Dilimizde
çoğunlukla adak kelimesiyle karşıladığımız nezr Arapça'da daha şümullü bir mana
taşır. Nezrin cem'i nüzurdur; korkutma demek olan inzardan gelir. Râgıb
el-İsfehanî, nezrin ıstılahî manasını
"vacib olmayan bir şeyi bir emrin vukuu sebebiyle, vacib kılmak" diye
tarif eder. Daha açık bir ifadeyle nezri "Allah Teala hazretlerine ta'zim
için mübah olan bir fiilin yapılmasını üzerimize almak, îfasını kendi kendimize
vacib kılmaktır" diye tarif edebiliriz. Kul, Allah'ın rızasını kazanmak
maksadıyla ibadet sayılacak bazı şeyleri kendi kendine vacib kılabilir, bu
dinen makbul bir davranıştır. Sözgelimi "yarın oruç tutacağım" veya "yarın şu kadar namaz
kılacağım" diye nezirde bulunabilir. Kurtubî: "Nezr îfa edilmesi
emredilmiş olan akidlerdendir. Yerine getirene sena edilmiştir" der.
Nezr
kişinin bir şeyi yapmayı adaması olduğuna göre nezrin makbul olması, nezredilen
şeyin, dinen makbul ve ibadet nevinden olması gerekir. Allah'a isyanı
gerektiren haramı ve mekruhu işlemeyi gerektiren nezirler makbul değildir.
Nezr
Allah rızası için olmalıdır. Dünyevî maksada yönelik nezirler, ibadette esas
olan ihlasa münafi olduğu için değeri düşüktür. "Şu işim olursa şu kadar
namaz kılayım" veya "...şu kadar malı tasadduk edeyim" şeklindeki nezirler gibi. Ancak İslam
alimleri bu çeşitten nezir yapıldığı
takdirde yine uyulması gerektiğini belirtmişlerdir. İbnu Hacer en muteber, en
kıymetli nezrin herhangi bir şarta bağlamadan yapılan nezir olduğunu belirtir
ve "hastalıktan afiyet bulanın "Allah için şu kadar oruç üzerime borç olsun" demesi gibi"
der. İbnu Hacer devamla: "Allah şifa verirse..." gibi bir şartla
ibadete nezretmenin ikinci sırada yer
alan bir nezir olduğunu belirttikten sonra, Allah rızası
gözetilmeyen nezirlerin değersiz
olduğunu söyler. "İstiskal ettiği bir kölesinin sohbetinden kurtulmak için
azab etmeye nezretmesi gibi" der. Kişiye yapmada meşakkate düşeceği nezirde bulunmanın mekruh
ve hatta haram olacağı yine alimlerce belirtilmiştir.
Nezirlere
uyulması gerektiği Kur'an-ı Kerim'de temas edilmiş olan bir husustur. Şöyle
buyrulur: "Allah sizi yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden
dolayı mesul tutmaz, fakat kalbinizle kazandıklarınızdan, yalan yere ettiğiniz yeminle ve yeminlerinizi yerine getirmemekle
kazandığınız günahtan mesul tutar. Allah gafurdur, günahları çok bağışlar,
halimdir, hemen ceza vermeyip tevbe etmeniz için size fırsat verir"
(Bakara 225). [1]
ـ5727 ـ1ـ عن
سعيدِ بْن
الْحَارثٍ
قال سَمِعْتُ
ابْنِ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهُمَا
يَقُولُ: ]أوَلَمْ
تُنْهَوْا
عَنِ
النَّذْرِ؟
قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّ
النَّذْرَ َ
يُقَدِّمُ شَيْئاً
وََ
يُؤَخِّرُهُ،
وَإنَّمَا
يُسْتَخْرَجُ
بِهِ مِنَ
الْبَخِيلِ[.
أخرجه الخمسة
إ الترمذي .
1. (5727)- Said
İbnu'l-Haris anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i şöyle söyler işittim: "Siz nezr etmekten
yasaklanmadınız mı? Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) demişti ki:
"Nezir, olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla
cimriden mal çıkarılmış olur." [Buharî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Nezr 3,
(1639); Ebu Davud, Eyman 26, (3287); Nesâî, Eyman 24, (7, 15, 16).][2]
ـ5728 ـ2ـ وعن
أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّ
النَّذْرَ َ
يُقَرِّبُ
مِنْ ابْنِ
آدَمَ
شَيْئاً لَمْ
يَكُنْ
اللّهُ
قَدَّرَهُ
لَهُ،
وَلكِنِ
النَّذْرُ
يُوَافِقُ
الْقَدَرَ
فَيُخْرَجُ
بذلِكَ مِنَ
الْبَخِيلِ
مَالَمْ
يَكُنْ
الْبَخِيلُ
يُرِيدُ أنْ
يَخْرِجَ[.
أخرجه الخمسة
واللفظ لمسلم
.
2. (5728)- Hz. Ebu Hureyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Nezir,
ademoğluna, Allah'ın kendisine takdir
etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak nezir, kadere muvafık olur.
Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak istemediği, cimriden
çıkarılır." [Buharî, Kader 6, Eyman
26; Müslim, Eyman 7, (1640); Ebu Davud, Eyman 26, (3288); Tirmizî, Nüzûr 10,
(1538); Nesâî, Eyman 25, (7, 16).][3]
AÇIKLAMA:
1- Sadedinde
olduğumuz birinci hadis, bir soruya verilen cevap kısmı aksettirmekte, soru
kısmını göstermemektedir. Hakim'in Müstedrek'inde ve başka bazı kaynaklarda
geldiğine göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e Mes'ud İbnu Amr adında bir
zat gelerek sorar: "Ey Ebu Abdirrahman! Oğlum, Ömer İbnu Ubeydullah İbni
Ma'mer ile birlikte Fars diyarında idi. Oraya şiddetli bir veba ve taun salgını
geldi. "Oğlumu Allah bu musibetten salim kılarsa Beytullah'a yaya gidip
tavafta bulunacağım" diye nezirde bulundum. Oğlum da yanıma hasta olarak
geldi, sonra da öldü. Bu hususta ne dersiniz (bana tavaf vacib oldu mu)?"
diye sordu. İşte bu soru üzerine yukarıdaki cevabı verir: "Siz
nezretmekten yasaklanmadınız mı?" Sonunda "...Nezrini îfa et!"
der.
2- Alimler, bu
hadiste ifade edilen yasaklama hususunda ihtilaf etmiştir.
* Bir kısmı,
hadisin zahirini esas almış, nezrin mekruh olduğunu söylemiştir.
* Bir kısmı da
hadisi te'vil etmiştir.
**
İbnu'l-Esir
en-Nihaye'de der ki: "Hadislerde, nezirden nehiy tekrarla gelmiştir.
Burada hadis, nezri îfaya bir te'kiddir ve nezir yoluyla bir şeyi kendine vacib kıldıktan
sonra bu vecibeyi küçümsemekten yasaklamadır (tahzir). Eğer hadisin manası,
nezir yapmaktan zecr (yasaklama) olsaydı, hadiste nezrin hükmünü iptal ve nezri îfa etmenin
lüzumunu iskat manası olurdu. Çünkü,
nezir nehiyle masiyet olur ve uyulması
gerekmez. (Halbuki nezre uymak ayetle
sabit bir hâdisedir. Öyleyse) sadedinde olduğumuz hadisi şöyle anlamamız
gerekmektedir: "Nezirin onlara peşin bir fayda getirmeyeceğini, onlardan
bir zararı da bertaraf etmeyeceğini, keza Allah'ın kaderdeki takdirini de
değiştirmeyeceğini onlara bildirmektedir. Diyor ki: "Sizler, Allah'ın size
takdir etmediği bir şeye nezirle ulaşacağınız veya Allah'ın hakkıyla hükmettiği
bir şeyi nezirle kendinizden bertaraf edeceğiniz inancıyla nezirde
bulunmayınız. Böyle bir inanca düşmeden nezirde bulunursanız, nezrinize vefa
gösterin, borcu üzerinizden atın. Zira
nezrettiğiniz şeye uymanız gerekir."
İbnu
Hacer, en-Nihaye'de kaydedilen bu görüşün, İbnu'l-Esir'den önce başka alimler
tarafından da paylaşıldığına dair
serdedilen görüşeri de kaydeder. Mesela Ebu Ubeyd şöyle demiştir: "Hadisin nezirden nehyedip şiddet göstermesindeki gaye
nezrin günah bir fiil olduğunu söylemek değildir. Nezir, bu şekilde yasak ve
günah olsaydı Allah Teala hazretleri
nezri yerine getirmeyi emretmez, nezrini tutanları da övmedi. Bilakis,
bana göre hadisin manası nezrin şanını yüceltmek, onun ciddiyetini tesbit
etmektir; ta ki o hafife alınmasın, onun yerine getirilmesinde laubaliliğe
kaçıp vaadedilen şeyin yapılmasını terke, söz verilen şeyi îfadan kaçmaya yer
verilmesin."
** İmam Malik, bir
şeyi müebbeden yapmayı nezretmenin mekruh olacağına hükmetmiştir. Bu durumda o
iş, gönül hoşluğu ile yapılmaz.
**
İbnu'l-Mübarek:
"Taate müteallik nezir hayırdır, masiyete götürecek nezir mekruhtur,
haramdır" demiştir.
** Bazı
alimler: "Allah için şunu yapmak
üzerime borç olsun" şeklinde şarta
bağlanmadan yapılan nezirlerde mahzur görmemiş, bunun sevap olduğunu
belirtmiştir. Çoğunluk nezirde keraheti şarta bağlamada görür: "Allah şifa
verirse şu kadar namaz kılacağım" ifadesi gibi. Böyle bir nezirde bulunan
kimsenin cehaletle: "Bu nezr, arzu ettiği şeyin olmasını sağlayacağı"
veya bu vaadi ve nezri sebebiyle Allah'ın, onun dilediğini yerine getireceği
inancına düşerse bunun büyük hata olacağı, hatta küfre yaklaşan bir hata
olacağı ifade edilmiştir. Kurtubî bu endişededir.
** Hadisteki nehyin, nezrettiği şeyi
yerine getirmeyeceği halinden belli olan
kimselerle ilgili olduğunu söyleyenler de olmuştur.
** Bazıları:
"Hayra vesile olan şeyin de hayır, şerre vesile olan şeyin de şer
olduğu" prensibinden hareket ederek hadisi yorumlamıştır.
3- İbnu'l-Arabî,
hadiste, nezreden kimsenin nezrini yerine getirmesinin vacib olduğuna hüccet
bulunduğunu söyler. Ona göre hadiste "Nezirle cimriden
mal çıkarılmış olur" ifadesi, nezri yerine getirmenin vacip
olduğunu ifade etmektedir. "Çünkü der, eğer cimri, bunda muhayyer olsaydı,
cimriliği sebebiyle, malı çıkarmama hali üzere devam ederdi."
4- Bu hadisle
"Sadaka kötü ölümü defeder"
hadisi arasında zahirî bir tenakuz
gözükmektedir. Bunu alimler şöyle açıklamıştır: "Sadaka kötü ölümün
def'ine bir sebep olmaktadır. Sebepler de müsebbebat gibi mukadderdir (önceden
belirlenmiştir, takdir edilmiştir).
Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm, kendisine: "Rukye Allah'ın kaderinden bir
şeyi geri çevirir mi?" diye soran kimseye: "O da Allah'ın
kaderindendir" diye cevap vermiştir. Nitekim Hz. Ömer'in vebalı yere
girmeme kararı üzerine "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" itirazına
verdiği "Allah'ın kaderinden Allah'ın kaderine kaçıyoruz" cevabı da
Resulullah'ın cevabının bir benzeri
olmaktadır."
5- İbnu'l-Arabî, nezri
"dua"ya benzetir: "Dua da kaderi değiştirmez, ama dua kaderdendir" der. Bununla beraber,
dua mendub kılınmış, nezir nehyedilmiştir. Bunun sebebi, dua peşin, acil
bir ibadettir, duada Allah'a teveccüh, tazarru, hudu açıkça görülür. Nezirde
böyle değildir, bunda ibadet, dileğin husulüne te'hir edilmektedir, amel
zaruret anına terkedilmektedir.
6- Hadis, iyilik
niyetiyle yapılan amellerin nezir suretiyle yapılanlardan efdal olduğunu
göstermektedir. Bu sebeple hadiste hayır amelde ihlasa, sırf Allah rızası için
yapmaya teşvik var.
7-
Hadis cimriliği de kötülemektedir. Ayrıca emredilenleri yapıp, nehyedilenlerden
kaçınan kimseye bahil (cimri) denemeyeceği anlaşılmaktadır. [4]
ـ5729 ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ عَنها
قالت:
]سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
يَقُولُ: مَنْ
نَذرَ أنْ
يُطِيعَ
اللّهَ
فَلْيُطِعْهُ،
وَمَنْ
نَذَرَ أنْ
يَعْصِيَ
اللّهَ فََ
يَعْصِهِ[.
أخرجه الستة إ
مسلماً .
1. (5729)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle söylediğini işittim:
"Kim
Allah'a itaat etmeye nezrederse hemen itaat etsin. Kim de Allah'a isyan etmeye
nezrederse, sakın isyan etmesin." [Buharî, Eyman 28; Muvatta, Nüzur 8, (2,
476); Ebu Davud, Eyman 22, (3289); Tirmizî, Nüzûr 2, (1526); Nesaî, Eyman 28,
(7, 17); İbnu Mace, Kefarat 16, (2126).][5]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, Allah'a
itaatle ilgili nezirlerin yerine getirilmesini
emretmektedir. Bu itaat hangileridir belli değil. Yani farz, vacib,
mendub gibi farklı taatlerimiz var. Şu halde, nezredilmişse, taate giren bütün fiiller farz, vacib, mendub
ayırımı yapılmaksızın yerine getirilecektir. Sözgelimi farzlarla ilgili bir
vakit tayini yapılsa "ilk vaktinde
kılacağım" gibi, buna da uyması vacib olur. Alimler, malî veya bedenî
müstehab amellerle ilgili bir nezrin, o amelleri vacibe çevireceğini söylerler.
Çünkü, hadis taate giren amellerde nezre uyulması hususunda pek açıktır,
te'vile gitmeye gerek yok.
Keza
masiyete giren ameller nezredilmişse bunun yerine getirilmemesi emri de hadiste açıktır. Alimler, bu ikinci durumda, bir noktayı münakaşa etmişlerdir.
Masiyete nezreden kimse, bu nezrini yerine getirmeyecek, ama bu durumda
kendisine yemin kefareti gerekecek mi gerekmeyecek mi? Bu hususta iki görüş ileri sürülmüştür:
* Cumhura göre
kefaret gerekmez.
* Bazı alimlere
göre kefaret gerekir. Ahmed, Sevrî, İshak, Şafiîlerden bazıları ve Hanefîler
böyle hükmetmiştir. Tirmizî, Ashab'ın da bu iki görüşte ihtilaf ettiğini
kaydeder.
Ulema,
masiyete nezretmenin haram olduğunda ittifak eder. İhtilaf edilen husus, böyle
bir yemin durumunda kefaret vacib mi değil mi noktasındadır. Hz. Aişe'nin bir
rivayetine göre "Masiyette nezir yoktur; bunun kefareti yemin
kefaretidir" buyrulmuştur.
"Kefaret gerekir" diyenler bunu esas almıştır, ancak hadisin illetli olduğu söylenmiştir.
2- Hadiste,
yapılması mübah olan bir şeyle ilgili nezir hakkında bir şey söylenmemiştir.
Bunu cevaplarken, alimlerden bazılarının, ibadetleri farz-ı ayn, farz-ı
kifaye olarak ikiye ayırdıklarını
bilmede fayda var. Farz-ı ayn olan bu ibadetin yapılması üzerine nezir, nezir
sayılmaz, zaten yapmakla mükellef. Ama onunla ilgili bir sıfat üzerine nezir
mümkün: İlk vaktinde kılmak gibi. Bu takdirde îfa etmesi gerekir. Farz-ı kifaye
üzerine yapılan nezir yerine getirilir. Cihad
gibi mendub ibadet için yapılan nezir de yerine getirilmelidir. İbadet
sayılmayan mendublar için yapılan nezirler de
böyledir. Cumhura göre yerine getirilmelidir; hasta ziyareti gibi.[6]
ـ5730 ـ1ـ عن
ابنِ عبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهُما: ]أنَّ
امْرَأةً
اشْتَكَتْ
شَكْوى،
فَقَالَتْ:
إنْ شَفَاني
اللّهُ
تَعالي ‘خْرُجَنَّ
وَ‘صَلِّيَنَّ
في بَيْتِ
الْمَقْدِسِ.
فَبَرَأتْ
فَتَجَهَّزَتْ
لِلْخُروجِ، فََجَاءَتْ
مَيْمُونَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنها
تُسَلِّمُ
عَلَيْهَا،
فأخْبَرَتْهَا
بذلِكَ،
فَقالَتْ
لَهَا:
اِجْلِسِي
فَكُلِي
مِمَّا
صَنَعْتِ
وَصَلِّي في
مَسْجِدِ
الرَّسُولِ #
فإنِّى
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ:
صََةٌ فيهِ
أفْضَلُ مِنْ
ألْفِ صََةٍ
فِيمَا
سِوَاهُ مِنَ
الْمَسَاجِدِ
إَّ مَسْجِدَ
الْكَعْبَةِ[.
أخرجه مسلم .
1. (5730)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir kadın hastalanmıştı. Şöyle bir
nezirde bulundu: "Allah Teala hazretleri bana şifa verirse, buradan gidip
Mescid-i Aksa'da namaz kılacağım." Sonra kadın iyileşmişti. Hemen yol
hazırlığı yaptı. Hz. meymune (radıyallahu anhâ)'ye geldi, selam verip kararını
anlattı. Meymune, kadına:
"Hele
otur, hazırladığını (burada) ye, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mescidinde namaz kıl. Zira ben Onun şöyle
söylediğini işittim:
"Şu
mescidimde kılınan bir namaz, Ka'be
Mescidi hariç bütün mescidlerde kılınan bir namazdan daha hayırlıdır."
[Müslim, Hacc 510, (1396).][7]
ـ5731 ـ2ـ وعن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]قَامَ رَجُلٌ
يَوْمَ
الْفَتْحِ
فَقالَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ إنِّي
نَذَرْتُ
للّهِ عَزَّ
وَجَلَّ إنْ
فَتَحَ
عَلَيْكَ
مَكَّةَ أنْ
أُصَلِّىَ
رَكْعَتَيْنِ
فِي بَيْتِ
الْمَقْدِسِ
فَقَال: صَلِّ
ههُنَا. ثُمَّ
أعَادَ
عَلَيْهِ
فَقَالَ: صَلِّ
ههُنَا. ثُمَّ
أعَادَ
عَلَيْهِ
فَقَالَ:
فَشَأنُكَ
إذاً[. أخرجه
أبو داود .
2. (5731)- Hz. Cabir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Fetih günü bir adam kalkıp: "Ey
Allah'ın Resulü dedi. Ben aziz ve celil olan Allah'a nezirde bulundum ve dedim
ki: "Eğer Mekke'nin fethini sana müyesser ederse, Beytu'l-Makdis'te iki
rekat namaz kılacağım." Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama:
"Sen
şurada kıl!" cevabında bulundu. Adam talebini tekrar
etti.
"Sen
şurada kıl!" buyurdu. Adam bir kere
daha tekrar edince:
"Öyleyse
sen bilirsin" buyurdular." [Ebu Davud, Eyman 24, (3305).][8]
AÇIKLAMA:
Bu
iki hadis, yer tayin edilerek yapılan nezirlerde, nezrin yerine getirilmesi
için o yerin aranmasının şart olmadığını göstermektedir. Namaz, sadaka veya
benzeri bir başka şeyi şu veya bu yerde yerine getirmek için nezirde bulunan
kimse, bu nezrini bulunduğu yerde veya bir başka yerde de îfa etse nezri yerine gelmiş olur.
Ancak,
nezredilen yer, nezredenin bulunduğu yerden daha faziletli ise, oraya gitmek
gerekir. Nezredilen yer, nezredenin bulunduğu yerle kıymet itibariyle eşitse
veya dûnunda ise o zaman bulunduğu yerde nezrini yerine getirebilir. Önceki
hadis bu meselede daha sarihtir.
Hadislerde sadece üç mescidin faziletinden bahsedilmiştir: Mescid-i Haram,
Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa. Bunun dışındaki mescidler kıymet itibariyle eşit
sayılırlar.[9]
ـ5732 ـ1ـ عن
حكيم بن أبي
حرة ا‘سلمي:
]أنَّهُ سَمِعَ
ابْنَ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهُمَا يَقُولُ:
أفِي رجُلٍ
نَذَر أنْ َ
يَأتِيَ
عَلَيْهِ
يَوْمٌ
سَمَّاهُ إَّ
صَامَهُ.
فَوَافَقَ
يَوْمَ
أضْحَى أوْ
فِطْر
فَقَالَ:
لَقَدْ كَانَ
لَكُمْ فِي
رَسُولِ
اللّهِ
أُسْوَةٌ
حَسَنَةٌ.
لَمْ يَكُنْ
يَصُومُ
يَوْمَ
أضْحَى وََ
فِطْرٍ وََ
يَرَى صِيَامَهُمَا،
فأعَادَ
عَليْهِ،
فَقَال: أمَرَ
النَّبِيُّ
# بِوَفَاءِ
النَّذْرِ
وَنَهى عَنْ
صِيَامِ
يَوْمِ
الْعِيدَيْنِ،
فأعَادَ عَلَيْهِ
فَلَمْ
يَزِدْ عَلى
هذَا[. أخرجه
الشيخان .
1. (5732)- Hakim İbnu Ebi
Hürre el-Eslemî'nin anlattığına göre "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in
-önceden belirttiği bir günde oruç tutmaya nezreden bir kimsenin, nezrettiği o
günü, Kurban veya Ramazan bayramlarına rastladığı takdirde, nezrini yerine
getirip getirmeyeceği hususunda- şöyle dediğini işitmiştir: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'da sizin için güzel örnek vardır. O, ne Kurban ne de
Ramazan bayramlarında oruç tutmamıştır. Üstelik o günlerde oruç tutmayı uygun
da görmemiştir." Soru sahibi sorusunu tekrar edince İbnu Ömer:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezre uymayı emretmiştir, iki bayram
gününde oruç tutmayı da nehyetmiştir" demiştir. Soru sahibi sorusunu
yine tekrar edince eski cevabına ilavede bulunmamıştır." [Buharî, Eyman 32, Savm
67 ; Müslim, Siyam 142, (1139).][10]
AÇIKLAMA:
Hadis,
Buhârî'nin bir rivayetinde daha vazıh gelmiştir: "Ziyad İbnu Cübeyr der
ki: "Ben İbnu Ömer'in yanında idim. Bir adam gelip sordu: "Ben,
yaşadığım müddetçe her salı -veya çarşamba günü oruç tutmaya nezretmiştim. Bu
günüm Kurban Bayramı'na rastladı ne
yapayım?" İbnu Ömer: "Allah
Teala hazretleri nezirlerimize sadık
olmamızı emretmiştir, diğer taraftan Kurban Bayramı'nda oruç tutmaktan
nehyedildik" diye cevap verdi. Adam (cevabı vazıh bulmayarak) sorusunu
tekrar etti. İbnu Ömer ilave yapmaksızın cevabını tekrar etti."
Anlaşılacağı
üzere soru sahibi oruç tutmak üzere nezrettiği gün oruç tutmanın yasaklanmış
olduğu bayramlara rastlarsa ne yapacağını sormaktadır. Oruç tutmak caiz mi?
Değilse bilahare bedelini tutacak mı, yoksa kefaret mi ödeyecek?
Ulema
böyle bir kimsenin o günlerde oruç tutmayacağı hususunda icma etmiştir. Kurban
veya Ramazan bayramlarında ne nafile, ne kaza ne de nezir orucu tutulamaz.
Cumhura göre, o günlerde oruç tutmaya nezretse, bu nezri muteber bir nezir
olmaz. Hanbelîlerin bir görüşüne göre kazası vacib olur. Ebu Hanife: "O
gün oruç tutacak olsa nezrinden düşer" der.
İbnu
Ömer’in cevabı farklı yorumlara bâis olmuştrur, teferruata girmeyeceğiz. Böyle
bir durumda, o gün oruç tutmayıp bir başka gün kaza edilmesi esastır.[11]
ـ5733 ـ2ـ وعن
ابن عبّاس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال:
]بَيْنَا
رَسُولُ
اللّهِ #
يَخْطُبُ
إذَا هُوَ
بِرَجُلٍ
قَائِمٍ في
الشَّمْسِ،
فَسَألَ
عَنْهُ،
فَقَالُوا:
هذَا أبُو إسْرَائِيلَ
نَذَرَ أنْ
يَقُومَ في
الشَّمْسِ وَيَصُومَ
وََ يُفْطِرَ
وََ
يَسْتَظِلَّ
وََ
يَتَكَّلَمَ.
فَقَالَ:
مُرُوهُ
فَلْيَسْتَظِلَّ
وَلْيَتَكَلَّمْ
وَلْيُتِمَّ
صَوْمَهُ[.
أخرجه
البخاري
ومالك وأبو
داود .
2. (5733)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe
verirken, güneşte ayakta duran bir adam
gördü. Bunun niye orada durduğunu sordu.
"Bu
Ebu İsrail'dir, güneşte durarak oruç tutmaya, yiyip içmemeye, gölgede
oturmamaya ve konuşmamaya nezretmiştir!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ona
söyleyin! gölgelensin ve konuşsun, ancak
orucunu tamamlasın" buyurdular." [Buharî, Eyman 31, Muvatta,
Eyman 6, 2, 475); Ebu Davud, Eyman 23, (3300).][12]
AÇIKLAMA:
Hadiste,
şeriatın ibadet olarak talep etmediği meşakkatleri kendi nefsine çektirmeyi
şart koşarak nezirde bulunmanın meşru olmadığı ifade edilmektedir. Şarihler:
"Bu hadiste, insana eziyet veren yalın ayak yürümek, güneşte oturmak gibi
Kur'an ve sünnette meşruluğuna dair beyan gelmemiş olan davranışların ibadet
sayılmayacağına, bunlarla yapılan nezrin makbul addedilmeyeceğine delil vardır.
Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm Ebu İsrail'e nezrinin meşru olan kısmını yani
orucunu tamamlamayı söylerken, diğer
manasız eziyetlere son vermesini
emretmiştir" der.
Kurtubî'ye
göre, "Bu Ebu İsrail kıssasında,
"masiyet veya takatinin yetmeyeceği bir şey nezreden kimseye kefaret
gerekmez" diyen cumhura en büyük delil mevcuttur."
Hattâbî
de şunu söyler: "Ebu İsrail'in nezrinde iki unsur var: "Biri taat, diğeri
masiyet, Resulullah bundan taat olanın
-ki bu oruçtur- yerine getirilmesini, güneşte durmak, konuşmamak, gölgelenmemek
gibi taat olmayan hususların terkini
emretti. Vücuda eziyet veren bu davranışlarda Allah'a yakınlık yoktur. Dinimiz,
bu ümmetten, daha önceki ümmetlere teklif edilen bu çeşit meşakkatleri (ağlal)
kaldırmıştır. Böylece, onlarda yapılan nezir masiyete dönüşür. Öyle ise, buna uymak
gerekmediği gibi, terki sebebiyle kefaret de gerekmez."
Aynî,
"hadiste, mübah veya zikrullaha sükut etmenin taat olmadığına delil
var" der.
Bazı
şarihler, bu hadiste cahil mutasavvıfların nefsin tezkiye vasıtası diye ihdas
ettikleri Kur'an ve hadiste rastlanmayan meşakkatli meşguliyetlerin batıl olduğuna delil çıkarmışlardır.[13]
ـ5734 ـ3ـ وعن
ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما: ]أنَّ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنهُ
قَالَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ إنِّي
نَذَرْتُ في
الْجَاهِلِيَّةِ
أنْ
أعْتَكِفَ
يَوْماً. وفي
رواية: لَيْلَةَ
في
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ
قَالَ: أوْفِ
بِنَذْرِكَ[.
أخرجه الخمسة
.
3. (5734)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babam) Ömer (radıyallahu anh) (bir gün)
dedi ki:
"Ey
Allah'ın Resulü! Ben cahiliye devrinde bir gün itikaf yapmayı nezretmiştim.
-Bir rivayette Mescid-i Haram'da bir gece denmiştir.- [Bunu îfa etmem gerekir
mi?]" Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Nezrini yerine
getir!" buyurdular." [Buharî, İ'tikaf 5, 15, 16, Humus 19, Megazî 54,
Eyman 29; Müslim, Eyman 27, (1656); Ebu Davud, Eyman 32, (3325); Tirmizî, Eyman
11, (1539); Nesâî, Eyman 36, (7, 21 22).][14]
AÇIKLAMA:
Bu hadis,
kâfirken nezirde bulunan bir kimse Müslüman olduğu takdirde o nezrin gereğini
yerine getirmesinin şart olduğunu ifade eder. Bazı Şafiî alimleri bu
görüştedir. Ancak Hanefî, Malikî alimler ve Şafiilerin cumhuru "Kâfirin
nezri mün'akid değildir. Dolayısıyla kâfirken yapılan nezre uymak vacib değildir" demiştir. Bu
görüşte olanlar, sadedinde olduğumuz hadisi: "Resulullah Hz. Ömer'e bir
vecibe olarak değil, istihbab olarak "nezrini îfa et" demiştir"
diye te'vil etmişlerdir.[15]
ـ5735 ـ1ـ عن
عقبة بن عامر
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]نَذَرَتْ
أُخْتِي أنْ
تَمْشِيَ الى
بَيْتِ اللّهِ
الْحَرَامِ
حَافِيَةً،
فَأمَرَتْنِي
أنْ
أسْتَفْتِيَ
لَهَا
رَسُولَ
اللّهِ # فَقَالَ:
لِتَمْشِ
وَلْتَرْكَبْ[.
أخرجه الخمسة.
1. (5735)- Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Kızkardeşim, Beytullah'a yalın ayak
yürüyerek gitmeye nezretmişti. Bu hususta Resulullah'a sormamı talep etti. Ben
de sordum. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Yürüsün
ve binsin!" buyurdular." [Buhârî, Cezâu's-Sayd 27; Müslim, Nezr 11,
(1644); Ebu Davud, Eyman 23, (3293, 3294, 3299); Nesâî, Eyman 32, (7, 19).][16]
ـ5736 ـ2ـ
وزاد في رواية
للترمذي:
]حَافِيَةً
غَيْرَ
مُخْتَمِرَةٍ.
فقَالَ:
مُرُوهَا
فَلْتَخْتَمِرْ
وَلْتَرْكَبْ
وَلْتَصُمْ
ثَثَةَ أيّامٍ[
.
2. (5736)- Tirmizî'nin rivayetinde
şu ziyade vardır: "...ayağı çıplak ve başı da örtüsüz olarak Resulullah:
"[Allah, kızkardeşinin meşakkati sebebiyle bir şey yapacak değildir.] Ona
emredin, başını örtsün, hayvanına binsin, (kefaret olarak) üç gün oruç
tutsun" buyurdu." [Tirmizî, Nüzûr 16, (1544).][17]
ـ5737 ـ3ـ وعن
ابن عبّاس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما: ]أنَّ
أُخْتَ
عُقْبَةَ
نَذَرَتِ
الْحَجَّ مَاشِيَةً،
وَذَكَرَ
عُقْبَةُ
لِرَسُولِ
اللّهِ #
أنَّهَا َ
تُطِيقُ
ذلِكَ.
فَقَالَ #:
إنَّ اللّهَ
لَغَنِيٌّ
عِنْ مَشْيِ
أُخْتِكَ، فَلْتَرْكَبْ،
وَلَتُهْدِ
بَدَنَةً[.
وفي رواية:
»إنَّ اللّهَ
َ يَصْنَعُ
بِمَشْيِ
أُخْتِكَ الى
الْبَيْتِ شَيْئاً«.
أخرجه أبو
داود .
3. (5737)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ukbe'nin kızkardeşi, yürüyerek hacc
yapmaya nezretmişti. Ukbe onun bu işi yaya olarak yapamayacağını Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a söyledi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah,
kızkardeşinin yayan yürümesinden müstağnidir. Binsin ve bir deve kurban
etsin!" buyurdular."
Bir
rivayette: "Allah, kızkardeşinin Beytullah'a yayan yürümesi sebebiyle bir
şey yapacak değildir" buyrulmuştur. [Ebu Davud, Eyman 23, (3295, 3296,
3297).][18]
ـ5738 ـ4ـ وعن
أنسٍ رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]رَأى رَسُولُ
اللّهِ #
شَيْخاً
يُهَادِي
بَيْنَ ابْنَيْهِ.
فَقَالَ: مَا
بَالُ هذَا؟
قَالُوا: نَذَرَ
أنْ يَمْشِي.
فَقَالَ:
إنَّ اللّهَ
عَنْ
تَعْذِيبِ
هذَا
نَفْسَهُ
لَغَنِيٌّ،
وَأمَرَهُ
أنْ
يَرْكَبَ[.
أخرجه الخمسة.»يُهَادِي
بين ابنَيهِ«
أي يمشي
بينهما متكئاً
عليهما من
ضعفه .
4. (5738)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), iki
oğlunun omuzlarına ardılmış olarak yürümekte olan bir ihtiyar görmüştü.
"Bunun
derdi ne de böyle yürüyor" diye sordu.
"Yürümeye
nezretmiş!" dediler.
"Şurası
muhakkak ki, Allah bu bîçarenin kendine eziyet etmesinden müstağnidir"
buyurdular ve hayvanına binmesini emrettiler." [Buhârî, Eyman 31, Sayd 27;
Müslim, Nüzur 9, (1642); Ebu Davud, Eyman 23, (3301); Tirmizî, Nüzûr 9, (1537);
Nesâî, Eyman 42, (7, 30).][19]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayetler
de, ayet ve hadiste zikri geçmeyip nefse meşakkat veren davranışların ibadet
sayılmayacağını, dolayısıyla nezirde bunlara yer verilmemesi gerektiğini te'yid
etmektedir.
2- Birinci
rivayette görüldüğü üzere, Ukbe'nin kızkardeşi, Mescid-i Haram'a yapacağı
ziyarette yayan yürümesi veya binekli olması hususunda serbest bırakılmıştır.
Yaya gidebilenin yayan gitmesi efdal addedilmiş olmaktadır. Ama Enes'ten gelen
dördüncü rivayette soru sahibinin yaşlı
olduğu tasrih edilir. Aleyhissalâtu vesselâm bu zatın binerek ziyaret yapmasını
cezmen söylemiş, yaya gitme muhayyerliği tanımamıştır. Çünkü, yaşlılığı
sebebiyle yayan yolculuk yapmaya tahammülü yoktur.
3- Üç gün oruç
emredilmesi, nezri, söylediği şekil üzere yapamamış olmanın kefaretidir.
Dolayısıyla nezri bir nevi yemin kabul edilmiş, yerine getirilemeyen yemin için
yapıldığı üzere, üç gün oruçla kefaret ödenmiş olmaktadır. Aliyyü'l-Kârî,
"yemin kefaretinin öncelikle yapılması gereken diğer şartlarını yapmaktan
âciz olduğu takdirde son şart olarak üç gün oruç tutar" der. Çünkü, yemin
kefareti şöyledir:
1) Gücü yeten, bir
köle azad eder.
2) Bunu yapamayan,
on fakiri sabah ve akşam olmak üzere doyurur.
3) Veya on fakire
orta halde birer parça elbise giydirir.
4) Bu zikredilen üç
şeyden birini yapamayan kimse üç gün muttasıl oruç tutar. Yemin kefareti ayet-i
kerime ile sabittir (Maide 89).
4- Üçüncü hadiste,
haccı yayan yapmaya nezrettiği halde
yaya yapamayacak durumda olan Ukbe İbnu Amir'in kızkardeşi için verilen
"binerek yapma ve bir deve kesme" hükmü hususunda ulema ihtilaf
etmiştir. el-Kâdı şu açıklamayı sunar: "Haccda yürümek, Allah'a yakınlık
vesilelerinden biri olduğu için bu husustaki nezre uyması vacib olmuş; bu, aciz
olmadıkça terki caiz olmayan diğer amellere dahil olmuştur. Bunun terki fidyeyi
gerektirir. Fidye için asgarî koyun kesilir. Devenin kesilmesi vacib değil,
mendubtur. Dolayısıyla hadiste devenin zikri nedbe hamledilmiştir. Mamafih Hz.
Ali başta olmak üzere bazı alimler deve kesmenin vacib olduğunu söylemiştir.
Resulullah'ın bu emrini istihbaba hamledip "bir şey gerekmez" diyenin
olduğunu da kaydedelim."[20]
ـ5739 ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ عَنها
أنها قالت:
]مَنْ قَالَ
مَالِي في
رِتَاجِ
الْكَعْبَةِ
فإنَّهَا
كَفَّارَةُ
يَمِينٍ،
وَمَنْ عَيَّنَ
مَالَهُ
صَدَقَةً
لَزِمَهُ
إخْرَاجهُ
وَلَوْ كَانَ
أكْثَرَ مِنَ
الْثُّلُثِ[. إخرجه
مالك الى
قوله: كفارة
يمين، وأخرجه
بطوله
رزين.»الرِّتَاجُ«
الباب، وأراد
به الكعبة .
1. (5739)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) demiştir ki: "Kim "malım Ka'be yolunda feda
olsun!" diye nezrederse, ona yemin kefareti gerekir. Kim de bağışlayacağı
malı tayin edip belirlerse, o malı çıkarması gerekir, hatta bu mal üçte bir den
fazla bile olsa."
Bu
hadisin "...yemin kefareti gerektirir" ibaresine kadar olan kısmını,
Muvatta'da İmam Malik tahric etmiştir. Geri kalan kısmını ise Rezin tahric
etmiştir. [Muvatta, Nüzûr 17, (2, 481).][21]
AÇIKLAMA:
Rivayetin
Muvatta'daki aslından da anlaşılacağı üzere, Hz. Aişe'ye bir adam hakkında sual
edilir. Bu adam herhangi bir miktar
tayin etmeden "malım Ka'beye sadaka olsun" demiştir. Bu ifade bütün
malının bağış olmasını gerektiren bir nezirdir. Hz. Aişe "Bu, hakiki
manada bir nezir sayılmamalı" kanaatindedir. Çünkü, bu durumda malsız
kalacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi kişi, takatını aşan nezirde bulunduğu
takdirde, onun sözüne kefaret-i yemin uygulanmıştır.
Rivayeti
kaydeden İmam Malik, bu meselede başka görüştedir: "O kimse malının üçte birini tasadduk eder."
Zührî ve İbnu'l-Müseyyeb de bu görüştedir. Bunlar, müteakiben kaydedilecek olan
malını tasadduk etmeyi Resulullah'a
teklif etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm bunun üçte birini kabul etti.
* İmam Şafii ve
Ahmed: "Adama yemin kefareti gerekir" demişlerdir.
* Ebu Hanife:
"Adam malının tamamını çıkarır, kendisine, avret yerini örtecek ve ayakta
kalmasını sağlayacak miktar bırakılır" demiştir.[22]
ـ5740 ـ2ـ وعن
مالك: ]أنَّهُ
سُئِلَ عَنْ
رَجُلٍ قَالَ:
كُل مَالِي صَدَقَة
في سَبِيلِ
اللّهِ
تَعالى،
فقَالَ: يَجْعَلُ
ثُلُثَهُ ‘نَّ
رَسُولَ
اللّهِ #
أمَرَ أبَا
لُبَابَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
حِينَ قَالَ:
أهْجُرُ
دَارَ
قَوْمِي
الّتِي
أصَبْتُ
فِيهَا
الذّنْبَ
وَأُجَاوِرُكَ
وَأنْخَلِعُ
مِنْ مَالِي
صَدَقةً الى
اللّهِ والى
رَسُولِهِ؟
فقَالَ:
يُجْزِيكَ
مِنْ ذلِكَ
الثُّلُثُ[ .
2. (5740)- İmam Malik'ten
rivayete göre, kendisine, "malım Allah yolunda sadakadır" diyen kimse
hakkında sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Üçte
birini sadaka yapar. Zira, Aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Lübabe (radıyallahu anh): "Günah işlemiş
bulunduğum kavmimin yurdunu terkedip, sana mücavir olacağım. Malımı da Allah ve
Resulü'ne tasadduk edeceğim" dediği vakit: "Bu maldan üçte
birinin bağışı sana kifayet eder" demişti." [Muvatta, Nüzûr 16,
(2, 481).][23]
AÇIKLAMA:
Önceki
hadiste de kısmen geçtiği üzere, malının
tamamını Allah yolunda bağışladığını
söyleyen kimseye tatbik edilecek hüküm
alimler arasında ihtilaflı olmuştur. Sadedinde olduğumuz rivayette, İmam
Malik'in, Ebu Lübabe (radıyallahu anh) ile ilgili Nebevî tatbikatı esas
aldığını görmekteyiz. Ebu Lübabe'nin affı hususunda, kaynaklarımız iki sebep
kaydeder. Bu, ya onun, Tebük Seferi'ne katılmayışından üzülerek hakkında af
gelinceye kadar mescidin direğine zincirlerle bağlaması sonucu idi, ya da
Hendek Gazvesi sırasındaki ihanetleri sebebiyle
Resulullah'ın cezalandırmaya hazırlandığı Benî Kureyza'ya maruz
kalacakları cezanın mahiyetini işaret etmek suretiyle işlediği ciddî bir hata
sonucu kendisini mescidin direğine bağlaması idi. Orada on sekiz gün kadar
bağlı kalmıştı. Sadece zaruri ihtiyaç ve namaz zamanlarında zincirini kızı
çözüyor, sonra tekrar bağlıyordu. Bu
esnada ne yemiş ne de içmişti. Üzerine baygınlık çökmüş, kulakları duymaz
olmuştu; gözlerini de kaybetmek üzere idi ki, affını ilan eden ayet nazil oldu
(Tevbe 102).[24]
ـ5741 ـ3ـ وعن
عمرو بن شعيب
عن أبيه عن
جدّه: ]أنَّ إمْرَأةً
قَالَتْ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ! إنِّي
نَذَرْتُ أنْ
أضْرِبَ عَلى
رَأسِكَ
بِالدُّفِّ.
قَالَ: أوْفِ
بِنَذْرِكَ[.
أخرجه أبو داود
.
3. (5741)- Amr İbnu Şuayb
an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın (gelerek):
"Ey Allah'ın Resulü! Ben senin yanıbaşında def çalmaya nezrettim!"
dedi. Aleyhissalâtu vesselâm.
"Nezrini
yerine getir!" buyurdular." [Ebu Davud, Eyman 27, (3315).][25]
ـ5742 ـ4ـ
وزاد رزين:
]قَالَتْ يَا
رَسُولَ
اللّهِ! إنِّى
نَذَرْتُ
إذَا
انْصَرَفْتَ
مِنْ غَزْوَتِكَ
سَالِماً
غَانِماً أنْ
أضْرِبَ عَلَيْكَ
بِالدُّفِّ.
قَالَ: إنْ
كُنْتِ نَذَرْتِ
فأوَفِي
بِنَذْرِكِ
وَإّ فََ[ .
4. (5742)- Rezin şu
ziyadeyi kaydetti: "Kadın dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Çıktığın gazveden sağsalim ganimetle dönersen sana
(zafer alâmeti olarak) def çalıvereceğim diye nezrettim!"
Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu talep üzerine: "Eğer nezretti isen haydi
nezrini yerine getir, yoksa böyle bir şey yapma!" buyurdular."
[Rezin'in ziyadesi İbnu Hibban'ın Sahih'inde geçmektedir (6, 286-287).][26]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen son
iki hadisin birincisi Ebu Davud'da mevcuttur. Rezin'in ilavesini ihtiva eden
ikinci rivayet İbnu Hibban'ın Sahih'inde mevcuttur. Hatta, oradaki aslında bazı
açıklayıcı ziyadeler de mevcuttur: "Abdullah İbnu Büreyde babasından
naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazvelerinden birinden
dönmüşü. Siyahî bir cariye gelerek:
"Ey
Allah'ın Resulü! Allah seni salimen geri getirirse yanıbaşında def çalmaya nezrettim!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Eğer
nezretmişsen haydi yap, değilse yapma!" buyurdu. Kadın:
"Evet
ben nezirde bulunmuştum!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm oturdu, o da def çaldı."
2- Bu hadislerde def
çalmanın cevazı da mevzubahistir. Mesele üzerine, Hattâbî şu açıklamayı
kaydeder: "Def çalınması, nezri
ilgilendiren taatlardan addedilmemiştir. Bu hususta söylenecek en
muvafık söz, onun mübahlardan olduğunu söylemektir. Şurası da unutulmamalı ki, bu def çalma hadisesi Resulullah'ın gazvelerinden birinden salimen
dönüşü fırsatında duyulan sevincin izharına muttasıl olması ve bu sevinç
izharında küffarın yıldırılmasının ve münafıkların
da sindirilmesinin bulunması sebebiyle def çalınması, Allah'a yakınlık
vesilelerinden biri olmuştur. İşte aynı sebepledir ki, nikah sırasında da def
çalınması müstehab addolunmuştur. Çünkü bunda da hem nikahın izharı ve hem de
gizli yapılan zina manasından uzaklaşma var."[27]
ـ5743 ـ5ـ وعن
ثابت بن
الضحاك
رَضِيَ
اللّهُ عَنه
قال: ]قَالَ
رَجُلٌ
لِرَسُولِ
اللّهِ #:
إنِّى نَذَرْتُ
أنْ أذْبَحَ
بِمَكانِ
كذَا وَكذَا،
مَكَانٌ
يَذْبَحُ
فيهِ أهلُ
الْجَاهِلِيّةِ.
فقَالَ: هَلْ
كَانَ
بِذلِكَ
الْمَكَانِ
وَثَنٌ مِنْ
أوْثَانِ
الْجَاهِلِيّةِ
يُعْبَدُ؟
قَالَ: َ.
قَالَ: فَهَلْ
كَانَ فيهِ عِيدٌ
مِنْ
أعْيَادِهِمْ؟
قَالَ: َ.
قَالَ أوْفِ
بِنَذْرِكَ[.
أخرجه أبو
داود .
5. (5743)- Sabit
İbnu'd-Dahhak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ben şu şu yerde bir kurban kesmeye
nezrettim!" dedi. Zikrettiği yer cahiliye insanlarının kurban kestikleri
bir yerdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Orada,
kendisine ibadet edilen cahiliye putlarından biri var mı?" diye sordu.
Adam:
"Hayır!"
deyince:
"Pekiyi
orada, onların bayramlarından bir bayram kutlanıyor mu?" diye sordu. Adam
yine "hayır!" deyince:
"Öyleyse
nezrini yerine getir!" emrettiler." [Ebu Davud, Eyman 27, (3313).][28]
AÇIKLAMA:
1- Rivayetin
aslında, nezrin Resulullah'ın sağlığında yapıldığı, kurban kesmek üzere
kasdettiği yerin Büvâne (adında, Mekke'nin altlarında Yelemlem'e yakın bir yer)
olduğu belirtilir. Keza rivayetin devamında Resulullah
Allah'a isyan
olan şeylerle, insanoğlunun mülkünde olmayan şeylerde yaptığı nezirlere uymak
yoktur" buyurmuştur.
2- Hadiste geçen
vesen, kendisine ibadet etmek maksadıyla yapılan cüsseli putlardır. Bunlar
madenlerden olabileceği gibi, ağaç, taş gibi başka maddelerden de olur. Bu manada olmak üzere sanem kelimesi de vardır.
Bazı alimler "sanem"le cüssesi olmayan, resim şeklindeki tasvirlerin
kastedildiğini söylemiştir. Ancak gerek vesen ve gerekse sanemin her iki çeşit
put için kullanıldığını, aralarında teradüf bulunduğunu söyleyen alimler de
mevcuttur. Adiyy İbnu Hatim'in bir rivayetine göre, Resulullah'ın yanına
geldiğinde boynunda altından mamul bir haç vardı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Şu putu boynundan çıkar at!"
demiştir. Şu halde vesen, takdis edilen maddî eşya manasında daha umumi
bir mana taşımaktadır.
3- Hadisin
sonundaki ziyadeyi değerlendiren alimler, mübah şeylerde nezirde bulunmanın
caiz olacağını söylemişlerdir. Çünkü, kaydettiğimiz üzere, Aleyhissalâtu
vesselâm iki çeşit nezri yasaklamaktadır:
1) Allah'a isyan
olan, günah olan şeyler: Şarap içmeye, domuz eti yemeğe, yaksız yere cana
kıymaya yapılan nezirler gibi. Hadiste masiyete müteallık nezrin yasaklığı
zikredilince mübahlarda yapılacak nezrin sahih olacağı anlaşılır.
2) İnsanın mülkü ve
gücü dışında olan şeylere nezretmesi: "Amerika mülkünü tasadduk
etmek", "ölüyü diriltmek" gibi.
Bununla
birlikte, Resulullah'ın "Kendisiyle Allah'ın rızası talep edilmeyen şeyde
nezir yoktur" hadisini göstererek mübahta da nezir olmaz diyeceklere
Beyhakî hazretleri, bazı mübah şeylerin Allah'ın rızası kastıyla
yapılabileceğine örnek verir: "Kişi der, öğle uykusunu yani kayluleyi,
geceleyin kalkıp ibadet yapmak
maksadıyla yapabilir, sahur yemeğini, gündüzleyin tutacağı oruca güç
kazanmak kasdıyla yiyebilir."[29]
ـ5744 ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ عَنها
قالت: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
نَذْرَ في
مَعْصِيَةٍ،
وَكَفَّارَتُهُ
كَفَّارَةُ
يَمِينٍ[.
أخرجه أصحاب
السنن .
1. (5744)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Ma'siyette
(günan şeylerde) nezir yoktur. Bunun
kefâreti de yemin kefâretidir." [Ebu Dâvud, Eymân 23, (3292); Tirmizî,
Nüzûr 1, (1524); Nesâî, Eymân 41, (7,
26).][30]
ـ5745 ـ2ـ وعن
ابن عمرو بن
العاص رَضِيَ
اللّهُ عَنهما
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
نَذْرَ إَّ
فِيمَا
يُبْتَغَى
بِهِ وَجْهُ
اللّهِ تَعالى،
وََ يَمِينَ
في قَطِيعَةِ
رَحِمٍ[. أخرجه
أبو داود .
2. (5745)- İbnu Amr
İbnu'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Ancak,
kendisiyle Allah Teâla hazretlerinin rızası talep edilen şeylerde nezir vardır.
Sıla-ı rahmı koparma üzerine de yemin yoktur." [Ebu Dâvud, Eymân 15,
(3273, 3274).][31]
ـ5746 ـ3ـ وعن
عمران بن حصين
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ # َ
نَذْرَ في
مَعْصِيةٍ
وََ فيمَا َ
يَمْلِكُ
ابْنُ آدمَ[.
أخرجه
النسائي .
3. (5746)- İmrân İbnu
Husayn (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Ne
bir masiyette ne de insanoğlunun malik olmadığı bir şeyde nezir yoktur."
[Nesâî, Eymân 14, (7, 28); Müslim, Nezr 8, (1641); Ebu Dâvud, Eymân 28,
(3316).][32]
AÇIKLAMA:
Bu üç
hadiste geçen hususlar önceki fasıllarda da geçtiği için burada teferruatlı
açıklamaya girmeyeceğiz. Özetlemek gerekirse, bu rivayetlerde şu üç nokta
belirtilmektedir:
1) Allah'a isyana
götüren, dinen günah addedilen bir işi
yapmak için nezreden kimse bunu yerine getirmeyecektir: "Şu işim olursa
şarap içeceğim!" demek buna bir örnektir.
2) Kişinin elinde
olmayan, mâliki bulunmadığı bir şey üzerine nezirde bulunması halinde o nezrin
icrası yoktur. Mesela "Hastalığımdan şifa bulunca falancanın kölesini azad
edeceğim" demesi gibi. Köle azadı ibadet ise de, azad edeceği köle kendinin
olmadığı için böyle bir nezir muteber bir nezir değildir, uygulanmaz. Ama adam
"...bir köle azad edeceğim" deseydi, o an için kendisi bir köleye
malik olmasa da, bu onun üzerine borç olurdu, nezrini icra ederdi.
3) Bu söylenen iki
gruba giren nezirler, bir nevi yemin sayılmıştır. Bu sebeple, böylesi bir
nezirde bulunan kimseye yeminini yerine getirmeyerek hanis olan kimselere
terettüp eden kefâret gerekmektedir. Bu hususu 5738 numaralı hadisin
açıklamasında kaydettik.
4)
Yukarda
kaydedilen İbnu Amr İbni'l-Âs rivayetinde, nezirlerin, kendisiyle Allah rızası
talep edilebilecek şeyler üzerine olabileceği ifade edilmiştir. Bununla ilgili
açıklamayı da az yukarıda (5743 numaralı hadisin açıklamasında) kaydettiğimiz
için burada tekrar etmeyeceğiz.[33]
ـ5747 ـ4ـ وعن
يحيى بن
سعيد قال:
]سَمِعْتُ
الْقَاسِمَ
بْنَ
مُحَمّدٍ
يَقُولُ:
أتَتِ
امْرَأةٌ الى
ابْن عَبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُمَا فَقَالَتْ:
إنِّي
نَذَرْتُ أنْ
أنْحَرَ ابْنِي؟
قَالَ: َ
تَنْحَرِي
ابْنَكِ،
وَكَفِّرِي
عَنْ
يَمِينِكِ.
فَقَالَ
شَيْخٌ:
كَيْفَ يَكُونُ
فِي هذَا
كَفَّارَةٌ؟
فَقَالَ
ابْنُ
عَبّاسٍ: إنَّ
اللّهَ
تَعالى قَالَ:
وَالَّذِينَ
يُظَاهِرُونَ مِنْ
نِسَائِهِمْ.
ثُمَّ جَعَلَ
فيهِ مِنَ
الْكَفَّارَةِ
مَا رَأيْتَ[. أخرجه
مالك .
4. (5747)- Yahya İbnu Said
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Kasım İbnu Muhammed'in şöyle söylediğini
işittim: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a bir kadın gelip:
"Ben
oğlumu kurban etmeye nezrettim! (Ne dersin?)" dedi. İbnu Abbâs ona:
"Oğlunu
kesme, yeminine karşı keffârette bulun!" diye cevap verdi. Bu cevap
karşısında orada bulunan yaşlı bir zat:
"Bu
nezirde nasıl keffâret olur?" dedi. İbnu Abbâs açıkladı:
"Allah
Teâla hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hanımlarına zıhâr yapanlarınız bilsin
ki, bu sözleriyle hanımları onların anneleri olmuş olmaz. Gerçekten onlar
çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar..." (Mücâdele 2) buyurmuş, sonra da
gördüğün gibi, bu zıharda bulunanlara keffâret takdir etmiştir." [Muvatta,
Nüzûr 7, (2, 476).][34]
AÇIKLAMA:
İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ) çocuğunu boğazlamaya nezreden kadına yemin
keffâretinde bulunma fetvasını verince, yanında bulunan bir zat bu fetvayı
muvafık bulmayarak itiraz eder ve
"Böyle bir nezre nasıl yemin keffareti gerekir?" demek ister. İtiraz,
bunun masiyet için yapılan bir nezir olmasından ileri gelmiştir. Çünkü bazı
rivayetlerde masiyet için yapılan nezrin muteber olmayacağı belirtilmiştir.
İbnu
Abbas ise, Kur'an-ı Kerim'den örnek veriyor: "Ayet, "zıhar"ı
(yani kişinin hanımını annesine, bacısına benzeterek, kendine haram kılması)
önce "çirkin ve asılsız bir söz" olarak tavsif ettiği halde devamında:
"Hanımlara zıhar yaptıktan sonra söylediklerinden vazgeçenler, onlarla
temasta bulunmadan önce bir köle veya cariye azad etsinler" buyurarak,
ceza tesbit etmiştir." İbnu Abbâs: "Öyleyse hadiste masiyet üzere
yapılan nezir bâtıl ilan edilse de, buna yemin keffâreti gerekmektedir"
demiş olmaktadır.
İbnu
Abdilberr, "Zıharın bir yemin olmayışından hareketle bu meselede, zıhar
keffaretine itibar edilmesinin bir manası yoktur" diyerek yaşlı adamın
tirazına izah sadedinde İbnu Abbas'ın başvurduğu mukayeseyi zayıf bulduğunu
söylemiştir. Nitekim masiyet üzerine yapılan nezirle ilgili merfu rivayetler
gelmiştir. Bazıları geçti:[35]
ـ5748 ـ5ـ وعن
محمد بن
المنتشر:
]أنَّ رَجًُ
نَذَرَ أنْ
يَنْحَرَ
نَفْسَهُ إنْ
أنْجَاهُ
اللّهُ مِنْ
عَدُوِّهِ.
فَسَألَ
ابْنَ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهما،
فَقالَ: سَلْ
مَسْرُوقاً
خَادِمَهُ،
فَسَألَهُ
فقَالَ: َ
تَنْحَرْ
نَفْسَكَ،
فإنَّكَ إنْ
كُنْتَ
مُؤْمِناً
قَتَلْتَ
نَفْساً
مُؤْمِنَةً،
وإنْ كُنْتَ
كَافِراً
تَعَجَّلْتَ
الى
النَّارِ، وَاشْتَرِ
كَبْشاً
فأذْبَحْهُ
لِلْمُسْلِمِينَ،
فإنَّ إسْحَاقَ
عَليْهِ
السََّمُ
خَيْرٌ
مِنْكَ،
وَفُدِي
بِكَبْشِ.
فأخْبَرَ
ابْنَ عَبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنهُمَا.
فقَالَ: هكذَا
أرَدْتُ أنْ
أُفْتِيَكَ[.
أخرجه رزين .
5. (5748)- Muhammed İbnu
Münteşir anlatıyor: "Bir adam, Allah, düşmanından kurtardığı takdirde kendisini
kurban etmeye nezretmişti. Durumu gelip İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a
sordu. O da, hizmetçisi Mesruk'a sormasını söyledi. Adam ona sorunca, Mesruk:
"Sen
kendini kurban etme. Çünkü, eğer mü'min biriysen, mü'min bir canı öldürmüş
olacaksın; yok eğer kâfirsen, cehenneme gitmede acelecilik etmiş olacaksın. En
iyisi, bir koç satın al, bunu Müslümanlar için kes. Çünkü İshak aleyhisselâm
senden daha hayırlıdır. O bir koç ile fidyelendi" diye cevap verdi. Adam
bu cevabı İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)' a haber verdi. Bunun üzerine:
"Sana,
ben de böyle fetva vermeyi düşünmüştüm!" dedi" [Rezin tahric
etmiştir.][36]
AÇIKLAMA:
1- Dinimiz kişinin
intihar etmesini yasaklamış, haram ilan etmiştir. Bu haramı hiçbir şey
meşrulaştıramaz. Ancak Allah yolunda cihad makbuldür. Allah'ın meşru kıldığı
maksadların tahakkuku için ölmenin
muhakkak olduğu durumları göze almak intihar sayılmaz. Ama, kişinin kendisini
Allah yolunda kurban etmek istemesi, meşru değildir. Böyle bir nezirde bulunmuş
ise, bunu kurban keserek telafi edebilecektir. Sadedinde olduğmuz rivayette
İbnu Abbas bunu Hz. İbrahim'in oğlu İshak ile delillendirir. Bilindiği gibi,
Hz. İbrahim oğlunu Allah için kurban etmeyi nezrettiği zaman tam boğazlama
anında Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim'in oğluna fidye olarak bir koç göndermiş, oğlan
yerine koç kurban edilmiştir.
2- Hz. İbrahim
aleyhisselam'la ilgili bu kıssada Hz. İbrahim'in kurban etmeye kalktığı oğlu
Hz. İsmail bilindiği halde, burada Hz. İshak'ın zikri geçmektedir. Bu mesele
esas itibariyle Yahudilerle Müslümanlar arasında bir ihtilaf konusudur. Onlar,
kendilerini Hz. İshak'tan gelme bildikleri için, Allah için kurban edilmek
üzere yatırılmış olduktan sonra, Allah tarafından koçla fidyelenme şerefinin
kendi cedlerine ait olduğunu söylemek gayesiyle, onun Hz. İshak olduğunu iddia ederler.
İslam alimleri,daha mevsuk rivayetlere ve -daha önce açıklandığı üzere- başka
delillere de dayanarak, kurban
namzedinin Hz. İsmail olduğuna hükmeder. Bu bahis daha önce işlendi.[37]
ـ5749 ـ6ـ وعن
عقبة بن عامر
رَضِيَ
اللّهُ عَنه:
]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
قَالَ:
كَفّارَةُ
النّذْرِ
إذَا لَمْ
يُسَمِّ
شَيْئاً
كَفّارَةُ
يَمِينٍ[.
أخرجه الخمسة
إ البخاري .
6. (5749)- Ukbe İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhisselâtu vesselâm)
buyurmuştur ki:
"Nezir
keffâreti, başka bir şey zikredilmemişse yemin keffâretidir." [Müslim,
Nüzûr 13, (1645); Ebu Dâvud, Eymân 31, (3323); Tirmizî, Nüzûr 4, (1528).][38]
AÇIKLAMA:
Burada
kastedilen nezir şöyle olur: "...Allah için üzerime nezir olsun."
dikkat edince, böyle bir nezirde kişi, neyi yapmaya azmettiğini zikretmemiştir.
Şu halde, hadis, böylesi bir nezir için
ödenmesi gereken keffâretin "yemin keffâreti" olmasına
hükmetmektedir.
Nevevî
der ki: "Ulemâ burada kastedilen şey hususunda ihtilaf etmiştir.
Şâfiîlerin cumhuru bunu nezr-i lecâc'a hamletmiştir. Nezr-i lecâc, inad ve
ısrar nezri demektir. Kişi, mesela "Zeyd" kelimesini kullanmak
istemez de: "Eğer ağzımdan "Zeyd" çıkarsa Allah için haccetmek
üzerime borç olsun" der. İşte bu çeşit nezre nezr-i lecac denmiştir. Bu
kimse, bilahare "Zeyd" kelimesini sarfedecek olursa yemin keffareti
ödemekle, söylediğini yapma arasında muhayyerdir. Şafiî mezhebinde esas
olan hüküm budur. İmam Malik ve
birçokları bu nezr-i lecâcı mutlak üzere hamletmiş ve sanki "Üzerime nezir
olsun" şeklinde yapılan mutlak nezre
benzetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve birkısım Şâfiî'ler de bunu,
"içki içmeye" nezretmiş olan kimsenin yaptığı nezr-i masiyete hamletmiştir. Ashab-ı Hadis fakihlerinden
bir cemaat de, bu nezr-i lecâcı nezir çeşitlerinin hepsine hamledip, "Bu
nezri yapan kimse, nezrin bütün çeşitlerinde, kendine yüklediği şeyi yapmakla
yemin keffâreti îfa etme arasında muhayyerdir" demişlerdir."
İmam-ı
Azam'ın bu meseledeki son görüşüne göre,
bir kimse nezrini, olmasını istemediği bir şarta bağlamışsa, ona bir yemin
keffâreti kâfidir. Ancak nezrettiği şeyi yapmakla dahi borcunu ödemiş olur.
Sözgelimi "Falan kimse ile
konuşursam bir yıl oruç tutmak borcum olsun" diye nezreden kimse o
şahısla konuşacak olsa, dilerse bir yemin keffareti verir, dilerse bir yıl oruç
tutar. Fakat olmasını dilediği bir şarta bağladı ve meselâ: "Hastam iyileşirse bir yıl oruç tutmak bana borç
olsun" dedi ise, mutlaka nezrini tutması gerekir. İmam Muhammed de böyle
hükmetmiştir. Umumî belva sebebiyle bazı
Hanefî fakihleri bu şekilde fetva vermişlerdir.[39]
ـ5750 ـ7ـ وعن
عمران بن حصين
رَضِيَ
اللّهُ عَنهما
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
النّذْرُ
نَذْرَانِ،
فَمَنْ كَانَ
نَذْرُهُ في
طَاعَةِ اللّهِ
فذلِكَ
للّهِ،
وَفِيهِ
الْوَفَاءُ، وَمَنْ
كَانَ
نَذْرُهُ في
مَعْصِيَةِ
اللّهِ
فَذلِكَ
لِلْشَّيْطَانِ
وََ وَفَاءَ
فيهِ،
وَيُكَفِّرُهُ
بِمَا يُكَفِّرُ
الْيَمِينَ[.
أخرجه
النسائي .
7. (5750)- İmrân İbnu
Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Nezir
iki çeşittir: Kimin nezri Allah'a taatla ilgiliyse bu nezir Allah içindir.
Bunda vefa gerekir. Kimin nezri de Allah'a masiyetle ilgili ise işte bu nezir
şeytan içindir, bunda vefa yoktur. Böyle bir nezirde bulunan kimse, nezri için,
yeminde olduğu gibi keffarette bulunur." [Nesâî, Eymân 41, (7, 28, 29).][40]
AÇIKLAMA:
Bu
hadiste geçen Allah'a taatle ilgili olan nezirle, Allah'a isyanla ilgili olan
nezirler hakkında daha önce yeterli açıklama yapılmıştır, burada tekrar
etmeyeceğiz (meselâ 5729, 5743. hadislerin açıklamaları görülmelidir.)[41]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/89.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/90.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/90.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/90-92.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/93.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/93-94.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/94.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/95.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/95.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/96.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/96.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/97.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/97-98.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/98.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/98.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/99.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/99.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/99.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/100.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/100-101.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/101.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/101-102.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/102.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/102-103.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/103.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/103.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/103-104.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/104.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/105.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/106.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/106.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/106.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/107.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/107-108.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/108.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/109.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/109-110.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/110.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/110-111.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/111.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/111.