MADDENİN
VE KÂİNATIN YARATILMASI
B-
İLK MADDELERİN ORTAYA ÇIKIŞI
1-
Suyun Yaratılışı (:Hidrojen Ve Oksijenin Ortaya Çıkışı)
2-
İlk Maddeden Bulutsu Kütleye Geçiş Ve Yerküre Çekirdeğinin Oluşumu
3-
Maddelerin Ve Bazı Canlı, Cansız Nesnelerin Yaratılması Maddelerde Bölünme Ve
Çoğalıp Çeşitlenme
Peygamberlerin ilk ve
en büyük görevi bize Allah'ı anlatmak olmuştur. Eğer o yüce varlık yanlış
bilinirse tüm kâinat yanlış bir temele oturtulmuş olur. Her şeyin ilkinin ve
herşeyin tek yaratıcısının Allah olduğunu Kur'an-ı Kerîm açık ve seçik olarak
ifade etmiştir. Gene Kur'an'dan öğrendiğimize göre her varlığa bir ömür
biçilmiştir ve herşeyin sonunda gene sâdece Allah kalacaktır ve bu son, gene O'nun
tarafından yeni bir hayatın başlangıcı yapılacaktır.
" ilk O'dur, son
da O'dur. O hem zahir (açık) ve hem de bâtın (içte) dir. O her şeyi
bilendir"
Hadîd sûresinin bu
üçüncü âyetinden önceki âyetde yer ve göklerdeki her şeyin Allah'ı tesbîh
ettiği, kâinatın idare ve hâkimiyyetinin Yaratan'a âit olduğu ifâde edilmiş ve
müteakip âyetlerde de ilerde ayrıntısıyla ele alacağımız yaratılışın
safhalarından bahsedilmiştir. Yaratan tabiatiyle yarattığını ıdâre ve ona
hükmedecektir. Herbir şeyin hem iç ve hem dış yapısı onu yaratanı gösterir ve
Yaratıcı'nın kudret eli dâima o şeyin içinde ve dışındadır, O, zahir ve
bâtındır. Her şey, kendisinin eşsiz bir Yaratıcı tarafından yaratıldığını,
anlatır. Bu, Allah'ı itiraftır ve O'nu yüce nitelikleriyle anma (tesbîh)dır. Bu
anma ve itiraf şekli her varlığa göre değişeceğinden biz sözlü ve kendi
dilimizde olmıyanları duyamaz veya farkına varamayız. Fakat gözlem, araştırma
ve akıl yoluyla yukarda tercümesini verdiğimiz âyette anlatılanları her
varlıkta görürüz. Burada "zahir ve bâ11n" ifâdelerine; madde ötesi ve
madde altı gibi anlamlar da verilebilir. Maddî ve madde karşıtı Allah düşüncesini
ortadan kaldırmak için O, kendisini bu şekilde vasıflandırmış da olabilir.
Yaratma hâdisesi;
"yok" olanı "var" yapmak ve gene aynı şekilde var
olanlardan, başka varları meydana getirmektir. Bu da ancak Allah'ın işidir.
Bunun için de var edilecek nesnelerin önce mâhiyet, biçim ve şekilleriyle
takdir ve düzenlenmesi sonra da onların her birinin ihtiyaç duyacakları ön
maddelerin yaratılıp önceden takdir ve tasarımı yapılan nesne ve âlemlerin
varlık dünyasına getirilmeleri işi birbirini izliyecektir. Benim anlayışıma göre
şu âyette bu üç merhaleden bahsedilmektedir:
" O, öyle bir
Allah'dır ki yaratacağı her şeyi takdir edendir. Onları var edendir.
Varlıklara suret (biçim) verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde
ne varsa hepsi O'nu tesbîh eder. O tek galiptir ve tek hikmet sahibi
O'dur".[1]
Kur'an-ı Kerîm'de
"halk yaratma" fiili sâdece yoktan değil de bir şeyin diğer bir
şeyden var edilmesi anlamında da kullanılmıştır. Meselâ Adem'in topraktan,
Cânn'in dumansız ateşten yaratıldıkları "halk" fiiliyle ifâde
edilmiştir. [2]Görebildiğim kadarıyla
müfessirlerin önemli bir kısmı "halik: Yaratan" kelimesini yukarda
tercümesini verdiğimiz âyette "takdir eden" tarzında anlamışlardır.
Gene bu âyetteki "musavvir" kelimesi ise maddeyi çeşitli tarzlarda
biçimlendiren, onun hatlarını çizen ve ter-kib eden anlamındadır.[3] Buna
göre O, hem tek tek varlıkları ve hem de âlemleri şekillendirip
biçimlendirmiştir.
Yaratmadan önce
Allah'ın nerde olduğu merak konusu olmuştur. Ebû Razın (r.) adında birisinin;
yer ve gökleri yaratmadan önce Allah'ın nerede olduğu sorusuna Peygamber (S);
"O, bir amâ'da idi. Ne altında hava vardı, ne üstünde hava vardı. Orada,
Arşı da su üstünde yaratmış değildi" cevabını vermişti. MüfessirFahruddîn
er-Râzî'nin zayıf olarak gördüğü bu hadis,[4] küçük
farklarla pek çok hadis kitabmda yer almıştır. Burada geçen "'amâ':
kelimesi yazılış tarzına göre, ince bulut anlamına ve bir kısımlarının
anlayışına göre de belli varlığı olmıyan anlamına gelmektedir.[5]
Hadisçi İbn Hibban (ö. 739 h/1338 m)'in kitabındaki bir yoruma göre de adı
geçen kelime, bilinmezliği ifâde etmektedir.[6]
Kendisini tanıyacak bir yaratık olmadığından O tam bir bilinmezlik içindedir.
Hz. Muhammed (S)'in bu sözleri kanaatımca, az sonra ele alacağımız üzere, maddenin
ilk basit parçacıkları olan dumanımsı zerreciklerin ve muhtemelen hidrojenin
bile o sırada bulunmadığını ifâde ediyor. [7]
Yer ve göklerin
oluşumuna temel teşkil eden İlk madde hangisidir? Yüce Allah, evreni hangi
maddeden başlıyarak yaratmıştır? Kur'an-ı Kerim'de:
"Biz her canlı
şeyi sudan yarattık"[8]
deniliyor. Acaba
cansız nesneler de canlılar gibi sudan mı yaratılmışlardır? İlk ortaya çıkan ve
diğer maddelere temel oluşturan ilk nesne gerçekten sumudur? Bu konuda pek çok
hadis ve tefsir kitabmda Hz. Muhammed (S)'in Ebû Hureyre (r.) tarafından
rivayet edilen bir sözlerine yer verilir. Bu kişinin Hz. Peygamber'e; bana her
şeyi haber ver, demesi üzerine o da şöyle söyler:
"Aziz ve yüce
Allah her şeyi sudan yaratmıştır".
Bir başka rivayet
tarzına göre Ebû Hureyre; yaratıklar neden yaratıldı diye sorar. Hz.
Peygamber'in ona cevabı; "Her şey sudan yaratılmıştır" tarzında
olur.[9]
Burada bütün bilgilerin ilk yaratılışa dayandırıldığı açıktır. Çünki her şeyi
bilmek istiyen Ebû Hureyre'ye verilen cevap yukardaki şekilde olmuştur.
Acaba Hz. Peygamber
(S) bu yukardaki sözleriyle sâdece canlı olan şeyleri mi kastedmiştir yoksa
canlı-cansız ayırımı yapmadan her türlü nesnenin ilk maddesinin su olduğunumu
bildirmek istemiştir? Endülüslü mü-fessir Kurtubî (ö. 671 h/1272 m), azınlıkta
kaldıkları anlaşılan bir kısım âlimlerin, ateş ve havanın da sudan
yaratıldıkları görüşünde olduklarını, kaydeder. Onlara göre; Allah'ın âlemde
ilk yarattığı su dur ve sonra da her şey sudan yaratılmıştır.[10] Bu
anlayışa göre sonradan ortaya çıkacak olan ateş, ceryan ve bunlara benzer
değişik türden güçlerin ilk maddesi de su olacaktır. Burada benim aklıma,
ateşin serinliğe dönüştüğü İbrahim Peygamber'in olayı gelmektedir. Kur'an-ı
Kerim'de anlatıldığına göre o ateşe atıldığında Allah ateşe: "Ey nar! İbrahim
için serinlik ve esenlik ol" demiş[11] ve o
da böyle bir ortama dönüşmüştür. Burada acaba ateşte geriye ve ilke doğru dönüş
rnii olmuştur? Bunun tersi olarak da soğuk nesnelerden hararet elde edilmesi
düşünülebilir. İran ve Türk illerinde tabiat ve gök bilimleriyle Kur'an tefsiri
üzerine dersler veren Eahruddîn er-Râzî (544-606 h/1150-1210 m); ilk olarak bir
cevherin yaratıldığı ve bunun önce suya, daha sonra da hava ve nura
dönüştürüldüğüne dair bir görüş nakleder ve buna göre yaratılışta ilk mebdenin
"su: mâ'" olduğunu, kaydeder.[12]
Hadisçi Beyhakî (ö. 458 h/1065 m)'nin yazdığına bakılırsa Hz. Peygamber'in
arkadaşlarından bazı kişiler de yukardakine benzer bir görüş ortaya
koymuşlardır. Onlar yaratılışı araştıran bir kimseye cevap verirken bu görüşlerini
dile getirdiler. Şöyleki:
"Adamın biri
Abdullah b. Amr'e gelerek ona; yaratıklar neden yaratıldılar, diye sorar. O da
bu soruya; su, nûr, karanlık, hava ve topraktan yaratıldılar, tarzında bir
cevap veril'. Sonra adam (çevresine İşaret ederek); bütün bunlar neden
yaratıldı, der ve fakat o bilmiyorum, cevabını alır. Adam oradan Abdullah b.
Zübeyr'e gider ve ondan da aynı cevapları alır. Bu sefer o Abdullah b Abbas 'a
gidip aynı soruyu sorar, o da yukardaki gibi; yaratıkların su, nûr, karanlık,
hava ve topraktan yaratıldıklarını, söyler. Sonra adam, çevresindeki nesneleri
ve âlemi kastederek; bütün bunların kaynağının ne olduğunu, neden
yaratıldıklarını, sorar. İbn Abbas bu soruya; önce su yaratıldı. S u her hangi
bir asıldan yaratılmamış ve daha Önce bulunan bir m
Irak mektebinin
kurucusu ünlü hukukçu Abdullah ibn Mes'ûd (o. 32 h/652 m) da diğer bir kısım
sahabe ile beraber; Allah'ın sudan önce başka bir şey yaratmadığı, görüşünü
paylaşmakta ve fakat sudan önce "Arş"m mevcudiyetine inanmaktadır[15] ki müfessirlerin
pîri olarak kabul edilen Abdullah İbn Abbas (. 68 h/687 m)'ın görüşü de aslında
böyledir. Bu görüşler hiç şüphesizki:
" O (Allah)
hanginizin daha güzel amel ve işte bulunacağını denemek için, arşı su
üstündeyken, gökleri ve yeri yaratandır"[16]
âyetine ve bu ifâdenin
geçtiği bir kısım hadislere dayanmaktadır,[17] gu
âyette görüldüğü gibi yer ve göklerin yaratılışından önce Arş ve su ikilisinden
bahsedilmekte ve arş, göklerden ayrı bir âlem olarak ele alınmaktadır. Sahabe
(:Peygamberi gören nesil) den sonra gelip "Tâbiûn" demlen neslin ünlü
âlimlerinden Dahhâk (ö. 105 h/723 m), Mücâhid ve Katâde (ö. 118 h/736 m) de
Sahabe'den farklı bir görüş ortaya koymadılar.[18] Bunlardan
Mücâhid (ö. 100 h/718 m) yaratılışın; arş, su ve hava olarak başladığını, daha
sonra da sudan yer yüzünün oluştuğu, görüşünü savunurken[19] türk
asıllı ve Hanem beldesinden Zemahşerî (467-538 h/1074-1143 m) yukardaki âyetin;
Arş ve suyun, yer ve göklerden önce yaratıldıklarına bir delil olduğunu, yazar.[20] Ebû
Müslim el-Isfahânî (ö. 322 h/933 m) ise bahsi geçen âyete; göklerin su üzerine
kurulduğu, yorumunu getirir.[21] ki
bu yorumda " Arş " yerini göklere bırakmış olmaktadır.
İbn Abbas gibi
yaratılış ve göklerle ilgili âyetlerin tefsirine en geniş yer vermiş bulunan
müfessir-filozof Fahruddîn er-Râzî, yukardaki âyette söz konusu edilen arş ve
su (:mâ') yun birbirlerine bitişik olmadıklarını, yazar. Gene onun yazdığına
göre Mutezile mezhebi Arş ve sudan önce ilk yaratık olarak melekleri kabul
etmektedir. Onlar fayda ilkesinden hareket ederek bu sonuca varırlar. Onlara
göre Allah her şeyi bir menfaat için yaratır. Cansız nesnelerin bir şeyden
faydalanmaları söz konusu olamıyaca-ğına göre arş ve sudan önce bunlardan
faydalanacak canlı türünden şeylerin yaratılması gerekir ki bunlar da ancak
meleklerdir.[22] Bu yaklaşım tabiiki
mantıkî değildir.
Arş'tan ayrı bir kitle
oluşturan Su tek başına maddesiz bir boşlukta mı durmaktadır, yoksa boşlukta ve
fakat çevresini kuşatan bazı gazlara mı dayanmaktadır? Bu su kütlesinin ne
üzerinde durduğu merak konusu yapılmış ve bu sebeple de Abdullah b. Abbas
(r.)'in bilgisine müracaat edilmiştir. Pek çok kaynak onun bu soruya: "havanın
sırtı (:metnu'r-rîh) üstünde"
tarzında cevap
verdiğini yazar[23] ki daha sonra Vehb b.
Münebbih (Ö. 114 h) de bu görüşü paylaşanlardan olmuştur.[24]
Bugün suyun 2 Hidrojen
+ 1 Oksijenin bileşiminden oluştuğu ve bu bileşimin en büyük katkı maddesini de
hidrojenin meydana getirdiği bilinmektedir. Acaba yukardaki âyette sudan kasıt
onu oluşturan bu iki gazmıdır veya o bildiğimiz su değil de diğer cinsten mâî
bir maddemidir. Kur'an-ı Kerîm'in geldiği çağda insanlar bu iki gaz türünden
bir şey anlamazlar ve fakat suyu bilmiyen yoktur. Suyun hidrojen ve oksijene
dönüşümü dâima mümkün olduğu gibi bu ikisinin kendi şartlan içerisinde suyu oluşturmaları
da dâima mümkündür. Suya dönüşemiyen hidrojen ve oksijen ise dönüşen miktardaki
su kitlesine destek olacak ve yataklık yapacaktır kiîbn Abbas (r.) 'in bu
kütleyi hava kütlesi üstüne oturtması da bundan ileri gelebilir. İbn Abbas
aslında, rüzgar gövdesi, tâbirini kullanmıştır. Burada Hz. Peygamberin; Yer ve
gökleri yaratmadan önce Allah'ın nerede olduğu sorusuna verdiği cevabı
hatırlamak yerinde olacaktır:
" O bir ama da
idî. Ne altında hava vardı ne üstünde hava vardı. Orada (o zamanda) arşı da su
üstünde yaratılmış değildi''.[25]
Burada sâdece Allah'ın
mevcut olup ondan gayri havanın bile bulunmadığının ifâde edilmesi, ilk
yaratılan maddelerin de suyu oluşturan gazlar veya gazlardan biri olacağı
ihtimalini aklımıza getirmektedir.
Üzerinde durulması
gereken diğer bir mesele de su ile ilgili âyette geçen " A r ş " in
ne anlama geleceğidir. İlerde ayrı başlık altında ele alacağımız arş[26]
acaba yedi yer ve göğün ötesinde yüce Allah'ın ilk ve en büyük, en mükemmel
olarak yarattığı bir âlemmidir yoksa ondan maksat Allah'ın hü-kümranliğırmdır?
Her ne kadar genel görüş birincisi ise de az sayıda ikinci görüşü savunanlar da
vardır. "Arş" kelime olarak çeşitli anlamlara sahiptir ki bunlardan
biri hükümdarın tahtı, diğerleri de; melik, mülk, iktidar ve hâkimiyettir[27] ki
sonuç olarak aynı anlama gelirler. Eğer biz "Arş"ı genel görüşten
ayrılarak bu ikinci mânasında ele alırsak o takdirde âyette geçen;
"Arşı da su
üstündeydi1' ifâdesini, hâkimiyet ve hükümranlığı sâdece bu maddeye veya onu
oluşturan nesnelere, gazlara inh
Arşın, üzerinde
bulunduğu suyun mâhiyeti hakkında çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür.
Bazıları bunu, ölüleri diriltecek olan hayat suyu olarak görürlerken bir
kısımları onu, dört unsurdan biri olan ve bütün canlılara hayat veren ve
kaynak olan tabii su olarak görmüşlerdir. Ona gerçek su değil de mecazî bir
anlam verenler ve ona mutlak İlâhî hâkimiyyetin temsili olarak bakanlar da
vardır.[29]
Varlığın ortaya çıkışında su konusunu gelişen ilim verileri ışığı altında
elbetteki yeniden ele almak gerekir. Günümüzde bilim adamları kâinatın; önce
hidrojen ve kısmen de helyumdan oluşan ve kendi etrafında yavaşça dönen bir
kütleye sonra da karbon gazına oradan da oksijene geçtiğini kabul
etmektedirler. Bundan sonra da mâdenlere ve madensilere varılmıştır.[30]
Hidrojenle oksijen arasında pek çok gaz vardır ve fakat bu en baştaki ile en
sonlardaki, suyun katkı maddelerini oluşturmaktadırlar. Kâinat ve varlık bilimi
en son ne söyliyecektir, bunu da merakla bekliyeceğiz. [31]
Kur'an-i Kerîm'de
göklerin, gök olarak yaratılmadan önce duman hâlinde bulundukları yazılıdır.
Kanaatimca bu, yer ve göklerin oluşumunda sudan veya onun katkı maddelerinden
sonra ikinci aşamayı göstermektedir. Kur'an tefsirine yönelip varlık bilimini
ve kâinatın oluşum evrelerini elde etmeğe çalışan İslâmî ilk devir
bilginlerini en çok düşündüren şu âyetlerde bu konuda şöyle denilmektedir:
"- Allah orada
(yeryüzünde) üstünden ağırlık (dağ)lar yaptı. Orada bereketler yarattı. Onda,
dört gün (devir) de, istiyenlere yeter durumda gıdalar var etti.
- Sonra göğe-ki o bir
duman halindeydi - doğruldu da ona ve arza; ikinizde ister istemez gelin,
buyurdu. Onlar da; istiye istiye geldik, dediler.
- Bu şekilde onları
yedi gök olmak üzere iki günde var etti...."[32]
Hidrojen ve oksijen
gibi gazların gözle görülmemelerine karşın burada gözle görülen bir dumandan
veya duman görünümünde bir gaz kütlesinden bahsedilmektedir. Bu safhada
yaratılışta ilk veya ondan sonra gelen bir nesne -ki bu suyun en büyük katkı
maddesi hidrojen olabilir- çok çeşitli gazlara ve muhtemelen küçücük madde
parçacıklarının oluşmasına yol açmış olabilir. Gelelim yukardaki âyet hakkında
Kur'an müfesshierinin ortaya koydukları görüşlere.
Bir ilim ve hikmet
adamı olan Hz. A1i (ö. 40 h/661 m) göklerin, su ve dumandan yaratıldıklarına,
yemin ederken'[33] bir kısım müfessirler
âyette geçen " duhan: duman"a buhar anlamı vermişlerdir. Gene
bunlardan bir kısmı duman veya diğer anlayışa göre buharın ilk madde
"su" dan oluştuğunu savunurlar. Şüphesiz yer ve göklerden hangisinin
önce yaratıldığına dair münakaşalar da bu görüşlerin farklılığında etkili olmuştur
ki biz bu konuyu kendi bahsi içerisinde ele alacağız. Meselâ Mücâhid (ö. 100
h/718 m) ve birkısımlarma göre; Allah önce, üst kısmında "Arş"
bulunan suyu kurutup onu arz hâline dönüştürürken bundan kalkıp yükselen duman
(veya buhar) dan da gökleri yaratanştır.[34]
İkinci İslâmî neslin âlimlerinden olan Mü câhid aslında arş'tan sonra ikinci
yaratılış sirasında yer alan *'su: mâ'" dan arzların yaratıldığı
inancındadır.[35] Şu kadar varki ona göre
duman (bulutsu kitle) doğrudan sudan değil arz kütlesinden çıkıp ayrılmıştır.
Aynı görüşleri benimsemiş görünen İbn Kesîr (774 h/1372 m)'e göre gökleri
oluşturan bu duman su buharından ibarettir.[36]
Hz. Ömer zamanında kurulan Basra şehri
daha ilk günlerinde bir ilim merkezi hâline gelmeğe başlamıştır. Daha sonra bu
şehrin en önde gelen bilginlerinden olan Hasan
el-Basrî (ö. 110 h/728 m) de çağdaşı Mucâhid 'den farklı
düşünmemektedir. Bir kısım kaynakların verdikleri bilgilere göre onun görüşü
şöyledir: "Yüce Allah, Beytü'1-makdis 1in bu- , lunduğu (yere
İslâmî ilimler
sahasında çeşitli eserleri bulunan İbnu'l-Cevzî (508-597 h/l 114-1200 m) göğün
duman halindeki aşamasından bahseden yukardaki âyeti tefsir ederken ilgili
dumanın oluşumu hakkında iki ayrı görüş bulunduğunu yazar: 1) Allah suyu
yarattığı zaman onun üzerine rüzgar gönderir. Bu sayede ondan duman çıkıp
yükselir. Bunun için ona, yüksek anlamına gelen "semâ': g ö k "
ismini verir. 2) Allah arzı yarattığı zaman onu ateşe tâbi tutar ve bu yüzden
ondan duman çıkıp yükselir. Bunun için ona semâ' ismini verir.[38]
Beyhakî'nin verdiği
bilgilere bakılırsa İbn Abbas (ö. 68 h/687 m); arştan sonra suyun ve daha sonra
da "nûn"'un yaratıldığını ve dünyanın da "nûn" üzerine
döşenip oluşturulduğunu, söyler. Sonra da oradan çıkıp yükselen su buharından,
parçalanıp ayrılma suretiyle gökler yaratılmıştır.[39]
"Nûn" arap dilinde harf adlarından biri olduğu gibi, mürekkep
okkası, kılıç ağzı ve nihayet balık gibi anlamlara gelmektedir.
Beyhakî'nin verdiği bu
haberde arzın çekirdek olarak ilk oluşumunu "nûn" teşkil etmekte ve
dünya onun üzerine yayılıp döşenmektedir. Bu haberin İbn Abbas'a isnadı eğer
doğruysa onun "nûn"'dan kastı pek çoğunun anladığı gibi gerçekten
balıkmıdir yoksa arzın ilk merkez çekirdeğimidir? "Nûn: " harfinin
arapça yazılışına veya mürekkep okkası şekline bakarsak İbn Abbas (r.)'ın onu
bir çekirdek olarak gördüğü düşüncesine varabiliriz. Beyhakî'nin kitabında ona
ait şu ifâdeye bakalım; "Nûn debelendi de yer sarsıntılar geçirdi. Bunun
üzerine yeryüzü dağlarla sâbitleştirildi". Bundan benim anladığım İbn
Abbas'ın "nûn"'u arzın merkezi olarak gördüğü ve buradaki
hareketlerin yüzeyde yol açtıkları sarsıntıları gidermek için de dağların
yaratılmış olduğudur ki biz "dağların oluşumu" başlığı altında bu
konuya temas eden âyetleri ilerde ele alacağız. Beyhakî'nin İbn Abbas'ın yanı
sıra îbn Mesûd ve diğer bir kısım sahabe (r.a)'ye mâlettiği bir başka
rivayetinde ise, üzerine dünyanın döşendiği "nûn"dan sonra bir
balıktan bahsedilmektedir ki bizim bunu kabulümüz veya gerçeğini anlamamız
mümkün değildir.[40] Biz Abdullah İbn Abbas ve
İbn Mesûd'a âit bu görüşlere başka kaynaklarda da rastlamaktayız ve hepsinde
de, göklerin kendisinden oluştuğu "duman: duhan" bizim dünyamızın ve diğer
dünyaların yaratılmalarından önce yaratılmıştır. Bu konudaki görüşleri
sıralıyan Endülüslü Kurtubî, neticede bu iki sahabenin görüşlerine tutunan
Katâde (ö. 118 h/736 m)'nin vardığı kanaati tercih etmiştir ki o da şöyledir;
Göklerin yaratıldıkları duman kütlesi, dünyamızdan önce yaratılmıştır.[41] Hz.
Ali veîbn Abbas (r.a)'dan gelen bir görüşte ise ilk olarak kalem ve sonra da
ona âit "nûn" denilen mürekkep okkasının yaratıldığı söylenir. İbn
Abbas gene burada arzın "nûn" üzerine döşendiğini, söyler.[42] İlk
Önce kalemin yaratılması ancak mecazî bir anlam ifâde edebilir. Bu, yaratılışın
bir ön takdir ve düzenlemeğe göre başladığının bir anlatımı olabilir. Buna göre
de kâinatın ilk çekirdeği oluşturulmuş olacaktır. İlk tefsir ve tarih müelliflerinden
biri sayılan Taberî (224-310 h/838-922 m)'den öğrendiğimize göre, Küfe
mektebinin kurucusu İbn Mesûd (ö. 32 h/652 m) ile gene orada yaşamış olup uzay
meselelerine ilgi duyduğu anlaşılan es-Süddî (ö. 127 h/744 m); göklerin
yaratıldığı duman kütlesinin, suyun havalandırılması (:teneffüs) ile oluştuğu
kanaatına sahiptirler.[43]
Buraya kadar
verdiğimiz bilgilerde hâkim olan görüş; sudan yeryüzü çekirdeğinin veya döşenip
yayılması tamamlanmamış ona ait bir kütlenin oluşması ve ondan çıkıp yükselen
duman yahut buhar kütlesinden de patlayıp ayrılma (: fatk jzi ) sonucu
göklerin yaratılmasıdır. Gene bu ana görüş çerçevesi içine dahil edilebilecek
olan yaklaşımlar ise-ki bunların İbn Ab-bas ve İbn Mesûd'dan kaynakladığım
söyleyebiliriz- Türk asıllı Hanem beldesinden Zemahşerî (456-538 h/1074-1143 m)
ile Kanunî devrinin ünlü Şeyhülislâmı Ebu's-Suûd'un naklettikleri görüşlerdir.
Zemahşe-rî'nin zayıf bir ihtimal olarak gördüğü ve aslı îbn Mesûdve bazı sahabeye
ait bulunan görüş şöyledir.
" Allah'ın arşı
yer ve gökler yaratılmadan önce su üstündeydi. Allah, sudan duman çıkardı da bu
duman su üzerinde yükseldi ve yükseklere çıktı. Allah suyu kurutup önce ondan
tek bir arz, daha sonra da onu patlatıp parçalamak (:fatk) yoluyla diğer
arzları yarattı ve sonra yukarı çıkan dumandan da gökleri meydana
getirdi"[44]
Bu anlayış tarzında
yerler kurutulan sudan yaratılırken gökler onun duman veya buharından
yaratılmaktadır, fakat duman yer ve gök her ikisinin de yaratılışından önce
mevcuttur. Ebu's-Suûd 'un biraz daha farklı biçimde ele aldığı görüşte ise şöyle
denilir:
" Yer ve gökler
yaratılmadan önce arş su üstündeydi. Sonra yüce Allah suda çalkantılar ve o
sayede de köpük meydana getirdi. Duman (veya buhar) sudan ayrılıp yükseldi ve
köpük tabakası su üstünde kaldı. Allah bu köpüğü kurutup önce ondan tek bir arz
sonra da onu patlatıp bölmek suretiyle arzlar meydana getirdi. Dumana gelince
o kalkıp yükseklere çıktı ve yüce Allah ondan da gökleri yarattı".[45]
Burada Zemahşerî'nin
kitabında olduğu gibi yer ve gökler yaratılmadan önce sudan duman hâline
geçilmekte ve aynı anda oluşan köpük tabakasının yoğunlaşmasından da
yerküreler meydana getirilmektedir. Daha önce gördüğümüz bir nevi merkezî
çekirdek diyebileceğimiz yoğunluğun yerini burada köpükleşme ve daha sonra da
onun kuruyup katılaşması almaktadır. Burada bazı imamların camilerde sabah
namazından sonra yaptıkları ve Ebû Hanîfe (ö. 150 h/767 m)'ye mâledilen tesbîh
duasının bir bölümünü hatırlamamak mümkün değil. Bu duada; "yeri donmuş su
üzerine yayıp döşeyen Allah a hamd olsun" denilir.
Ebu's-Suûd Efendi;
"sonra, duman hâlinde iken göğe yöneldi -Fussılet, 11" âyetini tefsir
ederken bu kütleye duman denilmesini; maddesinin karanlık olmasına yahut onun
çok küçük parçacıklardan oluşmasına veya sudan yükselen bir duman olması
sebebine bağlar.[46] Bu bulutsu kütlenin böyle
bir safhada ışık saçmıyacağını ve ayrıca onun çok çeşitli gazlardan ve küçük
parçacıklardan oluşmuş olacağını söyliyebiliriz ki bu yaklaşım gerçeğe daha
uygun düşmektedir.
İkinci ana görüş;
göklerin yeryüzüyle aynı anda veya göklerin daha önce yaratıldığı,
biçimindedir. Bu görüşte sudan Önce duman veya buhar oluşmakta ve bu bulutsu
yahut buhanmsı kütlenin çatlayıp ayrılması sonucunda da yer ve gökler meydana
gelmektedir. Göğün ilk durumundan bahsedilen ve Rab? b. Enes'ten gelen bir
görüşte; "Göğün ilk hâli dışarı taşmıyan iç dalgalanmadır" deniliyor
ve bundan sonra da her göğü oluşturan mâdenlerden bahsediliyor.[47]
Burada bulutsu veya buhanmsı kütlenin sakin olmayıp iç dalgalanmalara mâruz
bulunduğu ifâde edilir. Biz burada Vehb b. Münebbih (114 h/732 m)'in görüşüne
yer verirken yeryuvarla-ğını oluşturan kütledeki ilk yoğunlaşma noktası
hakkındaki görüşleri de ele alacağız. İbn Münebbih'e göre; Allah suyun saf
kısmından alıp hâsıl ettiği dumandan gökleri ve suyun tînet dediği, saf
olmayıp karışık yaratılışta olan kısmından da alıp onunla da yeri yaratmıştır.
Bunu ilk defa, şu anda üzerinde Beytullah'ın bulunduğu mekâna yerleştirmiş ve
dünyayı o noktadan döşeyip tanzim etmiştir.[48]
Hasan el-Basrî (ö. 110 h/728 m)'nin toprağa dönüşen ilk yoğunluğu Kudüs'deki
Beytulmakdis'den başlatmasına karşılık müfessirlerin pîrî İbn Abbas (r.) dan
başlıyarak 'Ata' (ö. 115 h/733 m), Katâde (ö. 118 h/736 m) ve Taberî (ö. 310
h/922 m) gibi çoğunluk bu oluşumu Mekke'deki Beytullah'ın yerinden
başlatmışlardır. Katâde ile Buhara hanlığına bağlı Nesef den İmam Nesefî (ö.
710 h/1310 m) şekilsiz ve tanzimsiz yaratılan yer kütlesinin göklerin
yaratılışından sonra Mekke yerinden başlıyarak bir düzenlemeğe tâbi tutulduğu,
görüşünü savunurlar.[49]
Bütün bu görüşler Hz.
Peygamber (S)'e mâledilmeden ortaya konulmuştur. Kur'an müfessirleri İslâm
öncesi bazı kanaatlara saplanmış olabilirler. Bununla beraber onlarm hepsini
burada ilk başta kaydettiğimiz ilgili âyetlerin, kâinatın oluşumu hakkında bir
düşünce ve yoruma sevkettiği de açıktır. Biz bu konuyu "Yer ve göklerin
yaratılışı" başlığı altında yeniden ele alacağımızdan şimdilik bu kadarla
yetineceğiz.[50]
Kâinatı oluşturan maddelerden
her biri diğerine bağlı olmadan tek başlarına mı yaratıldılar. Yoksa yaratılma,
ilk maddenin bölünmesi ve sonra belli bir süreye kadar zincirleme bölünme ve
başkalaşım geçirme ile mi devam etti. Hem bölünüp başkalaşım geçirme ve hem de
bunun dışında bazı maddelerin ilk yaratılış olarak ortaya çıkmaları şeklinde
üçüncü bir yolun olması da mümkündür. Şüphesiz yüce Allah'ın gücünün yetmediği
bir şey yoktur.
Kur'an-1 Kerîm'de
yaratılış ve oluşumlarla ilgili olarak çok değişik fiiller kullanılmıştır. Bu
fiiller yaratılışın bütün safhalarını ortaya koyacak durumdadırlar ve bizi
gerçekten hayrete düşüren bazı sonuçlara götürmüşlerdir. Bu kitapta yaratma
ile ilgili olarak Allah'ın değişik sıfat ve fiillerine yer verilmekte ve
bunlardan bazıları ilk yaratma (:bed' ) ve , (ibda )yı ifâde ederken[51]
bazıları da bir şeyden diğer bir şeyi yaratma anlamını ifâde ederler. Meselâ
"ha1k: " ve"ber'"[52]
fiilleri böyle bir anlam taşırlar. Gene bu anlamda "inşâ': " fiili de
kullanılmıştır. İlk insanın topraktan ve daha sonrakilerin ilk insan Adem 'den
yaratılışları ve yeryüzündeki çeşitli bitkilerin oranın şartları içerisinde
oluşturulmasından bahsedilirken diğerlerinin yanı sıra bu fiilin de
kullanıldığı göze çarpar.[53]
Allah'ın bir kısım sıfat ve filleri de varlıklara, kendilerine özgü şekil verme
(:tasvîr),[54] iç ve dışa ait düzenleme
yapma (:terkîb, v tesviye) yi ifâde ederler.[55]
Meselâ insanın iç ve dış uzuvlarına âit düzer lemeler için "terkîb"
ve "tesviye"den söz edilirken yeryüzünün küt] olarak ortaya çıktıktan
sonra yapılan düzenlemesi için "dahv: gene aynı şekilde "tahv: "
fiilleri kullanılmıştır.[56]
İnsan bedenini düzenlenmesinde olduğu gibi göklerin düzenlenmesi için gene biz
"t e s v i ye" fiilinin kullanıldığını görüyoruz.[57] Bu
yolla hem insan denen o küçü âlem ve hem de gökler âlemi kendi hedeflerini
gerçekleştirecek bir hareke ve seyir içine sokulmuş olmaktadırlar. Buna ilâve
insanın yaratılışında tesvi yeden sonra bir de "adi:" işleminden
bahsedilmiştir.[58] Bu, denge] ve muvazeneli
yapmak anlamını ifâde ediyor. Denge olabilmesi için uzuvlardaki yapı taşları
olan molekül sayısının belli miktarlarda olması çift uzuvlarda da gene eşit
sayıda olmaları gerekir. Aksi halde bedende den ge ve adalet olmaz. Terazinin
iki kefesini ve yük hayvanının iki yanında asıl yük çuvallarım dengeleme
anlamında da bu fiil kullanılır. Böylece tek olsun çift olsun insandaki her bir
uzvun varlık kefesi, içine konulan belli sayıdak yapı taşlarıyla dengelenmiş
olmaktadır.
Yukardakilerden
"halk: "fiili ve Allah'ın "hâlık" sıfatı duru ma göre
yukardaki bütün fiillerin ve ilgili diğer sıfatların yerinde kullanıl mistir.
İnsanın başlangıçta topraktan yaratılması ve daha sonra onun men (tohum) den
yaratılması için bu halk fiili kullanıldığı gibi yer ve göklerir yaratılması ve
genel anlamda yaratma için de bu fiil kullanılmıştır. Gerek in san ve gerek
yerler, gökler daha önce yaratılan maddelerden yaratılmışlardı! ki bu durum
Kur'an'da açıkça ifâde edilmiştir. Suyun katkı maddelerinden ve diğer gazlar
(duman) dan yer ve göklerin yaratılmış olduğunu yukarda görmüştük. Bazan bir
tek varlıktan meselâ insanlığın bir tek kişiden yaratılıp sonra üreyip
çoğalışı için de "halk" fiili kullanılmıştır.[59] Bu
fiil, bii şeyi yaratılmadan önce takdir etme yâni bir nevi ilâhî tasan
diyebiIeceğim bir anlamda olarak da tefsîr edilmiştir. Buna bir varlığı belli
bir durumundan alıp başka bir duruma getirme anlamı da verilmiştir ki bu, sonuç
itibariyle bir şeyden diğer şeyi yaratmak demektir.[60]
"Halk" gibi
geniş anlamlara sahip fiillerden biri de "cavl: " dır
ve Kur'an'da konumuz
açısından en çok kullanılan fiillerden biridir. Bu fiil genellikle, yaratılan
her hangi bir nesneye belli bir nitelik ve özellik kazandırma işlemleri için
kullanılmıştır. Bu sebeple bir nesnenin ilk yaratılışından sonraki safhalarında
eriştiği merhaleler ve kazanılan sıfat ve özellikler bu fiille İfade
edilmiştir. Meselâ insanın yaratılışından bahsedilirken onun topraktan ilk
yaratılışı ve gene Âdem'den neslinin meydana getirilişi "halk" fiili
ile anlatılmış ve ondan sonraki, meniden yaratılışlar, insanların
erkekli-dişili yapılması ve insan vücudunun kulak, göz ve kalplere
kavuşturulması "cavl" fiili ile anlatılmıştır.[61]
Göklere burçların, güneş ve ayın yerleştirilmesi yâni onların yaratılışından
bahsedilirken biz gene bu fiili görüyoruz.[62] Çünki
gökte belli bir aşamada bunlar ortaya çıkmışlardır.
"Ca1: " bir
şeyden diğer şeyi yaratmak ve doğrudan bir nesneyi yaratmak gibi anlamlara da
geliyor. Meselâ her canlı şeyin sudan yaratılışı, insanlar için hayvanların ve
çeşitli geçimliklerin yaratılışı bu fiille ifâde edilmiştir.[63]
Geniş anlamlara sahip bu fiil, başkalaşım geçirme ve bir kısım insanların
maymun ve domuzlar hâline dönüştürülmesi olayının anlatımında da
kullanılmıştır.[64]
Kur'an'daki
"bina': fib " fiiline gelince bu, sâdece göğün yaratılışı ve ayrıca
da bir kısım ev ve kulelerin yapılışından bahsedilirken kullanılmıştır.
Yerkürenin yaratılışı ile ilgili anlatımlarda bu kullanılmamıştır. Bunun böyle
olması kanaatımca göğün ve bütün göklerin bir bina gibi değişik katlara,
müştemilât ve bölümlere sahip olmasından dolayıdır. Burada ilgi çekici olan
diğer husus da bu fiilin gökler sayısınca yâni yedi ayrı yerde geçmiş
olmasıdir.[65]
Kur'an-ı Kerîm'de iki
ayrı yerde, Allah'ın yer ve gökleri, daha önce mevcut olan benzerlerine göre
değil, tanıamiyle, eş ve benzerleri olmadan, yoktan yarattığı ifâde
edilmiştir. İlgili âyetin anlamı şöyledir:
" O (Allah),
gökleri ve yeri benzersiz yaratandır. O bir şeyi diledimi (bir şeye karar
verince) ona sâdece; ol, der, o da hemen oluverir"[66]
Ayetlerdeki, Alah'ın
bedf sıfatına temel oluşturan "ibdav: bir şeyi herhangi birşeyden değil de
yoktan var etmektir. Bunun bir diğer anlamı da Kurtubî (ö. 671 h/1272 m)'nin
dediği gibi; bir şeyi bir örneğe göre değil de hiç eşi ve benzeri olmadan
yaratmaktı.[67] Yer ve göklerin yoktan
yaratılışlarına ilişkin ifâdeler, onları oluşturan unsur ve maddeler
(:mevâlîd)in yoktan var edildiklerini anlatmak için olmalıdır. Çünki yer ve
göklerin kendileri bir kısım ön maddelerden ve onların bölünerek çeşitlenme
siyle ortaya çıkan nesnelerden yaratılıra şiardır. Alemler olarak yer ve
göklerin eşsiz ve benzersiz yaratılışlarına gelince bu, onlardan önce bu tür
gök ve yerlerin olmadığını ifâde içindir.
Kur'an'da yaratma ile
ilgili olarak Allah için kullanılan sıfatlardan bir başkası da "fâtır: dır
ve sûrelerden biri de bu ismi almıştır. Bazı müfessirler "fâtır"
sıfatına; bir şeyi ilk yapan ve ilk yaratan anlamını verirlerken[68]
Endülüslü Kurtubî'nin kitabında; yaratan anlamındaki bu sıfatın bir şeyi yarma
mânasındaki "fatr: " fiilinden geldiği yazılmaktadır.[69] Bu
anlayıştan hareket edersek ilgili âyetleri; "Yer ve gökleri yaratan
Allah" yerine "yarıp bölerek yaratan Allah" tarzında tercüme
etmemiz gerekecektir ki kanaatımca doğrusu da budur. Nitekim bu ifade yedi ayrı
sûrede geçmektedir ki[70] bu
da bu şekilde bölünme ile 7 yer ve göğün oluştuğuna bir işaret sayılmalıdır.
Aynı "fatr" fiili insanın yaratılışından söz edilirken de
kullanılmıştır. Onun bu sefer altı yerde kullanıldığını görüyoruz.[71]
Kanaatımca bu da ana rahminde hücre bölünmesi suretiyle meydana gelen yaratılış
safhalarını gösteriyor. Nitekim biz Mu'minûn sûresi 13 ve 14. âyetlere
bakarsak orada altı safhanın anlatıldığını görürüz. Yukarda gökler için bulutsu
kütleyi temel kabul edip bölünme için ondan sonraki safhaları ele aldığımız
gibi buradada insanın adı geçen sürenin 12. âyetinde yer alan ilk çamurdan
yaratılışını temel almamız gerekecektir. Döllenen bir yumurtadan, hücre
bölünmesi yoluyla hücre çoğalması olmakta ve bunlar insan yaratılı-şındaki
çeşitli şamaların özelliklerine uygun yapı taşlan olmaktadırlar. Gökler için
kullanılan aynı fiili ise madde bölünmesi olarak görmemiz kaçınılmazdır.
Burada gene bölünmeyi kanaatımca sâdece kütle hâlindeki bölünüp ayrılma olarak
görmemeliyiz. Bu tür bölünme, diğer bir âyette geçtiği gibi "fatr: "
olayı değil "f at k: hadisesidir [72]ki
onu yer ve göklerin yaratılışı başlığı altında inceleyeceğiz. Ana kütle tek
bir bölünme veya atlamaya maruz kalmış olmalıdır ki ondan Kur'an'da bir kere
söz edilmiştir. Kur'an âyetlerinde geçen bu "Fatr" olayı hücre ve
molekül (:eczâ") leri bölüp çeşitlendirmek ve çoğaltmak ve bu yolla bir
şeyden diğer şeyi yaratma olarak düşünülmelidir. Bu yolla bir varlık vücut
bulmakta ve bir yapılanma olmaktadır. Bunun tersi, maddenin ve gök kütlesinin
çözülüp dağılışını ifâde için gene Kur'an'da bu kökten gelen "infitar:
"ve"tafattur: "[73]
fiilleri kullanılmış ve "Fâtır" sûresine karşılık olarak da
"infitar" ismiyle bir sûre gelmiştir. "İnfitar"; bir
kütleyi oluşturan maddelerin tersine bir işlemle ondan çözülüp ayrılmasıdır.
Bu da yıkım ve o kütlenin veya yapının özelliğini kaybetmesi yahut yok
olmasıdır. Durum böyle olunca "fatr" onun aksine maddenin kendi
içindeki üretkenliği ve diğer nesnelerle birleşme kabiliyeti sonucu ortaya
çıkan bir olaydır. Biri yapılanma öteki çözülmeden ibaret olan kâinatın bu iki
ana işleminin Kur'an-ı Ke-rîm'de ayrı ayrı sûrelere isim olması bizi
şaşırtmaktadır.
Yaratma ve yaratılışın
bir başka şekli de Kur'an'da şöyle dile getirilmiştir:
" - Şüphesiz
Allah (yaratmak için) taneleri ve çekirdekleri çatlatıp yarandır. Ölüden
diriyi o çıkartıyor. Diriden ölüyü çıkaran da O'dur. İşte Allah budur. O halde
nasıl olup da îmandan döndürülüyorsunuz.
— O, sabahı da
(karanlıkları) yarıp çıkarandır. O, geceyi bir sükûnet, güneşi, ayı bir hesap
olarak yaratandır''[74]
Yüce Allah "f
alık: yarıp yaratan" sıfatını "f alk: " fiilinden almıştır ki o
da kelime olarak yarma anlamına gelmektedir. Burada yarıp yaratma söz konusu
olduğundan İbn Abbas veDahhak (ö. 105 h/723 m) ona doğrudan
"yaratıcı" anlamını verirlerken Mücâhid gibi bir kısım âlimler de
ondaki yarma anlamını ihmal etmemişlerdir. Müfessirler buradaki yarıp yaratma
olayını hububat nevinde olduğu gibi taneli bitkilerle, çekirdekleri vasıtasiyle
üreyen diğer bitkilerdeki oluşum ve yaratılışlara tahsis etmişlerdir. Buradaki
tane (:habb) ve çekirdekler (:nevâ) bu değişik türden bitkilerin tane ve çekirdekleridir.
İlgili âyetin bundan sonraki; "ölüden dirinin, diriden de ölünün
çıkartılması''na ilişkin ifâdesini ise aynı müfessirler, bitki tohum ve çekirdeklerindeki
oluşumun yanı sıra insan ve hayvan yumurta ve tohumlarının yarılma suretiyle
yeni bir canlı meydana getirmesi olarak görmüşlerdir. Yumurtanın tavuktan,
tavuğun yumurtadan, insanın meni (tohum) den, meninin insandan, kuru buğday
tanesinin yeşil olan bitkiden ve onun bu yeşil bitkisinin kuru tanesinden,
zeytin ve elma ağaçlarının çekirdeklerden v.s çıkartılıp yaratılmaları hep bu
âyetlerin tefsirine m
Kur'an'ın bazı
âyetlerinde biz "faik: yarıp yaratma" olayı ile benzerliği veya
yakın ilişkisi bulunan "ihrâc: çıkarma" fiilinin kullanıldığını görürüz
ki biz az sonra bunu yeniden ele alacağız.
" ölüden diriyi,
diriden ölüyü O çıkartıyor. Yeryüzünü Ölümünün ardından O canlandırıyor"[77]
Bu âyette özellikle
ilk baharda bitkilerin tane ve çekirdeklerinden çıkıp üremelerine
değinilmektedir. Fakat şu âyette bunu açık olarak söyleyemeyiz:
" (Ey Allahım
sen) geceyi gündüzün içine koyarsın, gündüzü de geceye sokarsın. Ölüden diri
çıkarırsın, diriden de ölü çıkarırsın. Sen dilediğine sayısız rızık
verirsin"[78]
Burada rızık
meselesini sâdece bitki ve hayvanlardan sağladığımız faydalar olarak görürsek,
ölü ile diri arasındaki bağlantının yol açtığı üreme ve çoğalmayı da yalnızca
onlar için düşünürüz. Ölü ve diriyi yukarda bahsettiğimiz anlayışın yanı sıra
zerreler (atomlar)in ve enerji gücünün artı ve eksi yüklerine yorumlamamız da
mümkündür. Çünkü bunlar arasında da alıp verme vardır ve bu ilişkiler, yeni
maddelerin ve güçlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadırlar. Yukarda
kaydettiğimiz bir âyette geçen tane (:habb) ve çekirdek (:nü ve)lerin çatlayıp
yarılmasını da aynı şekilde, yukardaki tefsir ve anlayışları da koruyarak çok
geniş bir anlayışa tâbi tutmak mümkündür. Böylece "faik" cansız
maddeleri ve onlara âit zerre (atom) ve mole-kül'leri yarıp bölme anlamına da
gelecektir. Bu işlemden yeni madde ve varlıkların teşekkülüne yol açacak olan
parçacıklar ve enerji gücü ortaya çıkacaktır. Bunlar da birleşme ve yeni bir
varlığı oluşturabilmeleri için artı ve eksi yükler taşımaktadırlar. Onun için
olmalıdır ki âyette, çatlatıp yarmadan hemen sonra ölü-diri (:eksi-artı) yer
almıştır. Şimdi bu açıklamaya göre ilgili âyeti bir daha görelim:
"Şüphesiz Allah (yaratmak için) tane ve çekirdekleri çatlatıp yarandır.
Ölüden diriyi O çıkartıyor. Diriden de ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah
budur". Burada her şeyden çift yaratıldığına ilişkin âyetleri hatırlamak
da faydalı olacaktır.[79]
Bitki ve hayvanlarda olduğu gibi patlatıp yarma yoluyla insanlar da pek çok
nîmet ve faydalar elde etme imkânlarına sahip olmalılar ki Al-i İmran sûresi
27. âyette bu işlem rızık ile sonuçlandırılmıştır. Buna karşılık Falak
sûresinde bunun tehlikelerinden insanın Allah'a sığınması İstenmiştir. Gerek
"fatr: " ve gerek "faik: her iki işlem ile de hücrelerin, atom,
molekül, çekirdek ve tanelerin yarılıp bölünme ve patlayıp ayrılmaları yoluyla
yeni madde ve varlıklar ve yeni şekiller ortaya çıkmıştır. Nitekim insanın az
önce bahsettiğimiz, ana rahmindeki altı yaratılış safhasından son aşama için;
"sonra onu diğer bir yaratılış olarak vücuda getirdik" [80]denilmektedir.
Kanaatimca bu iki işlem ister molekül gibi küçük olsun ister yer ile gökleri,
yıldız ve gezegenleri oluşturan dev bulutsu kütle olsun onların yapı taşlan
nesnelerin iç bünyelerinde meydana gelen değişim, ayrılma, bileşim ve madde
çeşitlenmelerini ifâde ediyorlar. Daha sonra göreceğimiz dev kütlenin kütlesel
olarak patlayıp bölünmesi ise Kur'an-ı Kerîm'de "f atk: " fiiliyle
anlatılmıştır.
Daha önce bir nebze
bahsettiğimiz "ihrâc: çıkarma" fiiline gelince bu; bir şeyden diğer
şeyin yaratılışını ve çeşitli nesneler içinden belli özelliği olan nesneleri
çekip onlardan gene belli özelliği olan varlıkları vücuda getirme anlamını
ifâde ediyor. Çoğunlukla yeryüzünün şartları içerisinde orada yaratılan bazı
şeylerden söz edildiğinde bu fiil kullanılır. Yerin bitirip çıkardığı bitkiler
bunlardandır.[81] Yeryüzünde oluşup
insanların zînet, süs ve güzelleşmek için kullandıkları her çeşit nesne ile
yedikleri temiz ve hoş rızıkların yaratılışı anlatılırken biz bu fiili görürüz.
Meselâ bir âyette şöyle denilir:
" Deki; Allah' in
kullan için çıkardığı zîneti, temiz ve hoş rızıklan haram eden kim?".[82]
Gökyüzü içinde
aydınlatıcı yıldız-güneşlerin yaratılışı gene bir âyette bu "ihrâc"
fiiliyle anlatılmıştır. Bu sefer gökyüzünün şartlan içerisinde oradaki temel
unsurların kullanımı ile ve karanlık derinliklerin içinden aydınlatıcı
güneşler ortaya çıkanlmiş olmaktadır. Ayetin ifadesi şöyledir:
" (O Allah) göğün
gecesini kararttı. Aydınlığını (güneşini) ortaya Çıkardı".[83]
İhraç işlemi öyle
anlaşılıyor ki aşağıdan yukarıya doğru yaratılışları gösteriyor. Az önce bahsi
geçen her çeşit süs bitki ve zînet mâdenleriyle diğer bitkilerin alttan
yukarıya çıkışları gibi. Güneş ışığı da onun yapısındaki maddelerde bulunan
enerji gücünün içerden dışarı ve alttan yukarı çıkmasıyla oluşuyor.
Bazı âyet ve
hadislerde yaratma anlamında kullanıldığını gördüğümüz bir diğer fiil de
"inzal: " dir. Kelime anlamı; indirmek, olan bu fiil muhtemelen bazı
yerlerde "ihrâc"m zıddı olarak yukarıdan aşağıya doğru olan yaratılış
ve oluşumları ifâde ediyor. İnzal bir şeyin yaratılması hakkındaki yüce A11ah
'm takdir ve kararının, onun vücuda geleceği yere ulaştırılması anlamına da
gelebilir. Eğer yeryüzündeki her hangi bir maddenin veya canlının ilk oluşum
safhası göklerde başlamış ve sonra oradan yeryüzüne indirilip buranın
şartlarına göre bir oluşum ve gelişime tâbi tutulmuşsa "inzal" ile
böylesi yaratılışlar anlatılmış olabilir. Kur'an-ı Kerîm'de, etleri yenilen
erkekli-dişili sekiz çeşit ehil hayvanın inzalinden söz edilmektedir.[84] Bu,
bir kısım müfessirlerin anladığı şekilde doğrudan yaratma anlamına geleceği
gibi gene bir kısımlarının dediği gibi bunların yaratılması ile ilgili İlâhî
kararın mahalline inmesi olarak da anlaşılabilir. Bazı müfessirler de Hz. Adem
misâlinde olduğu gibi bu hayvanları yeryüzüne cennetten indirmişlerdir.[85] Çeşitli
türde giysiliklerin indirildiğine dâir âyet [86]de
gene aynı tarz yorumlara konu olmuştur.[87]
Bugün kendilerinden giysiler yaptığımız pamuk ve keten gibi bitkiler ise
yeryüzü şartlan içerisinde yaratılmışlardır ki bunun için Avrâf, 32. âyette
inzalin zıddı ihraç fiilinin kullanıldığını az önce görmüştük.
Kur'an-i Kerîm'de
demir anlamındaki Hadîd sûresinde demir mâdeninin yaratılışından söz edilirken
de yukarda olduğu gibi "inzal" fiili kullanılmıştır. Konunun geçtiği
âyet şöyledir:
" Andolsunki Biz
elçilerimizi açık, seçik delillerle gönderdik ve insanların adaleti ayakta
tutmaları için beraberlerinde kitap ve mizanı (ölçüyü) indirdik. Bir de
kendisinde hem büyük bir güç hem insanlar için faydalar bulunan demiri
indirdik"[88]
Bir kısım müfessirler
yukarda olduğu gibi "inzâT'e sâdece yaratma anlamını vererek demirin
göklerden inen bir madde olduğu fikrine katılmazlarken bazıları bu mâdenin
veya ondan yapılan bazı eşyaların gökten indirildiği görüşünü
benimsemişlerdir. Bunlar demir ve tuz gibi mâdenlerin gökten indirildiğine
ilişkin Hz. Peygamber (S) den bir söz de nakletmektedirler.[89] Bir
sözlerinde Peygamberimiz; "Allah ilâcını indirmediği hiç bir hastalık
yaratmamıştır"[90]
derler ki O burada "inzal" fiilini gerçekten yaratma anlamında
kullanmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de; kutsal kitapların Levh-ı mahfuz'daki
yerlerinden alınıp dünyaya indirilişleri ile demir mâdeninin indirilişinin aynı
âyette ve aynı fiille anlatımı ister istemez insanı bir düşünceye
sevkedecektir. Acaba bununla demir cevherinin, dünyamızın ayrılmadan önce
bitişik olduğu gök kütlesinden mi geldiği anlatılmak isteniyor? Eğer böyleyse
dünya bu cevheri ya ayrılma sırasında beraberinde alıp getirdi veya bu cevher
daha sonra bir toz halinde dünya üzerine yağıp orada belli aşamalara mâruz
kalarak bugünki hâlini aldı. Demirin indirilişi onun çökel-tilmesi anlamında da
olabilir. Demir mâdeni yerküremizin yaratılışı sırasında cevher olarak yüzeyde
veya yüzeye yakın yerlerde bulunup merkeze doğru çökme yapmış ve basıncın
etkisiyle de iyice yoğunlaşmış ve böylece de sertlik ve çok büyük bir güç
kazanmış olabilir. Âyette demirin şiddet ve çetinlik gibi özelliklerine yer
verilişi onun dibe doğru inerken kazandığı güçlü yoğunluğu ifâde için olabilir
ve burada "inzal" demirin gerek bulutsu ana kütleden parçacıklar
olarak yeryüzüne inişini ve gerek onun yerküredeki dibe doğru çökelmesini yâni
her iki durumunu da anlatmak için kullanılmış olabilir. Bir kısım, haberlerde
çeşitli tür mâdenlerin değişik göklerde yaratıldıkları ve daha doğrusu her
göğün ayrı bir mâdenden oluştuğu görüşüne yer verilmiştir. Meselâ RabV b.
Enes'ten gelen bir görüşte şöyle denilmektedir: "Göğün ilki olan en yakın
gök, dışarı taşmıyan iç dalgalanmadan ibarettir.
İkinci gök kaya,
üçüncüsü demir, dördüncüsü bakır, beşincisi gümüş, altıncı sı altun ve
yedincisi ise yakuttandır"[91]
Birinci derecede sahih hadis kay naklannda yer almayan bu haber Hz. Peygambere
bağlanmadan rivayet edil mistir. Bazı hadisçiler bunu yalan bir söz kabul
ederlerken bir kısımları di onu zayıf görmüşlerdir. Bu haberin sağlam olduğu
görüşünden hareket edersek yeryüzü mâdenlerinin ilk temel cevherlerinin ayrı
ayrı göklerde olduğunu ve bölünme parçalanma (:fatk) neticesinde veya daha
sonra dünyanın belli ölçüde kendine düşen payı aldığını söyleyebiliriz. İlgili
âyette Allah'ın indirdiği kutsal kitaplarla sağlanan adalet ve içtimaî dengenin
yanı sıra demirin de indirilişinden söz edilmesi onun yerkürenin yapısında ve
hareketlerinde bir dengeleme unsuru olmasından kaynaklanmış olabilir. Burada
ilginç olan diğer bir husus demir anlamındaki "Hadîd" sûresinin resmî
Hz. Osman Mushafı'ndaki tertipde 57. sırada yer alması olmuştur. Bilindiği gibi
demirin dört izotop atomundan biri 57 sayısını almıştır. kelimesi arapçada 4
harflidir. Bana göre bunlardan daha şaşırtıcı olan Hadîd sûresinin Kur'an'daki
114 sûrenin ortasında yer almasıdır. İlgili ayette ifade edilen
"mîzan" burada da kendini göstermiş olmaktadır.
Madde çoğalmasına veya
çeşitlenmesine yol açan patlama veya yarılıp bölünmeden söz ederken kendi
üzerinde bu işlemlerin gerçekleşebileceği en küçük nesneden söz etmemiz
gerekecektir. Gerek Kur ' an 'da ve gerek Hz. Muhammed (S)'in sözlerinde en
küçük şey için daima "zerre: "kelimesi kullanılmıştır. Zerre
kanaatimca ve Kur'an'dan anladığıma göre bölünebilen en küçük varlıktır ve
ondan da küçük bolünemiyen varlıklar vardır. Bu varlıklar o bölünebilen
nesnenin içinde ve onun yapı taşlan durumunda olabilecekleri gibi dişarda tek
başlarına da bulunabilirler. Bugün arapçada atom ve molekül için Kur'an'daki bu
"zerre" kelimesi kullanılmaktadır. Bilindiği gibi önceden atom
(:zerre) un bölünmezliği kabul ediliyordu ve bolünemiyen nesneye de "cüz'
lâ-yetecezza'" deniliyordu. Kur'an ise zerre denilen atomdan daha küçük
varlıklara dikkat çekti. Meselâ şu âyetlerde bunu açıkça görmemiz mümkündür:
" ... Ne göklerde
ne de yerde zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak ve gizli kalmaz. Bundan
daha küçüğü ve daha büyüğü de hâriç olmamak üzere hepsi hiç şüphesiz apaçık bir
kitaptadır".[92]
Sebe' sûresinde yer
olan bu âyetin üst tarafındaki âyette ise şöyle denilmektedir:
" Yere ne giriyor
ve oradan ne çıkıyorsa, gökten ne iniyor ve oraya ne yükselip çıkıyorsa O
(Allah) bilir".
Yukardaki âyette
görüldüğü gibi bu âyetten hemen sonra zerre (atom) ağırlığına sahip küçük
nesnelerden bahsedilmesi, yerle gök arasında gözle görü-lemiyen bir madde ve
enerji alış-verişi olduğu ihtimalini ortaya koymaktadır. Gene Sebe' sûresi 22.
âyette; Yüce Allah'a koşulan ortakların ne yerde ne de göklerde zerre
ağırlığınca bir nesneye bile sahip olmadıkları ve böyle bir şeye dahi
güçlerinin yetmiyeceği dile getirilmektedir. Atoma hükmetmek gerçekten zor bir
iştir ve yerle gökleri oluşturan atomlar ancak tek Allah'ın hâkimiyeti altında
bulunurlar.
Yukarda sözünü
ettiğimiz bazı âyetlerde zerrenin yanı sıra; "zerreden daha küçük" [93]ifadesine
yer verilişi, zerre: (atom)'nin de daha küçük nesnelerden meydana geldiğini ve
onun da ötesinde daha küçük madde ve nesnelerin bulunduğunu gösterir. Küçüklük
artık belli bir noktada enerji ve hararetle birleşip özdeşleşir.
Kur'an'da zerre ile
ilgili dört ayrı sûrede 6 âyet gelmiştir ki bu, yer ve göklerin altı oluşum
safhasına eşittir. Kâinat bu safhalara şüphesiz zerresel faaliyet ve değişimler
sonucu ulaşmıştır.
Dikkati çeken ve
insanın şaşa kaldığı diğer husus da Kur'an'da her "zerre" kelimesinin
geçtiği yerde onun ağırlığına (:miskale) da değinilmiş olmasıdır. Böylece her
atomun bir ağırlığı olduğu ve dolayisiyle buna bağlı olarak onu diğerlerinden
ayıran bir yoğunluk ve şeklinin bulunduğu ortaya konulmuş olmaktadır.[94] Gene
bu İlâhî Kitapta; sevap ve günah olan işlerin çok hassas bir ölçümle
değerlendirilecekleri anlatılırken, zerre (:atom) ağırlığı bir haksızlık
yapilmıyacağı vurgulanır.[95]
Kâinatın toplamını bütün yönleriyle ölçebilen İlâhî Terazi menfi olsun müsbet
olsun insanın ortaya koyduğu hiç bir değeri kaçırmadan ölçüp tartacaktır.
Biz burada İran ve
Türk illerinde yetişip gene bu bölgelerde ilmî faaliyetlerde bulunan
müfessir-fılozof Fahruddîn er-Râzî (544-606 h/1150-1209 m)'nİn konumuzla ilgili
görüşlerine yer vermeden edemiyeceğiz. Râzî'ye göre; parçaîanamiyan en küçük
madde (:cüz lâ-yetecez-za'), bölünemiyen en küçük zaman birimi içinde bir
defada yaratılmış olması lâzımdır. Böyle olmazsa bölünemiyen parçacıkda
bölünme kabul etmek gerekir ki bu imkânsızdır. Allah âlemin tümünü tek bir
defada yaratmaya kadirdir ve fakat O buna karşılık âlemi tedricî bir şekilde
yaratmaya da kadirdir.[96] Râzî
burada zamanla madde arasında birbirinden ayrılmı-yan bir bağ kurmaktadır. Ona
göre, bölünemiyen en küçük madde gene bölünemiyen en küçük zaman (an) birimi
içerisinde ve bir defada yaratılmış olmaktadır. En küçük nesne eğer bir defada
değilde peyder pey yaratılmış olsaydı onda bölünme de tabii olacak ve her
gelişme ve ilâveyi ilk parçacıktan ayırmak mümkün olacaktır. Eğer en küçük
zaman birimi olan "an " bölünemiyorsa ondan ortaya çıkan madde de
bölünemiyecektir. Kanaatımca bu noktada madde ile zaman aynı şey olmakta, madde
tam zamana eşit bulunmaktadır. Ben buraya bir ilâve yapmak istiyorum; Madde
daha yaratılışta bir zaman birimi içerisinde ortaya çıkmıştır. Bir madde
yukarda söylendiği gibi en küçük zaman birimine eşit olsa da veya bir zaman
birimi, değişik madde ve nesnelerin yaratılışına uygun olsa da madde ve ona
bağlı hareketler hiç bir yerde zamanı aşıp onun dışına çıkamazlar. Eğer bu
mümkün olsaydı o takdirde madde zamandan münezzeh olurduki bu ancak Allah'ın
sıfatıdır ve zamanın dışında ancak Allah vardır.
Biz bu açıklamamızdan
sonra tekrar Râzî'ye dönelim. Râzî, yıldızların ve madde unsurlarının çok
küçük cüzlerden oluştuğunu açıklarken de şöyle diyor: "Yıldızların ve
feleklerin ve unsurların kütleleri küçük cüz (atom) lerden meydana
gelmişlerdir. Bu küçük cüzlerin bazıları kütlelerin iç kısımlarında, bazıları
da yüzeylerinde oluşmuştur".[97]
Fahruddîn er-Râzî burada yıldızların derinliklerinde ve yüzey kısımlarındaki
zerrî (atomik) faaliyetlerden söz etmekte ve "anâsır:" denilen temel
maddelerin de gene daha küçük cüzlerden oluştuğunu anlatmaktadır. Râzî, asılda
cisimlerin birbirlerinin benzeri olduklarını ancak niteliklerindeki farklılık
dolayisiyle onların kendilerine uygun varlıkları oluşturduklarını anlatırken de
şöyle söylüyor:
"Cisimler
birbirlerinin benzeridirler. Bazılarının kendilerine özel nitelikleri vardır
ki bunlar gökler ve yıldızlar olarak ortaya çıkmışlardır. Diğer bir kısmının da
gene kendilerine özel nitelikleri olduğu için bunlar da arz (toprak), su, hava
ve ateş olarak ortaya çıktılar".[98]
Bugün maddeden
enerjiye geçildiğini biliyoruz. Acaba ilk baştan da bu böyle mi olmuştur yoksa
yokluktan, önce enerjiye ve sonra da maddeye yahut cisim dediğimiz nesnelere mi
geçilmiştir? Buna ilgili bilim dalınca elbet bir cevap verilecektir. Küçük ve
büyük bütün cisimler ve yıldızları oluşturan dev kütleler zerre (atom)'lerden
daha küçük nesnelerin birbirleriyle izdivacından oluştular.
Canlı olsun cansız
olsun bir nesnenin diğer nesneyle birleşip başka bir yaratık meydana
getirebilmeleri için onların canlılarda erkeklidi sili olmaları, cansızlarda
da artı-eksi enerji yüklere sahip bulunmaları gerekir. Kur'an-ı Kerîm1 de her
şeyin erkek ve dişi olarak çift yaratıldığı bidiril-mektedir. Bu durum bazan
bitki ve insan gibi canlılar için söz konusu edilirken bazan bu iki şeyin
dışındaki varlıklar için de erkekli- dişili veya artılı-eksili yahut biri
diğerinin karşıtı olan çiftli yaratılıştan bahsedilmektedir. Meselâ şu âyette
bu açıkça görülür:
" Yerin
bitirmekte olduğu şeylerden, insanların kendilerinden ve onların (henüz
mâhiyetini) bilmedikleri diğer şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah münezzeh
(ve yüce sıfatlara sahip" )tir".[99]
Bu âyette geçen
"ezvâc: çiftler" kelimesi bir cins ve neviye âit muhtelif çeşitleri
ifade edebileceği gibi gene aynı şekilde onlardaki erkek ve dişi çeşitleri de
ifâde eder. Burada ayrıca Kur ' an 'm geldiği çağda insanların henüz
bilmedikleri nesneler arasındaki erkek-dişi yahut artı-eksi güçlere dikkat
çekilmiş bulunmaktadır. Diğer bir âyette ise ifâde çok daha genel görünüyor:
" - Biz göğü,
gücümüzle bina ettik ve Biz onu gerçekten genişleticiyiz.
- Yeryüzünü de Biz
yayıp döşedik. (Bakın) Biz ne güze do şey içiyiz.
- Her şeyden de iki
çift yarattık, olur ki inceden inceye düşünür-
sünüz"[100]
Burada göğün
genişletilmesi ve yerkürenin döşenmesinden sonra her şeyden iki çift
yaratıldığının dile getirilmesi bu ikiliğin genel olduğunu göstermektedir. Bu
ikilik; çoğalma, çeşitlenme ve büyüyüp genişlemenin ana esası gibi görünüyor.
Kur 'an'da bir diğer
yaratılış şekli de "zer': " fiiliyle ifâde edilmiştir. Özellikle bu
fiil bitki türünde olsun hayvan, insan ve hatta cin türünde olsun canlıların
yaratılması ile ilgilidir. Bu, döllendirip üretme ve çoğaltma gibi anlamlara
geldiği için nesli bu yolla üremiyen melekler için kullanılmamıştır. Arapçada
ilk ekin için "ez-Zeri': ^^ jjı " denildiği gibi ilgili fiil,
araziye tohum serpme anlamını da taşıyor. Bir türe âit neslin tümünü ifâde eden
"zürriyyet" kelimesi de aynı kökten gelmektedir.
Döllenip üreme
tarzında bir yaratılış söz konusu olunca orada bir türün erkek ve dişi iki
cinsine ihtiyaç vardır. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de sözünü ettiğimiz fiilin kullanıldığı
bir âyette şöyle denilmektedir:
" O, gökleri ve
yeri yarıp bölerek yaratandır. O, size kendi cinsinizden eşler yaptı. (Etleri
yenilen) ehil hayvanlardan da onlara kendi cinslerinde eşler yaptı. O sizi bu
şekilde üretip çoğaltıyor. O'na benzeyen hiç bir şey yoktur...".[101]
Diğer bir âyette ise
bir türün erkek ve dişi iki karşıtına temas edilmeden şöyle denilir: "O,
sizi yeryüzünde yaratıp türetendir" [102].Şüphesiz
bu yaratılışta canlılardaki üreme kanunları geçerli olacaktır, "zer"'
fiili Kur'an'da üreyerek çoğalan tüm canlılar için altı yerde kullanılmıştır ki
bu aynı zamanda bir âyette anlatılan ana rahmindeki gelişim safhaları sayısına
eşit bulunmaktadır.[103] Bir
başka âyette ise hayvanlarla beraber ekinlerdeki üremeye temas edilmiştir[104] ve
nihayet bu konuda son bir âyette ifâde çok daha geneldir ve bu yolla üreme ve
çeşitlenmeden söz edilmektedir.
" Allah,
yeryüzünde çeşitli renklerde yaratıp ürettiklerinin hepsini de sizin
istifâdenize sunmuştur ve bunda düşünen bir toplum için gerçek bir ibret
vardır".[105]
Ayetteki
"elvan" kelimesi esas itibariyle renkler anlamına geliyorsa da burada
onun yanı sıra cins ve türler olarak da anlaşılabilir.[106]
Anladığım kadarıyla "zer': üretip çoğaltma" olayında bir türün
ilkinden aynı türü çoğaltma ve çeşitlendirme işi vardır. Bunun için de ilk
merhalede aynı türün erkek ve dişi olarak ikilenmesi gerekecektir. Yaratılışta
bunlardan hangisi öncedir veya her ikisi aynı zaman süreci içinde mi
yaratılmışlardır? Biz insan misâlinde erkeğin önce olduğunu, Havva'nın
Adem'den yaratıldığını görüyoruz: "O, sizi bir tek kişiden yaratan, bundan
da gönlü kendisine ısınıp huzur bulsun diye eşini yaratan O'dur.." [107]âyetinde
bu durum açıkça ifade edilmektedir. Diğer canlıların ve bitkilerin durumları
hakkında ise bir şey söylemem mümkün değildir.
Kur'an'da yaratılış ve
onun ardından çoğalıp yayılma olayını anlatan fiil ise "bess" dir. Az
önce gördüğümüz "zer"' fiilinde, anladığım kadarıyla bitki ve diğer
canlıların, genellikle bulundukarı mahalde üreyip çoğalmaları söz konusudur.
Üreyip çoğalma elbetteki bir türü bulunduğu bölgenin dışına taşıracaktır. Bu
taşma canlılarda yürüyerek, sıçrıyarak ve uçarak olduğu halde bitkilerde
köklerin, dalların uzantıları ve tohumların çeşitli etkilerle uzağa
savrulmaları ve götürülmeleri yoluyla olur. "Bess " fiilinde sâdece
üretip çoğaltma anlamı yoktur. Bununla beraber ve özellikle yayma anlamı vardır
ve Kur'an-ı Kerîm'de sâdece üreyip yürüyen ve yayılıp dağılan insan ve hayvan
türünden canlılar için bu fiil kullanılmış, bitkiler için ise kullanılmamıştır.
Bunun sebebi nedir? Acaba insan ve hayvanlardan her türün ilki önce bir tek
yerde ortaya çıkıp daha sonra oradan mı yayılmışlardır da bu fiil onlara tahsis
edilmiştir? Bitkiler türlerine göre, aralarında zaman farkı olmakla beraber,
yeryüzünün uygun olan her yerinde yaygın olarak mı ortaya çıktılar? Biz Hz.
Adem misâlinde bir tek yerden üreyip yayılmayı görüyoruz.
"Bess: fiili
Kur'an'ın bazı yerlerinde; saçma, dağıtma ve toz kaldırma anlamlarında
kullanılmış ve ilgili âyetlerde; saçaklı halıların yayılıp serilmesi,
çekirgelerin dalgalar hâlinde yayılması ve toz hâlinde dağılma gibi ifâdeler
yer aImıştır.[108] Bu fiilde bir türden
ötekine geçiş gibi bir anlam bulunmamaktadır. Yukarda söylediğimiz gibi bu
fiil canlılarla kullanıldığında özellikle sıçrayarak ve yürüyerek yer
değiştiren türden olanlar (:devâbb) için kullanılmış ve hatta kuşların buna
dahil edilip edilemiyeceği müfessirler arasında münakaşa konusu olmuştuk'.[109] "Debb: " Arapçada sıçrama ve yürüme
demektir. Bunda uçma anlamı yoktur. Ancak âyetlerde geçen bu fiil
genelleştirme yoluyla dolaylı olarak uçma işini de içine alabilir ki
müfessirlerin ihtilafı da bu noktada olmuştur. Canlıların ilk olarak üreyip
yeryüzüne dağıldıkları sırada muhtemelen kuşlar daha henüz uçma tekâmülüne
erişememişlerdi ve onlar da sıçrayarak ve yürüyerek hareket ediyorlardı. Kur '
an 'da; yayılmanın, deprenerek ve sıçrayarak veya yürüyerek yer değiştiren
hayvanlar olan "devâbb " için sözkonusu edilişi, böyle bir gerçeği
dile getirme gayesine yönelik olabilir.
biliriz:
Biz yukarda verdiğimiz
bilgilerden sonra şimdi ilgili âyetlere göz atabiliriz.
" .. Deprenerek
yürüyen her hayvanı orada (yeryüzünde) üretip yaymasında .. akıl erdiren bir
topluluk için nice ders alıcı ibretler vardır"[110]
Diğer âyetler biraz
farklı ifâdeye sahip olmakla beraber gene buna benzerler:
" Allah'ın sizi
yaratmasında ve yeryüzüne üretip yaymakta olduğu her (adımlıyarak yürüyen)
canlıda sağlam bilgi edinecek bir toplum için deliller (dersler) vardır".[111]
Bu yukardaki âyetlerde
genel olarak hayvanlar ele alındığı halde şu âyette sâdece insan neslinin bir
tek kişiden çoğalıp yeryüzüne yayılmasından söz edilmektedir:
" Ey insanlar!
sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da yine onun eşini vareden ve ikisinden
bir çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekden sakının...[112]
Buna göre insanlık
yeryüzüne bir tek noktadan ve bir tek kişiden çoğalıp yayılmış olmaktadır. Bu
konuda ele alacağımız son âyette ise hayvan ve insan türünde canlıların
yerkürenin yanı sıra göklerde de üretilip yayıldığı söylenmektedir ki biz bu
konuyu farklı anlayışlarla birlikte "Göklerde hayat" başlığı altında
ele alacağız. Şimdi şu âyetteki ifâdeye bakalım:
" Göklerin ve
yerin ve bunlar içinde üretip yaydığı (adımları ile yürüyen) canlıların
yaratılışı, O'nun âyetlerindendir. O, dilediği zaman bütün onların hepsini bir
araya getirmeğe de güç yetirir.[113]
Hayvan ve insan canlı türlerinin yaratılıp
yayılması anlamında kullanilan "bess" fiilinin Kur'an'da beş kere
tekrarlanmasının diğer bazı sayıolduğu gibi bir hikmeti olsa gerek. Bu sayı
hâlen insanların üzerinde kıtaların
sayısına eşittir ve insanlar bir noktadan bütün buralara bulunmaktadırlar.
Varlık âlemine çıkış,
yaratılma ve varlığı düzenleme ile ilgili daha pek çok âyet vardır ve bunlar
kendi konulan içerisinde ele aimacaktır. Meselâ bunlardan biri de "inbât:
^Ul " fiilidir. Bu fiil esas itimle yerden bitkilerin bitirilişini ifâde
eder.[114] Bununla beraber biz aynı
insanın yaratılışında ve hatta onun terbiye ve yetiştirilmesi hakkında da
Anıldığını görürüz. Mesela bir âyette; "Allah sizi yerden ot gibi bitir
denilmektedir. [115]Bu,
kanaatımca bir bitki gibi ve bitkilerin hayat bulduğu şartlar içerisinde ilk
insan Adem'in de topraktan hayat bulduğunu, alıyor. Kur'an 'da aynı inbât fiili
Hz. Meryem' in bir bitki zerâfetiy-. sîl ve tam bir insanî şahsiyete erdirilişi
için de kullanılmıştır. Ayetin ilgidesi şöyledir; "Rabbi onu güzel bir
nebat gibi yetiştirdi".[116]
Bana geliyor ki "inbât" bitki olsun insan olsun vücut bulması, hayatı
ve *igî için ona maddî ve mânevi gereken şeyleri vermek anlamlarına geliyor Hz.
Meryem için âyette geçen bu yukardaki ifadenin bize anlatmak iste mucizevî bir
şey olmalıdır. Bu ifade bize oğlunu babasız dünyaya getirdi. Meryem'in pek çok
bitkide olduğu gibi kendi dalları arasında kendi dişi yanında kendi erkek
çiçeğini de bulduğunu bize anlatıyor olabilir.
Hz İsa 'yi yaratan
yaratıcı îlâhî Nefha iç bünyede bu çiçekleri tozu olanı döllendirme hâdisesini
anlatıyor. Biz ileride göreceğimiz Hz. Bern'e gelen meyvelerin bu oluşuma bir
katkısı olup olmadığını da elbet fileyiz. Burada sözü geçmişken, konunun da
bütünlüğü açısından, bu üfleme" üzerinde biraz durmamız yerinde olacaktır.
Bu konuda sûresi 91 ve Tahrim sûresi 12. âyetler olmak üzere iki âyet
gelmiştir.
Her iki âyette de
"nefha" cenin hâlindeki î s a 'ya ruh üflemesi olarak değil Hz Meryem'e, yapılan bir üfleme olarak geçer.
Enbiyâ süresindeki âyette Meryem'i temsil eden müennes (dişi) zamir (: hâ)
üzerinde ceryan sûresinde bu nefha gene Meryem'de, olmak üzere müzekker erkek)
zamir üzerinde ceryan etmiş olmaktadır. Nefha sayısının burada iki bu yönden
dikkat çekicidir. Bunlardan biri erkek tomurcuğu hareketlendirirken öteki dişi
tomurcuğa yönelmiş görünüyor. Geçmiş âlimler sözleririnin sonunda, kendilerinin
bir edebi olarak "en doğrusunu Allah bilir"
Biz de burada elbet bu
açıklamamızın sonunda onların bu edebinitakınmak durumundayız. Bizim Yüce Gücü
bildiğimiz kanunlara bağlamaya çalışmamız elbet çok yanlış olur.
Yaratılış ilk maddenin
ortaya çıkışından itibaren Allah bilir belki de sonsuza kadar sürüp gidecektir.
Yüce Rabb'in yaratma güc ve sıfatı hiç bir an O'ndan ayrılmaz ve bu güc ve bu
sıfat her an tezahür halindedir. Buseyi yok etmek bile ters yönde bir yaratma
olmalı ki Kur'an'da, insanın ölümü için bile bu yaratma fiili kullanılarak;
"O (Allah) hanginizin daha güzel iş ve davranışta bulunacağını denemek
için ölümü ve hayatı yaratmıştır"[117] denilmekdedir. Bir canlı ters yönde bir
yaratma işlemi olmadan yok olmaz. Canlıların vücutları bir sürü yaratma
işlemleri sonucu yokluğa doğru yönelmekte ve eğer bu canlı insan ise ebedî
hayatta yerini almak için burada çürüyüp gitmektedir. Bir bitki tanesinin
toprakta ölmesi aslmda bir yaratmanın neticesidir ve bu ölüm, yeni bir
bitkinin vücut bulması tarzında bir yaratma işidir. Ölüm için yaratma (:halk)
fiilinin kullanılışı bu sebeplerle olmalıdır.
Buraya kadar
anlattığımız ve kâinat kitabı olma özelliğine sahip Kur ' an 'da dile getirilen
biçimlerde yaratma, yeni madde ve âlemlerin oluşumu hiç bir an durmadan devam
etmektedir. Suya atılan bir taşın etrafında meydana getirdiği halkalar gibi her
an varlık âlemine yeni halkalar eklenmektedir. Biz Kur'an'dan öğrendiğimize
göre gökler belli süre de olsa genişlemeğe mâruz bırakılmışlardır ki bu
durumda mesafeler bakımından halkaların çapları büyüyecektir. Daha önce
kaydettiğimiz ve ilerde "Kâinatın Genişlemesi" başlığı altında
inceleyeceğimiz; "Biz göğü gücümüzle bina ettik ve Biz onu gerçekten
genişleticiyiz"[118]
âyeti böyle brr genişlemeği anlatmış olmalıdır. Fakat bu genişleme gene
Kur'an'dan öğrendiğimize göre ancak geriye dönüş ve böylece de halka ve
mesafelerin daralıp kısalmaya başlıyacağı bir zamana kadar sürecektir.[119] Biz
burada esas itibariyle bu genişleme olayını değil bizzat varlıkta ve evrenin
kendisindeki artış ve çeşitlenmeyi ele almış bulunuyoruz. Biz yaratmadaki
sürekliliği Kur'an'dan öğreniyoruz. Bu kitabın âyetlerinden biri şöyledir:
" O (Allah) her
gün (an) yeni bir iştedir"[120]
Bu âyete göre her an
hiç durmadan yeni yaratılışlar olmaktadır. Sürekli yaratılış basitten
başlıyarak gittikçe daha karmaşık ve yüksek varlık ve âlemlerin oluşmasına yol
açmalıdır. Ancak arş ve melekler gibi âlem ve yaratıklar için bunu
söyleyemeyiz. Sürekli yaratılış varlıkta derecelenmelere ve yukarıya doğru
çıkışlara sebep olmalıdır. Her varlık, geldiği yerde ve eriştiği merhalede bir
derece oluşturur. Maddî alanda olduğu gibi manevî alanda da katedilen mesafeler
ve erişilen dereceler, yükselişler vardır. Kur'an-ı Kerîm'de yükselip çıkma yer
ve dereceleri için bir sûreye de ismini veren "mevâric" kelimesi kullanılmıştır
ve göklerde yükseklere doğru gidildikçe de zamanın küçüleceği açıkça ifâde
edilmiştir.[121] İnkarcılara verilecek
cezadan söz edilirken bu gerçek şöyle dile getiriliyor:
" - O (azap)
çıkıp yükselme yerlerinin sahibi olan Allah'tandır.
- Melekler de Ruh da
oraya bir günde yükselip çıkarlar ki mesafesi elli bin yıldır"[122]
Müfessirlerden Mücâhid
(ö. 100 h/718 m) diğerlerinden ayrı olarak buradaki çıkıp yükselme yerleri (:
mevâric)ni göklerdeki derecelenmeler olarak görmüştür.[123]
Diğer bir Kur'an âyetinde de; Allah'ın, derecelerin en üstünde bulunduğu veya
âyete verilen diğer bir anlama göre O'nun varlıkta ve göklerde birbirinden
üstün dereceler oluşturduğu, dile getirilmektedir,[124]
Tefsirinde kelam ve felsefe konularına yer veren müfessir Neysa-bûrî (ö. 728
h/1328 m) burada diğer ihtimaller yanında, basit ve karmaşık yaratılışlı
varlıkların derecelendirilmeleri ihtimali üzerinde durmuştur.[125] Bir
atomdan ve bir molekülden başlıyarak en mükemmel canlılara, göklere ve A r ş a
doğru giden bir derecelenme.
Yer ve gökleri yarıp
bölerek yaratan ve meleklere değişik sayıda kanatlar takan yüce Allah,
yaratılıştaki bu bölünüp çoğalmayı ve melekler misâlinde bu farklılıkları dile
getirdikten sonra yarattıklarına ilâvelerde bulunmakta olduğundan söz
etmiştir. Bunun; yarıp bölerek yer ve göklerin oluşturulduğunu anlatan bir
âyette dile getirilişi ilgi çekicidir. Ayetin ifâdesi aynen şöyledir:
Yarıp bölerek yer ve
gökleri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a
hamdolsun. O, yarattıklarına dilediği ilâveyi yapıp onları artırır"[126]
Bu duruma göre maddî
âlemler olsun madde ötesi olsun yaratılışın donduğunu ve durduğunu söylemek
mümkün değildir.
Burada birazda olma
anlamındaki "kevn: fiili üzerinde durmak istiyorum, bu fiil, bizim esas
konumuzu teşkil eden "kâinat" sözcüğünün de kökünü oluşturmaktadır.
Tüm varlık ve kâinatı yokluktan varlığa geçirirken yüce Allah, türkçede
anlamına gelen "kün emrini vermiştir. Bu emir, evrenin yaratilışıyla
ilgili olarak Kur'an'da yedi ayrı sûrede yedi kere tekrarlanmıştır ki[127] bu
da tüm evreni oluşturan yedi gök sayışma eşit bulunmaktadır. Bu fiil
yaratılışla ilgili kullanıldığında îlâhî İrâdenin bir varlık ve oluşum olarak
tecellisini ifâde eder. Yedi göğüyle birlikte tüm evren bu emirle ortaya
çıkmıştır. Bundan sonra en yüce İrâde, insanı yaratmaya yönelmiştir ki
Kur'an'da bu konuda bir tek kün" emri bulunmaktadır.[128]
Çünki yeryüzü insanlığı bir tektir ve o da bu emirle ortaya çıkmıştır. İlâhî
irâde bu emirle evrenin en değerli varlığını meydana getirmiş ve bu varlıktan
kendi değerine uygun bir ins anlık istemiştir. Kur'an bu insanlığın anlatıldığı
bir kitap olmuştur. Biz ortaya çıkan varlık ve âlemleri bundan sonra teker
teker ele alıp incelemeğe çalışacağız. [129]
[1] Hasr, 59/24.
[2] Rahman, 55/14-15.
[3] Bak. Kurtubî, XVIlI/48; İbn
Kcsîr, Tefsir, IH/479; Nesefî, Tefsir, IV/245; Zemahşerî, Keşşaf, 11/449
{Kahire 1308 h).
[4] F. er-Râzî, XVII/l87-188.
[5] ibn Mâce, Mukaddime, 13
tercümeye esas alındı. Diğer kaynaklarda ifâde "sonra Arşını su üzerinde
yarattı" şeklindedir. Bak. Trrmizî, Tefsir, 11; Beyhakî, el-Esmâ',
376-377; Taberânî, XIX/207.
[6] İbn Hıbbân, Sahîh, VIII/4,
No. 6108.
[7] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları:47-49.
[8] Enbiyâ, 21/30.
[9] Tirmizî, Cennet, 2; Ahmed,
Müsncd, 11/323; Beyhakî, el-Esmâ, 380; Kurtubî, 1/257; Ibn Kesîr, Tcfsîr,
U/506.
[10] Kurtubî, XII/291.
[11] Enbiyâ, 21/69.
[12] F. Râzî, XXIV/16.
[13] Beyhakî, el-Esmâ'
ve's-Sıfat, 388-389.
[14] Üçüncü bölüm, Işık ve
Karanlık Olayı başlığına bak.
[15] Tabcrî, Tefsir, 1/152; Kurtubî,
1/256-257; Suyîilî, el-Hey'e, v 6/b.
[16] Hûd, 11/7.
[17] Bak. Buhârî, Tevhîd, 19, 22;
Tefsir, 11.
[18] Tabcrî, XII/4; Kalâde için
ayrıca bak. Ebu'l-Ferec İbn el-Cevzî, Zâdii'l-Mesîr, IV/79.
[19] Taberî, VIII/146; Beyhakî,
378.
[20] Zemahşerî, Keşşaf, 111/30.
[21] F. er-Râzî, XVII/187.
[22] F. Râzt,XVII/187.
[23] Bak. Hâkim, Müstedrek,
11/341; Beyhakî, el-Esmâ', 378; Suyûlî, el-Hey'e, v. l/b; Taberî, XII/4; İbn
Kesîr, 11/212; Kurtubî, IX/S; Îbnii'l-Cevzî, IV/79.
[24] Suyûtî, el-Hey'e, v. l/b.
[25] Bak. Allah ve Varlık,
başlığı.
[26] Bak. 1. bölüm
"Arş" başlığı.
[27] Kurtubî, VII/220-221; İbn
Kesîr, 1/231; İbnu'I-Cevzî, kitabında İbn Abbas'm "arş"ı Allah'ın
kürsüsü olarak tefsir ettiğini yazar ki bu da hükümranlık demektir. C. IV/79.
[28] Tevbe, 9/129; Mü'minûn,
23/86, 116; Nemi, 27/26.
[29] Bak. Y. Şevki Yavuz,
"arş" md. D.İ.A, İstanbul 1991.
[30] Bak. Maurnce Bucaille,
Kilab-i Mukaddes ve Kur'an, 215.
[31] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları:50-54.
[32] Fussılei, 41/10-12.
[33] Suyûtî, cl-Hey'e, v. 8/a;
el-Hindî, VI/İ5235.
[34] Kurtııbî, 1/255-256; İbn
Kcsîr, 1/48; Ayrıca bak. Taberî, 1/150-153
[35] Bak. Beyhakî, 378.
[36] İbn kesîr, IH/257.
[37] Zemahşerî, 1/61; EbuSuûd,
VIII/6.
[38] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr,
VII/245.
[39] Beyhakî, 378.
[40] Bak. Beyhakî, 379; Ayrıca
bak. Suyûlî, el-Hey'e, v. 6/b.
[41] Kurtubî, 1/256-257.
[42] Hindî, Kenzu'l-'Ummâl,
VI/15220-15224 (fihrist N. Maraşlı).
[43] Taberî, Tefsir, XXIV/64.
[44] Zemahşerî, V/194; İbn mcsûd
ve bazı ashabın bu görüşü için bak. Suyûtî, el-Hey'e, v. 6/b.
[45] Ebu's-Suûd. Tefsir, VIII/6.
[46] Ebu's-Suûd, VIII/5.
[47] İbn Haccr, el-Matâlib
el-^Aliyye, III/265, No. 3444; el-Heyscmî, Mecmaıı'z-Zevâid, VI-11/132; Taberî,
Tefsîr, XXV!II/99.
[48] Bak. Taberî, XII/5.
[49] Bu görüşler için bak.
Taberî, XIV/11; XXX/29; el-Hindî, XIİ/347I0; F. Râzî, XIX/2-3; Kurtubî, IX/280;
Nesefi, Tefsîr, İV/331.
[50] Burada batılı bilim adamı
Maumce Bucaılle'İn konumuzla ilgili âyete dayanarak yaptığı açıklamaya yer
vermek faydalı olacaktır: Yeri meydana getirmek için iki safhanın geçmesi
gerekiyordu... Güneş İle onun ürünü olan yeri ele alırsak gelişim süreci
başlangıçtaki bulutsu kütlenin yoğunlaşması ve bölünmesi şeklinde
gerçekleşmiştir. İşte Kur'an'ın tam açıklikJa bildirdiği süreç de budur. Gök
dumanından başlıyarak önce bir bitişiklik sonra da bir bölünme.
Kâinatın oluşumundaki esas süreç, başlangıçtaki
bulutsu maddenin yoğunlaşıp daha sonra onun gökada (galaksi) kütleleri temelini
teşkil etmek üzere parçalara bölünmesinde bulunmaktadır. Sıra kendilerine
gelince gökadalar da yıldızlar hâlinde parçalara ayrılarak bunlardan da bu
imalâtın yan ürünleri olarak gezegenler meydana geldi. (M. Bucaılle, Kitab-ı
Mukaddes, Kur'an ve Bilim, s. 218-219, tere. Suat Yıldırım, İzmir 1981.
Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri
Tefsiri, Erkam Yayınları:55-60.
[51] Bak. Enbiyâ, 21/104; Yunus,
10/4, 34; Nemi, 27/64; Rûm, 30/11, 27.
[52] Ber1 ve Bari' için bak.
Bakara, 2/54; Haşr, 59/24.
[53] En'âm, 6/98; 141; Hûd,
11/61; Necin, 53/32 Mu'minûn, 23/19-20. "İnşâ" fiilinin değişik
anlamlan İçin bak Fîrûzübâdî, V/52.
[54] Tasvîr ve Musavvir için bak.
Haşr, 59/24; A ' râf, 7/11; Tegâbun 64/3.
[55] Kıyâme, 75/38; A'lâ, 87/2;
İnfitar, 82/7-8.
[56] Nâzıât, 79/30; Şems, 91/6.
[57] Nâziât, 79/28; Bakara, 2/29.
[58] İnfitar, 82/7.
[59] N
[60] Bak. Kurtubî, 1/402-403;
XVllI/48; Allah'ın yaratmakla ilgili üç sıfatı için bak. H. Basri Çantay,
1/200, Dip. No. 46.
[61] Secde, 32/7-9; Fâtır, 35/11;
Zümer, 39/6.
[62] Furkan, 25/61.
[63] Enbiyâ, 21/30; Hicr, 15/20:
Gâfır, 40/79.
[64] Mâide, 5/60.
[65] Bakara 2/22; Gâfir, 40/64;
Nâziat, 79/27; Şems, 91/5; Ncbe', 78/12; Kaf, 50/6; Zâriyat, 51/47.
[66] Bakara, 2/117; Aynca bak.
En'âm, 6/101.
[67] Kurtubî, 11/86; aynca bak.
H. Basrı Çantay, 1/200, Dip. No. 46.
[68] İbn Kesîr, III/138:
İbnu'I-Ccvzî, VI/472; Zemahşerî, V/75.
[69] Kurtubî, XIV/319.
[70] Fâttr, 35/1; En'âm, 6/14,
79; Yûsuf, 12/101;
[71] Rûm, 30/30; îsrâ', 17/51;
Yasin, 36/22; Tâha, 20/72; Hûd, 11/51; Zuhrûf, 43/27.
[72] Enbiyâ, 21/30.
[73] Meryem, 19/90. Şûra, 42/5.
[74] Enâm, 6/95-96.
[75] Bak. E Razı. XIH/90-92;
Kurtubî, VII/44; ibn Kesîr, 1/601.
[76] Bak. Kurtubî, XX/254-255.
[77] Rûm, 30/19.
[78] Âl-i İmrân, 3/27.
[79] Zâriyat, 51/49; Zuhrûf,
43/12.
[80] Mu'mınûn, 23/14.
[81] Bakara, 2/267.
[82] A "râf, 7/32.
[83] Nâziât, 79/29.
[84] Zümcr, 39/6.
[85] Bu görüşler için bak.
Zemahşerî, V/155; E Râzî, XXVI/245; Kurtubî, XV/235.
[86] Arâf, 7/26.
[87] Bak. Kurtubî, VTI/184; F.
Râzî, XIV/51; İbnu'l-Cevzî, m/181.
[88] Hadîd, 57/25.
[89] Bak. Zemahşerî, VI/86; F.
Râzî. XXIX/241-242; Kurtııbî, X/15; XV/235; XVII/260-261; İbnüI-Cevzî, VIİI/174
[90] İbn Hibban, Sahih, 11/621,
No. 6030.
[91] ibn Hacer, el-Malâlİb
el-'Aliyye, III/265, No. 3444; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâİd, VI-11/132; Taberî,
XXVIII/99; Rivâyel zinciri içerisinde bulunan Ebû Ca'fer er-Râzî'yi bazıları
güvenilir bulurlarken Nesâî gibi bir kısımları da onu zayıf bir râvi olarak
görmüşlerdir.
[92] Yunus, 10/61; Scbe', 34/3.
[93] Yunus, 61; Sebe", 3.
[94] Bu konu ile ilgili bir
açıkiama için bak. Ibn Haiîfe, Scb' ûn Burhan İlmiyyen, II/l 39.
[95] Bak. Zilzâl, 99/7-8; Nîsâ,
4/40; Dört ayrı sûrede "zerre" ile ilgili altı âyet geldiki bu belli
türlerin sayısı olabilir.
[96] F.Râzî, XVII/11.
[97] F.Râzî, XIV/97.
[98] Râzî, XIV/98.
[99] Yasin, 36/36; Bitkilerdeki
erkeklik ve dişilik için bak. Şuarâ, 26/7-8; Biz "canlı varlıkların ortaya
çıkışı" bahsinde bu konuya tekrar yer vereceğiz.
[100] Zâriyât, 51/47-49.
[101] Şûra, 42/11:
"Zer"' fiilinin bazı anlamları için bak. Fîrıızâbâdî, III/7.
[102] Mu'minûn, 23/79; Mülk,
67/24.
[103] Bak. Mu'minûn, 12-14.
[104] En'âm, 6/136.
[105] Nahl, 16/13.
[106] Elvan kelimesinin şekil ve
görünüş anlamlan için bak. Kurtubî, X/85; İbn Kesîr, H/325.
[107] A"raf, 7/189; Bir
kişiden çoğalma için bak. N
[108] Bak. Vâkı'a, 56/6; Gâşiye.
88/16, Karia, 101/4.
[109] Bak. Kurtubî, 11/196.
[110] Bakara, 2/164.
[111] Câsiye, 45/4; Ayrıca bak.
Lukman, 31/10.
[112] Nîsâ, 4/1.
[113] Şûra, 42/29.
[114] Bazı m
[115] Nûh, 71/17.
[116] Âl-İmrân, 3/37.
[117] Mülk,67/2.
[118] Zâriyât, 51/47.
[119] Enbiyâ, 21/104; Geniş bilgi
için "Göklerde daralma başlığı ile, âlemin Sonu" bölümüne bak.
[120] Rahman, 55/29.
[121] Geniş bilgi için
"Kâinaita Mesafe ve Zaman" başlığına bak
[122] Me'âric, 70/3-4.
[123] Taberî, XXVIII/44; Kurtubî,
XVIII/281.
[124] Âyet için bak. Gâfir, 40/15.
[125] Neysabûrî, Garîbu'l-Kur'an,
XXIV/33.
[126] Fâtır.35/1.
[127] Bakara, 2/117; ÂI-İ îmran,
3/47; En'âm, 6/73; NahI, 16/40; Meryem, 19/35; Yasin, 36/82; Gâfir, 40/68.
[128] Âl-i tmran, 3/59.
[129] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 60-79.