümkün olacaktır. Eğer en küçük zaman birimi olan "an " bölünemiyorsa ondan ortaya çıkan madde de bölünemiyecektir. Kanaatımca bu noktada madde ile zaman aynı şey olmakta, madde tam zamana eşit bulun­maktadır. Ben buraya bir ilâve yapmak istiyorum; Madde daha yaratılışta bir zaman birimi içerisinde ortaya çıkmıştır. Bir madde yukarda söylendiği gibi en küçük zaman birimine eşit olsa da veya bir zaman birimi, değişik madde ve nesnelerin yaratılışına uygun olsa da madde ve ona bağlı hareketler hiç bir yerde zamanı aşıp onun dışına çıkamazlar. Eğer bu mümkün olsaydı o takdirde madde zamandan münezzeh olurduki bu ancak Allah'ın sıfatıdır ve zamanın dışında ancak Allah vardır.

Biz bu açıklamamızdan sonra tekrar Râzî'ye dönelim. Râzî, yıldızla­rın ve madde unsurlarının çok küçük cüzlerden oluştuğunu açıklarken de şöyle diyor: "Yıldızların ve feleklerin ve unsurların kütleleri küçük cüz (atom) lerden meydana gelmişlerdir. Bu küçük cüzlerin bazıları kütlelerin iç kısımlarında, bazıları da yüzeylerinde oluşmuştur".[97] Fahruddîn er-Râzî burada yıldızların derinliklerinde ve yüzey kısımlarındaki zerrî (ato­mik) faaliyetlerden söz etmekte ve "anâsır:" denilen temel madde­lerin de gene daha küçük cüzlerden oluştuğunu anlatmaktadır. Râzî, asılda cisimlerin birbirlerinin benzeri olduklarını ancak niteliklerindeki farklılık dolayisiyle onların kendilerine uygun varlıkları oluşturduklarını anlatırken de şöyle söylüyor:

"Cisimler birbirlerinin benzeridirler. Bazılarının kendilerine özel nite­likleri vardır ki bunlar gökler ve yıldızlar olarak ortaya çıkmışlardır. Diğer bir kısmının da gene kendilerine özel nitelikleri olduğu için bunlar da arz (toprak), su, hava ve ateş olarak ortaya çıktılar".[98]

Bugün maddeden enerjiye geçildiğini biliyoruz. Acaba ilk baştan da bu böyle mi olmuştur yoksa yokluktan, önce enerjiye ve sonra da maddeye yahut cisim dediğimiz nesnelere mi geçilmiştir? Buna ilgili bilim dalınca el­bet bir cevap verilecektir. Küçük ve büyük bütün cisimler ve yıldızları oluş­turan dev kütleler zerre (atom)'lerden daha küçük nesnelerin birbirleriyle iz­divacından oluştular.

Canlı olsun cansız olsun bir nesnenin diğer nesneyle birleşip başka bir yaratık meydana getirebilmeleri için onların canlılarda erkeklidi sili olmala­rı, cansızlarda da artı-eksi enerji yüklere sahip bulunmaları gerekir. Kur'an-ı Kerîm1 de her şeyin erkek ve dişi olarak çift yaratıldığı bidiril-mektedir. Bu durum bazan bitki ve insan gibi canlılar için söz konusu edilir­ken bazan bu iki şeyin dışındaki varlıklar için de erkekli- dişili veya artılı-eksili yahut biri diğerinin karşıtı olan çiftli yaratılıştan bahsedilmektedir. Meselâ şu âyette bu açıkça görülür:

" Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, insanların kendilerinden ve onların (henüz mâhiyetini) bilmedikleri diğer şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah münezzeh (ve yüce sıfatlara sa­hip" )tir".[99]

Bu âyette geçen "ezvâc: çiftler" kelimesi bir cins ve neviye âit muhtelif çeşitleri ifade edebileceği gibi gene aynı şekilde onlardaki erkek ve dişi çeşitleri de ifâde eder. Burada ayrıca Kur ' an 'm geldiği çağda insanla­rın henüz bilmedikleri nesneler arasındaki erkek-dişi yahut artı-eksi güçlere dikkat çekilmiş bulunmaktadır. Diğer bir âyette ise ifâde çok daha genel gö­rünüyor:

" - Biz göğü, gücümüzle bina ettik ve Biz onu gerçekten genişleti­ciyiz.

- Yeryüzünü de Biz yayıp döşedik. (Bakın) Biz ne güze do şey içi­yiz.

- Her şeyden de iki çift yarattık, olur ki inceden inceye düşünür-

sünüz"[100]

Burada göğün genişletilmesi ve yerkürenin döşenmesinden sonra her şeyden iki çift yaratıldığının dile getirilmesi bu ikiliğin genel olduğunu göstermektedir. Bu ikilik; çoğalma, çeşitlenme ve büyüyüp genişlemenin ana esası gibi görünüyor.

Kur 'an'da bir diğer yaratılış şekli de "zer': " fiiliyle ifâde edilmiştir. Özellikle bu fiil bitki türünde olsun hayvan, insan ve hatta cin türünde olsun canlıların yaratılması ile ilgilidir. Bu, döllendirip üretme ve çoğaltma gibi anlamlara geldiği için nesli bu yolla üremiyen melekler için kullanılmamıştır. Arapçada ilk ekin için "ez-Zeri': ^^ jjı " denil­diği gibi ilgili fiil, araziye tohum serpme anlamını da taşıyor. Bir türe âit neslin tümünü ifâde eden "zürriyyet" kelimesi de aynı kökten gelmek­tedir.

Döllenip üreme tarzında bir yaratılış söz konusu olunca orada bir tü­rün erkek ve dişi iki cinsine ihtiyaç vardır. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de sözü­nü ettiğimiz fiilin kullanıldığı bir âyette şöyle denilmektedir:

" O, gökleri ve yeri yarıp bölerek yaratandır. O, size kendi cinsi­nizden eşler yaptı. (Etleri yenilen) ehil hayvanlardan da onlara kendi cinslerinde eşler yaptı. O sizi bu şekilde üretip çoğaltıyor. O'na benzeyen hiç bir şey yoktur...".[101]

Diğer bir âyette ise bir türün erkek ve dişi iki karşıtına temas edilme­den şöyle denilir: "O, sizi yeryüzünde yaratıp türetendir" [102].Şüphesiz bu yaratılışta canlılardaki üreme kanunları geçerli olacaktır, "zer"' fiili Kur'an'da üreyerek çoğalan tüm canlılar için altı yerde kullanılmıştır ki bu aynı zamanda bir âyette anlatılan ana rahmindeki gelişim safhaları sayısına eşit bulunmaktadır.[103] Bir başka âyette ise hayvanlarla beraber ekinlerdeki üremeye temas edilmiştir[104] ve nihayet bu konuda son bir âyette ifâde çok daha geneldir ve bu yolla üreme ve çeşitlenmeden söz edilmektedir.

" Allah, yeryüzünde çeşitli renklerde yaratıp ürettiklerinin hepsi­ni de sizin istifâdenize sunmuştur ve bunda düşünen bir toplum için gerçek bir ibret vardır".[105]

Ayetteki "elvan" kelimesi esas itibariyle renkler anlamına geliyorsa da burada onun yanı sıra cins ve türler olarak da anlaşılabilir.[106] Anladığım kadarıyla "zer': üretip çoğaltma" olayında bir türün ilkinden aynı türü çoğaltma ve çeşitlendirme işi vardır. Bunun için de ilk merhalede aynı türün erkek ve dişi olarak ikilenmesi gerekecektir. Yaratılışta bunlardan hangisi öncedir veya her ikisi aynı zaman süreci içinde mi yaratılmışlardır? Biz in­san misâlinde erkeğin önce olduğunu, Havva'nın Adem'den yaratıldığını görüyoruz: "O, sizi bir tek kişiden yaratan, bundan da gönlü kendisine ısı­nıp huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur.." [107]âyetinde bu durum açıkça ifade edilmektedir. Diğer canlıların ve bitkilerin durumları hakkında ise bir şey söylemem mümkün değildir.

Kur'an'da yaratılış ve onun ardından çoğalıp yayılma olayını anlatan fiil ise "bess" dir. Az önce gördüğümüz "zer"' fiilinde, anladığım kadarıyla bitki ve diğer canlıların, genellikle bulundukarı mahalde üreyip çoğalmaları söz konusudur. Üreyip çoğalma elbetteki bir türü bulunduğu bölgenin dışına taşıracaktır. Bu taşma canlılarda yürüyerek, sıçrıyarak ve uçarak olduğu halde bitkilerde köklerin, dalların uzantıları ve tohumların çe­şitli etkilerle uzağa savrulmaları ve götürülmeleri yoluyla olur. "Bess " fi­ilinde sâdece üretip çoğaltma anlamı yoktur. Bununla beraber ve özellikle yayma anlamı vardır ve Kur'an-ı Kerîm'de sâdece üreyip yürüyen ve yayılıp dağılan insan ve hayvan türünden canlılar için bu fiil kullanılmış, bitkiler için ise kullanılmamıştır. Bunun sebebi nedir? Acaba insan ve hay­vanlardan her türün ilki önce bir tek yerde ortaya çıkıp daha sonra oradan mı yayılmışlardır da bu fiil onlara tahsis edilmiştir? Bitkiler türlerine göre, ara­larında zaman farkı olmakla beraber, yeryüzünün uygun olan her yerinde yaygın olarak mı ortaya çıktılar? Biz Hz. Adem misâlinde bir tek yerden üreyip yayılmayı görüyoruz.

"Bess: fiili Kur'an'ın bazı yerlerinde; saçma, dağıtma ve toz kaldırma anlamlarında kullanılmış ve ilgili âyetlerde; saçaklı halıların yayı­lıp serilmesi, çekirgelerin dalgalar hâlinde yayılması ve toz hâlinde dağılma gibi ifâdeler yer aImıştır.[108] Bu fiilde bir türden ötekine geçiş gibi bir an­lam bulunmamaktadır. Yukarda söylediğimiz gibi bu fiil canlılarla kullanıl­dığında özellikle sıçrayarak ve yürüyerek yer değiştiren türden olanlar (:devâbb) için kullanılmış ve hatta kuşların buna dahil edilip edilemiyeceği müfessirler arasında münakaşa konusu olmuştuk'.[109]  "Debb: " Arapçada sıçrama ve yürüme demektir. Bunda uçma anlamı yoktur. Ancak âyetler­de geçen bu fiil genelleştirme yoluyla dolaylı olarak uçma işini de içine ala­bilir ki müfessirlerin ihtilafı da bu noktada olmuştur. Canlıların ilk olarak üreyip yeryüzüne dağıldıkları sırada muhtemelen kuşlar daha henüz uçma tekâmülüne erişememişlerdi ve onlar da sıçrayarak ve yürüyerek hareket ediyorlardı. Kur ' an 'da; yayılmanın, deprenerek ve sıçrayarak veya yürü­yerek yer değiştiren hayvanlar olan "devâbb " için sözkonusu edilişi, böyle bir gerçeği dile getirme gayesine yönelik olabilir.

biliriz:

Biz yukarda verdiğimiz bilgilerden sonra şimdi ilgili âyetlere göz atabiliriz.

" .. Deprenerek yürüyen her hayvanı orada (yeryüzünde) üretip yaymasında .. akıl erdiren bir topluluk için nice ders alıcı ibret­ler vardır"[110]

Diğer âyetler biraz farklı ifâdeye sahip olmakla beraber gene buna benzer­ler:

" Allah'ın sizi yaratmasında ve yeryüzüne üretip yaymakta olduğu her (adımlıyarak yürüyen) canlıda sağlam bilgi edinecek bir toplum için deliller (dersler) vardır".[111]

Bu yukardaki âyetlerde genel olarak hayvanlar ele alındığı halde şu âyette sâdece insan neslinin bir tek kişiden çoğalıp yeryüzüne yayılmasından söz edilmektedir:

" Ey insanlar! sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da yine onun eşini vareden ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekden sakının...[112]

Buna göre insanlık yeryüzüne bir tek noktadan ve bir tek kişiden çoğalıp ya­yılmış olmaktadır. Bu konuda ele alacağımız son âyette ise hayvan ve insan türünde canlıların yerkürenin yanı sıra göklerde de üretilip yayıldığı söylen­mektedir ki biz bu konuyu farklı anlayışlarla birlikte "Göklerde hayat" başlı­ğı altında ele alacağız. Şimdi şu âyetteki ifâdeye bakalım:

" Göklerin ve yerin ve bunlar içinde üretip yaydığı (adımları ile yürüyen) canlıların yaratılışı, O'nun âyetlerindendir. O, dilediği zaman bütün onların hepsini bir araya getirmeğe de güç yetirir.[113]

 Hayvan ve insan canlı türlerinin yaratılıp yayılması anlamında kullanilan "bess" fiilinin Kur'an'da beş kere tekrarlanmasının diğer bazı sayıolduğu gibi bir hikmeti olsa gerek. Bu sayı hâlen insanların üzerinde  kıtaların sayısına eşittir ve insanlar bir noktadan bütün buralara  bulunmaktadırlar.

Varlık âlemine çıkış, yaratılma ve varlığı düzenleme ile ilgili daha pek çok âyet vardır ve bunlar kendi konulan içerisinde ele aimacaktır. Meselâ bunlardan biri de "inbât: ^Ul " fiilidir. Bu fiil esas iti­mle yerden bitkilerin bitirilişini ifâde eder.[114] Bununla beraber biz aynı insanın yaratılışında ve hatta onun terbiye ve yetiştirilmesi hakkında da Anıldığını görürüz. Mesela bir âyette; "Allah sizi yerden ot gibi bitir denilmektedir. [115]Bu, kanaatımca bir bitki gibi ve bitkilerin hayat bulduğu şartlar içerisinde ilk insan Adem'in de topraktan hayat bulduğunu, alıyor. Kur'an 'da aynı inbât fiili Hz. Meryem' in bir bitki zerâfetiy-. sîl ve tam bir insanî şahsiyete erdirilişi için de kullanılmıştır. Ayetin ilgidesi şöyledir; "Rabbi onu güzel bir nebat gibi yetiştirdi".[116] Bana geliyor ki "inbât" bitki olsun insan olsun vücut bulması, hayatı ve *igî için ona maddî ve mânevi gereken şeyleri vermek anlamlarına geliyor Hz. Meryem için âyette geçen bu yukardaki ifadenin bize anlatmak iste mucizevî bir şey olmalıdır. Bu ifade bize oğlunu babasız dünyaya getirdi. Meryem'in pek çok bitkide olduğu gibi kendi dalları arasında kendi dişi yanında kendi erkek çiçeğini de bulduğunu bize anlatıyor olabilir.

Hz İsa 'yi yaratan yaratıcı îlâhî Nefha iç bünyede bu çiçekleri tozu olanı döllendirme hâdisesini anlatıyor. Biz ileride göreceğimiz Hz. Bern'e gelen meyvelerin bu oluşuma bir katkısı olup olmadığını da elbet fileyiz. Burada sözü geçmişken, konunun da bütünlüğü açısından, bu üfleme" üzerinde biraz durmamız yerinde olacaktır. Bu konuda sûresi 91 ve Tahrim sûresi 12. âyetler olmak üzere iki âyet gelmiştir.

Her iki âyette de "nefha" cenin hâlindeki î s a 'ya ruh üflemesi olarak değil Hz  Meryem'e, yapılan bir üfleme olarak geçer. Enbiyâ süresindeki âyette Meryem'i temsil eden müennes (dişi) zamir (: hâ) üzerinde ceryan sûresinde bu nefha gene Meryem'de, olmak üzere müzekker erkek) zamir üzerinde ceryan etmiş olmaktadır. Nefha sayısının burada iki bu yönden dikkat çekicidir. Bunlardan biri erkek tomurcuğu hareketlendirirken öteki dişi tomurcuğa yönelmiş görünüyor. Geçmiş âlimler sözleririnin sonunda, kendilerinin bir edebi olarak "en doğrusunu Allah bilir"

Biz de burada elbet bu açıklamamızın sonunda onların bu edebinitakınmak durumundayız. Bizim Yüce Gücü bildiğimiz kanunlara bağlamaya çalışmamız elbet çok yanlış olur.

Yaratılış ilk maddenin ortaya çıkışından itibaren Allah bilir belki de sonsuza kadar sürüp gidecektir. Yüce Rabb'in yaratma güc ve sıfatı hiç bir an O'ndan ayrılmaz ve bu güc ve bu sıfat her an tezahür halindedir. Bu­seyi yok etmek bile ters yönde bir yaratma olmalı ki Kur'an'da, insanın ölümü için bile bu yaratma fiili kullanılarak; "O (Allah) hanginizin daha gü­zel iş ve davranışta bulunacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır"[117]  denilmekdedir. Bir canlı ters yönde bir yaratma işlemi olmadan yok ol­maz. Canlıların vücutları bir sürü yaratma işlemleri sonucu yokluğa doğru yönelmekte ve eğer bu canlı insan ise ebedî hayatta yerini almak için burada çürüyüp gitmektedir. Bir bitki tanesinin toprakta ölmesi aslmda bir yaratma­nın neticesidir ve bu ölüm, yeni bir bitkinin vücut bulması tarzında bir yarat­ma işidir. Ölüm için yaratma (:halk) fiilinin kullanılışı bu sebeplerle olma­lıdır.

Buraya kadar anlattığımız ve kâinat kitabı olma özelliğine sahip Kur ' an 'da dile getirilen biçimlerde yaratma, yeni madde ve âlemlerin olu­şumu hiç bir an durmadan devam etmektedir. Suya atılan bir taşın etrafında meydana getirdiği halkalar gibi her an varlık âlemine yeni halkalar eklen­mektedir. Biz Kur'an'dan öğrendiğimize göre gökler belli süre de olsa ge­nişlemeğe mâruz bırakılmışlardır ki bu durumda mesafeler bakımından hal­kaların çapları büyüyecektir. Daha önce kaydettiğimiz ve ilerde "Kâinatın Genişlemesi" başlığı altında inceleyeceğimiz; "Biz göğü gücümüzle bina et­tik ve Biz onu gerçekten genişleticiyiz"[118] âyeti böyle brr genişlemeği an­latmış olmalıdır. Fakat bu genişleme gene Kur'an'dan öğrendiğimize göre ancak geriye dönüş ve böylece de halka ve mesafelerin daralıp kısalmaya başlıyacağı bir zamana kadar sürecektir.[119] Biz burada esas itibariyle bu ge­nişleme olayını değil bizzat varlıkta ve evrenin kendisindeki artış ve çeşit­lenmeyi ele almış bulunuyoruz. Biz yaratmadaki sürekliliği Kur'an'dan öğreniyoruz. Bu kitabın âyetlerinden biri şöyledir:

" O (Allah) her gün (an) yeni bir iştedir"[120]

Bu âyete göre her an hiç durmadan yeni yaratılışlar olmaktadır. Sü­rekli yaratılış basitten başlıyarak gittikçe daha karmaşık ve yüksek varlık ve âlemlerin oluşmasına yol açmalıdır. Ancak arş ve melekler gibi âlem ve yaratıklar için bunu söyleyemeyiz. Sürekli yaratılış varlıkta derecelenmelere ve yukarıya doğru çıkışlara sebep olmalıdır. Her varlık, geldiği yerde ve eriştiği merhalede bir derece oluşturur. Maddî alanda olduğu gibi manevî alanda da katedilen mesafeler ve erişilen dereceler, yükselişler vardır. Kur'an-ı Kerîm'de yükselip çıkma yer ve dereceleri için bir sûreye de ismini veren "mevâric" kelimesi kullanılmıştır ve göklerde yükseklere doğru gi­dildikçe de zamanın küçüleceği açıkça ifâde edilmiştir.[121] İnkarcılara verile­cek cezadan söz edilirken bu gerçek şöyle dile getiriliyor:

" - O (azap) çıkıp yükselme yerlerinin sahibi olan Allah'tandır.

- Melekler de Ruh da oraya bir günde yükselip çıkarlar ki mesa­fesi    elli bin yıldır"[122]

Müfessirlerden Mücâhid (ö. 100 h/718 m) diğerlerinden ayrı olarak buradaki çıkıp yükselme yerleri (: mevâric)ni göklerdeki derecelenmeler olarak görmüştür.[123] Diğer bir Kur'an âyetinde de; Allah'ın, derecelerin en üstünde bulunduğu veya âyete verilen diğer bir anlama göre O'nun var­lıkta ve göklerde birbirinden üstün dereceler oluşturduğu, dile getirilmektedir,[124] Tefsirinde kelam ve felsefe konularına yer veren müfessir Neysa-bûrî (ö. 728 h/1328 m) burada diğer ihtimaller yanında, basit ve karmaşık yaratılışlı varlıkların derecelendirilmeleri ihtimali üzerinde durmuştur.[125] Bir atomdan ve bir molekülden başlıyarak en mükemmel canlılara, göklere ve A r ş a doğru giden bir derecelenme.

Yer ve gökleri yarıp bölerek yaratan ve meleklere değişik sayıda kanatlar takan yüce Allah, yaratılıştaki bu bölünüp çoğalmayı ve melekler misâlinde bu farklılıkları dile getirdikten sonra yarattıklarına ilâvelerde bu­lunmakta olduğundan söz etmiştir. Bunun; yarıp bölerek yer ve göklerin oluşturulduğunu anlatan bir âyette dile getirilişi ilgi çekicidir. Ayetin ifâdesi aynen şöyledir:

Yarıp bölerek yer ve gökleri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yarattıkla­rına dilediği ilâveyi yapıp onları artırır"[126]

Bu duruma göre maddî âlemler olsun madde ötesi olsun yaratılışın donduğu­nu ve durduğunu söylemek mümkün değildir.

Burada birazda olma anlamındaki "kevn: fiili üzerinde dur­mak istiyorum, bu fiil, bizim esas konumuzu teşkil eden "kâinat" sözcü­ğünün de kökünü oluşturmaktadır. Tüm varlık ve kâinatı yokluktan varlığa geçirirken yüce Allah, türkçede anlamına gelen "kün emrini vermiştir. Bu emir, evrenin yaratilışıyla ilgili olarak Kur'an'da yedi ayrı sû­rede yedi kere tekrarlanmıştır ki[127] bu da tüm evreni oluşturan yedi gök sa­yışma eşit bulunmaktadır. Bu fiil yaratılışla ilgili kullanıldığında îlâhî İrâdenin bir varlık ve oluşum olarak tecellisini ifâde eder. Yedi göğüyle birlikte tüm evren bu emirle ortaya çıkmıştır. Bundan sonra en yüce İrâde, insanı yaratmaya yönelmiştir ki Kur'an'da bu konuda bir tek kün" emri bulunmaktadır.[128] Çünki yeryüzü insanlığı bir tektir ve o da bu emirle orta­ya çıkmıştır. İlâhî irâde bu emirle evrenin en değerli varlığını meydana getir­miş ve bu varlıktan kendi değerine uygun bir ins anlık istemiştir. Kur'an bu insanlığın anlatıldığı bir kitap olmuştur. Biz ortaya çıkan varlık ve âlem­leri bundan sonra teker teker ele alıp incelemeğe çalışacağız. [129]

 



[1] Hasr, 59/24.

[2] Rahman, 55/14-15.

[3] Bak. Kurtubî, XVIlI/48; İbn Kcsîr, Tefsir, IH/479; Nesefî, Tefsir, IV/245; Zemahşerî, Keş­şaf, 11/449 {Kahire 1308 h).

[4] F. er-Râzî, XVII/l87-188.

[5] ibn Mâce, Mukaddime, 13 tercümeye esas alındı. Diğer kaynaklarda ifâde "sonra Arşını su üzerinde yarattı" şeklindedir. Bak. Trrmizî, Tefsir, 11; Beyhakî, el-Esmâ', 376-377; Taberânî, XIX/207.

[6] İbn Hıbbân, Sahîh, VIII/4, No. 6108.

[7] Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları:47-49.

[8] Enbiyâ, 21/30.

[9] Tirmizî, Cennet, 2; Ahmed, Müsncd, 11/323; Beyhakî, el-Esmâ, 380; Kurtubî, 1/257; Ibn Kesîr, Tcfsîr, U/506.

[10] Kurtubî, XII/291.

[11] Enbiyâ, 21/69.

[12] F. Râzî, XXIV/16.

[13] Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfat, 388-389.

[14] Üçüncü bölüm, Işık ve Karanlık Olayı başlığına bak.

[15] Tabcrî, Tefsir, 1/152; Kurtubî, 1/256-257; Suyîilî, el-Hey'e, v 6/b.

[16] Hûd, 11/7.

[17] Bak. Buhârî, Tevhîd, 19, 22; Tefsir, 11.

[18] Tabcrî, XII/4; Kalâde için ayrıca bak. Ebu'l-Ferec İbn el-Cevzî, Zâdii'l-Mesîr, IV/79.

[19] Taberî, VIII/146; Beyhakî, 378.

[20] Zemahşerî, Keşşaf, 111/30.

[21] F. er-Râzî, XVII/187.

[22] F. Râzt,XVII/187.

[23] Bak. Hâkim, Müstedrek, 11/341; Beyhakî, el-Esmâ', 378; Suyûlî, el-Hey'e, v. l/b; Taberî, XII/4; İbn Kesîr, 11/212; Kurtubî, IX/S; Îbnii'l-Cevzî, IV/79.

[24] Suyûtî, el-Hey'e, v. l/b.

[25] Bak. Allah ve Varlık, başlığı.

[26] Bak. 1. bölüm "Arş" başlığı.

[27] Kurtubî, VII/220-221; İbn Kesîr, 1/231; İbnu'I-Cevzî, kitabında İbn Abbas'm "arş"ı Al­lah'ın kürsüsü olarak tefsir ettiğini yazar ki bu da hükümranlık demektir. C. IV/79.

[28] Tevbe, 9/129; Mü'minûn, 23/86, 116; Nemi, 27/26.

[29] Bak. Y. Şevki Yavuz, "arş" md. D.İ.A, İstanbul 1991.

[30] Bak. Maurnce Bucaille, Kilab-i Mukaddes ve Kur'an, 215.

[31] Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları:50-54.

[32] Fussılei, 41/10-12.

[33] Suyûtî, cl-Hey'e, v. 8/a; el-Hindî, VI/İ5235.

[34] Kurtııbî, 1/255-256; İbn Kcsîr, 1/48; Ayrıca bak. Taberî, 1/150-153

[35] Bak. Beyhakî, 378.

[36] İbn kesîr, IH/257.

[37] Zemahşerî, 1/61; EbuSuûd, VIII/6.

[38] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, VII/245.

[39] Beyhakî, 378.

[40] Bak. Beyhakî, 379; Ayrıca bak. Suyûlî, el-Hey'e, v. 6/b.

[41] Kurtubî, 1/256-257.

[42] Hindî, Kenzu'l-'Ummâl, VI/15220-15224 (fihrist N. Maraşlı).

[43] Taberî, Tefsir, XXIV/64.

[44] Zemahşerî, V/194; İbn mcsûd ve bazı ashabın bu görüşü için bak. Suyûtî, el-Hey'e, v. 6/b.

[45] Ebu's-Suûd. Tefsir, VIII/6.

[46] Ebu's-Suûd, VIII/5.

[47] İbn Haccr, el-Matâlib el-^Aliyye, III/265, No. 3444; el-Heyscmî, Mecmaıı'z-Zevâid, VI-11/132; Taberî, Tefsîr, XXV!II/99.

[48] Bak. Taberî, XII/5.

[49] Bu görüşler için bak. Taberî, XIV/11; XXX/29; el-Hindî, XIİ/347I0; F. Râzî, XIX/2-3; Kurtubî, IX/280; Nesefi, Tefsîr, İV/331.

[50] Burada batılı bilim adamı Maumce Bucaılle'İn konumuzla ilgili âyete dayanarak yaptığı açıklamaya yer vermek faydalı olacaktır: Yeri meydana getirmek için iki safhanın geçmesi gerekiyordu... Güneş İle onun ürünü olan yeri ele alırsak gelişim süreci başlangıçtaki bu­lutsu kütlenin yoğunlaşması ve bölünmesi şeklinde gerçekleşmiştir. İşte Kur'an'ın tam açıklikJa bildirdiği süreç de budur. Gök dumanından başlıyarak önce bir bitişiklik sonra da bir bölünme.

Kâinatın oluşumundaki esas süreç, başlangıçtaki bulutsu maddenin yoğunlaşıp daha sonra onun gökada (galaksi) kütleleri temelini teşkil etmek üzere parçalara bölünmesinde bulun­maktadır. Sıra kendilerine gelince gökadalar da yıldızlar hâlinde parçalara ayrılarak bun­lardan da bu imalâtın yan ürünleri olarak gezegenler meydana geldi. (M. Bucaılle, Kitab-ı Mukaddes, Kur'an ve Bilim, s. 218-219, tere. Suat Yıldırım, İzmir 1981.

Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları:55-60.

[51] Bak. Enbiyâ, 21/104; Yunus, 10/4, 34; Nemi, 27/64; Rûm, 30/11, 27.

[52] Ber1 ve Bari' için bak. Bakara, 2/54; Haşr, 59/24.

[53] En'âm, 6/98; 141; Hûd, 11/61; Necin, 53/32 Mu'minûn, 23/19-20. "İnşâ" fiilinin değişik anlamlan İçin bak Fîrûzübâdî, V/52.

[54] Tasvîr ve Musavvir için bak. Haşr, 59/24; A ' râf, 7/11; Tegâbun 64/3.

[55] Kıyâme, 75/38; A'lâ, 87/2; İnfitar, 82/7-8.

[56] Nâzıât, 79/30; Şems, 91/6.

[57] Nâziât, 79/28; Bakara, 2/29.

[58] İnfitar, 82/7.

[59] Nisa 4/1; Zümcr39/6; Halk fiilinin anlamı için bak. Fîruzâbâdî, 11/566.

[60] Bak. Kurtubî, 1/402-403; XVllI/48; Allah'ın yaratmakla ilgili üç sıfatı için bak. H. Basri Çantay, 1/200, Dip. No. 46.

[61] Secde, 32/7-9; Fâtır, 35/11; Zümer, 39/6.

[62] Furkan, 25/61.

[63] Enbiyâ, 21/30; Hicr, 15/20: Gâfır, 40/79.

[64] Mâide, 5/60.

[65] Bakara 2/22; Gâfir, 40/64; Nâziat, 79/27; Şems, 91/5; Ncbe', 78/12; Kaf, 50/6; Zâriyat, 51/47.

[66] Bakara, 2/117; Aynca bak. En'âm, 6/101.

[67] Kurtubî, 11/86; aynca bak. H. Basrı Çantay, 1/200, Dip. No. 46.

[68] İbn Kesîr, III/138: İbnu'I-Ccvzî, VI/472; Zemahşerî, V/75.

[69] Kurtubî, XIV/319.

[70] Fâttr, 35/1; En'âm, 6/14, 79; Yûsuf, 12/101; ibrahim, 14/10; Enbiyâ, 21/56; Zümer, 39/46; Şûra, 42/11.

[71] Rûm, 30/30; îsrâ', 17/51; Yasin, 36/22; Tâha, 20/72; Hûd, 11/51; Zuhrûf, 43/27.

[72] Enbiyâ, 21/30.

[73] Meryem, 19/90. Şûra, 42/5.

[74] Enâm, 6/95-96.

[75] Bak. E Razı. XIH/90-92; Kurtubî, VII/44; ibn Kesîr, 1/601.

[76] Bak. Kurtubî, XX/254-255.

[77] Rûm, 30/19.

[78] Âl-i İmrân, 3/27.

[79] Zâriyat, 51/49; Zuhrûf, 43/12.

[80] Mu'mınûn, 23/14.

[81] Bakara, 2/267.

[82] A "râf, 7/32.

[83] Nâziât, 79/29.

[84] Zümcr, 39/6.

[85] Bu görüşler için bak. Zemahşerî, V/155; E Râzî, XXVI/245; Kurtubî, XV/235.

[86] Arâf, 7/26.

[87] Bak. Kurtubî, VTI/184; F. Râzî, XIV/51; İbnu'l-Cevzî, m/181.

[88] Hadîd, 57/25.

[89] Bak. Zemahşerî, VI/86; F. Râzî. XXIX/241-242; Kurtııbî, X/15; XV/235; XVII/260-261; İbnüI-Cevzî, VIİI/174

[90] İbn Hibban, Sahih, 11/621, No. 6030.

[91] ibn Hacer, el-Malâlİb el-'Aliyye, III/265, No. 3444; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâİd, VI-11/132; Taberî, XXVIII/99; Rivâyel zinciri içerisinde bulunan Ebû Ca'fer er-Râzî'yi bazı­ları güvenilir bulurlarken Nesâî gibi bir kısımları da onu zayıf bir râvi olarak görmüşler­dir.

[92] Yunus, 10/61; Scbe', 34/3.

[93] Yunus, 61; Sebe", 3.

[94] Bu konu ile ilgili bir açıkiama için bak. Ibn Haiîfe, Scb' ûn Burhan İlmiyyen, II/l 39.

[95] Bak. Zilzâl, 99/7-8; Nîsâ, 4/40; Dört ayrı sûrede "zerre" ile ilgili altı âyet geldiki bu belli türlerin sayısı olabilir.

[96] F.Râzî, XVII/11.

[97] F.Râzî, XIV/97.

[98] Râzî, XIV/98.

[99] Yasin, 36/36; Bitkilerdeki erkeklik ve dişilik için bak. Şuarâ, 26/7-8; Biz "canlı varlıkların ortaya çıkışı" bahsinde bu konuya tekrar yer vereceğiz.

[100] Zâriyât, 51/47-49.

[101] Şûra, 42/11: "Zer"' fiilinin bazı anlamları için bak. Fîrıızâbâdî, III/7.

[102] Mu'minûn, 23/79; Mülk, 67/24.

[103] Bak. Mu'minûn, 12-14.

[104] En'âm, 6/136.

[105] Nahl, 16/13.

[106] Elvan kelimesinin şekil ve görünüş anlamlan için bak. Kurtubî, X/85; İbn Kesîr, H/325.

[107] A"raf, 7/189; Bir kişiden çoğalma için bak. Nisa, 4/1; Enam, 6/98; Zümer. 39/6.

[108] Bak. Vâkı'a, 56/6; Gâşiye. 88/16, Karia, 101/4.

[109] Bak. Kurtubî, 11/196.

[110] Bakara, 2/164.

[111] Câsiye, 45/4; Ayrıca bak. Lukman, 31/10.

[112] Nîsâ, 4/1.

[113] Şûra, 42/29.

[114] Bazı misaller İçin bak. Hacc, 22/5; Hıcr, 15/19; Şuârâ, 26/7; Kaf, 50/7; Yâsîn, 36/36.

[115] Nûh, 71/17.

[116] Âl-İmrân, 3/37.

[117] Mülk,67/2.

[118] Zâriyât, 51/47.

[119] Enbiyâ, 21/104; Geniş bilgi için "Göklerde daralma başlığı ile, âlemin Sonu" bölümüne bak.

[120] Rahman, 55/29.

[121] Geniş bilgi için "Kâinaita Mesafe ve Zaman" başlığına bak

[122] Me'âric, 70/3-4.

[123] Taberî, XXVIII/44; Kurtubî, XVIII/281.

[124] Âyet için bak. Gâfir, 40/15.

[125] Neysabûrî, Garîbu'l-Kur'an, XXIV/33.

[126] Fâtır.35/1.

[127] Bakara, 2/117; ÂI-İ îmran, 3/47; En'âm, 6/73; NahI, 16/40; Meryem, 19/35; Yasin, 36/82; Gâfir, 40/68.

[128] Âl-i tmran, 3/59.

[129] Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 60-79.