Selefin cumhuruna göre şûra (istişare etmek), emir için vacip değil müstehaptır. Şûranın emredildiği nass olarak bize sadece, “..iş hakkında onlara danış” (3 Al-i İmran/159) ayeti gelmiştir. Bununla ilgili olarak şu soru akla gelmektedir: Acaba şûra Rasulullah’ın şahsına mahsus bir emir midir, yoksa bütün ümmet için de bir emir niteliğinde midir? Bu konuda ihtilaf bulunmaktadır.[1] Bütün Müslümanlar için olduğunu kabul etsek bile, ayetteki emir vaciplik mi, mendupluk mu belirtir? Şüphesiz mendupluk belirttiğini gösteren bir karine olmadıkça emir, vaciplik ifade eder.
Selefin cumhuruna göre ayetteki emir, ümmet için mendupluk belirtir. Onların söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla ayetteki “Onlara danış” emrinin, vacibiyet değil, mendupluk ifade ettiğini belirten karine, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyin yönlendirmesiyle hareket ettiği için şûraya ihtiyacının olmamasıdır. Bu nedenle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında mendup olunca, ümmeti için de mendup olur.
Bunu anlamak için Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde seriyye ve heyet emirleri gibi, yöneticilik yapmış olan kişilerin durumlarına bakmak gerekir. Acaba onlara tabileri ile istişare yapmalarını emretti mi? Sabit olan, askerlerin emir olan kişilere itaat etmelerini tavsiye ettiğidir. Şöyle buyurur:
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Kim tayin ettiğim emire itaat ederse bana itaat etmiş, kim ona isyan ederse bana isyan etmiş olur.”[2] Bu nedenle diyoruz ki, ihtimaldir ki Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), “..iş hakkında onlara danış” emri ile yetinerek, tayin ettiği emirlere istişare yapmalarını emretmemiştir. Bunu anlamak için de emir olarak görevlendirdiği kişilerin uygulamalarına bakmak gerekir. Amr bin As’ın, Zatu’s-Selasil Gazvesi’nde beraberinde bulunan kişilere kendileri ile istişare etmeden ve Ebu Bekir (radıyallahu anh) kendisi ile aracı olarak görüşmesine rağmen, ateş yakmalarını ve düşmanı izlemelerini yasaklaması ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Amr’ın bu uygulamasını onaylaması ileride anlatılacaktır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine, “Niçin onlara danışmadın ve gönüllerini almadın?” dememiştir. Ebu Bekir de (radıyallahu anh) “Bizim ile istişare etmen gerekir” dememiştir. Bu hadisi Heysemi, Mecmau’z-Zevaid’de naklederek onu Tabarani’nin iki sened ile rivayet ettiğini ve birinci senedin ravilerinin sahihlerin ravileri olduğunu belirttiğini söyler.[3] Emir için şûranın vacip olmadığına işaret eden hadisin tamamı ileride gelecektir Allahu Teala’nın izni ile.
İbn-i Hacer (rahimehullah) şöyle der: “Şafiilerden birçokları istişareyi Rasulullah’ın şahsına mahsus işlerden saymış ve vacip olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Beyhaki, nassın müstehaplık ifade ettiğini nakleder. Tefsirinde Ebu Nasr el-Kuşeyri de bunu kesin olarak söyler. Tercih olunan da budur.”[4]
Başka bir yerde İbn-i Hacer, şûranın müstehap olduğunu belirterek şöyle der: “Şûranın müstehap olduğunu belirten hasen rivayetler vardır. Yakub bin Süfyan iyi bir sened ile Şabi’den şöyle nakleder: “Kim yargı konusunda, Ömer’in (radıyallahu anh) hükmünü alırsa en sağlam görüşü alır. Çünkü o istişare ederdi.”[5]
Nevevi (rahimehullah), şûranın ümmet için vacip değil, müstehap olduğunu nakleder. Namaz vaktinin bildirilmesi ve ezan konusunda sahabenin istişare ettiğine işaret eden hadisi şerhederken şöyle der: “Bu hadis işlerde ve özellikle de önemli olanlarında istişareyi belirtir. Alimlerin icması ile ümmet için şûra müstehaptır. Alimlerimiz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için şûranın vacip veya ümmet için olduğu gibi O’nun için de müstehap olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Sahih olana göre onlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için şûrayı vacip görmüşlerdir. Tercih olunan da budur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“..iş hakkında onlara danış.” (3 Al-i İmran/159)
Fakihlerin cumhuru ve tahkik ehli alimlerin tercihine göre buradaki emir Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vaciplik belirtir. Şu da vardır ki, istişare heyetindekilerin her biri kendi görüşünü ortaya koyar ve emir sahibi olan kişi, bu görüşlerden maslahata uygun gördüğünü seçer. Allahu Teala en doğrusunu bilir.”[6]
Nevevi (rahimehullah), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ümmet için şûra hükmünün farklı olduğunu söyler. Alimlerin icması ile ümmet için şûranın müstehap, yani bizim için sünnet, ama Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vacip olduğunu belirtir. Daha sonra şûra kararlarının bağlayıcı olmadığını söyleyerek sözlerini şöyle bağlar: “…emir sahibi olan kişi, bu görüşlerden maslahata uygun gördüğünü seçer.” Böylece şûrayı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vacip, Müslümanlar için ise mendup olarak kabul eder.
Cuveyni, İbn-i Teymiye ve İbnu’l-Kayyim Rahimehumullah şûranın müstehap olduğunu söylerler. Görüşleri ileride verilecektir. Ancak Kurtubi, Al-i İmran Suresi’ndeki ayetin tefsirinde İbn-i Atiyye ve İbn-i Huveyz Mendad’ın şûrayı vacip gördüğünü nakleder.[7] İbn-i Huveyz Mendad şöyle der: “Bilmedikleri ve müşkil olan konularda yöneticilerin alimler ile istişare etmeleri vaciptir.” İbn-i Atiyye’nin ifadeleri ise daha nettir: “Şûra, şeriatın temel kurallarından ve ahkamın en önemlilerindendir. İlim ve din ehline danışmayan yöneticiyi azletmek vaciptir. Bunda ihtilaf yoktur.”
Bu ikisinin, şûrayı, yöneticiler için vacip görmesine İbn-i Hacer ve Nevevi’den Rahimehumallah vacip değil, müstehap olduğuna dair az önce aktarılan nakiller ile itiraz edilir. İbn-i Atiyye’nin, “İstişare etmeyen yönetici azledilir” sözünü, kimse söylememiştir. Ayrıca, “bunda ihtilaf yoktur” demesi de tuhaftır. Çünkü herkes aksini söylemektedir. İstişare etmeyen yöneticinin azledilmesi gerektiğini destekleyen Kitap, sünnet ve icmadan delil getirmesi gerekir. Acaba delil olmadan nasıl vacip olduğuna karar vermektedir. Nasslar, yöneticinin kafir olduğu zaman icma ile azledileceğini belirtir. Acaba istişare etmemek küfür müdür? Hatta fasıklık mıdır? Yöneticinin azledilmesine sebep olan şeyler için Maverdi’nin el-Ahkamu’s-Sultaniyye isimli kitabının 17-20. sayfalarına baktığımızda istişareyi terketmenin bunlar arasında olmadığını görürüz.
İbn-i Hacer (rahimehullah), “Emirinden hoşuna gitmeyen bir şey gören sabretsin, şüphesiz itaatin dışına bir karış çıkan ve ölen kişi cahiliyye ölümü ile ölür”[8] hadisinin şerhinde şöyle der: “İbn-i Battal der ki: Hadis, haksız da olsa, emire karşı çıkmamayı belirtir. Alimler, zorbalıkla iktidara gelen yöneticiye itaat etmenin, onunla beraber cihad etmenin ona isyan etmekten daha hayırlı olduğunda icma etmişlerdir. Çünkü bu, kanların akmasını ve çatışmanın çıkmasını önler. Onların delili bu haber ve onu destekleyen diğer haberlerdir. Bundan sadece emirin açık küfrünü istisna etmişlerdir. Açık bir küfür halinin olması durumunda ise, emire itaat etmek vacip olmayıp gücü yetenlerin bu emire karşı mücadele etmeleri vacip olur. Kendisinin küfre girmesine sebep olacak bir şey yapmadıkça, yönetimindeki bir takım olumsuzluklar sebebiyle kimse ona karşı çıkmamalıdır.”[9]
Sonuç olarak, İbn-i Atiyye’nin, istişare yapmayan yöneticiyi azletmenin vacip olduğunu söylemesi cumhur alimlerin görüşüne aykırıdır ve kendisini destekleyecek delilden de yoksundur. Yöneticilerin bilmedikleri, özellikle kendilerine kapalı olan konularda alimler ile istişare yapmalarının vacipliği konusunda İbn-i Atiyye ve İbn-i Mendad’ın söyledikleri hakkında ihtilaf yoktur. Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhuma) bu konularda istişare ederlerdi. Allahu Teala şöyle buyurur: “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[10] Tabi ki burada hakkında açıklık bulunan konularda değil, mübah ve tartışmalı işlerde istişare etmekten söz ediyoruz.
Bize göre şûra, mendup ve müstehap olup vacip değildir. En fazla müekked sünnet olduğu söylenebilir. Günlerin yoğurduğu ve tecrübelerin içinde olgunlaşıp da istişare yapmayan bir yönetici nadir bulunur. Çünkü istişare yapmakla insanların akıllarının tamamından faydalanma ve kişinin kendi ömrüne başka ömürler katması yarar olarak yeterlidir. Nitekim deneyimli bilge bir kişi, ömür boyu edindiği bilgi ve deneyimlerin hülasasını birkaç kelime ile birkaç dakikada aktarabilir. Şeriatta, savaş esnasında kadın, yaşlı, kör, hasta ve rahiplerin öldürülmesi konusunda nehiy bulunmaktadır. Ancak bu tür kişilerden, bilgi ve deneyimleriyle düşmana yardım edenlerin öldürülmesi caizdir.[11]
Mütenebbi şöyle der:
Görüş, cesur kişilerin cesaretinden önde gelir,
Görüş önce, cesaret sonra gelir.
İbn-i Kudame (rahimehullah) şöyle der: “Savaşta, görüşüyle düşmana yardım edenlerin öldürülmesi caizdir. Çünkü savaşta, tecrübe ve görüş bildirerek yardımda bulunmak, bizzat savaşarak yardımda bulunmaktan daha etkilidir. Zaten savaş bu görüşler sebebi ile başlar.”[12] Bu hüküm, yaşlı olup savaş konusunda rehberlik yapan Dureyd bin Summe’nin Huneyn Savaşı’nda öldürülmesine Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tepki göstermemesinden çıkarılmaktadır.
İstişare edilecek kişilerin niteliklerini de Buhari, “İlim ehlinden güvenilir kişilerdir” diyerek özetlemiştir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bilmiyorsanız zikir ehline sorun” (16 Nahl/43)
“Sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.” (35 Fatır/14)
Maverdi, “Adabu’d-Dünya ve’d-Din” isimli kitabında, şûra ve istişare edilecek kişinin sıfatları hakkında beş nitelik belirterek şöyle der: “Biri, tecrübe ile beraber tam akıldır. İkincisi, dindar ve takva sahibi olmasıdır. Çünkü her türlü maslahatın dayanağı budur.
Üçüncüsü, nasihat veren ve kıskanç olmayıp dost olmasıdır. Kadınlar ile istişare yapmaktan da sakın. Dördüncüsü, zihni ve aklı gam ve kederle meşgul olmamasıdır. Beşincisi ise; kendisine danışılan konuda yönlendiren kötü bir amaç ve onu destekleyen bir heva sahibi olmamasıdır.”[13]
Kadınlara danışmanın yasaklanması, “Yönetim işlerini kadın eline veren bir millet felah bulmaz” hadisi kapsamına girmesinden dolayıdır. Hudeybiye günü Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Seleme’den (radıyallahu anh) görüşünü sorması bununla çelişmez. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), onunla istişare talebinde bulunmadı. Bu nedenle Ümmü Seleme’nin (radıyallahu anh) söyledikleri, “Din nasihattır” hadisi kapsamına girmektedir. Kaldı ki Ümmü Seleme’nin (radıyallahu anha) istişare ettiği kişi –yani Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)– bir yanlış üzerinde devam etmekten korunmuştur. Rasulullah’ın Aişe ve Hafsa’ya (radıyallahu anhuma) “Siz ikiniz Yusuf’un arkadaşlarısınız”[14] buyurması da bunu göstermektedir. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sözü, hastalandığı zaman Ebu Bekr’in (radıyallahu anh) halka namaz kıldırmasını emredince, Aişe ve Hafsa’nın (radıyallahu anhuma) Ömer’in (radıyallahu anh) kıldırmasını tavsiye etmeleri üzerine söylemiştir. Ayrıca hakkında istişare edilen meselenin, halk arasında yayılmış olması ile olmamasını da birbirinden ayırmak gerekir.
Kadınların kamu işlerine karıştırılmasının yasaklanması, Buhari’nin İbn-i Abbas’tan (radıyallahu anh) şu rivayetinde açıkça bulunmaktadır: “Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı işbirliği yapan iki kadını öğrenmek maksadı ile Ömer’den (radıyallahu anh) bunu sormak için bir yıl bekledim. Bunu ondan sormaya çekiniyordum. Birgün, bir yerde konakladı, bunların kimler oduğunu sordum. O, bunların Aişe ve Hafsa olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: Cahiliyye zamanında kadınları bir şey hesabına koymazdık. İslam gelip Allah onları anınca onların bizim üzerimizde hakları olduğunu anladık, ama yönetim işlerimize onları karıştırmıyoruz.”[15]
[1] Şevkani, Neylu’l-Evtar, 8/46
[2] Müttefekun Aleyhi
[3] Mecmau’z-Zevaid, 5/322
[4] Fethu’l-Bari, 13/341
[5] Fethu’l-Bari, 13/149
[6] Sahihu Müslim Şerhi, Nevevi, 4/76
[7] Tefsiru Kurtubi, 4/249-250
[8] Buhari
[9] Fethu’l-Bari, 13/7-8
[10] 16 Nahl/43
[11] El-Muğni ve’ş-Şerhu’l-kebir, 10/543
[12] El-Kafi, 4/267
[13] Özet olarak alınmıştır
[14] Buhari
[15] Buhari, Kitabu’l-Libas, Hadis no: 5843